BIM 2 3 2005-05-04T14:33:00Z 2005-05-04T14:33:00Z 71 53082 302569 TBMM 2521 605 371575 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        YASAMA YILI: 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 81

 

83 üncü Birleşim

13 Nisan 2005 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMA

 IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz'ün, Mersin'de yaşanan Türk Bayrağına saldırı girişimi ile Trabzon ve Sakarya'da meydana gelen şiddet ve çatışma ortamının yansımalarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

2.- Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Mersin'de yaşanan Türk Bayrağına saldırı girişimi ile Trabzon ve Sakarya'da meydana gelen şiddet ve çatışma ortamının yansımalarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

3.- Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'ın, Turizm Haftası münasebetiyle turizmin çeşitlendirilmesine ve Türkiye için önemine ilişkin gündemdışı konuşması

B) Tezkereler ve Önergeler

1.- Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 5325 sayılı Kanunun bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/796)

2.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun (6/1479) ve (6/1501) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/285)

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Türkiye ile Ermenistan'ın çıkarlarının Türk ve Ermeni uluslarının barıştırılmasında olduğuna inandığına; Türkiye ile Ermenistan'ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurulmasına; dünya barış ve istikrarına katkıda bulunmak isteyen iyi niyetli her ülkenin Türkiye'nin bu önerisine katkı vermesi gerektiğine; Türkiye'ye, tarihini, bazı propaganda belgelerine dayanan tek yanlı ve yanıltıcı değerlendirmeler üzerine bina etmesinin dayatılabileceğini düşünen ve hesaplarını buna göre yapan çevrelerin yanılgı içinde olduklarına ve bunun hiçbir koşulda mümkün olmayacağına ilişkin, AK Parti ve CHP Grubu Başkanvekilleri, DYP Genel Başkanı, ANAP, SHP ve bağımsız milletvekilleri temsilcilerinin müşterek önergeleri (4/286)

V.- SEÇİMLER

A) Komİsyonlarda AçIk Bulunan Üyelİklere Seçİm

1.- Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Öngörüşmeler

1.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 31 milletvekilinin, Türkler ve Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkilerin objektif veriler ve tarafsızlık ölçüleri içerisinde ele alınarak bir millî politika oluşturulması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/19)

2.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni soykırımı iddialarına karşı gerçeklerin ortaya çıkarılması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/20)

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

2.- Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

3.- Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/989) (S. Sayısı: 861)

VIII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

IX.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) Yazili Sorular ve Cevaplari

1.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, 1.1.2003 tarihinden itibaren TOKİ tarafından yapılan konutlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/4761)

2.- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN'ın, ticarî faaliyetlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/5104)

3.- Çanakkale Milletvekili Ahmet KÜÇÜK'ün, Gelibolu Tarihî Millî Parkında yapılan bir projeye ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/5225)

4.- İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, yeşilkart sahibi yurttaşlardan ilaç payı alınması kararına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/5394)

5.- Yalova Milletvekili Muharrem İNCE'nin, 2005 yılında memur adayları için KPSS sınavı yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/5406)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Muş Milletvekili Seracettin Karayağız, suyun, ülkelerin kalkınmasındaki rolüne ve memleketimizdeki su kaynaklarının korunmasının önemine,

Kütahya Milletvekili Alaettin Güven, vefatının 417 nci yıldönümünde Mimar Sinan'ın sanatçı kişiliğine ve eserlerine,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Mersin Milletvekili Vahit Çekmez, Mersin'in Karaduvar Mahallesinde bulunan petrol dolum tesislerindeki sızıntının yarattığı çevre kirliliğine ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun cevap verdi.

Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz'in,

Niğde Milletvekili Erdoğan Özegen'in,

Dilekçe,

Kilis Milletvekili Veli Kaya'nın Çevre,

Komisyonu üyeliklerinden çekildiklerine,

Bursa Milletvekili Kemal Demirel ve 32 milletvekilinin, sanayi kirliliğinin tarım alanlarına etkisinin araştırılarak (10/275),

Ordu Milletvekili İ.Sami Tandoğdu ve 21 milletvekilinin, ziraî mücadele ilaçlarının doğru biçimde kullanımının sağlanması için (10/276),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına;

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni soykırımı iddialarına karşı gerçeklerin ortaya çıkarılması konusunda genel görüşme açılmasına (8/20),

İlişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; Meclis araştırması önergeleri ile genel görüşme açılmasına ilişkin önergenin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Genel Kurulun 12.4.2005 Salı günkü birleşiminde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmeyerek bu birleşimde de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine, 13.4.2005 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 27 nci sırasında yer alan 722 sıra sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 210 uncu sırasında yer alan 850 sıra sayılı Sendikalar Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısının 4 üncü sırasına, 11.4.2005 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 861 sıra sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, 5 inci sırasına, 12.4.2005 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan 867 sıra sayılı Mera Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin, 48 saat geçmeden, 6 ncı sırasına alınmasına; Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 214 üncü sırasında yer alan Türkler ile Ermeniler arasındaki tarihî ilişkiler konusundaki (8/19) esas numaralı genel görüşme önergesi ile 12.4.2005 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan ve okunmuş bulunan aynı konudaki (8/20) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin 13.4.2005 Çarşamba günkü birleşimde ve birlikte yapılmasına ve görüşmelerin tamamlanmasından sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerine devam olunmasına; Genel Kurulun 12.4.2005 Salı günü 15.00-22.00, 13.4.2005 Çarşamba günü 14.00-23.00 ve 14.4.2005 Perşembe günü de 14.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Bankalar Kanunu Hükümlerine İstinaden Bankacılık İşlemleri Yapma ve Mevduat Kabul Etme İzni Kaldırılan Türkiye İmar Bankası T.A.Ş. Hakkında Tesis Edilecek Bazı İşlemler Hakkındaki Kanuna Bir Fıkra (2/334),

Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin'in, Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanuna Bir Madde (2/96),

Eklenmesine Dair Kanun Tekliflerinin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedikleri açıklandı.

Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;

2 nci sırasında bulunan, Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısının (1/969) (S. Sayısı: 851) görüşmelerine devam olunarak 6 ncı maddesine kadar kabul edildi; verilen aradan sonra;

5 inci sırasına alınan, Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının (1/989) (S. Sayısı: 861),

6 ncı sırasına alınan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, Mera Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/386) (S. Sayısı: 867),

Görüşmeleri;

Komisyon ve Hükümet yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;

Ertelendi.

3 sırasına alınan, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine İlişkin (1/913) (S.Sayısı: 722),

4 üncü sırasına alınan, Sendikalar Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı ile Sendikalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair (1/975, 1/306) (S. Sayısı:850),

Kanun Tasarılarının, görüşmelerini müteakiben, kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

13 Nisan 2005 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 21.20'de son verildi.

Nevzat Pakdil

Başkanvekili

 

Ahmet Gökhan Sarıçam

Türkân Miçooğulları

 

Kırklareli

İzmir

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

                                                   II. - GELEN KÂĞITLAR                                            No.: 115

13 Nisan 2005 Çarşamba

Raporlar

 

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Litvanya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayii İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/958) (S. Sayısı: 862) (Dağıtma tarihi: 13.4.2005) (GÜNDEME)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Denizlerde Karasuların Ötesindeki Olayların Önlenmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/959) (S. Sayısı: 863) (Dağıtma tarihi: 13.4.2005) (GÜNDEME)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sudan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Denizcilik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/963) (S. Sayısı: 864) (Dağıtma tarihi: 13.4.2005) (GÜNDEME)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Savunma Sanayii Alanında İkili İş Birliği Süresince Mübadele Edilen veya Oluşturulan Gizlilik Dereceli Bilgi ve Malzemelerin Karşılıklı Korunması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/965) (S. Sayısı: 865) (Dağıtma tarihi: 13.4.2005) (GÜNDEME)

5.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında İki Taraflı Askeri Teknik İşbirliği Çerçevesinde Kullanılan ve Elde Edilen Fikrî ve Sınaî Mülkiyet Haklarının Karşılıklı Korunmasına İlişkin Müşterek Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/973) (S. Sayısı: 866) (Dağıtma tarihi: 13.4.2005) (GÜNDEME)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

13 Nisan 2005 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 83 üncü Birleşimini açıyorum.

III. - YOKLAMA

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim. Milletvekili arkadaşların konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet bu konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin cevap süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, son günlerde meydana gelen olaylar ve gündemi teşkil eden gelişmeler hakkında söz isteyen Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz'e aittir.

Sayın Gündüz, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz'ün, Mersin'de yaşanan Türk Bayrağına saldırı girişimi ile Trabzon ve Sakarya'da meydana gelen şiddet ve çatışma ortamının yansımalarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde son günlerde meydana gelen olaylarla ilgili olarak gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, Sayın Başbakanımıza Norveç'in Başkenti Oslo'da yapılan saldırıyı huzurlarınızda kınıyorum.

Bundan birkaç hafta önce Mersin'de, birkaç gün önce de Trabzon'da ve dün de Sakarya'da meydana gelen olaylar, geçmiş dönemleri hatırlatan film kareleri gibiydi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; suyun akıp yatağını bulması gibi, Türk Milleti, Orta Asya'dan gelerek, bu toprakları, dünyanın en güzel coğrafyasını kendilerine son vatan yapmıştır. Temmuz sıcağında bir fırına düşen ekmek gibi atıldık bu topraklara, bu toprakların kaderine. Atalarımız, dünyaya, imparatorluk nasıl kurulur, yetmişiki millet bir arada nasıl yaşar, bunun dersini de verdiler.

Lübnan asıllı bir Ermeni yazar olan Amin Maalouf "Ölümcül Kimlikler" adlı kitabında "hiçbir din hoşgörüsüzlükten soyutlanmış değildir; ama, bu iki rakip dinin bir bilançosu yapılacak olsa, İslam hiç de fena görünmez. Eğer, atalarım, Türk orduları tarafından fethedilen bir ülkede Hıristiyan olmak yerine, Hıristiyanlar tarafından fethedilen bir ülkede Müslüman olsalardı, onların inançlarını koruyarak, ondört yüzyıl köy ve köylerinde yaşayabileceklerini sanmıyorum.

Gerçekten, İspanya'daki Müslümanlara ne oldu? Ya Sicilya'daki Müslümanlara? Yok oldular, tek kişi kalmamacasına katledildiler, sürgüne zorlandılar ya da cebren Hıristiyan edildiler" diye yazar.

Bizler, aynı zamanda dünyaya bir medeniyet dersi verenlerin de çocuklarıyız, bu ülkenin çocuklarıyız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, sizlere, tarihimizin gizli kahramanlarından birinden, Zenci Musa'dan bahsedeceğim. Aslen Sudanlı olan, Girit'te dünyaya gelen Zenci Musa, Osmanlı İmparatorluğu için, Trablusgarp'tan Balkan Savaşına, Çanakkale'den Kudüs'e, Yemen'den İstiklal Harbine kadar, yangın neredeyse oraya koşmuş yüzbinlerce kahramanlarımızdan birisidir. 300 000 altını Yemen'de Tevfik Paşa'ya teslim etmeyi başaran Musa'ya, işgal kuvvetleri komutanı General Harrington'un "sen, Osmanlı için değil bizim için çalışırsan, seni altına boğarım" sözlerine karşı, Zenci Musa: "Her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni rencide eder; benim bir devletim var; bir bayrağım var, ay yıldızlı bayrak; bir kumandanım var, Eşref Bey" cevabını verir. Daha sonra, Anadolu'daki Millî Mücadeleye destek için İstanbul'a gelen Zenci Musa, Galata gümrüğünde hamallık yapıp, gece Anadolu'ya silah kaçırırken, bu arada, vereme yakalanır. Onun bu durumunu gören Ali Paşa ona emekli maaşı bağlamak ister; ama, o, ihtiyaç içerisinde olmasına rağmen "Paşam, ben bu fakir milletin emekli maaşını alamam" diyerek teklifi geri çevirir. Sanatoryum hastanesine yatmayı kabul etmeyen Zenci Musa veremden bir tekkede öldüğünde, bavulundan; bir Osmanlı haritası, Eşref Kuşçubaşı'nın resmi, bir de kefen çıkar. Merhum Mehmet Âkif, Zenci Musa için:

 "Eşref Beyin emir eri zenci Musa,

Omzundan arşa yükseldi nebi İsa" mısralarıyla onu destanlaştırır.

İşte, biz, bu asil insanların inanç ve azimleriyle buralara geldik. Musa zenciydi; ama, milleti, bayrağı ve vatanı için kendini adamış bir zenciydi. Zenci Musa tekil bir örnek değildir. Bu ülkenin değerlerine sahip çıkan Kürt Mehmet vardır, Ermeni Sarkis Balyan vardır, Çerkez Eşref Kuşçubaşı vardır, Çanakkale Savaşında kolunu kaybetmiş Rum avukat Kaludi Laskarı vardır, Hilali Ahmer İkinci Reisi Ermeni Berç Keresteciyan (Türker) vardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, üniter bir devlettir ve bu devleti oluşturan en temel unsur, milletin birlikte ve bir arada yaşama iradesidir. Hiçbir provokasyon, tahrik, bizim bir arada yaşama irademizi zedeleyemeyecektir. Bu millet, farklılıklardan zenginlik yaratmıştır; bu farklılıklar üzerine, kültür ve medeniyet inşa etmiştir. Birlikte yaşama iradesi, cebren sağlanan bir sonuç değil, bin yıllık bir kültürün eseridir. Tarihin imbiğinden geçerek gelen bu milleti bir arada tutan, müşterek değerleridir. Bu altın coğrafyaya ayaklarını basıp, burayı vatan yapan bu asil milletin evlatları, dikensiz gül bahçesinde değiller elbet.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Gündüz.

SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Devamla) - Bu kıskanılan vatanın bedelini ödedik, gerekirse, Türkü, Kürdü, Çerkezi, Abazası, Gürcüsü, Lazı, Boşnağı, Arnavudu, Rumu, Ermenisi ve Musevisiyle birlikte yeniden öderiz. Çanakkale'de kanlarımız bir ve beraber aktı. Tarih sahnesinde, az önce saydığım unsurlarla birlikte, bir bayrak ve buyruk altında bir millet olarak kalma iradesini gösterdik. Bizim ülkemizi ve insanlarımızı bir laboratuvar ortamında değerlendirip plan yapanların bu planları boşa çıkacaktır. Bizim gönlümüz var. Onlar, bunu çözemezler. Camdan kalbi olanların, bizi karşı karşıya getirmek isteyenlerin planları tutmayacak! Bizler, ete ve kemiğe bürünmüş insanlarız; camdan kalbi olanların yanıldığı nokta bu. Bizim ayrımız gayrımız yok. Biz, komşumuzun halinden anlayan insanlarız. Ekmeğin parçası yere düşünce kaldıran ve öpüp alnına koyan, düğünlerde halay çeken, ölü evlerinde yas tutan, bayram sabahları yüreği sevinçle dolan, bir çocuğun kahır yüklü bakışından etkilenen, tarlasında komşusunun ekinine yardım eden, büyüklerin ellerinden öpen, dua eden "Burası Muş'tur" türküsünde "Çanakkale İçinde Aynalı Çarşı" marşında gözleri dolan insanlarız. Bunlar biziz!

Kardeşlerim, ülkemiz üzerinde planlar olabilir, raporlar hazırlanmış olabilir, her türlü istihbarat en küçük hücremize kadar teknik analizler yapmış olabilir; ancak, bu milleti bir arada tutan ruha nüfuz edemezler! Bu millet, okuma-yazma öğrenmeden önce gönül alfabesini öğrenir. Bu, bin yıllık bir sürecin sonucudur. Gönül alfabemizin oluşturduğu destanlar, bu milletin her ferdinin birbirine karşı ortaya koyduğu fedakârlık üzerinedir. Bu destanlar, hiçbir istihbarat raporuna ve kriptolara sığmaz. Hiçbir düğme, birlikte ve bir arada yaşama iradesinin can alıcı yerini bulamaz, bir arada yaşama iradesine kısa devre yaptıramaz! Bu millet, Anadolu'da yaşama başarısını, her türlü ayrılıkları, farklılıkları, düşmanlıkları törpüleyerek, aşırılıkları bünyesinde eriterek bugünlere gelmiştir. En geniş anlamıyla, envanteri çıkarılmamış olsa da, Türk kültürü, kendi ruhuyla hayat verdiği, kendisinden önceki Anadolu kültür ve medeniyetlerini de temsil kabiliyetiyle Avrupa'nın hem geçmişi hem de geleceğidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hiç kimse bu milletin kutsal değerleri üzerinden siyaset yapmamalı ve bu milletin kutsal değerlerine olan bağlılığını ölçmeye kalkışmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti bir demokratik hukuk devletidir. Eğer bu ülkede demokratik bir toplum ve siyaset talebine olan inancımızda bir şüphemiz yoksa, herkesin, demokratik kurum ve kuralların işlemesine saygı duyması gerekir. İdrak mükellefiyeti herkes içindir; çünkü, herkesin vazifesi, bu topraklarda işleyen bir demokrasiyi hâkim kılmaktır. Allah bu milletin birlik ve dirliğini bozmasın.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Gündüz, teşekkür ediyorum.

Gündemdışı ikinci söz, son günlerde ülkemizi şiddet ve çatışma ortamına sürükleyen olaylar hakkında söz isteyen Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya'ya aittir.

Sayın Yerlikaya, buyurun.

2.- Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Mersin'de yaşanan Türk Bayrağına saldırı girişimi ile Trabzon ve Sakarya'da meydana gelen şiddet ve çatışma ortamının yansımalarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yirmi yirmibeş gün önce Mersin'de bir bayrak yakma olayı, girişimi olmuştu; tabiî, bunun bir nevruz gününde olması, birtakım kafalarda istifhamlara meydan vermişti, hepimiz tepki duymuştuk, üzülmüştük; çünkü, bu bayrak bir kesimin bayrağı değil, bu bayrak hepimizin bayrağı, Türkiye Cumhuriyetinin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının bayrağı. Hassasiyetimiz tabiî ki vardı, üzüntümüzle beraber tepkimizi de koyduk; ama, Türkiye'nin bir hukuk devleti olması nedeniyle, bu tür suçluların yakalanıp adalete teslim edileceğini, gereken cezaların verileceğini biliyorduk. Nitekim, bu bayrak yakma olayı Türkiye'de ilk defa cereyan etmemişti, daha önceleri de bu bayrak yakılmıştı, indirilmişti bir partinin kongresinde. Orada da yine hukuk, kanun devreye girdi, o eylemi yapan kişi yargılandı, cezalandırıldı, hâlâ cezasını çekiyor.

Tabiî, bu hassasiyet, hepimizce önemli bir hassasiyet; ama, değerli arkadaşlar, anladığım kadarıyla, bu hassasiyet biraz abartıldı, bir başka düzleme, bir başka alana kaydırıldı; işte, ırkçı, milliyetçi bir temelde, bu bayrağı sahiplenme duygusu hâsıl oldu. Bu, tabiî ki çok yanlış bir olaydır. Bu, hepimizin hassasiyetidir, Türk Milletinin hassasiyetidir; bir grubun, bir partinin veya kendisine ülkücü denilen bir grubun hassasiyeti olamaz, bunun abartılması ve başka mecralara çekilmesi de son derece yanlıştır.

Bu nedenle, bir kez daha tekrar ediyorum; Türk Bayrağı hepimizin bayrağıdır, onu korumak, kollamak hepimizin görevidir. (Alkışlar) Ona bir yanlış yapıldığı zaman da, bir hukuk devleti ilkesi içinde, bir demokratik devlet oluşumu içinde, yasalarımız, kanunlarımız, hukukumuz buna gereken cezayı verecektir, nitekim de öyle oluyor.

Değerli arkadaşlar, bu bayrak yakma olayı orada kalacak zannettik, orada duracak zannettik; yani, zaten yasalar da devreye girmişti. Galiba, ceza ehliyeti olmayan 2 vatandaş, 2 genç çocuk bulundu; bunlar da sonradan üzüldüler, özür dilediler. Bu eylemi yapan bir genç bayrağı öptü -televizyonlarda gördük bunu- buna da sevindik. İnsanlar hata yapar; ama, hatasını anlayınca geri döner, bu da güzel bir olay oldu; ama, bir bakıyoruz ki, Trabzon'da, demokratik hakkını kullanan 5 genç bildiri dağıtmak istiyor, bu bildirilerin de karşısına bir grup çıkıyor, bunları sille tokat dövüyor, kan revan içinde bırakıyor; hatta, izlemişsinizdir, o saldırgan gruptan bir kısmı, polisin araçlarının üzerine çıkarak, polisin araçlarını tekmeliyor değerli arkadaşlar. Yani, düşünün, Türkiye'de, artık, hiç yasal bir güç kalmamış; Türkiye'nin demokrasisi, hakları hukukları bu insanlara kalmış... Böyle şey olmaz.

Dün de, bunu, biz, Adapazarı'nda gördük. Adapazarı'nda da böyle bir olay oldu. Yine, orada da aynı grup sahneye çıktı; yani, bu bildiri dağıtmak isteyen gruba karşı sille tokat, kan revan... Tabiî, bunun karşılığında polisimiz görevini yaptı. Ne yaptı; bildiri dağıtan, kan revan içinde kalan insanlar karakola götürüldü. Trabzon'da, kan revan içinde kalan o gençler karakola götürüldü, tutuklandı, içeri atıldı. Buraya kadar güzel. Peki, bundan sonra ne oldu; yani, bu eylemler devam mı edecek arkadaşlar? Bu millet, bu insanları, bu gençleri kan revan içinde bırakan kişilere karşı bir müeyyide yapılamayacak mı, bir tedbir alınmayacak mı? Şimdi soruyorum ben buradan; bu yasal bir şey midir? İnsanlar, haklarını artık sokaklarda mı alacaklar? Bir yanlışlık olduğu zaman -kabul edelim ki bir yanlışlık oldu- bu yanlışlığın cezasını, kan revan içinde bırakarak bir grup mu yapacak?!

Değerli arkadaşlar, böyle olmaz; yani, böyle olmayacağını siz de biliyorsunuz; böyle hiçbir şey kabul edilemez. Orada, bugüne kadar bir tek kişinin sorguya alınmamış olmasını, bir tek kişinin içeriye alınmamış olmasını da biz hayretle karşılıyoruz, ben hayretle karşılıyorum! Ben bir avukatım, hayretle karşılıyorum; nasıl oluyor bu?! Döveceksin, kan içinde bırakacaksın "efendim bu bildiri dağıtmış..." Neymiş; F tipi cezaevlerinin bir bildirisini dağıtmış "ee, bunlar PKK'lı, bunlar..." Olabilir, PKK'lı da olabilir; yani, içerideki insanların haklarını da arayabilir. Bunun karşılığı suçsa, zaten kanun var, içeri alınıyor, tutuklanıyor; ondan sonra, yaptıkları eylem doğru mu yanlış mı; bildiri yasal mı değil mi, talep nedir; ona bakılıyor. Zaten bunlar bir örgüte mensupsa...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yerlikaya.

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - ... bir örgüte mensup olduğu zaman da, biliyorsunuz, cezasını da alıyor.

Değerli arkadaşlar, bunlara prim vermememiz lazım; bunlar, Türkiye'nin görünümünü, hakikaten, hem içeride hem dışarıda zedeliyor. Biliyorsunuz, bir tarihte terörle mücadele ediyorduk; o terörle mücadele safhalarında, birtakım yasal olmayan işlere başvuruldu; Yeşiller yaratıldı, Kırmızılar yaratıldı, Reisler yaratıldı, Başkanlar yaratıldı; kimlikler, pasaportlar ganimet gibi dağıtıldı; ülkenin egemenliği, ülkenin bağımsızlığı, korunması, birtakım yasal olmayan güçlere tevdi edildi. Sonradan ne oldu; Susurluklar oldu, mafyalar oldu, ülke soyuldu soğana çevrildi. Bunlara prim vermemeliyiz.

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir; biz, hukukun üstünlüğünü, hukukun bağımsızlığını Anayasaya derç etmiş bir ülkeyiz. Böyle bir ülkenin, bu tür olaylara seyirci kalmaması lazım. Bu işler, yarın öbür gün başımıza büyük işler açar; ayırımcılığı, kışkırtıcılığı kabul etmeden, bunlara karşı koymalıyız. Bunlar, hiçbir partinin, hiçbir kitlenin, hiçbir kesimin yararına, güzel şeyler getirmez, çirkin şeyler getirir.

Bu nedenle, bu görüntüler hakikaten bizi üzüyor, yanlış oluyor; bunlara bir son vermek durumundayız. Nasıl son vereceğiz; yasalarımızı çalıştırarak vereceğiz. Yani, bu tür insanların böyle aymazlığına, kışkırtıcılığına, ayrımcılığına, kanun tanımaz, yasa tanımaz hâkimiyetine biz seyirci kalırsak, bunun önünü alamayız, yarın daha çok vahim olaylar olur.

Bunu beraber yapmalıyız tabiî, beraber yapacağız; Türkiye Cumhuriyetinin selameti için, geleceği için beraber yapmalıyız. Artık, eski filmlere dönmemek lazım, eski plakları çalmamamız lazım. Bunun çok cezasını çektik değerli arkadaşlar. Buna bir önlem alınacağına ben inanıyorum. Bu Parlamento çatısı altında, bütün milletvekili arkadaşlarımızın, grubu olsun olmasın bütün siyasî partilerimizin, buna, beraberce katkı koyarak bir çözüm bulacağını düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yerlikaya.

Sayın Gündüz ve Sayın Yerlikaya'nın gündemdışı yapmış olduğu konuşmalara İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap vereceklerdir.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sakarya Milletvekili Sayın Süleyman Gündüz arkadaşımızın, son günlerde meydana gelen olaylar ve gündemi teşkil eden gelişmeler ve yine, Tunceli Milletvekili Sayın Sinan Yerlikaya arkadaşımızın aynı içerikte yapmış oldukları gündemdışı konuşmalar üzerine söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce de, siz Yüce Meclisin saygıdeğer üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, son günlerde bazı illerimizde meydana gelen olayların, bizleri ve millet olarak hepimizi üzdüğünü belirtmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, önce Mersin İlimizde meydana gelen ve hepimizi derinden üzen olaylar, polisimizin soğukkanlı davranışı ve dikkatli tutumu sayesinde büyümeden önlenmişti. Maalesef, geçen çarşamba günü, Trabzon İlimizde yine hepimizi üzen bir olay meydana gelmişti. Öncelikle, Trabzon İlinde yaşanan olaylarla ilgili bazı bilgileri aktarmak istiyorum.

6.4.2005 Çarşamba günü, Trabzon İli Kunduracılar Caddesi üzerinde, TAYAD isimli derneğe ait gençler tarafından bildiri dağıtmaya çalışan 5 kişiye vatandaşın gösterdiği ani reaksiyon ve sonrasında kalabalık bir halk grubu tarafından müdahale edilmesi sonucu, millî hassasiyetlerin öne çıktığı toplumsal bir olay yaşanmış ve ülke gündemini meşgul etmişti. Güvenlik kuvvetlerimizin zamanında ve samimî gayretleriyle olay daha da olumsuz ve elim sonuçlar doğurmadan önlenmişti. Bu konu bütün boyutlarıyla adlî makamlara intikal etmiş ve halen adlî süreç devam etmektedir. Olaya karışanların tümüyle ilgili incelemeler, cumhuriyet savcılarımızın nezaretinde, güvenlik güçlerimiz tarafından yapılmaktadır.

Bu toplumsal hassasiyetlerin devam ettiği bilinirken, aynı konuları gündemine alan ve bir kısmının da il dışından geldiği öğrenilen TAYAD'lı başka bir grup tarafından, 10.4.2005 Pazar günü, insan yoğunluğunun en fazla olduğu saat 14.00 sıralarında, Trabzon İli Meydan Parkı Atatürk Alanında yine pankart açılarak basın açıklaması yapılmaya başlanmıştır. Bu arada çay bahçesinde oturmakta ve oradan geçmekte olan vatandaşlar tarafından gösterilen ani tepki ve yaşanan arbede sırasında, basın açıklaması yapan grup değişik sloganlar atmış, alana 100 metre mesafede bulunan Gazipaşa Caddesindeki bir iş hanı istikametine yönelmiş, bu arada, basın açıklaması yapan gruba tepki gösteren kalabalığın da sayısı artmış. Yaşanan bu arbede ve hareketliliğe emniyet kuvvetlerince derhal el konulmuş; basın açıklaması yapan grubun iş hanına girmeleri sağlanmış, dışarıda toplanan öfkeli kalabalık, güvenlik kuvvetlerimizin çabaları sonucu dağıtılmış; içerideki grup da, her türlü tedbir alındıktan sonra binadan çıkarak salimen istedikleri yerlere gönderilmişlerdi; ancak, yine 12.4.2005 günü, yani dün, saat 14.30 sularında Trabzon Gençlik Derneği Lokalinde TAYAD'lı avukatların da içinde bulunduğu bir grup toplanmış ve dernek binası yanında, yakınında bulunan Trabzon Adliyesinin önüne gelerek basın açıklaması yapmak istemişlerdir. Yaklaşık 15 kişilik bu gruba, Trabzon Gençlik Derneği Lokali önünde toplanan başka bir kalabalık tarafından müdahale edilmek istenmesi üzerine de, önceden alınan tedbirler nedeniyle, müessif olay çıkmadan emniyet kuvvetlerimiz derhal müdahale etmişlerdir. Grup, basın açıklaması yapmaktan vazgeçmiş; herhangi bir olaya sebebiyet verilmeden, bu grup da güvenlik önlemleriyle istedikleri tarafa gönderilmişlerdir.

Değerli arkadaşlarım, bu olaylarla ilgili bir suç ya da bir kanunsuzluk var ise, bunu takip eden devlet kurumları da bellidir. Tüm bu olaylar ve olayların bütün failleri, ilgili adlî süreç içerisinde, cumhuriyet savcılıklarınca haklarında gerekli işlemler yapılmaktadır. Olayların görüntüleri, kasetleri, basın yayın organları, değerli cumhuriyet savcılarımızın nezaretinde güvenlik güçlerimiz tarafından incelenmekte; olayda suçlu durumda olanlar tespit edilip, savcıların talimatı gereği işlem yapılmaktadır.

Sayın milletvekilleri, milletçe hepimizin duyarlı olduğu ve hassasiyetle üzerinde durduğumuz konular var. Tabiî ki, bu değerlere hepimiz saygılıyız. Gençlerimizin, son zamanlarda, maalesef, bazı illerimizde birtakım karşılıklı sürtüşmelere girdiklerini görüyoruz.

Burada, bu vesileyle, hem halkımıza ve hem de gençlerimize seslenmek istiyorum; lütfen, provokasyonlara gelmeyelim. Bizim milletçe üzerinde titrediğimiz değerlere karşı güvenlik güçlerimiz de aynı hassasiyeti göstermektedirler. Birlik ve beraberliğimizi bozmayalım. Sağduyu içerisinde hareket edelim. Birbirimize anlayışla yaklaşalım, hoşgörü içerisinde bulunalım. Bunun bir erdemlilik olduğunu bilelim, birlik ve dirlik içerisinde olalım. Ortada hukuka aykırı bir durum ve eylem varsa, bunu takip edecek, soruşturacak, adlî organlara teslim edecek ve yargılanmalarını sağlayacak merciler de bellidir. Hiçbir kişi veya sivil toplum örgütü, kanunların kendisine vermediği bir yetkiyi üzerine atfederek kullanamaz. Aksi davranış ve eylemler, toplumda kamu düzenini bozar, kargaşaya sebep olur.

Milletimizin geleceğini emanet ettiğimiz sevgili gençlerimize de seslenmek istiyorum; ailelerinizin sizleri yetişmek ve okumak üzere gönderdiği üniversitelerde, sakın başkalarının yanlış hesaplarına alet olmayınız. Geçmişte de gördük ki, bu yanlışlıklardan hep aileleriniz, sizler ve Yüce Milletimiz zarar gördü. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir hukuk devletidir. Eğer bir yanlışlık varsa, devletimizin güvenlik güçleri, er veya geç yanlış yapanları bulur ve hesabı sorulmak üzere adalete teslim edilir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, daha önceki konuşmalarımda da belirttiğim gibi, sivil toplum örgütlerinin basın toplantıları ve basın açıklamalarını serbestçe yapmaları hususuyla ilgili olarak, valiliklerimize, ben, 2004 yılı haziran ayında bir bakanlık genelgesi gönderdim. Bu konuda nasıl hareket edeceklerini, vatandaşlarımızın bu gibi durumlarda hangi kurallara uyması gerektiğini açıkça ortaya koyduk; ama, görüyoruz ki, bu kadar olumlu yaklaşıma karşın, basın açıklaması adı altındaki faaliyetler, izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşlerine dönüştürülüyor; pankartlar açılıyor, belirlenen yerler dışında toplanılıyor, belirlenen yerler, güzergâhlar dışında yürüyüşler yapılıyor ve toplum rahatsız ediliyor. Gösteri yapanlar ve bildiri dağıtanlar da, Anayasada yer alan düşünceyi açıklama özgürlüğünü kullanırken suç işlemeden ve bu haklarını kanunların verdiği oranda kullanmaları gerekmektedir. İlgili merciler, bu olayların arkasında kimlerin olduğunu araştırmaktadır. Hükümetimiz, bu tip olayları önleme gücüne ve kudretine sahiptir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, Türkiyemiz, 1970'li yıllarla başlayan geniş terör eylemleriyle karşı karşıya kalmış. Terörden çok ıstırap çekmiş bir ülkeyiz. Bu bakımdan, Türk kamuoyu bu gibi olaylar konusunda çok hassastır. Geçmişte, akla gelmeyecek provokasyonlar tertip edildi; yüzyıllar boyu bir arada yaşamış kardeşleri birbirine düşürmek adına ne yapılması lazım geliyorsa o yapıldı; ama, provokatörler amaçlarına ulaşamadılar. Türkiye'de yaşayan herkes ayağa kalktı, hep bir ağızdan "biz kardeşiz" diye haykırdı. Bugün, Yüce Meclisimizin çatısı altında da bu kararlılığı görmenin mutluluğunu yaşıyorum. Burada benden önce konuşma yapan her iki arkadaşımız da bunu ortaya koymuş, bu şekilde güzel olumlu fikirler beyan etmişlerdir. Kendilerine, bu yapıcı, teskin edici konuşmaları için de teşekkür ediyorum; çünkü, biliyoruz ki, bu olaylara prim vermek, sosyal barışa, toplumsal huzura ve ekonomik gelişmeye karşı girişilen eylemlerin ortak adıdır.

Biliyorsunuz, Hükümetimiz, ülkenin gündemine, insan hak ve özgürlüklerini yeniden tanımlayan ve evrensel normları bizim insanımıza da sağlayan çeşitli kanunî düzenlemeleri art arda Yüce Meclise getirmiş, sizlerin yüksek tasvibiyle de kanunlaşmıştır. Herkesin başkalarına rahatsızlık vermediği ölçüde özgürce düşündüğünü ifade edebileceği, bir araya gelerek sorunlarına çözümler üretilebileceği örgütlü ve demokrat bir toplum için altyapı oluşturmak gayretimiz devam etmektedir. Umarım ki, bu çabalar çok kısa bir süre sonra meyvesini vermeye başlayacaktır. Türkiye, bir özgürlükler ülkesi olarak anılacaktır.

Buradan, ülkemizdeki tüm sivil toplum örgütlerine de seslenmek istiyorum; lütfen, demokratik haklarınızı meşru zeminlerde sürdürünüz. Bazı olayları vesile ederek, toplumun, gençlerin önünde yanlış istikametler çizmeyiniz. Bu ülkenin meşru sivil toplum temsilcileri olarak onlara örnek davranışlar sergilenmeli ve serinkanlı hareket etmeleri noktasında yardımcı olunuz, öğütler veriniz. Gençleri, toplumda zaman zaman meydana gelen olaylar ve tahrikler konusunda itidalli olmaya teşvik ediniz. Hepimizin, meydana gelen bu olaylardan ders çıkarmamız gerekiyor. Bir arada yaşamanın ortak paydasını 7'den 70'e insanlarımızla paylaşmamız lazım geliyor. Aslında, ortak payda, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin şerefli bir üyesi, bir vatandaşı olmaktır. Bu Albayrağın altında, birbirini anlayan, hoş gören ve sayan vatandaşlarımız, bizim geleceğimizdir. Türkiyemizin birliği, herkes için, her kurum için vazgeçilmez, tartışılmaz bir değer olarak, en büyük ortak payda kapsamında savunulmalıdır. Bu vesileyle, tüm sağduyulu vatandaşlarımızı, bu nahoş olaylar karşısında bir kez daha soğukkanlı olmaya davet ediyorum.

Şunu herkes bilmelidir ki, güvenlik güçlerimiz, polisimiz, jandarmamız, sahil güvenliğimiz, her türlü kanunsuzluğa anında müdahale edebilecek güç ve kabiliyeti haizdir. Bütün bu olaylar karşısında, emniyet mensuplarımız, güvenlik güçlerimiz, Mersin'de, Trabzon'da, Sakarya'da olduğu gibi, zamanında ve yerinde müdahalede bulunmakta, canla başla bu konularda tedbir alma gayreti içerisinde olmaktadırlar ve tüm güvenlik güçlerimizi de, bundan dolayı kutluyor, teşekkür ediyorum.

İçişleri Bakanı olarak, şunu da herkesin bilmesini istiyorum: Kaynağı ne olursa olsun, vatandaşlarımızın huzurunu bozan her türlü olumsuzluğa, yasadışı davranışlara karşı tavizsiz bir mücadeleyi sürdürmekteyiz, bundan sonra da sürdüreceğimizden bütün vatandaşlarımız emin olsunlar.

Bu duygularla, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, açıklamalarınız için teşekkür ediyorum.

Gündemdışı üçüncü söz, Turizm Haftası münasebetiyle söz isteyen, Aksaray Milletvekili Sayın Ahmet Yaşar'a aittir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Yaşar, buyurun.

3.- Aksaray Milletvekili Ahmet Yaşar'ın, Turizm Haftası münasebetiyle turizmin çeşitlendirilmesine ve Türkiye için önemine ilişkin gündemdışı konuşması

AHMET YAŞAR (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her yıl 15-22 Nisan tarihlerinde kutlanan Turizm Haftası münasebetiyle gündemdışı, şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de turizm, hızlı gelişen en dinamik sektörlerden biridir. Kültür ve Turizm Bakanlığının bu çerçevede belirlenen vizyonu, ürün çeşitliliği artırılmış, yılın tamamına yayılan, sürdürülebilirlik ilkesine dayanan, teknik altyapısı gelişmiş, tesis ve hizmetleriyle ülke ve yöre halkının hayat kalitesini iyileştiren, kendi kaynağını yaratan, rakip destinasyonlarla yarışabilir, iç verimliliği yüksek bir turizm sektörü oluşturmaktır. Bakanlığın bu vizyonunun gerçekleştirilebilmesi amacıyla yeni yatırım alanlarının belirlenmesi, diğer ülkelerle rekabeti mümkün kılacak biçimde marka ve imajın geliştirilmesi, müstakil destinasyon noktalarının oluşturulması, kent kimliğine özen gösterilmesi, ekolojik ve sosyal dokunun korunarak, tesis, işletme ve kültürel varlıklar arasında denge kurulması, turizm sektöründeki işgücünün daha nitelikli hale getirilmesi, halkın turizm konusunda motive edilmesi hedeflenmektedir.

Her yıl 15-22 Nisanda kutlanılan turizm haftalarını, toplumda turizm bilinci oluşturmak ve turizmin önemini kavratmak amacıyla yapılan çalışmalar olarak değerlendirmekteyiz. Toplam kalite anlayışı çerçevesinde turizm hizmetlerinin niteliğini yükseltmek ve turizm bilincini geliştirmek amacıyla, hem toplumsal hem de sektörel düzeyde sağlanacak eğitimin önemi de yadsınmamalıdır. Dünyadaki toplumsal ve ekonomik gelişmelere paralel olarak, kişisel gelir düzeyinin yükselmesi, ulaşım araçlarının hız ve kapasite olarak artış göstermesi, enformasyon ve bilişim teknolojilerinin gelişmesi turizm gelişimini etkileyen en önemli faktörlerdir. Ülkemizin turizm hedeflerini yakalaması için eğitim, yetişmiş insangücü ve kaliteli hizmet anlayışının toplum tarafından da benimsenmesi ve toplumsal katılımın sağlanması önemli ve gereklidir.

Özellikle, son çeyrek yüzyılda küreselleşmeyle birlikte turizm ve kültür kavramları bir arada kullanılmaktadır. Doğal, kültürel ve tarihî açıdan tartışılmaz bir zenginliğe sahip olan ülkemizde, deniz, kum, güneş üçlemesinin dışında turizm ürünlerinin çeşitlendirilmesi ve farklılaştırılması yönünde politikalara önem verilmektedir.

Bu politikalar, turizmin, yörenin bir konsepti içinde ele alınmasını temel almaktadır. Dolayısıyla, genel olarak, tüm Türkiye'yi, özel olarak da her şehrimizi, sahip olduğu kültürel değerler açısından bir marka haline getirmeliyiz.

Küreselleşmeyle birlikte hem ortak bir kültürel iklime doğru hem de farklı kültürleri tanıma, farklı kültürlerle iletişim kurma arayışı giderek artmaktadır. Dolayısıyla, deniz, kum, güneş odaklı üç ilâ altı aylık, önceden, turizm şirketleri tarafından açık bir şekilde programlanmış ve belirlenmiş, büyük ölçekli grupların katıldığı; ancak, kâr marjı düşük turizm faaliyetlerinden daha ziyade, heyecan, eğlence, eğitim odaklı, oniki aya yayılan, turistlerin istek ve beklentilerine göre değiştirilebilen, küçük ölçekli grupların katıldığı; ancak, kâr marjı yüksek turizm faaliyetleri önem kazanmaktadır.

Bu çerçevede, ülkemiz turizm potansiyelinin değerlendirilebileceği çeşitlilikler temelinde dağcılık, spor turizmi, sağlık ve termal turizmi, doğa yürüyüşü, trekking, atlı doğa yürüyüşü, mağara turizmi, sportif olta balıkçılığı, kuş gözlemciliği, botanik, kongre turizmi, inanç turizmi ve kültür turizmine yönelik projeler geliştirilmektedir.

Turizm ve ekonomi birbirlerini bütünleyen iki alandır. Ulaşım, konaklama, yeme, içme, eğlence, alışveriş ve seyahat organizasyonu gibi hizmetlerinin tümünü içererek gelir ve istihdam yaratıcı, özellikle turizm hem ulusal ekonomiye katkı sağlamakta hem de bölge, yöre insanına istihdam sağlamakta, refah seviyesini artırmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yaşar.

AHMET YAŞAR (Devamla) - Dünyadaki toplam turizm yatırımları 802 milyar dolardır. 2003 yılı itibariyle tüm dünyada 691 000 000 turistten 523 milyar dolar gelir elde edilmiştir. 2003 yılında ülkemize gelen turist sayısı 14 000 000, elde edilen turizm geliri ise 13,2 milyar dolar. 2004 yılında ülkemize gelen turist sayısı 17,5 milyon ve elde edilen turizm geliri 15,9 milyar dolara ulaşmıştır. Bu çerçevede 2005 yılı hedefimiz 20 000 000 turist ve 18 milyar dolar turizm geliri olarak öngörülmüştür.

Dünya Turizm Örgütünün araştırmalarına göre de önümüzdeki kırk yılda turizm sektörü en hızlı ve düzenli büyümesi beklenen sektördür. 2010 yılı itibariyle dünya turizm ekonomisinin hacminin 1 trilyon dolar, yani, 1 milyar insan aşağı yukarı; 2020 yılında ise 2 trilyon dolar, yani, 2 milyar insan olacağı hesaplanmaktadır.

Dünya Seyahat ve Turizm Konseyinin tahminlerine göre, ülkemiz, gelecek on yıl içinde yüzde 10,2'ye varan yıllık büyüme oranıyla turizmde en hızlı gelişen ülke olacaktır. Türkiye, tarihten gelen birikim ve zenginlikleriyle, doğal güzellikleriyle her türlü turistin turizm talebine yanıt verebilecek eşsiz bir ülke konumundadır. Bu zenginliklerin harekete geçirilmesi ve kültürel değerlerimizin tanıtılması amacıyla, değişime ve hıza ayak uyduracak, sektörün dinamiklerine ve beklentilerine uygun öncülük görevini yerine getirebilecek bir anlayışla ülkemizin dünya turizm pazarında hak ettiği payı alması sağlanmalıdır. Doğal ve kültürel zenginlikler açısından dünyanın önde gelen ülkeleri arasında yer alan Türkiye, bu konumunun ve değerlerinin farkında olarak, doğal ve kültürel zenginliğini turizmle birlikte sosyal ve iktisadî gelişme sürecini, katkı sağlayacak biçimde, kaynaştırarak değerlendirmektedir.

Dünyadaki turizm gelişmelerine paralel olarak, ülkemizde de, turizm alanında son yıllarda büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Gerçekleştirilen tanıtma faaliyetleri de ülkemizin dünyaya tanıtımında önemli bir rol oynamaktadır.

Tüm yıla yayılan ve sadece kıyı bölge ve yörelerini değil, tüm Türkiye'de her bir şehrimiz özelinde yapılacak tanıtım faaliyetlerinde, öncelikle, ne tanıtılacak sorusuna cevap vermek gerekir. Bunun için, kültürel değerlerimizin, ürünlerimizin, öncelikle, toplum, bölge insanı, yöre insanı tarafından bilinip, belirlenmesi ve tespit edilen kültürel değerler ve ürünler çeşitliliğinin tanımlanarak, tasnif edilmesi gerekmektedir.

Kime tanıtılacağı sorusu ise, ikinci önemli cevap verilmesi gereken husustur. Hedef kitle olan turist grubuna ilişkin yaş, eğitim, gelir düzeyi ve beklentileriyle ilgili veriler ışığında proje ve planlamalar yapılmalıdır.

Nerede tanıtılacağı sorusu üçüncü aşamadır ve seçilen ülke pazarının özelliklerine ilişkin bilgiler geçerli ve güvenilir olarak toplanmalı ve değerlendirilmelidir.

BAŞKAN - Sayın Yaşar, toparlar mısınız.

AHMET YAŞAR (Devamla) - Hemen bitiriyorum Sayın Başkanım.

Son cevap verilmesi gereken soru ise, nasıl tanıtılacaktır? Bu çerçevede ise, bilişim teknolojilerinin önemi kavranmalıdır. Tanıtıcı web siteleri, web portalları, tanıtıcı CD'ler ve her bir destinasyon bölgesi, her bir şehir, her bir yöreyle ilgili hazırlanmalıdır.

Tarihiyle, doğasıyla, kültürüyle, hizmet kalitesi, modern işletmecilik anlayışı ve ürün çeşidiyle zengin bir potansiyeli bünyesinde barındıran Türkiye, 21 inci Yüzyılda da dünyanın en önemli turist destinasyonlarından biri olmaya devam edecektir diye düşünüyor; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yaşar.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.

B) Tezkereler ve Önergeler

1.- Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 5325 sayılı Kanunun bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/796)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: 30.3.2005 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-5363/18367 sayılı yazınız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca 29.3.2005 gününde kabul edilen 5325 sayılı "Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" incelenmiştir.

İncelenen yasanın 1 inci maddesiyle, 22.4.1983 günlü, 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasasının geçici 16 ncı maddesi yürürlükten kaldırılmaktadır.

Yürürlükten kaldırılması öngörülen geçici 16 ncı maddede "Türkiye Büyük Millet Meclisinde 10 veya daha fazla milletvekili bulunup da devlet yardımı alamayan ve seçimlere girme hakkını elde edecek şekilde teşkilatlanmasını tamamlamış siyasî partilere, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra, Siyasî Partiler Kanununun ek madde 1'de öngörülen esaslar dairesinde en az devlet yardımı alan siyasî partiye yapılan yardım kadar devlet yardımı yapılır. Bu partilerin 10'dan az olmamakla birlikte en az 3 veya daha fazla milletvekiline sahip olmaları halinde kendilerine en az devlet yardımı alan siyasî partiye yapılan yardımın ¼'ü tutarında devlet yardımı yapılır" düzenlemesine yer verilmiştir.

Siyasal partilere yapılacak devlet yardımı, 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasasına 27.6.1984 günlü, 3032 sayılı Yasayla eklenen ek 1 inci maddede düzenlenmiştir.

İlk düzenleniş biçimiyle, son milletvekili genel seçimlerine katılma hakkı tanınan ve yüzde 10'luk genel oy barajını aşan partilere devlet yardımı öngörülmüşken, bu kümeye ek olarak,

3349 sayılı Yasayla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan partilere,

3470 sayılı Yasayla, genel seçimlerde toplam geçerli oyların yüzde 7'sinden fazlasını alan partilere,

3673 sayılı Yasayla, seçimlere girme hakkını elde edecek biçimde örgütlenmesini tamamlamış ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde 10 ya da daha çok milletvekili bulunup da devlet yardımı alamayan partilere,

3789 sayılı Yasayla da, yine seçimlere girme hakkını elde edecek biçimde örgütlenmesini tamamlamış ve en az üç milletvekiline sahip olan partilere,

Devlet yardımı yapılmasına olanak sağlanmıştır.

Görüldüğü gibi, siyasal partilere devlet yardımı konusu, kapsamın genişlemesi yönünde gelişme göstermiştir.

Yasanın yürürlükteki kurallarına göre, genel seçimlere girmemiş ya da genel seçimlerden sonra kurulmuş olmakla birlikte, sonradan seçimlere katılma hakkını elde edecek biçimde örgütlenmesini tamamlamış siyasal partiler ile seçimlere katılmasına karşın yüzde 10'luk genel oy barajının altında kalmış siyasal partiler, daha sonra en az üç milletvekiline sahip olmaları durumunda devlet yardımına hak kazanmaktadırlar.

İncelenen yasayla yapılan düzenlemeden sonra, genel oy barajını aşan partiler dışında devlet yardımından yararlanma, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasal partilere devlet yardımını düzenleyen 'geçici kural uygulanıp' hükmünü icra ettiği için "milletvekili genel seçimlerinde toplam geçerli oyların yüzde 7'sinden fazlasını almak" koşuluna bağlanmaktadır. Böylece, devlet yardımından yararlanma koşulları ağırlaştırılmakta, bu yardımdan yararlanacak siyasî partiler kümesinin kapsamı daraltılmaktadır.

1- Anayasanın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir devlet olduğu; 5 inci maddesinde, devletin demokrasiyi korumakla görevli bulunduğu; 68 inci maddesinin ikinci fıkrasında, siyasal partilerin demokratik yaşamın vazgeçilmez öğeleri olduğu; bu maddenin son fıkrasında da, siyasal partilere devletin yeterli düzeyde ve hakça malî yardım yapacağı, bu yardımın bağlı olacağı ilkelerin yasayla düzenleneceği belirtilmiştir.

Siyasal partilerin demokratik yaşamın vazgeçilmez öğeleri olduğunun belirtilmesi, uyacakları ilkelerin Anayasada düzenlenmiş olması, yine Anayasanın 69 uncu maddesinde, hesaplarının Anayasa Mahkemesince incelenmesinin öngörülmesi ve kapatılmalarının da ancak Anayasa Mahkemesi kararına bağlı tutulması, hem Anayasa koyucunun siyasal partilere verdiği önemin hem de siyasal partilerin demokratik devlet düzeni içindeki konumunun göstergesidir.

Anayasa koyucunun siyasal partilere verdiği bu önem, siyasal partilerin bağımsızlıklarının korunması ve etki altında kalmadan yaşamlarını sürdürebilmeleri için devlet yardımı yapılmasında da kendini göstermiş ve siyasal partilere 'yeterli düzeyde ve hakça malî yatırım yapılması Anayasada öngörülmüştür...

BAŞKAN - Bir dakika... Bir dakika... Sayın Sarıçam, bir dakika...

Sayın Bozkurt... Sayın Genel Sekreterimiz... Sayın Bozkurt, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun, devam edin.

... Her siyasal partinin amacı, iktidara gelip, parti programı çerçevesinde çözüm önerilerini ve projelerini yaşama geçirerek ülkeyi yönetmektir. Halkın siyasal partilere ve siyasal yaşama ilgisinin yeterli olmadığı durumlarda, girişilen iktidar yarışında siyasal partilerin parasal kaynakları arasındaki büyük eşitsizlikler, ulusal istencin seçim sonuçlarına adil biçimde yansımasına engel oluşturabilmektedir. Bu nedenle, demokratik yaşamın vazgeçilmez öğeleri olan siyasal partilere devlet yardımı yapılması, anayasal önemi yanında, demokratik düzenin gereğidir.

Demokratik düzendeki yeri ve önemi ile işlevlerinin niteliği gözönünde bulundurulduğunda, siyasal partilere devletçe parasal yardım yapılmasının kamu yararına uygun düştüğünün de kabulü gerekir.

Anayasanın 68 inci maddesinin son fıkrasında, devletin, siyasal partilere, yeterli düzeyde ve hakça yardım yapacağı belirtilerek, yasayla yapılacak düzenlemenin sınırına da yer verilmiştir. Buna göre, yasayla getirilecek ilkelerin, siyasal partiler yönünden yardımın "yeterli düzeyde" ve "hakça" olmasını sağlayacak nitelik taşıması gerekmektedir. Yasal düzenlemede, ayrıca, hakkın kötüye kullanılmasının önlenmesi ve kamu yararının korunması da önemli etmenlerdir.

İncelenen yasayla yapılan düzenlemenin yarattığı sonuca göre, genel oy barajını aşanlar dışında, yalnızca genel seçimlerde toplam geçerli oyların en az yüzde 7'sini alan siyasal partilere devlet yardımı yapılması olanaklı kılınmakta, Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili bulunan diğer partiler, milletvekili sayısı ne olursa olsun, bu haktan yoksun bırakılmaktadır.

Siyasal partilere devlet yardımı, her şeyden önce, onların devlet ve toplum yaşamında üstlendikleri işlevleri bir etki altında kalmadan yerine getirmeleri, böylece, ulusal istencin Türkiye Büyük Millet Meclisine tam yansıyarak demokrasinin kurumsallaşması amacıyla yapılmaktadır.

Devlet yardımı yapılmasının diğer amacı ise, siyasal partilerin, bağımsızlıklarını sağlayarak, çıkar gruplarının baskılarına boyun eğmeden, yalnızca ülke ve toplumun ortak çıkarlarını gözeterek yansız görev yapmalarının yolunu açmaktır.

Kuşkusuz, bunun yanında, büyüklük ve güçlerine göre, kamu yararının ve ulusal istencin oluşmasına daha çok katkıda bulunacakları için, yeterli seçmen kitlesinin güvenini kazanan partiler yönünden ayırım yapılabileceği de gözden uzak tutulamaz.

Bu nedenlerle, ulusal istencin oluşmasına hemen hiç katkı sağlayamayan, siyasal parti olarak nitelendirilebilecek bir örgütsel yapısı ve etkinliği olmayan oluşumlara devlet yardımı verilmemesi kamu yararı gereğidir.

Ancak, örgütlenmesini tamamlamış olmakla birlikte seçimlere katılmamış, seçimlere katılmakla birlikte yeterli oy alamamış ya da seçimlerden sonra kurulmuş ve belli sayıda milletvekilinin katılmasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde ulusal istencin oluşumuna katkıda bulunma olanağına kavuşmuş siyasî partilerin, büyüklük ve güçlerine göre farklı oranlarda da olsa, devlet yardımıyla desteklenmeleri Anayasal kuralların ve kamu yararının gereğidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde belli sayıda milletvekili bulunmasına karşın, kimi siyasî partileri devlet yardımından yoksun bırakan yasal düzenleme, Anayasanın 2, 5 ve 68 inci maddeleriyle ve kamu yararıyla bağdaşmamaktadır.

2. Öte yandan, Anayasanın 7 nci maddesinde, yasama yetkisinin Türk Ulusu adına Türkiye Büyük Millet Meclisinin olduğu; 75 inci maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin genel oyla seçilen beşyüzelli milletvekilinden oluştuğu; 80 inci maddesinde, milletvekillerinin, seçildikleri bölgeyi ya da kendilerini seçenleri değil, tüm ulusu temsil edecekleri; 88 inci maddesinde de, yasa teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekillerinin yetkili olduğu belirtilerek, milletvekillerinin yasama işlevindeki önemi açıkça ortaya konulmuştur.

Siyasal partilerin amacı parlamentoda temsil edilmek, giderek iktidara gelmek olduğuna ve yasama organı siyasal partilerden oluştuğuna göre, Türkiye Büyük Millet Meclisinde belli sayıda milletvekiline sahip olup, ulusal istencin oluşmasına katkıda bulunan siyasal partilerin devlet yardımından yararlandırılmaması yasama işlevine de uygun düşmemektedir.

Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5325 sayılı Siyasî Partiler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi için, Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.

                        Ahmet Necdet Sezer

                               Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

2.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun (6/1479) ve (6/1501) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/285)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 327 ve 348 inci sıralarında yer alan (6/1479) ve (6/1501) esas numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                        Feridun Fikret Baloğlu

                                           Antalya

BAŞKAN - Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.

Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

V.- SEÇİMLER

A) Komİsyonlarda AçIk Bulunan Üyelİklere Seçİm

1.- Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN - Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince bu kısmın 214 üncü sırasında yer alan, Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 31 milletvekilinin, Türkler ile Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkilerin objektif veriler ve tarafsızlık ölçüleri içerisinde ele alınarak bir millî politika oluşturulması konusunda ve 232 nci sırada yer alan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili Kemal Anadolu ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni soykırımı iddialarına karşı gerçeklerin ortaya çıkarılması konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergelerinin birlikte yapılacak öngörüşmesine başlıyoruz.

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Öngörüşmeler

1.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 31 milletvekilinin, Türkler ve Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkilerin objektif veriler ve tarafsızlık ölçüleri içerisinde ele alınarak bir millî politika oluşturulması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/19)

2.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni soykırımı iddialarına karşı gerçeklerin ortaya çıkarılması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/20)

BAŞKAN - Hükümet?... Burada.

Genel görüşme önergeleri sırasıyla Genel Kurulun 9.3.2005 tarihli 68 inci, 12.4.2005 tarihli 82 nci birleşimlerinde okunduğundan tekrar okutmuyorum.

İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp açılmaması hususunda sırasıyla hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül; gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ, AK Parti Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Daloğlu; önerge sahipleri adına, Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak, İstanbul Milletvekili Onur Öymen.

İlk söz, Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül'e aittir.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce hepinize saygılarımı sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisin, milletçe üzerinde büyük hassasiyet duyduğumuz bir mesele olan Ermeni iddiaları üzerinde genel görüşme yapmasını fevkalade yerinde ve faydalı görüyoruz ve zamanlı görüyoruz.

Bu yıl sözde soykırımın 90 ıncı yılı olduğu gerekçesiyle Türkiye aleyhine yürütülecek birçok faaliyetin de olacağını tahmin ediyoruz. Bu açıdan, bu toplantıyı çok da anlamlı buluyoruz. Böyle bir dönemde yapılan bu genel görüşmenin, ülkemizin bu iddialara karşı yürütmekte olduğu mücadele bakımından önemli katkı sağlayacağına da inanıyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, öncelikle bir hususun altını çizmek istiyorum. Konuşmamda kullanacağım "Ermeni" tanımlamasıyla hiçbir şekilde Ermeni kökenli vatandaşlarımızı kastetmiyorum. Onlar devletimize yürekten bağlı, her türlü vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getiren, ülkelerinin daha iyi günlere taşınması için toplumsal katkılarını esirgemeyen vatandaşlarımızdır. Bu vesileyle, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden cumhuriyete sekizyüz yılı aşan ortak yaşantımıza sanat, bilim, ticaret gibi birçok alanda katkıda bulunan Ermeni vatandaşlarımızı da saygıyla anıyorum. Diğer yandan, Türkiye dışında yaşayan Ermeniler arasında Türk Halkıyla dostluğa özen gösteren ve bu yolda çaba harcayan, Türkiye'yle kültürel ve insanî bağlarını sürdürme gayretinde olan çok sayıda cesur ve dirayetli Ermeni dostlarımız da bulunmaktadır. Buradan, kendilerine olan takdirlerimi de sunmak istiyorum ve bir kez daha burada ifade etmek istiyorum ki, burada kullandığımız tabirler bu sınırlar içerisinde olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, uzun süreden beri, soykırım iddialarıyla ilgili olarak çok iyi organize olmuş, her fırsatı değerlendirmekten kaçınmayan bir kampanyayla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu örgütlü kampanya, halkımız ve ülkemiz aleyhine yaklaşık bir asır öncesinde yaratılmaya başlanan önyargılara, iftira, yalan, abartma ve saptırmalara dayandırılmaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinin Birinci Dünya Savaşına katılmasını sağlamak amacıyla, savaş sırasında Ermenilerin kitle halinde öldürülmekte oldukları propagandasını işleyen, İngiliz Savaş Bakanlığının propaganda bürosunun yayınladığı meşhur Mavi Kitap, malumunuzdur.

Yine, zamanın İstanbul'daki Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi, yanında çalışan bazı aşırı Ermenilerden aldığı bilgilerden yola çıkarak, kendisine parlak bir siyasî gelecek hazırlamak amacıyla, yalan dolu anılar yayınlamışlardır; böylece, halkımız ve ülkemiz aleyhine önyargıların yeşermesine de katkı sağlamışlardır.

Bu gibi kitaplar ve propaganda yayınları incelendiğinde görülen manzara, 1915 yılının bir günü, ülkemiz topraklarında yaşayan Ermenilerin durup dururken katliama tabi tutulduğudur. Konunun vahim tarafı, bu gibi propaganda malzemesinin tutarsızlıkları, düzmece oldukları, hangi amaçlarla kaleme alındıkları açıkça ortada iken, halen, bazı çevreler tarafından muteber görülmesidir.

Bu yayınların, sözde bilimsel eserlere kaynak veya dayanak alınmaları, daha da vahim neticeleri ortaya çıkarmaktadır.

Diğer yandan, bazı yabancı bilim adamları, objektif ve dürüst araştırmaları sonucunda, söz konusu iddialardaki abartı ve yanlışları tespit etmiş bulunmaktadırlar; buna göre yapılan dengeli değerlendirmeleri de dünyaya açıklamışlardır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, 1915 yılında meydana gelen olayları sağlıklı analiz edebilmek için, 1915 yılından önce neler yaşandığını iyi incelemek gerektiğini düşünüyorum. Türklerin, Anadolu'ya ayak bastığı 11 inci Yüzyıldan 19 uncu Yüzyılın sonlarına kadar, 8 yüzyılı aşan bir süreyle, Türk-Ermeni ilişkileri barış ve karşılıklı güven esaslarına dayalı olarak gelişmiştir.

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra, Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ermeniler, millet adı altında örgütlenmişlerdir. Kendi dinî liderlerinin yönetiminde, devletin sağladığı huzur ve özgürlük içinde yaşamaya başlamışlardır. Osmanlı'nın "sadık millet" olarak gördüğü Ermeniler, Osmanlı bürokrasisinde bakan, paşa, savcı, büyükelçi, vali, yargıç olarak üst düzey görevlere getirilmişlerdir ve hiçbir ayırıma tabi tutulmamışlardır bu bakımdan.

Ancak, 1820'lerden sonra Çarlık Rusyası, zamanın İngiltere ve Fransa hükümetleri aralarındaki nüfuz ve çıkar mücadelelerinde Ermenileri Osmanlı'ya karşı kullanılacak önemli bir unsur olarak görmüşlerdir. Bu güçler, bu doğrultuda Doğu Anadolu'da Ermenilere hayalî bir Ermenistan vaat etmişlerdir. Balkanlarda bağımsızlık yolunda yaşanan gelişmeler de aynı yöndeki çabaları artırmıştır. Bu devletlerin kışkırtmaları sonucunda 1880'den itibaren çeşitli Ermeni komiteleri kurulmaya başlanmıştır. 1887'de Cenevre'de Hınçak, 1890'da ise Tiflis'te Taşnak komiteleri ortaya çıkmıştır. Her iki komitenin ortak hedefi, Osmanlı topraklarında Ermenilerin yaşadığı bölgeleri içeren bir Ermeni devleti kurulması olmuştur. Daha sonra Osmanlı sınırları içerisinde de örgütlenen bu komitelerin kışkırtmaları sonucu Osmanlı'ya karşı Ermeni isyanları başlamıştır.

Değerli arkadaşlar, bugünkü dünyada gördüğümüz terör örgütleri, aslında, o günkü dünyada işte bu söylediğim iki komite tarafından kurulmuştur ve bugünkü terör örgütlerinin karşılığı şeklindedir. Bunlar uyguladıkları suikast ve banka baskını yöntemleriyle, şimdi, dünyanın ve insanlığın başına bela olan terörizmin öncüleri olmuşlardır. Bazı Ermeni gruplar, başta, Erzurum, Kayseri, Yozgat, Çorum, Merzifon, Van ve Adana olmak üzere Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde ayaklanmışlardır.

Ermeni komiteleri tarafından başlatılan isyanların temel hedefi, Osmanlı İmparatorluğunun isyanları bastırma girişimlerini her seferinde katliam olarak takdim etmek ve Batılı büyük güçleri Ermeniler lehine müdahaleye teşvik etmek olmuştur.

Birinci Dünya Savaşının başlaması ve Osmanlı Devletinin itilaf devletlerine karşı savaşa girmesi aşırı eğilimli Ermenilerce büyük bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Bu çerçevede kurulan gönüllü Ermeni alayları, Rus ordularının Doğu Anadolu'ya girmesiyle birlikte savunmasız kalan Türk şehir, kasaba ve köylerine saldırarak, çocuk ve kadınlar dahil sivillere karşı katliama girişmişlerdir; Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmuşlardır; Osmanlı birliklerinin harekâtını engellemişlerdir, ikmal yollarını kesmişlerdir, yaralı konvoylarını pusuya düşürmüşlerdir; köprü ve yolları imha etmişlerdir; şehirlerde ayaklanarak Rus işgalini kolaylaştırmışlardır. Osmanlı Hükümeti bu durum karşısında Ermeni Patriğini, mebuslarını ve diğer önde gelenlerini çağırarak Ermenilerin Müslümanları katletmeye devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacaklarını söylemişlerdir; ancak, bu uyarıdan sonuç alınamayınca, hükümet, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni komitelerini kapatmıştır; 235 kişiyi devlet aleyhine faaliyette bulunmaktan tutuklamıştır. Ermeni çevrelerinin her yıl, sözde Ermeni soykırımının yıldönümü diye andıkları 24 Nisan işte bu komitelerin kapatıldığı ve komitecilerin, yani o günkü teröristlerin tutuklandığı gündür, değerli arkadaşlarım.

Osmanlı Hükümeti, 27 Mayıs 1915 tarihinde, maruz kaldığı bu büyük iç ve dıştehdit nedeniyle, benzer tehlikelerle karşılaşan tüm ülkelerin almakta tereddüt etmediği bir savunma önlemine başvurmuştur. Savaş bölgelerinde oturan Ermenileri güneydeki Osmanlı topraklarına sevk etme, yani, tehcir kararını almıştır. Ermeni nüfus, bu karardan, zamanlıca haberdar edilmiştir; gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra nakil işlemi başlamıştır. Ayrıca, İstanbul'da ve Anadolu'da sıcaksavaş bölgesinden uzakta yaşayan Ermeniler, tehcir kararının dışında tutulmuşlardır. Osmanlı Hükümeti, söz konusu Ermenilerin savaşdışı bölgelere yeniden yerleştirilmesi sırasında, Ermeni nüfusun zarar görmemesi için, gerekli güvenlik önlemlerinin alınması talimatlarını vermişlerdir. Bu amaçla yayımlanan ve Osmanlı arşivlerinde bulunan emirler mevcuttur ve herkesin görmesine açıktır. Bunlar durumun somut kanıtlarıdır.

Bir yandan Birinci Dünya Savaşının devam etmesi, öte yandan iç ayaklanma ve isyan, savaştan kaynaklanan ortam, mahallindeki kin ve intikam duyguları, söz konusu sevk sırasında kafilelerin birtakım saldırılara uğramalarına da sebep olmuştur. Hükümet, bu durumu engellemeye çalışmıştır. Nitekim, devlet otoritesinin kuvvetli olduğu bölgelerde, Ermeni kafilelerine karşı çok az sayıda saldırı vuku bulmuştur. Ermeni kafilelerine kötü davranan ve hükümetin talimatlarına uymayan yaklaşık 1 390 kişi yargılanmıştır; birçoğu da, idam dahil, cezaya çarptırılmıştır. Kendi vatandaşlarını, Ermeni vatandaşlarına saldırdı diye o günkü Osmanlı Devleti yargılamış ve 1 390 kişiyi cezalandırmış; bir kısmını da idam etmiştir. Burada şu soruyu sormak istiyorum bu rakamları verdikten sonra: Ermenileri yok etmeyi amaçlayan bir devlet, Ermeni kafilelerine kötü davrandığı için, kendi görevlilerini cezalandırır ve hatta, suçun ağırlığına göre ölüm cezasına çarptırıp bunları infaz eder miydi?!

Ayrıca, savaş günlerinin araç, yakıt, gıda ve diğer imkânlarının yetersizliği, ağır iklim şartları ve tifüs gibi salgın hastalıklar da can kaybının artmasına yol açmıştır. Esasen, söz konusu zaman dilimi, tüm Anadolu halkının aynı kaderi paylaştığı bir dönemdir. Bir hastalık gelince, tifüs, sadece Ermenileri değil, Türkleri de, Müslümanları da, diğer azınlıkları da herkesi vurmuştur, kırıp geçirmiştir.

Emperyalist güçlerin Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süresince, Ermenileri kışkırtma faaliyetleri ne yazık ki devam etmiştir. Kasım 1918'de Güneydoğu Anadolu'nun bir bölümü ile Kilikya bölgesini işgal eden -yani, o zamanki Adana bölgemiz- Fransız kuvvetleri, bölgede bir Ermenistan devleti kurma vaadiyle Ermenilerle anlaşmıştır. Önce, Ermeni gönüllü taburları, daha sonra da Fransız lejyonuna bağlı Fransız askerleri ve yine, Fransız yabancı lejyonuna bağlı Ermeni lejyonu kurulmuştur.

Frans komutasındaki bu Ermeni askerleri, 1921 yılına kadar bölgede kanlı katliamlar yapmışlardır. Bu husus, Fransız belgelerinde de kayıtlıdır.

Değerli milletvekilleri, bütün bu tarihî gerçeklerin çarpıtılarak 1915'te yaşanan olayların dünya kamuoyuna "soykırım" olarak takdim edilmeye çalışılması, hukukî dayanaktan da tamamen yoksundur. Soykırım terimi, 9 Aralık 1948 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 2 nci maddesinde tanımlanmıştır.

Buna göre soykırım, aynen, şöyle ifade edilmiştir: "Ulusal, etnik, dinî ve ırksal bir grubun, sırf bu grup mensubu olmaları nedeniyle -sadece öyle doğmuş olmaları ve o gruba mensup olmaları sebebiyle- kısmen veya tamamen yok edilme kastıyla öldürülmeleri; ciddî bedensel ve ruhsal zarara uğratılmaları veya böyle bir grubun fizikî varlığını kısmen veya tamamen yok edeceği açıkça belli olan yaşama koşullarına tabi tutulmaları, grup içinde doğumları önleyecek tedbirlerin zorla uygulanması yahut bir grubun çocuklarının başka bir gruba zorla nakledilmesi." Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği soykırım bu çerçeve içerisinde geçerlidir; sadece bu tanıma uyan eylemler soykırım suçu olarak adlandırılabilir. Bu tanımla üzerinde hassasiyetle durulması gereken, bir grubun, bu grup mensubu olmaları nedeniyle, kısmen veya tamamen yok edilme kastıdır. Böyle bir kastın mevcut olmadığı ise açıkça ortadadır. Burada, yine, kasıt, bilinçli bir şekilde, suçlu olsun suçlu olmasın, herhangi bir şey yapsın yapmasın, sadece öyle doğduğu için "senin yaşama hakkın yok" demektir ve bilinçli ve kasıtlı olarak, tamamen yok olmanın onlar üzerinde tatbik edilmesidir.

Bir insan grubunun, sırf o gruba ait olduğu için yok edilmesi, ancak asırlarca önyargıların oluşturulması suretiyle mümkün olabilir. Oysa, Anadolu, asırlarca, çok değişik kimliklerin bir arada, barış içinde yaşadıkları bir toprak parçasıdır; insanlarda birbirlerine karşı başka yerlerde gördüğümüz önyargı yoktur. Soykırım iddiasında bulunan çevreler, doksan yıldır, tüm çabalarına rağmen, Osmanlının Ermenileri yok etme niyetini ortaya koyan tek bir belge bulamamışlardır; belge dediklerinin de sahteliği ortaya çıkmıştır.

Esasen, Ermeni iddiaları, hukukî olarak Birinci Dünya Savaşından hemen sonra araştırılmıştır. Savaş sonrasında İstanbul'u işgal eden İngilizler, Ermeni Patrikhanesinin raporlarına dayanarak, katliam ve değişik suçları işlemekten sorumlu tuttukları, aralarında bakan ve diğer üst düzey sivil ve askerî yöneticilerin de bulunduğu, 144 Osmanlı yöneticisini yargılamak üzere, Malta'ya sürgüne göndermişlerdir; ancak, Osmanlı arşivleri, kontrolü altında olmasına rağmen, İngilizler, bütün çabalarına ve uğraşmalarına karşın, söz konusu şahısları suçlayacak tek bir kanıt, belge bulamamışlardır. Bunun üzerine, Malta sürgünlerinin tümünü serbest bırakmışlardır; yani, onları, önce, Malta'ya "bu işleri yaptınız" diye götürüp suçlayanlar, daha sonra, ispatlayamadıkları için, bütün belgeler de ellerinde ve kontrollerinde olmasına rağmen, ispatlayamadıkları için, hepsini serbest bırakmışlardır. Bu şekilde, Ermeni soykırımı iddialarının geçersizliği, taa o dönemde, Birinci Dünya Harbinin hemen ertesinde, zaten ispatlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin kurulmasından sonra, yaklaşık yarım yüzyıl; yani, elli yıl, Ermeni iddiaları gündeme gelmemiştir. Bu iddiaların 1965 yılından itibaren ivme kazandığı ve bir kampanyaya dönüştüğü görülmektedir. Ardındaki saiklar hakkında görüş ve spekülasyonlar çeşitlidir. Bazı Ermeni gruplar, sözde soykırım iddialarını dünya kamuoyuna tanıtmak için, araç olarak terörü seçmişlerdir. Halkımıza ve ülkemize karşı, geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren, yeni nesillerini önyargıyla, nefretle yetiştirenler, 1973 yılında, ASALA gibi bazı terörist örgütler vasıtasıyla, Türk diplomatlarına ve Türk hedeflerine yönelik terör saldırılarını başlatmışlardır. Türk hedeflerine karşı 200'den fazla saldırı gerçekleştirilmiştir. Söz konusu saldırılar, 4 kıtada, 21 ülkede vuku bulmuştur. Yine, söz konusu terör saldırıları sonucu, 1985 yılına kadar, 30'u aşkın diplomatımız, kamu görevlimiz ve aileleri, yakınları şehit olmuşlardır; bu vesileyle, aziz şehitlerimizi bir kez daha rahmetle anıyor ve huzurlarında saygıyla eğiliyoruz.

Değerli arkadaşlar, hatırlayacaksınız, bu cinayetleri haber yapan yabancı basın yayın organları haberleri verirken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - ... "bir Türk diplomatı öldürüldü" diye kısacık yazmışlardır. Haberin altında ise, uzun uzun, 1915 yılında meydana gelen olayları tek yanlı, âdeta ırkçı bir bakış açısıyla okurlarına ve dinleyenlerine aktarmışlardır. Bu terör örgütlerinin bazı mensupları yakalanmış olmalarına rağmen, ne yazık ki cezalandırılmamışlardır. Terör örgütlerinin faaliyetlerinden haberdar olanlar, bu örgütlerin faaliyetlerini, ancak kendi vatandaşları zarar görünce engellemek yoluna gitmişlerdir.

Şimdi, biz de sormak isteriz; eğer bu teröristler zamanında yakalansa ve adalete teslim edilseydi, terörizm denilen bela, bugün bu kadar büyük bir tehdit oluşturur muydu ve bugünkü terör örgütleri, o terör örgütlerinden örnekler alırlar mıydı?! (Alkışlar)

Değerli arkadaşlar, ancak, terörle bir sonuca ulaşılamayacağını anlayan militan Ermeni çevreleri, bu defa Türkiye'ye karşı yürüttükleri kampanyada taktik değiştirerek, sözde soykırımın çeşitli ülkelerin ulusal ve yerel parlamentoları tarafından tanınması yoluyla Türkiye'ye baskı yapmaya çalışmışlardır. Ermenistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra bu yöndeki faaliyetler önemli ölçüde artış göstermiştir. Bugüne kadar, Arjantin, Belçika, Fransa, Hollanda, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Lübnan, Rusya Federasyonu, Slovakya, Uruguay, Yunanistan, Kıbrıs Rum Yönetimi Parlamentoları ile Avrupa Parlamentosunda sözde soykırıma ilişkin haksız bildiri veya kararlar kabul edilmiştir. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Arjantin, Avustralya, İsviçre'deki bazı yerel parlamentolarda da, ne yazık ki, bu konuda kararlar geçirilmiştir. Tarihî gerçekleri hiçe sayan, Türk Milletine karşı büyük haksızlık ve saygısızlık teşkil eden bu kararları, yine tarih mahkûm edecektir.

Son olarak, Almanya'da anamuhalefeti oluşturan Hıristiyan Demokrat Partisi Birliği (CDU ve CSU) Federal Parlamento Grubu tarafından, 22 Şubat 2005 tarihinde Ermeni iddialarına ilişkin olarak, Federal Parlamentoya bir karar tasarısı sunulmuştur.

Fransa'da, bu amaçla, son zamanlarda, üç ayrı tasarı Parlamentoya sunulmuştur.

Ayrıca, diaspora, Amerika Birleşik Devletleri Kongresinden, sözde soykırımın tanınmasını sağlayacak bir karar kabul edilmesini sağlamak amacıyla, uzun süredir yoğun bir kampanya yürütmektedir. 24 Nisan öncesi, Amerika Birleşik Devletleri Kongresine, sözde soykırıma ilişkin bir karar tasarısının sunulması çabaları olduğuna dair duyumlar vardır.

Bazı Ermeni çevrelerinin bu çabaları, bugüne kadar, ABD yönetimlerinin kararlı tutumları sayesinde amacına ulaşamamıştır. Benzer girişimler, başka ülkelerde de devam etmektedir.

Bütün bu girişimlere karşı her düzeyde aktif bir diplomatik mücadele sergilemekteyiz.

Bu kürsüden, bu tür girişimlerin sahiplerine bir kez daha seslenmek istiyorum değerli arkadaşlar. Parlamentolar, tarihî olaylar hakkında karar alabilecek, yargıya varabilecek kurumlar değildir. Tarihi, ancak tarihçiler değerlendirebilir. Saikları ne olursa olsun, yabancı parlamentolara sunulan ve Ermeni soykırım iddialarına destek veren tüm tasarılar, bizleri yaralamakta, müttefik olarak gördüğü ve bildiği bazı ülkelerin niyetlerine ilişkin Türk kamuoyunda soru işaretlerinin oluşmasına neden olmakta ve Ermenistan'la ilişkilerimizin geleceğine hiç de olumlu katkı yapmamaktadır. Söz konusu parlamenter meslektaşlarımızı, bu tür girişimlerden vazgeçmeye davet ediyorum; yaptıklarının hiçbir faydası yoktur.

Aşırı Ermeni çevrelerinin diğer önemli bir amacı da, sözde soykırımın ülkemiz tarafından tanınmasının, AB üyeliğimiz için bir önkoşul haline getirilmesini sağlamaktır. Bildiğiniz üzere, 17 Aralık Zirvesi öncesi Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarına gönderdiği bir mektupla, Türkiye ile müzakerelerin başlatılmamasını istemiştir. Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanlarının bu mektubu dikkate almamış olmalarını, hatta bazılarının mektuba tepki göstermiş olmalarını memnuniyetle karşıladık.

Değerli arkadaşlar, peki, nasıl oluyor da, 1915 yılında yaşanan olaylar, tarihî gerçeklerin tam aksine, bazı ülke parlamentoları tarafından soykırım olarak nitelendirilebiliyor?.. Bunun en önemli sebebi, çok iyi organize olmuş ve elinde büyük maddî imkânlar bulunan diasporanın yıllardır yürüttüğü kapsamlı faaliyetlerdir.

Diasporanın faaliyetleri, Ermenistan Devleti tarafından, bazen gizli bazen de açıkça desteklenmektedir. Ermenistan büyükelçilerinin, sözde soykırımın çeşitli ülke parlamentoları tarafından tanınmasını sağlamak amacıyla faaliyetler yürüttüğü görülmektedir.

Diaspora, her yıl sözde soykırım konusunda çok sayıda kitabın basılmasını, Ermeni görüşlerine yakın yazarlar tarafından kaleme alınan makalelerin önemli gazete ve dergilerde yayımlanmasını sağlamaktadır. Sözde soykırım konusunda çok sayıda konferans, toplantı ve sempozyum düzenlenmektedir. Bunlara, Ermeni görüşlerine yakın araştırmacı ve akademisyenlerin katılımı sağlanarak, konu sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır.

Diaspora, benzer şekilde, sözde soykırımı işleyen daha çok belgesel nitelikli filmlerin çekilmesini sağlamaktadır. Bunların çok sayıda sinema ve televizyon kanalında yayınlanmasını teşvik etmektedir.

Son olarak, Ermeni asıllı Kanadalı Atom Egoyan tarafından çekilen Ararat filmi, çok sayıda ülkede gösterilmiştir. Filmin gişe hâsılatının yaklaşık 3 000 000 dolar, maliyetinin ise 15 500 000 dolar olduğunu düşünürseniz, bu faaliyetlerin nasıl fonlandığını çok iyi bir şekilde göreceksiniz.

Diaspora, propaganda amacıyla sadece bir film için bu kadar büyük para harcayabilmektedir. Bu rakam, sanırım, karşı karşıya bulunduğumuz çevrelerin propaganda gücü hakkında hepimize bir fikir vermektedir. Her yıl yayımlanan kitaplar, makaleler ve filmler yoluyla özellikle Batılı ülkelerin kamuoyları etkilenmekte, parlamentolarının sözde soykırımı tanıması için ciddî bir baskı unsuru yaratılmaktadır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bu noktada bir özeleştiri yapmayı zorunlu görüyorum. Türkiye, maalesef, Ermeni iddiaları konusunda, uzun yıllar genellikle savunmada kalan bir politika izlemiştir; gerçeklerin dünya kamuoyuna anlatılması için gerekli arşiv çalışmaları zamanında yapılmamıştır veya gerekli altyapı ve tasnif çalışmaları tamamlanamadığı için, istenilen düzeyde hizmet verilememiştir. Bu durum, dışarıda, Türkiye sanki bir şeyleri gizliyor imajını oluşturmuştur ve buna bazıları inanmıştır. İhtiyaç duyulan maddî kaynak, ne yazık ki sağlanamamıştır. Büyük ölçüde devletin sağladığı küçük bir bütçeyle bu mücadele yürütülmeye çalışılmıştır. Biz, okullarımızda ve üniversitelerimizde, gençlerimize, konuya ilişkin tarihî gerçekleri öğretmezken, Ermeni diasporası, çeşitli ülkelerde, ders kitaplarında sözde soykırımına ilişkin bilgilerin yer almasını ve genç nesillerin beyinlerinde ülkemize karşı önyargıların oluşmasını sağlamakta büyük mesafe kaydetmiştir.

Bütün bunlarla, bugüne kadar hiçbir şey yapılmamıştır da demek istemiyorum. Bu asılsız iddialara karşı büyük bir özveriyle mücadele vermiş değerli insanlarımıza ve kurumlarımıza da haksızlık yapmak istemiyorum; onların yaptıkları bütün çalışmaları, kıt kaynaklarla, zor şartlarda yaptıkları bütün çalışmaları da takdirle karşılıyorum; ama, karşı tarafın yaptığı çalışmalar karşısında bizim yaptığımız çalışmaların yetersizliğini ve geçmişte gösterdiğimiz ihmalin altını burada çizmekten de geri kalmıyorum.

Değerli milletvekilleri, bütün bu nedenlerle, bugün yapmakta olduğumuz bu genel görüşmeyi çok önemli görüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi dahil, bütün ilgili kurum ve kuruluşlarımız konuya gereken duyarlılığı göstermeye başlamışlardır. Bütün siyasî partilerimiz aynı duyarlılık içerisindedir. Ermeni iddiaları, sadece hükümet tarafından yürütülecek bir mücadeleyle başarılı olunacak bir konu da değildir; ancak toplumumuzun bütün kesimlerinin ve bireylerin ortak çabalarıyla bu alanda başarılı olabiliriz.

Sayın Başbakanımız ile Sayın Anamuhalefet Partisi Başkanı arasında 8 Mart 2005 tarihinde yapılan ortak açıklama, Ermeni iddialarıyla mücadele azmimizi göstermek bakımından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye, bütün dünyaya, iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir mücadeleye başlayacağını göstermiştir. Sayın Başbakan ve Sayın Anamuhalefet Partisi lideri, Türk ve Ermeni tarihçileri ve diğer uzmanlardan bir grup oluşturarak, ülkemizin arşivleri dahil, tüm ilgili arşivlerde 1915 dönemini araştırmaları ve gerçekleri aydınlığa kavuşturmaları yolunda tarihî bir çağrıda bulunmuştur.

Bu konuda, Türkiye'nin, ciddiyet ve samimiyetini göstermek bakımından, daha da ileri bir teşebbüste bulunduğunu açıklamak isterim. Değerli arkadaşlar, bu konudaki teklifimizi, Sayın Başbakanımız, resmen, bir mektup aracılığıyla, Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan'a da göndermiştir. Sayın Başbakan mektubunda ortak komisyon kurulması önerimizi iletirken, bu önerimiz kabul gördüğü takdirde, böyle bir komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerini Ermenistan'la görüşmeye hazır olduğumuzu, bu yönde bir girişimin, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesine hizmet edecek bir adım oluşturacağını da bildirmiştir. Buradan, özellikle, parlamentoları sözde soykırımı tanıdığına dair kararlar alan ülkelere, Ermenistan'ı bu çağrıya olumlu cevap vermesi için teşvik etmelerini beklediğimizi vurgulamak istiyorum. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu olayların hangi tarihte, nerede geçtiğini bilmeden, böyle bir olay nerede oldu dediğinizde suskun kalan; ama, bu tip uydurma ve iftira dolu bildirilere, kararlara imza atan parlamenterlere ve parlamentolara buradan çağrıda bulunuyorum; mademki ilgileniyorsunuz bu olaylarla, o zaman, ilginizi devam ettirin; bizim yaptığımız bu çağrılara karşı, Türkiye Cumhuriyetinin yaptığı bu çağrılara, bu gayretlere karşı destek verin ve Ermenistan üzerinde etkinizi gösterin. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu yapmazsanız, o zaman, hepinizi, sadece, basit içpolitika yapan, sadece basit içpolitika ve basit oy çıkarı uğruna milletlere hakaret eden, ülkelere hakaret eden, çıkarlarınızı bile unutan ülkeler ve parlamentolar olarak ilan edeceğiz sizi.

Değerli milletvekilleri, bu noktada, Ermenistan ile ilişkilerimize kısaca değinmek istiyorum. Özellikle Batılı ülkeler, Ermenistan ile diplomatik ilişki kurarak sınırı açmamız için bize telkinde bulunmaktadırlar. Bildiğiniz üzere, Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde, diğer bütün eski Sovyet cumhuriyetleriyle birlikte Ermenistan'ın bağımsızlığını tanımıştır. Bağımsızlığın ardından ekonomik güçlüklerle karşılaşan Ermenistan'a insanî yardımda da bulunmuştur Türkiye.

Türkiye, Ermenistan'a önemli bir jest daha yapmıştır. Karadeniz Ekonomik İşbirliği sürecini başlatırken, Karadeniz'e kıyısı olmadığı halde, bölgede huzur, istikrar ve barışı temine katkı sağlamak için Ermenistan'ı da Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatına davet etmiştir. Ermenistan, bu şekilde, halen, merkezi İstanbul'daki Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünde temsil edilmektedir.

Bununla birlikte, az önce yukarıda bahsettiğim gibi, Ermenistan'ın ve Ermeni diasporasının ısrarla sürdürdüğü, gerçekleri çarpıtan politikaları nedeniyle, Türkiye'nin Ermenistan ile diplomatik ilişki kurması mümkün olamamıştır. Bunlar, normal komşuluk ilişkileri tesis edilmesini arzulayan bir devlet için normal davranışlar mıdır?! Hangi devletten, sınırlarını resmen tanıdığını ortaya koymayan bir devletle ilişkilerini normalleştirmesini bekleyebilirsiniz?!

Ayrıca, Ermenistan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına uymayarak, kardeş Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü tanımamaya ve Azerbaycan topraklarının yüzde 20'sini işgal altında tutmaya devam etmektedir. Yüzbinlerce Azerî, mülteci kamplarında dünyanın en sefil hayatını çekmektedir. Türkiye bu ihtilafın sona ermesi için aktif faaliyette bulunmaktadır. Azerî ve Ermeni meslektaşlarımla bu çerçevede son iki yılda çok kere görüşmeler yaptık; bu çabalarımız da sürecektir.

Türkiye, Ermenistan'la ilişkilerinin normalleştirilmesini istemektedir; ancak, bu ülkenin, uluslararası hukukun temel ilkelerine ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı tutumu ile iyi komşuluk ilişkilerine uygun davranmaması, Türkiye'nin Ermenistan'la diplomatik ilişki kurmasına imkân vermemektedir. Bütün bunlara rağmen, Türkiye ile Ermenistan arasında charter uçak seferlerine izin verilmiştir. Binlerce Ermenistan vatandaşı Türkiye'ye gelmekte ve çalışabilmektedir. Sivil toplum düzeyinde temaslar mevcuttur. Ermenistan'ın, tarihî gerçeklerin ortaya çıkarılmasını sağlayacak çağrımıza olumlu yanıt vermesi, şüphesiz, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi sürecine de müspet katkı sağlayacaktır. Buradan, bir kere daha, Ermenistan'a bu çağrımızı yinelemek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, karşımıza çeşitli nedenlerle Ermeni iddiaları getirenlerin ileri sürdükleri bir husus, Türkiye'yi tarihiyle barıştırmak iddialarıdır. Türkiye tarihiyle barışıktır. Bunu söyleyenlere gülmek isterim. Türkiye, tarihiyle övünmektedir; Türkiye, tarihiyle barışıktır; acılarıyla, tatlılarıyla, Türkiye, tarihine sahip çıkmaktadır. (Alkışlar) Ve yüzyıllar boyunca da, Türkiye, geçmiş Türk devletleri, medeniyetlere, dünyaya çok büyük katkılar sağlayan ülkeler olmuştur ve geçmiş Türk devletlerinin yönetimindeki birçok ırk, birçok coğrafya, o günlerin barış ve huzurunu aramaktadır. Eğer geçmişimizdeki atalarımız asimilasyonu hedef almış olsalardı, yok etmeyi hedef almış olsalardı, bugün, tarihte birçok ırk, birçok devlet, birçok dil ve birçok din yoktu, yok olmuştu. (Alkışlar)

O bakımdan, Türkiye tarihiyle barışıktır ve tarihiyle de övünmektedir. Türkiye'nin tarihiyle ilgili bir sorunu yoktur; kimsenin bundan da bir şüphesi olmasın. Doğrudur; belki tarihimizin bazı sayfalarını özellikle silik bırakmışızdır; bunun da altını çiziyorum. Mesela Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılında, Balkanlarda yaşayan soydaşlarımızın yüzyıllarca yaşadıkları toprakları nasıl terk ettikleri, terk ederken yüzyıllarca yaşadıkları topraklara serptikleri kubbeleri, camileri, minareleri, köprüleri, hanları, hamamları, sarayları bırakıp nasıl geldiklerinin acılarını, biz, ne yazık ki gençlerimize çok anlatmamışızdır; ama, bunun da bir sebebi olmuştur. Bunun sebebi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetini barış, huzur ve geleceğe dönük duygularla kurma sebebidir; acılarla, kinlerle, nefretlerle değil; gençliğimizi geleceğe döndürmektir, ufka baktırmaktır. Bu vizyonla kurulduğu için, belki bizim bu noksanımız vardır; ama, bizim çektiğimiz acılar, dünyada az milletler tarafından çekilen acılardır. Sadece Balkanlardan, Avrupa'nın ortalarından değil, doğudan, güneyden, kuzeyden, dünyanın her tarafından çekilirken bu acılar yaşanmıştır ve bu acılar, birçok romana, birçok hikâyeye konu olmuştur. Yoksa, tarihimizden utandığımız için tarihimizdeki bazı sayfaları karanlık tutalım duygusuyla olmamıştır bu.

Bir hususun üzerinde dikkatle durulması gerektiğini düşünmekteyiz değerli arkadaşlarım. Burada konuştuğumuz konuların merkezinde, hangi nedenle olursa olsun, insanlar, çektikleri acılar, can kayıpları bulunmaktadır. Biz, o dönemde bu topraklarda yaşayan Müslüman veya gayrimüslim, Türk veya diğer unsurlardan insanlarca yaşanan ve hepimize üzüntü vermiş olan karşılıklı acıların vakur bir şekilde anılmasını saygıyla karşılarız; ancak, acıların, dolaylı ilgisi dahi olmayan kişi ve gruplarca siyasî amaçlarla sömürülmesini de asla kabul etmeyiz. Bu acıları yalan ve iftiralara alet ederek intikam duygularının yeşertilmesini, insanımız ve ülkemiz aleyhine önyargı ve nefret duygularının yaratılmasını ise asla kabul etmeyiz.

Değerli milletvekilleri; Türkiye, Ermeni iddiaları konusunda inisiyatif alan, tarihî gerçeklerin ortaya çıkarılması için her türlü gayreti gösteren bir politika izleyecektir. Türkiye, her zaman tarihiyle yüzleşmeye hazırdır ve tarihimizden utanılacak hiçbir dönem olmamıştır. Bu mücadelede sonuna kadar gitmeye kararlıyız.

1915 olaylarına nasıl, hangi şartlar altında gelinmiştir? 1915'te ne olmuştur? Tehcir uygulamasının sonuçları nasıl tecelli etmiştir? Tüm bu hususlar, uzman tarihçiler tarafından da derinlemesine incelenecektir. Çalışmalarımız, kurumlarımız arasında en geniş ve etkin bir işbirliği ve eşgüdüm içinde yürütülecektir. Bunun altyapısı oluşturulmaktadır. Halkımız, gerçekler hakkında bilgilendirilecek ve bilinçlendirilecektir. İçte yürütülecek çalışmalara paralel olarak, dışarıda da gerçeklerin tanıtılması, haksızlıklarla mücadele edilmesi için aktif bir çaba içinde olacağız.

Bu süreçte, Türkiye kadar, belki de çok daha fazla, başka ülkeler, tarihçileriyle yüzleşmek zorunda kalacaklar ve o dönemdeki bazı politikalarını bugünkü nesillere anlatmakta zorlanacaklardır. Bu süreç, topyekûn bir mücadeleyi gerektirecektir. Bu mücadeleyi, Yüce Meclis olarak, Hükümet olarak, bürokrat, akademisyen, bilim adamı, basın yayın kuruluşları, işadamları olarak milletçe yapacağız ve yeni bir strateji izleyeceğiz. Türk Milleti, birlik ve bütünlük içinde, bu mücadeleden de başarıyla çıkacaktır. Bu konudaki inancımız tamdır.

Şimdiye kadar yapılan çalışmalara değer veriyoruz, noksanlıklarını görüyoruz ve yeni bir çalışma dönemini başlatıyoruz. Bu yeni çalışma döneminde, hükümet, siyasî partiler, kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve ülkenin bütün aydınları el ele olacaktır; çünkü, bu, hepimizin millî bir davasıdır.

Değerli milletvekilleri, bu duygularla, Yüce Meclise en derin saygılarımı sunuyorum ve başarılar diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.

Gruplar adına ilk konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ.

Sayın Elekdağ, buyurun. (Alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ermeni iddiaları konusunda açılan genel görüşmede Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, önceki yıllarda bu kürsüden yaptığım konuşmalarda, Türkiye'nin, Ermeni sorunu konusunda uzun vadeli bir stratejiye ihtiyacı olduğunu belirtmiştim; ama, itiraf edeyim, o günlerde, bu konuda, Türkiye'nin üstüne çöken ataletten kurtularak somut bir atılım yapacağı hususunda hiç de umutlu değildim. Buna mukabil, şimdi, bu alanda ciddî adımlar atıldığını görüyorum ve bundan kıvanç duyuyorum.

Gerçek şu ki değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi, üç ilke imza attı veya atmak üzere. Bunlardan birincisi, 24 Martta, Cumhuriyet Halk Partisinin inisiyatifiyle yurdumuza davet edilen Amerikalı tarihçi Prof. Justin Mc Carthy'nin, Sayın Meclis Başkanımızın da değerli destekleriyle, Meclis çatısı altında yaptığı "Ermeni iddialarının gerçek yüzü" konulu konuşmasıdır. Bilimsel eserleriyle uluslararası alanda isim yapmış olan Prof. Mc Carthy'nin büyük ilgiyle izlenen konuşması, soykırımı iddialarıyla mücadele için izleyeceğimiz stratejiye ışık tuttu.

İkincisi, Sayın Başbakan Erdoğan ile Anamuhalefet Partisi Lideri Sayın Baykal'ın üzerinde mutabık kaldıkları, tarihî gerçeklerin bilimsel araştırmayla gün ışığına çıkarılması amacıyla, Türkiye ile Ermenistan arasında ortak tarihçiler komisyonu kurulmasını ve arşivlerin kısıtlamasız açılmasını öngören tarihsel öneridir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına, bu öneriyi esas alan ve Türkiye'nin, Ermeni iddialarına yönelik politikasının temel ilkelerini açıklayan bir karar tasarısı sunulacaktır.

Üçüncüsü, yine, İktidar ve Anamuhalefet Partilerinin ortak görüşleri uyarınca, Ermeni propagandacılarının soykırımı iddiasına dayanak olarak gösterdikleri "Mavi Kitap" gibi propaganda malzemesinin bu niteliğinin dünya kamuoyuna duyurulmasında Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok önemli bir rol üstlenmesidir. Bu amaçla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin İngiltere Avam Kamarası ile Lortlar Kamarasına mektup göndermesi öngörülmektedir.

Görüleceği üzere, değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir bütün olarak ülkemizin karşı karşıya kaldığı haksız suçlamalarla mücadele alanında önemli girişimler üstlenmiş bulunmaktadır. Bu, benim için fevkalade bir gurur ve övünç kaynağıdır; bu hissiyatımı, eminim, bu çatı altındaki bütün arkadaşlarım paylaşıyor.

Değerli arkadaşlarım, konuşmamda yeri geldikçe bu girişimler üzerinde duracak ve Yüce Meclise gerekli bilgileri sunacağım. Prof. Mc Carthy'nin Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yaptığı konuşmada şu sonuçlar çarpıcı biçimde ortaya çıktı:

Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinin ölüm kalım savaşı verdiği bir dönemde Ermeniler, kendilerine hiçbir saldırıda bulunulmadığı ve hiçbir tahrikle karşılaşmadıkları halde isyan etmişler ve Osmanlı topraklarını işgal eden Rusya'yla işbirliğinde bulunarak, devletlerine hıyanet etmişlerdir. İçsavaşı başlatan, ilk kanı döken Ermenilerdir. Suç, Ermenilerdedir.

1915 olayları mukateleye, yani, karşılıklı kırıma dönüşen tipik bir vatana ihanet ve isyan olayıdır. Doğu Anadoluda Ermeni Halkı tarafından korunan ve beslenen Ermeni çeteler, Anadolu'ya giren Rus Ordusuna karşı çarpışan Türk Ordusunun güvenliğini tehdit eden sabotaj eylemlerinde bulunmuş, cephede savaşan Türk askerlerinin hayatına kastetmiş, Türk ve Müslüman köylerine saldırarak katliamlar yapmış ve stratejik bir harekât planı uyarınca -bunun altını çiziyorum, stratejik bir harekât planı uyarınca- Türk Ordusunun oluşturduğu cepheye giden kilit önemdeki ikmal ve takviye yollarını kesmişlerdir. Osmanlı Ordusu ardını emniyete almak için, tümen düzeyinde büyük birliklerini Ermeni isyancılar üzerine sevk etmeye zorlanıyor, bunun bir sonucu olarak da Rus Ordusuna karşı direniş gücü zayıflıyordu. Bunun, bu koşullarda tehcir veya zorunlu göç, yani, savaş alanında yerleşik Ermenilerin buralardan alınıp Osmanlı İmparatorluğunun başka yerlerine, başka vilayetlerine yerleştirilmeleri, Osmanlı Devletinin, varlığını koruma hakkı çerçevesinde uygulamış olduğu meşru ve hukuken haklı bir önlemdi.

İstanbul ve İzmir dışında kalan Ermeni halkının isyan eden ve düşmanla işbirliği yapan kesimlerinin zorunlu göçe tabi tutulmalarının nedeni, etnik kökenleri veya dinî inançları değildi. Zorunlu göçün temel nedeni, savaşan bir ordunun gerisinde güvenlik sağlamaktı. Bu nedenlerle, Ermenilerin, soykırımına maruz kaldıkları yolundaki iddiaları temelden asılsız ve mesnetsizdir. Evet, bunlar, Prof Justin Mc Carthy'nin söylediklerinin bir özeti.

Justin Mc Carthy şunu da belirtiyor, diyor ki: Osmanlı Hükümetinin belgelerinin özenle incelenmesi, İttihat ve Terakki liderlerinden hiçbirinin veya devlet mekanizmasındaki herhangi bir kişinin Ermenilere katliam yapılması hususunda talimat verdiğini gösteren bir kanıt bulunduğunu ortaya koymamaktadır. Aksine, taşradaki valilere, idarî birimlere ve tüm askerî birliklere, tehcir kafilelerindeki kişilere zarar verebilecek, can kaybına yol açabilecek her türlü saldırının ve toplumsal taşkınlıkların önlenmesi talimatı verilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Osmanlı arşivlerinde de, Prof Mc Carthy'nin belirttiği bu görüşleri destekleyen çok sayıda belge vardır. Bunlar, tarihin asıl kaynaklarına inen belgelerdir. Sayın Bakan biraz önce bu konulardan bahsetti; onun için, bu konuda ayrıntıya girmiyorum.

Yalnız, Türkiye'nin, tarihin kaynaklarına inen bu denli sağlam belgelere sahip olmasına karşın, soykırımı iddiasında bulunan Ermeniler, doksan yıldır, tüm çabalarına rağmen, dünya kamuoyuna iddialarını kanıtlayabilecek açık ve geçerli tek bir belge dahi sunamamışlardır. Bu durumda, iddialarını, doğruluğu kanıtlanmamış, hatırat türü sübjektif yayınlar ile savaş yıllarında yayımlanmış propaganda amaçlı kitap niteliğindeki üç kaynağa dayandırmak zorunda kalmışlardır. Bu üç kaynak hakkında kısaca bilgi sunmamın yararlı olacağı kanısındayım.

Bunlardan biri, Talat Paşaya atfedilen telgraflardır. Bu, Aram Andonyan isimli bir Ermeni yazar tarafından kaleme alınmıştır; fakat, bu kitaptaki belgelerin hepsinin düzmece olduğu kanıtlanmıştır. Bu konuda, Şinasi Orel ve Süreyya Yuca isimli iki araştırmacımız "Ermenilerce Talat Paşaya Atfedilen Telgrafların Gerçek Yüzü" adlı bir kitap yayımlanmışlardır; bu, İngilizce'ye, Fransızca'ya da tercüme edilmiştir. Çok etkili bir kitap olmuştur bu; tam anlamıyla, Andonyan'ın kitabını çürüğe çıkarmıştır. Öylesine ki, artık, bugün, Ermeni tarihçiler bu kitaptan bahsetmemektedirler, Andonyan'ın kitabından.

Ermenilerin iddialarını dayandırdıkları ikinci kaynak, İstanbul'da, 1914'ten 1916'ya kadar Amerika Birleşik Devletlerinin Büyükelçisi olarak görev yapan Büyükelçi Morgenthau'nun, 1918 yılında yayımlanmış olan "Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsü" adlı hatıratıdır. Bir Amerikalı tarihçi, Princeton Üniversitesinin öğretim görevlisi Prof. Heath Lowry bu kitabı şöyle tarif ediyor; ondan alıntı yapıyorum: "Amerikan kamuoyunun belirgin özelliklerinden biri haline gelen ve günümüzde de varlığını sürdüren güçlü Türkiye aleyhtarlığının temel taşlarından biri olan Morgenthau'nun kitabı, İttihat ve Terakki Hükümetinin, Birinci Dünya Savaşını bahane ederek, Ermeni azınlığa karşı planlı bir soykırım uyguladığı inancının anaçıkış noktalarından biridir." Prof. Lowry, bu ifadelerini, 1991'de yazmış olduğu o kitapta belirtmiştir.

Prof. Lowry, çok dikkatli ve yoğun bir araştırma sonucunda yazmış olduğu "Büyükelçi Morgenthau'nun Öyküsünün Perde Arkası" kitabıyla, Morgenthau'nun anılarını içeren kitabın tümüyle yalan ve yarı gerçek verileri içerdiğini belgelerle ortaya koymuştur. Prof. Lowry, Morgenthau'nun kitabındaki açıklama ve iddiaların tutarsızlığını ve uydurma olduklarını, bu iddiaları, Büyükelçinin İstanbul'daki görevi sırasında Dışişleri Bakanlığına gönderdiği resmî rapor ve telgraflar ile Türkiye'de geçirdiği yirmialtı ay boyunca tuttuğu günlüğündeki bilgileri karşılaştırmak suretiyle kanıtlamıştır. Morgenthau'nun anıları eski güvenirliliğini kaybetmiş olsa bile, Ermeni tezlerinin bazı taraftarları, bugün, hâlâ bu kaynağa atıfta bulunmaktan kendilerini alamıyorlar.

Ermenilerin tezlerinin savunmasında dayandıkları üçüncü kaynak, esas adı "Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilere Uygulanan Muamele 1915-1916" olan ve aynı zamanda "Mavi Kitap" olarak da atıfta bulunulan kitaptır. 1916 yılında, "Wellington House" diye anılan İngiliz Savaş Propaganda Bürosu tarafından yayına hazırlanmış bu kitap, İngiltere Parlamentosunun onayıyla, Parlamento Mavi Kitaplar Külliyatı çerçevesinde yayımlanmıştır. Bu kitap, savaş sırasındaki tüm İngiliz vahşet propaganda etkinlikleri gibi, uydurma, yarı uydurma veya tarafgir rapor ve algılamalar üzerine bina edilmiştir, bir aldatmacadır. Artık, bu husus, tam anlamıyla ortaya çıkmıştır bugün. Bu duruma rağmen, bugün, Mavi Kitap, hâlâ güvenilir bir tarihî eser olarak değerlendirilmekte, akademik çalışmalarda kullanılmakta, İngiliz ve Amerikan okulları ile üniversite öğrencilerine, ciddî bir kaynak olarak, hocaları tarafından tavsiye edilmektedir. O bakımdan, bu kitabın, İngiltere Parlamentosunun alacağı kararla, propaganda malzemesi olduğunun ve güvenilir tarihî bir kaynak olmadığının belirtilmesi son derece yararlı olacaktır.

İşte, değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri tarafından topluca imzalanarak İngiltere Avam Kamarası ile Lordlar Kamarasına gönderileceği tasavvur edilen mektupla güdülecek amaç bu olacaktır. Tahminimiz, İngiliz Parlamentosunun bu konuda etik ve nesnel bir yaklaşım sergileyerek, Osmanlı Devleti-Ermeni çatışmasının muğlak yönlerinin gün ışığına çıkarılmasında ve ortak tarihimizin bu önemli kısmına açıklık getirilmesine katkıda bulunacağı umudundayız.

Değerli arkadaşlarım, sözde Ermeni soykırımı iddiasının hukukî açıdan incelenmesine bugüne kadar gereken ölçüde önem verilmediğini belirtmek durumundayım. Ülkemizde bu konuda yetişmiş çok az eleman var. "Soykırımı" terimi belirli bir tanımı olan bir suça ilişkindir ve suçun tanımı ile varlığının nasıl saptanacağı, 11 Ocak 1951'de yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Soykırımı Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinde yer alır. Sözleşmenin 2 nci maddesinde soykırımı tanımlanmıştır. Bu madde ışığında, soykırımı suçunun varlığından bahsetmek için üç temel unsurun varlığı gerekmektedir. Bunlardan birincisi, ulusal, ırksal, etnik veya dinsel bir grubun; yani, bu dört gruptan birinin veya birkaçının hedef olarak alınmasıdır. İkinci şart, hedef grup mensuplarının öldürülmeleri veya yok edilmelerine yol açacak birtakım insanlıkdışı eylemlere tevessül edilmesidir. Üçüncü unsur da, söz konusu eylemle hedef alınan grubu, sırf o gruba mensup olmaları nedeniyle kısmen veya tamamen yok etme kastının mevcut olmasıdır. Sözünü ettiğim bu üçüncü unsur, soykırımı eyleminin saptanmasında kilit bir nitelik taşıyor ve onu diğer adam öldürme fiillerinden ayırıyor.

Bir fiilin soykırımı olabilmesi için, belli bir grubu sırf o gruptan olması nedeniyle katletme kastının mevcut olması gerekiyor; yani, bir Ermeni soykırımından bahsedilebilmesi için, sırf Ermeni oldukları için Ermenileri yok etme kastının mevcut olması icap ediyor.

Örneğin, Brezilya'nın Amazon, Paraguay'ın da Guaki Kızılderililerine karşı soykırımı suçu işlediklerine dair şikâyetler, 1969 ve 1974 yıllarında Birleşmiş Milletlere intikal etti. O zaman yapılan incelemeler sonucunda, suçluların ve kurbanlarının teşhisinde hiçbir zorlukla karşılaşılmadı; ancak, yok etme kastının mevcudiyeti kanıtlanmadığından, Brezilya'nın ve Paraguay'ın suçlanmaları mümkün olmadı.

Peki, değerli arkadaşlarım, bu yok etme niyetinin varlığı nasıl saptanır? Yok etme niyeti eğer örtülü ise, bunu teşhis etmenin yöntemi nedir?

Niyetin varlığı, Nürenberg Mahkemesi gibi bir yargı sürecinde, örneğin, Alman Nazi Partisi kararlarında Yahudilerin yok edilmesi hususundaki iradenin belgelerde mevcudiyeti nedeniyle açıkça belirlenebilir.

Örtülü bir niyet varsa, bunun saptanmasının yolu objektif bir bakışla olayların izlenmesidir. Daha önce belirttiğimiz üzere, Osmanlı arşivlerinde yapılan araştırmalarda açık bir niyetin varlığını gösterecek hiçbir belge mevcut değildir. Aksine, belgelerde, zorunlu göç işleminin mümkün olduğunca güvenlik içinde yapılmasını sağlamaya yönelik yüzlerce talimat ve hükümet kararı mevcuttur.

Kapalı bir niyetin varlığını ise şu nedenlerle ileri sürmek mümkün değildir:

1- Anadolu'nun Türkler tarafından fethinden milliyetçilik çağına kadar yaklaşık sekiz yüzyıl boyunca Türk ve Ermeni toplumları arasında dostluk hüküm sürmüştür. Toplumlar arasındaki bu uzun birliktelik sırasındaki geçişme (osmoz) sonucu Ermeni toplumu Türk-Osmanlı yaşam tarzını ve kültürünü benimsemiş ve Osmanlı sanat, kültür ve müziğini zenginleştiren çok önemli katkılarda bulunmuştur. Osmanlı'nın sağladığı hoşgörü ortamında kendisine tanınan hak ve ayrıcalıklardan da yararlanarak refah içinde yaşayan Ermeni toplumuna duyulan güven nedeniyle "milleti sadıka" unvanı verilmiştir. Bu sayede, Ermeniler, iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de çok önemli mevkiler elde etmişler ve devletin en üst kademelerine tırmanarak devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır.

Değerli arkadaşlarım, bu belirttiklerimiz son derece ilginç ve sıradışı bir tabloyu yansıtmaktadır. Dünya tarihinde farklı dil ve din sahibi olarak bu kadar uzun süre böylesine iç içe ve barış içinde yaşayan iki başka halkın gösterilmesi ya mümkün değildir yahut da çok zordur.

2- Osmanlılarda, Ermenilere karşı hiçbir zaman ırk düşmanlığına dayanan bir akım oluşmamıştır. Almanya'da Yahudilere karşı hükümet propagandasıyla da desteklenen ve pekiştirilen antisemitizme benzer bir anti-Ermeni akımın mevcudiyeti Osmanlı İmparatorluğunda hiçbir zaman gözlemlenmemiştir.

3- Tehcirin Ermenilere uygulanması, Ermeni oldukları için değil, düşman karşısında tutunmakta güçlük çeken, ricat halinde olan bir ordunun ardının güven içine alma zorunluluğuyla karşılaşıldığında art bölgede, arka bölgede yerleşik olmalarındandır. Bu uygulamanın kapsamına, bilahara, isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan, Ermeni komitacılara yataklık yapan diğer vilayetler ve bölgeler de ilave edilmiştir, zaruretler dolayısıyla.

4- Tehcir, tüm Ermenileri kapsamamıştır -Bakın, bu gözden kaçırılıyor. Tehcir tüm Ermenileri kapsamamıştır- nitekim, hastalar, sakatlar, yetimler ve dul kadınlar, Protestan ve Katolikler, Ermeni mebuslar ile aileleri, Osmanlı ordusundaki Ermeni subaylar ile askerler ve aileleri, merkez ve taşradaki Ermeni devlet memurları ile aileleri, devlete sadakat ve iyi halleri gözönünde tutulan kişiler ve bu meyanda ticaretle uğraşanlar tehcir uygulaması dışında bırakılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Elekdağ.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

5- İstanbul'daki Ermeni toplumu, savaş boyunca hiçbir tacize uğramadan, huzur ve sükûn içerisinde yaşamıştır.

6- Savaş dönemindeki Ermenilerden oluşan sıhhiye bölükleri, cephelerde ateş altında düşmanla savaşan Türk ordularına hizmet vermiştir. Ermenilerden oluşan levazım birlikleri sadakatle görevlerini yerine getirmişlerdir.

7- Çanakkale ve Sarıkamış Savaşlarında, Ermeni askerler Türklerle birlikte düşmana karşı savaşmışlardır. Bu nedenle, vatana hizmet faslından birçok Ermeni vatandaşımız uzun süre maaş almıştır.

8- Savaşın sona ermesinden sonra, Osmanlı Hükümeti, Aralık 1918'de, tehcire tabi tutulan Ermenilerden geri dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda bir dönüş kararnamesi çıkarmış ve uygulamaya koymuştur.

9- Tehcir edilen halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması için her türlü önlemin alınması hususundaki hükümet talimatlarını ihlal edenlerden 1 300'den fazla sivil ve asker, kurulan divanı harp mahkemelerince cezalandırılmış ve birkaçı da asılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu hususlar, Osmanlı Devletinin, Ermeni uyruklarına karşı örtülü bir yok etme niyetinin de bulunmadığını açıkça ortaya koyuyor. Örneğin, Hitler Almanyası için şöyle bir senaryo düşünülebilir mi: Naziler, Almanya'nın birçok yerinde, Yahudileri imha kamplarında gazlayarak yok ederken, başkent Berlin'de ve diğer birçok yerde, Yahudiler güven ve huzur içerisinde yaşacak, Yahudi sıhhiye bölükleri cephelerde ateş altında Alman ordularına hizmet verecek, Yahudi asıllı askerler, cephelerde Almanlarla birlikte düşmana karşı savaşacak ve can verecek... Değerli arkadaşlarım, bu söylediklerim, soykırımı iddiasının ne denli büyük bir yalan olduğunu ortaya koyuyor.

Konunun hukukî yönüyle ilgili olarak belirtilecek bir husus da, siyasî grupların, Birleşmiş Milletler Soykırımı Sözleşmesi korumasına dahil olmadıklarıdır. Yani, anılan sözleşmeye göre, belli bir siyasî grup silahlı bir çatışmanın tarafı ise, Soykırım Sözleşmesi kapsamında korunacak kişiler kapsamına alınmaz. Dolayısıyla, Hınçak ve Taşnak Partileri siyasî ve silahlı gruplar olmaları nedeniyle, Soykırım Sözleşmesi korumasına girmemektedirler. Bu açıdan da, Ermenilerin, Birinci Dünya Savaşı sırasında soykırımına maruz kaldığı iddiası tam anlamıyla geçersiz olmaktadır.

Bu bağlamda, vurgulanması gereken bir husus da, Ermeni propagandacılar ile yandaşlarının onbinlerce Osmanlı Ermenisinin Rus işgal orduları safında çarpıştıklarını ve uyruğunda oldukları devlete ihanet etmiş olduklarını gözden kaçırma çabalarıdır. Bu işbirliğinin tehcir olayından önce başladığı ve savaşın patlamasıyla birlikte, Ermenilerin, Rusya safında yer aldıkları, belgelerle kanıtlanan tarihsel gerçeklerdir.

Bunu çok ilginç bulacaksınız değerli arkadaşlarım; çünkü, Ermeni ihanetini ve Ermenilerin savaşa taraf olduklarını teyit eden en güvenilir kaynak Bogos Nubar Paşadır. Nitekim, Birinci Dünya Savaşını takiben toplanan Paris Barış Konferansına katılan Ermeni Delegasyonu Başkanı Bogos Nubar Paşa, Ermenilerin, sırf İtilaf Devletleri safında çarpışarak savaşa ciddî katkılarda bulunmaları nedeniyle, Osmanlı otoritelerinin kötü muamelesine maruz kaldıklarını açıkça kabul etmiştir. Bogos Nubar Paşa, Barış Konferansında yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: "Kendi özgür iradeleriyle, kaderlerini hak ve adaletin şampiyonu olan tarafla birleştiren Ermenilerin, İtilaf Devletlerinin ortak düşmanımıza karşı elde ettikleri zafer dolayısıyla bağımsızlık hak etmişlerdir." Böylece, Bogos Nubar Paşa, Barış Konferansına katılmak için Ermenilerin muhasım taraf olduğunu ilan etmiş ve ihanetlerinin ödüllendirilmesini istemiştir.

Bakınız, Bogos Nubar Paşanın bu konuda The Times of London Gazetesinde basılan bir mektubunu okuyayım size. Bu mektup 1919'da basılmıştır. Şunları söylüyor mektubunda, Bogos Nubar: "Ermeni gönüllüleri Fransız Legion Etrangere saflarında savaşarak zafer kazanmışlardır. Legion d'Orient'daki sayıları 5 000'di ve General Allenby'in kesin zaferine katkıda bulunan Suriye ve Filistin'deki Fransız kuvvetlerinin de yarısından fazlasını Ermeniler oluşturuyorlardı.

Kafkasya'da Rus Ordularına katılan 150 000 Ermeni'ye ilaveten Andranik, Nazarbekoff ve diğerlerinin komutasındaki 50 000 Ermeni, dört yıl boyunca, sadece İtilaf Devletlerinin davaları uğruna savaşmakla kalmamışlar, aynı zamanda, Rusya'nın çökmesinden sonra da mütarekenin imzalanmasına kadar, Kafkasya'da Türklerin ilerlemesine karşı koyan ve engelleyen yegâne kuvveti oluşturmuşlardır."

Değerli arkadaşlarım, buna benzer çok beyanlar var elimizde; fakat, göreceğiniz gibi, Bogos Nubar, Ermenilerin savaşta muhasım taraf olduğunu söylüyor. Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, bütün bu konunun savaş hukuku çerçevesinde ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu, bir dünya savaşı içinde bir içsavaştır.

Değerli arkadaşlarım, kısaca, sizden, Ermenistan'ın Türkiye'ye yönelik stratejisinden bahsedeceğim. Sayın Bakanımız bu konuyu gayet etraflı olarak işledi; o bakımdan, ben, o hususları kapsamayacağım, belki bir iki ilave noktayı dile getireceğim.

Şimdi, diaspora milliyetçileri ile Ermenistan'ın şahinlerinin bugüne kadar Türkiye'ye uyguladıkları strateji dört ana unsura dayanıyor.

Bunlardan birincisi, tarih bu konuda hükmünü vermiştir savıyla, karşıt görüşte olanlarla tarih konusunda herhangi bir tartışmayı reddediyorlar.

İkincisi, Türk tezleri lehinde bilimsel görüşler ileri süren akademisyenleri tehdit ve baskı yoluyla susturuyorlar. 1985'te, Washington Post ve New York Times Gazetelerinde, 69 Amerikalı bilim adamının yarım sayfa olarak bir deklarasyonu yayımlandı. 69 bilim adamı bu deklarasyonu imzaladılar. Bunlar, soykırımı iddiasına karşı tutum alıyorlardı. Deklarasyonu imzalayan Amerikalı akademisyenler tehdide uğradı ve evleri yakıldı. Bunlar şimdi susuyorlar, konuşamıyorlar. Amerika'da oluyor bu. Bunların içinde bir konuşan Justin Mc Carthy, diğerleri konuşamıyor.

Tabiî, Ermeni milliyetçiler, maalesef, bu bilimsel terör yöntemlerini sürdürüyorlar. 40 büyükelçimizi, başkonsolosumuzu ve diplomatımızı alçakça öldürdükten sonra, terörü şimdi de akademik alanda sürdürüyorlar.

Üçüncüsü, sorunun siyasî nitelikte olduğunu ileri sürerek, sadece, işlenen suçun nasıl telafi edileceği konusunda Türkiye'yle müzakere masasına oturmak istediklerini vurguluyorlar.

Dördüncüsü de -bunu Sayın Bakanımız da vurguladı- bir taraftan Türkiye'ye sözde soykırımını kabul ettirmeye yönelik uluslararası kampanya sürdürürken, diğer taraftan da, Amerika ve Avrupa Birliğinin baskılarından yararlanarak, Ankara'yı, Türkiye-Ermenistan sınır kapılarını açmaya mecbur etmeyi düşünüyorlar. Yani, onlar bildiklerini yapacaklar, bizim hakkımızda tezvirat ve iftiralara devam edecekler; fakat, Amerika ve Avrupa Birliği yoluyla Türkiye üzerinde baskı kurdurarak, Türkiye'ye sınır kapılarını açtıracaklar.

Şunu söyleyeyim: Türkiye çok önemli jestler yapmıştır; hava kapısını açmıştır, sınırlarda Ermenilere vize verilir, Türkiye'ye gelirler, çalışırlar vesaire filan... Bütün bunlar, tabiatıyla, çok iyi niyetli jestlerdir; fakat, maalesef, Erivan'daki hükümet, bunlara, kesinlikle, Türkiye'nin yaptığı iyi niyet jestleri olarak bakmıyor; bunlara, Amerika'nın, Avrupa'nın baskısıyla Türkiye'yi dize getirerek, Türkiye'yi zorlayarak, Türkiye'nin mecburen yaptığı birtakım hareketler diye bakıyor. Bu oyunu bozmak lazım, bu oyuna gelmemek lazım.

Değerli arkadaşlarım, Ermenistan'ın ve diasporanın bu hesapları temelden çürük; çünkü, dış baskılarla Türkiye'nin dize getirilebileceğini ve ona, tarihini, birtakım savaş, propaganda yalanları üzerine bina ettirilmesinin dayatılabileceğini düşünmek, boş bir hayal.

Aynı şekilde, Erivan'ın "ben hem Türkiye aleyhinde karalama ve iftira kampanyamı yürütürüm hem de ona, büyük devletlerin baskısı ve şantaj yoluyla, her istediğimi yaptırırım, bu meyanda, sınır kapısını da açtırırım" politikasının Türkiye tarafından da kabul edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, Ermeni milliyetçiler ve Erivan'daki şahinler, bu gerçekleri kabul etmedikleri ve Türkiye'ye karşı akılcılıktan uzak politikalar izlemekte ısrar ettikleri takdirde, sadece Ermenistan'a ve Ermeni Halkına zarar vereceklerini bilmelidirler.

Değerli arkadaşlarım, bu politika sağlıklı olmaktan uzaktır. Ermenistan, Türkiye'ye zarar vereceğiz diye, kendine daha büyük zararlar vermektedir. Ermenistan kendini bu durumdan kurtarmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, esasında, gerek Türkiye'nin gerek Ermenistan'ın çıkarları, asırlar boyunca, aynı topraklar üzerinde birbirlerine karşı hoşgörü ve barış içinde yaşamış olan Türk ve Ermeni Uluslarını barıştırmak, onları savaş yıllarından kaynaklanan derin önyargılara tutsak olmaktan kurtarmak ve hoşgörü, dostluk ve işbirliğine dayalı bir ortak geleceği paylaşmalarına imkân verecek ortamı yaratmaktır.

Hükümetçe, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulması düşünülen karar tasarısının da amacının bu olduğunu anlıyorum. Türkiye, bu ortak geleceği inşa etmek amacıyla, Türkiye ile Ermenistan'ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurmalarını, ulusal arşivlerin, kısıtlamaya tabi tutulmadan araştırmaya açılmasını ve çalışmaların, bilimsel bir ciddiyet içinde, düzen içinde yapılmasını izleyecek bir mekanizma ortaya çıkarılmasını önermiştir. Bunu, Sayın Başbakanımız ile Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı ortaklaşa önermişlerdir.

Bu girişimin uygulanabilmesi için, Ermenistan'ın işbirliği şarttır. O bakımdan, Erivan'ın şunu düşünmesi gerekiyor: Türkiye ile Ermenistan, eğer, tarihe ortak bir perspektiften bakamazlarsa, o zaman, iki tarafın da çocuklarına ve gelecek nesillere bırakacakları miras, önyargı, düşmanlık, intikam duygularından başka bir şey olmayacaktır.

O bakımdan, akıl ve mantık, Türkiye'nin yapmış olduğu önerinin ciddiyetle ele alınması, ortak komitenin kurulması, arşivlerin açılması ve bu konuda harekete geçilmesidir. Geçmişin, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasının önlenmesinin yolu budur. Eğer, Ermenistan, Türkiye'yle iyi komşuluk ilişkileri kurmak ve işbirliği zeminini geliştirmek istediği takdirde, Türkiye'nin ortak tarih değerlendirilmesi önerisini kabulde tereddüt etmemelidir.

Tabiî, Sayın Bakan vurguladı; ben de, önemi dolayısıyla, o noktaya bir değinmek istiyorum. Esas itibariyle, iyi niyetli, dünya barış ve istikrarına katkıda bulunmak isteyen her ülke ve her devlet adamı da Türkiye'nin bu önerisini desteklemelidir. İçpolitika mülahazalarını bir tarafa bırakmalı, Türkiye'nin uzlaşıya, sağduyuya ve barış özlemine dayalı bu önerisini kuvvetle desteklemelidirler.

Sözlerimi uzun vadeli devlet stratejisi ihtiyacı ve arşivlerin tek çatı altında toplanması önerisiyle bitireceğim. Halen, bu konuyla iştigal eden devlet daireleri ve kurumlar birbirleriyle -Sayın Bakan da bu hususu tespit etti ve bunun değiştirileceğini söyledi fakat- koordinasyonsuz bir şekilde çalışıyorlar.

Karşılaştığımız sorun, kamuoyu oluşturulması, siyaset, hukuk ve tarih gibi dört boyutu bulunan devasa bir meseledir. Bu itibarla, oluşturulacak strateji, bu dört boyutu da kapsayacak şekilde olmalıdır.

Strateji ortaya çıkarıldıktan sonra da, uygulanması için gerekli yapılanmaya gidilmesi gerekecektir. Bunlar yapılmadığı takdirde, iktidar ile muhalefetin başlatmış oldukları bu tarihî ortak girişim canlı tutulamaz, bir saman alevi gibi parlar ve söner. O bakımdan, bu bahsetmiş olduğum noktalar üzerinde durmak son derece önemli.

Bu bağlamda, önemle el atılacak bir konu da, Başbakanlık Arşivler Genel Müdürlüğü tarafından kitap halinde yayınlanan ve çok değerli belgeleri içeren kitapların İngilizce ve Fransızcaya tercüme edilmeleridir. Şimdi, elimizde çok değerli kitaplar var. Bunlar bir belgeler külliyatı, hakikaten muazzam şeyler var bunların içerisinde; fakat, bunlar İngilizceye ve Fransızcaya çevrilmiş değil.

Devlet arşivlerinin Osmanlı dönemine ait internet sayfasında, değerli arkadaşlarım, 2 500 sayfalık belge var. Bu belgelerin Türkçe transkriptleri ve orijinallerinin fotoğrafları internet ortamında sergileniyor; yani, orijinallerinin fotoğraflarını da görüyorsunuz, Türkçe transkriptlerini de görüyorsunuz. Bu belgelerin de yabancı dillere çevrilmesi, Türk tezinin savunulması için son derece yararlı olacaktır. Keza, arşivlerin uzman ihtiyacı büyüktür, bu ihtiyaç da süratle karşılanmalıdır.

Arşivler açısından yaşamsal önemde olan bir konu, Amerika'daki Ulusal Arşiv Dairesi (National Archives) örneğine uygun olarak, Türkiye'deki askerî ve kamuya ait tüm arşivlerin, süratle bir çatı altında toplanmasıdır. Diğer bir ifadeyle, bütün arşivler Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bünyesi içine alınmalıdır.

Halen Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yanında, Cumhurbaşkanlığı, Cumhuriyet Tarihi Arşivleri, Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı arşivler, Genelkurmay Başkanlığına bağlı Askerî ve Stratejik Etütler Başkanlığı (ATASE) Arşivi, Millî Savunma Bakanlığına bağlı ASAL Arşivi, Dışişleri Bakanlığı Arşivi ile bakanlıklara bağlı arşivler bulunmaktadır. Bunların hepsi Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü bünyesi içine alınmalıdır. Bir yerde baktığınız zaman onu nerede bulabileceğinizi görebilmelisiniz.

Türkiye'de araştırma son derece güç. Bir çatı altında olmayan, yaygın ve çokbaşlı yönetsel yapıda olan arşivler farklı uygulamalara yol açıyor. Böyle olunca, araştırmacılar, araştırma yaptıkları kurumlarda farklı farklı arşiv uygulamalarına maruz kalıyorlar. Bu durum da, gerek Türk gerek yabancı araştırmacılar arasında bazı kısıtlamalara maruz kaldıkları yolunda yersiz spekülasyonlara yol açıyor.

Ben, sabrınıza teşekkür ediyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.

AK Parti Grubu adına, Erzurum Milletvekili Mücahit Daloğlu.

Sayın Daloğlu, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisinin açmış olduğu genel görüşmede sözde Ermeni iddialarını anlatmak üzere huzurunuzdayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel değerli Dışişleri Bakanımız ifade ettiler; ancak, giriş cümleme aldığım için sizlerle ben de paylaşmak istiyorum. Ermeni meselesini anlatırken ve konuşmamızın sonuna kadar defalarca Ermenilerden bahsedeceğimizden dolayı, Türk Milletiyle bin yıl beraber yaşamış ve ticaretimize, sanatımıza, musikimize, bestemize, güftemize, mimarîmize büyük katkıları olmuş ve büyük sanatkârlar yetiştirmiş olan Ermenilerimizi kesinlikle bu konunun dışında tutuyoruz. Bizim burada iddia etmek istediğimiz konu, terörist çete örgütleridir ve onların yalanlarına çanak tutan çevrelerdir. Böylece, Ermeni meselesini anlatırken, siyasî kimliğimizin dışında, bir tarihçi ve bir arşivci olarak, huzurlarınızda konuşurken, yararlandığım, Tapu Kadastro Arşivi, emekli Büyükelçimiz Kâmuran Gürün'ün Ermeni Dosyası, Esat Uras Hocamızın Tarihteki Ermeni ve Ermeni Mezalimi, rahmetli Kâzım Karabekir'in Türk İstiklal Harbimiz ve Ali Fuat Cebesoy'un Moskova Anıları gibi arşiv kaynaklarıyla sizleri aydınlatmaya çalışacağım; tekrar, saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, biz Anadolu'ya geldiğimizde, Anadolu'da, o güne kadar hiçbir devlet kurmamış, hiçbir millî kimlik ibraz edememiş birçok boylar vardı. Biz Malazgirt Savaşını, zannedersem, Bizanslılarla yaptık, Romen Diyojen'le yaptık; 1071. Hatta, ondan öncesinde de, 1048'de, Kars Ani ve Erzurum Pasinler Savaşını yaparak Anadolu'ya girdik ve o günün şartlarında, Ermeniler de, dağınık küçük krallıklar, prenslikler, Gürcü Krallıkları gibi başlıklar adı altında, daha evvel Anadolu'ya hükümran olan Perslerin, Medlerin, daha sonra Romalıların egemenlikleri altında çok da huzurlu yaşamamışlardır ve biz, Anadolu'da, Türkiye Selçukluları ve peşine de Osmanlı Devleti dönemindeki bin yıllık sürede, hem Ermenilerle hem de Ermenilerin dışındaki azınlıklarla, gerçekten, hem kardeşçe hem dostça hem de onların bizim tarihimize ve coğrafyamıza katmış olduğu zenginliklerle beraber yaşadık ve bugün de, onlardan kalan, ama kilise, ama manastır, ama bir taş köprü veya musiki tarihimizin repertuarını zenginleştiren onların bestelerini, biz, titizlikle koruyoruz ve bunlardan gurur da duyuyoruz.

Ancak, Türkler, tarih yapan bir millet olarak, Orta Asya'dan çıkmış, Orta Avrupa'ya, Roma'ya kadar gelmişlerdir. Ben bunu sormak istiyorum ve tartışmak istiyorum. Roma'ya kadar gelen Türkler, çok dinamik bir süreci yaşayan Türkler, yani, Orta Asya'dan, Çinlilerden, Slavlardan, Perslerden, Macaristan'a, Roma'ya kadar geliyor, Akdeniz kavimleriyle, ikibinbeşyüz yıllık yazılı tarihinde komşuluk yapıyor, hiç böyle bir iddia yok; Mısır'a kadar, Trablusgarp'a kadar, Magrip ülkelerine kadar hiç böyle bir iddia yok; mutlaka Ermenilerle ilgili de aslında böyle bir olay yok; ama, sözde iddia var, ne yapacaksın... Ne mi yapacağız; işte, o zaman -biraz evvel değerli üstadımız Sayın Elekdağ da ifade ettiler -bilim adamlarına rehber, ışık, arşivlerimizdir ve zamanında ve zamanın gerçekleri ışığı altında yazılan belgelerdir. Türk Milleti olarak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, mutlaka, biz de bu arşivlerden yararlanarak yola çıkmak istiyoruz.

Değerli milletvekillerim, Doğu Anadolu Bölgesinde, Ani'de, Ani Ermeni Krallığı -bugün Kars sınırları içerisinde, Arpaçay hududunda, bazı tarihî eserleri bağrında bulunduran bir medeniyet merkezi- ve Vaspurakan Ermeni Krallığı gibi iki Ermeni krallığı, Bizans İmparatorluğuna yüzyirmi yıl gibi bir zaman bağımlı yaşamış, ondan sonra dağılmışlardır. Biz, Anadolu'yu teslim aldığımızda ve fetihlerle Anadolu'nun Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağladığımızda Ermeniler Anadolu'da dağınık halde yaşıyorlardı ve birçoğunun mezheplerinden dolayı -malumunuzdur, Ermeniler Gregoryan Mezhebine mensup; ama, Anadolu'da o zamanki Bizans, Roma, Katolik ve Ortodoks olarak bulunuyorlardı. Dolayısıyla, bunlar daha ziyade İran'dan da etkilenerek Gregoryan Mezhebine sahip olduklarından dolayı- Hıristiyan ve Haçlı taassubunu tarihte hep görmüşüzdür, baskı atında kalmışlardır, dinlerini, kiliselerini zor yaşatmışlardır; ama, Osmanlı ve Selçuklu toplumlarında bin yıl bu hoşgörüyü yaşayarak mutlu olmuşlardır, böylece kültürlerini, dinlerini ve sanatlarını da yaşatarak gelmişlerdir.

Ancak, ne olduysa, değerli milletvekilleri, 19 uncu Yüzyılın ortalarında ipler koptu. Nasıl koptu... Malumunuz, Osmanlı Devletindeki yıkılma, gerileme ve yenilik hareketlerine, Batı'daki gelişmelere ayak uyduramama süreci başlayınca, devlet zayıfladı. Zaten, düveli muazzama, çeşitli baskılarla Osmanlı Devletini parçalamak istiyordu. Fransız İhtilalinin yaymış olduğu milliyetçilik akımları, zaten, Avrupa'daki Sırpları, Hırvatları, çeşitli kavimleri, Yunanistan'ı bağımsız hale getirmişti. Ondan sonra, Arap ülkeleri de, Müslüman olmamıza rağmen, onlar da bağımsızlıklarını istiyorlardı. İşte, bu arada yapılan ıslahat hareketlerinde, özellikle Gülhane Hattı Hümayununda, o zamanki Dışişleri Bakanımız ve daha sonraki Başbakanımız Mustafa Reşit Paşaya, Batılı devletlerin ve o günkü konjonktürel durumun da etkisiyle, Ermeni cemaati üzerinde bir ıslahat yapılması, bazı hakların verilmesi tab edilmiştir, konuşulmuştur. Gülhane Hattı Hümayundan sonra, 1853 ıslahat fermanında, 1856 Kırım Savaşının sonundaki Paris Antlaşmasının 16 ncı maddesinde, daha sonra 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, tarihçilerimizin 93 Harbi dediği bu savaştan sonraki Berlin Antlaşmasının 61 inci maddesinde Ermeni cemaati üzerinde ve onların sosyal, iktisadî hakları üzerinde bağımsızlığa yönelik bazı değişiklikler ve haklar elde edilmiştir.

Bunun nedeni de, değerli milletvekilleri, 1829'daki Osmanlı-Rus Savaşından sonra Yunanistan bağımsız olunca, Ermeniler de bundan istifadeyle -çünkü, Ruslar Edirne'yi de işgal etmişlerdi- Ermeni Patriği Nerses Efendi idaresinde Edirne patrikleri, Rus işgal kuvvetleri komutanına başvurarak, Ermenilerin de bağımsız olmalarını arzu etmişler ve istemişlerdir. Böyle bir süreç geliyor.

Efendim, Osmanlı idaresi ne yapmıştır; bakın, onu arz edeyim: Biraz evvel değerli Dışişleri Bakanım isim ifade etmediler; ama, Osmanlı yönetiminde, birçok, ticarî hayatta büyük ve zengin aileler yetişmiştir. Niçin?.. Ticaret özgürdü. Bakın, bu ailelerden bir kısmı, mesela, 1847'de çok zengin olan Mihran Düz ailesi, Karabet ailesi, Arakel ve Bogos aileleri. Bunlar, Türkiye'de, hür ortamda, ticarette zengin olmuş Ermeni ailelerdir -olsunlar; ama, bu gerçekleri görmek istiyoruz- ve bunların bir kısmı da önemli görevlerde bulunmuşlardır. Hepsini sayıp sizi yormak istemiyorum; ama, Birinci Meşrutiyet Meclisinde, Gabriyel Noradunkyan Hariciye Nazırıdır değerli milletvekilleri. Bir devlet düşünün ki, elbette vatandaşına seçme ve seçilme hakkını veriyor ve onun bir milletvekili, Osmanlı Devleti gibi cihan devletinin, halen o günlerde 5 000 000 kilometrekareye hükmeden cihan devletinin Hariciye Nazırı olabiliyor. Bunu, bütün dünya kamuoyuna, bu kürsüden, acizane, arz etmek istiyorum. Dahası, Sebuh Manas Paris Elçisi, Pol Manas Paris Büyükelçiliğinde İkinci Kâtip, Artin Dadyan -isimler uzatılabilir- Andan Tıngır Paşa, Serdar-ı Ekrem Ömer Paşanın tercümanı; yani, Osmanlı Devletinin tercüme odası, aynı zamanda, Ermenilere ve Rumlara -ille onlara değil ama- yabancı dilleri vesilesiyle, bir kısmın daha okumuş olması vesilesiyle, bunlara bırakılmıştır. Acaba, Türkler niye okuyamamıştı; onu da konuşabiliriz. Türkler niye ticaret erbabı olamamıştı? Serhat boylarında, akıncı olarak, tımarlı sipahi olarak birçok yerde istihdam edilen Türkler, mutlaka bu konuda biraz geri kalmışlardı.

Bir parantez açarak, Mustafa Kemal, Ulu Önder Atatürk, 1924'te Adana'yı -Bahçe İlçesini- ziyaretlerinde "bu konak kimin" diye soruyor, bu, efendim, Pastırmacıyan'ın" diyorlar, "ya şu taş konak kimin...", "Bu da Sıvacıyan'ın", "peki, bizim Mehmet Beyin hiç konağı yok mu? Siz neredeydiniz" deyince " biz askerdeydik Paşam" diyorlar. Bu da, evet, bizim kaderimiz. Efendim, izninizle -bu isimleri çoğaltmak mümkün- burayı ben geçiyorum.

Böylece, Osmanlı Devleti zamanında hür bir şekilde yaşayan Ermeniler, çok da mutlu; milleti sadıka diyoruz, sadık millet, dost millet; gerçekten hiçbir problem de yaşamamışız; ama, 19 uncu Yüzyılın sonlarında ve 20 nci Yüzyılın başlarında problemler geliyor. Sebep şudur: Değerli milletvekilleri, sözde Ermeni iddiaları, aslına bakarsanız, Ermenilerin bir iddiası olmaktan çıkmıştır. İşin başında, başta Rusya ve İngiltere'nin, Osmanlı Devleti üzerinde tarihî arzularına ulaşmak kaygılarıyla ortaya koydukları bir senaryodur ve bunu Ermenilere oynatmışlardır; ama, Birinci Dünya Savaşı öncesinde de, Batılı devletlerin, İtilaf Devletlerinin, Osmanlı Devletinin de Almanya saflarında savaşa katılmasıyla beraber, bize düşmanlık adına onları içimizden koparmak ve bir terör yaratmak için yapılan yardımlarla başlayan bir anarşist hareketine dönüşmüştür.

Bu noktadan, tehcir konusuna geçmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, tehcir, 1915'in 24 Nisanında başlayıp, 1916'nın 28 Şubatında biten on aylık, onbuçuk aylık bir dönemde, Doğu Anadolu Bölgesinin özellikle, Rus işgal kuvvetlerine rehberlik yapan ve Türk istihkâm yollarını, ulaşım yollarını ve askerî birliklerin yollarını kesen Ermenilerin buradan alınarak, yine aynı Osmanlı topraklarında başka bir yere göçü manasındadır. Halbuki, tehcir veya deportation dedikleri konu, bir ülkeden alıp başka bir ülkeye, sınırları dışına atmaktır. Bunun altını çizmek istiyoruz. Yani, biz, Ermeni vatandaşlarımızı Çin'e veya Hindistan'a veya Madagaskar'a göndermemişiz. Nereye; Suriye'ye, Lübnan'a ki, o zaman bunların hepsi bir Osmanlı eyaleti, Osmanlı toprağı. Kuzey Afrika'dan Halep, Şam, Trablusgarp ve Lübnan, Beyrut; ama, giderken de 6 tane önemli merkez tayin etmişiz. Yani, bu vatandaşlarımızı, değerli hemşerilerim...

Affedersiniz, özür diliyorum, değerli milletvekilleri... Bağışlayın, dün Erzurum'daydık, biraz öyle oldu, affedersiniz.

BAŞKAN - Sayın Daloğlu, buyurun, Erzurumlular dinliyor sizi.

MÜCAHİT DALOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, dağdan taştan, güvensiz yollardan gelmemeleri için, Talat Paşa'nın tehcirle ilgili göndermiş olduğu genelgede, demiryolları, sağlam karayolları ve 6 merkez tespit edilmiştir ki, vatandaşlarımıza başıboş çeteler veya hissiyatlarından, duygularından dolayı Türkler, oraya varıp da herhangi bir saldırıda bulunmasınlar diye de tedbir alınmıştır. Jandarma komutanlarına, asayişe, kaymakamlara, mutasarrıflara bu konuda genelgeler gönderilmiştir. Hepimizin bildiği ve acı bir olaydır; bu konuda ihmali görülen birçok güvenlik görevlisi o günün şartlarında kurşuna dizilmiş, Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey İstanbul'da mahkemede yargılanıp idam edilmiştir. Bu işin şakası olur mu? Niye; devlet, hukuk devleti; "o da benim vatandaşımdır, niçin can güvenliğini sağlamadınız" diyerek cezayı da verebilmiştir. Böylece, gerçekten tehcirin ne kadar doğal bir hak olduğunu anlatmak istiyorum.

Bir de başka milletlerden örnek vermek gerekirse, İkinci Dünya Harbi sırasında, Amerika, Pasifik kıyılarındaki Japonları Mississippi bölgesine nakletmiştir. Kaldı ki, bu Japonlar, herhangi bir Japon askeriyle bir ittifak içine de girmemişlerdir; ama, bir tedbir almak adına buraya gönderilmişlerdir. Efendim, tehcirde Ermeniler ölmemiş midir, ölmüştür; Türkler ölmemiş midir, ölmüştür. Bunlar, önümüzdeki rakamlarda, arşivlerde, belgelerde mevcuttur.

Bakın, bu ölümlerle ilgili birkaç rakam ifade etmek istiyorum. Tehcirde ölen Ermenilerin sayısı 300 000 ile 400 000 arasında geçiyor, Türklerin sayısı da 420 000; kaybolanlar 315 000 diyen rakamlar var. Birbirine yakın, ama, tam tutmuyor belki. Böylece, tifodan, vebadan -affedersiniz- bitten, yoksulluktan, soğuktan nice insanlar ölmüş. Bunlar yalnız bizde de değil. Bakın, rakamlar ve arşivler önümüzde. Almanya'da Birinci Dünya Savaşı sırasında hastalıktan ölen insanların sayısı 225 000, İtalya'da 150 000, Hollanda'da 17 000, bizde de 400 000. Demek ki, bu gibi savaş şartlarında ve o günün tıbbî imkânsızlıkları nedeniyle... Hatta, Erzurum'da 9 uncu Ordu -o zaman ordu, 9 uncu Ordu- sağlık ve donanım bakımından hemen hemen en mükemmel ordu olmasına rağmen, kendi kıtalarından 50 000 insanı sağlık nedenleriyle kaybediyor. Yani, olayı, bugünün, 2005'in şartlarına göre düşünürsek, bu kadar insan nasıl ölür?.. Halbuki, bundan yirmi otuz sene önce bile, bebek ölümleri, anne ölümleri, işte, bulaşıcı hastalıklardan ölümler de ülkemizde fazlaydı. İşte, bundan doksan sene önceki tabloyu, doksan sene önceye göre düşünmemiz gerekiyor.

Değerli milletvekillerim, Ermeni meselesinin bir diğer siyasî yönü de şark meselesi, tarihte şark meselesi -ona değinilmedi- yani, doğu sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedir; 1071 Malazgirt'te, Anadolu'ya giren Türkleri Avrupa durdurmak istemiştir, durduramamıştır; Anadolu'dan çıkarmak istemiştir, çıkaramamıştır. Miryakefalon Savaşıyla, Anadolu'nun tapusu kesilmiş ve Anadolu, kısa bir zamanda, Türk yurdu olmuş. Sonra, Balkan fütuhatı başlıyor. O halde, Türkleri Balkanlardan atalım... Malumunuz, 1683 İkinci Viyana Bozgunu -diyelim- Türk tarihi için üzücü bir sayfadır. Ondan sonra, sayfa tersine dönmüştür. Böylece, şark meselesinin bir parçası olarak da Ermeni meselesini görmek istiyoruz.

Hiçbir tarihî temeli olmayan 24 Nisan 1915 sözde Ermeni iddialarını, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti olarak ve muhalefet partisi olarak ve bütün sivil toplum örgütleri olarak, ilan ettik; diyoruz ki: Arşivlerimizi açalım. Biz, Anadolu'da, 180 tane, Türklere ait, özür dilerim 186 adet -şu anda elimdeki rakam- toplu mezar bulunmuş; bunu uzmanlar çıkarmış, incelemişlerdir. Hatta, enteresandır, bir tanesi, Erzurum, Ilıca, Alaca Köyünde kazı yapılırken, Atatürk Üniversitesinden Enver Konukçu hocamıza -100 küsur civarında toplu mezar çıktı- Chicago Üniversitesinden bir Ermeni profesör gelerek "bu, Ermeni toplu mezarıdır" dedi. Ee, yüz sene önceye ait mezar. Tabiî, bilim adamları bunu tespit ederken... İnanın, halk gözüyle, orada, tütün tabakalarındaki al bayraklar, hüviyetlerindeki besmeleler, "Allah", "maşallah" kelimeleri ve Kur'an parçaları mezarlıktan topluca çıktı. Yani, bunlar, bilim adamına bile meydan bırakmadan, halkın gözüyle görebileceği gerçeklerdi. 186 toplu mezar bizi üzüyor, sevinmiyoruz buna. Sason'da, Hakkâri'de, Van'da, Zeve'de -Zeve'de büyük katliamlar yaşanmış- Erzincan'da, Yozgat'ta, Tokat'ta ve Erzurum'da... Tabiî, tehcir ilk Erzurum'dan başladığı için ve gençler de silah altında bulunduğu için, savunmasızdır bölge. Taşnak -biraz evvel üstadımız Elekdağ ifade etti- Cenevre'de, Zürih'te -bugünkü İsviçre'de- kurulan bir terör örgütü, Hınçaklar da Tiflis'te kurulmuş bir terör örgütü olarak, bunlar askere gitmediler, Ermeni esnafından haraç topladılar. Değerli milletvekilleri, haraç vermeyen kendi soydaşlarını da öldürdüler. Hatta, kilisede papazlar... Erzurum'da üç papaz öldürüldü, şu andaki Demirciler Çarşısında. Niçin; karşı çıktılar, o kilisede öldürüldü. Bu kavgaya, bu katliama ön vermeyen ve orada hem kiliseyi yaktılar hem de o papazları öldürdüler. Yani, Ermeniler, kendi akil insanlarını, aydın insanlarını da öldürdüler; ama kim; biraz evvel ifade ettiğimiz bu teröristler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Daloğlu, buyurun.

MÜCAHİT DALOĞLU (Devamla) - Özür diliyorum, zamanınızı çok almak istemiyorum.

Değerli milletvekilleri, 27 Mayıs 1915 tarihli Göç Kanunundan birkaç satır okumak istiyorum. Yani, Osmanlı Devletinin, vatandaşlarına, Ermeni vatandaşlarına gösterdiği ihtimam ki, bugün, bu kanunu, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin yanına koyduğumuz zaman, daha insanî görüyoruz. Şöyle özetleyeyim: Yediemin veya ehli hukuk dediğimiz -hukukçularımız bizden daha iyi bilirler- insanlara taşınmazları kayıt altına alınarak -ceviz ağacı mı, kavak ağacı mı, söğüt ağacı mı, her neyse, evi, meskeni, ahırı, bunlar taşınmazdır- orada "...zapturapt altına alınarak döndüklerinde kendilerine iade edilmek üzere verilmesine, taşınır mallarına zarar gelmemesine, yollardaki iaşelerine, gıdalarına, yol paralarına -biletlerine kadar- dönüşte de tekrar aynı yerlerine iskân edilmelerine, eğer bir başkası burayı işgal etmişse onun çıkarılmasına..." diye bir dizi devam eden bir beyannamedir değerli milletvekilleri. Onun için, biz, bunu, bugün hem Ermenilere hem de Ermeni diasporasına ve dünyaya ilan ediyoruz.

 "Eski mal durumlarına uygun olarak kendilerine mal ve arazi dağıtılacaktır. Hükümet tarafından eğer evler yıkılmışsa, ev yaptırılacaktır. Çiftçilere tohumluk, evvelce sanatkâr olanlara da kredi ve mesleklerini idame ettirmelerine dair bir kredi sağlanacaktır. Terk ettikleri mallardan geriye kalanları kendilerine verilecek, bu olmadığı takdirde tazmin edilecektir..." Uzayıp gidiyor, ben zamanınızı fazla almayayım.

Osmanlı Dahiliye Nazırlığı 28 Mayıs 1915'te, göç ettirilenlerin barındırılmaları, yedirilip içirilmeleriyle ilgili hususlar içeren ayrıntılı bir yönetmelik yayımlamıştır. Bunun bazı maddeleri de -atlayarak ifade ediyorum- şöyle: "Nakli gereken halkın gönderilme işi, mahallî idare memurlarının ve şehir eminlerinin uhdesindedir.

Göç ettirilen bütün hayvan ve taşınabilir mallarını beraberinde götüremeyenlere iade, götürenlerin de nakli sağlanacaktır.

Yeni yerleşim bölgesinde göçmenlere verilecek arazi yoksa, devlet malı ve çiftliklerden faydalanılacaktır."

Değerli milletvekilleri, işte, bugün sözde Ermeni iddiaları dediğimiz ve Türk Milletini gerçekten gönülden yaralayan ve üzen, bizi de üzen bu iddialara cevabımız son olarak şudur: Ermeni diasporası ve Ermenistan Hükümeti diyor ki: "Soykırımı kabul edin, biz sizden tazminat istemeyeceğiz." İkibinbeşyüz yıllık yazılı Türk tarihinde böyle bir vicdansız, böyle bir mesnetsiz iddiayı hiçbir toplum bize dayatmamış, aklından bile geçirmemiş. Biz ise, bugün, o ölen şehitlerimizin torunları olarak, dedelerimizin alnına çalınmak istenen bu karaya dur diyoruz, asla izin vermiyoruz, vermeyeceğiz. (Alkışlar)

Batı kamuoyunda, Ermeni soykırım iddiaları bugüne kadar doğruluğu ispatlanmamış olan, hatırat türü, sübjektif bazı yayınlara dayanmaktadır. Biraz evvel Blue Book veya Mavi Kitap denilen kitabın yazarı Arnold Toynbee, aslında, çağımızın ünlü bir tarihçisidir, birçok da kıymetli eseri vardır -hakkı teslim etmemiz lazım- ama, bu eser de onun handikapı ve talihsizliği olmuştur. Kendisi bile bunu ölmeden itiraf etmiştir değerli milletvekilleri. Kendisi, birçok istatistiği ve hatta, birçok ismi boş bırakmıştır ve "ikinci el kaynaklardan biz bunları yazdık; ya, biraz da yanlış mı ne yazdık" diyerek bunu ifade etmişlerdir ve dolayısıyla, propaganda kitabı olmaktan öteye de gidememiştir.

İzninizle, bu son sözümüzü bitireyim. Halbuki, tarih belgeyle yazılır hükmü, tüm dünya bilim âlemince kabul edilen bir gerçektir; çünkü, arşivlere dayalı bilimsel çalışmalar, önyargı ve siyasî yaklaşımları ortadan kaldıracaktır.

Değerli milletvekillerim, arşivler, belgeler doğruyu söyler. Biz, ona ulaştığımızda doğruya ulaşırız; ama, ideologlar, ideolojiler ise, kendi ideolojilerine mesnet aramak için bir şeyler yaratırlar veya uydururlar. Onun için, biz, hodri meydan, diyoruz ki, arşivlerimizi açalım, Moskova arşivinden Malta arşivine kadar, Londra arşivinden Erivan arşivine kadar. O halde, biz arşivlerimizi açmışız; 100 tane belgeyi de, Viyana'da, bilim adamlarıyla değiş tokuş yapmak için takdim etmişiz; ama, Ermenistan, bizim bu jestimize, maalesef, olumlu cevap vermemiştir ve bu sahadan çekilmiştir; çünkü, arşivlere dayalı bilimsel çalışmalar, önyargı ve siyasî yaklaşımları ortadan kaldıracaktır. Arşivler, diğer tarihî kaynaklar arasında gerçeği en objektif şekilde yansıtan otantik belgelerdir. Bu nedenle, Batı ülkelerinde siyasî bir yaklaşımla ele alınan Ermeni konusunun, tarihin asıl kaynaklarına inilerek değerlendirilmesi gerekir.

Tarihî konular ve olaylar hakkında hüküm verebilmek için, tarihin orijinal kaynakları olan arşivler, tarih araştırmacıları için gerçek belge niteliğindedir. Türk arşivlerinde araştırma yapmadan yazılacak bir bölge ve dünya tarihinde muhakkak eksiklik olacaktır; çünkü, Türk tarihi, Türk arşivleri, üç kıtada, geniş bir coğrafyada ve ikibin yıllık tarihte önemli belgelerdir.

Ermeni konusunda Batı ülkelerinde yapılan yayınlar birinci elden kaynaklara dayanmadığı için, maalesef, eksik, hatalı ve sübjektif olmuştur. Halbuki, Türk arşivlerinde Ermeni konusuyla ilgili milyonlarca belge vardır. Bu belgeler, olayları objektif bir şekilde aydınlatacak mahiyettedir. Belgelerin, tarihî gerçekleri siyasî, ideolojik ve önyargılı yaklaşımlardan uzak, bilimin ışığında aydınlatacak olması bizim için önemli bir referanstır.

Konu uzun; kıymetli vakitlerinizi aldım. Teşekkür ediyorum; Yüce Heyete, tekrar, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Daloğlu, teşekkür ediyorum.

Önerge sahipleri adına ilk konuşma, Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'a aittir.

Sayın Toprak, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Önceki konuşmacılar, olayın tarihî arkaplanına ışık tuttular, ciddî bilgiler verdiler. Ben, olaya daha farklı bir yaklaşımda bulunmak istiyorum izninizle. Temel birkaç noktaya kısa kısa değinmelerle, vurucu ve akılda kalıcı bazı şeyler söylemek istiyorum ve mesajlarımı da, içe dönük olmaktan ziyade, dışa dönük mesajlar şeklinde vermek gayretindeyim.

Saygıdeğer milletvekilleri, Meclisimiz tarihî bir gün yaşıyor. Yetmiş milyonluk Türk Milleti, iktidarıyla muhalefetiyle, 550 temsilcisiyle bugün tek yürek olmuş, tek ses olmuş ve dünyaya bir birlik, bir bütünlük içinde tek bir mesaj veriyor. Biz, bu birlik ve beraberliği koruduğumuz sürece, Türkün huzurunu, kardeşliğini, barışını, komşularıyla ilişkilerini hiç kimse bozamaz.

24 Nisan 1915 tarihi, yani, Taşnak ve Hınçak Ermenilerinin uzantısı olan birkısım militan Ermenilerin sözde soykırım günü olarak ilan ettikleri 24 Nisan 1915 nedir? 24 Nisan 1915, Ermeni komite merkezlerinin kapatılmasını, evraklarına el konulmasını ve elebaşılarının tutuklanmasını öngören ve 14 valilik ile 10 mutasarrıflığa gönderilen emirnamedir. Osmanlı, bu emirnameyle, bu ayaklanmaları, başkaldırıları önlemeye çalışmıştır. 24 Nisan tarihi budur.

Osmanlılar, bin yıla yakın bir süre, altıyüz yıl dünya egemen gücüydü. Bu egemen güç içinde, irili ufaklı yüzlerce kavim ve topluluklar yaşadı. 1915 tarihine kadar -bugün, Osmanlı topraklarından 40'ın üzerinde ülkenin de çıktığını varsaydığımızda- düşünün, yüzlerce irili ufaklı kavim içinde, Osmanlı, sadece Ermenilere mi soykırım uyguladı?! İrili ufaklı yüzlerce kavim içinde, bu iddiada bulunan başka bir kavim yok. O zaman, bu olayın arka planına ışık tutmak lazım.

Osmanlının eğer tarihini kurcalayacaksak, beşyüz yıl önce İspanya'dan sürülen Musevîleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi soykırımına tabi tutulan Musevîleri ve daha henüz onüç ondört yıl önce Saddam tarafından katliama tabi tutulan Kürtleri... Sığınma ülkesi, kucak açan bir ülke olarak anıldık. Gerek Osmanlılar ve gerekse Türkiye Cumhuriyeti tarihi... Aksi bir iddia, tarihte, Ermeniler dışında hiç kimse tarafından ortaya konulabilmiş değildir.

Değerli arkadaşlar, sözde Ermeni soykırımı iddiası gündeme geldiğinde, önünde iki muhatabımız var. Birisi, benim, Taşnak ve Hınçak uzantıları dediğimiz militan Ermenilerin taşeronluğunu yaptığı sözde soykırım iddiasıdır. Bunların bir stratejisi var. Bu strateji, benim 3T formülü dediğim formüle dayanmaktadır. Bu militanların birinci T'si tanımadır, ikinci T'si tazminattır, üçüncü T'si ise toprak talebidir. Şimdilik... Dün de Ermenistan Devlet Başkanı ifade etti. "Bizim yalnızca soykırımın tanınmasına yönelik çalışmalarımız vardır; şimdilik kaydıyla toprak talebimiz yoktur; buna, ileride, zamanı geldiğinde, yöneticilerimiz karar vereceklerdir" demiştir. Açıkça itiraftır. Nihaî aşamada toprak talebini içeren, üç aşamalı, 3T formülüyle izah ettiğim bir stratejidir.

Peki, bizim, Türk Devleti olarak bu stratejiye karşı bir strateji geliştirdiğimiz söylenebilir mi; maalesef, hayır. Bizim tepkilerimiz, olay sıcağı sıcağına iken, her 24 Nisan arifesinde, spontan tepkiler, günü kurtaran açıklamalarla geçiştirilmiş yakın zamana kadar. Maalesef, bir strateji geliştirilmemiş. Belki de haklı olmanın rehaveti nedeniyle üzerine yatılmış. Ben bunu bir deyimle ifade etmek istiyorum. Galiba, biz, bu sözde soykırım iddiası konusunda yatan aslan olduk; gezen tilki çok mesafe katetti. Keşke, biz de buna karşı biraz strateji üretebilseydik.

Değerli dostlar, kısa kısa notlar vereceğimi ifade etmiştim. 24 Nisan yaklaşıyor. Dost ve müttefikimiz Amerika Birleşik Devletlerinde bu soykırımın bu kez kabul edileceği yönünde duyumlar aldık; doğru olmamasını temenni ettiğimiz duyumlar. Sayın ABD Başkanı Bush, aynı şekilde, 24 Nisan 2001 tarihinde soykırım bildirisi önüne getirildiğinde, soykırım kavramı yerine, İngilizcesi annihilation olan, yani, savaş sırasında öldürme, savaş ortamında öldürme, mukatele dediğimiz kavramı kullanmıştır. Şimdi, bu kavram yerine jenosit kavramı getirilmek istenmektedir; yani, dört yılda, doksan yıl önceki tarih, herhalde değişmedi. Böyle yanlış bir teşebbüs, dört yıl içinde doksan yıl önceki tarihi değiştirme girişimidir.

Değerli dostlar, 24 Nisan 1915, tehcir... Bu tehcir, aslında, sadece bizim tarihimizde olan bir olay değil; çok yakın bir geçmişte Japonların Pearl Harbour baskınıyla Amerika Birleşik Devletlerine savaş açtığında Amerika Birleşik Devletleri savunma anlamında bir tedbir aldı. Dönemin Devlet Başkanı Franklin Roosevelt'in 7 Aralık 1941 tarihinde vermiş olduğu 9006 sayılı emir şunu içermektedir. Amerika'nın batı kıyılarındaki Japonların iç bölgelerdeki tecrit kamplarına gönderilmesini içeren bir emirdir bu; yani, savaş bölgesindeki Japonların iç bölgelere gönderilerek tecridi. Aynı şeyi Osmanlı yapmıştır. Kaldı ki, bizim tehcir bölgesindeki Ermeniler -Taşnak ve Hınçak Ermenileri olarak düzelteyim- çete kurdular, Osmanlı ordularını arkadan vurdular, büyük katliamlara giriştiler, gerçek anlamında bir soykırıma giriştiler. Böylesi Ermenilere karşı sadece hukukî yollar, tehcir hakkı kullanıldı ve tabi tutuldu tehcire. Aynı şeyi Amerikalılar yaptı. Eğer tehcirle ilgili bir karar alınacaksa, Franklin Roosevelt'in 9006 sayılı emri de aynı içeriktedir, aynı akıbete tabi olmalıdır. Ben, böyle bir dost ve müttefik ülkenin böyle bir yanlışa düşeceğine asla ihtimal vermiyorum.

Yine, aynı şekilde dost ve müttefik olduğunu bizim söylediğimiz, ama davranışlarını çokça göremediğimiz bir başka ülkeye de değinmek istiyorum. Kasım 2000 ayında, 1954-1962 Cezayir Savaşı sırasında görev alan iki Fransız general, Le Monde Gazetesine, vicdanlarını rahatlatmak için itiraflarda bulunmuşlardı. Bu itiraflarda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Toprak, mikrofonunuzu açıyorum; konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

RAMAZAN TOPRAK (Devamla) - İki Fransız general, Le Monde'a verdikleri itiraflarda, Cezayir Savaşı sırasında 1 000 000 Cezayirliyi asker disiplini içinde öldürdüklerini ifade etmişti. Bu konu Fransız Ulusal Meclisi gündemine getirildiğinde, dönemin Fransız Başbakanı Jospin "Cezayir katliamını tarihçilere bırakalım" demişti; aradan iki ay geçti, sözde soykırım iddiası Fransız Ulusal Meclisi gündemine getirildiğinde, yani 18 Ocak 2001 tarihinde, bu kez Ulusal Mecliste bu kabul edildi. İki ay önce 1 000 000 Cezayirlinin katliamını tarihçilere bırakan Jospin, iki ay geçtikten sonra kendisi tarih yazmaya kalktı ve sözde soykırımı tanıma kararı aldı.

Yine, itiraflara devam ediyoruz. Birinci Dünya Savaşı sırasında Maraş'ın işgaline katılan bir Fransız subay Georges Boudiere, hatıralarında yazıyor; Fransız ordularına sığınan Ermenilerden 3 tabur oluşturarak cepheye sürdüklerini, ilk günlerde bunların yüzlercesinin öldüğünü, hatırasının bir ay sonraki bölümünde de 3 000'den fazla Ermeninin öldürüldüğünü ifade ettiler.

Bakın, dost ve müttefik bir ülke, galiba, Maraş işgalinde öldürülmelerine neden oldukları Ermenilerden, acaba, böyle mi özür dilemeye çalışıyor; Türk tarihi hakkında iftirada bulunmak suretiyle mi, çarpıtmak suretiyle mi, dost ve müttefikliğe sığmayan bu davranışla mı Hınçak ve Taşnak Ermenilerinden özür dilemeye çalışıyor?! Bu, ciddî bir yanılgıdır, ciddî bir çifte standarttır, tarihin çarpıtılmaya kalkışılmasıdır. Devlet adamlığı çifte standardı kaldırmaz.

Çok çarpıcı bir bilgi vermek istiyorum. Ermeni ASALA Örgütünün saldırıları 1986'da son bulmuştur. Avrupa Parlamentosunda Ermeni soykırım olayının tanınması 1987 yılıdır; yani, takip eden yıldır. İster istemez, benim aklıma şu geliyor: Bu olayın bir tesadüften öte, terörün durdurulması karşılığında Hınçak ve Taşnak Ermenilerine siyasî destek mi verildi; öyleyse, bu, teröre prim vermek olmuyor mu?!

Yine, bu konuda çok çarpıcı bir bilgi vermek istiyorum. Geçtiğimiz hafta Dışişleri Komisyonunda bilgi veren, aynı dönemde Avrupa Parlamentosunda büyükelçi olarak görev yapan Sayın Polat Tacar'ın anlattığı çok çarpıcı bir vakayı sizlerle paylaşmak istiyorum. "Avrupa Parlamentosunun siyasî komisyonunda soykırım kararı 16'ya 15 reddedildi. Alman milletvekili görüşme teybini bana dinletti. İtalyan başkan bir kez daha oylattı, yine reddedildi. Oturum değişti; bu kez, yine bir başka İtalyan oturuma başkanlık etti; bu kez, reddedilen karar tasarısı hiçbir şey olmamış gibi kabul edildi; ancak, o verilen arada bir şeyler oldu." Ne mi oldu; bunu bir Alman parlamenter, aynen, akabinde kürsüye gelerek ifade ediyor, "Sayın Başkan, biraz önce bana silah göstererek beni ölümle tehdit ettiler, beni ve ailemi ölümle tehdit ettiler; şimdi, ben, burada nasıl oy kullanırım" diyor ve başkanın cevabı: "Yok, önemli bir şey değil bu." Bu şekilde reddedilen bir önerge, silah tehditleriyle, 1986'da kabul edildi. Bu, işlerin arkabahçesidir, arkaplanıdır; önplanı çok farklı ifade ediliyor. Bunlar dostluğa sığacak davranışlar değil.

Birkısım dost ve müttefik ülke parlamentoları bunları kendi parlamentolarında gündeme getirerek, bunu tanıma karşılığında veya bunu tanımaktan vazgeçmek karşılığında, Türk Devletinin ulusal çıkarlarından tavizler istiyorlar; yani, aslında bu iddiayı, gerçek olduğuna inandıkları için değil, Türk Devletinin çıkarlarından taviz amacıyla malzeme olarak kullanıyorlar. İşin bu yönü çok ciddîdir. Burada bir samimiyet testinden geçmek gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, burada olayın iki yüzü var. Bir esas, bir de usul. Esasta, soykırım iddiasının olmadığına hepimiz yürekten inanıyoruz, bizim tarihimizde böyle bir olay yok; ancak, haklı olmak, sonuca gitmek için yeterli olmuyor. Ben yıllarca hâkimlik, savcılık yaptım. Haklı olmanın rehavetine kapılırsanız, mahkûm olursunuz, bu sözde soykırım iddiasında olduğu gibi. Yapılacak bir şey var; haklı olduğumuza güvenmenin rehavetine kapılmadan, ciddî ve sonuç alıcı yöntemler ortaya koymak durumundayız. Esası, yöntemlerle, doğru ve sonuç alıcı yöntemlerle işleme koyduğumuzda sonuç alırız.

Bakın, bir grup militan Ermeni, tarihte hiç gerçekleşmemiş bir olayı var gibi kabul ettirmek suretiyle yöntemde ne kadar başarılı olduklarını gösterdiler, esasta hiç de haklı olmadıkları halde. Biz, yöntem konusunda yanlış yaptık; bu yanlışı kabul ettikten sonra ciddî adımlar atmalıyız ve ben, bu konuda ciddî olarak hangi adımlar atıldığına geçmişte baktığımda, hep spontan tepkilerin dışında, Sayın Başbakanımızın ve Sayın Anamuhalefet Liderinin geçtiğimiz ay nokta vuruşu yaparak, Mavi Kitap üzerinde çok ciddî bir diplomatik atak gerçekleştirildiğini düşünüyorum. Binlerce karavana atış yerine, nokta atışlar önemlidir. Bir grup Ermeni, bunu yaptığı için sonuç aldılar. Biz, galiba burada yanlış yaptık.

Benim, sonuç alıcı, kalıcı olması için izninizle iki alanda önerim olacak; bir, siyasî alanda öneri. Zaten siyasî alandaki öneriler yaklaşık iki yıldır muhtelif platformlarda ifade edildi. Geçtiğimiz iki ay içinde de iktidarıyla, muhalefetiyle ciddî adımlarla bu gündeme getirildi; ancak, bunların arasına, ben, tüm ülke parlamentoları olduğu gibi, o ülkelerin siyasî parti yetkililerine, tarih araştırmacılarına, etkin kişi ve kuruluşlarına da ulaşmak gerektiğini düşünüyorum.

Modern yönetim anlayışında hizmetin ayağına gelinmez, hizmet ayağa götürülür. Biz arşivlerimizi açtık; araştırmacı gelmiyorsa, yapacağımız bir şey var, arşivlerimizden en temel belgeleri araştırmacıların ayağına götürmektir. Şimdi bu modern yönetim anlayışındaki hizmeti ayağa götürmek anlayışıyla, bu belgeleri, bu araştırmacıların, bu ülke parlamentolarının, milletvekillerinin, siyasî parti yetkililerinin tamamına ulaştırmak zorundayız; bu, siyasî önerim.

Bir de, hukukî alanda bugüne değin benim rastlamadığım, yaptığım araştırmada rastlamadığım hukukî bir öneride bulunmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Ermenistan Anayasasının 13 üncü maddesinde Ermenistan Cumhuriyetinin arması tanımlanırken, Ağrı Dağı tasviri yer aldığı ifade ediliyor. Bu, basit, masum bir cümle gibi. Anayasanın 13 üncü maddesinde "Ağrı Dağı tasviri yer alır" cümlesi var.

Biz, 1945 yılında Birleşmiş Milletlere üye olduk. Ermenistan, bağımsızlığı akabinde, 1992 yılında Birleşmiş Milletlere üye oldu. Uluslararası hukukta, egemen bir ülkenin, bir başka egemen ülkenin topraklarında gözü olduğunu, işgal amacı taşıdığını ifade eden bir söz, bir yaklaşım, bir cümle, üstelik anayasasında sarf edilen bir cümle, Birleşmiş Milletler Anlaşmasının 2, 6, 14, 39, 41 ve 42 nci maddelerini ihlaldir. Bu ihlaller yaptırımları gerektirir. Bunlar arasında caydırıcı bazı yaptırımlar, kara, deniz, hava ulaştırma, nakil araçlarını abluka etme, engelleme olduğu gibi, 6 ncı maddede öngörülen ihraç kararına varacak şekilde de ciddî tedbirler aldırılabilir ve hatta 41 ve 42 nci maddesinde silahlı güç kullanmaya varacak tedbirlere de, uç noktada bu tedbirlere de Birleşmiş Milletler karar verebilir. Bunun yolu, yine, Anlaşmanın 94 üncü maddesinde öngörülen Milletlerarası Adalet Divanına başvurudur.

Bu, ciddî bir hukukî malzemedir. Hiçbir ülkenin anayasasında bir başka ülkenin toprağında gözü olduğunu ifade eden cümle yer alamaz. Bu uç noktada, son kabulle, nihaî kabulle bu hükmü koyan bir ülkenin terörist devlet, terörist ülke ilanına varacak bir cümledir. Biz bu argümanı geçmişte, Dışişlerimizin arşivlerini taradığımda, bu argümanın, hukukî argümanın, doğrusu, kullanıldığına pek şahit olmadım. Ancak, çok çok önemli bir argümandır. Ben bunun üzerinde çok ciddî olarak durulmasını öneriyorum.

1922 olayında, bu olay nasıl çözülmüş; Ulu Önder Atatürk'ün Meclisimizin 3 üncü toplanma yılı açılış konuşmasından bir paragraf sunmak istiyorum: "Ermeni meselesi denilen ve Ermeni Milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Anlaşmasıyla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu." Böyle söylüyor Ulu Önder; ancak, sonrasında, araya girenlerce, bu dostluk bağları koparıldı. Ermeni yazar Levon Panos Debbağyan'ın geçtiğimiz hafta Dışişleri Komisyonunda ifade ettiği gibi: "Bizi Batılılar kullanıyor; bizi, tarihte Türkler bağrına bastı." Bu cümle, doksan yıldır söylenemiyor araya girenlerce.

Bakın, ben, burada, her şeye rağmen, izninizle, şöyle bir çağrıda bulunmak istiyorum: Bazı dost ve müttefik ülkeler, Ermenilerin omuzlarından, kendi ulusal çıkarları için bize ateş ediyorlar. Hınçak ve Taşnak uzantısı bazı Ermeniler de, dost ve müttefik ülkelerin omuzlarından bize ateş ediyorlar; bu, yanlış bir yaklaşım. Tarihte bu yaklaşımların sonu hep belli olmuştur.

Ben, buradan, bu sözde soykırım iddiası üzerinden düşmanlıklar üretmeye çalışanlara sesleniyorum: Bir gün, sizi kullanan ülkeler, arkanızdan çekildiklerinde, bu bölgeden çekilip kendi vatanlarına döndüklerinde, bizler, yine sizlerle yan yana, sekizyüz yıl olduğu gibi, yine komşuluk ilişkileriyle yan yana, dostça, kardeşçe olmak istiyoruz. Biz, size her zaman dostluk ve barış elini uzattık, sekizyüz yıl uzattık; bir o kadar daha barış, dostluk, kardeşlik elimizi uzattık. Bu dostluk ve kardeşlik elimiz hep havada kalacaktır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Toprak.

Önerge sahipleri adına, ikinci konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Türklerin Ermenilere soykırım yaptığı iddiasıyla ilgili olarak verilen genel görüşme önergeleri vesilesiyle kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Dışişleri Bakanımız, çok değerli grup sözcülerimiz ve kişisel görüşlerini açıklayan arkadaşımız bu meselenin çeşitli yönlerini anlattılar.

(Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal Büyük Britanya Avam Kamarası ile Lortlar Kamarasına gönderilecek mektup metnini Genel Kurulda imzaladılar)

(AK Parti ve CHP sıralarından ayakta alkışlar)

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Ben de, müsaade buyurursanız, meselenin bazı yönleri hakkındaki görüşlerimi arz edeceğim; ama, bunu yapmadan önce, Sayın Başbakan ile Dışişleri eski Bakanımız ve Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın birlikte imzaladıkları metnin ülkemiz açısından gerçekten örnek bir olay olduğunu, iftihar edilecek bir olay olduğunu söylemek istiyorum, kendilerini huzurunuzda kutluyorum. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili pek çok kitap yayımlandı, binlerce arşiv belgesi var elimizde. Bu belgelerin çok ilginç bir yönü var, bir boyutu var; ben bunu dile getirmek istiyorum. Başından beri, daha Birinci Dünya Savaşı yıllarından itibaren, Ermeni soykırımı iddiaları, aslında, başka amaçlar için kullanılmıştır, başka amaçlara hizmet etmek için kullanılmıştır. Bugün Ermeni meselesini değerlendirenlerin, tarih boyunca Ermeni meselesinin ne zaman, hangi amaçlar için kullanıldığını, zaman zaman istismar edildiğini çok iyi anlamaları lazım.

Demin sözü edildi, pek çok arkadaşımız dile getirdi Mavi Kitap denilen belgeden bahsettiler. Değerli arkadaşlarım, Mavi Kitap'ın yayımlanması, doğrudan doğruya, İngiltere'nin Amerika'yı Birinci Dünya Savaşına sokma gayretlerinin bir ürünüdür; doğrudan doğruya Ermeni meselesiyle bir ilgisi yoktur. Ermeni meselesine sahip çıktığı için İngiltere bu kitabı yayımlamış değil. İngiltere, Birinci Dünya Savaşına girmiş, hasımları Almanya ve Türkiye; ama, Amerika savaşa girmeden İngiltere'nin bu savaşı kazanma ihtimalî zayıf, onun için bir savaş propaganda bürosu kuruluyor, adı Wellington House ve bu propaganda bürosu 1 160 tane kitap ve broşür yayımlıyor Türkiye ve Almanya aleyhine. Amaç, Amerikan kamuoyunu etkilemektir ve Amerikan kamuoyunun baskısıyla, Amerikan Hükümetinin İngiltere'den yana savaşa girmesini sağlamaktır. Bunun için, İngiltere'nin en ünlü yazarlarını topluyorlar, edebiyatçılarını topluyorlar "bize öyle yayımlar yapın ki, Türkiye'yi ve Almanya'yı dünya gözünde çok küçültsün, aşağılasın ve Amerikan kamuoyunda, bu ülkelere karşı, bu milletlere karşı infial duyguları uyandırsın" diyorlar. İşte bu kitaplar, bunun için yazılıyor. Bu kitaplar, Amerika'da çok sayıda dağıtılıyor ve aynı zamanda, Almanya'nın Amerika'ya kendi görüşlerini, tezlerini ulaştırmasını engellemek için Almanya ile Amerika arasında denizin altından giden telgraf hattı kesiliyor. İşte, Birinci Dünya Savaşında, İngiliz propaganda bürosunun amacı bu ve bu kitap, o zaman, o amaç için kullanılmıştı, yazılmıştı; daha sonraki yıllarda da, Ermeni militanları tarafından, başka ülkeler tarafından, başka amaçlarla kullanılmıştır.

Wellington House savaştan sonra kapatılıyor, bütün belgeleri imha ediliyor ve bu yayınların içyüzü yeterince anlaşılamıyor kısa bir süre öncesine kadar; ama, şimdi, bunları gayet iyi biliyoruz; şimdi, çok iyi biliyoruz, bu kitaplar nasıl yazılmış, niye yazılmış. Almanya aleyhinde de bir Mavi Kitap yazılmış. Bu Almanya aleyhindeki Mavi Kitapta deniliyor ki: "Belçika'yı işgal eden Alman birlikleri, orada rastladıkları bütün bebeklerin ellerini kestiler, bütün papazları çan kulesine astılar." Böyle iddialar var; ama, savaştan sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Chamberlain, Avam Kamarasında, açıkça bunun bir propaganda belgesi olduğunu açıklamış ve bu bilgilerin doğru olmadığını söylemiş. Peki, aynı nitelikte olan Türkiye aleyhindeki Mavi Kitap'ın gerçek boyutu niçin açıklanmamıştır, niçin bugüne kadar bunun Türkiye aleyhinde bir tezvirat kaynağı olmasına izin verilmiştir, işte mesele burada. O bakımdan, bizim, işin bu boyutunu çok iyi değerlendirmemiz lazım.

Şimdi, İngiltere Hükümeti, bugün, bu iddiaların doğruluğuna inanıyor mu? İngiltere Hükümeti, bugün, Türklerin Ermenilere soykırım yaptığına inanıyor mu? Değerli arkadaşlarım, bunun cevabını, dışişlerinden sorumlu İngiliz Devlet Bakanı veriyor Avam Kamarasında, 1999 yılının 14 Nisan günü yaptığı konuşmada.

Bakınız, İngiliz Devlet Bakanı Baroness Ramsey of Cartvale ne diyor; diyor ki: "Osmanlı idaresinin Ermenilerin yok edilmesi kararını kanıtlayacak bir belgenin yokluğu nedeniyle, İngiliz hükümetleri, 1915 ve 1916'daki olayları soykırım olarak tanımamaktadır." Açıkça bunu Avam Kamarasında söylüyor, "biz, bu olayları soykırım olarak tanımıyoruz" diyor. Yine, devam ediyor ve diyor ki: "Bizce, seksen yıl önce cereyan etmiş olayların bugünkü hükümetler tarafından değerlendirilmesi uygun değildir; zira, bu olaylar hukukî ve tarihî tartışmalardır."

Şimdi, dışişlerinden sorumlu İngiliz Devlet Bakanı bunu söylüyor. İngiliz bir başka bakan, Çevre Bakanı, 24 Ocak 2001 tarihinde bir beyanat veriyor ve şunu söylüyor: "Bir süre önce İngiltere Hükümeti, Ermeni konusunda sunulmuş olan delilleri gözden geçirdi. 1915 ve 1916'da meydana gelmiş olan olayların belgelerini inceledi ve bu olayların Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış olan soykırım tanımlamasına uymadığına karar verdi. Bunlar, İngiliz Hükümetinin tutumudur ve değişmeyecektir."

Şimdi, İngiliz bakanlar bunu söylüyor; fakat, sonra bakıyorsunuz, Avrupa Birliğinin üyesi olan bazı ülkelerin parlamentoları da, İngilizlerin bu gözlemlerini hiçe sayarak, Türkiye'de soykırım olduğu iddiasıyla raporlar yayınlıyorlar, parlamento kararları alıyorlar. İşte, işin düşündürücü olan tarafı budur.

Peki, İngilizler bugün böyle diyor da, vaktiyle Ermeniler ne diyordu? Şimdi, değerli arkadaşlarım, Ermenistan'ın ilk Başbakanı Hovhannes Katchaznouni, 1923 yılının nisan ayında Bükreş'te düzenlenen bir Ermeni Devrimci Federasyonu toplantısına katılıyor. Bakınız ne diyor o toplantıda; diyor ki: "Savaşta ilerleyen Türk ordusu, sadece düzenli birliklerle savaşmıştır. Savaşı sivil bölgelere asla taşımamıştır. Türk subayları son derece disiplinlidir ve herhangi bir katliama izin vermemişlerdir."

Değerli arkadaşlarım, bu bilgileri biz nereden alıyoruz? İlk Ermeni Başbakanının bunu söylediğini nereden biliyoruz? Bu konuşmanın metnini, 1955 yılında, New York'taki Ermeni Enformasyon Servisi yayınlamış; ama, sonra ne olmuş; Ermeni militanlar, nasıl yapmışlarsa, bu yayınları bütün kütüphane raflarından kaldırmışlar. Şimdi, bunu arasanız zor bulursunuz. Birçok yerde kütüphanelerin kataloğunda var; ama, kitap raflarında yok. İşte, gerçekler bunlardır. Gerçekler bunlardır; bizzat Ermeniler tarafından söylenen gerçekler bunlardır.

Şimdi, ilginç bir olay da şudur, bunu da Yüce Heyetin bilgisine sunmak istiyorum: 13 Şubat 1919 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu, tehcirin nedenlerini saptamak üzere bir komisyon kuruyor ve İsveç, Hollanda, İspanya ve Danimarka Hükümetlerine birer nota göndererek, bu komisyona temsilci göndermelerini istiyor ve her dört ülkeden gelen cevapta da "maalesef, temsilci gönderemeyiz" ifadesi yer alıyor. Yani, biz istiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Öymen.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Teşekkür ederim.

Tehcir sırasında soykırım uygulayan bir ülke bunun tahkiki için yabancı gözlemci ister mi? Bunu biz istiyoruz, göndermeyen onlar.

Peki, bu Ermeniler durup dururken, Doğu Anadoluda yaşıyorlardı da, Osmanlılar bunları yerlerinden mi etmeye kalkıştı? Ermeniler ne yapıyordu o sırada?

Değerli arkadaşlarım, bu konuda iki tane önemli belge var. Bir tanesi Bogos Nubar Paşanın Mart 1919'da Maten Gazetesine verdiği mülakattır. Bakın, Ermeniler ne yapıyormuş savaşta, amaçları neymiş, işte, açıp okuyorsunuz ve görüyorsunuz. Aynen şunları söylüyor Bogos Nubar Paşa: "Ermeniler bu savaşta İtilaf Devletleriyle işbirliği yaptıkları için bağımsızlığa hak kazanmışlardır." Yani, işbirliği yaptıklarını itiraf ediyor, "bağımsızlığa da hak kazandık" diyor. "Şimdi, bizim talebimiz, 6 Osmanlı vilayetiyle Kilikya'dan ve Rusya'daki kardeşlerimizden oluşan bağımsız bir hükümet kurmaktır." İşte, burada, bir bağımsız hükümet kurmak için yabancı ordularla işbirliği yapan çetelerin tasfiyesi söz konusudur.

Değerli arkadaşlarım, şimdi size ilginç bir bilgi vermek istiyorum. En son bilgi budur. Bize diyorlar ki: "Efendim, Türkiye, arşivleri açtım diyor ama, en önemli arşivler Genelkurmaydadır, Genelkurmay arşivlerini açmıyor, o yüzden bazı belgelere ulaşılamıyor."

Değerli arkadaşlarım, Genelkurmay arşivlerini tasnif etmiştir ve bu arşivlerin ilk iki cildi bugün yayınlanmıştır, bugünkü tarih itibariyle yayınlanmıştır. Bakınız bu arşivlerde ne deniliyor, size sadece bir tek belge okuyacağım. Çok önemli belgeler var içinde; ama, bu belgeyi okuduğunuz zaman anlıyorsunuz Osmanlılar niçin tehcir yapmış. 3 üncü Ordu Komutanı Mahmut Kâmil Paşa, 19 Haziran 1915 tarihinde Savunma Bakanlığına gönderdiği yazıda bakınız ne diyor: "Doğuda Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas İlleri savaş alanıdır. Harp harekâtı bu alanda yapılmakta olduğu gibi, ordunun muhtaç olduğu yiyecek maddeleri de bu illerden sağlanmaktadır. Erzurum, Van ve Bitlis İllerindeki Ermeniler, düşman tarafına firar ederek, çeteler halinde yolları kesip, halkı katlederek, depoları yağmalayarak gerçek yüzlerini gösterdiler. Sivas, Diyarbakır, Elazığ İllerinde oturan Ermenilerin de aynı gayeyi güttükleri, ele geçirilen silah, bomba, patlayıcı maddeler ve açığa çıkan teşkilatlarıyla meydana çıkmaktadır. Bu durum, sonradan Karahisar'da ortaya çıkan olay ile de tescil edilmiştir. Bunun üzerine, orduyu besleyecek bölgelerin ve menzil sınırımızın geçtiği yerlerin düşmanca emeller taşıyan bu unsurlarla dolu olmasını, ordunun yiyecek ihtiyacı ve emniyeti bakımından tehlikeli görüyorum. Ordu, dış düşmana zorlukla karşı koyduğu anda, ikmal erlerinin ve yeni kuvvetlerinin bir kısmını iç düşmanlara ayırarak büyük bir tehlikeye maruz kalıyor. Bu nedenle, gelecekte daha vahim bir durum karşısında kalmamak için, şimdiden yukarıda arz edilen illerdeki Ermenilerin de Halep ve Musul bölgesine sevk edilerek iskân edilmesine ve valilere bu konuda ordu tarafından yapılacak tebliğlerin geciktirilmemesi için yardım edilmesini ve bu konudaki onaylarının bildirilmesini arz ederim." İşte, bugün yayımlanan belge budur.

Değerli arkadaşlarım, tehcir, durup dururken alınmış bir karar değil. Komutan, size açıkça söylüyor; diyor ki: Bu bölgelerde yaşayan Ermeniler düşman tarafına firar ettiler, bizim ikmal yollarımızı kesiyorlar, halkımızı öldürüyorlar, bunları buradan başka yere taşıyın. Sebebi bu. Bunun soykırımla ne alakası var; hiçbir alakası yoktur.

Değerli arkadaşlar, bir meseleye daha değinmek zorundayız, o da şudur: İstanbul işgal altındayken, İngilizlerin baskısıyla bir mahkeme kuruluyor. Nemrut Mustafa Divanı adıyla anılan bu mahkeme, İngilizlerin verdiği listelere dayanarak, bazı vatandaşlarımızı, devlet görevlilerimizi yargılıyor, bir kısmını idama mahkûm ediyor, bir kısmına da ağır cezalar veriyor. Bunların içinde çok değerli devlet görevlileri vardır: Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi, Urfa Mutasarrıfı Şehit Nusret Bey gibi. Bu değerli insanlarımızı, bu mahkeme, idama mahkûm ediyor ve idam ediyor. O dönemde, gerçekten vatansever insanlar bunları kaçırmak istiyor. Bunlar "biz niye kaçalım, hiçbir suç işlemedik. Devletimize hizmetten başka hiçbir günahımız yok; niçin kaçalım; kaçmak şerefsizliktir" diyorlar ve şereflerini idam edilerek gösteriyorlar. Ondan sonra, devlet, yapılan kusuru anlıyor, cumhuriyet kurulduktan sonra, bunların çocuklarını devlet okutuyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bir görevimiz daha var; işte, bu gibi dış baskılarla, adalete politika karıştırılarak mahkûm edilen insanlarımızın itibarını iade etmek. İşte, bize düşen en önemli görevlerden biri budur.

Çok değerli arkadaşlarım, İngilizler, biliyorsunuz, ondan sonra, bizim devlet adamlarımızı, 143 kişiyi Malta Adasına sürdüler -demin arkadaşlarımız anlattılar- ve sonunda bunların suçlu olduğunu kanıtlayacak tek bir belge bulamadılar. Buna rağmen, İstanbul'daki İngiliz temsilcisi Amiral De Robeck, Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a mektup yazıyor -bunları tescil etmek, tarihe geçirmek lazım- aynen şöyle diyor: "Tutukluları -Malta'daki mahkemeden bahsediyor- mahkeme önünde itham edecek hukukî delillerimiz yoktur; ancak, siyasî şartlar, onların geri gönderilmesini de uygun kılmamaktadır." Yani, bunların suçu yok; ama, Malta'da tutun diyor, geri göndermek siyasî açıdan mahzurludur. Bunların geri gönderilmesini isteyen Churchill'den başkası değildir. Bizzat, Churchill "bunları haksız yere tutamayız, geri göndermemiz lazım" diyor.

Şimdi, Ermeniler o devirden beri bu propagandaları sürdürüyorlar; ama, bu propagandaların mahzurları daha o devirde anlaşılmış.

Bakınız, size, bir Amerikan gazetesinden çok kısa bir alıntı yapacağım. 2 Ocak 1920 tarihinde, New York Herald Gazetesinde bir yazı yayımlanıyor; bakın, ne deniliyor New York Herald Gazetesinde: "Türkiye'deki Ermenileri bugün yeni bir tehlike tehdit ediyor. Bu tehlike Amerika'da yaşayan Ermenilerden geliyor. Ermeniler tarafından icra edilen propagandalar Amerikan kamuoyu üzerine çok kötü bir tesir yapıyor. Amerika'yı Kafkasya'da askerî bir serüvene sürüklemeye çalışanlara gazetemiz muhalefet etmektedir. Doğu Anadoludaki vaziyete tamamen vâkıf olan hiçbir Amerikalı, Ermeni taleplerini onaylayıp, buna yardım etmez."

İşte, Amerikan basını bunu söylüyor, değerli arkadaşlarım.

Şimdi, neticede, bu olaylar tarih içinde böyle gelişiyor.

Atatürk ne diyor bu konuda; Atatürk'ün bir sözünü değerli arkadaşımız anlattı, Mecliste söylediğini. Atatürk'le ilgili asılsız birtakım iddialar ortaya atılıyor, sözde Ermeni soykırımını kabul etmiş gibi iddialar; bunların hiçbirinin aslı esası yok.

Bakınız, Atatürk, 1 Mart 1920 tarihinde, İstanbul'da bulunan İtilaf Devletleri temsilcilerine ve Amerika'nın yüksek komiseri Amiral Bristol'e gönderdiği mektupta ne diyor; sadece kısa bir paragrafını okuyorum: "Bu uydurma Ermeni kırımı meselesi ve tüm dünyayı aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandaların niteliği hakkında uygarlık ve insanlık dünyasının bir kere daha aydınlatılması ve bu suretle, haksızlığa uğramış olan Türk Ulusunun iğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması için İtilaf Devletleri ile Amerikan Hükümetinin adaletseverlik duygularına müracaat ediyoruz."

İşte, Atatürk bunu söylüyor, değerli arkadaşlar.

O bakımdan, biz de, Atatürk'ün bu mirasına sahip çıkarak, bu haksız ve asılsız iddialarla sonuna kadar mücadele edeceğiz.

Şimdi, yabancı ülkelerle ilgili de benzeri iddialar var. Fransa'nın, biliyorsunuz, sömürgelerinde soykırım uyguladığı, katliamlar yaptığı iddiaları çok yaygın. Cezayir'de 1 000 000 insan ölmüş, bunlar eceliyle ölmedi; Çin Hindi'nde 400 000 insan öldü, eceliyle ölmedi; Madagaskar'da 90 000 insan öldü, eceliyle ölmedi. Bu iddialar karşısında Fransa ne diyor; Fransa şunu diyor, eski başbakan Lionel Jospin, 26 Kasım 2000 tarihinde verdiği bir demeçte şunu söylüyor: "Cezayir'de Fransa işkence yapmadı. Fransız Ordusunda da böyle bir emir verilmedi. Bazı yüksek rütbeli subaylar böyle zulümler yaptılarsa bile Fransa bu olaylardan sorumlu değildir. Bu konuyu tarihçilere bırakalım." Güzel... Siz, sizinle ilgili iddiaları tarihçilere bırakacaksınız; ama, bizimle ilgili iddialar gündeme gelince, hemen meclisinize gideceksiniz ve "Türkler soykırım yaptı" diye karar alacaksınız. İşte biz bunu reddediyoruz, biz bunu kabul etmiyoruz. (Alkışlar)

Geçenlerde Fransız Meclis Başkanı Debre geldi. Bize "Birleşmiş Milletler veya UNESCO himayesinde bir komisyon kurulsun. Tarihçiler otursunlar, araştırsınlar soykırım iddiasını" diyor. Kendisine "yani, siz demek istiyorsunuz ki, bu meselenin araştırılmasını istiyoruz, bilim adamları bize, soykırım oldu mu olmadı mı, bunu söylesinler; bunu istiyorsunuz" dedim. "Evet, bunu demek istiyorum" dedi. "Peki, o zaman, bunu bilmeden, öğrenmeden bu soykırım kararını niçin aldınız Parlamentonuzda" dedim; hiçbir cevap veremedi. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitirirken şunu söylemek istiyorum: Biz bu konularda gerçeği ortaya çıkarırsak, Birinci Dünya Savaşında ne olmuştur gerçeğini ortaya çıkarırsak, görevimizin sadece bir bölümünü gerçekleştirmiş olacağız. Görevimiz bununla bitmiyor. Bu soykırım iddiaları, yıllar boyunca sürdü ve ondan sonra, bizim çok sayıda diplomatımızın hayatına mal olan, Ermeni teröristlerin, ASALA teröristlerinin katliamına yol açtı.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakandan rica ediyorum, Sayın Dışişleri Bakanından rica ediyorum; lütfen, bu ASALA terörüyle ilgili, devletimizin elinde, ne belge varsa açıklayınız.

Size şunu soruyorum: Sözü edilen olaylar 1915'te olmuş, ASALA teröristleri diplomatlarımızı öldürmeye 1975 yılında başlıyorlar. Acaba neden? Acaba, bu saldırıların, Türkiye'nin Kıbrıs Harekâtından sonra başlaması, bir tesadüf müdür?! Bir tesadüf müdür?! Türkiye'nin Kıbrıs Harekâtından sonra, Rum terör örgütleri açıklama yaptılar "şimdi Türk Ordusu Kıbrıs'ta hâkimdir, biz onlara karşı bir şey yapamayız; ama, dünyanın her yerindeki Türk hedeflerini vuracağız" dediler ve ondan sonra, birer birer, değerli büyükelçilerimiz, diplomatlarımız öldürülmeye başlandı.

Devletin elinde, bu konuda, Kıbrıslı Rumlar ile Ermeni teröristler ve PKK teröristleri arasındaki işbirliğinin kanıtları vardır, belgeleri vardır, fotoğrafları vardır. Şimdi, hükümetten rica ediyoruz, lütfen, bunları açıklayınız, ne biliyorsanız açıklayınız ve devletimizin bu bilgilerinden yararlanan araştırmacılar, bugün ne olduğunu görsünler ve Türk diplomatlarının hangi komplonun sonucunda öldürüldüğünü öğrensinler, Ermenilerin hangi siyasî amaçlara alet edildiklerini, tetikçilik yaptıklarını görsünler. İşte, hükümetten böyle bir ricamız var.

Son olarak da şunu söyleyeyim: Bununla da yetinmemeliyiz, son olarak, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışmaları da gün yüzüne çıkarmak lazım. Yalnız Hocalı'da 8 000 civarında Azeri öldürüldü. Kim öldürdü bunları, sorumlusu kimdi? Bunlar yargılandı mı, cezalandırıldı mı; hiçbir şey yapılmadı. ASALA teröristlerinin, diplomatlarımızı öldüren teröristlerin, sadece üçte 1'i yakalandı; bunların da büyük bir bölümü afla serbest bırakıldı; geri kalan mahkemeye bile çıkarılmadı. İşte, bütün bunların peşinden gitmek, bunlara sahip çıkmak, bizim görevimizdir.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bir Ermeninin görüşleriyle bitirmek istiyorum. Türkiye'de yaşamış, Türkiye'de doğmuş ve Türkiye'ye de vaktiyle hizmet etmiş Gülbenkyan, bakınız, bu konuda ne diyor; 24 Nisan 1965 tarihinde, Gülbenkyan, şunları söylüyor: "Türkiye'deki Ermeni kardeşlerim, anavatanlarında, sulh, sükûn, güvenlik ve refah içinde yaşamaktadırlar. Onların rahatını bozmaya kimsenin hakkı yoktur. Eski olayların canlandırılmasını kimse istememektedir. Zaten, bu gibi kışkırtmalar, içeriden değil, dışarıdan gelmektedir. Hepimiz Türkiye'de doğduk, anavatan olarak Türkiye'yi bildik. Bugün, Türkiye'deki Ermenilerin Türklerden hiçbir farkı yoktur."

İşte, Gülbenkyan bunu söylüyor. Umarım ki, bugün de ülkemizde yaşayan bütün Ermeniler bunun altına imza atacaklardır.

Değerli arkadaşlarım, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisindeki iktidar ve muhalefet partilerinin, bu millî dava etrafında birleşerek, ortak tavır almalarını büyük bir memnunlukla karşılıyoruz. Umuyoruz ki, Kıbrıs gibi, Ege gibi başka millî davalarda da aynı millî birlik ve dayanışma duygusu Yüce Meclisin çatısı altında egemen olacaktır ve ülkemizin çıkarlarının ve itibarının korunmasında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihî sorumluluğunu yerine getirecektir.

Hepinizi saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre, Mecliste temsil edilen siyasî partilerimizin genel başkanları buradaysa sayın genel başkanlarına, yoksa, birer temsilci üyeye, bu millî meselede çok kısa bir açıklama yapmak üzere söz vereceğim.

İlk sözü, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Kemal Ağar'a veriyorum.

Sayın Ağar, buyurun.

MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çok teşekkür ediyorum.

Önemli bir konu görüşüldü. Çok kısaca bazı görüşlerimi ifade etmeden evvel, geçtiğimiz gün Norveç'te meydana gelen olaya kısaca bir değinmek istiyorum.

Sayın Başbakanın seyahatinde yapılan hareketi şiddetle kınadığımızı ifade ediyorum. Geçtiğimiz günlerde, aynı ülkenin büyükelçisinin fotoğraflarda şirin gözükmeyen davranışlarıyla ortaya çıkan, her ülkenin kendi ülkesine misafir gelen devlet ve hükümet başkanlarını koruma, bir zarar gelmemesi konusunda azamî hassasiyeti göstermekte ortaya konulan zafiyetin de bir tesadüf olduğunu düşünmek istiyorum.

Türkiye, gerçekten, dünyada hiçbir devletin başaramadığını, milletiyle beraber başaran, PKK terör örgütü mensuplarını, terörün en ziyadesiyle yoğun olduğu bölgelerde yaşayan Kürt asıllı vatandaşlarından tecrit etmek suretiyle, kendi milletinin bir başarısı olarak tescil ettiği önemli bir sonuçtur. Bu sonuçla birlikte bu tür ayrılıkçı faaliyetlerin asla başarıya ulaşamayacağı millet eliyle tescil edilmiştir.

Hal böyle iken, dıştan destekli birtakım siyaset amaçlı gibi görünen, Türkiye'nin kuruluş konseptini, kuruluş felsefesini tartıştıracak bazı girişimlerin de hiçbir şekilde kabul göremeyeceği açık bir gerçektir.

Kurulduğundan bu yana, insanlar arasında, Anayasayla güvence altına alınmış, vatandaşlık bağlarıyla ülkeye sımsıkı bağlı olan insanların ayırım gözetilmediği, götürülen hizmette, uygulamalarda bazı eksikliklerin olabileceğini tabiî karşılamak lazım, her ülkenin hayatında bunlar var. Bunların da süratle giderilmesinin, her cumhuriyet hükümetinin temel görevlerinden olduğundan hareketle, bunlara karşı da net tavrımızı ifade ediyoruz ve burada ortaya çıkan saldırgan, yakışmayan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin manevî şahsiyetine, ülkemize yönelik, Başbakanın şahsına yönelik, şahsıyla ortaya çıkan, bu davranışları şiddetle, nefretle kınadığımızı Meclisin huzurunda ifade etmek istiyorum. (Alkışlar)

İkincisi, bu konuyla ilgili olarak, önce olumluları söyleyeyim. Anamuhalefet Partimizin çalışmalarını saygıyla karşılıyoruz; emek sarf etmişlerdir, önemli bilimadamları getirmişlerdir. Meclis çatısı altında gerçekten faydalı çalışmalar yapılmıştır ve mesele de bir yere doğru götürülmeye çalışılmaktadır.

Çok kısaca söylemek gerekiyor; konuşmacılar çok detaylarıyla anlattılar, kendilerine teşekkürlerimizi, şükranlarımızı ifade ediyorum. Tarih, bize, bu coğrafyada yaşayan unsurların, ne hesap yapacaklarsa, bu coğrafyanın aslî unsurlarına yapmalarının doğru olacağını, bu coğrafyanın dışındaki güçlere dayanarak yapılacak bütün hesapların, gerçeklerle örtüşmeyeceği için bir sonuç vermeyeceği gibi bir temel gerçeği hepimize öğretmiştir. Dolayısıyla, bu çerçeve içerisinde hareket etmeyen hiçbir hareketin başarıya ulaşabilmesinin söz konusu olmadığı ortadadır. Çok net, bir konuşmacımız -şu an hatırlayamadım- ifade etti; merhum Gökalp'in söylediği gibi, tam bir mukateledir. Savaş devamında kendi ülkesinin millî güvenliğine, toprak bütünlüğüne ve ulusal menfaatlarına yönelik, üçüncü ülkelerle anlaşmak suretiyle isyan çıkaran bazı unsurlara alınan hukukî çerçevede tedbirler vardır. Uygulamalardaki aşırılığın olup olmaması tartışılabilir; ama, sonuç olarak, meşru temele dayalı, hukukî temele dayalı. Tam tersine, sonucunda ortaya çıkan Nemrut Mustafa Divanının -gayri hukukî bir mahkeme- tarihin çeşitli dönemlerinde görüldüğü gibi, emirle hareket eden bir mahkeme olduğu bellidir.

Ayrıca, tabiî ki, Ermeni vatandaşlarımızı tecrit de etmek lazım bu konudan. Bütün bu mücadele sürerken Birinci Cihan Harbi sırasında, harp bölgesinin dışında 10 mutasarrıflık, 14 vilayet çerçevesi dışındaki bütün her yerdeki Ermeni vatandaşlarımız can güvenliği içinde olmuştur. Hatta, bir örnek de belki vermek lazım. Devri Osmanînin Hilali Ahmer Cemiyetinin İkinci Başkanı Berç Keresteciyan, Millî Mücadelede, şahsî servetiyle, büyük ölçüde silahı millî kuvvetlere intikal ettirmiştir ve bundan sonra da, Mustafa Kemal Paşa, hemen cumhuriyetin akabinde kendisine Türker soyadını vermiştir. Böyle de tarihe geçmiş Ermeni vatandaşlarımız vardır.

Şimdi, hoşgörünüze sığınarak son bir konudaki analizimi söylemek istiyorum. Britanya Avam Kamarası ve Lortlar Kamarasına yönelik mektubu büyük bir memnuniyetle gördük. Ancak, burada gördüğümüz bir şey oldu hiç bu Mecliste rastlamadığımız şekilde. Hadi İktidar Partimizin bu tür davranışlarına alıştık; kendilerinin dışındaki siyasî güçleri yok farz eden, onlarla diyalog kurmamayı bir usul ittihaz eden anlayışına. İnşallah, ileride milletimizin takdiriyle farklı gelişen seçim sonuçlarında onu kavramaya başlayacaklardır; ama, seksen senelik bir büyük siyasî tecrübesi olan Anamuhalefet Partimizin, milyonların oyu olan partileri ve genel başkanlarını yok farz etmelerini üzüntüyle karşıladığımızı ifade ediyorum. İnşallah, bu üzüntümüzü, milletimiz, gelecek seçimlerde telafi edecektir. Biz, buna rağmen -tabiî, ülkemiz için yararlıdır- her iki metni de imzaladık.

Saygılar sunuyorum Sayın Başkan. (Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ağar.

İkinci konuşmacı, Anavatan Partisi Bitlis Milletvekili Edip Safder Gaydalı; buyurun.

EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz verdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.

Dün, Sayın Başbakanımıza Norveç'te yapılan saldırı, sadece Sayın Başbakanımızın şahsına değil, yetmiş milyon insanımıza ve hepimize yapılan bir saldırıdır. Bunu, ne kadar üzüntü duyduğumuzu, bir yazıyla da Sayın Başbakanımıza ilettik. Bu konuşma vesilesiyle bir daha buradan tekrar etmek istiyoruz ve bu tip olaylarla karşılaşmamamız da temennimiz.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde çeşitli kanun tasarı ve teklifleri görüşülürken her milletvekilinin kendi görüşünü bildirmesi, ne kadar aykırı bile olsa, kendi bildiklerini kürsüden söylemesi ve diğer milletvekillerinin de bunu saygıyla karşılaması gayet normaldir, demokrasinin gereğidir; ama, bazı konular vardır ki, burada siyaset yapılmaz. İşte, bugün görüştüğümüz konu da böyle bir konudur. Burada, 549 milletvekili tek yürek, tek yumruk; hatta, yetmiş milyon insanın da bu konuda bizimle birlikte düşündüğünü varsayıyoruz. Burada, temsilcisi olan partiler değil, temsil edilemeyen partiler de bu konuda hemfikirlerdir.

Bu konuda söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum; saygılarımı Genel Kurula arz ediyorum. (Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gaydalı.

Sosyaldemokrat Halkçı Parti İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Güryüz Ketenci; buyurun.

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle partimizin isminin doğru ifade edilmesini diliyorum; Sosyaldemokrat Halk Partisidir. Dilerim ki, bu Meclis, bunu kısa sürede daha kavrayacaktır, öğrenecektir Sayın Başkan.

Dışişleri Bakanımız, sorunun ulusal bir sorun olduğunu, önemli olduğunu, çok derinliği olan bir sorun olduğunu zengin konuşmasında ifade etti. Sorunla mücadele konusunda da toplumun ortak hareket etmesinin gerekli olduğunu, özellikle, başta siyasî partiler olmak üzere, toplumun, bütün sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının bir dayanışma içinde bu soruna karşı birleşmeleri gerektiğini ifade etti. Ancak, bize söz verilmedi. Bu Parlamento içinde grupları olmasa da, değişik siyasî partilerin temsilcileri var, değişik siyasî partilerin milletvekilleri var. Milletvekilleri, bir siyasî partiye mensup olabilir; ama, özünde milletvekilleri bütün bir ulusun milletvekilleridir. Bu ulusal meselede, bu ulusal sorunda bize söz verilebilirdi; kürsüden düşüncelerimizi ifade edebilirdik; ama, bu yapılmadı. Bunu daha işin başında yapılan bir eksiklik olarak saptıyorum. Bunu öncelikle ifade edeyim.

Bir başka nokta; Sayın Başbakanın ve Sayın Anamuhalefet Partisinin Başkanının imzaladığı, biraz evvel burada dağıtılan bildirgenin hemen başında, ikinci paragrafında "aşağıda imzaları bulunan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm üyelerini oluşturan bizler" diye başlayan bildirgenin altında sadece Başbakanın ve Anamuhalefet Partisinin imzaları var. Şimdi, demokrasiyi böyle anlayan, bu anlayışı taşıyan bir Meclis dünyada nasıl demokrasi dersi verecek?! Bunu öncelikle ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Ketenci, lütfen, konuyla ilgili görüşlerinizi açıklar mısınız?!

Buyurun.

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Tamam efendim.

Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir olaya bir master plan çerçevesinde bakmalıdır diye düşünüyorum. Şimdiye kadar 11 Avrupa ülkesinde Ermeni sorunu konusunda Türkiye aleyhine kararlar çıkmıştır. Bu kararlar çıkarken o ülkelerde bizim dostluk gruplarımız yok mudur; vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu gözardı etmemelidir. Bu kararlar konusunda dostluk gruplarımızın bir etkinliği olamaz mı? Yani, önümüzdeki süreçlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu düşünebilmelidir.

Ermeni sorununa ilgi duyan ülkelerdeki Türk vatandaşlarımız vardır; bunların sivil toplum örgütleri vardır, meslek odaları vardır, hemşeri dernekleri vardır. Bakınız, 1 000 000 nüfusumuzun olduğu Fransa'da Ermeni soykırım yasa tasarısı meclisten geçerken Fransız Parlamentosunun etrafı Ermeniler tarafından çevrilmiş, Ermeniler tarafından doldurulmuştur; bizim insanlarımız orada herhangi bir davranış içinde olmamışlardır, tepkilerini göstermemişlerdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuda öncülük yapabilir, önderlik yapabilir. Önümüzdeki süreçlerde Alman Parlamentosuna taşınacak olan bu doğrultudaki bir yasa karşısında, 2 500 000 insanımızın bulunduğu Almanya'da harekete geçirebilir; onların, ağırlıklı olarak meslek örgütlerini, hemşeri derneklerini harekete geçirebilir, bu konuda etkinlik sağlayabilir. Bunu da ifade ediyorum.

En son Avrupa ülkelerinde alınan Ermeni yanlısı parlamento kararlarının hemen hepsi Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecini engellemek amacını taşımaktadır. Örneğin; Alman Hıristiyan Demokratlarının Ermeni yanlısı kararları, bu partinin, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde karşıtlığının altyapısını oluşturmaktadır. Bu konu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gözünden kaçmamalıdır.

Son olarak, Sayın Başkan, dünyada Ermeni iddiaları konusunda yayımlanmış bulunan bütün eserlerin, neredeyse, yüzde 90'ı Ermeni tezlerini desteklemektedir. Üniversitelerimizin ve diğer ilgili kuruluşlarımızın bu gidişi tersine çevirebilmeleri gerekmektedir. Bunun için, söylediğim gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi girişimde bulunabilir, öncülük edebilir, önderlik yapabilir.

Hepinize saygılar sunuyorum, sevgiler sunuyorum; sağ olun.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Ketenci, yalnız, bir hususu açıklamama izin verirseniz, bu biraz sonra ilan edeceğimiz metinde, SHP temsilcisi olarak sizin imzanız var. Ayrıca, İçtüzüğün Başkanlığa verdiği yetkiye dayanarak, ben, yine, sizlere söz hakkı verdim; başka türlü söz vermem mümkün değildi. Bunları, Genel Kurulun takdirlerine sunuyorum.

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ayrıca, partinizin ismini zikrederken, eksik bir ifade, yanlış bir ifade kullandığım için de özür beyan ediyorum.

Son konuşmacı, bağımsızlar adına, bağımsızların temsilcisi olarak -arkadaşlarımız öyle ifade ettiler- Bayburt Milletvekilimiz Ülkü Gökalp Güney.

Sayın Güney, buyurun.

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, çok teşekkür ederim. Ben, bağımsız bir milletvekili olarak duygularımı ifade etmek istiyorum.

Evvela, Ermeni zulmü görmüş olan bir yörenin evladıyım, çocuğuyum; Bayburt, büyük Ermeni zulmü görmüş bir yerdir Erzurum'la birlikte. Böyle bir konuda, bugün, Meclisimizin, başta Dışişleri Bakanımız olmak üzere, Anamuhalefet Partisi ve diğer bütün konuşmacıların konuşmalarını büyük bir memnuniyetle dinledim. Hele hele, böyle millî bir davada, Sayın Başbakanımız ve Anamuhalefet Partisi Başkanımızın birlikte vermiş olduğu fotoğraftan gurur duydum; kendilerine teşekkür ediyorum ve diyorum ki, işte, bizler, milletvekilleri, bu yüce milletin temsilcileri olarak, sadece Ermeni meselesinde değil, ülkemizin millî davalarında, örneğin, Kıbrıs, Avrupa Birliği ve daha sayabileceğimiz meselelerde bir yumruk gibi birlik ve beraberlik içinde hareket edelim.

Adaletinize teşekkür ediyorum. Bizlere de söz verdiğiniz için, tekrar saygılarımı sunuyorum.

Yüce Heyetinize ve bütün milletvekili arkadaşlarıma en içten duygularla saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güney.

Sayın milletvekilleri, bugün, bu yüce çatı altında, son derece hassas bir konuyu tüm yönleriyle değerlendirmiş bulunuyoruz.

Değerli milletvekillerimiz tarafından, tarihî vesikalara dayanılarak Ermeni tehciri konusu değerlendirilmiş, bu konuda Ermeni diasporası tarafından tüm dünyada yapılan yanlış bilgilendirme ortaya konulmuştur.

Bu yanlış bilgilendirilmelerin düzeltilmesi için, iktidarıyla muhalefetiyle, tüm Meclisimiz ortak bir tavır sergileyerek, biraz sonra okuyacağım metni hazırlamışlardır. Bu ortak metin, Türk Milletinin tarihinin her sayfasına sahip çıktığının, geçmişte yaşanan olayların, arşivlerin eşliğinde değerlendirilmesine açık olduğunun önemli bir göstergesidir.

Yine, bu metnin, bir söylem birliği içinde hazırlanması, millî tarihimiz ve değerlerimiz söz konusu olduğunda, tüm siyasî partilerimizin nasıl bir ortak tavır sergileyebildiklerinin dünyaya gösterilmesi bakımından da büyük bir önem arz etmektedir.

Meclisimizin, her zaman olduğu gibi, bugün, yine, bu ortak metinle, yüce milletimizin ortak görüşünü seslendirmiş olduğuna inanıyor, tüm milletvekili arkadaşlarıma Başkanlık Divanı adına şükranlarımı arz ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, siyasî parti grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisindeki diğer siyasî partileri ve bağımsızları temsilen Başkanlığımıza verilen müşterek imzalı bir önerge vardır; önergeyi okuyorum:

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

3.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Türkiye ile Ermenistan'ın çıkarlarının Türk ve Ermeni uluslarının barıştırılmasında olduğuna inandığına; Türkiye ile Ermenistan'ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurulmasına; dünya barış ve istikrarına katkıda bulunmak isteyen iyi niyetli her ülkenin Türkiye'nin bu önerisine katkı vermesi gerektiğine; Türkiye'ye, tarihini, bazı propaganda belgelerine dayanan tek yanlı ve yanıltıcı değerlendirmeler üzerine bina etmesinin dayatılabileceğini düşünen ve hesaplarını buna göre yapan çevrelerin yanılgı içinde olduklarına ve bunun hiçbir koşulda mümkün olmayacağına ilişkin, AK Parti ve CHP Grubu Başkanvekilleri, DYP Genel Başkanı, ANAP, SHP ve bağımsız milletvekilleri temsilcilerinin müşterek önergeleri (4/286)

"Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), gerek Türkiye'nin gerek Ermenistan'ın çıkarlarının, asırlar boyunca aynı topraklar üzerinde birbirlerine karşı hoşgörü ve barış içinde yaşamış olan Türk ve Ermeni uluslarını barıştırmak, onları savaş yıllarından kaynaklanan derin önyargılara tutsak olmaktan kurtarmak ve hoşgörü, dostluk ve işbirliğine dayalı bir ortak geleceği paylaşmalarına imkân verecek bir ortamı yaratmak olduğuna inanmaktadır.

İktidar ve Anamuhalefet Partileri, bu amaca yönelik olarak, tarihî gerçeklerin bilimsel araştırmayla gün ışığına çıkarılmasını ve tarihin iki ulus için de yük olmaktan çıkarılmasını amaçlayan bir öneri yapmışlardır. Bu öneri, Türkiye ile Ermenistan'ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurmalarını, ulusal arşivlerini kısıtlamaya tabi tutmadan araştırmaya açmalarını, ilgili diğer ülkelerdeki arşivlerde de sürdürülecek bu araştırmaların sonuçlarının dünya kamuoyuna açıklanmasını ve bahis konusu komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerinin iki ülke arasında saptanmasını öngörmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu tarihsel nitelikteki öneriyi tümüyle benimsemekte ve desteklemektedir.

Bu girişimin uygulanabilmesi için Ermenistan Hükümetinin işbirliği şarttır. Bu bağlamda, Türkiye ile Ermenistan'ın tarihe ortak bir perspektiften bakmaları sağlanamadığı takdirde, iki tarafın da çocuklarına ve gelecek nesillere bırakacağı miras önyargı, düşmanlık ve intikam duygularından başka bir şey olmayacaktır.

Akıl ve mantık, Türkiye ile Ermenistan'ın ortak bir girişimle tabuları yıkmaktan korkmamalarını ve ortaklaşa yaşadıkları beşerî facianın tüm yönlerini açığa çıkararak tarihleriyle hesaplaşmaya hazır olmalarını emretmektedir. Geçmişin, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasını önleminin yolu budur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyetinin bu önerisinin değerlendirilmesinde, esasta bunun bir barış girişimi olduğunun dikkate alınması gereğinin altını çizer. Eğer, Ermenistan, Türkiye'yle iyi komşuluk ilişkileri kurmak ve işbirliği zemini geliştirmek istiyorsa, Türkiye'nin ortak tarih değerlendirilmesi önerisini kabulde tereddüt etmemelidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin önemle belirtmek istediği bir husus da, iyi niyetli ve dünya barış ve istikrarına katkıda bulunmak isteyen her ülkenin ve her devlet adamının da içpolitika düşüncelerini bir tarafa bırakarak, Türkiye'nin uzlaşıya ve sağduyuya dayalı bu önerisine olumlu bakması gerektiğidir. Bu bakımdan, Türkiye- Ermenistan ilişkilerinin düzelmesini içtenlikle isteyen ve Kafkaslar bölgesinde barış ve istikrarın yerleşmesini arzu eden devletlerin de bu girişime destek vermeleri ve özellikle bu girişimi zayıflatacak faaliyetlerden uzak durmaları beklenmektedir.

Bu konuda öncelikli sorumluluk parlamentolarında Ermeni iddialarına ilişkin karar alan ülkelere düşmektedir. Şayet bu ülkeler, iddia ettikleri gibi Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine önem veriyorlarsa, iyi niyetlerini göstermeli ve iki ülke arasında bir ortak tarih komisyonu kurulmasına yönelik önerimizi desteklemelidirler.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Osmanlı Ermenileri tarihinin dünya tarihçileri arasında tartışmalı bazı sayfalarına ilişkin bir konuda yabancı parlamentolar tarafından siyasî amaçlarla karar alınmasını ve aydınlığa kavuşturulmamış bir tarihsel sorunun hangi yanının doğru olduğuna yasa yoluyla karar verilmesini, yakışıksız, anlamsız, keyfî ve adaletsiz bir uygulama olarak görmekte ve kınamaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, yoğun bir uluslararası baskı kampanyası yoluyla Türkiye'ye tarihini bazı propaganda belgelerine dayanan tek yanlı ve yanıltıcı değerlendirmeler üzerine bina etmesinin dayatılabileceğini düşünen ve hesaplarını buna göre yapan çevrelerin büyük bir yanılgı içinde olduklarını belirtir ve bunun hiçbir koşulda mümkün olmayacağını ilan eder.

 

Salih Kapusuz

Ali Topuz

 

Ankara Milletvekili

İstanbul Milletvekili

 

AK Parti Grubu Başkanvekili

CHP Grubu Başkanvekili

 

Mehmet Ağar

Edip Safder Gaydalı

 

Elazığ Milletvekili

Bitlis Milletvekili

 

DYP Genel Başkanı

ANAP Temsilcisi

 

Ahmet Güryüz Ketenci

Ülkü Gökalp Güney

 

İstanbul Milletvekili

Bayburt Milletvekili

 

SHP Temsilcisi

Bağımsızlar Temsilcisi"

Bilgilerinize saygıyla arz ederim. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, okunmuş bulunan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde ittifakla benimsenen bu deklarasyonun gereği, Başkanlığımızca yerine getirilecektir.

Saygıdeğer milletvekilleri, Büyük Britanya Avam Kamarası ve Lortlar Kamarasının sayın üyelerine gönderilmek üzere, bu konuyla ilgili olarak hazırlanan ve AK Parti Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Anamuhalefet Partisi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal tarafından imzalanan mektup, komisyon sırasında üç nüsha olarak sayın milletvekillerinin imzalarına açılmış bulunmaktadır. Milletvekili arkadaşlarımın mektubu imzalamalarını önemle rica ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.09

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.18

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 83 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, tabiî ki, böyle güzel, tarihî bir olaya imza atmak hepimiz için onur verici bir olaydır. Onun için acele ediyoruz. Hepinize, Başkanlık Divanı adına teşekkürlerimi sunuyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, imza cetvellerini masanın üzerine bırakalım ve lütfen yerlerimize oturalım. İmza cetvelleri kavaslar vasıtasıyla sizlere gönderilecektir.

Bugün, herhangi bir sebeple Genel Kurula gelememiş olan milletvekili arkadaşlarımızın imzası da Başkanlık Divanınca temin edilecektir; bilgilerinize arz ederim.

VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

1.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 31 milletvekilinin, Türkler ve Ermeniler arasındaki tarihsel ilişkilerin objektif veriler ve tarafsızlık ölçüleri içerisinde ele alınarak bir millî politika oluşturulması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/19) (Devam)

2.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Ermeni soykırımı iddialarına karşı gerçeklerin ortaya çıkarılması konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/20) (Devam)

BAŞKAN - Genel görüşme önergeleri üzerindeki öngörüşme tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, genel görüşme önergeleri üzerinde yapılan müzakereler Genel Kurulumuzca yeterli bulunmuştur; ancak, İçtüzüğümüzün 102 nci maddesi gereğince genel görüşme açılıp açılmaması konusunu oylarınıza sunmak zorundayım.

Genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Genel görüşme açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Genel görüşme açılması kabul edilmemiştir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.

2 nci sırada yer alan, Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Esnaf ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/969) (S. Sayısı: 851)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

3 üncü sırada yer alan, Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

3.- Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/989) (S. Sayısı: 861) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 861 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi; AK Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili Fazıl Karaman; şahısları adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan ve İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun söz talepleri vardır.

İlk konuşmacı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi'dir.

Sayın Hamzaçebi, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika Sayın Hamzaçebi.

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Yasa Tasarısı hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, gelir idaresinin yeniden yapılanması veya güçlü bir gelir idaresi kurulması konusu, uzun yıllardır Türkiye'nin gündeminde yer almaktadır. Gelir idaresi konusu, sadece kamunun ihtiyaç duyduğu gelirlerin sağlanması açısından değil, aynı zamanda, uygulanan vergi politikaları aracılığıyla ekonomi üzerinde yaratılan etkiler açısından da son derece önemlidir.

Gelir idaresi, kâğıt üzerinde, yani, mevzuatta yer alan vergi sistemi ile uygulamada var olan, yani, uygulanan vergi sistemi arasındaki farkın en temel belirleyicisidir. Yani, hep söylediğimiz "kanunları yapmak önemli değil, önemli olan uygulamadır" lafının gerisinde yatan kavram, güçlü gelir idaresidir. Bir diğer anlatımla, yasal metinlerdeki düzenlemeler, gelir idaresi aracılığıyla hayata geçirilmekte, yani, uygulanmaktadır. İşte, bu uygulamanın niteliği, kalitesi, en az vergi kanunlarının, vergi politikasının niteliği ve kalitesi kadar önemlidir. Sadece bu bakış açısı bile, gelir idaresi konusunun ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter sanıyorum.

Bu noktada, genel olarak üzerinde uzlaşma sağlanan bir husus da şudur: Vergi idaresinde veya bir diğer adıyla gelir idaresinde bir değişikliğe gitmeksizin, yani, bu idareyi güçlendirici yönde bir yapısal değişikliğe gitmeksizin, vergi politikalarındaki radikal değişikliklerin uygulama şansı veya başarı şansı olmadığıdır. Özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından, bu husus çok daha belirgindir. Vergi politikası ile vergi idaresinin birbirinden ayrılması, bu birleşik yapının ayrıştırılması, gelişmekte olan ülkelerde çok daha önem taşımaktadır. Esasen, bu durum, yapısal bir problemi de gösterir. Nitekim, gelişmekte olan ülkelerde, yapısal reform programlarının merkezinde yer alan unsurlardan birisinin, bu vergi politikası birimi ile vergi uygulaması biriminin birbirinden ayrılacak ol-

                                     

(x) 861 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

ması bir tesadüf değildir. Kuşkusuz, en iyi gelir idaresi en çok geliri toplayan idare değildir. Toplanan gelirin seviyesi kadar, bu gelirin nasıl toplandığı da son derece önemlidir. Söz konusu gelirin toplanması sırasında vergi idaresi ile mükellef ilişkileri, günümüzde, son yıllarda oldukça tartışılmakta ve bu noktada vergi idaresinin çok daha kaliteli hizmet sunması mükellefler tarafından arzu edilmektedir.

BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, birkaç saniyenizi rica edeyim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, şu anda Genel Kurulda bulunan arkadaşlarım, çok önemli bir yasa tasarısını görüşüyoruz ve bu hususta da, şu anda, uzman olan bir arkadaşımız konuşuyor; lütfen, sükûnetle dinleyelim.

Buyurun, Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzde çok sıkça kullandığımız küreselleşme kavramı yaşamımızın her alanını nasıl etkiliyorsa, vergi idaresi de bu etkilenmeden payını almaktadır. Bir yandan teknolojik gelişmeler, bir yandan bu teknolojik gelişmeler çerçevesinde ve küreselleşmenin diğer etkileri çerçevesinde ulaşım ve iletişim maliyetlerinin düşmesi gibi faktörlerin sonucunda, sermaye, giderek, coğrafî sınır kavramını tanımamakta ve sermayenin ülkeler arasındaki akışkanlığı artmaktadır. Buna yönelik olarak, bunu dikkate alan ülkeler, daha uygun bir yatırım ortamı için bu yönde teşvikler vermekte ve bu teşviklerin başlıcası da oran indirimleri olmaktadır. Oran indirimleri son derece önemli bir sonuç yaratmaktadır. Bu, son yıllarda gündemimizde olan konulardan bir tanesidir. Bu tip, daha iyi bir yatırım ortamı yaratmak amacıyla Kurumlar Vergisi ve Gelir Vergisi oranlarında indirim son derece önemli olmaktadır. Yine, bu indirimler bir vergi rekabeti olduğunu ortaya koymaktadır. Gerçekten, ülkeler,sermayeyi kendilerine çekebilmek için, daha iyi bir yatırım ortamı yaratabilmek için, oran indirimleri başta olmak üzere, birçok vergisel düzenlemeleri yapmak suretiyle bir vergi rekabeti içerisine girmektedirler.

Vergi rekabeti kavramının doğal olarak yarattığı bir diğer sorun, emek üzerinde ağırlaşan bir vergi yükü oluşmaktadır. Sadece Türkiye'de değil, gelişmiş ülkelerde, bu, kendisini vergi rekabeti içerisinde bulan ülkelerde emek üzerindeki vergi yükü ağırlaşmaktadır. Bu, ülkelerin karşı karşıya olduğu bir diğer sorundur.

Zararlı rekabetin önlenmesi çabaları vardır. Çokuluslu şirketlerin dünya ekonomisi içerisinde oldukça önemli yer tutuyor olmaları nedeniyle transfer fiyatlaması ve benzeri konular, yine, vergi idarelerinin uğraştığı temel sorunlardandır. Elektronik ticaretin vergilenmesi, yine, artan uluslararası işbirliği ihtiyacı, bütün gelişmiş veya gelişmekte olan ülke vergi idarelerinin gündeminde olan konulardır.

Bu gelişmelere paralel olarak, tabiî ki, vergi sistemleri de ve bu bağlamda vergi idareleri de yeniden yapılanma ihtiyacı duymaktadır. Nitekim, gelir idaresi konusunda uluslararası alanda yaşanan gelişmelere baktığımızda, özellikle son yirmi yılda, gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde gelir idareleri yapılanması konusunda birtakım eğilimlerin öne çıktığını görüyoruz. Nedir bu eğilimler; başlıca üç eğilimden söz edilebilir. Birincisi, vergi türü örgütlenmeyi, vergilere bağlı olarak örgütlenmeyi bir yana bırakarak fonksiyonel örgütlenmeye veya mükellef gruplarına göre örgütlenmeye doğru gitmektedirler. Bu, şüphesiz tek başına hâkim bir eğilim değildir; ama, güçlü bir eğilim olduğunu, bunun, söylemek mümkündür.

Yine, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, gelir idarelerinde, vergi politikasının oluşturulması birimi ile verginin uygulanması, o vergi mevzuatının uygulanması birimi birbirinden ayrılmaktadır. OECD ülkelerinin yaklaşık yarısında vergi politikası birimi ile vergi uygulaması birbirinden ayrılmıştır. Bu da son derece önemlidir.

Yine, vergi idarelerinin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bir diğer özelliği -ki, bu da bir hâkim eğilim olarak ortaya çıkmaktadır- daha güçlü bir vergi idaresi kurulmaktadır. Yapılanma şekli ne olursa olsun, özerk olabilir, yarı özerk olabilir veya farklı bir yapılanma olabilir, gelir idaresini daha güçlü kılma yönünde ülkelerin bir eğilimi vardır. Bu da bir hâkim eğilimdir.

Özerklikten ne amaçlanmaktadır; başlıca iki şey amaçlanır özerklikten. Birincisi, kamu yönetimi hemen her ülkede biraz yavaş işlemektedir. Onun birtakım kuralları, daha esnek, daha çabuk hareket etmek isteyen bazı birimler için zorluklar yaratabilir; personel politikasında zorluk yaratabilir, bu çerçevede nitelikli insan kaynağına ulaşmakta bu idareler güçlük çekebilir. İkincisi, önemli yatırım harcamalarını gerçekleştirmek durumunda olabilirler; genel kurallar bunlara engel olabilir. Bu noktalarda, bu idarelere, yine, genel sistemden çok fazla sapma olmaksızın birtakım esneklikleri tanımak gerekir. Özerklikten veya yarı özerklikten kastın birinci nedeni budur. İkincisi de, vergi uygulamasında siyasetin etkisini biraz daha azaltmaktır.

Vergi politikası birimi, bu ülkelerde, gelir idaresini güçlü kılan ülkelerde, maliye bakanlığı içinde yer alır; çünkü, politika, hükümetin karar vereceği bir konudur; hangi vergiyi nasıl alacaktır; oranları yükseltecek midir, indirecek midir; bunlara tamamen hükümetler karar verecektir. Doğal olarak vergi politikası birimi maliye bakanlığı içerisinde olacaktır; ancak, vergi uygulaması, bu oluşturulan politikanın, buna göre çıkarılan yasaların uygulanması, biraz daha özerk kılınan bir birim tarafından yerine getirilir. Bu, yine maliye bakanlığına bağlı bir birimdir; ama, bunun uygulamalarına veya personel atamalarına siyaset o kadar karışamaz. Neden; karışırsa, orada, artık, kararlar, teknik zorunluluklara göre değil, siyasetin gereklerine göre alınmak zorunda kalınabilir. Bu da uygulamanın tarafsızlığını ve kalitesini bozar.

Türkiye'de gelir idaresinin yapılanması da yaklaşık 1960'lı yıllardan beri gündemdedir. 1960'lardan beri, Türkiye'de gelir idaresinin yeniden yapılanması konusu vardır. Bu konu, 2000'li yıllardan bu yana daha çok tartışılmaya başlandı, daha çok Türkiye'nin gündeminde yer almaya başladı. Önceki yıllarda da bu tartışmalar vardı; ama, toplumun bu kadar gündeminde yer almıyordu. Neden yer almıyordu; geçmişe baktığımızda, özellikle 1980'li yıllarda vergi politikası biraz ikinci plana itilmişti, kamu finansmanı "vergi olmazsa borçla olur" anlayışıyla biraz borçlanmaya dayandırılmıştı ve vergi yükünün Türkiye'de en düşük olduğu yıllardır 1980'li yıllar. 1990'lı yıllarla birlikte vergi yükü Türkiye'de artmaya başlamış ve 1999 yılı sonundan itibaren IMF destekli olarak uygulanmaya başlanan politikalarla birlikte, Türkiye'de vergi yükü olağanüstü ölçüde artmıştır. Yüzde 6,5 oranındaki faizdışı fazla şeklindeki bu programların performans kriteri, ister istemez, gelir idaresini vergi önlemleri almaya yöneltmiş ve vergi önlemleri, toplum için, ilave vergi, ilave vergi yükü olarak ortaya çıkmıştır.

Rakam vermek istersek; bakın, size çarpıcı bir rakam vereceğim. Sadece konsolide bütçe içerisinde yer alan vergi gelirlerinin 1991 yılında gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 12,4 iken, bu rakam 2000 yılında yüzde 21,1'e, 2004 yılında yüzde 23,6'ya çıkmıştır, 2005 yılında yüzde 24,7 olması hedeflenmiştir. 1991 ile 2005 arasını kıyaslarsanız, reel olarak vergi yükünde yüzde 100 oranında bir artış söz konusudur. Diğer vergileri de bu rakama ilave ettiğimizde, yerel yönetimlerin vergilerini, Türkiye'de vergi yükü, sosyal güvenlik primleri hariç, yüzde 27'ye denk gelmektedir ki, bu, uluslararası ortalamalara yakındır, hatta birçok ülkenin üzerinde bir vergi yükünü ifade etmektedir. Örneğin, OECD...

BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, özür diliyorum, kusura bakmayın, sözünüzü yine kestim...

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, lütfen, bütün arkadaşlar yerinde oturursa... Bakanlar Kurulu sırasında şimdi bir hengâme olacak, karışıklık olacak. Bütün arkadaşlarımızın yerine gelip imzalattırılacaktır.

Ayrıca, imzalayamayan arkadaşlar varsa, daha sonra, bizim Kanunlar ve Kararlar Daire Başkanlığımıza gelerek orada imzalayabilirler.

Lütfen, bütün arkadaşlar yerlerine otursunlar, istirham ediyorum... İstirham ediyorum efendim... Yoksa, şimdi, bakınız, bütün arkadaşlar Bakanlar Kurulu sırasına geliyor...

Arkadaşlar, bakınız, Sayın Hatibin sözünü kestim. Bakın, benim görevim, hatibin konuşmasını temin etmektir; ama, şu anda hatibin konuşmasını kesmek zorunda kaldım.

Sayın Hamzaçebi, özür diliyorum; lütfen, buyurun efendim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Vergi yükü, Türkiye'de, OECD ortalamalarına gelmiştir. 30 ülkenin üye olduğu OECD ülkelerinde vergi yükü ortalaması yüzde 27'dir, bu civardadır, Türkiye'nin vergi yükü de, toplam vergi yükü de, sosyal güvenlik primleri hariç, yüzde 27'dir. Demek ki, gerçekten, Türkiye'de çok ağır bir vergi yükü vardır. Hele tarım kesiminin büyüklüğünü dikkate alırsanız, diğer ülkelerde Türkiye'deki tarım kesiminin ekonomideki büyüklüğü kadar bir büyüklüğü olmadığını düşünürsek, tarım kesimini dışarıda bırakarak bir karşılaştırma yaptığımızda, Türkiye'de vergi yükü, OECD ortalamalarının da üzerine çıkmaktadır. İşte, bu noktada, vergi idaresinde, gelir idaresinde reform ihtiyacı kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkmıştır, kendini şiddetle hissettirmeye başlamıştır ve 57 nci hükümetin de gündeminde olan; ama, bir tasarıya dönüşmeyen o çalışmalar, bu hükümet döneminde tasarıya dönüşmüş ve Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmiştir.

Güçlü gelir idaresi kavramıyla yola çıkan hükümetin getirmiş olduğu tasarı, maalesef, güçlü gelir idaresi yaratma özelliğine sahip değildir. Yani, bir yandan bir adım atmaya çalışıyorsunuz; ama, bir yandan, adım atarken, öbür ayağınızla, attığınız adımı, yani, kendinizi çelmelemeye çalışıyorsunuz... Tasarı, böyle bir anlayışla hazırlanmış; üzülerek belirtmek istiyorum. Güçlü gelir idaresi beklentisi olan toplum, mükellef kesimi, çalışanlar, bu beklentiyi bu tasarıda bulma şansına maalesef sahip değillerdir. Tasarının bazı yaptığı iyileştirmeler var şüphesiz; örgütlenmede birtakım, fonksiyonel örgütlenme veya mükellef gruplarına göre örgütlenme gibi bazı düzenlemeleri var; ama, bazı konularda bugünküne göre daha geri düzenlemeler yapmak suretiyle o yapmış olduğu bazı iyi düzenlemeleri de gölgede bırakmaktadır maalesef, onlar gölgede kalmaktadır.

Biraz önce söyledim, güçlü gelir idaresinin temel özelliği nedir; neden bir vergi idaresi maliye bakanlığı içerisinden alınarak bağlı kuruluş haline getirilir, biraz daha ona güç vermeye çalışılır; nedeni şuydu arkadaşlar: Vergi politikası birimi maliye bakanlığı içinde kalacak, vergi uygulaması siyasetin biraz daha uzağında yer alacak. Neden budur. Eğer siyaset uygulamanın içinde, yani, maliye bakanı uygulamanın içinde çok yer alırsa, bütün kararlar kendisine giderse, kendisinin talimatlarıyla şekillenmek durumunda kalırsa o uygulama, o zaman, uygulama, teknik zorunluluklara göre değil, siyasetin zorunluluklarına göre şekillenebilir; böyle bir risk vardır. Bunu, sayın  bakanların şahsıyla, kimliğiyle ilgili olarak söylemiyorum; hangi bakan, hangi kişi, hangi parti olursa olsun, böyle bir uygulama risk yaratır. O nedenle, bu iki birimi birbirinden ayıralım diye yola çıkılmış bu tasarı hazırlanırken; ama, bakıyoruz, vergi politikası biriminin burada düzenlemesi yok. Maliye Bakanlığı Teşkilat Yasasına bir ilaveyle o birimin burada oluşturulması gerekirdi; hükümet onu daha sonra getireceğiz diyor; olabilir, onu bekleyebiliriz; ama, bu tasarıya baktığımızda, vergi uygulamasını acaba gerçekten siyasetin biraz daha dışına alabilmiş mi; baktığımızda onu göremiyoruz. Örneğin, tasarının 4 üncü maddesine baktığımızda, vergi denetim politikalarının ve stratejilerinin belirlenmesi Maliye Bakanlığına bırakılmıştır.

Değerli arkadaşlar, bu, güçlü gelir idaresi veya yarı özerk gelir idaresi, adına ne dersek diyelim, bugünküne göre daha ileride olması tasarlanmış bir idarî yapılanmaya uygun bir düşünce değildir.

Denetim, uygulamanın kendisidir. Bu denetimi Maliye Bakanlığı içinde bırakarak, Gelirler Genel Müdürlüğünü bugünkü yapısından, bugünkü gücünden daha geriye götürüyorsunuz. Bu kesinlikle yanlıştır. Bugün, en azından Gelirler Genel Müdürlüğü, ben ekonomide şu sektörleri inceleyeceğim kendi denetim elemanlarımla diyebilir; ama, Maliye Bakanlığı bu tasarıdan sonra şunu diyebilecektir: Sen, şu sektörleri incelemeyeceksin. Böyle bir şey olabilir mi, değerli arkadaşlar?! Vergi uygulamasının sonuçlarını kim bilir, veriler nerededir, ekonomideki öncelikleri kim bilir, ekonomideki hangi sektörlerde kriz vardır hangisinde yoktur, nerelere öncelik vermek gerekir, kayıp, kaçak nerede fazladır, ekonominin sektörlere göre rekabet gücü nedir; buna göre denetim politikası şekillenir. Bunun altyapısı, verileri Gelir İdaresi Başkanlığında olacak; ama, denetim politikasını Gelir İdaresi Başkanlığı oluşturamayacak!..

Tasarı gerekçesinde diyor ki: Efendim, bugünkü yapıda görev mükerrerlikleri vardır; biz bunu önlemeye çalışıyoruz. Evet, bugünkü yapıda görev mükerrerlikleri vardır. Vergi inceleme hizmetini bugün 5 birim yürütmektedir; 5 birim... Görev mükerrerlikleri aynen devam etmektedir. Tasarının bu konuda yapmış olduğu en küçük bir iyileştirme yoktur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunların detaylarını, maddelerde, ben ve söz alan arkadaşlarım açıklayacaktır; ama, bazı konulara daha değinmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Gelir idaresinin bugünkü sorunlarından birisi, mükellef hizmetleridir. Mükellef hizmeti, çok önemli bir kavramdır ve modern vergi idarelerinin önem vermesi gereken bir kavramdır. Bu konuda, tasarıda birtakım hükümler yer alıyor, bunu iyileştirmeye yönelik olarak bazı hükümler yer alıyor; ama, mükellefle en yakın ilişki içerisinde olacak olan taşra birimlerinin örgütlenmesi, tasarıda açık ve net değildir. Hükümet, bölge başkanlığı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine tasarıyı getirmiştir. 22 bölgede bölge başkanlığı kuruyordu. Kendi içinde tutarlı bir modeldir. 22 bölge başkanlığı, 22 büyük vergi dairesi demektir. Bunun şubeleri olacaktır. Böylece, vergi toplama maliyetini de en aza indirecek; ama, altkomisyon çalışmaları sırasında, bir önergeyle bundan vazgeçildi, hükümetin bir önergesiyle ve "vergi idaresi başkanlıkları" denildi. Bunun nerelerde kurulacağı, hangi sayıda kurulacağı belli değil. Şimdi, hem modern bir yapılanma getiriyorsunuz hem mükellef hizmetlerine çok önem veren vurgular yapıyorsunuz tasarıda hem de taşradaki örgütlenmenin şekli bu tasarıda belli değil.

Değerli arkadaşlar, o zaman, neden yola çıkılmıştır; yani, taşradaki örgütlenmeyi, şu an Parlamento bilmiyorsa, toplum bilmiyorsa, mükellefler bilmiyorsa, gelir idaresi çalışanları bilmiyorsa, mükellef hizmetlerini o noktada nasıl iyileştireceğiz?!

Değerli arkadaşlar, bu, son derece eksik bir tasarıdır.

Devam ediyorum: Gelir idaresinin çalışanlarının motivasyon eksikliği var; tasarı bunu söylüyor. Esasen bunu yazmasa da bunu biliyoruz; gelir idaresi çalışanları motivasyon eksikliğine sahiptir. Tasarı söylüyor; nitelikli elemanı tutamıyoruz, ayrılıyor... Peki, hangi iyileştirmeyi getirdiniz?.. Tasarının getirmiş olduğu, ne özlük hakları yönünden ne görevde yükselme yönünden ne bu insanların, bu çalışanların önünde yeterince kadro açılması yönünden bir iyileştirme vardır. Bir kere, Gelir İdaresi Başkanını, müsteşar ile müsteşar yardımcısı arasında bir yere konumlandırmak suretiyle, otomatik olarak, aşağıya, silsile yoluyla, en alt birime kadar, bütün unvanları, neredeyse bugünkü kadrolarına mahkûm etmiş durumdasınız. Size örnek veriyorum: Gümrük Müsteşarlığı var bugün; sadece Gümrük Vergisinin tahsiliyle uğraşır; ama, Gümrük Müsteşarlığıdır. Siz, gelir idaresi olarak yola çıkıyorsanız, neden Gelir İdaresi Başkanını müsteşar konumuna koymuyorsunuz?!

Gelir idaresi, herhangi bir yasa tasarısı değil arkadaşlar. Hükümet, Temmuz 2004'te bu tasarıyı imzalamış; ama, Meclise sekiz ay sonra sevk etmiş, yani sekiz ay daha üzerinde çalışmış. Öncesindeki hazırlık dönemini de dikkate alırsanız, yaklaşık iki yıldır, hükümet bunun üzerinde çalışıyor; ama, iki yılın sonunda gelen tasarı, bir hayal kırıklığı; mükellef açısından hayal kırıklığı; çalışan açısından hayal kırıklığı, kamu yönetimi açısından hayal kırıklığı!..

Tasarı, Kamu Yönetimi Temel Kanununu esas alıyor model olarak. Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Meclisten geçmiş; ama, Sayın Cumhurbaşkanı uygun görmediği için yayımlanamamış, yürürlüğe girmemiş. Şimdi, tasarının model aldığı kamu yönetimi yapılanması o. Hükümetler yapılanmayı değiştirebilir; bu, hükümetlerin kararına bağlıdır; ama, burada, kendisi tartışmalı olan bir modeli alırsanız, bu doğru değil. Danışma, denetim birimleri vardır mevcut bakanlıkların teşkilatlanmasını düzenleyen 3046 sayılı Yasada; denetim birimleri orada yer alır, burada bakıyoruz, anahizmet birimlerinde yer alıyor. Yine, o birimlerin denetim elemanları, ilgili bakanlıklarda, genel müdürlüklerde doğrudan genel müdüre bağlıdır, burada bağlı değil. Hükümet, 3046 sayılı Yasayı değiştirsin. Kamu Yönetimi Temel Yasasını çıkarma iddiasından vazgeçip, daha kısa bir yolla, 3046 sayılı Yasanın örgütlenme şemasını değiştirir, bütün örgüt şemaları da, ona göre buraya gelebilir; hükümet bunu yapabilir; ama, bunu yapmadan, bir çerçeve çizmeden, âdeta "ben, burada böyle düşünüyorum, yarın, bir başka bakanlıkta, teşkilatta farklı düşüneceğim" anlayışıyla buraya yasa getirmeyi doğru bulmuyorum.

Sonra, bu yasanın hazırlanma usulündeki eksikliği size söyleyeyim değerli arkadaşlar. Belki cumhuriyet tarihinde ilk defa -bilemiyorum; ama, araştırmaya çalıştım "ilk defa" diyorum, yanlışım varsa düzeltin- Başbakanlık bürokrasisi, bir kanun tasarısını, görüşleri alınmak üzere bir siyasî parti grubuna göndermiştir. Kanun hazırlama usulünde, siyaset görüş alabilir, hükümetler, bakanlar görüş alır; ama, Başbakanlık bürokrasisi bir siyasî parti grubundan görüş alır mı, değerli arkadaşlar?! Diyelim ki, katılımcı anlayış. Peki, sadece bir iktidar partisi mi var Türkiye Cumhuriyetinde?! Bunu kınıyorum değerli arkadaşlar! Bu, hükümetin bu konuda dahi, kanun hazırlama konusunda dahi ne kadar partizanca bir anlayışı olduğunu gösteriyor. Gerçekten, son derece üzülüyorum. Gelir idaresi yasa tasarısı gibi bir...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Hangi tarihte göndermiş Sayın Hamzaçebi?

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Efendim, onun belgelerini komisyonda gösterdim, hiç kimse buna itiraz etmedi, tutanaklarda var. İsterseniz, o belgeyi tekrar size gösterebilirim. Onu, hepiniz veya tasarı kendilerine ulaşan arkadaşlar biliyorlar. Bunu kınıyorum.

Yine, tasarı hazırlığında yanlış olan bir yöntem vardır. Tasarının hazırlığında Vergi Konseyi de görev almıştır. Tasarı, maalesef, Maliye Bakanlığının tasarısı değil, onu da söyleyeyim. Olabilir aslında; gelir idaresi gibi çok önemli bir tasarıyı, olağanüstü bir katılımla hazırlamak doğru bir yaklaşımdır.

BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, toparlar mısınız lütfen efendim.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Vergi Konseyi, bir tasarıyı TÜSİAD'da tartışmaya açıyor; önemli ölçüde, o model bu tasarıya girmiş durumda. TÜSİAD'da tabiî ki açılsın; TÜSİAD, toplumun vergi ödeyen önemli bir kesimini temsil ediyor, çok güzel yayınları, araştırmaları var; ama, Vergi Konseyi gibi bir kurumun, yani, toplumun birçok kesimini temsil eden, temsilcilerini bünyesinde barındıran konseyin, tasarıyı sadece TÜSİAD'da tartışmaya açıp, toplumun vergi ödeyen diğer kesimlerinde tartışmaya açmamasının kabul edilir bir yanı var mıdır, değerli arkadaşlar?! Bu toplumda vergi ödeyen başka kesimler yok mudur?.. Tüketim vergileri var, tüketicinin omzunda; Gelir Vergisi var, büyük ölçüde çalışanların omzunda ve diğer vergiler var.

Değerli arkadaşlar, tasarı, maalesef, her açıdan bir hayal kırıklığı olmuştur. Tasarıdan mutlu olan hiçbir kesim yoktur, ne mükellef ne çalışan ne toplum.

Sözlerimi burada bitiriyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.

Tasarının tümü üzerinde AK Parti Grubu adına İzmir Milletvekili Fazıl Karaman.

Sayın Karaman, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA FAZIL KARAMAN (İzmir) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Grubum ve kendim adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Bu görüşeceğimiz tasarı, üzerinde elli yıldır yerli ve yabancı uzmanların çalıştığı, çok sayıda raporun hazırlandığı, üzerinde birçok dokümanın bulunduğu bir konu. Yaklaşık 40 000 kişiyi direkt ilgilendiren, çalışan olarak; ama, vergi ödeyenler açısından aşağı yukarı ülkenin büyük bir kısmını ilgilendiren, bütçe açısından devletin en temel gelir kaynağını ilgilendiren bir kanun tasarısı.

Maliye teşkilatında çalışanlar ve münhasıran gelir idaresinde çalışanlar, son elli yıldır, bu tarz bir kanun için hep heyecan duymuşlardır. Dolayısıyla, bizler, Maliye Teşkilatının içinden çıkan insanlar olarak bu kanun çalışmalarında yer almaktan gerçekten gurur duyduk. İktidarıyla muhalefetiyle bu kanunla ilgili çalışmalarda bulunan herkesin aynı heyecanı paylaştığını zannediyorum.

Kabaca, 1950'den bu yana, bu kanunla gelir idaresinin yapılanmasıyla ilgili tarihçeyi ana hatlarıyla belirtmek istiyorum.

Türk gelir idaresi, hukukî baza 1936 yılında kavuşmuş. 1942 yılında Vasıtalı ve Vasıtasız Vergiler Umum Müdürlüğü olarak ikiyi ayrılmış ve 1946 yılında, bugünkü Gelirler Genel Müdürlüğünün çatısı kurulmuştur. 1950'lerden itibaren de, gelir idaresinin yapılanmasıyla ilgili ilk çalışmalar başlamıştır ve temel olarak da, yabancı uzmanların çalışmalarından hep istifade edilmiş; ama, öyle olmuş ki, hep çalışmalar son noktaya gelme aşamasında bir başka bahara kalmış.

1950'de iki ABD'li uzman çalışmış ve gelir idaresiyle ilgili olarak yapılanma ihtiyacı vurgulanmış, o dönemin Maliye Bakanı Hasan Polatkan'a sunulmuş; mamafih, nedendir bilinmez, çalışma arşive kaldırılmış.

1963 yılında, yine, gündeme gelmiş. Dallas Bölge Vergi Teşkilatı Amiri Türkiye'ye gelip bir çalışma yapmış; gelirler müsteşarlığı kurulması noktasında bir tavsiyede bulunmuş ve raporunu dönemin yine Maliye Bakanı Ferit Melen'e sunmuş; Ferit Melen, bunun üzerine, 1964 yılında Türk uzmanlardan kurulu bir heyet teşkil etmiş; bu heyetin raporu bitmiş; fakat, yine, ne hikmettir bilinmez, bu çalışma da arşive kaldırılmış.

1970'lerin başında yine ısıtılmış gelir idaresi. ABD'li bir uzman bir rapor hazırlamış ve bu çalışma bir tasarı haline gelmiş, arşive kalkmadan bir tasarı haline gelmiş, IMF ve Birleşmiş Milletler teşvik etmiş bu tasarıyı; mamafih, tasarı yasalaşamadan yine arşive kalkmış.

1980'lerde, eski Maliye Bakanı Kafaoğlu, Devlet Başkanlığı Genel Sekreterliğine bir mektup yazarak gelir idaresi konusundaki düşüncelerini söylemiş. 1980'lerde yapılanma çalışmaları hep tartışılmış; ama, hiçbir zaman gerçekleşememiş.

Bu tarihçeyi şunun için anlattım: İyi veya kötü, önümüze bir kanun geldi ve ilk defa bir başka bahara kalmadan Genel Kuruldan çıkmak üzere. Vurgulamaya çalıştığım nokta, gelir idaresinin yapılanma çalışmasının topyekûn bir konsensüs halinde Türkiye'de olması gerektiği; ama, bunun, bir türlü başarılamadığı. Nedenleri üzerinde durmayacağım.

Elli yıllık reform çalışmasının sonucunda, Vergi Konseyi -ki, malumuâliniz, sivil bir platformdur, yaklaşık tüm kesimlerin birleştiği bir platformdur- bir taslak üzerinde çalışmış; bu taslak, bilahara, Maliye Bakanlığı, Başbakanlık, daha sonra Meclis prosedürüne girerek nihayet bu aşamaya gelmiştir.

Gelir idaresinin yapılanma ihtiyacını oluşturan problemler literatürde çok zikredilmiş. Ben, bunlar üzerinde durmayacağım; ama, bu kanunla temel olarak ne getirilmek isteniyor, bunu vurgulamaya çalışacağım. Bu kanunla, merkezî yapılanmada, vergi türlerine göre oluşmuş organizasyon yerine, fonksiyonel esaslı yapılanmaya geçilecektir. Terimler belki yabancı gelebilir; ama, birazdan vurgulamaya çalışacağım. Bunun tamamlayıcısı olarak, operasyonel süreçlerin operasyon merkezlerinde konsolidasyonu sağlanacaktır. Dolayısıyla, uç hizmet noktalarının -bunlar şubeler veya vergi daireleri olabilir- operasyonel işlemlerdeki zaman ve yoğunlaşma kaybının önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Uç hizmet noktalarında mükellefe zaman ayırma imkânı sağlanacağından dolayı, kanunda çok sık zikredilen mükellef odaklı yaklaşıma zemin hazırlanmış olacaktır, uç hizmet noktalarındaki zaman probleminin aşılmasından dolayı.

Biraz önce belirttiğim fonksiyonel esaslı yapılanmanın tamamlayıcı unsuru, teknolojik altyapıdır; ki, bugün, Gelirler Genel Müdürlüğünün teknolojik altyapısı, bu uyumlaştırmaya uygundur. Temel olarak kanunun çalışma stratejileri, biraz önce bahsettiğim fonksiyonel yapılanma, teknolojik altyapı ve mükellef odaklı hizmet anlayışı.

Şu eleştiri her zaman getirilebilir: Mevcut mevzuatımızla teknolojik hizmet mümkün değil mi? Tabiî ki, teknolojik hizmet, mevcut mevzuatla mümkün; fakat, bu, sadece, hizmetin daha hızla görülmesi anlamını taşır. Halbuki, fonksiyonel anlayışla yapılan teknolojik mezc etme algoritmayı değiştiriyor.

Algoritma nedir; iş akışlarının yapısını, gelir unsurlarından ziyade fonksiyonel yapıya taşıyor. Dolayısıyla, iş akışlarındaki hızlanma nedeniyle gelir iradesinin, hem data oluşturma prosedürü hem de hizmeti mükellefe daha hızlı, doğru ve güvenilir ulaştırma imkânı sağlanmış olacaktır.

Çok kaba bir örnek vermem gerekirse, mesela, bugün tarh, tahakkuk ve benzeri rutin işlemler yapılırken bunun bilgisayar tabanına geçirilmesi, işlemlerin teknolojiye uyumlaştırılmasıdır, daha hızlı bir hizmet üretilmesidir; ancak, bu işlemle ilgili veya rutindışı işlemlerle veya farz edelim, tarh, tahakkuk üzerindeki bir düzeltme işlemiyle karar organının dahil olması gerekiyor ise, işte, bu durumda, algoritmanın yenilenmesi gerekiyor.

Şu anlamdaki algoritmada, hiyerarşik ve gelir unsurları itibariyle karar mekanizması işlediğinden, bizim istediğimiz anlamda güvenilir ve hızlı iş akışı sağlanamamaktadır. İşte, fonksiyonel iş akışıyla uç noktalardaki mükellefe sunulan hizmetlerdeki karar mekanizmalarının hızlandırılmasıyla, mükellefe, daha hızlı ve güvenilir hizmet verilecektir.

Gelir idaresinin yeniden yapılanması kanunlarıyla ilgili olarak hep zikredilen "güçlü gelir idaresi" veya "yarı özerk gelir idaresi" ifadeleri, kanunda belki bizim istediğimiz anlamda tam bir özerklik değil; ama, bir önceki döneme göre daha güçlü bir gelir idaresi yapısı kurması açısından önemlidir ki, altkomisyonda buna yönelik de bazı değişiklikler yapılmıştır.

Burada genel olarak reform süreçleriyle ilgili olarak bir şeyi de vurgulamak istiyorum. Her reform sürecinin bir ön hazırlık dönemi vardır. Bu ön hazırlık dönemi kamuoyunda oluştuğunda birtakım önkabuller oluşur. Nitekim, elli yıllık süreç içerisinde, gelir idaresinin yeniden yapılanması noktasındaki önkabuller oluşmuştur, güçlü gelir idaresi, fonksiyonel yapılanma ve benzeri noktalarda. Daha sonra bu önkabullere uygun kanunların çıkması ikinci aşamadır ki, şu anda biz o aşamadayız; ama, esas vurgulanması gereken nokta, biraz önce Akif üstadımın da bahsettiği gibi, uygulamaya yönelik bunların, bu oluşan önkabullerin gerçekleşmesidir ki, bundan sonrası, bu kanun çıktıktan sonrası uygulamalar belki bu elli yıllık tartışma süreci kadar önemlidir. Çünkü, nihayetinde reformları yapanlar kanunlar değildir, bu kanunların mevcut tartışmalar çerçevesinde oluşan önkabuller çerçevesindeki uygulamasıdır. Bu noktada, idaremizin uygulama noktasındaki becerisinden emin olduğumu belirtmek isterim.

Eğer, bu hedefleri gerçekleştirme, elli yıldır oluşan gelir idaresinin yeniden yapılanmasına ilişkin hedefleri gerçekleştirme yönündeki uygulamada adımlar atılmaz ise, bu kanunla sadece bir başkanlık kurulmuş olur ve bazı özlük hakları düzeltilmiş olur. Dolayısıyla, uygulamayı izlememiz gerekiyor.

Bir noktayı daha belirtmek istiyorum. Vergi reformu dediğimiz şey, sadece gelir idaresi reformundan ibaret değildir. Vergi reformunun üç ayağı var; vergi sistemiyle ilgili çalışmalar, vergi oranlarıyla ilgili çalışmalar ve gelir idaresiyle ilgili çalışmalar. Gelir idaresiyle ilgili çalışmaları yapıyoruz. Vergi oranlarıyla ilgili küçük küçük uygulamalar var; ama, biz, hükümetimizden ve -Bakanımız yok; ama- Bakanımızdan daha cesur uygulamalar bekliyoruz vergi oranları ve vergi sistemi yönünden.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Güler uygular onu!..

FAZIL KARAMAN (Devamla) - Evet...

Aksi takdirde gelir idaresine ilişkin reform çalışmasının iki ayağı topal kalmış olacaktır.

Son bir nokta olarak da, gerek altkomisyon çalışmaları esnasında gerekse daha sonraları muhatap olduğumuz, içinden çıktığımız Maliye çalışanları, meslektaşlarımızla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.

Maliye Bakanlığı, geleneği çok eskiye dayanan, asırlara dayanan bir teşkilat olarak mensupları bu sorumluluğu hep üzerinde taşımıştır ki, altkomisyon çalışmaları esnasında bunu hep gördük. Aşağı yukarı bütün meslek mensubu derneklerle görüştük; ama, bu derneklerin dile getirdiği şeylerde, geleneklerinden gelen o sorumluluk duygularıyla hareket ettiklerini gördük. Bundan sonra da aynı sorumluluk duygusunda hareket ederek gelir idaresinin yeniden yapılanması sürecinde yapıcı rol alacaklarından eminim; ama, burada bir noktayı daha belirtmek istiyorum. Gerek komisyon çalışmaları esnasında gerekse daha sonra, siyasî otoritenin başı Sayın Bakanın ve gelir idaresi yetkililerinin, Gelirler Genel Müdürlüğü yetkililerinin personelinin özlük haklarında veya müktesebatında bir adım dahi geri gidecek herhangi bir uygulama olmayacağını belirtmeleri bizleri memnun etti; ayrıca, bunun da siyaseten takipçisi olacağımızı belirtmek istiyorum.

Bir reform sürecinin başlangıcı olarak bu kanun iyi bir başlangıçtır. Hiçbir zaman son noktayı bir kanunla kurmayı beklememek gerekir. Bundan sonra, uygulamada şekillenecek hedeflerle birlikte bu kanunun ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyorum; bu vesileyle, tekrar, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -Sayın Karaman, teşekkür ediyorum.

Şahsı adına, Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan.

Buyurun Sayın Kandoğan.

Süreniz 10 dakika.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının tümü üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kanun tasarısı üzerinde görüşlerimi ifade etmeden önce, bu kanun tasarısının hazırlanma safhalarının ne olduğundan, nasıl olduğundan kısaca bahsetmek istiyorum.

Bu kanun tasarısı, 29.07.2004 tarihinde, Bakanlar Kurulu tarafından, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmak üzere imzaya açılmıştır; ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması yaklaşık yedi ay sonra olmuştur. Tabiî, bu yedi aylık sürenin niye bu kadar uzun olduğu konusunu da irdelememiz gerekmektedir. Maalesef, bu kanun tasarısı, başlangıçta, Maliye Bakanlığı tarafından değil, Başbakanlıkta Başbakanlık Müsteşarı tarafından hazırlanmıştır ve bu nedenle de, Maliye Bakanlığı bürokratları bu kanun tasarısına çok şiddetli bir şekilde karşı çıkmışlardır ve şu anda, hükümet sıralarında, bu kadar önemli olduğu söylenen bir kanun tasarısı görüşülürken, Sayın Maliye Bakanının oturmaması, Sayın Maliye Bakanının Mecliste bulunmaması da çok ciddî bir eksikliktir; çünkü, bu kanunun uygulanmasından birinci derecede sorumlu olan Sayın Maliye Bakanıdır. Ancak, Sayın Maliye Bakanının, her ne hikmetse, hangi sebeple burada bulunmadığını bilemiyorum. Ancak, tekrar ediyorum, büyük bir eksiklik olduğunu da ifade etmek istiyorum.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Takdir bizim... Onun takdirini bize bırakın.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Şimdi, bunun, bu tasarının gerekçelerine bakıyoruz. Gerekçelerinde diyor ki: "Gerek doğrudan yabancı sermaye gerekse portföy yatırımları daha düşük vergi ortamlarına kaymaktadır." Daha düşük vergi ortamlarına kaymaktaysa, hiç böyle bir kanun tasarısını Meclis gündemine getirmeden, bu vergi oranlarını, yabancı portföylerin, yabancı yatırımların Türkiye'ye gelmesi için cazip hale getirirsiniz ve bunu bir an önce uygulamaya koyarsınız. Niye böyle bir kanun tasarısını bu gerekçeyle Meclise getiriyorsunuz?! Hem bundan şikâyet ediyorsunuz hem de bu kanun tasarısını getirmeden bunun tedbirini alma imkânı varken bu uygulamayı getirmiyorsunuz.

2003 yılında Türkiye'ye gelen doğrudan yabancı yatırım, artı-eksi hesabı yaparak 80 000 000 dolar ve 2004 yılında doğrudan yabancı yatırım da yaklaşık artı 300 000 000 dolar. Dünyada, yılda, 4 trilyon dolar sermaye akımının bütün dünyayı dolaştığını gözönüne alacak olursanız, Türkiye'ye 2003'te artı 80 000 000 dolar, 2004'te de artı 300 000 000 dolar yabancı sermaye gelmesi noktasında gerekçe olarak bunu yazacağınıza, bunun önündeki engelleri, yabancı sermayenin Türkiye'ye gelmemesinin sebeplerini ortadan kaldırır, Türkiye'deki gerekli güven ortamını sağlarsınız ve böyle bir kanun tasarısının gerekçesi olarak da bunları yazmazsınız.

Yine, gerekçede "bütün bu gelişmeler vergi sistemimizin dünya trendlerine uyumlaştırılmasını, vergi oranlarının düşürülerek vergi tabanının yaygınlaştırılmasını zorunlu ve gerekli kılmaktadır."Düşürün, vergi oranlarını düşürün, vergiyi tabana yayın; bunun önünde hiçbir engel yok. Gelin, bununla ilgili kanun tasarılarınızı, tekliflerinizi Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirin, bizler de destekleyelim, vergi oranı tabana yayılsın.

Bakınız, elimde rakamlar var; o rakamları sizlere vermek istiyorum. Türkiye'deki vergi tahsilatının yaklaşık yüzde 73'ü dolaylı vergilerden. Sayın Maliye Bakanının geçmişte bir beyanatı var; diyor ki Sayın Maliye Bakanı: "Bir ülkede dolaylı vergilerin oranı yüzde 70'in üzerine çıkarsa, o ülkede vergi adaletinden bahsetmenin imkânı yoktur." Bunu söyleyen, şu anda Maliye Bakanı olarak görev yapan ve şu anda Mecliste bulunmayan Bakanımız. Şimdi, 2004 yılında dolaylı vergilerin oranı yüzde 73 olmuş; ben, şimdi, burada olmayan Maliye Bakanımıza soruyorum...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Mecliste, Mecliste.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hani, yüzde 70'in üzerinde dolaylı vergiler olursa o ülkede vergi adaletinden bahsedilmezdi?! Demek ki, Türkiye'de, şu anda, ikibuçuk yıldan beri Bakanlık yapan ve vergi adaletini sağlamakla görevli olan Maliye Bakanımızın uygulamalarından sonra, Türkiye'de vergi adaletinden bahsetmenin -kendi ifadeleriyle, beyanlarıyla- imkânı bulunmamaktadır. Yine, Türkiye'deki, Gelir Vergisi yüzde 17, küçük esnaf yüzde 7; yüzde 6'sı da Kurumlar Vergisinden. Türkiye'de o kadar çarpık bir vergi tahsilatı var ki, bunu dünyanın hiçbir yerinde görmenin imkânı yoktur. Gelir Vergisinden dolayı yüzde 17 vergi ödemesinde bulunan bu vatandaşlarımız, bu dargelirliler, bir de dolaylı vergilerden dolayı 2 kez vergi ödeme durumunda kalmaktadırlar.

Türkiye'deki bu vergi adaletinden bahsederken bir iki rakam daha vermek istiyorum. Türkiye'de basit usulde Gelir Vergisine tabi 814 000 mükellef var ve bunların -dikkatinizi çekmek istiyorum- ortalama vergi ödeme miktarı 78 000 000 lira; beyana dayalı 1 775 000 mükellef var, bunların da 649 000 000 lira; ama, asgarî ücretli bir görevlinin yılda ödemiş olduğu vergi ise 663 000 000 lira. Bakınız, Türkiye'de, beyana dayalı meslek gruplarının neler olduğunu sizler biliyorsunuz; o kadar önemli mesleklerde, ciddî manada gelir elde edenlerin ortalaması 649 000 000, asgarî ücretlinin 663 000 000 ve yine, Kurumlar Vergisine tabi 632 000 mükellef var; bunların yüzde 90'ı 15 000 000 000, yüzde 10'u da yaklaşık 625 000 000 lira vergi ödüyorlar. Bu kadar çarpık bir vergi sisteminin olduğu bir ülkede, siz, meselenin en esaslı, en önemli yerini bir kenara bırakır, bunun karşılığında, personeli, Maliye çalışanlarını, bu kanun tasarısı gündeme geldiğinden beri meydanlara çıkaran bir kanun tasarısı hazırlarsanız, yanlış yapmış olursunuz. Bakınız...

VEZİR AKDEMİR (İzmir) - Bakan geldi, Bakan...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Bakanı gördüm, Sayın Bakanı gördüm.

Şimdi, ben, Sayın Bakana soruyorum: 43 000, Maliyede bu alanda çalışan görevlimiz var. Bakınız, bu kanun tasarısı gündeme geldiği günden beri, bu memurlarımızın büyük çoğunluğu, Kızılay'da, hatta, Meclisin önüne kadar geldiler, bu kanun tasarısıyla ilgili görüşlerini, çok net ve açık bir şekilde dile getirdiler ve Türkiye'nin dört bir köşesinden, vergi dairelerinde çalışan her kademedeki görevlilerimiz, personelimiz, kamu görevlilerimiz, onlarca, yüzlerce faksı milletvekillerine göndererek, bu kanun tasarısının kendileri açısından uygun olmadığını ifade eden beyanlarda bulundular. Biz hep söylüyoruz, işte biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan ve bu konunun uzmanı olan çok değerli milletvekilimiz de bahsettiler; TÜSİAD'ın görüşü alınmış bu kanun tasarısı hazırlanırken; alınsın...

NİYAZİ PAKYÜREK (Bursa) - Uzman konuştuysa sen niye konuşuyorsun?!

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Ben de uzman sayılırım Sayın Milletvekili. Ben, her ne kadar yirmiüç yıl idarecilik yaptıysam da, ben, Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü mezunuyum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ... ve yirmiüç yıl da, vergi dairelerinin amiri pozisyonunda olan ve onlara en yakın konumda bulunan birisi olarak yirmibeş yıl görev yaptım. Elbette, bunların dertlerini, sıkıntılarını sizden çok daha iyi biliyorum Sayın Milletvekili. Onun için bu kürsüdeyim zaten. Onların hakkını hukukunu savunmak için bu kürsülere geliyoruz.

TÜSİAD'ın görüşünü alabilirsiniz, saygı duyuyorum, alınması da lazım; ancak, sadece TÜSİAD'ın görüşünü alır, bu konuyla ilgili, ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerini almazsanız yanlış yapılıyor demektir ve yine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Milletvekili, Başbakanlıktan bu kanun tasarısının sadece bir siyasî partiye gönderildiğini söyledi ve bunun belgesi de olduğunu ifade etti. Eğer siz, sadece bir partiyi kabul eder, diğer partileri, bir kanun tasarısı hazırlanmasında yok sayarsanız, yine, orada ciddî manada yanlışlık yapıyorsunuz demektir. Yine biraz önce Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşan çok değerli milletvekilimiz "iyi veya kötü bir kanun tasarısını Meclisin önüne getirdik" ibaresini, ifadesini kullandı. Böyle bir ifadeyi şiddetle reddediyorum. Bir kanun tasarısı, iyi veya kötü Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelemez arkadaşlar. Bu kanun tasarısı, toplumun çeşitli kesimleri tarafından yeterince tartışılarak, komisyonlarda ve Mecliste yeterince tartışılarak, olgunlaştırılarak ve çok iyi bir şekilde bu Meclisten geçmesi gereken bir kanun tasarısıdır. "İyi veya kötü, Meclisin gündemine getirdik" ifadesini, ben, bir dil sürçmesi olarak kabul ediyorum ve öyle değerlendiriyorum.

Değerli milletvekilleri, yine bu kanun tasarısıyla ilgili, çok değerli bir Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili arkadaşımız, komisyonda da görev alan arkadaşımız, ciddî manada eleştiriler getirerek, ayrışık oy kullanmış, muhalefet şerhinde bulunuyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, sürenize 2 dakika ilave etmiştim, süreniz tamamlandı. Teşekkür eder misiniz...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Son cümlemi söylüyorum.

BAŞKAN - Son cümlenizi alayım, lütfen teşekkür ediniz.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Yine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu da, 11 maddeyi ihtiva eden bir muhalefet şerhinde bulunuyor.

Ben, maddelerde de konuşacağım; ancak, bu yapılanmanın son derece yanlış olduğunu, hatalı olduğunu ve Anayasaya aykırı bazı hükümlerin de bulunduğunu, birçok hususun yönetmeliklere, idarî düzenlemelere bırakıldığını ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu; buyurun efendim.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, geçen haftadan bu yana Genel Kurulumuzda Esnaf ve Sanatkârlar Meslek Kuruluşları Kanunu Tasarısını tartışıyorduk. Birden, milyonlarca esnafımızı ilgilendiren ve çok tartışmalı olan, gerçekten bütün esnaf odalarımızın tek tek milletvekillerine, gruplarımıza, bu yasal düzenlemeyle kendilerini yakından ilgilendiren, birinci derecede ilgilendiren bu yasa tasarısıyla ilgili şikâyetlerini, sıkıntılarını bize iletmeye çalıştığı bir süreçte ve hükümetin, bütün bu talepleri, hiçbir şekilde dikkate almayan bir anlayışla kendi bildiği yolda giderken, birden, bu milyonlarca esnafımızı ilgilendiren tasarı gündemimizden çıktı, yerine şimdi görüşmekte olduğumuz Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı girdi. Niye?..

VEZİR AKDEMİR (İzmir) - Birazdan bu da geri çekilir.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Niye?.. Yeni bir stand-by anlaşması yapılacak, IMF bunu talep ediyor...

Değerli milletvekilleri, bir defa, önce, şunun, kendi içinizde, kendinizle bir muhakemesini yapmanızı isterim. Kim bilir İktidar Partisi sıralarında bulunan kaç sayın bakan, kaç sayın milletvekili, bu kürsüden "nedir bu, Meclisi IMF'nin dayatmalarına teslim etmişsiniz" anlayışıyla iktidar partilerini eleştirmiştir, onlara eleştiriler taşımıştır, yöneltmiştir. Nereden nereye geldiğinizi, ekonominin en sıkıntılı, en stresli krizlerinin yaşandığı bir süreçte, IMF'den kredi alma adına yapılan birtakım düzenlemelerin, belki, o günkü iktidarlar açısından bazı gerekçeleri olabilir; ama, şimdi, siz, hem her şeyin çok iyi olduğunu söylüyorsunuz...

AHMET YENİ (Samsun) - Siz de söylüyorsunuz.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - ...hem de IMF'nin dayatmalarını, milyonlarca esnafımızın taleplerinin, beklentilerinin, onlarla ilgili bir yasal düzenlemenin önüne çıkarabiliyorsunuz.

Bunların ikisinden birisi doğru değil değerli arkadaşlarım. Ya ekonominin durumu iyi değil, hâlâ IMF'nin bu tür dayatmalarına bile evet demek zorundasınız ya da geçmişe dönük eleştirilerinizde hiçbir haklılık payı yoktur.

Şimdi, ne yapılmaya çalışılıyor. Vergi politikası ile Gelir İdaresi kısmen birbirinden ayrılmaya çalışılıyor, Gelir İdaresi lehine.

Ne yapacak Gelir İdaresi; Maliyenin vergi politikalarını belirleyen birimin belirlediği şartlar altında, belirlenen ölçüler içerisindeki vergiyi toplamaya çalışacak. Bununla ilgili olarak Gelir İdaresinde yeni bir düzenleme yapmaya çalışıyoruz. Gelir İdaresinin çalışanlarını mağdur ederek, hükümet, iktidar, mesela, vergi toplamada, geçtiğimiz yıllar içerisinde kendi önüne koyduğu hedefleri aştığını ifade ederek, yüzde 6,5'lik faizdışı fazladan daha fazlasını bu vesileyle verdiğini ifade ederek, kendine övünç payları çıkarmasını biliyor. Peki, kimle yapıyorsunuz bunları, kim topluyor bu vergileri; nerede şefler, müdürler; bu tasarıda, onlarla ilgili ne getiriyorsunuz; hiçbir şey; onlarla ilgili bir tasfiye süreci var. Onu da geçiyoruz.

Peki, sorunumuz, esas itibariyle vergiyi toplamakta mı yatıyor, vergi politikasında mı yatıyor? Eğer, vergilerin yüzde 73'ü dolaylı vergilerden oluşuyor, ekonominin yüzde 50'si kayıt dışından oluşuyor ise, o zaman hangi vergiyi, hangi idareyle toplayacaksınız? Geriye kalanın tamamını toplasanız bile, sizi, Türkiye gibi 70 000 000'luk dinamik bir ülkeyi, istenilen, beklenen, özlenilen hedeflere ulaştırmaya yetecek mi?

Siz, ne söylemişsiniz -bu söylemler bizim söylediğimiz şeyler değil, sizin söyledikleriniz- seçim beyannamesinde: "KDV, Kurumlar Vergisi, Gelir Vergisi gibi vergilerin oranları düşürülecek, kayıtdışı ekonomik faaliyetler önlenecek, kayıtlı işletmeler aleyhine işleyen haksız rekabet engellenecektir." Kayıtdışı ekonomi, zamanınızda, sizin resmî rakamlarınıza göre yüzde 40'lardan yüzde 50'lere çıktı.

"Kamu açıklarını kapatmak amacıyla son yıllarda enerji ve haberleşme gibi sanayiin temel girdilerinin fiyatları üzerine çok yüksek vergiler uygulanmış, fiyatlar dünya standartlarının çok üzerine çıkmıştır. Bu vergiler, reel sektörün, uluslararası rekabet gücü kazanmasına ve ihracat potansiyelini artırmasına imkân verecek standartlara çekilecektir."

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de 1 litre benzin neredeyse 2 dolara kullanılıyor tüketici tarafından. Sayın Bakan, dünyanın herhangi bir yerinde, 2 dolara benzin tüketen bir ülke var mı? Sizin döneminizde, 1 litre benzin nereden nereye geldi?!

Değerli arkadaşlarım, hatırlamaya çalışalım, bu ülkede 1 litre benzin 50 sent civarındayken "devlet benzini sübvanse edemez, 1 litre benzin mutlaka 1 dolar olmalıdır" dendiğinde kıyametler kopuyordu; şimdi, oralardan, 1 litre benzinin 2 dolar olduğu yere geldik. Peki, siz ne söylemişsiniz: "Bu rakamları makul, kabul edilebilir yerlere çekeceğiz, vergiyi buralardan alan anlayışa son vereceğiz..." Vermiş misiniz; hayır. Döneminizde, dolaylı vergilerin oranı, yüzde 67'lerden yüzde 73'lere çıkmış.

Başka?.. "Çalışan kesimlerin vergi yükü kademeli olarak hafifletilecektir..." Çalışan kesimlerin üzerine yüklediğiniz vergiler, Türkiye'de en çok insan çalıştıran sanayi kesimlerinin, özellikle emek ağırlıklı, emek/yoğun sanayi kesimlerinin ihracata dönük çabalarında önlerindeki en önemli engel olarak duruyor ve onlar, her gün, konuyla ilgili bakanların, yetkililerin kapılarını çalarak "bu bizim rekabet gücümüzü olağanüstü biçimde azaltıyor; zaten, uyguladığınız döviz politikası, bizi her anlamda olağanüstü zorlukların içerisine sokmuştur; bir de sizin bu ağır vergi yükünüz, bizi, bu işi artık yapamaz noktalara taşımıştır" şikâyetleri, her gün, hepimize, hepinize birlikte geliyor ve bunları duyuyoruz değerli arkadaşlarım.

Bu örnekleri, sayısız biçimde çoğaltmam mümkün; ama, zamanımı daha uygun kullanabilmek için, hepinizin bildiği bu örnekleri bir tarafa bırakıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı ne söylüyor, Rifat Hisarcıklıoğlu: "Kayıtdışına, tepkisiz bir toplum yaratmak için göz yumuluyor." Bu, çok önemli bir iddia değerli arkadaşlarım: Kayıtdışına, tepkisiz bir toplum yaratmak için göz yumuluyor... Kayıtsız ekonomide, insanlar her an korku altındadırlar; o nedenle, daha kolay yönetilirler.

Sayın Bakan, bu iddia, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanının iddiasıdır.

HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) - Cumhuriyet tarihi boyunca tabiî.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Bu iddia, hem Sayın Bakan tarafından hem bütün Parlamentomuz tarafından dikkate alınmalıdır.

Esnafı kayıtdışına itip yönetmeye çalışarak, kolay yönetmeye çalışarak, vatandaşın açlığı, çaresizliği, işsizliği karşısında, vatandaşa, iane biçiminde, Başbakanlığın kontrolündeki kaynaklardan, belediyelerin başkanlarının kontrollerindeki kaynaklardan iane biçiminde kaynaklar aktararak, vatandaşların çaresizliğinden, yoksulluğundan yararlanmaya çalışıp, onlara verdiklerimizin karşısında onlardan siyasal destek talep etmek, siyasî etik açısından doğru bir yaklaşım biçimi değildir, adil değildir, eşitlikçi değildir. (AK Parti sıralarından "öyle mi" sesi)

Öyledir. Evet, öyle yapıyorsunuz maalesef.

Değerli arkadaşlarım, bu uygulamaların bir başka sonucu, Türkiye'de vergiyi dolaylı biçimde toplamaya çalışmanın bir başka doğal sonucu da, otuz yıl öncesini hatırlatan kaçakçılık hikâyelerinin yeniden hortlamış olmasıdır. Bugün, üzerlerinden dolaylı vergi alınan ürünlerin kaçak piyasasında 10 milyar doların üzerinde bir kaynağın döndüğünü, dolaştığını, artık, herkes biliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu, ek 2 dakikalık süre veriyorum; konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

Buyurun.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sadece petrol kaçakçılığından 7,5 milyar dolar, içki ve sigara kaçakçılığından 2,5 milyar dolar kaçakçılar kaynak elde ediyorlar.

VEZİR AKDEMİR (İzmir) - Hayalî ihracat da var.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Tekelin ucuza sattığı tütünlerden Kuzey Irak'ta, İran'da, sigara fabrikalarında kullanılan tütün Türk tütünü olduğu için, aynı aromada, aynı tatta kaçak sigara üretiliyor, Türkiye'ye sokuluyor ve bu sigaralar, Türkiye'de, Tekelin sattığı sigaraların yarı fiyatına, hatta, ondan daha ucuz biçimde satılıyor. Suriye'de, sınıra yakın bölgelerde rakı fabrikaları kuruluyor; oradan, bazen, çok sayıda yurttaşımızın kitlesel ölümüne sebep olabilecek kaçak içki Türkiye'ye sokuluyor. Türkiye'de üretim yapmaya çalışan bira ve şarap fabrikaları, yüksek ÖTV nedeniyle, ya üretimden vazgeçiyor ya Türkiye'ye yapacakları çok yüksek düzeydeki yatırımlardan bu Özel Tüketim Vergilerinin yüksekliği nedeniyle vazgeçeceklerini bizatihi ifade ediyorlar. İki gün önceki gazetelerde, bir bira fabrikasının Türkiye'de 200 000 000 doları aşkın düzeyde yapacağı bir yatırımdan, bu vergilerin yüksekliği nedeniyle vazgeçecekleri ifade ediliyor.

Değerli arkadaşlarım, zamanınızı çok fazla almak istemiyorum; ama, bu vergi politikasının bize hiçbir faydası yoktur.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Çözümü anlat, çözümü...

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Bu vergi politikasının bize kayıplardan başka kazandırdığı bir şey yoktur. Bu vergi politikası, bir defa, bir şekliyle devlete paçasını kaptırmış olan mükellefi iliklerine kadar sömürmenin ötesinde, hiçbir şey Türkiye'ye kazandırmamaktadır. Türkiye'de hiçbir olayda, hiçbir noktada, dünden daha iyi, daha güzel bir noktaya Türkiye'yi taşıyamamaktadır, taşımamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kumkumoğlu, lütfen teşekkür ediniz.

Buyurun.

ALİ KEMAL KUMKUMOĞLU (Devamla) - Evet.

Ben, Sayın Başkanın müsamahasına teşekkür ederek, asıl sorunumuzun vergi toplamayla ilgili olan bölümde yapacağımız düzenlemeler değil, bizatihi verginin kendisinin alınacağı birimlerle ilgili yapacağımız düzenlemelerden geçtiğini ifade ederek, hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kumkumoğlu.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesini...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Tamam, arayacağım.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...

Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.

20.30'da toplanmak üzere, Birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.35

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.35

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 83 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

861 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3. - Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/989) (S. Sayısı: 861) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

861 sıra sayılı kanun tasarısının maddelerine geçilmesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, maddelere geçilmesini tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Tasarının maddelerine geçilmesini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

1 inci maddeyi okutuyorum:

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA

KANUN TASARISI

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç ve Tanımlar

Amaç

MADDE 1.- Bu Kanunun amacı; gelir politikasını adalet ve tarafsızlık içinde uygulamak; vergi ve diğer gelirleri en az maliyetle toplamak; mükelleflerin vergiye gönüllü uyumunu sağlamak; mükellef haklarını gözeterek yüksek kalitede hizmet sunmak suretiyle yükümlülüklerini kolayca yerine getirmeleri için gerekli tedbirleri almak; saydamlık, hesap verebilirlik, katılımcılık, verimlilik, etkililik ve mükellef odaklılık temel ilkelerine göre görev yapmak üzere Maliye Bakanlığına bağlı Gelir İdaresi Başkanlığının kurulmasına, teşkilat, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esasları düzenlemektir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek.

Sayın Özyürek, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 15 dakika.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz gelir idaresiyle ilgili tasarı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, çok önemli bir tasarıyı görüşüyoruz; çünkü, toplumların hayatında, devlet hayatında vergi toplanması çok önemli bir olaydır. Verginin adil toplanması ve yerinde harcanması, bütün kamu hukukunun konusunu oluşturmuştur. Magna Carta'dan beri bu konular hep tartışılagelmiştir.

Vergi sistemi dediğiniz zaman, öncelikle, bir, vergi kanunları ve onunla ilgili mevzuat, arkasından, o mevzuatın uygulanmasını denetleyecek, vergiyi toplayacak bir örgüt anlaşılır. O bakımdan, görüşmekte olduğumuz tasarı, vergi kanunu yapmak kadar önemlidir, hatta, bugün içinde bulunduğumuz şartlar açısından çok daha önemlidir.

Ben, 1962 yılında Maliye Bakanlığına hesap uzmanı olarak girdiğimden iki sene sonra, 1964 yılında, vergi idaresini yeniden yapılandırma konusunda Bakanlıkta oluşturulmuş bir projede çalışmıştım; yani, 1964-2005. Benim açımdan kırk yılık bir mesele; ama, Maliye Bakanlığında çalışanlar açısından çok daha önemli, 1930'lara kadar giden bir hayal, bir umut.

Şimdi, bu hayali, bu umudu hayata geçirme, uygulama şansı bu Meclisin önüne gelmişti; ama, ne yazık ki, tasarıyı incelediğimiz zaman, o hayalleri, o umutları gerçekleştiren bir tasarıyla karşı karşıya olmadığımız ortaya çıktı.

Şimdi, burada yapılmak istenen, bugünkü sistemin, bugünkü örgütün, Gelirler Genel Müdürlüğü olarak çalışmakta olan teşkilatın bazı noktalarını değiştirmek ve adını değiştirmekten ibaret bir tasarıyla karşı karşıyayız. Bu şansın, bu umudun iyi kullanılmamış olmasından, bir vatandaş olarak, bir milletvekili olarak büyük üzüntü duydum.

Değerli arkadaşlarım, nedir, nerelerde gereğini yapmadık, yapamıyoruz... Öncelikle, bu tasarı, mevcut durumu esas almış. Herkesin, bugün çalışanların konumuna fazla dokunmayayım, kimseyi tedirgin etmeyeyim, rahatsız etmeyeyim anlayışı içinde, durumu kurtaran, bugünü kurtaran bir anlayışla bu tasarı hazırlanmış. Oysa, daha köktenci, daha radikal bir değişimi Meclisin huzuruna getirmek gerekiyordu; çünkü, 43 000'den fazla çalışanı olan, hem vergi idaresini hem de geniş ölçüde vergi denetimini bünyesinde bulunduran bu teşkilatın iyi işler bir şekilde yeniden yapılandırılması, burada sürekli görüştüğümüz yeni yeni vergi kanunları gelmesini engelleyecek bir düzenlemeydi. Eğer, vergi idaresini güçlü kılabilseydik, vergi denetimini etkin kılabilseydik, yeni yeni vergi kanunlarına, ek vergi kanunlarına, olağanüstü vergi kanunlarına ihtiyaç olmazdı; ama, ne yazık ki, eğer tasarı bu şekliyle kanunlaşacaksa, yeni bir şey yapılmadığı için, bir hamle yapılmadığı için, bir radikal değişiklik hayata geçirilemediği için, yine geçmiş dönemlerde olduğu gibi, işte, bütçe zamanı geldiğinde bütçeyi hazırlayacağız, bütçedeki açıklara bakacağız, bütçenin açıklarının önemli kısmını borçlanmayla gidereceğiz ve daha da eksik kalan noktalarını vergilere zam yaparak, yeni yeni vergi kanunları çıkararak gerçekleştireceğiz. Oysa, bu teşkilat etkin ve güçlü hale getirilebilirse, getirilseydi, mevcut kanunlarla bile çok daha iyi bir vergi toplamak mümkün olabilirdi.

Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye'nin en önemli sorunu, ekonomistler açısından en önemli sorunu, kayıtdışı ekonomidir. Çok çeşitli rakamlar verilir; fakat, adı üstünde, kayıtdışı olduğu için, bu konudaki rakamların hepsi, hem doğrudur hem yanlıştır. Böylesine kayıtdışılığın yoğun olduğu bir ülkede, kayıtdışılıkla mücadele edecek bir vergi idaresinin ve bir vergi denetiminin oluşturulması gerekirdi. Şimdi, vergi denetiminin, hep şikâyetçi olduğumuz çokbaşlılığı, planlı programlı çalıştırma şansının olmayışı konusunda, bu tasarıyla, ne yazık ki, bir adım atılamamıştır. Yine, vergi denetiminde çokbaşlılık devam etmektedir; vergi denetimi yapan örgütlerimizin bir kısmı Maliye Bakanlığı bünyesinde kalmakta, bir bölümü gelir idaresinin bünyesine alınmaktadır. Bu ikiliği, bu çoklu yapıyı teke indirmek, bu tasarıyla, ne yazık ki, mümkün değildir; çünkü, bu tasarıyla, vergi idaresi, hak ettiği düzeye çıkarılamamaktadır. O nedenle de, tarihî geçmişleri olan Maliye Müfettişleri, Hesap Uzmanları Kurulu gibi kurullar, bu tasarıyla oluşturulan gelir idaresi çatısı altına girmek istememişlerdir, bunda da haklıdırlar; çünkü, bu teşkilat, yeteri kadar etkin ve kamu idaresinde hak ettiği noktada değildir. Teşkilat, müsteşarlığın biraz altında, genel müdürlüğün biraz üzerinde bir noktaya taşınmıştır. Oysa, bu teşkilatın, belki ayrı bir bakanlık olarak, onu yapamıyorsak, ayrı bir müsteşarlık olarak örgütlenmesinde zorunluluk vardı. Tabiî, müsteşarlık demek, bakanlık demek, sadece unvanlar vermek demek değil, o şekilde etkinliği sağlayacak bütün birimlerin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu, ne yazık ki, sağlanamamıştır; önemli bir fırsat kaçmıştır. İnşallah, daha sonra, bu konuda radikal bir çözümü, gerçek anlamda bir gelir idaresini yeniden yapılandırma şansını Parlamentomuz yakalayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarıyla, önce, gelir idaresinde çalışanlar son derece rahatsız edilmiştir. Vergi dairesi müdür yardımcılıkları, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonuna gelen tasarıda yoktur. Yani, vergi dairesi müdür yardımcılarının, şeflerin kadroları kaldırılmıştır. Daha sonra, komisyonda bu kadrolar tekrar konulmuştur; ama, insanlar, 6 000'in üzerinde çalışan, bir kere, huzursuz edilmiştir. "Acaba, Meclisten çıkarken, gene bir gece yarısı önergesiyle bizim kadrolarımız kaldırılacak mıdır" kuşkusu insanlara hâkimdir. Ayrıca, âdeta, o insanlara, vergi dairesi müdür yardımcılarına, vergi dairesinde çalışan şeflere, bir anlamda "size ihtiyaç yoktur, siz olmasanız da bu işler yürür" izlenimi, havası verilmiştir; ama, yanlıştan dönülmüş olması da önemlidir. Umarım, bu kanun tasarısı burada görüşülürken, bir önergeyle, bir sürprizle karşılaşmayız ve müdür yardımcılarının, şeflerin kadroları iptal edilmez.

Değerli arkadaşlarım, bir örgütün etkin çalışması, orada çalışan insanların motivasyonuna bağlıdır. Onları yüreklendiren, onların daha iyi çalışmalarını özendiren önlemleri o teşkilat yasasına koyarsanız, oradaki insanlardan daha çok verim alırsınız. Tasarıdaki bu eksikliği, Plan ve Bütçe Komisyonundaki müzakereler sırasında, altkomisyonda görev yapan arkadaşlarımız görmüşler ve personele 4 maaş ikramiye verilmesi şeklinde bir öneri geliştirmişlerdir; ama, ne yazık ki, hükümetin de katıldığı bir önerge verilmek suretiyle, komisyonda, bu 4 maaş ikramiye kaldırılmıştır. Bu da, insanları, orada çalışanları önce bir umuda sevk etmiş, o umutları kısa sürmüş ve hevesleri kursaklarında kalmıştır, bu 4 maaş ikramiye kaldırılmış, bu tasarıda çıkmıştır. İnşallah, milletvekilleri olarak, bu idarede çalışan insanların gerçekten çok güç durumda olduğunu düşünüp, bu 4 maaş ikramiye konusunu tekrar burada canlandırmamız, hayata geçirmemiz mümkün olur.

Değerli arkadaşlarım, bu ikramiyeden niçin vazgeçildiğini sorduğumuz zaman, Sayın Bakan, personel reformunu yakında getireceklerini söylemişler, o nedenle buna ihtiyaç yok demişlerdir. Oysa, Plan ve Bütçe Komisyonunun altkomisyonundan gelen tasarıda deniliyordu ki "personel reformu yürürlüğe girinceye kadar 4 maaş ikramiye verilmesi." Yani, ne sakıncası vardı?! Sanki, yarın yeni bir personel reformu mu getirilecek?! Belli ki, uzunca bir süre personel reformu falan getirilmeyecek veya personel reformu adı altında bir tasarı çıkarsak bile, memurların durumunu düzeltecek, onlara yeni yeni ücret artışları getirecek, sosyal haklar getirecek bir değişiklik yapmamız söz konusu değildir.

Yine, Plan ve Bütçe Komisyonuna gelen ilk tasarı da, gelir idaresinin başına özel sektörden bir daire başkanının getirilmesi şeklinde öneri vardı. Altkomisyonda bu öneri çıkarıldı. Daha sonra, bizim, özellikle Cumhuriyet Halk Partililer olarak büyük, ısrarlı taleplerimiz üzerine, bu konulmadı; yani, önünüzdeki tasarı eğer bu şekliyle yasalaşırsa, özel sektörden gelir idaresi başkanlığına bir tayin yapılmak mümkün olmayacak.

Değerli arkadaşlarım, bu konu kamuoyunda da çok tartışıldı. Sayın Bakan, bizi, biraz maliyeci olmakla, maliyeci mutaassıbı gibi davranmakla suçladı; ama, bu, mutaassıplıkla filan ilgili olmayan bir şey. Bir KİT'in başına özel sektörden birisini getirebilirsiniz, yararlı da olabilir; ama, vergi toplamak gibi, kamunun, devletin başlıca işinin başına özel sektörden birisini getirmek, işin tabiatına aykırı, mantığına aykırı.

Ayrıca, özel sektördeki ilişkilerle, özel sektördeki anlayışla, Maliye Bakanlığında vergi toplamakla görevli olan insanların anlayışı arasında çok büyük farklar vardır. O nedenle, bu yola gidilmedi, tasarıdan çıkarıldı. Umarım, bu görüşmelerde sürpriz bir önergeyle karşı karşıya kalmayız; ama, bu düşünce çok yanlıştır. Belki bugün değil; ama, yarın tekrar huzurunuza gelebilir. Pek çok noktada özel sektörden yönetici getirebilirsiniz; fakat, gelir idaresi gibi, vergi toplamakla, vergi denetimiyle görevli bir idarenin başına özel sektörden birisinin getirilmesi, her bakımdan son derece yanlış olur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özyürek, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Diyelim ki, özel sektörden bir yöneticiyi aldık, gelir idaresinin başına getirdik; beş altı ay sonra o özel sektör kuruluşuyla ilgili bir vergi incelemesi başladı ve her vergi incelemesinde de, ne yazık ki, önemli farklar her zaman bulunur. Şimdi, o yöneticinin belki bunda bir kusuru bile olmasa, büyük bir dedikodu, büyük bir şaibe alır başını gider. Onun için, özel sektör ayrıdır... Elbette, üreten, namusuyla çalışan özel sektöre saygımız vardır; ama, özel sektöre geçmiş olan -özellikle buraya getireceğiniz insan bu işi bilecek bir insandır- arkadaşlarımız, bırakalım orada çalışmaya devam etsinler, biz, Maliye Bakanlığı bünyesinde bu görevi yapacak yüzlerce insan var, onların arasından birini seçelim.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarı, ne yazık ki, güçlü, etkin bir vergi idaresi kuramamaktadır. Bu tasarı, vergi denetiminde etkinlik sağlayamamaktadır ve hem hükümetin hem Parlamentomuzun önüne gelmiş olan bir fırsat, ne yazık ki, çeşitli hesaplarla günü kurtarma anlayışıyla, biraz da idareimaslahatçı bir anlayışla heba edilmiştir. Bu yönden üzülüyoruz.

Ben, bu vesileyle, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyürek.

Şahsı adına Kahramanmaraş Milletvekili Fatih Arıkan?..

Kütahya Milletvekili Alaettin Güven?..

Sayın milletvekilleri, 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Karar yetersayısı istiyoruz.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Karar yetersayısı istiyoruz.

BAŞKAN - Oylamaya sundum, bir dahaki sefere...

Oylarınıza sunuyorum...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Hayır, hayır, sunmadınız.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, oya sunup sunmadığımı ben mi takdir edeceğim, siz mi takdir edeceksiniz?!

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Yanlış yapıyorsunuz Sayın Başkan, demin de yoktu karar yetersayısı.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Başkanım, az önce de yoktu.

BAŞKAN - Biraz önce yoktuysa, Sayın Eraslan, zamanında görüşünüzü belirtirsiniz, aradan geçmiş 20 dakika, sonra görüş belirtilmez.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Karar yetersayısını daha oylamaya geçmeden istedik.

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, Meclisi yanıltıyorsunuz.

BAŞKAN - Lütfen oturunuz yerinize!

Kimseyi yanıltmıyorum; ben Meclisi gayet güzel yönetiyorum.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Demin de yoktu.

BAŞKAN -2 nci maddeyi okutuyorum:

Tanımlar

MADDE 2.- Bu Kanunda geçen;

a) Bakanlık: Maliye Bakanlığını,

b) Bakan: Maliye Bakanını,

c) Başkanlık: Gelir İdaresi Başkanlığını,

d) Başkan: Gelir İdaresi Başkanını,

e) Başkan yardımcısı: Gelir İdaresi Başkan Yardımcısını,

f) Daire başkanı: Gelir İdaresi Daire Başkanını,

g) Merkez teşkilâtı: Gelir İdaresi Başkanlığının merkez teşkilâtını,

h) Taşra teşkilâtı: Gelir İdaresi Başkanlığının taşra teşkilâtını,

İfade eder.

BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, Kahramanmaraş Milletvekili Fatih Arıkan?.. Yok.

Kütahya Milletvekili Alaattin Güven?.. Yok.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

İKİNCİ BÖLÜM

Teşkilat ve Görevler

Teşkilât

MADDE 3.- Başkanlık, merkez ve taşra teşkilâtından meydana gelir.

Başkanlığın merkez teşkilâtı ana hizmet, danışma ve yardımcı hizmet birimlerinden oluşur.

Başkanlığın merkez teşkilâtı ekli (1) sayılı listede gösterilmiştir.

BAŞKAN - 3 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA M. AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3 üncü maddeyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşkilat maddesinin bir özeti, bir tanımı yapılıyor bu maddede. Tasarının tümü üzerinde yaptığım konuşmada, güçlü gelir idaresi konusunda tasarının ciddî adımlar atamamış olduğunu ifade etmiştim.

Her şeyden önce şunu belirtmeliyim ki, tasarı, genel gerekçesinde, mevcut teşkilata, şu anda faaliyet gösteren, 43 000 personeliyle faaliyette bulunan gelir idaresi teşkilatına biraz haksızlık yapmaktadır. Bu idare, her sene bütçe yasalarıyla kendisine verilen vergi hedeflerini tutturmak için gecesini gündüzüne katarak, cumartesi pazar günleri de çalışarak, kendisine verilen görevi yerine getirmeye çalışmaktadır. Hükümetlerimizin, özellikle 2000 yılından bu yana çok fazla övündüğü, "yüzde 6,5 faizdışı fazlayı tutturduk" şeklindeki övünmelerinin temelinde bu vergi idaresinin çalışması yatmaktadır. Yüzde 6,5 fazlanın çok önemli bir kısmını gelir idaresi gerçekleştirmektedir; genel müdüründen en ücra köşedeki vergi dairesindeki yoklama memuruna, hizmetliye kadar, bütün personeliyle birlikte. Her şeyden önce, bu teşkilata teşekkür etmek gerekir. Yine, bu teşkilat, gelir idaresini defterdarlıktan koparırken -kendisine göre bir model oluşturuyor tabiî ki- yine, defterdarlarımıza da, bugüne kadar, bu idarelerin başında, taşrada göstermiş oldukları özverili çalışmalardan dolayı teşekkür etmek gerekir.

Gelir idaresi teşkilâtı, şu anda, Türkiye'nin en büyük teşkilatlarından birisidir; 43 000'i aşkın personeliyle, Türk kamu yönetiminde çok özel bir yere sahiptir. O nedenle de, böyle bir idarenin teşkilat yasası, gerçekten, çok ciddî şekilde tartışılmalıdır, çok ciddî hazırlıkları gerektirmektedir. Her ne kadar, bu tasarıda, bu hazırlıkları, bu kadar göremediysek de, en azından, Genel Kurulda bu tartışmaları iyi bir şekilde yaparsak, belki tasarının bazı maddelerini düzeltebiliriz, bazı maddelerini ihtiyaca uygun hale getirebiliriz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, şunu da söylemeliyim ki, vergi idaresine ilişkin, gelir idaresine ilişkin teşkilatı kurmak her şey demek değildir. Önce, işin vergi politikası kısmı, vergi mevzuatı kısmı çok sağlam olacak ki, bunu tamamlayacak olan da bir güçlü gelir idaresi olsun. İşin bir tarafı eğer, sağlam değilse, bir tarafı güçlü değilse, diğer tarafta bir adım atmak bizi sonuca götürmeyecektir. Bu teşkilat, bu tasarıyla daha güçlü bir hale gelmiyor gerçekte. Bazı adımları atıyor; ama, öte taraftan, mevcut sorunları devam ettiren düzenlemeleri de var; hatta, bazı konularda daha geriye giden düzenlemeleri de var. Bunları, tümü üzerinde çok kısaca söylemiştim, tekrar ifade etmeyi fazlalık sayıyorum. Ancak, eğer, işin mevzuat kısmında hâlâ ihtiyaç duyulan düzenlemeler varsa, hâlâ eksiklikler varsa, vergi idaresinin başarılı olma şansı yoktur.

Nedir örneğin eksiklikler; ben size söyleyeyim. Bugün, bizim sistemimiz, beyan sistemidir; beyan, en modern sistemdir. Kişiler gelirlerini beyan ederler; ancak, idare, bu beyanı denetleyebilir tabiî ki.

Yine, beyan sisteminde olması gereken bir özellik de, bu sistemin içerisinde otokontrol kurumları olacaktır. Yani, idarenin, her mükellefin beyanını denetleme olanağı olamadığına göre -dünyanın hiçbir ülkesinde yoktur; o kadar sayıda denetim elemanını hiçbir vergi idaresi istihdam edemez- o halde, sistemde otokontrol kurumları olacaktır. İşte, bizim beyana dayalı sistemimizde, otokontrol kurumu kalmamıştır; yani, vergi sistemi korunmasızdır. O nedenledir ki, bu korunmasız sistemde, bugün, vergi memurları, zaman zaman mükellefleri beyan artırmaya zorlamakta veya "sen, beyan ettiğinden çok daha fazla kazanmışsındır, bir miktar fatura kes bakalım, görelim" zorlamasını yapmaktadır. Bu, maalesef, sistemin korunmasız olmasından kaynaklanmaktadır, sistem bu durumdadır. Sistem bu durumda olunca, gelir idaresinde atılacak adımların gerçekte başarıya ulaşma şansı yoktur.

Değerli arkadaşlar, diğer ülkelerde durum nasıldır? Şimdi, hükümet, önümüze bir model getirdi. Esasen, bu, tutarlı bir model değil; ama, bu modeli diğer ülkelerle kıyaslamak gerekir veya bizim şu anda uygulamada, yürürlükte olan gelir idaresi modelimizi diğer ülkelerle kıyaslamalıyız. Diğer ülkelerde durum nasıl; yani her ülke bağımsız veya yarı özerk bir gelir idaresi kurmuş mu; hayır. Bakın, 30 OECD ülkesi içerisinde maliye bakanlığı içinde tek genel müdürlük olarak bu işi götüren 6 ülke var; maliye bakanlığı içerisinde 1'den fazla genel müdürlük olarak götüren 10 ülke var. Demek ki, 6+10, toplam 16 ülke maliye bakanlığı içerisinde, bakana bağlı birimlerle bunu götürmektedir; yani, hem vergi politikası birimi hem vergi uygulaması, vergi idaresi dediğimiz bölüm, maliye bakanlığı içerisindedir. Maliye bakanlığı dışında, daha doğrusu yine maliye bakanlığıyla ilişkili, maliye bakanlığına bağlı, maliye bakanına rapor veren, hesap veren; ama, uygulamalarında, vergi uygulamasında politik etkileri en aza indirmiş veya onun dışına çıkarmış idareyi kuran ülke sayısı ise 14'tür. Biz, bu 14 ülkenin modelini burada kurmaya çalışıyoruz; daha doğrusu, hükümet, tasarıyla böyle bir modele teşebbüs ediyor; ancak, bu modeli, maalesef, kuramıyor.

Şimdi, bizim gibi kayıtdışı ekonominin boyutunun çok yüksek olduğu ülkelerde vergi idaresinin, gelir idaresinin güçlü olması son derece önemli. Bu sistemin mevzuat boyutu, vergi idaresi boyutu -biraz önce söyledim- vergi politikası boyutu tabiî ki güçlü olacak, olmalı; buna paralel olarak, gelir idaresi de güçlü olacak; eğer güçlü olmazsa, kayıtdışı ekonomiyi kayda alma veya en aza indirme şansı yoktur. Bakın, ben, bununla ilgili size çarpıcı birkaç rakam vermek istiyorum. Çeşitli ülkelerde, OECD ülkelerinde nüfus nedir, bu nüfus içerisinde işgücü sayısı nedir, işgücüne kıyasla gerçek kişi vergi mükellefi sayısı nedir ve bu kayıtlı gerçek kişi vergi mükellefinin işgücüne oranı nedir -çok önemli bir ölçü- sizlere bunu vermek istiyorum. 5 ülkeyi seçtim; bu ülkelerin hepsinde de çalışanlar beyanname vermiyor, Türkiye'de olduğu gibi; o nedenle bu ülkeleri seçtim, çalışanların beyanname verdiği ülkeleri almadım. Bakın, İrlanda; 40 000 000 nüfusu var, 1,8 milyon işgücü var, 1 860 000 gerçek kişi mükellefi var, kayıtlı gerçek kişi mükellefin işgücüne oranı yüzde 104. İtalya; 57,3 milyon nüfus, 23,9 milyon işgücü var, 37 000 000 gerçek kişi mükellef var, bu mükellefin işgücüne oranı yüzde 154,8. Meksika -bize yakın özellikleri olan bir ülkedir- 100 000 000 nüfus içerisinde işgücünün sayısı 39,1 milyon, gerçek kişi mükellef sayısı 8,3 milyon, kayıtlı gerçek kişilerin işgücüne oranı 21,2. Polonya'da oranı vereceğim sadece, yüzde 135,8. Türkiye'ye geliyorum; 68,6 milyon -OECD'nin 2004 yılı yayınından alıyorum bu istatistikleri- işgücü 22,6 milyon, gerçek kişi mükellef sayısı 2,1 milyon ve kayıtlı gerçek kişi mükellefin işgücüne oranı yüzde 9,3. Bize bu ülkelerden en yakın olanı Meksika'da yüzde 21,2; yarı yarıya fark var. Böyle bir tabloda, vergi tabanının genişletilmesi için, gerçekten, güçlü bir idareye ihtiyaç var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, 1 dakikalık süre içinde konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan; teşekkür ediyorum.

Ama, bu tasarı, gelir idaresinin güçlendirilmesi konusunda öngörmüş olduğu teşkilat modelinde, maalesef, çok ürkek, çok çekingen davranmıştır. Bazı adımları atmaya çalışırken, attığı bazı adımlarla da, o diğer attığı adımları geriye almıştır. Kendi içerisinde çelişkili birçok hükmü taşımaktadır. Bu nedenle, güçlü bir gelir idaresi teşkilatı, maalesef, bu tasarıyla kurulamamaktadır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hamzaçebi.

Madde üzerinde, şahsı adına Fatih Arıkan, Kahramanmaraş Milletvekili?..

Alaettin Güven, Kütahya Milletvekili?..

Mehmet Eraslan, Hatay Milletvekili; buyurun.

Süreniz 5 dakika.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Gelir İdaresi Başkanlığı teşkilat ve görevleri hakkında çok önemli bir kanunu, gecenin bu saatinde görüşüyoruz. Tabiî ki, zaman geldi, sabahlara kadar, biz burada sizinle beraber çalıştık. Bu Parlamentonun 550 milletvekili var; fakat, 550 milletvekilinden, şurada -karar yetersayısı olarak- 100 milletvekili yok, defalarca saydık.

AHMET YENİ (Samsun) - Seni ne ilgilendiriyor sayı?..

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Bu kadar önemli bir konu, bu kadar önemli bir kanun. Türkiye'nin vergi sistemini, Türkiye'nin gelir toplamadaki sistemini ilgilendiren çok önemli bir kanunu görüşürken, burada karar yetersayısı olmaksızın Genel Kurul çalışmalarına devam edilmesini ben huzurlarınızda tekrar kınıyorum ve Başkanımın da, bu konuda tarafsız bir duruş sergilemesini, tarafsızlığını sergilemesini ve adil bir tavır içinde olmasını da temenni ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Eraslan...

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar...

BAŞKAN - Sayın Eraslan, dinler misiniz...

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Buyurun, Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Lütfen, konuşma üslubunuza dikkat ediniz. Başkanlık Divanını töhmet altında bulundurucu ifadelerden kaçınınız.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Bir dakika müsaade edin.

Biz burada, bir Başkanvekili ve iki Kâtip Üye olarak bu oturumu gayet iyi yönetiyoruz ve burada ne olup ne bittiğini biliyoruz. İtirazlarınız olursa, yerinizden, İçtüzüğün gereği olarak gündeme getirirsiniz. (Alkışlar)

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım, bakın...

BAŞKAN - Bir dakika...

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Süremi siz kullanın, buyurun!

BAŞKAN - Sürenizi vereceğim.

Oylama yapıldıktan 20 dakika sonra, esası olmayan bir şeyi, şöyle oldu gibi gündeme getirmenizi kesinlikle kabul edemem. Onun için, buyurun, konuştuğum süreyi size ilave ediyorum, konuşmanıza devam edin; ama, üslubu içerisinde.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım, ben üslupdışı hiçbir şey ifade etmiyorum, üslupdışı hiçbir şeyim yok. Şunu ifade ediyorum sadece: Buradaki milletvekillerinin burada bulunmalarını takdirle karşılıyorum, Allah hepsinden razı olsun. Yani, 550 milletvekilinin olduğu bir Parlamentoda sadece 70-80 milletvekiliyle mi biz kanun çıkaracağız?!

AHMET YENİ (Samsun) - Sana ne onlardan kardeşim!

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Bu kadar önemli bir kanunu, bu kadar sayıyla, karar yetersayısı olmaksızın mı çıkaracağız?! Buna, ne Türk kamuoyu ne halkımız ne de buradaki milletvekillerimiz, rıza göstermezler.

HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Senin arkadaşların nerede?!

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Sayın Başkanım, az önce siz henüz oylamaya girmeden, biz sizden karar yetersayısı aramanızı istedik, buna rağmen oylamaya devam ettiniz. Ben bunu takdirlerinize sunuyorum; ama, bu bir usul hatasıdır. Buradaki milletvekilleri gecenin bu saatinde burada ise, diğer milletvekillerinin de aynı şekilde Parlamentoda bulunmaları gerekir. Ben bunu ifade etmek istiyorum Sayın Başkanım. Birazdan tekrar karar yetersayısının aranılmasını isteyeceğiz.

Şimdi, 3 üncü madde üzerinde görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

AHMET YENİ (Samsun) - Siz 2 kişi misiniz?!

MEHMET ERASLAN (Devamla) - 3 üncü maddemiz, Başkanlığın taşra teşkilatı, doğrudan merkeze bağlı vergi daireleri başkanlıklarından oluşur diyor. Vergi dairesi başkanlıklarının kuruluş ve yerleri -tabiî, kanunda kuruluş ve yerleri belli değil- ve sayıları ile bunlara ilişkin değişiklikler Bakanlar Kurulunca belirlenir... Tabiî ki, vergi dairesi başkanlıklarının nerede kurulacağı kanunda belli değil; bu kadar önemli bir kanunu görüşüyoruz, bu kadar önemli bir sistem değişikliğini görüşüyoruz; fakat, maalesef, vergi dairesi başkanlıklarının nerede, nasıl, ne şekilde kurulacağına ilişkin bir bilgi, kanunda yok. Onunla beraber, bunların sayıları da belli değil. Vergi dairesi başkanlıkları kaç tane olacak, adedi ne olacak, nerede kurulacak, hangi bölgelerde kurulacak; tasarının 3 üncü maddesinde buna ilişkin kayda değer bilgiler de yok; açıklayıcı, bizleri de aydınlatıcı, milletvekillerini de aydınlatıcı, aynı zamanda kamuoyunu da, gelir idaresinde çalışan kardeşlerimizi de, vatandaşlarımızı da, personelimizi de aydınlatıcı bir bilgi yok.

Ben, özellikle, bu eksiklikleri, bu maddedeki noksanlıkları Sayın Bakana ifade ederken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Konuşmanıza 2 dakika ilave ediyorum Sayın Eraslan, buyurun.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - Fazla zamanınızı da almayacağım.

Bu eksiklikleri, bu maddedeki noksanlıkları Sayın Bakanımızın da dikkatlerine sunuyorum...

AHMET YENİ (Samsun) - Sonraki listede var bunlar zaten.

MEHMET ERASLAN (Devamla) - ...ve bu maddeden sonra tekrar karar yetersayısının aranılmasını talep ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Yalnız, karar yetersayısını kürsüden istemeyeceksiniz, yerinizden isteyeceksiniz, İçtüzüğün hükümlerine göre.

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Peki, buradan istiyorum Sayın Başkan. Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 3 üncü maddeyi, ekli 1 sayılı listeyle birlikte...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - ...oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

3 üncü maddeyi, ekli 1 sayılı listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı vardır, madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

Görevler

MADDE 4.- Başkanlığın görevleri şunlardır:

a) Bakanlıkça belirlenen Devlet gelirleri politikasını uygulamak.

b) Mükelleflerin vergiye uyumunu kolaylaştırmak ve hizmetlerini yerine getirmek.

c) Mükellef haklarının korunması ve mükellef ile Başkanlık ilişkilerinin karşılıklı güven esasına dayanması konusunda gerekli tedbirleri almak.

d) Mükellefleri vergi mevzuatından doğan hakları ve ödevleri konusunda bilgilendirmek,

e) Devlet gelirleri politikasıyla ilgili kanun ve kararname çalışmalarına katılmak.

f) Devlet alacaklarının tahsilini sağlamak ve bu konuda gerekli tedbirleri almak.

g) Uygulamada ortaya çıkan ihtilafların en aza indirilmesine ve uygulama birliğinin sağlanmasına yönelik tedbirler almak.

h) Vergilendirmeyle ilgili bilgileri toplamak ve bilgi işlem faaliyetlerini yürütmek.

i) Vergi kanunlarında veya diğer mali kanunlarda yer alan her türlü istisna, muaflık ve indirimlerin maliyetlerini ölçmek, ekonomik ve sosyal etkilerini analiz etmek.

j) Bakanlıkça belirlenen temel politikalar ve stratejiler doğrultusunda vergi inceleme ve denetimlerini gerçekleştirmek, vergi kayıp ve kaçağının önlenmesi konusunda gerekli tedbirleri almak.

k) Mahallî idare gelirleri politikası ile Devlet gelirleri politikasının uygulanmasında uyumu sağlayıcı tedbirler almak.

l) Gelirleri etkileyen her türlü kanun tasarı ve tekliflerini, vergi tekniği ve uygulamaları açısından inceleyerek görüş bildirmek.

m) Gelir mevzuatının uygulanmasına ilişkin olarak diğer kurum ve

kuruluşlarla işbirliği yapmak, bu amaçla veri alışverişini gerçekleştirmek.

n) Görev alanına giren konularda, uluslararası gelişmeleri izlemek ve Avrupa Birliği, uluslararası kuruluşlar ve diğer devletlerle işbirliği yapmak.

o) Terkini gereken vergiler ile tahsili zamanaşımına uğrayan Hazine alacaklarının kanunlar gereğince terkin edilmesiyle ilgili işlemlerin yerine getirilmesini sağlamak.

p) Nitelikli insan kaynağının kazandırılması, yetkinliklerin geliştirilmesi, kariyer planlarının yapılması ve performanslarının ölçülmesini sağlamak.

r) Kamu Görevlileri Etik Kurulunun belirlediği ilkeler çerçevesinde kurumsal etik kurallar düzenleyerek personele ve mükelleflere duyurmak.

s) Faaliyet sonuçlarını düzenli aralıklarla kamuoyuna duyurmak ve yıllık faaliyet raporunu izleyen yıl kamuoyuna açıklamak.

t) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Akif Hamzaçebi; buyurun.

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 4 üncü maddesine ilişkin olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

4 üncü madde, görev olarak birçok konuyu düzenlemektedir; bunlardan, çok temel bir iki konuda görüşlerimi size sunmak istiyorum.

Daha önce ifade ettim; tasarı, güçlü gelir idaresi kavramından yola çıkıyor; ama, maalesef, böyle bir idareyi yaratamıyor.

Bunu kuran ülkelerde, ister özerk gelir idaresi olsun isterse yarı özerk gelir idaresi olsun, bunların özelliğine baktığımızda, iki temel prensibin olduğunu görüyoruz; bir, bağımsızlık; iki, birleşiklik. Nedir bunlar; bağımsızlığı ifade etmiştim, yine, çok kısaca ifade etmek istiyorum; vergi uygulamalarında, Maliye Bakanlığının, Bakan dahil, hiçbir şekilde bir söz sahibi olmamasıdır, bir görevinin olmamasıdır. Aksi takdirde, uygulamanın içerisinde Maliye Bakanlığı olursa, uygulamalar, doğru olana göre değil, politik durumlara göre olabilir, böyle bir risk olabilir, uygulamaya politika karışabilir. Bu, bağımsızlığın temelidir; Maliye Bakanlığının uygulama içerisinde yer almaması, bağımsızlığın temel şartlarından biridir. Yoksa, idarenin harcamalarında belli esnekliğinin olması, insan kaynakları politikalarında belli esnekliklerinin olması, hatta, kamu tüzelkişiliğinin olması, tek başına bağımsızlık için yeterli değildir. Onlar da önemlidir; ama, onlardan daha önemlisi, bu, biraz önce belirttiğim konudur.

Birleşiklik prensibi nedir; birleşiklik prensibi, mükellef denetimi ve incelemeleri dahil, uygulamaya yönelik bütün işlemlerin tek bir idare tarafından yürütülmesidir. Denetim ve inceleme dahil, uygulamaya yönelik bütün işlemler, vergi tahsilinden yoklamaya kadar, düzeltmeye kadar bütün işlemleri, tek bir idare, bu birleşik idare dediğimiz idare yapacaktır.

Tasarıda böyle bir yaklaşım var mı; yok. Tasarının bu maddesinin (j) bendine baktığımızda, denetime ilişkin politika ve stratejilerin belirlenmesi görevinin Maliye Bakanlığına bırakılmış olduğunu görüyoruz. Peki, nerede o zaman, güçlü gelir idaresi; uygulamayı, Maliye Bakanlığı dışında yönlendirecek güçlü gelir idaresi nerede?!

BAŞKAN - Sayın Hamzaçebi, bir beş saniyenizi rica edeyim.

Sayın Çerçi, efendim, lütfen, müzakerenizi başka bir zeminde yaparsanız memnun olurum.

Buyurun Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Tasarı, maalesef, hemen ilk maddelerinden birisinde, neden güçlü gelir idaresi kuramadığının işaretini vermiştir; (j) bendiyle kendisini göstermiştir. Denetime ilişkin politika ve stratejiler Maliye Bakanlığında bırakılmak suretiyle gelir idaresinin güçlü olması engellenmiştir. Esasen, bunun gerisinde şu yatmaktadır: Normal olarak, vergi denetimine ilişkin bütün görevlerin, vergi incelemelerinin gelir idaresi içerisinde toplanması gerekir; ama, tasarının Gelir İdaresi Başkanlığı için öngörmüş olduğu konum o kadar kötü ki veya o kadar iyi durumda değil ki, vergi incelemesi şeklindeki vergi denetim hizmetini, görevini, bu tasarı, tek bir teşkilat içinde toplayamamaktadır.

Maliye Bakanlığı içerisinde, vergi incelemesi yapan iki değerli kurul vardır; Maliye Teftiş Kurulu ve Hesap Uzmanları Kurulu. Hesap Uzmanları Kurulu, münhasıran vergi incelemesi yapan, çok değerli incelemeler yapan bir kurulumuzdur; ama, tasarının Gelir İdaresi Başkanlığı için öngördüğü mütevazı yapı, mütevazı konum, Hesap Uzmanları Kurulunun buraya gelip monte edilmesini engellemiştir. İster istemez, vergi denetiminde çokbaşlılık devam etmektedir. Çokbaşlılık devam ettiği için, Gelir İdaresi Başkanlığı, yeni konumunda, vergi denetimlerini planlayabilecek, koordine edebilecek durumda olmayacaktır. Denetime ilişkin politikaları Maliye Bakanlığı belirleyeceğine göre, Maliye Bakanlığı, istediği sektörlerin incelenmesini, incelemedışı, denetimdışı bırakacak; ama, arzu ettiği sektörlerin de denetime alınmasını isteyebilecek. Oysa, bu tercihi, bu planlamayı,bu programlamayı yapabilecek olan, Gelir İdaresi Başkanlığıdır. O yapmalıydı; çünkü, bütün veriler oradadır, ekonomiyi onlar izlemektedir. VEDOK Projeleriyle bilgi akışını, bilgi toplamayı sağlayan, vergi kimlik numaralarıyla ilişkilendirilmiş bilgileri Maliyenin bilgisayarına, bilgiişlem merkezine aktaran, Gelir İdaresi Başkanlığıdır. Bütün veriler orada olduğuna göre, bu planlamayı da, denetim planlamasını da, Gelir İdaresi Başkanlığı yapmak konumundadır.

Tasarı, maalesef, bu konuda, bu tasarıyı hazırlarken örnek alınmaya çalışılan ülkelerdeki modeli bile alamamıştır. Onun, belki, birtakım hususlarını, merkezde fonksiyonel örgütlenme gibi hususlarını alabilmiş; ama, böylesi önemli bir kısmı alamamıştır. Tasarı, maalesef, güçlü gelir idaresini kuramamaktadır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Hamzaçebi.

Madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri, önce geliş sıralarına göre okutup, sonra aykırılıklarına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının 4 üncü maddesinin (j) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 13.4.2005

 

Mehmet Akif Hamzaçebi

Ali Kemal Kumkumoğlu

Birgen Keleş

 

Trabzon

İstanbul

İstanbul

 

Enis Tütüncü

Osman Kaptan

Gürol Ergin

 

Tekirdağ

Antalya

Muğla

 

Mehmet Yıldırım

 

Mehmet Mesut Özakcan

 

Kastamonu

 

Aydın

"j) Vergi inceleme ve denetim politikalarını oluşturmak ve uygulamak"

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının 4 üncü maddesine (p) bendi olarak aşağıdaki bendin eklenmesi ve sonraki bentlerin buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz. 13.4.2005

 

Mehmet Akif Hamzaçebi

Ali Kemal Kumkumoğlu

Birgen Keleş

 

Trabzon

İstanbul

İstanbul

 

Enis Tütüncü

Osman Kaptan

Gürol Ergin

 

Tekirdağ

Antalya

Muğla

 

Mehmet Yıldırım

Mehmet Mesut Özakcan

Mustafa Özyürek

 

Kastamonu

Aydın

Mersin

 

 

Kemal Kılıçdaroğlu

 

 

 

İstanbul

 

"p) Gelir kanunlarının uygulanmasını tüzük ve yönetmelik dışındaki düzenleyici işlemlerle yönlendirmek"

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Tasarının 9/b maddesine göre gelir kanunlarının uygulanmasını düzenleyici işlemlerle yönlendirmek, Gelir Yönetimi Daire Başkanlığının görevleri arasındadır. Yine tasarının 13/m maddesine göre de Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığı 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Malî Müşavirlik ve Yeminli Malî Müşavirlik Kanununa ilişkin düzenleyici işlemleri yapmakla yetkili ve görevlidir.

Bilindiği gibi, idarenin yapacağı düzenleyici işlemler; tüzük, yönetmelik, kararname, genelge gibi düzenlemelerdir. Anayasanın 115 inci maddesinde tüzüklerin Bakanlar Kurulunca, 124 üncü maddesinde ise, yönetmeliklerin Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerince çıkarılacağı hükme bağlanmıştır.

Tasarının 9 uncu maddesinin (b) bendinde Vergi Yönetimi Daire Başkanlığına gelir kanunlarının uygulanmasını düzenleyici işlemlerle yönlendirme konusunda genel bir yetki verilmekte ve verilen bu yetki, bir sınırlandırma olmadığı için her türlü düzenleyici işlemi yapabilmeyi de kapsamaktadır.

Diğer taraftan, bir hukuk devletinde çok başlılık düşünülemeyeceğinden, düzenleyici işlemin ancak üst organ tarafından yapılması esastır.

Tasarıdaki düzenlemeleri Anayasaya uyumlu hale getirmek amacıyla değişiklik önerilmektedir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının 4 üncü maddesinin (j) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                        Mehmet Akif Hamzaçebi (Trabzon) ve arkadaşları

j) "Vergi inceleme ve denetim politikalarını oluşturmak ve uygulamak"

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Mükellef uyumunu yönetmek için en temel unsur olan denetim gelir idaresinin bir sorumluluğu ise de mevcut yapıda Türkiye'de denetim fonksiyonu tümüyle gelir idaresinin kontrolünde değildir.

Tasarının genel gerekçesinde "yeni yapılanmada görevler arasında mükerrerlikler oluşmaması; aynı hizmetin birden çok birim tarafından yüklenilmemesi öngörülmüştür" denilmesine rağmen, vergi denetiminde buna uyulmamış ve bugünkü parçalı yapının devam etmesi öngörülmüştür. Vergi denetiminde bugün yaşanan en büyük sorun, gelir idaresinin, yani Gelirler Genel Müdürlüğünün vergi denetimlerini planlayamaması ve koordine edememesidir. Tasarı bu konuda en küçük bir iyileştirme düzenlemesi yapmamaktadır. Gerçekte denetimde mevcut olan sorunlar aynen devam ediyor demek, tasarıya iyimser yaklaşmak olur. Tasarı, bugünkünden daha geri, garip bir modeli benimsemiştir.

Tasarı madde 4/j'ye göre, vergi inceleme ve denetimlerine ilişkin temel politika ve stratejiler bakanlıkça belirlenecektir. Bu düzenleme, güçlü gelir idaresi kavramıyla bağdaşmamakta olup, vergi politikası ile vergi idaresinin, yani, uygulamanın birbirinden ayrılması yönündeki prensibe aykırıdır. Bu durumda, böyle bir tasarıya gerek yoktur. Bununla, vergi denetimi, Bakanlığın vesayeti altına alınmış olmaktadır.

Vergi politikalarının, vergi kanunlarının uygulayıcısı gelir idaresi olduğuna göre, vergi inceleme ve denetimlerinde önceliklerin neler olduğunu ve buna göre politika ve stratejinin ne olması gerektiğini de en iyi bu idare bilmek durumundadır. Düzenleme, Bakanlığın gelir idaresi üzerindeki gücünden vazgeçmek istemediğini göstermektedir. Buna göre, örneğin, Bakanlık belirli sektörlerin, alanların veya mükellef gruplarının belirli sürelerle vergi denetimi dışında bırakılmasını bir politika olarak gelir idaresine bildirebilecek ve gelir idaresi de bu konularda denetim yapma iradesini ortaya koyamayacaktır.

Bu düzenlemelerle, gelir idaresi, vergi denetiminde bugünkü gücünün de gerisine gitmektedir.

Anılan gerekçelerle bentte değişiklik önerilmektedir.

BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

Başkan

MADDE 5.- Başkan, Başkanlığın en üst amiri olup;

a) Başkanlığı mevzuat hükümlerine, Başkanlığın politika ve stratejilerine uygun olarak yönetir.

b) Başkanlığın görev alanına giren hususlarda politika ve stratejiler geliştirir, bunlara uygun olarak yıllık amaç ve hedefler oluşturur, performans ölçütleri belirler, gerekli mevzuat çalışmalarını yapar; Başkanlık bütçe teklifini hazırlar, belirlenen strateji, amaç ve performans ölçütleri doğrultusunda uygulamayı koordine eder, izler ve değerlendirir.

c) Başkanlığın faaliyet ve işlemlerini denetler, yönetim sistemlerini gözden geçirir, kurumsal yapı ile yönetim süreçlerinin etkililiğini gözetir ve yönetimin geliştirilmesini sağlar.

d) Başkanlığın orta ve uzun vadeli strateji ve politikalarının belirlenmesinde üniversite, meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ile işbirliği yapılmasını sağlar.

e) Faaliyet alanına giren konularda diğer kamu kurum ve kuruluşları ile işbirliği ve koordinasyonu sağlar.

f) Yalın, esnek ve katılımcı yönetim anlayışının gerçekleşmesini sağlar.

g) Başkanlığın merkez ve taşra birimleri arasında doğrudan ve süratli iletişimi ve iş akışını sağlayacak tedbirleri alır.

Başkan, yukarıda belirtilen görevlerin yürütülmesinden doğrudan Bakana karşı sorumludur.

BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.

Süreniz 5 dakika.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

5 inci maddeyle ilgili görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım; yalnız, 5 inci maddeden önce, bu kanunun gerekçesinde yer alan bazı ifadeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu kanunun gerekçesinde, bu kanun tasarısının hazırlanmasında, kaynakların etkin ve verimli kullanılmadığı, çalışanların motivasyonunun yetersiz bulunduğu, nitelikli insangücünün elde tutulamadığı, mükelleflere etkin ve kaliteli hizmet sunulamadığı, katılımcı ve şeffaf yönetim anlayışının yerleştirilemediği gibi ifadeler yer almaktadır; ancak, bu yeni kanun tasarısını ciddî bir şekilde inceleyecek olursak, bu söylenilen hususların hiçbirinin yeni kanun tasarısında iyileştirileceğine, düzeltileceğine dair herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.

Ben isterdim ki, Sayın Maliye Bakanı, tümü üzerindeki görüşmelerden sonra, gelsin, bu kürsüden, bu kanun tasarısının hangi maksatla hazırlandığını, Türkiye'ye ne kazandıracağını, çalışanlara neler getirdiğini, neler sağladığını izah etsin, anlatsın. Meclisteki teamül de böyleydi. Bugüne kadar hangi kanun tasarısı Meclise gelse, ilgili bakan, tümü üzerindeki konuşmalardan sonra, gelir, bu kanunla ilgili neler sağlanmaya çalışıldığını bu kürsülerden dile getirirdi.

Şimdi, kaynakların etkin ve verimli kullanılmadığı söyleniyor; ancak, kanun tasarısına bakıyoruz, hiçbir yerinde, kaynakların etkin ve verimli kullanılacağına dair bir hüküm yok. Çalışanların motivasyonunun yetersiz bulunduğu söyleniyor; bu kanun tasarısından sonra, çalışanların motivasyonunun tamamen kaybolacağını da buradan ifade ediyorum. Niye bunu söylüyorum; çünkü, bu kanun tasarısı gündemdeyken, binlerce, kamuda çalışan, Maliyede çalışan kamu görevlileri bu kanun tasarısının aleyhinde iş bıraktılar; meydanlarda bu tasarının aleyhinde toplantılar düzenlediler ve siz şimdi kalkıyorsunuz, bu kanunla çalışanların motivasyonunun iyileştirileceğinden bahsediyorsunuz; ben de tam tersini söylüyorum, çalışanların motivasyonu, bu kanun tasarısı gündeme geldiği günden itibaren bozulmuştur, yok olmuştur.

Yine, nitelikli insangücünün elde tutulamadığını söylüyorsunuz; çok yanlış bir ifade. Bu, Maliye teşkilatından nitelikli insanların ayrıldığını, söylemek istemiyorum; ama, mefhumu muhalifiyle bu çıkıyor. Nitelikli olmayan insanların Maliyede, gelirler idaresinde, vergi dairelerinde çalışmaya devam ettiği şeklinde bir izlenimi gerekçenin içerisine yerleştiriyorsunuz; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün kapatılmasında da aynısını yapmıştınız; birçok kanun tasarısında da aynı şeyler yapıldı. Ben sizlerden rica ediyorum, böyle kanun tasarıları gelebilir; ancak, çalışanları rencide edecek, onları üzecek, onları töhmet altında bırakacak ifadelerin, ibarelerin gerekçelerin içerisinde yer almamasına özen göstermemiz gerektiğine inanıyorum.

Yine, katılımcı ve şeffaf yönetim anlayışının yerleştirilemediği... Ben şimdi soruyorum: Hangi maddesinde katılımcı ve şeffaf bir yönetim anlayışını bu kanun tasarısıyla beraber Türkiye'nin gündemine taşıyoruz? Bence, öncelikle, personelin moral motivasyonunun kuvvetlendirilmesi lazım. Bakınız, vergi gelirlerinin yüzde 48'i İstanbul'da toplanıyor. İstanbul'da 9 000 görevliyle biz bunu yapıyoruz; ancak, bu görevlilerin çalışma ortamlarının nasıl olduğunu Sayın Maliye Bakanımızın gelip buralarda ifade etmesi lazım. Ben isterim ki, bir gün, bir vergi dairesine Sayın Maliye Bakanımız uğrasın, orada, vergi dairesi çalışanlarının hangi şartlar içerisinde çalıştığını, ne kadar zor şartlar altında görev yaptığını gözleriyle görüp, öncelikle onların çalışma ortamlarının düzeltilmesi ve iyileştirilmesi için gerekli tedbirleri alsın ve vergi daireleri yüzde 40 eksik personelle çalışıyor değerli milletvekilleri. Yüzde 40 eksik personelle bugüne kadar vergi dairesinde çalışanlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Uğramadığını nereden biliyorsun!

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, size ek 1 dakikalık süre vereceğim. Umarım bu 1 dakikalık süre içerisinde madde üzerindeki görüşlerinizi ifade etmek imkânı bulursunuz. 1 dakikada toparlamanızı istirham ediyorum.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Türkiye'deki çalışan kamu görevlileri vergi dairelerinde yüzde 40 eksik kapasiteyle görev yapıyorlar. Öncelikle personelin bu durumu gözönüne alınarak onların moral motivasyonunu sağlayacak ve bu kanunla onların mağdur edilmediklerini, gelip bu kürsüden Sayın Maliye Bakanımızın açıklamasını bekliyorum.

Türkiye'nin her yerinden yüzlerce faks geldi. Mağdur olacaklarını, geleceklerinin bir belirsizlik içerisine girdiğini, önlerinin kapatıldığını, önlerinin kesildiğini ifade eden yüzlerce, binlerce çalışan görevli bizlere ulaştılar, sizlere de ulaştılar.

O bakımdan, ben, böyle kanun tasarıları hazırlanırken, öncelikle personelin içinde bulunduğu durumun gözönüne alınarak, onların maddî durumlarının ve çalışma ortamlarının iyileştirilerek bu kanun tasarılarının gündeme getirilmesinin daha faydalı olacağı inancımı ifade ediyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan, Hükümet adına konuşma yapacaklardır.

Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, bir konuya açıklık getirmek için huzurunuza gelmiş bulunuyorum. Söz verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum.

Değerli Başkan, değerli arkadaşlar; Hükümetimiz kurulduğu günden beri Maliye Bakanlığını yapmaktayım. Maliye Bakanları içerisinde en fazla vergi dairelerine giden Bakanım, en fazla... (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri ve alkışlar)

Hayatında vergi dairesine uğramamış kimseler, ellerine bir kâğıt tutuşturuyorlar, onu da dışarıda, kulislerde; gelip burada tantana yapıyorlar yani! (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP ve DYP sıralarından gürültüler)

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Milletvekillerine hakaret etmeye hakkınız yok!

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Bu ifadeyi değiştirmesi lazım, kabul etmiyoruz. Bakana yakışmayan bir ifade kullandı Sayın Bakan. Bu sözünüzü geri alın.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Çok ayıp oluyor!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar...

BAŞKAN - Sayın Bakanım, bir dakika...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sözünüzü geri alın, Sayın Bakan.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - "Tantana" ifadesini geri alın.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Peki "tantana" ifadesini geri alıyorum.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Ben, yirmiüç yıl vergi dairelerinde çalıştım... Size yakışmıyor, Sayın Bakan.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bir daha böyle bir şey söylediğinizi duymayacağım; ayıp yahu! Ne biçim konuşuyorsun!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, iyi bakın bana; bana iyi bakın...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Size yakışmıyor!

MEHMET ERASLAN (Hatay) - Tantana mı bu; doğruları söylüyoruz biz.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - "Tantana" lafını geri alın.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Peki "tantana" lafını geri aldım.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, bir dakikanızı istirham ediyorum.

Saygıdeğer arkadaşlarım, saygıdeğer milletvekilleri; bakınız, burada, hazırlanmış bir...

ATİLLA KART (Konya) - Hayalî ihracat yapan bakan var mı?!

MUHARREM İNCE (Yalova) - Hayalî ihracat yapan Maliye Bakanı var mı?!

BAŞKAN - Sayın Kart...

Sayın Kandoğan...

Burada, hazırlanmış olan bir tasarıyla ilgili olarak, tasarının hazırlayıcısı Sayın Bakan, Bakanlar Kuruluna sevk ediyor, yapıyor. En ağır eleştirileri yapıyorsunuz; Sayın Bakan çıkıyor, iki kelime etmeden, herkes birden ayağa kalkıyor; tahammül edeceksiniz. Sayın Bakan söz aldı...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Bu ifadeyi değiştirsin, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Lütfen, oturunuz...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - İstediği şekilde eleştirebilir; ama, bu ifade yanlış. Ben, yirmiüç yıl vergi dairelerinde çalıştım, Sayın Bakan. Sen vergi dairesinin yolunu bilmezken, ben oralarda çalıştım.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, oturunuz yerinize.

Sayın Bakanım, buyurun.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu hazırlanan kanun tasarısı, gelir idaresini yeniden yapılandıran bir tasarıdır, teşkilatlanmayı yeniden yapılandıran bir tasarıdır. Elli seneden beri, şu yaptığımız, buraya huzurunuza getirdiğimiz reformu yapmak için çalışmalar olmuştur. Yabancı uzmanlar çalışmıştır, Dünya Bankası çalışmıştır, diğer beynelmilel kuruluşlar çalışmıştır; fakat, buraya, huzurunuza, kimse şimdiye kadar getirememiştir. İlk defa, AK Parti Hükümeti, bu temel yapısal reform kanunu olan Gelir İdaresi Kanunu Tasarısını getiriyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İkinci bir husus daha var; bu tasarı, özlük haklarını düzenleyen bir tasarı değildir; buna, özellikle altını çizerek dikkatinizi çekmek istiyorum.  Burada, bir husus var; gelir idaresinde çalışan hiçbir arkadaşımın burada mağduriyeti söz konusu değildir. Bunu, bir defa, altını çizerek söylüyorum; ama, kimseye de, burada makam, mevki dağıtmıyoruz, dağıtmaya da niyetimiz yok. (AK Parti sıralarından alkışlar) Biz, burada, yeniden bir reform çalışması yapıyoruz, kuvvetli bir gelir idaresini teşekkül ettirmeye çalışıyoruz ve Türkiye'nin ekonomisinin önünün açılması için, bu temel, yapısal kanunları bir bir getiriyoruz. Mesele budur ve kabul edeceğiniz bu kanun, inanın, Türkiye'nin önünü açan, Türkiye'nin gelir idaresini yeniden yapılandıran ve Türkiye'deki gelirlerin sağlıklı bir şekilde, etkin bir şekilde toplanmasına yol açacak bir kanundur.

Yaptığınız ve bundan sonra yapacağınız çalışmalar dolayısıyla, hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakanım, New York'ta, gonga vurunca, New York Borsası düştü mü?!.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, Sayın Maliye Bakanının "eline kâğıt tutuşturulmuş" ve "tantana yapıyor" ifadeleri karşısında kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, tutanakları istedim, getirecekler; bakacağım ve ona göre karar vereceğim.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

Başkan yardımcıları

MADDE 6.- Görevlerin yürütülmesinde Başkana yardımcı olmak üzere üç başkan yardımcısı görevlendirilir. Başkan yardımcıları Başkana karşı sorumludur. Başkan yardımcıları aynı zamanda vergi dairesi başkanlıklarının koordinasyonu ile görevlendirilebilir.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum:

Koordinasyon Kurulu

MADDE 7.- Başkanlığın amaçlarına ve sürekli gelişim ile performans hedeflerine ulaşılmasına katkıda bulunmak, birimler arasında koordinasyonu, bilgi akışını ve uygulama birliğini sağlamak, sorunlara ortak çözümler üretmek üzere Koordinasyon Kurulu oluşturulur. Kurul, Başkanın başkanlığında, başkan yardımcıları, daire başkanları, I. Hukuk Müşaviri ile Ankara, İstanbul ve İzmir vergi dairesi başkanlarından oluşur. Başkan gündeme göre diğer vergi dairesi başkanlarını da toplantılara davet edebilir. Kurul yılda en az bir defa toplanır. Kurulun sekretarya hizmetleri Strateji Geliştirme Daire Başkanlığınca yürütülür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Antalya Milletvekili Osman Kaptan söz istemiştir.

Sayın Kaptan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sorumuz vardı...

BAŞKAN - Sırası geldiğinde, Sayın Ercenk...

Buyurun Sayın Kaptan.

CHP GRUBU ADINA OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının 7 nci maddesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın arkadaşlarım, bu kanun tasarısı, stratejik bir tasarıdır. Nasıl ki stratejik ortaklık oluyor, bu kanun da, IMF tarafından çıkarılması istenen bir kanundur; onun için, stratejik bir kanun demek daha doğru olacaktır. IMF, daha fazla vergi toplanıp borçların ödenmesini istiyor. IMF, uzun zamandır yeni bir gelir idaresi kurulmasını istiyordu ve sonunda, yeni stand-by için bu kanunun çıkarılmasını şart koştu. Hükümet de, IMF şartları yerine gelsin diye bu tasarıyı hazırladı.

Sayın arkadaşlarım, hükümetin, gelir idaresini Maliye Bakanlığından bir nevi kopararak vergi gelirlerini artırması mümkün müdür?! Daha önce Maliye Bakanlığına bağlı olan Hazine, Maliyeden koparılınca devlet iç ve dışborçları azalmış mıdır ki, gelir idaresi Maliyeden koparılınca vergi gelirleri artsın?! Gelir idaresi, bu yapılanmayla zayıflatılmakta, sadece tahsilat yapan bir kuruluş haline dönüştürülmektedir. Düyunu Umumiye ve Reji İdareleri de emperyalist güçlerin alacaklarını güvence altına almak için kurulmuşlardı. Acaba, IMF'nin dayatmasıyla, şimdi de ikinci düyunu umumiye idaresi mi kurulmak istenmektedir?!

Sayın milletvekilleri, IMF, daha fazla vergi verecek mükellefin durumunun iyileştirilmesine hiç bakmıyor; Türkiye'de üretimin artırılmasına, reel sektörün güçlendirilmesine IMF hiç bakmıyor; IMF, tarımın çöktüğünü, esnafın battığını, vergi verecek insan kalmadığını, verenlerin de Maliye Bakanlığının, esnafa, doktora, avukata, tehditle, matrah artır baskısı altında salma yöntemiyle mükellefleri korkutarak vergi aldığını görmüyor; IMF görmüyor, hükümet görmüyor; çünkü, hükümet, zaten kendisi yapıyor ve IMF'nin dediğini yapıyor.

ALİM TUNÇ (Uşak) - İyi de yapıyor.

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Evet, iyi de yapıyor sayın arkadaşım.

Sayın arkadaşlarım, hükümet için gelir demek, zam demektir. Hükümet, gelir eksik kalınca, içkiye, sigaraya, akaryakıta zam yapmayı bir marifet sayıyor. Köylünün, çiftçinin mazot alacak parası olmadığı için, traktörlerinin pas tuttuğunu hükümet görmüyor; çiftçinin ürününün tarlada kaldığını hükümet görmüyor veya görmezden geliyor.

Sayın arkadaşlarım, yapılması gereken, vergi yönetiminin çağdaş bir sisteme kavuşturulmasıdır, verginin tabana yayılmasıdır, kayıtdışının kayıt içine alınmasıdır. Bunun için de, elbette, gelir yönetiminin işlevsel bir hale getirilmesi gerekir, elbette, gelir idaresinin güçlendirilmesi gerekir; ancak, bunlardan daha önce, vergi verecek mükellefin güçlendirilmesi gerekir, üretimin artırılması gerekir, üreticinin desteklenmesi gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de gelir idaresi yarım asırdır iyileştirilmek isteniyor. Günlük siyasî kararlardan bağımsız, teknik bir gelir idaresinin kurulması, öteden beri hep istenegelmiştir; ancak, getirilen tasarı iyileştirme değil kötüleştirmedir. Mevcut durum, daha da geriye götürülmektedir. Bağımsız, tarafsız, etkin bir örgütlenme modeli getirilmiyor. Var olan çokbaşlılık giderilmiyor. Şeffaf, katılımcı bir gelir idaresi oluşturulmuyor. Türk kamu yönetiminde merkezî denetim biriminin en üst idarî amire bağlı kariyer mesleği olarak örgütlenmesi ilkesine uyulmuyor. Örneğin, gelirler kontrolörleri, mevcut durumda genel müdüre bağlıyken, yeni düzenlemede daire başkanına bağlanıyor, yani, tenzili rütbeye uğratılıyor.

Gelir İdaresi Başkanlığı adı, bakanlıklarda çok sayıda olan ve genel müdür yardımcılığının altında bir unvan olan daire başkanlığı adıyla eşdeğerde görülüp anlaşmazlığa yol açabilecektir. Gelir İdaresi Başkanlığı, madem doğrudan bakana bağlanıyor, o zaman adına niye müsteşarlık denmiyor?

Sayın milletvekilleri, bu tasarı, çalışan personel üzerinde olumlu bir heyecan yaratmamıştır. Çalışan personelde mutsuzluğa, umutsuzluğa, moralsizliğe, belirsizliğe, endişeye ve tepkiye yol açmıştır. Memurlar, şefler, müdür yardımcıları, gelirler kontrolörleri, kısaca, tüm personel bu tasarıyı tepkiyle karşılamaktadır. Konuyla ilgili dernekler ve sendikaların da bu tasarıya tepkileri artarak devam etmektedir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu kanunun 7 nci maddesi "Koordinasyon Kurulu" adını taşıyor. Gelir İdaresi Başkanı, yılda bir defa yardımcılarını, daire başkanlarını, birinci hukuk müşavirini, Ankara, İstanbul, İzmir Vergi Dairesi Başkanlarını toplayarak, yani, başkan, kendi personelini toplayarak koordinasyon kurulunu kuruyor. Sayın arkadaşlarım, bu görevliler, zaten, Gelir İdaresi Başkanına bağlı. Evet, Gelir İdaresi Başkanına bağlı bu görevlileri kendisi yönetiyor, kendisi yönetim süreç ve eylemlerinden sorumlu. Öyleyse bu maddeye niye gerek var?!

Gelir İdaresi Başkanlığı dışındaki, Devlet Planlama Teşkilâtı, Devlet İstatistik Enstitüsü gibi birimlerle, sivil toplum örgütleriyle eşgüdümü sağlamak istese böyle bir koordinasyonun sağlanmasına ihtiyaç vardır diyebiliriz. Örneğin; helva yapmak için, bir genel müdürlükte un vardır, bir başka genel müdürlükte şeker vardır, bir başkasında yağ vardır, bunları birleştirmek istersin; helva yapmak istersin; o zaman da koordinasyon kurulu kurarsın. Türk kamu yönetiminde koordinasyon kurulu diye, kendi bakanlığının, kendi birimlerine, kendi genel müdürlüğüne, kendi daire başkanına bağlı personelin toplanarak koordinasyon yapıldığı herhangi bir yasada yer almamaktadır; ilk örnek bu olacaktır. Zaten kendi başkanlığında olan kendisine bağlı personelin kanunla toplanmasına gerek yoktur. Bu nedenle, maddenin kanundan çıkarılmasında yarar olacağı kanısındayım.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ülkemizde dolaylı vergilerin oranı Avrupa Birliği ülkeleri ortalamasının 2 katıdır. Avrupa Birliği ülkelerinde dolaylı vergilerin oranı yüzde 35 dolaylarındadır; bizde ise, 2003'te yüzde 67, 2004'te yüzde 69, bu yılın sonunda da dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 72,8'e ulaşacaktır. Bu oranın, Avrupa ülkelerindeki yüzde 35 düzeyine indirilmesi gerekir. Çünkü, dolaylı vergi payının yüksekliği yoksullaşmayı daha da yaygınlaştırmaktadır. Dolaylı vergiler, insanlarımızın ödeme gücüne göre değil, kazanca göre değil tüketimine göre gelir kesimindeki yurttaşlarımızdan aynı oranda alındığından, tüketimindeki oranlara göre alındığından adaletsizliği körüklemektedir. Yeşilkartlıdan da aynı KDV alınmakta holding sahibinden de aynı KDV alınmakta, holding sahibinden de aynı KDV alınmaktadır. Ayrıca, KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerin yüksekliği, sabit gelirli insanlarımızı ezmektedir. Sizler, KDV ve ÖTV'yi indireceğinize söz vermiştiniz.

AHMET YENİ (Samsun) - ÖTV oranı inmiştir.

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümet ve bakanlar, haksızlığı, hukuksuzluğu, eşitsizliği görmüyorlar; çiftçiyi, köylüyü görmüyorlar; esnafı, memuru, emekliyi görmüyorlar. Hükümet, işçileri, işsizleri görmüyor. Bu kesimleri, hükümet, gözden çıkarmıştır; ancak, bu dargelirli kesimler de hükümeti gözden çıkarmıştır. İnanmazsanız, halkın arasına çıkın da bir görün tepkiyi.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Her gün halkın içindeyiz!..

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Uzağa gitmeye gerek yok sayın arkadaşım; Ankara'nın ilçelerine şöyle gidin de bir görün. Polatlı köylüsünün, kurusoğanının tarlada kaldığını, buğdayının geçen yılki fiyatının altında satıldığını bir görün. Vatandaş, Nallıhan'da, Toprak Mahsulleri Ofisinin kaldırılmasını istemiyor; Çayırhan'da Ziraat Bankası şubesinin kaldırılmasını istemiyor. Vatandaş, Tarım Bakanının "pamuğu üretmemize gerek yok, pamuğu dışarıdan alırız" demesini istemiyor. Vatandaş, AKP Grubunda, tarımda kullanılan elektriğin fiyatının indirilmesini isteyen bir milletvekiline, Sayın Başbakanın "devlet hayır kurumu değil; bedava mı verelim; Allah'tan korkun" demesini istemiyor. Vatandaş, vergi kaçakçılığından yargılanan, hakkında hayalî ihracat raporu bulunan bir kişinin, vergi kaçakçılığını ve hayalî ihracatı önlemek zorunda olan bir bakanlığın başında bakan olarak kalmasını hiç mi hiç istememektedir.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) - Buna siz mi karar vereceksiniz!

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Böyle itham olur mu!

BAŞKAN - Teşekkür ederim, Sayın Kaptan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 10 dakika süreyle soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.

Sayın Ercenk; buyurun.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Teşekkür ederim, Sayın Başkan.

Aracılığınızla, Sayın Bakana bir soru yöneltmek istiyorum; yalnız, bu arada, bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum Sayın Bakana; kendi elime tutuşturduğum kâğıttan okuyorum.

Bildiğim kadarıyla, naylonfatura yolsuzluğundan sanık olarak yargılanırken, milletvekili seçilerek dokunulmazlık zırhına kavuştunuz. Mahdumunuzun mısır ithali ve 52 dönüm araziniz konusundaki haberler dışında, yine, son günlerde...

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, soru sorsun...

BAŞKAN - Sayın Ercenk... Sayın Ercenk...

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Soruyorum, soruyorum; bitiyor.

BAŞKAN - Sayın Ercenk, istirham edeyim... Yani, bunun konuyla hiçbir ilişkisi yok.

Evet, buyurun.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Soruyorum... Soruyorum...

...basında çıkan haberlere göre, Bakanlık müfettişlerince hazırlanan bir raporda, 250 000 000 dolarlık hayalî ihracata sebebiyet verdiğiniz iddia edilmektedir.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Olmaz!.. Kapatın, Sayın Başkan!

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Maliye gibi devletin en önemli kurumunun başında bulunan bir kişi olarak, parasal konuları kapsayan bir suç işlediğiniz şeklindeki iddialar karşısında açıklama yapmayı veya istifa etmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın İnce...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakana üç sorum olacak.

Sayın Bakan, geçtiğimiz günlerde, New York Borsasını ziyaretinizde açılışı siz yaptınız, gongu siz vurdunuz. Gongu vurduğunuz gün borsa düştü mü? Bu doğru mu? Bu, ilahî bir takdir mi, yoksa bir tesadüf mü?

İkinci soru: Gelir idaresini güçlendirmek tabiî ki önemli; yani, buna hiç itirazımız yok. Peki, siz, Bakanlık olarak, sahte fatura kullananlara, hayalî ihracat yapanlara, milletin kanını emenlere nasıl bir önlem alıyorsunuz, bu konudaki çalışmalarınız nelerdir?

Üçüncü sorum da, gümrük müfettişlerinin Albarakanın hayalî ihracat yaptığına dair bir raporu var. Bu rapor Maliye Bakanlığına gönderildi. Siz, bu raporu, MASAK'a, yani, Malî Suçları Araştırma Kuruluna gönderdiniz mi; bu, hangi aşamadadır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İnce.

Sayın Bakanım, buyurun efendim.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli Başkan, bu sorular, takdir ettiğiniz gibi, hiçbirisi maddeyle ilgili değil.

BAŞKAN - Doğrudur.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Bunlar, tamamen polemik meydana getirmek kastıyla söylenmiş sözler. Bunlara, bu yüce çatı altında cevap vermek istemiyorum. İlgili konularda da zaten basında gerekli açıklamaları yaptım; lütfen, oradan takip etsinler.

Teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Maddeyle ilgili değil; ama, Türkiye'yle ilgili soru bu!

BAŞKAN - Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Ana Hizmet Birimleri

Ana hizmet birimleri

MADDE 8.- Başkanlığın ana hizmet birimleri şunlardır:

a) Gelir Yönetimi Daire Başkanlığı.

b) Mükellef Hizmetleri Daire Başkanlığı.

c) Uygulama ve Veri Yönetimi Daire Başkanlığı.

d) Tahsilat ve İhtilaflı İşler Daire Başkanlığı.

e) Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığı.

f) Gelirler Kontrolörleri Daire Başkanlığı.

g) Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

9 uncu maddeyi okutuyorum:

Gelir Yönetimi Daire Başkanlığı

MADDE 9.- Gelir Yönetimi Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:

a) Gelir kanunlarının uygulanmasına yönelik görüş oluşturmak ve ortaya çıkan tereddütleri gidermek.

b) Gelir kanunlarının uygulanmasını düzenleyici işlemlerle yönlendirmek, ilgili tarafların görüşlerini düzenli olarak aktarabileceği ortamlar oluşturmak.

c) Mevzuat değişikliği önerilerinde bulunmak.

d) Gelir kanun tasarıları ile kararnamelerin hazırlık çalışmalarına katılmak.

e) Gelirleri etkileyen her türlü kanun tasarı ve tekliflerini, vergi tekniği ve uygulamaları açısından inceleyerek görüş bildirmek.

f) Mahalli idare gelirleri politikası ile Devlet gelirleri politikasının uygulanmasında uyumu sağlayıcı tedbirler almak.

g) Vergi beyannameleri ve mükelleflerce kullanılacak formların şekil ve içeriği konusunda görüş bildirmek.

h) Başkanlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun.

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarı hakkında... (CHP sıralarından "ses gelmiyor" sesleri)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kart...

AHMET YENİ (Samsun) - Muhalefetin sesini duyalım...

ATİLLA KART (Devamla) - Sesimi birazdan duyacaksınız ve inanıyorum ki üzülecek ve rahatsız olacaksınız.

AHMET YENİ (Samsun) - Sizin sesinizi duymak istiyoruz, fikirlerinizi almak istiyoruz; o nedenle söyledim.

BAŞKAN - Buyurun, Sayın Kart.

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının 9 uncu maddesi hakkında, hem Grup adına hem de şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tasarının 9 uncu maddesi "Gelir Yönetimi Daire Başkanlığı" başlığını taşıyor; bu maddede, Başkanlığın görevleri 8 bent halinde sayılıyor. 13 üncü maddesi ise "Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığı" başlığını taşıyor; bu madde de, 16 bent halinde düzenleniyor. 9 uncu maddenin (b) bendinde, Gelir Yönetimi Daire Başkanlığının, gelir kanunlarının uygulanmasını, düzenleyici işlemlerle yönlendireceği, 13 üncü maddenin (m) bendinde de, Denetim ve Uyum Yönetimi Daire Başkanlığının, 3568 sayılı Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Malî Müşavirlik ve Yeminli Malî Müşavirlik Kanununa ilişkin düzenleyici işlemleri yapacağı yolunda düzenlemeler getiriliyor. Bu düzenlemeleri yapmak, sözü edilen daire başkanlıklarının görevleri arasında sayılıyor.

Değerli arkadaşlarım, teknik niteliği ağır basan bir tasarıda, bilinçli veya sehven yapılan bazı hatalı düzenlemelerin yaratacağı tahribatı, takdir edersiniz ki, gidermek çok zordur. Yapılan bu düzenleme, öncelikle ifade edelim ki, 9 ve 13 üncü maddelerde yapılan bu düzenleme, normal hiyerarşisine aykırıdır. Kanun, tüzük, yönetmelik ve sair düzenleyici işlemler kavramlarının hatalı kullanılması veyahut kötüye kullanılması, sonuçlarını da beraberinde getiren bir düzenleme söz konusudur. Bu düzenleme karşısında, anayasal yapı içinde, yürütme organının düzenleyici işlem yapma yetkisini ve sınırlarını tartışmamız ve değerlendirmemiz gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Anayasada açık bir hüküm olmasa bile, yürütme organının düzenleme yetkisine sahip olduğu, bu yetkinin yürütme ve idare fonksiyonunun mahiyetinden doğduğu açıktır. İdarenin düzenleme yetkisi takdir yetkisinden doğmaktadır. İdarenin bütün yetkilerinin bağlı yetkiler olamayacağı, idare kavramının zorunlu takdir yetkisini de içereceği açıktır. Bu anlamda değerlendirme yapıldığında, düzenleyici işlem, idarenin takdir yetkisinin tezahüründen başka bir anlam yaratmaz.

1982 Anayasası da, yürütmenin karar, tebliğ, sirküler gibi değişik adlar altında düzenleyici işlemler yapma uygulamasını devam ettirmiştir, daha evvelki anayasalar gibi.

Yönetmelik düzenlemesi, Türk hukukunda, idarenin en geniş düzenleyici işlem türü olduğuna, Başbakanlık, bakanlıklar ve tüm kamu tüzelkişileri yönetmelik çıkarabileceklerine göre, bu değişik adlar altında yapılan düzenleyici işlemlerin de yönetmelik olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmek ve kabul etmek gerekir.

Görüldüğü gibi, yönetmelik çıkarma yetkisi bakanlıklar ve kamu tüzelkişileriyle sınırlıdır. Daire başkanlıkları, yani, tasarının 9 ve 13 üncü maddesinde düzenlemesi yapılan daire başkanlıkları, bu anlamda yönetmelik düzenleme yetkisine sahip değildirler. Mevcut tasarının 9 ve 13 üncü maddesindeki düzenlemelerle, bu konuda net sınırlar belirtilmediği ve ölçüler getirilmediğinden, hatalı değerlendirmelerin yapılması ve kötüye kullanılması kaçınılmazdır. Nitekim, bunun örneklerini bu dönemde daha da yoğun bir şekilde görüyoruz, yaşıyoruz. Yapılan bu uygulamalarla değerli arkadaşlarım, yetki tecavüzü ve gasbı yapıldığını görüyoruz; ancak tüzükle yapılabilecek bir düzenlemenin yönetmelikle yapıldığını, yönetmeliklerle yapılması gereken bir düzenlemenin tebliğle, sirkülerle yapıldığını, genelge adı altında yapıldığını biliyoruz. Bu uygulamalar -tekrar ifade ediyorum- en hafif deyimiyle görevin kötüye kullanılması anlamına gelmektedir. Mevcut Ceza Kanununun 240 ıncı maddesi anlamında görevin kötüye kullanılması anlamına gelmektedir.

Bütün bu sebeplerle, 9 ve 13 üncü maddelere ilişkin olarak yapılan bu düzenlemelerin, Anayasanın 2, 6, 7, 8, 9, 115 ve 124 üncü maddelerine açıkça aykırı olduğunu önemle ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, gelinen bu aşamada ilgili birimlerin, ilgili bakanlıkların başındaki siyasî sorumlunun, yani bakanın kamu yönetimi anlayışının ve uygulamalarının çok önem kazandığını görüyoruz. Bu aşamada, karşımıza bütün tipik unsurlarıyla -ama hangi anlamda; olumsuz anlamda- bu tasarının birinci derecede siyasî sorumlusu olan hükümet ve hükümeti temsilen Sayın Maliye Bakanı karşımıza çıkmaktadır. Sayın Maliye Bakanının kamu yönetimi anlayışı ve uygulamaları konusunda hem siyaseten ve hem de etik olarak son derece olumsuz bir örnek olduğunu üzülerek ifade ediyorum. Öncelikle, milletvekili sıfatının dışında, sade bir vatandaş olarak, Hazineyle ve bütçe kavramlarıyla böylesine çıkar çelişkisi içinde olan, Hazineyi zarara uğrattığı, hayalî ihracat ve naylonfatura yoluyla Hazineyi soyduğu yolunda -nasıl soyduğu yolunda; organize suç ilişkileri içinde soyduğu yolunda- son derece ciddî deliller ve yargılama dosyaları bulunan bir kişinin halen Maliye Bakanı olarak görevini sürdürmesini kabullenemediğimi, içime sindiremediğimi yeri gelmişken ifade ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Hangi dosyalar?

ATİLLA KART (Devamla) - O dosyaları anlatacağım, o dosyaları rakamlarıyla ifade edeceğim değerli arkadaşım. İnanıyorum ki, bu dosya kapsamları hakkında yeterince bilgi sahibi olduğunuz zaman, tavrınız daha farklı olacaktır. Bunun aksini düşünemiyorum, bunun aksine ihtimal veremiyorum.

Bakın, değerli arkadaşlarım...

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Mercedes mi!

ATİLLA KART (Devamla) - Hayır, hayır; anlatacağım.

Mercedes olayı, hem Sayın Bakanı hem Sayın Kürşad Tüzmen'i hem Sayın Başbakanı doğrudan ilgilendiren bir dosya; o dosyayı, ayrı bir gündemde, isterseniz memnuniyetle anlatırım.

Bakın, Sayın Bakanı, sorumluluğunun gereğine ve ciddiyete bir defa daha davet ediyorum. Bu anlayış ve uygulama içinde olan bir Maliye Bakanına karşı, vergi mükelleflerinin sorumluluklarını gereğince ve şevkle yerine getirip getirmeyeceğini, hepimizin gerçekçi bir şekilde değerlendirmesi gerekir.

Düşünebiliyor musunuz değerli arkadaşlarım, burada, neyi tartışıyoruz biz?

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Hiçbir şeyi...

ATİLLA KART (Devamla) - Tartıştığımız tasarının başlığı ne, değerli arkadaşım; Gelir İdaresi Başkanlığı. Bu tasarının özü nedir; bu tasarının özü, Maliye gelirlerini daha etkin bir şekilde, daha verimli bir şekilde nasıl çoğaltabiliriz, bunu tartışıyoruz. Bunun özü bu; bu tasarının esası bu, değerli arkadaşlarım; ama, o Maliye teşkilatının başında, Hazineyi, bakın, 1 milyar dolar seviyesinde, hayalî ihracat yoluyla, naylonfatura yoluyla zarara uğrattığı, organize bir şekilde soyduğu yolunda, mülkiye müfettişlerinin, Hesap Uzmanları Kurulunun ve yargılama dosyalarının bulunduğu bir Maliye Bakanı orada görev yapıyor.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Burayla ne ilgisi var? Yargılama yeri mi burası?

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlarım, hukukta ne vardır, biliyor musunuz...

HASAN KARA (Kilis) - Mahkeme kararı olmadan bunu konuşamazsın!

ATİLLA KART (Devamla) - Hukukta ne vardır, hukukta ne vardır... Bakın, ne diyorum ben...

HASAN KARA (Kilis) - Böyle konuşamazsın!

ATİLLA KART (Devamla) - Ben, ne diyorum değerli arkadaşlarım... (AK Parti sıralarından gürültüler)

Ben ne diyorum değerli arkadaşlarım; bir kesin hükümden söz etmiyorum. Bir kesin hükümden söz etmiyorum. Kesin hükümle...

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Mercedes firmasının yetkilileri dışarıda...

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, müsaade eder misiniz.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Ne demek bu?! Sen çık, açıkla.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Kendisi bilir...

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkanım, lütfen; göreve davet ediyorum sizi, Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sayın Kart, şunu istirham ediyorum: Bakınız, arkadaşları ben sükûnete davet ediyorum; ama, sizin söylediğiniz sözler içerisinde, böyle, yargı aşamasını çok ihlal eden sözler var.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Demirbağ, lüften...

Saygıdeğer arkadaşlarım, burada, birbirimizle ilgili olarak çok dikkatli konuşmamız gerekli. Bakınız, biraz önce konuşan bir hatip, Düyunu Umumiyenin, emperyalist güçler tarafından kurdurulduğunu ve para tahsil etmek için kurdurulduğunu söyledi; bugün de aynı şeyin IMF tarafından yapıldığını söyledi. Ben biraz önce itiraz etmedim. Tutanaklarda vardır. Bu sözler, millet iradesiyle buraya gelmiş, yasama görevi yapan milletvekillerini incitiyor. Onun için, konuştuğumuz sözler, bir müddet sonra, o konuşan arkadaşlarımızı da bağlıyor.

Bu bakımdan, nezaket üslubu içerisinde, güzel bir şekilde konuşursak, olur. Belki, birilerinin hoşuna giden sözler söylenmiş olabilir, birileri aferin demiş olabilirler...

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Başkan "aferin" için konuşmuyoruz ki!

BAŞKAN - ... ama, burada olan diğer milletvekili arkadaşlarımızı da, böyle hoş olmayacak davranışlara itecek sözlerden kaçınalım.

Buyurun efendim.

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkanım, ben, yaptığım konuşmanın boyutlarını gayet iyi biliyorum.

Bakın, kesin hükümden söz etmiyorum. Ne diyorum; raporlara, yargılama dosyalarına dayanarak, suçluluğu yolunda, son derece...

HASAN KARA (Kilis) - Hangi dosya?!.

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Kara, müsaade buyurun; izin verirseniz anlatacağım.

HASAN KARA (Kilis) - Hangi dosyaya baktın?! Sen dosyayı bilmiyorsun.

BAŞKAN - Sayın Kara, lütfen dinleyelim.

Buyurun Sayın Kart.

ATİLLA KART (Devamla) - Suçluluğu yolunda, son derece ciddî deliller bulunan bir Maliye Bakanından söz ediyorum.

HASAN KARA (Kilis) - Maliye Bakanlığının uygulamalarını tartış.

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlarım, bu iş niye önemli biliyor musunuz; tekrar ifade ediyorum, gelir idaresinin etkin ve verimli bir şekilde çalışmasını sağlayacak bir tasarıyı tartışıyoruz. Elbette, bu tasarıyı tartışırken, o bakanlığın başındaki Maliye Bakanının uygulamalarını herhalde tartışacağız, izin verirseniz bunları tartışacağız. Elbette ilgili Bakan üzülecektir, bazı arkadaşlarım üzülecektir; ama, ben gerçekleri anlatmak durumundayım.

Bakın, bir tarafta, ikâmet ettiği lojmanın bazı bilgilerini kamuoyundan sakladığı ortaya çıkan ve istifa etmek zorunda kalan Fransız Maliye Bakanı, bir tarafta ise, ortağı ve yönetim kurulu üyesi olduğu Albaraka Türk Özel Finans Kurumu aracılığıyla 1 700 000 000 doları aşan hayalî ihracat yaptığı ve naylon fatura düzenlediği ve bilerek kullandığı yolunda dava ve raporlar bulunan bir Sayın Maliye Bakanı...

Bitmiyor, bitmiyor; Sayın Maliye Bakanı hakkında Meclise intikal eden iki dosya daha olduğunu biliyoruz değerli arkadaşlarım; yine, benzer suçlamalarla yapılan iki dosya daha olduğunu biliyoruz. O dosyalarda da, yine, 150 000 000 dolar civarındaki hayalî ihracattan söz ediliyor.

Bakın, değerli arkadaşlarım, bunu, lütfen, değerlendirmenizi istiyorum: ASCOR diye bir firma; Muhammed Ciğer, Orhan Aslıtürk ismindeki kişilerin kurduğu bir firma; 91 adet paravan şirket... Türkiye Cumhuriyeti tarihinde rastlanan en büyük sahtecilik çetesidir bu. Bu çetenin, 1995-1998 yılları arasında yapmış olduğu hayalî ihracatın tutarı 1 929 000 000 dolar değerli arkadaşlarım. Bunları ezbere konuşmuyorum, belgeleriyle konuşuyorum ve üzücüdür...

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Nerede?

ATİLLA KART (Devamla) - Karma komisyonda, değerli arkadaşım; o dosyaları gidip inceleyebilirsiniz. Komisyon üyeliği yaptınız; hemen iki kat yukarıda o dosyalar, inceleyebilirsiniz.

1 929 000 000 dolar civarındaki, o en büyük çetenin, cumhuriyet tarihinin en büyük çetesinin yapmış olduğu hayalî ihracatın 1 milyar 700 küsur milyon dolarının, Albaraka Türk Özel Finans Kurumu tarafından yapıldığına dair rapordan söz ediyorum, değerli arkadaşlarım, dosyadan söz ediyorum.

Sayın Bakan Albaraka Türkün hissedarı; hem hissedarı hem yönetim kurulu üyesi, değerli arkadaşlarım. Ben, daha başka ne diyeyim size?! Daha başka ne anlatayım, değerli arkadaşlarım?! Daha başka ne anlatayım, değerli arkadaşlarım?!

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Bütün bankalarda aynı olay var.

ATİLLA KART (Devamla) - Daha başka ne anlatayım, değerli arkadaşlarım?!

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Bankacılığı öğrenmen lazım.

ATİLLA KART (Devamla) - Lütfen... Lütfen... İnsafa davet ediyorum. Daha başka ne anlatayım, değerli arkadaşlarım?!

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Bankacılığı öğren önce.

ATİLLA KART (Devamla) - Siz "bütün bunlar olağan" diyorsanız, vay Türkiye'nin haline! İşimiz çok zor, değerli arkadaşlarım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, 2 dakika eksüre veriyorum size. Lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Maliye Bakanının bu iki dosyasının, yani, karma komisyonda bulunan bu iki dosyasının aylarca Başbakanlık aşamasında kaybolduğunu, bir dosyasının da onbir ay Fatih Cumhuriyet Savcılığında sumenaltı edildiğini biliyoruz. Sayın Bakana soruyor basın mensupları. "Merak etmeyin, bir yerlerden çıkar" diyor Sayın Bakan.

Değerli arkadaşlarım, bu anlayış, bu kamu yönetimi kültürü ve görgüsüne sahip olan bir Maliye Bakanının siyasal yönetiminde bulunan Gelir İdaresi Başkanlığının yapacağı yasal düzenlemelerin sınırını, elbette, çok iyi çizmemiz gerekiyor. Maliye Bakanlığının saygıdeğer, birikimli, nitelikli ve kamu idaresinin etkin geleneğini sürdüren bürokratlarını ve kadrolarını, elbette, tenzih ederek bu ifadeleri kullanıyorum. Bizim sorunumuz, Sayın Maliye Bakanının kamu yönetimi kültürü ve anlayışıdır ve uygulamalarıdır. Sayın Maliye Bakanına olan güvensizliğimizi önemle, ısrarla, kararlılıkla anlatmaya devam edeceğiz, değerli arkadaşlarım.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizin bildiği gibi, burada, Gelir İdaresi Kanununu görüşüyoruz, tartışıyoruz; fakat, tabiî, iş, öyle mecralara dökülüyor ki, ben de dinlerken, böyle, hayretler içerisinde kalıyorum, neler yapmışım ben meğerse yani?! Allah allah!..

Şimdi, bu bahsedilen meseleleri, ben, buradan ve çeşitli basın kuruluşlarına çok çeşitli defalar anlattım. Konu, aynı konu; pişirilip pişirilip önümüze getirilen konu, aynı konu. Albarakada Yönetim Kurulu Üyeliği yaptığım dönemlerde, 1996, 1997, 1998 yıllarında o zamanki işleri dolayısıyla, Albarakanın işleri dolayısıyla... Biliyorsunuz, bankalar kredi verirken, kredisini verirler, krediyi kullanan insan ile banka arasında herhangi bir bağ kurulmaz. Krediyi veren kimse, ne yaptıysa, o, ondan mesuldür; krediyi niçin buna verdin diye kimse bir soru sormaz bankaya. Özel finans kurumları da aynı şekilde kredi verirler. Yalnız, kredi verme şekilleri onların, ben size nakit olarak kredi veremem; ancak, lazım olan bir malı alırım; yani, ben faturayı kimden aldıysam, faturayı alırım, onun karşılığında da size faturayı keserim dediği için, alıcı ile, yani, krediyi kullanan ile özel finans kurumu arasında faturadan dolayı bir bağ, bir illiyet kuruluyor ve burada, birkaç tane üçkâğıtçı, kimse, geliyor, onu da dolandırıyor, bunu da dolandırıyor; bu arada, geliyor, Albarakayı da dolandırıyorlar.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bak sen!..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Evet.

Ve Albaraka bu fatura illiyetinden dolayı da suçlu görülüyor veyahut da hesap uzmanları bununla ilgili o dönemlerde raporlar yazıyor; fakat, bu raporları... Mahkemelere gidiyor... Ben siyasete girmeden önce de bu mahkemelere gittik geldik biz; bu davalar açılmıştı ve bu davaların bir kısmı beraat etti, bir kısmı kapandı. Şimdi, aynı konuyu gümrük müfettişleri yazmışlar, rapor olarak yazmışlar. Ben, şimdi, siyasete atılmadan önce, Maliye Bakanı olmadan önce hiç kimse yazmıyordu bunları. Bütün suçum, şimdi Maliye Bakanı olduğum için mi bunlar? Yani, bunları hayalî yapmışız, paralar almışız!.. Bilmiyorum, yani nerede bunlar?!

FİKRET BADAZLI (Antalya) - On sene evvelki iş.

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Öğrenin, öğrenin Sayın Bakan!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Yani, öyle bir anlatıyorlar ki, burada büyük bir soyguncu oturuyor, o da Maliye Bakanı! İnsaf arkadaşlar!.. İnsaf!..

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Bakan, güzel anlatıyorsunuz da, şu dokunulmazlığı kaldırın o zaman, aklanın yahu!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Sonra, tabiî, ben hukukî haklarımı saklı tutuyorum. "Hazineyi soyan" derken hangi bilgiye, belgeye ve delile dayanarak bunu konuşuyorsunuz, hangi mahkeme kararı var benim hakkımda? Bir tane mahkeme kararı gösterin bakayım.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Yargılanmıyorsunuz ki! Çıkın, dokunulmazlığı kaldırın, yargılanın, aklanın!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Hayır, ben politikaya atılmadan önce de bu mahkemeler vardı; bu mahkemelere muhatap olanlar yine devam ediyorlar. Haydi ben olmadım, benim dokunulmazlığım var diye; diğer yönetim kurulları üyeleri niye mahkûm olmadı? (AK Parti sıralarından alkışlar) Bırakın arkadaşlar!.. Bırakın!.. Efendim, Maliye Bakanının anlayışından dolayıymış!.. Bütçe açıkları, gayri safî millî hâsılaya göre yüzde 14,5'ti ben devraldığımda; şimdi, yüzde 7'ye düştü. Bu mu kötülük?

HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Ondan rahatsızlar zaten.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bu başarıyı görmüyor musunuz? Yurt içindekiler de görüyor, yurt dışındakiler de görüyor. Herkes görüyor, herkes de yazıyor bunu. Bu mu Maliye Bakanının başarısızlığı?! Ama, tabiî, gelip de bizi methedecek haliniz yok.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Onu, çıkıp da millete anlatın siz!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ama, biraz da insaflı konuşun yani. Hazineyi soymuşum! Nesini soymuşum Hazinenin; kaç parasını soymuşum?!

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Söyledi; 1 950 000 000.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ayıp denen bir şey var! Ama, hukukî haklarımı saklı tutuyorum; mahkeme kararı olmaksızın kimse bana böyle bir şey diyemez arkadaş! Hiç kimse diyemez. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bizim alnımız da ak, vicdanımız da rahattır. Bunu her zaman söylüyorum, her zaman söylemeye devam edeceğim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum, Sayın Bakan.

Madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri, önce geliş sırasına göre okutup, sonra aykırılık derecelerine göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının 9 uncu maddesinin (b) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

İrfan Gündüz

Cavit Torun

Hacı Biner

 

İstanbul

Diyarbakır

Van

 

Sedat Kızılcıklı

 

Mehmet Çiçek

 

Bursa

 

Yozgat

"b) Gelir kanunlarının uygulanmasına ilişkin çalışmalar yapmak,"

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının "Gelir Yönetimi Daire Başkanlığı" başlıklı 9 uncu maddesinin (b) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 13.4.2005

 

Mehmet Akif Hamzaçebi

Ali Kemal Kumkumoğlu

Gürol Ergin

 

Trabzon

İstanbul

Muğla

 

Enis Tütüncü

Mehmet Mesut Özakcan

Osman Kaptan

 

Tekirdağ

Aydın

Antalya

 

Mehmet Yıldırım

 

Kemal Kılıçdaroğlu

 

Kastamonu

 

İstanbul

"b) Gelir kanunlarının uygulanmasını yönlendirme amaçlı düzenleyici işlemleri hazırlamak,"

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) - Katılamıyoruz, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

İdarenin yapacağı düzenleyici işlemler; tüzük, yönetmelik, kararname, genelge gibi düzenlemelerdir. Anayasanın 115 inci maddesinde tüzüklerin Bakanlar Kurulunca, 124 üncü maddesinde ise yönetmeliklerin Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzelkişilerince çıkarılacağı hükme bağlanmıştır.

Tasarının 9 uncu maddesinin (b) bendinde Gelir Yönetimi Daire Başkanlığına gelir kanunlarının uygulanmasını düzenleyici işlemlerle yönlendirme konusunda genel bir yetki verilmekte ve verilen bu yetki, bir sınırlandırma olmadığı için her türlü düzenleyici işlemi yapabilmeyi de kapsamaktadır. Diğer taraftan bir hukuk devletinde çokbaşlılık düşünülemeyeceğinden, düzenleyici işlemin ancak üst organ tarafından yapılması esastır. Bu nedenle, yapılacak düzenleyici işlemlerin Anayasa kuralları dikkate alınarak Başkanlıkça yapılması esas olmalıdır. Açıklanan sakıncaların ortadan kaldırılması amacıyla gerekli değişiklik yapılmıştır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının 9 uncu maddesinin (b) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                        İrfan Gündüz (İstanbul) ve arkadaşları

"b- Gelir kanunlarının uygulanmasına ilişkin çalışmalar yapmak,"

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) - Takdire bırakıyoruz, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılıyoruz, Sayın Başkan.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Gerekçe...

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: İdare hukukunun temel prensiplerine uygun olarak gerekli değişikliğin yapılması amaçlanmıştır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge istikametinde 9 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, biraz önce, Sayın Maliye Bakanının konuşması sırasında geçen bazı ifadelerden... Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan, bu ifadelerin "incitici olduğunu" ifade ederek, bu konuyla ilgili olarak kısa bir açıklama yapmak istemişlerdir.

Kendisini kürsüye davet ediyorum. Hiçbir sataşmaya sebebiyet vermeden, kısa bir açıklama yapacaktır.

Buyurun.

VIII. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan’ın, Maliye Bakanı KemalUnakıtan’ın, şahsına sataşması nedeniyle konuşması

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, biraz önce yapmış olduğum konuşmada, getirilen bu kanun tasarısıyla ilgili olarak ne getiriliyor, Türkiye bundan ne kazanacak, çalışanlar bunlardan nasıl istifa edeceklerdir diye Sayın Maliye Bakanımıza bir soru sormuştum. Bunun üzerine, Sayın Maliye Bakanımız, buraya geldiler, bir açıklama yapmak için sözlerine başlarken, tutanaklardan okuyorum: "Hayatında vergi dairesine uğramamış kimseler, ellerine bir kâğıt tutuşturuyorlar, onu da dışarıda, kulislerde; gelip burada tantana yapıyorlar" şeklinde bir ifadede bulundu.

FARUK ÇELİK (Bursa) - Devamı var.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Tabiî, benim, elimde kâğıtlar var, doğru; ama, bu kâğıtlar, tamamen kendi el yazımla tutmuş olduğum ve bu kanun tasarısını satır satır okuyarak çıkarmış olduğum özetler ve ben, burada, yanlış herhangi bir şey söylememek için kılı kırk yararak, çok ciddî bir şekilde kanun tasarısını inceleyerek, araştırarak, okuyarak gelip bu kürsüde Meclise katkı yapmaya çalışıyorum; ancak, Sayın Maliye Bakanının "hayatında vergi dairesine uğramamış" şeklindeki bir ithamının da, beni tanımadığından kaynaklandığını ifade ediyorum. Kendileri, Famly Finansta çalışırken, Albaraka Türkte çalışırken, servetlerine servet ilave ederken, ben vergi daireleriyle, aynı salonlarda, aynı koridorlarda kaymakam olarak; defterdarlarla, vali yardımcısı olarak çalışan birisiyim. Buraların sıkıntılarının, dertlerinin ne olduğunu çok iyi bilen birisiyim.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız. Sözünüzü kesmeyeyim, lütfen...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Toparlıyorum.

Sayın Maliye Bakanı, maalesef, Parlamentoya geldiği günden beri bu Parlamentonun üslubuna yakışmayacak ifadeler kullanıyor; "babalar gibi satarım", "tantana..."

BAŞKAN - Sayın Kandoğan...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - "...üçkâğıtçı", "tiko para" gibi ifadeler, ibareler bu Meclis çatısı altında kullanılmaması gereken ibareler. O bakımdan, ben, Sayın Maliye Bakanımızın bundan sonraki konuşmalarında daha ciddî, daha titiz davranmasını, özellikle kendilerinden istirham ediyorum ve son olarak, kendileri SEKA Genel Müdürüyken, Genel Müdür Yardımcısıyken, o kuruluşlar zarar ederken; devletin vergi gelirlerini artırmak için, kaymakam olarak, vali yardımcısı olarak...

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - ...elimden gelen gayreti gösteren birisiyim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) - Verdiğin rakamların hepsi senin döneminle ilgili.

BAŞKAN - Bakınız, Sayın Kandoğan, ben size söz hakkı verdim, ifade ettiniz; ama, konuşma sırasında... Hepimiz bir yerde çalışıyoruz, siz de mülkî amirlik yapıyorsunuz...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Evet...

BAŞKAN - Ama, başka bir kurumda çalışan, şu anda Bakanlık yapan bir arkadaşımızı, siz "servetinize servet katan" ifadesini kullanıyorsunuz. Kimin servetine servet kattığını siz mi biliyorsunuz; yani, siz mi...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Hayır, ben öyle bir şey söylemedim.

BAŞKAN - Olmaz böyle bir ifade efendim.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - O orada çalışırken, biz, devletin bütçesine...

BAŞKAN - İstirham ederim... Belki senin ücretinden daha az alıyor kişi. Böyle, ifade olmaz, lütfen...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Tamam, almışsa mesele yok.

BAŞKAN - Bakınız, konuşması sırasında Sayın Bakanın ifade ettiği "tantana" kelimesini... Bakın, daha sonra, ben devamını aldım ve "bu ifadeyi geri alıyorum" sözünü de Sayın Bakan kullanmış. Bu tip tabirleri, konuşmalar sırasında çıkarırsak, sizin de konuşmalarınızda pek çok şey geçer. Lütfen, bu tip şeylerde birbirimizi incitmeyelim.

Teşekkür ederim.

VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

3.- Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/989) (S. Sayısı: 861) (Devam)

BAŞKAN - 10 uncu maddeyi okutuyorum:

Mükellef Hizmetleri Daire Başkanlığı

MADDE 10.- Mükellef Hizmetleri Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:

a) Vergi bilincinin artırılması için gerekli çalışmaları yapmak.

b) Mükellefleri vergi mevzuatından doğan hakları ve ödevleri konusunda bilgilendirmek.

c) Mükelleflere yönelik hizmetlerin ve her türlü iletişimin, hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesi için gerekli tedbirleri almak.

d) Mükellef haklarının korunmasını sağlamak ve buna ilişkin gerekli alt yapıyı hazırlamak.

e) Mükellef şikayetlerini değerlendirmek ve bu konuda gerekli tedbirleri almak.

f) Mükellef memnuniyetini ölçmek ve değerlendirmek.

g) Vergi mevzuatının adil uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak.

h) Başkanlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

Mükellef hizmetleri, mükellef grupları ve sektörler ile bunların hizmet ihtiyaçları da dikkate alınmak suretiyle gerçekleştirilir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 10 uncu madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Maliye Bakanına yönelttiğim ifade ve suçlama şu: Hazineyi soyan değil; böyle bir ifadeyi...

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Usandık artık!

ATİLLA KART (Devamla) - Müsaade buyurun... Niye rahatsız oluyorsunuz, değerli arkadaşım! Müsaade buyurun...

ALİM TUNÇ (Uşak) - Bırak bunları, maddeyle ilgili konuş.

ATİLLA KART (Devamla) - Müsaade buyurun. Yani, maddeyle ilgili konuşacağıma... Herhalde, ben o değerlendirmeyi yapacak durumdayım. Müsterih olun; lütfen... Lütfen...

ALİM TUNÇ (Uşak) - Maliye Bakanı açıkladı.

ATİLLA KART (Devamla) - Ben, Hazineyi soyan demiyorum. Ben hukukçuyum; izninizle onu ifade etmek istiyorum. Hazineyi soyduğu yolunda son derece ciddî iddialar bulunan bir kişiden söz ediyorum, bir sanıktan söz ediyorum.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Geçerli mi bu?! Hep aynı şeyi söylüyorsun!

ATİLLA KART (Devamla) - Onun için, Sayın Maliye Bakanının daha farklı bir yorum getirme gayretinin yanlış olduğunu öncelikle ifade edeyim değerli arkadaşlarım.

Bakın...

ALİM TUNÇ (Uşak) - Mercedes hakkında...

ATİLLA KART (Devamla) - Mercedes hakkında bilgi almak istiyorsanız, onu da ayrıca verebilirim değerli arkadaşım. Mercedes olayı benim gururumdur. Ne adına gururumdur; yolsuzlukla mücadele adına, nüfuzu kötüye kullanmakla mücadele adına vermiş olduğum ve gurur duyduğum bir mücadeledir. Sizin de öyle bir mücadeleye sahip olmanızı, öyle bir kararlılık içinde, öyle bir tutarlılık içinde olmanızı dilerim değerli arkadaşım.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Kesinlikle öyle!

ATİLLA KART (Devamla) - Mercedes olayından...

ALİM TUNÇ (Uşak) - Neler yaptığımız ortada!

ATİLLA KART (Devamla) - Benim evlatlarıma bırakacağım herhalde en büyük mirastır değerli arkadaşlarım; ama, bunu şovenizm yaparak söylemiyorum. Ne adına söylüyorum; hemen, yanlış istismarı önlemek adına söylüyorum; yabancı sermayeye, ideolojik anlamda karşı olmamız söz konusu değildir. Yatırım yapan, istihdam sağlayan, ihracat yaratan yabancı yatırımcının başımızın üstünde yeri var; ama, nedir; yabancı yatırımcı, kendisine imtiyaz arayışı içine girmesin, yerli yatırımcının tabi olduğu sorumluluklara o da tabi olsun; o noktada, bir nüfuz suiistimali arayışına girmesin. Bunun mücadelesini veriyoruz değerli arkadaşlarım. Hiç kimsenin, bu noktada imtiyazı olamaz; hiç kimsenin, bu noktada ayrıcalığı olamaz. Bunları, lütfen, bu boyutlarıyla değerlendirmeniz gerekir. Bu boyutları görmediğiniz zaman, olaya ideolojik ve önyargılı bakıyorsunuz demektir; bundan da verimli bir sonuç sağlamak mümkün değil.

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Aynen sizin gibi!

ALİM TUNÇ (Uşak) - Sizin gibi!

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, burada, tabiî, 10 uncu maddeyle ilgili değerlendirmeyi yaparken, 9 uncu ve 13 üncü maddelerle bağlantı kurmak zorunluluğu ortaya çıkıyor. Burada, Sayın Bakanın, üzülüyorum, şu oturumu, tabiî, elbette izlemesi gerekirdi. Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Bakanın, herhalde, daha önemli bir sorunu çıktı, daha önemli bir konusu çıktı.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Lavaboya da mı gitmesin?!

ATİLLA KART (Devamla) - Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Bakan, bu gelişmelerden rahatsız oldu; öyle anlaşılıyor.

AHMET YENİ (Samsun) - Söylediniz, geldi işte!

ATİLLA KART (Devamla) - Konuşma yaparken Sayın Bakanın burada bulunmasından ben memnuniyet duyarım; elbette, tabiî, memnuniyet duyarım.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Belli oluyor... Tutumunuzdan belli oluyor...

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın, Sayın Bakan, gelinen aşamada, sizleri ve kamuoyunu yanıltmaya devam ediyor.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Niye bizi yanıltsın?!

ATİLLA KART (Devamla) - Sizleri ve kamuoyunu, pervasızca yanıltmaya devam ediyor! Pervasızca!.. Bakın...

AHMET YENİ (Samsun) - Üslubunuzu düzeltin... İfadeyi düzeltin...

ATİLLA KART (Devamla) - Aynen... Ben, kullandığım ifadenin sınırlarını gayet iyi biliyorum değerli arkadaşım.

BAŞKAN - Sayın Yeni, lütfen...

ATİLLA KART (Devamla) - Pervasızca yanıltmaya devam ediyor...

Değerli arkadaşlarım, bakın, Sayın Bakan hakkında, bu ilgili dosyalardan dolayı, lütfen, sağduyulu değerlendirme yapmaya, duygusal değerlendirmelerden kaçınmaya davet ediyorum.

Bakın, elimdeki belgelerden söz ediyorum, soru önergelerinden söz ediyorum ve 2 kat yukarıdaki dosyalardan söz ediyorum.

AHMET YENİ (Samsun) - Yani, maddeye gelemeyeceğiz!..

ATİLLA KART (Devamla) - Karma komisyon üyesi olarak veya sade milletvekili olarak, çıkıp, o dosyaları, lütfen, inceleyebilirsiniz; bu söylediklerim soyut laflardan mı ibaret, yoksa, bir taraftan Hesap Uzmanları Kurulu raporuna mı, bir taraftan Mülkiye Müfettişleri raporlarına mı, bir taraftan da son aşamalara gelen ve Yargıtay aşamasından geçen dosyalara mı dayanıyor?..

Değerli arkadaşlarım, bakın, olay Sayın Bakanın anlattığı gibi değil. Sayın Bakan, halen, bu aşamada bile, Genel Kurulu ve kamuoyunu yanıltmaya devam ediyor. Acımasızca, pervasızca aldatmaya devam ediyor! Aldattı ve aldatmaya devam ediyor.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Pervasızca konuşmamak gerekir!

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşım, ben, kullandığım ifadenin hukukî sonuçlarını çok iyi biliyorum, sınırlarını çok iyi biliyorum. Onun için, lütfen, o konuda müsterih olmanızı istiyorum.

AHMET YENİ (Samsun) - Size de yakışıyor o kelimeleri kullanmak!..

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, 1997 yılına ilişkin, vergi kaçakçılığından dolayı, İstanbul Fatih Cumhuriyet Savcılığında 11 ay bekletilen -tipik anlamıyla söylüyorum- sumenaltı edilen bir dosyadan söz ediyorum. Sumenaltı edilen bir dosyadan söz ediyorum...

ALİM TUNÇ (Uşak) - Siz mi yaptınız?!

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşım, onu benim yapmam herhalde mümkün değil! Onu, Türkiye Cumhuriyetinin Maliye Bakanının yaptığı yolunda, maalesef, yargılama dosyalarına intikal eden raporlardan söz ediyorum. 11 ay, 11 ay değerli arkadaşım!.. Ne zaman ki, ilgili hazine avukatı tespit ediyor ve bunu takip ediyor, iki gün sonra bu dosya işleme giriyor, değerli arkadaşım.

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Bakan gerekli açıklamaları yaptı ve yapıyor.

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, 1998 yılına ilişkin vergi zıyaından da söz etmem gerekiyor.

Albaraka Türk, 4 trilyona yakın vergi zıyaını, vergi kaybını takiplerimiz sonucunda Maliye hazinesine ödemek zorunda kaldı; ama, tabiî, bakıyorsunuz, olay, sadece 1998'le sınırlı olmadığı için, bitmiyor. Ondan sonra bir bakıyorsunuz ki, 1997 yılı dosyası 3 ay sonra, 5 ay sonra ortaya çıkıyor ve o dosyanın 11 ay Fatih Cumhuriyet Savcılığında sumenaltı edildiğini görüyorsunuz ve o dosyadan da, yine Albaraka Türkün hem hissedarı hem de Yönetim Kurulu üyesi olan Sayın Maliye Bakanının sorumlu olduğu bir başka dosya çıkıyor ortaya.

HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Hâkimleri itham ediyorsunuz ama!..

ATİLLA KART (Devamla) - Devam ediyoruz... O iki dosyadan sonra da, şimdi, bu dosya ortaya çıkıyor. Sayın Bakan "efendim, bu dosyalardan arkadaşlarım beraat etti" diyor. Sayın Bakanın söylediği şu yönüyle doğru: Evet; vergi kaybı yönünden, vergi kaçakçılığı yönünden, Vergi Barış Yasasından yararlanmak için, ilgili firmalar 4 trilyona yakın -1998 yılı için söylüyorum- parayı belirli taksitlerle ödediler. Bu, vergi borcu yönünden, yani hukukî müeyyide yönünden söz konusu olan uygulama.

AHMET YENİ (Samsun) - Endüstri Holding işi ne oldu?..

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Endüstri Holdingden bahset!

ATİLLA KART (Devamla) - 1997 yılı için ise, 974 milyarlık bir vergi kaybı, vergi kaçağı halen ödenmemiş durumda.

Geliyoruz, değerli arkadaşlarım...

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Endüstri Holdingden bahsedecek misin?..

ATİLLA KART (Devamla) - Hesabını veremeyeceğim hiçbir şey yok değerli arkadaşım; hesabını veremeyeceğim, benim hesabını veremeyeceğim hiçbir hesabım yok.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Bilemiyorum... Bahsedin...

ATİLLA KART (Devamla) - Zemininde dile getirirsiniz, kalkar cevabını veririm, mahcup olursunuz.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, geliyoruz... Olay, 1997 ve 1998'de bitmiyor. 1995-1998 yılları arasındaki diğer dönemlere geliyoruz. Orada da...

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Maddeye gel...

AHMET YENİ (Samsun) - Endüstri Holding işi ne oldu?!

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - 2000'e gelemediniz!..

ATİLLA KART (Devamla) - 2000'e gelemiyorum; çünkü, Sayın Bakan o tarihlerde görevden ayrılmış, değerli arkadaşım; Sayın Bakanın görevi 1998,1999 yıllarında bitiyor.

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Görevi mi bitti, görevinden mi alındı?!

ATİLLA KART (Devamla) - Orada, 1998 yılında yapılan uygulamalardan dolayı ilgili firma hakkında, her ne kadar mahallî mahkeme ortadan kaldırma kararı vermiş ise de, Yargıtay diyor ki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, tabiî, benim görevim, maddeyle ilgili görüşmeye sizi davet etmekti; ama, sürenizi kullandınız. 1 dakikalık süre veriyorum; bu süre içerisinde, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

ATİLLA KART (Devamla) - Bitiriyorum...

AHMET YENİ (Samsun) - Endüstri Holdingin avukatlığını kim yaptı?!

ATİLLA KART (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşım, Yargıtay 11. Ceza Dairesi, burada, sadece, sahte belgeyi bilerek kullanmak değil, sahte belgeyi bilerek düzenleme hali de var diyor. Yani, bilerek düzenlenen, sahte olduğu bilerek düzenlenen ve bilerek kullanılan bir belge vardır diyor.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Kart, çoğaltıp dağıtın.

ATİLLA KART (Devamla) - Onun için, diyor ki, bu sanıklar hakkında, yani, aralarında Sayın Maliye Bakanının da bulunduğu bu sanıklar hakkında Vergi Barışı Yasasını uygulayamazsınız; çünkü, Vergi Barışı Yasası bir unsuru kapsıyor. Orada, Sayın Maliye Bakanı ve Albaraka Türk Özel Finans Kurumu yetkilileri hakkında, hem sahte belgeyi bilerek düzenlemek ve hem de kullanmak iddiası ve bunu doğrulayan deliller vardır diyor. Buyurun, ben, yorumu size bırakıyorum, değerli arkadaşlarım.

Bir şey daha söylemek istiyorum; bakın, umarım, burada yanılırım...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ATİLLA KART (Devamla) - Bir cümle, Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, son cümlenizi alayım.

ATİLLA KART (Devamla) - Bugünkü gazete haberi: "Albarakanın Genel Müdürü, Halkbankın başına geliyor." Buyurun, takdirlerinize sunuyorum değerli arkadaşlarım!.. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET YENİ (Samsun) - Türkiye'nin en başarılı adamlarından biri o!

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Endüstri Holdingden vekâlet ücretin var mı?..

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde soru-cevap işlemi yapacağız.

Sayın Kaptan, buyurun.

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan, Sayın Bakana sorularım var.

Sayın Bakanım, Maliye Bakanlığı gelirler kontrolörlerinin, tanınmış bir işadamının şirketinin 577 milyar liralık faturasız bir satış yaptığını tespit ettiği, ancak, 29 Nisan 2004'te toplanan ve Maliye Bakanlığı Gelir Genel Müdürü Osman Arıoğlu, Müsteşar Hasan Basri Aktan ve Müsteşar Yardımcısı Mehmet Şirin'den oluşan Merkezî Uzlaşma Komisyonunda 2004/56 sayılı kararla bu firmanın tüm borcunun silindiği doğru mudur?

İki: yine aynı şekilde, Merkezî Uzlaşma Komisyonunca Denizcilik Bankasının 4,7 milyon YTL'lik vergi ve cezasının silindiği doğru mudur?

Üç: Merkezî Uzlaşma Komisyonunca 2003 yılı için sıfırlanan vergi ve cezaların toplamı ne kadardır?

Son sorum: Merkezî Uzlaşma Komisyonunun bir af müessesi gibi kullanılması, mükellefler arasında eşitsizlik yaratmıyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim, Sayın Kaptan.

Buyurun Sayın Bakanım.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Kaptan,çok teşekkür ediyorum.

Bir defa, uzlaşma müessesesi, kanundan gelen bir müessese ve burada bir açıklama yapmak istiyorum. Uzlaşma müessesesi, hakkında inceleme yapılan mükellefin bir hakkı. Bir defa, o hakkı kabul etmek mecburiyetindeyiz, bir.

İkincisi; o uzlaşma objektif esaslara göre yapılan bir uzlaşmadır ve mükellefle karşılıklı olarak oturursunuz, onun cezalarında birtakım indirimler yaparsınız, icap ederse vergisinde indirim yaparsınız ve Hazinenin alacağını bir an önce kasaya koyarsınız. Aksi takdirde, yıllarca süren mahkemelere gider bu işler ki, ihtilaflar yıllarca sürer. Nitekim yıllarca sürmüş, bir türlü halledilememiş yüzbinlerce dosyayı biz burada Vergi Barışı Kanununu getirmek suretiyle halledebildik ve bir de enflasyonun bu kadar çok yüksek olduğu devirlerde o dosyalar yıllarca beklemiştir, devlet de o alacağını alamamıştır; ama, biz, yapmış olduğumuz o uzlaşmalarla; ki, bizden önce de var, çok önce var, kanunun getirdiği bir müessesedir bu...

Şimdi, burada, yıllardan beri yapılan bu uzlaşma müessesesi sanki bizim zamanımızda çıkmış gibi ve Maliye Bakanlığının çok değerli bürokratları tarafından yapılıp da objektif esaslara göre yapılan bu uzlaşmaya katılan kimseleri karalamak amacıyla bunların söylenmesini, doğrusu yadırgıyorum, Maliye Bakanı olarak yadırgıyorum.

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sabah Gazetesi yazıyor; isimlerin hepsi burada var.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - İster Sabah Gazetesi olsun, ister Akşam Gazetesi olsun, ben anlamam. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Akşam yazmıyor!..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Hangisi yazarsa, bilmem.

Bunları, böyle, gazete haberleriyle getirip de Maliyemizin çok değerli bürokratlarını ve dürüstlüklerini yıllardan beri kanıtlamış olan ve Maliyenin en üst düzeylerine kadar gelmiş olan bu kıymetli bürokratlarımı ben karalatmak istemem; kusura bakmayın! Milletvekili olabilirsiniz; saygı duyarım; ama, lütfen, bunları konuşurken, kimleri yaralıyorsunuz, hangi müesseseleri yaralıyorsunuz, bunları da düşünelim.

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Bakan, soru sorma hakkımız yok mu bizim?!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Var.

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Bakan "var" veya "yok" deyin.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Şimdi, bunlar doğru değildir. Bunlarla ilgili çok geniş açıklamaları basına da yaptık ve gönderdik. Sizlere de, bu açıklamalardan, tekrar göndermek istiyorum, Sayın Kaptan.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

10 uncu madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi okutuyorum:

Uygulama ve Veri Yönetimi Daire Başkanlığı

MADDE 11.- Uygulama ve Veri Yönetimi Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:

a) İşlemlerin hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesi için gerekli bilgi işlem sistemlerini kurmak, teknolojik gelişmelere uygun bir şekilde geliştirmek ve bilişim faaliyetlerini yürütmek.

b) Başkanlığın taşra teşkilatının görev ve çalışma esasları ile ilgili yönetmelik ve yönergeleri, diğer birimlerle işbirliği yapmak suretiyle hazırlamak ve uygulanmasını izlemek.

c) Taşra birimlerinin kuruluşuna ilişkin işlemleri yürütmek.

d) Merkez ve taşra teşkilatının iş ve işlem akışlarını düzenlemek ve verimliliğini artırmaya yönelik tedbirler almak.

e) Taşra birimlerinin iş ve işlemlerinde koordinasyon ve uygulama birliğini sağlamak.

f) İdare ve mükelleflerce kullanılacak belge ve formlarla vergi beyannamelerini hazırlamak.

g) Tüm ekonomik faaliyetlere ilişkin ulusal mali bilgi alt yapısını tek merkezden geliştirmek, yönetmek ve bu bilgileri ilgili birimlerin kullanımına sunmak.

h) Kurumsal veri tabanını oluşturmak ve ulusal veri alt yapısının hazırlanmasına katkıda bulunmak.

i) Mükellefiyet, vergilendirme, denetim ve risk analizine yönelik her türlü bilgi, veri ve istatistiği toplamak ve işlemek.

j) Vergilendirme, denetim, planlama ve kayıt dışı ekonomiyle mücadele konularında veri sağlamak.

k) Başkanlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

BAŞKAN - Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 861 sıra sayılı tasarının "Uygulama ve Veri Yönetimi Daire Başkanlığı" başlıklı 11 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

M. Akif Hamzaçebi

Ali Kemal Kumkumoğlu

Osman Kaptan

 

Trabzon

İstanbul

Antalya

 

Enis Tütüncü

Birgen Keleş

Kemal Kılıçdaroğlu

 

Tekirdağ

İstanbul

İstanbul

 

Mehmet Yıldırım

Mustafa Özyürek

Gürol Ergin

 

Kastamonu

Mersin

Muğla

"a) İşlemlerin hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesi için gerekli bilgi işlem sistemlerini kurmak, teknolojik gelişmelere uygun bir şekilde geliştirmek, bilişim faaliyetlerini yürütmek ve Başkanlık Yönetim Bilgi Sistemini oluşturmak,"

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyonkarahisar) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Performans değerlendirmesi yapmanın ve performansı ölçmenin en zor tarafı performans bilgileri üretmeye elverişli veri tabanı oluşturmaktır. Her idarenin elinde bir takım veriler vardır. Bu veriler kullanılarak değerlendirme yapılır yaklaşımının doğru olmadığı uygulamada ortaya çıkmıştır. Belirlenen amaç ve hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığını ancak, değerlendirme yapmaya uygun verilerle yapabiliriz. Performans değerlendirmesi yapmayan kuruluşların çok büyük bir bölümünde maliyetlerle, kaliteyle, verimlilikle, ulaşılan sonuçlar ve yaratılan etkilerle ilgili veri tabanları yoktur. Daha da önemlisi, bunları bir zaman serisi içinde izleyecek yönetim bilgi sistemleri oluşturulmamıştır. Kısaca ifade etmek gerekirse, performans veri ve bilgisi, performans değerlendirmesi yapmanın en zor ve en kritik noktasıdır. Güvenilir, güncel ve geçerli veri ve bilgiler olmadan hiçbir şey yapılamaz. Bu nedenle, belirlenen amaç ve hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığını ölçecek maliyetle, verimlilikle, kaliteyle, etkinlik vb. ile ilgili veri ve bilgilerin üretilmesi gerekmektedir.

Tasarı, Gelir İdaresi Başkanlığının performans yönetimi oluşturacağından, stratejik plana ve performans ölçütlerine sahip olacağından söz etmektedir; ama, performans verisi ve performans bilgileri üretmekten söz etmemektedir.

Tasarıda "mükellefiyet, vergilendirme, denetim ve risk analizine dayalı bilgi" gibi ibareler yer almakta ise de bunlar, yönetim bilgi sistemi kavramını tam olarak karşılamadığından, bu önemli eksikliği gidermek amacıyla (a) bendinin sonuna "ve Başkanlık Yönetim Bilgi Sistemini oluşturmak" ibaresini ekleyen değişiklik önergesi hazırlanmıştır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

11 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

12 nci maddeyi okutuyorum:

Tahsilat ve İhtilaflı İşler Daire Başkanlığı

MADDE 12.- Tahsilat ve İhtilaflı İşler Daire Başkanlığının görevleri şunlardır:

a) Amme alacaklarının süresinde ve kanunlara uygun bir şekilde tahsili için gerekli tedbirleri almak ve uygulanmasını sağlamak.

b) 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanması ve sorunların çözümü konusunda mükelleflere ve ilgili birimlere görüş bildirmek.

c) İhtilaflı konuları analiz ederek mükelleflerle anlaşmazlıkları en aza indirecek tedbirler almak.

d) Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre kamu alacaklarının taksitlendirme, tecil ve terkin işlemlerini yürütmek.

e) Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasında kamu kurum ve kuruluşları arasında uygulama birliğini sağlamak.

f) Terkini gereken vergiler ile tahsili zamanaşımına uğrayan Hazine alacaklarının kanunlar gereğince terkin edilmesiyle ilgili işlemleri yapmak.

g) Vergi ve diğer kamu alacakları ile ilgili kanunların uygulanmasından doğan ihtilaflardan kaynaklanan davaların yetkili mercilerde takibi ile savunmasının yapılmasını sağlamak.

h) Vergi ihtilaflarının takibi ve savunmasıyla ilgili uygulama birliğini sağlamak.

i) Başkanlıkça verilecek diğer görevleri yapmak.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 12 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Nisan 2005 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 22.55