DÖNEM : 22 YASAMA YILI: 3
T. B. M. M.
TUTANAK
DERGİSİ
CİLT : 81
83 üncü
Birleşim
13 Nisan 2005 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMA
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz'ün, Mersin'de yaşanan Türk
Bayrağına saldırı girişimi ile Trabzon ve Sakarya'da meydana gelen şiddet ve
çatışma ortamının yansımalarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı
2.- Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Mersin'de yaşanan
Türk Bayrağına saldırı girişimi ile Trabzon ve Sakarya'da meydana gelen şiddet
ve çatışma ortamının yansımalarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı
3.- Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'ın, Turizm Haftası münasebetiyle
turizmin çeşitlendirilmesine ve Türkiye için önemine ilişkin gündemdışı
konuşması
B) Tezkereler ve
Önergeler
1.- Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 5325 sayılı
Kanunun bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/796)
2.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun (6/1479) ve (6/1501)
esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/285)
3.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Türkiye ile Ermenistan'ın
çıkarlarının Türk ve Ermeni uluslarının barıştırılmasında olduğuna inandığına;
Türkiye ile Ermenistan'ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon
kurulmasına; dünya barış ve istikrarına katkıda bulunmak isteyen iyi niyetli
her ülkenin Türkiye'nin bu önerisine katkı vermesi gerektiğine; Türkiye'ye,
tarihini, bazı propaganda belgelerine dayanan tek yanlı ve yanıltıcı
değerlendirmeler üzerine bina etmesinin dayatılabileceğini düşünen ve
hesaplarını buna göre yapan çevrelerin yanılgı içinde olduklarına ve bunun
hiçbir koşulda mümkün olmayacağına ilişkin, AK Parti ve CHP Grubu
Başkanvekilleri, DYP Genel Başkanı, ANAP, SHP ve bağımsız milletvekilleri
temsilcilerinin müşterek önergeleri (4/286)
V.- SEÇİMLER
A) Komİsyonlarda
AçIk Bulunan Üyelİklere Seçİm
1.- Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) Öngörüşmeler
1.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 31 milletvekilinin, Türkler
ve Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkilerin objektif veriler ve tarafsızlık
ölçüleri içerisinde ele alınarak bir millî politika oluşturulması konusunda
genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/19)
2.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun
Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni soykırımı iddialarına karşı gerçeklerin
ortaya çıkarılması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/20)
VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969)
(S. Sayısı: 851)
3.- Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/989) (S. Sayısı: 861)
VIII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1.- Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın, Maliye Bakanı Kemal
Unakıtan'ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
IX.- SORULAR VE CEVAPLAR
A) Yazili
Sorular ve Cevaplari
1.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, 1.1.2003 tarihinden
itibaren TOKİ tarafından yapılan konutlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/4761)
2.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN'ın, ticarî faaliyetlerine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/5104)
3.- Çanakkale Milletvekili Ahmet KÜÇÜK'ün, Gelibolu Tarihî Millî
Parkında yapılan bir projeye ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman
PEPE'nin cevabı (7/5225)
4.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, yeşilkart sahibi yurttaşlardan ilaç
payı alınması kararına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı
(7/5394)
5.- Yalova Milletvekili Muharrem İNCE'nin, 2005 yılında memur adayları
için KPSS sınavı yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/5406)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.
Muş Milletvekili Seracettin Karayağız, suyun, ülkelerin kalkınmasındaki
rolüne ve memleketimizdeki su kaynaklarının korunmasının önemine,
Kütahya Milletvekili Alaettin Güven, vefatının 417 nci yıldönümünde
Mimar Sinan'ın sanatçı kişiliğine ve eserlerine,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Mersin Milletvekili Vahit Çekmez, Mersin'in Karaduvar Mahallesinde
bulunan petrol dolum tesislerindeki sızıntının yarattığı çevre kirliliğine ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına Sanayi ve Ticaret
Bakanı Ali Coşkun cevap verdi.
Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz'in,
Niğde Milletvekili Erdoğan Özegen'in,
Dilekçe,
Kilis Milletvekili Veli Kaya'nın Çevre,
Komisyonu üyeliklerinden çekildiklerine,
Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 32 milletvekilinin, sanayi
kirliliğinin tarım alanlarına etkisinin araştırılarak (10/275),
Ordu Milletvekili İ.Sami Tandoğdu ve 21 milletvekilinin, ziraî mücadele
ilaçlarının doğru biçimde kullanımının sağlanması için (10/276),
Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İstanbul
Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun
Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni soykırımı iddialarına karşı gerçeklerin
ortaya çıkarılması konusunda genel görüşme açılmasına (8/20),
İlişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; Meclis araştırması
önergeleri ile genel görüşme açılmasına ilişkin önergenin gündemdeki yerlerini
alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Genel Kurulun 12.4.2005 Salı günkü birleşiminde sözlü sorular ile diğer
denetim konularının görüşülmeyerek bu birleşimde de kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşülmesine, 13.4.2005 Çarşamba günkü birleşimde sözlü
soruların görüşülmemesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 27 nci sırasında yer alan 722
sıra sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında
Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına,
210 uncu sırasında yer alan 850 sıra sayılı Sendikalar Kanununun Bazı
Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısının 4 üncü sırasına, 11.4.2005
tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 861 sıra sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının
Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, 5 inci
sırasına, 12.4.2005 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 867 sıra sayılı Mera
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin, 48 saat geçmeden, 6 ncı
sırasına alınmasına; Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 214 üncü sırasında yer alan
Türkler ile Ermeniler arasındaki tarihî ilişkiler konusundaki (8/19) esas
numaralı genel görüşme önergesi ile 12.4.2005 tarihli gelen kâğıtlarda
yayımlanan ve okunmuş bulunan aynı konudaki (8/20) esas numaralı genel görüşme
önergesinin öngörüşmelerinin 13.4.2005 Çarşamba günkü birleşimde ve birlikte
yapılmasına ve görüşmelerin tamamlanmasından sonra kanun tasarı ve
tekliflerinin görüşmelerine devam olunmasına; Genel Kurulun 12.4.2005 Salı günü
15.00-22.00, 13.4.2005 Çarşamba günü 14.00-23.00 ve 14.4.2005 Perşembe günü de
14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu
önerisi kabul edildi.
İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
ve Bankalar Kanunu Hükümlerine İstinaden Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat
Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası T.A.Ş. Hakkında Tesis Edilecek Bazı
İşlemler Hakkındaki Kanuna Bir Fıkra (2/334),
Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin'in, Ulusal Bayram ve Genel Tatiller
Hakkında Kanuna Bir Madde (2/96),
Eklenmesine Dair Kanun Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedikleri açıklandı.
Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri
alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu
Tasarısının (1/969) (S. Sayısı: 851) görüşmelerine devam olunarak 6 ncı
maddesine kadar kabul edildi; verilen aradan sonra;
5 inci sırasına alınan, Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilât ve
Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının (1/989) (S. Sayısı: 861),
6 ncı sırasına alınan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili
Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifinin (2/386) (S. Sayısı: 867),
Görüşmeleri;
Komisyon ve Hükümet yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;
Ertelendi.
3 sırasına alınan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri
Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine İlişkin (1/913) (S.Sayısı: 722),
4 üncü sırasına alınan, Sendikalar Kanununun Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı ile Sendikalar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair (1/975, 1/306) (S. Sayısı:850),
Kanun Tasarılarının, görüşmelerini müteakiben, kabul edilip
kanunlaştıkları açıklandı.
13 Nisan 2005 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te
toplanmak üzere, birleşime 21.20'de son verildi.
Nevzat Pakdil
Başkanvekili
|
Ahmet Gökhan Sarıçam |
Türkân Miçooğulları |
|
Kırklareli
|
İzmir |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
II. - GELEN KÂĞITLAR No.: 115
13 Nisan 2005
Çarşamba
Raporlar
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Litvanya
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayii İşbirliği Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/958) (S. Sayısı: 862) (Dağıtma tarihi: 13.4.2005) (GÜNDEME)
2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu
Hükümeti Arasında Denizlerde Karasuların Ötesindeki Olayların Önlenmesine
İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/959) (S. Sayısı: 863) (Dağıtma tarihi: 13.4.2005)
(GÜNDEME)
3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sudan Cumhuriyeti
Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri
Komisyonları Raporları (1/963) (S. Sayısı: 864) (Dağıtma tarihi: 13.4.2005)
(GÜNDEME)
4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu
Hükümeti Arasında Savunma Sanayii Alanında İkili İş Birliği Süresince Mübadele
Edilen veya Oluşturulan Gizlilik Dereceli Bilgi ve Malzemelerin Karşılıklı
Korunması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/965) (S. Sayısı: 865) (Dağıtma tarihi: 13.4.2005)
(GÜNDEME)
5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu
Hükümeti Arasında İki Taraflı Askeri Teknik İşbirliği Çerçevesinde Kullanılan
ve Elde Edilen Fikrî ve Sınaî Mülkiyet Haklarının Karşılıklı Korunmasına
İlişkin Müşterek Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/973) (S. Sayısı: 866) (Dağıtma
tarihi: 13.4.2005) (GÜNDEME)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati
: 14.00
13 Nisan 2005
Çarşamba
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER
: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 83 üncü Birleşimini açıyorum.
III. -
YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.
Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Sayın
milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini,
bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda
hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme
giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5
dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, toplantı
yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline
gündemdışı söz vereceğim. Milletvekili arkadaşların konuşma süreleri 5'er
dakikadır. Hükümet bu konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin cevap süresi 20
dakikadır.
Gündemdışı ilk söz, son günlerde meydana gelen olaylar
ve gündemi teşkil eden gelişmeler hakkında söz isteyen Sakarya Milletvekili
Süleyman Gündüz'e aittir.
Sayın Gündüz, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
IV. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Sakarya Milletvekili Süleyman
Gündüz'ün, Mersin'de yaşanan Türk Bayrağına saldırı girişimi ile Trabzon ve
Sakarya'da meydana gelen şiddet ve çatışma ortamının yansımalarına ve alınması
gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir
Aksu'nun cevabı
SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde son günlerde meydana gelen olaylarla ilgili olarak
gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken, Sayın Başbakanımıza Norveç'in
Başkenti Oslo'da yapılan saldırıyı huzurlarınızda kınıyorum.
Bundan birkaç hafta önce Mersin'de, birkaç gün önce de
Trabzon'da ve dün de Sakarya'da meydana gelen olaylar, geçmiş dönemleri
hatırlatan film kareleri gibiydi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; suyun akıp
yatağını bulması gibi, Türk Milleti, Orta Asya'dan gelerek, bu toprakları,
dünyanın en güzel coğrafyasını kendilerine son vatan yapmıştır. Temmuz
sıcağında bir fırına düşen ekmek gibi atıldık bu topraklara, bu toprakların
kaderine. Atalarımız, dünyaya, imparatorluk nasıl kurulur, yetmişiki millet bir
arada nasıl yaşar, bunun dersini de verdiler.
Lübnan asıllı bir Ermeni yazar olan Amin Maalouf
"Ölümcül Kimlikler" adlı kitabında "hiçbir din hoşgörüsüzlükten
soyutlanmış değildir; ama, bu iki rakip dinin bir bilançosu yapılacak olsa,
İslam hiç de fena görünmez. Eğer, atalarım, Türk orduları tarafından fethedilen
bir ülkede Hıristiyan olmak yerine, Hıristiyanlar tarafından fethedilen bir
ülkede Müslüman olsalardı, onların inançlarını koruyarak, ondört yüzyıl köy ve
köylerinde yaşayabileceklerini sanmıyorum.
Gerçekten, İspanya'daki Müslümanlara ne oldu? Ya
Sicilya'daki Müslümanlara? Yok oldular, tek kişi kalmamacasına katledildiler,
sürgüne zorlandılar ya da cebren Hıristiyan edildiler" diye yazar.
Bizler, aynı zamanda dünyaya bir medeniyet dersi
verenlerin de çocuklarıyız, bu ülkenin çocuklarıyız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, sizlere,
tarihimizin gizli kahramanlarından birinden, Zenci Musa'dan bahsedeceğim. Aslen
Sudanlı olan, Girit'te dünyaya gelen Zenci Musa, Osmanlı İmparatorluğu için,
Trablusgarp'tan Balkan Savaşına, Çanakkale'den Kudüs'e, Yemen'den İstiklal
Harbine kadar, yangın neredeyse oraya koşmuş yüzbinlerce kahramanlarımızdan
birisidir. 300 000 altını Yemen'de Tevfik Paşa'ya teslim etmeyi başaran
Musa'ya, işgal kuvvetleri komutanı General Harrington'un "sen, Osmanlı
için değil bizim için çalışırsan, seni altına boğarım" sözlerine karşı,
Zenci Musa: "Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni rencide eder;
benim bir devletim var; bir bayrağım var, ay yıldızlı bayrak; bir kumandanım
var, Eşref Bey" cevabını verir. Daha sonra, Anadolu'daki Millî Mücadeleye
destek için İstanbul'a gelen Zenci Musa, Galata gümrüğünde hamallık yapıp, gece
Anadolu'ya silah kaçırırken, bu arada, vereme yakalanır. Onun bu durumunu gören
Ali Paşa ona emekli maaşı bağlamak ister; ama, o, ihtiyaç içerisinde olmasına
rağmen "Paşam, ben bu fakir milletin emekli maaşını alamam" diyerek
teklifi geri çevirir. Sanatoryum hastanesine yatmayı kabul etmeyen Zenci Musa
veremden bir tekkede öldüğünde, bavulundan; bir Osmanlı haritası, Eşref
Kuşçubaşı'nın resmi, bir de kefen çıkar. Merhum Mehmet Âkif, Zenci Musa için:
"Eşref
Beyin emir eri zenci Musa,
Omzundan arşa yükseldi nebi İsa" mısralarıyla onu
destanlaştırır.
İşte, biz, bu asil insanların inanç ve azimleriyle
buralara geldik. Musa zenciydi; ama, milleti, bayrağı ve vatanı için kendini
adamış bir zenciydi. Zenci Musa tekil bir örnek değildir. Bu ülkenin
değerlerine sahip çıkan Kürt Mehmet vardır, Ermeni Sarkis Balyan vardır, Çerkez
Eşref Kuşçubaşı vardır, Çanakkale Savaşında kolunu kaybetmiş Rum avukat Kaludi
Laskarı vardır, Hilali Ahmer İkinci Reisi Ermeni Berç Keresteciyan (Türker)
vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, üniter
bir devlettir ve bu devleti oluşturan en temel unsur, milletin birlikte ve bir
arada yaşama iradesidir. Hiçbir provokasyon, tahrik, bizim bir arada yaşama
irademizi zedeleyemeyecektir. Bu millet, farklılıklardan zenginlik yaratmıştır;
bu farklılıklar üzerine, kültür ve medeniyet inşa etmiştir. Birlikte yaşama
iradesi, cebren sağlanan bir sonuç değil, bin yıllık bir kültürün eseridir.
Tarihin imbiğinden geçerek gelen bu milleti bir arada tutan, müşterek
değerleridir. Bu altın coğrafyaya ayaklarını basıp, burayı vatan yapan bu asil
milletin evlatları, dikensiz gül bahçesinde değiller elbet.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Gündüz.
SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Devamla) - Bu kıskanılan vatanın
bedelini ödedik, gerekirse, Türkü, Kürdü, Çerkezi, Abazası, Gürcüsü, Lazı,
Boşnağı, Arnavudu, Rumu, Ermenisi ve Musevisiyle birlikte yeniden öderiz.
Çanakkale'de kanlarımız bir ve beraber aktı. Tarih sahnesinde, az önce saydığım
unsurlarla birlikte, bir bayrak ve buyruk altında bir millet olarak kalma
iradesini gösterdik. Bizim ülkemizi ve insanlarımızı bir laboratuvar ortamında
değerlendirip plan yapanların bu planları boşa çıkacaktır. Bizim gönlümüz var.
Onlar, bunu çözemezler. Camdan kalbi olanların, bizi karşı karşıya getirmek
isteyenlerin planları tutmayacak! Bizler, ete ve kemiğe bürünmüş insanlarız;
camdan kalbi olanların yanıldığı nokta bu. Bizim ayrımız gayrımız yok. Biz,
komşumuzun halinden anlayan insanlarız. Ekmeğin parçası yere düşünce kaldıran
ve öpüp alnına koyan, düğünlerde halay çeken, ölü evlerinde yas tutan, bayram
sabahları yüreği sevinçle dolan, bir çocuğun kahır yüklü bakışından etkilenen,
tarlasında komşusunun ekinine yardım eden, büyüklerin ellerinden öpen, dua eden
"Burası Muş'tur" türküsünde "Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı"
marşında gözleri dolan insanlarız. Bunlar biziz!
Kardeşlerim, ülkemiz üzerinde planlar olabilir,
raporlar hazırlanmış olabilir, her türlü istihbarat en küçük hücremize kadar
teknik analizler yapmış olabilir; ancak, bu milleti bir arada tutan ruha nüfuz
edemezler! Bu millet, okuma-yazma öğrenmeden önce gönül alfabesini öğrenir. Bu,
bin yıllık bir sürecin sonucudur. Gönül alfabemizin oluşturduğu destanlar, bu
milletin her ferdinin birbirine karşı ortaya koyduğu fedakârlık üzerinedir. Bu
destanlar, hiçbir istihbarat raporuna ve kriptolara sığmaz. Hiçbir düğme,
birlikte ve bir arada yaşama iradesinin can alıcı yerini bulamaz, bir arada
yaşama iradesine kısa devre yaptıramaz! Bu millet, Anadolu'da yaşama
başarısını, her türlü ayrılıkları, farklılıkları, düşmanlıkları törpüleyerek,
aşırılıkları bünyesinde eriterek bugünlere gelmiştir. En geniş anlamıyla,
envanteri çıkarılmamış olsa da, Türk kültürü, kendi ruhuyla hayat verdiği,
kendisinden önceki Anadolu kültür ve medeniyetlerini de temsil kabiliyetiyle
Avrupa'nın hem geçmişi hem de geleceğidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hiç kimse bu
milletin kutsal değerleri üzerinden siyaset yapmamalı ve bu milletin kutsal
değerlerine olan bağlılığını ölçmeye kalkışmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti bir
demokratik hukuk devletidir. Eğer bu ülkede demokratik bir toplum ve siyaset
talebine olan inancımızda bir şüphemiz yoksa, herkesin, demokratik kurum ve
kuralların işlemesine saygı duyması gerekir. İdrak mükellefiyeti herkes
içindir; çünkü, herkesin vazifesi, bu topraklarda işleyen bir demokrasiyi hâkim
kılmaktır. Allah bu milletin birlik ve dirliğini bozmasın.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Gündüz, teşekkür ediyorum.
Gündemdışı ikinci söz, son günlerde ülkemizi şiddet ve
çatışma ortamına sürükleyen olaylar hakkında söz isteyen Tunceli Milletvekili
Sinan Yerlikaya'ya aittir.
Sayın Yerlikaya, buyurun.
2.- Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan
Yerlikaya'nın, Mersin'de yaşanan Türk Bayrağına saldırı girişimi ile Trabzon ve
Sakarya'da meydana gelen şiddet ve çatışma ortamının yansımalarına ve alınması
gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir
Aksu'nun cevabı
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Tunceli) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yirmi yirmibeş gün önce Mersin'de bir bayrak yakma
olayı, girişimi olmuştu; tabiî, bunun bir nevruz gününde olması, birtakım
kafalarda istifhamlara meydan vermişti, hepimiz tepki duymuştuk, üzülmüştük;
çünkü, bu bayrak bir kesimin bayrağı değil, bu bayrak hepimizin bayrağı,
Türkiye Cumhuriyetinin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bayrağı.
Hassasiyetimiz tabiî ki vardı, üzüntümüzle beraber tepkimizi de koyduk; ama,
Türkiye'nin bir hukuk devleti olması nedeniyle, bu tür suçluların yakalanıp
adalete teslim edileceğini, gereken cezaların verileceğini biliyorduk. Nitekim,
bu bayrak yakma olayı Türkiye'de ilk defa cereyan etmemişti, daha önceleri de
bu bayrak yakılmıştı, indirilmişti bir partinin kongresinde. Orada da yine
hukuk, kanun devreye girdi, o eylemi yapan kişi yargılandı, cezalandırıldı,
hâlâ cezasını çekiyor.
Tabiî, bu hassasiyet, hepimizce önemli bir hassasiyet;
ama, değerli arkadaşlar, anladığım kadarıyla, bu hassasiyet biraz abartıldı,
bir başka düzleme, bir başka alana kaydırıldı; işte, ırkçı, milliyetçi bir
temelde, bu bayrağı sahiplenme duygusu hâsıl oldu. Bu, tabiî ki çok yanlış bir
olaydır. Bu, hepimizin hassasiyetidir, Türk Milletinin hassasiyetidir; bir
grubun, bir partinin veya kendisine ülkücü denilen bir grubun hassasiyeti
olamaz, bunun abartılması ve başka mecralara çekilmesi de son derece yanlıştır.
Bu nedenle, bir kez daha tekrar ediyorum; Türk Bayrağı
hepimizin bayrağıdır, onu korumak, kollamak hepimizin görevidir. (Alkışlar) Ona
bir yanlış yapıldığı zaman da, bir hukuk devleti ilkesi içinde, bir demokratik
devlet oluşumu içinde, yasalarımız, kanunlarımız, hukukumuz buna gereken cezayı
verecektir, nitekim de öyle oluyor.
Değerli arkadaşlar, bu bayrak yakma olayı orada kalacak
zannettik, orada duracak zannettik; yani, zaten yasalar da devreye girmişti.
Galiba, ceza ehliyeti olmayan 2 vatandaş, 2 genç çocuk bulundu; bunlar da
sonradan üzüldüler, özür dilediler. Bu eylemi yapan bir genç bayrağı öptü
-televizyonlarda gördük bunu- buna da sevindik. İnsanlar hata yapar; ama,
hatasını anlayınca geri döner, bu da güzel bir olay oldu; ama, bir bakıyoruz
ki, Trabzon'da, demokratik hakkını kullanan 5 genç bildiri dağıtmak istiyor, bu
bildirilerin de karşısına bir grup çıkıyor, bunları sille tokat dövüyor, kan
revan içinde bırakıyor; hatta, izlemişsinizdir, o saldırgan gruptan bir kısmı,
polisin araçlarının üzerine çıkarak, polisin araçlarını tekmeliyor değerli
arkadaşlar. Yani, düşünün, Türkiye'de, artık, hiç yasal bir güç kalmamış;
Türkiye'nin demokrasisi, hakları hukukları bu insanlara kalmış... Böyle şey
olmaz.
Dün de, bunu, biz, Adapazarı'nda gördük. Adapazarı'nda
da böyle bir olay oldu. Yine, orada da aynı grup sahneye çıktı; yani, bu
bildiri dağıtmak isteyen gruba karşı sille tokat, kan revan... Tabiî, bunun
karşılığında polisimiz görevini yaptı. Ne yaptı; bildiri dağıtan, kan revan
içinde kalan insanlar karakola götürüldü. Trabzon'da, kan revan içinde kalan o
gençler karakola götürüldü, tutuklandı, içeri atıldı. Buraya kadar güzel. Peki,
bundan sonra ne oldu; yani, bu eylemler devam mı edecek arkadaşlar? Bu millet,
bu insanları, bu gençleri kan revan içinde bırakan kişilere karşı bir müeyyide
yapılamayacak mı, bir tedbir alınmayacak mı? Şimdi soruyorum ben buradan; bu
yasal bir şey midir? İnsanlar, haklarını artık sokaklarda mı alacaklar? Bir
yanlışlık olduğu zaman -kabul edelim ki bir yanlışlık oldu- bu yanlışlığın
cezasını, kan revan içinde bırakarak bir grup mu yapacak?!
Değerli arkadaşlar, böyle olmaz; yani, böyle
olmayacağını siz de biliyorsunuz; böyle hiçbir şey kabul edilemez. Orada,
bugüne kadar bir tek kişinin sorguya alınmamış olmasını, bir tek kişinin
içeriye alınmamış olmasını da biz hayretle karşılıyoruz, ben hayretle
karşılıyorum! Ben bir avukatım, hayretle karşılıyorum; nasıl oluyor bu?!
Döveceksin, kan içinde bırakacaksın "efendim bu bildiri dağıtmış..."
Neymiş; F tipi cezaevlerinin bir bildirisini dağıtmış "ee, bunlar PKK'lı,
bunlar..." Olabilir, PKK'lı da olabilir; yani, içerideki insanların
haklarını da arayabilir. Bunun karşılığı suçsa, zaten kanun var, içeri
alınıyor, tutuklanıyor; ondan sonra, yaptıkları eylem doğru mu yanlış mı;
bildiri yasal mı değil mi, talep nedir; ona bakılıyor. Zaten bunlar bir örgüte
mensupsa...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Yerlikaya.
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - ... bir örgüte mensup
olduğu zaman da, biliyorsunuz, cezasını da alıyor.
Değerli arkadaşlar, bunlara prim vermememiz lazım;
bunlar, Türkiye'nin görünümünü, hakikaten, hem içeride hem dışarıda zedeliyor.
Biliyorsunuz, bir tarihte terörle mücadele ediyorduk; o terörle mücadele
safhalarında, birtakım yasal olmayan işlere başvuruldu; Yeşiller yaratıldı,
Kırmızılar yaratıldı, Reisler yaratıldı, Başkanlar yaratıldı; kimlikler,
pasaportlar ganimet gibi dağıtıldı; ülkenin egemenliği, ülkenin bağımsızlığı,
korunması, birtakım yasal olmayan güçlere tevdi edildi. Sonradan ne oldu;
Susurluklar oldu, mafyalar oldu, ülke soyuldu soğana çevrildi. Bunlara prim
vermemeliyiz.
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir; biz, hukukun
üstünlüğünü, hukukun bağımsızlığını Anayasaya derç etmiş bir ülkeyiz. Böyle bir
ülkenin, bu tür olaylara seyirci kalmaması lazım. Bu işler, yarın öbür gün
başımıza büyük işler açar; ayırımcılığı, kışkırtıcılığı kabul etmeden, bunlara
karşı koymalıyız. Bunlar, hiçbir partinin, hiçbir kitlenin, hiçbir kesimin
yararına, güzel şeyler getirmez, çirkin şeyler getirir.
Bu nedenle, bu görüntüler hakikaten bizi üzüyor, yanlış
oluyor; bunlara bir son vermek durumundayız. Nasıl son vereceğiz; yasalarımızı
çalıştırarak vereceğiz. Yani, bu tür insanların böyle aymazlığına,
kışkırtıcılığına, ayrımcılığına, kanun tanımaz, yasa tanımaz hâkimiyetine biz
seyirci kalırsak, bunun önünü alamayız, yarın daha çok vahim olaylar olur.
Bunu beraber yapmalıyız tabiî, beraber yapacağız;
Türkiye Cumhuriyetinin selameti için, geleceği için beraber yapmalıyız. Artık,
eski filmlere dönmemek lazım, eski plakları çalmamamız lazım. Bunun çok
cezasını çektik değerli arkadaşlar. Buna bir önlem alınacağına ben inanıyorum.
Bu Parlamento çatısı altında, bütün milletvekili arkadaşlarımızın, grubu olsun
olmasın bütün siyasî partilerimizin, buna, beraberce katkı koyarak bir çözüm
bulacağını düşünüyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yerlikaya.
Sayın Gündüz ve Sayın Yerlikaya'nın gündemdışı yapmış
olduğu konuşmalara İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap vereceklerdir.
Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sakarya Milletvekili Sayın Süleyman
Gündüz arkadaşımızın, son günlerde meydana gelen olaylar ve gündemi teşkil eden
gelişmeler ve yine, Tunceli Milletvekili Sayın Sinan Yerlikaya arkadaşımızın
aynı içerikte yapmış oldukları gündemdışı konuşmalar üzerine söz almış
bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce de, siz Yüce Meclisin saygıdeğer
üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, son günlerde bazı illerimizde
meydana gelen olayların, bizleri ve millet olarak hepimizi üzdüğünü belirtmek
istiyorum. Bildiğiniz gibi, önce Mersin İlimizde meydana gelen ve hepimizi
derinden üzen olaylar, polisimizin soğukkanlı davranışı ve dikkatli tutumu
sayesinde büyümeden önlenmişti. Maalesef, geçen çarşamba günü, Trabzon İlimizde
yine hepimizi üzen bir olay meydana gelmişti. Öncelikle, Trabzon İlinde yaşanan
olaylarla ilgili bazı bilgileri aktarmak istiyorum.
6.4.2005 Çarşamba günü, Trabzon İli Kunduracılar
Caddesi üzerinde, TAYAD isimli derneğe ait gençler tarafından bildiri dağıtmaya
çalışan 5 kişiye vatandaşın gösterdiği ani reaksiyon ve sonrasında kalabalık
bir halk grubu tarafından müdahale edilmesi sonucu, millî hassasiyetlerin öne
çıktığı toplumsal bir olay yaşanmış ve ülke gündemini meşgul etmişti. Güvenlik
kuvvetlerimizin zamanında ve samimî gayretleriyle olay daha da olumsuz ve elim
sonuçlar doğurmadan önlenmişti. Bu konu bütün boyutlarıyla adlî makamlara
intikal etmiş ve halen adlî süreç devam etmektedir. Olaya karışanların tümüyle
ilgili incelemeler, cumhuriyet savcılarımızın nezaretinde, güvenlik güçlerimiz
tarafından yapılmaktadır.
Bu toplumsal hassasiyetlerin devam ettiği bilinirken,
aynı konuları gündemine alan ve bir kısmının da il dışından geldiği öğrenilen
TAYAD'lı başka bir grup tarafından, 10.4.2005 Pazar günü, insan yoğunluğunun en
fazla olduğu saat 14.00 sıralarında, Trabzon İli Meydan Parkı Atatürk Alanında
yine pankart açılarak basın açıklaması yapılmaya başlanmıştır. Bu arada çay
bahçesinde oturmakta ve oradan geçmekte olan vatandaşlar tarafından gösterilen
ani tepki ve yaşanan arbede sırasında, basın açıklaması yapan grup değişik
sloganlar atmış, alana 100 metre mesafede bulunan Gazipaşa Caddesindeki bir iş
hanı istikametine yönelmiş, bu arada, basın açıklaması yapan gruba tepki
gösteren kalabalığın da sayısı artmış. Yaşanan bu arbede ve hareketliliğe
emniyet kuvvetlerince derhal el konulmuş; basın açıklaması yapan grubun iş
hanına girmeleri sağlanmış, dışarıda toplanan öfkeli kalabalık, güvenlik
kuvvetlerimizin çabaları sonucu dağıtılmış; içerideki grup da, her türlü tedbir
alındıktan sonra binadan çıkarak salimen istedikleri yerlere gönderilmişlerdi;
ancak, yine 12.4.2005 günü, yani dün, saat 14.30 sularında Trabzon Gençlik
Derneği Lokalinde TAYAD'lı avukatların da içinde bulunduğu bir grup toplanmış
ve dernek binası yanında, yakınında bulunan Trabzon Adliyesinin önüne gelerek
basın açıklaması yapmak istemişlerdir. Yaklaşık 15 kişilik bu gruba, Trabzon
Gençlik Derneği Lokali önünde toplanan başka bir kalabalık tarafından müdahale
edilmek istenmesi üzerine de, önceden alınan tedbirler nedeniyle, müessif olay
çıkmadan emniyet kuvvetlerimiz derhal müdahale etmişlerdir. Grup, basın
açıklaması yapmaktan vazgeçmiş; herhangi bir olaya sebebiyet verilmeden, bu
grup da güvenlik önlemleriyle istedikleri tarafa gönderilmişlerdir.
Değerli arkadaşlarım, bu olaylarla ilgili bir suç ya da
bir kanunsuzluk var ise, bunu takip eden devlet kurumları da bellidir. Tüm bu
olaylar ve olayların bütün failleri, ilgili adlî süreç içerisinde, cumhuriyet
savcılıklarınca haklarında gerekli işlemler yapılmaktadır. Olayların
görüntüleri, kasetleri, basın yayın organları, değerli cumhuriyet
savcılarımızın nezaretinde güvenlik güçlerimiz tarafından incelenmekte; olayda
suçlu durumda olanlar tespit edilip, savcıların talimatı gereği işlem
yapılmaktadır.
Sayın milletvekilleri, milletçe hepimizin duyarlı
olduğu ve hassasiyetle üzerinde durduğumuz konular var. Tabiî ki, bu değerlere
hepimiz saygılıyız. Gençlerimizin, son zamanlarda, maalesef, bazı illerimizde
birtakım karşılıklı sürtüşmelere girdiklerini görüyoruz.
Burada, bu vesileyle, hem halkımıza ve hem de
gençlerimize seslenmek istiyorum; lütfen, provokasyonlara gelmeyelim. Bizim
milletçe üzerinde titrediğimiz değerlere karşı güvenlik güçlerimiz de aynı
hassasiyeti göstermektedirler. Birlik ve beraberliğimizi bozmayalım. Sağduyu
içerisinde hareket edelim. Birbirimize anlayışla yaklaşalım, hoşgörü içerisinde
bulunalım. Bunun bir erdemlilik olduğunu bilelim, birlik ve dirlik içerisinde
olalım. Ortada hukuka aykırı bir durum ve eylem varsa, bunu takip edecek,
soruşturacak, adlî organlara teslim edecek ve yargılanmalarını sağlayacak
merciler de bellidir. Hiçbir kişi veya sivil toplum örgütü, kanunların
kendisine vermediği bir yetkiyi üzerine atfederek kullanamaz. Aksi davranış ve
eylemler, toplumda kamu düzenini bozar, kargaşaya sebep olur.
Milletimizin geleceğini emanet ettiğimiz sevgili
gençlerimize de seslenmek istiyorum; ailelerinizin sizleri yetişmek ve okumak
üzere gönderdiği üniversitelerde, sakın başkalarının yanlış hesaplarına alet
olmayınız. Geçmişte de gördük ki, bu yanlışlıklardan hep aileleriniz, sizler ve
Yüce Milletimiz zarar gördü. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir hukuk
devletidir. Eğer bir yanlışlık varsa, devletimizin güvenlik güçleri, er veya
geç yanlış yapanları bulur ve hesabı sorulmak üzere adalete teslim edilir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, daha önceki
konuşmalarımda da belirttiğim gibi, sivil toplum örgütlerinin basın
toplantıları ve basın açıklamalarını serbestçe yapmaları hususuyla ilgili
olarak, valiliklerimize, ben, 2004 yılı haziran ayında bir bakanlık genelgesi
gönderdim. Bu konuda nasıl hareket edeceklerini, vatandaşlarımızın bu gibi
durumlarda hangi kurallara uyması gerektiğini açıkça ortaya koyduk; ama,
görüyoruz ki, bu kadar olumlu yaklaşıma karşın, basın açıklaması adı altındaki
faaliyetler, izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşlerine dönüştürülüyor;
pankartlar açılıyor, belirlenen yerler dışında toplanılıyor, belirlenen yerler,
güzergâhlar dışında yürüyüşler yapılıyor ve toplum rahatsız ediliyor. Gösteri
yapanlar ve bildiri dağıtanlar da, Anayasada yer alan düşünceyi açıklama
özgürlüğünü kullanırken suç işlemeden ve bu haklarını kanunların verdiği oranda
kullanmaları gerekmektedir. İlgili merciler, bu olayların arkasında kimlerin
olduğunu araştırmaktadır. Hükümetimiz, bu tip olayları önleme gücüne ve
kudretine sahiptir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere,
Türkiyemiz, 1970'li yıllarla başlayan geniş terör eylemleriyle karşı karşıya
kalmış. Terörden çok ıstırap çekmiş bir ülkeyiz. Bu bakımdan, Türk kamuoyu bu
gibi olaylar konusunda çok hassastır. Geçmişte, akla gelmeyecek provokasyonlar
tertip edildi; yüzyıllar boyu bir arada yaşamış kardeşleri birbirine düşürmek
adına ne yapılması lazım geliyorsa o yapıldı; ama, provokatörler amaçlarına
ulaşamadılar. Türkiye'de yaşayan herkes ayağa kalktı, hep bir ağızdan "biz
kardeşiz" diye haykırdı. Bugün, Yüce Meclisimizin çatısı altında da bu
kararlılığı görmenin mutluluğunu yaşıyorum. Burada benden önce konuşma yapan
her iki arkadaşımız da bunu ortaya koymuş, bu şekilde güzel olumlu fikirler
beyan etmişlerdir. Kendilerine, bu yapıcı, teskin edici konuşmaları için de
teşekkür ediyorum; çünkü, biliyoruz ki, bu olaylara prim vermek, sosyal barışa,
toplumsal huzura ve ekonomik gelişmeye karşı girişilen eylemlerin ortak adıdır.
Biliyorsunuz, Hükümetimiz, ülkenin gündemine, insan hak
ve özgürlüklerini yeniden tanımlayan ve evrensel normları bizim insanımıza da
sağlayan çeşitli kanunî düzenlemeleri art arda Yüce Meclise getirmiş, sizlerin
yüksek tasvibiyle de kanunlaşmıştır. Herkesin başkalarına rahatsızlık vermediği
ölçüde özgürce düşündüğünü ifade edebileceği, bir araya gelerek sorunlarına
çözümler üretilebileceği örgütlü ve demokrat bir toplum için altyapı oluşturmak
gayretimiz devam etmektedir. Umarım ki, bu çabalar çok kısa bir süre sonra
meyvesini vermeye başlayacaktır. Türkiye, bir özgürlükler ülkesi olarak
anılacaktır.
Buradan, ülkemizdeki tüm sivil toplum örgütlerine de
seslenmek istiyorum; lütfen, demokratik haklarınızı meşru zeminlerde
sürdürünüz. Bazı olayları vesile ederek, toplumun, gençlerin önünde yanlış
istikametler çizmeyiniz. Bu ülkenin meşru sivil toplum temsilcileri olarak
onlara örnek davranışlar sergilenmeli ve serinkanlı hareket etmeleri noktasında
yardımcı olunuz, öğütler veriniz. Gençleri, toplumda zaman zaman meydana gelen
olaylar ve tahrikler konusunda itidalli olmaya teşvik ediniz. Hepimizin,
meydana gelen bu olaylardan ders çıkarmamız gerekiyor. Bir arada yaşamanın
ortak paydasını 7'den 70'e insanlarımızla paylaşmamız lazım geliyor. Aslında,
ortak payda, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şerefli bir üyesi, bir vatandaşı
olmaktır. Bu Albayrağın altında, birbirini anlayan, hoş gören ve sayan
vatandaşlarımız, bizim geleceğimizdir. Türkiyemizin birliği, herkes için, her
kurum için vazgeçilmez, tartışılmaz bir değer olarak, en büyük ortak payda
kapsamında savunulmalıdır. Bu vesileyle, tüm sağduyulu vatandaşlarımızı, bu
nahoş olaylar karşısında bir kez daha soğukkanlı olmaya davet ediyorum.
Şunu herkes bilmelidir ki, güvenlik güçlerimiz,
polisimiz, jandarmamız, sahil güvenliğimiz, her türlü kanunsuzluğa anında
müdahale edebilecek güç ve kabiliyeti haizdir. Bütün bu olaylar karşısında,
emniyet mensuplarımız, güvenlik güçlerimiz, Mersin'de, Trabzon'da, Sakarya'da
olduğu gibi, zamanında ve yerinde müdahalede bulunmakta, canla başla bu
konularda tedbir alma gayreti içerisinde olmaktadırlar ve tüm güvenlik
güçlerimizi de, bundan dolayı kutluyor, teşekkür ediyorum.
İçişleri Bakanı olarak, şunu da herkesin bilmesini
istiyorum: Kaynağı ne olursa olsun, vatandaşlarımızın huzurunu bozan her türlü
olumsuzluğa, yasadışı davranışlara karşı tavizsiz bir mücadeleyi
sürdürmekteyiz, bundan sonra da sürdüreceğimizden bütün vatandaşlarımız emin
olsunlar.
Bu duygularla, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakanım, açıklamalarınız için teşekkür
ediyorum.
Gündemdışı üçüncü söz, Turizm Haftası münasebetiyle söz
isteyen, Aksaray Milletvekili Sayın Ahmet Yaşar'a aittir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Yaşar, buyurun.
3.- Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'ın,
Turizm Haftası münasebetiyle turizmin çeşitlendirilmesine ve Türkiye için
önemine ilişkin gündemdışı konuşması
AHMET YAŞAR (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; her yıl 15-22 Nisan tarihlerinde kutlanan Turizm Haftası
münasebetiyle gündemdışı, şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de turizm, hızlı
gelişen en dinamik sektörlerden biridir. Kültür ve Turizm Bakanlığının bu
çerçevede belirlenen vizyonu, ürün çeşitliliği artırılmış, yılın tamamına
yayılan, sürdürülebilirlik ilkesine dayanan, teknik altyapısı gelişmiş, tesis
ve hizmetleriyle ülke ve yöre halkının hayat kalitesini iyileştiren, kendi
kaynağını yaratan, rakip destinasyonlarla yarışabilir, iç verimliliği yüksek
bir turizm sektörü oluşturmaktır. Bakanlığın bu vizyonunun
gerçekleştirilebilmesi amacıyla yeni yatırım alanlarının belirlenmesi, diğer
ülkelerle rekabeti mümkün kılacak biçimde marka ve imajın geliştirilmesi,
müstakil destinasyon noktalarının oluşturulması, kent kimliğine özen
gösterilmesi, ekolojik ve sosyal dokunun korunarak, tesis, işletme ve kültürel
varlıklar arasında denge kurulması, turizm sektöründeki işgücünün daha
nitelikli hale getirilmesi, halkın turizm konusunda motive edilmesi hedeflenmektedir.
Her yıl 15-22 Nisanda kutlanılan turizm haftalarını,
toplumda turizm bilinci oluşturmak ve turizmin önemini kavratmak amacıyla
yapılan çalışmalar olarak değerlendirmekteyiz. Toplam kalite anlayışı
çerçevesinde turizm hizmetlerinin niteliğini yükseltmek ve turizm bilincini
geliştirmek amacıyla, hem toplumsal hem de sektörel düzeyde sağlanacak eğitimin
önemi de yadsınmamalıdır. Dünyadaki toplumsal ve ekonomik gelişmelere paralel
olarak, kişisel gelir düzeyinin yükselmesi, ulaşım araçlarının hız ve kapasite
olarak artış göstermesi, enformasyon ve bilişim teknolojilerinin gelişmesi
turizm gelişimini etkileyen en önemli faktörlerdir. Ülkemizin turizm
hedeflerini yakalaması için eğitim, yetişmiş insangücü ve kaliteli hizmet
anlayışının toplum tarafından da benimsenmesi ve toplumsal katılımın sağlanması
önemli ve gereklidir.
Özellikle, son çeyrek yüzyılda küreselleşmeyle birlikte
turizm ve kültür kavramları bir arada kullanılmaktadır. Doğal, kültürel ve
tarihî açıdan tartışılmaz bir zenginliğe sahip olan ülkemizde, deniz, kum,
güneş üçlemesinin dışında turizm ürünlerinin çeşitlendirilmesi ve
farklılaştırılması yönünde politikalara önem verilmektedir.
Bu politikalar, turizmin, yörenin bir konsepti içinde
ele alınmasını temel almaktadır. Dolayısıyla, genel olarak, tüm Türkiye'yi,
özel olarak da her şehrimizi, sahip olduğu kültürel değerler açısından bir
marka haline getirmeliyiz.
Küreselleşmeyle birlikte hem ortak bir kültürel iklime
doğru hem de farklı kültürleri tanıma, farklı kültürlerle iletişim kurma
arayışı giderek artmaktadır. Dolayısıyla, deniz, kum, güneş odaklı üç ilâ altı
aylık, önceden, turizm şirketleri tarafından açık bir şekilde programlanmış ve
belirlenmiş, büyük ölçekli grupların katıldığı; ancak, kâr marjı düşük turizm
faaliyetlerinden daha ziyade, heyecan, eğlence, eğitim odaklı, oniki aya
yayılan, turistlerin istek ve beklentilerine göre değiştirilebilen, küçük
ölçekli grupların katıldığı; ancak, kâr marjı yüksek turizm faaliyetleri önem
kazanmaktadır.
Bu çerçevede, ülkemiz turizm potansiyelinin
değerlendirilebileceği çeşitlilikler temelinde dağcılık, spor turizmi, sağlık
ve termal turizmi, doğa yürüyüşü, trekking, atlı doğa yürüyüşü, mağara turizmi,
sportif olta balıkçılığı, kuş gözlemciliği, botanik, kongre turizmi, inanç
turizmi ve kültür turizmine yönelik projeler geliştirilmektedir.
Turizm ve ekonomi birbirlerini bütünleyen iki alandır.
Ulaşım, konaklama, yeme, içme, eğlence, alışveriş ve seyahat organizasyonu gibi
hizmetlerinin tümünü içererek gelir ve istihdam yaratıcı, özellikle turizm hem
ulusal ekonomiye katkı sağlamakta hem de bölge, yöre insanına istihdam
sağlamakta, refah seviyesini artırmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Yaşar.
AHMET YAŞAR (Devamla) - Dünyadaki toplam turizm
yatırımları 802 milyar dolardır. 2003 yılı itibariyle tüm dünyada 691 000 000
turistten 523 milyar dolar gelir elde edilmiştir. 2003 yılında ülkemize gelen
turist sayısı 14 000 000, elde edilen turizm geliri ise 13,2 milyar dolar. 2004
yılında ülkemize gelen turist sayısı 17,5 milyon ve elde edilen turizm geliri
15,9 milyar dolara ulaşmıştır. Bu çerçevede 2005 yılı hedefimiz 20 000 000
turist ve 18 milyar dolar turizm geliri olarak öngörülmüştür.
Dünya Turizm Örgütünün araştırmalarına göre de
önümüzdeki kırk yılda turizm sektörü en hızlı ve düzenli büyümesi beklenen
sektördür. 2010 yılı itibariyle dünya turizm ekonomisinin hacminin 1 trilyon
dolar, yani, 1 milyar insan aşağı yukarı; 2020 yılında ise 2 trilyon dolar,
yani, 2 milyar insan olacağı hesaplanmaktadır.
Dünya Seyahat ve Turizm Konseyinin tahminlerine göre,
ülkemiz, gelecek on yıl içinde yüzde 10,2'ye varan yıllık büyüme oranıyla
turizmde en hızlı gelişen ülke olacaktır. Türkiye, tarihten gelen birikim ve
zenginlikleriyle, doğal güzellikleriyle her türlü turistin turizm talebine
yanıt verebilecek eşsiz bir ülke konumundadır. Bu zenginliklerin harekete
geçirilmesi ve kültürel değerlerimizin tanıtılması amacıyla, değişime ve hıza
ayak uyduracak, sektörün dinamiklerine ve beklentilerine uygun öncülük görevini
yerine getirebilecek bir anlayışla ülkemizin dünya turizm pazarında hak ettiği
payı alması sağlanmalıdır. Doğal ve kültürel zenginlikler açısından dünyanın
önde gelen ülkeleri arasında yer alan Türkiye, bu konumunun ve değerlerinin
farkında olarak, doğal ve kültürel zenginliğini turizmle birlikte sosyal ve
iktisadî gelişme sürecini, katkı sağlayacak biçimde, kaynaştırarak
değerlendirmektedir.
Dünyadaki turizm gelişmelerine paralel olarak,
ülkemizde de, turizm alanında son yıllarda büyük gelişmeler kaydedilmiştir.
Gerçekleştirilen tanıtma faaliyetleri de ülkemizin dünyaya tanıtımında önemli
bir rol oynamaktadır.
Tüm yıla yayılan ve sadece kıyı bölge ve yörelerini
değil, tüm Türkiye'de her bir şehrimiz özelinde yapılacak tanıtım
faaliyetlerinde, öncelikle, ne tanıtılacak sorusuna cevap vermek gerekir. Bunun
için, kültürel değerlerimizin, ürünlerimizin, öncelikle, toplum, bölge insanı,
yöre insanı tarafından bilinip, belirlenmesi ve tespit edilen kültürel değerler
ve ürünler çeşitliliğinin tanımlanarak, tasnif edilmesi gerekmektedir.
Kime tanıtılacağı sorusu ise, ikinci önemli cevap
verilmesi gereken husustur. Hedef kitle olan turist grubuna ilişkin yaş,
eğitim, gelir düzeyi ve beklentileriyle ilgili veriler ışığında proje ve
planlamalar yapılmalıdır.
Nerede tanıtılacağı sorusu üçüncü aşamadır ve seçilen
ülke pazarının özelliklerine ilişkin bilgiler geçerli ve güvenilir olarak
toplanmalı ve değerlendirilmelidir.
BAŞKAN - Sayın Yaşar, toparlar mısınız.
AHMET YAŞAR (Devamla) - Hemen bitiriyorum Sayın
Başkanım.
Son cevap verilmesi gereken soru ise, nasıl
tanıtılacaktır? Bu çerçevede ise, bilişim teknolojilerinin önemi kavranmalıdır.
Tanıtıcı web siteleri, web portalları, tanıtıcı CD'ler ve her bir destinasyon
bölgesi, her bir şehir, her bir yöreyle ilgili hazırlanmalıdır.
Tarihiyle, doğasıyla, kültürüyle, hizmet kalitesi,
modern işletmecilik anlayışı ve ürün çeşidiyle zengin bir potansiyeli
bünyesinde barındıran Türkiye, 21 inci Yüzyılda da dünyanın en önemli turist
destinasyonlarından biri olmaya devam edecektir diye düşünüyor; Yüce Heyeti
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yaşar.
Gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup,
bilgilerinize sunacağım.
B) Tezkereler ve
Önergeler
1.- Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında 5325 sayılı Kanunun bir kez daha görüşülmek üzere geri
gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/796)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi: 30.3.2005 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-5363/18367
sayılı yazınız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca 29.3.2005
gününde kabul edilen 5325 sayılı "Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun" incelenmiştir.
İncelenen yasanın 1 inci maddesiyle, 22.4.1983 günlü,
2820 sayılı Siyasî Partiler Yasasının geçici 16 ncı maddesi yürürlükten
kaldırılmaktadır.
Yürürlükten kaldırılması öngörülen geçici 16 ncı
maddede "Türkiye Büyük Millet Meclisinde 10 veya daha fazla milletvekili
bulunup da devlet yardımı alamayan ve seçimlere girme hakkını elde edecek
şekilde teşkilatlanmasını tamamlamış siyasî partilere, bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten sonra, Siyasî Partiler Kanununun ek madde 1'de öngörülen
esaslar dairesinde en az devlet yardımı alan siyasî partiye yapılan yardım
kadar devlet yardımı yapılır. Bu partilerin 10'dan az olmamakla birlikte en az
3 veya daha fazla milletvekiline sahip olmaları halinde kendilerine en az
devlet yardımı alan siyasî partiye yapılan yardımın ¼'ü tutarında devlet yardımı
yapılır" düzenlemesine yer verilmiştir.
Siyasal partilere yapılacak devlet yardımı, 2820 sayılı
Siyasî Partiler Yasasına 27.6.1984 günlü, 3032 sayılı Yasayla eklenen ek 1 inci
maddede düzenlenmiştir.
İlk düzenleniş biçimiyle, son milletvekili genel
seçimlerine katılma hakkı tanınan ve yüzde 10'luk genel oy barajını aşan
partilere devlet yardımı öngörülmüşken, bu kümeye ek olarak,
3349 sayılı Yasayla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
grubu bulunan partilere,
3470 sayılı Yasayla, genel seçimlerde toplam geçerli
oyların yüzde 7'sinden fazlasını alan partilere,
3673 sayılı Yasayla, seçimlere girme hakkını elde
edecek biçimde örgütlenmesini tamamlamış ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde 10
ya da daha çok milletvekili bulunup da devlet yardımı alamayan partilere,
3789 sayılı Yasayla da, yine seçimlere girme hakkını
elde edecek biçimde örgütlenmesini tamamlamış ve en az üç milletvekiline sahip
olan partilere,
Devlet yardımı yapılmasına olanak sağlanmıştır.
Görüldüğü gibi, siyasal partilere devlet yardımı
konusu, kapsamın genişlemesi yönünde gelişme göstermiştir.
Yasanın yürürlükteki kurallarına göre, genel seçimlere
girmemiş ya da genel seçimlerden sonra kurulmuş olmakla birlikte, sonradan
seçimlere katılma hakkını elde edecek biçimde örgütlenmesini tamamlamış siyasal
partiler ile seçimlere katılmasına karşın yüzde 10'luk genel oy barajının
altında kalmış siyasal partiler, daha sonra en az üç milletvekiline sahip
olmaları durumunda devlet yardımına hak kazanmaktadırlar.
İncelenen yasayla yapılan düzenlemeden sonra, genel oy
barajını aşan partiler dışında devlet yardımından yararlanma, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde grubu bulunan siyasal partilere devlet yardımını düzenleyen
'geçici kural uygulanıp' hükmünü icra ettiği için "milletvekili genel
seçimlerinde toplam geçerli oyların yüzde 7'sinden fazlasını almak"
koşuluna bağlanmaktadır. Böylece, devlet yardımından yararlanma koşulları
ağırlaştırılmakta, bu yardımdan yararlanacak siyasî partiler kümesinin kapsamı
daraltılmaktadır.
1- Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin
demokratik bir devlet olduğu; 5 inci maddesinde, devletin demokrasiyi korumakla
görevli bulunduğu; 68 inci maddesinin ikinci fıkrasında, siyasal partilerin
demokratik yaşamın vazgeçilmez öğeleri olduğu; bu maddenin son fıkrasında da,
siyasal partilere devletin yeterli düzeyde ve hakça malî yardım yapacağı, bu
yardımın bağlı olacağı ilkelerin yasayla düzenleneceği belirtilmiştir.
Siyasal partilerin demokratik yaşamın vazgeçilmez
öğeleri olduğunun belirtilmesi, uyacakları ilkelerin Anayasada düzenlenmiş
olması, yine Anayasanın 69 uncu maddesinde, hesaplarının Anayasa Mahkemesince
incelenmesinin öngörülmesi ve kapatılmalarının da ancak Anayasa Mahkemesi
kararına bağlı tutulması, hem Anayasa koyucunun siyasal partilere verdiği
önemin hem de siyasal partilerin demokratik devlet düzeni içindeki konumunun
göstergesidir.
Anayasa koyucunun siyasal partilere verdiği bu önem,
siyasal partilerin bağımsızlıklarının korunması ve etki altında kalmadan
yaşamlarını sürdürebilmeleri için devlet yardımı yapılmasında da kendini
göstermiş ve siyasal partilere 'yeterli düzeyde ve hakça malî yatırım yapılması
Anayasada öngörülmüştür...
BAŞKAN - Bir dakika... Bir dakika... Sayın Sarıçam, bir
dakika...
Sayın Bozkurt... Sayın Genel Sekreterimiz... Sayın
Bozkurt, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun, devam edin.
... Her siyasal partinin amacı, iktidara gelip, parti
programı çerçevesinde çözüm önerilerini ve projelerini yaşama geçirerek ülkeyi
yönetmektir. Halkın siyasal partilere ve siyasal yaşama ilgisinin yeterli
olmadığı durumlarda, girişilen iktidar yarışında siyasal partilerin parasal
kaynakları arasındaki büyük eşitsizlikler, ulusal istencin seçim sonuçlarına
adil biçimde yansımasına engel oluşturabilmektedir. Bu nedenle, demokratik
yaşamın vazgeçilmez öğeleri olan siyasal partilere devlet yardımı yapılması,
anayasal önemi yanında, demokratik düzenin gereğidir.
Demokratik düzendeki yeri ve önemi ile işlevlerinin
niteliği gözönünde bulundurulduğunda, siyasal partilere devletçe parasal yardım
yapılmasının kamu yararına uygun düştüğünün de kabulü gerekir.
Anayasanın 68 inci maddesinin son fıkrasında, devletin,
siyasal partilere, yeterli düzeyde ve hakça yardım yapacağı belirtilerek,
yasayla yapılacak düzenlemenin sınırına da yer verilmiştir. Buna göre, yasayla
getirilecek ilkelerin, siyasal partiler yönünden yardımın "yeterli
düzeyde" ve "hakça" olmasını sağlayacak nitelik taşıması
gerekmektedir. Yasal düzenlemede, ayrıca, hakkın kötüye kullanılmasının
önlenmesi ve kamu yararının korunması da önemli etmenlerdir.
İncelenen yasayla yapılan düzenlemenin yarattığı sonuca
göre, genel oy barajını aşanlar dışında, yalnızca genel seçimlerde toplam
geçerli oyların en az yüzde 7'sini alan siyasal partilere devlet yardımı
yapılması olanaklı kılınmakta, Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili
bulunan diğer partiler, milletvekili sayısı ne olursa olsun, bu haktan yoksun
bırakılmaktadır.
Siyasal partilere devlet yardımı, her şeyden önce,
onların devlet ve toplum yaşamında üstlendikleri işlevleri bir etki altında
kalmadan yerine getirmeleri, böylece, ulusal istencin Türkiye Büyük Millet
Meclisine tam yansıyarak demokrasinin kurumsallaşması amacıyla yapılmaktadır.
Devlet yardımı yapılmasının diğer amacı ise, siyasal
partilerin, bağımsızlıklarını sağlayarak, çıkar gruplarının baskılarına boyun
eğmeden, yalnızca ülke ve toplumun ortak çıkarlarını gözeterek yansız görev
yapmalarının yolunu açmaktır.
Kuşkusuz, bunun yanında, büyüklük ve güçlerine göre,
kamu yararının ve ulusal istencin oluşmasına daha çok katkıda bulunacakları
için, yeterli seçmen kitlesinin güvenini kazanan partiler yönünden ayırım
yapılabileceği de gözden uzak tutulamaz.
Bu nedenlerle, ulusal istencin oluşmasına hemen hiç
katkı sağlayamayan, siyasal parti olarak nitelendirilebilecek bir örgütsel
yapısı ve etkinliği olmayan oluşumlara devlet yardımı verilmemesi kamu yararı
gereğidir.
Ancak, örgütlenmesini tamamlamış olmakla birlikte
seçimlere katılmamış, seçimlere katılmakla birlikte yeterli oy alamamış ya da
seçimlerden sonra kurulmuş ve belli sayıda milletvekilinin katılmasıyla Türkiye
Büyük Millet Meclisinde ulusal istencin oluşumuna katkıda bulunma olanağına
kavuşmuş siyasî partilerin, büyüklük ve güçlerine göre farklı oranlarda da
olsa, devlet yardımıyla desteklenmeleri Anayasal kuralların ve kamu yararının
gereğidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde belli sayıda
milletvekili bulunmasına karşın, kimi siyasî partileri devlet yardımından
yoksun bırakan yasal düzenleme, Anayasanın 2, 5 ve 68 inci maddeleriyle ve kamu
yararıyla bağdaşmamaktadır.
2. Öte yandan, Anayasanın 7 nci maddesinde, yasama
yetkisinin Türk Ulusu adına Türkiye Büyük Millet Meclisinin olduğu; 75 inci
maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin genel oyla seçilen beşyüzelli
milletvekilinden oluştuğu; 80 inci maddesinde, milletvekillerinin, seçildikleri
bölgeyi ya da kendilerini seçenleri değil, tüm ulusu temsil edecekleri; 88 inci
maddesinde de, yasa teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekillerinin yetkili
olduğu belirtilerek, milletvekillerinin yasama işlevindeki önemi açıkça ortaya
konulmuştur.
Siyasal partilerin amacı parlamentoda temsil edilmek,
giderek iktidara gelmek olduğuna ve yasama organı siyasal partilerden
oluştuğuna göre, Türkiye Büyük Millet Meclisinde belli sayıda milletvekiline
sahip olup, ulusal istencin oluşmasına katkıda bulunan siyasal partilerin
devlet yardımından yararlandırılmaması yasama işlevine de uygun düşmemektedir.
Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun
görülmeyen 5325 sayılı Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi için,
Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca ilişikte geri
gönderilmiştir.
Ahmet Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair bir
önerge vardır; okutuyorum:
2.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
Baloğlu'nun (6/1479) ve (6/1501) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına
ilişkin önergesi (4/285)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 327 ve 348
inci sıralarında yer alan (6/1479) ve (6/1501) esas numaralı sözlü soru
önergelerimi geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Feridun Fikret Baloğlu
Antalya
BAŞKAN - Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.
Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.
V.- SEÇİMLER
A) Komİsyonlarda
AçIk Bulunan Üyelİklere Seçİm
1.- Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda açık
bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN - Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda boş bulunan
ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için İstanbul Milletvekili
Nimet Çubukçu aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve
gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu kısmın
214 üncü sırasında yer alan, Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 31
milletvekilinin, Türkler ile Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkilerin objektif
veriler ve tarafsızlık ölçüleri içerisinde ele alınarak bir millî politika
oluşturulması konusunda ve 232 nci sırada yer alan, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir
Milletvekili Kemal Anadolu ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni
soykırımı iddialarına karşı gerçeklerin ortaya çıkarılması konusunda Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme
açılmasına ilişkin önergelerinin birlikte yapılacak öngörüşmesine başlıyoruz.
VI.- GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE MECLİS
ARAŞTIRMASI
A) Öngörüşmeler
1.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak
ve 31 milletvekilinin, Türkler ve Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkilerin
objektif veriler ve tarafsızlık ölçüleri içerisinde ele alınarak bir millî
politika oluşturulması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi
(8/19)
2.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal
Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni soykırımı iddialarına karşı
gerçeklerin ortaya çıkarılması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/20)
BAŞKAN - Hükümet?... Burada.
Genel görüşme önergeleri sırasıyla Genel Kurulun
9.3.2005 tarihli 68 inci, 12.4.2005 tarihli 82 nci birleşimlerinde okunduğundan
tekrar okutmuyorum.
İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp açılmaması
hususunda sırasıyla hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci
imza sahibine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz
verilecektir.
Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer
dakika, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.
Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül;
gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Şükrü Elekdağ, AK Parti Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Daloğlu;
önerge sahipleri adına, Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak, İstanbul Milletvekili
Onur Öymen.
İlk söz, Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Abdullah Gül'e aittir.
Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Kayseri)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime
başlamadan önce hepinize saygılarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisin,
milletçe üzerinde büyük hassasiyet duyduğumuz bir mesele olan Ermeni iddiaları
üzerinde genel görüşme yapmasını fevkalade yerinde ve faydalı görüyoruz ve
zamanlı görüyoruz.
Bu yıl sözde soykırımın 90 ıncı yılı olduğu
gerekçesiyle Türkiye aleyhine yürütülecek birçok faaliyetin de olacağını tahmin
ediyoruz. Bu açıdan, bu toplantıyı çok da anlamlı buluyoruz. Böyle bir dönemde
yapılan bu genel görüşmenin, ülkemizin bu iddialara karşı yürütmekte olduğu
mücadele bakımından önemli katkı sağlayacağına da inanıyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, öncelikle bir
hususun altını çizmek istiyorum. Konuşmamda kullanacağım "Ermeni"
tanımlamasıyla hiçbir şekilde Ermeni kökenli vatandaşlarımızı kastetmiyorum.
Onlar devletimize yürekten bağlı, her türlü vatandaşlık yükümlülüklerini yerine
getiren, ülkelerinin daha iyi günlere taşınması için toplumsal katkılarını
esirgemeyen vatandaşlarımızdır. Bu vesileyle, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden
cumhuriyete sekizyüz yılı aşan ortak yaşantımıza sanat, bilim, ticaret gibi
birçok alanda katkıda bulunan Ermeni vatandaşlarımızı da saygıyla anıyorum.
Diğer yandan, Türkiye dışında yaşayan Ermeniler arasında Türk Halkıyla dostluğa
özen gösteren ve bu yolda çaba harcayan, Türkiye'yle kültürel ve insanî
bağlarını sürdürme gayretinde olan çok sayıda cesur ve dirayetli Ermeni
dostlarımız da bulunmaktadır. Buradan, kendilerine olan takdirlerimi de sunmak
istiyorum ve bir kez daha burada ifade etmek istiyorum ki, burada kullandığımız
tabirler bu sınırlar içerisinde olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, uzun
süreden beri, soykırım iddialarıyla ilgili olarak çok iyi organize olmuş, her
fırsatı değerlendirmekten kaçınmayan bir kampanyayla karşı karşıya
bulunmaktadır. Bu örgütlü kampanya, halkımız ve ülkemiz aleyhine yaklaşık bir
asır öncesinde yaratılmaya başlanan önyargılara, iftira, yalan, abartma ve
saptırmalara dayandırılmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinin
Birinci Dünya Savaşına katılmasını sağlamak amacıyla, savaş sırasında
Ermenilerin kitle halinde öldürülmekte oldukları propagandasını işleyen,
İngiliz Savaş Bakanlığının propaganda bürosunun yayınladığı meşhur Mavi Kitap,
malumunuzdur.
Yine, zamanın İstanbul'daki Amerika Birleşik Devletleri
Büyükelçisi, yanında çalışan bazı aşırı Ermenilerden aldığı bilgilerden yola
çıkarak, kendisine parlak bir siyasî gelecek hazırlamak amacıyla, yalan dolu
anılar yayınlamışlardır; böylece, halkımız ve ülkemiz aleyhine önyargıların
yeşermesine de katkı sağlamışlardır.
Bu gibi kitaplar ve propaganda yayınları incelendiğinde
görülen manzara, 1915 yılının bir günü, ülkemiz topraklarında yaşayan
Ermenilerin durup dururken katliama tabi tutulduğudur. Konunun vahim tarafı, bu
gibi propaganda malzemesinin tutarsızlıkları, düzmece oldukları, hangi
amaçlarla kaleme alındıkları açıkça ortada iken, halen, bazı çevreler
tarafından muteber görülmesidir.
Bu yayınların, sözde bilimsel eserlere kaynak veya
dayanak alınmaları, daha da vahim neticeleri ortaya çıkarmaktadır.
Diğer yandan, bazı yabancı bilim adamları, objektif ve
dürüst araştırmaları sonucunda, söz konusu iddialardaki abartı ve yanlışları
tespit etmiş bulunmaktadırlar; buna göre yapılan dengeli değerlendirmeleri de
dünyaya açıklamışlardır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, 1915 yılında meydana
gelen olayları sağlıklı analiz edebilmek için, 1915 yılından önce neler
yaşandığını iyi incelemek gerektiğini düşünüyorum. Türklerin, Anadolu'ya ayak
bastığı 11 inci Yüzyıldan 19 uncu Yüzyılın sonlarına kadar, 8 yüzyılı aşan bir
süreyle, Türk-Ermeni ilişkileri barış ve karşılıklı güven esaslarına dayalı
olarak gelişmiştir.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra,
Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ermeniler, millet adı altında
örgütlenmişlerdir. Kendi dinî liderlerinin yönetiminde, devletin sağladığı
huzur ve özgürlük içinde yaşamaya başlamışlardır. Osmanlı'nın "sadık
millet" olarak gördüğü Ermeniler, Osmanlı bürokrasisinde bakan, paşa,
savcı, büyükelçi, vali, yargıç olarak üst düzey görevlere getirilmişlerdir ve
hiçbir ayırıma tabi tutulmamışlardır bu bakımdan.
Ancak, 1820'lerden sonra Çarlık Rusyası, zamanın
İngiltere ve Fransa hükümetleri aralarındaki nüfuz ve çıkar mücadelelerinde
Ermenileri Osmanlı'ya karşı kullanılacak önemli bir unsur olarak görmüşlerdir.
Bu güçler, bu doğrultuda Doğu Anadolu'da Ermenilere hayalî bir Ermenistan vaat
etmişlerdir. Balkanlarda bağımsızlık yolunda yaşanan gelişmeler de aynı yöndeki
çabaları artırmıştır. Bu devletlerin kışkırtmaları sonucunda 1880'den itibaren
çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlanmıştır. 1887'de Cenevre'de Hınçak,
1890'da ise Tiflis'te Taşnak komiteleri ortaya çıkmıştır. Her iki komitenin
ortak hedefi, Osmanlı topraklarında Ermenilerin yaşadığı bölgeleri içeren bir
Ermeni devleti kurulması olmuştur. Daha sonra Osmanlı sınırları içerisinde de
örgütlenen bu komitelerin kışkırtmaları sonucu Osmanlı'ya karşı Ermeni
isyanları başlamıştır.
Değerli arkadaşlar, bugünkü dünyada gördüğümüz terör
örgütleri, aslında, o günkü dünyada işte bu söylediğim iki komite tarafından
kurulmuştur ve bugünkü terör örgütlerinin karşılığı şeklindedir. Bunlar
uyguladıkları suikast ve banka baskını yöntemleriyle, şimdi, dünyanın ve
insanlığın başına bela olan terörizmin öncüleri olmuşlardır. Bazı Ermeni
gruplar, başta, Erzurum, Kayseri, Yozgat, Çorum, Merzifon, Van ve Adana olmak
üzere Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde ayaklanmışlardır.
Ermeni komiteleri tarafından başlatılan isyanların
temel hedefi, Osmanlı İmparatorluğunun isyanları bastırma girişimlerini her
seferinde katliam olarak takdim etmek ve Batılı büyük güçleri Ermeniler lehine
müdahaleye teşvik etmek olmuştur.
Birinci Dünya Savaşının başlaması ve Osmanlı Devletinin
itilaf devletlerine karşı savaşa girmesi aşırı eğilimli Ermenilerce büyük bir
fırsat olarak değerlendirilmiştir. Bu çerçevede kurulan gönüllü Ermeni
alayları, Rus ordularının Doğu Anadolu'ya girmesiyle birlikte savunmasız kalan
Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak, çocuk ve kadınlar dahil sivillere
karşı katliama girişmişlerdir; Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmuşlardır;
Osmanlı birliklerinin harekâtını engellemişlerdir, ikmal yollarını
kesmişlerdir, yaralı konvoylarını pusuya düşürmüşlerdir; köprü ve yolları imha
etmişlerdir; şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır. Osmanlı
Hükümeti bu durum karşısında Ermeni Patriğini, mebuslarını ve diğer önde
gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam etmeleri
halinde gerekli önlemleri alacaklarını söylemişlerdir; ancak, bu uyarıdan sonuç
alınamayınca, hükümet, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni komitelerini kapatmıştır;
235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmaktan tutuklamıştır. Ermeni
çevrelerinin her yıl, sözde Ermeni soykırımının yıldönümü diye andıkları 24
Nisan işte bu komitelerin kapatıldığı ve komitecilerin, yani o günkü
teröristlerin tutuklandığı gündür, değerli arkadaşlarım.
Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915 tarihinde, maruz
kaldığı bu büyük iç ve dıştehdit nedeniyle, benzer tehlikelerle karşılaşan tüm
ülkelerin almakta tereddüt etmediği bir savunma önlemine başvurmuştur. Savaş
bölgelerinde oturan Ermenileri güneydeki Osmanlı topraklarına sevk etme, yani,
tehcir kararını almıştır. Ermeni nüfus, bu karardan, zamanlıca haberdar
edilmiştir; gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra nakil işlemi başlamıştır.
Ayrıca, İstanbul'da ve Anadolu'da sıcaksavaş bölgesinden uzakta yaşayan
Ermeniler, tehcir kararının dışında tutulmuşlardır. Osmanlı Hükümeti, söz
konusu Ermenilerin savaşdışı bölgelere yeniden yerleştirilmesi sırasında,
Ermeni nüfusun zarar görmemesi için, gerekli güvenlik önlemlerinin alınması
talimatlarını vermişlerdir. Bu amaçla yayımlanan ve Osmanlı arşivlerinde
bulunan emirler mevcuttur ve herkesin görmesine açıktır. Bunlar durumun somut
kanıtlarıdır.
Bir yandan Birinci Dünya Savaşının devam etmesi, öte
yandan iç ayaklanma ve isyan, savaştan kaynaklanan ortam, mahallindeki kin ve
intikam duyguları, söz konusu sevk sırasında kafilelerin birtakım saldırılara
uğramalarına da sebep olmuştur. Hükümet, bu durumu engellemeye çalışmıştır.
Nitekim, devlet otoritesinin kuvvetli olduğu bölgelerde, Ermeni kafilelerine
karşı çok az sayıda saldırı vuku bulmuştur. Ermeni kafilelerine kötü davranan
ve hükümetin talimatlarına uymayan yaklaşık 1 390 kişi yargılanmıştır; birçoğu
da, idam dahil, cezaya çarptırılmıştır. Kendi vatandaşlarını, Ermeni
vatandaşlarına saldırdı diye o günkü Osmanlı Devleti yargılamış ve 1 390 kişiyi
cezalandırmış; bir kısmını da idam etmiştir. Burada şu soruyu sormak istiyorum
bu rakamları verdikten sonra: Ermenileri yok etmeyi amaçlayan bir devlet,
Ermeni kafilelerine kötü davrandığı için, kendi görevlilerini cezalandırır ve
hatta, suçun ağırlığına göre ölüm cezasına çarptırıp bunları infaz eder miydi?!
Ayrıca, savaş günlerinin araç, yakıt, gıda ve diğer
imkânlarının yetersizliği, ağır iklim şartları ve tifüs gibi salgın hastalıklar
da can kaybının artmasına yol açmıştır. Esasen, söz konusu zaman dilimi, tüm
Anadolu halkının aynı kaderi paylaştığı bir dönemdir. Bir hastalık gelince,
tifüs, sadece Ermenileri değil, Türkleri de, Müslümanları da, diğer azınlıkları
da herkesi vurmuştur, kırıp geçirmiştir.
Emperyalist güçlerin Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş
Savaşı süresince, Ermenileri kışkırtma faaliyetleri ne yazık ki devam etmiştir.
Kasım 1918'de Güneydoğu Anadolu'nun bir bölümü ile Kilikya bölgesini işgal eden
-yani, o zamanki Adana bölgemiz- Fransız kuvvetleri, bölgede bir Ermenistan
devleti kurma vaadiyle Ermenilerle anlaşmıştır. Önce, Ermeni gönüllü taburları,
daha sonra da Fransız lejyonuna bağlı Fransız askerleri ve yine, Fransız
yabancı lejyonuna bağlı Ermeni lejyonu kurulmuştur.
Frans komutasındaki bu Ermeni askerleri, 1921 yılına
kadar bölgede kanlı katliamlar yapmışlardır. Bu husus, Fransız belgelerinde de
kayıtlıdır.
Değerli milletvekilleri, bütün bu tarihî gerçeklerin
çarpıtılarak 1915'te yaşanan olayların dünya kamuoyuna "soykırım"
olarak takdim edilmeye çalışılması, hukukî dayanaktan da tamamen yoksundur.
Soykırım terimi, 9 Aralık 1948 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda
kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 2 nci
maddesinde tanımlanmıştır.
Buna göre soykırım, aynen, şöyle ifade edilmiştir:
"Ulusal, etnik, dinî ve ırksal bir grubun, sırf bu grup mensubu olmaları
nedeniyle -sadece öyle doğmuş olmaları ve o gruba mensup olmaları sebebiyle-
kısmen veya tamamen yok edilme kastıyla öldürülmeleri; ciddî bedensel ve ruhsal
zarara uğratılmaları veya böyle bir grubun fizikî varlığını kısmen veya tamamen
yok edeceği açıkça belli olan yaşama koşullarına tabi tutulmaları, grup içinde
doğumları önleyecek tedbirlerin zorla uygulanması yahut bir grubun çocuklarının
başka bir gruba zorla nakledilmesi." Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği
soykırım bu çerçeve içerisinde geçerlidir; sadece bu tanıma uyan eylemler
soykırım suçu olarak adlandırılabilir. Bu tanımla üzerinde hassasiyetle
durulması gereken, bir grubun, bu grup mensubu olmaları nedeniyle, kısmen veya
tamamen yok edilme kastıdır. Böyle bir kastın mevcut olmadığı ise açıkça
ortadadır. Burada, yine, kasıt, bilinçli bir şekilde, suçlu olsun suçlu
olmasın, herhangi bir şey yapsın yapmasın, sadece öyle doğduğu için "senin
yaşama hakkın yok" demektir ve bilinçli ve kasıtlı olarak, tamamen yok
olmanın onlar üzerinde tatbik edilmesidir.
Bir insan grubunun, sırf o gruba ait olduğu için yok
edilmesi, ancak asırlarca önyargıların oluşturulması suretiyle mümkün olabilir.
Oysa, Anadolu, asırlarca, çok değişik kimliklerin bir arada, barış içinde
yaşadıkları bir toprak parçasıdır; insanlarda birbirlerine karşı başka yerlerde
gördüğümüz önyargı yoktur. Soykırım iddiasında bulunan çevreler, doksan yıldır,
tüm çabalarına rağmen, Osmanlının Ermenileri yok etme niyetini ortaya koyan tek
bir belge bulamamışlardır; belge dediklerinin de sahteliği ortaya çıkmıştır.
Esasen, Ermeni iddiaları, hukukî olarak Birinci Dünya
Savaşından hemen sonra araştırılmıştır. Savaş sonrasında İstanbul'u işgal eden
İngilizler, Ermeni Patrikhanesinin raporlarına dayanarak, katliam ve değişik
suçları işlemekten sorumlu tuttukları, aralarında bakan ve diğer üst düzey
sivil ve askerî yöneticilerin de bulunduğu, 144 Osmanlı yöneticisini yargılamak
üzere, Malta'ya sürgüne göndermişlerdir; ancak, Osmanlı arşivleri, kontrolü
altında olmasına rağmen, İngilizler, bütün çabalarına ve uğraşmalarına karşın,
söz konusu şahısları suçlayacak tek bir kanıt, belge bulamamışlardır. Bunun
üzerine, Malta sürgünlerinin tümünü serbest bırakmışlardır; yani, onları, önce,
Malta'ya "bu işleri yaptınız" diye götürüp suçlayanlar, daha sonra,
ispatlayamadıkları için, bütün belgeler de ellerinde ve kontrollerinde olmasına
rağmen, ispatlayamadıkları için, hepsini serbest bırakmışlardır. Bu şekilde,
Ermeni soykırımı iddialarının geçersizliği, taa o dönemde, Birinci Dünya
Harbinin hemen ertesinde, zaten ispatlanmıştır.
Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin kurulmasından
sonra, yaklaşık yarım yüzyıl; yani, elli yıl, Ermeni iddiaları gündeme
gelmemiştir. Bu iddiaların 1965 yılından itibaren ivme kazandığı ve bir
kampanyaya dönüştüğü görülmektedir. Ardındaki saiklar hakkında görüş ve
spekülasyonlar çeşitlidir. Bazı Ermeni gruplar, sözde soykırım iddialarını
dünya kamuoyuna tanıtmak için, araç olarak terörü seçmişlerdir. Halkımıza ve
ülkemize karşı, geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren, yeni nesillerini
önyargıyla, nefretle yetiştirenler, 1973 yılında, ASALA gibi bazı terörist
örgütler vasıtasıyla, Türk diplomatlarına ve Türk hedeflerine yönelik terör
saldırılarını başlatmışlardır. Türk hedeflerine karşı 200'den fazla saldırı
gerçekleştirilmiştir. Söz konusu saldırılar, 4 kıtada, 21 ülkede vuku
bulmuştur. Yine, söz konusu terör saldırıları sonucu, 1985 yılına kadar, 30'u
aşkın diplomatımız, kamu görevlimiz ve aileleri, yakınları şehit olmuşlardır;
bu vesileyle, aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anıyor ve huzurlarında
saygıyla eğiliyoruz.
Değerli arkadaşlar, hatırlayacaksınız, bu cinayetleri
haber yapan yabancı basın yayın organları haberleri verirken...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - ... "bir Türk diplomatı öldürüldü" diye kısacık
yazmışlardır. Haberin altında ise, uzun uzun, 1915 yılında meydana gelen
olayları tek yanlı, âdeta ırkçı bir bakış açısıyla okurlarına ve dinleyenlerine
aktarmışlardır. Bu terör örgütlerinin bazı mensupları yakalanmış olmalarına
rağmen, ne yazık ki cezalandırılmamışlardır. Terör örgütlerinin
faaliyetlerinden haberdar olanlar, bu örgütlerin faaliyetlerini, ancak kendi
vatandaşları zarar görünce engellemek yoluna gitmişlerdir.
Şimdi, biz de sormak isteriz; eğer bu teröristler
zamanında yakalansa ve adalete teslim edilseydi, terörizm denilen bela, bugün
bu kadar büyük bir tehdit oluşturur muydu ve bugünkü terör örgütleri, o terör
örgütlerinden örnekler alırlar mıydı?! (Alkışlar)
Değerli arkadaşlar, ancak, terörle bir sonuca
ulaşılamayacağını anlayan militan Ermeni çevreleri, bu defa Türkiye'ye karşı
yürüttükleri kampanyada taktik değiştirerek, sözde soykırımın çeşitli ülkelerin
ulusal ve yerel parlamentoları tarafından tanınması yoluyla Türkiye'ye baskı
yapmaya çalışmışlardır. Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bu
yöndeki faaliyetler önemli ölçüde artış göstermiştir. Bugüne kadar, Arjantin,
Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya
Federasyonu, Slovakya, Uruguay, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi Parlamentoları
ile Avrupa Parlamentosunda sözde soykırıma ilişkin haksız bildiri veya kararlar
kabul edilmiştir. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Arjantin,
Avustralya, İsviçre'deki bazı yerel parlamentolarda da, ne yazık ki, bu konuda
kararlar geçirilmiştir. Tarihî gerçekleri hiçe sayan, Türk Milletine karşı
büyük haksızlık ve saygısızlık teşkil eden bu kararları, yine tarih mahkûm
edecektir.
Son olarak, Almanya'da anamuhalefeti oluşturan Hıristiyan
Demokrat Partisi Birliği (CDU ve CSU) Federal Parlamento Grubu tarafından, 22
Şubat 2005 tarihinde Ermeni iddialarına ilişkin olarak, Federal Parlamentoya
bir karar tasarısı sunulmuştur.
Fransa'da, bu amaçla, son zamanlarda, üç ayrı tasarı
Parlamentoya sunulmuştur.
Ayrıca, diaspora, Amerika Birleşik Devletleri
Kongresinden, sözde soykırımın tanınmasını sağlayacak bir karar kabul
edilmesini sağlamak amacıyla, uzun süredir yoğun bir kampanya yürütmektedir. 24
Nisan öncesi, Amerika Birleşik Devletleri Kongresine, sözde soykırıma ilişkin
bir karar tasarısının sunulması çabaları olduğuna dair duyumlar vardır.
Bazı Ermeni çevrelerinin bu çabaları, bugüne kadar, ABD
yönetimlerinin kararlı tutumları sayesinde amacına ulaşamamıştır. Benzer
girişimler, başka ülkelerde de devam etmektedir.
Bütün bu girişimlere karşı her düzeyde aktif bir
diplomatik mücadele sergilemekteyiz.
Bu kürsüden, bu tür girişimlerin sahiplerine bir kez
daha seslenmek istiyorum değerli arkadaşlar. Parlamentolar, tarihî olaylar
hakkında karar alabilecek, yargıya varabilecek kurumlar değildir. Tarihi, ancak
tarihçiler değerlendirebilir. Saikları ne olursa olsun, yabancı parlamentolara
sunulan ve Ermeni soykırım iddialarına destek veren tüm tasarılar, bizleri
yaralamakta, müttefik olarak gördüğü ve bildiği bazı ülkelerin niyetlerine
ilişkin Türk kamuoyunda soru işaretlerinin oluşmasına neden olmakta ve
Ermenistan'la ilişkilerimizin geleceğine hiç de olumlu katkı yapmamaktadır. Söz
konusu parlamenter meslektaşlarımızı, bu tür girişimlerden vazgeçmeye davet
ediyorum; yaptıklarının hiçbir faydası yoktur.
Aşırı Ermeni çevrelerinin diğer önemli bir amacı da,
sözde soykırımın ülkemiz tarafından tanınmasının, AB üyeliğimiz için bir
önkoşul haline getirilmesini sağlamaktır. Bildiğiniz üzere, 17 Aralık Zirvesi
öncesi Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin devlet
ve hükümet başkanlarına gönderdiği bir mektupla, Türkiye ile müzakerelerin
başlatılmamasını istemiştir. Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarının bu
mektubu dikkate almamış olmalarını, hatta bazılarının mektuba tepki göstermiş
olmalarını memnuniyetle karşıladık.
Değerli arkadaşlar, peki, nasıl oluyor da, 1915 yılında
yaşanan olaylar, tarihî gerçeklerin tam aksine, bazı ülke parlamentoları
tarafından soykırım olarak nitelendirilebiliyor?.. Bunun en önemli sebebi, çok
iyi organize olmuş ve elinde büyük maddî imkânlar bulunan diasporanın yıllardır
yürüttüğü kapsamlı faaliyetlerdir.
Diasporanın faaliyetleri, Ermenistan Devleti
tarafından, bazen gizli bazen de açıkça desteklenmektedir. Ermenistan
büyükelçilerinin, sözde soykırımın çeşitli ülke parlamentoları tarafından
tanınmasını sağlamak amacıyla faaliyetler yürüttüğü görülmektedir.
Diaspora, her yıl sözde soykırım konusunda çok sayıda
kitabın basılmasını, Ermeni görüşlerine yakın yazarlar tarafından kaleme alınan
makalelerin önemli gazete ve dergilerde yayımlanmasını sağlamaktadır. Sözde
soykırım konusunda çok sayıda konferans, toplantı ve sempozyum
düzenlenmektedir. Bunlara, Ermeni görüşlerine yakın araştırmacı ve
akademisyenlerin katılımı sağlanarak, konu sürekli gündemde tutulmaya
çalışılmaktadır.
Diaspora, benzer şekilde, sözde soykırımı işleyen daha
çok belgesel nitelikli filmlerin çekilmesini sağlamaktadır. Bunların çok sayıda
sinema ve televizyon kanalında yayınlanmasını teşvik etmektedir.
Son olarak, Ermeni asıllı Kanadalı Atom Egoyan
tarafından çekilen Ararat filmi, çok sayıda ülkede gösterilmiştir. Filmin gişe
hâsılatının yaklaşık 3 000 000 dolar, maliyetinin ise 15 500 000 dolar olduğunu
düşünürseniz, bu faaliyetlerin nasıl fonlandığını çok iyi bir şekilde
göreceksiniz.
Diaspora, propaganda amacıyla sadece bir film için bu
kadar büyük para harcayabilmektedir. Bu rakam, sanırım, karşı karşıya
bulunduğumuz çevrelerin propaganda gücü hakkında hepimize bir fikir
vermektedir. Her yıl yayımlanan kitaplar, makaleler ve filmler yoluyla
özellikle Batılı ülkelerin kamuoyları etkilenmekte, parlamentolarının sözde
soykırımı tanıması için ciddî bir baskı unsuru yaratılmaktadır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu noktada bir
özeleştiri yapmayı zorunlu görüyorum. Türkiye, maalesef, Ermeni iddiaları
konusunda, uzun yıllar genellikle savunmada kalan bir politika izlemiştir;
gerçeklerin dünya kamuoyuna anlatılması için gerekli arşiv çalışmaları
zamanında yapılmamıştır veya gerekli altyapı ve tasnif çalışmaları
tamamlanamadığı için, istenilen düzeyde hizmet verilememiştir. Bu durum,
dışarıda, Türkiye sanki bir şeyleri gizliyor imajını oluşturmuştur ve buna
bazıları inanmıştır. İhtiyaç duyulan maddî kaynak, ne yazık ki sağlanamamıştır.
Büyük ölçüde devletin sağladığı küçük bir bütçeyle bu mücadele yürütülmeye
çalışılmıştır. Biz, okullarımızda ve üniversitelerimizde, gençlerimize, konuya
ilişkin tarihî gerçekleri öğretmezken, Ermeni diasporası, çeşitli ülkelerde,
ders kitaplarında sözde soykırımına ilişkin bilgilerin yer almasını ve genç
nesillerin beyinlerinde ülkemize karşı önyargıların oluşmasını sağlamakta büyük
mesafe kaydetmiştir.
Bütün bunlarla, bugüne kadar hiçbir şey yapılmamıştır
da demek istemiyorum. Bu asılsız iddialara karşı büyük bir özveriyle mücadele
vermiş değerli insanlarımıza ve kurumlarımıza da haksızlık yapmak istemiyorum;
onların yaptıkları bütün çalışmaları, kıt kaynaklarla, zor şartlarda yaptıkları
bütün çalışmaları da takdirle karşılıyorum; ama, karşı tarafın yaptığı
çalışmalar karşısında bizim yaptığımız çalışmaların yetersizliğini ve geçmişte
gösterdiğimiz ihmalin altını burada çizmekten de geri kalmıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütün bu nedenlerle, bugün
yapmakta olduğumuz bu genel görüşmeyi çok önemli görüyorum. Türkiye Büyük
Millet Meclisi dahil, bütün ilgili kurum ve kuruluşlarımız konuya gereken
duyarlılığı göstermeye başlamışlardır. Bütün siyasî partilerimiz aynı
duyarlılık içerisindedir. Ermeni iddiaları, sadece hükümet tarafından
yürütülecek bir mücadeleyle başarılı olunacak bir konu da değildir; ancak
toplumumuzun bütün kesimlerinin ve bireylerin ortak çabalarıyla bu alanda
başarılı olabiliriz.
Sayın Başbakanımız ile Sayın Anamuhalefet Partisi
Başkanı arasında 8 Mart 2005 tarihinde yapılan ortak açıklama, Ermeni
iddialarıyla mücadele azmimizi göstermek bakımından önemli bir dönüm noktası
olmuştur. Türkiye, bütün dünyaya, iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir
mücadeleye başlayacağını göstermiştir. Sayın Başbakan ve Sayın Anamuhalefet
Partisi lideri, Türk ve Ermeni tarihçileri ve diğer uzmanlardan bir grup
oluşturarak, ülkemizin arşivleri dahil, tüm ilgili arşivlerde 1915 dönemini
araştırmaları ve gerçekleri aydınlığa kavuşturmaları yolunda tarihî bir çağrıda
bulunmuştur.
Bu konuda, Türkiye'nin, ciddiyet ve samimiyetini
göstermek bakımından, daha da ileri bir teşebbüste bulunduğunu açıklamak
isterim. Değerli arkadaşlar, bu konudaki teklifimizi, Sayın Başbakanımız,
resmen, bir mektup aracılığıyla, Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan'a da
göndermiştir. Sayın Başbakan mektubunda ortak komisyon kurulması önerimizi
iletirken, bu önerimiz kabul gördüğü takdirde, böyle bir komisyonun kuruluş ve
çalışma yöntemlerini Ermenistan'la görüşmeye hazır olduğumuzu, bu yönde bir
girişimin, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesine hizmet edecek bir
adım oluşturacağını da bildirmiştir. Buradan, özellikle, parlamentoları sözde
soykırımı tanıdığına dair kararlar alan ülkelere, Ermenistan'ı bu çağrıya
olumlu cevap vermesi için teşvik etmelerini beklediğimizi vurgulamak istiyorum.
(Alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bu olayların hangi tarihte, nerede
geçtiğini bilmeden, böyle bir olay nerede oldu dediğinizde suskun kalan; ama,
bu tip uydurma ve iftira dolu bildirilere, kararlara imza atan parlamenterlere ve
parlamentolara buradan çağrıda bulunuyorum; mademki ilgileniyorsunuz bu
olaylarla, o zaman, ilginizi devam ettirin; bizim yaptığımız bu çağrılara
karşı, Türkiye Cumhuriyetinin yaptığı bu çağrılara, bu gayretlere karşı destek
verin ve Ermenistan üzerinde etkinizi gösterin. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bunu yapmazsanız, o zaman, hepinizi, sadece, basit içpolitika yapan,
sadece basit içpolitika ve basit oy çıkarı uğruna milletlere hakaret eden,
ülkelere hakaret eden, çıkarlarınızı bile unutan ülkeler ve parlamentolar
olarak ilan edeceğiz sizi.
Değerli milletvekilleri, bu noktada, Ermenistan ile
ilişkilerimize kısaca değinmek istiyorum. Özellikle Batılı ülkeler, Ermenistan
ile diplomatik ilişki kurarak sınırı açmamız için bize telkinde
bulunmaktadırlar. Bildiğiniz üzere, Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde, diğer
bütün eski Sovyet cumhuriyetleriyle birlikte Ermenistan'ın bağımsızlığını
tanımıştır. Bağımsızlığın ardından ekonomik güçlüklerle karşılaşan Ermenistan'a
insanî yardımda da bulunmuştur Türkiye.
Türkiye, Ermenistan'a önemli bir jest daha yapmıştır.
Karadeniz Ekonomik İşbirliği sürecini başlatırken, Karadeniz'e kıyısı olmadığı
halde, bölgede huzur, istikrar ve barışı temine katkı sağlamak için
Ermenistan'ı da Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatına davet etmiştir.
Ermenistan, bu şekilde, halen, merkezi İstanbul'daki Karadeniz Ekonomik
İşbirliği Örgütünde temsil edilmektedir.
Bununla birlikte, az önce yukarıda bahsettiğim gibi,
Ermenistan'ın ve Ermeni diasporasının ısrarla sürdürdüğü, gerçekleri çarpıtan
politikaları nedeniyle, Türkiye'nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması
mümkün olamamıştır. Bunlar, normal komşuluk ilişkileri tesis edilmesini
arzulayan bir devlet için normal davranışlar mıdır?! Hangi devletten,
sınırlarını resmen tanıdığını ortaya koymayan bir devletle ilişkilerini
normalleştirmesini bekleyebilirsiniz?!
Ayrıca, Ermenistan, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi kararlarına uymayarak, kardeş Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü
tanımamaya ve Azerbaycan topraklarının yüzde 20'sini işgal altında tutmaya
devam etmektedir. Yüzbinlerce Azerî, mülteci kamplarında dünyanın en sefil
hayatını çekmektedir. Türkiye bu ihtilafın sona ermesi için aktif faaliyette
bulunmaktadır. Azerî ve Ermeni meslektaşlarımla bu çerçevede son iki yılda çok
kere görüşmeler yaptık; bu çabalarımız da sürecektir.
Türkiye, Ermenistan'la ilişkilerinin
normalleştirilmesini istemektedir; ancak, bu ülkenin, uluslararası hukukun
temel ilkelerine ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı
tutumu ile iyi komşuluk ilişkilerine uygun davranmaması, Türkiye'nin
Ermenistan'la diplomatik ilişki kurmasına imkân vermemektedir. Bütün bunlara
rağmen, Türkiye ile Ermenistan arasında charter uçak seferlerine izin
verilmiştir. Binlerce Ermenistan vatandaşı Türkiye'ye gelmekte ve
çalışabilmektedir. Sivil toplum düzeyinde temaslar mevcuttur. Ermenistan'ın,
tarihî gerçeklerin ortaya çıkarılmasını sağlayacak çağrımıza olumlu yanıt
vermesi, şüphesiz, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi sürecine
de müspet katkı sağlayacaktır. Buradan, bir kere daha, Ermenistan'a bu
çağrımızı yinelemek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, karşımıza çeşitli nedenlerle
Ermeni iddiaları getirenlerin ileri sürdükleri bir husus, Türkiye'yi tarihiyle
barıştırmak iddialarıdır. Türkiye tarihiyle barışıktır. Bunu söyleyenlere
gülmek isterim. Türkiye, tarihiyle övünmektedir; Türkiye, tarihiyle barışıktır;
acılarıyla, tatlılarıyla, Türkiye, tarihine sahip çıkmaktadır. (Alkışlar) Ve
yüzyıllar boyunca da, Türkiye, geçmiş Türk devletleri, medeniyetlere, dünyaya
çok büyük katkılar sağlayan ülkeler olmuştur ve geçmiş Türk devletlerinin
yönetimindeki birçok ırk, birçok coğrafya, o günlerin barış ve huzurunu
aramaktadır. Eğer geçmişimizdeki atalarımız asimilasyonu hedef almış olsalardı,
yok etmeyi hedef almış olsalardı, bugün, tarihte birçok ırk, birçok devlet,
birçok dil ve birçok din yoktu, yok olmuştu. (Alkışlar)
O bakımdan, Türkiye tarihiyle barışıktır ve tarihiyle
de övünmektedir. Türkiye'nin tarihiyle ilgili bir sorunu yoktur; kimsenin
bundan da bir şüphesi olmasın. Doğrudur; belki tarihimizin bazı sayfalarını
özellikle silik bırakmışızdır; bunun da altını çiziyorum. Mesela Osmanlı
İmparatorluğunun son yüzyılında, Balkanlarda yaşayan soydaşlarımızın
yüzyıllarca yaşadıkları toprakları nasıl terk ettikleri, terk ederken
yüzyıllarca yaşadıkları topraklara serptikleri kubbeleri, camileri, minareleri,
köprüleri, hanları, hamamları, sarayları bırakıp nasıl geldiklerinin acılarını,
biz, ne yazık ki gençlerimize çok anlatmamışızdır; ama, bunun da bir sebebi
olmuştur. Bunun sebebi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetini barış, huzur ve
geleceğe dönük duygularla kurma sebebidir; acılarla, kinlerle, nefretlerle
değil; gençliğimizi geleceğe döndürmektir, ufka baktırmaktır. Bu vizyonla
kurulduğu için, belki bizim bu noksanımız vardır; ama, bizim çektiğimiz acılar,
dünyada az milletler tarafından çekilen acılardır. Sadece Balkanlardan,
Avrupa'nın ortalarından değil, doğudan, güneyden, kuzeyden, dünyanın her
tarafından çekilirken bu acılar yaşanmıştır ve bu acılar, birçok romana, birçok
hikâyeye konu olmuştur. Yoksa, tarihimizden utandığımız için tarihimizdeki bazı
sayfaları karanlık tutalım duygusuyla olmamıştır bu.
Bir hususun üzerinde dikkatle durulması gerektiğini
düşünmekteyiz değerli arkadaşlarım. Burada konuştuğumuz konuların merkezinde,
hangi nedenle olursa olsun, insanlar, çektikleri acılar, can kayıpları
bulunmaktadır. Biz, o dönemde bu topraklarda yaşayan Müslüman veya gayrimüslim,
Türk veya diğer unsurlardan insanlarca yaşanan ve hepimize üzüntü vermiş olan
karşılıklı acıların vakur bir şekilde anılmasını saygıyla karşılarız; ancak,
acıların, dolaylı ilgisi dahi olmayan kişi ve gruplarca siyasî amaçlarla
sömürülmesini de asla kabul etmeyiz. Bu acıları yalan ve iftiralara alet ederek
intikam duygularının yeşertilmesini, insanımız ve ülkemiz aleyhine önyargı ve
nefret duygularının yaratılmasını ise asla kabul etmeyiz.
Değerli milletvekilleri; Türkiye, Ermeni iddiaları
konusunda inisiyatif alan, tarihî gerçeklerin ortaya çıkarılması için her türlü
gayreti gösteren bir politika izleyecektir. Türkiye, her zaman tarihiyle
yüzleşmeye hazırdır ve tarihimizden utanılacak hiçbir dönem olmamıştır. Bu
mücadelede sonuna kadar gitmeye kararlıyız.
1915 olaylarına nasıl, hangi şartlar altında
gelinmiştir? 1915'te ne olmuştur? Tehcir uygulamasının sonuçları nasıl tecelli
etmiştir? Tüm bu hususlar, uzman tarihçiler tarafından da derinlemesine
incelenecektir. Çalışmalarımız, kurumlarımız arasında en geniş ve etkin bir
işbirliği ve eşgüdüm içinde yürütülecektir. Bunun altyapısı oluşturulmaktadır.
Halkımız, gerçekler hakkında bilgilendirilecek ve bilinçlendirilecektir. İçte
yürütülecek çalışmalara paralel olarak, dışarıda da gerçeklerin tanıtılması,
haksızlıklarla mücadele edilmesi için aktif bir çaba içinde olacağız.
Bu süreçte, Türkiye kadar, belki de çok daha fazla,
başka ülkeler, tarihçileriyle yüzleşmek zorunda kalacaklar ve o dönemdeki bazı
politikalarını bugünkü nesillere anlatmakta zorlanacaklardır. Bu süreç,
topyekûn bir mücadeleyi gerektirecektir. Bu mücadeleyi, Yüce Meclis olarak,
Hükümet olarak, bürokrat, akademisyen, bilim adamı, basın yayın kuruluşları,
işadamları olarak milletçe yapacağız ve yeni bir strateji izleyeceğiz. Türk
Milleti, birlik ve bütünlük içinde, bu mücadeleden de başarıyla çıkacaktır. Bu
konudaki inancımız tamdır.
Şimdiye kadar yapılan çalışmalara değer veriyoruz,
noksanlıklarını görüyoruz ve yeni bir çalışma dönemini başlatıyoruz. Bu yeni
çalışma döneminde, hükümet, siyasî partiler, kuruluşlar, sivil toplum örgütleri
ve ülkenin bütün aydınları el ele olacaktır; çünkü, bu, hepimizin millî bir
davasıdır.
Değerli milletvekilleri, bu duygularla, Yüce Meclise en
derin saygılarımı sunuyorum ve başarılar diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.
Gruplar adına ilk konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ.
Sayın Elekdağ, buyurun. (Alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ermeni iddiaları konusunda açılan genel
görüşmede Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuza
gelmiş bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, önceki yıllarda bu kürsüden
yaptığım konuşmalarda, Türkiye'nin, Ermeni sorunu konusunda uzun vadeli bir
stratejiye ihtiyacı olduğunu belirtmiştim; ama, itiraf edeyim, o günlerde, bu
konuda, Türkiye'nin üstüne çöken ataletten kurtularak somut bir atılım yapacağı
hususunda hiç de umutlu değildim. Buna mukabil, şimdi, bu alanda ciddî adımlar
atıldığını görüyorum ve bundan kıvanç duyuyorum.
Gerçek şu ki değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, üç ilke imza attı veya atmak üzere. Bunlardan birincisi, 24 Martta,
Cumhuriyet Halk Partisinin inisiyatifiyle yurdumuza davet edilen Amerikalı
tarihçi Prof. Justin Mc Carthy'nin, Sayın Meclis Başkanımızın da değerli
destekleriyle, Meclis çatısı altında yaptığı "Ermeni iddialarının gerçek
yüzü" konulu konuşmasıdır. Bilimsel eserleriyle uluslararası alanda isim
yapmış olan Prof. Mc Carthy'nin büyük ilgiyle izlenen konuşması, soykırımı
iddialarıyla mücadele için izleyeceğimiz stratejiye ışık tuttu.
İkincisi, Sayın Başbakan Erdoğan ile Anamuhalefet
Partisi Lideri Sayın Baykal'ın üzerinde mutabık kaldıkları, tarihî gerçeklerin
bilimsel araştırmayla gün ışığına çıkarılması amacıyla, Türkiye ile Ermenistan
arasında ortak tarihçiler komisyonu kurulmasını ve arşivlerin kısıtlamasız
açılmasını öngören tarihsel öneridir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına,
bu öneriyi esas alan ve Türkiye'nin, Ermeni iddialarına yönelik politikasının
temel ilkelerini açıklayan bir karar tasarısı sunulacaktır.
Üçüncüsü, yine, İktidar ve Anamuhalefet Partilerinin
ortak görüşleri uyarınca, Ermeni propagandacılarının soykırımı iddiasına
dayanak olarak gösterdikleri "Mavi Kitap" gibi propaganda
malzemesinin bu niteliğinin dünya kamuoyuna duyurulmasında Türkiye Büyük Millet
Meclisinin çok önemli bir rol üstlenmesidir. Bu amaçla, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin İngiltere Avam Kamarası ile Lortlar Kamarasına mektup göndermesi
öngörülmektedir.
Görüleceği üzere, değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük
Millet Meclisi bir bütün olarak ülkemizin karşı karşıya kaldığı haksız
suçlamalarla mücadele alanında önemli girişimler üstlenmiş bulunmaktadır. Bu,
benim için fevkalade bir gurur ve övünç kaynağıdır; bu hissiyatımı, eminim, bu
çatı altındaki bütün arkadaşlarım paylaşıyor.
Değerli arkadaşlarım, konuşmamda yeri geldikçe bu
girişimler üzerinde duracak ve Yüce Meclise gerekli bilgileri sunacağım. Prof.
Mc Carthy'nin Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yaptığı konuşmada şu
sonuçlar çarpıcı biçimde ortaya çıktı:
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinin ölüm
kalım savaşı verdiği bir dönemde Ermeniler, kendilerine hiçbir saldırıda
bulunulmadığı ve hiçbir tahrikle karşılaşmadıkları halde isyan etmişler ve
Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya'yla işbirliğinde bulunarak, devletlerine
hıyanet etmişlerdir. İçsavaşı başlatan, ilk kanı döken Ermenilerdir. Suç,
Ermenilerdedir.
1915 olayları mukateleye, yani, karşılıklı kırıma
dönüşen tipik bir vatana ihanet ve isyan olayıdır. Doğu Anadoluda Ermeni Halkı
tarafından korunan ve beslenen Ermeni çeteler, Anadolu'ya giren Rus Ordusuna
karşı çarpışan Türk Ordusunun güvenliğini tehdit eden sabotaj eylemlerinde
bulunmuş, cephede savaşan Türk askerlerinin hayatına kastetmiş, Türk ve
Müslüman köylerine saldırarak katliamlar yapmış ve stratejik bir harekât planı
uyarınca -bunun altını çiziyorum, stratejik bir harekât planı uyarınca- Türk
Ordusunun oluşturduğu cepheye giden kilit önemdeki ikmal ve takviye yollarını
kesmişlerdir. Osmanlı Ordusu ardını emniyete almak için, tümen düzeyinde büyük
birliklerini Ermeni isyancılar üzerine sevk etmeye zorlanıyor, bunun bir sonucu
olarak da Rus Ordusuna karşı direniş gücü zayıflıyordu. Bunun, bu koşullarda
tehcir veya zorunlu göç, yani, savaş alanında yerleşik Ermenilerin buralardan
alınıp Osmanlı İmparatorluğunun başka yerlerine, başka vilayetlerine
yerleştirilmeleri, Osmanlı Devletinin, varlığını koruma hakkı çerçevesinde
uygulamış olduğu meşru ve hukuken haklı bir önlemdi.
İstanbul ve İzmir dışında kalan Ermeni halkının isyan
eden ve düşmanla işbirliği yapan kesimlerinin zorunlu göçe tabi tutulmalarının
nedeni, etnik kökenleri veya dinî inançları değildi. Zorunlu göçün temel
nedeni, savaşan bir ordunun gerisinde güvenlik sağlamaktı. Bu nedenlerle,
Ermenilerin, soykırımına maruz kaldıkları yolundaki iddiaları temelden asılsız
ve mesnetsizdir. Evet, bunlar, Prof Justin Mc Carthy'nin söylediklerinin bir
özeti.
Justin Mc Carthy şunu da belirtiyor, diyor ki: Osmanlı
Hükümetinin belgelerinin özenle incelenmesi, İttihat ve Terakki liderlerinden
hiçbirinin veya devlet mekanizmasındaki herhangi bir kişinin Ermenilere katliam
yapılması hususunda talimat verdiğini gösteren bir kanıt bulunduğunu ortaya
koymamaktadır. Aksine, taşradaki valilere, idarî birimlere ve tüm askerî
birliklere, tehcir kafilelerindeki kişilere zarar verebilecek, can kaybına yol
açabilecek her türlü saldırının ve toplumsal taşkınlıkların önlenmesi talimatı
verilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, Osmanlı arşivlerinde de, Prof Mc
Carthy'nin belirttiği bu görüşleri destekleyen çok sayıda belge vardır. Bunlar,
tarihin asıl kaynaklarına inen belgelerdir. Sayın Bakan biraz önce bu
konulardan bahsetti; onun için, bu konuda ayrıntıya girmiyorum.
Yalnız, Türkiye'nin, tarihin kaynaklarına inen bu denli
sağlam belgelere sahip olmasına karşın, soykırımı iddiasında bulunan Ermeniler,
doksan yıldır, tüm çabalarına rağmen, dünya kamuoyuna iddialarını
kanıtlayabilecek açık ve geçerli tek bir belge dahi sunamamışlardır. Bu
durumda, iddialarını, doğruluğu kanıtlanmamış, hatırat türü sübjektif yayınlar
ile savaş yıllarında yayımlanmış propaganda amaçlı kitap niteliğindeki üç
kaynağa dayandırmak zorunda kalmışlardır. Bu üç kaynak hakkında kısaca bilgi
sunmamın yararlı olacağı kanısındayım.
Bunlardan biri, Talat Paşaya atfedilen telgraflardır.
Bu, Aram Andonyan isimli bir Ermeni yazar tarafından kaleme alınmıştır; fakat,
bu kitaptaki belgelerin hepsinin düzmece olduğu kanıtlanmıştır. Bu konuda,
Şinasi Orel ve Süreyya Yuca isimli iki araştırmacımız "Ermenilerce Talat
Paşaya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü" adlı bir kitap
yayımlanmışlardır; bu, İngilizce'ye, Fransızca'ya da tercüme edilmiştir. Çok
etkili bir kitap olmuştur bu; tam anlamıyla, Andonyan'ın kitabını çürüğe
çıkarmıştır. Öylesine ki, artık, bugün, Ermeni tarihçiler bu kitaptan
bahsetmemektedirler, Andonyan'ın kitabından.
Ermenilerin iddialarını dayandırdıkları ikinci kaynak,
İstanbul'da, 1914'ten 1916'ya kadar Amerika Birleşik Devletlerinin Büyükelçisi
olarak görev yapan Büyükelçi Morgenthau'nun, 1918 yılında yayımlanmış olan
"Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsü" adlı hatıratıdır. Bir Amerikalı
tarihçi, Princeton Üniversitesinin öğretim görevlisi Prof. Heath Lowry bu
kitabı şöyle tarif ediyor; ondan alıntı yapıyorum: "Amerikan kamuoyunun
belirgin özelliklerinden biri haline gelen ve günümüzde de varlığını sürdüren
güçlü Türkiye aleyhtarlığının temel taşlarından biri olan Morgenthau'nun
kitabı, İttihat ve Terakki Hükümetinin, Birinci Dünya Savaşını bahane ederek,
Ermeni azınlığa karşı planlı bir soykırım uyguladığı inancının anaçıkış
noktalarından biridir." Prof. Lowry, bu ifadelerini, 1991'de yazmış olduğu
o kitapta belirtmiştir.
Prof. Lowry, çok dikkatli ve yoğun bir araştırma
sonucunda yazmış olduğu "Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsünün Perde
Arkası" kitabıyla, Morgenthau'nun anılarını içeren kitabın tümüyle yalan
ve yarı gerçek verileri içerdiğini belgelerle ortaya koymuştur. Prof. Lowry,
Morgenthau'nun kitabındaki açıklama ve iddiaların tutarsızlığını ve uydurma
olduklarını, bu iddiaları, Büyükelçinin İstanbul'daki görevi sırasında
Dışişleri Bakanlığına gönderdiği resmî rapor ve telgraflar ile Türkiye'de
geçirdiği yirmialtı ay boyunca tuttuğu günlüğündeki bilgileri karşılaştırmak
suretiyle kanıtlamıştır. Morgenthau'nun anıları eski güvenirliliğini kaybetmiş
olsa bile, Ermeni tezlerinin bazı taraftarları, bugün, hâlâ bu kaynağa atıfta
bulunmaktan kendilerini alamıyorlar.
Ermenilerin tezlerinin savunmasında dayandıkları üçüncü
kaynak, esas adı "Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere Uygulanan Muamele
1915-1916" olan ve aynı zamanda "Mavi Kitap" olarak da atıfta
bulunulan kitaptır. 1916 yılında, "Wellington House" diye anılan
İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından yayına hazırlanmış bu kitap,
İngiltere Parlamentosunun onayıyla, Parlamento Mavi Kitaplar Külliyatı
çerçevesinde yayımlanmıştır. Bu kitap, savaş sırasındaki tüm İngiliz vahşet
propaganda etkinlikleri gibi, uydurma, yarı uydurma veya tarafgir rapor ve
algılamalar üzerine bina edilmiştir, bir aldatmacadır. Artık, bu husus, tam
anlamıyla ortaya çıkmıştır bugün. Bu duruma rağmen, bugün, Mavi Kitap, hâlâ
güvenilir bir tarihî eser olarak değerlendirilmekte, akademik çalışmalarda
kullanılmakta, İngiliz ve Amerikan okulları ile üniversite öğrencilerine, ciddî
bir kaynak olarak, hocaları tarafından tavsiye edilmektedir. O bakımdan, bu
kitabın, İngiltere Parlamentosunun alacağı kararla, propaganda malzemesi
olduğunun ve güvenilir tarihî bir kaynak olmadığının belirtilmesi son derece
yararlı olacaktır.
İşte, değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri tarafından topluca imzalanarak İngiltere Avam Kamarası ile Lordlar
Kamarasına gönderileceği tasavvur edilen mektupla güdülecek amaç bu olacaktır.
Tahminimiz, İngiliz Parlamentosunun bu konuda etik ve nesnel bir yaklaşım
sergileyerek, Osmanlı Devleti-Ermeni çatışmasının muğlak yönlerinin gün ışığına
çıkarılmasında ve ortak tarihimizin bu önemli kısmına açıklık getirilmesine
katkıda bulunacağı umudundayız.
Değerli arkadaşlarım, sözde Ermeni soykırımı iddiasının
hukukî açıdan incelenmesine bugüne kadar gereken ölçüde önem verilmediğini
belirtmek durumundayım. Ülkemizde bu konuda yetişmiş çok az eleman var.
"Soykırımı" terimi belirli bir tanımı olan bir suça ilişkindir ve
suçun tanımı ile varlığının nasıl saptanacağı, 11 Ocak 1951'de yürürlüğe giren
Birleşmiş Milletler Soykırımı Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması
Sözleşmesinde yer alır. Sözleşmenin 2 nci maddesinde soykırımı tanımlanmıştır.
Bu madde ışığında, soykırımı suçunun varlığından bahsetmek için üç temel
unsurun varlığı gerekmektedir. Bunlardan birincisi, ulusal, ırksal, etnik veya
dinsel bir grubun; yani, bu dört gruptan birinin veya birkaçının hedef olarak
alınmasıdır. İkinci şart, hedef grup mensuplarının öldürülmeleri veya yok
edilmelerine yol açacak birtakım insanlıkdışı eylemlere tevessül edilmesidir.
Üçüncü unsur da, söz konusu eylemle hedef alınan grubu, sırf o gruba mensup
olmaları nedeniyle kısmen veya tamamen yok etme kastının mevcut olmasıdır.
Sözünü ettiğim bu üçüncü unsur, soykırımı eyleminin saptanmasında kilit bir
nitelik taşıyor ve onu diğer adam öldürme fiillerinden ayırıyor.
Bir fiilin soykırımı olabilmesi için, belli bir grubu
sırf o gruptan olması nedeniyle katletme kastının mevcut olması gerekiyor;
yani, bir Ermeni soykırımından bahsedilebilmesi için, sırf Ermeni oldukları
için Ermenileri yok etme kastının mevcut olması icap ediyor.
Örneğin, Brezilya'nın Amazon, Paraguay'ın da Guaki
Kızılderililerine karşı soykırımı suçu işlediklerine dair şikâyetler, 1969 ve
1974 yıllarında Birleşmiş Milletlere intikal etti. O zaman yapılan incelemeler
sonucunda, suçluların ve kurbanlarının teşhisinde hiçbir zorlukla
karşılaşılmadı; ancak, yok etme kastının mevcudiyeti kanıtlanmadığından,
Brezilya'nın ve Paraguay'ın suçlanmaları mümkün olmadı.
Peki, değerli arkadaşlarım, bu yok etme niyetinin
varlığı nasıl saptanır? Yok etme niyeti eğer örtülü ise, bunu teşhis etmenin
yöntemi nedir?
Niyetin varlığı, Nürenberg Mahkemesi gibi bir yargı
sürecinde, örneğin, Alman Nazi Partisi kararlarında Yahudilerin yok edilmesi
hususundaki iradenin belgelerde mevcudiyeti nedeniyle açıkça belirlenebilir.
Örtülü bir niyet varsa, bunun saptanmasının yolu
objektif bir bakışla olayların izlenmesidir. Daha önce belirttiğimiz üzere,
Osmanlı arşivlerinde yapılan araştırmalarda açık bir niyetin varlığını
gösterecek hiçbir belge mevcut değildir. Aksine, belgelerde, zorunlu göç
işleminin mümkün olduğunca güvenlik içinde yapılmasını sağlamaya yönelik
yüzlerce talimat ve hükümet kararı mevcuttur.
Kapalı bir niyetin varlığını ise şu nedenlerle ileri
sürmek mümkün değildir:
1- Anadolu'nun Türkler tarafından fethinden
milliyetçilik çağına kadar yaklaşık sekiz yüzyıl boyunca Türk ve Ermeni
toplumları arasında dostluk hüküm sürmüştür. Toplumlar arasındaki bu uzun
birliktelik sırasındaki geçişme (osmoz) sonucu Ermeni toplumu Türk-Osmanlı
yaşam tarzını ve kültürünü benimsemiş ve Osmanlı sanat, kültür ve müziğini
zenginleştiren çok önemli katkılarda bulunmuştur. Osmanlı'nın sağladığı hoşgörü
ortamında kendisine tanınan hak ve ayrıcalıklardan da yararlanarak refah içinde
yaşayan Ermeni toplumuna duyulan güven nedeniyle "milleti sadıka"
unvanı verilmiştir. Bu sayede, Ermeniler, iş hayatında olduğu gibi, kamu
hizmetlerinde de çok önemli mevkiler elde etmişler ve devletin en üst
kademelerine tırmanarak devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır.
Değerli arkadaşlarım, bu belirttiklerimiz son derece
ilginç ve sıradışı bir tabloyu yansıtmaktadır. Dünya tarihinde farklı dil ve
din sahibi olarak bu kadar uzun süre böylesine iç içe ve barış içinde yaşayan
iki başka halkın gösterilmesi ya mümkün değildir yahut da çok zordur.
2- Osmanlılarda, Ermenilere karşı hiçbir zaman ırk
düşmanlığına dayanan bir akım oluşmamıştır. Almanya'da Yahudilere karşı hükümet
propagandasıyla da desteklenen ve pekiştirilen antisemitizme benzer bir
anti-Ermeni akımın mevcudiyeti Osmanlı İmparatorluğunda hiçbir zaman
gözlemlenmemiştir.
3- Tehcirin Ermenilere uygulanması, Ermeni oldukları
için değil, düşman karşısında tutunmakta güçlük çeken, ricat halinde olan bir
ordunun ardının güven içine alma zorunluluğuyla karşılaşıldığında art bölgede,
arka bölgede yerleşik olmalarındandır. Bu uygulamanın kapsamına, bilahara,
isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan, Ermeni komitacılara yataklık yapan
diğer vilayetler ve bölgeler de ilave edilmiştir, zaruretler dolayısıyla.
4- Tehcir, tüm Ermenileri kapsamamıştır -Bakın, bu
gözden kaçırılıyor. Tehcir tüm Ermenileri kapsamamıştır- nitekim, hastalar,
sakatlar, yetimler ve dul kadınlar, Protestan ve Katolikler, Ermeni mebuslar
ile aileleri, Osmanlı ordusundaki Ermeni subaylar ile askerler ve aileleri,
merkez ve taşradaki Ermeni devlet memurları ile aileleri, devlete sadakat ve
iyi halleri gözönünde tutulan kişiler ve bu meyanda ticaretle uğraşanlar tehcir
uygulaması dışında bırakılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Elekdağ.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım.
5- İstanbul'daki Ermeni toplumu, savaş boyunca hiçbir
tacize uğramadan, huzur ve sükûn içerisinde yaşamıştır.
6- Savaş dönemindeki Ermenilerden oluşan sıhhiye
bölükleri, cephelerde ateş altında düşmanla savaşan Türk ordularına hizmet
vermiştir. Ermenilerden oluşan levazım birlikleri sadakatle görevlerini yerine
getirmişlerdir.
7- Çanakkale ve Sarıkamış Savaşlarında, Ermeni askerler
Türklerle birlikte düşmana karşı savaşmışlardır. Bu nedenle, vatana hizmet
faslından birçok Ermeni vatandaşımız uzun süre maaş almıştır.
8- Savaşın sona ermesinden sonra, Osmanlı Hükümeti,
Aralık 1918'de, tehcire tabi tutulan Ermenilerden geri dönmek isteyenlerin eski
yerlerine nakledilmeleri konusunda bir dönüş kararnamesi çıkarmış ve uygulamaya
koymuştur.
9- Tehcir edilen halkın can ve mal güvenliğinin
sağlanması için her türlü önlemin alınması hususundaki hükümet talimatlarını
ihlal edenlerden 1 300'den fazla sivil ve asker, kurulan divanı harp
mahkemelerince cezalandırılmış ve birkaçı da asılmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bütün bu hususlar, Osmanlı
Devletinin, Ermeni uyruklarına karşı örtülü bir yok etme niyetinin de
bulunmadığını açıkça ortaya koyuyor. Örneğin, Hitler Almanyası için şöyle bir
senaryo düşünülebilir mi: Naziler, Almanya'nın birçok yerinde, Yahudileri imha
kamplarında gazlayarak yok ederken, başkent Berlin'de ve diğer birçok yerde,
Yahudiler güven ve huzur içerisinde yaşacak, Yahudi sıhhiye bölükleri
cephelerde ateş altında Alman ordularına hizmet verecek, Yahudi asıllı
askerler, cephelerde Almanlarla birlikte düşmana karşı savaşacak ve can
verecek... Değerli arkadaşlarım, bu söylediklerim, soykırımı iddiasının ne
denli büyük bir yalan olduğunu ortaya koyuyor.
Konunun hukukî yönüyle ilgili olarak belirtilecek bir
husus da, siyasî grupların, Birleşmiş Milletler Soykırımı Sözleşmesi korumasına
dahil olmadıklarıdır. Yani, anılan sözleşmeye göre, belli bir siyasî grup
silahlı bir çatışmanın tarafı ise, Soykırım Sözleşmesi kapsamında korunacak
kişiler kapsamına alınmaz. Dolayısıyla, Hınçak ve Taşnak Partileri siyasî ve
silahlı gruplar olmaları nedeniyle, Soykırım Sözleşmesi korumasına
girmemektedirler. Bu açıdan da, Ermenilerin, Birinci Dünya Savaşı sırasında
soykırımına maruz kaldığı iddiası tam anlamıyla geçersiz olmaktadır.
Bu bağlamda, vurgulanması gereken bir husus da, Ermeni
propagandacılar ile yandaşlarının onbinlerce Osmanlı Ermenisinin Rus işgal
orduları safında çarpıştıklarını ve uyruğunda oldukları devlete ihanet etmiş
olduklarını gözden kaçırma çabalarıdır. Bu işbirliğinin tehcir olayından önce
başladığı ve savaşın patlamasıyla birlikte, Ermenilerin, Rusya safında yer
aldıkları, belgelerle kanıtlanan tarihsel gerçeklerdir.
Bunu çok ilginç bulacaksınız değerli arkadaşlarım;
çünkü, Ermeni ihanetini ve Ermenilerin savaşa taraf olduklarını teyit eden en
güvenilir kaynak Bogos Nubar Paşadır. Nitekim, Birinci Dünya Savaşını takiben
toplanan Paris Barış Konferansına katılan Ermeni Delegasyonu Başkanı Bogos
Nubar Paşa, Ermenilerin, sırf İtilaf Devletleri safında çarpışarak savaşa ciddî
katkılarda bulunmaları nedeniyle, Osmanlı otoritelerinin kötü muamelesine maruz
kaldıklarını açıkça kabul etmiştir. Bogos Nubar Paşa, Barış Konferansında yaptığı
konuşmada şunları söylemiştir: "Kendi özgür iradeleriyle, kaderlerini hak
ve adaletin şampiyonu olan tarafla birleştiren Ermenilerin, İtilaf
Devletlerinin ortak düşmanımıza karşı elde ettikleri zafer dolayısıyla
bağımsızlık hak etmişlerdir." Böylece, Bogos Nubar Paşa, Barış
Konferansına katılmak için Ermenilerin muhasım taraf olduğunu ilan etmiş ve
ihanetlerinin ödüllendirilmesini istemiştir.
Bakınız, Bogos Nubar Paşanın bu konuda The Times of
London Gazetesinde basılan bir mektubunu okuyayım size. Bu mektup 1919'da
basılmıştır. Şunları söylüyor mektubunda, Bogos Nubar: "Ermeni gönüllüleri
Fransız Legion Etrangere saflarında savaşarak zafer kazanmışlardır. Legion
d'Orient'daki sayıları 5 000'di ve General Allenby'in kesin zaferine katkıda
bulunan Suriye ve Filistin'deki Fransız kuvvetlerinin de yarısından fazlasını
Ermeniler oluşturuyorlardı.
Kafkasya'da Rus Ordularına katılan 150 000 Ermeni'ye
ilaveten Andranik, Nazarbekoff ve diğerlerinin komutasındaki 50 000 Ermeni,
dört yıl boyunca, sadece İtilaf Devletlerinin davaları uğruna savaşmakla
kalmamışlar, aynı zamanda, Rusya'nın çökmesinden sonra da mütarekenin
imzalanmasına kadar, Kafkasya'da Türklerin ilerlemesine karşı koyan ve
engelleyen yegâne kuvveti oluşturmuşlardır."
Değerli arkadaşlarım, buna benzer çok beyanlar var
elimizde; fakat, göreceğiniz gibi, Bogos Nubar, Ermenilerin savaşta muhasım
taraf olduğunu söylüyor. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, bütün bu konunun
savaş hukuku çerçevesinde ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu, bir
dünya savaşı içinde bir içsavaştır.
Değerli arkadaşlarım, kısaca, sizden, Ermenistan'ın
Türkiye'ye yönelik stratejisinden bahsedeceğim. Sayın Bakanımız bu konuyu gayet
etraflı olarak işledi; o bakımdan, ben, o hususları kapsamayacağım, belki bir
iki ilave noktayı dile getireceğim.
Şimdi, diaspora milliyetçileri ile Ermenistan'ın
şahinlerinin bugüne kadar Türkiye'ye uyguladıkları strateji dört ana unsura
dayanıyor.
Bunlardan birincisi, tarih bu konuda hükmünü vermiştir
savıyla, karşıt görüşte olanlarla tarih konusunda herhangi bir tartışmayı
reddediyorlar.
İkincisi, Türk tezleri lehinde bilimsel görüşler ileri
süren akademisyenleri tehdit ve baskı yoluyla susturuyorlar. 1985'te,
Washington Post ve New York Times Gazetelerinde, 69 Amerikalı bilim adamının
yarım sayfa olarak bir deklarasyonu yayımlandı. 69 bilim adamı bu deklarasyonu
imzaladılar. Bunlar, soykırımı iddiasına karşı tutum alıyorlardı. Deklarasyonu
imzalayan Amerikalı akademisyenler tehdide uğradı ve evleri yakıldı. Bunlar
şimdi susuyorlar, konuşamıyorlar. Amerika'da oluyor bu. Bunların içinde bir
konuşan Justin Mc Carthy, diğerleri konuşamıyor.
Tabiî, Ermeni milliyetçiler, maalesef, bu bilimsel
terör yöntemlerini sürdürüyorlar. 40 büyükelçimizi, başkonsolosumuzu ve
diplomatımızı alçakça öldürdükten sonra, terörü şimdi de akademik alanda
sürdürüyorlar.
Üçüncüsü, sorunun siyasî nitelikte olduğunu ileri
sürerek, sadece, işlenen suçun nasıl telafi edileceği konusunda Türkiye'yle
müzakere masasına oturmak istediklerini vurguluyorlar.
Dördüncüsü de -bunu Sayın Bakanımız da vurguladı- bir
taraftan Türkiye'ye sözde soykırımını kabul ettirmeye yönelik uluslararası
kampanya sürdürürken, diğer taraftan da, Amerika ve Avrupa Birliğinin
baskılarından yararlanarak, Ankara'yı, Türkiye-Ermenistan sınır kapılarını
açmaya mecbur etmeyi düşünüyorlar. Yani, onlar bildiklerini yapacaklar, bizim
hakkımızda tezvirat ve iftiralara devam edecekler; fakat, Amerika ve Avrupa
Birliği yoluyla Türkiye üzerinde baskı kurdurarak, Türkiye'ye sınır kapılarını
açtıracaklar.
Şunu söyleyeyim: Türkiye çok önemli jestler yapmıştır;
hava kapısını açmıştır, sınırlarda Ermenilere vize verilir, Türkiye'ye
gelirler, çalışırlar vesaire filan... Bütün bunlar, tabiatıyla, çok iyi niyetli
jestlerdir; fakat, maalesef, Erivan'daki hükümet, bunlara, kesinlikle,
Türkiye'nin yaptığı iyi niyet jestleri olarak bakmıyor; bunlara, Amerika'nın,
Avrupa'nın baskısıyla Türkiye'yi dize getirerek, Türkiye'yi zorlayarak,
Türkiye'nin mecburen yaptığı birtakım hareketler diye bakıyor. Bu oyunu bozmak
lazım, bu oyuna gelmemek lazım.
Değerli arkadaşlarım, Ermenistan'ın ve diasporanın bu
hesapları temelden çürük; çünkü, dış baskılarla Türkiye'nin dize
getirilebileceğini ve ona, tarihini, birtakım savaş, propaganda yalanları
üzerine bina ettirilmesinin dayatılabileceğini düşünmek, boş bir hayal.
Aynı şekilde, Erivan'ın "ben hem Türkiye aleyhinde
karalama ve iftira kampanyamı yürütürüm hem de ona, büyük devletlerin baskısı
ve şantaj yoluyla, her istediğimi yaptırırım, bu meyanda, sınır kapısını da
açtırırım" politikasının Türkiye tarafından da kabul edilmesi mümkün
değildir. Bu nedenle, Ermeni milliyetçiler ve Erivan'daki şahinler, bu
gerçekleri kabul etmedikleri ve Türkiye'ye karşı akılcılıktan uzak politikalar
izlemekte ısrar ettikleri takdirde, sadece Ermenistan'a ve Ermeni Halkına zarar
vereceklerini bilmelidirler.
Değerli arkadaşlarım, bu politika sağlıklı olmaktan
uzaktır. Ermenistan, Türkiye'ye zarar vereceğiz diye, kendine daha büyük
zararlar vermektedir. Ermenistan kendini bu durumdan kurtarmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, esasında, gerek Türkiye'nin gerek
Ermenistan'ın çıkarları, asırlar boyunca, aynı topraklar üzerinde birbirlerine
karşı hoşgörü ve barış içinde yaşamış olan Türk ve Ermeni Uluslarını
barıştırmak, onları savaş yıllarından kaynaklanan derin önyargılara tutsak
olmaktan kurtarmak ve hoşgörü, dostluk ve işbirliğine dayalı bir ortak geleceği
paylaşmalarına imkân verecek ortamı yaratmaktır.
Hükümetçe, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına
sunulması düşünülen karar tasarısının da amacının bu olduğunu anlıyorum.
Türkiye, bu ortak geleceği inşa etmek amacıyla, Türkiye ile Ermenistan'ın kendi
tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurmalarını, ulusal arşivlerin,
kısıtlamaya tabi tutulmadan araştırmaya açılmasını ve çalışmaların, bilimsel
bir ciddiyet içinde, düzen içinde yapılmasını izleyecek bir mekanizma ortaya
çıkarılmasını önermiştir. Bunu, Sayın Başbakanımız ile Cumhuriyet Halk
Partisinin Sayın Genel Başkanı ortaklaşa önermişlerdir.
Bu girişimin uygulanabilmesi için, Ermenistan'ın
işbirliği şarttır. O bakımdan, Erivan'ın şunu düşünmesi gerekiyor: Türkiye ile
Ermenistan, eğer, tarihe ortak bir perspektiften bakamazlarsa, o zaman, iki
tarafın da çocuklarına ve gelecek nesillere bırakacakları miras, önyargı,
düşmanlık, intikam duygularından başka bir şey olmayacaktır.
O bakımdan, akıl ve mantık, Türkiye'nin yapmış olduğu
önerinin ciddiyetle ele alınması, ortak komitenin kurulması, arşivlerin
açılması ve bu konuda harekete geçilmesidir. Geçmişin, bugünümüzü ve
geleceğimizi karartmasının önlenmesinin yolu budur. Eğer, Ermenistan,
Türkiye'yle iyi komşuluk ilişkileri kurmak ve işbirliği zeminini geliştirmek
istediği takdirde, Türkiye'nin ortak tarih değerlendirilmesi önerisini kabulde
tereddüt etmemelidir.
Tabiî, Sayın Bakan vurguladı; ben de, önemi
dolayısıyla, o noktaya bir değinmek istiyorum. Esas itibariyle, iyi niyetli,
dünya barış ve istikrarına katkıda bulunmak isteyen her ülke ve her devlet
adamı da Türkiye'nin bu önerisini desteklemelidir. İçpolitika mülahazalarını
bir tarafa bırakmalı, Türkiye'nin uzlaşıya, sağduyuya ve barış özlemine dayalı
bu önerisini kuvvetle desteklemelidirler.
Sözlerimi uzun vadeli devlet stratejisi ihtiyacı ve
arşivlerin tek çatı altında toplanması önerisiyle bitireceğim. Halen, bu
konuyla iştigal eden devlet daireleri ve kurumlar birbirleriyle -Sayın Bakan da
bu hususu tespit etti ve bunun değiştirileceğini söyledi fakat- koordinasyonsuz
bir şekilde çalışıyorlar.
Karşılaştığımız sorun, kamuoyu oluşturulması, siyaset,
hukuk ve tarih gibi dört boyutu bulunan devasa bir meseledir. Bu itibarla,
oluşturulacak strateji, bu dört boyutu da kapsayacak şekilde olmalıdır.
Strateji ortaya çıkarıldıktan sonra da, uygulanması
için gerekli yapılanmaya gidilmesi gerekecektir. Bunlar yapılmadığı takdirde,
iktidar ile muhalefetin başlatmış oldukları bu tarihî ortak girişim canlı
tutulamaz, bir saman alevi gibi parlar ve söner. O bakımdan, bu bahsetmiş
olduğum noktalar üzerinde durmak son derece önemli.
Bu bağlamda, önemle el atılacak bir konu da,
Başbakanlık Arşivler Genel Müdürlüğü tarafından kitap halinde yayınlanan ve çok
değerli belgeleri içeren kitapların İngilizce ve Fransızcaya tercüme
edilmeleridir. Şimdi, elimizde çok değerli kitaplar var. Bunlar bir belgeler
külliyatı, hakikaten muazzam şeyler var bunların içerisinde; fakat, bunlar
İngilizceye ve Fransızcaya çevrilmiş değil.
Devlet arşivlerinin Osmanlı dönemine ait internet
sayfasında, değerli arkadaşlarım, 2 500 sayfalık belge var. Bu belgelerin
Türkçe transkriptleri ve orijinallerinin fotoğrafları internet ortamında
sergileniyor; yani, orijinallerinin fotoğraflarını da görüyorsunuz, Türkçe
transkriptlerini de görüyorsunuz. Bu belgelerin de yabancı dillere çevrilmesi,
Türk tezinin savunulması için son derece yararlı olacaktır. Keza, arşivlerin
uzman ihtiyacı büyüktür, bu ihtiyaç da süratle karşılanmalıdır.
Arşivler açısından yaşamsal önemde olan bir konu,
Amerika'daki Ulusal Arşiv Dairesi (National Archives) örneğine uygun olarak,
Türkiye'deki askerî ve kamuya ait tüm arşivlerin, süratle bir çatı altında toplanmasıdır.
Diğer bir ifadeyle, bütün arşivler Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
bünyesi içine alınmalıdır.
Halen Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
yanında, Cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet Tarihi Arşivleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisine bağlı arşivler, Genelkurmay Başkanlığına bağlı Askerî ve Stratejik
Etütler Başkanlığı (ATASE) Arşivi, Millî Savunma Bakanlığına bağlı ASAL Arşivi,
Dışişleri Bakanlığı Arşivi ile bakanlıklara bağlı arşivler bulunmaktadır.
Bunların hepsi Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bünyesi içine
alınmalıdır. Bir yerde baktığınız zaman onu nerede bulabileceğinizi
görebilmelisiniz.
Türkiye'de araştırma son derece güç. Bir çatı altında
olmayan, yaygın ve çokbaşlı yönetsel yapıda olan arşivler farklı uygulamalara
yol açıyor. Böyle olunca, araştırmacılar, araştırma yaptıkları kurumlarda
farklı farklı arşiv uygulamalarına maruz kalıyorlar. Bu durum da, gerek Türk
gerek yabancı araştırmacılar arasında bazı kısıtlamalara maruz kaldıkları
yolunda yersiz spekülasyonlara yol açıyor.
Ben, sabrınıza teşekkür ediyorum, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.
AK Parti Grubu adına, Erzurum Milletvekili Mücahit
Daloğlu.
Sayın Daloğlu, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum)- Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisinin
açmış olduğu genel görüşmede sözde Ermeni iddialarını anlatmak üzere
huzurunuzdayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel
değerli Dışişleri Bakanımız ifade ettiler; ancak, giriş cümleme aldığım için
sizlerle ben de paylaşmak istiyorum. Ermeni meselesini anlatırken ve
konuşmamızın sonuna kadar defalarca Ermenilerden bahsedeceğimizden dolayı, Türk
Milletiyle bin yıl beraber yaşamış ve ticaretimize, sanatımıza, musikimize,
bestemize, güftemize, mimarîmize büyük katkıları olmuş ve büyük sanatkârlar
yetiştirmiş olan Ermenilerimizi kesinlikle bu konunun dışında tutuyoruz. Bizim burada
iddia etmek istediğimiz konu, terörist çete örgütleridir ve onların yalanlarına
çanak tutan çevrelerdir. Böylece, Ermeni meselesini anlatırken, siyasî
kimliğimizin dışında, bir tarihçi ve bir arşivci olarak, huzurlarınızda
konuşurken, yararlandığım, Tapu Kadastro Arşivi, emekli Büyükelçimiz Kâmuran
Gürün'ün Ermeni Dosyası, Esat Uras Hocamızın Tarihteki Ermeni ve Ermeni
Mezalimi, rahmetli Kâzım Karabekir'in Türk İstiklal Harbimiz ve Ali Fuat
Cebesoy'un Moskova Anıları gibi arşiv kaynaklarıyla sizleri aydınlatmaya
çalışacağım; tekrar, saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, biz Anadolu'ya geldiğimizde,
Anadolu'da, o güne kadar hiçbir devlet kurmamış, hiçbir millî kimlik ibraz
edememiş birçok boylar vardı. Biz Malazgirt Savaşını, zannedersem,
Bizanslılarla yaptık, Romen Diyojen'le yaptık; 1071. Hatta, ondan öncesinde de,
1048'de, Kars Ani ve Erzurum Pasinler Savaşını yaparak Anadolu'ya girdik ve o
günün şartlarında, Ermeniler de, dağınık küçük krallıklar, prenslikler, Gürcü
Krallıkları gibi başlıklar adı altında, daha evvel Anadolu'ya hükümran olan
Perslerin, Medlerin, daha sonra Romalıların egemenlikleri altında çok da
huzurlu yaşamamışlardır ve biz, Anadolu'da, Türkiye Selçukluları ve peşine de
Osmanlı Devleti dönemindeki bin yıllık sürede, hem Ermenilerle hem de
Ermenilerin dışındaki azınlıklarla, gerçekten, hem kardeşçe hem dostça hem de
onların bizim tarihimize ve coğrafyamıza katmış olduğu zenginliklerle beraber
yaşadık ve bugün de, onlardan kalan, ama kilise, ama manastır, ama bir taş
köprü veya musiki tarihimizin repertuarını zenginleştiren onların bestelerini,
biz, titizlikle koruyoruz ve bunlardan gurur da duyuyoruz.
Ancak, Türkler, tarih yapan bir millet olarak, Orta
Asya'dan çıkmış, Orta Avrupa'ya, Roma'ya kadar gelmişlerdir. Ben bunu sormak
istiyorum ve tartışmak istiyorum. Roma'ya kadar gelen Türkler, çok dinamik bir
süreci yaşayan Türkler, yani, Orta Asya'dan, Çinlilerden, Slavlardan,
Perslerden, Macaristan'a, Roma'ya kadar geliyor, Akdeniz kavimleriyle,
ikibinbeşyüz yıllık yazılı tarihinde komşuluk yapıyor, hiç böyle bir iddia yok;
Mısır'a kadar, Trablusgarp'a kadar, Magrip ülkelerine kadar hiç böyle bir iddia
yok; mutlaka Ermenilerle ilgili de aslında böyle bir olay yok; ama, sözde iddia
var, ne yapacaksın... Ne mi yapacağız; işte, o zaman -biraz evvel değerli
üstadımız Sayın Elekdağ da ifade ettiler -bilim adamlarına rehber, ışık,
arşivlerimizdir ve zamanında ve zamanın gerçekleri ışığı altında yazılan
belgelerdir. Türk Milleti olarak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak,
mutlaka, biz de bu arşivlerden yararlanarak yola çıkmak istiyoruz.
Değerli milletvekillerim, Doğu Anadolu Bölgesinde,
Ani'de, Ani Ermeni Krallığı -bugün Kars sınırları içerisinde, Arpaçay
hududunda, bazı tarihî eserleri bağrında bulunduran bir medeniyet merkezi- ve
Vaspurakan Ermeni Krallığı gibi iki Ermeni krallığı, Bizans İmparatorluğuna
yüzyirmi yıl gibi bir zaman bağımlı yaşamış, ondan sonra dağılmışlardır. Biz,
Anadolu'yu teslim aldığımızda ve fetihlerle Anadolu'nun Türkleşmesini ve
İslamlaşmasını sağladığımızda Ermeniler Anadolu'da dağınık halde yaşıyorlardı
ve birçoğunun mezheplerinden dolayı -malumunuzdur, Ermeniler Gregoryan
Mezhebine mensup; ama, Anadolu'da o zamanki Bizans, Roma, Katolik ve Ortodoks
olarak bulunuyorlardı. Dolayısıyla, bunlar daha ziyade İran'dan da etkilenerek
Gregoryan Mezhebine sahip olduklarından dolayı- Hıristiyan ve Haçlı taassubunu
tarihte hep görmüşüzdür, baskı atında kalmışlardır, dinlerini, kiliselerini zor
yaşatmışlardır; ama, Osmanlı ve Selçuklu toplumlarında bin yıl bu hoşgörüyü
yaşayarak mutlu olmuşlardır, böylece kültürlerini, dinlerini ve sanatlarını da
yaşatarak gelmişlerdir.
Ancak, ne olduysa, değerli milletvekilleri, 19 uncu
Yüzyılın ortalarında ipler koptu. Nasıl koptu... Malumunuz, Osmanlı
Devletindeki yıkılma, gerileme ve yenilik hareketlerine, Batı'daki gelişmelere
ayak uyduramama süreci başlayınca, devlet zayıfladı. Zaten, düveli muazzama,
çeşitli baskılarla Osmanlı Devletini parçalamak istiyordu. Fransız İhtilalinin
yaymış olduğu milliyetçilik akımları, zaten, Avrupa'daki Sırpları, Hırvatları,
çeşitli kavimleri, Yunanistan'ı bağımsız hale getirmişti. Ondan sonra, Arap
ülkeleri de, Müslüman olmamıza rağmen, onlar da bağımsızlıklarını istiyorlardı.
İşte, bu arada yapılan ıslahat hareketlerinde, özellikle Gülhane Hattı
Hümayununda, o zamanki Dışişleri Bakanımız ve daha sonraki Başbakanımız Mustafa
Reşit Paşaya, Batılı devletlerin ve o günkü konjonktürel durumun da etkisiyle,
Ermeni cemaati üzerinde bir ıslahat yapılması, bazı hakların verilmesi tab
edilmiştir, konuşulmuştur. Gülhane Hattı Hümayundan sonra, 1853 ıslahat
fermanında, 1856 Kırım Savaşının sonundaki Paris Antlaşmasının 16 ncı
maddesinde, daha sonra 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, tarihçilerimizin 93 Harbi
dediği bu savaştan sonraki Berlin Antlaşmasının 61 inci maddesinde Ermeni
cemaati üzerinde ve onların sosyal, iktisadî hakları üzerinde bağımsızlığa
yönelik bazı değişiklikler ve haklar elde edilmiştir.
Bunun nedeni de, değerli milletvekilleri, 1829'daki
Osmanlı-Rus Savaşından sonra Yunanistan bağımsız olunca, Ermeniler de bundan
istifadeyle -çünkü, Ruslar Edirne'yi de işgal etmişlerdi- Ermeni Patriği Nerses
Efendi idaresinde Edirne patrikleri, Rus işgal kuvvetleri komutanına
başvurarak, Ermenilerin de bağımsız olmalarını arzu etmişler ve istemişlerdir.
Böyle bir süreç geliyor.
Efendim, Osmanlı idaresi ne yapmıştır; bakın, onu arz
edeyim: Biraz evvel değerli Dışişleri Bakanım isim ifade etmediler; ama,
Osmanlı yönetiminde, birçok, ticarî hayatta büyük ve zengin aileler
yetişmiştir. Niçin?.. Ticaret özgürdü. Bakın, bu ailelerden bir kısmı, mesela,
1847'de çok zengin olan Mihran Düz ailesi, Karabet ailesi, Arakel ve Bogos
aileleri. Bunlar, Türkiye'de, hür ortamda, ticarette zengin olmuş Ermeni
ailelerdir -olsunlar; ama, bu gerçekleri görmek istiyoruz- ve bunların bir
kısmı da önemli görevlerde bulunmuşlardır. Hepsini sayıp sizi yormak
istemiyorum; ama, Birinci Meşrutiyet Meclisinde, Gabriyel Noradunkyan Hariciye
Nazırıdır değerli milletvekilleri. Bir devlet düşünün ki, elbette vatandaşına
seçme ve seçilme hakkını veriyor ve onun bir milletvekili, Osmanlı Devleti gibi
cihan devletinin, halen o günlerde 5 000 000 kilometrekareye hükmeden cihan
devletinin Hariciye Nazırı olabiliyor. Bunu, bütün dünya kamuoyuna, bu
kürsüden, acizane, arz etmek istiyorum. Dahası, Sebuh Manas Paris Elçisi, Pol
Manas Paris Büyükelçiliğinde İkinci Kâtip, Artin Dadyan -isimler uzatılabilir-
Andan Tıngır Paşa, Serdar-ı Ekrem Ömer Paşanın tercümanı; yani, Osmanlı
Devletinin tercüme odası, aynı zamanda, Ermenilere ve Rumlara -ille onlara
değil ama- yabancı dilleri vesilesiyle, bir kısmın daha okumuş olması
vesilesiyle, bunlara bırakılmıştır. Acaba, Türkler niye okuyamamıştı; onu da
konuşabiliriz. Türkler niye ticaret erbabı olamamıştı? Serhat boylarında,
akıncı olarak, tımarlı sipahi olarak birçok yerde istihdam edilen Türkler,
mutlaka bu konuda biraz geri kalmışlardı.
Bir parantez açarak, Mustafa Kemal, Ulu Önder Atatürk,
1924'te Adana'yı -Bahçe İlçesini- ziyaretlerinde "bu konak kimin"
diye soruyor, bu, efendim, Pastırmacıyan'ın" diyorlar, "ya şu taş
konak kimin...", "Bu da Sıvacıyan'ın", "peki, bizim Mehmet
Beyin hiç konağı yok mu? Siz neredeydiniz" deyince " biz askerdeydik
Paşam" diyorlar. Bu da, evet, bizim kaderimiz. Efendim, izninizle -bu
isimleri çoğaltmak mümkün- burayı ben geçiyorum.
Böylece, Osmanlı Devleti zamanında hür bir şekilde
yaşayan Ermeniler, çok da mutlu; milleti sadıka diyoruz, sadık millet, dost
millet; gerçekten hiçbir problem de yaşamamışız; ama, 19 uncu Yüzyılın
sonlarında ve 20 nci Yüzyılın başlarında problemler geliyor. Sebep şudur:
Değerli milletvekilleri, sözde Ermeni iddiaları, aslına bakarsanız, Ermenilerin
bir iddiası olmaktan çıkmıştır. İşin başında, başta Rusya ve İngiltere'nin,
Osmanlı Devleti üzerinde tarihî arzularına ulaşmak kaygılarıyla ortaya
koydukları bir senaryodur ve bunu Ermenilere oynatmışlardır; ama, Birinci Dünya
Savaşı öncesinde de, Batılı devletlerin, İtilaf Devletlerinin, Osmanlı
Devletinin de Almanya saflarında savaşa katılmasıyla beraber, bize düşmanlık
adına onları içimizden koparmak ve bir terör yaratmak için yapılan yardımlarla
başlayan bir anarşist hareketine dönüşmüştür.
Bu noktadan, tehcir konusuna geçmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, tehcir, 1915'in 24 Nisanında
başlayıp, 1916'nın 28 Şubatında biten on aylık, onbuçuk aylık bir dönemde, Doğu
Anadolu Bölgesinin özellikle, Rus işgal kuvvetlerine rehberlik yapan ve Türk
istihkâm yollarını, ulaşım yollarını ve askerî birliklerin yollarını kesen
Ermenilerin buradan alınarak, yine aynı Osmanlı topraklarında başka bir yere
göçü manasındadır. Halbuki, tehcir veya deportation dedikleri konu, bir ülkeden
alıp başka bir ülkeye, sınırları dışına atmaktır. Bunun altını çizmek
istiyoruz. Yani, biz, Ermeni vatandaşlarımızı Çin'e veya Hindistan'a veya
Madagaskar'a göndermemişiz. Nereye; Suriye'ye, Lübnan'a ki, o zaman bunların
hepsi bir Osmanlı eyaleti, Osmanlı toprağı. Kuzey Afrika'dan Halep, Şam,
Trablusgarp ve Lübnan, Beyrut; ama, giderken de 6 tane önemli merkez tayin
etmişiz. Yani, bu vatandaşlarımızı, değerli hemşerilerim...
Affedersiniz, özür diliyorum, değerli
milletvekilleri... Bağışlayın, dün Erzurum'daydık, biraz öyle oldu,
affedersiniz.
BAŞKAN - Sayın Daloğlu, buyurun, Erzurumlular dinliyor
sizi.
MÜCAHİT DALOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri, dağdan taştan, güvensiz
yollardan gelmemeleri için, Talat Paşa'nın tehcirle ilgili göndermiş olduğu
genelgede, demiryolları, sağlam karayolları ve 6 merkez tespit edilmiştir ki,
vatandaşlarımıza başıboş çeteler veya hissiyatlarından, duygularından dolayı
Türkler, oraya varıp da herhangi bir saldırıda bulunmasınlar diye de tedbir
alınmıştır. Jandarma komutanlarına, asayişe, kaymakamlara, mutasarrıflara bu
konuda genelgeler gönderilmiştir. Hepimizin bildiği ve acı bir olaydır; bu
konuda ihmali görülen birçok güvenlik görevlisi o günün şartlarında kurşuna
dizilmiş, Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey İstanbul'da mahkemede
yargılanıp idam edilmiştir. Bu işin şakası olur mu? Niye; devlet, hukuk
devleti; "o da benim vatandaşımdır, niçin can güvenliğini
sağlamadınız" diyerek cezayı da verebilmiştir. Böylece, gerçekten tehcirin
ne kadar doğal bir hak olduğunu anlatmak istiyorum.
Bir de başka milletlerden örnek vermek gerekirse,
İkinci Dünya Harbi sırasında, Amerika, Pasifik kıyılarındaki Japonları
Mississippi bölgesine nakletmiştir. Kaldı ki, bu Japonlar, herhangi bir Japon
askeriyle bir ittifak içine de girmemişlerdir; ama, bir tedbir almak adına
buraya gönderilmişlerdir. Efendim, tehcirde Ermeniler ölmemiş midir, ölmüştür;
Türkler ölmemiş midir, ölmüştür. Bunlar, önümüzdeki rakamlarda, arşivlerde,
belgelerde mevcuttur.
Bakın, bu ölümlerle ilgili birkaç rakam ifade etmek
istiyorum. Tehcirde ölen Ermenilerin sayısı 300 000 ile 400 000 arasında
geçiyor, Türklerin sayısı da 420 000; kaybolanlar 315 000 diyen rakamlar var.
Birbirine yakın, ama, tam tutmuyor belki. Böylece, tifodan, vebadan
-affedersiniz- bitten, yoksulluktan, soğuktan nice insanlar ölmüş. Bunlar
yalnız bizde de değil. Bakın, rakamlar ve arşivler önümüzde. Almanya'da Birinci
Dünya Savaşı sırasında hastalıktan ölen insanların sayısı 225 000, İtalya'da
150 000, Hollanda'da 17 000, bizde de 400 000. Demek ki, bu gibi savaş
şartlarında ve o günün tıbbî imkânsızlıkları nedeniyle... Hatta, Erzurum'da 9
uncu Ordu -o zaman ordu, 9 uncu Ordu- sağlık ve donanım bakımından hemen hemen
en mükemmel ordu olmasına rağmen, kendi kıtalarından 50 000 insanı sağlık
nedenleriyle kaybediyor. Yani, olayı, bugünün, 2005'in şartlarına göre
düşünürsek, bu kadar insan nasıl ölür?.. Halbuki, bundan yirmi otuz sene önce
bile, bebek ölümleri, anne ölümleri, işte, bulaşıcı hastalıklardan ölümler de
ülkemizde fazlaydı. İşte, bundan doksan sene önceki tabloyu, doksan sene önceye
göre düşünmemiz gerekiyor.
Değerli milletvekillerim, Ermeni meselesinin bir diğer
siyasî yönü de şark meselesi, tarihte şark meselesi -ona değinilmedi- yani,
doğu sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedir; 1071 Malazgirt'te, Anadolu'ya
giren Türkleri Avrupa durdurmak istemiştir, durduramamıştır; Anadolu'dan
çıkarmak istemiştir, çıkaramamıştır. Miryakefalon Savaşıyla, Anadolu'nun tapusu
kesilmiş ve Anadolu, kısa bir zamanda, Türk yurdu olmuş. Sonra, Balkan fütuhatı
başlıyor. O halde, Türkleri Balkanlardan atalım... Malumunuz, 1683 İkinci
Viyana Bozgunu -diyelim- Türk tarihi için üzücü bir sayfadır. Ondan sonra,
sayfa tersine dönmüştür. Böylece, şark meselesinin bir parçası olarak da Ermeni
meselesini görmek istiyoruz.
Hiçbir tarihî temeli olmayan 24 Nisan 1915 sözde Ermeni
iddialarını, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti olarak ve muhalefet partisi olarak ve bütün sivil toplum örgütleri
olarak, ilan ettik; diyoruz ki: Arşivlerimizi açalım. Biz, Anadolu'da, 180
tane, Türklere ait, özür dilerim 186 adet -şu anda elimdeki rakam- toplu mezar
bulunmuş; bunu uzmanlar çıkarmış, incelemişlerdir. Hatta, enteresandır, bir
tanesi, Erzurum, Ilıca, Alaca Köyünde kazı yapılırken, Atatürk Üniversitesinden
Enver Konukçu hocamıza -100 küsur civarında toplu mezar çıktı- Chicago
Üniversitesinden bir Ermeni profesör gelerek "bu, Ermeni toplu
mezarıdır" dedi. Ee, yüz sene önceye ait mezar. Tabiî, bilim adamları bunu
tespit ederken... İnanın, halk gözüyle, orada, tütün tabakalarındaki al
bayraklar, hüviyetlerindeki besmeleler, "Allah", "maşallah"
kelimeleri ve Kur'an parçaları mezarlıktan topluca çıktı. Yani, bunlar, bilim
adamına bile meydan bırakmadan, halkın gözüyle görebileceği gerçeklerdi. 186
toplu mezar bizi üzüyor, sevinmiyoruz buna. Sason'da, Hakkâri'de, Van'da,
Zeve'de -Zeve'de büyük katliamlar yaşanmış- Erzincan'da, Yozgat'ta, Tokat'ta ve
Erzurum'da... Tabiî, tehcir ilk Erzurum'dan başladığı için ve gençler de silah
altında bulunduğu için, savunmasızdır bölge. Taşnak -biraz evvel üstadımız
Elekdağ ifade etti- Cenevre'de, Zürih'te -bugünkü İsviçre'de- kurulan bir terör
örgütü, Hınçaklar da Tiflis'te kurulmuş bir terör örgütü olarak, bunlar askere
gitmediler, Ermeni esnafından haraç topladılar. Değerli milletvekilleri, haraç
vermeyen kendi soydaşlarını da öldürdüler. Hatta, kilisede papazlar...
Erzurum'da üç papaz öldürüldü, şu andaki Demirciler Çarşısında. Niçin; karşı
çıktılar, o kilisede öldürüldü. Bu kavgaya, bu katliama ön vermeyen ve orada
hem kiliseyi yaktılar hem de o papazları öldürdüler. Yani, Ermeniler, kendi
akil insanlarını, aydın insanlarını da öldürdüler; ama kim; biraz evvel ifade
ettiğimiz bu teröristler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Daloğlu, buyurun.
MÜCAHİT DALOĞLU (Devamla) - Özür diliyorum, zamanınızı
çok almak istemiyorum.
Değerli milletvekilleri, 27 Mayıs 1915 tarihli Göç
Kanunundan birkaç satır okumak istiyorum. Yani, Osmanlı Devletinin,
vatandaşlarına, Ermeni vatandaşlarına gösterdiği ihtimam ki, bugün, bu kanunu,
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin yanına koyduğumuz
zaman, daha insanî görüyoruz. Şöyle özetleyeyim: Yediemin veya ehli hukuk
dediğimiz -hukukçularımız bizden daha iyi bilirler- insanlara taşınmazları
kayıt altına alınarak -ceviz ağacı mı, kavak ağacı mı, söğüt ağacı mı, her
neyse, evi, meskeni, ahırı, bunlar taşınmazdır- orada "...zapturapt altına
alınarak döndüklerinde kendilerine iade edilmek üzere verilmesine, taşınır
mallarına zarar gelmemesine, yollardaki iaşelerine, gıdalarına, yol paralarına
-biletlerine kadar- dönüşte de tekrar aynı yerlerine iskân edilmelerine, eğer
bir başkası burayı işgal etmişse onun çıkarılmasına..." diye bir dizi
devam eden bir beyannamedir değerli milletvekilleri. Onun için, biz, bunu,
bugün hem Ermenilere hem de Ermeni diasporasına ve dünyaya ilan ediyoruz.
"Eski mal
durumlarına uygun olarak kendilerine mal ve arazi dağıtılacaktır. Hükümet
tarafından eğer evler yıkılmışsa, ev yaptırılacaktır. Çiftçilere tohumluk,
evvelce sanatkâr olanlara da kredi ve mesleklerini idame ettirmelerine dair bir
kredi sağlanacaktır. Terk ettikleri mallardan geriye kalanları kendilerine
verilecek, bu olmadığı takdirde tazmin edilecektir..." Uzayıp gidiyor, ben
zamanınızı fazla almayayım.
Osmanlı Dahiliye Nazırlığı 28 Mayıs 1915'te, göç
ettirilenlerin barındırılmaları, yedirilip içirilmeleriyle ilgili hususlar
içeren ayrıntılı bir yönetmelik yayımlamıştır. Bunun bazı maddeleri de
-atlayarak ifade ediyorum- şöyle: "Nakli gereken halkın gönderilme işi,
mahallî idare memurlarının ve şehir eminlerinin uhdesindedir.
Göç ettirilen bütün hayvan ve taşınabilir mallarını
beraberinde götüremeyenlere iade, götürenlerin de nakli sağlanacaktır.
Yeni yerleşim bölgesinde göçmenlere verilecek arazi
yoksa, devlet malı ve çiftliklerden faydalanılacaktır."
Değerli milletvekilleri, işte, bugün sözde Ermeni
iddiaları dediğimiz ve Türk Milletini gerçekten gönülden yaralayan ve üzen,
bizi de üzen bu iddialara cevabımız son olarak şudur: Ermeni diasporası ve
Ermenistan Hükümeti diyor ki: "Soykırımı kabul edin, biz sizden tazminat
istemeyeceğiz." İkibinbeşyüz yıllık yazılı Türk tarihinde böyle bir
vicdansız, böyle bir mesnetsiz iddiayı hiçbir toplum bize dayatmamış, aklından
bile geçirmemiş. Biz ise, bugün, o ölen şehitlerimizin torunları olarak,
dedelerimizin alnına çalınmak istenen bu karaya dur diyoruz, asla izin
vermiyoruz, vermeyeceğiz. (Alkışlar)
Batı kamuoyunda, Ermeni soykırım iddiaları bugüne kadar
doğruluğu ispatlanmamış olan, hatırat türü, sübjektif bazı yayınlara
dayanmaktadır. Biraz evvel Blue Book veya Mavi Kitap denilen kitabın yazarı
Arnold Toynbee, aslında, çağımızın ünlü bir tarihçisidir, birçok da kıymetli
eseri vardır -hakkı teslim etmemiz lazım- ama, bu eser de onun handikapı ve
talihsizliği olmuştur. Kendisi bile bunu ölmeden itiraf etmiştir değerli
milletvekilleri. Kendisi, birçok istatistiği ve hatta, birçok ismi boş
bırakmıştır ve "ikinci el kaynaklardan biz bunları yazdık; ya, biraz da
yanlış mı ne yazdık" diyerek bunu ifade etmişlerdir ve dolayısıyla,
propaganda kitabı olmaktan öteye de gidememiştir.
İzninizle, bu son sözümüzü bitireyim. Halbuki, tarih
belgeyle yazılır hükmü, tüm dünya bilim âlemince kabul edilen bir gerçektir;
çünkü, arşivlere dayalı bilimsel çalışmalar, önyargı ve siyasî yaklaşımları
ortadan kaldıracaktır.
Değerli milletvekillerim, arşivler, belgeler doğruyu
söyler. Biz, ona ulaştığımızda doğruya ulaşırız; ama, ideologlar, ideolojiler
ise, kendi ideolojilerine mesnet aramak için bir şeyler yaratırlar veya
uydururlar. Onun için, biz, hodri meydan, diyoruz ki, arşivlerimizi açalım,
Moskova arşivinden Malta arşivine kadar, Londra arşivinden Erivan arşivine
kadar. O halde, biz arşivlerimizi açmışız; 100 tane belgeyi de, Viyana'da,
bilim adamlarıyla değiş tokuş yapmak için takdim etmişiz; ama, Ermenistan,
bizim bu jestimize, maalesef, olumlu cevap vermemiştir ve bu sahadan
çekilmiştir; çünkü, arşivlere dayalı bilimsel çalışmalar, önyargı ve siyasî
yaklaşımları ortadan kaldıracaktır. Arşivler, diğer tarihî kaynaklar arasında
gerçeği en objektif şekilde yansıtan otantik belgelerdir. Bu nedenle, Batı
ülkelerinde siyasî bir yaklaşımla ele alınan Ermeni konusunun, tarihin asıl
kaynaklarına inilerek değerlendirilmesi gerekir.
Tarihî konular ve olaylar hakkında hüküm verebilmek
için, tarihin orijinal kaynakları olan arşivler, tarih araştırmacıları için
gerçek belge niteliğindedir. Türk arşivlerinde araştırma yapmadan yazılacak bir
bölge ve dünya tarihinde muhakkak eksiklik olacaktır; çünkü, Türk tarihi, Türk
arşivleri, üç kıtada, geniş bir coğrafyada ve ikibin yıllık tarihte önemli
belgelerdir.
Ermeni konusunda Batı ülkelerinde yapılan yayınlar
birinci elden kaynaklara dayanmadığı için, maalesef, eksik, hatalı ve sübjektif
olmuştur. Halbuki, Türk arşivlerinde Ermeni konusuyla ilgili milyonlarca belge
vardır. Bu belgeler, olayları objektif bir şekilde aydınlatacak mahiyettedir.
Belgelerin, tarihî gerçekleri siyasî, ideolojik ve önyargılı yaklaşımlardan uzak,
bilimin ışığında aydınlatacak olması bizim için önemli bir referanstır.
Konu uzun; kıymetli vakitlerinizi aldım. Teşekkür
ediyorum; Yüce Heyete, tekrar, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Daloğlu, teşekkür ediyorum.
Önerge sahipleri adına ilk konuşma, Aksaray
Milletvekili Ramazan Toprak'a aittir.
Sayın Toprak, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Önceki konuşmacılar, olayın tarihî arkaplanına ışık
tuttular, ciddî bilgiler verdiler. Ben, olaya daha farklı bir yaklaşımda
bulunmak istiyorum izninizle. Temel birkaç noktaya kısa kısa değinmelerle,
vurucu ve akılda kalıcı bazı şeyler söylemek istiyorum ve mesajlarımı da, içe
dönük olmaktan ziyade, dışa dönük mesajlar şeklinde vermek gayretindeyim.
Saygıdeğer milletvekilleri, Meclisimiz tarihî bir gün
yaşıyor. Yetmiş milyonluk Türk Milleti, iktidarıyla muhalefetiyle, 550
temsilcisiyle bugün tek yürek olmuş, tek ses olmuş ve dünyaya bir birlik, bir
bütünlük içinde tek bir mesaj veriyor. Biz, bu birlik ve beraberliği
koruduğumuz sürece, Türkün huzurunu, kardeşliğini, barışını, komşularıyla
ilişkilerini hiç kimse bozamaz.
24 Nisan 1915 tarihi, yani, Taşnak ve Hınçak
Ermenilerinin uzantısı olan birkısım militan Ermenilerin sözde soykırım günü
olarak ilan ettikleri 24 Nisan 1915 nedir? 24 Nisan 1915, Ermeni komite
merkezlerinin kapatılmasını, evraklarına el konulmasını ve elebaşılarının
tutuklanmasını öngören ve 14 valilik ile 10 mutasarrıflığa gönderilen
emirnamedir. Osmanlı, bu emirnameyle, bu ayaklanmaları, başkaldırıları önlemeye
çalışmıştır. 24 Nisan tarihi budur.
Osmanlılar, bin yıla yakın bir süre, altıyüz yıl dünya
egemen gücüydü. Bu egemen güç içinde, irili ufaklı yüzlerce kavim ve
topluluklar yaşadı. 1915 tarihine kadar -bugün, Osmanlı topraklarından 40'ın
üzerinde ülkenin de çıktığını varsaydığımızda- düşünün, yüzlerce irili ufaklı
kavim içinde, Osmanlı, sadece Ermenilere mi soykırım uyguladı?! İrili ufaklı
yüzlerce kavim içinde, bu iddiada bulunan başka bir kavim yok. O zaman, bu
olayın arka planına ışık tutmak lazım.
Osmanlının eğer tarihini kurcalayacaksak, beşyüz yıl
önce İspanya'dan sürülen Musevîleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi
soykırımına tabi tutulan Musevîleri ve daha henüz onüç ondört yıl önce Saddam
tarafından katliama tabi tutulan Kürtleri... Sığınma ülkesi, kucak açan bir
ülke olarak anıldık. Gerek Osmanlılar ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti tarihi...
Aksi bir iddia, tarihte, Ermeniler dışında hiç kimse tarafından ortaya
konulabilmiş değildir.
Değerli arkadaşlar, sözde Ermeni soykırımı iddiası
gündeme geldiğinde, önünde iki muhatabımız var. Birisi, benim, Taşnak ve Hınçak
uzantıları dediğimiz militan Ermenilerin taşeronluğunu yaptığı sözde soykırım
iddiasıdır. Bunların bir stratejisi var. Bu strateji, benim 3T formülü dediğim
formüle dayanmaktadır. Bu militanların birinci T'si tanımadır, ikinci T'si
tazminattır, üçüncü T'si ise toprak talebidir. Şimdilik... Dün de Ermenistan
Devlet Başkanı ifade etti. "Bizim yalnızca soykırımın tanınmasına yönelik
çalışmalarımız vardır; şimdilik kaydıyla toprak talebimiz yoktur; buna,
ileride, zamanı geldiğinde, yöneticilerimiz karar vereceklerdir" demiştir.
Açıkça itiraftır. Nihaî aşamada toprak talebini içeren, üç aşamalı, 3T
formülüyle izah ettiğim bir stratejidir.
Peki, bizim, Türk Devleti olarak bu stratejiye karşı
bir strateji geliştirdiğimiz söylenebilir mi; maalesef, hayır. Bizim
tepkilerimiz, olay sıcağı sıcağına iken, her 24 Nisan arifesinde, spontan
tepkiler, günü kurtaran açıklamalarla geçiştirilmiş yakın zamana kadar.
Maalesef, bir strateji geliştirilmemiş. Belki de haklı olmanın rehaveti
nedeniyle üzerine yatılmış. Ben bunu bir deyimle ifade etmek istiyorum. Galiba,
biz, bu sözde soykırım iddiası konusunda yatan aslan olduk; gezen tilki çok
mesafe katetti. Keşke, biz de buna karşı biraz strateji üretebilseydik.
Değerli dostlar, kısa kısa notlar vereceğimi ifade
etmiştim. 24 Nisan yaklaşıyor. Dost ve müttefikimiz Amerika Birleşik
Devletlerinde bu soykırımın bu kez kabul edileceği yönünde duyumlar aldık;
doğru olmamasını temenni ettiğimiz duyumlar. Sayın ABD Başkanı Bush, aynı
şekilde, 24 Nisan 2001 tarihinde soykırım bildirisi önüne getirildiğinde,
soykırım kavramı yerine, İngilizcesi annihilation olan, yani, savaş sırasında
öldürme, savaş ortamında öldürme, mukatele dediğimiz kavramı kullanmıştır.
Şimdi, bu kavram yerine jenosit kavramı getirilmek istenmektedir; yani, dört
yılda, doksan yıl önceki tarih, herhalde değişmedi. Böyle yanlış bir teşebbüs,
dört yıl içinde doksan yıl önceki tarihi değiştirme girişimidir.
Değerli dostlar, 24 Nisan 1915, tehcir... Bu tehcir,
aslında, sadece bizim tarihimizde olan bir olay değil; çok yakın bir geçmişte
Japonların Pearl Harbour baskınıyla Amerika Birleşik Devletlerine savaş
açtığında Amerika Birleşik Devletleri savunma anlamında bir tedbir aldı.
Dönemin Devlet Başkanı Franklin Roosevelt'in 7 Aralık 1941 tarihinde vermiş
olduğu 9006 sayılı emir şunu içermektedir. Amerika'nın batı kıyılarındaki
Japonların iç bölgelerdeki tecrit kamplarına gönderilmesini içeren bir emirdir
bu; yani, savaş bölgesindeki Japonların iç bölgelere gönderilerek tecridi. Aynı
şeyi Osmanlı yapmıştır. Kaldı ki, bizim tehcir bölgesindeki Ermeniler -Taşnak
ve Hınçak Ermenileri olarak düzelteyim- çete kurdular, Osmanlı ordularını
arkadan vurdular, büyük katliamlara giriştiler, gerçek anlamında bir soykırıma
giriştiler. Böylesi Ermenilere karşı sadece hukukî yollar, tehcir hakkı
kullanıldı ve tabi tutuldu tehcire. Aynı şeyi Amerikalılar yaptı. Eğer tehcirle
ilgili bir karar alınacaksa, Franklin Roosevelt'in 9006 sayılı emri de aynı
içeriktedir, aynı akıbete tabi olmalıdır. Ben, böyle bir dost ve müttefik
ülkenin böyle bir yanlışa düşeceğine asla ihtimal vermiyorum.
Yine, aynı şekilde dost ve müttefik olduğunu bizim
söylediğimiz, ama davranışlarını çokça göremediğimiz bir başka ülkeye de
değinmek istiyorum. Kasım 2000 ayında, 1954-1962 Cezayir Savaşı sırasında görev
alan iki Fransız general, Le Monde Gazetesine, vicdanlarını rahatlatmak için
itiraflarda bulunmuşlardı. Bu itiraflarda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Toprak, mikrofonunuzu açıyorum;
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
RAMAZAN TOPRAK (Devamla) - İki Fransız general, Le
Monde'a verdikleri itiraflarda, Cezayir Savaşı sırasında 1 000 000 Cezayirliyi
asker disiplini içinde öldürdüklerini ifade etmişti. Bu konu Fransız Ulusal
Meclisi gündemine getirildiğinde, dönemin Fransız Başbakanı Jospin
"Cezayir katliamını tarihçilere bırakalım" demişti; aradan iki ay
geçti, sözde soykırım iddiası Fransız Ulusal Meclisi gündemine getirildiğinde,
yani 18 Ocak 2001 tarihinde, bu kez Ulusal Mecliste bu kabul edildi. İki ay
önce 1 000 000 Cezayirlinin katliamını tarihçilere bırakan Jospin, iki ay
geçtikten sonra kendisi tarih yazmaya kalktı ve sözde soykırımı tanıma kararı
aldı.
Yine, itiraflara devam ediyoruz. Birinci Dünya Savaşı
sırasında Maraş'ın işgaline katılan bir Fransız subay Georges Boudiere,
hatıralarında yazıyor; Fransız ordularına sığınan Ermenilerden 3 tabur
oluşturarak cepheye sürdüklerini, ilk günlerde bunların yüzlercesinin öldüğünü,
hatırasının bir ay sonraki bölümünde de 3 000'den fazla Ermeninin öldürüldüğünü
ifade ettiler.
Bakın, dost ve müttefik bir ülke, galiba, Maraş
işgalinde öldürülmelerine neden oldukları Ermenilerden, acaba, böyle mi özür
dilemeye çalışıyor; Türk tarihi hakkında iftirada bulunmak suretiyle mi,
çarpıtmak suretiyle mi, dost ve müttefikliğe sığmayan bu davranışla mı Hınçak
ve Taşnak Ermenilerinden özür dilemeye çalışıyor?! Bu, ciddî bir yanılgıdır,
ciddî bir çifte standarttır, tarihin çarpıtılmaya kalkışılmasıdır. Devlet
adamlığı çifte standardı kaldırmaz.
Çok çarpıcı bir bilgi vermek istiyorum. Ermeni ASALA
Örgütünün saldırıları 1986'da son bulmuştur. Avrupa Parlamentosunda Ermeni
soykırım olayının tanınması 1987 yılıdır; yani, takip eden yıldır. İster
istemez, benim aklıma şu geliyor: Bu olayın bir tesadüften öte, terörün
durdurulması karşılığında Hınçak ve Taşnak Ermenilerine siyasî destek mi
verildi; öyleyse, bu, teröre prim vermek olmuyor mu?!
Yine, bu konuda çok çarpıcı bir bilgi vermek istiyorum.
Geçtiğimiz hafta Dışişleri Komisyonunda bilgi veren, aynı dönemde Avrupa
Parlamentosunda büyükelçi olarak görev yapan Sayın Polat Tacar'ın anlattığı çok
çarpıcı bir vakayı sizlerle paylaşmak istiyorum. "Avrupa Parlamentosunun
siyasî komisyonunda soykırım kararı 16'ya 15 reddedildi. Alman milletvekili
görüşme teybini bana dinletti. İtalyan başkan bir kez daha oylattı, yine
reddedildi. Oturum değişti; bu kez, yine bir başka İtalyan oturuma başkanlık etti;
bu kez, reddedilen karar tasarısı hiçbir şey olmamış gibi kabul edildi; ancak,
o verilen arada bir şeyler oldu." Ne mi oldu; bunu bir Alman parlamenter,
aynen, akabinde kürsüye gelerek ifade ediyor, "Sayın Başkan, biraz önce
bana silah göstererek beni ölümle tehdit ettiler, beni ve ailemi ölümle tehdit
ettiler; şimdi, ben, burada nasıl oy kullanırım" diyor ve başkanın cevabı:
"Yok, önemli bir şey değil bu." Bu şekilde reddedilen bir önerge,
silah tehditleriyle, 1986'da kabul edildi. Bu, işlerin arkabahçesidir,
arkaplanıdır; önplanı çok farklı ifade ediliyor. Bunlar dostluğa sığacak
davranışlar değil.
Birkısım dost ve müttefik ülke parlamentoları bunları
kendi parlamentolarında gündeme getirerek, bunu tanıma karşılığında veya bunu
tanımaktan vazgeçmek karşılığında, Türk Devletinin ulusal çıkarlarından
tavizler istiyorlar; yani, aslında bu iddiayı, gerçek olduğuna inandıkları için
değil, Türk Devletinin çıkarlarından taviz amacıyla malzeme olarak
kullanıyorlar. İşin bu yönü çok ciddîdir. Burada bir samimiyet testinden geçmek
gerekiyor.
Değerli milletvekilleri, burada olayın iki yüzü var.
Bir esas, bir de usul. Esasta, soykırım iddiasının olmadığına hepimiz yürekten
inanıyoruz, bizim tarihimizde böyle bir olay yok; ancak, haklı olmak, sonuca
gitmek için yeterli olmuyor. Ben yıllarca hâkimlik, savcılık yaptım. Haklı
olmanın rehavetine kapılırsanız, mahkûm olursunuz, bu sözde soykırım iddiasında
olduğu gibi. Yapılacak bir şey var; haklı olduğumuza güvenmenin rehavetine
kapılmadan, ciddî ve sonuç alıcı yöntemler ortaya koymak durumundayız. Esası,
yöntemlerle, doğru ve sonuç alıcı yöntemlerle işleme koyduğumuzda sonuç alırız.
Bakın, bir grup militan Ermeni, tarihte hiç
gerçekleşmemiş bir olayı var gibi kabul ettirmek suretiyle yöntemde ne kadar
başarılı olduklarını gösterdiler, esasta hiç de haklı olmadıkları halde. Biz,
yöntem konusunda yanlış yaptık; bu yanlışı kabul ettikten sonra ciddî adımlar
atmalıyız ve ben, bu konuda ciddî olarak hangi adımlar atıldığına geçmişte
baktığımda, hep spontan tepkilerin dışında, Sayın Başbakanımızın ve Sayın
Anamuhalefet Liderinin geçtiğimiz ay nokta vuruşu yaparak, Mavi Kitap üzerinde
çok ciddî bir diplomatik atak gerçekleştirildiğini düşünüyorum. Binlerce
karavana atış yerine, nokta atışlar önemlidir. Bir grup Ermeni, bunu yaptığı
için sonuç aldılar. Biz, galiba burada yanlış yaptık.
Benim, sonuç alıcı, kalıcı olması için izninizle iki
alanda önerim olacak; bir, siyasî alanda öneri. Zaten siyasî alandaki öneriler
yaklaşık iki yıldır muhtelif platformlarda ifade edildi. Geçtiğimiz iki ay
içinde de iktidarıyla, muhalefetiyle ciddî adımlarla bu gündeme getirildi;
ancak, bunların arasına, ben, tüm ülke parlamentoları olduğu gibi, o ülkelerin
siyasî parti yetkililerine, tarih araştırmacılarına, etkin kişi ve
kuruluşlarına da ulaşmak gerektiğini düşünüyorum.
Modern yönetim anlayışında hizmetin ayağına gelinmez,
hizmet ayağa götürülür. Biz arşivlerimizi açtık; araştırmacı gelmiyorsa,
yapacağımız bir şey var, arşivlerimizden en temel belgeleri araştırmacıların
ayağına götürmektir. Şimdi bu modern yönetim anlayışındaki hizmeti ayağa
götürmek anlayışıyla, bu belgeleri, bu araştırmacıların, bu ülke
parlamentolarının, milletvekillerinin, siyasî parti yetkililerinin tamamına
ulaştırmak zorundayız; bu, siyasî önerim.
Bir de, hukukî alanda bugüne değin benim rastlamadığım,
yaptığım araştırmada rastlamadığım hukukî bir öneride bulunmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Ermenistan Anayasasının 13
üncü maddesinde Ermenistan Cumhuriyetinin arması tanımlanırken, Ağrı Dağı
tasviri yer aldığı ifade ediliyor. Bu, basit, masum bir cümle gibi. Anayasanın
13 üncü maddesinde "Ağrı Dağı tasviri yer alır" cümlesi var.
Biz, 1945 yılında Birleşmiş Milletlere üye olduk.
Ermenistan, bağımsızlığı akabinde, 1992 yılında Birleşmiş Milletlere üye oldu.
Uluslararası hukukta, egemen bir ülkenin, bir başka egemen ülkenin
topraklarında gözü olduğunu, işgal amacı taşıdığını ifade eden bir söz, bir
yaklaşım, bir cümle, üstelik anayasasında sarf edilen bir cümle, Birleşmiş
Milletler Anlaşmasının 2, 6, 14, 39, 41 ve 42 nci maddelerini ihlaldir. Bu
ihlaller yaptırımları gerektirir. Bunlar arasında caydırıcı bazı yaptırımlar,
kara, deniz, hava ulaştırma, nakil araçlarını abluka etme, engelleme olduğu
gibi, 6 ncı maddede öngörülen ihraç kararına varacak şekilde de ciddî tedbirler
aldırılabilir ve hatta 41 ve 42 nci maddesinde silahlı güç kullanmaya varacak
tedbirlere de, uç noktada bu tedbirlere de Birleşmiş Milletler karar verebilir.
Bunun yolu, yine, Anlaşmanın 94 üncü maddesinde öngörülen Milletlerarası Adalet
Divanına başvurudur.
Bu, ciddî bir hukukî malzemedir. Hiçbir ülkenin
anayasasında bir başka ülkenin toprağında gözü olduğunu ifade eden cümle yer
alamaz. Bu uç noktada, son kabulle, nihaî kabulle bu hükmü koyan bir ülkenin
terörist devlet, terörist ülke ilanına varacak bir cümledir. Biz bu argümanı
geçmişte, Dışişlerimizin arşivlerini taradığımda, bu argümanın, hukukî
argümanın, doğrusu, kullanıldığına pek şahit olmadım. Ancak, çok çok önemli bir
argümandır. Ben bunun üzerinde çok ciddî olarak durulmasını öneriyorum.
1922 olayında, bu olay nasıl çözülmüş; Ulu Önder
Atatürk'ün Meclisimizin 3 üncü toplanma yılı açılış konuşmasından bir paragraf
sunmak istiyorum: "Ermeni meselesi denilen ve Ermeni Milletinin gerçek
çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre
halledilmek istenen mesele, Kars Anlaşmasıyla en doğru çözüm şeklini buldu.
Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları
memnuniyetle tekrar kuruldu." Böyle söylüyor Ulu Önder; ancak, sonrasında,
araya girenlerce, bu dostluk bağları koparıldı. Ermeni yazar Levon Panos
Debbağyan'ın geçtiğimiz hafta Dışişleri Komisyonunda ifade ettiği gibi:
"Bizi Batılılar kullanıyor; bizi, tarihte Türkler bağrına bastı." Bu
cümle, doksan yıldır söylenemiyor araya girenlerce.
Bakın, ben, burada, her şeye rağmen, izninizle, şöyle
bir çağrıda bulunmak istiyorum: Bazı dost ve müttefik ülkeler, Ermenilerin
omuzlarından, kendi ulusal çıkarları için bize ateş ediyorlar. Hınçak ve Taşnak
uzantısı bazı Ermeniler de, dost ve müttefik ülkelerin omuzlarından bize ateş
ediyorlar; bu, yanlış bir yaklaşım. Tarihte bu yaklaşımların sonu hep belli
olmuştur.
Ben, buradan, bu sözde soykırım iddiası üzerinden
düşmanlıklar üretmeye çalışanlara sesleniyorum: Bir gün, sizi kullanan ülkeler,
arkanızdan çekildiklerinde, bu bölgeden çekilip kendi vatanlarına
döndüklerinde, bizler, yine sizlerle yan yana, sekizyüz yıl olduğu gibi, yine
komşuluk ilişkileriyle yan yana, dostça, kardeşçe olmak istiyoruz. Biz, size
her zaman dostluk ve barış elini uzattık, sekizyüz yıl uzattık; bir o kadar
daha barış, dostluk, kardeşlik elimizi uzattık. Bu dostluk ve kardeşlik elimiz
hep havada kalacaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Toprak.
Önerge sahipleri adına, ikinci konuşmacı, İstanbul
Milletvekili Sayın Onur Öymen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Türklerin Ermenilere soykırım
yaptığı iddiasıyla ilgili olarak verilen genel görüşme önergeleri vesilesiyle
kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Dışişleri Bakanımız, çok değerli grup
sözcülerimiz ve kişisel görüşlerini açıklayan arkadaşımız bu meselenin çeşitli
yönlerini anlattılar.
(Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı
Deniz Baykal Büyük Britanya Avam Kamarası ile Lortlar Kamarasına gönderilecek
mektup metnini Genel Kurulda imzaladılar)
(AK Parti ve CHP sıralarından ayakta alkışlar)
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Ben de, müsaade buyurursanız,
meselenin bazı yönleri hakkındaki görüşlerimi arz edeceğim; ama, bunu yapmadan
önce, Sayın Başbakan ile Dışişleri eski Bakanımız ve Cumhuriyet Halk Partisi
Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın birlikte imzaladıkları metnin ülkemiz
açısından gerçekten örnek bir olay olduğunu, iftihar edilecek bir olay olduğunu
söylemek istiyorum, kendilerini huzurunuzda kutluyorum. (AK Parti ve CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, Ermeni soykırımı iddialarıyla
ilgili pek çok kitap yayımlandı, binlerce arşiv belgesi var elimizde. Bu
belgelerin çok ilginç bir yönü var, bir boyutu var; ben bunu dile getirmek
istiyorum. Başından beri, daha Birinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren,
Ermeni soykırımı iddiaları, aslında, başka amaçlar için kullanılmıştır, başka
amaçlara hizmet etmek için kullanılmıştır. Bugün Ermeni meselesini
değerlendirenlerin, tarih boyunca Ermeni meselesinin ne zaman, hangi amaçlar
için kullanıldığını, zaman zaman istismar edildiğini çok iyi anlamaları lazım.
Demin sözü edildi, pek çok arkadaşımız dile getirdi
Mavi Kitap denilen belgeden bahsettiler. Değerli arkadaşlarım, Mavi Kitap'ın
yayımlanması, doğrudan doğruya, İngiltere'nin Amerika'yı Birinci Dünya Savaşına
sokma gayretlerinin bir ürünüdür; doğrudan doğruya Ermeni meselesiyle bir
ilgisi yoktur. Ermeni meselesine sahip çıktığı için İngiltere bu kitabı
yayımlamış değil. İngiltere, Birinci Dünya Savaşına girmiş, hasımları Almanya
ve Türkiye; ama, Amerika savaşa girmeden İngiltere'nin bu savaşı kazanma ihtimalî
zayıf, onun için bir savaş propaganda bürosu kuruluyor, adı Wellington House ve
bu propaganda bürosu 1 160 tane kitap ve broşür yayımlıyor Türkiye ve Almanya
aleyhine. Amaç, Amerikan kamuoyunu etkilemektir ve Amerikan kamuoyunun
baskısıyla, Amerikan Hükümetinin İngiltere'den yana savaşa girmesini
sağlamaktır. Bunun için, İngiltere'nin en ünlü yazarlarını topluyorlar,
edebiyatçılarını topluyorlar "bize öyle yayımlar yapın ki, Türkiye'yi ve
Almanya'yı dünya gözünde çok küçültsün, aşağılasın ve Amerikan kamuoyunda, bu
ülkelere karşı, bu milletlere karşı infial duyguları uyandırsın" diyorlar.
İşte bu kitaplar, bunun için yazılıyor. Bu kitaplar, Amerika'da çok sayıda
dağıtılıyor ve aynı zamanda, Almanya'nın Amerika'ya kendi görüşlerini,
tezlerini ulaştırmasını engellemek için Almanya ile Amerika arasında denizin
altından giden telgraf hattı kesiliyor. İşte, Birinci Dünya Savaşında, İngiliz
propaganda bürosunun amacı bu ve bu kitap, o zaman, o amaç için kullanılmıştı,
yazılmıştı; daha sonraki yıllarda da, Ermeni militanları tarafından, başka
ülkeler tarafından, başka amaçlarla kullanılmıştır.
Wellington House savaştan sonra kapatılıyor, bütün
belgeleri imha ediliyor ve bu yayınların içyüzü yeterince anlaşılamıyor kısa
bir süre öncesine kadar; ama, şimdi, bunları gayet iyi biliyoruz; şimdi, çok
iyi biliyoruz, bu kitaplar nasıl yazılmış, niye yazılmış. Almanya aleyhinde de
bir Mavi Kitap yazılmış. Bu Almanya aleyhindeki Mavi Kitapta deniliyor ki:
"Belçika'yı işgal eden Alman birlikleri, orada rastladıkları bütün
bebeklerin ellerini kestiler, bütün papazları çan kulesine astılar." Böyle
iddialar var; ama, savaştan sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Chamberlain, Avam
Kamarasında, açıkça bunun bir propaganda belgesi olduğunu açıklamış ve bu
bilgilerin doğru olmadığını söylemiş. Peki, aynı nitelikte olan Türkiye
aleyhindeki Mavi Kitap'ın gerçek boyutu niçin açıklanmamıştır, niçin bugüne
kadar bunun Türkiye aleyhinde bir tezvirat kaynağı olmasına izin verilmiştir,
işte mesele burada. O bakımdan, bizim, işin bu boyutunu çok iyi
değerlendirmemiz lazım.
Şimdi, İngiltere Hükümeti, bugün, bu iddiaların
doğruluğuna inanıyor mu? İngiltere Hükümeti, bugün, Türklerin Ermenilere
soykırım yaptığına inanıyor mu? Değerli arkadaşlarım, bunun cevabını,
dışişlerinden sorumlu İngiliz Devlet Bakanı veriyor Avam Kamarasında, 1999
yılının 14 Nisan günü yaptığı konuşmada.
Bakınız, İngiliz Devlet Bakanı Baroness Ramsey of
Cartvale ne diyor; diyor ki: "Osmanlı idaresinin Ermenilerin yok edilmesi
kararını kanıtlayacak bir belgenin yokluğu nedeniyle, İngiliz hükümetleri, 1915
ve 1916'daki olayları soykırım olarak tanımamaktadır." Açıkça bunu Avam
Kamarasında söylüyor, "biz, bu olayları soykırım olarak tanımıyoruz"
diyor. Yine, devam ediyor ve diyor ki: "Bizce, seksen yıl önce cereyan
etmiş olayların bugünkü hükümetler tarafından değerlendirilmesi uygun değildir;
zira, bu olaylar hukukî ve tarihî tartışmalardır."
Şimdi, dışişlerinden sorumlu İngiliz Devlet Bakanı bunu
söylüyor. İngiliz bir başka bakan, Çevre Bakanı, 24 Ocak 2001 tarihinde bir beyanat
veriyor ve şunu söylüyor: "Bir süre önce İngiltere Hükümeti, Ermeni
konusunda sunulmuş olan delilleri gözden geçirdi. 1915 ve 1916'da meydana
gelmiş olan olayların belgelerini inceledi ve bu olayların Birleşmiş Milletler
tarafından tanımlanmış olan soykırım tanımlamasına uymadığına karar verdi.
Bunlar, İngiliz Hükümetinin tutumudur ve değişmeyecektir."
Şimdi, İngiliz bakanlar bunu söylüyor; fakat, sonra
bakıyorsunuz, Avrupa Birliğinin üyesi olan bazı ülkelerin parlamentoları da,
İngilizlerin bu gözlemlerini hiçe sayarak, Türkiye'de soykırım olduğu
iddiasıyla raporlar yayınlıyorlar, parlamento kararları alıyorlar. İşte, işin
düşündürücü olan tarafı budur.
Peki, İngilizler bugün böyle diyor da, vaktiyle
Ermeniler ne diyordu? Şimdi, değerli arkadaşlarım, Ermenistan'ın ilk Başbakanı
Hovhannes Katchaznouni, 1923 yılının nisan ayında Bükreş'te düzenlenen bir
Ermeni Devrimci Federasyonu toplantısına katılıyor. Bakınız ne diyor o
toplantıda; diyor ki: "Savaşta ilerleyen Türk ordusu, sadece düzenli
birliklerle savaşmıştır. Savaşı sivil bölgelere asla taşımamıştır. Türk
subayları son derece disiplinlidir ve herhangi bir katliama izin
vermemişlerdir."
Değerli arkadaşlarım, bu bilgileri biz nereden
alıyoruz? İlk Ermeni Başbakanının bunu söylediğini nereden biliyoruz? Bu
konuşmanın metnini, 1955 yılında, New York'taki Ermeni Enformasyon Servisi
yayınlamış; ama, sonra ne olmuş; Ermeni militanlar, nasıl yapmışlarsa, bu
yayınları bütün kütüphane raflarından kaldırmışlar. Şimdi, bunu arasanız zor
bulursunuz. Birçok yerde kütüphanelerin kataloğunda var; ama, kitap raflarında
yok. İşte, gerçekler bunlardır. Gerçekler bunlardır; bizzat Ermeniler
tarafından söylenen gerçekler bunlardır.
Şimdi, ilginç bir olay da şudur, bunu da Yüce Heyetin
bilgisine sunmak istiyorum: 13 Şubat 1919 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu,
tehcirin nedenlerini saptamak üzere bir komisyon kuruyor ve İsveç, Hollanda,
İspanya ve Danimarka Hükümetlerine birer nota göndererek, bu komisyona temsilci
göndermelerini istiyor ve her dört ülkeden gelen cevapta da "maalesef,
temsilci gönderemeyiz" ifadesi yer alıyor. Yani, biz istiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Öymen.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Teşekkür ederim.
Tehcir sırasında soykırım uygulayan bir ülke bunun
tahkiki için yabancı gözlemci ister mi? Bunu biz istiyoruz, göndermeyen onlar.
Peki, bu Ermeniler durup dururken, Doğu Anadoluda
yaşıyorlardı da, Osmanlılar bunları yerlerinden mi etmeye kalkıştı? Ermeniler
ne yapıyordu o sırada?
Değerli arkadaşlarım, bu konuda iki tane önemli belge
var. Bir tanesi Bogos Nubar Paşanın Mart 1919'da Maten Gazetesine verdiği
mülakattır. Bakın, Ermeniler ne yapıyormuş savaşta, amaçları neymiş, işte, açıp
okuyorsunuz ve görüyorsunuz. Aynen şunları söylüyor Bogos Nubar Paşa:
"Ermeniler bu savaşta İtilaf Devletleriyle işbirliği yaptıkları için
bağımsızlığa hak kazanmışlardır." Yani, işbirliği yaptıklarını itiraf
ediyor, "bağımsızlığa da hak kazandık" diyor. "Şimdi, bizim
talebimiz, 6 Osmanlı vilayetiyle Kilikya'dan ve Rusya'daki kardeşlerimizden
oluşan bağımsız bir hükümet kurmaktır." İşte, burada, bir bağımsız hükümet
kurmak için yabancı ordularla işbirliği yapan çetelerin tasfiyesi söz konusudur.
Değerli arkadaşlarım, şimdi size ilginç bir bilgi
vermek istiyorum. En son bilgi budur. Bize diyorlar ki: "Efendim, Türkiye,
arşivleri açtım diyor ama, en önemli arşivler Genelkurmaydadır, Genelkurmay
arşivlerini açmıyor, o yüzden bazı belgelere ulaşılamıyor."
Değerli arkadaşlarım, Genelkurmay arşivlerini tasnif
etmiştir ve bu arşivlerin ilk iki cildi bugün yayınlanmıştır, bugünkü tarih
itibariyle yayınlanmıştır. Bakınız bu arşivlerde ne deniliyor, size sadece bir
tek belge okuyacağım. Çok önemli belgeler var içinde; ama, bu belgeyi
okuduğunuz zaman anlıyorsunuz Osmanlılar niçin tehcir yapmış. 3 üncü Ordu
Komutanı Mahmut Kâmil Paşa, 19 Haziran 1915 tarihinde Savunma Bakanlığına
gönderdiği yazıda bakınız ne diyor: "Doğuda Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis,
Elazığ, Diyarbakır ve Sivas İlleri savaş alanıdır. Harp harekâtı bu alanda
yapılmakta olduğu gibi, ordunun muhtaç olduğu yiyecek maddeleri de bu illerden
sağlanmaktadır. Erzurum, Van ve Bitlis İllerindeki Ermeniler, düşman tarafına
firar ederek, çeteler halinde yolları kesip, halkı katlederek, depoları
yağmalayarak gerçek yüzlerini gösterdiler. Sivas, Diyarbakır, Elazığ İllerinde
oturan Ermenilerin de aynı gayeyi güttükleri, ele geçirilen silah, bomba,
patlayıcı maddeler ve açığa çıkan teşkilatlarıyla meydana çıkmaktadır. Bu
durum, sonradan Karahisar'da ortaya çıkan olay ile de tescil edilmiştir. Bunun
üzerine, orduyu besleyecek bölgelerin ve menzil sınırımızın geçtiği yerlerin
düşmanca emeller taşıyan bu unsurlarla dolu olmasını, ordunun yiyecek ihtiyacı
ve emniyeti bakımından tehlikeli görüyorum. Ordu, dış düşmana zorlukla karşı
koyduğu anda, ikmal erlerinin ve yeni kuvvetlerinin bir kısmını iç düşmanlara
ayırarak büyük bir tehlikeye maruz kalıyor. Bu nedenle, gelecekte daha vahim
bir durum karşısında kalmamak için, şimdiden yukarıda arz edilen illerdeki
Ermenilerin de Halep ve Musul bölgesine sevk edilerek iskân edilmesine ve
valilere bu konuda ordu tarafından yapılacak tebliğlerin geciktirilmemesi için
yardım edilmesini ve bu konudaki onaylarının bildirilmesini arz ederim."
İşte, bugün yayımlanan belge budur.
Değerli arkadaşlarım, tehcir, durup dururken alınmış
bir karar değil. Komutan, size açıkça söylüyor; diyor ki: Bu bölgelerde yaşayan
Ermeniler düşman tarafına firar ettiler, bizim ikmal yollarımızı kesiyorlar,
halkımızı öldürüyorlar, bunları buradan başka yere taşıyın. Sebebi bu. Bunun
soykırımla ne alakası var; hiçbir alakası yoktur.
Değerli arkadaşlar, bir meseleye daha değinmek
zorundayız, o da şudur: İstanbul işgal altındayken, İngilizlerin baskısıyla bir
mahkeme kuruluyor. Nemrut Mustafa Divanı adıyla anılan bu mahkeme, İngilizlerin
verdiği listelere dayanarak, bazı vatandaşlarımızı, devlet görevlilerimizi
yargılıyor, bir kısmını idama mahkûm ediyor, bir kısmına da ağır cezalar
veriyor. Bunların içinde çok değerli devlet görevlileri vardır: Boğazlıyan
Kaymakamı Kemal Bey gibi, Urfa Mutasarrıfı Şehit Nusret Bey gibi. Bu değerli
insanlarımızı, bu mahkeme, idama mahkûm ediyor ve idam ediyor. O dönemde,
gerçekten vatansever insanlar bunları kaçırmak istiyor. Bunlar "biz niye
kaçalım, hiçbir suç işlemedik. Devletimize hizmetten başka hiçbir günahımız
yok; niçin kaçalım; kaçmak şerefsizliktir" diyorlar ve şereflerini idam
edilerek gösteriyorlar. Ondan sonra, devlet, yapılan kusuru anlıyor, cumhuriyet
kurulduktan sonra, bunların çocuklarını devlet okutuyor.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bir görevimiz daha var;
işte, bu gibi dış baskılarla, adalete politika karıştırılarak mahkûm edilen
insanlarımızın itibarını iade etmek. İşte, bize düşen en önemli görevlerden
biri budur.
Çok değerli arkadaşlarım, İngilizler, biliyorsunuz,
ondan sonra, bizim devlet adamlarımızı, 143 kişiyi Malta Adasına sürdüler
-demin arkadaşlarımız anlattılar- ve sonunda bunların suçlu olduğunu
kanıtlayacak tek bir belge bulamadılar. Buna rağmen, İstanbul'daki İngiliz
temsilcisi Amiral De Robeck, Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a mektup yazıyor
-bunları tescil etmek, tarihe geçirmek lazım- aynen şöyle diyor:
"Tutukluları -Malta'daki mahkemeden bahsediyor- mahkeme önünde itham
edecek hukukî delillerimiz yoktur; ancak, siyasî şartlar, onların geri
gönderilmesini de uygun kılmamaktadır." Yani, bunların suçu yok; ama,
Malta'da tutun diyor, geri göndermek siyasî açıdan mahzurludur. Bunların geri
gönderilmesini isteyen Churchill'den başkası değildir. Bizzat, Churchill
"bunları haksız yere tutamayız, geri göndermemiz lazım" diyor.
Şimdi, Ermeniler o devirden beri bu propagandaları
sürdürüyorlar; ama, bu propagandaların mahzurları daha o devirde anlaşılmış.
Bakınız, size, bir Amerikan gazetesinden çok kısa bir
alıntı yapacağım. 2 Ocak 1920 tarihinde, New York Herald Gazetesinde bir yazı
yayımlanıyor; bakın, ne deniliyor New York Herald Gazetesinde:
"Türkiye'deki Ermenileri bugün yeni bir tehlike tehdit ediyor. Bu tehlike
Amerika'da yaşayan Ermenilerden geliyor. Ermeniler tarafından icra edilen
propagandalar Amerikan kamuoyu üzerine çok kötü bir tesir yapıyor. Amerika'yı
Kafkasya'da askerî bir serüvene sürüklemeye çalışanlara gazetemiz muhalefet
etmektedir. Doğu Anadoludaki vaziyete tamamen vâkıf olan hiçbir Amerikalı,
Ermeni taleplerini onaylayıp, buna yardım etmez."
İşte, Amerikan basını bunu söylüyor, değerli
arkadaşlarım.
Şimdi, neticede, bu olaylar tarih içinde böyle
gelişiyor.
Atatürk ne diyor bu konuda; Atatürk'ün bir sözünü
değerli arkadaşımız anlattı, Mecliste söylediğini. Atatürk'le ilgili asılsız
birtakım iddialar ortaya atılıyor, sözde Ermeni soykırımını kabul etmiş gibi
iddialar; bunların hiçbirinin aslı esası yok.
Bakınız, Atatürk, 1 Mart 1920 tarihinde, İstanbul'da
bulunan İtilaf Devletleri temsilcilerine ve Amerika'nın yüksek komiseri Amiral
Bristol'e gönderdiği mektupta ne diyor; sadece kısa bir paragrafını okuyorum:
"Bu uydurma Ermeni kırımı meselesi ve tüm dünyayı aldatmak için yaratılan
bu kin ve hırs ürünü propagandaların niteliği hakkında uygarlık ve insanlık
dünyasının bir kere daha aydınlatılması ve bu suretle, haksızlığa uğramış olan
Türk Ulusunun iğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması için İtilaf
Devletleri ile Amerikan Hükümetinin adaletseverlik duygularına müracaat
ediyoruz."
İşte, Atatürk bunu söylüyor, değerli arkadaşlar.
O bakımdan, biz de, Atatürk'ün bu mirasına sahip
çıkarak, bu haksız ve asılsız iddialarla sonuna kadar mücadele edeceğiz.
Şimdi, yabancı ülkelerle ilgili de benzeri iddialar
var. Fransa'nın, biliyorsunuz, sömürgelerinde soykırım uyguladığı, katliamlar
yaptığı iddiaları çok yaygın. Cezayir'de 1 000 000 insan ölmüş, bunlar eceliyle
ölmedi; Çin Hindi'nde 400 000 insan öldü, eceliyle ölmedi; Madagaskar'da 90 000
insan öldü, eceliyle ölmedi. Bu iddialar karşısında Fransa ne diyor; Fransa
şunu diyor, eski başbakan Lionel Jospin, 26 Kasım 2000 tarihinde verdiği bir
demeçte şunu söylüyor: "Cezayir'de Fransa işkence yapmadı. Fransız
Ordusunda da böyle bir emir verilmedi. Bazı yüksek rütbeli subaylar böyle
zulümler yaptılarsa bile Fransa bu olaylardan sorumlu değildir. Bu konuyu tarihçilere
bırakalım." Güzel... Siz, sizinle ilgili iddiaları tarihçilere
bırakacaksınız; ama, bizimle ilgili iddialar gündeme gelince, hemen meclisinize
gideceksiniz ve "Türkler soykırım yaptı" diye karar alacaksınız. İşte
biz bunu reddediyoruz, biz bunu kabul etmiyoruz. (Alkışlar)
Geçenlerde Fransız Meclis Başkanı Debre geldi. Bize
"Birleşmiş Milletler veya UNESCO himayesinde bir komisyon kurulsun.
Tarihçiler otursunlar, araştırsınlar soykırım iddiasını" diyor. Kendisine
"yani, siz demek istiyorsunuz ki, bu meselenin araştırılmasını istiyoruz,
bilim adamları bize, soykırım oldu mu olmadı mı, bunu söylesinler; bunu
istiyorsunuz" dedim. "Evet, bunu demek istiyorum" dedi.
"Peki, o zaman, bunu bilmeden, öğrenmeden bu soykırım kararını niçin aldınız
Parlamentonuzda" dedim; hiçbir cevap veremedi. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitirirken şunu
söylemek istiyorum: Biz bu konularda gerçeği ortaya çıkarırsak, Birinci Dünya
Savaşında ne olmuştur gerçeğini ortaya çıkarırsak, görevimizin sadece bir
bölümünü gerçekleştirmiş olacağız. Görevimiz bununla bitmiyor. Bu soykırım
iddiaları, yıllar boyunca sürdü ve ondan sonra, bizim çok sayıda diplomatımızın
hayatına mal olan, Ermeni teröristlerin, ASALA teröristlerinin katliamına yol
açtı.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakandan rica ediyorum,
Sayın Dışişleri Bakanından rica ediyorum; lütfen, bu ASALA terörüyle ilgili,
devletimizin elinde, ne belge varsa açıklayınız.
Size şunu soruyorum: Sözü edilen olaylar 1915'te olmuş,
ASALA teröristleri diplomatlarımızı öldürmeye 1975 yılında başlıyorlar. Acaba
neden? Acaba, bu saldırıların, Türkiye'nin Kıbrıs Harekâtından sonra başlaması,
bir tesadüf müdür?! Bir tesadüf müdür?! Türkiye'nin Kıbrıs Harekâtından sonra,
Rum terör örgütleri açıklama yaptılar "şimdi Türk Ordusu Kıbrıs'ta
hâkimdir, biz onlara karşı bir şey yapamayız; ama, dünyanın her yerindeki Türk
hedeflerini vuracağız" dediler ve ondan sonra, birer birer, değerli
büyükelçilerimiz, diplomatlarımız öldürülmeye başlandı.
Devletin elinde, bu konuda, Kıbrıslı Rumlar ile Ermeni
teröristler ve PKK teröristleri arasındaki işbirliğinin kanıtları vardır,
belgeleri vardır, fotoğrafları vardır. Şimdi, hükümetten rica ediyoruz, lütfen,
bunları açıklayınız, ne biliyorsanız açıklayınız ve devletimizin bu
bilgilerinden yararlanan araştırmacılar, bugün ne olduğunu görsünler ve Türk
diplomatlarının hangi komplonun sonucunda öldürüldüğünü öğrensinler,
Ermenilerin hangi siyasî amaçlara alet edildiklerini, tetikçilik yaptıklarını
görsünler. İşte, hükümetten böyle bir ricamız var.
Son olarak da şunu söyleyeyim: Bununla da
yetinmemeliyiz, son olarak, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışmaları da
gün yüzüne çıkarmak lazım. Yalnız Hocalı'da 8 000 civarında Azeri öldürüldü.
Kim öldürdü bunları, sorumlusu kimdi? Bunlar yargılandı mı, cezalandırıldı mı;
hiçbir şey yapılmadı. ASALA teröristlerinin, diplomatlarımızı öldüren
teröristlerin, sadece üçte 1'i yakalandı; bunların da büyük bir bölümü afla
serbest bırakıldı; geri kalan mahkemeye bile çıkarılmadı. İşte, bütün bunların
peşinden gitmek, bunlara sahip çıkmak, bizim görevimizdir.
Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bir Ermeninin
görüşleriyle bitirmek istiyorum. Türkiye'de yaşamış, Türkiye'de doğmuş ve
Türkiye'ye de vaktiyle hizmet etmiş Gülbenkyan, bakınız, bu konuda ne diyor; 24
Nisan 1965 tarihinde, Gülbenkyan, şunları söylüyor: "Türkiye'deki Ermeni
kardeşlerim, anavatanlarında, sulh, sükûn, güvenlik ve refah içinde
yaşamaktadırlar. Onların rahatını bozmaya kimsenin hakkı yoktur. Eski olayların
canlandırılmasını kimse istememektedir. Zaten, bu gibi kışkırtmalar, içeriden
değil, dışarıdan gelmektedir. Hepimiz Türkiye'de doğduk, anavatan olarak
Türkiye'yi bildik. Bugün, Türkiye'deki Ermenilerin Türklerden hiçbir farkı
yoktur."
İşte, Gülbenkyan bunu söylüyor. Umarım ki, bugün de
ülkemizde yaşayan bütün Ermeniler bunun altına imza atacaklardır.
Değerli arkadaşlarım, bugün Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki iktidar ve muhalefet partilerinin, bu millî dava etrafında
birleşerek, ortak tavır almalarını büyük bir memnunlukla karşılıyoruz. Umuyoruz
ki, Kıbrıs gibi, Ege gibi başka millî davalarda da aynı millî birlik ve
dayanışma duygusu Yüce Meclisin çatısı altında egemen olacaktır ve ülkemizin
çıkarlarının ve itibarının korunmasında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihî
sorumluluğunu yerine getirecektir.
Hepinizi saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, İçtüzüğün 60 ıncı
maddesine göre, Mecliste temsil edilen siyasî partilerimizin genel başkanları
buradaysa sayın genel başkanlarına, yoksa, birer temsilci üyeye, bu millî
meselede çok kısa bir açıklama yapmak üzere söz vereceğim.
İlk sözü, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Elazığ
Milletvekili Sayın Mehmet Kemal Ağar'a veriyorum.
Sayın Ağar, buyurun.
MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; çok teşekkür ediyorum.
Önemli bir konu görüşüldü. Çok kısaca bazı görüşlerimi
ifade etmeden evvel, geçtiğimiz gün Norveç'te meydana gelen olaya kısaca bir
değinmek istiyorum.
Sayın Başbakanın seyahatinde yapılan hareketi şiddetle
kınadığımızı ifade ediyorum. Geçtiğimiz günlerde, aynı ülkenin büyükelçisinin
fotoğraflarda şirin gözükmeyen davranışlarıyla ortaya çıkan, her ülkenin kendi
ülkesine misafir gelen devlet ve hükümet başkanlarını koruma, bir zarar
gelmemesi konusunda azamî hassasiyeti göstermekte ortaya konulan zafiyetin de
bir tesadüf olduğunu düşünmek istiyorum.
Türkiye, gerçekten, dünyada hiçbir devletin
başaramadığını, milletiyle beraber başaran, PKK terör örgütü mensuplarını,
terörün en ziyadesiyle yoğun olduğu bölgelerde yaşayan Kürt asıllı
vatandaşlarından tecrit etmek suretiyle, kendi milletinin bir başarısı olarak
tescil ettiği önemli bir sonuçtur. Bu sonuçla birlikte bu tür ayrılıkçı
faaliyetlerin asla başarıya ulaşamayacağı millet eliyle tescil edilmiştir.
Hal böyle iken, dıştan destekli birtakım siyaset amaçlı
gibi görünen, Türkiye'nin kuruluş konseptini, kuruluş felsefesini tartıştıracak
bazı girişimlerin de hiçbir şekilde kabul göremeyeceği açık bir gerçektir.
Kurulduğundan bu yana, insanlar arasında, Anayasayla
güvence altına alınmış, vatandaşlık bağlarıyla ülkeye sımsıkı bağlı olan
insanların ayırım gözetilmediği, götürülen hizmette, uygulamalarda bazı
eksikliklerin olabileceğini tabiî karşılamak lazım, her ülkenin hayatında
bunlar var. Bunların da süratle giderilmesinin, her cumhuriyet hükümetinin
temel görevlerinden olduğundan hareketle, bunlara karşı da net tavrımızı ifade
ediyoruz ve burada ortaya çıkan saldırgan, yakışmayan, Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetinin manevî şahsiyetine, ülkemize yönelik, Başbakanın şahsına yönelik,
şahsıyla ortaya çıkan, bu davranışları şiddetle, nefretle kınadığımızı Meclisin
huzurunda ifade etmek istiyorum. (Alkışlar)
İkincisi, bu konuyla ilgili olarak, önce olumluları
söyleyeyim. Anamuhalefet Partimizin çalışmalarını saygıyla karşılıyoruz; emek
sarf etmişlerdir, önemli bilimadamları getirmişlerdir. Meclis çatısı altında
gerçekten faydalı çalışmalar yapılmıştır ve mesele de bir yere doğru
götürülmeye çalışılmaktadır.
Çok kısaca söylemek gerekiyor; konuşmacılar çok
detaylarıyla anlattılar, kendilerine teşekkürlerimizi, şükranlarımızı ifade
ediyorum. Tarih, bize, bu coğrafyada yaşayan unsurların, ne hesap yapacaklarsa,
bu coğrafyanın aslî unsurlarına yapmalarının doğru olacağını, bu coğrafyanın
dışındaki güçlere dayanarak yapılacak bütün hesapların, gerçeklerle
örtüşmeyeceği için bir sonuç vermeyeceği gibi bir temel gerçeği hepimize
öğretmiştir. Dolayısıyla, bu çerçeve içerisinde hareket etmeyen hiçbir
hareketin başarıya ulaşabilmesinin söz konusu olmadığı ortadadır. Çok net, bir
konuşmacımız -şu an hatırlayamadım- ifade etti; merhum Gökalp'in söylediği
gibi, tam bir mukateledir. Savaş devamında kendi ülkesinin millî güvenliğine,
toprak bütünlüğüne ve ulusal menfaatlarına yönelik, üçüncü ülkelerle anlaşmak
suretiyle isyan çıkaran bazı unsurlara alınan hukukî çerçevede tedbirler
vardır. Uygulamalardaki aşırılığın olup olmaması tartışılabilir; ama, sonuç
olarak, meşru temele dayalı, hukukî temele dayalı. Tam tersine, sonucunda
ortaya çıkan Nemrut Mustafa Divanının -gayri hukukî bir mahkeme- tarihin
çeşitli dönemlerinde görüldüğü gibi, emirle hareket eden bir mahkeme olduğu bellidir.
Ayrıca, tabiî ki, Ermeni vatandaşlarımızı tecrit de
etmek lazım bu konudan. Bütün bu mücadele sürerken Birinci Cihan Harbi
sırasında, harp bölgesinin dışında 10 mutasarrıflık, 14 vilayet çerçevesi
dışındaki bütün her yerdeki Ermeni vatandaşlarımız can güvenliği içinde
olmuştur. Hatta, bir örnek de belki vermek lazım. Devri Osmanînin Hilali Ahmer
Cemiyetinin İkinci Başkanı Berç Keresteciyan, Millî Mücadelede, şahsî
servetiyle, büyük ölçüde silahı millî kuvvetlere intikal ettirmiştir ve bundan
sonra da, Mustafa Kemal Paşa, hemen cumhuriyetin akabinde kendisine Türker
soyadını vermiştir. Böyle de tarihe geçmiş Ermeni vatandaşlarımız vardır.
Şimdi, hoşgörünüze sığınarak son bir konudaki analizimi
söylemek istiyorum. Britanya Avam Kamarası ve Lortlar Kamarasına yönelik
mektubu büyük bir memnuniyetle gördük. Ancak, burada gördüğümüz bir şey oldu
hiç bu Mecliste rastlamadığımız şekilde. Hadi İktidar Partimizin bu tür
davranışlarına alıştık; kendilerinin dışındaki siyasî güçleri yok farz eden,
onlarla diyalog kurmamayı bir usul ittihaz eden anlayışına. İnşallah, ileride
milletimizin takdiriyle farklı gelişen seçim sonuçlarında onu kavramaya
başlayacaklardır; ama, seksen senelik bir büyük siyasî tecrübesi olan
Anamuhalefet Partimizin, milyonların oyu olan partileri ve genel başkanlarını
yok farz etmelerini üzüntüyle karşıladığımızı ifade ediyorum. İnşallah, bu
üzüntümüzü, milletimiz, gelecek seçimlerde telafi edecektir. Biz, buna rağmen
-tabiî, ülkemiz için yararlıdır- her iki metni de imzaladık.
Saygılar sunuyorum Sayın Başkan. (Bağımsızlar
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ağar.
İkinci konuşmacı, Anavatan Partisi Bitlis Milletvekili
Edip Safder Gaydalı; buyurun.
EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; söz verdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.
Dün, Sayın Başbakanımıza Norveç'te yapılan saldırı,
sadece Sayın Başbakanımızın şahsına değil, yetmiş milyon insanımıza ve hepimize
yapılan bir saldırıdır. Bunu, ne kadar üzüntü duyduğumuzu, bir yazıyla da Sayın
Başbakanımıza ilettik. Bu konuşma vesilesiyle bir daha buradan tekrar etmek
istiyoruz ve bu tip olaylarla karşılaşmamamız da temennimiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde çeşitli kanun tasarı ve
teklifleri görüşülürken her milletvekilinin kendi görüşünü bildirmesi, ne kadar
aykırı bile olsa, kendi bildiklerini kürsüden söylemesi ve diğer
milletvekillerinin de bunu saygıyla karşılaması gayet normaldir, demokrasinin
gereğidir; ama, bazı konular vardır ki, burada siyaset yapılmaz. İşte, bugün
görüştüğümüz konu da böyle bir konudur. Burada, 549 milletvekili tek yürek, tek
yumruk; hatta, yetmiş milyon insanın da bu konuda bizimle birlikte düşündüğünü
varsayıyoruz. Burada, temsilcisi olan partiler değil, temsil edilemeyen
partiler de bu konuda hemfikirlerdir.
Bu konuda söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum;
saygılarımı Genel Kurula arz ediyorum. (Bağımsızlar sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gaydalı.
Sosyaldemokrat Halkçı Parti İstanbul Milletvekili Sayın
Ahmet Güryüz Ketenci; buyurun.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle partimizin isminin doğru ifade edilmesini diliyorum;
Sosyaldemokrat Halk Partisidir. Dilerim ki, bu Meclis, bunu kısa sürede daha
kavrayacaktır, öğrenecektir Sayın Başkan.
Dışişleri Bakanımız, sorunun ulusal bir sorun olduğunu,
önemli olduğunu, çok derinliği olan bir sorun olduğunu zengin konuşmasında
ifade etti. Sorunla mücadele konusunda da toplumun ortak hareket etmesinin
gerekli olduğunu, özellikle, başta siyasî partiler olmak üzere, toplumun, bütün
sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının bir dayanışma içinde bu soruna
karşı birleşmeleri gerektiğini ifade etti. Ancak, bize söz verilmedi. Bu
Parlamento içinde grupları olmasa da, değişik siyasî partilerin temsilcileri
var, değişik siyasî partilerin milletvekilleri var. Milletvekilleri, bir siyasî
partiye mensup olabilir; ama, özünde milletvekilleri bütün bir ulusun milletvekilleridir.
Bu ulusal meselede, bu ulusal sorunda bize söz verilebilirdi; kürsüden
düşüncelerimizi ifade edebilirdik; ama, bu yapılmadı. Bunu daha işin başında
yapılan bir eksiklik olarak saptıyorum. Bunu öncelikle ifade edeyim.
Bir başka nokta; Sayın Başbakanın ve Sayın Anamuhalefet
Partisinin Başkanının imzaladığı, biraz evvel burada dağıtılan bildirgenin
hemen başında, ikinci paragrafında "aşağıda imzaları bulunan ve Türkiye
Büyük Millet Meclisinin tüm üyelerini oluşturan bizler" diye başlayan bildirgenin
altında sadece Başbakanın ve Anamuhalefet Partisinin imzaları var. Şimdi,
demokrasiyi böyle anlayan, bu anlayışı taşıyan bir Meclis dünyada nasıl
demokrasi dersi verecek?! Bunu öncelikle ifade etmek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Ketenci, lütfen, konuyla ilgili
görüşlerinizi açıklar mısınız?!
Buyurun.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Tamam efendim.
Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir olaya bir
master plan çerçevesinde bakmalıdır diye düşünüyorum. Şimdiye kadar 11 Avrupa
ülkesinde Ermeni sorunu konusunda Türkiye aleyhine kararlar çıkmıştır. Bu
kararlar çıkarken o ülkelerde bizim dostluk gruplarımız yok mudur; vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu gözardı etmemelidir. Bu kararlar konusunda
dostluk gruplarımızın bir etkinliği olamaz mı? Yani, önümüzdeki süreçlerde
Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu düşünebilmelidir.
Ermeni sorununa ilgi duyan ülkelerdeki Türk
vatandaşlarımız vardır; bunların sivil toplum örgütleri vardır, meslek odaları
vardır, hemşeri dernekleri vardır. Bakınız, 1 000 000 nüfusumuzun olduğu
Fransa'da Ermeni soykırım yasa tasarısı meclisten geçerken Fransız
Parlamentosunun etrafı Ermeniler tarafından çevrilmiş, Ermeniler tarafından
doldurulmuştur; bizim insanlarımız orada herhangi bir davranış içinde
olmamışlardır, tepkilerini göstermemişlerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu
konuda öncülük yapabilir, önderlik yapabilir. Önümüzdeki süreçlerde Alman
Parlamentosuna taşınacak olan bu doğrultudaki bir yasa karşısında, 2 500 000
insanımızın bulunduğu Almanya'da harekete geçirebilir; onların, ağırlıklı
olarak meslek örgütlerini, hemşeri derneklerini harekete geçirebilir, bu konuda
etkinlik sağlayabilir. Bunu da ifade ediyorum.
En son Avrupa ülkelerinde alınan Ermeni yanlısı
parlamento kararlarının hemen hepsi Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecini
engellemek amacını taşımaktadır. Örneğin; Alman Hıristiyan Demokratlarının
Ermeni yanlısı kararları, bu partinin, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde
karşıtlığının altyapısını oluşturmaktadır. Bu konu Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gözünden kaçmamalıdır.
Son olarak, Sayın Başkan, dünyada Ermeni iddiaları
konusunda yayımlanmış bulunan bütün eserlerin, neredeyse, yüzde 90'ı Ermeni
tezlerini desteklemektedir. Üniversitelerimizin ve diğer ilgili
kuruluşlarımızın bu gidişi tersine çevirebilmeleri gerekmektedir. Bunun için,
söylediğim gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi girişimde bulunabilir, öncülük
edebilir, önderlik yapabilir.
Hepinize saygılar sunuyorum, sevgiler sunuyorum; sağ
olun.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Ketenci, yalnız, bir hususu açıklamama izin
verirseniz, bu biraz sonra ilan edeceğimiz metinde, SHP temsilcisi olarak sizin
imzanız var. Ayrıca, İçtüzüğün Başkanlığa verdiği yetkiye dayanarak, ben, yine,
sizlere söz hakkı verdim; başka türlü söz vermem mümkün değildi. Bunları, Genel
Kurulun takdirlerine sunuyorum.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Ayrıca, partinizin ismini zikrederken, eksik
bir ifade, yanlış bir ifade kullandığım için de özür beyan ediyorum.
Son konuşmacı, bağımsızlar adına, bağımsızların
temsilcisi olarak -arkadaşlarımız öyle ifade ettiler- Bayburt Milletvekilimiz
Ülkü Gökalp Güney.
Sayın Güney, buyurun.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, çok
teşekkür ederim. Ben, bağımsız bir milletvekili olarak duygularımı ifade etmek
istiyorum.
Evvela, Ermeni zulmü görmüş olan bir yörenin evladıyım,
çocuğuyum; Bayburt, büyük Ermeni zulmü görmüş bir yerdir Erzurum'la birlikte.
Böyle bir konuda, bugün, Meclisimizin, başta Dışişleri Bakanımız olmak üzere,
Anamuhalefet Partisi ve diğer bütün konuşmacıların konuşmalarını büyük bir
memnuniyetle dinledim. Hele hele, böyle millî bir davada, Sayın Başbakanımız ve
Anamuhalefet Partisi Başkanımızın birlikte vermiş olduğu fotoğraftan gurur
duydum; kendilerine teşekkür ediyorum ve diyorum ki, işte, bizler,
milletvekilleri, bu yüce milletin temsilcileri olarak, sadece Ermeni
meselesinde değil, ülkemizin millî davalarında, örneğin, Kıbrıs, Avrupa Birliği
ve daha sayabileceğimiz meselelerde bir yumruk gibi birlik ve beraberlik içinde
hareket edelim.
Adaletinize teşekkür ediyorum. Bizlere de söz
verdiğiniz için, tekrar saygılarımı sunuyorum.
Yüce Heyetinize ve bütün milletvekili arkadaşlarıma en
içten duygularla saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güney.
Sayın milletvekilleri, bugün, bu yüce çatı altında, son
derece hassas bir konuyu tüm yönleriyle değerlendirmiş bulunuyoruz.
Değerli milletvekillerimiz tarafından, tarihî
vesikalara dayanılarak Ermeni tehciri konusu değerlendirilmiş, bu konuda Ermeni
diasporası tarafından tüm dünyada yapılan yanlış bilgilendirme ortaya
konulmuştur.
Bu yanlış bilgilendirilmelerin düzeltilmesi için,
iktidarıyla muhalefetiyle, tüm Meclisimiz ortak bir tavır sergileyerek, biraz
sonra okuyacağım metni hazırlamışlardır. Bu ortak metin, Türk Milletinin
tarihinin her sayfasına sahip çıktığının, geçmişte yaşanan olayların,
arşivlerin eşliğinde değerlendirilmesine açık olduğunun önemli bir
göstergesidir.
Yine, bu metnin, bir söylem birliği içinde
hazırlanması, millî tarihimiz ve değerlerimiz söz konusu olduğunda, tüm siyasî
partilerimizin nasıl bir ortak tavır sergileyebildiklerinin dünyaya
gösterilmesi bakımından da büyük bir önem arz etmektedir.
Meclisimizin, her zaman olduğu gibi, bugün, yine, bu
ortak metinle, yüce milletimizin ortak görüşünü seslendirmiş olduğuna inanıyor,
tüm milletvekili arkadaşlarıma Başkanlık Divanı adına şükranlarımı arz
ediyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, siyasî parti grupları ile
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki diğer siyasî partileri ve bağımsızları
temsilen Başkanlığımıza verilen müşterek imzalı bir önerge vardır; önergeyi
okuyorum:
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) TEZKERELER
VE ÖNERGELER (Devam)
3.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin,
Türkiye ile Ermenistan'ın çıkarlarının Türk ve Ermeni uluslarının
barıştırılmasında olduğuna inandığına; Türkiye ile Ermenistan'ın kendi
tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurulmasına; dünya barış ve
istikrarına katkıda bulunmak isteyen iyi niyetli her ülkenin Türkiye'nin bu önerisine
katkı vermesi gerektiğine; Türkiye'ye, tarihini, bazı propaganda belgelerine
dayanan tek yanlı ve yanıltıcı değerlendirmeler üzerine bina etmesinin
dayatılabileceğini düşünen ve hesaplarını buna göre yapan çevrelerin yanılgı
içinde olduklarına ve bunun hiçbir koşulda mümkün olmayacağına ilişkin, AK
Parti ve CHP Grubu Başkanvekilleri, DYP Genel Başkanı, ANAP, SHP ve bağımsız
milletvekilleri temsilcilerinin müşterek önergeleri (4/286)
"Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), gerek Türkiye'nin
gerek Ermenistan'ın çıkarlarının, asırlar boyunca aynı topraklar üzerinde
birbirlerine karşı hoşgörü ve barış içinde yaşamış olan Türk ve Ermeni
uluslarını barıştırmak, onları savaş yıllarından kaynaklanan derin önyargılara
tutsak olmaktan kurtarmak ve hoşgörü, dostluk ve işbirliğine dayalı bir ortak
geleceği paylaşmalarına imkân verecek bir ortamı yaratmak olduğuna
inanmaktadır.
İktidar ve Anamuhalefet Partileri, bu amaca yönelik
olarak, tarihî gerçeklerin bilimsel araştırmayla gün ışığına çıkarılmasını ve
tarihin iki ulus için de yük olmaktan çıkarılmasını amaçlayan bir öneri
yapmışlardır. Bu öneri, Türkiye ile Ermenistan'ın kendi tarihçilerinden
oluşacak ortak bir komisyon kurmalarını, ulusal arşivlerini kısıtlamaya tabi
tutmadan araştırmaya açmalarını, ilgili diğer ülkelerdeki arşivlerde de
sürdürülecek bu araştırmaların sonuçlarının dünya kamuoyuna açıklanmasını ve
bahis konusu komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerinin iki ülke arasında
saptanmasını öngörmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu tarihsel nitelikteki
öneriyi tümüyle benimsemekte ve desteklemektedir.
Bu girişimin uygulanabilmesi için Ermenistan
Hükümetinin işbirliği şarttır. Bu bağlamda, Türkiye ile Ermenistan'ın tarihe
ortak bir perspektiften bakmaları sağlanamadığı takdirde, iki tarafın da
çocuklarına ve gelecek nesillere bırakacağı miras önyargı, düşmanlık ve intikam
duygularından başka bir şey olmayacaktır.
Akıl ve mantık, Türkiye ile Ermenistan'ın ortak bir
girişimle tabuları yıkmaktan korkmamalarını ve ortaklaşa yaşadıkları beşerî
facianın tüm yönlerini açığa çıkararak tarihleriyle hesaplaşmaya hazır
olmalarını emretmektedir. Geçmişin, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasını
önleminin yolu budur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyetinin bu
önerisinin değerlendirilmesinde, esasta bunun bir barış girişimi olduğunun
dikkate alınması gereğinin altını çizer. Eğer, Ermenistan, Türkiye'yle iyi
komşuluk ilişkileri kurmak ve işbirliği zemini geliştirmek istiyorsa,
Türkiye'nin ortak tarih değerlendirilmesi önerisini kabulde tereddüt
etmemelidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin önemle belirtmek
istediği bir husus da, iyi niyetli ve dünya barış ve istikrarına katkıda
bulunmak isteyen her ülkenin ve her devlet adamının da içpolitika düşüncelerini
bir tarafa bırakarak, Türkiye'nin uzlaşıya ve sağduyuya dayalı bu önerisine
olumlu bakması gerektiğidir. Bu bakımdan, Türkiye- Ermenistan ilişkilerinin
düzelmesini içtenlikle isteyen ve Kafkaslar bölgesinde barış ve istikrarın
yerleşmesini arzu eden devletlerin de bu girişime destek vermeleri ve özellikle
bu girişimi zayıflatacak faaliyetlerden uzak durmaları beklenmektedir.
Bu konuda öncelikli sorumluluk parlamentolarında Ermeni
iddialarına ilişkin karar alan ülkelere düşmektedir. Şayet bu ülkeler, iddia
ettikleri gibi Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine
önem veriyorlarsa, iyi niyetlerini göstermeli ve iki ülke arasında bir ortak
tarih komisyonu kurulmasına yönelik önerimizi desteklemelidirler.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı Ermenileri
tarihinin dünya tarihçileri arasında tartışmalı bazı sayfalarına ilişkin bir
konuda yabancı parlamentolar tarafından siyasî amaçlarla karar alınmasını ve
aydınlığa kavuşturulmamış bir tarihsel sorunun hangi yanının doğru olduğuna
yasa yoluyla karar verilmesini, yakışıksız, anlamsız, keyfî ve adaletsiz bir
uygulama olarak görmekte ve kınamaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, yoğun bir uluslararası
baskı kampanyası yoluyla Türkiye'ye tarihini bazı propaganda belgelerine
dayanan tek yanlı ve yanıltıcı değerlendirmeler üzerine bina etmesinin
dayatılabileceğini düşünen ve hesaplarını buna göre yapan çevrelerin büyük bir
yanılgı içinde olduklarını belirtir ve bunun hiçbir koşulda mümkün olmayacağını
ilan eder.
|
Salih
Kapusuz |
Ali Topuz |
|
Ankara
Milletvekili |
İstanbul
Milletvekili |
|
AK Parti
Grubu Başkanvekili |
CHP Grubu
Başkanvekili |
|
Mehmet
Ağar |
Edip
Safder Gaydalı |
|
Elazığ
Milletvekili |
Bitlis
Milletvekili |
|
DYP Genel
Başkanı |
ANAP
Temsilcisi |
|
Ahmet
Güryüz Ketenci |
Ülkü
Gökalp Güney |
|
İstanbul
Milletvekili |
Bayburt
Milletvekili |
|
SHP
Temsilcisi |
Bağımsızlar
Temsilcisi" |
Bilgilerinize saygıyla arz ederim. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, okunmuş bulunan ve Türkiye Büyük
Millet Meclisinde ittifakla benimsenen bu deklarasyonun gereği, Başkanlığımızca
yerine getirilecektir.
Saygıdeğer milletvekilleri, Büyük Britanya Avam
Kamarası ve Lortlar Kamarasının sayın üyelerine gönderilmek üzere, bu konuyla
ilgili olarak hazırlanan ve AK Parti Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Anamuhalefet Partisi Cumhuriyet Halk
Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal tarafından imzalanan mektup, komisyon
sırasında üç nüsha olarak sayın milletvekillerinin imzalarına açılmış
bulunmaktadır. Milletvekili arkadaşlarımın mektubu imzalamalarını önemle rica
ediyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime 10
dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.09
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati
: 18.18
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER
: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 83 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tabiî ki, böyle
güzel, tarihî bir olaya imza atmak hepimiz için onur verici bir olaydır. Onun
için acele ediyoruz. Hepinize, Başkanlık Divanı adına teşekkürlerimi sunuyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, imza cetvellerini
masanın üzerine bırakalım ve lütfen yerlerimize oturalım. İmza cetvelleri
kavaslar vasıtasıyla sizlere gönderilecektir.
Bugün, herhangi bir sebeple Genel Kurula gelememiş olan
milletvekili arkadaşlarımızın imzası da Başkanlık Divanınca temin edilecektir;
bilgilerinize arz ederim.
VI. -
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI
VE MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
1.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak
ve 31 milletvekilinin, Türkler ve Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkilerin
objektif veriler ve tarafsızlık ölçüleri içerisinde ele alınarak bir millî
politika oluşturulması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi
(8/19) (Devam)
2.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K.
Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni soykırımı iddialarına
karşı gerçeklerin ortaya çıkarılması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/20) (Devam)
BAŞKAN - Genel görüşme önergeleri üzerindeki öngörüşme
tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, genel görüşme önergeleri
üzerinde yapılan müzakereler Genel Kurulumuzca yeterli bulunmuştur; ancak,
İçtüzüğümüzün 102 nci maddesi gereğince genel görüşme açılıp açılmaması
konusunu oylarınıza sunmak zorundayım.
Genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza
sunuyorum: Genel görüşme açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Genel
görüşme açılması kabul edilmemiştir.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
VII. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî
Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri
alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin
görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan, Esnaf ve Sanatkarlar Meslek
Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi
ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
2.- Esnaf ve
Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.
3 üncü sırada yer alan, Gelir İdaresi Başkanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu
raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
3.- Gelir
İdaresi Başkanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/989) (S. Sayısı: 861) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu 861 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi; AK Parti Grubu adına, İzmir
Milletvekili Fazıl Karaman; şahısları adına, Denizli Milletvekili Ümmet
Kandoğan ve İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun söz talepleri
vardır.
İlk konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına,
Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi'dir.
Sayın Hamzaçebi, buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 20 dakika Sayın Hamzaçebi.
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Yasa Tasarısı hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz aldım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, gelir idaresinin yeniden
yapılanması veya güçlü bir gelir idaresi kurulması konusu, uzun yıllardır
Türkiye'nin gündeminde yer almaktadır. Gelir idaresi konusu, sadece kamunun
ihtiyaç duyduğu gelirlerin sağlanması açısından değil, aynı zamanda, uygulanan
vergi politikaları aracılığıyla ekonomi üzerinde yaratılan etkiler açısından da
son derece önemlidir.
Gelir idaresi, kâğıt üzerinde, yani, mevzuatta yer alan
vergi sistemi ile uygulamada var olan, yani, uygulanan vergi sistemi arasındaki
farkın en temel belirleyicisidir. Yani, hep söylediğimiz "kanunları yapmak
önemli değil, önemli olan uygulamadır" lafının gerisinde yatan kavram,
güçlü gelir idaresidir. Bir diğer anlatımla, yasal metinlerdeki düzenlemeler,
gelir idaresi aracılığıyla hayata geçirilmekte, yani, uygulanmaktadır. İşte, bu
uygulamanın niteliği, kalitesi, en az vergi kanunlarının, vergi politikasının
niteliği ve kalitesi kadar önemlidir. Sadece bu bakış açısı bile, gelir idaresi
konusunun ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter sanıyorum.
Bu noktada, genel olarak üzerinde uzlaşma sağlanan bir
husus da şudur: Vergi idaresinde veya bir diğer adıyla gelir idaresinde bir
değişikliğe gitmeksizin, yani, bu idareyi güçlendirici yönde bir yapısal
değişikliğe gitmeksizin, vergi politikalarındaki radikal değişikliklerin
uygulama şansı veya başarı şansı olmadığıdır. Özellikle gelişmekte olan ülkeler
açısından, bu husus çok daha belirgindir. Vergi politikası ile vergi idaresinin
birbirinden ayrılması, bu birleşik yapının ayrıştırılması, gelişmekte olan
ülkelerde çok daha önem taşımaktadır. Esasen, bu durum, yapısal bir problemi de
gösterir. Nitekim, gelişmekte olan ülkelerde, yapısal reform programlarının
merkezinde yer alan unsurlardan birisinin, bu vergi politikası birimi ile vergi
uygulaması biriminin birbirinden ayrılacak ol-
(x) 861 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
ması bir tesadüf değildir. Kuşkusuz, en iyi gelir
idaresi en çok geliri toplayan idare değildir. Toplanan gelirin seviyesi kadar,
bu gelirin nasıl toplandığı da son derece önemlidir. Söz konusu gelirin
toplanması sırasında vergi idaresi ile mükellef ilişkileri, günümüzde, son
yıllarda oldukça tartışılmakta ve bu noktada vergi idaresinin çok daha kaliteli
hizmet sunması mükellefler tarafından arzu edilmektedir.
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, birkaç saniyenizi rica
edeyim.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şu anda Genel
Kurulda bulunan arkadaşlarım, çok önemli bir yasa tasarısını görüşüyoruz ve bu
hususta da, şu anda, uzman olan bir arkadaşımız konuşuyor; lütfen, sükûnetle
dinleyelim.
Buyurun, Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzde çok
sıkça kullandığımız küreselleşme kavramı yaşamımızın her alanını nasıl
etkiliyorsa, vergi idaresi de bu etkilenmeden payını almaktadır. Bir yandan
teknolojik gelişmeler, bir yandan bu teknolojik gelişmeler çerçevesinde ve
küreselleşmenin diğer etkileri çerçevesinde ulaşım ve iletişim maliyetlerinin
düşmesi gibi faktörlerin sonucunda, sermaye, giderek, coğrafî sınır kavramını
tanımamakta ve sermayenin ülkeler arasındaki akışkanlığı artmaktadır. Buna
yönelik olarak, bunu dikkate alan ülkeler, daha uygun bir yatırım ortamı için
bu yönde teşvikler vermekte ve bu teşviklerin başlıcası da oran indirimleri
olmaktadır. Oran indirimleri son derece önemli bir sonuç yaratmaktadır. Bu, son
yıllarda gündemimizde olan konulardan bir tanesidir. Bu tip, daha iyi bir
yatırım ortamı yaratmak amacıyla Kurumlar Vergisi ve Gelir Vergisi oranlarında
indirim son derece önemli olmaktadır. Yine, bu indirimler bir vergi rekabeti
olduğunu ortaya koymaktadır. Gerçekten, ülkeler,sermayeyi kendilerine
çekebilmek için, daha iyi bir yatırım ortamı yaratabilmek için, oran
indirimleri başta olmak üzere, birçok vergisel düzenlemeleri yapmak suretiyle
bir vergi rekabeti içerisine girmektedirler.
Vergi rekabeti kavramının doğal olarak yarattığı bir
diğer sorun, emek üzerinde ağırlaşan bir vergi yükü oluşmaktadır. Sadece
Türkiye'de değil, gelişmiş ülkelerde, bu, kendisini vergi rekabeti içerisinde
bulan ülkelerde emek üzerindeki vergi yükü ağırlaşmaktadır. Bu, ülkelerin karşı
karşıya olduğu bir diğer sorundur.
Zararlı rekabetin önlenmesi çabaları vardır. Çokuluslu
şirketlerin dünya ekonomisi içerisinde oldukça önemli yer tutuyor olmaları
nedeniyle transfer fiyatlaması ve benzeri konular, yine, vergi idarelerinin
uğraştığı temel sorunlardandır. Elektronik ticaretin vergilenmesi, yine, artan
uluslararası işbirliği ihtiyacı, bütün gelişmiş veya gelişmekte olan ülke vergi
idarelerinin gündeminde olan konulardır.
Bu gelişmelere paralel olarak, tabiî ki, vergi
sistemleri de ve bu bağlamda vergi idareleri de yeniden yapılanma ihtiyacı
duymaktadır. Nitekim, gelir idaresi konusunda uluslararası alanda yaşanan
gelişmelere baktığımızda, özellikle son yirmi yılda, gelişmiş veya gelişmekte
olan ülkelerde gelir idareleri yapılanması konusunda birtakım eğilimlerin öne
çıktığını görüyoruz. Nedir bu eğilimler; başlıca üç eğilimden söz edilebilir.
Birincisi, vergi türü örgütlenmeyi, vergilere bağlı olarak örgütlenmeyi bir
yana bırakarak fonksiyonel örgütlenmeye veya mükellef gruplarına göre
örgütlenmeye doğru gitmektedirler. Bu, şüphesiz tek başına hâkim bir eğilim
değildir; ama, güçlü bir eğilim olduğunu, bunun, söylemek mümkündür.
Yine, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, gelir
idarelerinde, vergi politikasının oluşturulması birimi ile verginin
uygulanması, o vergi mevzuatının uygulanması birimi birbirinden ayrılmaktadır.
OECD ülkelerinin yaklaşık yarısında vergi politikası birimi ile vergi uygulaması
birbirinden ayrılmıştır. Bu da son derece önemlidir.
Yine, vergi idarelerinin gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde bir diğer özelliği -ki, bu da bir hâkim eğilim olarak ortaya
çıkmaktadır- daha güçlü bir vergi idaresi kurulmaktadır. Yapılanma şekli ne
olursa olsun, özerk olabilir, yarı özerk olabilir veya farklı bir yapılanma
olabilir, gelir idaresini daha güçlü kılma yönünde ülkelerin bir eğilimi
vardır. Bu da bir hâkim eğilimdir.
Özerklikten ne amaçlanmaktadır; başlıca iki şey
amaçlanır özerklikten. Birincisi, kamu yönetimi hemen her ülkede biraz yavaş
işlemektedir. Onun birtakım kuralları, daha esnek, daha çabuk hareket etmek
isteyen bazı birimler için zorluklar yaratabilir; personel politikasında zorluk
yaratabilir, bu çerçevede nitelikli insan kaynağına ulaşmakta bu idareler
güçlük çekebilir. İkincisi, önemli yatırım harcamalarını gerçekleştirmek
durumunda olabilirler; genel kurallar bunlara engel olabilir. Bu noktalarda, bu
idarelere, yine, genel sistemden çok fazla sapma olmaksızın birtakım esneklikleri
tanımak gerekir. Özerklikten veya yarı özerklikten kastın birinci nedeni budur.
İkincisi de, vergi uygulamasında siyasetin etkisini biraz daha azaltmaktır.
Vergi politikası birimi, bu ülkelerde, gelir idaresini
güçlü kılan ülkelerde, maliye bakanlığı içinde yer alır; çünkü, politika,
hükümetin karar vereceği bir konudur; hangi vergiyi nasıl alacaktır; oranları
yükseltecek midir, indirecek midir; bunlara tamamen hükümetler karar
verecektir. Doğal olarak vergi politikası birimi maliye bakanlığı içerisinde
olacaktır; ancak, vergi uygulaması, bu oluşturulan politikanın, buna göre
çıkarılan yasaların uygulanması, biraz daha özerk kılınan bir birim tarafından
yerine getirilir. Bu, yine maliye bakanlığına bağlı bir birimdir; ama, bunun
uygulamalarına veya personel atamalarına siyaset o kadar karışamaz. Neden;
karışırsa, orada, artık, kararlar, teknik zorunluluklara göre değil, siyasetin
gereklerine göre alınmak zorunda kalınabilir. Bu da uygulamanın tarafsızlığını
ve kalitesini bozar.
Türkiye'de gelir idaresinin yapılanması da yaklaşık
1960'lı yıllardan beri gündemdedir. 1960'lardan beri, Türkiye'de gelir
idaresinin yeniden yapılanması konusu vardır. Bu konu, 2000'li yıllardan bu
yana daha çok tartışılmaya başlandı, daha çok Türkiye'nin gündeminde yer almaya
başladı. Önceki yıllarda da bu tartışmalar vardı; ama, toplumun bu kadar
gündeminde yer almıyordu. Neden yer almıyordu; geçmişe baktığımızda, özellikle
1980'li yıllarda vergi politikası biraz ikinci plana itilmişti, kamu finansmanı
"vergi olmazsa borçla olur" anlayışıyla biraz borçlanmaya
dayandırılmıştı ve vergi yükünün Türkiye'de en düşük olduğu yıllardır 1980'li
yıllar. 1990'lı yıllarla birlikte vergi yükü Türkiye'de artmaya başlamış ve
1999 yılı sonundan itibaren IMF destekli olarak uygulanmaya başlanan
politikalarla birlikte, Türkiye'de vergi yükü olağanüstü ölçüde artmıştır.
Yüzde 6,5 oranındaki faizdışı fazla şeklindeki bu programların performans
kriteri, ister istemez, gelir idaresini vergi önlemleri almaya yöneltmiş ve
vergi önlemleri, toplum için, ilave vergi, ilave vergi yükü olarak ortaya
çıkmıştır.
Rakam vermek istersek; bakın, size çarpıcı bir rakam
vereceğim. Sadece konsolide bütçe içerisinde yer alan vergi gelirlerinin 1991
yılında gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 12,4 iken, bu rakam 2000 yılında
yüzde 21,1'e, 2004 yılında yüzde 23,6'ya çıkmıştır, 2005 yılında yüzde 24,7
olması hedeflenmiştir. 1991 ile 2005 arasını kıyaslarsanız, reel olarak vergi
yükünde yüzde 100 oranında bir artış söz konusudur. Diğer vergileri de bu
rakama ilave ettiğimizde, yerel yönetimlerin vergilerini, Türkiye'de vergi
yükü, sosyal güvenlik primleri hariç, yüzde 27'ye denk gelmektedir ki, bu,
uluslararası ortalamalara yakındır, hatta birçok ülkenin üzerinde bir vergi
yükünü ifade etmektedir. Örneğin, OECD...
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, özür diliyorum, kusura
bakmayın, sözünüzü yine kestim...
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, lütfen, bütün
arkadaşlar yerinde oturursa... Bakanlar Kurulu sırasında şimdi bir hengâme
olacak, karışıklık olacak. Bütün arkadaşlarımızın yerine gelip
imzalattırılacaktır.
Ayrıca, imzalayamayan arkadaşlar varsa, daha sonra,
bizim Kanunlar ve Kararlar Daire Başkanlığımıza gelerek orada imzalayabilirler.
Lütfen, bütün arkadaşlar yerlerine otursunlar, istirham
ediyorum... İstirham ediyorum efendim... Yoksa, şimdi, bakınız, bütün
arkadaşlar Bakanlar Kurulu sırasına geliyor...
Arkadaşlar, bakınız, Sayın Hatibin sözünü kestim.
Bakın, benim görevim, hatibin konuşmasını temin etmektir; ama, şu anda hatibin
konuşmasını kesmek zorunda kaldım.
Sayın Hamzaçebi, özür diliyorum; lütfen, buyurun
efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Vergi yükü, Türkiye'de, OECD ortalamalarına gelmiştir.
30 ülkenin üye olduğu OECD ülkelerinde vergi yükü ortalaması yüzde 27'dir, bu
civardadır, Türkiye'nin vergi yükü de, toplam vergi yükü de, sosyal güvenlik
primleri hariç, yüzde 27'dir. Demek ki, gerçekten, Türkiye'de çok ağır bir
vergi yükü vardır. Hele tarım kesiminin büyüklüğünü dikkate alırsanız, diğer
ülkelerde Türkiye'deki tarım kesiminin ekonomideki büyüklüğü kadar bir
büyüklüğü olmadığını düşünürsek, tarım kesimini dışarıda bırakarak bir
karşılaştırma yaptığımızda, Türkiye'de vergi yükü, OECD ortalamalarının da
üzerine çıkmaktadır. İşte, bu noktada, vergi idaresinde, gelir idaresinde
reform ihtiyacı kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkmıştır, kendini şiddetle
hissettirmeye başlamıştır ve 57 nci hükümetin de gündeminde olan; ama, bir
tasarıya dönüşmeyen o çalışmalar, bu hükümet döneminde tasarıya dönüşmüş ve
Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiştir.
Güçlü gelir idaresi kavramıyla yola çıkan hükümetin
getirmiş olduğu tasarı, maalesef, güçlü gelir idaresi yaratma özelliğine sahip
değildir. Yani, bir yandan bir adım atmaya çalışıyorsunuz; ama, bir yandan,
adım atarken, öbür ayağınızla, attığınız adımı, yani, kendinizi çelmelemeye
çalışıyorsunuz... Tasarı, böyle bir anlayışla hazırlanmış; üzülerek belirtmek
istiyorum. Güçlü gelir idaresi beklentisi olan toplum, mükellef kesimi,
çalışanlar, bu beklentiyi bu tasarıda bulma şansına maalesef sahip değillerdir.
Tasarının bazı yaptığı iyileştirmeler var şüphesiz; örgütlenmede birtakım,
fonksiyonel örgütlenme veya mükellef gruplarına göre örgütlenme gibi bazı
düzenlemeleri var; ama, bazı konularda bugünküne göre daha geri düzenlemeler
yapmak suretiyle o yapmış olduğu bazı iyi düzenlemeleri de gölgede
bırakmaktadır maalesef, onlar gölgede kalmaktadır.
Biraz önce söyledim, güçlü gelir idaresinin temel
özelliği nedir; neden bir vergi idaresi maliye bakanlığı içerisinden alınarak
bağlı kuruluş haline getirilir, biraz daha ona güç vermeye çalışılır; nedeni
şuydu arkadaşlar: Vergi politikası birimi maliye bakanlığı içinde kalacak,
vergi uygulaması siyasetin biraz daha uzağında yer alacak. Neden budur. Eğer
siyaset uygulamanın içinde, yani, maliye bakanı uygulamanın içinde çok yer
alırsa, bütün kararlar kendisine giderse, kendisinin talimatlarıyla şekillenmek
durumunda kalırsa o uygulama, o zaman, uygulama, teknik zorunluluklara göre
değil, siyasetin zorunluluklarına göre şekillenebilir; böyle bir risk vardır.
Bunu, sayın bakanların şahsıyla,
kimliğiyle ilgili olarak söylemiyorum; hangi bakan, hangi kişi, hangi parti
olursa olsun, böyle bir uygulama risk yaratır. O nedenle, bu iki birimi
birbirinden ayıralım diye yola çıkılmış bu tasarı hazırlanırken; ama,
bakıyoruz, vergi politikası biriminin burada düzenlemesi yok. Maliye Bakanlığı
Teşkilat Yasasına bir ilaveyle o birimin burada oluşturulması gerekirdi;
hükümet onu daha sonra getireceğiz diyor; olabilir, onu bekleyebiliriz; ama, bu
tasarıya baktığımızda, vergi uygulamasını acaba gerçekten siyasetin biraz daha
dışına alabilmiş mi; baktığımızda onu göremiyoruz. Örneğin, tasarının 4 üncü
maddesine baktığımızda, vergi denetim politikalarının ve stratejilerinin
belirlenmesi Maliye Bakanlığına bırakılmıştır.
Değerli arkadaşlar, bu, güçlü gelir idaresi veya yarı
özerk gelir idaresi, adına ne dersek diyelim, bugünküne göre daha ileride
olması tasarlanmış bir idarî yapılanmaya uygun bir düşünce değildir.
Denetim, uygulamanın kendisidir. Bu denetimi Maliye Bakanlığı
içinde bırakarak, Gelirler Genel Müdürlüğünü bugünkü yapısından, bugünkü
gücünden daha geriye götürüyorsunuz. Bu kesinlikle yanlıştır. Bugün, en azından
Gelirler Genel Müdürlüğü, ben ekonomide şu sektörleri inceleyeceğim kendi
denetim elemanlarımla diyebilir; ama, Maliye Bakanlığı bu tasarıdan sonra şunu
diyebilecektir: Sen, şu sektörleri incelemeyeceksin. Böyle bir şey olabilir mi,
değerli arkadaşlar?! Vergi uygulamasının sonuçlarını kim bilir, veriler
nerededir, ekonomideki öncelikleri kim bilir, ekonomideki hangi sektörlerde
kriz vardır hangisinde yoktur, nerelere öncelik vermek gerekir, kayıp, kaçak
nerede fazladır, ekonominin sektörlere göre rekabet gücü nedir; buna göre
denetim politikası şekillenir. Bunun altyapısı, verileri Gelir İdaresi
Başkanlığında olacak; ama, denetim politikasını Gelir İdaresi Başkanlığı
oluşturamayacak!..
Tasarı gerekçesinde diyor ki: Efendim, bugünkü yapıda
görev mükerrerlikleri vardır; biz bunu önlemeye çalışıyoruz. Evet, bugünkü
yapıda görev mükerrerlikleri vardır. Vergi inceleme hizmetini bugün 5 birim
yürütmektedir; 5 birim... Görev mükerrerlikleri aynen devam etmektedir.
Tasarının bu konuda yapmış olduğu en küçük bir iyileştirme yoktur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunların
detaylarını, maddelerde, ben ve söz alan arkadaşlarım açıklayacaktır; ama, bazı
konulara daha değinmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Gelir idaresinin
bugünkü sorunlarından birisi, mükellef hizmetleridir. Mükellef hizmeti, çok
önemli bir kavramdır ve modern vergi idarelerinin önem vermesi gereken bir
kavramdır. Bu konuda, tasarıda birtakım hükümler yer alıyor, bunu iyileştirmeye
yönelik olarak bazı hükümler yer alıyor; ama, mükellefle en yakın ilişki
içerisinde olacak olan taşra birimlerinin örgütlenmesi, tasarıda açık ve net
değildir. Hükümet, bölge başkanlığı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine
tasarıyı getirmiştir. 22 bölgede bölge başkanlığı kuruyordu. Kendi içinde
tutarlı bir modeldir. 22 bölge başkanlığı, 22 büyük vergi dairesi demektir.
Bunun şubeleri olacaktır. Böylece, vergi toplama maliyetini de en aza
indirecek; ama, altkomisyon çalışmaları sırasında, bir önergeyle bundan
vazgeçildi, hükümetin bir önergesiyle ve "vergi idaresi
başkanlıkları" denildi. Bunun nerelerde kurulacağı, hangi sayıda
kurulacağı belli değil. Şimdi, hem modern bir yapılanma getiriyorsunuz hem
mükellef hizmetlerine çok önem veren vurgular yapıyorsunuz tasarıda hem de
taşradaki örgütlenmenin şekli bu tasarıda belli değil.
Değerli arkadaşlar, o zaman, neden yola çıkılmıştır;
yani, taşradaki örgütlenmeyi, şu an Parlamento bilmiyorsa, toplum bilmiyorsa,
mükellefler bilmiyorsa, gelir idaresi çalışanları bilmiyorsa, mükellef
hizmetlerini o noktada nasıl iyileştireceğiz?!
Değerli arkadaşlar, bu, son derece eksik bir tasarıdır.
Devam ediyorum: Gelir idaresinin çalışanlarının
motivasyon eksikliği var; tasarı bunu söylüyor. Esasen bunu yazmasa da bunu
biliyoruz; gelir idaresi çalışanları motivasyon eksikliğine sahiptir. Tasarı
söylüyor; nitelikli elemanı tutamıyoruz, ayrılıyor... Peki, hangi iyileştirmeyi
getirdiniz?.. Tasarının getirmiş olduğu, ne özlük hakları yönünden ne görevde
yükselme yönünden ne bu insanların, bu çalışanların önünde yeterince kadro
açılması yönünden bir iyileştirme vardır. Bir kere, Gelir İdaresi Başkanını,
müsteşar ile müsteşar yardımcısı arasında bir yere konumlandırmak suretiyle,
otomatik olarak, aşağıya, silsile yoluyla, en alt birime kadar, bütün
unvanları, neredeyse bugünkü kadrolarına mahkûm etmiş durumdasınız. Size örnek
veriyorum: Gümrük Müsteşarlığı var bugün; sadece Gümrük Vergisinin tahsiliyle
uğraşır; ama, Gümrük Müsteşarlığıdır. Siz, gelir idaresi olarak yola
çıkıyorsanız, neden Gelir İdaresi Başkanını müsteşar konumuna koymuyorsunuz?!
Gelir idaresi, herhangi bir yasa tasarısı değil
arkadaşlar. Hükümet, Temmuz 2004'te bu tasarıyı imzalamış; ama, Meclise sekiz
ay sonra sevk etmiş, yani sekiz ay daha üzerinde çalışmış. Öncesindeki hazırlık
dönemini de dikkate alırsanız, yaklaşık iki yıldır, hükümet bunun üzerinde
çalışıyor; ama, iki yılın sonunda gelen tasarı, bir hayal kırıklığı; mükellef
açısından hayal kırıklığı; çalışan açısından hayal kırıklığı, kamu yönetimi
açısından hayal kırıklığı!..
Tasarı, Kamu Yönetimi Temel Kanununu esas alıyor model
olarak. Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Meclisten geçmiş; ama, Sayın Cumhurbaşkanı
uygun görmediği için yayımlanamamış, yürürlüğe girmemiş. Şimdi, tasarının model
aldığı kamu yönetimi yapılanması o. Hükümetler yapılanmayı değiştirebilir; bu, hükümetlerin
kararına bağlıdır; ama, burada, kendisi tartışmalı olan bir modeli alırsanız,
bu doğru değil. Danışma, denetim birimleri vardır mevcut bakanlıkların
teşkilatlanmasını düzenleyen 3046 sayılı Yasada; denetim birimleri orada yer
alır, burada bakıyoruz, anahizmet birimlerinde yer alıyor. Yine, o birimlerin
denetim elemanları, ilgili bakanlıklarda, genel müdürlüklerde doğrudan genel
müdüre bağlıdır, burada bağlı değil. Hükümet, 3046 sayılı Yasayı değiştirsin.
Kamu Yönetimi Temel Yasasını çıkarma iddiasından vazgeçip, daha kısa bir yolla,
3046 sayılı Yasanın örgütlenme şemasını değiştirir, bütün örgüt şemaları da,
ona göre buraya gelebilir; hükümet bunu yapabilir; ama, bunu yapmadan, bir
çerçeve çizmeden, âdeta "ben, burada böyle düşünüyorum, yarın, bir başka
bakanlıkta, teşkilatta farklı düşüneceğim" anlayışıyla buraya yasa
getirmeyi doğru bulmuyorum.
Sonra, bu yasanın hazırlanma usulündeki eksikliği size
söyleyeyim değerli arkadaşlar. Belki cumhuriyet tarihinde ilk defa
-bilemiyorum; ama, araştırmaya çalıştım "ilk defa" diyorum, yanlışım
varsa düzeltin- Başbakanlık bürokrasisi, bir kanun tasarısını, görüşleri
alınmak üzere bir siyasî parti grubuna göndermiştir. Kanun hazırlama usulünde,
siyaset görüş alabilir, hükümetler, bakanlar görüş alır; ama, Başbakanlık
bürokrasisi bir siyasî parti grubundan görüş alır mı, değerli arkadaşlar?!
Diyelim ki, katılımcı anlayış. Peki, sadece bir iktidar partisi mi var Türkiye
Cumhuriyetinde?! Bunu kınıyorum değerli arkadaşlar! Bu, hükümetin bu konuda
dahi, kanun hazırlama konusunda dahi ne kadar partizanca bir anlayışı olduğunu
gösteriyor. Gerçekten, son derece üzülüyorum. Gelir idaresi yasa tasarısı gibi
bir...
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Hangi tarihte
göndermiş Sayın Hamzaçebi?
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Efendim, onun
belgelerini komisyonda gösterdim, hiç kimse buna itiraz etmedi, tutanaklarda
var. İsterseniz, o belgeyi tekrar size gösterebilirim. Onu, hepiniz veya tasarı
kendilerine ulaşan arkadaşlar biliyorlar. Bunu kınıyorum.
Yine, tasarı hazırlığında yanlış olan bir yöntem
vardır. Tasarının hazırlığında Vergi Konseyi de görev almıştır. Tasarı,
maalesef, Maliye Bakanlığının tasarısı değil, onu da söyleyeyim. Olabilir
aslında; gelir idaresi gibi çok önemli bir tasarıyı, olağanüstü bir katılımla
hazırlamak doğru bir yaklaşımdır.
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, toparlar mısınız lütfen
efendim.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkan.
Vergi Konseyi, bir tasarıyı TÜSİAD'da tartışmaya
açıyor; önemli ölçüde, o model bu tasarıya girmiş durumda. TÜSİAD'da tabiî ki
açılsın; TÜSİAD, toplumun vergi ödeyen önemli bir kesimini temsil ediyor, çok
güzel yayınları, araştırmaları var; ama, Vergi Konseyi gibi bir kurumun, yani,
toplumun birçok kesimini temsil eden, temsilcilerini bünyesinde barındıran
konseyin, tasarıyı sadece TÜSİAD'da tartışmaya açıp, toplumun vergi ödeyen
diğer kesimlerinde tartışmaya açmamasının kabul edilir bir yanı var mıdır,
değerli arkadaşlar?! Bu toplumda vergi ödeyen başka kesimler yok mudur?..
Tüketim vergileri var, tüketicinin omzunda; Gelir Vergisi var, büyük ölçüde
çalışanların omzunda ve diğer vergiler var.
Değerli arkadaşlar, tasarı, maalesef, her açıdan bir
hayal kırıklığı olmuştur. Tasarıdan mutlu olan hiçbir kesim yoktur, ne mükellef
ne çalışan ne toplum.
Sözlerimi burada bitiriyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.
Tasarının tümü üzerinde AK Parti Grubu adına İzmir
Milletvekili Fazıl Karaman.
Sayın Karaman, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA FAZIL KARAMAN (İzmir) - Teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gelir İdaresi
Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili olarak AK
Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Grubum ve kendim adına Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Bu görüşeceğimiz
tasarı, üzerinde elli yıldır yerli ve yabancı uzmanların çalıştığı, çok sayıda
raporun hazırlandığı, üzerinde birçok dokümanın bulunduğu bir konu. Yaklaşık 40
000 kişiyi direkt ilgilendiren, çalışan olarak; ama, vergi ödeyenler açısından
aşağı yukarı ülkenin büyük bir kısmını ilgilendiren, bütçe açısından devletin
en temel gelir kaynağını ilgilendiren bir kanun tasarısı.
Maliye teşkilatında çalışanlar ve münhasıran gelir
idaresinde çalışanlar, son elli yıldır, bu tarz bir kanun için hep heyecan
duymuşlardır. Dolayısıyla, bizler, Maliye Teşkilatının içinden çıkan insanlar
olarak bu kanun çalışmalarında yer almaktan gerçekten gurur duyduk. İktidarıyla
muhalefetiyle bu kanunla ilgili çalışmalarda bulunan herkesin aynı heyecanı
paylaştığını zannediyorum.
Kabaca, 1950'den bu yana, bu kanunla gelir idaresinin
yapılanmasıyla ilgili tarihçeyi ana hatlarıyla belirtmek istiyorum.
Türk gelir idaresi, hukukî baza 1936 yılında kavuşmuş.
1942 yılında Vasıtalı ve Vasıtasız Vergiler Umum Müdürlüğü olarak ikiyi
ayrılmış ve 1946 yılında, bugünkü Gelirler Genel Müdürlüğünün çatısı
kurulmuştur. 1950'lerden itibaren de, gelir idaresinin yapılanmasıyla ilgili
ilk çalışmalar başlamıştır ve temel olarak da, yabancı uzmanların
çalışmalarından hep istifade edilmiş; ama, öyle olmuş ki, hep çalışmalar son
noktaya gelme aşamasında bir başka bahara kalmış.
1950'de iki ABD'li uzman çalışmış ve gelir idaresiyle
ilgili olarak yapılanma ihtiyacı vurgulanmış, o dönemin Maliye Bakanı Hasan
Polatkan'a sunulmuş; mamafih, nedendir bilinmez, çalışma arşive kaldırılmış.
1963 yılında, yine, gündeme gelmiş. Dallas Bölge Vergi
Teşkilatı Amiri Türkiye'ye gelip bir çalışma yapmış; gelirler müsteşarlığı
kurulması noktasında bir tavsiyede bulunmuş ve raporunu dönemin yine Maliye
Bakanı Ferit Melen'e sunmuş; Ferit Melen, bunun üzerine, 1964 yılında Türk
uzmanlardan kurulu bir heyet teşkil etmiş; bu heyetin raporu bitmiş; fakat,
yine, ne hikmettir bilinmez, bu çalışma da arşive kaldırılmış.
1970'lerin başında yine ısıtılmış gelir idaresi. ABD'li
bir uzman bir rapor hazırlamış ve bu çalışma bir tasarı haline gelmiş, arşive
kalkmadan bir tasarı haline gelmiş, IMF ve Birleşmiş Milletler teşvik etmiş bu
tasarıyı; mamafih, tasarı yasalaşamadan yine arşive kalkmış.
1980'lerde, eski Maliye Bakanı Kafaoğlu, Devlet
Başkanlığı Genel Sekreterliğine bir mektup yazarak gelir idaresi konusundaki
düşüncelerini söylemiş. 1980'lerde yapılanma çalışmaları hep tartışılmış; ama,
hiçbir zaman gerçekleşememiş.
Bu tarihçeyi şunun için anlattım: İyi veya kötü,
önümüze bir kanun geldi ve ilk defa bir başka bahara kalmadan Genel Kuruldan
çıkmak üzere. Vurgulamaya çalıştığım nokta, gelir idaresinin yapılanma
çalışmasının topyekûn bir konsensüs halinde Türkiye'de olması gerektiği; ama,
bunun, bir türlü başarılamadığı. Nedenleri üzerinde durmayacağım.
Elli yıllık reform çalışmasının sonucunda, Vergi
Konseyi -ki, malumuâliniz, sivil bir platformdur, yaklaşık tüm kesimlerin
birleştiği bir platformdur- bir taslak üzerinde çalışmış; bu taslak, bilahara,
Maliye Bakanlığı, Başbakanlık, daha sonra Meclis prosedürüne girerek nihayet bu
aşamaya gelmiştir.
Gelir idaresinin yapılanma ihtiyacını oluşturan
problemler literatürde çok zikredilmiş. Ben, bunlar üzerinde durmayacağım; ama,
bu kanunla temel olarak ne getirilmek isteniyor, bunu vurgulamaya çalışacağım.
Bu kanunla, merkezî yapılanmada, vergi türlerine göre oluşmuş organizasyon
yerine, fonksiyonel esaslı yapılanmaya geçilecektir. Terimler belki yabancı
gelebilir; ama, birazdan vurgulamaya çalışacağım. Bunun tamamlayıcısı olarak,
operasyonel süreçlerin operasyon merkezlerinde konsolidasyonu sağlanacaktır.
Dolayısıyla, uç hizmet noktalarının -bunlar şubeler veya vergi daireleri
olabilir- operasyonel işlemlerdeki zaman ve yoğunlaşma kaybının önüne geçilmesi
amaçlanmıştır. Uç hizmet noktalarında mükellefe zaman ayırma imkânı
sağlanacağından dolayı, kanunda çok sık zikredilen mükellef odaklı yaklaşıma
zemin hazırlanmış olacaktır, uç hizmet noktalarındaki zaman probleminin
aşılmasından dolayı.
Biraz önce belirttiğim fonksiyonel esaslı yapılanmanın
tamamlayıcı unsuru, teknolojik altyapıdır; ki, bugün, Gelirler Genel
Müdürlüğünün teknolojik altyapısı, bu uyumlaştırmaya uygundur. Temel olarak
kanunun çalışma stratejileri, biraz önce bahsettiğim fonksiyonel yapılanma,
teknolojik altyapı ve mükellef odaklı hizmet anlayışı.
Şu eleştiri her zaman getirilebilir: Mevcut
mevzuatımızla teknolojik hizmet mümkün değil mi? Tabiî ki, teknolojik hizmet,
mevcut mevzuatla mümkün; fakat, bu, sadece, hizmetin daha hızla görülmesi
anlamını taşır. Halbuki, fonksiyonel anlayışla yapılan teknolojik mezc etme
algoritmayı değiştiriyor.
Algoritma nedir; iş akışlarının yapısını, gelir
unsurlarından ziyade fonksiyonel yapıya taşıyor. Dolayısıyla, iş akışlarındaki
hızlanma nedeniyle gelir iradesinin, hem data oluşturma prosedürü hem de
hizmeti mükellefe daha hızlı, doğru ve güvenilir ulaştırma imkânı sağlanmış
olacaktır.
Çok kaba bir örnek vermem gerekirse, mesela, bugün
tarh, tahakkuk ve benzeri rutin işlemler yapılırken bunun bilgisayar tabanına
geçirilmesi, işlemlerin teknolojiye uyumlaştırılmasıdır, daha hızlı bir hizmet
üretilmesidir; ancak, bu işlemle ilgili veya rutindışı işlemlerle veya farz
edelim, tarh, tahakkuk üzerindeki bir düzeltme işlemiyle karar organının dahil
olması gerekiyor ise, işte, bu durumda, algoritmanın yenilenmesi gerekiyor.
Şu anlamdaki algoritmada, hiyerarşik ve gelir unsurları
itibariyle karar mekanizması işlediğinden, bizim istediğimiz anlamda güvenilir
ve hızlı iş akışı sağlanamamaktadır. İşte, fonksiyonel iş akışıyla uç
noktalardaki mükellefe sunulan hizmetlerdeki karar mekanizmalarının
hızlandırılmasıyla, mükellefe, daha hızlı ve güvenilir hizmet verilecektir.
Gelir idaresinin yeniden yapılanması kanunlarıyla
ilgili olarak hep zikredilen "güçlü gelir idaresi" veya "yarı
özerk gelir idaresi" ifadeleri, kanunda belki bizim istediğimiz anlamda
tam bir özerklik değil; ama, bir önceki döneme göre daha güçlü bir gelir
idaresi yapısı kurması açısından önemlidir ki, altkomisyonda buna yönelik de
bazı değişiklikler yapılmıştır.
Burada genel olarak reform süreçleriyle ilgili olarak
bir şeyi de vurgulamak istiyorum. Her reform sürecinin bir ön hazırlık dönemi
vardır. Bu ön hazırlık dönemi kamuoyunda oluştuğunda birtakım önkabuller
oluşur. Nitekim, elli yıllık süreç içerisinde, gelir idaresinin yeniden
yapılanması noktasındaki önkabuller oluşmuştur, güçlü gelir idaresi,
fonksiyonel yapılanma ve benzeri noktalarda. Daha sonra bu önkabullere uygun
kanunların çıkması ikinci aşamadır ki, şu anda biz o aşamadayız; ama, esas
vurgulanması gereken nokta, biraz önce Akif üstadımın da bahsettiği gibi,
uygulamaya yönelik bunların, bu oluşan önkabullerin gerçekleşmesidir ki, bundan
sonrası, bu kanun çıktıktan sonrası uygulamalar belki bu elli yıllık tartışma
süreci kadar önemlidir. Çünkü, nihayetinde reformları yapanlar kanunlar
değildir, bu kanunların mevcut tartışmalar çerçevesinde oluşan önkabuller
çerçevesindeki uygulamasıdır. Bu noktada, idaremizin uygulama noktasındaki
becerisinden emin olduğumu belirtmek isterim.
Eğer, bu hedefleri gerçekleştirme, elli yıldır oluşan
gelir idaresinin yeniden yapılanmasına ilişkin hedefleri gerçekleştirme
yönündeki uygulamada adımlar atılmaz ise, bu kanunla sadece bir başkanlık
kurulmuş olur ve bazı özlük hakları düzeltilmiş olur. Dolayısıyla, uygulamayı
izlememiz gerekiyor.
Bir noktayı daha belirtmek istiyorum. Vergi reformu
dediğimiz şey, sadece gelir idaresi reformundan ibaret değildir. Vergi
reformunun üç ayağı var; vergi sistemiyle ilgili çalışmalar, vergi oranlarıyla
ilgili çalışmalar ve gelir idaresiyle ilgili çalışmalar. Gelir idaresiyle
ilgili çalışmaları yapıyoruz. Vergi oranlarıyla ilgili küçük küçük uygulamalar
var; ama, biz, hükümetimizden ve -Bakanımız yok; ama- Bakanımızdan daha cesur
uygulamalar bekliyoruz vergi oranları ve vergi sistemi yönünden.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Güler uygular
onu!..
FAZIL KARAMAN (Devamla) - Evet...
Aksi takdirde gelir idaresine ilişkin reform
çalışmasının iki ayağı topal kalmış olacaktır.
Son bir nokta olarak da, gerek altkomisyon çalışmaları
esnasında gerekse daha sonraları muhatap olduğumuz, içinden çıktığımız Maliye
çalışanları, meslektaşlarımızla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.
Maliye Bakanlığı, geleneği çok eskiye dayanan, asırlara
dayanan bir teşkilat olarak mensupları bu sorumluluğu hep üzerinde taşımıştır
ki, altkomisyon çalışmaları esnasında bunu hep gördük. Aşağı yukarı bütün
meslek mensubu derneklerle görüştük; ama, bu derneklerin dile getirdiği
şeylerde, geleneklerinden gelen o sorumluluk duygularıyla hareket ettiklerini
gördük. Bundan sonra da aynı sorumluluk duygusunda hareket ederek gelir
idaresinin yeniden yapılanması sürecinde yapıcı rol alacaklarından eminim; ama,
burada bir noktayı daha belirtmek istiyorum. Gerek komisyon çalışmaları
esnasında gerekse daha sonra, siyasî otoritenin başı Sayın Bakanın ve gelir
idaresi yetkililerinin, Gelirler Genel Müdürlüğü yetkililerinin personelinin
özlük haklarında veya müktesebatında bir adım dahi geri gidecek herhangi bir
uygulama olmayacağını belirtmeleri bizleri memnun etti; ayrıca, bunun da
siyaseten takipçisi olacağımızı belirtmek istiyorum.
Bir reform sürecinin başlangıcı olarak bu kanun iyi bir
başlangıçtır. Hiçbir zaman son noktayı bir kanunla kurmayı beklememek gerekir.
Bundan sonra, uygulamada şekillenecek hedeflerle birlikte bu kanunun ülkemize
hayırlar getirmesini temenni ediyorum; bu vesileyle, tekrar, saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN -Sayın Karaman, teşekkür ediyorum.
Şahsı adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.
Buyurun Sayın Kandoğan.
Süreniz 10 dakika.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının tümü üzerinde söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Kanun tasarısı üzerinde görüşlerimi ifade etmeden önce,
bu kanun tasarısının hazırlanma safhalarının ne olduğundan, nasıl olduğundan
kısaca bahsetmek istiyorum.
Bu kanun tasarısı, 29.07.2004 tarihinde, Bakanlar
Kurulu tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmak üzere imzaya
açılmıştır; ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması yaklaşık yedi ay
sonra olmuştur. Tabiî, bu yedi aylık sürenin niye bu kadar uzun olduğu konusunu
da irdelememiz gerekmektedir. Maalesef, bu kanun tasarısı, başlangıçta, Maliye
Bakanlığı tarafından değil, Başbakanlıkta Başbakanlık Müsteşarı tarafından
hazırlanmıştır ve bu nedenle de, Maliye Bakanlığı bürokratları bu kanun
tasarısına çok şiddetli bir şekilde karşı çıkmışlardır ve şu anda, hükümet
sıralarında, bu kadar önemli olduğu söylenen bir kanun tasarısı görüşülürken,
Sayın Maliye Bakanının oturmaması, Sayın Maliye Bakanının Mecliste bulunmaması
da çok ciddî bir eksikliktir; çünkü, bu kanunun uygulanmasından birinci
derecede sorumlu olan Sayın Maliye Bakanıdır. Ancak, Sayın Maliye Bakanının,
her ne hikmetse, hangi sebeple burada bulunmadığını bilemiyorum. Ancak, tekrar
ediyorum, büyük bir eksiklik olduğunu da ifade etmek istiyorum.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER
(Ordu) - Takdir bizim... Onun takdirini bize bırakın.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi, bunun, bu tasarının
gerekçelerine bakıyoruz. Gerekçelerinde diyor ki: "Gerek doğrudan yabancı
sermaye gerekse portföy yatırımları daha düşük vergi ortamlarına
kaymaktadır." Daha düşük vergi ortamlarına kaymaktaysa, hiç böyle bir
kanun tasarısını Meclis gündemine getirmeden, bu vergi oranlarını, yabancı
portföylerin, yabancı yatırımların Türkiye'ye gelmesi için cazip hale
getirirsiniz ve bunu bir an önce uygulamaya koyarsınız. Niye böyle bir kanun
tasarısını bu gerekçeyle Meclise getiriyorsunuz?! Hem bundan şikâyet
ediyorsunuz hem de bu kanun tasarısını getirmeden bunun tedbirini alma imkânı
varken bu uygulamayı getirmiyorsunuz.
2003 yılında Türkiye'ye gelen doğrudan yabancı yatırım,
artı-eksi hesabı yaparak 80 000 000 dolar ve 2004 yılında doğrudan yabancı
yatırım da yaklaşık artı 300 000 000 dolar. Dünyada, yılda, 4 trilyon dolar
sermaye akımının bütün dünyayı dolaştığını gözönüne alacak olursanız,
Türkiye'ye 2003'te artı 80 000 000 dolar, 2004'te de artı 300 000 000 dolar
yabancı sermaye gelmesi noktasında gerekçe olarak bunu yazacağınıza, bunun
önündeki engelleri, yabancı sermayenin Türkiye'ye gelmemesinin sebeplerini
ortadan kaldırır, Türkiye'deki gerekli güven ortamını sağlarsınız ve böyle bir
kanun tasarısının gerekçesi olarak da bunları yazmazsınız.
Yine, gerekçede "bütün bu gelişmeler vergi
sistemimizin dünya trendlerine uyumlaştırılmasını, vergi oranlarının
düşürülerek vergi tabanının yaygınlaştırılmasını zorunlu ve gerekli
kılmaktadır."Düşürün, vergi oranlarını düşürün, vergiyi tabana yayın;
bunun önünde hiçbir engel yok. Gelin, bununla ilgili kanun tasarılarınızı,
tekliflerinizi Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirin, bizler de
destekleyelim, vergi oranı tabana yayılsın.
Bakınız, elimde rakamlar var; o rakamları sizlere
vermek istiyorum. Türkiye'deki vergi tahsilatının yaklaşık yüzde 73'ü dolaylı
vergilerden. Sayın Maliye Bakanının geçmişte bir beyanatı var; diyor ki Sayın
Maliye Bakanı: "Bir ülkede dolaylı vergilerin oranı yüzde 70'in üzerine
çıkarsa, o ülkede vergi adaletinden bahsetmenin imkânı yoktur." Bunu
söyleyen, şu anda Maliye Bakanı olarak görev yapan ve şu anda Mecliste
bulunmayan Bakanımız. Şimdi, 2004 yılında dolaylı vergilerin oranı yüzde 73
olmuş; ben, şimdi, burada olmayan Maliye Bakanımıza soruyorum...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER
(Ordu) - Mecliste, Mecliste.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hani, yüzde 70'in üzerinde
dolaylı vergiler olursa o ülkede vergi adaletinden bahsedilmezdi?! Demek ki,
Türkiye'de, şu anda, ikibuçuk yıldan beri Bakanlık yapan ve vergi adaletini
sağlamakla görevli olan Maliye Bakanımızın uygulamalarından sonra, Türkiye'de
vergi adaletinden bahsetmenin -kendi ifadeleriyle, beyanlarıyla- imkânı
bulunmamaktadır. Yine, Türkiye'deki, Gelir Vergisi yüzde 17, küçük esnaf yüzde
7; yüzde 6'sı da Kurumlar Vergisinden. Türkiye'de o kadar çarpık bir vergi
tahsilatı var ki, bunu dünyanın hiçbir yerinde görmenin imkânı yoktur. Gelir
Vergisinden dolayı yüzde 17 vergi ödemesinde bulunan bu vatandaşlarımız, bu
dargelirliler, bir de dolaylı vergilerden dolayı 2 kez vergi ödeme durumunda
kalmaktadırlar.
Türkiye'deki bu vergi adaletinden bahsederken bir iki
rakam daha vermek istiyorum. Türkiye'de basit usulde Gelir Vergisine tabi 814
000 mükellef var ve bunların -dikkatinizi çekmek istiyorum- ortalama vergi
ödeme miktarı 78 000 000 lira; beyana dayalı 1 775 000 mükellef var, bunların
da 649 000 000 lira; ama, asgarî ücretli bir görevlinin yılda ödemiş olduğu
vergi ise 663 000 000 lira. Bakınız, Türkiye'de, beyana dayalı meslek
gruplarının neler olduğunu sizler biliyorsunuz; o kadar önemli mesleklerde,
ciddî manada gelir elde edenlerin ortalaması 649 000 000, asgarî ücretlinin 663
000 000 ve yine, Kurumlar Vergisine tabi 632 000 mükellef var; bunların yüzde
90'ı 15 000 000 000, yüzde 10'u da yaklaşık 625 000 000 lira vergi ödüyorlar.
Bu kadar çarpık bir vergi sisteminin olduğu bir ülkede, siz, meselenin en
esaslı, en önemli yerini bir kenara bırakır, bunun karşılığında, personeli,
Maliye çalışanlarını, bu kanun tasarısı gündeme geldiğinden beri meydanlara
çıkaran bir kanun tasarısı hazırlarsanız, yanlış yapmış olursunuz. Bakınız...
VEZİR AKDEMİR (İzmir) - Bakan geldi, Bakan...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Bakanı gördüm, Sayın
Bakanı gördüm.
Şimdi, ben, Sayın Bakana soruyorum: 43 000, Maliyede bu
alanda çalışan görevlimiz var. Bakınız, bu kanun tasarısı gündeme geldiği
günden beri, bu memurlarımızın büyük çoğunluğu, Kızılay'da, hatta, Meclisin
önüne kadar geldiler, bu kanun tasarısıyla ilgili görüşlerini, çok net ve açık
bir şekilde dile getirdiler ve Türkiye'nin dört bir köşesinden, vergi
dairelerinde çalışan her kademedeki görevlilerimiz, personelimiz, kamu
görevlilerimiz, onlarca, yüzlerce faksı milletvekillerine göndererek, bu kanun
tasarısının kendileri açısından uygun olmadığını ifade eden beyanlarda
bulundular. Biz hep söylüyoruz, işte biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına konuşan ve bu konunun uzmanı olan çok değerli milletvekilimiz de
bahsettiler; TÜSİAD'ın görüşü alınmış bu kanun tasarısı hazırlanırken;
alınsın...
NİYAZİ PAKYÜREK (Bursa) - Uzman konuştuysa sen niye
konuşuyorsun?!
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben de uzman sayılırım Sayın
Milletvekili. Ben, her ne kadar yirmiüç yıl idarecilik yaptıysam da, ben,
Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü mezunuyum...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen konuşmanızı tamamlar
mısınız.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ... ve yirmiüç yıl da, vergi
dairelerinin amiri pozisyonunda olan ve onlara en yakın konumda bulunan birisi
olarak yirmibeş yıl görev yaptım. Elbette, bunların dertlerini, sıkıntılarını
sizden çok daha iyi biliyorum Sayın Milletvekili. Onun için bu kürsüdeyim
zaten. Onların hakkını hukukunu savunmak için bu kürsülere geliyoruz.
TÜSİAD'ın görüşünü alabilirsiniz, saygı duyuyorum,
alınması da lazım; ancak, sadece TÜSİAD'ın görüşünü alır, bu konuyla ilgili,
ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerini almazsanız yanlış yapılıyor demektir
ve yine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Milletvekili,
Başbakanlıktan bu kanun tasarısının sadece bir siyasî partiye gönderildiğini
söyledi ve bunun belgesi de olduğunu ifade etti. Eğer siz, sadece bir partiyi
kabul eder, diğer partileri, bir kanun tasarısı hazırlanmasında yok sayarsanız,
yine, orada ciddî manada yanlışlık yapıyorsunuz demektir. Yine biraz önce
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşan çok değerli milletvekilimiz
"iyi veya kötü bir kanun tasarısını Meclisin önüne getirdik"
ibaresini, ifadesini kullandı. Böyle bir ifadeyi şiddetle reddediyorum. Bir
kanun tasarısı, iyi veya kötü Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelemez
arkadaşlar. Bu kanun tasarısı, toplumun çeşitli kesimleri tarafından yeterince
tartışılarak, komisyonlarda ve Mecliste yeterince tartışılarak,
olgunlaştırılarak ve çok iyi bir şekilde bu Meclisten geçmesi gereken bir kanun
tasarısıdır. "İyi veya kötü, Meclisin gündemine getirdik" ifadesini,
ben, bir dil sürçmesi olarak kabul ediyorum ve öyle değerlendiriyorum.
Değerli milletvekilleri, yine bu kanun tasarısıyla
ilgili, çok değerli bir Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili arkadaşımız,
komisyonda da görev alan arkadaşımız, ciddî manada eleştiriler getirerek,
ayrışık oy kullanmış, muhalefet şerhinde bulunuyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, sürenize 2 dakika ilave
etmiştim, süreniz tamamlandı. Teşekkür eder misiniz...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Son cümlemi söylüyorum.
BAŞKAN - Son cümlenizi alayım, lütfen teşekkür ediniz.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yine, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu da, 11 maddeyi ihtiva eden bir muhalefet şerhinde bulunuyor.
Ben, maddelerde de konuşacağım; ancak, bu yapılanmanın
son derece yanlış olduğunu, hatalı olduğunu ve Anayasaya aykırı bazı hükümlerin
de bulunduğunu, birçok hususun yönetmeliklere, idarî düzenlemelere
bırakıldığını ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Ali Kemal
Kumkumoğlu; buyurun efendim.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, geçen haftadan bu yana Genel
Kurulumuzda Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısını
tartışıyorduk. Birden, milyonlarca esnafımızı ilgilendiren ve çok tartışmalı
olan, gerçekten bütün esnaf odalarımızın tek tek milletvekillerine,
gruplarımıza, bu yasal düzenlemeyle kendilerini yakından ilgilendiren, birinci
derecede ilgilendiren bu yasa tasarısıyla ilgili şikâyetlerini, sıkıntılarını
bize iletmeye çalıştığı bir süreçte ve hükümetin, bütün bu talepleri, hiçbir
şekilde dikkate almayan bir anlayışla kendi bildiği yolda giderken, birden, bu
milyonlarca esnafımızı ilgilendiren tasarı gündemimizden çıktı, yerine şimdi
görüşmekte olduğumuz Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun Tasarısı girdi. Niye?..
VEZİR AKDEMİR (İzmir) - Birazdan bu da geri çekilir.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Niye?.. Yeni bir
stand-by anlaşması yapılacak, IMF bunu talep ediyor...
Değerli milletvekilleri, bir defa, önce, şunun, kendi
içinizde, kendinizle bir muhakemesini yapmanızı isterim. Kim bilir İktidar
Partisi sıralarında bulunan kaç sayın bakan, kaç sayın milletvekili, bu
kürsüden "nedir bu, Meclisi IMF'nin dayatmalarına teslim etmişsiniz"
anlayışıyla iktidar partilerini eleştirmiştir, onlara eleştiriler taşımıştır,
yöneltmiştir. Nereden nereye geldiğinizi, ekonominin en sıkıntılı, en stresli
krizlerinin yaşandığı bir süreçte, IMF'den kredi alma adına yapılan birtakım
düzenlemelerin, belki, o günkü iktidarlar açısından bazı gerekçeleri olabilir;
ama, şimdi, siz, hem her şeyin çok iyi olduğunu söylüyorsunuz...
AHMET YENİ (Samsun) - Siz de söylüyorsunuz.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - ...hem de IMF'nin
dayatmalarını, milyonlarca esnafımızın taleplerinin, beklentilerinin, onlarla
ilgili bir yasal düzenlemenin önüne çıkarabiliyorsunuz.
Bunların ikisinden birisi doğru değil değerli
arkadaşlarım. Ya ekonominin durumu iyi değil, hâlâ IMF'nin bu tür dayatmalarına
bile evet demek zorundasınız ya da geçmişe dönük eleştirilerinizde hiçbir
haklılık payı yoktur.
Şimdi, ne yapılmaya çalışılıyor. Vergi politikası ile
Gelir İdaresi kısmen birbirinden ayrılmaya çalışılıyor, Gelir İdaresi lehine.
Ne yapacak Gelir İdaresi; Maliyenin vergi
politikalarını belirleyen birimin belirlediği şartlar altında, belirlenen
ölçüler içerisindeki vergiyi toplamaya çalışacak. Bununla ilgili olarak Gelir
İdaresinde yeni bir düzenleme yapmaya çalışıyoruz. Gelir İdaresinin
çalışanlarını mağdur ederek, hükümet, iktidar, mesela, vergi toplamada,
geçtiğimiz yıllar içerisinde kendi önüne koyduğu hedefleri aştığını ifade
ederek, yüzde 6,5'lik faizdışı fazladan daha fazlasını bu vesileyle verdiğini
ifade ederek, kendine övünç payları çıkarmasını biliyor. Peki, kimle
yapıyorsunuz bunları, kim topluyor bu vergileri; nerede şefler, müdürler; bu
tasarıda, onlarla ilgili ne getiriyorsunuz; hiçbir şey; onlarla ilgili bir tasfiye
süreci var. Onu da geçiyoruz.
Peki, sorunumuz, esas itibariyle vergiyi toplamakta mı
yatıyor, vergi politikasında mı yatıyor? Eğer, vergilerin yüzde 73'ü dolaylı
vergilerden oluşuyor, ekonominin yüzde 50'si kayıt dışından oluşuyor ise, o
zaman hangi vergiyi, hangi idareyle toplayacaksınız? Geriye kalanın tamamını
toplasanız bile, sizi, Türkiye gibi 70 000 000'luk dinamik bir ülkeyi,
istenilen, beklenen, özlenilen hedeflere ulaştırmaya yetecek mi?
Siz, ne söylemişsiniz -bu söylemler bizim söylediğimiz
şeyler değil, sizin söyledikleriniz- seçim beyannamesinde: "KDV, Kurumlar
Vergisi, Gelir Vergisi gibi vergilerin oranları düşürülecek, kayıtdışı ekonomik
faaliyetler önlenecek, kayıtlı işletmeler aleyhine işleyen haksız rekabet
engellenecektir." Kayıtdışı ekonomi, zamanınızda, sizin resmî
rakamlarınıza göre yüzde 40'lardan yüzde 50'lere çıktı.
"Kamu açıklarını kapatmak amacıyla son yıllarda
enerji ve haberleşme gibi sanayiin temel girdilerinin fiyatları üzerine çok
yüksek vergiler uygulanmış, fiyatlar dünya standartlarının çok üzerine
çıkmıştır. Bu vergiler, reel sektörün, uluslararası rekabet gücü kazanmasına ve
ihracat potansiyelini artırmasına imkân verecek standartlara
çekilecektir."
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de 1 litre benzin
neredeyse 2 dolara kullanılıyor tüketici tarafından. Sayın Bakan, dünyanın
herhangi bir yerinde, 2 dolara benzin tüketen bir ülke var mı? Sizin
döneminizde, 1 litre benzin nereden nereye geldi?!
Değerli arkadaşlarım, hatırlamaya çalışalım, bu ülkede
1 litre benzin 50 sent civarındayken "devlet benzini sübvanse edemez, 1
litre benzin mutlaka 1 dolar olmalıdır" dendiğinde kıyametler kopuyordu;
şimdi, oralardan, 1 litre benzinin 2 dolar olduğu yere geldik. Peki, siz ne
söylemişsiniz: "Bu rakamları makul, kabul edilebilir yerlere çekeceğiz,
vergiyi buralardan alan anlayışa son vereceğiz..." Vermiş misiniz; hayır.
Döneminizde, dolaylı vergilerin oranı, yüzde 67'lerden yüzde 73'lere çıkmış.
Başka?.. "Çalışan kesimlerin vergi yükü kademeli
olarak hafifletilecektir..." Çalışan kesimlerin üzerine yüklediğiniz
vergiler, Türkiye'de en çok insan çalıştıran sanayi kesimlerinin, özellikle
emek ağırlıklı, emek/yoğun sanayi kesimlerinin ihracata dönük çabalarında
önlerindeki en önemli engel olarak duruyor ve onlar, her gün, konuyla ilgili bakanların,
yetkililerin kapılarını çalarak "bu bizim rekabet gücümüzü olağanüstü
biçimde azaltıyor; zaten, uyguladığınız döviz politikası, bizi her anlamda
olağanüstü zorlukların içerisine sokmuştur; bir de sizin bu ağır vergi yükünüz,
bizi, bu işi artık yapamaz noktalara taşımıştır" şikâyetleri, her gün,
hepimize, hepinize birlikte geliyor ve bunları duyuyoruz değerli arkadaşlarım.
Bu örnekleri, sayısız biçimde çoğaltmam mümkün; ama,
zamanımı daha uygun kullanabilmek için, hepinizin bildiği bu örnekleri bir
tarafa bırakıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakın, Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği Başkanı ne söylüyor, Rifat Hisarcıklıoğlu: "Kayıtdışına, tepkisiz
bir toplum yaratmak için göz yumuluyor." Bu, çok önemli bir iddia değerli
arkadaşlarım: Kayıtdışına, tepkisiz bir toplum yaratmak için göz yumuluyor...
Kayıtsız ekonomide, insanlar her an korku altındadırlar; o nedenle, daha kolay
yönetilirler.
Sayın Bakan, bu iddia, Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği Başkanının iddiasıdır.
HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Cumhuriyet tarihi boyunca
tabiî.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Bu iddia, hem Sayın
Bakan tarafından hem bütün Parlamentomuz tarafından dikkate alınmalıdır.
Esnafı kayıtdışına itip yönetmeye çalışarak, kolay
yönetmeye çalışarak, vatandaşın açlığı, çaresizliği, işsizliği karşısında,
vatandaşa, iane biçiminde, Başbakanlığın kontrolündeki kaynaklardan,
belediyelerin başkanlarının kontrollerindeki kaynaklardan iane biçiminde
kaynaklar aktararak, vatandaşların çaresizliğinden, yoksulluğundan yararlanmaya
çalışıp, onlara verdiklerimizin karşısında onlardan siyasal destek talep etmek,
siyasî etik açısından doğru bir yaklaşım biçimi değildir, adil değildir,
eşitlikçi değildir. (AK Parti sıralarından "öyle mi" sesi)
Öyledir. Evet, öyle yapıyorsunuz maalesef.
Değerli arkadaşlarım, bu uygulamaların bir başka
sonucu, Türkiye'de vergiyi dolaylı biçimde toplamaya çalışmanın bir başka doğal
sonucu da, otuz yıl öncesini hatırlatan kaçakçılık hikâyelerinin yeniden
hortlamış olmasıdır. Bugün, üzerlerinden dolaylı vergi alınan ürünlerin kaçak
piyasasında 10 milyar doların üzerinde bir kaynağın döndüğünü, dolaştığını,
artık, herkes biliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu, ek 2 dakikalık süre
veriyorum; konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Sadece petrol kaçakçılığından 7,5 milyar dolar, içki ve
sigara kaçakçılığından 2,5 milyar dolar kaçakçılar kaynak elde ediyorlar.
VEZİR AKDEMİR (İzmir) - Hayalî ihracat da var.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Tekelin ucuza sattığı
tütünlerden Kuzey Irak'ta, İran'da, sigara fabrikalarında kullanılan tütün Türk
tütünü olduğu için, aynı aromada, aynı tatta kaçak sigara üretiliyor,
Türkiye'ye sokuluyor ve bu sigaralar, Türkiye'de, Tekelin sattığı sigaraların
yarı fiyatına, hatta, ondan daha ucuz biçimde satılıyor. Suriye'de, sınıra
yakın bölgelerde rakı fabrikaları kuruluyor; oradan, bazen, çok sayıda
yurttaşımızın kitlesel ölümüne sebep olabilecek kaçak içki Türkiye'ye sokuluyor.
Türkiye'de üretim yapmaya çalışan bira ve şarap fabrikaları, yüksek ÖTV
nedeniyle, ya üretimden vazgeçiyor ya Türkiye'ye yapacakları çok yüksek
düzeydeki yatırımlardan bu Özel Tüketim Vergilerinin yüksekliği nedeniyle
vazgeçeceklerini bizatihi ifade ediyorlar. İki gün önceki gazetelerde, bir bira
fabrikasının Türkiye'de 200 000 000 doları aşkın düzeyde yapacağı bir
yatırımdan, bu vergilerin yüksekliği nedeniyle vazgeçecekleri ifade ediliyor.
Değerli arkadaşlarım, zamanınızı çok fazla almak
istemiyorum; ama, bu vergi politikasının bize hiçbir faydası yoktur.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Çözümü anlat,
çözümü...
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Bu vergi politikasının
bize kayıplardan başka kazandırdığı bir şey yoktur. Bu vergi politikası, bir
defa, bir şekliyle devlete paçasını kaptırmış olan mükellefi iliklerine kadar
sömürmenin ötesinde, hiçbir şey Türkiye'ye kazandırmamaktadır. Türkiye'de
hiçbir olayda, hiçbir noktada, dünden daha iyi, daha güzel bir noktaya
Türkiye'yi taşıyamamaktadır, taşımamaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu, lütfen teşekkür ediniz.
Buyurun.
ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Evet.
Ben, Sayın Başkanın müsamahasına teşekkür ederek, asıl
sorunumuzun vergi toplamayla ilgili olan bölümde yapacağımız düzenlemeler
değil, bizatihi verginin kendisinin alınacağı birimlerle ilgili yapacağımız
düzenlemelerden geçtiğini ifade ederek, hepinize saygılar sunuyor, teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kumkumoğlu.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının maddelerine geçilmesini...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Tamam, arayacağım.
Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.
20.30'da toplanmak üzere, Birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.35
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati
: 20.35
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER
: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 83 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
861 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VII. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
3. - Gelir
İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/989) (S. Sayısı: 861) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
861 sıra sayılı kanun tasarısının maddelerine
geçilmesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, maddelere geçilmesini tekrar oylarınıza
sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Tasarının maddelerine geçilmesini kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir; karar yetersayısı
vardır.
1 inci maddeyi okutuyorum:
GELİR İDARESİ
BAŞKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA
KANUN
TASARISI
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç ve Tanımlar
Amaç
MADDE 1.- Bu Kanunun amacı; gelir politikasını adalet
ve tarafsızlık içinde uygulamak; vergi ve diğer gelirleri en az maliyetle
toplamak; mükelleflerin vergiye gönüllü uyumunu sağlamak; mükellef haklarını
gözeterek yüksek kalitede hizmet sunmak suretiyle yükümlülüklerini kolayca
yerine getirmeleri için gerekli tedbirleri almak; saydamlık, hesap
verebilirlik, katılımcılık, verimlilik, etkililik ve mükellef odaklılık temel
ilkelerine göre görev yapmak üzere Maliye Bakanlığına bağlı Gelir İdaresi
Başkanlığının kurulmasına, teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin
esasları düzenlemektir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
ve şahsı adına, Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek.
Sayın Özyürek, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 15 dakika.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz gelir idaresiyle
ilgili tasarı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, çok önemli bir tasarıyı
görüşüyoruz; çünkü, toplumların hayatında, devlet hayatında vergi toplanması
çok önemli bir olaydır. Verginin adil toplanması ve yerinde harcanması, bütün
kamu hukukunun konusunu oluşturmuştur. Magna Carta'dan beri bu konular hep
tartışılagelmiştir.
Vergi sistemi dediğiniz zaman, öncelikle, bir, vergi
kanunları ve onunla ilgili mevzuat, arkasından, o mevzuatın uygulanmasını
denetleyecek, vergiyi toplayacak bir örgüt anlaşılır. O bakımdan, görüşmekte
olduğumuz tasarı, vergi kanunu yapmak kadar önemlidir, hatta, bugün içinde
bulunduğumuz şartlar açısından çok daha önemlidir.
Ben, 1962 yılında Maliye Bakanlığına hesap uzmanı
olarak girdiğimden iki sene sonra, 1964 yılında, vergi idaresini yeniden
yapılandırma konusunda Bakanlıkta oluşturulmuş bir projede çalışmıştım; yani,
1964-2005. Benim açımdan kırk yılık bir mesele; ama, Maliye Bakanlığında
çalışanlar açısından çok daha önemli, 1930'lara kadar giden bir hayal, bir
umut.
Şimdi, bu hayali, bu umudu hayata geçirme, uygulama
şansı bu Meclisin önüne gelmişti; ama, ne yazık ki, tasarıyı incelediğimiz
zaman, o hayalleri, o umutları gerçekleştiren bir tasarıyla karşı karşıya
olmadığımız ortaya çıktı.
Şimdi, burada yapılmak istenen, bugünkü sistemin,
bugünkü örgütün, Gelirler Genel Müdürlüğü olarak çalışmakta olan teşkilatın
bazı noktalarını değiştirmek ve adını değiştirmekten ibaret bir tasarıyla karşı
karşıyayız. Bu şansın, bu umudun iyi kullanılmamış olmasından, bir vatandaş
olarak, bir milletvekili olarak büyük üzüntü duydum.
Değerli arkadaşlarım, nedir, nerelerde gereğini
yapmadık, yapamıyoruz... Öncelikle, bu tasarı, mevcut durumu esas almış.
Herkesin, bugün çalışanların konumuna fazla dokunmayayım, kimseyi tedirgin
etmeyeyim, rahatsız etmeyeyim anlayışı içinde, durumu kurtaran, bugünü kurtaran
bir anlayışla bu tasarı hazırlanmış. Oysa, daha köktenci, daha radikal bir
değişimi Meclisin huzuruna getirmek gerekiyordu; çünkü, 43 000'den fazla
çalışanı olan, hem vergi idaresini hem de geniş ölçüde vergi denetimini
bünyesinde bulunduran bu teşkilatın iyi işler bir şekilde yeniden
yapılandırılması, burada sürekli görüştüğümüz yeni yeni vergi kanunları
gelmesini engelleyecek bir düzenlemeydi. Eğer, vergi idaresini güçlü kılabilseydik,
vergi denetimini etkin kılabilseydik, yeni yeni vergi kanunlarına, ek vergi
kanunlarına, olağanüstü vergi kanunlarına ihtiyaç olmazdı; ama, ne yazık ki,
eğer tasarı bu şekliyle kanunlaşacaksa, yeni bir şey yapılmadığı için, bir
hamle yapılmadığı için, bir radikal değişiklik hayata geçirilemediği için, yine
geçmiş dönemlerde olduğu gibi, işte, bütçe zamanı geldiğinde bütçeyi
hazırlayacağız, bütçedeki açıklara bakacağız, bütçenin açıklarının önemli kısmını
borçlanmayla gidereceğiz ve daha da eksik kalan noktalarını vergilere zam
yaparak, yeni yeni vergi kanunları çıkararak gerçekleştireceğiz. Oysa, bu
teşkilat etkin ve güçlü hale getirilebilirse, getirilseydi, mevcut kanunlarla
bile çok daha iyi bir vergi toplamak mümkün olabilirdi.
Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye'nin en önemli
sorunu, ekonomistler açısından en önemli sorunu, kayıtdışı ekonomidir. Çok
çeşitli rakamlar verilir; fakat, adı üstünde, kayıtdışı olduğu için, bu
konudaki rakamların hepsi, hem doğrudur hem yanlıştır. Böylesine kayıtdışılığın
yoğun olduğu bir ülkede, kayıtdışılıkla mücadele edecek bir vergi idaresinin ve
bir vergi denetiminin oluşturulması gerekirdi. Şimdi, vergi denetiminin, hep
şikâyetçi olduğumuz çokbaşlılığı, planlı programlı çalıştırma şansının olmayışı
konusunda, bu tasarıyla, ne yazık ki, bir adım atılamamıştır. Yine, vergi
denetiminde çokbaşlılık devam etmektedir; vergi denetimi yapan örgütlerimizin
bir kısmı Maliye Bakanlığı bünyesinde kalmakta, bir bölümü gelir idaresinin
bünyesine alınmaktadır. Bu ikiliği, bu çoklu yapıyı teke indirmek, bu
tasarıyla, ne yazık ki, mümkün değildir; çünkü, bu tasarıyla, vergi idaresi,
hak ettiği düzeye çıkarılamamaktadır. O nedenle de, tarihî geçmişleri olan
Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları Kurulu gibi kurullar, bu tasarıyla
oluşturulan gelir idaresi çatısı altına girmek istememişlerdir, bunda da
haklıdırlar; çünkü, bu teşkilat, yeteri kadar etkin ve kamu idaresinde hak
ettiği noktada değildir. Teşkilat, müsteşarlığın biraz altında, genel
müdürlüğün biraz üzerinde bir noktaya taşınmıştır. Oysa, bu teşkilatın, belki
ayrı bir bakanlık olarak, onu yapamıyorsak, ayrı bir müsteşarlık olarak
örgütlenmesinde zorunluluk vardı. Tabiî, müsteşarlık demek, bakanlık demek,
sadece unvanlar vermek demek değil, o şekilde etkinliği sağlayacak bütün
birimlerin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu, ne yazık ki, sağlanamamıştır;
önemli bir fırsat kaçmıştır. İnşallah, daha sonra, bu konuda radikal bir
çözümü, gerçek anlamda bir gelir idaresini yeniden yapılandırma şansını
Parlamentomuz yakalayacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu tasarıyla, önce, gelir
idaresinde çalışanlar son derece rahatsız edilmiştir. Vergi dairesi müdür
yardımcılıkları, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonuna gelen
tasarıda yoktur. Yani, vergi dairesi müdür yardımcılarının, şeflerin kadroları
kaldırılmıştır. Daha sonra, komisyonda bu kadrolar tekrar konulmuştur; ama,
insanlar, 6 000'in üzerinde çalışan, bir kere, huzursuz edilmiştir.
"Acaba, Meclisten çıkarken, gene bir gece yarısı önergesiyle bizim
kadrolarımız kaldırılacak mıdır" kuşkusu insanlara hâkimdir. Ayrıca,
âdeta, o insanlara, vergi dairesi müdür yardımcılarına, vergi dairesinde
çalışan şeflere, bir anlamda "size ihtiyaç yoktur, siz olmasanız da bu
işler yürür" izlenimi, havası verilmiştir; ama, yanlıştan dönülmüş olması
da önemlidir. Umarım, bu kanun tasarısı burada görüşülürken, bir önergeyle, bir
sürprizle karşılaşmayız ve müdür yardımcılarının, şeflerin kadroları iptal
edilmez.
Değerli arkadaşlarım, bir örgütün etkin çalışması,
orada çalışan insanların motivasyonuna bağlıdır. Onları yüreklendiren, onların
daha iyi çalışmalarını özendiren önlemleri o teşkilat yasasına koyarsanız,
oradaki insanlardan daha çok verim alırsınız. Tasarıdaki bu eksikliği, Plan ve
Bütçe Komisyonundaki müzakereler sırasında, altkomisyonda görev yapan arkadaşlarımız
görmüşler ve personele 4 maaş ikramiye verilmesi şeklinde bir öneri
geliştirmişlerdir; ama, ne yazık ki, hükümetin de katıldığı bir önerge verilmek
suretiyle, komisyonda, bu 4 maaş ikramiye kaldırılmıştır. Bu da, insanları,
orada çalışanları önce bir umuda sevk etmiş, o umutları kısa sürmüş ve
hevesleri kursaklarında kalmıştır, bu 4 maaş ikramiye kaldırılmış, bu tasarıda
çıkmıştır. İnşallah, milletvekilleri olarak, bu idarede çalışan insanların
gerçekten çok güç durumda olduğunu düşünüp, bu 4 maaş ikramiye konusunu tekrar
burada canlandırmamız, hayata geçirmemiz mümkün olur.
Değerli arkadaşlarım, bu ikramiyeden niçin
vazgeçildiğini sorduğumuz zaman, Sayın Bakan, personel reformunu yakında
getireceklerini söylemişler, o nedenle buna ihtiyaç yok demişlerdir. Oysa, Plan
ve Bütçe Komisyonunun altkomisyonundan gelen tasarıda deniliyordu ki
"personel reformu yürürlüğe girinceye kadar 4 maaş ikramiye
verilmesi." Yani, ne sakıncası vardı?! Sanki, yarın yeni bir personel
reformu mu getirilecek?! Belli ki, uzunca bir süre personel reformu falan getirilmeyecek
veya personel reformu adı altında bir tasarı çıkarsak bile, memurların durumunu
düzeltecek, onlara yeni yeni ücret artışları getirecek, sosyal haklar getirecek
bir değişiklik yapmamız söz konusu değildir.
Yine, Plan ve Bütçe Komisyonuna gelen ilk tasarı da,
gelir idaresinin başına özel sektörden bir daire başkanının getirilmesi
şeklinde öneri vardı. Altkomisyonda bu öneri çıkarıldı. Daha sonra, bizim,
özellikle Cumhuriyet Halk Partililer olarak büyük, ısrarlı taleplerimiz
üzerine, bu konulmadı; yani, önünüzdeki tasarı eğer bu şekliyle yasalaşırsa,
özel sektörden gelir idaresi başkanlığına bir tayin yapılmak mümkün olmayacak.
Değerli arkadaşlarım, bu konu kamuoyunda da çok
tartışıldı. Sayın Bakan, bizi, biraz maliyeci olmakla, maliyeci mutaassıbı gibi
davranmakla suçladı; ama, bu, mutaassıplıkla filan ilgili olmayan bir şey. Bir
KİT'in başına özel sektörden birisini getirebilirsiniz, yararlı da olabilir;
ama, vergi toplamak gibi, kamunun, devletin başlıca işinin başına özel
sektörden birisini getirmek, işin tabiatına aykırı, mantığına aykırı.
Ayrıca, özel sektördeki ilişkilerle, özel sektördeki
anlayışla, Maliye Bakanlığında vergi toplamakla görevli olan insanların
anlayışı arasında çok büyük farklar vardır. O nedenle, bu yola gidilmedi,
tasarıdan çıkarıldı. Umarım, bu görüşmelerde sürpriz bir önergeyle karşı
karşıya kalmayız; ama, bu düşünce çok yanlıştır. Belki bugün değil; ama, yarın
tekrar huzurunuza gelebilir. Pek çok noktada özel sektörden yönetici getirebilirsiniz;
fakat, gelir idaresi gibi, vergi toplamakla, vergi denetimiyle görevli bir
idarenin başına özel sektörden birisinin getirilmesi, her bakımdan son derece
yanlış olur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özyürek, lütfen, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Diyelim ki, özel sektörden bir yöneticiyi aldık, gelir
idaresinin başına getirdik; beş altı ay sonra o özel sektör kuruluşuyla ilgili
bir vergi incelemesi başladı ve her vergi incelemesinde de, ne yazık ki, önemli
farklar her zaman bulunur. Şimdi, o yöneticinin belki bunda bir kusuru bile
olmasa, büyük bir dedikodu, büyük bir şaibe alır başını gider. Onun için, özel
sektör ayrıdır... Elbette, üreten, namusuyla çalışan özel sektöre saygımız
vardır; ama, özel sektöre geçmiş olan -özellikle buraya getireceğiniz insan bu
işi bilecek bir insandır- arkadaşlarımız, bırakalım orada çalışmaya devam
etsinler, biz, Maliye Bakanlığı bünyesinde bu görevi yapacak yüzlerce insan var,
onların arasından birini seçelim.
Değerli arkadaşlarım, bu tasarı, ne yazık ki, güçlü,
etkin bir vergi idaresi kuramamaktadır. Bu tasarı, vergi denetiminde etkinlik
sağlayamamaktadır ve hem hükümetin hem Parlamentomuzun önüne gelmiş olan bir
fırsat, ne yazık ki, çeşitli hesaplarla günü kurtarma anlayışıyla, biraz da
idareimaslahatçı bir anlayışla heba edilmiştir. Bu yönden üzülüyoruz.
Ben, bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyürek.
Şahsı adına Kahramanmaraş Milletvekili Fatih Arıkan?..
Kütahya Milletvekili Alaettin Güven?..
Sayın milletvekilleri, 1 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Karar yetersayısı istiyoruz.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Karar yetersayısı istiyoruz.
BAŞKAN - Oylamaya sundum, bir dahaki sefere...
Oylarınıza sunuyorum...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Hayır, hayır, sunmadınız.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, oya sunup sunmadığımı ben mi
takdir edeceğim, siz mi takdir edeceksiniz?!
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Yanlış yapıyorsunuz Sayın
Başkan, demin de yoktu karar yetersayısı.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Başkanım, az önce de yoktu.
BAŞKAN - Biraz önce yoktuysa, Sayın Eraslan, zamanında
görüşünüzü belirtirsiniz, aradan geçmiş 20 dakika, sonra görüş belirtilmez.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Karar yetersayısını daha
oylamaya geçmeden istedik.
BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, Meclisi
yanıltıyorsunuz.
BAŞKAN - Lütfen oturunuz yerinize!
Kimseyi yanıltmıyorum; ben Meclisi gayet güzel
yönetiyorum.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Demin de yoktu.
BAŞKAN -2 nci maddeyi okutuyorum:
Tanımlar
MADDE 2.- Bu Kanunda geçen;
a) Bakanlık: Maliye Bakanlığını,
b) Bakan: Maliye Bakanını,
c) Başkanlık: Gelir İdaresi Başkanlığını,
d) Başkan: Gelir İdaresi Başkanını,
e) Başkan yardımcısı: Gelir İdaresi Başkan
Yardımcısını,
f) Daire başkanı: Gelir İdaresi Daire Başkanını,
g) Merkez teşkilâtı: Gelir İdaresi Başkanlığının merkez
teşkilâtını,
h) Taşra teşkilâtı: Gelir İdaresi Başkanlığının taşra
teşkilâtını,
İfade eder.
BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, Kahramanmaraş
Milletvekili Fatih Arıkan?.. Yok.
Kütahya Milletvekili Alaattin Güven?.. Yok.
2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
İKİNCİ BÖLÜM
Teşkilat ve Görevler
Teşkilât
MADDE 3.- Başkanlık, merkez ve taşra teşkilâtından
meydana gelir.
Başkanlığın merkez teşkilâtı ana hizmet, danışma ve
yardımcı hizmet birimlerinden oluşur.
Başkanlığın merkez teşkilâtı ekli (1) sayılı listede
gösterilmiştir.
BAŞKAN - 3 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA M. AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 3 üncü maddeyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşkilat maddesinin bir özeti, bir tanımı yapılıyor bu
maddede. Tasarının tümü üzerinde yaptığım konuşmada, güçlü gelir idaresi
konusunda tasarının ciddî adımlar atamamış olduğunu ifade etmiştim.
Her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki, tasarı, genel
gerekçesinde, mevcut teşkilata, şu anda faaliyet gösteren, 43 000 personeliyle
faaliyette bulunan gelir idaresi teşkilatına biraz haksızlık yapmaktadır. Bu
idare, her sene bütçe yasalarıyla kendisine verilen vergi hedeflerini tutturmak
için gecesini gündüzüne katarak, cumartesi pazar günleri de çalışarak, kendisine
verilen görevi yerine getirmeye çalışmaktadır. Hükümetlerimizin, özellikle 2000
yılından bu yana çok fazla övündüğü, "yüzde 6,5 faizdışı fazlayı
tutturduk" şeklindeki övünmelerinin temelinde bu vergi idaresinin
çalışması yatmaktadır. Yüzde 6,5 fazlanın çok önemli bir kısmını gelir idaresi
gerçekleştirmektedir; genel müdüründen en ücra köşedeki vergi dairesindeki
yoklama memuruna, hizmetliye kadar, bütün personeliyle birlikte. Her şeyden
önce, bu teşkilata teşekkür etmek gerekir. Yine, bu teşkilat, gelir idaresini
defterdarlıktan koparırken -kendisine göre bir model oluşturuyor tabiî ki-
yine, defterdarlarımıza da, bugüne kadar, bu idarelerin başında, taşrada
göstermiş oldukları özverili çalışmalardan dolayı teşekkür etmek gerekir.
Gelir idaresi teşkilâtı, şu anda, Türkiye'nin en büyük
teşkilatlarından birisidir; 43 000'i aşkın personeliyle, Türk kamu yönetiminde
çok özel bir yere sahiptir. O nedenle de, böyle bir idarenin teşkilat yasası,
gerçekten, çok ciddî şekilde tartışılmalıdır, çok ciddî hazırlıkları
gerektirmektedir. Her ne kadar, bu tasarıda, bu hazırlıkları, bu kadar
göremediysek de, en azından, Genel Kurulda bu tartışmaları iyi bir şekilde
yaparsak, belki tasarının bazı maddelerini düzeltebiliriz, bazı maddelerini
ihtiyaca uygun hale getirebiliriz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, şunu da
söylemeliyim ki, vergi idaresine ilişkin, gelir idaresine ilişkin teşkilatı
kurmak her şey demek değildir. Önce, işin vergi politikası kısmı, vergi
mevzuatı kısmı çok sağlam olacak ki, bunu tamamlayacak olan da bir güçlü gelir
idaresi olsun. İşin bir tarafı eğer, sağlam değilse, bir tarafı güçlü değilse,
diğer tarafta bir adım atmak bizi sonuca götürmeyecektir. Bu teşkilat, bu
tasarıyla daha güçlü bir hale gelmiyor gerçekte. Bazı adımları atıyor; ama, öte
taraftan, mevcut sorunları devam ettiren düzenlemeleri de var; hatta, bazı
konularda daha geriye giden düzenlemeleri de var. Bunları, tümü üzerinde çok
kısaca söylemiştim, tekrar ifade etmeyi fazlalık sayıyorum. Ancak, eğer, işin
mevzuat kısmında hâlâ ihtiyaç duyulan düzenlemeler varsa, hâlâ eksiklikler
varsa, vergi idaresinin başarılı olma şansı yoktur.
Nedir örneğin eksiklikler; ben size söyleyeyim. Bugün,
bizim sistemimiz, beyan sistemidir; beyan, en modern sistemdir. Kişiler
gelirlerini beyan ederler; ancak, idare, bu beyanı denetleyebilir tabiî ki.
Yine, beyan sisteminde olması gereken bir özellik de,
bu sistemin içerisinde otokontrol kurumları olacaktır. Yani, idarenin, her
mükellefin beyanını denetleme olanağı olamadığına göre -dünyanın hiçbir
ülkesinde yoktur; o kadar sayıda denetim elemanını hiçbir vergi idaresi
istihdam edemez- o halde, sistemde otokontrol kurumları olacaktır. İşte, bizim
beyana dayalı sistemimizde, otokontrol kurumu kalmamıştır; yani, vergi sistemi
korunmasızdır. O nedenledir ki, bu korunmasız sistemde, bugün, vergi memurları,
zaman zaman mükellefleri beyan artırmaya zorlamakta veya "sen, beyan
ettiğinden çok daha fazla kazanmışsındır, bir miktar fatura kes bakalım,
görelim" zorlamasını yapmaktadır. Bu, maalesef, sistemin korunmasız
olmasından kaynaklanmaktadır, sistem bu durumdadır. Sistem bu durumda olunca,
gelir idaresinde atılacak adımların gerçekte başarıya ulaşma şansı yoktur.
Değerli arkadaşlar, diğer ülkelerde durum nasıldır?
Şimdi, hükümet, önümüze bir model getirdi. Esasen, bu, tutarlı bir model değil;
ama, bu modeli diğer ülkelerle kıyaslamak gerekir veya bizim şu anda
uygulamada, yürürlükte olan gelir idaresi modelimizi diğer ülkelerle
kıyaslamalıyız. Diğer ülkelerde durum nasıl; yani her ülke bağımsız veya yarı
özerk bir gelir idaresi kurmuş mu; hayır. Bakın, 30 OECD ülkesi içerisinde
maliye bakanlığı içinde tek genel müdürlük olarak bu işi götüren 6 ülke var;
maliye bakanlığı içerisinde 1'den fazla genel müdürlük olarak götüren 10 ülke
var. Demek ki, 6+10, toplam 16 ülke maliye bakanlığı içerisinde, bakana bağlı
birimlerle bunu götürmektedir; yani, hem vergi politikası birimi hem vergi
uygulaması, vergi idaresi dediğimiz bölüm, maliye bakanlığı içerisindedir.
Maliye bakanlığı dışında, daha doğrusu yine maliye bakanlığıyla ilişkili,
maliye bakanlığına bağlı, maliye bakanına rapor veren, hesap veren; ama, uygulamalarında,
vergi uygulamasında politik etkileri en aza indirmiş veya onun dışına çıkarmış
idareyi kuran ülke sayısı ise 14'tür. Biz, bu 14 ülkenin modelini burada
kurmaya çalışıyoruz; daha doğrusu, hükümet, tasarıyla böyle bir modele teşebbüs
ediyor; ancak, bu modeli, maalesef, kuramıyor.
Şimdi, bizim gibi kayıtdışı ekonominin boyutunun çok
yüksek olduğu ülkelerde vergi idaresinin, gelir idaresinin güçlü olması son
derece önemli. Bu sistemin mevzuat boyutu, vergi idaresi boyutu -biraz önce
söyledim- vergi politikası boyutu tabiî ki güçlü olacak, olmalı; buna paralel
olarak, gelir idaresi de güçlü olacak; eğer güçlü olmazsa, kayıtdışı ekonomiyi
kayda alma veya en aza indirme şansı yoktur. Bakın, ben, bununla ilgili size
çarpıcı birkaç rakam vermek istiyorum. Çeşitli ülkelerde, OECD ülkelerinde
nüfus nedir, bu nüfus içerisinde işgücü sayısı nedir, işgücüne kıyasla gerçek
kişi vergi mükellefi sayısı nedir ve bu kayıtlı gerçek kişi vergi mükellefinin
işgücüne oranı nedir -çok önemli bir ölçü- sizlere bunu vermek istiyorum. 5
ülkeyi seçtim; bu ülkelerin hepsinde de çalışanlar beyanname vermiyor,
Türkiye'de olduğu gibi; o nedenle bu ülkeleri seçtim, çalışanların beyanname
verdiği ülkeleri almadım. Bakın, İrlanda; 40 000 000 nüfusu var, 1,8 milyon
işgücü var, 1 860 000 gerçek kişi mükellefi var, kayıtlı gerçek kişi mükellefin
işgücüne oranı yüzde 104. İtalya; 57,3 milyon nüfus, 23,9 milyon işgücü var, 37
000 000 gerçek kişi mükellef var, bu mükellefin işgücüne oranı yüzde 154,8.
Meksika -bize yakın özellikleri olan bir ülkedir- 100 000 000 nüfus içerisinde
işgücünün sayısı 39,1 milyon, gerçek kişi mükellef sayısı 8,3 milyon, kayıtlı
gerçek kişilerin işgücüne oranı 21,2. Polonya'da oranı vereceğim sadece, yüzde
135,8. Türkiye'ye geliyorum; 68,6 milyon -OECD'nin 2004 yılı yayınından
alıyorum bu istatistikleri- işgücü 22,6 milyon, gerçek kişi mükellef sayısı 2,1
milyon ve kayıtlı gerçek kişi mükellefin işgücüne oranı yüzde 9,3. Bize bu
ülkelerden en yakın olanı Meksika'da yüzde 21,2; yarı yarıya fark var. Böyle
bir tabloda, vergi tabanının genişletilmesi için, gerçekten, güçlü bir idareye
ihtiyaç var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, 1 dakikalık süre içinde
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın
Başkan; teşekkür ediyorum.
Ama, bu tasarı, gelir idaresinin güçlendirilmesi
konusunda öngörmüş olduğu teşkilat modelinde, maalesef, çok ürkek, çok çekingen
davranmıştır. Bazı adımları atmaya çalışırken, attığı bazı adımlarla da, o
diğer attığı adımları geriye almıştır. Kendi içerisinde çelişkili birçok hükmü
taşımaktadır. Bu nedenle, güçlü bir gelir idaresi teşkilatı, maalesef, bu
tasarıyla kurulamamaktadır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.
Madde üzerinde, şahsı adına Fatih Arıkan, Kahramanmaraş
Milletvekili?..
Alaettin Güven, Kütahya Milletvekili?..
Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili; buyurun.
Süreniz 5 dakika.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Gelir İdaresi Başkanlığı teşkilat ve görevleri
hakkında çok önemli bir kanunu, gecenin bu saatinde görüşüyoruz. Tabiî ki,
zaman geldi, sabahlara kadar, biz burada sizinle beraber çalıştık. Bu
Parlamentonun 550 milletvekili var; fakat, 550 milletvekilinden, şurada -karar
yetersayısı olarak- 100 milletvekili yok, defalarca saydık.
AHMET YENİ (Samsun) - Seni ne ilgilendiriyor sayı?..
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Bu kadar önemli bir konu, bu
kadar önemli bir kanun. Türkiye'nin vergi sistemini, Türkiye'nin gelir
toplamadaki sistemini ilgilendiren çok önemli bir kanunu görüşürken, burada
karar yetersayısı olmaksızın Genel Kurul çalışmalarına devam edilmesini ben
huzurlarınızda tekrar kınıyorum ve Başkanımın da, bu konuda tarafsız bir duruş
sergilemesini, tarafsızlığını sergilemesini ve adil bir tavır içinde olmasını
da temenni ediyorum.
BAŞKAN - Sayın Eraslan...
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar...
BAŞKAN - Sayın Eraslan, dinler misiniz...
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Buyurun, Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Lütfen, konuşma üslubunuza dikkat ediniz.
Başkanlık Divanını töhmet altında bulundurucu ifadelerden kaçınınız.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım...
BAŞKAN - Bir dakika müsaade edin.
Biz burada, bir Başkanvekili ve iki Kâtip Üye olarak bu
oturumu gayet iyi yönetiyoruz ve burada ne olup ne bittiğini biliyoruz.
İtirazlarınız olursa, yerinizden, İçtüzüğün gereği olarak gündeme getirirsiniz.
(Alkışlar)
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım, bakın...
BAŞKAN - Bir dakika...
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Süremi siz kullanın,
buyurun!
BAŞKAN - Sürenizi vereceğim.
Oylama yapıldıktan 20 dakika sonra, esası olmayan bir
şeyi, şöyle oldu gibi gündeme getirmenizi kesinlikle kabul edemem. Onun için,
buyurun, konuştuğum süreyi size ilave ediyorum, konuşmanıza devam edin; ama,
üslubu içerisinde.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım, ben
üslupdışı hiçbir şey ifade etmiyorum, üslupdışı hiçbir şeyim yok. Şunu ifade
ediyorum sadece: Buradaki milletvekillerinin burada bulunmalarını takdirle
karşılıyorum, Allah hepsinden razı olsun. Yani, 550 milletvekilinin olduğu bir
Parlamentoda sadece 70-80 milletvekiliyle mi biz kanun çıkaracağız?!
AHMET YENİ (Samsun) - Sana ne onlardan kardeşim!
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Bu kadar önemli bir kanunu,
bu kadar sayıyla, karar yetersayısı olmaksızın mı çıkaracağız?! Buna, ne Türk
kamuoyu ne halkımız ne de buradaki milletvekillerimiz, rıza göstermezler.
HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Senin arkadaşların nerede?!
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım, az önce siz
henüz oylamaya girmeden, biz sizden karar yetersayısı aramanızı istedik, buna
rağmen oylamaya devam ettiniz. Ben bunu takdirlerinize sunuyorum; ama, bu bir
usul hatasıdır. Buradaki milletvekilleri gecenin bu saatinde burada ise, diğer
milletvekillerinin de aynı şekilde Parlamentoda bulunmaları gerekir. Ben bunu
ifade etmek istiyorum Sayın Başkanım. Birazdan tekrar karar yetersayısının aranılmasını
isteyeceğiz.
Şimdi, 3 üncü madde üzerinde görüşlerimi ifade etmek
istiyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Siz 2 kişi misiniz?!
MEHMET ERASLAN (Devamla) - 3 üncü maddemiz, Başkanlığın
taşra teşkilatı, doğrudan merkeze bağlı vergi daireleri başkanlıklarından
oluşur diyor. Vergi dairesi başkanlıklarının kuruluş ve yerleri -tabiî, kanunda
kuruluş ve yerleri belli değil- ve sayıları ile bunlara ilişkin değişiklikler
Bakanlar Kurulunca belirlenir... Tabiî ki, vergi dairesi başkanlıklarının
nerede kurulacağı kanunda belli değil; bu kadar önemli bir kanunu görüşüyoruz,
bu kadar önemli bir sistem değişikliğini görüşüyoruz; fakat, maalesef, vergi
dairesi başkanlıklarının nerede, nasıl, ne şekilde kurulacağına ilişkin bir
bilgi, kanunda yok. Onunla beraber, bunların sayıları da belli değil. Vergi
dairesi başkanlıkları kaç tane olacak, adedi ne olacak, nerede kurulacak, hangi
bölgelerde kurulacak; tasarının 3 üncü maddesinde buna ilişkin kayda değer
bilgiler de yok; açıklayıcı, bizleri de aydınlatıcı, milletvekillerini de
aydınlatıcı, aynı zamanda kamuoyunu da, gelir idaresinde çalışan kardeşlerimizi
de, vatandaşlarımızı da, personelimizi de aydınlatıcı bir bilgi yok.
Ben, özellikle, bu eksiklikleri, bu maddedeki
noksanlıkları Sayın Bakana ifade ederken...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Konuşmanıza 2 dakika ilave ediyorum Sayın
Eraslan, buyurun.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - Fazla zamanınızı da
almayacağım.
Bu eksiklikleri, bu maddedeki noksanlıkları Sayın
Bakanımızın da dikkatlerine sunuyorum...
AHMET YENİ (Samsun) - Sonraki listede var bunlar zaten.
MEHMET ERASLAN (Devamla) - ...ve bu maddeden sonra
tekrar karar yetersayısının aranılmasını talep ediyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Yalnız, karar yetersayısını kürsüden
istemeyeceksiniz, yerinizden isteyeceksiniz, İçtüzüğün hükümlerine göre.
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Peki, buradan istiyorum Sayın
Başkan. Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 3 üncü maddeyi, ekli 1
sayılı listeyle birlikte...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - ...oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını
arayacağım.
3 üncü maddeyi, ekli 1 sayılı listeyle birlikte
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı
vardır, madde kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum:
Görevler
MADDE 4.- Başkanlığın görevleri şunlardır:
a) Bakanlıkça belirlenen Devlet gelirleri politikasını
uygulamak.
b) Mükelleflerin vergiye uyumunu kolaylaştırmak ve
hizmetlerini yerine getirmek.
c) Mükellef haklarının korunması ve mükellef ile
Başkanlık ilişkilerinin karşılıklı güven esasına dayanması konusunda gerekli
tedbirleri almak.
d) Mükellefleri vergi mevzuatından doğan hakları ve
ödevleri konusunda bilgilendirmek,
e) Devlet gelirleri politikasıyla ilgili kanun ve
kararname çalışmalarına katılmak.
f) Devlet alacaklarının tahsilini sağlamak ve bu konuda
gerekli tedbirleri almak.
g) Uygulamada ortaya çıkan ihtilafların en aza
indirilmesine ve uygulama birliğinin sağlanmasına yönelik tedbirler almak.
h) Vergilendirmeyle ilgili bilgileri toplamak ve bilgi
işlem faaliyetlerini yürütmek.
i) Vergi kanunlarında veya diğer mali kanunlarda yer
alan her türlü istisna, muaflık ve indirimlerin maliyetlerini ölçmek, ekonomik
ve sosyal etkilerini analiz etmek.
j) Bakanlıkça belirlenen temel politikalar ve
stratejiler doğrultusunda vergi inceleme ve denetimlerini gerçekleştirmek,
vergi kayıp ve kaçağının önlenmesi konusunda gerekli tedbirleri almak.
k) Mahallî idare gelirleri politikası ile Devlet
gelirleri politikasının uygulanmasında uyumu sağlayıcı tedbirler almak.
l) Gelirleri etkileyen her türlü kanun tasarı ve
tekliflerini, vergi tekniği ve uygulamaları açısından inceleyerek görüş
bildirmek.
m) Gelir mevzuatının uygulanmasına ilişkin olarak diğer
kurum ve
kuruluşlarla işbirliği yapmak, bu amaçla veri
alışverişini gerçekleştirmek.
n) Görev alanına giren konularda, uluslararası
gelişmeleri izlemek ve Avrupa Birliği, uluslararası kuruluşlar ve diğer devletlerle
işbirliği yapmak.
o) Terkini gereken vergiler ile tahsili zamanaşımına
uğrayan Hazine alacaklarının kanunlar gereğince terkin edilmesiyle ilgili
işlemlerin yerine getirilmesini sağlamak.
p) Nitelikli insan kaynağının kazandırılması,
yetkinliklerin geliştirilmesi, kariyer planlarının yapılması ve
performanslarının ölçülmesini sağlamak.
r) Kamu Görevlileri Etik Kurulunun belirlediği ilkeler
çerçevesinde kurumsal etik kurallar düzenleyerek personele ve mükelleflere
duyurmak.
s) Faaliyet sonuçlarını düzenli aralıklarla kamuoyuna
duyurmak ve yıllık faaliyet raporunu izleyen yıl kamuoyuna açıklamak.
t) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Trabzon Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi; buyurun.
CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 4 üncü maddesine ilişkin olarak,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; sözlerime başlarken, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
4 üncü madde, görev olarak birçok konuyu
düzenlemektedir; bunlardan, çok temel bir iki konuda görüşlerimi size sunmak
istiyorum.
Daha önce ifade ettim; tasarı, güçlü gelir idaresi
kavramından yola çıkıyor; ama, maalesef, böyle bir idareyi yaratamıyor.
Bunu kuran ülkelerde, ister özerk gelir idaresi olsun
isterse yarı özerk gelir idaresi olsun, bunların özelliğine baktığımızda, iki
temel prensibin olduğunu görüyoruz; bir, bağımsızlık; iki, birleşiklik. Nedir
bunlar; bağımsızlığı ifade etmiştim, yine, çok kısaca ifade etmek istiyorum;
vergi uygulamalarında, Maliye Bakanlığının, Bakan dahil, hiçbir şekilde bir söz
sahibi olmamasıdır, bir görevinin olmamasıdır. Aksi takdirde, uygulamanın
içerisinde Maliye Bakanlığı olursa, uygulamalar, doğru olana göre değil,
politik durumlara göre olabilir, böyle bir risk olabilir, uygulamaya politika
karışabilir. Bu, bağımsızlığın temelidir; Maliye Bakanlığının uygulama
içerisinde yer almaması, bağımsızlığın temel şartlarından biridir. Yoksa,
idarenin harcamalarında belli esnekliğinin olması, insan kaynakları
politikalarında belli esnekliklerinin olması, hatta, kamu tüzelkişiliğinin
olması, tek başına bağımsızlık için yeterli değildir. Onlar da önemlidir; ama,
onlardan daha önemlisi, bu, biraz önce belirttiğim konudur.
Birleşiklik prensibi nedir; birleşiklik prensibi,
mükellef denetimi ve incelemeleri dahil, uygulamaya yönelik bütün işlemlerin
tek bir idare tarafından yürütülmesidir. Denetim ve inceleme dahil, uygulamaya
yönelik bütün işlemler, vergi tahsilinden yoklamaya kadar, düzeltmeye kadar
bütün işlemleri, tek bir idare, bu birleşik idare dediğimiz idare yapacaktır.
Tasarıda böyle bir yaklaşım var mı; yok. Tasarının bu
maddesinin (j) bendine baktığımızda, denetime ilişkin politika ve stratejilerin
belirlenmesi görevinin Maliye Bakanlığına bırakılmış olduğunu görüyoruz. Peki,
nerede o zaman, güçlü gelir idaresi; uygulamayı, Maliye Bakanlığı dışında
yönlendirecek güçlü gelir idaresi nerede?!
BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, bir beş saniyenizi rica
edeyim.
Sayın Çerçi, efendim, lütfen, müzakerenizi başka bir
zeminde yaparsanız memnun olurum.
Buyurun Sayın Hamzaçebi.
MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Tasarı, maalesef,
hemen ilk maddelerinden birisinde, neden güçlü gelir idaresi kuramadığının
işaretini vermiştir; (j) bendiyle kendisini göstermiştir. Denetime ilişkin
politika ve stratejiler Maliye Bakanlığında bırakılmak suretiyle gelir
idaresinin güçlü olması engellenmiştir. Esasen, bunun gerisinde şu yatmaktadır:
Normal olarak, vergi denetimine ilişkin bütün görevlerin, vergi incelemelerinin
gelir idaresi içerisinde toplanması gerekir; ama, tasarının Gelir İdaresi
Başkanlığı için öngörmüş olduğu konum o kadar kötü ki veya o kadar iyi durumda
değil ki, vergi incelemesi şeklindeki vergi denetim hizmetini, görevini, bu
tasarı, tek bir teşkilat içinde toplayamamaktadır.
Maliye Bakanlığı içerisinde, vergi incelemesi yapan iki
değerli kurul vardır; Maliye Teftiş Kurulu ve Hesap Uzmanları Kurulu. Hesap
Uzmanları Kurulu, münhasıran vergi incelemesi yapan, çok değerli incelemeler
yapan bir kurulumuzdur; ama, tasarının Gelir İdaresi Başkanlığı için öngördüğü
mütevazı yapı, mütevazı konum, Hesap Uzmanları Kurulunun buraya gelip monte
edilmesini engellemiştir. İster istemez, vergi denetiminde çokbaşlılık devam
etmektedir. Çokbaşlılık devam ettiği için, Gelir İdaresi Başkanlığı, yeni
konumunda, vergi denetimlerini planlayabilecek, koordine edebilecek durumda
olmayacaktır. Denetime ilişkin politikaları Maliye Bakanlığı belirleyeceğine
göre, Maliye Bakanlığı, istediği sektörlerin incelenmesini, incelemedışı, denetimdışı
bırakacak; ama, arzu ettiği sektörlerin de denetime alınmasını isteyebilecek.
Oysa, bu tercihi, bu planlamayı,bu programlamayı yapabilecek olan, Gelir
İdaresi Başkanlığıdır. O yapmalıydı; çünkü, bütün veriler oradadır, ekonomiyi
onlar izlemektedir. VEDOK Projeleriyle bilgi akışını, bilgi toplamayı sağlayan,
vergi kimlik numaralarıyla ilişkilendirilmiş bilgileri Maliyenin bilgisayarına,
bilgiişlem merkezine aktaran, Gelir İdaresi Başkanlığıdır. Bütün veriler orada
olduğuna göre, bu planlamayı da, denetim planlamasını da, Gelir İdaresi
Başkanlığı yapmak konumundadır.
Tasarı, maalesef, bu konuda, bu tasarıyı hazırlarken
örnek alınmaya çalışılan ülkelerdeki modeli bile alamamıştır. Onun, belki,
birtakım hususlarını, merkezde fonksiyonel örgütlenme gibi hususlarını
alabilmiş; ama, böylesi önemli bir kısmı alamamıştır. Tasarı, maalesef, güçlü
gelir idaresini kuramamaktadır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.
Madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri, önce
geliş sıralarına göre okutup, sonra aykırılıklarına göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının 4 üncü
maddesinin (j) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz. 13.4.2005
|
Mehmet
Akif Hamzaçebi |
Ali Kemal
Kumkumoğlu |
Birgen
Keleş |
|
Trabzon |
İstanbul |
İstanbul |
|
Enis
Tütüncü |
Osman
Kaptan |
Gürol
Ergin |
|
Tekirdağ |
Antalya |
Muğla |
|
Mehmet
Yıldırım |
|
Mehmet
Mesut Özakcan |
|
Kastamonu |
|
Aydın |
"j) Vergi inceleme ve denetim politikalarını
oluşturmak ve uygulamak"
BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının 4 üncü
maddesine (p) bendi olarak aşağıdaki bendin eklenmesi ve sonraki bentlerin buna
göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz. 13.4.2005
|
Mehmet
Akif Hamzaçebi |
Ali Kemal
Kumkumoğlu |
Birgen
Keleş |
|
Trabzon |
İstanbul |
İstanbul |
|
Enis
Tütüncü |
Osman
Kaptan |
Gürol
Ergin |
|
Tekirdağ |
Antalya |
Muğla |
|
Mehmet
Yıldırım |
Mehmet
Mesut Özakcan |
Mustafa
Özyürek |
|
Kastamonu |
Aydın |
Mersin |
|
|
Kemal
Kılıçdaroğlu |
|
|
|
İstanbul |
|
"p) Gelir kanunlarının uygulanmasını tüzük ve
yönetmelik dışındaki düzenleyici işlemlerle yönlendirmek"
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA
(Afyonkarahisar) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarının 9/b maddesine göre gelir kanunlarının
uygulanmasını düzenleyici işlemlerle yönlendirmek, Gelir Yönetimi Daire
Başkanlığının görevleri arasındadır. Yine tasarının 13/m maddesine göre de
Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığı 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik,
Serbest Muhasebeci Malî Müşavirlik ve Yeminli Malî Müşavirlik Kanununa ilişkin
düzenleyici işlemleri yapmakla yetkili ve görevlidir.
Bilindiği gibi, idarenin yapacağı düzenleyici işlemler;
tüzük, yönetmelik, kararname, genelge gibi düzenlemelerdir. Anayasanın 115 inci
maddesinde tüzüklerin Bakanlar Kurulunca, 124 üncü maddesinde ise,
yönetmeliklerin Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerince çıkarılacağı
hükme bağlanmıştır.
Tasarının 9 uncu maddesinin (b) bendinde Vergi Yönetimi
Daire Başkanlığına gelir kanunlarının uygulanmasını düzenleyici işlemlerle
yönlendirme konusunda genel bir yetki verilmekte ve verilen bu yetki, bir
sınırlandırma olmadığı için her türlü düzenleyici işlemi yapabilmeyi de
kapsamaktadır.
Diğer taraftan, bir hukuk devletinde çok başlılık düşünülemeyeceğinden,
düzenleyici işlemin ancak üst organ tarafından yapılması esastır.
Tasarıdaki düzenlemeleri Anayasaya uyumlu hale getirmek
amacıyla değişiklik önerilmektedir.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının 4 üncü
maddesinin (j) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
Mehmet Akif Hamzaçebi (Trabzon) ve arkadaşları
j) "Vergi inceleme ve denetim politikalarını
oluşturmak ve uygulamak"
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA
(Afyonkarahisar) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Mükellef uyumunu yönetmek için en temel unsur olan
denetim gelir idaresinin bir sorumluluğu ise de mevcut yapıda Türkiye'de
denetim fonksiyonu tümüyle gelir idaresinin kontrolünde değildir.
Tasarının genel gerekçesinde "yeni yapılanmada
görevler arasında mükerrerlikler oluşmaması; aynı hizmetin birden çok birim
tarafından yüklenilmemesi öngörülmüştür" denilmesine rağmen, vergi
denetiminde buna uyulmamış ve bugünkü parçalı yapının devam etmesi
öngörülmüştür. Vergi denetiminde bugün yaşanan en büyük sorun, gelir
idaresinin, yani Gelirler Genel Müdürlüğünün vergi denetimlerini planlayamaması
ve koordine edememesidir. Tasarı bu konuda en küçük bir iyileştirme düzenlemesi
yapmamaktadır. Gerçekte denetimde mevcut olan sorunlar aynen devam ediyor
demek, tasarıya iyimser yaklaşmak olur. Tasarı, bugünkünden daha geri, garip
bir modeli benimsemiştir.
Tasarı madde 4/j'ye göre, vergi inceleme ve
denetimlerine ilişkin temel politika ve stratejiler bakanlıkça belirlenecektir.
Bu düzenleme, güçlü gelir idaresi kavramıyla bağdaşmamakta olup, vergi
politikası ile vergi idaresinin, yani, uygulamanın birbirinden ayrılması
yönündeki prensibe aykırıdır. Bu durumda, böyle bir tasarıya gerek yoktur.
Bununla, vergi denetimi, Bakanlığın vesayeti altına alınmış olmaktadır.
Vergi politikalarının, vergi kanunlarının uygulayıcısı
gelir idaresi olduğuna göre, vergi inceleme ve denetimlerinde önceliklerin
neler olduğunu ve buna göre politika ve stratejinin ne olması gerektiğini de en
iyi bu idare bilmek durumundadır. Düzenleme, Bakanlığın gelir idaresi
üzerindeki gücünden vazgeçmek istemediğini göstermektedir. Buna göre, örneğin,
Bakanlık belirli sektörlerin, alanların veya mükellef gruplarının belirli
sürelerle vergi denetimi dışında bırakılmasını bir politika olarak gelir
idaresine bildirebilecek ve gelir idaresi de bu konularda denetim yapma
iradesini ortaya koyamayacaktır.
Bu düzenlemelerle, gelir idaresi, vergi denetiminde
bugünkü gücünün de gerisine gitmektedir.
Anılan gerekçelerle bentte değişiklik önerilmektedir.
BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum:
Başkan
MADDE 5.- Başkan, Başkanlığın en üst amiri olup;
a) Başkanlığı mevzuat hükümlerine, Başkanlığın politika
ve stratejilerine uygun olarak yönetir.
b) Başkanlığın görev alanına giren hususlarda politika
ve stratejiler geliştirir, bunlara uygun olarak yıllık amaç ve hedefler
oluşturur, performans ölçütleri belirler, gerekli mevzuat çalışmalarını yapar;
Başkanlık bütçe teklifini hazırlar, belirlenen strateji, amaç ve performans
ölçütleri doğrultusunda uygulamayı koordine eder, izler ve değerlendirir.
c) Başkanlığın faaliyet ve işlemlerini denetler,
yönetim sistemlerini gözden geçirir, kurumsal yapı ile yönetim süreçlerinin
etkililiğini gözetir ve yönetimin geliştirilmesini sağlar.
d) Başkanlığın orta ve uzun vadeli strateji ve
politikalarının belirlenmesinde üniversite, meslek kuruluşları ve sivil toplum
kuruluşları ile işbirliği yapılmasını sağlar.
e) Faaliyet alanına giren konularda diğer kamu kurum ve
kuruluşları ile işbirliği ve koordinasyonu sağlar.
f) Yalın, esnek ve katılımcı yönetim anlayışının
gerçekleşmesini sağlar.
g) Başkanlığın merkez ve taşra birimleri arasında
doğrudan ve süratli iletişimi ve iş akışını sağlayacak tedbirleri alır.
Başkan, yukarıda belirtilen görevlerin yürütülmesinden
doğrudan Bakana karşı sorumludur.
BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, Denizli
Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.
Süreniz 5 dakika.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
5 inci maddeyle ilgili görüşlerimi ifade etmeye
çalışacağım; yalnız, 5 inci maddeden önce, bu kanunun gerekçesinde yer alan
bazı ifadeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu kanunun gerekçesinde, bu kanun tasarısının
hazırlanmasında, kaynakların etkin ve verimli kullanılmadığı, çalışanların
motivasyonunun yetersiz bulunduğu, nitelikli insangücünün elde tutulamadığı,
mükelleflere etkin ve kaliteli hizmet sunulamadığı, katılımcı ve şeffaf yönetim
anlayışının yerleştirilemediği gibi ifadeler yer almaktadır; ancak, bu yeni
kanun tasarısını ciddî bir şekilde inceleyecek olursak, bu söylenilen
hususların hiçbirinin yeni kanun tasarısında iyileştirileceğine,
düzeltileceğine dair herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.
Ben isterdim ki, Sayın Maliye Bakanı, tümü üzerindeki
görüşmelerden sonra, gelsin, bu kürsüden, bu kanun tasarısının hangi maksatla
hazırlandığını, Türkiye'ye ne kazandıracağını, çalışanlara neler getirdiğini,
neler sağladığını izah etsin, anlatsın. Meclisteki teamül de böyleydi. Bugüne
kadar hangi kanun tasarısı Meclise gelse, ilgili bakan, tümü üzerindeki
konuşmalardan sonra, gelir, bu kanunla ilgili neler sağlanmaya çalışıldığını bu
kürsülerden dile getirirdi.
Şimdi, kaynakların etkin ve verimli kullanılmadığı
söyleniyor; ancak, kanun tasarısına bakıyoruz, hiçbir yerinde, kaynakların
etkin ve verimli kullanılacağına dair bir hüküm yok. Çalışanların
motivasyonunun yetersiz bulunduğu söyleniyor; bu kanun tasarısından sonra,
çalışanların motivasyonunun tamamen kaybolacağını da buradan ifade ediyorum.
Niye bunu söylüyorum; çünkü, bu kanun tasarısı gündemdeyken, binlerce, kamuda
çalışan, Maliyede çalışan kamu görevlileri bu kanun tasarısının aleyhinde iş
bıraktılar; meydanlarda bu tasarının aleyhinde toplantılar düzenlediler ve siz
şimdi kalkıyorsunuz, bu kanunla çalışanların motivasyonunun
iyileştirileceğinden bahsediyorsunuz; ben de tam tersini söylüyorum,
çalışanların motivasyonu, bu kanun tasarısı gündeme geldiği günden itibaren
bozulmuştur, yok olmuştur.
Yine, nitelikli insangücünün elde tutulamadığını
söylüyorsunuz; çok yanlış bir ifade. Bu, Maliye teşkilatından nitelikli
insanların ayrıldığını, söylemek istemiyorum; ama, mefhumu muhalifiyle bu
çıkıyor. Nitelikli olmayan insanların Maliyede, gelirler idaresinde, vergi
dairelerinde çalışmaya devam ettiği şeklinde bir izlenimi gerekçenin içerisine
yerleştiriyorsunuz; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün kapatılmasında da
aynısını yapmıştınız; birçok kanun tasarısında da aynı şeyler yapıldı. Ben
sizlerden rica ediyorum, böyle kanun tasarıları gelebilir; ancak, çalışanları
rencide edecek, onları üzecek, onları töhmet altında bırakacak ifadelerin,
ibarelerin gerekçelerin içerisinde yer almamasına özen göstermemiz gerektiğine
inanıyorum.
Yine, katılımcı ve şeffaf yönetim anlayışının
yerleştirilemediği... Ben şimdi soruyorum: Hangi maddesinde katılımcı ve şeffaf
bir yönetim anlayışını bu kanun tasarısıyla beraber Türkiye'nin gündemine
taşıyoruz? Bence, öncelikle, personelin moral motivasyonunun kuvvetlendirilmesi
lazım. Bakınız, vergi gelirlerinin yüzde 48'i İstanbul'da toplanıyor.
İstanbul'da 9 000 görevliyle biz bunu yapıyoruz; ancak, bu görevlilerin çalışma
ortamlarının nasıl olduğunu Sayın Maliye Bakanımızın gelip buralarda ifade
etmesi lazım. Ben isterim ki, bir gün, bir vergi dairesine Sayın Maliye
Bakanımız uğrasın, orada, vergi dairesi çalışanlarının hangi şartlar içerisinde
çalıştığını, ne kadar zor şartlar altında görev yaptığını gözleriyle görüp, öncelikle
onların çalışma ortamlarının düzeltilmesi ve iyileştirilmesi için gerekli
tedbirleri alsın ve vergi daireleri yüzde 40 eksik personelle çalışıyor değerli
milletvekilleri. Yüzde 40 eksik personelle bugüne kadar vergi dairesinde
çalışanlar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Uğramadığını nereden
biliyorsun!
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, size ek 1 dakikalık süre
vereceğim. Umarım bu 1 dakikalık süre içerisinde madde üzerindeki görüşlerinizi
ifade etmek imkânı bulursunuz. 1 dakikada toparlamanızı istirham ediyorum.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Türkiye'deki çalışan kamu
görevlileri vergi dairelerinde yüzde 40 eksik kapasiteyle görev yapıyorlar.
Öncelikle personelin bu durumu gözönüne alınarak onların moral motivasyonunu
sağlayacak ve bu kanunla onların mağdur edilmediklerini, gelip bu kürsüden
Sayın Maliye Bakanımızın açıklamasını bekliyorum.
Türkiye'nin her yerinden yüzlerce faks geldi. Mağdur
olacaklarını, geleceklerinin bir belirsizlik içerisine girdiğini, önlerinin
kapatıldığını, önlerinin kesildiğini ifade eden yüzlerce, binlerce çalışan
görevli bizlere ulaştılar, sizlere de ulaştılar.
O bakımdan, ben, böyle kanun tasarıları hazırlanırken,
öncelikle personelin içinde bulunduğu durumun gözönüne alınarak, onların maddî
durumlarının ve çalışma ortamlarının iyileştirilerek bu kanun tasarılarının
gündeme getirilmesinin daha faydalı olacağı inancımı ifade ediyor, sizleri
saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan,
söz istiyorum.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Maliye Bakanı Sayın Kemal
Unakıtan, Hükümet adına konuşma yapacaklardır.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan,
bir konuya açıklık getirmek için huzurunuza gelmiş bulunuyorum. Söz verdiğiniz
için çok teşekkür ediyorum.
Değerli Başkan, değerli arkadaşlar; Hükümetimiz
kurulduğu günden beri Maliye Bakanlığını yapmaktayım. Maliye Bakanları
içerisinde en fazla vergi dairelerine giden Bakanım, en fazla... (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri ve alkışlar)
Hayatında vergi dairesine uğramamış kimseler, ellerine
bir kâğıt tutuşturuyorlar, onu da dışarıda, kulislerde; gelip burada tantana
yapıyorlar yani! (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP ve DYP sıralarından
gürültüler)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Milletvekillerine
hakaret etmeye hakkınız yok!
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Bu ifadeyi değiştirmesi
lazım, kabul etmiyoruz. Bakana yakışmayan bir ifade kullandı Sayın Bakan. Bu
sözünüzü geri alın.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Çok ayıp oluyor!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, değerli
arkadaşlar...
BAŞKAN - Sayın Bakanım, bir dakika...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sözünüzü geri alın, Sayın
Bakan.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - "Tantana"
ifadesini geri alın.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Peki
"tantana" ifadesini geri alıyorum.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Ben, yirmiüç yıl vergi
dairelerinde çalıştım... Size yakışmıyor, Sayın Bakan.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bir daha böyle bir
şey söylediğinizi duymayacağım; ayıp yahu! Ne biçim konuşuyorsun!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, iyi
bakın bana; bana iyi bakın...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Size yakışmıyor!
MEHMET ERASLAN (Hatay) - Tantana mı bu; doğruları
söylüyoruz biz.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - "Tantana" lafını
geri alın.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Peki
"tantana" lafını geri aldım.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, bir dakikanızı istirham
ediyorum.
Saygıdeğer arkadaşlarım, saygıdeğer milletvekilleri;
bakınız, burada, hazırlanmış bir...
ATİLLA KART (Konya) - Hayalî ihracat yapan bakan var
mı?!
MUHARREM İNCE (Yalova) - Hayalî ihracat yapan Maliye
Bakanı var mı?!
BAŞKAN - Sayın Kart...
Sayın Kandoğan...
Burada, hazırlanmış olan bir tasarıyla ilgili olarak,
tasarının hazırlayıcısı Sayın Bakan, Bakanlar Kuruluna sevk ediyor, yapıyor. En
ağır eleştirileri yapıyorsunuz; Sayın Bakan çıkıyor, iki kelime etmeden, herkes
birden ayağa kalkıyor; tahammül edeceksiniz. Sayın Bakan söz aldı...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Bu ifadeyi değiştirsin,
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Lütfen, oturunuz...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - İstediği şekilde
eleştirebilir; ama, bu ifade yanlış. Ben, yirmiüç yıl vergi dairelerinde
çalıştım, Sayın Bakan. Sen vergi dairesinin yolunu bilmezken, ben oralarda
çalıştım.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, oturunuz yerinize.
Sayın Bakanım, buyurun.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bu hazırlanan kanun tasarısı, gelir idaresini yeniden yapılandıran
bir tasarıdır, teşkilatlanmayı yeniden yapılandıran bir tasarıdır. Elli seneden
beri, şu yaptığımız, buraya huzurunuza getirdiğimiz reformu yapmak için
çalışmalar olmuştur. Yabancı uzmanlar çalışmıştır, Dünya Bankası çalışmıştır,
diğer beynelmilel kuruluşlar çalışmıştır; fakat, buraya, huzurunuza, kimse
şimdiye kadar getirememiştir. İlk defa, AK Parti Hükümeti, bu temel yapısal
reform kanunu olan Gelir İdaresi Kanunu Tasarısını getiriyor. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
İkinci bir husus daha var; bu tasarı, özlük haklarını
düzenleyen bir tasarı değildir; buna, özellikle altını çizerek dikkatinizi
çekmek istiyorum. Burada, bir husus
var; gelir idaresinde çalışan hiçbir arkadaşımın burada mağduriyeti söz konusu
değildir. Bunu, bir defa, altını çizerek söylüyorum; ama, kimseye de, burada
makam, mevki dağıtmıyoruz, dağıtmaya da niyetimiz yok. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Biz, burada, yeniden bir reform çalışması yapıyoruz, kuvvetli bir gelir
idaresini teşekkül ettirmeye çalışıyoruz ve Türkiye'nin ekonomisinin önünün
açılması için, bu temel, yapısal kanunları bir bir getiriyoruz. Mesele budur ve
kabul edeceğiniz bu kanun, inanın, Türkiye'nin önünü açan, Türkiye'nin gelir
idaresini yeniden yapılandıran ve Türkiye'deki gelirlerin sağlıklı bir şekilde,
etkin bir şekilde toplanmasına yol açacak bir kanundur.
Yaptığınız ve bundan sonra yapacağınız çalışmalar
dolayısıyla, hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakanım, New York'ta,
gonga vurunca, New York Borsası düştü mü?!.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, Sayın Maliye
Bakanının "eline kâğıt tutuşturulmuş" ve "tantana yapıyor"
ifadeleri karşısında kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, tutanakları istedim,
getirecekler; bakacağım ve ona göre karar vereceğim.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum:
Başkan yardımcıları
MADDE 6.- Görevlerin yürütülmesinde Başkana yardımcı
olmak üzere üç başkan yardımcısı görevlendirilir. Başkan yardımcıları Başkana
karşı sorumludur. Başkan yardımcıları aynı zamanda vergi dairesi
başkanlıklarının koordinasyonu ile görevlendirilebilir.
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum:
Koordinasyon Kurulu
MADDE 7.- Başkanlığın amaçlarına ve sürekli gelişim ile
performans hedeflerine ulaşılmasına katkıda bulunmak, birimler arasında
koordinasyonu, bilgi akışını ve uygulama birliğini sağlamak, sorunlara ortak
çözümler üretmek üzere Koordinasyon Kurulu oluşturulur. Kurul, Başkanın
başkanlığında, başkan yardımcıları, daire başkanları, I. Hukuk Müşaviri ile
Ankara, İstanbul ve İzmir vergi dairesi başkanlarından oluşur. Başkan gündeme
göre diğer vergi dairesi başkanlarını da toplantılara davet edebilir. Kurul
yılda en az bir defa toplanır. Kurulun sekretarya hizmetleri Strateji
Geliştirme Daire Başkanlığınca yürütülür.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
ve şahsı adına, Antalya Milletvekili Osman Kaptan söz istemiştir.
Sayın Kaptan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sorumuz vardı...
BAŞKAN - Sırası geldiğinde, Sayın Ercenk...
Buyurun Sayın Kaptan.
CHP GRUBU ADINA OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının 7 nci maddesi hakkında, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlarım.
Sayın arkadaşlarım, bu kanun tasarısı, stratejik bir
tasarıdır. Nasıl ki stratejik ortaklık oluyor, bu kanun da, IMF tarafından
çıkarılması istenen bir kanundur; onun için, stratejik bir kanun demek daha
doğru olacaktır. IMF, daha fazla vergi toplanıp borçların ödenmesini istiyor.
IMF, uzun zamandır yeni bir gelir idaresi kurulmasını istiyordu ve sonunda, yeni
stand-by için bu kanunun çıkarılmasını şart koştu. Hükümet de, IMF şartları
yerine gelsin diye bu tasarıyı hazırladı.
Sayın arkadaşlarım, hükümetin, gelir idaresini Maliye
Bakanlığından bir nevi kopararak vergi gelirlerini artırması mümkün müdür?!
Daha önce Maliye Bakanlığına bağlı olan Hazine, Maliyeden koparılınca devlet iç
ve dışborçları azalmış mıdır ki, gelir idaresi Maliyeden koparılınca vergi
gelirleri artsın?! Gelir idaresi, bu yapılanmayla zayıflatılmakta, sadece
tahsilat yapan bir kuruluş haline dönüştürülmektedir. Düyunu Umumiye ve Reji
İdareleri de emperyalist güçlerin alacaklarını güvence altına almak için
kurulmuşlardı. Acaba, IMF'nin dayatmasıyla, şimdi de ikinci düyunu umumiye
idaresi mi kurulmak istenmektedir?!
Sayın milletvekilleri, IMF, daha fazla vergi verecek
mükellefin durumunun iyileştirilmesine hiç bakmıyor; Türkiye'de üretimin
artırılmasına, reel sektörün güçlendirilmesine IMF hiç bakmıyor; IMF, tarımın
çöktüğünü, esnafın battığını, vergi verecek insan kalmadığını, verenlerin de
Maliye Bakanlığının, esnafa, doktora, avukata, tehditle, matrah artır baskısı
altında salma yöntemiyle mükellefleri korkutarak vergi aldığını görmüyor; IMF
görmüyor, hükümet görmüyor; çünkü, hükümet, zaten kendisi yapıyor ve IMF'nin
dediğini yapıyor.
ALİM TUNÇ (Uşak) - İyi de yapıyor.
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Evet, iyi de yapıyor sayın
arkadaşım.
Sayın arkadaşlarım, hükümet için gelir demek, zam
demektir. Hükümet, gelir eksik kalınca, içkiye, sigaraya, akaryakıta zam
yapmayı bir marifet sayıyor. Köylünün, çiftçinin mazot alacak parası olmadığı
için, traktörlerinin pas tuttuğunu hükümet görmüyor; çiftçinin ürününün tarlada
kaldığını hükümet görmüyor veya görmezden geliyor.
Sayın arkadaşlarım, yapılması gereken, vergi
yönetiminin çağdaş bir sisteme kavuşturulmasıdır, verginin tabana yayılmasıdır,
kayıtdışının kayıt içine alınmasıdır. Bunun için de, elbette, gelir yönetiminin
işlevsel bir hale getirilmesi gerekir, elbette, gelir idaresinin
güçlendirilmesi gerekir; ancak, bunlardan daha önce, vergi verecek mükellefin
güçlendirilmesi gerekir, üretimin artırılması gerekir, üreticinin desteklenmesi
gerekir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de gelir
idaresi yarım asırdır iyileştirilmek isteniyor. Günlük siyasî kararlardan
bağımsız, teknik bir gelir idaresinin kurulması, öteden beri hep
istenegelmiştir; ancak, getirilen tasarı iyileştirme değil kötüleştirmedir.
Mevcut durum, daha da geriye götürülmektedir. Bağımsız, tarafsız, etkin bir
örgütlenme modeli getirilmiyor. Var olan çokbaşlılık giderilmiyor. Şeffaf,
katılımcı bir gelir idaresi oluşturulmuyor. Türk kamu yönetiminde merkezî
denetim biriminin en üst idarî amire bağlı kariyer mesleği olarak örgütlenmesi
ilkesine uyulmuyor. Örneğin, gelirler kontrolörleri, mevcut durumda genel
müdüre bağlıyken, yeni düzenlemede daire başkanına bağlanıyor, yani, tenzili
rütbeye uğratılıyor.
Gelir İdaresi Başkanlığı adı, bakanlıklarda çok sayıda
olan ve genel müdür yardımcılığının altında bir unvan olan daire başkanlığı
adıyla eşdeğerde görülüp anlaşmazlığa yol açabilecektir. Gelir İdaresi
Başkanlığı, madem doğrudan bakana bağlanıyor, o zaman adına niye müsteşarlık
denmiyor?
Sayın milletvekilleri, bu tasarı, çalışan personel
üzerinde olumlu bir heyecan yaratmamıştır. Çalışan personelde mutsuzluğa,
umutsuzluğa, moralsizliğe, belirsizliğe, endişeye ve tepkiye yol açmıştır.
Memurlar, şefler, müdür yardımcıları, gelirler kontrolörleri, kısaca, tüm
personel bu tasarıyı tepkiyle karşılamaktadır. Konuyla ilgili dernekler ve
sendikaların da bu tasarıya tepkileri artarak devam etmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu kanunun 7 nci
maddesi "Koordinasyon Kurulu" adını taşıyor. Gelir İdaresi Başkanı,
yılda bir defa yardımcılarını, daire başkanlarını, birinci hukuk müşavirini,
Ankara, İstanbul, İzmir Vergi Dairesi Başkanlarını toplayarak, yani, başkan,
kendi personelini toplayarak koordinasyon kurulunu kuruyor. Sayın arkadaşlarım,
bu görevliler, zaten, Gelir İdaresi Başkanına bağlı. Evet, Gelir İdaresi
Başkanına bağlı bu görevlileri kendisi yönetiyor, kendisi yönetim süreç ve
eylemlerinden sorumlu. Öyleyse bu maddeye niye gerek var?!
Gelir İdaresi Başkanlığı dışındaki, Devlet Planlama
Teşkilâtı, Devlet İstatistik Enstitüsü gibi birimlerle, sivil toplum
örgütleriyle eşgüdümü sağlamak istese böyle bir koordinasyonun sağlanmasına
ihtiyaç vardır diyebiliriz. Örneğin; helva yapmak için, bir genel müdürlükte un
vardır, bir başka genel müdürlükte şeker vardır, bir başkasında yağ vardır,
bunları birleştirmek istersin; helva yapmak istersin; o zaman da koordinasyon
kurulu kurarsın. Türk kamu yönetiminde koordinasyon kurulu diye, kendi
bakanlığının, kendi birimlerine, kendi genel müdürlüğüne, kendi daire başkanına
bağlı personelin toplanarak koordinasyon yapıldığı herhangi bir yasada yer
almamaktadır; ilk örnek bu olacaktır. Zaten kendi başkanlığında olan kendisine
bağlı personelin kanunla toplanmasına gerek yoktur. Bu nedenle, maddenin
kanundan çıkarılmasında yarar olacağı kanısındayım.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ülkemizde dolaylı
vergilerin oranı Avrupa Birliği ülkeleri ortalamasının 2 katıdır. Avrupa
Birliği ülkelerinde dolaylı vergilerin oranı yüzde 35 dolaylarındadır; bizde
ise, 2003'te yüzde 67, 2004'te yüzde 69, bu yılın sonunda da dolaylı vergilerin
toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 72,8'e ulaşacaktır. Bu oranın,
Avrupa ülkelerindeki yüzde 35 düzeyine indirilmesi gerekir. Çünkü, dolaylı
vergi payının yüksekliği yoksullaşmayı daha da yaygınlaştırmaktadır. Dolaylı
vergiler, insanlarımızın ödeme gücüne göre değil, kazanca göre değil tüketimine
göre gelir kesimindeki yurttaşlarımızdan aynı oranda alındığından,
tüketimindeki oranlara göre alındığından adaletsizliği körüklemektedir.
Yeşilkartlıdan da aynı KDV alınmakta holding sahibinden de aynı KDV alınmakta,
holding sahibinden de aynı KDV alınmaktadır. Ayrıca, KDV ve ÖTV gibi dolaylı
vergilerin yüksekliği, sabit gelirli insanlarımızı ezmektedir. Sizler, KDV ve
ÖTV'yi indireceğinize söz vermiştiniz.
AHMET YENİ (Samsun) - ÖTV oranı inmiştir.
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hükümet ve bakanlar, haksızlığı, hukuksuzluğu, eşitsizliği
görmüyorlar; çiftçiyi, köylüyü görmüyorlar; esnafı, memuru, emekliyi
görmüyorlar. Hükümet, işçileri, işsizleri görmüyor. Bu kesimleri, hükümet,
gözden çıkarmıştır; ancak, bu dargelirli kesimler de hükümeti gözden
çıkarmıştır. İnanmazsanız, halkın arasına çıkın da bir görün tepkiyi.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Her gün halkın içindeyiz!..
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Uzağa gitmeye gerek yok sayın
arkadaşım; Ankara'nın ilçelerine şöyle gidin de bir görün. Polatlı köylüsünün,
kurusoğanının tarlada kaldığını, buğdayının geçen yılki fiyatının altında
satıldığını bir görün. Vatandaş, Nallıhan'da, Toprak Mahsulleri Ofisinin
kaldırılmasını istemiyor; Çayırhan'da Ziraat Bankası şubesinin kaldırılmasını
istemiyor. Vatandaş, Tarım Bakanının "pamuğu üretmemize gerek yok, pamuğu
dışarıdan alırız" demesini istemiyor. Vatandaş, AKP Grubunda, tarımda
kullanılan elektriğin fiyatının indirilmesini isteyen bir milletvekiline, Sayın
Başbakanın "devlet hayır kurumu değil; bedava mı verelim; Allah'tan
korkun" demesini istemiyor. Vatandaş, vergi kaçakçılığından yargılanan,
hakkında hayalî ihracat raporu bulunan bir kişinin, vergi kaçakçılığını ve
hayalî ihracatı önlemek zorunda olan bir bakanlığın başında bakan olarak
kalmasını hiç mi hiç istememektedir.
Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar;
AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) - Buna siz mi karar vereceksiniz!
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Böyle itham olur mu!
BAŞKAN - Teşekkür ederim, Sayın Kaptan.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 10 dakika süreyle
soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın Ercenk; buyurun.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Teşekkür ederim, Sayın
Başkan.
Aracılığınızla, Sayın Bakana bir soru yöneltmek
istiyorum; yalnız, bu arada, bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum Sayın Bakana;
kendi elime tutuşturduğum kâğıttan okuyorum.
Bildiğim kadarıyla, naylonfatura yolsuzluğundan sanık
olarak yargılanırken, milletvekili seçilerek dokunulmazlık zırhına kavuştunuz.
Mahdumunuzun mısır ithali ve 52 dönüm araziniz konusundaki haberler dışında,
yine, son günlerde...
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, soru sorsun...
BAŞKAN - Sayın Ercenk... Sayın Ercenk...
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Soruyorum, soruyorum;
bitiyor.
BAŞKAN - Sayın Ercenk, istirham edeyim... Yani, bunun
konuyla hiçbir ilişkisi yok.
Evet, buyurun.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Soruyorum... Soruyorum...
...basında çıkan haberlere göre, Bakanlık
müfettişlerince hazırlanan bir raporda, 250 000 000 dolarlık hayalî ihracata
sebebiyet verdiğiniz iddia edilmektedir.
FARUK ÇELİK (Bursa) - Olmaz!.. Kapatın, Sayın Başkan!
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Maliye gibi devletin en
önemli kurumunun başında bulunan bir kişi olarak, parasal konuları kapsayan bir
suç işlediğiniz şeklindeki iddialar karşısında açıklama yapmayı veya istifa
etmeyi düşünüyor musunuz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın İnce...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakana üç sorum olacak.
Sayın Bakan, geçtiğimiz günlerde, New York Borsasını
ziyaretinizde açılışı siz yaptınız, gongu siz vurdunuz. Gongu vurduğunuz gün
borsa düştü mü? Bu doğru mu? Bu, ilahî bir takdir mi, yoksa bir tesadüf mü?
İkinci soru: Gelir idaresini güçlendirmek tabiî ki
önemli; yani, buna hiç itirazımız yok. Peki, siz, Bakanlık olarak, sahte fatura
kullananlara, hayalî ihracat yapanlara, milletin kanını emenlere nasıl bir
önlem alıyorsunuz, bu konudaki çalışmalarınız nelerdir?
Üçüncü sorum da, gümrük müfettişlerinin Albarakanın
hayalî ihracat yaptığına dair bir raporu var. Bu rapor Maliye Bakanlığına
gönderildi. Siz, bu raporu, MASAK'a, yani, Malî Suçları Araştırma Kuruluna
gönderdiniz mi; bu, hangi aşamadadır?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İnce.
Sayın Bakanım, buyurun efendim.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Değerli Başkan, bu sorular, takdir ettiğiniz gibi,
hiçbirisi maddeyle ilgili değil.
BAŞKAN - Doğrudur.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Bunlar,
tamamen polemik meydana getirmek kastıyla söylenmiş sözler. Bunlara, bu yüce
çatı altında cevap vermek istemiyorum. İlgili konularda da zaten basında
gerekli açıklamaları yaptım; lütfen, oradan takip etsinler.
Teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Maddeyle ilgili değil; ama,
Türkiye'yle ilgili soru bu!
BAŞKAN - Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Ana Hizmet Birimleri
Ana hizmet birimleri
MADDE 8.- Başkanlığın ana hizmet birimleri şunlardır:
a) Gelir Yönetimi Daire Başkanlığı.
b) Mükellef Hizmetleri Daire Başkanlığı.
c) Uygulama ve Veri Yönetimi Daire Başkanlığı.
d) Tahsilat ve İhtilaflı İşler Daire Başkanlığı.
e) Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığı.
f) Gelirler Kontrolörleri Daire Başkanlığı.
g) Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı.
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi okutuyorum:
Gelir Yönetimi Daire Başkanlığı
MADDE 9.- Gelir Yönetimi Daire Başkanlığının görevleri
şunlardır:
a) Gelir kanunlarının uygulanmasına yönelik görüş
oluşturmak ve ortaya çıkan tereddütleri gidermek.
b) Gelir kanunlarının uygulanmasını düzenleyici
işlemlerle yönlendirmek, ilgili tarafların görüşlerini düzenli olarak
aktarabileceği ortamlar oluşturmak.
c) Mevzuat değişikliği önerilerinde bulunmak.
d) Gelir kanun tasarıları ile kararnamelerin hazırlık
çalışmalarına katılmak.
e) Gelirleri etkileyen her türlü kanun tasarı ve
tekliflerini, vergi tekniği ve uygulamaları açısından inceleyerek görüş
bildirmek.
f) Mahalli idare gelirleri politikası ile Devlet
gelirleri politikasının uygulanmasında uyumu sağlayıcı tedbirler almak.
g) Vergi beyannameleri ve mükelleflerce kullanılacak
formların şekil ve içeriği konusunda görüş bildirmek.
h) Başkanlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
ve şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarı hakkında...
(CHP sıralarından "ses gelmiyor" sesleri)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kart...
AHMET YENİ (Samsun) - Muhalefetin sesini duyalım...
ATİLLA KART (Devamla) - Sesimi birazdan duyacaksınız ve
inanıyorum ki üzülecek ve rahatsız olacaksınız.
AHMET YENİ (Samsun) - Sizin sesinizi duymak istiyoruz,
fikirlerinizi almak istiyoruz; o nedenle söyledim.
BAŞKAN - Buyurun, Sayın Kart.
ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının 9 uncu maddesi
hakkında, hem Grup adına hem de şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, tasarının 9 uncu maddesi
"Gelir Yönetimi Daire Başkanlığı" başlığını taşıyor; bu maddede,
Başkanlığın görevleri 8 bent halinde sayılıyor. 13 üncü maddesi ise
"Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığı" başlığını taşıyor; bu
madde de, 16 bent halinde düzenleniyor. 9 uncu maddenin (b) bendinde, Gelir
Yönetimi Daire Başkanlığının, gelir kanunlarının uygulanmasını, düzenleyici
işlemlerle yönlendireceği, 13 üncü maddenin (m) bendinde de, Denetim ve Uyum
Yönetimi Daire Başkanlığının, 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest
Muhasebeci Malî Müşavirlik ve Yeminli Malî Müşavirlik Kanununa ilişkin
düzenleyici işlemleri yapacağı yolunda düzenlemeler getiriliyor. Bu
düzenlemeleri yapmak, sözü edilen daire başkanlıklarının görevleri arasında
sayılıyor.
Değerli arkadaşlarım, teknik niteliği ağır basan bir
tasarıda, bilinçli veya sehven yapılan bazı hatalı düzenlemelerin yaratacağı
tahribatı, takdir edersiniz ki, gidermek çok zordur. Yapılan bu düzenleme,
öncelikle ifade edelim ki, 9 ve 13 üncü maddelerde yapılan bu düzenleme, normal
hiyerarşisine aykırıdır. Kanun, tüzük, yönetmelik ve sair düzenleyici işlemler
kavramlarının hatalı kullanılması veyahut kötüye kullanılması, sonuçlarını da
beraberinde getiren bir düzenleme söz konusudur. Bu düzenleme karşısında, anayasal
yapı içinde, yürütme organının düzenleyici işlem yapma yetkisini ve sınırlarını
tartışmamız ve değerlendirmemiz gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım, Anayasada açık bir hüküm olmasa
bile, yürütme organının düzenleme yetkisine sahip olduğu, bu yetkinin yürütme
ve idare fonksiyonunun mahiyetinden doğduğu açıktır. İdarenin düzenleme yetkisi
takdir yetkisinden doğmaktadır. İdarenin bütün yetkilerinin bağlı yetkiler
olamayacağı, idare kavramının zorunlu takdir yetkisini de içereceği açıktır. Bu
anlamda değerlendirme yapıldığında, düzenleyici işlem, idarenin takdir
yetkisinin tezahüründen başka bir anlam yaratmaz.
1982 Anayasası da, yürütmenin karar, tebliğ, sirküler
gibi değişik adlar altında düzenleyici işlemler yapma uygulamasını devam
ettirmiştir, daha evvelki anayasalar gibi.
Yönetmelik düzenlemesi, Türk hukukunda, idarenin en
geniş düzenleyici işlem türü olduğuna, Başbakanlık, bakanlıklar ve tüm kamu
tüzelkişileri yönetmelik çıkarabileceklerine göre, bu değişik adlar altında
yapılan düzenleyici işlemlerin de yönetmelik olarak değerlendirilmesi
gerektiğini düşünmek ve kabul etmek gerekir.
Görüldüğü gibi, yönetmelik çıkarma yetkisi bakanlıklar
ve kamu tüzelkişileriyle sınırlıdır. Daire başkanlıkları, yani, tasarının 9 ve
13 üncü maddesinde düzenlemesi yapılan daire başkanlıkları, bu anlamda
yönetmelik düzenleme yetkisine sahip değildirler. Mevcut tasarının 9 ve 13 üncü
maddesindeki düzenlemelerle, bu konuda net sınırlar belirtilmediği ve ölçüler
getirilmediğinden, hatalı değerlendirmelerin yapılması ve kötüye kullanılması
kaçınılmazdır. Nitekim, bunun örneklerini bu dönemde daha da yoğun bir şekilde
görüyoruz, yaşıyoruz. Yapılan bu uygulamalarla değerli arkadaşlarım, yetki
tecavüzü ve gasbı yapıldığını görüyoruz; ancak tüzükle yapılabilecek bir
düzenlemenin yönetmelikle yapıldığını, yönetmeliklerle yapılması gereken bir
düzenlemenin tebliğle, sirkülerle yapıldığını, genelge adı altında yapıldığını
biliyoruz. Bu uygulamalar -tekrar ifade ediyorum- en hafif deyimiyle görevin
kötüye kullanılması anlamına gelmektedir. Mevcut Ceza Kanununun 240 ıncı
maddesi anlamında görevin kötüye kullanılması anlamına gelmektedir.
Bütün bu sebeplerle, 9 ve 13 üncü maddelere ilişkin
olarak yapılan bu düzenlemelerin, Anayasanın 2, 6, 7, 8, 9, 115 ve 124 üncü
maddelerine açıkça aykırı olduğunu önemle ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, gelinen bu aşamada ilgili
birimlerin, ilgili bakanlıkların başındaki siyasî sorumlunun, yani bakanın kamu
yönetimi anlayışının ve uygulamalarının çok önem kazandığını görüyoruz. Bu
aşamada, karşımıza bütün tipik unsurlarıyla -ama hangi anlamda; olumsuz
anlamda- bu tasarının birinci derecede siyasî sorumlusu olan hükümet ve
hükümeti temsilen Sayın Maliye Bakanı karşımıza çıkmaktadır. Sayın Maliye
Bakanının kamu yönetimi anlayışı ve uygulamaları konusunda hem siyaseten ve hem
de etik olarak son derece olumsuz bir örnek olduğunu üzülerek ifade ediyorum.
Öncelikle, milletvekili sıfatının dışında, sade bir vatandaş olarak, Hazineyle
ve bütçe kavramlarıyla böylesine çıkar çelişkisi içinde olan, Hazineyi zarara
uğrattığı, hayalî ihracat ve naylonfatura yoluyla Hazineyi soyduğu yolunda
-nasıl soyduğu yolunda; organize suç ilişkileri içinde soyduğu yolunda- son
derece ciddî deliller ve yargılama dosyaları bulunan bir kişinin halen Maliye
Bakanı olarak görevini sürdürmesini kabullenemediğimi, içime sindiremediğimi
yeri gelmişken ifade ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Hangi dosyalar?
ATİLLA KART (Devamla) - O dosyaları anlatacağım, o
dosyaları rakamlarıyla ifade edeceğim değerli arkadaşım. İnanıyorum ki, bu
dosya kapsamları hakkında yeterince bilgi sahibi olduğunuz zaman, tavrınız daha
farklı olacaktır. Bunun aksini düşünemiyorum, bunun aksine ihtimal veremiyorum.
Bakın, değerli arkadaşlarım...
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Mercedes mi!
ATİLLA KART (Devamla) - Hayır, hayır; anlatacağım.
Mercedes olayı, hem Sayın Bakanı hem Sayın Kürşad
Tüzmen'i hem Sayın Başbakanı doğrudan ilgilendiren bir dosya; o dosyayı, ayrı
bir gündemde, isterseniz memnuniyetle anlatırım.
Bakın, Sayın Bakanı, sorumluluğunun gereğine ve
ciddiyete bir defa daha davet ediyorum. Bu anlayış ve uygulama içinde olan bir
Maliye Bakanına karşı, vergi mükelleflerinin sorumluluklarını gereğince ve
şevkle yerine getirip getirmeyeceğini, hepimizin gerçekçi bir şekilde
değerlendirmesi gerekir.
Düşünebiliyor musunuz değerli arkadaşlarım, burada,
neyi tartışıyoruz biz?
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Hiçbir şeyi...
ATİLLA KART (Devamla) - Tartıştığımız tasarının başlığı
ne, değerli arkadaşım; Gelir İdaresi Başkanlığı. Bu tasarının özü nedir; bu
tasarının özü, Maliye gelirlerini daha etkin bir şekilde, daha verimli bir
şekilde nasıl çoğaltabiliriz, bunu tartışıyoruz. Bunun özü bu; bu tasarının
esası bu, değerli arkadaşlarım; ama, o Maliye teşkilatının başında, Hazineyi,
bakın, 1 milyar dolar seviyesinde, hayalî ihracat yoluyla, naylonfatura yoluyla
zarara uğrattığı, organize bir şekilde soyduğu yolunda, mülkiye
müfettişlerinin, Hesap Uzmanları Kurulunun ve yargılama dosyalarının bulunduğu
bir Maliye Bakanı orada görev yapıyor.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Burayla ne ilgisi var?
Yargılama yeri mi burası?
ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlarım,
hukukta ne vardır, biliyor musunuz...
HASAN KARA (Kilis) - Mahkeme kararı olmadan bunu
konuşamazsın!
ATİLLA KART (Devamla) - Hukukta ne vardır, hukukta ne
vardır... Bakın, ne diyorum ben...
HASAN KARA (Kilis) - Böyle konuşamazsın!
ATİLLA KART (Devamla) - Ben, ne diyorum değerli
arkadaşlarım... (AK Parti sıralarından gürültüler)
Ben ne diyorum değerli arkadaşlarım; bir kesin hükümden
söz etmiyorum. Bir kesin hükümden söz etmiyorum. Kesin hükümle...
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Mercedes firmasının
yetkilileri dışarıda...
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, müsaade
eder misiniz.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Ne demek bu?! Sen çık,
açıkla.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Kendisi bilir...
ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkanım, lütfen; göreve
davet ediyorum sizi, Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Kart, şunu istirham ediyorum: Bakınız,
arkadaşları ben sükûnete davet ediyorum; ama, sizin söylediğiniz sözler
içerisinde, böyle, yargı aşamasını çok ihlal eden sözler var.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Demirbağ, lüften...
Saygıdeğer arkadaşlarım, burada, birbirimizle ilgili
olarak çok dikkatli konuşmamız gerekli. Bakınız, biraz önce konuşan bir hatip,
Düyunu Umumiyenin, emperyalist güçler tarafından kurdurulduğunu ve para tahsil
etmek için kurdurulduğunu söyledi; bugün de aynı şeyin IMF tarafından
yapıldığını söyledi. Ben biraz önce itiraz etmedim. Tutanaklarda vardır. Bu
sözler, millet iradesiyle buraya gelmiş, yasama görevi yapan milletvekillerini
incitiyor. Onun için, konuştuğumuz sözler, bir müddet sonra, o konuşan
arkadaşlarımızı da bağlıyor.
Bu bakımdan, nezaket üslubu içerisinde, güzel bir
şekilde konuşursak, olur. Belki, birilerinin hoşuna giden sözler söylenmiş
olabilir, birileri aferin demiş olabilirler...
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Başkan
"aferin" için konuşmuyoruz ki!
BAŞKAN - ... ama, burada olan diğer milletvekili arkadaşlarımızı
da, böyle hoş olmayacak davranışlara itecek sözlerden kaçınalım.
Buyurun efendim.
ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkanım, ben, yaptığım
konuşmanın boyutlarını gayet iyi biliyorum.
Bakın, kesin hükümden söz etmiyorum. Ne diyorum;
raporlara, yargılama dosyalarına dayanarak, suçluluğu yolunda, son derece...
HASAN KARA (Kilis) - Hangi dosya?!.
ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Kara, müsaade buyurun;
izin verirseniz anlatacağım.
HASAN KARA (Kilis) - Hangi dosyaya baktın?! Sen dosyayı
bilmiyorsun.
BAŞKAN - Sayın Kara, lütfen dinleyelim.
Buyurun Sayın Kart.
ATİLLA KART (Devamla) - Suçluluğu yolunda, son derece
ciddî deliller bulunan bir Maliye Bakanından söz ediyorum.
HASAN KARA (Kilis) - Maliye Bakanlığının uygulamalarını
tartış.
ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlarım, bu
iş niye önemli biliyor musunuz; tekrar ifade ediyorum, gelir idaresinin etkin
ve verimli bir şekilde çalışmasını sağlayacak bir tasarıyı tartışıyoruz.
Elbette, bu tasarıyı tartışırken, o bakanlığın başındaki Maliye Bakanının
uygulamalarını herhalde tartışacağız, izin verirseniz bunları tartışacağız.
Elbette ilgili Bakan üzülecektir, bazı arkadaşlarım üzülecektir; ama, ben
gerçekleri anlatmak durumundayım.
Bakın, bir tarafta, ikâmet ettiği lojmanın bazı
bilgilerini kamuoyundan sakladığı ortaya çıkan ve istifa etmek zorunda kalan
Fransız Maliye Bakanı, bir tarafta ise, ortağı ve yönetim kurulu üyesi olduğu
Albaraka Türk Özel Finans Kurumu aracılığıyla 1 700 000 000 doları aşan hayalî
ihracat yaptığı ve naylon fatura düzenlediği ve bilerek kullandığı yolunda dava
ve raporlar bulunan bir Sayın Maliye Bakanı...
Bitmiyor, bitmiyor; Sayın Maliye Bakanı hakkında
Meclise intikal eden iki dosya daha olduğunu biliyoruz değerli arkadaşlarım;
yine, benzer suçlamalarla yapılan iki dosya daha olduğunu biliyoruz. O
dosyalarda da, yine, 150 000 000 dolar civarındaki hayalî ihracattan söz
ediliyor.
Bakın, değerli arkadaşlarım, bunu, lütfen,
değerlendirmenizi istiyorum: ASCOR diye bir firma; Muhammed Ciğer, Orhan
Aslıtürk ismindeki kişilerin kurduğu bir firma; 91 adet paravan şirket...
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde rastlanan en büyük sahtecilik çetesidir bu. Bu
çetenin, 1995-1998 yılları arasında yapmış olduğu hayalî ihracatın tutarı 1 929
000 000 dolar değerli arkadaşlarım. Bunları ezbere konuşmuyorum, belgeleriyle
konuşuyorum ve üzücüdür...
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Nerede?
ATİLLA KART (Devamla) - Karma komisyonda, değerli
arkadaşım; o dosyaları gidip inceleyebilirsiniz. Komisyon üyeliği yaptınız;
hemen iki kat yukarıda o dosyalar, inceleyebilirsiniz.
1 929 000 000 dolar civarındaki, o en büyük çetenin,
cumhuriyet tarihinin en büyük çetesinin yapmış olduğu hayalî ihracatın 1 milyar
700 küsur milyon dolarının, Albaraka Türk Özel Finans Kurumu tarafından
yapıldığına dair rapordan söz ediyorum, değerli arkadaşlarım, dosyadan söz
ediyorum.
Sayın Bakan Albaraka Türkün hissedarı; hem hissedarı
hem yönetim kurulu üyesi, değerli arkadaşlarım. Ben, daha başka ne diyeyim
size?! Daha başka ne anlatayım, değerli arkadaşlarım?! Daha başka ne anlatayım,
değerli arkadaşlarım?!
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Bütün bankalarda aynı olay
var.
ATİLLA KART (Devamla) - Daha başka ne anlatayım,
değerli arkadaşlarım?!
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Bankacılığı öğrenmen lazım.
ATİLLA KART (Devamla) - Lütfen... Lütfen... İnsafa
davet ediyorum. Daha başka ne anlatayım, değerli arkadaşlarım?!
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Bankacılığı öğren önce.
ATİLLA KART (Devamla) - Siz "bütün bunlar
olağan" diyorsanız, vay Türkiye'nin haline! İşimiz çok zor, değerli
arkadaşlarım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, 2 dakika eksüre veriyorum size.
Lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın
Maliye Bakanının bu iki dosyasının, yani, karma komisyonda bulunan bu iki
dosyasının aylarca Başbakanlık aşamasında kaybolduğunu, bir dosyasının da onbir
ay Fatih Cumhuriyet Savcılığında sumenaltı edildiğini biliyoruz. Sayın Bakana
soruyor basın mensupları. "Merak etmeyin, bir yerlerden çıkar" diyor
Sayın Bakan.
Değerli arkadaşlarım, bu anlayış, bu kamu yönetimi
kültürü ve görgüsüne sahip olan bir Maliye Bakanının siyasal yönetiminde
bulunan Gelir İdaresi Başkanlığının yapacağı yasal düzenlemelerin sınırını,
elbette, çok iyi çizmemiz gerekiyor. Maliye Bakanlığının saygıdeğer, birikimli,
nitelikli ve kamu idaresinin etkin geleneğini sürdüren bürokratlarını ve
kadrolarını, elbette, tenzih ederek bu ifadeleri kullanıyorum. Bizim sorunumuz,
Sayın Maliye Bakanının kamu yönetimi kültürü ve anlayışıdır ve uygulamalarıdır.
Sayın Maliye Bakanına olan güvensizliğimizi önemle, ısrarla, kararlılıkla
anlatmaya devam edeceğiz, değerli arkadaşlarım.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan,
çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizin bildiği
gibi, burada, Gelir İdaresi Kanununu görüşüyoruz, tartışıyoruz; fakat, tabiî,
iş, öyle mecralara dökülüyor ki, ben de dinlerken, böyle, hayretler içerisinde
kalıyorum, neler yapmışım ben meğerse yani?! Allah allah!..
Şimdi, bu bahsedilen meseleleri, ben, buradan ve
çeşitli basın kuruluşlarına çok çeşitli defalar anlattım. Konu, aynı konu;
pişirilip pişirilip önümüze getirilen konu, aynı konu. Albarakada Yönetim
Kurulu Üyeliği yaptığım dönemlerde, 1996, 1997, 1998 yıllarında o zamanki
işleri dolayısıyla, Albarakanın işleri dolayısıyla... Biliyorsunuz, bankalar
kredi verirken, kredisini verirler, krediyi kullanan insan ile banka arasında
herhangi bir bağ kurulmaz. Krediyi veren kimse, ne yaptıysa, o, ondan mesuldür;
krediyi niçin buna verdin diye kimse bir soru sormaz bankaya. Özel finans
kurumları da aynı şekilde kredi verirler. Yalnız, kredi verme şekilleri
onların, ben size nakit olarak kredi veremem; ancak, lazım olan bir malı
alırım; yani, ben faturayı kimden aldıysam, faturayı alırım, onun karşılığında
da size faturayı keserim dediği için, alıcı ile, yani, krediyi kullanan ile
özel finans kurumu arasında faturadan dolayı bir bağ, bir illiyet kuruluyor ve
burada, birkaç tane üçkâğıtçı, kimse, geliyor, onu da dolandırıyor, bunu da
dolandırıyor; bu arada, geliyor, Albarakayı da dolandırıyorlar.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bak sen!..
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Evet.
Ve Albaraka bu fatura illiyetinden dolayı da suçlu
görülüyor veyahut da hesap uzmanları bununla ilgili o dönemlerde raporlar
yazıyor; fakat, bu raporları... Mahkemelere gidiyor... Ben siyasete girmeden
önce de bu mahkemelere gittik geldik biz; bu davalar açılmıştı ve bu davaların
bir kısmı beraat etti, bir kısmı kapandı. Şimdi, aynı konuyu gümrük
müfettişleri yazmışlar, rapor olarak yazmışlar. Ben, şimdi, siyasete atılmadan
önce, Maliye Bakanı olmadan önce hiç kimse yazmıyordu bunları. Bütün suçum,
şimdi Maliye Bakanı olduğum için mi bunlar? Yani, bunları hayalî yapmışız,
paralar almışız!.. Bilmiyorum, yani nerede bunlar?!
FİKRET BADAZLI (Antalya) - On sene evvelki iş.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Öğrenin, öğrenin Sayın Bakan!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Yani, öyle bir
anlatıyorlar ki, burada büyük bir soyguncu oturuyor, o da Maliye Bakanı! İnsaf
arkadaşlar!.. İnsaf!..
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Bakan, güzel
anlatıyorsunuz da, şu dokunulmazlığı kaldırın o zaman, aklanın yahu!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Sonra, tabiî,
ben hukukî haklarımı saklı tutuyorum. "Hazineyi soyan" derken hangi
bilgiye, belgeye ve delile dayanarak bunu konuşuyorsunuz, hangi mahkeme kararı
var benim hakkımda? Bir tane mahkeme kararı gösterin bakayım.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Yargılanmıyorsunuz ki! Çıkın,
dokunulmazlığı kaldırın, yargılanın, aklanın!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Hayır, ben
politikaya atılmadan önce de bu mahkemeler vardı; bu mahkemelere muhatap
olanlar yine devam ediyorlar. Haydi ben olmadım, benim dokunulmazlığım var
diye; diğer yönetim kurulları üyeleri niye mahkûm olmadı? (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bırakın arkadaşlar!.. Bırakın!.. Efendim, Maliye
Bakanının anlayışından dolayıymış!.. Bütçe açıkları, gayri safî millî hâsılaya
göre yüzde 14,5'ti ben devraldığımda; şimdi, yüzde 7'ye düştü. Bu mu kötülük?
HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Ondan rahatsızlar zaten.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bu başarıyı
görmüyor musunuz? Yurt içindekiler de görüyor, yurt dışındakiler de görüyor.
Herkes görüyor, herkes de yazıyor bunu. Bu mu Maliye Bakanının başarısızlığı?!
Ama, tabiî, gelip de bizi methedecek haliniz yok.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Onu, çıkıp da millete anlatın
siz!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ama, biraz da
insaflı konuşun yani. Hazineyi soymuşum! Nesini soymuşum Hazinenin; kaç
parasını soymuşum?!
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Söyledi; 1 950 000 000.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ayıp denen bir
şey var! Ama, hukukî haklarımı saklı tutuyorum; mahkeme kararı olmaksızın kimse
bana böyle bir şey diyemez arkadaş! Hiç kimse diyemez. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Bizim alnımız da ak, vicdanımız da rahattır. Bunu her zaman
söylüyorum, her zaman söylemeye devam edeceğim.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum, Sayın Bakan.
Madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri, önce
geliş sırasına göre okutup, sonra aykırılık derecelerine göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının 9 uncu maddesinin (b) bendinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
İrfan
Gündüz |
Cavit
Torun |
Hacı Biner |
|
İstanbul |
Diyarbakır |
Van |
|
Sedat
Kızılcıklı |
|
Mehmet
Çiçek |
|
Bursa |
|
Yozgat |
"b) Gelir kanunlarının uygulanmasına ilişkin
çalışmalar yapmak,"
BAŞKAN - Diğer önergeyi okutup, işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının "Gelir
Yönetimi Daire Başkanlığı" başlıklı 9 uncu maddesinin (b) bendinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 13.4.2005
|
Mehmet
Akif Hamzaçebi |
Ali Kemal
Kumkumoğlu |
Gürol
Ergin |
|
Trabzon |
İstanbul |
Muğla |
|
Enis
Tütüncü |
Mehmet
Mesut Özakcan |
Osman
Kaptan |
|
Tekirdağ |
Aydın |
Antalya |
|
Mehmet
Yıldırım |
|
Kemal
Kılıçdaroğlu |
|
Kastamonu |
|
İstanbul |
"b) Gelir kanunlarının uygulanmasını yönlendirme
amaçlı düzenleyici işlemleri hazırlamak,"
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA
(Afyonkarahisar) - Katılamıyoruz, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz,
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
İdarenin yapacağı düzenleyici işlemler; tüzük,
yönetmelik, kararname, genelge gibi düzenlemelerdir. Anayasanın 115 inci
maddesinde tüzüklerin Bakanlar Kurulunca, 124 üncü maddesinde ise
yönetmeliklerin Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerince çıkarılacağı
hükme bağlanmıştır.
Tasarının 9 uncu maddesinin (b) bendinde Gelir Yönetimi
Daire Başkanlığına gelir kanunlarının uygulanmasını düzenleyici işlemlerle
yönlendirme konusunda genel bir yetki verilmekte ve verilen bu yetki, bir
sınırlandırma olmadığı için her türlü düzenleyici işlemi yapabilmeyi de
kapsamaktadır. Diğer taraftan bir hukuk devletinde çokbaşlılık
düşünülemeyeceğinden, düzenleyici işlemin ancak üst organ tarafından yapılması
esastır. Bu nedenle, yapılacak düzenleyici işlemlerin Anayasa kuralları dikkate
alınarak Başkanlıkça yapılması esas olmalıdır. Açıklanan sakıncaların ortadan
kaldırılması amacıyla gerekli değişiklik yapılmıştır.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının 9 uncu maddesinin (b) bendinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
İrfan Gündüz (İstanbul) ve arkadaşları
"b- Gelir kanunlarının uygulanmasına ilişkin
çalışmalar yapmak,"
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar)
- Takdire bırakıyoruz, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılıyoruz,
Sayın Başkan.
FARUK ÇELİK (Bursa) - Gerekçe...
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: İdare hukukunun temel prensiplerine uygun
olarak gerekli değişikliğin yapılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire
bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge istikametinde 9 uncu maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, biraz önce, Sayın
Maliye Bakanının konuşması sırasında geçen bazı ifadelerden... Denizli
Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan, bu ifadelerin "incitici olduğunu"
ifade ederek, bu konuyla ilgili olarak kısa bir açıklama yapmak istemişlerdir.
Kendisini kürsüye davet ediyorum. Hiçbir sataşmaya
sebebiyet vermeden, kısa bir açıklama yapacaktır.
Buyurun.
VIII. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. - Denizli
Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın, Maliye Bakanı KemalUnakıtan’ın, şahsına
sataşması nedeniyle konuşması
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben, biraz önce yapmış olduğum konuşmada, getirilen bu kanun
tasarısıyla ilgili olarak ne getiriliyor, Türkiye bundan ne kazanacak,
çalışanlar bunlardan nasıl istifa edeceklerdir diye Sayın Maliye Bakanımıza bir
soru sormuştum. Bunun üzerine, Sayın Maliye Bakanımız, buraya geldiler, bir
açıklama yapmak için sözlerine başlarken, tutanaklardan okuyorum:
"Hayatında vergi dairesine uğramamış kimseler, ellerine bir kâğıt
tutuşturuyorlar, onu da dışarıda, kulislerde; gelip burada tantana
yapıyorlar" şeklinde bir ifadede bulundu.
FARUK ÇELİK (Bursa) - Devamı var.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Tabiî, benim, elimde
kâğıtlar var, doğru; ama, bu kâğıtlar, tamamen kendi el yazımla tutmuş olduğum
ve bu kanun tasarısını satır satır okuyarak çıkarmış olduğum özetler ve ben,
burada, yanlış herhangi bir şey söylememek için kılı kırk yararak, çok ciddî
bir şekilde kanun tasarısını inceleyerek, araştırarak, okuyarak gelip bu
kürsüde Meclise katkı yapmaya çalışıyorum; ancak, Sayın Maliye Bakanının
"hayatında vergi dairesine uğramamış" şeklindeki bir ithamının da,
beni tanımadığından kaynaklandığını ifade ediyorum. Kendileri, Famly Finansta
çalışırken, Albaraka Türkte çalışırken, servetlerine servet ilave ederken, ben
vergi daireleriyle, aynı salonlarda, aynı koridorlarda kaymakam olarak;
defterdarlarla, vali yardımcısı olarak çalışan birisiyim. Buraların
sıkıntılarının, dertlerinin ne olduğunu çok iyi bilen birisiyim.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen konuşmanızı tamamlar
mısınız. Sözünüzü kesmeyeyim, lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Toparlıyorum.
Sayın Maliye Bakanı, maalesef, Parlamentoya geldiği
günden beri bu Parlamentonun üslubuna yakışmayacak ifadeler kullanıyor;
"babalar gibi satarım", "tantana..."
BAŞKAN - Sayın Kandoğan...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - "...üçkâğıtçı",
"tiko para" gibi ifadeler, ibareler bu Meclis çatısı altında
kullanılmaması gereken ibareler. O bakımdan, ben, Sayın Maliye Bakanımızın
bundan sonraki konuşmalarında daha ciddî, daha titiz davranmasını, özellikle
kendilerinden istirham ediyorum ve son olarak, kendileri SEKA Genel Müdürüyken,
Genel Müdür Yardımcısıyken, o kuruluşlar zarar ederken; devletin vergi
gelirlerini artırmak için, kaymakam olarak, vali yardımcısı olarak...
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ...elimden gelen gayreti
gösteren birisiyim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Verdiğin rakamların hepsi
senin döneminle ilgili.
BAŞKAN - Bakınız, Sayın Kandoğan, ben size söz hakkı
verdim, ifade ettiniz; ama, konuşma sırasında... Hepimiz bir yerde çalışıyoruz,
siz de mülkî amirlik yapıyorsunuz...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Evet...
BAŞKAN - Ama, başka bir kurumda çalışan, şu anda
Bakanlık yapan bir arkadaşımızı, siz "servetinize servet katan"
ifadesini kullanıyorsunuz. Kimin servetine servet kattığını siz mi
biliyorsunuz; yani, siz mi...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hayır, ben öyle bir şey
söylemedim.
BAŞKAN - Olmaz böyle bir ifade efendim.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - O orada çalışırken, biz,
devletin bütçesine...
BAŞKAN - İstirham ederim... Belki senin ücretinden daha
az alıyor kişi. Böyle, ifade olmaz, lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Tamam, almışsa mesele yok.
BAŞKAN - Bakınız, konuşması sırasında Sayın Bakanın
ifade ettiği "tantana" kelimesini... Bakın, daha sonra, ben devamını
aldım ve "bu ifadeyi geri alıyorum" sözünü de Sayın Bakan kullanmış.
Bu tip tabirleri, konuşmalar sırasında çıkarırsak, sizin de konuşmalarınızda
pek çok şey geçer. Lütfen, bu tip şeylerde birbirimizi incitmeyelim.
Teşekkür ederim.
VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
3.- Gelir
İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/989) (S. Sayısı: 861) (Devam)
BAŞKAN - 10 uncu maddeyi okutuyorum:
Mükellef Hizmetleri Daire Başkanlığı
MADDE 10.- Mükellef Hizmetleri Daire Başkanlığının
görevleri şunlardır:
a) Vergi bilincinin artırılması için gerekli
çalışmaları yapmak.
b) Mükellefleri vergi mevzuatından doğan hakları ve
ödevleri konusunda bilgilendirmek.
c) Mükelleflere yönelik hizmetlerin ve her türlü
iletişimin, hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesi için gerekli tedbirleri
almak.
d) Mükellef haklarının korunmasını sağlamak ve buna
ilişkin gerekli alt yapıyı hazırlamak.
e) Mükellef şikayetlerini değerlendirmek ve bu konuda
gerekli tedbirleri almak.
f) Mükellef memnuniyetini ölçmek ve değerlendirmek.
g) Vergi mevzuatının adil uygulanmasını sağlamak için
gerekli tedbirleri almak.
h) Başkanlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.
Mükellef hizmetleri, mükellef grupları ve sektörler ile
bunların hizmet ihtiyaçları da dikkate alınmak suretiyle gerçekleştirilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 10 uncu madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Maliye Bakanına yönelttiğim
ifade ve suçlama şu: Hazineyi soyan değil; böyle bir ifadeyi...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Usandık artık!
ATİLLA KART (Devamla) - Müsaade buyurun... Niye
rahatsız oluyorsunuz, değerli arkadaşım! Müsaade buyurun...
ALİM TUNÇ (Uşak) - Bırak bunları, maddeyle ilgili
konuş.
ATİLLA KART (Devamla) - Müsaade buyurun. Yani, maddeyle
ilgili konuşacağıma... Herhalde, ben o değerlendirmeyi yapacak durumdayım.
Müsterih olun; lütfen... Lütfen...
ALİM TUNÇ (Uşak) - Maliye Bakanı açıkladı.
ATİLLA KART (Devamla) - Ben, Hazineyi soyan demiyorum.
Ben hukukçuyum; izninizle onu ifade etmek istiyorum. Hazineyi soyduğu yolunda
son derece ciddî iddialar bulunan bir kişiden söz ediyorum, bir sanıktan söz
ediyorum.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Geçerli mi bu?! Hep aynı şeyi
söylüyorsun!
ATİLLA KART (Devamla) - Onun için, Sayın Maliye
Bakanının daha farklı bir yorum getirme gayretinin yanlış olduğunu öncelikle
ifade edeyim değerli arkadaşlarım.
Bakın...
ALİM TUNÇ (Uşak) - Mercedes hakkında...
ATİLLA KART (Devamla) - Mercedes hakkında bilgi almak
istiyorsanız, onu da ayrıca verebilirim değerli arkadaşım. Mercedes olayı benim
gururumdur. Ne adına gururumdur; yolsuzlukla mücadele adına, nüfuzu kötüye
kullanmakla mücadele adına vermiş olduğum ve gurur duyduğum bir mücadeledir.
Sizin de öyle bir mücadeleye sahip olmanızı, öyle bir kararlılık içinde, öyle
bir tutarlılık içinde olmanızı dilerim değerli arkadaşım.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Kesinlikle öyle!
ATİLLA KART (Devamla) - Mercedes olayından...
ALİM TUNÇ (Uşak) - Neler yaptığımız ortada!
ATİLLA KART (Devamla) - Benim evlatlarıma bırakacağım
herhalde en büyük mirastır değerli arkadaşlarım; ama, bunu şovenizm yaparak
söylemiyorum. Ne adına söylüyorum; hemen, yanlış istismarı önlemek adına
söylüyorum; yabancı sermayeye, ideolojik anlamda karşı olmamız söz konusu
değildir. Yatırım yapan, istihdam sağlayan, ihracat yaratan yabancı
yatırımcının başımızın üstünde yeri var; ama, nedir; yabancı yatırımcı,
kendisine imtiyaz arayışı içine girmesin, yerli yatırımcının tabi olduğu
sorumluluklara o da tabi olsun; o noktada, bir nüfuz suiistimali arayışına
girmesin. Bunun mücadelesini veriyoruz değerli arkadaşlarım. Hiç kimsenin, bu
noktada imtiyazı olamaz; hiç kimsenin, bu noktada ayrıcalığı olamaz. Bunları,
lütfen, bu boyutlarıyla değerlendirmeniz gerekir. Bu boyutları görmediğiniz
zaman, olaya ideolojik ve önyargılı bakıyorsunuz demektir; bundan da verimli
bir sonuç sağlamak mümkün değil.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Aynen sizin gibi!
ALİM TUNÇ (Uşak) - Sizin gibi!
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın,
burada, tabiî, 10 uncu maddeyle ilgili değerlendirmeyi yaparken, 9 uncu ve 13
üncü maddelerle bağlantı kurmak zorunluluğu ortaya çıkıyor. Burada, Sayın
Bakanın, üzülüyorum, şu oturumu, tabiî, elbette izlemesi gerekirdi. Öyle
anlaşılıyor ki, Sayın Bakanın, herhalde, daha önemli bir sorunu çıktı, daha
önemli bir konusu çıktı.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Lavaboya da mı gitmesin?!
ATİLLA KART (Devamla) - Öyle anlaşılıyor ki, Sayın
Bakan, bu gelişmelerden rahatsız oldu; öyle anlaşılıyor.
AHMET YENİ (Samsun) - Söylediniz, geldi işte!
ATİLLA KART (Devamla) - Konuşma yaparken Sayın Bakanın
burada bulunmasından ben memnuniyet duyarım; elbette, tabiî, memnuniyet
duyarım.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Belli oluyor... Tutumunuzdan belli
oluyor...
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın,
Sayın Bakan, gelinen aşamada, sizleri ve kamuoyunu yanıltmaya devam ediyor.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Niye bizi yanıltsın?!
ATİLLA KART (Devamla) - Sizleri ve kamuoyunu,
pervasızca yanıltmaya devam ediyor! Pervasızca!.. Bakın...
AHMET YENİ (Samsun) - Üslubunuzu düzeltin... İfadeyi
düzeltin...
ATİLLA KART (Devamla) - Aynen... Ben, kullandığım
ifadenin sınırlarını gayet iyi biliyorum değerli arkadaşım.
BAŞKAN - Sayın Yeni, lütfen...
ATİLLA KART (Devamla) - Pervasızca yanıltmaya devam
ediyor...
Değerli arkadaşlarım, bakın, Sayın Bakan hakkında, bu
ilgili dosyalardan dolayı, lütfen, sağduyulu değerlendirme yapmaya, duygusal
değerlendirmelerden kaçınmaya davet ediyorum.
Bakın, elimdeki belgelerden söz ediyorum, soru
önergelerinden söz ediyorum ve 2 kat yukarıdaki dosyalardan söz ediyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Yani, maddeye gelemeyeceğiz!..
ATİLLA KART (Devamla) - Karma komisyon üyesi olarak
veya sade milletvekili olarak, çıkıp, o dosyaları, lütfen, inceleyebilirsiniz;
bu söylediklerim soyut laflardan mı ibaret, yoksa, bir taraftan Hesap Uzmanları
Kurulu raporuna mı, bir taraftan Mülkiye Müfettişleri raporlarına mı, bir
taraftan da son aşamalara gelen ve Yargıtay aşamasından geçen dosyalara mı
dayanıyor?..
Değerli arkadaşlarım, bakın, olay Sayın Bakanın
anlattığı gibi değil. Sayın Bakan, halen, bu aşamada bile, Genel Kurulu ve
kamuoyunu yanıltmaya devam ediyor. Acımasızca, pervasızca aldatmaya devam
ediyor! Aldattı ve aldatmaya devam ediyor.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Pervasızca konuşmamak
gerekir!
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşım, ben,
kullandığım ifadenin hukukî sonuçlarını çok iyi biliyorum, sınırlarını çok iyi
biliyorum. Onun için, lütfen, o konuda müsterih olmanızı istiyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Size de yakışıyor o kelimeleri
kullanmak!..
ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, 1997 yılına ilişkin,
vergi kaçakçılığından dolayı, İstanbul Fatih Cumhuriyet Savcılığında 11 ay
bekletilen -tipik anlamıyla söylüyorum- sumenaltı edilen bir dosyadan söz
ediyorum. Sumenaltı edilen bir dosyadan söz ediyorum...
ALİM TUNÇ (Uşak) - Siz mi yaptınız?!
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşım, onu benim
yapmam herhalde mümkün değil! Onu, Türkiye Cumhuriyetinin Maliye Bakanının
yaptığı yolunda, maalesef, yargılama dosyalarına intikal eden raporlardan söz
ediyorum. 11 ay, 11 ay değerli arkadaşım!.. Ne zaman ki, ilgili hazine avukatı
tespit ediyor ve bunu takip ediyor, iki gün sonra bu dosya işleme giriyor,
değerli arkadaşım.
AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Bakan gerekli açıklamaları
yaptı ve yapıyor.
ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, 1998 yılına ilişkin
vergi zıyaından da söz etmem gerekiyor.
Albaraka Türk, 4 trilyona yakın vergi zıyaını, vergi
kaybını takiplerimiz sonucunda Maliye hazinesine ödemek zorunda kaldı; ama,
tabiî, bakıyorsunuz, olay, sadece 1998'le sınırlı olmadığı için, bitmiyor.
Ondan sonra bir bakıyorsunuz ki, 1997 yılı dosyası 3 ay sonra, 5 ay sonra
ortaya çıkıyor ve o dosyanın 11 ay Fatih Cumhuriyet Savcılığında sumenaltı
edildiğini görüyorsunuz ve o dosyadan da, yine Albaraka Türkün hem hissedarı hem
de Yönetim Kurulu üyesi olan Sayın Maliye Bakanının sorumlu olduğu bir başka
dosya çıkıyor ortaya.
HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Hâkimleri itham ediyorsunuz
ama!..
ATİLLA KART (Devamla) - Devam ediyoruz... O iki
dosyadan sonra da, şimdi, bu dosya ortaya çıkıyor. Sayın Bakan "efendim,
bu dosyalardan arkadaşlarım beraat etti" diyor. Sayın Bakanın söylediği şu
yönüyle doğru: Evet; vergi kaybı yönünden, vergi kaçakçılığı yönünden, Vergi
Barış Yasasından yararlanmak için, ilgili firmalar 4 trilyona yakın -1998 yılı
için söylüyorum- parayı belirli taksitlerle ödediler. Bu, vergi borcu yönünden,
yani hukukî müeyyide yönünden söz konusu olan uygulama.
AHMET YENİ (Samsun) - Endüstri Holding işi ne oldu?..
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Endüstri Holdingden
bahset!
ATİLLA KART (Devamla) - 1997 yılı için ise, 974
milyarlık bir vergi kaybı, vergi kaçağı halen ödenmemiş durumda.
Geliyoruz, değerli arkadaşlarım...
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Endüstri Holdingden
bahsedecek misin?..
ATİLLA KART (Devamla) - Hesabını veremeyeceğim hiçbir
şey yok değerli arkadaşım; hesabını veremeyeceğim, benim hesabını veremeyeceğim
hiçbir hesabım yok.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Bilemiyorum...
Bahsedin...
ATİLLA KART (Devamla) - Zemininde dile getirirsiniz,
kalkar cevabını veririm, mahcup olursunuz.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, geliyoruz... Olay, 1997 ve
1998'de bitmiyor. 1995-1998 yılları arasındaki diğer dönemlere geliyoruz. Orada
da...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Maddeye gel...
AHMET YENİ (Samsun) - Endüstri Holding işi ne oldu?!
MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - 2000'e gelemediniz!..
ATİLLA KART (Devamla) - 2000'e gelemiyorum; çünkü,
Sayın Bakan o tarihlerde görevden ayrılmış, değerli arkadaşım; Sayın Bakanın
görevi 1998,1999 yıllarında bitiyor.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Görevi mi bitti, görevinden
mi alındı?!
ATİLLA KART (Devamla) - Orada, 1998 yılında yapılan
uygulamalardan dolayı ilgili firma hakkında, her ne kadar mahallî mahkeme
ortadan kaldırma kararı vermiş ise de, Yargıtay diyor ki...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, tabiî, benim görevim, maddeyle
ilgili görüşmeye sizi davet etmekti; ama, sürenizi kullandınız. 1 dakikalık
süre veriyorum; bu süre içerisinde, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
ATİLLA KART (Devamla) - Bitiriyorum...
AHMET YENİ (Samsun) - Endüstri Holdingin avukatlığını
kim yaptı?!
ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşım,
Yargıtay 11. Ceza Dairesi, burada, sadece, sahte belgeyi bilerek kullanmak
değil, sahte belgeyi bilerek düzenleme hali de var diyor. Yani, bilerek
düzenlenen, sahte olduğu bilerek düzenlenen ve bilerek kullanılan bir belge
vardır diyor.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Kart, çoğaltıp dağıtın.
ATİLLA KART (Devamla) - Onun için, diyor ki, bu
sanıklar hakkında, yani, aralarında Sayın Maliye Bakanının da bulunduğu bu
sanıklar hakkında Vergi Barışı Yasasını uygulayamazsınız; çünkü, Vergi Barışı
Yasası bir unsuru kapsıyor. Orada, Sayın Maliye Bakanı ve Albaraka Türk Özel
Finans Kurumu yetkilileri hakkında, hem sahte belgeyi bilerek düzenlemek ve hem
de kullanmak iddiası ve bunu doğrulayan deliller vardır diyor. Buyurun, ben,
yorumu size bırakıyorum, değerli arkadaşlarım.
Bir şey daha söylemek istiyorum; bakın, umarım, burada
yanılırım...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ATİLLA KART (Devamla) - Bir cümle, Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, son cümlenizi alayım.
ATİLLA KART (Devamla) - Bugünkü gazete haberi:
"Albarakanın Genel Müdürü, Halkbankın başına geliyor." Buyurun,
takdirlerinize sunuyorum değerli arkadaşlarım!.. (CHP sıralarından alkışlar)
AHMET YENİ (Samsun) - Türkiye'nin en başarılı
adamlarından biri o!
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Endüstri Holdingden vekâlet
ücretin var mı?..
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde soru-cevap işlemi
yapacağız.
Sayın Kaptan, buyurun.
OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan, Sayın Bakana
sorularım var.
Sayın Bakanım, Maliye Bakanlığı gelirler
kontrolörlerinin, tanınmış bir işadamının şirketinin 577 milyar liralık
faturasız bir satış yaptığını tespit ettiği, ancak, 29 Nisan 2004'te toplanan
ve Maliye Bakanlığı Gelir Genel Müdürü Osman Arıoğlu, Müsteşar Hasan Basri
Aktan ve Müsteşar Yardımcısı Mehmet Şirin'den oluşan Merkezî Uzlaşma
Komisyonunda 2004/56 sayılı kararla bu firmanın tüm borcunun silindiği doğru
mudur?
İki: yine aynı şekilde, Merkezî Uzlaşma Komisyonunca
Denizcilik Bankasının 4,7 milyon YTL'lik vergi ve cezasının silindiği doğru
mudur?
Üç: Merkezî Uzlaşma Komisyonunca 2003 yılı için
sıfırlanan vergi ve cezaların toplamı ne kadardır?
Son sorum: Merkezî Uzlaşma Komisyonunun bir af müessesi
gibi kullanılması, mükellefler arasında eşitsizlik yaratmıyor mu?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim, Sayın Kaptan.
Buyurun Sayın Bakanım.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın
Kaptan,çok teşekkür ediyorum.
Bir defa, uzlaşma müessesesi, kanundan gelen bir
müessese ve burada bir açıklama yapmak istiyorum. Uzlaşma müessesesi, hakkında
inceleme yapılan mükellefin bir hakkı. Bir defa, o hakkı kabul etmek mecburiyetindeyiz,
bir.
İkincisi; o uzlaşma objektif esaslara göre yapılan bir
uzlaşmadır ve mükellefle karşılıklı olarak oturursunuz, onun cezalarında
birtakım indirimler yaparsınız, icap ederse vergisinde indirim yaparsınız ve
Hazinenin alacağını bir an önce kasaya koyarsınız. Aksi takdirde, yıllarca
süren mahkemelere gider bu işler ki, ihtilaflar yıllarca sürer. Nitekim
yıllarca sürmüş, bir türlü halledilememiş yüzbinlerce dosyayı biz burada Vergi
Barışı Kanununu getirmek suretiyle halledebildik ve bir de enflasyonun bu kadar
çok yüksek olduğu devirlerde o dosyalar yıllarca beklemiştir, devlet de o
alacağını alamamıştır; ama, biz, yapmış olduğumuz o uzlaşmalarla; ki, bizden
önce de var, çok önce var, kanunun getirdiği bir müessesedir bu...
Şimdi, burada, yıllardan beri yapılan bu uzlaşma
müessesesi sanki bizim zamanımızda çıkmış gibi ve Maliye Bakanlığının çok
değerli bürokratları tarafından yapılıp da objektif esaslara göre yapılan bu
uzlaşmaya katılan kimseleri karalamak amacıyla bunların söylenmesini, doğrusu
yadırgıyorum, Maliye Bakanı olarak yadırgıyorum.
OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sabah Gazetesi yazıyor;
isimlerin hepsi burada var.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - İster Sabah
Gazetesi olsun, ister Akşam Gazetesi olsun, ben anlamam. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Akşam yazmıyor!..
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Hangisi
yazarsa, bilmem.
Bunları, böyle, gazete haberleriyle getirip de
Maliyemizin çok değerli bürokratlarını ve dürüstlüklerini yıllardan beri
kanıtlamış olan ve Maliyenin en üst düzeylerine kadar gelmiş olan bu kıymetli
bürokratlarımı ben karalatmak istemem; kusura bakmayın! Milletvekili
olabilirsiniz; saygı duyarım; ama, lütfen, bunları konuşurken, kimleri
yaralıyorsunuz, hangi müesseseleri yaralıyorsunuz, bunları da düşünelim.
OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Bakan, soru sorma
hakkımız yok mu bizim?!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Var.
OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Bakan "var"
veya "yok" deyin.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Şimdi, bunlar
doğru değildir. Bunlarla ilgili çok geniş açıklamaları basına da yaptık ve
gönderdik. Sizlere de, bu açıklamalardan, tekrar göndermek istiyorum, Sayın
Kaptan.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
10 uncu madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
11 inci maddeyi okutuyorum:
Uygulama ve Veri Yönetimi Daire Başkanlığı
MADDE 11.- Uygulama ve Veri Yönetimi Daire
Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) İşlemlerin hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesi
için gerekli bilgi işlem sistemlerini kurmak, teknolojik gelişmelere uygun bir
şekilde geliştirmek ve bilişim faaliyetlerini yürütmek.
b) Başkanlığın taşra teşkilatının görev ve çalışma
esasları ile ilgili yönetmelik ve yönergeleri, diğer birimlerle işbirliği
yapmak suretiyle hazırlamak ve uygulanmasını izlemek.
c) Taşra birimlerinin kuruluşuna ilişkin işlemleri
yürütmek.
d) Merkez ve taşra teşkilatının iş ve işlem akışlarını
düzenlemek ve verimliliğini artırmaya yönelik tedbirler almak.
e) Taşra birimlerinin iş ve işlemlerinde koordinasyon
ve uygulama birliğini sağlamak.
f) İdare ve mükelleflerce kullanılacak belge ve
formlarla vergi beyannamelerini hazırlamak.
g) Tüm ekonomik faaliyetlere ilişkin ulusal mali bilgi
alt yapısını tek merkezden geliştirmek, yönetmek ve bu bilgileri ilgili
birimlerin kullanımına sunmak.
h) Kurumsal veri tabanını oluşturmak ve ulusal veri alt
yapısının hazırlanmasına katkıda bulunmak.
i) Mükellefiyet, vergilendirme, denetim ve risk
analizine yönelik her türlü bilgi, veri ve istatistiği toplamak ve işlemek.
j) Vergilendirme, denetim, planlama ve kayıt dışı
ekonomiyle mücadele konularında veri sağlamak.
k) Başkanlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.
BAŞKAN - Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının
"Uygulama ve Veri Yönetimi Daire Başkanlığı" başlıklı 11 inci
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve teklif ederiz.
|
M. Akif
Hamzaçebi |
Ali Kemal
Kumkumoğlu |
Osman
Kaptan |
|
Trabzon |
İstanbul |
Antalya |
|
Enis
Tütüncü |
Birgen
Keleş |
Kemal
Kılıçdaroğlu |
|
Tekirdağ |
İstanbul |
İstanbul |
|
Mehmet
Yıldırım |
Mustafa
Özyürek |
Gürol
Ergin |
|
Kastamonu |
Mersin |
Muğla |
"a) İşlemlerin hızlı ve etkin bir şekilde
yürütülmesi için gerekli bilgi işlem sistemlerini kurmak, teknolojik
gelişmelere uygun bir şekilde geliştirmek, bilişim faaliyetlerini yürütmek ve
Başkanlık Yönetim Bilgi Sistemini oluşturmak,"
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA
(Afyonkarahisar) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Performans değerlendirmesi yapmanın ve performansı
ölçmenin en zor tarafı performans bilgileri üretmeye elverişli veri tabanı
oluşturmaktır. Her idarenin elinde bir takım veriler vardır. Bu veriler
kullanılarak değerlendirme yapılır yaklaşımının doğru olmadığı uygulamada
ortaya çıkmıştır. Belirlenen amaç ve hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığını ancak,
değerlendirme yapmaya uygun verilerle yapabiliriz. Performans değerlendirmesi
yapmayan kuruluşların çok büyük bir bölümünde maliyetlerle, kaliteyle,
verimlilikle, ulaşılan sonuçlar ve yaratılan etkilerle ilgili veri tabanları
yoktur. Daha da önemlisi, bunları bir zaman serisi içinde izleyecek yönetim
bilgi sistemleri oluşturulmamıştır. Kısaca ifade etmek gerekirse, performans
veri ve bilgisi, performans değerlendirmesi yapmanın en zor ve en kritik
noktasıdır. Güvenilir, güncel ve geçerli veri ve bilgiler olmadan hiçbir şey
yapılamaz. Bu nedenle, belirlenen amaç ve hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığını
ölçecek maliyetle, verimlilikle, kaliteyle, etkinlik vb. ile ilgili veri ve
bilgilerin üretilmesi gerekmektedir.
Tasarı, Gelir İdaresi Başkanlığının performans yönetimi
oluşturacağından, stratejik plana ve performans ölçütlerine sahip olacağından
söz etmektedir; ama, performans verisi ve performans bilgileri üretmekten söz
etmemektedir.
Tasarıda "mükellefiyet, vergilendirme, denetim ve
risk analizine dayalı bilgi" gibi ibareler yer almakta ise de bunlar,
yönetim bilgi sistemi kavramını tam olarak karşılamadığından, bu önemli
eksikliği gidermek amacıyla (a) bendinin sonuna "ve Başkanlık Yönetim
Bilgi Sistemini oluşturmak" ibaresini ekleyen değişiklik önergesi
hazırlanmıştır.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önerge kabul edilmemiştir.
11 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
12 nci maddeyi okutuyorum:
Tahsilat ve İhtilaflı İşler Daire Başkanlığı
MADDE 12.- Tahsilat ve İhtilaflı İşler Daire
Başkanlığının görevleri şunlardır:
a) Amme alacaklarının süresinde ve kanunlara uygun bir
şekilde tahsili için gerekli tedbirleri almak ve uygulanmasını sağlamak.
b) 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanunun uygulanması ve sorunların çözümü konusunda mükelleflere ve ilgili
birimlere görüş bildirmek.
c) İhtilaflı konuları analiz ederek mükelleflerle
anlaşmazlıkları en aza indirecek tedbirler almak.
d) Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun
hükümlerine göre kamu alacaklarının taksitlendirme, tecil ve terkin işlemlerini
yürütmek.
e) Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun
uygulanmasında kamu kurum ve kuruluşları arasında uygulama birliğini sağlamak.
f) Terkini gereken vergiler ile tahsili zamanaşımına
uğrayan Hazine alacaklarının kanunlar gereğince terkin edilmesiyle ilgili
işlemleri yapmak.
g) Vergi ve diğer kamu alacakları ile ilgili kanunların
uygulanmasından doğan ihtilaflardan kaynaklanan davaların yetkili mercilerde
takibi ile savunmasının yapılmasını sağlamak.
h) Vergi ihtilaflarının takibi ve savunmasıyla ilgili
uygulama birliğini sağlamak.
i) Başkanlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 12 nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Nisan 2005 Perşembe günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 22.55