DÖNEM:
22 CİLT: 78 YASAMA YILI: 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
72 nci Birleşim
17 Mart 2005 Perşembe
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
YOKLAMALAR
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GündemdIşI Konuşmalar
1.- Sakarya Milletvekili Süleyman
Gündüz'ün, Türk Milletinin tarih sahnesinde varlığını sürdürme iradesini ortaya
koyduğu Çanakkale Zaferinin 90 ıncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Çanakkale Milletvekili Mehmet
Daniş'in, Türk Milletinin tarih sahnesinde varlığını sürdürme iradesini ortaya
koyduğu Çanakkale Zaferinin 90 ıncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat
Melik'in, Şanlıurfa İlinin turizm ve ihracat potansiyeli ile ulaşım sorunlarına
ilişkin gündemdışı konuşması
B) Tezkereler ve Önergeler
1.- SEKA'nın mevcut durumunun ve
sorunlarının araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılması istemini havi (10/56) esas numaralı önergeden, adı
geçen kurumun kapatılması nedeniyle bazı milletvekillerinin imzalarını
çektiklerine ilişkin önergeleri (4/271)
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş
ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici
Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S.
Sayısı: 305)
2.- Devlet Memurları Kanunu ve Türkiye
Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/946) (S. Sayısı: 827)
3.- Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/971)
(S. Sayısı: 831)
VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI Sorular ve CevaplarI
1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
ÖZPOLAT'ın, LPG'li araç kullanımının sebep olduğu sorunlara ilişkin sorusu ve
Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/4822)
2.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
soru önergelerinin cevaplandırılmaması nedeniyle denetim yetkisini kullanıp
kullanmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
ÇELİK'in cevabı (7/4877)
3.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne bağlı birimlerdeki işçi
kadrolarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı
(7/4971)
I.- GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak
sekiz oturum yaptı.
Sivas Milletvekili Osman Kılıç,
Tekirdağ Milletvekili Erdoğan Kaplan,
Öğretmen okullarının 157 nci kuruluş
yıldönümüne;
Amasya Milletvekili Hamza Albayrak,
ekonomik suç ve kayıtdışı ekonominin olumsuz etkileriyle, alınması gereken
tedbirlere;
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Bazı milletvekillerinin belirtilen sebep
ve sürelerle izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 160 ıncı sırasında yer alan
589'a 1 inci ek sıra sayılı komisyon raporunun, bu kısmın 3 üncü sırasına
alınmasına ilişkin CHP Grup önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul
edilmediği açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden, ertelendi.
2 nci sırasında bulunan ve görüşmelerine
devam olunan Devlet Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanunu ile Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/946) (S. Sayısı: 827) 31 inci maddesine
kadar kabul edildi; 31 inci madde üzerinde bir süre görüşüldü.
17 Mart 2005 Perşembe günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 22.59'da son verildi.
Sadık
Yakut |
|
|
Başkanvekili |
|
|
|
Ahmet
Gökhan Sarıçam |
Yaşar
Tüzün |
|
Kırklareli |
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
Mehmet
Daniş |
|
|
Çanakkale |
|
|
Kâtip Üye |
|
|
No.: 98
II.- GELEN
KÂĞITLAR
17 Mart
2005 Perşembe
Rapor
1.- Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman ile
5 Milletvekilinin, Şanlıurfa İli Halfeti İlçesinin Karaotlak Köyü Tapulama
Alanı Dışına Nakledilen Bölümü ile Argaç, Seldek, Yeşilözen ve Karaotlak
Köylerinin Halfeti İlçe Belediyesine Mahalle Olarak Bağlanması Hakkında Kanun
Teklifi; Şanlıurfa Milletvekili M. Vedat Melik ile 23 Milletvekilinin,
Şanlıurfa İli Halfeti İlçesinin Karaotlak Köyü Tapulama Alanı Dışına Nakledilen
Bölümü ile Argaç ve Karaotlak Köylerinin Halfeti İlçe Belediyesine Mahalle
Olarak Bağlanması Hakkında Kanun Teklifi ve Şanlıurfa Milletvekili Mahmut
Kaplan ile 6 Milletvekilinin, Şanlıurfa İli Halfeti İlçesinin Karaotlak Köyü
Tapulama Alanı Dışına Nakledilen Bölümü ile Argaç, Karaotlak ve Yeşilözen
Köylerinin Halfeti İlçe Belediyesine Mahalle Olarak Bağlanması Hakkında Kanun
Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/395, 2/341, 2/396) (S. Sayısı: 837)
(Dağıtma tarihi: 17.3.2005) (GÜNDEME)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
17 Mart
2005 Perşembe
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
72 nci Birleşimini açıyorum.
III.-
YOKLAMA
BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama
yapacağım.
Yoklama için 5 dakika süre veriyorum.
Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine
basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik
sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden
yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama
pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, 3 sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Çanakkale Zaferinin 90
ıncı yılı münasebetiyle söz isteyen Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz'e
aittir.
Buyurun Sayın Gündüz. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Gündüz, süre sınırı yoktur; buyurun.
IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GündemdIşI Konuşmalar
1.- Sakarya
Milletvekili Süleyman Gündüz'ün, Türk Milletinin tarih sahnesinde varlığını
sürdürme iradesini ortaya koyduğu Çanakkale Zaferinin 90 ıncı yıldönümüne
ilişkin gündemdışı konuşması
SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Sakarya)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yarın Çanakkale Savaşının 90 ıncı yılını anacağız.
Meclisimiz yarın kapalı olduğu için bugünden Çanakkale Savaşının 90 ıncı yılı
üzerindeki görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Zaferimiz kutlu olsun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
"size, taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar
geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilir."
Yarbay Mustafa Kemal. Gelibolu. 25 Nisan 1915. 57 nci Piyade Tümeni.
Yarbay Mustafa Kemal'in, 57 nci Piyade
Tümenini Gelibolu kıyı başındaki ateş çemberine sevk ederken söylediği bu
sözler, Türk Ordusunun, Birinci Dünya Savaşı ve arkasından, Kurtuluş
Savaşındaki muharebe tarihini çok iyi özetler.
Ben Sakarya Milletvekiliyim. Tüm
Sakaryalılar ve bu aziz millet bilirler ki, Çanakkale Savaşı ve Zaferi, nasıl
bu milletin tarih sahnesinde varlığını sürdürme iradesini ortaya koymuşsa,
Sakarya Meydan Muharebesinin de içinde yer aldığı Kurtuluş Savaşı da,
Türkiye'yi, Türklerin ilk ve son vatanı yaptı.
Sakarya Meydan Muharebesine katılan bu
aziz milletin evlatları şehit düştüklerinde cepleri boşaltıldığında görülen o
oldu ki -Genelkurmay Başkanlığı kayıtlarında yer almaktadır- şehitlerimizin
çoğunluğunun ceplerinden vatan şairlerinin yazdığı kahramanlık şiirleri
çıkmaktaydı. Bu, genelde, İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Âkif'in
"Çanakkale Şehitlerine" adlı şiiriydi:
"Yaralanmış tertemiz alnından,
uzanmış yatıyor;"
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
"Vurulmuş" olacak.
SÜLEYMAN GÜNDÜZ (Devamla) - "Bir
hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş
asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor
Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı
idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe! desem,
sığmazsın."
Tarihin önemli kırılma anları vardır. Bu
anlar, bazı milletlerin kaderini etkiler veya kader, o milleti, önemli o anla
sınar.
Kader, insana özgü olduğu kadar milletlere
de özgüdür. Vatan sahibi ve millet olmak, o an sınanmadaki başarı veya
başarısızlığınızın sonucudur. Bulunduğunuz yer ve idealleriniz ile sınanma
sayınız arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bulunduğunuz yer ve idealleriniz
büyükse, insanlık tarihinin önemli kırılmalarının tümünde sınanırsınız.
İnsanlığa adanmış milletseniz eğer, sınanmanız yeryüzünün gidişatını etkiler.18
Mart 1915, Türk tarihinin en önemli sınanmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Çanakkale'nin, sadece Türkiye için değil, dünya için büyük bir önemi var.
Winston Churchill diyor ki, "Tophaneli Hakkı'nın yaptığını dörtyüz yıldan
beri hiç kimse yapamamıştır. Nusret Mayın Gemisinin bu kahraman subayı, bir
gecede Çanakkale Boğazını mayınlamış, yenilmez addedilen İngiliz donanmasının
üçte 1'ini kullanılmaz hale getirmiştir. Bu durum, savaşın süresini ikibuçuk
yıl uzatmış ve sonuçta bizlere yenilgiyi tattırmıştır. Ayrıca, Çanakkale
yenilgisi münasebetiyle bizim gücümüzden dünyada şüpheler başladı. Bangladeş,
Hindistan, Pakistan gibi ülkeleri elimizden kaçırdık. Güneş batmayan
imparatorluğun güneşi batmaya başladı." Büyük Roma İmparatoru Sezar'a ait
olan "geldim, gördüm, yendim" sözü, Çanakkale'de, Churchill'in
dilinde "geldim, gördüm, pes ettim"e dönüşmüş, savaş kaybından dolayı
Churchill'in yargılanması esnasında "ben, Çanakkale'de Türklerle
savaşmadım, Tanrıyla savaştım" sözü, insanlığa adanmış bir milleti
tanımlar.
Çanakkale'deki mezar taşları bize bu büyük
zaferin sırrını anlatmaktadır.
Birliğimiz ve dirliğimizi sağladığımızda nasıl destan yapılacağını gösterdik
Çanakkale'de. Çanakkale Savaşı, genç nesillere millî şuur ve millet olma gururu
aşılamada etkili bir unsurdur. Türkiye Cumhuriyetinin temellerinin de atıldığı
yerdir Çanakkale Savaşı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Çanakkale Zaferi, artık, kuru hamasetin yapıldığı anma günlerini geride
bırakmalıdır. Bu zafer, bir taraftan, milletimizin tarih sahnesinde varlığını
sürdürme iradesini ortaya koyarken, diğer yandan, sonuçları itibariyle insanlık
âlemine karşı barışı kurma ve sürdürme sorumluluğumuzu da pekiştirmektedir.
Tarihin en dramatik ve en kanlı
savaşlarını yaşayanlar, bugün barış içinde yaşamak ve birlikte hareket etmek
üzere ortak irade ortaya koymaktadırlar. Bugün bu milletin Avrupa Birliği
içinde yer alma isteği bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Şüphesiz, tarih, ders alındığında ve
üzerinde kültür inşa edildiğinde anlamlanır. Bu, bütün insanlık için böyledir.
Bu tür günleri anmak, bugün insanlığın ortak ideali haline gelmiş evrensel
barış, kardeşlik ve paylaşıma vurgu yapma açısından önemli fırsatlar
sunmaktadır.
İrlanda'nın Loaghire Kasabasından
Gelibolu'ya savaşmaya gelen bir gence yakılan ağıtın, İrlandalı bir müzik
grubunun şarkısında yer aldığı gibi:
"Sadece bir mektup vardı elimizde,
ondan biliyorduk;
Diyordu ki:
'Üzüntümüz derin, oğlunuz gözü pekti ve
cesurdu'
Annen ve ben seni Gelibolu'ya ölüme
yolladığımızda daha sadece ondokuz yaşındaydın...
Yanlış ülke için savaştın, yanlış amaç
için savaştın,
Ve bunun İrlanda'nın en büyük kaybı
olduğunu söylerdi sık sık annen.
Yabancı kıyılara savaşmaya gittiklerinde
tüm tertemiz gençler,
Bu büyük savaş onların evi oldu.
Kanlarımız beraber ve birbirine
aktı."
Çanakkale Savaşımızdaki aziz şehitlerimizi
şu sözlerle yâd ederek sözlerime son vermek istiyorum:
"Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam
yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana âğuşunu açmış duruyor
Peygamber."
Zaferimiz kutlu olsun!
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gündüz.
Gündemdışı ikinci söz, aynı sebeple söz
isteyen Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş'e aittir.
Buyurun Sayın Daniş. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
2.-
Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş'in, Türk Milletinin tarih sahnesinde
varlığını sürdürme iradesini ortaya koyduğu Çanakkale Zaferinin 90 ıncı
yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
MEHMET DANİŞ (Çanakkale) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tarihe altın harflerle geçen Çanakkale Zaferinin 90
ıncı yıldönümü münasebetiyle söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Doksan yıl önce Çanakkale'de bir destan
yazan şehitlerimizi minnet, şükran ve rahmetle anıyoruz.
20 nci Yüzyılın başlarında dünya egemenlerinin
sömürge paylaşımındaki anlaşmazlıkları insanlığı büyük bir savaşla karşı
karşıya getirmiştir. Bu savaşta, hasta adam olarak nitelendirdikleri Osmanlı
Devletinin varlığına son verilecek, şark meselesinin en önemli adımı ve bugün
yeni dünya düzeni olarak tanımlanan sistemin temelleri de atılmış olacaktı.
Birinci Dünya Savaşı başladığında
savaşabilecek ekonomik ve teknolojik güçten yoksun olan Osmanlı Devleti yanlış
politikalar sonucu kendini bu savaşın içinde bulmuştur. Dünyanın her noktasında
haklarının olduğunu düşünen 20 nci Yüzyılın sömürgeci devletleri Osmanlı
Devletini savaşdışı bırakıp kirli emellerine ulaşabilmek için sömürdükleri
coğrafyaların insanlarıyla çıkmışlardı Çanakkale'de Mehmetçiğin karşısına.
Ekonomik ve teknolojik güçleriyle tüm hedeflerine ulaşabileceklerini
düşünenlerin gözden kaçırdıkları ve planlamadıkları bir şey vardı, o da,
vatanları için canlarını vermeyi kazanılmış en büyük zafer sayan yüzbinlerce
Mehmetçiğin varlığını.
Çanakkale Savaşları, saldıran çeliğe ve
ateşe karşı etin ve kemiğin kendini savunmasıdır. O kadar çetin bir savaş
yaşanıyordu ki, Mustafa Kemal "ben size taarruzu değil, ölmeyi
emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek sürede yerimize yeni subaylar ve
askerler gelebilir" komutuyla Mehmet Âkif ise bir şiirinde:
Öteden saikalar parçalıyor âfakı
Beriden zelzeleler kaldırıyor amakı
Bomba şimşekleri beyninden inip her
siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan
neferin" diyerek bu durumu açıkça ortaya koymuşlardır.
İstanbul ve Anadolu'nun en seçkin
liselerinin öğrencileri gönüllü olarak Mehmetçiğin imdadına koşmuş ve büyük
bölümüyle de burada şehit olmuşlardır. Mustafa Kemal'in "biz Çanakkale'ye
bir darülfünun gömdük" sözü de bu durumu işaret etmektedir.
Çanakkale bir ölüm kalım savaşıdır. Bütün
bir milletin, mutlaka, zafere odaklanmış bir şekilde "ya istiklal ya
ölüm" kararının verilişidir. Vatanın kapısına dayanmış ve tüm kutsalları
tehdit eden düşmana "dur" denilmesidir.
"Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir."
Çanakkale'nin toprağına, dünyanın
belleğine kazınan bu mısralar, sömürgecilerin silahla her zaman sonuç
alamayacaklarını, Çanakkale'nin mağlubu Churchill'in "Anlamıyor musunuz;
biz, Çanakkale'de Türklerle değil, Allah ile savaştık. Tabiî ki yenildik"
ifadesi de doğrulamaktadır.
Çanakkale'de Mehmetçiğe karşı savaşmış
İngilizler, Londra'da Mehmetçik heykelleri dikiyorlarsa; Anzaklar, her yıl
Çanakkale'de Mehmetçiğin mezarlarını da ziyaret ediyorlarsa, bu savaş,
insanlığın son insanî savaşıdır. Çanakkale'de, Mehmetçik, dünyaya sadece savaş
dersi değil, aynı zamanda insanlık dersi de vermiştir.
"Gelsin insan olan hisse kapmaya,
Toprak seccadede Hakka tapmaya,
Çanak çömlek değil, vatan yapmaya,
Toprağın al kanla boyandığı yer.
Çanakkale savaşlarında Mehmetçiğin
kazandığı zafer, dünya tarihinin akışını da önemli ölçüde etkilemiştir. Dünya,
artık, savaşların, toplumların vicdanlarını kanattığını, nesillerin belleğinde
derin izler bıraktığını görmeli, barışı ve kardeşliği esas alan birliktelikleri
Çanakkkale'den ders çıkararak oluşturmalıdır.
Sözlerime, Çanakkale'de savaşan yiğitlerin
mertebesini en güzel ifade eden Mehmet Âkif'in mısralarıyla son vermek
istiyorum:
"Sen ki asara gömülsen taşacaksın...
Heyhat,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu
cihan
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış, duruyor
Peygamber."
Ümitsiz değiliz. 18 Mart 1915, Çanakkale,
Türkiye Cumhuriyetinin önsözüdür. O güzel insanlara ve hatıralarına layık
olmaya çalışıyoruz; ruhları şâd olsun. Aziz Türk Milleti ilelebet payidar
kalacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisimizi
ve Aziz Türk Milletini saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Daniş.
Gündemdışı üçüncü söz, Şanlıurfa İlinin
turizm ve ihracat potansiyeli ile ulaşım sorunları hakkında söz isteyen
Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'e aittir.
Buyurun Sayın Melik. (CHP sıralarından
alkışlar)
3.-
Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa İlinin turizm ve
ihracat potansiyeli ile ulaşım sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Şanlıurfa İlinin turizm ve ihracat potansiyeli
ile ulaşım sorunları hakkında görüşlerimi belirtmek üzere, gündemdışı söz almış
bulunuyorum; öncelikle, Yüce Meclisi saygılarımla selamlarım.
Değerli arkadaşlar, GAP Projesi kapsamında
sulanabilir arazilerin toplamının yarıya yakın bir bölümüyle dünyanın 3 üncü,
Türkiye'nin ise en büyük hidroelektrik santralı ve barajı olan Atatürk
Barajının il sınırları içinde bulunması nedeniyle, son yıllarda ülke kamuoyunda
adı en çok geçen illerden biri olan Şanlıurfa'nın, en az bu saydıklarım kadar
önemli başka bir yönü de tarihi, değişik kültürü ve çok çeşitli turizm
potansiyelidir. Onbirbin yıllık tarihî Şanlıurfa, bütün dünyada peygamberler
şehri olarak tanınması yanında, dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu
Harran'ın, Musa Peygamberin koyun otlattığı Tektek Dağlarındaki Şuayb Şehrinin,
yine o bölgedeki Han-El Bağrur'un, Viranşehir İlçesindeki Eyyüp Nebi makamının,
Nemrut'un Hazreti İbrahim'i ateşe attığı ve herkesin bildiği Ayn-ı Zeliha'nın,
İsa Peygamberin mendilini düşürdüğü Ulu Camideki kuyunun yanı sıra, Asurlular,
Sümerler, Romalılar, Selçuklular gibi geçmiş medeniyetlerin daha çok sayıda
eserinin bulunduğu ve en az bunlar kadar değerli cumhuriyet tarihinin en önemli
projesi olan GAP Projesinin ilk uygulamasının yapıldığı ildir. Atatürk Baraj
Gölünün oluşmasıyla birlikte, Bozova İlçesinin Çatak Köyünde kurulan su
sporları merkeziyle de, artık, yılın büyük bir bölümünde, yelkencilik dahil,
her türlü su sporunun yapılabileceği bir yer haline gelen Şanlıurfa, Karaali
Kaplıcalarıyla birlikte, ayrıca, önemli bir termal turizm merkezi olmaya da adaydır.
Bütün bunların yanında, Siverek İlçe Merkezine 45 kilometre uzaklıkta bulunan 1
919 metre yüksekliğindeki Karacadağ'da, kış sporları olanakları da mevcuttur.
Ancak, turizm çeşitliliğinde ülkenin en zengin illerinden biri olan Şanlıurfa,
bu özelliğini, yeterince kullanamamaktadır; çünkü, toplam 103 SİT alanı ile bir
müze şehir olma niteliğini taşıyan Şanlıurfa, başlı başına bir kültürel ve
tarihî zenginliğe sahip olmasına rağmen, Turizm Bakanlığının destinasyonları
içerisinde yer almamaktadır; çünkü, Şanlıurfa, sahip olduğu kentsel tarihî doku
itibariyle, gerek yerli turizm açısından gerekse yabancı turizm açısından bir
cazibe merkezi olma niteliklerini haizdir. Binlerce yıllık bir tarih ve kültür
birikiminin izlerini çehresinde taşıyan kentimiz, turizm sektöründen hak ettiği
payı, ne yazık ki, alamamaktadır.
Değerli arkadaşlar, Şanlıurfa'nın en
önemli potansiyeli, hiç kuşkusuz ki, devam etmekte olan Harran Ovası sulamaları
ve GAP Projesi kapsamında, il içindeki diğer sulama projelerinin bitirilmesiyle
birlikte ortaya çıkacak olan, her türlü sanayi bitkisi üretimi ile sebze ve
meyve üretimidir. Şu anda, sulama imkânı olan bölgelerde ve özellikle Harran
Ovasında, geniş alanlarda, ikinci ürün mısır üretilmekte, bunun yanı sıra,
Karaali'deki termal sudan faydalanarak, ciddî anlamda seracılık yapılmakta ve
bu seralarda sebze ve çiçek yetiştirilmektedir.
Şanlıurfa, sahip olduğu turizm, doğa,
tarım ve sanayi potansiyeliyle hem kendine hem de bütün Türkiye'ye büyük
katkılar sağlayabilecek kapasiteye sahip dev bir ildir; ancak, uyuyan bu devin
nimetlerinden faydalanabilmek için, hükümetin, Şanlıurfa'ya önem vermesi ve
kaynak aktarması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, Şanlıurfa'nın sahip
olduğu bu çeşitli potansiyelleri harekete geçirmek için, öncelikle ulaşım
sorununu çözmek gerekir. Ulaşım sorununu çözmeden, ilimize ne turist
getirebiliriz ne de yüz milyonlarca dolar harcadığımız sulama projelerinden
elde ettiğimiz ürünleri yurtiçi ve yurtdışı pazarlara taşıyabiliriz.
İktidara geldiği günden bu yana yaklaşık
ikibuçuk yıl geçmesine rağmen, AK Parti Hükümeti, maalesef, Şanlıurfa'ya tek
bir çivi dahi çakmamıştır, bu yıl ağaçlandırma için ayrılan bütçe hariç.
Şanlıurfa uluslararası GAP havaalanı için 2005 bütçesinden de kayda değer bir
kaynak ayrılmamıştır. Havaalanının bu ödeneklerle ne zaman bitirileceği
bilinmemektedir.
Gaziantep-Şanlıurfa otoyolu bir an önce
bitirilmelidir. Günde 20 000 aracın geçtiği ve her ay birkaç yayanın hayatını
kaybettiği, halk arasında artık "ölüm yolu" diye anılan ipek yolunun,
çevre yolları yapılarak şehir dışına alınması bir an önce sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa halkı,
Sayın Başbakanın mayıs ayı içinde Şanlıurfa'ya yapacağı gezi ve Harran
Üniversitesinde katılacağı bir dizi toplantılar sırasında, Şanlıurfa
uluslararası GAP havaalanı, Gaziantep-Şanlıurfa otoyolu ve Şanlıurfa çevre
yollarıyla ilgili somut yanıtlar beklemektedir. Sayın Başbakan, bu projelere ne
kadar kaynak aktaracağını ve ne zaman bitireceğini kesin olarak açıklamalıdır.
Şanlıurfa, bugün, hiçbir dönemde ihtiyaç
duymadığı kadar devletin desteğine ve katkısına ihtiyaç duymaktadır.
Şanlıurfa'nın altyapı eksiklikleri giderildiğinde ve iyi tanıtıldığında, iddia
ediyorum ki, Türkiye'nin en önemli ihracat ve turizm merkezi olacaktır.
Unutmayalım ki, Şanlıurfa'ya sahip çıkmak, kendi kültürüne, değerlerine,
tarihine ve kaynaklarına sahip çıkmaktır.
Bu düşüncelerle, Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Melik.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları
vardır.
Kâtip Üyenin oturarak okumasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(10/56) esas numaralı Meclis araştırması
önergesinden, bazı milletvekillerinin imzalarını çektiklerine dair bir önerge
vardır, okutuyorum:
B) Tezkereler ve Önergeler
1.-
SEKA'nın mevcut durumunun ve sorunlarının araştırılarak, alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılması istemini havi
(10/56) esas numaralı önergeden, adı geçen kurumun kapatılması nedeniyle bazı
milletvekillerinin imzalarını çektiklerine ilişkin önergeleri (4/271)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
SEKA'nın kapatılmasından dolayı
güncelliğini yitirdiğinden, daha önceden vermiş bulunduğum (10/56) esas nolu
Meclis araştırması önergesinden imzamızı geri çekiyoruz.
Saygılarımızla arz ederiz.
|
Salih Gün |
İsmet Atalay |
Hüseyin Bayındır |
|
Kocaeli |
İstanbul |
Kırşehir |
|
Ali Kemal Deveciler |
|
Orhan Sür |
|
Balıkesir |
|
Balıkesir |
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu durumda
(10/56) esas numaralı Meclis araştırması önergesinde, İçtüzüğün 102 ve 104 üncü
maddelerinin aradığı yetersayıda imza kalmadığından, önerge işlemden
kaldırılmıştır.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.-
Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan, Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî
Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geri
alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu henüz gelmediğinden, teklifin
görüşmelerini erteliyoruz.
2 nci sırada yer alan, Devlet Memurları
Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
ediyoruz.
2.- Devlet
Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/946) (S. Sayısı: 827) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?..
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Geliyor Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
31 inci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına konuşan İzzet Çetin şahsı adına da konuştuğu için, şimdi,
şahsı adına Lokman Ayva?.. Yok.
Madde üzerinde başka söz talebi yok.
3 adet önerge vardır.
Önergeleri sırasıyla okutup işleme
alıyorum.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 14.33
(x) 827 S. Sayılı
Basmayazı 9.3.2005 tarihli 68 inci Birleşim Tutanağına eklidir.
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.40
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
827 sıra sayılı kanun tasarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Devlet
Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/946) (S. Sayısı: 827) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
31 inci madde üzerindeki ilk önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 827 sıra sayılı kanun
tasarısının 31 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aşağıdaki bendin eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
|
İlyas Arslan |
Özkan Öksüz |
A.Gökhan Sarıçam |
|
Yozgat |
Konya |
Kırklareli |
|
Mustafa Elitaş |
Halil Ürün |
İrfan Gündüz |
|
Kayseri |
Konya |
İstanbul |
"i) 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanununun 60 ıncı maddesinin (a) fıkrası uyarınca Yasama Organı Üyeliğinin
bitiminden sonra öğretim üyesi olarak atanmış olanlar,"
BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 827 sıra sayılı
tasarının 31 inci maddesinin dördüncü fıkrasının (h) bendine "ile Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Bilim Kurulu Üyeliğine seçilenler"
ibaresi ile (h) bendinden sonra gelmek üzere "ı) Pilot olarak görev
alanlar" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
M. Akif Hamzaçebi |
Osman Kaptan |
Halil Tiryaki |
|
Trabzon |
Antalya |
Kırıkkale |
|
Kâzım Türkmen |
Ali Arslan |
Feramus Şahin |
|
Ordu |
Muğla |
Tokat |
|
Mehmet Işık |
A. Kemal Deveciler |
Mustafa Özyurt |
|
Giresun |
Balıkesir |
Bursa |
BAŞKAN -
Son ve aynı zamanda maddeye en aykırı önergeyi okutup, işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 827 sayılı tasarının 31
inci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
|
M. Akif Hamzaçebi |
Ali Kemal Kumkumoğlu |
Osman Kaptan |
|
Trabzon |
İstanbul |
Antalya |
|
Mustafa Özyürek |
|
Bülent Baratalı |
|
Mersin |
|
İzmir |
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN
YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara) -
Hayır, katılmıyoruz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Gerekçe...
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Anılan madde, müktesep hakları ve bazı
kamu kurumlarının ihtiyaçlarını dikkate almamaktadır. Bu nedenle, anılan
maddenin tasarı metninden çıkarılması önerilmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Arayacağım Sayın Anadol.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum; aynı
zamanda, karar yetersayısını arayacağım: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 14.43
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.56
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
827 sıra sayılı kanun tasarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Devlet
Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/946) (S. Sayısı: 827) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Tasarının 31 inci maddesi üzerinde
verilen, Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi ve arkadaşlarının önergesinin
oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, önergeyi tekrar oylayacağım
ve karar yetersayısını arayacağım.
Önergeyi kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kâtip Üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için elektronik cihazla
oylama yapacağız.
Oylama için 3 dakika süre veriyorum.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı
yetersayısı vardır, karar yetersayısı vardır; önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 827 sıra sayılı
tasarının 31 inci maddesinin dördüncü fıkrasının (h) bendine "ile Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun Bilim Kurulu üyeliğine seçilenler"
ibaresi ile (h) bendinden sonra gelmek üzere "ı) Pilot olarak görev
alanlar" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Mehmet Akif Hamzaçebi (Trabzon) ve arkadaşları
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN
YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara) -
Hayır, katılmıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi mi okutayım?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerinden
emekli olan pilotlar 5434 sayılı TC Emekli Sandığı Kanununun ek 11 inci
maddesine göre çıkarılan Bakanlar Kurulu kararlarıyla bu uygulamanın dışında
tutularak Türk Hava Yolları AO ve benzeri kurumlarda istihdam edilmektedir.
Pilotlar için bu uygulamanın sona erdirilmesi Türk Hava Yollarını pilot
istihdamı yönünden zor durumda bırakacağı gibi pilotlar yönünden de olumsuz bir
durum yaratacaktır. Tasarıda yer alan maddenin temel gerekçesi, temininde
güçlük arz etmeyen personelin istihdamı için bütçeden aynı anda maaş/ücret ile
emekli aylığı gibi iki unsurun çıkmasını önlemektir. Oysa pilotlar temini kolay
olmayan personeldir.
Bu nedenle, pilotlar için maddede yer alan
kuralın bugüne kadar olduğu gibi 2005 yılında da uygulanmaması önerilmektedir.
Ayrıca, TÜBİTAK Bilim Kurulu üyelerinin
maddede sayılmamış olması da bir eksikliktir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge reddedilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 827 sıra sayılı kanun
tasarısının 31 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aşağıdaki bendin eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
İlyas
Arslan (Yozgat) ve arkadaşları
"i) 2547 sayılı Yüksek Öğretim
Kanununun 60 ıncı maddesinin (a) fıkrası uyarınca yasama organı üyeliğinin
bitiminden sonra öğretim üyesi olarak atanmış olanlar,"
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN
YILDIZ (Muş) - Uygun görüşle takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Ordu) - Evet, katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum.
Gerekçe:
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 60
ıncı maddesinin (a) fıkrasında, yasama organı üyeliğinin bitiminden sonra
öğretim üyesi olarak atanmış olanların, atanmış oldukları öğretim üyeliği kadrosundan
dolayı kendilerine aylık, ödenek ve benzeri ödeme yapılmayacağı ve bu şekilde
atanmış olanlara sadece ek ders ve sınav ücreti ile döner sermaye payı
ödeneceği düzenlenmiş olduğundan, bu uygulamanın aynı şekilde sürdürülerek,
yasama organı üyeliği sona erenlerin emekli aylıklarının ödenmesine devam
olunması amaçlanmaktadır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul
edilmiştir.
32 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 32.- Kamu hizmetlerinin etkin ve
verimli bir şekilde yürütülebilmesi amacıyla, genel bütçeye dahil daireler ile
katma bütçeli idarelerin teşkilât yapıları ve hizmet amacına uygun olarak
personel dağılımının sağlanmasına yönelik önlemler almaya, ihtiyaç fazlası olan
personelin, ilgili kuruluşların da görüşü alınarak, genel bütçeye dahil
dairelere, katma bütçeli idarelere, döner sermayelere, kefalet sandıklarına,
sosyal güvenlik kurumlarına, bütçeden yardım alan kuruluşlara nakledilmesine
ilişkin esas ve usulleri belirlemeye Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu
Bakan ile Maliye Bakanı yetkilidir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen, Kocaeli Milletvekili Sayın
İzzet Çetin; buyurun.
Süreniz 15 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 827 sıra sayılı kanun tasarısının 32 nci
maddesi üzerinde Grubumuz ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi,
kamu hizmetinin temelini, Anayasal güvence altında olan ve düzenlemesi yasalara
bağlı olarak yapılan memurluk statüsü oluşturur. 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunumuz, devlet memurunu, devlet ve öteki kamu kişiliklerince genel idare
esaslarına göre aslî ve sürekli kamu hizmetlerini yerine getirmekle görevli
kişiler olarak tanımlar.
Türk kamu hukukunda memurluk bir meslek
olarak kabul edilmiştir. Yasalarımıza göre, devlet memur alırken eşitlik ve
ayırım gözetmeme ilkesine göre alır; en azından öyle olması gerekir. Memurlar
da görevlerini amirlerine bağlı olarak; ancak, tarafsız bir biçimde yerine
getirirler. Ayrıca, memurluğa girişte, yarışma sınavlarıyla belirlenecek ehliyet
ve liyakat dikkate alınır. Kişiler, eğitimleri, bilgi ve becerilerine göre
memurluk mesleğine girerler; bu meslekte sürekli olarak çalışır ve yetişerek
önceden belirlenmiş kurallara göre yükselirler veya en azından yükselmelerinin
bu esaslara göre yapılması gerekir. Memuriyete alınma, görev ve yetkiler, hak
ve yükümlülükler, aylık ve ödenekler, özlük işleri, yasayla düzenlenir. 657
sayılı Yasa, memuriyeti, sınıflandırma esasına dayandırmıştır. Bildiğiniz gibi,
bizim hizmet sınıflarımız, genel idarî hizmetlerden tutun, öğretim hizmetlerine
kadar yasayla belirlenmiştir ve halen bu esaslar doğrultusunda yürütülmektedir.
Belirli sınıftaki memurlar, hizmet süreleri ve başarı derecelerine göre kademe
ve derece ilerlemelerine hak kazanırlar. Memurların çalışma ilişkilerinde tabi
oldukları kurallar, tek yanlı üretilen, çeşitli güvenceler içeren bir statü
rejimine bağlanmıştır. Statü rejiminin temeline dayalı olan bu çalışma
rejiminde, memurun başta iş güvencesi olmak üzere çeşitli ayrıcalıkları vardır.
Tanımından da anlaşılacağı gibi, devlet
memurları, memur olduktan sonra yükselmede esas kriterin liyakat ve başarı
olması gerekirken, tahsil olması gerekirken, hükümetiniz döneminde, iktidar
olur olmaz, bir gecede 1 041 memuru
değiştirdiniz; yetmedi, Talim ve Terbiye Kurulunu bir gecede değiştirdiniz.
Geldiğinizden bu yana, üst düzey bürokraside uzun yıllar hizmet yapmış,
kendisini ispat etmiş, ülkenin kamu hizmetlerinde üstün başarı göstermiş
kişileri bir kenara bırakarak, kendinize uygun kadroları, Cumhurbaşkanımızın ve
diğer yetkililerin ikazlarına, itirazlarına rağmen işbaşına getirdiniz. İşte,
Pamukova'daki tren kazası başta olmak üzere, liyakatsiz pek çok yöneticinin,
üst düzey bürokratın Türkiye'yi getirdiği noktayı hep birlikte görüyoruz.
Geldiğinizden bu yana yaptığınız kadrolaşmayla, Türkiye'nin neredeyse belleğini
değiştirecek tehlikeli adımlar atmaktasınız.
Bildiğiniz gibi, bu madde, kamu
hizmetlerinin etkin ve verimli bir biçimde yürütülebilmesi için yeni bir
düzenleme getiriyor. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununu bir kenara bırakıp
Anayasaya bakacak olursak, Anayasamızın 128 inci maddesi "memurların ve
diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları
ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla
düzenlenir" hükmünü içeriyor. Siz de "bu da bir kanun"
diyebilirsiniz; ama, ucube bir kanun; ne olduğunu biraz sonra anlatacağım. Üst
kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları da kanunla özel olarak
düzenlenir. Şimdi, sizin burada yapmış olduğunuz düzenleme, bir bakıma, açıkça
Anayasanın 128 inci maddesine aykırılık içeriyor. Bu düzenlemeyle, siz,
Anayasanın 128 inci maddesini ortadan kaldırmayı amaçlıyorsunuz; maksatlı bir
düzenleme. Eğer, 128 inci maddeyi dikkatlice inceleyecek olursanız, madde,
memurlara güvence getiren bir düzenleme; ama, ne yapıyorsunuz siz şimdi;
diyorsunuz ki: Devlet Personel Başkanlığının bağlı olduğu Bakan ile Maliye
Bakanı, bütün memurları, demin saymaya çalıştığım genel idare hizmetleri, mülkî
idare hizmetleri, sağlık, teknik, eğitim, avukatlık, emniyet, din hizmetleri,
yardımcı hizmetler, hâkimlik ve savcılık, öğretim hizmetleri gibi hizmet
dallarında görev yapan ve o dalda uzun yıllar hizmet üretmiş memurları bir
havuzun içerisine alıp, oradan, iki bakan, istediği şekilde, istediği kurumdan
istediği kuruma nakletsin, atasın... Öyle noktaya gelmiş olduğumuzu görüyorum
ki, üst düzey bürokraside kadrolaşmadan sonra, sıra memurlara gelmiş. Memurlar
da, tıpkı özelleştirilen kuruluşlarda çalışan memurlar gibi bir havuzun içine
alınacak, o havuzdan, iki bakanın keyfî tutumlarına, kafa yapılarına, dünya
görüşlerine uygun olarak "benim adamım, bizim adamımız" mantığıyla,
kamu hizmeti, kamu yararı kavramları bir kenara bırakılarak hallaç pamuğu gibi
atılacak.
Değerli arkadaşlarım, demokrasilerde kamu
hizmetleri -biraz evvel de söyledim- önceden düzenlenmiş yasalarla ve memurlar
eliyle görülüyor. Memurlar, liyakat ve becerilerine göre atanıyorlar,
yükseliyorlar. Siz, şimdi, burada, üst düzey kadrolaşmayı bir kenara
bıraktınız, oradaki görev ve yetkilerinizi kullandınız, sıra memurlara geldi.
Üzüntüm de, memurların da, bu çuval yasasından, torba yasasından bir şey
anlamayışları ya da göremeyişleri. Bundan sonra, yasalarla sağlanan güvenceler
bu düzenlemeden sonra ortadan kalkacak, Anayasanın 128 inci maddesine göre,
memurlara tanınan o güvenceler ortadan kalkacak. Şimdi, bu düzenlemeyle, artık,
kadrolaşma memurlara kadar indirilmiş bir biçimde uygulanacak.
Değerli arkadaşlarım, Başbakan bundan
birkaç ay önce bürokratik oligarşiden söz ediyordu. Yukarıda, türlü
yöntemlerle, bu oligarşi çözüldü zannediyorum; vekâletle... Kadrolaşmanın
olmadığı yerlerde, yıllardan bu yana vekâletle yürüttüğünüz işler de sizi
tatmin etmedi; şimdi, sırada memurlar var. Onlar da yerlerinden edilecek, huzurları
bozulacak ve onlar da, iktidarın kafa yapısına göre -kim iktidar olursa
gelecekte - ona uygun, onun hizmetinde görev yapan, kişiliğini yitirmiş,
kimliğini yitirmiş insanlar konumuna dönüştürülecek.
Değerli arkadaşlarım, devletin bütün
kurumlarıyla oynadınız, bütün çivileri yerinden oynattınız. Özelleştirme adı
altında, tüm kurumları, neredeyse kârlı olan kurumları bile çökerttiniz. Şimdi,
kamu hizmetlerinin çökertilmesi için, memurların da kişiliğini, kimliğini
ortadan kaldıracak, iki bakanın keyfî uygulamaları ve anlayışları
doğrultusunda, o memurları, o şehirden bu şehre, o kurumdan bu kuruma, hallaç
pamuğu gibi -deyim yerindeyse- atacaksınız.
Böyle devlet yönetimi olmaz değerli
arkadaşlarım. Anayasanın 128 inci maddesine son derece açık bir aykırılık
içeriyor. 128 inci madde amir hükümlerine göre memurların atanmalarına ilişkin
usul ve esasları belirleyen yasa var ve uzun yıllardan beri uygulanıyor. Bu
yasanın da üzerine çıkan uygulamaların yapılmasına izin verecek düzenlemeyi iki
bakana terk etmek, hukuk devleti anlayışına sığmaz. Bu, ancak teokratik
düzende, faşist düzende, belki, uygulama olanağı bulabilir; ama, hukuk
devletinde böyle bir düzenlemenin, memurları keyfî olarak iki bakanın emrine
vermenin hiçbir mantığı olamaz ve bu yasa bu biçimiyle geçerse Anayasa
Mahkemesinden tekrar dönecek ve siz de kendinize diyeceksiniz ki, ya, işte,
biz, Çankaya dediğimiz zaman aklınıza sadece Cumhurbaşkanı geliyor, Anayasa
Mahkemesinin de Çankaya'da olduğunu unutuyor, demagoji yapıyorsunuz... Bu konu,
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, bizim tarafımızdan Anayasa Mahkemesine
götürülecek açık maddelerden biridir.
Değerli arkadaşlarım, hemen hemen bütün
konuşmalarımızda söylüyoruz; yasalar ne kadar uzun süre uygulanır ise o kadar
oturur, uygulamada sorunlar asgarîye iner. Bizim devlet personel rejimimizde
sıkıntılar olabilir, vardır da. Bunları aşmanın yolu... Böylesi oturmuş bir
düzeni, bir sistemi allak bullak ederek iki bakana keyfî uygulama yetkisi
vermenin sizin de vicdanınızı sızlatacağını düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çetin, buyurun.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - "Esas ve
usulleri belirleyecek" deniyor, ne keyfîliği?
İZZET ÇETİN (Devamla) - Sayın Kacır, eğer
okuman varsa, maddeye bir bak, bir de Anayasanın 128 inci maddesine bak.
Oturduğun yerden otomatik laf atma makinesi gibi her çıkan hatibe laf atmayı
kes bir kere!
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sen bırak demagoji
yapmayı.
İZZET ÇETİN (Devamla) - Sen demagoji yapma
oturduğun yerden.
BAŞKAN - Sayın Çetin, Genel Kurula hitap
eder misiniz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Burada öyle bir
şey yazmıyor.
BAŞKAN - Sayın Kacır, lütfen.
İZZET ÇETİN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, memurların içinde bulunduğu durum hepimizin malumu. Dün saat
23.00'e gelirken, geceyarısı yaptığım konuşmada emeklilerin ne hale
getirildiğini, işçilerin ne hale getirildiğini, yoksulların ne hale
getirildiğini söylemiştim. Şimdi, memurlar aldıkları maaşla geçim zorluğu
içerisinde yaşarken, bir de şehirden şehre nakil işiyle uğraşmaya başlayacaklar.
Kendileri bir yerden bir yere, bir kurumdan başka bir kuruma geçebilmek için
sizlerin kapılarını aşındırmaya başlayacaklar; ama -öyle görünüyor ki- bu
uygulamalarla, bu devlet yönetimi anlayışıyla ülkeyi çok da fazla
yönetemeyeceğiniz giderek açığa çıkıyor. O nedenle, yarın, sizden sonra gelecek
hükümetlerin, gelecek iktidarların da bu düzenlemelere sarılarak kayırmacılık,
ayırmacılık, yandaşlık yapmasına izin verecek bu düzenlemeyi yol yakınken
geriye çekmenizi öneriyorum. Aksi takdirde, Anayasa Mahkemesinden gelir, bu
düzenleme iptal edilir ve siz, bir kez daha yüksek yargının tokadını ensenizde
hissedersiniz. O zaman da ağlamaya hakkınız kalmaz.
Bu tür düzenlemelerle kamu çalışanlarını
da huzursuz etmeyiniz, kamu çalışanlarının moralini, motivasyonunu bozmayınız;
onların morale, motivasyona ve aldıkları maaşla geçinebilecekleri bir hayat
seviyesine eriştirilmeye ihtiyaçları var.
Eğer, gücünüz yetiyorsa, memurları
korkutma, sindirme, yıldırma yerine, onların maaş ve özlük haklarında
iyileştirme yapınız diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.
Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen,
İstanbul Milletvekili Sayın Lokman Ayva?.. Yok.
Maddeyle ilgili 1 önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 827 sıra sayılı
tasarının 32 nci maddesinin tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
|
M. Akif Hamzaçebi |
Osman Kaptan |
Ali Kemal Kumkumoğlu |
|
Trabzon |
Antalya |
İstanbul |
|
Bülent Baratalı |
Kemal Kılıçdaroğlu |
Mustafa Özyürek |
|
İzmir |
İstanbul |
Mersin |
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN
YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET
HİLMİ GÜLER (Ordu) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Tasarının 32 nci maddesiyle, ihtiyaç
fazlası personelin nakledilmesine ilişkin esasları ve usulleri belirleme
yetkisi, Devlet Personel Başkanlığının bağlı bulunduğu Bakan ile Maliye
Bakanına verilmektedir.
Maddede, belediye personelinin nakline
ilişkin ilkeler konusunda herhangi bir düzenleme yer almadığından, bu konudaki
usul ve esasları belirleme konusunda verilen yetki, aslî düzenleme yetkisidir.
Halbuki, Anayasaya göre, Anayasanın gösterdiği ayrık haller dışında, yürütmenin
aslî düzenleme yetkisi yoktur. Yürütme, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak
kullanılacak ve yerine getirilecek bir yetki ve görevdir. Anayasanın 8 inci
maddesinde ifade edilmiş olan bu ilke, yürütmenin, ancak kanunla aslî olarak
düzenlenmiş bir alanda düzenleme yetkisi kullanabileceğini açıkça ortaya
koymaktadır. Anayasanın 7 nci maddesine göre ise, aslî düzenleme yetkisi
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir ve devredilemez.
Açıklanan nedenle, tasarının 32 nci
maddesi, Anayasanın söz konusu hükümlerine aykırı düşmektedir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Karar yetersayısını arayacağım
Sayın Anadol.
Önergeyi kabul edenler... Kabul
etmeyenler...
Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı
yoktur.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.22
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.34
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
827 sıra sayılı kanun tasarının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Devlet
Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/946) (S. Sayısı: 827) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Tasarının 32 nci maddesi üzerinde verilen,
Trabzon Milletvekili Akif Hamzaçebi ve arkadaşlarının önergesinin oylanmasında
karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, önergeyi tekrar oylayacağım ve karar
yetersayısını arayacağım.
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Sayın
milletvekilleri, karar yetersayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
33 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 33.- T.C. Devlet Demiryolları
İşletmesi Genel Müdürlüğü mülkiyetindeki işletmecilik fazlası taşınmazların
satılarak veya devredilerek satış veya devir bedellerinin yeni demiryolu
inşaatı ve mevcut demiryollarının bakım ve onarımı ile iyileştirilmesinde
kullanılması kaydıyla, taşınmazların satış veya devrine T.C. Devlet
Demiryolları Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu yetkilidir.
T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel
Müdürlüğü, taşınmazların alımı, kamulaştırma, parselasyon, tevhid, ifraz,
irtifak hakkı tesisi ve terkini işlemleri; katma değer vergisi hariç, her türlü
vergi, resim, harç, döner sermaye ve hizmet ücretlerinden muaftır.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Kastamonu Milletvekili Mehmet
Yıldırım. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET YILDIRIM
(Kastamonu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 827 sıra sayılı tasarının
34 üncü maddesi, çekilen maddeyle 33 üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bu madde üzerinde konuşurken,
demiryollarımızın bugün geldiği noktayı değerlendirmek ve bundan sonra ne
yapılacağını tartışmak ve sizlerle paylaşmak istiyorum.
23 Eylül 1856 tarihinde, İzmir-Aydın
arasındaki 130 kilometrelik demiryolunun yapımına başlanılmasıyla, Anadolu
insanı demiryollarıyla tanışmıştır. Bir İngiliz şirketine verilen imtiyazla
yapılan bu demiryolu, aynı zamanda, ülkemizin ulaşım sistemi ihtiyacına göre
belirlenmesi gereken demiryolu ulaşım koridorlarının, millî çıkarlarımız ve
ülke ekonomisinin ihtiyaçlarına göre değil, yabancı şirketlerin ihtiyaç ve
çıkarları doğrultusunda belirlenmesinin de ilk örneğini oluşturmuştur.
Nitekim, İmparatorluk döneminde realize
edilen 4 086 kilometre demiryolu, İngiliz, Fransız ve Almanların kendi ekonomik
gereksinimlerine göre kurulmuş, kendi toplumsal ve ekonomik gereksinimlerimiz
gözardı edilmiştir. Bunun sonucu olarak, kendi gücü ve inisiyatifiyle demiryolu
şebekesini kuramayan imparatorluk, endüstri devrimini gerçekleştirecek
altyapıya kavuşamamış, bunun bedelini de pahalı ödemiş ve çöküşünü
hızlandırmıştır. Bu belki iddialı görülebilecek bir iddia görünmekle birlikte;
ancak, cumhuriyet döneminde örülen demir ağlara bir bakmak gerekir. 1923-1950
yılları arasında inşa edilen demiryolu 3 271 kilometredir. Bu demiryolları,
Divriği'ne uzanarak demir cevherini, Zonguldak'a uzanarak kömür madenini,
Ergani'ye ulaşarak bakır cevherini sanayiin kullanımına sunmuş, liman
bağlantıları ile demiryolu, denizyolu kombinasyonunu sağlamış, cumhuriyet
dönemine kadar mevcut demiryollarının yaklaşık yüzde 90'ı Samsun-Ankara-Konya
çizgisinin batısında yer almaktayken, cumhuriyet döneminde doğuya yapılan
yatırımlarla bu oran dengelenmiştir. Böylece, ihmal edilen doğuluya hayat
gelmiş, endüstri hızla gelişme eğilimine girmiş, demir-çelik fabrikaları
faaliyete geçmiş, limanlar canlanmış, insanlar ulaşım vasıtasına kavuşmuş,
ülkeye yeni bir nefes, yeni bir kan bahşedilmiştir. Bütün bunlar Büyük
Atatürk'ün yüksek dehası, basireti ve ileri görüşlülüğünün bir eseri olmuştur.
Bu ülkede hâlâ Onuncu Yıl Marşı ilk günkü heyecan, şevk ve gururla
söyleniyorsa, bu boşuna değildir, o günlerin özlemini çekmemizden
kaynaklanmaktadır.
Bir de demiryollarının gelişimini
değerlendirmek istiyoruz. Sene
1923, demiryolu uzunluğu 3 756
kilometre; sene 1940, demiryolu uzunluğu 7 381 kilometre; sene 1950, demiryolu
uzunluğu 7 671 kilometre; sene 1975, demiryolu uzunluğu 8 141 kilometre; sene
2000, demiryolu uzunluğu 8 682 kilometre. Bu demiryollarının yüzde 43'ü Osmanlı
İmparatorluğundan devir, yaklaşık bir asırlık, Türkiye'nin ihtiyaçlarına göre
değil, İngiliz, Fransız ve Almanların ihtiyaç ve arzuları doğrultusunda
yapılmış, demode, işlevsiz demiryollarıdır. Cumhuriyetin ilanından sonra,
Atatürk'ün vefatına kadar yapılan demiryolu uzunluğu 3 625 kilometre; yani,
mevcut demiryollarımızın yüzde 42'si. Bu demektir ki, o devirde, yılda ortalama
210 kilometre demiryolu inşa edilmektedir.
O zamanki teknoloji, ülkenin ekonomik
durumu dikkate alındığında, nasıl bir mucize yaratıldığı ortadadır. Hele,
Tecer-Kangal arasındaki 32 kilometrelik demiryolunu yirmisekiz yıldır
tamamlayamayan bir Türkiye'nin bugünkü durumuna bakıldığında, mucizenin de
ötesinde bir olay olarak değerlendirilebilir.
Değerli milletvekilleri, sanıyorum, hatip
konuşuyor, milletvekilleri sohbet ediyor, bütün Türkiye de sizi böyle izliyor.
Hepimizi izliyor da... Yani, farkında mıyız, burada niye konuşuyoruz biz, ne
anlatıyoruz biz?! Hangi maddeyi konuşuyoruz?!
BAŞKAN - Sayın Yıldırım...
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Lütfen, biraz
saygılı olalım; birbirimize saygılı olalım, Türkiye'ye saygılı olalım. (AK
Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Yıldırım...
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Sayın Başkan,
ama, uğultuya bakın. Benim dikkatim dağılıyor; neredeyse, elimdeki metni
okuyamayacağım.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Yıldırım...
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Sohbet
ediyorsanız, dışarıda sohbet edin; kahveye varın, çay için.
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, maddeyle ilgili,
Genel Kurula hitap eder misiniz.
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Değerli
arkadaşlar -maddeyi konuşuyorum- demiryollarını konuşuyoruz, demiryollarının
bugününü konuşuyoruz, geleceğini konuşuyoruz, demiryollarındaki artık
parsellerin satışını, yarın kimlere parsel parsel satılacağını anlatacağız.
Herhalde, burada konuşurken, sadece, ne konuştuğumuzu anlatmak için,
seçmenimize ve Kastamonululara ve Türkiye'ye mesaj vermek için gelmedik.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Taşköprü'ye
ver.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - IMF'den bahset,
Dünya Bankasından bahset, o zaman hepsi kulak verir.
BAŞKAN - Lütfen, sayın milletvekilleri...
Sayın Yıldırım, maddeyle ilgili, Genel
Kurula hitap eder misiniz.
Buyurun.
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, ikibuçuk yıl kaldı; ikibuçuk yıl sonra ağlayacaksınız, ağlayacak...
Ağlayacaksınız... Sandıkta ağlayacaksınız... (AK Parti sıralarından gürültüler)
SUAT KILIÇ (Samsun)- Sizin halinize mi?!
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, ama, şu gerçeği hiçbir zaman unutmamamız gerekir ki, mevcut
demiryollarımızın hemen hemen yarısına tekabül eden, Osmanlı döneminde inşa
edilen demiryolları, ülkemiz ihtiyaçlarına ve çıkarlarına göre dizayn
edilmemiştir. Koridorlar yanlıştır. Bazı hatlar dar olarak inşa edilmiş,
standartlar bile tutturulamamıştır. Genç Türkiye Cumhuriyeti, maalesef, böyle
kötü bir mirası devralmış ve bu kötü mirasın millîleştirilmesi de büyük
fedâkarlıklara katlanmamıza sebep olmuştur. Zaten, 1950'den itibaren
demiryolları bir köşeye itilmiş, neredeyse kendi kaderiyle başbaşa bırakılmış,
karayolu yapımına ve karayolu taşımacılığına ve karayolu nakliyeciliğine önem
verilmiştir.
Sonuç olarak; bugün, demiryollarımızın
uzunluğu 10 500 kilometre civarındadır; ancak, tali hatlar düşünüldüğünde,
demiryollarımızın uzunluğu (AK Parti sıralarından "sarmısak!.." sesi)
8 500 kilometreye...
Değerli arkadaşlar; yani, dikkat ediyorum
"sarmısak" diyorsun; biraz ye de aklın başında olsun, sağlıklı düşün.
Ayıp değil mi size?!
BAŞKAN - Sayın Yıldırım...
Sayın milletvekilleri, lütfen...
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Ayıp değil mi
size?!
BAŞKAN - Sayın Yıldırım...
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Konuşmak
istiyorsan gel bu kürsüye! Gel konuş! Ne söylüyorsan söyle burada!
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lütfen!
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Ayıp değil
mi?! (AK Parti sıralarından "sana ayıp" sesleri)
ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Neden böyle
saldırıyorsun?
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Burada
konuşuyoruz, sarmısak konuşuyorsun...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sarmısakla alakası
yok.
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Aklın başında
değil herhalde?!
ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Senin aklın başında
değil!..
BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lütfen...
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Değerli
arkadaşlar...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Milletvekili,
oturur musunuz...
MEHMET YILDIRIM (Devamla) - Sayın Başkan,
bu, nezaket kurallarının da ötesinde, milletvekilliğinin erdeminin de dışında,
saygısının da dışında. Ne yapmak istediğinizi anlamakta güçlük çekiyorum.
Acıyorum size, acıyorum... Acıyorum size...Yazıktır, yazık size!.. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Milletvekili...
ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Ne biçim
konuşuyorsun?!
MEHMET YILDIRIM (Devamla) -Türkiye'ye
yazık, millet pişman şu anda pişman... (CHP sıralarından alkışlar)
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)- Sayın Başkan,
konuşma mı yapıyor?!
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri...
MEHMET YILDIRIM (Devamla)- Değerli
arkadaşlar...
Ben konuşma yapıyorum.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)- Konuşma mı bu?!
MEHMET YILDIRIM (Devamla)- Ben konuşma
yapıyorum, otur oturduğun yerde.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)- Ayıp yahu!
BAŞKAN- Sayın Milletvekilim, oturur
musunuz lütfen.
MEHMET YILDIRIM (Devamla)- Otur oturduğun
yere, konuşma yapıyorum.
BAŞKAN- Sayın Yıldırım...
MEHMET YILDIRIM (Devamla)- Bir derdin
varsa, gel çık bu kürsüye...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)- Tamam, konuşacağım.
İn, orayı işgal etme.
MEHMET YILDIRIM (Devamla)- Gel indir.
Yüreğin varsa, gel indir buradan.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye)- Var, yüreğim var...
Hadi in aşağıya!..
BAŞKAN- Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.47
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.52
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Yaşar TÜZÜN
(Bilecik)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum.
827 sıra sayılı kanun
tasarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Devlet
Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı Kanun
ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/946) (S. Sayısı: 827) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının 33 üncü maddesi
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsı adına Kastamonu Milletvekili Mehmet
Yıldırım görüşlerini belirtirken ara verilmişti.
Sayın Yıldırım, kalan
sürenize devam edebilirsiniz.
Buyurun. (Alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET
YILDIRIM (Kastamonu) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, az önce de ara verilmesine sebep olduğumuz için, Yüce Meclisten
ve bütün Türkiye'den özür diliyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Tasarının 33 üncü maddesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi anlatmaya çalıştık
ve süremiz elverdiği sürece de konuyu değerlendirmeye çalışacağız.
1950'den sonra
demiryolları bir köşeye itilmiş, neredeyse kendi kaderiyle başbaşa bırakılmış,
Türkiye karayolu yapımına ve karayolu taşımacılığına itilmiştir diyerek, o
noktada müdahalelerle ara vermiştik.
Değerli arkadaşlar, ben,
öncelikle bir Karayolcuyum. Elbette ki, karayolları Türkiye'nin doğru
tercihidir demiyorum, yanlış bir tercihidir
demiyorum; ama, demiryolunun, havayolunun, denizyolunun ve karayolunun,
kombine bir taşıma sistemi içerisinde, makro bir planlama içerisinde yapılması
gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk'ün döneminde, az önce de konuştuğum gibi, nerede hammadde var, nerede
fabrika var, o fabrikadan o hammaddeyi taşımak için demiryolu ağı kurulduğunu
ifade etmiştim. Yani, Sivas Divriği'de çıkan demir madeninin, demiryolu ağıyla
yük katarlarına yükleyerek Karabük Demir-Çelik Fabrikasına taşınmasına ve
Zonguldak'ta çıkan taşkömürünün, gene, Karabük'e demiryoluyla çıkarılmasını,
getirilmesini, taşınmasını ucuz maliyet ilkesinden kaynaklanarak yapıldığını
vurgulamak istedik.
Şimdi, o günden bugüne,
hele, 1950'lerden bugüne yapılan demiryollarının çok az olduğunu,
demiryollarının iyileştirilmesinin yapılmadığını, İstanbul-Ankara yolunda da
iyileştirmenin yapılmadan hızlı lokomotifin alınarak, Ankara-İstanbul
arasındaki hızlı treni ortaya koyarak bir faciaya da sebep olduğumuz açıktır.
Diyoruz ki, önce
altyapıyı iyileştirmek lazım, altyapıyı geliştirmek lazım, kurp yarıçaplarını
ona göre yapmak lazım, yol standardını yükseltmek lazım, tek hatlı yerine çift
hatlı güzergâhın konması lazım. Buna özel sektörün katkısını da almak gerekir.
Sadece devlet işletmesi... Devlet, demiryollarını yapsın, geliştirsin, ağı
kursun; ama, lokomotifin de, başka sektörlerin de, rekabet anlayışı içerisinde,
demiryolu işletmeciliği içerisinde özel sektörün de yerini alması gerektiğini
düşünmekteyiz.
Değerli arkadaşlar,
bakıyoruz, 1953 yılında çıkarılan bir yasayla Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü
önce KİT, sonra da 233 sayılı Kararnameyle kamu iktisadî kuruluşu statüsüne
kavuşturulmuştur.
Demiryolunu yapan kurum
başka, işletmeyi yapan kurum başka. Çünkü, demiryollarını yapan kurum,
Ulaştırma Bakanlığına bağlı Devlet Demiryolları ve Limanları Genel Müdürlüğü;
ama, işletmeyi yapan kurumsa, Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğüdür.
1953 yılına kadar yapılan
zararlar genel bütçeden desteklenmiş; ama, ondan sonra Devlet Demiryolları
İşletmesinin zararları Hazineden karşılanmamış, zararlar bir tarafa itilmiştir.
Daha sonra da, Devlet Demiryolları ve Limanları, Devlet Demiryolları İşletmesi
Genel Müdürlüğüyle birlikte limanlarda, dış hatlarda ve iç hatlarda meydana
gelen taşımlarının konteyner taşımlarıyla Türkiye'nin en büyük taşım sektörünü,
en büyük liman işletmelerini gerçekleştirdiği görülmüştür.
Dolayısıyla, kamuoyunda
yaygın bilgi hilafına yeni bir demiryolu yapımı yetki ve imkânı yasal olarak
bulunmayan; ancak, eski yollarımızı modernize edip sürat ve emniyetini artırma
gayreti içinde bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel
Müdürlüğü 68 000 personelden 41 000 personel mevcuduna düşmüş, buna rağmen yük
ve yolcu taşımacılığını eldeki imkânlar ölçüsünde aksatmamış, hatta 1997
yılında yük taşımacılığında yaklaşık 14 000 000 tonla cumhuriyet tarihinin
rekorunu kırmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yıldırım,
toparlayabilir misiniz.
Buyurun.
MEHMET YILDIRIM (Devamla)
- Sayın Başkan, müsaade ederseniz bitirmeye çalışıyorum.
Devlet Demiryolları
İşletmesi Genel Müdürlüğü, aynı zamanda, Samsun, Haydarpaşa, Derince, Bandırma,
İzmir ve İskenderun limanlarının da işletmecisidir. Kombine taşımacılığın tek
elden koordine edilmesi için
Devlet Demiryollarına bağlamışlardır. Bu limanlarda da yılda yaklaşık 55 000 000 ton yükleme boşaltma
yapılmaktadır.
Personel sayısı 1/3
oranında düşen; ancak, üretimi düşmeyen, aksine artan bu kuruluşu, işçisi,
mühendisi ve tüm çalışanlarıyla, bu performansı nedeniyle kutlamak gerekir diye
düşünüyorum. Bu başarı, ülkesini gerçekten çok seven, ciddî, dürüst, çalışkan,
cefakâr demiryolu işçilerinin, makinistlerinin, memurlarının ve mühendislerinin
başarısıdır.
Demiryolu konusu Türkiye
için büyük bir problemdir. Kısa, orta ve uzun vadede birçok önlem almak
gerekir, birtakım palyatif tedbirlerle bu sorun çözülemez.
Belli çevrelerin ifade
ettiği gibi, bu kuruluş iyi çalışmıyor, kuruluşu düzeltelim demiryollarımız da
düzelir diyemeyiz; çünkü, sorun, altyapı sorunudur, demiryolu sorunudur. İddia
ediyorum ki, dünyanın neresinde olursa olsun, bu konuda yetişmiş en bilgili
insanları, uzmanları getirsek de, demiryolu altyapı sorunu çözülmediği zaman
Türkiye'nin sorununu çözemeyiz.
Değerli arkadaşlar,
demiryolları bakışını, kısaca, kesik de olsa, özetlemeye çalıştık.
Bu kanunun 33 üncü
maddesinde, demiryollarının kullanmadığı arsaların satılması öngörülmektedir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak da, şahsım adına da, bu arsaların,
Karayolları Genel Müdürlüğündeki yasada olduğu gibi, bölünmüş yollara katkı sağlaması
için karşı çıkmadığımız gibi, bu 33 üncü maddeye de bu yapıda karşı durmuyoruz
ve yasayı, bu konuda 33 üncü maddeyi desteklemekle beraber, planlı bir
çalışmanın, planlı bir organizasyonun ve gelecekte altyapı çalışmasında
gereksinim duyacağımız bu arsaların, elden çıkmadan, belirli çevrelere rant
sağlamadan, kamunun yararına ve kamu için değerlendirilmesinde yarar olduğunu
düşünüyoruz ve devletin -ulaşım- elde ettiği kaynakların da demiryollarının
bakımında kullanılmasında yarar sağladığını düşünüyoruz.
Ayrıca, yıllardır
bekleyen Karabük-Kastamonu-Havza-Samsun-Hopa hattının da düşünülmesini,
demiryolu ağının düşünülmesi gerektiğini gündeme getirmek istiyorum.
Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yıldırım.
Madde üzerinde 2 adet
önerge vardır. Önergeleri, önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık
derecelerine göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 827
sıra sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının 33 üncü maddesine,
"Satışı ve
değerlendirilmesi yapılacak taşınmazların, ilgili kuruluşların ve belediyelerin
görüşlerini almak ve çevre imar bütünlüğünü bozmamak kaydıyla, her ölçekte imar
planı ve parselasyon planı yapımı ve bunlara ilişkin onama işlemleri 3194
sayılı İmar Kanununun 9 uncu maddesine göre Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
tarafından askı sürelerine tabi olmaksızın resen yapılır. İlgili kuruluş ve
belediyeler görüşlerini onbeş gün içinde bildirmek zorundadır. TCDD Genel
Müdürlüğü, taşınmazlarının satışı ve değerlendirilmesi uygun görülen yerler
için 4.1.2002 tarihli ve 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın, 28.7.1981 tarihli
ve 2499 sayılı Kanuna tabi ekspertiz şirketlerine rayiç bedel tespit ettirmeye,
gerçek ve özel hukuk kişilerine her ölçekteki imar planlarını yaptırmaya, ilan,
reklam, proje, kontrollük, danışmanlık veya pazarlama gibi konularda hizmet
satın almaya ve bütün bu giderler için satılan ve değerlendirilen taşınmazların
tahsil edilen bedellerinin % 2'sini geçmemek üzere bu bedellerden ödeme yapmaya
yetkilidir" cümlesinin son fıkra olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Eyüp Fatsa |
Eyüp Ayar |
Y. Selahattin Beyribey |
|
Ordu |
Kocaeli |
Kars |
|
Cemal Uysal |
Nusret Bayraktar |
Asım Aykan |
|
Ordu |
İstanbul |
Trabzon |
BAŞKAN - Şimdi, maddeye
aykırı olan önergeyi okutup, işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının
33 üncü maddesinin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkraların
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Mustafa Elitaş |
Mustafa Açıkalın |
|
Ankara |
Kayseri |
İstanbul |
|
Mustafa Ataş |
Fikret Badazlı |
|
|
İstanbul |
Antalya |
|
"Özelleştirme Yüksek
Kurulunca özelleştirme programına alınan Türkiye Cumhuriyeti Devlet
Demiryolları (TCDD) İşletmesi Genel Müdürlüğü kullanımındaki liman sahaları
içinde kalan Hazineye ait taşınmazlar, talep edilmesi halinde bedelsiz olarak
TCDD Genel Müdürlüğüne devredilir.
Devri mümkün olmayan
taşınmazlar ile liman sahasında kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki
yerlerde TCDD Genel Müdürlüğü lehine bedelsiz olarak 49 yıllığına sınırlı aynî
hak tesisine veya bedelsiz kullanımına izni verilmesine Maliye Bakanlığı
yetkilidir.
Liman sahasında kalan
Hazinenin özel mülkiyetindeki taşınmazlar ile Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerlerin kullanımına ilişkin olarak, TCDD Genel Müdürlüğü adına
tahakkuk ve tebliğ edilen ecrimisillerin tahsilinden vazgeçilir. Daha önce
tahsil edilmiş ecrimisil bedelleri iade edilmez."
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Yüce Meclisin takdirine bırakıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Evet, katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Yapılan düzenlemeyle,
Özelleştirme Yüksek Kurulunca özelleştirme programına alınan TCDD İşletmesi
Genel Müdürlüğüne ait liman sahalarında kalan Hazineye ait taşınmazların
bedelsiz olarak TCDD Genel Müdürlüğüne devredilmesi, devredilemeyenler için
sınırlı ayni hak tesisi ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan
taşınmazlar için ise bedelsiz kullanma izni verilmesi sağlanmaktadır.
Liman sahalarında kalan
Hazineye ait taşınmazlar ile devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere
ilişkin olarak geçmiş kullanımlar nedeniyle herhangi bir sorun yaşanmaması
için, geçmişe yönelik ecrimisil alınmaması öngörülmektedir.
Bu şekilde devredilecek
veya üzerinde sınırlı aynî hak tesis edilecek ya da kullanma izni verilecek
Hazineye ait taşınmazlar ile devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin
devir veya kullanım bedelleri, özelleştirme sırasında değer tespitinde dikkate
alınacağından ve aynı mahiyette paralel bir düzenleme 4046 sayılı Kanunun
"Aynî Sermaye Konulması ve Hazine Taşınmazlarının Devri" başlıklı 19
uncu maddesinin (B) bendinin a, d, e
fıkralarında yer aldığından, özelleştirme işlemlerinde ortaya çıkan sorunların
ortadan kaldırılması ve özelleştirmelere ivme kazandırılması amaçlanmaktadır.
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmiştir.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 827
sıra sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısının 33 üncü maddesine,
"Satışı ve
değerlendirilmesi yapılacak taşınmazların, ilgili kuruluşların ve belediyelerin
görüşlerini almak ve çevre imar bütünlüğünü bozmamak kaydıyla, her ölçekte imar
planı ve parselasyon planı yapımı ve bunlara ilişkin onama işlemleri 3194
sayılı İmar Kanununun 9. maddesine göre Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
tarafından askı sürelerine tabi olmaksızın resen yapılır. İlgili kuruluş ve
belediyeler görüşlerini on beş gün içinde bildirmek zorundadır. TCDD Genel
Müdürlüğü, taşınmazlarının satışı ve değerlendirilmesi uygun görülen yerler
için 4.1.2002 tarihli ve 4734 sayılı Kanuna tabi olmaksızın, 28.7.1981 tarihli
ve 2499 sayılı Kanuna tabi ekspertiz şirketlerine rayiç bedel tespit ettirmeye,
gerçek ve özel hukuk kişilerine her ölçekteki imar planlarını yaptırmaya, ilan,
reklam, proje, kontrollük, danışmanlık veya pazarlama gibi konularda hizmet
satın almaya ve bütün bu giderler için satılan ve değerlendirilen taşınmazların
tahsil edilen bedellerinin % 2'sini geçmemek üzere bu bedellerden ödeme yapmaya
yetkilidir" cümlesinin son fıkra olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Eyüp Fatsa (Ordu) ve arkadaşları
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?..
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu?..
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Evet, katılıyoruz.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
TCDD Genel Müdürlüğü
içinde bulunduğu finansman sıkıntılarını kendi iç kaynakları olan atıl
taşınmazların satışı ve değerlendirilmesi suretiyle ülke ekonomisine bir an
evvel katılımı sağlanacaktır. Bu satışın ve değerlendirmenin yapılabilmesi için
her türlü imar plan işlemlerinin ilgili kamu kurum ve kuruluş ve belediyelerden
görüş almak kaydıyla, zaman kaybına meydan vermeden hızlı bir şekilde
yapılması, kamuya ait bu kaynakların değerinin altında elden çıkarılmasının
önlenmesi amacıyla her türlü ekspertiz, plan, rayiç bedel tespit, değerlendirme
yönteminin belirlenmesi, reklam, ilan, proje, kontrollük danışmanlık, pazarlama
gibi hizmetlerin alınması gerekmekte olup bu hizmetlerin taşınmazların satışı
veya değerlendirilmesinden elde edilen kaynaklardan sağlanması uygun olacaktır.
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmiştir.
Kabul edilen önergeler
doğrultusunda...
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısı...
BAŞKAN - Arayacağım Sayın
Koç.
... maddeyi oylarınıza
sunuyorum; aynı zamanda karar yetersayısı arayacağım: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı vardır, madde kabul
edilmiştir.
34 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 34.- Devlet Hava
Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü, Genel Müdürlüğün işletiminde bulunan atıl
hava alanlarını, Yap-İşlet-Devret modeli çerçevesinde yaptırarak işletimini
özel sektöre verdiği tesislerini, işletme dönemleri sonunda ve hizmetin
bütünlüğü yönünden gerek gördüğü diğer tesislerini ihale yoluyla kiralamak
suretiyle üçüncü şahıslar eliyle işlettirebilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen, Manisa
Milletvekili Sayın Nuri Çilingir; buyurun.
CHP GRUBU ADINA NURİ
ÇİLİNGİR (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
827 sıra sayılı kanun tasarısının 34 üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ülkenin kaynaklarının
etkin ve verimli şekilde kullanılması, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının
en aza indirilerek ekonominin bütünleşmesinin sağlanması için, ulaşım
hizmetlerinin en iyi şekilde verilmesi gerekmektedir.
Ülkemizde, ithalat,
ihracat, sanayi, turizm, tarım gibi sektörlerin altyapısını ulaştırma sektörü
oluşturmaktadır. Ülkemizde ulaşım politikaları, genelde günübirlik
politikalarla sürdürülmüştür; gelecekte ülkenin içine düşeceği açmazlar
düşünülmemiş, ülkenin kaynakları verimsiz kullanılarak boşa harcanmıştır.
34 üncü madde, Devlet
Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün atıl halde bulunan havaalanları
ile yap-işlet-devret modeli çerçevesinde yaptırılan tesislerin, işletme dönemi
sonunda, ihale yoluyla, kiralanmak suretiyle üçüncü şahıslara verilmesini
düzenlemektedir; yani, özelleştirilecektir.
Ülkemiz genelinde, halen,
sivil kullanıma açık 48 adet havaalanı bulunmaktadır. Bunlardan 14 adedi
konvansiyonel, 19 adedi STOL, 15 adedi de askerî havalanma, sivil tesisler
ilavelidir.
İşbaşına gelen
hükümetler, siyasî hesaplarla "her ile bir havaalanı" sloganıyla
havaalanları yapmaya çalışmışlar; ancak, bunların birçoğu bitirilememiş veya
işletilememiştir. Atıl havaalanlarımızın üçüncü şahıslar eliyle işletmeye
verilmesi, ilk bakıldığında, gerekli olan bir iş gibi görülmektedir; ancak,
hükümet, havaalanlarımızın atıl olma durumlarını hangi kriterlere göre
belirleyecektir; yani hangi havaalanı, ne gibi şartları yerine getirmediği
takdirde atıl vaziyette kabul edilecektir? Yine, tesisler, hangi duruma göre
gerek görülüp üçüncü şahıslara verilecektir?
Devletin bütçesinden
trilyonlarca lira harcanarak yapılmış ve yapımı devam etmekte olan
havalimanlarımızın devleti zarara uğratmadan özelleştirilmesi asıl hedef
olmalıdır, yoksa, bu ihaleler, Atatürk Havalimanı işletmesinde olduğu gibi,
adres gösteren özel şartlar belirlenerek mi verilecektir?
Değerli milletvekilleri,
9 Mart 2005 tarihinde, Dünden Bugüne Tercüman Gazetesinde, Atatürk Havalimanı
işletmesi ihalesi için, Devlet Hava Meydanları İşletmesinin nasıl bir hazırlık
içinde olduğu yer almıştır; hem de, söz konusu gazete, iktidar yanlısı bir
gazetedir, hepinizin bildiği gibi. Hazırlanmakta olan ihale şartnamesine göre,
isteklinin kiralamaya tek başına talip olması durumunda, kendi tüzelkişiliği
adına, asgarî 200 000 metrekare büyüklüğünde, yolcu köprülü, otomatik bagaj
ayırma, uçuş bilgi sistemine sahip, uluslararası bir terminal binasını, son on
yıllık dönem içinde asgarî üç yıl işlettiğini belgelemesi zorunludur.
İsteklinin ihaleye ortak girişim, yani, firmalar grubu olarak teklif vermesi
durumunda, grubun yüzde 51'lik hissesine sahip pilot ortağı, 200 000 metrekare
büyüklüğündeki uluslararası bir terminal binasını, son on yıl içerisinde asgarî
üç yıl işletmiş olacak. Bunun gibi, daha birçok özel maddeler; hem de kanun
çıkmadan...
Değerli milletvekilleri,
hazırlanan bu ihale şartnamesine yurt içinden sadece şu an işletmeyi yapan
şirket ile yurt dışından bazı şirketler uymaktadır. Bazı stratejik işlerin
yabancı firmalar tarafından işletilmesi uygun değildir, havaalanları da
bunlardan bir tanesidir. Dünyanın hiçbir yerinde, ülke için stratejik öneme
sahip işletmeler ve işler yabancılara verilmez. Bu şartlara göre, yurt içinden,
cirosu ne olursa olsun, hiçbir Türk firmasının ihaleye katılması mümkün
görülmüyor. Bu ne biçim özelleştirme, bu ne biçim ihale?! Devletin trilyonlarını,
haksız rekabet yoluyla, kimsenin, dolayısıyla, dürüst olduğunu söyleyen AKP
Hükümetinin, belirli insanlara peşkeş çekmeye hakkı yok diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, bu
gibi ihaleler ve özelleştirmeler, adrese teslim özel ihale ve özelleştirmelerdir.
Biz, böyle ihale, böyle özelleştirme istemiyoruz; biz, gariban halkımızın
paralarının başkalarına peşkeş çekilmesini istemiyoruz. Yoksa, bu maddeyle,
yine, AKP mantığı özelleştirme formülü sayesinde, devletin trilyonlarının
harcandığı havaalanları birkısım insanlara peşkeş mi çekilmek isteniyor?
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bazı sektörlerde optimal yatırım hacminin ve başlangıç
masraflarının çok yüksek olması, özel sektörün gerekli sermaye donanımına sahip
olmaması veya kâr marjını yeterli görmemesi gibi faktörler, bu alanlarda
devletin olmasını zorunlu kılabilmektedir. Hava ulaşımının bazı bölgelerimizin
kalkınmasına faydası olacağı düşüncesiyle, çalıştırılması uygun
havaalanlarımızın işletilmesi gerektiği inancını taşımaktayım. Aslında,
özelleştirme, ülkelerin ekonomik, sosyal yapı ve gereksinmelerine göre
uygulanmalıdır. Tekelleşmeyi önleyici ayrıntılı düzenlemeler yapılmalıdır.
Fiyat, üretim, yatırım gibi konularda bağımsız, düzenleyici kurumlar
oluşturulmalıdır. Ülkenin gelişmişlik düzeyi, piyasaların yapısı, teknolojinin
durumu, gelir dağılımı ve bölgesel gelişmişlik farkları gibi hususlar dikkate
alınmalıdır. Kısa dönemde açıklarını kapatmak için devlete gelir sağlamayı
hedefleyen, öncelikleri doğru belirlenmemiş bir şekilde özelleştirme yapılması,
ekonomiye yarardan çok zarar getirmektedir. Ülkemiz ekonomisi için
özelleştirme, bir program ve süreç işi olmalıdır. Özelleştirmeyi sadece kaynak
aracı olarak düşünmek son derece yanlıştır. Özelleştirilecek her varlığın genel
ekonomi içinde iktisadî bir değeri vardır. Ülkemizde özelleştirme uygulamaları
üzerinde yapılan araştırmalar yalnızca kamu mülkiyetinin özel sektöre devrinin
ekonomide etkinlik ve verimliliği sağlamak için yeterli olmadığını
göstermektedir.
Politik çıkarlar önplanda
tutularak, kısa vadeli, plansız, basiretsiz politikalar yerine, gerçekçi ve
rasyonel hedefler benimsenip, özelleştirme doğru zamanda yapılmalıdır.
Özelleştirme yaparken yatırımcıyı özendirecek piyasa şartları oluşmadığı
takdirde, satılacak olan varlıklar gerçek değerinde alıcı bulamaz. Bu durum
"ver kurtul" durumunu ortaya çıkarır. Özelleştirme, global
ekonomilerde rasyonel model değişikliğinin bir gereği olarak ortaya çıkarken,
bizde, sadece, devletten geçinmeye odaklı gruplara hizmet eden politik çıkar
aracı haline gelmiştir.
Kamu mallarının
karşılığı, sadece para değildir. Tesisleri devralacak olanların işletmecilik
bilgi ve kapasitesi, iktisadî ve sosyal politikaları büyütme ve geliştirme
yeterliliği, ticarî ahlak ve itibarı, uluslararası ilişkileri, özelleştirme
şartlarının esasını teşkil etmelidir.
Geçmişte yapılan
özelleştirme uygulamalarına baktığımızda, gelen her hükümet birbirine zıt
özelleştirme yaklaşım ve politikaları uygulamışlardır. Bana göre, bu maddeyle,
yine birçok kamu malı, yok yerine birtakım insanlara peşkeş çekilmek
istenmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; diğer ülkelerdeki özelleştirme politikalarına baktığımızda,
orada karşılıklı fayda esası görürüz; kamu mülkiyetindeki kurumları ver kurtul
kolaycılığı yoktur. Söz konusu ülkelerde özelleştirmenin amacı,
özelleştirilecek tesisleri büyüterek verimli çalıştıracak yetenekte ve
basiretteki yatırımcılara devretmektir. Bizdeki özelleştirme mantığı ise, en
yüksek ödemeyi kabul edene kamu tesisini satmaktır. Yatırımcının işletmecilik
kapasitesinde bir yetersizlik ya da kamu malını talan etmek, yani, başka amaçla
kullanmak gibi bir artniyeti varsa, bu, gözönüne alınmıyor.
Özelleştirme adı altında
eritilip talan edilen, işçileri çıkarılan tesisler bizim malımız, satanlar ise, bizi iflas
ekonomisiyle başbaşa bırakan basiretsiz yöneticilerdir; almak isteyenler ise,
bu tesisleri talan etmek, banka kredisiyle ihale bedelini yine devlete ödetme
cinliği içindeki cambazlardan kurulu yatırımcılardan başkası olmuyor.
Yukarıda bahsettiğim
kriterler çerçevesinde, tabiî ki, bazı kurumlar için özelleştirme yapılmalıdır;
ancak, tekrar tekrar söylemem gerekiyor; bu özelleştirmeler, siyasî rant
peşinde olan yandaşlara peşkeş çekilmeden, mutlaka, ülkemizin menfaatı önplanda
tutularak yapılmalıdır.
AHMET YENİ (Samsun) -
Aynen öyle yapılıyor.
NURİ ÇİLİNGİR (Devamla) -
Öyle yapılmıyor ne yazık ki.
Ben, bu 34 üncü maddenin
daha açık ve herkes tarafından anlaşılabilecek bir tarzda düzenlenmesi
gerektiğini tekrar söylüyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle,
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Çilingir.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen, Adana Milletvekili Sayın Kemal Sağ?.. Yok.
Yine madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen, İstanbul Milletvekili Sayın Lokman Ayva?.. Yok.
Maddeyle ilgili başka söz
talebi?.. Yok.
1 adet önerge vardır;
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun
tasarısının 34 üncü maddesinde geçen "atıl" kelimesinin madde
metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
|
İrfan Gündüz |
Ünal Kacır |
Niyazi Pakyürek |
|
İstanbul |
İstanbul |
Bursa |
|
Telat Karapınar |
|
Mustafa Ataş |
|
Ankara |
|
İstanbul |
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Evet, katılıyoruz.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) -
Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Gerekli görülmesi halinde
faal havaalanlarında da bu imkânın kullanılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi
oylarınıza sunuyorum...
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Arayacağım Sayın
Koç.
...aynı zamanda karar
yetersayısını arayacağım: Önergeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Sayın
milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 16.25
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati: 16.35
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum.
827 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Devlet
Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/946) (S. Sayısı: 827) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının 34 üncü maddesi
üzerinde verilen İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve arkadaşlarının
önergesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, önergeyi tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım. Kabul edenler...
Kâtip Üyeler arasında
anlaşmazlık olduğu için elektronik cihazla oylama yapacağım.
Oylama için 3 dakika süre
veriyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama
yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
doğrultusunda maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
35 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 35.- Genel yönetim
kapsamındaki sağlık kurum ve kuruluşlarının hizmet bedeli olarak düzenledikleri
ve ödenmek üzere sosyal güvenlik kuruluşlarına ve diğer kamu kurumlarına
gönderdikleri faturalar, genel sonuçlar verecek şekilde % 5 ilâ % 10 oranında
örnekleme metoduyla incelenir. Söz konusu inceleme ve kontrol, ihtiyaç halinde,
1.6.1989 tarihli ve 3568 sayılı Kanuna tabi meslek mensupları ile bağımsız
denetim kuruluşlarına da yaptırılabilir. Bu inceleme sonucunda her bir döner
sermayeli sağlık kuruluşunun faturalarında tespit edilen hata oranı, o
kuruluşun incelenen döneme ait bütün faturalarına uygulanmak suretiyle ödemeler
buna göre yapılır. Örnekleme metoduyla fatura inceleme ve kontrolüne ilişkin
usûl ve esaslar, Sağlık Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının
görüşleri alınarak Maliye Bakanlığınca düzenlenir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Denizli
Milletvekili Haşim Oral; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA V. HAŞİM
ORAL (Denizli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; maddeyle ilgili konuşmama
geçmeden önce, hepinizin bildiği gibi yarın 18 Mart şehitlerimizi anma günü;
dolayısıyla, bu güzel yurt için, bu güzel Anadolu için ve bağımsızlığımız için,
ulusal bütünlüğümüz için, Atatürk ilke
ve devrimlerine sahip çıkmak için şehit olan bütün şehitlerimizin önünde
hepimiz adına saygıyla eğiliyorum ve ruhları şad olsun diyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 827 sıra sayılı kanun tasarısının 35 inci
maddesi, genel yönetim kapsamındaki sağlık kurum ve kuruluşlarının hizmet
bedeli olarak düzenledikleri ve ödenmek üzere sosyal güvenlik kuruluşlarına ve
diğer kamu kurumlarına gönderdikleri faturaların, genel sonuçlar verilecek
şekilde yüzde 5 ilâ yüzde 10 oranında örnekleme metoduyla incelenmesi, söz
konusu inceleme ve kontrolün ihtiyaç halinde yeminli malî müşavirler ile
bağımsız denetim kuruluşlarına yaptırılması ve bu inceleme sonucunda her bir
dönersermayeli sağlık kuruluşunun faturalarında tespit edilen hata oranının o
kuruluşun incelenen döneme ait bütün faturalarına uygulanmasını öngörmektedir.
Sayın milletvekilleri, bu
düzenlemeyle, sağlık kurumlarının faturalarının istatistiksel örnekleme
yöntemiyle kontrol edilmek istendiği anlaşılmaktadır. İstatistiksel örnekleme
yöntemi, denetim örgütlerinin yaygın olarak kullandıkları çağdaş denetim
tekniklerinden biridir. İstatistiksel örnekleme yöntemi, hem malî denetimde hem
performans denetiminde belli bir kanaate ulaşmak için kullanılan güvenilir bir
denetim tekniğidir; ancak, istatistiksel örnekleme yönteminin güvenilir bir
şekilde kullanılması için, yüzde 5 veya yüzde 10 gibi önceden belirlenmiş sabit
bir orandan yola çıkılamaz. Bu yöntemi kullanarak, yani, tüm belgeleri
incelemeden, sadece belli bir miktar belge inceleyerek güvenilir bir kanaate
varmak için, bazen belgelerin yüzde 6'sının, bazen yüzde 12'sinin, bazen yüzde
22'sinin, bazen yüzde 40'ının, hatta bazen de yüzde 4'ünün incelenmesi
gerekebilir. Bu oranları artıran veya azaltan çok sayıda faktör vardır.
Örneğin, yapılan incelemeye duyulmak istenen güvenin derecesi arttıkça veya
incelenmek üzere seçilen belgelerde bulunan hata sayısı arttıkça, daha çok
sayıda örnek seçmek gerekir. Ne kadar belgenin inceleneceği, her olaya göre ve
denetçinin yapacağı denetim planına göre değişir. Örneğin, içkontrol sistemleri
üzerinde daha fazla inceleme yapıldığında daha az sayıda, daha az inceleme
yapıldığında daha fazla sayıda doğal olarak örnek seçilir. Bu nedenle, kanun
tasarısındaki yüzde 5 ve yüzde 10 oranının tasarı metninden çıkarılması uygun
olacaktır. Aksi takdirde, dünyanın her yerinde aynı şekilde kullanılan
uluslararası bir denetim tekniği, farklı ve hatalı bir şekilde ve istenilen
etkinlikte kullanılamayacak, hatta, hatalı kullanımdan dolayı yanlış kanaatlere
yol açacaktır.
Sayın milletvekilleri,
kanun tasarısının bu maddesindeki hatalı yaklaşım bundan ibaret değildir. Kanun
tasarısının bu maddesinde, düzeltilmeye ihtiyaç duyulan başka ibareler de
vardır. Örneğin, tasarı, yüzde 5-10 oranında istatistiksel örnekleme yöntemiyle
yapılan inceleme sonucunda, her bir dönersermayeli sağlık kuruluşunun
faturalarında tespit edilen hata oranının, o kuruluşun incelenen döneme ait
bütün faturalarına uygulanmasını öngörmektedir. Bulunan hataların diğer bütün
faturalara aynı oranda uygulanması, istatistiksel örnekleme yönteminin
uygulaması asla olamaz. Böyle bir hatalı uygulamanın, matematik ve istatistik
biliminin kullanıldığı istatistiksel örnekleme yönteminde kullanılması
gerçekten çok vahim bir yanlış olur.
Sayın milletvekilleri, bu
örnekleme yönteminde böyle bir uygulama yoktur. Bu bilimsel yöntem öyle bir
yöntemdir ki, gerektiğinde, belgelerin tümünü incelemeden, hatta çok az bir
miktarını inceleyerek, belgelerin tümü incelenseydi ne kadar hata bulunacaksa,
o kadar hatanın bulunmasına olanak sağlayan bir yöntemdir. İstatistiksel
örnekleme yöntemi, incelenen belgeler içinde tüm hatanın ne kadar olduğunu,
yüzde 99'a varan bir güven düzeyini bilmemizi sağlayan bir yöntemdir; ancak,
yüzde 5-10 oranında yapılacak incelemeyle bulunan hataların diğer bütün
faturalara aynı oranda uygulanması gerçekten çok yanlış olur; çünkü, seçilmiş
olan örneklerin geneli temsil etmeyen örnekler olma olasılığı kuvvetle
muhtemeldir. Yani, incelenecek belgeler içindeki tüm hatalı belgeler, seçilen
örnekler içinden olabilir ve örnek olarak seçilmeyenler zaten hatasız olabilir
ya da tam tersi, seçilen örneklerde hata olmayabilir; ama, seçilmeyenlerde çok
sayıda hata olabilir. Bu nedenle, istatistiksel örnekleme yöntemiyle, sabit oranlar
dahilinde örnek seçilemez.
Sayın milletvekilleri,
tüm bu nedenlerle, faturalarda tespit edilen hata oranının o kuruluşun
incelenen döneme ait bütün faturalarına uygulanmasını öngören düzenleme, tasarı
metninden çıkarılmalıdır; çünkü, başka denetim yöntem ve teknikleriyle birlikte
istatistiksel örnekleme yönteminin kullanılmasıyla gerçek bir denetim
yapıldığında, zaten inceleme yapılan belgeler içindeki tüm hatalar
bulunacaktır. İnceleme yapılan faturalarda bulunan hata oranının diğer
faturalara da yansıması, yeminli malî müşavirler ile bağımsız denetim
kuruluşlarına denetim yaptırılmayacağını, sadece fatura kontrolü
yaptırılacağını göstermektedir. Zaten, gerçek bir denetim faaliyetinde,
istatistiksel örnekleme yöntemiyle seçilen faturaların maddî kontrole tabi
tutulması, denetim sürecinde kullanılabilecek çok sayıdaki araçtan sadece
biridir. Belgeler içindeki hatalar konusunda güvenilir bir kanaate ulaşmak
için, istatistiksel örnekleme yoluyla seçilen örnekler üzerinde gözlem, dosya
incelemesi, mülakat, analitik inceleme ve benzerleri gibi başka denetim
tekniklerinin de uygulanması gerekir.
Sayın milletvekilleri,
faturaların istatistiksel örnekleme yöntemiyle seçimine dayalı olarak yapılacak
inceleme ve kontrolün, ihtiyaç halinde, yeminli malî müşavirler ile bağımsız
denetim kuruluşlarına da yaptırılması, denetimin özelleştirilmesi yolunda
atılan ilk adımlardan bir tanesidir. Aslında, kamu kurumları tarafından
gerçekleştirilen denetim faaliyeti, özelleştirilmemesi gereken bir alandır.
Zaten, kamusal denetim görevlerinin özel şirketler aracılığıyla yapılması,
dünyada uygulaması çok az olan bir uygulamadır. Denetimlerinin bir bölümünü
özel şirketler aracılığıyla yapan başka ülkelerin denetim örgütleri, kendileri
denetimi nasıl yapıyorlarsa, özel denetim şirketlerinin de aynı şekilde
yapmasını temin etmek için, oluşturdukları denetim standartlarına uygun denetim
yapılıp yapılmadığını anlamak üzere çok güçlü bir kalite kontrol sistemi
oluştururlar. "Bizde de, denetim örgütleri böyle bir kontrolü yapabilir"
savı ileri sürülemez; çünkü, denetim örgütleri, sadece, faturaların maddî
kontrolüne dayalı olarak güvence oluşturamazlar. Hiçbir ciddî denetim örgütünün
böyle bir denetim standardı olamaz. Kaldı ki, özel denetim şirketleri ve malî
müşavirler de, denetim yapmadan, sadece faturaların maddî kontrolüyle hatalar
konusunda güvence oluşturulmayacağını da bilir ve bu yüzden de bu işlere talip
olmazlar.
Sayın milletvekilleri,
açıklamaya çalıştığım nedenlerle, tasarının bu maddesinin yeniden
düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Bu önemli konunun doğru düzgün ve uluslararası
denetim standartlarına uygun bir şekilde ele alınması gerekmektedir.
Bu teknik bilgilerden
sonra, bütün bu kurumlarla ilgili, denetleyeceğimiz kurumlarla ilgili,
sanıyorum, bizim, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve yurttaşlarımızın
net bilgilere de ihtiyacı var. Sizin, bizim, denetlemek istediğimiz kurumların
öncelikle kendi içlerindeki borçlanmaları çok ciddî boyutlardadır.
Sayın milletvekilleri,
dikkatinizi bir konuya çekmek istiyorum, biraz, size üç veya dört tane kurumdan
bahsedeceğim. Bu, üç dört tane kurumun gündüz aktiviteleri -altını çizerek
söylüyorum- yani, o kurumları gündüz boyunca kullanan insanlar, girip çıkanlar,
oralardan kendileri için ilaç bekleyenler, tedavi bekleyenler, yaklaşık, bir
küçük şehrin kapasitesi kadardır.
Örnek vereceğim size,
bunlar somut rakamlardır: Ege Üniversitesi; Ege Üniversitesinin hastanesinin
Emekli Sandığından yaklaşık 2 trilyon 800 milyar alacağı vardır.
Denetleyeceğiniz kurumlardan bir tanesini sayıyorum size. Yine, Ege
Üniversitesinin hastanesinin SSK'dan 8 trilyon 800 milyar alacağı vardır. Yine,
Ege Üniversitesinin yeşilkarttan 500 milyar lira alacağı vardır. Siz, bu
kurumları denetleyeceksiniz, yüzde 5'lerle, yüzde 10'larla; yani, onlar çarkını
çeviremezlerken, onların çarkını çevirmesinin yöntemini bulmaya çalışmak
yerine, biz, onların ne kadar doğru ne kadar yanlış yaptığını
değerlendireceğiz. Dokuz Eylül Üniversitesi; Emekli Sandığının Dokuz Eylül
Üniversitesine borcu 5,5 trilyon lira, SSK'nın Dokuz Eylül Üniversitesine borcu
1,5 trilyon lira, yeşilkart 400 milyar lira. Hacettepe Üniversitesi -yani,
burnumuzun dibinde olan bir hastaneden, bir kurumdan bahsediyorum, ciddî
kurumlardır bunlar; bunlar, Türkiye'deki sağlık sorunlarının çözümünde gerçekten
çok ciddî düşünülen, müracaat edilen kurumlardır- Hacettepe Üniversitesinin
Emekli Sandığından alacağı 900 trilyon lira, SSK'dan alacağı para 6,5 trilyon
lira. Hepimizin sık sık gittiği ve müracaat ederken de çoğu zaman oradaki
sağlık çalışanlarının üstün gayretleriyle sağlık bulduğumuz Ankara Üniversitesi
Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesinin Emekli Sandığından alacağı 9 trilyon lira,
SSK'dan alacağı 8 trilyon lira, yeşilkarttan alacağı 4 trilyon lira.
Şimdi, bakın, size, 4
tane kurum saydım arkadaşlar; Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül, Hacettepe
Üniversitesi, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi. Bütün bu
kurumların kendi içinde veya bu sosyal güvenlik kurumlarından alacağı bedel
yaklaşık 57 trilyon lira.
Şimdi, hemen bir mukayese
yapmanızı rica edeceğim. 57 trilyon lira, yaklaşık 43-44 milyon dolar eder.
43-44 milyon dolar da, bizim, Başbakanımıza almak istediğimiz uçağın bedeliyle
eşdeğerdir. Yani, bir küçük şehirde toplanmış bir grup insanı sağlığına
kavuşturmak için çarkını döndürmek isteyen, dönersermayeden sağlık emekçilerine
-hekimlerine, hemşirelerine- para veremeyecek duruma gelen bu kurumların,
dönebilir hale gelmesi için, yani, görevlerini ifa edebilmeleri için, Sayın
Başbakana ayırdığımız parayı bu kurumlara vermemiz bizim için çok net ve çıkar
yoldur; aklın yolu birdir ve bu konudaki hassasiyeti özellikle belirtmek
istiyorum. Çünkü, Türkiye'de, özellikle kamu kurum ve kuruluşlarına karşı,
Turgut Özal döneminden sonra acımasızca bir tüketme politikası başlamıştır.
Yine, bu hastanelere olan
borçları şöyle bir düşünürseniz, eğer, özel hastanelerden hangisinin bunlar
kadar Bağ-Kurdan, SSK'dan veya Emekli Sandığından alacağı var derseniz; benim,
size söyleyeceğim cevap, özel hastanelerin bu kurumlardan alacağı yok denecek
kadar azdır. Yani, devletimiz, kurumlarımız, özel hastaneleri korurken, kendi
iç dinamiklerini bitirme konusunda özelleştirme mantığıyla da yola çıkarak,
üzerine düşeni, daha doğrusu doğru olmayanı, ancak günümüzde moda olan
tercihini çoktan yapmıştır.
Dolayısıyla, bu konudaki
düzenlemenin sadece ve sadece denetleme için değil, bu kurumların rehabilite
edilmesi açısından, bu kurumlarda çalışan insanların en sağlıklı şekilde
insanlara hizmet edebilmesi açısından, bizim önceliklerimizi yeniden tespit
etmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Konuyla ilgili konuşmamı
bitirmeden önce, yine, bu sıra sayısıyla ilgili... Sayın Bakanımızı biraz önce
burada gördüm; ama, şu anda gitti herhalde. Birkaç gün önce yine Meclisten
geçen bu özel televizyon kanallarının 6 tanesinin yüzde 100'ünün yabancı
sermayeye devredilmesiyle ilgili bir hassasiyetimi de, izniniz olursa,
belirtmek istiyorum.
Şimdi, hepinizin bildiği
gibi, o gün Sayın Bakanım da burada dediler ki: "Artık, RTÜK var; yani,
eğer, bunlar, bizim ulusal bağımsızlığımıza, bizim ulusal çıkarlarımıza, bizim
maddî ve manevî değerlerimize zarar verecek şekilde program yaparlarsa, RTÜK
buna dur der." Ben, şimdi, size, bütün milletvekillerine ve Türkiye'ye
soruyorum ve Sayın Başbakanımla paylaştığım bir anekdotu da sizlerle paylaşmak
istiyorum: 17 Aralık; Brüksel'den dönüyoruz Sayın Başbakanla birlikte. Ben de o
uçaktaydım Dışişleri Komisyonu ve Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olarak.
O gün Sayın Başbakanımızın, Avrupa Birliğiyle ilgili, 17 Aralıkla ilgili
yaptığı basın toplantısını izleyenler, o gün ismi geçen meşhur bir programı
izleyenlerden daha azdı; yani, Semra Hanım, Türkiye'nin çıkarlarını yendi!
Şimdi, bu ne demek biliyor musunuz; bu şu demek: Siz, eğer, ülkenin çıkarları
konusunda sistemi kurmak yerine, birtakım kurumlardan yararlanmak isterseniz,
işte, birtakım yararlanmamız gereken kurumların ne hale düşürüldüğünü size
söylüyorum. Uydularla bunun önüne geçmek eğer... Ki, o gün, burada, Sayın Bakan
Abdüllatif Şener "artık, uydular var, RTÜK var" diyordu...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
V. HAŞİM ORAL (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Oral.
V. HAŞİM ORAL (Devamla) -
O gün, Sayın Bakan "RTÜK var, uydular var" diyordu; ancak, ben, şunu
çok iyi biliyorum ki, benim ulusumun 12 Eylülden sonra büyüyen nesli -tüm
açıkkalpliliğimle söylüyorum- ülkenin nereye gittiği konusunda bizim kadar
fikir sahibi değiller, bizim kadar olaylara ciddî de bakamıyorlar; çünkü,
onları meşgul eden başka türlü programlar var. Eğer, bu programların kaynağı,
özellikle uluslararası... Ki, biz, kendi içimizdeki birtakım medya
kuruluşlarını bile yenmekte zorluk çekiyoruz. Yeri geliyor Sayın Başbakan
şikâyet ediyor bundan, yeri geliyor biz şikayet ediyoruz; eğer, siz, bu
kavganın içine bir de uluslararası medyayı sokacak olursanız -ki, soktunuz- bu,
bizim çocuklarımızın bizden soracağı ciddî hesaplardan birisidir diye,
özellikle, altını çizerek söylemek istiyorum. Örnek istiyorsanız, örneğin,
Fransa'da yüzde 20, Avusturya'da yüzde 49, İrlanda'da yüzde 27, Yunanistan'da
yüzde 25 oranında yabancı sermaye ulusal televizyonlara katkı koyabiliyorlar.
Avrupa Birliğine girme aşamasında Türkiye'ye yapılacak bir beyin yıkama
metoduyla bir programlar dizisinin... Bu ülkenin nesilleri Kaptan Kirkleri
unutamaz, Charlileri unutamaz ve bunların şu anda Türkiye'ye uygulanmış
olanlarını izliyoruz ve gündemimizi tamamen bunlar tutuyorlar.
Cumhuriyet Halk
Partisinin Genel Başkanı veya Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı, çok önemli bir
konuda basında öne çıkamıyor; ama, bir artistin kocasının yediği kurşun
gazetelerde manşet oluyor. Siz, böyle bir düzeni daha da kötüye götürecek bir
sisteme, eğer, Türkiye'yi ilave etmek...
BAŞKAN - Sayın Oral,
toparlar mısınız.
V. HAŞİM ORAL (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkan.
Eğer, siz bu gerçekleri
görmeyecek olursanız, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, bu konudaki
hassasiyetimizi sürdüreceğiz.
Bu tip yasaların,
özellikle, Anayasa Mahkemesinden dönmesi konusunda, Sayın Cumhurbaşkanımızdan
dönmesi konusunda... Çünkü, ben biliyorum, bazı Adalet ve Kalkınma Partili
milletvekili arkadaşlarım da bu konuda hassasiyet gösteriyorlar. O halde,
hassasiyet, aynı, tezkerede olduğu gibi, A veya B'nin değil, ulusun hassasiyeti
olmalıdır.
Bu duygularla, bu geçen
yasaların, özellikle, bilmeden, daha sonrası düşünülmeden geçirilen yasalar
olmaktan çıkıp, elli sene sonramızı düşünen, bugünkü neslimizi düşünen,
Türkiye'nin geleceğini düşünen ve Türkiye'deki insan haklarına saygılı birtakım
yasalar olması konusundaki bilimsel tercihimizi ve uygun tercihimizi yapmamız
gerektiğini düşünüyor, Sayın Başkana bana gösterdiği tolerans için teşekkür
ediyor, Yüce Meclisi ve Yüce Ulusumu saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Oral.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen Sayın Lokman Ayva...
Sayın Ayva Yok.
Madde üzerinde 10 dakika
süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
36 ncı madde, yani, bir
madde düştüğü için 35 inci madde gerçekten önemli bir madde. Ben,
aracılığınızla, Sayın Bakana şu soruyu yöneltmek istiyorum: Bu genel yönetim
kapsamındaki sağlık kurum ve kuruluşlarının düzenlediği faturaların örnekleme
metoduyla incelenmesi ve ihtiyaç duyulması halinde de diğer bağımsız denetim
kuruluşlarına da bunun yaptırılabilmesi olumlu; fakat, şöyle bir gerçek var:
Sayın Haşim Oral konuşmasında değindi. Türkiye'nin önemli sağlık kuruluşları,
üniversite hastaneleri bugün felç olmuş durumdalar. Bunların alacakları -Emekli
Sandığından, Sosyal Sigortalar Kurumundan ve yeşilkart ödemelerinden- inanılmaz
derecede birikmiş boyutta; yani, bu kuruluşlar kendi iç hizmetlerini
yürütemeyecek noktadalar.
Bütün bunlar düzenleniyor
da Sayın Bakan, acaba, bu birikmiş borçların bu kurumlara ödenmesi konusunda
bir kolaylık düşünüyor musunuz?
Ben kendim de bu
kurumların birinden geldiğim için şunu çok iyi biliyorum: Bu kurumların
yetkilileri -dekanları, başhekimleri, dekan yardımcıları- sürekli olarak SSK
Genel Müdürlüğünde ya da aracılarla, bakanlık noktasında bulunan
arkadaşlarımızla görüşme talep ediyorlar; kurumlarını yaşatabilmek için, orayı
döndürebilmek için, dönersermaye ödemelerini yapabilmek için, basit hizmetleri
-temizlik dahil- yürütebilmek için.
Bütün bunları yapıyoruz,
iyi hoş; ama, ödemeye gelince yan çiziyoruz; buna bir kolaylık getirecek
misiniz, burada bir netlik verebilecek misiniz, burada bir harita verebilecek
misiniz?
Sayın Müsteşar baş
sallıyor; ama, herhalde tercümesini Sayın Bakan yapacak.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Koç.
Buyurun, Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Teşekkür ediyorum.
Bu borç-alacak konuları
daha önceki dönemlerle mukayese edilemeyecek kadar daha düzenli bir şekilde
yürümektedir ve birikmiş olan borçlar da zaman içerisinde erimektedir.
Ayrıca, eğitim, sağlık
gibi konularda, bu kuruluşlarımıza genel bütçeden ayırdığımız ödenekler de,
yine, daha önceki senelere göre son derece artmıştır. Hatta, ilk defa bizim
Hükümetimiz döneminde eğitim bir numaralı harcama kalemi olmuştur.
Yine, sağlıkta da, bütçe
imkânları dahilinde, sağlık bütçemiz de her sene artırılarak yürütülmektedir.
Özellikle 2005 yılından itibaren de dönersermayeden yatırım yapmalarına olanak
sağlayacak şekilde kuruluşlarımıza kaynak bırakılmaktadır.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Dönersermaye dönsün Sayın Bakan... Para ödemiyor devlet; biz onu söylüyoruz.
Sizin söyledikleriniz çok genel; onları biliyoruz.
BAŞKAN - Soru-cevap
işlemi tamamlanmıştır.
Maddeyle ilgili önerge
vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 827
sıra sayılı kanun tasarısının 35 inci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Haşim Oral |
M. Akif Hamzaçebi |
Haluk Koç |
|
Denizli |
Trabzon |
Samsun |
|
Mehmet Işık |
Osman Kaptan |
Kazım Türkmen |
|
Giresun |
Antalya |
Ordu |
"Madde 35.- Genel
yönetim kapsamındaki sağlık kurum ve kuruluşlarının hizmet bedeli olarak
düzenledikleri ve ödenmek üzere sosyal güvenlik kuruluşlarına ve diğer kamu
kurumlarına gönderdikleri faturalar, istatistiksel örnekleme metoduyla
incelenir. Söz konusu inceleme ve kontrol, ihtiyaç halinde, 1.6.1989 tarihli ve
3568 sayılı Kanuna tabi meslek mensupları ile bağımsız denetim kuruluşlarına da
yaptırılabilir. Bu inceleme, her bir dönersermayeli sağlık kuruluşunun
faturalarındaki tüm hataların saptanmasını içerecek şekilde yapılır. İlgili
kuruluşlara yapılacak ödemeler, faturalarda saptanan hatalara göre yapılır.
İstatistiksel örnekleme metoduyla fatura inceleme ve kontrolüne ilişkin usul ve
esaslar, uluslararası genel kabul görmüş denetim standartlarına uygun olacak
şekilde Sağlık Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görüşleri
alınarak Maliye Bakanlığınca düzenlenir."
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Hayır, katılmıyoruz.
BAŞKAN - Sayın Oral,
konuşacak mısınız, gerekçeyi mi okutayım?
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Konuşayım, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Oral.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aslında, konuşmayacaktım. Bir tespiti
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tabiî ki, burada, sizler
ve bizler, yeri geldiği zaman seçmenimize mesajlar göndereceğiz, yeri geldiği
zaman -tabiî, haddimizi aşmayarak, birbirimize haksızlık, saygısızlık
etmeyerek- belli konularda birbirimizi uyaracağız. Ancak, benim gördüğüm ve
tespit ettiğim bir gerçekten söz etmek istiyorum.
Biz ağzımızla kuş tutsak,
biz en ciddî şekilde, en sağlıklı şekilde önergeler hazırlasak... Yani, bazı
milletvekili arkadaşlarım bilmeyebilir, sizi kastetmiyorum; ama, şurada
oturanlar, yani, hükümeti temsilen oturanlar, bürokrasiyi temsilen oturanlar,
Allah rızası için, bir kere de, otursunlar da, gerçekten bunlar doğru mu
söylüyorlar, gerçekten buna ihtiyaç var mı diye bir muhasebe yapsınlar. Yani,
bu kadar haksızca, bu kadar insanları yok farz eden bir yaklaşım içerisinde
olunmasını, inanın, bir insan olarak içime sindiremiyorum.
O zaman, eğer bu önerge
oradaysa, katılmamalarının gerekçesini söylesin oradakiler. Yani, bunun bir
açıklaması olmalı; niye katılmıyorsunuz, niye onaylamıyorsunuz? Çünkü, bu
önergeyi, biz, size, daha önceden vermedik, görmediniz, dersinizi çalışıp
gelmediniz. Burada gördüyseniz, bunun eksikleri neyse, onu söyleyin.
Ama, ben şunu çok iyi
biliyorum ki, eğer, bu önergeyi, Adalet ve Kalkınma Partisi sıralarından bir
arkadaşım verseydi, belki, çok fazla dikkate alınmadan -tabiî, grup
başkanvekillerinden birinin imzasının olması halinde- çok daha farklı şekilde
yaklaşılacaktı.
Sayın milletvekilleri,
sayın bakanlarım, sayın bürokratlar; bu ülkeyi böyle yönettiğimiz zaman,
ileride hepimiz için sıkıntılı süreçler başlar. Samimî katkıların, samimî şekilde
cevaplandırılması, değerlendirilmesi, algılanması gerekir.
Ben, bu konudaki
ihtiyacı, bir kez daha, hem yurttaşlarımıza hem yurttaşlarımıza hem sizlere
sunmak istiyorum. Bunu yaparken, milletvekili arkadaşlarımı ayırıyorum,
aslında, onların da, bu konuda, denetleyici olması lazım; ama, ne yazık ki,
sistem pek öyle kurulmamış; ama, bu işi yapan insanların, buradaki
milletvekillerini yok farz etmemesi lazım. Sayın bakanların da bu konuya
hassasiyetlerini, en azından, buradaki konuşmacıları daha fazla dinleyerek,
önerilerini, eğer, teknik kadro kabul etmiyorsa, niye kabul etmiyoruz diye,
sorgulamalarında fayda var. Niye bunu söylüyorum; çünkü, yeri geliyor Sağlık
Bakanının yerine Ulaştırma Bakanımız oluyor, yeri geliyor Enerji Bakanımız
oluyor. Ben o bakanlarımdan, aynı konuda, aynı bilgi düzeyine sahip olmasını
beklemem, doğaldır; ama, bakıyorum, hiç böyle bir karşılıklı konuşma, böyle bir
diyalog da sezmiyorum ve bundan hicap duyduğumu, üzüldüğümü, özellikle,
belirtmek istiyorum.
Vaktinizi aldığım için de
özür diliyorum; ama, bu duygularımı sizlerle paylaşmak istedim.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Oral.
Önergeyi oylarınıza
sunuyorum...
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Aynı zamanda
karar yetersayısını arayacağım.
Kabul edenler... Kabul
etmeyenler...
Sayın milletvekilleri,
karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 17.10
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.18
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK
(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 72 nci Birleşiminin Yedinci
Oturumunu açıyorum.
827 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Devlet
Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/946) (S. Sayısı: 827) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının 35 inci maddesi
üzerinde verilen Denizli Milletvekili Haşim Oral ve arkadaşlarının önergesinin
oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi önergeyi tekrar
oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; önerge kabul
edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Geçici 1 inci maddeyi
okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 1.- Bakanlar
Kurulu kararları ile 1999 ve 2000 yıllarında tarım ürünlerinin destekleme
alımlarının finansmanı amacıyla Hazine tarafından yurt dışından sağlanarak
Toprak Mahsulleri Ofisi ve Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketine ikraz
edilen kredilerin 2005 yılı Nisan ve Haziran aylarında Hazineye ödenmesi
gereken anapara ve faiz borç tutarlarını Hazineden olan görev zararı alacaklarına
ve/veya ödenmemiş sermayelerine mahsup etmeye Hazine Müsteşarlığının bağlı
olduğu Bakan; bu işlemleri anılan Müsteşarlığın teklifi üzerine bütçenin gelir
ve gider hesaplarıyla ilişkilendirmeksizin mahiyetlerine göre ilgili Devlet
hesaplarına kaydettirmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
Bu maddeye ilişkin
işlemlerde, 8.6.1984 tarihli ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı
maddesinin (8) numaralı fıkrasında yer alan parantez hükmü uygulanmaz.
Toprak Mahsulleri Ofisi
ve Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketinin nominal sermayeleri bu madde
kapsamında mahsuba konu olan miktar kadar artırılmış sayılır.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına söz isteyen, Edirne Milletvekili
Sayın Rasim Çakır; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA RASİM
ÇAKIR (Edirne) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Şeker Kurulunun ve Toprak
Mahsullerinin hazineye olan borçlarının görev zararı olarak kabul edilmesine
yönelik maddeyle ilgili söz almış bulunuyorum; öncelikle, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
maddeyi konuşmadan önce, Şeker Şirketinin bu zararının nasıl oluştuğunu, hangi
politikalarla bugünlere gelindiğini ve bunun hazine tarafından karşılanmak
zorunda bırakıldığını, sizlere biraz hatırlatmak istiyorum.
4634 sayılı Şeker Yasası
yapılırken, Sayın Bakanımız Ali Coşkun ve Afyonkarahisar Milletvekilimiz Sayın
Sait Açba, bu gelişmeleri çok yakinen bilen ve bu yasanın hazırlanmasında
fiilen gayretleri olan değerli iki arkadaşımız. Keşke burada olsalardı ve bu
yasanın, bugün bizi hangi noktalara zorladığını onlara da anlatabilmiş
olsaydım.
4634 sayılı Şeker
Yasasında, nişasta bazlı tatlandırıcı kotası yüzde 10 olarak tespit edilmiş ve
Bakanlar Kurulu, bunu yüzde 50 nispetinde artırabilir, eksiltebilir diye de bir
madde konulmuş. Bu oranlar, değerli arkadaşlarım, Fransa'da yüzde 5, Amerika'da
yüzde 2; yani, Fransa ve Amerika, pancar üretiminden ve pancardan elde ettiği
şekerden vazgeçmiyor. Avrupa Birliği ülkelerinin tamamında -25 ülkede- yapılan
çalışmada nişasta bazlı tatlandırıcının pancardan elde edilen şekere oranı
yüzde 2,91; yani, gelişmiş ülkelerde durum böyleyken, 4634 sayılı Yasayla bir
Şeker Kurumu oluşturulmuş, Şeker Üst Kurulu oluşturulmuş, bu kotaları belirleme
yetkileri verilmiş ve hükümete de nişasta bazlı tatlandırıcı kotasını yüzde 50
artırma ve eksiltme yetkisi verilmiş.
O günden sonraki hükümetler, maalesef, bu yasadan elde
ettikleri yetkiyi sürekli nişasta bazlı tatlandırıcıların lehine kullanmışlar.
Şeker Şirketinin elinde (A) kotası 300 000 ton, 500 000 ton şeker olmasına
rağmen, stoklarında bu kadar şeker olmasına rağmen bu şeker kullanılmamış,
bunun yerine nişasta bazlı tatlandırıcıların üretiminin artırılması yönünde
Bakanlar Kurulu karar vermiş. Tabiî, durum böyle olduğunda da, Şeker Şirketinin
zarar etmemesi, Şeker Şirketinin borçlanmaması mümkün değil ve bu yanlış
politika, bugün, Yüce Heyetinizi, bu borcun hazineden karşılanması gerektiği
noktasında karar almaya itiyor.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, durum böyleyken, bugün -daha önce bir konuşmamda Sayın Bakana da
sormuştum- 31 Aralıktan önce bir nişasta bazlı şeker üretici firma, nişasta
sütü alıp -bunun adı Pendik Nişastadır; yüzde 50'si Ülker'indir, yüzde 50'si
Cargill'indir- nişasta bazlı şekeri kaçak olarak ürettiği yakalanacağı zaman
Bakanlar Kurulu kararıyla Şeker Üst Kurumu kapatılmıştır ve akabinde, Ülker,
Sanayi Bakanlığına müracaat ederek nişasta bazlı şeker kotasının artırılmasını
talep etmiştir. Bizler burada konuştuk; Grup Başkanvekilimizle basın
açıklamaları yaptık; Sayın Genel Başkan kamuoyuna taşıdı ve neticesinde
Ülker'den bir açıklama geldi: "Biz, bu kota artırımını kendi üretimimizde
kullanmak üzere talep ediyoruz." Yani, özrü kabahatinden büyük olan bir
açıklama. Eğer, nişasta bazlı şeker kotası 1 puan artırılırsa, bunun anlamı,
onun karşılığı olan pancar ekim alanı daralacak demektir. Bunun başka bir
açıklaması yok. Dolayısıyla, özrü kabahatinden fazla olan bir açıklama.
Değerli arkadaşlarım,
bununla da kalmıyor; şu an Bakanlar Kurulunda imzaya açılmış ve önümüzdeki
günlerde muhtemelen karşınıza gelecek bir şeker yasası hazırlığı var. Sizi
bilgilendirmek istiyorum.
Bu yasa, Şeker Üst
Kurumunun kapatılmasından sonra şeker piyasasını ve tatlandırıcı piyasasını
düzenleme yetkisini Sanayi Bakanlığına veren, Şeker Kurulunun kararının onayı
yetkisini Sanayi Bakanlığına veren bir yasa niteliğinde.
Değerli arkadaşlarım,
dikkatinizi çekiyorum! Dünya Ticaret Örgütü diyor ki: "Üst kurumları
kapatmayınız; üst kurumları siyasetten bağımsız özerk hale getiriniz." Dünya
Ticaret Örgütünün bize tavsiyeleri bu, bunun karşılığında bizim yaptığımız,
kurulları kapatarak kurulun yetkilerini bakanlığa almak. Peki, ne olacak,
diyelim ki bakanlık aldı, bunun sonucunda ne olacak; sonucunda şu olacak
değerli arkadaşlarım: Nişasta bazlı tatlandırıcı lobileri çok güçlü, elleri ve
sözleri her yere uzanıyor ve bu yetkiyi, süreç içerisinde, savunmasız durumda
olan pancar üreticilerinin aleyhine kullanacaklar ve Türkiye'de nişasta bazlı
tatlandırıcı kotası sürekli artacak ve Türkiye, pancar ekmeyen bir ülke haline
gelecek. Değerli arkadaşlarım, buna izin verecek miyiz? Bunun yanında, bu yasa,
yakında Yüce Kurula, Yüce Heyetin önüne gelecek bu yasa, glikozu katı atık
esasına göre belirlemeyi hedefliyor. Yani, bu ne demektir; Bakanlar Kurulu
zaten yüzde 10'dan 15'e çıkarmış nişasta bazlı tatlandırıcıyı, glikozu katı atık statüsüne getirdiğiniz
zaman, bunu da delerek, yüzde 75 daha nişasta bazlı tatlandırıcının artması
demek. Peki, bu ne demek değerli arkadaşlarım; pancar ekim alanlarının daralması
demek, Türkiye'de üretimde bulunan şeker fabrikalarının kapanması demek, burada
çalışan insanların çoluğu çocuğuyla mağdur olması demek. Bizler bunlara izin
verecek miyiz?
Hemen akabinde, Şeker
Kurulunu yeniden düzenlerken, Ziraat Odaları Birliği Başkanını Şeker Kurulunun
üyesi olarak kabul ediyor ve öbür taraftan sayın başkanın kardeşi bir nişasta
bazlı şeker fabrikasına ortak oluyor. Öbür taraftan, Kütahya Şeker Fabrikası,
anasözleşmesinde "özelleştirilmesi üçte 2 çoğunlukla olur" denmesine
rağmen, üretici, bu güvenceyle, altınını bozdurup, ineğini satıp bu fabrikaya
ortak olmasına rağmen, anasözleşmesi değiştirilerek özelleştiriliyor, bir
firmaya yüzde 56'sı veriliyor, Başbakanın çok yakını olan bir firmaya ve o da
yüzde 28'ini, bir değerli...
AHMET YENİ (Samsun) -
Kimdir, açıklar mısınız?
RASİM ÇAKIR (Devamla) -
Torunlar Gıda efendim... Açıklarız tabiî, bilinmeyen şeyler değil bunlar.
AHMET YENİ (Samsun) - Ne
alakası var?!
RASİM ÇAKIR (Devamla) -
...milletvekilimizin de şirketine yüzde 28'i veriliyor ve akabinde, bu yasayla
da, kapatılan Adapazarı Şeker Fabrikasının pancar ekim kotaları Kütahya'ya
kaydırılmaya çalışılıyor.
Değerli arkadaşlarım, bu
konuşmayı zevkle, iştahla, isteyerek yapmıyorum; ama, bunların hepimiz
tarafından bilinmesi ve Yüce Heyetinizin bu konulara hassas davranması
gerektiğini düşündüğüm için yapıyorum; çünkü, dün, nasıl, 4634 sayılı Şeker
Yasasında alınan yanlış kararlar neticesinde, bugün, hazine olarak bunun
sorumluluğunu yüklenmek durumunda kalıyorsak, yarın, çok iyi biliniz ki, bu
ülkede pancar üreticisi diye bir üretici kalmayacak.
Polonya'ya bakıyoruz:
"Nasıl, Avrupa Birliği tartışmalarında şeker üretiminizi muhafaza
edebildiniz" diye soruyoruz; diyorlar ki: "Avrupa Birliği üyelik
sürecinde, son beş yılın şeker üretim kotaları esas alınıyor, onların
ortalamalarına göre kota veriliyor." Yani, biz, bugünden başlayarak, şeker
üretimimizi düşürürsek, azaltırsak, yarın, Avrupa Birliği bize kota verirken
-tam üye olduğumuzu düşündüğümüzde, kota verirken- bu düşük kotalar noktasında
bakacak. O zaman ne olacak biliyor musunuz değerli arkadaşlarım, biz, Avrupa
Birliğine tam üye olsak bile, ihtiyacımız olan şekeri, bugün, dünyada satılan
fiyatlardan değil, Avrupa Birliği üyesi olduğumuz için, Avrupa Birliği
içpazarındaki fiyatlardan almak zorunda kalacağız. Yani, bugün dünyada satılan
198 dolar/tondan değil, 800 dolar/ tondan, 900 dolar/tondan şeker satın almak
zorunda kalacağız.
Zannediyorum, bu yasa
çıkarken de, bazı milletvekilleri çıkıp, bu yasanın gelecekte neler getirebileceğini
anlatmaya çalıştılar; ama, yeteri kadar anlatamadılar.
Bugün de, ben, Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekili olarak, Yüce Heyetinize, gelecekle ilgili bir
projeksiyon sunmaya gayret ettim; görebildiğim kadar, dile getirebildiğim
kadar; takdir sizlerin; ama, diliyorum ki, bu yapılmaya çalışılanlar Yüce
Heyetiniz tarafından onay bulmaz, yeterli görülmez, doğru bulunmaz ve benim
gelecekle ilgili çizmeye çalıştığım projeksiyonların da ortaya çıkmamasına
sebep olur.
Şimdi, bu uygulamaların
böyle devam ettiği noktada hangi sonuçlar bizi bekliyor; dilerseniz bununla
ilgili size kısacık bir bilgi vermek istiyorum. Eğer böyle devam ederse, eğer
sizler "dur" demezseniz;
1 - En geç iki yıl
içerisinde büyük olasılıkla 1 000 000 ton pancar şekeri satılamadığı için
stoklarda kalacak, bir sonraki yıl stok kadar az şeker üretimi planlanacaktır.
2 - Bunun sonucu, pancar
ekim alanları yüzde 50 daralacak, 2 000 000 dekar alanda pancar ekimi
yapılamayacak ve 8 000 000 ton pancar üretilemeyecektir.
3 - Yaklaşık 3 000 köyde,
200 000 çiftçi pancar ekemeyecektir.
4 - Pazarlanamadığı için,
bir sonraki yıl 1 000 000 ton daha az şeker üretilecek, devreden stoklar
nedeniyle fabrikalar üretim kotalarını kalıcı olarak kaybedeceklerdir.
5 - Pancar şekeri
üretimi, en geç iki yıl sonra 700 000 ton civarına düşecektir.
6 - Bu durum, zaten yüzde
60 kapasiteyle çalışan fabrikaların 20 tanesinin kapanmasına yol açacaktır. Bu
fabrikaların tamamına yakını doğu bölgelerinde olduğundan, hem köyde hem de
şehirlerde sosyal patlamalar kaçınılmaz hale gelecektir; içgöç büyük şehir
varoşlarını taşıracak, böylece güvenlik sorunları baş gösterecektir. Bu,
fabrikalarda çalışan 20 000 işçinin işinden olmasına, aile fertleriyle beraber
yaklaşık 100 000 kişinin mağduriyetine neden olacaktır.
Mevcut ülke şeker sanayii
çökecek ve Türkiye, pancar şekeri üretiminde, stratejik önemini yitirecektir. 4
milyar dolar yatırımı bulunan ülke şeker sanayii, çokuluslu şirketler uğruna
heba edilecektir. Siyasîlerin bunlara arka çıkmasıyla, yasal üretim yapan
devlet ve kooperatif şeker fabrikaları, devlete güvenmenin, bir kez daha,
darbesini yiyecektir. Pancar tarımından âdeta vazgeçilmesi anlamına gelecek bu
gelişmeler, üreticiler, fabrikada çalışanlar ve sektörden gelir sağlayan diğer
kesimlerin istihdamıyla ilgili sorunları da beraberinde getirecektir. Bir avuç
uyanık işadamı ve ailesi ile ona yakın siyasîlerin çıkarı uğruna, kitleleri
yerinden oynatacak ve sosyal dengeleri altüst edecektir.
Değerli arkadaşlarım,
biz, Anamuhalefet Partisinin temsilcisiyiz. Bizim görevimiz bu...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, Sayın
Çakır.
RASİM ÇAKIR (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bu konularda bildiğimizi,
yüreklice, korkmadan, çekinmeden, sizlerle paylaşmak, kamuoyuyla paylaşmak
bizim görevimiz. Bunun gereğini yapmak yürütmeye düşer, hükümete düşer,
iktidara düşer ve iktidarın arkasında duran sizlere düşer.
Şunu hepimiz çok iyi
bilmeliyiz ki, bu ülkede, pancar üreticileri, pancar ekme hakkını, Sakarya
Meydan Muharebesinde aldı, Dumlupınar'da aldı, İnönü'de aldı, Kocatepe'de aldı.
Yarın, hepimiz Çanakkale'ye gideceğiz. Çanakkale'de, şehitlerin ve gazilerin
torunlarıyla, onların torunları olan pancar üreticileriyle karşı karşıya
geleceğiz ve onlarla yüzleşeceğiz. Eğer, buralarda alınan bu hakkın,
komisyonlarda, kapalı kapılar arkasında verilmesine izin vereceksek, o zaman,
benim, sizlere söyleyecek çok daha fazla bir sözüm yok; ama, ben, Yüce
Parlamentonun değerli milletvekillerine inanıyorum, güveniyorum. Bu gidişe
"dur" diyeceklerine, vicdanen "dur" diyeceklerine
inanıyorum.
Hepinizi sevgi ve
saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Çakır.
Madde üzerinde, 10 dakika
süreyle soru-cevap işlemi yapılacaktır.
Buyurun Sayın Ercenk.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana bir soru yöneltmek istiyorum.
17 Aralık 2004 Avrupa
Birliği Zirvesinde Türkiye-Avrupa Birliği müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde
başlaması ihtimali, hükümetiniz tarafından bir bayram havası içinde
açıklanmıştır. Bugün, kamuoyunda, bayram havasının yerini bir suskunluğun ve
durgunluğun aldığı konusunda genel bir kanı mevcuttur. Başmüzakerecinin henüz
belli olmaması bu kanıyı güçlendirmektedir. İsminizin de geçtiği başmüzakereciyi,
hükümetiniz ne zaman belirlemeyi düşünmektedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla Sayın Bakanıma iki soru yöneltmek
istiyorum.
Birincisi, madde üzerinde
konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Edirne Milletvekili Sayın Rasim Çakır'ın dile
getirdiği Cargill-Ülker ortaklığından doğan, yanılmıyorsam 30 000 000 dolar
civarında bir para; bunun -ne şekilde- bundan sonra tekrar tahsil edilebilmesi
için bir imkân var mı, yok mu?
İkincisi, İktidar
Partisinden 7 Sakarya milletvekilimiz var, hepsini saygıyla selamlıyorum.
Adapazarı bir yıkım geçirdi, insanlar evlerini, canlarını kaybettiler ve
Adapazarı Şeker Fabrikası... Adapazarı Şeker Fabrikasının yeniden üretime
geçmesi, bölge insanı için son derece önemli. Bu yapılmıyor ve oranın pancar
ekim kotası Kütahya Şeker Fabrikasına aktarılıyor ve Kütahya Şeker Fabrikasının
özelleştirilmesinden doğan süreci de anlattılar ve siyasî etik kanununun ne
kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Bir sayın milletvekili tabiî ki
ticaret yapabilir, tabiî ki geçimini başka yollardan sağlayabilir, buna hiçbir
itirazım yok; ama, milletvekilliği göreviyle bağdaşmayan bir süreç yaşıyoruz.
Sayın Başbakan bu konuda bir geri adım attı. Sayın milletvekilimizin şirketi,
bu, yüzde 58 pay alan şirketten -yüzde 28 ya da 26, yanılmıyorsam- yarısını
üstüne aldı; yani, bu konuda ne düşünüyorsunuz Sayın Bakan? Adapazarı Şeker
Fabrikasının canlandırılması... Bunu çıkardınız programdan. Pancar ekim
kotasını Kütahya'ya veriyorsunuz, Kütahya'da da böyle bir ilişki var. Bunu
taşıyabilecek misiniz? Bu manzara hoş değil!
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koç.
Sayın Özkan, buyurun.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN
(Burdur) - Sayın Bakan, konu pancar olunca... Avrupa Birliği ülkelerinde,
Fransa'da, İtalya'da pancar kotalarında bir kısıtlama yok iken, Türkiye'de
pancara konulan kotayı nasıl açıklayabilirsiniz? Ülkemizde ekonomiyi bir meşale
gibi aydınlatan şeker fabrikalarının çalışmalarını ve kampanyalarının uzatılmasını,
IMF'ye karşı bir duruş sergileyerek uzatılmasını düşünür müsünüz?
Özelleştirmesine karşı
olduğum güzel Burdurumun Burdur Şeker Fabrikasının özelleştirilmesiyle ilgili
bazı duyumlar alıyorum. Bu konuya bir açıklık getirir misiniz? Burdur'un çalışkan,
vefakâr pancar üreticisi hassasiyetle bu konuya kilitlenmiştir. Lütfen,
buradan, Burdur'un üreticisine müjdeli bir haber verir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özkan.
Sayın Yücesan, buyurun.
MEHMET VEDAT YÜCESAN
(Eskişehir) - Saygılar sunuyorum Başkanım.
Aracılığınızla, Sayın
Bakanıma sorularımı iletiyorum:
Bildiğiniz gibi, tüm
şeker fabrikaları özelleştirme kapsamında ve bir bir özelleştiriliyor. Bugün
650 dolara mal ettiğimiz şekerden bahsediyoruz ve 600 dolara dışarıda imal
ediliyor bu şekerler; 250 dolara Türkiye'ye satıyorlar. Bu tutumla beraber, beş
yıl sonra 1 500 dolar veya 2 000 dolara bize şeker satarlarsa acaba ne gibi
önlemler alacağız, ne gibi durumlarla karşılaşacağız?
Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yücesan.
Sayın Bakan, buyurun,
soruları cevaplandırabilirsiniz.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
İlk sorunun konusu Avrupa
Birliği; konuştuğumuz yasa tasarısıyla ilgisi olmadığı için bu soruya cevap
vermiyorum.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Torba tasarıda torba soru!
BAŞKAN - Lütfen, Sayın
Ercenk...
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Diğer konuya gelince; Adapazarı Şeker Fabrikasının kotalarının
Kütahya Şeker Fabrikasına devredilmesine ilişkin şu anda herhangi bir çalışma
olmadığına dair, Özelleştirme İdaremizden bir not geldi. Bilakis, Adapazarı
Şeker Fabrikasına, 2005 yılı için 30 000 ton şeker kotası verilmiştir.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Fabrika çalışıyor mu Sayın Bakan?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Diğer sorulara gelince; ilgili bakanlığımızdan bilgiler aldıktan
sonra yazılı olarak cevap vermeyi tercih ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Adapazarı milletvekilleri burada; fabrika çalışıyor mu?
BAŞKAN - Sayın Koç, soru
sordunuz, Sayın Bakan cevap veriyor.
Teşekkür ediyorum Sayın
Bakan.
Soru-cevap işlemi
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Geçici madde 2'yi
okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 2.- T.C.
Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğünün ilgili yıllar yatırım
programında yer alan ve Hazine Müsteşarlığı tarafından dış finansman
sağlanmasına izin verilmiş ancak henüz finansman temin çalışmaları
sonuçlandırılmamış olan projeleri ile 2005 yılı Yatırım Programında yer alan
projelerinin finansmanı amacıyla yurtdışından sağlanacak krediler hakkında
genel ve katma bütçeli idarelerin tâbi olduğu esaslar uygulanır.
Bu kapsamda sağlanan dış
finansmanın anılan Genel Müdürlüğe kullandırılmasında 4749 sayılı Kamu
Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun genel ve katma
bütçeli idarelerin tâbi olduğu hükümlerinin uygulanmasına ve bu işlemlerle
ilgili usûl ve esasları belirlemeye Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu bakan
yetkilidir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Kemal Demirel.
Buyurun Sayın Demirel.
(CHP sıralarından alkışlar)
Aynı zamanda şahsınız
adına da talebiniz olduğu için, konuşma süreniz 15 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA KEMAL
DEMİREL (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi en içten
sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Devlet Memurları Kanunu
ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının geçici 2
nci maddesiyle ilgili olarak söz almış bulunuyorum.
Geçici 2 nci maddede
"Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğünün
ilgili yıllar yatırım programında yer alan ve Hazine Müsteşarlığı tarafından dış
finansman sağlanmasına izin verilmiş; ancak, henüz finansman temin çalışmaları
sonuçlandırılmamış olan projeleri ile 2005 Yılı Yatırım Programında yer alan
projelerin finansmanı amacıyla yurt dışından sağlanacak krediler hakkında genel
ve katma bütçeli idarelerin tabi olduğu esaslar uygulanır" deniliyor.
Bunlarla ilgili
"Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakan yetkilidir" deniliyor.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarının tarihine baktığımız zaman, 1856
yılında, İzmir - Aydın arasında yapılan demiryollarıyla Türkiye öne çıkıyor. O
günden bugüne kadar, değişik ülkeler, Türkiye'de demiryolları yapımına önem
veriyor. Osmanlının son zamanlarında, o zaman yapılan demiryolları, genellikle,
dış ülkeler tarafından, kendi ihtiyaçlarını ve hammaddeleri gözönüne alarak
yapılan demiryolları olarak karşımıza çıkıyor. Bu hatlar, Osmanlının
ihtiyaçlarına göre değil, tam tersine, kendi ihtiyaçlarına göre yapıldığı için,
o demiryolları, Anadolu'nun içerisine kadar, doğuya kadar uzanmıyor; ama,
sevgili Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra, demiryollarını
doğuya kadar uzatarak, bu hattı bütün Anadolu'ya yayıyor. Ayrıca, Atatürk, yine
-demiryolları, o zamana kadar yabancı ülkelerin elinde olduğu için- bunu, âdeta
bir bağımsızlık göstergesi olarak düşünüyor ve demiryollarını devletleştiriyor.
Kısacası, demiryolları cumhuriyet demek, demiryolları özgürlük demek,
demiryolları bağımsızlık demektir.
Değerli milletvekilleri,
demiryollarına, cumhuriyet döneminden 1950'li yıllara kadar gereken önem
veriliyor ve o günlerde yapılan yatırımlarla, demiryolları, gerçekten hak
ettiği yeri alıyor. Bildiğiniz gibi, 1923'ten sonra, Kurtuluş Savaşından çıkmış
bir ülke olarak ekonomimiz çok iyi olmamasına rağmen, o zor şartlar içerisinde,
ülkemiz insanı, bu demiryollarını yapıyor. Nasıl yapıyor; yeri geliyor imece
usulü yapıyor; iki köy arasındaki, iki ilçe arasındaki demiryollarını imece
usulüyle ve devletin de katkısıyla yapıyor. Kısacası, bağımsız olmanın onuru ve
gururuyla, bu demiryollarını, dışkaynak almadan yapıyor; ama, 1950'den sonra
-ünlü Marshall yardımlarının da buna katkısı var- Türkiye'yi ziyaret eden
Amerikalıların ortaya koymuş olduğu görüş çerçevesinde, Türkiye, demiryollarını
bir kenara bırakıyor, tam tersine, karayolu taşımacılığı ve karayollarına
gereken önem verilerek, demiryolları üvey evlat durumuna düşüyor. Bu da, ne
yazık ki, bugün hepimizin şikâyet ettiği, trafik canavarını ve trafik terörünü
ortaya çıkarıyor.
Değerli milletvekilleri,
bugün, demiryolları, gerçekten, bu ülkede, ulaşım ağı açısından
değerlendirdiğimiz zaman, yani, karayolu, havayolu, denizyolu -bunlar-
birbiriyle çelişen, birbirleriyle yarışan değil, tam tersine, birbirini
bütünleştiren ulaşım ağları olarak karşımıza çıkmalı. Yani, siz, kısacası,
ulaşım politikanızı belirlerken, demiryolunu asla gözardı etmeden... Tam
tersine, özgürlüğünüzün ve bağımsızlığınızın simgesi olan demiryollarını öne
çıkarmadan, bu ülkeyi, bağımsız bir ülke konumunda, dünyanın hiçbir yerinde
açık açık iddia etme durumuna düşemezsiniz; çünkü, bugün, bu ülke bir petrol
kriziyle karşılaştığı zaman, dışa bağımlı olduğu için karayolu taşımacılığında
ve petrol açısından, inanın, çok daha -ekonomik şartlarda -zor şartlar altında
bulunduğumuz bu dönemde, dışa bağımlı olmanın da getireceği faturaların
ülkemize vereceği ağır tabloyu gözardı edemeyiz. Onun için, ulaşım ağımızı
mutlaka ve mutlaka demiryollarına yönlendirerek yapma durumundayız.
Bugün, Avrupa Birliğine
gireceğiz diyoruz; Avrupa Birliğine giden süreç içerisinde yatırımlarımızı
yapıyoruz, kanunlarımızı çıkarmaya çalışıyoruz; ama, Avrupa Birliği ülkelerine
baktığımız zaman, Avrupa ülkeleri, demiryollarını bizden çok daha evvel
kavramış ve bu kavrama neticesinde bütün ulusal ağlarını demiryollarıyla
örmüşlerdir. Bugün, ülkemizdeki karayolu taşımacılığı ile Avrupa'daki karayolu
taşımacılığına karşılaştırma getirirsek, ortaya şu tablo çıkıyor: Bugün, biz,
bütün her şeyimizi, neredeyse, demiryollarından ayırıp karayollarına
aktardığımız için, dışa bağlı olduğumuzdan dolayı, ekonomik anlamda sıkıntıya
girdiğimizi de burada vurgulamak istiyorum. Kısacası, Avrupa Birliği giriş
süreci içerisinde, bizim de, ağımızı -demiryolları açısından- güçlendirmemiz,
kuvvetlendirmemiz lazım.
Değerli milletvekilleri,
bugün, bu ülkede, depremler, ne yazık ki, ülkenin acı gerçeği olarak karşımıza
çıkıyor. 1900 yılından 2005 yılına kadar geçen zaman içerisinde, ülkemizin
depremde kaybettiği insan sayısı 100 000 civarında; yani, ülkemiz, depremlerde
100 000 insanını kaybetmiş; ama, trafik kazalarına bakıyoruz, son otuz yılda
trafik kazalarında ölen insan sayımız 160 000; yani, yüzyıl içerisinde bu
ülkede depremlerde kaybettiğimiz insan sayısı 100 000 iken, son otuzyılda
trafik kazalarında kaybettiğimiz insan sayısının 160 000 olduğunu görüyoruz.
Bunun önüne geçmek için de, mutlaka, demiryollarına gereken önemin verilmesi
gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Kısacası, bu tablo şunu
ortaya koyuyor: Türkiye, her yıl, Kurtuluş Savaşında verdiği şehitten daha
fazlasını trafik kazalarında kaybediyor. Her yıl bir ilçemiz ölüyor, bir ilimiz
sakat kalıyor. Bugün, ülkemizde trafikte ölmenin, depremde ölme ihtimalinden
çok daha fazla olduğu, acı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, kaza
maliyetlerini gözönüne alırsak, kaza maliyetlerinde ise yolcu taşımada
karayolu, demiryoluna göre 448 kat, yük taşımasında ise 410 kat daha pahalıya
mal olmaktadır. Demiryollarında bir kaza neticesinde, kaybımız, eğer, kaza
başına 1 milyar ise, bu, karayollarında tam 448 milyara kadar çıkabiliyor.
Yine, ülkemizde son kırk
yılda toplam araç sayısı 31 kat artarken, karayolları istatistiklerine göre,
yolcu taşımacılığının yüzde 45'lik bölümü de, bu çerçevede,
Ankara-İstanbul-İzmir üçgeninde gerçekleşiyor. Kısacası, bugün, ülkemizde
Ankara-İstanbul-İzmir üçgeni içerisinde trafik kazalarının yüzde 60'ı
gerçekleşiyor. Bu anlamda, demiryollarının, bilhassa Ankara-İstanbul-İzmir
arasındaki hatlarının en kısa zaman içerisinde gözden geçirilmesi, gerekirse
yeni hatların yapılması söz konusu olmalıdır. Ayrıca, maliyet açısından da
karayolları ile demiryolları karşılaştırıldığı zaman yarı yarıya, hatta, üçte 1
aralığında daha ucuza mal olduğu da bir gerçek.
Değerli milletvekilleri,
ülkemizde hızlı tren çalışmaları yapılıyor, hızlı tren çalışmalarında,
hızlandırılmış tren çerçevesinde, ne yazık ki, hiç kimsenin arzu etmediği
kazalar ortaya çıkıyor. Bu kazalarda insanlar hayatını kaybediyor; ama, işte,
yaşadık, Pamukova'daki kazaları yaşadık. Gönlümüz bu tür kazaların olmamasıydı;
ama, bu konuda, o kadar uyarılara rağmen, bu hızlı tren projesi hayata geçirildi
ve insanlarımız hayatını kaybetti. Şimdi, bakıyoruz kim suçlu? Hiç kimse suçlu
olduğunu kabul etmiyor. Herhalde, suçlu, bu hızlandırılmış tren projesine
inanıp o trene binen, hayatını kaybeden vatandaşlarımız mı olacak?! Bu konuda
sorumlular ortaya çıkarılmalı ve sorumlular ortaya çıktıktan sonra da gereği
yapılmalıdır diye düşünüyoruz.
Şimdi, demiryollarının
genellikle zarar ettiğinden bahsedilir. Eğer, demiryollarını iyi incelersek,
demiryollarının özelleştirme kapsamına alındıktan sonra zarar etmeye
başladığını görürsünüz; yani, demiryolları, son yirmi yıldır zarar etmeye
başlıyor. Bunun arkasında yatan gerçek, demiryollarını zarar eder durumuna
düşürerek özelleştirme kapsamına almak.
Değerli arkadaşlar,
demiryollarının özelleştirilmesi demek, sizin bağımsızlığınızı tekrar gözden
geçirmenizle eşdeğer gibi olabilir. Neden diyorum; çünkü, demiryolları bu
ülkenin bağımsızlığının birer simgesidir. Benden evvel konuşan arkadaşlarımız
da bahsettiler, yarın 18 Mart Çanakkale Savaşlarının yıldönümü; yani, bu
ülkenin insanları şehit olurken bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kurulması için
şehit oldular, gazi oldular. O açıdan, şehitlerimizin ve gazilerimizin, bu
konudaki ulaşım politikalarıyla ortaya çıkacak olan tabloyu, o insanların şehit
ve gazi olmalarının sebepleriyle karşı karşıya getirdiğin zaman
bağımsızlığımızla eşdeğerde olduğunu görerek, onlara saygısızlık yapacak ulaşım
politikalarının gündeme gelmemesi lazım. Demiryolları bu ülkenin bağımsızlık
sembolü. Bu ülkenin demiryollarını özelleştirme kapsamına alıp da dış ülkelerin
de bu konuda yönlendirmesiyle karşı karşıya bırakırsanız, bu iş, sırayla, böyle
oluyor.
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) -
Bir şey olmaz.
KEMAL DEMİREL (Devamla) -
Vallahi, bir şey olmaz demeyin. Hızlı tren kazasında da bir şey olmaz dendi;
ama, ne yazık ki, 40'a yakın insanımız hayatını kaybetti.
Değerli milletvekilleri,
yani, bugün, bu ülkede -şunu vurgulamak istiyorum- demiryolları, karayolları,
denizyolları ve havayolları gerçekten önemli ulaştırma araçları.
Bugün, bu ülkenin trafik
kazalarında neleri kaybettiğini -eğer trafik kazaları 1 yıl olmamış olsaydı
ülke neler kazanırdı ve neler yapılabilirdi- birkaç örnekle size vermek
istiyorum. Eğer Türkiye'de 1 yıl trafik kazaları olmamış olsaydı, 100'er
metrekareden 882 000 tane konut yapılabilirmiş; yani, her konuta 5 kişi
düşünebilirsek, 4,5 milyon insanın konut ihtiyacı karşılanabilirmiş.
Yine, bu ülkede hep
şikâyetçiyiz, hastanelerin yetersizliğinden şikâyetçiyiz, hastanelerimizin
azlığından şikâyetçiyiz; yine aynı şekilde, 300 yataklı tam 1 339 tane hastane
yapılabilirmiş; 1 339 hastane.
Yine, öğrencilerimizin
okuma zorlukları var; bu okuma zorluklarında da sık sık karşılaştıkları burs
sorunları var; 5 550 000 öğrencinin 4 yıllık bursu karşılanabilirmiş.
Yine, hükümet duble yollar
yapmak istiyor. Tabiî, bu ülkenin duble yollara ihtiyacı var; ama, yine bu
rakamlar şunu ortaya koyuyor: 1 yılda 16 000 kilometre yol yapılabilirmiş; bu
kazaların olmaması sonucunda.
Yine, 480 öğrenci
kapasiteli... Hepimizin şikâyet ettiği, hemen hemen her vilayette karşılaşılan
bir sorun var; sınıflarımız çok kalabalık, öğrencilerimizin 60, 70, 80 kişilik
sınıfları var. Ne diyoruz; çocuklarımız bu ülkenin geleceği; bu ülkenin
geleceği olan çocuklarımızın en iyi şartlarda, en iyi okullarda ve en iyi sınıflarda okuması için sınıfların mevcudunun düşürülmesi
lazım, sınıflarda 30 kişi veya 25 kişi
olması lazım. Ne yapılabilirmiş; tam 12 000 tane ilköğretim okulu yapılabilirmiş;
12 000 tane.
Bu trafik kazalarının
hepsinin önüne geçmemiz mümkün değil. Eğer, biz, demiryollarına yapacağımız
yatırımlarla bu trafik kazalarını yüzde 10'a indirebilirsek, yüzde 10
düşürebilirsek, inanın, bu ülkenin ilköğretim okulu sorunlarını, hastane
sorunlarını, konut sorunlarını bir noktada azaltmanın gururunu yaşayabiliriz.
O açıdan, trafik
kazalarının önlenmesi açısından, demiryollarının önemini bir kez daha
vurguluyorum. Bu konuda gereken hassasiyetin gösterilmesini istiyoruz. Hükümet,
ikibuçuk yıldır görevinin başında. İkibuçuk yıldan beri, programında olduğu
gibi, duble yollar yapıyor; ama, ben, şunu vurgulamak istiyorum: İkibuçuk
yıldan beri Ulaştırma Bakanı da görev başında; hızlandırılmış tren projeleri,
hızlı tren projeleri, tren yollarının gözden geçirilmesi, rehabilite edilmesi,
mevcut sistemlerin gözden geçirilmesi noktasında önemli mesafeler katedilmesi
önemli; ama, şunu da istiyoruz; tren yolu yapımıyla ilgili temel atılsın,
temel; yani, nasıl duble yollar yapılabiliyorsa, diğer konularda hizmet vermek
için çalışma yapılabiliyorsa, demiryolları için de temel atılması lazım, temel.
Eğer bu yapılmazsa, ikibuçuk yıldan beri o koltukta oturan Sayın Ulaştırma
Bakanımız -keşke burada olsaydı- görevini yapmış olabilir diyemem; çünkü, duble
yolların yapımında Bayındırlık Bakanı görevini yapıyor ise, demiryolları konusunda
Ulaştırma Bakanının da görevini yapması lazım; yani, onun da bu ülkede temel
atma ve raylı sistemleri hayata geçirme noktasında üstüne düşeni yapması
lazımdı.
Ben, bu kürsüden
defalarca demiryollarını anlatıyorum, demiryollarının önemini ortaya koyuyorum.
Bunu söylerken, Bursa'nın da önemli olduğunu vurgulamak istiyorum. Bursa,
Türkiye'nin sanayi kenti, turizm kenti. Böyle bir kentin bundan mahrum edilmesi
kadar büyük bir haksızlık olamaz. Bu noktada, Bursa'ya demiryolu getirilmesi
noktasında da hükümetin acilen görevini yapmasını istiyorum.
Gönlümüz, trafik
kazalarının olmadığı bir Türkiye'de yaşamak, insanlarımızın bu konuda
hayatlarını kaybetmemesini sağlamak. İnşallah, herkes üzerine düşen görevi
layıkıyla yapar, bir daha bunları yaşamaz diyorum.
Hepinizi, içten sevgi ve
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Demirel.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Lokman Ayva?..
LOKMAN AYVA (İstanbul) -
Vazgeçtim...
BAŞKAN - Sayın Ayva
vazgeçti.
Madde üzerinde, şahsı
adına, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç; buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Lokman Ayva'ya da
konuşma yapmadığı için, bir kişisel söz hakkı kalması dolayısıyla ayrıca
teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Anamuhalefet Partisi olarak, katkı sunmaya çalıştığımız birçok madde var. Bu
noktada, bilhassa bu maddelerin altında yatabilecek olan sıkıntıları dile
getirdiğimiz aşamalar oluyor. Ben üzülerek görüyorum ve bunu sizlerle paylaşmak
istiyorum. Sayın Bakanımızın çok ciddî olarak bu konuyla ilgilenmediğini
görüyorum, komisyon sıralarında ve sorulan sorulara da -bunlar siyasî amaçlı
olabilir, burası siyasetin yürütüldüğü bir yer, Türkiye Büyük Millet Meclisi-
yani, çok baştan savma, küçümser gibi, konuyla ilgili olmayan, kenarından
dolaşan, eline bir kâğıt verildiğinde, ancak o cümleyle ifade bulan bazı
yanıtlar veriyor. Yani, bunlar, yürütmenin prestiji açısından uygun davranışlar
değil değerli arkadaşlarım.
Bakın, geçen maddede bir
soru sordum ve bu soruya, Sayın Bakan o kadar ezbere bir kalıpla cevap verdi
ki, ben, kendisinin, bundan sonra, sorulan sorulara o anda cevap verebilme
bilgisi yoksa -ki, olmayabilir, gayet doğaldır- daha sonra yazılı
verebileceğini ifade ederek, hiç olmazsa, işin ciddiyeti bakımından daha uygun
davranır diye düşünüyorum.
Bakın, geçen maddede
şöyle bir soru soruldu: Sakarya milletvekili arkadaşlarım var, 7 tane, iktidar
grubundan, hiçbirini rencide etmek istemiyorum, hepsini saygıyla selamlıyorum;
ama, şöyle bir konu var Adapazarı'nda: Adapazarı deprem gördü. Adapazarı
yıkıldı. İnsanlar işlerini, canlarını yitirdiler ve Adapazarı Şeker Fabrikası
bu insanlar için çok önemli ve seçimler sırasında orada verilen sözler var ve
ne dendi; Adapazarı Şeker Fabrikası şeker üretecek dendi. Bunlar Adapazarı
kayıtlarında var hep, yerel basında.
RECEP YILDIRIM (Sakarya)
- Üretecek...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Evet, şimdi, ben, şunu çok açık soruyorum, sayın arkadaşım da burada: Adapazarı
Şeker Fabrikası çalışıyor mu çalışmıyor mu şu anda?
RECEP YILDIRIM (Sakarya)
- Depremde zarar gördü ve dolayısıyla şu anda kapalı; özelleştirme kapsamında.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Evet... Evet...
Peki, sorunun ikinci
kısmına geçiyorum. Ben, Sayın Bakana yöneltiyorum tabiî bunları. Belki yazılı
cevap verebilir, daha uygun bir dille.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Sayın Bakan dinlemiyor!..
HALUK KOÇ (Devamla) -
Adapazarı pancar üreticileri şunu merak ediyorlar: Ürettikleri şekerpancarı,
Adapazarı'nda şeker üretimine dönüşecek mi dönüşmeyecek mi?
RECEP YILDIRIM (Sakarya)
- Dönüşecek...
HALUK KOÇ (Devamla) -
Şimdi, milletvekili arkadaşım "özelleştirme kapsamında" diyor; bunu
biliyoruz ve Sayın Bakan da, Adapazarı'nda pancar üretim kotası şu miktarda
verildi diyor.
Ben çok açık soruyorum:
Bu verilen kotadan üretilen şekerpancarı, Adapazarı'nda mı kullanılacak; yoksa,
Kütahya şeker fabrikasında mı kullanılacak? Adapazarı pancar üreticileri bunu
merak ediyor. Bu kadar net ve açık bu soru. Yani, Sayın Bakanın verdiği cevap,
hiçbirini karşılamıyor bunların. Yani, şekerpancarı üretim kotası verildiğini
söylüyorsunuz, fabrika kapalı, fabrikanın üretime geçip geçmeyeceği belli
değil, özelleştirme kapsamında, ne yapılacağı belli değil. Çok açık soruyorum,
Adapazarı Şeker Fabrikası özelleştirildikten sonra, orası üretim yapan bir alan
mı olacak, yoksa üzerine çeşitli binaların, evlerin yapıldığı bir alana mı
dönüşecek? Soru çok açık ve yalın Türkçeyle sorulmuş; cevabının da dolambaçlı
olmaması gerekir.
Sayın Bakana bunları
anımsatmak istedim.
Teşekkür ediyorum
dikkatiniz için. Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koç.
Madde üzerinde soru-cevap
işlemi yapılacaktır.
Sayın Koç, buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sorumu sordum, yinelemeyeceğim. Aynı sorular geçerlidir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum.
Sayın Bakan, buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Sayın Bakan bir saattir konuşuyor; dinlemedi ki! Ne söylenildiğini bilmiyor ki!
ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Bakan, lütfen biraz ciddiyet!
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Kart...
ATİLLA KART (Konya)
- Sayın Bakan, birazcık saygılı olalım!
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Sizden öğrenmeyeceğim; merak etmeyin...
MUHARREM İNCE (Yalova) -
Dinlemeden ne cevap vereceksiniz?!
BAŞKAN - Sayın İnce...
Sayın Koç soruyu sordu,
Sayın Bakan cevap verecek...
ATİLLA KART (Konya) -
Nihayet!.. Yazık, yazık!..
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz, bölge milletvekillerimizden birisi
söz alıp konuyla ilgili kürsüden bir açıklama yapmak istiyor.
HALUK KOÇ (Samsun) - Ben
size sordum!..
BAŞKAN - Sayın Bakan,
madde üzerinde grup ve şahıslar adına söz isteyenler konuştu; mümkün değil.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Daha sonra yazılı olarak cevap vereyim o zaman.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
ATİLLA KART (Konya) -
Yazık; cevap veremiyor! İzleyin bunu, izleyin!
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza...
HALUK KOÇ (Samsun) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.
BAŞKAN - Arayacağım,
Sayın Koç.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum; aynı zamanda karar yetersayısını arayacağım.
Maddeyi kabul edenler...
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısı yok.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Müsaade edin, arkadaşlar geliyorlar.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın
Başkan, yetersayı yok.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
10 kişi oturup yoklama istiyorsunuz.
ATİLLA KART (Konya) - Siz
de 150 kişi burada oturup, görevinizi yapın.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Görevimizi yapıyoruz, buradayız. Siz neredesiniz?..
ATİLLA KART (Konya) -
İktidar sizsiniz.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa) -
Siz de muhalefet olarak görevinizi yapın.
HALUK KOÇ (Samsun) - Biz
muhalefet görevimizi yapıyoruz. Sayıyla değil, konuşarak yapıyoruz.
BAŞKAN - Kabul
etmeyenler...
Kâtip Üyeler arasında
anlaşmazlık olduğundan, elektronik cihazla oylama yapacağım.
Oylama için 3 dakika süre
veriyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; madde kabul edilmiştir.
Geçici madde 3'ü okutuyorum:
GEÇİCİ MADDE 3.- T.C.
Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğünün yol bakım ve onarım giderleri
karşılığı olarak 31.12.2004 tarihi itibariyle Ulaştırma Bakanlığından olan ve
anılan Bakanlıkça tespit edilen alacaklarına karşılık, anılan Genel Müdürlüğün
ve bağlı ortaklıklarının 31.12.2004 tarihi itibarıyla vadesi geldiği halde
ödenmemiş ve Maliye Bakanlığına bağlı vergi dairelerince takip ve tahsil edilen
her türlü vergi, fon ve pay borçları, bu borçlara ilişkin gecikme zammı ve
faizleri ile 4811 sayılı Vergi Barışı Kanununa göre taksitlendirilen ve taksit
vadeleri 31.12.2004 tarihinden sonra olan borçlarının; bütçenin gelir ve gider
hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin mahsup suretiyle terkin edilmesine,
Ulaştırma Bakanının teklifi üzerine Maliye Bakanı yetkilidir. Madde kapsamında
mahsuba konu olacak borçlara 31.12.2004 tarihinden sonra gecikme zammı ve 4811
sayılı Vergi Barışı Kanununa göre geç ödeme zammı hesaplanmaz.
T.C. Devlet Demiryolları
İşletmesi Genel Müdürlüğünün ve bağlı ortaklıklarının, bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarih itibariyle T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne olan kesenek,
karşılık, ek karşılık, ikramiye, ölüm yardımı, makam tazminatı karşılığı ve
benzeri vadesi geçmiş borçlarının (faiz ve gecikme zammı dahil) tamamını, Maliye
Bakanlığının 2005 yılı bütçesinin 12.01.31.00-10.9.9.03-1-05.1 tertibinde yer
alan ödenekten mahsup etmeye Maliye Bakanı yetkilidir.
Bu şekilde mahsubu
yapılan borçlar T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü tarafından terkin edilir.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarih itibariyle T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi Genel Müdürlüğünün ve bağlı
ortaklıklarının Sosyal Sigortalar Kurumuna olan prim, işsizlik sigortası,
gecikme zammı, faiz ve benzeri borçlarının tamamını, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının 2005 yılı bütçesinin 18.67.00.00-10.9.9.01-1-05.2 tertibinde yer
alan ödenekten mahsup etmeye Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yetkilidir.
Bu şekilde mahsubu
yapılan borçlar Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından terkin edilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına söz isteyen, Ankara Milletvekili
Sayın Yakup Kepenek; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YAKUP
KEPENEK (Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri, varsa değerli
izleyenlerimiz; ben de, 827 sıra sayılı tasarı üzerinde görüşlerime geçmeden
önce, Çanakkale'de ulusal bağımsızlığımız için yaşamlarını yitirenleri ve yine
orada emperyalizme karşı başarılı biçimde savaşanları, başta komutanları
Mustafa Kemal olmak üzere, saygıyla, sevgiyle, selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, benim
de üzerinde duracağım konu, geçici 3 üncü madde bağlamında, demiryolları,
demiryollarının borçları ve bununla ilgili sorunlar. O noktaya gelmeden önce,
hemen şunu belirteyim ki, Türkiye Cumhuriyetinin ulaşım politikası sarkaçlı
saatin sarkacı gibi bir uçtan bir uca giden özellik taşıyor. Türkiye, İkinci
Dünya Savaşı sonrasına kadar, demiryolculuğuna önem veren bir politika izledi.
O arada, unutulmasın, denizyollarını da ihmal etmemeye çalıştı; ancak, İkinci
Dünya Savaşı sonrasında, Türkiye, Amerika Birleşik Devletlerine yaklaşırken,
ilginç, çelişkili, kayıtlara geçmesi için söylenmesi gereken bir sapma oldu.
Biliyorsunuz, Türkiye'nin
Amerika'yla yakınlaşması, 1947 Truman Doktrinine dayanır. Truman Doktrini
çerçevesinde Türkiye'nin alacağı parasal desteğin bir bölümünün demiryollarına
harcanacağı, demiryollarının yenileneceği ve Türkiye'nin demiryollarının
güçlendirileceği hükmü vardır. Şimdi, bakın ne oluyor; aynı yıl, Amerikan
Yollar İdaresi Başkan Yardımcısı Hilts Türkiye'ye geliyor, inceleme yapıyor
"doğrudur, Türkiye'nin demiryolları iyidir, bunlar yenilenebilir,
geliştirilebilir, daha ileriye götürülebilir; ama, Türkiye'nin, asıl ulaştırma
politikası, temelde, karayollarına dayanmalıdır" diyor ve işte, büyük
sapma, büyük shift, büyük dönüşüm burada başlıyor.
Değerli arkadaşlar, bakın
ne oluyor sonra; yıllarca, biz, demiryollarını ihmal ediyoruz, denizyollarını
ihmal ettik, havayolları eh şöyle böyle geliştirildi ve öyle noktalara geldik
ki, anımsarsınız hepiniz, demiryollarının komünist işi olduğunu söyleyecek
kadar ideolojik yaklaştık, kendimizden geçtik. Bu ülkeyi yönetenler yaptı bu
işi ve Türkiye, ulaştırmada, dengeli, sağlıklı, planlı, programlı bir
politikayı hiçbir zaman izleyemedi.
Doğrusunu isterseniz,
şunu teslim etmek zorundayım: Hükümetimiz, işbaşına geldiği zaman, 1950
sonrasının diğer hükümetlerinden daha farklı bir anlayışla, en azından söylem
düzeyinde, laf düzeyinde, demiryollarına da önem vereceğini açıkladı. Ben,
işin, hızlı tren kazası ve benzeri boyutlarına girmeyeceğim, o noktalara
girmeyeceğim. Ben, bu yaklaşımı; yani, hükümetin demiryollarına da önem
vereceği anlayışını, bir yurttaş olarak, sevinçle karşıladım; ama, gelin görün
ki, ikibuçuk yıla yaklaşan sürede, uygulamada, hükümetimiz, maalesef, demiryollarına
gerekli önemi vermedi; yani, söylemde demiryolcu, eylemde, duble dediğimiz
ikili karayoluna önem verme yolunu izledi.
Değerli arkadaşlar,
şimdi, eğri oturup doğru konuşalım; yalnızca karayollarına önem vererek,
yalnızca karayollarıyla bu ülkenin dünyaya açılmasını, ticaretini
güçlendirmesini, iç dönüşümünü sağlamasını, yük ve yolcu taşımacılığında
maliyetleri düşürerek etkin, verimli bir ulaştırma sistemi oluşturmasını
sağlayamayız. O zaman, bakın, günümüzde bir tek gemimiz yolcu taşımıyor.
Türkiye'nin üç tarafı denizlerle çevrili, biz, denizlerle barışık bir toplum
olmak durumundayız ve en ucuz ulaşım aracı denizyolu; ama, bunu yapamıyoruz.
Buna, tek başına iktidar olan ve demiryollarına da eskisi gibi komünist işidir
demeyen, hoşgörüyle yaklaşan bir hükümet, büyük bir ana plan, ulaştırma planı
yapıp, karayolunu, demiryolunu, denizyolunu ve havayolunu iç içe
eklemleştirerek, eşgüdüm içinde çalıştırarak, bir büyük atılımın, bir büyük
düzeltmenin, bir büyük düzenlemenin sahibi neden olmasın? Bunu yapmak için,
hükümetinizin nesi eksik?
Bu nedenle, benim, tekrar
edeyim, bir yurttaş olarak önerim, her şeyden evvel, bu yaklaşımınızı
netleştirmeniz, ulaştırma politikasını, Türkiye'nin geleceği bağlamında,
Türkiye'nin yarınları düzleminde, Avrupa Birliği üyeliğinde ve öbür
açılımlarında sağlıklı hale getirmenizi özellikle öneriyorum.
Bu genel ana plan, ana
programdan başka, burada söylenecek çok net, kimi özel, özgül noktalar var.
Örneğin, Kars'tan sınıra kadar 80 kilometrelik bir demiryolu hattının ekonomiye
çok şey kazandıracağını, bu işi inceleyenler biliyor, söylüyor.
Aynı şekilde, Karadeniz
sahilinde Trabzon-Hopa arasında kısa bir hattın, yine, yörenin kalkınmasına,
güçlenmesine, ucuz maliyetle ekonomik faaliyet göstermesine büyük katkı yapacağını
bu işin uzmanları, DPT'nin raporları söylüyor.
Bunun gibi, güneydoğuda
GAP'ı Samsun'a bağlayan, diğer limanlara, İskenderun'a bağlayan, kısa yoldan ve
çok hızlı yapılabilecek demiryolu olanakları var.
Ben, buna ek olarak,
tabiî, bu Ankara-İstanbul arasındaki olumsuzluğu, bizim yaşamımız boyunca
yaşadığımız kayıpları, ünlü Ayaş Tünelini, oraya gömülen milyarlarca doları
gündeme getirmiyorum. Bunlar, bu toplumun ekonomisinin de, politikasının da,
maliyesinin de çok büyük yaralarıdır, bunun da ötesinde, ayıplarıdır.
O nedenle, benim önerim,
önce bir genel ulaşım programını oluşturmanız, sonra da, hızlı bir şekilde,
kısa yollarla kazanılabilecek kimi nokta vuruşlarla -Kars, Trabzon, İskenderun
gibi- demiryolu ağını güçlendirmenizdir.
Burada bir noktaya daha
değineyim. Türkiye'de demiryolları yapımındaki gelişmede bir "S"
yollar problemi vardır. Cumhuriyet hükümeti, yerli sermayedarı güçlendirmek
için, yolları yerli müteahhitlere ihale eder, yüklenicilere ihale eder; fakat,
yollar "S" gibi gider Anadolu'nun ortasında, düz yerde. Şimdi, konu
Meclise gelir ve sorulur "neden düz yerde yollar "S" gibi
yapılıyor" diye.
Biliyorsunuz, o yıllarda,
şimdi de otoyollarında, ödemeler kilometre başına yapılıyor; yani, ne kadar
uzun yaparsanız yolu, ona göre ödeme alıyorsunuz.
Kürsüye çıkıyor
milletvekilimiz -aynı zamanda yüklenici- diyor ki: "Ben, özel mülkiyete
taraftarım. Vatandaşın tarlasının ortasından geçemem. O nedenle vatandaşın
sınırlarından geçiyorum ve yollar "S" gibi oluyor."
Şimdi, siz, bunu ne derece
ciddîye alırsınız; ama, bu, olmuş bir olay; olan bu. Daha sonra ne yaptık
biliyor musunuz; daha sonra şunu yaptık: Karayolları yaparken de benzer bir iş
yaptık. Ankara-İstanbul otoyoluna bakınız, Ankara-İstanbul otoyolu
"S" gibidir. Neden "S" gibidir; çünkü, kilometre başına
tahsisat alırsınız, ödenek alırsınız. Peki, ne çıktı bundan, ne oldu; bundan şu
oldu: Biz, sermaye birikimini, özel kesimin sermaye birikimini, maalesef, bu
yoldan sağlamaya çalıştık; bir kilometre yol, otoyolu dünyada 4 000 000 dolara
mal olurken, biz, kilometresini 7,5-8 milyon dolara mal ettik bu topluma.
Otoyollar güzel, eğriliği büğrülüğü, eksikleri bir yana; hepimiz kullanıyoruz;
ama, o maliyeti bu toplum hak etmedi. Bunu düzeltmek gerekir. Bunu düzeltmenin
yolu, tekrar edeyim, bütüncül bir demiryolu, bütüncül bir ulaşım politikasından
geçer, denizlerde yolcu gemisini, yük gemisini yüzdürmekten geçer ve buna
benzer eşgüdüm içinde, saat gibi çalışan bir ulaştırma sistemini harekete
geçirmekten geçer.
Bilirsiniz, ekonomik
faaliyetlerin ana öğelerinden biri ulaşımdır. Ulaşım masrafları büyüdüğü zaman
maliyetler de artıyor, rekabet gücünüz zayıflıyor, üretiminiz zayıflıyor. O
nedenle, ekonomiyi güçlendirmenin, ekonominin can damarı olan ulaşım şebekesini
güçlendirmenin yolu, bu konuda, ulusal, genel, dünyayla bağlantılı kuşkusuz,
Türkî cumhuriyetlerle, Ortadoğuyla, Avrupa'yla bağlantılı bir ulaşım sistemini,
hiçbir ideolojik çekince göstermeden, demiryollarına komünist işi demeden -ki,
siz demiyorsunuz, hakkınızı teslim ediyorum- bu işi yapmaktır.
Şimdi gelelim bu maddeye.
Aslında, bu maddeye gelirken, burada demiryollarının kimi borçları düşülüyor.
Şimdi, bu anlaşılır bir şey. Yalnız, burada, yalnız bu maddeyle ilgili değil
Sayın Bakanım; ama, genelde bu yasayla, kimi bakanlarımızın "torba
yasa" kimilerinin de "torba mı çorba mı belli değil" dediği bu
yasayla... Ki, yasa tekniği yönünden bu yasanın iler tutar hiçbir tarafı
yoktur, hukukun "h"sini bilen herkes bunu böyle bilir, görür; bunu
saptamak çok zor değildir, çok kolaydır.
Yine de ben kendi işime
döneyim. Ben Sayın Bakanımdan soruyorum:
1. Şimdi, bu tasarıyla
silinen toplam borç miktarı; yani, kamu kuruluşlarından ödenmesi gereken, prim
olarak, kesenek olarak, bütçe ödeneği olarak, vergi olarak ödenmesi gereken bu
borçların toplamı ne kadardır?
2. Bu borçlar ödendikten
sonra, bu borçlar bütçeye yük edinildikten sonra -siz saydamlaşmayı
savunuyorsunuz, bütçe ödeneklerinin netleşmesini savunuyorsunuz; çok güzel
söylemler bunlar, doğru söylemler- peki, toplamda ne kadar parayı biz
siliyoruz?
3. Daha da önemlisi, bu
kamu kuruluşlarının, yarın aynı şekilde borca batık duruma gelmemesini sağlamak
için ne tür önlemler aldık, ne yaptık; yani, bu kamu kuruluşları yarın daha
büyük miktarlarda borç altına girdiklerinde, yine Meclise bir yasa getirip
borçlarını Hazineye mi yükleyeceğiz?
Buradaki durumun; yani,
bundan sonrasının netleşmesi, açıklık kazanması gerekir ki, bu yasayla
amacımıza ulaşalım, bu yasayla doğru sonuç alalım.
Bu çerçevede, son olarak
bir şey daha söyleyeyim; kamuoyunda kamu kesiminin bu tür borçlarının
silinmesinden, ödenmesinden doğan kimi duyarlılıklar var, kimi tedirginlikler
var; yani, bu işin yarını ne olacak, toplam nedir gibilerden. Bu konuda hükümet
sözcüsü ya da Sayın Bakanımız -doğal olarak- açıklamada bulunursa, hem genel
kamuoyu açısından hem de Yüce Meclisin doğru karar vermesi açısından yararlı
olur diye düşünüyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kepenek.
Madde üzerinde Hükümet
adına Devlet Bakanı Ali Babacan söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yasa içerisinde, bazı
maddelerde, kamu kuruluşlarının birbirine olan borç ve alacaklarıyla ilgili
bazı hükümler yer alıyor. Bu, hem şu anda görüşülmekte olan maddede var hem de
bundan sonra görüşülecek maddelerde var. Konu kamuoyunda da bir miktar
işlendiği için ve basında da farklı şekilde yer aldığı için kısa bir açıklama
ihtiyacı hissettim.
Şimdi, biliyorsunuz,
1993-1994 yıllarında yapılan bir tahkim işlemi var; yani, kamu kurum ve
kuruluşlarının birbirine olan borçlarının mahsup edildikten sonra kalanının da
tamamının sıfırlanmasıyla ilgili bir işlem.
Şimdi, bizim bu
maddelerle yapmakta olduğumuz, 1993-1994'te yapılan tahkimle uzaktan yakından
alakası olmayan işlemler ve ağırlıklı olarak, yapılan, eğer bir kuruluşun bir
başka kuruluşla birbirine borcu ve alacağı varsa aynı anda, bu karşılıklı
borçların ve alacakların mahsup edilmesinden ibaret. Diyelim ki, bir kuruluşun
diğer kuruluşa 500 trilyon borcu var, yine aynı kuruluştan da 450 trilyon
alacağı var. Rakamları örnek veriyorum. Bu 500 trilyon ile 450 trilyon
karşılıklı mahsup ediliyor ve geriye sadece bir 50 trilyon borç-alacak kalmış
oluyor. Bazı kurumlarda, eğer kurumun ödeme imkânı hiç kalmadıysa -bundan
sonraki maddeler gelince görüşülecek; diyelim ki, kuruluşun malvarlığı ya da
bunu ödeme kabiliyeti tamamen yok- o zaman da, bu kuruluşun borcunun terkin edilmesi
birkaç konuda söz konusu; ama, ağırlıklı olarak burada bahsettiğimiz, tamamen
mahsuplaşma.
Basında yer alan bu
tahkim kelimeleri bu uygulamayla tamamen alakasız; yani, 1993-1994'teki tahkim
kavramı ile şu anda yapmakta olduğumuz işlemler apayrı. Biliyorsunuz, bizim
önceliğimiz malî disiplin. Malî disiplinden asla taviz vermiyoruz ve af
konusuna da, biliyorsunuz, ikibuçuk yıldır, kesinlikle sıcak bakmıyoruz. Hiçbir
kurumun bir başka kuruma olan borcunun affına kesinlikle sıcak bakmıyoruz.
Kaldı ki, bu, belediyelerle ilgili çıkan yasada da -biliyorsunuz- öyleydi.
Kesinlikle af yok; ama, yeniden yapılandırma var, kolaylaştırma var. Yapılan
bütün bu değişiklikler, bu genel yaklaşım, bu genel perspektif çerçevesinde
yapılmaktadır.
Teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 18.31
SEKİZİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 18.40
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN
(Bilecik)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin Sekizinci
Oturumunu açıyorum.
827 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Devlet
Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/946) (S. Sayısı: 827) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Tasarının görüşmeleri
ertelenmiştir.
Emniyet Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporunun görüşmelerine başlıyoruz.
3.- Emniyet Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/971) (S. Sayısı:
831) (x)
BAŞKAN- Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 831 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsı adına söz isteyen, İstanbul Milletvekili
Hasan Fehmi Güneş.
Buyurun Sayın Güneş. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HASAN
FEHMİ GÜNEŞ (İstanbul)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmeye
başladığımız tasarı, polis örgütünün gereksinmelerini karşılamak amacıyla 10
000 yeni polis adayı atanmasını ve bu adayların eğitilerek yetiştirilmesini
öngören düzenlemeleri içermektedir.
Tasarı, 10 000 polis
ihtiyacını iki temel gerekçeye dayandırmaktadır. Biri, ülkemizde nüfus/polis
oranının açıldığını, yani 1 polise düşen nüfus sayısının yükseldiğini, bu
nedenle polis yetersizliğinin söz konusu olduğunu ileri sürmektedir. Bir
gerekçesi budur. Gerçekten de rakamlara baktığımızda görülecektir ki,
demokratik ülkelerde, gelişmiş ülkelerde 250 kişiye 1 polis hesaplandığı halde,
ülkemizde bu sayı daha yüksektir. Mesela, 2000 yılı verilerine göre, 292 kişiye
1 polis düşmektedir. Tasarının gerekçesinden anlıyoruz ki, şimdi, 300 kişiye 1
polis düştüğü gibi bir tabloya gelinmiştir.
Bu açık, kuşkusuz,
kapatılmalıdır; ancak, bu, aniden ortaya gelen bir olay değil, yani,
beklenmedik bir olay değil. Bu, bu açıklık yaratılmadan önlenebilecek bir
süreçti.
Hepimiz, polis sorumluluk
alanı olan şehirlerdeki nüfusun artış hızını biliyoruz, doğumla ve göçlerle
gelişen artış hızını biliyoruz. Bu artış hızı hesaplanarak, bu açıklık meydana
gelmeden önce bu kestirilebilirdi ve polis okullarına, polis yetiştiren
kurumlara, eğitim öğretim kurumlarına, kontenjan artırılarak, zaman içerisinde
bunu karşılayacak polis yetiştirecek sayıda öğrenci alınabilirdi.
(x) 831 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.
Şunu söylemek istiyorum
ki, polis/nüfus oranındaki açıklık, aslında, birkaç yıldan beri iyi
hesaplamamaktan kaynaklanan bir açıklıktır; kendiliğinden gelişen ani bir olay
değil. Şimdi, bir sorunla karşı karşıyayız demek haklılığı vermeyecek bir
olaydır; çünkü, sorun olmadan bu çözülebilirdi, polis okulları bunun için var.
Bir ikinci gerekçe;
deniliyor ki, suç arttı toplumda, suçlar arttı, çok suç işlenmeye başlandı; suç
türleri de arttı, çok değişik türde suç işlenmeye başlandı; bunun için de
polise ihtiyacımız var.
Doğrusunu isterseniz, bu
gerekçe de bana çok sağlam bir gerekçe olarak görünmüyor. Bu dönemde artan suç
türlerine baktığımızda, Türk polis örgütünün, Türk emniyet örgütünün,
içgüvenlik örgütümüzün baş edemeyeceği türden bir suçla karşı karşıya değiliz,
katiyen değiliz. Ortada artmış gibi görünen suçlar, işte, kapkaç, hırsızlık,
ırza karşı, mala karşı suçlardır. Bunlar, bizim iç güvenlik örgütümüzün tarih
boyunca çok kolayca baş edebildiği, önleyebildiği suç türleridir. Son yirmibeş
yılın aslında örgütlü suç açısından, en rahat dönemi yaşanmaktadır. Son
yirmibeş yılda, daha önceki dönemlerde yaşadığımız siyasî şiddet, ayrılıkçı
şiddet, bölücü şiddet gibi örgütlü suçlara rastlamamaktayız ya da çok az
rastlamaktayız. Aslında sorun olan, güvenlik açısından sorun olan, kamu düzeni
açısından sorun olan terör niteliğindeki suçlara rastlamamaktayız. Çok da iyi
bir tablo. Neyle; kapkaçla karşı karşıyayız, o nedenle, 10 000 yeni polis
alalım deniyorsa, bu, bana inandırıcı gelmiyor.
Belki, artan suçların
niteliğine bakarak, işte, az evvel arz etmeye çalıştığım gibi, bunlar mala
karşı -hırsızlık gibi, kapkaç gibi- ırza geçmek gibi, kadın, kız kaçırma gibi,
yolsuzluk gibi suçlar; bunlara baktığımızda bunun sadece bir polisiye olay olup
olmadığını da düşünmeliyiz. Acaba, bir toplumsal sorunla mı karşı karşıyayız?
Bir sosyal psikoloji konusuyla mı karşı karşıyayız? Belki derinliğine bunları
düşünmek... Bir otorite yitimi, topluma hâkim olan bir otorite yitimi,
otoriteye karşı başkaldırı eğiliminin yaygınlaşması niteliğinde
tanımlanabilecek bir olayla mı karşı karşıyayız, yoksa sadece bir polisiye olay
mı? Bir polisiye olaysa, ben, bu konularla ilgilenmiş olan bir arkadaşınız
olarak size güvence veriyorum ki, içgüvenlik örgütümüz, bu tür polisiye
olayların üstesinden gelecek güçtedir, yetenektedir ve bunu her zaman
göstermiştir. Burada o örgütte görev yapmış arkadaşlarımız var, onlar bunu
biliyorlar. Yani, karşı karşıya kaldığımız suçlar, artar görünen suçlar ve suç
türleri, içgüvenlik örgütümüz açısından kolay önlenebilir suçlardır; sorun
düzeyine gelmeden, kolay önlenebilir suçlardır, mevcut yapısıyla.
Şimdi, bu amaçla, çok
katılmadığım iki gerekçeye dayalı 10 000 yeni polis adayını eğitmek üzere
getirilen tasarıda, bir başka yeni öneriyle de karşı karşıyayız: 10 000 yeni
polis adayını eğitmek üzere yeni polis okulları açılmaktadır.
Değerli arkadaşlar, niye
yeni tür bir polis okulu? Niye sisteme yabancı bir düzen? Doğrusu ben bunun
cevabını tasarıda bulamadım. Dilerdim ki, burada işte Sayın İçişleri Bakanı, bu
yasanın esas sahipleri olsa da buna cevap verseler, en azından ben
öğrenebilirdim. Onu tasarıdan çıkaramadım. Polis okulları var. Aslında
içgüvenlik örgütümüzün genel çizgiler açısından, Türkiye ortalaması açısından
çok dikkat çekici bir eğitim sistemi var; üniversitesi var, akademisi var,
koleji var, yüksekokulları var, fakültesi var, enstitüsü var. Bunlar içgüvenlik
örgütümüze has, ona münhasır, ona özgü. Böyle iken, niye yeni tür bir polis
okulu açılması ihtiyacı duyulmuş ve bu tasarıya konmuş? Doğrusu, bu mutlaka
cevaplanması gereken bir soru. Niye? Var çünkü polis okulları. O polis
okulları, benim bildiğim 26 tane, 28 olurdu, 30 olurdu, kontenjanları
artırılabilirdi; ama, bir tekdüzelik, o sistem bozulmayabilirdi.
Bir başka konu, 10 000
yeni polis adayı alacağız onları altı ay eğiteceğiz ve sonra da
görevlendireceğiz polis memuru olarak.
Değerli milletvekilleri,
polis sayısını farklı hesaplamamız gerekiyor; çünkü, polis 24 saatte 3 posta, 3
vardiya olarak görev yapıyor. İşte "12-24" gibi kavramlarla ifade
ediliyor. Yani, bu, şu demek: 10 000 polis demek, her gün aktif polislik görevi
yapacak 3 300 eleman demektir biliyorsunuz; üçe bölmemiz lazım. 10 000 demek,
her gün görev yapacak 3 300 kişi demektir. Çünkü, üçlü çalışıyor 12-24 gibi. 81
ilimiz var; 81 ile de bölerseniz 3 300'ü galiba 40-50 gibi bir rakam bulunuyor.
Yani, il başına 40-50 polis. Bütün sorun, 40-50 ilave polisle çözülecek bir
sorunsa, sorun yok demektir. Anlıyorum; ama, takviye için yeni bir yasaya gerek
yok. Takviye için, mevcut düzene ek öğrenci alarak yapabiliriz. Benim
anlayamadığım belki bu.
Peki, o takviyeyi başka
türlü sağlayamaz mıyız? Ben sağlayabileceğimize inanıyorum, şimdi söyleyeceğim.
Benden daha iyi içgüvenlik örgütünü tanıyan arkadaşlarım var, şimdi lütfedip
bugün burada bulunan arkadaşlarımın içinde de var, görüyorum onları, eğer ben
yanlış bir hesap yaparsam, lütfen beni uyarsınlar.
Aslî polislik hizmeti
olmayan görevlerde istihdam ettiğimiz çok sayıda polis var. Neyi kastediyorum;
bina koruma, tesis koruma, kişi koruma, maç, konser gibi etkinlikleri koruma
gibi görevlerde, pek çok polisi oralarda... Onlar, aslî polislik görevi değil,
o polislik değil; o çocukları orada, o çocuklarımızı orada bloke ediyoruz. Bunu
düzenlesek... Bunu düzenlersek değerli arkadaşlar, benim hesabıma göre, 20 000
kadar polis tasarruf ediyoruz, 20 000 kadar.
Başka... Bazı polis
arkadaşlarımızı, polis evlatlarımızı büro işlerinde çalıştırıyoruz, evrak
kaydettiriyoruz, daktilo yazdırıyoruz.
DURDU MEHMET KASTAL
(Osmaniye) - Polisevi...
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
(Devamla) - Polisevinde garsonluk yaptırıyoruz. Bu, polislik hizmeti değil,
sivil elemanlarla yaptırabileceğimiz hizmetler. Buralara sivil eleman alırsak,
o görevleri yaptırırsak, şoförlük, vesaire, oradan tasarruf edeceğimiz polis
sayısı, yine, benim hesabıma göre, yaklaşık 15 000 civarındadır.
Bir başka sorun, bir
başka tasarruf alanı emeklilik konusudur. Benim bildiğim, polis arkadaşlarımız,
kaç yaşında, 52 yaşında emekli edilmektedir polisler; aslında, görev yapacak
bir yaş. Rütbe yükseldikçe yaş da yükseliyor.
Değerli arkadaşlar,
emekli ettiğimiz polisler geçim sıkıntısı çekiyorlar; çünkü, emekli
olduklarında, onların tazminatları, yan ödemeleri, hepsi kesiliyor, maaşları
üzerinden emekli aylığı alıyorlar ve zor geçiniyorlar. Onların emeklilik yaşını
biraz yükseltirsek ve onları erken emekli olmaktan caydırıcı birtakım düzenli
iyileştirmeler yaparsak, oradan sağlayabileceğimiz, tasarruf edeceğimiz eleman
sayısı yılda 5 000'dir. Yılda 5 000. Bu, çok sağlam bir rakam. Mesela, 2004
yılında emekli olan polis sayısı 5 000. Her yıl 5 000 kadar oluyor.
Bir başka tasarruf
olanağı, askerlik çağına gelmiş polis memurlarımız var; bu sorunu çözmeliyiz
aslında. Bir silahlı güç olarak nitelendirdiğimiz polisler, ayrıca böyle bir
dönemde askerlik görevini de gidip fiilen yıllarca yahut aylarca yapmalı mı,
yoksa çok ihtiyaç... Belli ki ihtiyacımız var; 10 000 yeni polis alırken, şimdi,
biz, 7 000 - 8 000 yetişmiş üniformalı polisin üniformalarını çıkaracağız,
askere göndereceğiz. Bu 7 000 - 8 000, benim hesabıma göre. Söylemek istediğim
şu: Bu alanlarda... Ki, doğrusu budur; modern, çağdaş polis böyledir; polis
polislik yapar, garsonluk yapmaz, yaptırmamalıyız. O, bizim, siyasetçilerin
sorumluluğu; burada hedefim, muhatabım polis değil, polis örgütü değil;
siyasetçilerin, yöneticilerin sorunu. Bunu böyle çözebiliriz, onu söylemek
istiyorum; 10 000'den daha fazla polis tasarruf ederek, yetişmiş, eğitilmiş,
görevini bilen insanla bu açığı kapatabiliriz. Yani, çözüm, mevcudu verimli ve
yerinde kullanarak mümkün; mevcudu yerinde ve verimli kullanmak, akılcı
kullanmak.
Bakın, değerli
arkadaşlarım, bir örnek vermek istiyorum: Emniyette de, yani poliste de piramit
sağlanmalıdır; yani, Türk Silahlı Kuvvetlerindeki gibi. En yukarıda 1 inci
sınıf emniyet müdürleri -emniyet müdürü en az olmalıdır- sonra 2 nci sınıf
emniyet müdürü, 3 üncü, 4 üncü emniyet amirleri; böyle inmelidir. Bugün, tersi;
benim hesabıma göre, 2 500 civarında -4 sınıfı da hesaplarsak- emniyet müdürü
var. Piramit ters dönmüş; ama, daha alt rütbedekiler daha az; bunu çözmemiz
lazım. Ve bugün, 500 civarında 1 inci sınıf emniyet müdürü -belki rakamda ben
hata yapabilirim- atıldır, pasiftir, görev yapamamaktadırlar, görev dışıdırlar,
devre dışıdırlar, çok büyük bir güç; 1 inci sınıf emniyet müdürleri bunlar.
Bunlara emek vermişiz, bunları eğitmişiz, yetiştirmişiz; bunlar, çok önemli,
bilgili insanlar, çok şey biliyorlar. Şunu, bütün milletvekili arkadaşlarım
bilmeli ki, Türk polis örgütünde, Avrupa düzeyinin üzerinde yetişmiş elemanlar
vardır. Onlar, dışarılara gittiler muhtelif tarihlerde; orada, kurslar
gördüler, eğitildiler; o kurs gördükleri yerlerdeki bilgilerini daha geliştirdiler;
çünkü, burada, çok yoğun bir terör dönemi yaşadık, orada, ateşin içinde,
kendilerini yetiştirdiler. Bu arkadaşlarımızı, böyle, 300 tanesini, 500
tanesini devre dışında tutmak bizim başarısızlığımızdır, bizim -eğer müsaade
ederseniz- ayıbımızdır. Bu, akılcı, rasyonel kullanmamaktır elemanlarımızı;
bunu halledebiliriz.
Bir başka, bilginize
sunmak istediğim itirazım şudur: Yeni alınacak 10 000 polis adayı; bunlar, dört
yıllık yükseköğrenimli olacaklar; tasarı öyle. Bunlar için, yeni, polis meslek
eğitim merkezi adında okullar açıyoruz; galiba 2 tane açılacak. Böyle bir okul
yok şu anda sistemde. Sistem şöyle: Polis Kolejimiz var lise düzeyinde, lise
düzeyinde eğitim veriyor. Oradan yetişen çocuklar Polis Akademisine geliyorlar;
orası, üniversite düzeyinde eğitim veriyor; yani, dört yıl, lisans düzeyinde
eğitim veriyor ve onlar, komiser yardımcısı olarak mezun oluyorlar; en ideali
bu. Oraya döneceğim tekrar... En ideali bu. Bunun dışında, önlisans düzeyinde
de bir eğitim kurumumuz var; polis meslek yüksekokulları; bunlar -26 kadar
sayısı- lise düzeyinde öğrenci alıyor, lise mezunu düzeyinde öğrenci alıyor;
iki yıllık eğitimden sonra polis memuru olarak atıyor, rütbesiz. Ayrıca, Polis
Akademimiz var, kolejden ve liseden gelen, sınavla gelen öğrencileri yetiştiriyor.
Dört yıl o, lisans düzeyinde. Ayrıca, sistemin içinde, Güvenlik Bilimleri
Fakültesi, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü ve fakülte, yüksekokullarda okuyan,
içgüvenlik adına okuyan polislerimiz var. Aslında, mükemmel bir sistem;
geliştirilebilir, çağdaşlaştırılabilir, ilave yapılabilir; ama, iyi bir sistem.
Hayır, şimdi, tasarıyla getiriyoruz, 10 000 yeni arkadaşımız için yeni tür bir
polis okulu açıyoruz, yeni tür polis meslek eğitim merkezi. Niye?.. Öyle.
Bunlar, dört yıllık
yükseköğrenim ve üniversite mezunlarını alacaklar, altı aylık bir eğitimden
geçecek ve polis olarak atanacak. Dikkatinize sunuyorum; akademide aynı dönem
okuyan, hatta altı ay daha az eğitim görenler, komiser yardımcısı olarak
atanıyor. Dört yıl ve artı altı ay eğitim gören adayları polis olarak
atayacağız. Nereye kadar gidecekler, emniyet müdürlüğüne kadar mı; o muğlak,
tasarıda onun cevabı yok. Peki, mevcut sisteme uyuyor mu; uymuyor. Ben
biliyorum ki, şu anda ortaokul mezunu başkomiserler var, az da olsa; liseden gelen başkomiserler var. Onlar, işte, lise,
ortaokul mezunu arkadaşlarımız, o dönemin koşullarına göre. Şimdi, bu
yüksekokul mezunları gelecek, altı ay eğitim görecek ve polis memuru olacak,
rütbesiz. Onlar, onları yönetecek. Terfide, rütbede, emir komutada bir sorun çıkacak
mı; öyle görünüyor ki çıkacak. Yani, göz göre göre böyle sorun yaratıcı,
aykırı, çelişik bir sistemin, bir düzenin niye tercih edildiğini, doğrusu, ben
anlayabilmiş değilim. Niye?!. Mevcut meslek okullarının kapasitesini
artırabilir, 26 taneyi 28'e çıkarabilirdik. Bu konularda, ben, tasarının çok
akılcı ve çok gerçekçi olmadığı kanısındayım. Bunu sizlerle paylaşmak
istiyorum. Sorun yaratacaktır. İleride, tam bir uyum içinde, tam bir disiplin
içinde olması gereken bir örgütte sorunlar yaratacağız; biz yaratmış olacağız.
Bunun, bir kere daha düşünülmesi gerekiyor.
Kaldı ki, değerli
arkadaşlarım, herhangi bir yüksekokuldan, dört yıllık yüksekokuldan gelecek bir
arkadaşımız, altı ay eğitim görecek -ben konuştum, planlanan 720 saatlik bir
eğitim- orada, işte, polislikte gerekli olan bilgiler verilecek. Polislik,
öğretim değil, eğitim sorunudur. Polis eğitilmelidir, polis olarak
eğitilmelidir.
Şunu söylemek istiyorum:
Polislik, sabah 9, akşam 5 yahut 12-24 yapılan bir iş değil. Polislik, bir
kimlik, bir kişilik, bir hayat tarzı, bir dünya görüşü. Polis diye eğitilip
yaratılmalıdır, kişiliği orada teşekkül etmelidir. İki meslek böyledir; biri
polislik, biri öğretmenlik. Onlar, yaşamının bütün zamanlarında polistirler ve
öğretmendirler. Kişilikleri öyle gelişir. Doğrusu, ortaöğrenimden sonra alıp,
kişiliğinin teşekkül ettiği dönem içinde onları "siz polis olacaksınız,
polis şu kadar önemli bir meslek, polis bu toplum için bu kadar gerekli, siz
hukukun yolda yürüyeni olacaksınız, siz hukuku temsil edeceksiniz, adaleti
temsil edeceksiniz, güvenliği temsil edeceksiniz, insanlar size bakacaklar ve
kendilerini güvenlik içinde hissedecekler, özgürlüklerini kullanma konusunda
kendilerini rahat hissedecekler" diye yetiştireceğiz onları. Daha önce, 30
yaşına kadar, 28 yaşına kadar yaşamın başka kalıplarında şekil almış,
bazılarını kendine yakın, bazılarını kendine uzak kabul etmiş, yandaş kabul
etmiş bazı kesimleri, karşıt kabul etmiş bazı bölümleri; böyle bir insanı, altı
ay, işte, Ceza Muhakemeleri Usulü şudur, tutuklama budur, şudur deyip, beline
tabanca takıp, sen zor kullanma ve silah kullanma yetkisini haizsin diye
toplumun içerisine çıkarmak, akılcı bir iş değil değerli arkadaşlarım, doğru
değil; yok böyle bir şey! Böyle, polis eğitimi, ona kişilik vermek demek, onu
polis olarak... Polisler, toplumların en önemli insanları. Onlar, silah
takmadıklarında da, cop göstermediklerinde de, sokakta yürürken toplayacakları
saygınlıkla, ilgiyle, güven verici tutumlarıyla kamu düzeninin güvencesi,
garantisi olurlar. Şimdi, nasıl olsa, zor kullanma yetkisi var, silah kullanma
yetkisi de var, bunlar çözülür diyemeyiz. Onun için, başımıza pek çok işler
geliyor. O zor kullanma ne kadar zordur. Hangimize... Bize verseler... Bana
verseniz silah kullanma ve zor kullanma yetkisini, lütfen, vermeyin derim.
Lütfen, ben onu...
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Olsun; ama, kullanma...
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
(Devamla) - Yani, çok yetiştiremediğimiz, kendisini çok donatmadığımız
insanlara bu yetkiyi verirsek, onların da, toplumun da başını derde sokarız ve
bu yanlıştır. Bu, sayı meselesi falan değildir. Bu, bir nitelik sorunudur. Ben,
o bakımdan da, bu tasarının çok iyi düşünülmediğini arz etmek istiyorum.
Başka itirazlarım da var.
Bakın, kaç yaşında alınacak; 25-27 yaş sınırıyla gelmiş, komisyonda değiştirilmiş,
27-29 yaş sınırı olmuş. Ne demek; 27 yaşını doldurmamış, askerlik yapmayan
erkekler ve kızlar ile askerliğini yapmış, 29 yaşını doldurmamış erkekler
alınacak; yüksek öğrenimli tabiî.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul)
-29 undan gün almamış...
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
(Devamla) - Evet, gün almamış.
29 undan gün almamış olan
erkekler için; niye kızlar için değil; onlar askerlik yapmadığı için. Yap
dediniz de yapmadı mı?! Niye değil?! Onları da niye 29 yaşında almıyoruz?!
Onlar 27. Niye; askerlik yapmadı. Ee, yap... Düzeltmeliyiz onu. Kızlara da
"29 yaşından gün almamış"ı koyalım. Biz yaptırmıyoruz çocuklara
askerliği; yani, yap diyoruz da yapmıyor değiller. Onlara askerliğini yapmamış
muamelesi yapmak, bizim de askerlik konusunda yanlış bir tutum gösterdiğimizin
işareti olabilir; onu düzeltmeliyiz. Bir ayırımcılık... Gözden kaçmıştır, ben
kasıt olduğunu sanmıyorum; ama, böyle düşünmemiz gerekir.
Bir başka itirazım
yönetmelikle ilgili; 1 inci maddenin değiştirdiği... Daha doğrusu 24 üncü
maddenin son fıkrasında deniliyor ki, polis meslek eğitim merkezlerinin
kuruluşu, çalışma usul ve esasları, bu merkezlerde eğitime alınacak
öğrencilerde aranacak şartlar, mezun oldukları okulların nitelikleri, yapılacak
sınavlar vesaire vesaire vesaire "İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir."
Değerli arkadaşlarım,
yönetmeliğe, genel olarak hukuk hiyerarşisinde, kurallar hiyerarşisinde
yönetmeliğe verdiğimiz anlamı taşan bir alandır bu. Bu alan yasayla
düzenlenmelidir; yasayla düzenlenir, ayrıntısı yönetmelikle düzenlenebilir.
Kaldı ki, Anayasanın 132 nci maddesinde deniliyor ki: "Türk Silahlı
Kuvvetleri ve emniyet teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumları -bu, tam bir
yükseköğretim kurumu- özel kanunlarının hükümlerine tabidir." Yani, bu
alanı yasayla düzenlememiz gerekir, sadece yönetmeliğe veremeyiz; yönetmeliği
aşan, yönetmelik kavramını aşan bir durumla karşı karşıyayız.
Önerilerime geliyorum:
Bir kere, okullar açısından önerilerimi söyledim. Ondan ayrı olarak, değerli
arkadaşlarım; bir, içgüvenlik örgütümüzün tümünü yeni baştan ele almalıyız,
yeni baştan, yeniden düzenlemeliyiz.
Şunu söylemek istiyorum:
Gelişmiş Batı ülkelerinde, büyük kentlerin, büyük şehirlerin -onları bilen
arkadaşlarım var- bütün duyarlı alanları elektronik gözlerle 24 saat izlenir,
gözlenir. Bir anakomuta merkezinde, bir kumanda merkezinde onları izlerler,
oradaki olayı anında görürler. O sistemle entegre olmuş yaya, motosikletli,
otomobilli ekipler, derhal, oraya elektronik haritalarla sevk edilir ve
hesapları, hedefleri, 3 dakika içerisinde olaya elkoymaktır. Ona göre
konuşlandırmışlardır, ona göre düzenlemişlerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güneş,
toparlayabilir misiniz.
Buyurun.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
(Devamla) - Toparlamaya çalışacağım efendim.
Bunlar, bizim icat
etmemize gerek yok, yapılmış uygulamalar. Bu tarz bir uygulamaya geçmeden,
sadece sayı artırarak, bu tarz bir sayı artırarak önleyemeyiz; yani,
şehirlerimizdeki, özellikle büyük şehirlerimizdeki içgüvenliği böyle
sağlayamayız. Bakın, mesela, Ankara. Ankara'nın, tespit edebildiğime göre, 22
000 sokağı var. Her sokağa 1 polis koysak, 22 000. 1 olmaz, biliyorsunuz,
devriye ancak 2 polisle olur, 2 katı; etti 44 000. Üç vardiya yapacağız bunu.
Üç vardiyaya falan çıkardığımızda, 66 000. 3 tane üçlü vardiya olacak. 132 000
polis sadece Ankara için gerekli. Halbuki, mevcudu 170 000; yani, bütün
Türkiye'deki 170 000 küsur. Yani, yeni güvenlik konsepti, kavramı, mümkün
olduğu kadar çok teknolojiyle ve mümkün olduğu kadar az personelle yerine getiriliyor.
Bunu öneriyorum.
Bir başka önerim şu: Biz
içgüvenlik örgütümüzü yeniden yapılandırmalıyız. Burada, hiç kimse üzerine...
Şimdi söyleyeceğimden kimseyi suçlamak istemiyorum, bir gerçeği söylemek
istiyorum. Bizim içgüvenlik örgütümüz, polis devleti modeline göre
oluşturulmuştur. Tekrar ediyorum, bizim içgüvenlik örgütümüz, polis devleti
modeline göre oluşturulmuştur. Halbuki, şimdi, biz, hukuk devleti
aşamasındayız, hukuk devletini bütün kurallarıyla, bütün kurumlarıyla, bütün
işlerliğiyle gerçekleştirmek istiyoruz. Polis örgütümüzü, içgüvenlik
örgütümüzü, çağdaş, demokratik hukuk devletinin örgütü haline getirecek,
dönüştürecek bir çalışma yapmalıyız. Polis devleti, bu tartışmalar olurken,
elimizden bütün yetkilerimiz...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güneş,
lütfen toparlar mısınız.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
(Devamla) - Efendim, tamamlıyorum.
Hayır...
1. Hukuk devletindeki
içgüvenliğin yetkileriyle artık görev yapacağız; onu içimize sindirmeliyiz, onu
getirmemiz lazım.
Hızla geçmem lazım.
2. İçgüvenlik örgütünün
sorunlarını mutlaka çözelim. Görevden kaynaklanan, maaşından kaynaklanan, özlük
haklarından kaynaklanan, lojman yokluğundan kaynaklanan, tatil yokluğundan
kaynaklanan, kamp yokluğundan kaynaklanan, Polis Vazife ve Salahiyet Yasasından
kaynaklanan pek çok sorunları var; onları çözmeliyiz ki, o, mutlu bir toplum
olsun.
Belki çoğumuz bilmiyoruz,
mesela, polisler evlenmek için izin almak zorundadırlar, izin almalıdırlar.
Yani "ben şuna aşık oldum, onu çok seviyorum, ben onunla evlenmek..."
"Öyle şey yok, benden izin alacaksın" diyor, öyle, disiplin tüzüğü.
Temel ve sarsılmaz
inancım şu: Polis örgütümüz, söylemeye çalıştığım özlük ve görev konuları
iyileştirilirse, iyi eğitilirse, iyi donatılırsa, iyi yönetilirse, yüz akı
başarılara imza atacak yetenektedir...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
(Devamla) - Son cümlemi söylüyorum efendim.
BAŞKAN - Buyurun.
HASAN FEHMİ GÜNEŞ
(Devamla) - ...toplumsal huzurumuzu, kamu düzenimizi, en üst düzeyde sağlayacak
yetenektedir; yeter ki onların sorunlarını çözelim.
Çok teşekkür ederim, sağ
olun. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Güneş.
Madde üzerinde şahsı
adına söz isteyen, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşülmekte olan kanun tasarısının tümü üzerinde söz aldım.
Öncelikle, bu konuyla
ilgili görüşlerimi ifade etmeden önce, bu kanun tasarısının İçişleri
Komisyonunda görüşüldüğüne dair herhangi bir bilgiye rastlamadım. Komisyon
Başkanımız burada, beni dinlemiyorlar şu anda; ama... Komisyon üyesi
arkadaşlarımdan da teyit etmeye çalıştım. Bu tasarı, İçişleri Komisyonunda
-maalesef- görüşülmeden, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülerek buraya gelmiş.
Plan ve Bütçe Komisyonu
son derece önemli bir komisyon, oradaki üyelerimize son derece saygı duyuyorum;
ancak, bu kanun tasarısının, öncelikle İçişleri Komisyonunda ele alınıp, orada
tartışılıp, olgunlaştırılıp, daha sonra Plan ve Bütçe Komisyonuna gönderilmesi
gerekirdi. Niye bunu söylüyorum; çünkü, İçişleri Komisyonu Başkanı mülkî
idareden gelen bir ağabeyimiz, o komisyonda görev yapanlar yine mülkî idareden
gelen arkadaşlarımız. Emniyet teşkilatında emniyet müdürü olarak görev yapmış
arkadaşlarımız vardı. Bu mesele, öncelikle onların meselesiydi. İçişleri
Komisyonunda bu mesele ciddî bir şekilde ele alınmış olsaydı, biraz önce Sayın
Hasan Fehmi Güneş'in de çok güzel ifade ettiği, burada mutlaka düzeltilmesi gereken
aksaklıklar, belki, Meclis gündemine getirilmeden, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündemine gelmeden önce, orada çözülme imkânına sahip olacaktı.
Şimdi, bu kanun tasarısı,
alelacele, niçin Türkiye'nin gündemine getirildi? Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşülme
tarihi 4.3.2005 ve çok kısa bir süre içerisinde de, bugün, Meclis gündeminde.
Bunun sebebi, Türkiye'de, özellikle, son günlerde başgösteren ve bütün illere
sirayet eden, vatandaşları canından bezdiren, can güvenliğini ortadan kaldıran,
âdeta insanların sokaklarda...
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
bir saniye...
Tasarı, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı tarafından İçişleri Komisyonuna havale edilmiştir;
ancak, Komisyon görüşmemiştir. Bilgilerinize...
Buyurun Sayın Kandoğan.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ben, onu okudum Sayın Başkanım; ancak, İçişleri Komisyonunda niye
görüşülmediğini çok merak ediyorum. Sayın Komisyon Başkanımızın da bu konuyla
ilgili bir açıklaması olursa, hem milletvekilleri hem de vatandaşlarımız bunun
niye orada görüşülmediğini, görev de verilmiş olduğu halde, niye komisyonda ele
alınmadığını, ben bir milletvekili olarak merak ediyorum, sizler de herhalde
merak ediyorsunuzdur, milletimiz de merak ediyordur.
Şimdi, alelacele bunun
Meclis gündemine getirilmesinin sebebini biraz önce anlatmaya çalıştım; ama,
görüyorum ki, o sebeplerle, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelen kanun
tasarısı, daha başlangıçta ölü olarak doğuyor; çünkü, 2005 yılı içerisinde
sadece 2 000 polis memuru alınıp, altı aylık eğitimden geçirildikten sonra,
polis adayı olarak atanacaklar; ama, ilk çıktığında, işte 10 000 kişi
alınacaktı, hatta bu yetmiyordu, daha fazla sayıda polis memuru adayı alınacak
ve daha sonra polis memuru yapılacaktı. Şimdi, 2005 yılında, sadece 2 000 kişi.
Bu, 2 000 kişiyi, 81 ile bölecek olursanız, 25 kişi yapar. Şimdi, illerdeki
polis sayısını 25 adet artırınca, son günlerde büyük ölçüde ortaya çıkan kapkaç
terörü önlenecek mi, hırsızlık vakaları önlenecek mi?! Kaldı ki, gerekçede...
TELAT KARAPINAR (Ankara)-
Yüksekokul mezunları polis oluyor. Polis meslek okulları...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)-
Ona da geleceğim. Şimdi "yüksekokul mezunları polis oluyor" derseniz,
Sayın Milletvekili, şu anda görev yapan polis memurlarına haksızlık
yapıyorsunuz. Şimdi, yüksekokul mezunu 2 000 adayı polis yaptıktan sonra her
şey güllük gülistanlık mı olacak?! Türkiye'deki bu kapkaç terörünün, bu
anarşinin artmasının altında yatan sebebin polis memurlarının lise mezunu
olmasından kaynaklandığını söylerseniz, çok büyük bir yanlışlık yapıyorsunuz
Sayın Milletvekili. 200 000 polis memuruna karşı bu tavrınız... (AK Parti
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN- Sayın
milletvekilleri, lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)-
Sizin söylediğiniz odur.
TELAT KARAPINAR (Ankara)-
Nereden çıkardın?!
BAŞKAN- Sayın Karapınar...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)-
Şimdi ona da geleceğim.
AHMET IŞIK (Konya)- Öyle
bir şey söylemedi.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)-
Hayır, Sayın Işık. Sayın Milletvekilinin söylediğini çok iyi anladım.
AHMET IŞIK (Konya)-
Milleti yanıltmayın.
BAŞKAN- Sayın Işık...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)-
Çok iyi anladım. Yüksekokul mezunu 2 000 kişiyi polis yapınca bu işler bir anda
düzelecek, ortalık güllük gülistanlık olacak. Bunu söylerseniz, 200 000 polis
memuruna haksızlık yaparsınız. Yanlışlık yapıyorsunuz.
TELAT KARAPINAR (Ankara)-
Bunu söyleyen sensin.
BAŞKAN- Sayın Karapınar,
lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)-
Değerli milletvekilleri, bakınız, 2003 yılında 3 516 kişi polis memurluğundan
ayrılmış, emekli olmuş; 2004'te de 5 006. Burada diyor ki: "Bu sayı
artarak devam edecek." Peki... Bu polis memurlarımızın bu meslekten
ayrılmalarının, bu rakamların bu kadar büyük olmasının altında yatan gerçekleri
de bir irdelemek lazım.
Bakınız, Sayın İçişleri
Bakanının Meclis tutanaklarından bir ifadesini okuyorum. Sayın Bakan diyor ki:
"Ben, Bakanlık görevime başlar başlamaz..." Bakınız, ifade...
"Ben, Bakanlık görevime başlar başlamaz hem emniyet mensuplarımız amir ve
memurlarının hem de çarşı ve mahalle bekçilerimizin özlük haklarıyla, sosyal
haklarıyla ilgili bir düzenleme yapılmasını istemiştim ve bu çalışmalarımız da
devam ediyor." Sayın Bakanım, ikibuçuk yıl önce söylenmiş bir söz. Bakan
olur olmaz bu talimatı vermişsiniz, bir çalışma başlatın demişsiniz, ikibuçuk
yıl geçmiş aradan, bu çalışma nasıl bir çalışmadır ki, ikibuçuk yıl geçmiş
olmasına rağmen, polislerimizin sosyal haklarında, maaşlarında herhangi bir
iyileştirme olmamıştır. Siz, bunu söylerseniz, polis memurlarımızın da bu
Bakana karşı inancı ve itimadı kalmaz. Bu polis memurlarımızın, artık, bu Bakana
güveni azalmıştır. İkibuçuk yıl önce vermiş olduğunuz sözün arkasında durun
Sayın Bakanım.
Ben inanıyorum ki, bu
polis sayısını artırmadan da, Türkiye'deki huzuru, asayişi, kapkaç terörünü,
hırsızlığı, mevcut polis sayımızla da rahatlıkla önleyebiliriz; çünkü, geçmişte
aynı sayıda polisimiz varken, iki yıl önce, üç yıl önce bu hadiseler var mıydı
Türkiye'de?! Ama, polisin morali bitmiştir arkadaşlar...
TELAT KARAPINAR (Ankara)
- Polise hakaret ediyorsun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Polisin morali bitmiştir, polisin Bakanına inancı kalmamıştır, itimadı
kalmamıştır...
TELAT KARAPINAR (Ankara)
- Polise hakaret ediyorsun.
BAŞKAN - Sayın
Karapınar...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- ...polis moral bozukluğu içerisindedir.
Bakınız, polis, yılda 1
500 saat fazla mesai yapıyor. Hangi meslek grubunda yılda 1 500 saat fazla
mesai yaptırıyorsunuz? Bütün kamu kurumlarına bakınız, saat 17.00 oldu mu,
17.00'ye 5 kala, 10 kala oldu mu, memurlar yerini terk eder, gider; ama, polis
memuru, 14 saat, 15 saat, 16 saat, hatta, bazı günler uyumadan görevine devam
eder. Siz, bu kadar zor şartlar altında çalışan memurlarımıza sahip
çıkmazsanız, destek olmazsanız, maddî durumlarını iyileştirmezseniz,
polisimizin moralini olumsuz yönde etkilemiş olursunuz.
Birinci şart, polisin moralini
yüksek tutmaktır. Siyasî otoritenin kendi arkasında olduğu inancının, polise,
mutlaka verilmesi ve sağlanması gerekmektedir.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) -
Niye bağırıyorsun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bakınız, Sayın Hocam, siz de burada aynı tonda konuşuyorsunuz. Benim yüreğim
yanıyor. Ben, yirmiüç yıl bu polis teşkilatının en yakınındaki insan olarak
çalıştım. Ben, kaç tane polis memurumun önümde şehit olarak yattığını gören bir
insanım.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) -
Daha rahat konuş...
BAŞKAN - Sayın Milletvekilim,
lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Evet, ben beş yılımı Siirt'te, Olağanüstü Hal Bölgesinde, terörün en yoğun
olduğu dönemde, onlarla gece gündüz, omuz omuza, gönül gönüle vererek hizmet
etmiş birisiyim.
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) -
Yavaş konuş, yavaş..
BAŞKAN - Sayın
Özyılmaz...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Şimdi, buradan İstanbul Emniyet
Müdürü Sayın Cerrah'ı da saygıyla anıyorum; o da Siirt'te Emniyet Müdürü olarak
terör örgütlerinin üzerine polis memurlarının en ön safında yürüyerek, koşarak
gitmiştir. Böyle, polise sahip çıkarsan, polise destek olursan, polisin moral
gücünü yükseltirsin, polis 24 saat çalışsa da canla başla görev yapar...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) -
Bak sesin kesildi!
AHMET IŞIK (Konya) -
Seçmene selam...
BAŞKAN - Lütfen, sayın
milletvekilleri...
Sayın Kandoğan, tamamlar
mısınız.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- 25 yıllık bir başkomiser emekli olduğunda 550 000 000 lira emekli maaşı
alıyor. 25 yıl canını, malını, her şeyini feda eden polis memuru, başkomiser
rütbesinden ayrıldığında 550 000 000 lira emekli maaşı alıyor. Bu 550 000 000
lirayla bir başkomiserin, bir polis memurunun hayatını idame ettirmesi mümkün
mü?!
Polislerle ilgili elimde
de bir disiplin tüzüğü var, Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü. Bakınız, okuyunuz;
sokakta yüksek sesle konuşmasından bile, polis memuru disiplin cezası alıyor
arkadaşlar! 3 günlük aylık kesimi!.. Okuyorum, yüksek sesle konuşmak sokakta...
AHMET IŞIK (Konya) - Ne
zaman çıkarılmış?
BAŞKAN - Sayın Işık...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Ya, böyle bir... Ya, çıkarılması meselesi değil, işte, bunlara sahip çıkalım.
Ben, bunları gündeme getiriyorum. Polis memurunun başında Demokles'in kılıcı
gibi bu Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü olduğu sürece, polis memurlarımızı moral
olarak da onore etmemiz mümkün değil.
Bakınız, son, yeni bir
düzenleme yapıldı polis memurlarıyla ilgili. Bunlar, 2 yılda bir, malzemenin
cinsine göre 3 yılda bir, 1 yılda bir malzeme alırlardı. Şimdi, yeni bir
düzenleme yapıldı, eskiden 1 yılda aldıklarını şimdi 2 yılda bir alıyorlar, 2
yılda bir aldıklarını 3 yılda bir alıyorlar, 3 yılda bir aldıklarını 4
yılda bir alıyorlar. Şimdi, biz, polis memurlarımızın durumunu
iyileştiremiyoruz, onlara daha önce vermiş olduğumuz imkânlardan bir kısmını da
geri alıyoruz. Böyle bir anlayış -yeni çıktı bu, yeni düzenleme- olabilir mi!
Allahaşkına, girip çıkarken kapıdaki polis memurlarına sorun bir durumlarını,
ne vaziyetteler, ne durumdalar ve daha sonra da en ufak bir hareketlerinde
Disiplin Tüzüğü onların üzerinde. Böyle bir Disiplin Tüzüğüyle polislerimizden
daha fazla verim almamızın söz konusu olmadığı... Öncelikle, burada
ilgililere...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
lütfen tamamlar mısınız.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Özellikle, böyle bir kanun tasarısı görüşülürken niçin Sayın İçişleri
Bakanımız burada bulunmaz?
Sayın Bayındırlık
Bakanıma da saygı duyuyorum, hürmet ediyorum; ama, böyle bir kanun tasarısı
görüşülürken İçişleri Bakanımızın bu koltukta oturup bizim soracağımız sorulara
veya sizlerin merak ettiği hususlara dair bir açıklaması olması gerekmez mi? Bu
kanunu Sayın İçişleri Bakanının burada takdim etmesi gerekmez mi?
Bakınız, çok önemli bir
husus; Kara Kuvvetleri Komutanının iki gün önce -basına da yansıdı- yaptığı bir
açıklaması var. Dışpolitikayla ilgili konulara girmek istemiyorum. Türkiye'nin
bir Irak politikası yok, bir dışpolitikası yok meselelerine -bir tartışma
konusu olabilir- burada girmek istemiyorum. Ancak, söylemiş olduğu bir husus
var. Sayın Kara Kuvvetleri Komutanı diyor ki: "Bölücü terör örgütü,
1999'daki elebaşısı yakalandığı günden daha iyi durumda.”
Bunu terör örgütü
açısından söylüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
son cümle, lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- "Ama bizler -bizlerle güvenlik güçlerini kastediyor- 1999'dan daha iyi
durumda değiliz" diyor.
Değerli milletvekilleri,
bu çok önemli bir açıklamadır. Bunun üzerinde mutlaka ciddî bir şekilde
durulması lazımdır. Bu konuda bir gevşeme içerisine girilmemesi lazımdır;
çünkü, ülke bu terör belasından çok çekmiştir.
Daha söyleyecek çok husus
vardı; ama... Sayın Başkanın müsamahasına çok teşekkür ediyorum.
Maddelerinde, eğer zaman
bulursam, daha farklı görüşlerimi açıklamaya devam edeceğim.
Bu duygularla, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum.
III.- YOKLAMA
(CHP sıralarından bir
grup milletvekili ayağa kalktı)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Yoklama istiyoruz efendim.
BAŞKAN - Yoklama
talebinde bulunan arkadaşlarımızı tespit edeceğim.
Sayın Oral, Sayın Anadol,
Sayın Ercenk, Sayın Pekel, Sayın Emek, Sayın Çakır, Sayın Kart, Sayın Güneş,
Sayın Aydoğdu, Sayın Kumkumoğlu, Sayın Özkan, Sayın Akdemir, Sayın Kandoğan,
Sayın Koç, Sayın Deveciler, Sayın Ünlütepe, Sayın Aslan, Sayın Keleş, Sayın
Artantaş, Sayın Kaplan.
Yoklama isteğini yerine
getireceğim.
Elektronik cihazla
yoklama yapacağız.
Yoklama için 3 dakika
süre veriyorum ve yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 19.35
DOKUZUNCU OTURUM
Açılma Saati: 19.43
BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Ahmet Gökhan SARIÇAM
(Kırklareli)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin Dokuzuncu
Oturumunu açıyorum.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN - 831 sıra sayılı
kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Tasarının maddelerine
geçilmesinden önce yapılan yoklamada toplantı yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, tekrar elektronik
cihazla yoklama yapacağım ve toplantı yetersayısını arayacağım.
Yoklama işlemi için 3
dakika süre vereceğim.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, yapılan ikinci yoklamada da toplantı yetersayısı bulunmadığı
için, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek
için, 22 Mart 2005 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma Saati: 19.48