DÖNEM
: 22 CİLT : 71 YASAMA YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
43 üncü Birleşim
28 Aralık 2004 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı: 706)
2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708)
3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı:
707)
4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S.
Sayısı: 709)
V. -
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
adalet sistemiyle ilgili bazı beyanlarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil
ÇİÇEK'in cevabı (7/3942)
2. - Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
basında yer alan bir beyanına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in
cevabı (7/3943)
3. - Diyarbakır Milletvekili Muhsin
KOÇYİĞİT'in, Diyarbakır-Ergani Kapalı Cezaevine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı
Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/3997)
4. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı görüşmelere ilişkin sorusu ve Adalet
Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/3998)
5. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Sedat Peker soruşturmasında bazı bilgilerin sızdırıldığı iddialarına ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/3999)
6. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Alaaddin Çakıcı'nın Meclis soruşturma komisyonu raporunda yer alan bazı
iddialara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/4036)
7. - Çanakkale Milletvekili İsmail
ÖZAY'ın, Gelibolu Yarımadasında meydana gelen yangına ilişkin sorusu ve Çevre
ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/4148)
8. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
Esenyurt Belediyesinde bir çalışanın ölümüne ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/4202)
9. - Tunceli Milletvekili Sinan
YERLİKAYA'nın, SSK işçi emeklilerinin maaşlarından yapılan kesintilere ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı
(7/4208)
10. - Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
kestane ağaçlarının korunmasına ve kestane üreticilerine,
- Samsun Milletvekili Mustafa ÇAKIR'ın,
Gelemen Tarım İşletmesinin kiralanması için açılan ihaleye,
- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
ipekböcekçiliğine,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4228, 4229, 4230)
11. - Malatya Milletvekili Muharrem
KILIÇ'ın, Malatya'da don felaketinden zarar gören çiftçilere ilişkin Başbakandan
sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4241)
12. - Denizli Milletvekili Ümmet
KANDOĞAN'ın, orman kadastro tapulama ve tescil çalışmalarına ilişkin sorusu ve
Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/4254)
13. - İstanbul Milletvekili Gürsoy
EROL'un, Amasya-Yeşilırmak'taki balık ölümlerine ilişkin sorusu ve Çevre ve
Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/4255)
14. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Türk Gıda Kodeksi Enerji İçecekleri Tebliğinde yapılan değişikliğe,
- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün,
Karaman'da doğal afetten zarar gören elma üreticilerine yapılacak desteğe,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4272, 4273)
15. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Türk Gıda Kodeksi Enerji İçeceği Tebliğinde yapılan değişikliğe ilişkin sorusu
ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/4274)
16. - İstanbul Milletvekili Ali Rıza
GÜLÇİÇEK'in, yurtlarda barınan bakıma muhtaç çocuklara,
- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un,
ulusal kadın politikalarının geliştirilmesinde izlenecek yöntemlere,
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumuyla ilgili bazı iddialara,
- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın,
kamu ve özel sektörde çalışan özürlü vatandaşlara,
İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Güldal
AKŞİT'in cevabı (7/4290, 4291, 4292, 4293)
17. - Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Finike portakalına ve narenciye ihracat teşvik primine,
- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
kanatlı et ürünleri ile ilgili iddialara,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4330, 4331)
18. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
Konya İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü satınalma servisindeki yolsuzluk
iddialarına ve ilgili ayniyat saymanına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Güldal
AKŞİT'in cevabı (7/4339)
19. - Adana Milletvekili N. Gaye
ERBATUR'un, kadınlara yönelik şiddetle mücadelede bir ulusal eylem oluşturulup
oluşturulmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Güldal AKŞİT'in cevabı
(7/4353)
20. - Adana Milletvekili N. Gaye
ERBATUR'un, GAP bölgesinde organik tarımın başlatılıp başlatılmayacağına
ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4354)
21. - Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in,
Hatay-İskenderun'da bulunan bir fabrikaya ruhsat verilmeme nedenine ilişkin
sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/4356)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak
altı oturum yaptı.
Birinci
Oturum
2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/897; 1/898; 1/878,
3/669, 1/879, 3/670) (S. Sayıları: 706, 707, 708, 709) görüşmelerine devam
olundu.
Maliye Bakanlığı 2005 malî yılı bütçesi
ile 2003 malî yılı kesinhesabı üzerindeki görüşmelere bir süre devam edildi.
Saat 14.10'da toplanmak üzere, Birinci
Oturuma 13.06'da son verildi.
|
|
Sadık Yakut |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Yaşar Tüzün |
|
Mehmet Daniş |
|
Bilecik |
|
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Oturumlar
2005 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/897; 1/898; 1/878, 3/669, 1/879, 3/670)
(S. Sayıları: 706, 707, 708, 709) görüşmelerine devam olunarak;
Maliye Bakanlığı 2005
malî yılı bütçesi ile 2003 malî yılı kesinhesabı kabul edildi.
Gelir Bütçesi üzerindeki
görüşmeler tamamlandı.
İzmir Milletvekili Oğuz
Oyan, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın, konuşmasında, farklı görüşleri kendisine
atfetmesi,
İstanbul Milletvekili
İrfan Gündüz, İzmir Milletvekili Oğuz Oyan'ın, ileri sürmüş olduğu görüşler,
Nedeniyle birer
açıklamada bulundular.
2005 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının
maddelerinin kabul edildiği ve açık oylamalarının, 28 Aralık 2004 Salı günkü
birleşimde, son konuşmalardan sonra yapılacağı açıklandı.
Alınan karar gereğince,
28 Aralık 2004 Salı günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.37'de son
verildi.
|
|
Nevzat Pakdil |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Yaşar Tüzün |
|
Mehmet Daniş |
|
Bilecik |
|
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
Ahmet Gökhan Sarıçam |
|
|
|
Kırklareli |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No. : 53
II. - GELEN KÂĞITLAR
28 Aralık 2004 Salı
Tasarılar
1. - Türkiye Cumhuriyeti
ile Libya Arap Halk Sosyalist Büyük Cemahiriyesi Arasında Tarım Alanında
Teknik, Bilimsel ve Ekonomik İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/941) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.2004)
2. - Sosyal Sigortalar
Kanunu, Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer
Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve
Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu Kapsamında Ödenen Gelir ve
Aylıklarda 2005 Yılında Yapılacak Artışlar Hakkında Kanun Tasarısı (1/942)
(Plan ve Bütçe ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
27.12.2004)
Raporlar
1. - Ağrı Milletvekili
Naci Aslan'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Ağrı Milletvekili Naci Aslan'ın İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre
Rapora İtirazı (3/337) (S. Sayısı : 551'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi:
28.12.2004) (GÜNDEME)
2. - İstanbul Milletvekili
Mehmet Sekmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç ve 7 Milletvekilinin İçtüzüğün
133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/338) (S. Sayısı : 552'ye 1 inci Ek)
(Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
3. - Samsun Milletvekili
Mustafa Çakır'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç ve 7 Milletvekilinin İçtüzüğün
133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/342) (S. Sayısı : 556'ya 1 inci Ek)
(Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
4. - Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine
Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat
Melik'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine
Göre Rapora İtirazı (3/345) (S. Sayısı : 559'a 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi:
28.12.2004) (GÜNDEME)
5. - Şanlıurfa
Milletvekili Mahmut Yıldız'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar
Ertelenmesine Dair Raporu ve Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın İçtüzüğün
133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/346) (S. Sayısı : 560'a 1 inci Ek)
(Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
6. - Şanlıurfa
Milletvekili A. Müfit Yetkin'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar
Ertelenmesine Dair Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4
Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/347) (S.
Sayısı : 561'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
7. - İstanbul
Milletvekili Mehmet Mustafa Açıkalın ile Kayseri Milletvekili Adem
Baştürk'ün Yasama Dokunulmazlıklarının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının
Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporları ve Bursa Milletvekili Mehmet
Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Raporlara
İtirazları (3/350) (S. Sayısı : 563'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004)
(GÜNDEME)
8. - İstanbul
Milletvekilleri Mehmet Mustafa Açıkalın, İdris Naim Şahin, Kayseri Milletvekili
Adem Baştürk, Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ, Sivas Milletvekili Selami
Uzun ve Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı'nın Yasama Dokunulmazlıklarının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının
Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporları ve Bursa Milletvekili Mehmet
Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin
İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Raporlara İtirazı (3/351) (S. Sayısı : 564'e
1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
9. - Karaman Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'nun Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın
Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve
Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/377) (S. Sayısı : 567'ye 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
10. - Düzce Milletvekili
Fahri Çakır'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün
133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/378) (S. Sayısı : 568'e 1 inci Ek)
(Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
11. - Ankara Milletvekili
İsmail Değerli'nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Ankara Milletvekili İsmail Değerli'nin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine
Göre Rapora İtirazı (3/380) (S. Sayısı : 570'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi:
28.12.2004) (GÜNDEME)
12. - İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın
Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve İzmir
Milletvekili Hakkı Ülkü'nün İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı
(3/389) (S. Sayısı : 571'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
13. - Kayseri Milletvekili Adem Baştürk'ün Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın
Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve
Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/390) (S. Sayısı : 572'ye 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
14. - Kayseri Milletvekili Adem Baştürk'ün Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın
Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve
Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/403) (S. Sayısı : 573'e 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
15. - Tunceli Milletvekili Hasan Güyüldar'ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın
Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve
Tunceli Milletvekili Hasan Güyüldar'ın
İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/404) (S. Sayısı :
574'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
16. - Kocaeli
Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine
Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in
İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/410) (S. Sayısı : 577'ye 1
inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
17. - Siirt Milletvekili
Recep Tayyip Erdoğan'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar
Ertelenmesine Dair Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4
Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/420) (S.
Sayısı : 578'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
18. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın
Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve
Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre
Rapora İtirazı (3/421) (S. Sayısı : 585'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi:
28.12.2004) (GÜNDEME)
19. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın
Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Konya
Milletvekili Atilla Kart'ın İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı
(3/453) (S. Sayısı : 587'ye 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
20. - Burdur Milletvekili
Bayram Özçelik'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün
133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/454) (S. Sayısı : 588'e 1 inci Ek)
(Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
21. - Bursa Milletvekili Mehmet Emin Tutan ve Giresun
Milletvekili Ali Temür'ün Yasama
Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın
Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporları ve
Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Raporlara İtirazı (3/455) (S. Sayısı : 589'a 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)
Yazılı Soru Önergeleri
1. - İzmir Milletvekili
Bülent BARATALI'nın, İzmir-Seferihisar ve Urla'da yaptırılan deprem
konutlarının satışına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4494)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)
2. - Denizli Milletvekili
Mustafa GAZALCI'nın, Sabahattin Ali cinayeti ve mezarına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4495) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)
3. - Mersin Milletvekili
Şefik ZENGİN'in, toplumsal gösterilerde polisin şiddet kullanmasını engelleyici
çalışmalar yapılıp yapılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4496) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)
4. - Mersin Milletvekili
Şefik ZENGİN'in, Sakarya-Pamukova Kaymakamı hakkında açılan soruşturmaya
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4497) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.12.2004)
5. - Mersin Milletvekili
Şefik ZENGİN'in, Heybeliada Ruhban Okulu ve ekümeniklik konusunda bir beyanı
olup olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4498) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.12.2004)
6. - İstanbul
Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL'in, THY'nin son beş yılda hizmete aldığı servis
elemanlarına ve DHMİ'nin bagaj araçlarını kiralamasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4499) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)
7. - İstanbul
Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL'in, DHMİ'nin bagaj araçlarını kiralamasına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4500) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.12.2004)
8. - Muğla Milletvekili
Ali Cumhur YAKA'nın, Karayolları Genel Müdürlüğünün sözleşmeli personel
sınavının iptal nedenine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4501) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)
9. - Diyarbakır
Milletvekili Muhsin KOÇYİĞİT'in, teknik personel alımı için yapılan bir
mülakata ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4502)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)
10. - İstanbul
Milletvekili Onur ÖYMEN'in, Musul'da şehit edilen güvenlik görevlilerine
ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi
(7/4503) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)
11. - Mersin Milletvekili
Şefik ZENGİN'in, görev yeri belirlemesinde genelgeye aykırı davranan il millî
eğitim müdürlüklerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4504) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 11.00
28 Aralık 2004 Salı
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Ahmet Gökhan SARIÇAM
(Kırklareli)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 43 üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayımız
vardır; gündeme geçiyoruz.
Gündemin
"Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" kısmına geçiyoruz.
Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
III. -
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1. -
Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No. : 122 Tarihi : 28.12.2004
27.12.2004 tarihli Gelen
Kâğıtlarda yayımlanan 725 sıra sayılı Vergi Kanunlarının Yeni Türk Lirasına
Uyumu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının, 48
saat geçmeden, Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan
Gelen Diğer İşler" kısmının 3 üncü sırasına alınmasının; 29.12.2004
Çarşamba günkü Birleşimde sözlü soruların görüşülmemesinin; 29.12.2004 Çarşamba
günü Genel Kurulun 14.00-23.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesinin
Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Salih Kapusuz Ali Topuz
AK Parti Grubu Başkanvekili CHP Grubu Başkanvekili
BAŞKAN - Oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
şimdi, programa göre, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile
2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları
üzerindeki son müzakereye başlıyoruz.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. - 2005
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı:
706) (x)
2. - 2003
Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708) (x)
3. - 2005
Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı : 707) (x)
4. - 2003
Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709) (x)
(x) 706, 707, 708, 709 S.
Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 20.12.2004 tarihli 35 inci Birleşim
Tutanağına eklidir.
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri,
Genel Kurulun 13.12.2004 tarihli 31 inci Birleşiminde alınan karar gereğince,
bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve hükümete 1'er saat süreyle söz
verilmesi -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- İçtüzüğün
86 ncı maddesine göre yapılacak kişisel konuşmaların ise 10'ar dakika olması
kararlaştırılmıştı.
Şimdi, grupları ve
şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına; Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli, Ankara
Milletvekili Sayın Bülent Gedikli; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykal.
Şahısları adına; lehinde;
Bitlis Milletvekili Sayın Edip Safder Gaydalı, Bursa Milletvekili Sayın Faruk
Anbarcıoğlu; aleyhinde; İstanbul Milletvekili Sayın Berhan Şimşek, Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykal.
Gruplar adına konuşmalara
başlıyoruz.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, ilk söz Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli'ye
aittir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Süreyi eşit olarak
kullanacağınızı biliyorum.
Sayın Canikli, söz
süreniz 30 dakikadır.
Buyurun efendim.
AK PARTİ GRUBU ADINA
NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında, AK Parti Grubu
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, 2005 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısının ülkemize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyorum.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; hepinizin bildiği gibi, bütçelerin birçok fonksiyonu vardır;
ekonomik fonksiyonu, malî fonksiyonu; bunların yanında, bir de, tabiî, sosyal
amaçları gerçekleştirmede kullanılan önemli araçlardan bir tanesidir.
Her yıl, bütçeyle, millî
gelirimizin yaklaşık yüzde 35'i yeniden harmanlanır, yeniden toplumun değişik
kesimlerine dağıtılır; yani, devlet, her yıl, millî gelirimizin yaklaşık yüzde
35'ine tekabül eden bir rakamı alır, toplar ve sonra, bunu yeniden dağıtır.
Dolayısıyla, hükümetlerin, bütçe uygulaması yoluyla, millî gelirin yüzde 35'ini
toplumun farklı kesimlerine dağıtma imkânı olması, hükümetlere, bütçe
uygulamasını sosyal politikaların bir aracı olarak kullanılması imkânını
sağlar.
Ben, öncelikle, 2005 yılı
bütçesini bu yönüyle ele almak ve değerlendirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
biliyorsunuz, bütçe harcama kalemlerinde beş tane ana harcama kalemi
bulunmaktadır. Bu harcama kalemleri, toplumun değişik kesimlerine kaynak
aktarır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi personel harcamalarıdır.
Yine, hepinizin bildiği
gibi, bütçe içerisinde, personel harcamaları, toplumun orta ve alt gelir
gruplarına kaynak aktarılan bir kalemdir; yani, personel harcamalarından pay
alan kesimler, toplumun gelir grupları itibariyle, orta ve alt gelir kesiminde
yer alan gruplardır.
2005 yılı bütçesinde
personel harcamalarının rakamlarına baktığımız zaman, bütçe içerisindeki payı
itibariyle; yani, reel rakamlar itibariyle baktığınızda, herhangi bir
değişiklik öngörülmemektedir; yani, aşağı yukarı, 2005 yılı bütçesinde de
personel harcamalarının bütçe içindeki payı korunmaktadır. Bu yönüyle, yani,
personel harcamaları yönüyle bakıldığında, sosyal politikalar açısından
herhangi bir değişiklik yoktur; aşağı yukarı nötr durumdadır.
Değerli arkadaşlar,
ikinci önemli kalem, mal ve hizmet alımları kalemidir. Daha önceki tasnifte,
genel olarak, cari harcamalar olarak tanımlanmaktaydı; ama, yeni bütçede, yeni
bütçe tasnifi uygulamasında mal ve hizmet alımları olarak ortaya çıkmaktadır.
Mal ve hizmet alımlarında
yine, ağırlıklı olarak; yani, bu kesimden pay alan kesim, toplumun orta ve alt gelir
grubunda bulunan kesimlerdir. Özellikle sağlık harcamalarının mal ve hizmet
alımları içerisinde önemli bir paya sahip olduğu dikkate alınırsa, geneli
itibariyle bakıldığında, mal ve hizmet alımları yoluyla kamuya, topluma
aktarılan kaynaktan pay alanların önemli bir ağırlığı, çoğunluğu, orta ve alt
gelir gruplarında yer alan insanlardır.
Şimdi, 2004 yılı
bütçesinde mal ve hizmet alımlarının toplam bütçe büyüklüğü içerisindeki payı
yüzde 8,24 iken, 2005 yılı bütçe tasarısında bu oran yüzde 9,28'e yükseltilmiştir.
Bir başka ifadeyle, mal ve hizmet alımları harcaması yoluyla, toplumun orta ve
alt gelir gruplarına daha fazla kaynak aktarılmaktadır. Hükümet, sosyal
politika aracı olarak, mal ve hizmet alımları harcamalarında önemli bir artışa
gitmiştir -biraz önce rakamları ifade ettim- ve bu harcamalardan pay alan
kesimler de, esas itibariyle, toplumun orta ve alt gelir gruplarıdır.
Yine, mal ve hizmet
alımları içerisinde altkalem olan sağlık harcamalarına bakıldığında, bu tespit
teyit edilir. 2004 yılında mal ve hizmet alımları içerisinde sağlık
harcamalarının payı yüzde 2,9 iken, 2005 yılında bu oran yüzde 2,23'e
yükseltilmiştir.
Değerli arkadaşlar, yine,
bütçe kalemleri içerisinde önemli yekûn tutan harcama kalemlerinden bir tanesi
de transfer harcamalarıdır. Transfer harcamaları içerisinde de, sosyal güvenlik
kuruluşlarına hazineden, daha doğrusu, devletten yapılan aktarmalar önemli bir
paya sahiptir. Bu aktarmaların ortak özelliği, hem Emekli Sandığına yapılan
aktarmaların hem Sosyal Sigortalar Kurumuna yapılan aktarmaların ve hem de Bağ-Kura yapılan aktarmaların, hepinizin
tahmin edebileceği gibi, ağırlıklı olarak, toplumun alt gelir grubuna yapılan
aktarmalar olmasıdır. Çoğunluğu emekli olan bu kesime yapılan aktarmaları, bu
yönüyle -biraz önce tartıştığımız yönüyle- aynı zamanda, sosyal aktarma olarak
tanımlayabiliriz.
Bu açıdan irdelersek,
2004 yılında Emekli Sandığına transfer harcamaları adı altında yapılan
aktarmaların bütçe içerisindeki payı yüzde 5,59'dur. 2005 yılı bütçesinde
öngörülen oran ise yüzde 5,71'dir ve bu yönüyle, emeklilerimize hazineden
aktarılacak olan payda, bütçe içerisindeki payı itibariyle bir artış söz
konusudur.
Değerli arkadaşlar, aynı
eğilim Bağ-Kura yapılacak olan transfer harcamaları için de geçerlidir. 2004
yılında Bağ-Kur harcamalarının bütçe içerisinden aldığı pay yüzde 3,83 iken,
2005 yılında bu oran yüzde 4,24'e yükseltilmektedir. Bu da, son derece ciddî
bir artıştır ve bu kesim, özellikle, yani Bağ-Kurdan maaş alan kesim, toplumun
-hepinizin de tahmin edebileceği gibi- en alt gelir grubunda bulunan kesimdir
ve bu yönüyle de bakıldığında, bu kesime ciddî olarak bir pay aktarılmaktadır,
kaynak aktarılmaktadır bütçe içerisinden ve dolayısıyla, bu kesimin, toplam
millî gelir içerisinden aldığı pay artırılmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
sosyal güvenlik harcamalarının son bölümü olan veya üçüncü kısmı olan Sosyal
Sigortalar Kurumuna yapılan aktarmalar için de aynı şey geçerlidir. Rakamlara
baktığımızda bunu net olarak görürüz. 2004 yılında Sosyal Sigortalar Kurumuna
aktarılan payın bütçe içerisindeki oranı yüzde 4,19 iken, 2005 yılı bütçesinde
bu oran yüzde 4,24'e yükseltilmektedir.
Bu çerçevede, bu bapta
yer alan, yani sosyal harcama olarak tanımlayabileceğimiz ve bütçenin transfer
harcamaları kalemi içerisinde yer alan bir diğer harcama da, Kredi ve Yurtlar
Kurumuna yapılan aktarmalardır. Bu aktarmalar da, yine, hepimizin tahmin
edebileceği üzere, öğrencilerimize ve özellikle dargelirli öğrencilerimize
sağlanan kaynakları ifade etmektedir ve aynı zamanda, yine, bu kesim de,
toplumun alt gelir grubunda bulunan kesimi ifade etmektedir. Bu kesime, yani
Kredi ve Yurtlar Kurumuna aktarılan kaynaklar itibariyle baktığınızda, 2004
yılında yüzde 0,59 oranında pay alırken, 2005 yılı bütçesinde çok ciddî bir
artışla yüzde 0,75 oranında pay alır hale getirilmektedir.
Değerli arkadaşlar, son
olarak, yine, bu kalemde, emeklilere vergi iadesi geliyor. Bu da, toplumumuzun
en alt gelir grubunda bulunan kesimini oluşturmaktadır. 2004 yılı bütçesinde
emeklilere vergi iadesi adı altında yapılan ödemelerin, bütçeden aldığı pay,
bütçe içerisindeki payı yüzde 0,52 iken, 2005 yılında bu oran yüzde 0,83'e
yükseltilmektedir. Bu, aynı zamanda, bu 5 transfer harcamasının içerisinde
önemli bir yekûnu ifade etmektedir. Yapılan harcamalardaki biraz önce
rakamlarla ifade ettiğim artışlar son derece önemlidir ve millî gelirin bütçe
yoluyla yeniden dağıtılma sürecinde toplumun en fakir kesimine, orta ve en alt
gelir grubunda bulunan kesimine hükümetimizin daha çok kaynak aktarma ve millî
gelirden daha çok pay verme iradesinin somut olarak bütçe yansımasıdır.
Değerli arkadaşlar, bütçe
içerisinde dördüncü önemli kalem ise, yatırım harcamalarıdır. Yatırım
harcamaları, ilk bakışta, sanki toplumun üst gelir grubunda bulunan kesimine
kaynak aktarma anlamına gelir gibi gözükse de ya da bir başka ifadeyle, yatırım
harcamalarından en büyük payı üst gelir grubunda bulunan kesim alıyor gibi
değerlendirilse de veya öyle görülse de, detaya inildiğinde ve özellikle içinde
bulunduğumuz dönem itibariyle değerlendirildiğinde bunun tam gerçeği
yansıtmadığı ortaya çıkar. Bakın, son iki yılda sermaye kesiminin kârlarında
çok ciddî bir düşüş meydana gelmiştir. Türkiye'de imalat sanayiinin, reel
olarak, ortalama olarak kâr marjı yüzde 1,3'e kadar düşmüştür. Dolayısıyla,
esas itibariyle, bu gerçek de dikkate alındığında, yatırım harcamaları yoluyla
kaynak aktarılan kesim, toplumun yine ağırlıklı olarak orta gelir grubunda,
aynı zamanda, alt gelir grubunda bulunan insanlardır. Bu kaleme de baktığınızda,
belki son yılların en büyük, en radikal artışlarından biri yatırım
harcamalarında yapılmıştır, hem mutlak rakam itibariyle hem de oran itibariyle.
2004 yılında yatırım
harcamalarının bütçe içerisindeki payı yüzde 4,82 iken, 2005 yılında bu oran
yüzde 6,47'ye çıkarılmaktadır. Mutlak rakam itibariyle, 2004 yılında yapılan
yatırım harcamaları 6,4 katrilyondan yaklaşık 10 katrilyonun üzerine
çıkarılmaktadır. Bu da, gerçekten, hem istihdamın artırılması, yatırımların
artırılması anlamında önemli bir araç olarak kullanılacaktır; ama, aynı
zamanda, irdelemeye çalıştığımız yönü itibariyle, yani, sosyal boyutu itibariyle
de, toplumun orta ve alt gelir gruplarında bulunan kesimlerine kaynak
aktarılmasına yardımcı olacak, vesile olacak önemli bir düzenlemedir.
Şimdi, bu noktada
karşımıza önemli bir soru çıkar değerli arkadaşlar. Peki, biraz önce rakamlarla
ifade ettiğim ve toplumun orta ve alt gelir gruplarına aktarılan bu kaynakların
artışının finansmanı nereden karşılanmaktadır?
Tabiî, bu sorunun cevabı
çok nettir; bu sorunun cevabını bulmak için, faiz harcamalarının bütçe
içerisindeki payına bakmamız gerekiyor değerli arkadaşlar ve faiz harcamaları
da, aynı zamanda, bütçe içerisinde, toplumun en üst gelir grubunda bulunan
sermaye sahibi zengin kesimlere kaynak aktarma aracıdır. Faiz harcamalarının
çok büyük bölümü, toplumun en üst gelir grubunda bulunan insanları tarafından
elde edilmektedir.
Şimdi, biraz önce
söylediğim, o sosyal boyutu önplanda olan ve 2005 yılı bütçesinde, bir önceki
yıl bütçesindeki rakamlara göre ciddî anlamda artırılan harcamaların kaynağı
faiz harcamalarıdır.
Nasıl olduğu konusunda,
isterseniz, biraz detaya girelim arkadaşlar. Aslında, bu eğilim, 2003 yılından
beri devam etmektedir. Biraz daha trende bakarsak, 2002 yılına kadar bütçe
içerisindeki faiz harcamalarının, hem bütçe içerisindeki payının hem gayri safî
millî hâsıla içerisindeki payının hem de mutlak olarak, rakam itibariyle,
sürekli ve ciddî anlamda bir artış eğiliminde olduğunu görürüz. Bu eğilim, 2003
yılı bütçesinden itibaren değişmeye başlamıştır. Yani, 2003 yılı bütçesinden
itibaren, faiz harcamalarının, bütçe içerisindeki payı, gayri safî millî hâsıla
içerisindeki payı azalmaya başlamıştır ve aynı eğilim, 2005 yılı bütçesinde de
devam etmektedir.
Değerli arkadaşlar, 2002
yılında faiz harcamalarının bütçe içerisindeki payı yüzde 45'tir; yani, toplam
bütçe harcamalarının yüzde 45'i, 2002 yılında, faiz harcamalarının
finansmanında kullanılmıştır. 2003 yılında bu oran yüzde 42'ye düşürülmüştür. 3
puanlık, ciddî sayılabilecek bir düşüş söz konusudur ve aynı düşüş daha sonra
devam etmiştir.
2004 yılında, faiz
harcamalarının bütçe içerisindeki payının yüzde 40,68 olacağı tahmin
edilmektedir ki, aşağı yukarı gerçeğe yakın bir tahmindir. En son revize
edilmiş rakamlar itibariyle söylüyorum. 2005 yılında bu oran, değerli arkadaşlar,
yüzde 36,27'ye inecektir.
Dışarıda yapılan
tartışmalarda zaman zaman duyuyoruz. Özellikle 2003 yılı bütçesi görüşülürken
de -hatırlıyorum ben- bazı arkadaşlar tarafından, faiz ödemelerine ilişkin
rakamların tutmayacağı iddia edilmişti. 2004 yılı bütçesi tartışılırken de,
2003 yılında yakalanan bu başarının, yani faiz ödemelerinde, hatta öngörülen
hedeflerin de altında kalınmasının tesadüfî olduğu ve bunun devam etmeyeceği
şeklinde bir tahminde bulunulmuştu bazı arkadaşlar tarafından; ama, bu
tahminlerin hiçbiri tutmadı. Bu şunun için önemli değerli arkadaşlar:
Geçtiğimiz yıllara
baktığınız zaman, sanıyorum 2000 yılında idi, bir defa, genel anlamda bütçe
tahminlerinde bir tutarlılık var, onun dışında sürekli bir sapma söz konusu.
İlk defa bütçede bu yönüyle bir istikrar yakalanmıştır, hem bütçenin genel
rakamları itibariyle -tahminler ve gerçekleşmeler itibariyle söylüyorum- hem de
şu anda ilgilendiğimiz, tartıştığımız faiz rakamları itibariyle. Yani, bunlar
bir tesadüf değildir. İki dönem üst üste, peş peşe istikrarlı bir tahmin
gerçekleşme oranının yakalanmış olması ve aynı zamanda azalma trendine girmiş
olması, hükümetimiz tarafından hazırlanan bütçelerin gerçekçi olduğu,
uygulanabilir olduğu ve tahminlerin yüzde 100'ün de üzerinde gerçekleştiği
sonucunu ortaya çıkarır.
Buradan yola çıkarak,
2003 ve 2004 yıllarında faiz ödemelerine ilişkin tahminlerin daha da iyileşerek
realize olduğundan yola çıkarak, 2005 yılında da bu rakamların tutmaması için
hiçbir neden göremiyoruz değerli arkadaşlar. Dolayısıyla, 2002'de hükümetimizin
devraldığı faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payı yüzde 45 iken, bu oranın
2005 yılı bütçesinde yüzde 36,27'ye düşürülmesi hedeflenmektedir. Yaklaşık 9
puanlık gerçekten çok dramatik bir azalma, ciddî bir azalma söz konusudur.
Değerli arkadaşlar, faiz
ödemelerinin hükümetlerin nasıl elini kolunu bağladığı yıllardan beri hep
söylenir ve devletin aslî fonksiyonlarını yerine getirmekte nasıl âciz kaldığı
faiz ödemeleri yüzünden hep anlatılır. Bu gerçekten doğruydu, büyük oranda
bugün de geçerlidir değerli arkadaşlar. Çünkü, harcama kalemlerine baktığınız
zaman, personel harcamalarında hükümetlerin çok fazla inisiyatif kullanma
imkânı yok. Çünkü, personel sayısı belli,onların maaşları belli, çok fazla
azalma imkânı söz konusu değil. Cari harcamalarda oynanabilirdi, onlar üzerinde
birtakım tasarruflar yapılabilirdi. Özellikle 2003 ve 2004 yılı
uygulamalarında, baktığımızda, bu kalemde de gerçekten yapılabilecek olan
nerdeyse maksimum ölçüde tasarruf sağlanmıştır ve bu rakam üzerinde de bundan
sonra çok fazla oynama imkânı yoktur. Keza, faiz dışındaki transfer
harcamalarına baktığınızda, biraz önce söylediğim sosyal güvenlik kuruluşlarına
yapılan aktarmalar transfer harcamaları içerisinde önemli bir paya sahiptir,
bunlar içerisinde de çok fazla oynama imkânına sahip değilsiniz. Emekli
Sandığından emekli maaşı alan insanların maaşını ödemek zorundasınız, keza,
Bağ-Kurdan emekli maaşı olan, Sosyal Sigortalar Kurumundan emekli maaşı alan
insanların maaşını ödemek zorundasınız. Dolayısıyla, hükümetler, aslî
fonksiyonlarını ifa etmek için ve diğer sosyal politika amaçlarına, hedeflerine
ulaşabilmek için faiz ödemelerini kısmanın dışında, faiz ödemelerinde tasarruf
yapmanın dışında başka hiçbir araçları bulunmamaktadır. Bu gerçekten doğru bir
tespittir ve daha önce hep söylenirdi -bütün bu bütçe görüşmelerinde- 1990'lı
yıllarda konuşmacı bütün ilgililer konuşurlar, söylerlerdi; ama, hiçbir hükümet
tarafından bu gerçekleştirilememişti; özellikle 1990'lı yılların başından
itibaren söylüyorum, bütün hükümetlerin hedefi olmasına rağmen
gerçekleştirilemeyen bu durum, ilk defa AK Parti Hükümetleri tarafından 2003
yılından itibaren gerçekleştirilmeye başlanmış ve 2003 yılı, 2004 yılı, 2005
yılı bütçesinde faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payı anlamlı bir şekilde,
büyük oranda, ciddî bir şekilde azalmıştır ve azalmaya devam etmektedir.
İşte, mutlak rakam
itibariyle bakarsak, 2002 yılında faiz ödemeleri için 51 katrilyon 870 trilyon
lira ödeme yapılmıştır, 2003 yılında 58,6 katrilyon ödeme yapılmıştır, 2004
yılında 58,7 katrilyon ödeme yapılmıştır; neredeyse, 2003 yılındaki nominal
rakamlara yakın bir rakam -aşağı yukarı aynı- ve 2005 yılının nominal
rakamlarında, bir önceki yılın rakamlarının altına düşecek şekilde 56,4
katrilyon lira ödeme öngörülmektedir.
Şimdi, tabloyu global
değerlendirdiğinizde değerli arkadaşlar, hükümet, 2005 yılı bütçesiyle,
toplumun üst gelir gruplarının payını azaltmakta; yani, bir başka ifadeyle,
zenginden almakta -bunu nasıl yapıyor; bunu, faiz ödemelerinin bütçe
içerisindeki payını kısarak yapıyor; ciddî anlamda tasarruf yaparak yapıyor- ve
bunu, toplumun orta ve alt gelir gruplarında bulunan kesimlere aktarıyor biraz
önce söylediğim şekilde; biraz önce bütçe rakamlarıyla ifade ettiğim, ortaya
koymaya çalıştığım şekilde ve bana göre, 2003 yılı, 2004 yılı ve bugün
görüştüğümüz 2005 yılı bütçesinin en önemli özelliklerinden bir tanesi budur;
en temel belirleyici özelliği budur; ciddî anlamda, gelir dağılımına katkı
sağlamasıdır, ciddî anlamda, toplumun üst gelir gruplarından alıp, toplumun
orta ve alt gelir gruplarına millî gelirin önemli bir bölümünü aktaran bir
bütçe olmasıdır.
Değerli arkadaşlar, bazı
arkadaşlarımıza şöyle bir soru da gelebilir: Peki, biz, bunu nasıl ölçeriz?
Gerçekten, bütçelerin -2003 yılı, 2004 yılı ve 2005 yılı bütçesinin- bu
özelliği nasıl ölçülür, rakamlara nasıl yansır? Yani, gerçekten, bu özellik,
bizim söylediğimiz gibi, iddia ettiğimiz gibi, toplumun üst gelir grubundan
alıp alt gelir grubuna aktardığımız zaman, bunun, gelir dağılımı rakamlarına
yansıması gelir. Gelir dağılımı rakamlarına baktığımız zaman da değerli arkadaşlar,
bunu, çok net olarak görürüz. Tabiî, şu anda, elimizde, sadece 2003 yılına
ilişkin gelir dağılımı rakamları var ve bunu 2002 yılı rakamlarıyla karşılaştırma
imkânına sahibiz; ama, biraz önce de söyledim; 2003 yılı bütçesi de -biraz
önce, sosyal boyut itibariyle baktığınızda- 2005 yılı bütçesinin de
özelliklerini taşımaktadır.
Şimdi, bakın, nasıl
yansıdığını çok net olarak göreceğiz; 2002 yılında, toplumun en fakir yüzde
20'lik kesiminin millî gelirden aldığı pay yüzde 5,3 iken, 2003 yılında bu oran
yüzde 6'ya çıkmıştır. Toplumun en fakir, en alt gelir grubunda bulunan yüzde
20'lik kesimin millî gelirden aldığı pay 2002 yılında yüzde 5,3'ten 2003 yılında
yüzde 6'ya çıkmıştır. İşte, biraz önce söylediğimiz hususların gelir dağılımı
rakamlarına yansımasıdır; bilimsel olarak ispatı değerli arkadaşlar. Bu da kâfi
değil.
Bakın, ilave edelim;
yine, toplumun en üst gelir grubunda bulunan yüzde 20'lik kesimin millî
gelirden aldığı pay 2002 yılında yüzde 50,1 iken, 2003 yılında, bu oran, yüzde
48,3'e düşmüştür ve bu rakamların bu hale gelmesinin, yani, gelir dağılımında
da ciddî anlamda adaletsizliğin giderilmesi noktasında, belki, uzun yıllardan
beri ilk defa ciddî bir adım atılmasının da temel nedeni bütçe uygulamalarıdır.
Yani, millî gelirin yüzde 35'inin hükümet tarafından alınıp tekrar dağıtılması
aşamasında, üst gelir gruplarından alınıp, biraz daha alınıp, daha fazla
alınıp, toplumun alt gelir gruplarına aktarılmasıdır. Bilimsel olarak rakamlara
yansıması itibariyle de bunu, bu şekilde ifade edebiliriz ve bu yönüyle, gerçekten,
takdir edilmesi gereken bir uygulamadır, takdir edilmesi gereken bir sonuçtur
değerli arkadaşlarım.
2005 yılı bütçesiyle
ilgili ikinci olarak üzerinde durmak istediğim nokta, bütçe açıklarının gayri
safî millî hâsılaya oranındaki değişimlerdir. Bunu tabiî, birçok arkadaşımız da
söyledi, belki, bundan sonra da söylenecek; ama, önemine binaen tekrar
vurgulamak istiyorum değerli arkadaşlar.
Bakın, geçtiğimiz
yıllarda, istisnasız olarak, son on yılda, hatta, daha gerilerde, bütçe
tahminleri hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Buna konsolide bütçe büyüklüğü
harcamaları dahil, faiz ödemeleri dahil, bütçe açığı rakamları dahil.
Hükümetler bir tahminde bulunmuşlar bütçelerini yaparken ve genelde de, bütçe
görüşmeleri sırasında, bu tahminlerin gerçekleşeceğini söylemişler; ama,
hiçbirisi gerçekleşmemiş, hepsinde çok ciddî sapmalar meydana gelmiş, istisnasız
bütün yıllarda; ne zamana gelene kadar; 2003 yılına gelene kadar değerli
arkadaşlar.
Ben, çok daha fazla
ayrıntıya girmeden, sadece, bunlar içerisinde, önemine binaen, bütçe açığı
rakamları üzerinde durmak istiyorum. Bütçe açığı rakamları da, 2002 yılına
kadar sürekli olarak bir artış eğilimine girmiş; yani, bütçe açığının gayri
safî millî hâsıla içerisindeki payı, 2002 yılına kadar sürekli olarak artmış ve
2002 yılında pik noktasına, yüzde 15'e ulaşmış. AK Parti Hükümetlerinden sonra
da düşmeye başlamış; bütçe açığının gayri safî millî hâsıla içindeki payı, 2003
yılında yüzde 13'e düşmüş, 2004 yılında yüzde 7,27'ye düşmüş; neredeyse bir
önceki yıla göre yarı yarıya ciddî bir azalmadır ve değerli arkadaşlar, 2005
yılında da gayri safî millî hâsılanın yüzde 6'sı oranında bir bütçe açığı
olacağı tahmin edilmektedir. Bu, çok net olarak gösteriyor ki, AK Parti
Hükümetlerinin tahminleri gerçekleşmektedir. AK Parti Hükümetleri, 58 ve 59
uncu Hükümetler tarafından yapılan bütçeler gerçekçi bütçelerdir; önceki yıllarla
kıyaslanamayacak kadar gerçekçi bütçelerdir.
Bakın, 1995 yılında, o
dönemin hükümeti, bütçe harcamalarının 1 trilyon 330 milyar lira olacağını
tahmin etmiş; fakat, gerçekleşmesi 1 katrilyon 724 trilyon lira olmuş. 1996
yılında, 3 katrilyon 510 trilyon lira tahmin edilmiş, 3 katrilyon 961 trilyon
lira olarak gerçekleşmiş. 1998 yılında, 14 katrilyon 789 trilyon lira tahmin
edilmiş, 15 katrilyon 614 trilyon lira olarak gerçekleşmiş. 1999 yılında,
yaklaşık olarak 27 katrilyon lira tahmin edilmiş, 28 katrilyon lira olarak
gerçekleşmiş. 2001 yılında, 79 katrilyon lira tahmin edilmiş, 80 katrilyon lira
olarak gerçekleşmiş. 2002 yılında, 98 katrilyon lira tahmin edilmiş, 115
katrilyon lira olarak gerçekleşmiş.
Değerli arkadaşlar, bu
olumsuz görüntü, bu inandırıcı olmayan görüntü ve aynı zamanda ciddî olmayan
görüntü, 2003 yılından itibaren değişmeye başlamış. 2003 yılında, hükümetimiz,
bütçe hedefi, harcama hedefi olarak toplam 145 katrilyon 949 trilyon lira
hedeflemiş, gerçekleşme 140 katrilyon 454 trilyon lira olmuş. Bunun, tesadüfî
olmadığı, arızî olmadığı 2004 yılı rakamlarıyla ortaya çıkmış. 2004 yılı
rakamlarına da baktığınız zaman, 149 katrilyon 945 trilyon lira hedeflenmiş,
139 katrilyon 482 trilyon lira olarak gerçekleşmiş; yani, hedefin altında
gerçekleşmiş. Değerli arkadaşlar, bu, şu anlama geliyor: AK Parti hükümetleri,
gerçekten, disiplinli bütçeler yapıyorlar, güvenilir bütçeler yapıyorlar, ciddî
bütçeleme tekniği uyguluyorlar; değerli arkadaşlar, bunun anlamı budur.
Değerli arkadaşlar,
ekonomik büyümenin, kalkınmanın en temel şartlarından bir tanesi, güven ve
istikrardır. Güven ve istikrar olduğu zaman, ekonomik ajanlar, ekonomik
kararlarıyla ekonomiyi etkileyen herkes, bütün gerçek kişi ve kurumlar, dolaylı
olarak, ekonominin gelişmesi ve kalkınması yönünde hareket ediyorlar. Bakın,
iki tane örnek vereceğim. Güven ve istikrar tesis edildiği takdirde, siyasî
iktidarlar, hükümetler, kamuoyuna güven ve istikrar aşılayabildiği takdirde...
Tabiî, bunların, birçok olumlu yansımaları, sonuçları var; ama, bana göre en
önemlilerinden iki tane örnek vereceğim: Birincisi, insanlar, ertelenmiş
tüketim taleplerini gerçekleştiriyorlar, realize ediyorlar; yani, harcamaya
başlıyorlar. İnsanlar ne zaman daha çok harcar; insanlar, geleceğe daha fazla
ümitle baktıkları zaman harcama eğilimlerini artırırlar. Tam aksi olduğu zaman,
yani, insanların gelecekle ilgili beklentileri olumsuza döndüğü zaman
harcamaları azalır, harcama eğilimleri azalır. 2003 yılından itibaren, yani, AK
Parti Hükümetlerinin iktidara gelişinden itibaren, tüketim harcamalarında,
toplam talepte, ciddî anlamda bir artış olduğunu görürsünüz. Fazla ayrıntıya
girmeyeceğim, büyümenin motoru, özellikle hükümetimize, hükümetlerimize duyulan
güven nedeniyle, daha önce ertelenmiş, geleceğe ümitsiz bakan insanların
ertelediği tüketim taleplerinin ortaya çıkması nedeniyle, tüketimde ve toplam
talepte meydana gelen artış olmuştur ve bu, büyümeyi kamçılamıştır. Son iki
yılda, hatta, üçüncü yılda, hepimiz biliyoruz, büyüme rakamları ciddî
rakamlar; bunların ayrıntısına
girmeyeceğim-.
Aynı zamanda bir başka
husus daha gerçekleşmiştir. Yine, bu güvenin yansıması olarak, içerideki ve
dışarıdaki döviz sahipleri veya ellerindeki tasarruflarını dövize yönlendirmiş
olan insanlar TL'ye geçmeye başladılar ve bu yönüyle de ciddî anlamda piyasaya
döviz girmeye başladı.
Değerli arkadaşlar,
piyasaya ciddî anlamda döviz girdikten sonra, arz-talep kuralı gereği -biraz
sonra yine onu değerlendireceğiz, ayrıntılı olarak gireceğiz, Merkez Bankasının
işlemlerini bu yönüyle değerlendireceğiz- yine özellikle döviz arzı nedeniyle
piyasada dövizin fiyatının düşmesi ve TL'nin ciddî anlamda değerlenmesine
rağmen, ihracatta yaşanan artışların altının çizilmesi gerekir. Hem 2003
yılında hem de 2004 yılında, her iki yılda da ihracatımızda ciddî anlamda bir
artış meydana gelmiştir. Tekrar altını çiziyorum; 2003 yılında ve 2004 yılında
TL'nin, yaklaşık yüzde 40'ın, 45'in üzerinde, döviz karşısında değer
kazanmasına rağmen, ciddî anlamda bir ihracat artışı gerçekleştirilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Canikli,
söz süreniz bitti, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, muhalefet sözcülerinin ve zaman zaman da
basında bazı arkadaşların ifade ettiği ya da ortaya koyduğu iki konu var
tartışılması gereken. Bunlardan bir tanesi cari açık rakamları, diğeri de borç
stoku rakamlarıdır. Borç stokunun, kamu net borç stok oranının 2003 yılından
itibaren düşmeye devam ettiğini biliyoruz; yani iktidarımız, hükümetimiz
işbaşına geldiğinde kamu net borç stokunun, gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde
78,7 iken, bu oran önce 70'e düşmüştür, 71'e düşmüştür 2003 yılında; şu anda da
70'in altına düşmesi bekleniyor ve muhtemelen önümüzdeki yıllar itibariyle bu
trend devam edecek. Bunlara zamanımız kalırsa devam edeceğim; ama, ben özellikle
cari açık konusunda bir şeyler söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, 2003
yılında biliyorsunuz cari açık 6 800 000 000 dolar olarak gerçekleşti ve 2004
yılında da hükümetin daha doğrusu, ilgililerin en son revize tahmini 14 milyar
dolar civarında; ama, belki 12 milyar dolar civarında gerçekleşebilir, realize
olabilir. Şimdi, tabiî, muhalefetteki arkadaşlar da dahil olmak üzere birçok
kesim buradan yola çıkarak hükümetimize eleştiriler getiriyorlar.
Değerli arkadaşlar,
bakın, şimdi, her şeyi yerli yerine oturtmamız gerekiyor. Cari işlemler
açığının temel nedeni, hepimiz biliyoruz -biraz önce ifade ettim- Türk
Lirasındaki değerlenmedir; yani, 2003 yılı başından itibaren, Türk Lirasının bütün
döviz birimlerine karşı değer kazanması, ithal mallarını nispî olarak
ucuzlatmış, ithalatı ciddî anlamda artırmıştır. İhracatımızdaki artışa ve
turizm gelirlerimizdeki patlamaya rağmen, cari açıkta tahminlerin ötesinde artışlar
meydana gelmiştir.
Değerli arkadaşlar,
biliyorsunuz, para ve kur politikalarının uygulanması tamamen Merkez Bankasının
sorumluluğundadır. Merkez Bankası Kanununda 2001 ve 2002 yıllarında yapılan
değişiklikle, Merkez Bankası tam bağımsız ve özerk hale getirilmiştir.
Hükümetimiz maliye politikalarından sorumludur. Hükümetimizin bu konularda
herhangi bir müdahalesi söz konusu değildir ve bu konu, tamamen Merkez
Bankasının inisiyatifindedir, sorumluluğundadır; çünkü, biliyorsunuz, Merkez Bankası
zaman zaman, birtakım gerekçelerle döviz piyasasına müdahale etmektedir.
Müdahaleyi Merkez Bankası yapmaktadır. Bu konuda Hazinemizin ya da
hükümetimizin en ufak bir belirleyiciliği yoktur.
Hükümetimizin görevi
şudur: Hükümetimizin görevi, kamuoyuna güveni tesis etmektir, bu tesisi
sağlamıştır ve hükümetimiz tarafından,
gerçekten, ciddî anlamda, bütün ekonomik birimlerin rahat hareket edebileceği
bir alan oluşturulmuştur; ama, Merkez Bankasının, kendi yetki alanına giren
konularda -özellikle kur politikası için söylüyorum- bu güven alanını,
kendisine sağlanan bu sınırsız kredibiliteyi yerinde kullandığını söyleyebilir
miyiz; ben şahsen doğru kullanmadığını düşünüyorum, özellikle kur politikası
çerçevesinde. Daha aktif, daha sonuç alıcı bir politika uygulaması gerekirdi
değerli arkadaşlarım. Tabiî, Merkez Bankasının temel hedefi fiyat istikrarını
sağlamaktır. Buna, hiç kimse, herhangi bir şey söyleyemez, Merkez Bankasının
bağımsız olması gerektiği konusunda da hiç kimsenin bir aksi düşüncesi söz
konusu değil; ama, Merkez Bankası bu görevleri ifa ederken, sadece ve sadece
fiyat istikrarına odaklaşamaz. Ekonomide, fiyat istikrarının dışında başka
dengeler de vardır. Ekonomi, bir dengeler manzumesidir değerli arkadaşlar. Bir
dengeyi kurarken diğer bütün dengeleri de gözetmek zorundasınız ve Merkez
Bankasının gözetmesi gereken en önemli denge, cari dengedir. Evet, Merkez
Bankası, birincil olarak enflasyonla mücadele etmelidir, buna hedeflenmelidir
-zaten, bütün dünyada merkez bankalarının temel fonksiyonu budur- ama, bunu
yaparken de gözlerini kapatmaması gerekir.
Sonuçta, cari açık
konusu, aslında hükümetimiz tarafından, Hazinemiz tarafından ifade edildi;
herhangi bir sorun yok, gereken finansman sağlanıyor, buna rağmen bazı küçük
çaplı tedbirler aldı ve ekim ayı cari rakamlarında artış trendinde bir azalma
meydana geldi. Aslında, bunu hükümetimizin yapmaması gerekirdi, daha doğrusu
hükümetimize bırakılmaması gerekirdi. Merkez Bankasının, daha hassas, daha
dikkatli, doğru para ve kur politikaları vasıtasıyla, otomatik mekanizmayla
bunu sağlaması gerekirdi.
Değerli arkadaşlar, son
olarak, Merkez Bankası konusunda şunu hatırlatmakta fayda görüyorum:
Biliyorsunuz, Merkez Bankası, zaman zaman -biraz önce söyledim- döviz
piyasasına müdahaleler yaptı ve piyasaya TL arz etti; Merkez Bankası döviz
alırken piyasaya TL arz eder; fakat, daha sonra piyasaya verdiği bu TL'lerin,
-enflasyon hedefiyle uyumlu, parasal taban rakamlarıyla uyuşmadığı
gerekçesiyle- bir kısmını piyasadan geri çekti, faiz ödeyerek geri çekti ve bu
da reel faizlerin daha fazla düşmesini engelledi. Reel faizler, hükümetimizin
devraldığı rakamlarla bugünü kıyasladığınız zaman, inanılmaz düşüşler gösterdi,
bunu hepimiz biliyoruz; ama, çok daha aşağılara çekilebilirdi.
Değerli arkadaşlar,
özetle şunu söylemek istiyorum: Hükümetimiz, ekonominin şahlanması için, çok
daha iyiye gitmesi için gerekli bütün adımları atmıştır, güveni sağlamıştır,
istikrarı sağlamıştır. Bundan daha fazla olumlu bir ortam -herhalde-
düşünemiyoruz; ama, bu olumlu ortamın, bu güzelliklerin ortaya koyduğu,
sağladığı kredileri de ilgili bütün kurumların en verimli şekilde, en etkin
şekilde, en güzel şekilde kullanması gerekir değerli arkadaşlar. Buna, Merkez
Bankası özellikle dahildir, Merkez Bankasının konumu, etkinliği ve pozisyonu
itibariyle.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Canikli,
lütfen konuşmanızı bitiriniz.
NURETTİN CANİKLİ
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ben, tekrar, 2005 yılı
bütçemizin, ülkemize ve milletimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.
Hükümetimize, yapacağı çalışmalarda başarılar diliyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Canikli,
teşekkür ederim.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı Ankara Milletvekili Sayın Bülent Gedikli
yapacak.
Sayın Gedikli, buyurunuz.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Söz süreniz 30 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA
BÜLENT GEDİKLİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 malî yılı
bütçesi üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Görüşmekte
olduğumuz bütçenin, ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor;
hepinize en içten saygılarımı sunuyorum.
2005 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısını, geçtiğimiz koalisyon hükümetince hazırlanan tasarılarla
karşılaştırdığımızda, ülkemizin, henüz iki yılını doldurmuş AK Parti
İktidarıyla kaydettiği mesafe çarpıcı boyuttadır. Gerçekten de, Türkiye, bugün,
siyasî, sosyal, ekonomik ve dışilişkiler düzeyinde, iki sene öncesi
devraldığımız karamsar tablodan bütünüyle uzaklaşmış, kriz şartları aşılmış,
piyasalar canlanmış, ülkemizin dünyadaki itibarı artmış ve her şeyden önemlisi,
milletimiz geleceğine güvenle ve umutla bakar hale gelmiştir. Bütün bu müspet
gelişmelerin ekonomik hayatımıza giderek daha fazla yansıyacağını, 2005 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısında da rahatlıkla gözlemliyoruz.
Değerli milletvekilleri,
Avrupa Birliğine üyelik müzakereleri için tarih aldığımız bir dönemde,
hazırlanan bütçemizin, müzakere tarihine kadar yapılacak reformlar ve alınacak
önlemler bakımından en önemli araç olduğu açıktır. Avrupa Birliğiyle
müzakerelerin mümkün olduğunca süratli ve başarılı geçmesi için, bizleri
yepyeni bir atılım ve çalışma dönemi bekliyor. Bu süreçte, ülkemizin Avrupa
Birliğine tam entegrasyonunu sağlayacak her alanda yapısal reformları hayata
geçirmemiz öncelikli meselemiz olacaktır.
Devleti, ekonomik
faaliyetlerin odağında konumlandıran 1980 öncesi model sonucunda, bir yandan
ülkemizin beşerî ve fizikî sermaye birikimine uygun olmayan, büyük ölçüde
ithalata ve montaja dayalı endüstriler kurulmuş; diğer yandan, ihtiyaç duyulan
vasıflı insangücü, yatırım malları ile üretim girdileri bakımından dışa
bağımlılık artmış, yurtiçi ekonomide rekabet yerine, devlet eliyle dağıtılan
rantlar ve kayırmalar yaygınlaşmıştır.
24 Ocak 1980 istikrar
tedbirleriyle, globalleşen dünyaya ayak uyduran ve sorunların çözümünde topluma
da inisiyatif veren yeni bir anlayışın yer almaya başladığı bir döneme,
dünyadaki trendlere paralel olarak Türkiye de girmiştir. Ne var ki, en temel
insan haklarının tanınması ve sürdürülmesinin garanti altına alınması
bakımından, AK Parti Hükümeti dönemine kadar, bu alanlarda önemli eksiklikler
devam etmiştir.
Türkiye, küreselleşme
sürecini, ülkemizin tekelci ve kayırmacı ekonomik yapısından dolayı, oldukça
sancılı yaşamıştır. Nitekim, bu süreçte, Türkiye finans piyasalarında birçok
kriz çıkmıştır. Ekonomik kaynakların önemli bir kısmına devletin hâkim olduğu
ülkemizde, piyasa aktörleri için rekabet ortamının temin edilmesi ve dış
dünyayla entegrasyon, seçkinci bürokratik yapının ilgisini çekmemiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Özal Hükümetlerinin 80'li yılların sonlarına kadar uyguladığı
istikrar tedbirleri, toplumu ve ekonomiyi dışa açmada kayda değer neticeler
vermiştir. Ne yazık ki, bu reform süreci, reform yorgunluğu olarak
nitelenebilecek bir handikapla, 1990'lı yılların başında kesintiye uğramıştır.
Bu dönemdeki iyi niyetli çabalara ve reformlara rağmen, kamu iktisadî
teşebbüsleri özelleştirilememiş, yerel yönetimler, yetki ve malî imkânlar bakımından
yeterince güçlendirilememiş, tarım kesiminde yapısal ve kalıcı bir reform gerçekleştirilememiş
ve netice olarak, dışa dönük ekonomik büyüme modeli uygulayan Türkiye, ne yazık
ki, yapısal reformları devam ettirememiş ve bu süreci tamamlayamamıştır.
1990'ların başından
itibaren hükümetlerin kısa ömürlü olması, yapısal önlemler alınamamasında temel
faktördür. 1990-1999 dönemindeki on yılda, toplam 10 hükümet işbaşına
gelmiştir. Bu dönemdeki hükümetler, iktidarda ortalama sadece bir yıl
kalabilmiştir. Bu, tam anlamıyla bir siyasî istikrarsızlığa tekabül etmektedir.
18 Nisan 1999 genel seçimlerinden sonra kurulan koalisyon hükümeti, IMF
destekli bir istikrar ve yeniden yapılanma programı uygulamayı taahhüt etmiştir.
Ne var ki, istikrar programının süresi üç yıl olarak öngörülmesine ve hükümet
de üçbuçuk yıl iktidarda kalmasına rağmen, başlangıçta öngörülen hedeflere
ulaşılamamış, ayrıca, millî gelirimizin üçte 1'ine mal olan ve sonuçlarını
halen yaşadığımız bir kriz ortaya çıkmıştır.
İşte, AK Parti, o günün
iktidarının yönetim becerisinin iflas ettiği ve darboğaza girdiği bir dönemde,
demokrasinin bir çözümü olarak iktidara gelmiştir. Açık toplum ve rekabetçi
ekonomiye geçişte asıl büyük atılım AK Parti İktidarıyla mümkün olmuştur.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye, döviz ihtiyacını karşılamak için, uzun yıllar, yüksek reel faiz
ödemeleri yapmak zorunda kalmıştır. Özellikle yurt içindeki firmalarımızın
gelirleri içinde, kamu kâğıtlarından sağlanan faiz gelirleri önemli bir orana
sahip olmuştur. Devletin, özel sektörün kullanacağı fonlara yüksek faiz
ödemeleri yaparak talip olması, reel sektörün kaynak maliyetini önemli ölçüde
artırmıştır. Sonuçta, devletin finansman politikasındaki bir değişiklik veya
faiz oranlarındaki bir gerileme özel sektörü dramatik şekilde etkilemektedir.
Devletin ödediği yüksek faizlere bağımlı alışkanlığın kırılmasına ciddî direnç
olduğu bir vakıadır.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye ekonomisinde temel sorun alanları üç ana grupta toplanabilir. Birinci
grupta, gelişmiş ülkelere kıyasla, ülkemiz, insan kaynaklarının düşük eğitim
düzeyi, kırsal nüfusun büyük bir oranda olması ve sosyal güvenlik sistemindeki
sorunlar yer almaktadır.
İkinci grupta yer alan
sorunlar, daha ziyade, sermaye birikiminin yetersiz olması, yetersiz kentleşme
ile ulaştırma ve taşımacılık altyapısının eksik olmasıdır.
Üçüncü grupta yer alan
sorunlar ise, gelişmiş ülkelerle kıyaslanabilecek etkin regülasyon, denetim ve
yargı sistemlerinin olmayışı ve aşırı merkeziyetçi yapının varlığıdır. Bu üç
sorun kümesi, açık bir toplum ve etkin piyasa mekanizmasının önündeki
engellerdir. AK Parti Hükümeti, iktidarının ilk aylarında kamu yönetimi temel
reformunu kamuoyuna sunmuş, yerel yönetimleri, yetki, güç ve sorumluluk
itibariyle öne çıkaracak düzenlemeleri yapmış, yüksek iç ve dışborç yükünü
azaltmak için alternatif kaynak sağlama projeleri geliştirmiştir.
AK Parti Hükümeti, insan
kaynaklarının niteliklerini artırmak ve eğitim sisteminin etkinliğini sağlamak
için eğitim reformunu da zorunlu görmektedir. Hedefimiz, eğitimde reform
yapılması, toplukonut ve ulaştırma altyapısı açıklarının kapatılması, sosyal
güvenlik sisteminin etkinleştirilmesi, sağlık sisteminin toplulaştırılarak
ölçek ekonomisinden yararlanılması, bireysel sağlık sigortası gibi uygulamalar
ile sosyal ve fizikî altyapı eksikliğinin giderilmesidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; günümüzde birey odaklı organizasyon yaklaşımı, kendini
vatandaş-devlet ilişkisinde de göstermektedir. Ceberut devlet anlayışı, yerini,
bilgilendiren, denetlenen ve hesap veren hizmet birimlerine bırakmaktadır.
Artık, her kamu kurumu, şeffaflık, hesap verebilirlik, denetlenebilirlik,
etkinlik gibi kriterleri başlıca özellikleri arasına katmak zorundadır. Kamu
Malî Yönetim Kanunu ile Bilgi Edinme Hakkı Kanununun yürürlüğe girmesi ve Etik
Kurulunun teşkil edilmesi, bu yönde atılmış devrim niteliğindeki adımlardır.
Değerli milletvekilleri,
günümüzde devletlerarası en başarılı entegrasyon hareketi Avrupa Birliği
modelidir. Avrupa Birliği, sırf, bölgesel bir siyasî ve ekonomik hareket
olmakla kalmayıp bölgeyi aşan düzeyde evrensel bir boyut da taşımaktadır. Kopenhag
Siyasî Kriterleri ve Maastricht Ekonomik Kriterleri bütün dünyada genel kabul
görmüş referanslardır. Türkiye, Avrupa'ya yüzyıllar süren bir yatırım
yapmıştır. İşte, hükümetimiz, bu yatırımın ürün vermeye başlaması için dev bir
adım atmış ve tam üyelik müzakerelerinin başlamasının yolunu açmıştır.
Türkiye'nin tarihini Avrupasız düşünmek mümkün olmadığı gibi, Avrupa tarihini
de Türkiye'den bağımsız düşünmek mümkün değildir. Aslında, Avrupa'nın beşyüz
yıldır tüm çabası, kıtada barış ortamını sağlamaya yöneliktir.
Avrupalı krallar, bu
barış ortamını, modern çağın başlarında farklı dinî ve millî unsurları yok
etmekle sağlayacaklarını sanmışlardı. Engizisyonlarla, farklı mezheplere
inananlar diri diri yakılıp, Yahudiler sınır dışı edilirken, o dönemde,
Osmanlı, bütün mezhepler ve dinler için iltica edilecek tek sığınak
durumundaydı.
Bugünlerde, AB Dönem
Başkanlığını devredecek olan ve 1567'den itibaren millî varlığı için mücadele
eden Hollanda'yı, 1612 yılında, dünyada ilk tanıyan ve İstanbul'da daimî büyükelçisini
akredite eden yine atalarımızdır.
1815 Viyana Kongresinde
Napolyon sonrası Avrupası kurulurken Türkler dışarıda kalmıştı; fakat,
Türkiyesiz Avrupa, uzun dönemli bir istikrara sahip olamamıştır. Birinci ve
İkinci Dünya Savaşlarının yaptığı ağır tahribat, Avrupa ülkelerini, aralarında
dinî ve millî husumetleri bir kenara bırakmaya zorlamıştır. Avrupa Birliği,
barışa duyulan bu şiddetli ihtiyacın bir ürünüdür. Türkiye'nin 17 Aralıkta
aldığı müzakere tarihi, İngiliz Times Dergisinin ifade ettiği gibi,
Türkiye'nin, beşyüz yıl boyunca etkilediği kıtaya geri dönüşüdür.
Avrupa Birliği, Türkiye
için, sırf ekonomik veya siyasî boyutlu bir proje değildir. Avrupa Birliği,
bunlardan daha önemli olarak, Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği gibi, dünya
barışı bakımından uygarlıkların buluşması ve medeniyetlerarası diyalog
projesidir. Bu yönüyle, Türkiye, tarihî ve kritik bir rol üstlenmiştir.
Değerli milletvekilleri,
AK Partinin iki yılı bulan iktidarında ekonomide sağlanan iyileşmeleri ve 2005
yılı bütçe hedeflerini, dünya ekonomisindeki gelişmeleri baz alarak, kısaca
hatırlamakta ve karşılaştırma yapmakta yarar görüyorum.
Dünya ekonomisinin bu yıl
yüzde 5, gelecek yıl ise yüzde 4'ün biraz üzerinde, dünya ticaret hacminin ise
bu yıl yüzde 8,8; gelecek yıl ise yüzde 7 civarında büyüyeceği öngörülüyor.
Türkiye'nin büyüme hızı, bu yıl için yüzde 8 ile yüzde 10 arasında tahmin
edilirken, 2005 yılı büyüme oranı hedefi ise yüzde 5'tir.
İhracat ve ithalat
toplamının millî gelire oranının yüzde 50'nin üzerinde olduğu ülkemizde, dünya
talebindeki gelişmeler hayatî önem taşıyor. İhracat imkânımız bakımından dünya
üretiminde ve ticaretindeki büyüme beklentilerinin bütçemizde öngörülen
hedeflerle uyumlu olduğunu görmekteyiz.
Diğer taraftan, gelişmiş
ülkelerdeki işsizlik oranı 2003 yılına göre küçük bir düşüş göstererek bu yıl
yüzde 6,3 olarak tahmin edilirken, 2005'te işsizliğin yüzde 6,1'e gerileyeceği
öngörülmektedir. Gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin sağladığı istihdam
düzeyi işsizliği azaltacak boyuttadır.
Kesintisiz olarak üç
yıldır büyüme kaydeden Türk ekonomisinin, gelecek üç yıl içinde de büyüme
kaydetmesi hedeflenmektedir. Sanayi alt dallarında kapasite kullanım oranları
azamî düzeye ulaşmıştır. Dolayısıyla, bundan sonraki ekonomik büyümenin yeni
istihdam alanları açacağını kestirmek mümkün. Nitekim, bu yıl tarımdışı alanda
631 000 dolayındaki yeni istihdam artışı çarpıcı boyutta olup, büyümenin
işsizliğe çare olmaya başladığını göstermektedir.
Yine Türkiye'de enflasyon
oranları bu yıl için hedeflenen düzeylerde gerçekleşmiş olup, 2005 için de
öngörülen hedeflere rahatlıkla ulaşılabileceği söylenebilir. Üç yıllık program
uygulamasının sonunda, enflasyon oranının dünya ortalamasına büyük ölçüde
yaklaşacağını öngörüyoruz.
Değerli milletvekilleri,
kısa vadeli faiz oranları gelişmiş ülkelerde yüzde 1'in biraz üzerindeyken,
uzun vadeli faizler yüzde 4 ile 5 arasında değişmektedir. Ülkemizde devletin
iktisadî faaliyetlerden çekilmesi nedeniyle yatırım ve üretim alanları daha çok
özel sektöre bırakılmış, faiz oranlarındaki düşüşler bu trendi desteklemiştir.
Kamu borç stokunda bu yıl için millî gelire oranla öngörülen gerilemeler ile
faiz oranlarının daha da azalabileceği tahmin edilmektedir. Nitekim, faizlerde
sağlanan gerileme sayesinde faiz ödemeleri için 2003 yılında 6,3 katrilyon ve
2004 yılında 7,5 katrilyon lira tasarruf sağlanmıştır. Bu sağlanan tasarruflar,
başlangıç ödeneğine göre gerçekleşmiş düzeylerdir; yani, başta öngörülen
ödeneklerin daha altında faizler gerçekleşmiştir. Bu da, uzun yıllardan sonra,
Türkiye'de, bütçe tarihinde ilk kez olan olgudur. Oranlarsak, başlangıç
ödeneğine göre 2003'te yüzde 10, 2004'te ise yüzde 11,4 oranında faiz giderinde
düşüş kaydedilmiştir. Nitekim, faiz ödemelerinin net bütçe gelirleri
içerisindeki payı da 2003 yılında yüzde 63,2 iken, 2004 yılında yüzde 53,9
olarak gerçekleşmiştir, 2005 yılı hedefi ise yüzde 44,7'dir.
Yine, güven ve istikrar
ortamının sağlanmasıyla özel sektör yatırımları sürekli olarak artmış, 2004
yılının ilk yarısında özel sektör makine ve teçhizat yatırımlarında âdeta
patlama olmuştur.
2003'te faiz ödemeleri
dahil yüzde 11,3 açık veren bütçemizin, bu yıl yüzde 7,2 açık vereceği tahmin
edilmektedir. Gelecek yıl için öngörülen açık ise, yüzde 6,1'dir.
Kamu borçlanma gereğimiz
ise, 2002 yılında yüzde 12,7 ve 2003 yılında yüzde 9,4 olmuştur. Bu yıl için
borçlanma gereğinin yüzde 5,9'a gerileyeceği hesaplanırken, 2005 için hedef
yüzde 3,6'dır. Bu hedefler ve gerçekleşmeler, birkaç yıl öncesine kadar hayal
bile edilemezdi.
Kamu finansman açığı ve yüksek
enflasyon, yüksek faizler için başlıca iki etkendir. Enflasyonda arzulanan
standartları yakalama yönünde dev adımlar atılıyor. Kamu finansman açıklarının
giderilmesi ise, temelde, sosyal güvenlik ve sağlık başta olmak üzere, gelir
idaresi, bankacılık ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesine bağlıdır. AK Parti
Hükümeti bu reformları yapma konusundaki kararlılığını pekiştirerek
sürdürmektedir.
Kamu borçları ise,
gelişmiş ülkelerin çoğunda, Maastricht Kriterlerinde öngörülen yüzde 60'ın
üzerinde seyretmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde bu oran; yani, kamu
borçlarının millî gelire oranı yüzde 65, euro bölgesinde yüzde 77
düzeyindeyken, OECD ortalaması yüzde 78'dir. Ülkemizin kamu kesimi net iç ve
dışborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı 2002 yılında yüzde 78,7 iken,
bu oran 2003 yılında yüzde 70,5 düzeyine gerilemiştir; bu yıl ise, yüzde 68 düzeyine
gerileyeceği tahmin edilmektedir. Millî gelirin üçte 1'ine mal olan bir krizin
ardından kaydedilen bu gelişmenin çok çarpıcı olduğunu da bu arada belirtmek
gerekir.
Değerli milletvekilleri,
AK Parti Hükümeti, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlarla diyalog
içinde, 2005-2007 dönemini kapsayan üç yıllık bir programı uygulamaya karar
vermiştir. Üç yılın sonunda, enflasyon, işsizlik, büyüme, tarım ve kentsel
altyapı alanlarında temel sorunlarını çözmüş ve önemli fırsatlara sahip bir
bölge ekonomisi ortaya çıkacaktır.
İstikrar programı
uygulanan ekonomilerde bazı sınırlamaların olduğu da gözden uzak
tutulmamalıdır. Bu nedenle, 2005 yılı bütçesinin istikrarlı bir ekonomik ortamı
temin etmek için çeşitli önlemleri barındırması gereği de açıktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yapısal reformlar, kayıtdışı ekonomi, Avrupa Birliğine uyum
sürecinde tarım sektörü, sosyal güvenlik ve sağlık ile vergi alanlarında
yapılacaktır. Bu reformlar sayesinde, Türkiye ekonomisinin üç temel hastalığına
çare bulunması hedeflenmektedir. Bunlar, kayıtdışı ekonominin en aza
indirilmesi, özel sektör yatırımlarının teşvik edilmesiyle rant ekonomisinden
üretim ekonomisine geçişin hızlanması ve sosyal güvenlik açıklarının
kapatılmasıdır.
Geçmiş iki yıl gösterdi
ki, hükümetimiz, vaat ettiği tüm hedefleri başarıyla gerçekleştiriyor; fakat,
biz bununla yetinmiyor ve rehavete kapılmıyoruz; çünkü, milletimiz, bugünkü
başarıların daha fazlasını hak ediyor ve çok daha fazlasına da layıktır. AK
Parti Hükümeti olarak istiyoruz ki, bir yandan bütçe hedeflerini tuttururken,
diğer yandan ekonominin temel hastalıklarını da tedavi edebilelim.
Bu noktada, Türk vergi
sisteminde adaleti tesis etmeye yönelik, yapmayı hedeflediğimiz vergi
reformundan da kısaca bahsetmek istiyorum. Hükümetimiz vergi reformu aşamasına
gelmeden önce malî miladı kaldırmış ve ardından vergi barışı projesini hayata
geçirmiştir. Vergi barışı projesinden sağlanan kaynak, tahmin edilenin çok
üzerine çıkmış ve 4,7 katrilyon liraya ulaşmıştır. Ulaştığımız bu rakamlar,
girişilen bu projenin ne kadar isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. Artık,
sıra, daha kapsamlı bir vergi reformuna gelmiştir.
Bu reformun temel
amaçları da şunlar olmalıdır:
Adil bir vergi sistemi
kurmak ve tüm vatandaşlarımızın gönül rahatlığıyla vergi verebilmesini
sağlamak.
Vergi oranlarını daha
makul seviyelere indirmek.
Gelir idaremizi daha
etkin hale getirmek.
Sayın Başbakanımızın da
ifade ettiği gibi, hükümetimiz, yeni vergi reformuyla daha anlaşılabilir, daha
öngörülebilir ve daha etkin bir vergi sistemini hayata geçirecektir. Bu vergi
reformuyla, vergiler tabana yayılacak, oranlar düştüğü halde vergi gelirleri
artacaktır. Bu sayede hem kayıtdışı ekonomi kayda alınmış olacak hem de yatırım
ortamı daha da iyileşecektir.
Sosyal güvenlik reformu
ve vergi reformu dışında, bütçenin üçüncü önemli ayağını da kamu yönetimi
reformu oluşturmaktadır. Bu reform, AK Parti Hükümetinin çok önem verdiği bir
başka projesidir. Hükümetimiz öncelikle, devleti milletimize hizmet edebilmenin
bir aracı olarak görmektedir. Bu bakımdan, kamu yönetimi reformu, bütçenin
mümkün olan en etkin ve verimli bir şekilde milletimizin hizmetine sunulmasını
hedefleyen bir projedir. Bu reformun neticesi olarak, yerel inisiyatifleri
geliştirme stratejisi çerçevesinde, belediye kaynaklarını artırma yönünde, pek
çok vergide, yerel yönetimler lehine düzenlemeler yapılmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
kamu yönetiminde şeffaflığın ve hesap verebilirliğin artırılması için, Bilgi
Edinme Hakkı Kanunu yürürlüğe girmiş ve analitik bütçe sistemine geçilmiştir.
Bu yıl yaptığımız bütçe, yıllık olarak yapılan son bütçedir. Bundan sonra,
biliyorsunuz, üç yıllık bütçelere geçilecektir; bu da, yine bu dönemde
gerçekleşiyor.
Bir toplumun gelişmişlik
düzeyi, fizikî ve beşerî altyapısının yeterliliğiyle ölçülür. Eğitim, sağlık,
kültür gibi sosyal altyapı alanlarında reformların önümüzdeki dönemde
hızlanacağını bekliyoruz. Aynı şekilde, kentleşme, ulaştırma ve haberleşme
altyapısı ile toplukonut ve duble yol projelerinin hızlandırılmasıyla da fizikî
altyapının tamamlanmasını amaçlıyoruz. Ana hedefimiz, Kopenhag Siyasî
Kriterlerini ve Maastricht Kriterlerini sağlayarak, gelişmiş ülkeler liginin ön
sıralarına geçmektir. Daha bugünden memnuniyetle görüyoruz ki, Türkiye, Avrupa
Birliği üyeleri içerisinde 10 uncu büyük ekonomi olup, potansiyeli hayli güçlü
bir ülkedir.
Gelişmiş ülkelerde,
hükümetlerin ekonomi yönetimlerinde dikkat çeken bariz özellik, kamu maliyesi,
sermaye piyasası, bankacılık kesimi ve merkez bankası arasındaki yüksek
koordinasyon ve işbirliğidir. Para, banka ve sermaye piyasaları arasında
insicamlı bir işleyiş olmadan başarılı olmak, hem mümkün değildir hem de
diyalog ve eşgüdüm eksiği genel olarak ekonomi politikasını da sekteye uğratır.
Bu bakımdan, hükümetimizin ekonomide hedeflediği hususların başında, Türk ekonomi
yönetiminden sorumlu kurumlar arasında yüksek bir uyum ve eşgüdümü belli bir
rekabet içerisinde sağlamak gelmektedir. Hatırlanacağı üzere, geçmiş dönemlerde
ekonomimizin karşı karşıya kaldığı krizlerin önemli bir sebebi de -burası çok
iyi hatırlanmalıdır- ekonomi yönetimiyle ilgili kurumlar arasında bu tarz bir
uyumun ortadan kalkması olmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aşağıdaki değerlendirmeleri de yaparak konuşmamı tamamlamak
istiyorum.
Hükümetimizin uygulamış
olduğu iki bütçe ile önümüzdeki yıl bütçeleri bakımından bir değerlendirme
yapacak olursak, 2003 bütçesini telafi bütçesi olarak niteleyebiliriz. Bu
bütçeyle yaralar sarılmış, acil müdahaleler yapılarak geçmişteki zararların
telafisine çalışılmıştır. 2004 bütçesi ise bir ihtiyat bütçesidir. 2003 bütçe
hedefleri fazlasıyla tutturulmasına rağmen, 2004 bütçesinde ihtiyat elden
bırakılmamış, iyileşmelerin kalıcı olup olmadığı -deyim yerindeyse- yoklanmıştır.
Bu bütçeyle ekonomideki istikrar test edilmiştir. 2005 bütçesi ise bir atılım
bütçesidir. 33 katrilyon lira olarak gerçekleşeceği anlaşılan 2004 bütçe
açığının 2005 için 29 katrilyon liraya düşürülmesi hedeflenmiş ve yatırımlara
ayrılan miktar, bir önceki bütçeye göre yüzde 50 civarında da artırılmıştır.
Faizdışı harcamalarda da oransal olarak artışlar söz konusu olmuştur ki, bu da,
aslında, bütçemizin sosyal niteliğinin olduğunu gösteren çok önemli bir
veridir, rakamdır.
2005 bütçe büyüklükleri,
önümüzdeki üç yılda uygulanacak programla da uyumludur; ancak, bu programın ve
2005 bütçesinin yeni başarılara imza atabilmesi, öncelikle reformların
gecikmeden yapılmasına bağlıdır. Bu programın uygulanmasıyla, kamu kesimi,
topladığı kaynağı rant olarak dağıtan bir mekanizma olmaktan çıkacaktır. Vergi
reformunun hızla hayata geçirilmesi yoluyla, hedeflenen gelirlere
ulaşılacaktır.
Finans sistemimizdeki
tekelci yapı, yerini, rekabetçi bir yapı ve işleyişe bırakacaktır.
Devlet, özel sektör
faaliyetlerini koordine eden ve yönlendiren bir konumdan, adalet ve güvenliği
etkin olarak sağlayan, zayıf ve güçsüzlere koruma sağlayan, sosyal boyutu güçlü
bir yapıya kavuşacaktır.
İstihdam vergileri ve
yatırımları caydıran her türlü kısıtlama en aza indirilerek, devletin, bireysel
ve toplumsal çabaların üretime dönüşmesine engel olan uygulamaları ve
düzenlemeleri tasfiye edilecektir.
E-devlet projesiyle, kamu
hizmetleri, toplumun hak ettiği şeffaflık, sürat ve etkinlikle temin
edilecektir.
Kamu hizmetlerinde
"bugün git yarın gel" anlayışı bitecek, her iş için Ankara'ya gelme
ihtiyacı kalmayacaktır.
Kültür, turizm, tarih,
coğrafya ve nüfus itibariyle sayısız potansiyeli olan Türkiye'nin bunu ekonomik
değere dönüştürmesinin önündeki engelleri kaldıracak projelere öncelik
verilecektir.
Tarımsal kesim, kırsal
kalkınma perspektifinde ele alınacak ve ülkemizin bozulmamış doğallığı, başta
organik tarım için yatırım alanları olmak üzere yeni fırsatlara dönüştürülecektir.
Üç yıllık ekonomik
program ve bunun bir parçası olarak 2005 bütçesiyle, yine, KOBİ'lerimize ve
çiftçimize önemli ölçüde destekler sağlanacaktır. Bunu, mevcut 2005 yılı
bütçesinde de görmek mümkündür.
Ayrıca, kamu
harcamalarının finansmanında, daha önce de uygulama alanı bulan gelir ortaklığı
senedi gibi alternatif kaynakların da geliştirilmesi gerekecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime son verirken, hükümetimize ve AK Partiye destek
vermeye devam eden milletimize ve ülkemize 2005 yılı bütçesinin hayırlar
getirmesini diler, Grubum ve şahsım adına hepinize saygılar sunarım. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Gedikli,
çok teşekkür ederim.
Gruplar adına ikinci
konuşma, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Deniz
Baykal'ındır.
Sayın Baykal, süreniz 1
saat efendim.
Buyurun. (CHP
sıralarından ayakta alkışlar)
CHP GRUBU ADINA DENİZ
BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısının görüşmelerinin son aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Bu
oturumumuzda, bütçeyle ilgili değerlendirmelerimizi yaparak, bütçeyi yürürlüğe
koymayı ümit ediyoruz. Bütçe çalışmasının bu noktasında, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun düşüncelerini ve değerlendirmelerini Türkiye Büyük Millet
Meclisine ve kamuoyumuza sunmak üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, Sayın
Başkan sizi, değerli milletvekillerimizi içten sevgilerle, saygılarla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bütçe görüşmeleri, ekonominin genel durumunun değerlendirilmesi, gidişatın
fotoğrafının çekilmesi, halkın gerçek durumunun anlaşılması için bir fırsat
olarak değerlendirilmelidir. Geçmişte bütçe görüşmeleri, hep bu çerçevede,
önemli toplantılar niteliğinde gerçekleşmişti; günümüzde, yavaş yavaş
sıradanlaşmaya başladı. Tabiî, günümüzde bütçe görüşmelerinin ilgiyi ve dikkati
kaybetmeye yönelmesinin altında, bütçelerin, giderek otomatik belirlenen,
siyasî müzakereyle içeriği şekillendirilemeyen, bir anlamda, Türkiye'nin
denetimi ve tercihi dışında ortaya çıkan bir çerçeveyi uygulamaya yönelmiş
olması önemli bir unsur durumundadır. Bütçeye ilgiyle, merakla bakmak için
fazla neden kalmamıştır; çünkü, bütçeler, esas itibariyle otomatik bir uygulama
metni haline gelmiştir. Türkiye'nin IMF'yle ekonomik ilişkisinin getirdiği
kısıtlamalar ve çerçeveler bütçeyle uygulanmaya başlanmıştır ve bütçeye yönelik
tartışmalar önemini kaybetmiştir; ama, aslında ben, bulunduğumuz noktada, tam
bu noktada, bütçenin bir yeni anlayışla değerlendirilmesi gerektiğini
düşünüyorum; çünkü, Türkiye'de her şey otomatiğe bağlanmış, çaresiz bir tablo içerisinde
gidişat yolu tutmuş ve her şey böyle devam edecek gibi bir bekleyiş ve anlayış
kontrolünde yürüyor; bu, çok doğru, çok sağlıklı bir değerlendirme değil.
Bütçeyi, bir durum değerlendirmesi için, gidişatın nereye olduğunun doğru
anlaşılması için bir fırsat olarak görmek ve kullanmak ihtiyacı var. O nedenle,
bu çerçevede, biz, Türkiye'nin ekonomik durumuyla ilgili bir genel
değerlendirmenin, bu vesileyle, yapılmasında yarar görüyoruz. Bu konudaki anlayışımızı
sizlerle paylaşmak istiyoruz. Çünkü, önümüze getirilen rakamlar, bir çaresizlik
duygusu içerisinde, teslimiyet duygusu içerisinde değerlendiriliyor.
Sevinilecek tarafları varsa oralardan sevinç rüzgârları estirilmeye
çalışılıyor; üzüntü verici tarafları varsa görmemezlikten gelinmeye çalışılıyor
ve böylece, bu, bir rutin işlem, sıradan bir bürokratik faaliyet halinde
yürüyor, olayın siyasî özü kayboluyor.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de ekonominin gidişatı neyi ortaya koyuyor? Nasıl bir ekonomik gidişat
söz konusudur? Tabiî, bu konuya cevap teşkil etmek üzere Türkiye'de pek çok
değerlendirmeler yapılıyor. Her çevrenin kendine göre bir teşhisi var, bir
değerlendirmesi var; bu teşhisi, değerlendirmeyi kabul ettirmeye çalışıyor;
ama, bizim, daha gerçekçi bir biçimde ekonominin nereye doğru gittiğini doğru
fotoğraflamamız gerekir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, 1999 yılından beri bir IMF programını yürütmeye çalışıyor. Bu program
2001 yılında yenilendi. AKP Hükümeti, bu bütçeyle üçüncü bütçesini Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunuyor. Bu bütçenin gerisinde iki tane bütçe vardır;
bu, üçüncü bütçedir. Bu bütçelerin tümü de IMF ilişkileri çerçevesi içerisinde
şekillenmiş bütçelerdir. Türkiye, IMF'yle 19 tane anlaşma yapmıştır. Şimdi,
hükümetimiz 20 nci anlaşmayı yapmaya çalışıyor. Dünyada IMF'yle 20 tane anlaşma
yapmış bir başka ülkenin varlığından, ben, haberdar değilim. 16-17 tane yapmış
olanlar var; şimdi, Türkiye, 20 nci IMF anlaşmasını yapıyor.
Değerli arkadaşlarım, bir
ekonominin, Türkiye konumundaki bir ekonominin iyi işleyip işlemediği,
gidişatın olumlu ve iyi bir istikamete doğru olup olmadığı nasıl belirlenir,
hangi ölçüyle belirlenir, neye bakacağız ki, ekonomi iyi diyeceğiz; ilk
yapılması gereken iş, galiba, buna doğru bir cevap vermektir. Ekonomiyi
ölçerken kullanacağımız kriterleri doğru saptamamız gerekiyor; çünkü, ortada
çok kriter var. Bunların bir kısmının anlamı yoktur, bir kısmı yapaydır, bir kısmı
önemlidir; ama, onun tam öte tarafında bambaşka olumsuz işaretler vardır. O
nedenle, neye bakacağımızı görmemiz lazım.
Şimdi, baktığımız zaman,
Türkiye'de, bizim sevinmemize yol açacak bazı gelişmeler var. Nedir onlar?..
Enflasyon iniyor; enflasyonun inmesine bağlı olarak faizler iniyor; Türkiye'de,
büyüme kendisini hissettirmeye, göstermeye başladı; büyüme konusunda
sevindirici sayılabilecek işaretler var. Tablo da aşağı yukarı budur.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, enflasyonla mücadele, tabiî, çok önemli, Türkiye'nin temel
konusu. Türkiye, yıllardır bu mücadelenin içinde, özellikle, işte, 1999
yılındaki IMF programıyla buna başlandı, metot 2001 yılında değiştirildi, şimdi
o devam ediyor. Hatırlayacaksınız, bu enflasyonla mücadelenin ölçülmesi
açısından şunu zihnimizde tutmakta yarar var: 2001'de yüzde 88,6 olan TEFE,
enflasyonla mücadele sonucunda, 2002'de yüzde 30,8'e düşmüştü. Yani, toptan
eşya fiyatları endeksi, yüzde 88,6'dan yüzde 30,8'e 2002 yılında düşmüştü ve
2001 yılında yüzde - 9,5 olan büyüme hızı, 2002'de yüzde 7,9'a çıkmıştı. Yani,
2002 yılında, AKP iktidarı görevi devralmadan önce, Türkiye'nin uygulamakta
olduğu IMF programının bir sonucu olarak, enflasyon yüzde 88'den yüzde 30'a
düşmüştü, büyüme de - 9,5'tan + 7,9'a çıkmıştı.
Şimdi, bu trend devam
ediyor. Bugünkü hükümetin bizim önümüze koyduğu manzara budur. 2003 yılında da,
2004 yılında da, Türkiye'de, enflasyondaki düşme, öngörüldüğü şekilde, aşağı
yukarı gerçekleşmiştir. Ekim ayında bir hafif, bizi üzen bir gölge geçer gibi
olmuştur; ama, umut ediyoruz onlar kontrol edilecektir ve enflasyon, 2004
yılında da, 2003 yılında olduğu gibi düşmeye devam edecektir.
Bu, sevindirici bir
olaydır; ama, bir ekonomiyi, bütün ölçüleri bırakarak sadece bununla ölçmek
kadar yanlış bir şey olamaz. Buna bağlı olarak faizler düşmüştür, düşmesi
kaçınılmazdır; yani, yüzde 88 enflasyon olan bir ortamda faizlerin yüzde 90'ın
üzerinde olması kadar doğal bir şey yoktur. Enflasyon yüzde 30'a düştüğü zaman
faizler de yüzde 35'e, yüzde 40'a doğru düşer, yüzde 20'ye düştüğü zaman yüzde
20 civarına düşer. Bu, çok doğaldır. Bu, enflasyondaki inişin bir uzantısıdır,
bir doğal sonucudur.
Türkiye'de, büyümeyle
ilgili olarak da kendisini gösteren gelişme, üst üste üçüncü yıl ekonomi büyüme
işaretleri veriyor; bunu, memnuniyetle karşılıyoruz; ama, özellikle, 2004
yılında kaygı verici bir tablo ortaya çıkmaya başlamıştır büyüme bakımından.
Çünkü, birinci üç aylık dönemde, birinci çeyrekte önemli, etkileyici bir büyüme
hızı kendisini göstermiş; 12,5'lik bir büyüme ortaya çıkmış; ikinci üç aylık
dönemde 14,3'lük bir büyüme gerçekleşmiş, daha da hızlanmış yılın ikinci üç
ayında; ama, üçüncü üç ayında birdenbire bu büyüme 4,7 düzeyine düşmüştür. Bu
da yüksek bir büyüme sayılabilir hepsi birlikte düşünüldüğü zaman; ama, burada
dikkat edilecek nokta, bir gaz, bir fren... İstikrarlı, sürekli, güven veren
bir büyüme temposunu ekonomimizin yakaladığını söylemek olanağı yok. Yüksek
büyüme hızları, ani düşüşler, tekrar yüksekler... Bu, güven vermiyor. İstenen,
yüzde 7'yse yüzde 7 sürekli, yüzde 8'se yüzde 8 sürekli, istikrarlı, geleceğe
de güven veren bir şekilde sağlanabilmesi. Bu bakımdan, enflasyonda düşme var,
enflasyondaki düşmeye paralel faizde düşme var; ama, reel faizde düşme var mı,
onu konuşacağız. Reel faizde maalesef o düşme yok. Büyüme hızında memnuniyet
verici işaretler var; ama, oturmuş değil, güven verici değil, sürekli olacağı
konusunda bizi tatmin edecek bir tablo içinde değil. Şimdi, böyle bir
manzaradayız.
Burada neye bakacağız
peki -bunu konuşuyoruz hep, başından beri konuştuğumuz bu- Türkiye'de
ekonominin bakılacak pek çok yönü var. Nedir bunlar; bir, önce Türkiye, borçlar
karşısında nasıl bir manzara sergiliyor, Türkiye'nin borç tablosu nedir,
borçların durumu nedir; önce bunların aydınlatılması gerekiyor.
Ayrıca, ne gerekiyor;
Türkiye'nin dışticareti, yani, borçları belirleyen ana alt unsur, dışticaret
nasıl gelişiyor? Geleceğe yönelik olarak dış ticaretimiz umut ve güven veren
bir istikamette mi? Sevindirici bir tablo sergiliyor mu, yoksa, kaygı verici
bir tablo mu var? Türkiye'de dış ödemeler dengesiyle ilgili cari işlemler açığı
manzarası ne? Türk ekonomisi, cari işlemler dengesi bakımından nasıl bir olay
gösteriyor? Bu, borç, dış ödemeler dengesi, dışticaret açığı, cari işlemler
açığı, bunların hepsi çok önemli; çünkü, biz, Türkiye olarak geride
bıraktığımız dönemlerde daima döviz krizleriyle karşı karşıya kaldık. Yani,
Türkiye, kalkınmak için büyük hamleler yaptı, yatırımlar yaptı, sanayileşme çıkışları
gerçekleştirdi; ama, bir süre sonra nefesi kesildi, döviz problemleri kendisini
gösterdi, devalüasyonlar onu takip etti; böyle sıkıntılı bir sürecin içinden
geçtik; tarihî olarak, daima, biz bir döviz problemini karşımızda bulduk.
Şimdi, içerisinde bulunduğumuz dönemde buna kaygı yok; dalgalı kur uyguluyoruz,
merak etmeyin deniliyor; ama, Türkiye'deki bu dış ödemeler dengesiyle ilgili
gelişmelerin özel bir ilgiyle ele alınması her zamankinden daha büyük bir
ihtiyaç olarak, bence, kendisini gösteriyor.
Ayrıca, tabiî, borçlar ne
durumda? Dış ödemeler dengesi ne durumda? Cari açık ne durumda? Yatırımlar ne
durumda? Türkiye yatırım yapıyor mu? Türkiye'nin yatırım yapıp yapmaması,
olağanüstü önemli, ülkenin geleceği için önemli, yarın için önemli. Yatırım
yapmayan bir ekonominin geleceğe güvenle yürüyor olduğunu söylemek kesinlikle
mümkün değil. Yatırımlar tablosu nedir? İşsizlik tablosu nedir? Vergiler
artıyor mu azalıyor mu? Vergiler adaletli mi, değil mi? Eğitim, sağlık, sosyal
güvenlik hizmetleri nasıl yerine getiriliyor? Gelir dağılımı düzeliyor mu?
Kayıtdışı ekonomi giderek kontrol altına alınıyor mu? Ana sorunlar bunlar.
Bunlar olursa bir ülkede, ekonomi olumlu istikamette gelişiyor deriz. Bunlar olmuyor,
hele, bunların tersine bir gelişme oluyorsa, eyvah, kaygı duymayı gerektiren
bir tablo vardır, ekonomide ciddî sıkıntılar şekilleniyor demektir. Şimdi,
böyle baktığımız zaman ne görüyoruz?..
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, bugün, 160 milyar dolar dışborçla, dünyada, en çok borçlu ilk 10
ülkeden biridir. Toplam net kamu borcu, gayri safî millî hâsılamızın 2000
yılında yüzde 57'siydi, şimdi yüzde 80'e dayanmıştır. Kasım 2002'de, yani, AKP
İktidarı işbaşına geldiği tarihte, kamu kesiminin toplam içborcu 144 katrilyon
lira idi, şimdi, toplam içborcumuz 235 katrilyon liradır; yani, 91 katrilyon
lira, geride bıraktığımız dönemde, iki yıllık dönemde, Türkiye'nin borç stokuna
ekleme yapılmıştır. Eski borçlardan bahsetmiyorum, bu iktidarın döneminde
üretilen, ortaya çıkarılan yeni borçlardan söz ediyorum. 144 katrilyon lira
devralındı, 91 katrilyon lira eklendi. Bu ne demektir biliyor musunuz; üçüncü
yılın sonunda, cumhuriyet tarihinin, taa Atatürk'ten, İsmet Paşa'dan,
Bayar'dan, Menderes'ten, Demirel'den, Bülent Ecevit'e kadar, Tansu Çiller'e
kadar, Mesut Yılmaz'a kadar, Necmettin Erbakan'a kadar, gelmiş geçmiş bütün başbakanların
yaptığı, cumhuriyet tarihinin toplam içborcu kadar bir içborcun, bu üçüncü
yılın sonunda ortaya çıkması söz konusu olacaktır demektir. Yani, Türkiye'nin
seksenüç yılda yaptığı borca eşit bir borcu, Türkiye, üç yılda yapma konumuna
gelmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
konsolide bütçenin, sadece konsolide bütçenin kamu kesimi toplam borç stoku
2002 yılı başında 141 milyar dolardı; bugün, 230 milyar dolar olmuştur.
Konsolide bütçenin toplam kamu borç stoku, bu iktidar döneminde, 90 milyar
dolar artırılmıştır; 141 milyar dolar, 90 milyar dolar artırılmıştır. Bu ne
demektir, biliyor musunuz; sizin, bu iktidar döneminizde, iki yılda, her Türk
vatandaşına, siz, 1 250 dolar ek borç yaptınız. İki yılda, her Türk vatandaşının
borcunu 1 250 dolar artırdınız; ama, bu iki yılda, gayri safî millî hâsılayı,
adam başına düşen geliri 1 250 dolar artırmadınız. Gayri safî millî hâsılaya
getirdiğiniz artıştan fazlasını, her bir insanımıza borç olarak yazdınız. Bu
borçların vadeleri kısa, faizleri yüksek ve maalesef, bu borçlar, çok büyük
ölçüde kura bağımlı bir nitelikte. Dışborçlar, zaten kuru doğrudan yansıtıyor,
içborçlar, yüzde 20'siyle dövize endeksli borçlar niteliğinde; yani, kurdaki oynamalar
buraya yansır. Bazen bu yansıma olumlu olur. Eğer, değerli bir paranız varsa,
paranızı gerekenin üzerinde değerli tutuyorsanız, borçlar gereğince artmıyor
gibi gözükür; ama, bir süre sonra kur politikasının şartları sizi gerçekçi bir
kur uygulamaya mecbur ederse, o zaman,
birdenbire görürsünüz ki, borçlarınız, o zannettiğiniz kadar o düzeyde değil,
çok daha yüksek bir düzeydedir ve birdenbire tablo tersyüz olabilir.
Değerli arkadaşlarım,
piyasalardaki kullanılabilir fonların, bu borçları ödeme arayışı içinde,
giderek daha büyük bir kısmının malî sistem dışına çekildiğine tanık oluyoruz.
Bu, 2002'de yüzde 47 düzeyindeydi, 2003'te yüzde 52'ye çıktı, 2004'te yüzde
62'ye; içekonomik kaynakların yüzde 62'si, şimdi borç ödemeye yönelik olarak
kullanılıyor; çünkü, piyasadan bu borçlanma gerçekleştiriliyor.
Bu borçlanmayı, yani, bu
iktidar döneminde ortaya çıkan borçlanma konusundaki bu tabloyu, olumluya doğru
bir sevindirici gelişme olarak değerlendirmek olanağı var mı?! Bu borç
tablosundan memnuniyet ifade etmek, bunun, iyi bir gelişme olduğunu söylemek
kesinlikle mümkün değil; çok açık, üzüntü verici bir tablodur ve her sorunun
altında da bu borçluluk tablosu yatar. Bir süre sonra başka sorunlara bu
kendisini yansıtacaktır. Bu açıdan bakarak, bir sevinç ifade etmek olanağı
yoktur.
Dışticaret nasıl
gelişiyor; dışticaret ilişkilerine baktığımız zaman, maalesef, aynı sıkıntılı
tabloyu görüyoruz. Kasım 2002'de siz iktidarı devraldığınız zaman Türkiye'nin
14 100 000 000 dolarlık bir dışticaret açığı vardı; yılda 14 100 000 000 dolar
açık yapıyordu Türkiye. Şimdi geldiğimiz noktada, geride bıraktığımız 12 aya
göre, dışticaret açığı 32 500 000 000 dolardır; büyük bir olasılıkla, yıl
sonunda 35 000 000 000 dolarlık bir açık olarak bunun gerçekleşmesi de söz konusudur.
Yani, 14 100 000 000
dolardan aldığınız dışticaret açığını, şu anda 32 500 000 000 dolara çıkarmış
durumdasınız. Yani, siz, 144 katrilyon olarak aldığınız borçları 235 katrilyona
çıkarmış durumdasınız; 141 milyar dolarlık borcu, 230 milyar dolarlık borca
çıkarmış durumdasınız. Bu da sevindirici bir manzara değil; gayri safî millî
hâsılanın yüzde 11'i, 12'si düzeyinde dışticaret açığı veren bir ülke haline
dönüşmüş durumdayız.
İthalatın içindeki
tüketim mallarının oranı, payı, aramalların oranı, payı, yatırım mallarının
oranına, payına göre hızla artıyor. Türkiye, giderek daha çok tüketiyor, daha
çok ithalat yapıyor ve ithal ettiğini de, çoğu kere tüketime yönelik olarak
kullanmak durumunda oluyor.
İhracatın ithalatı
karşılama oranı, geçen yıl, 2003 yılında yüzde 73 idi, bu yıl ekim ayı
itibariyle yüzde 64'e düşmüştür. Yüzde 60'lar alarm verir. Bir ülkenin
dışticareti, ihracatı ithalatının yüzde 60'ını ya da onun altında bir kısmını
karşılar hale gelmişse, o ülkenin dışticareti çok ciddî bir kırmızı alarm
veriyor demektir.
Bu gelişmelerin bir
sonucu olarak, Türkiye'nin cari işlemler dengesi de, maalesef, olumsuz bir
tablo sergilemektedir. Siz iktidara gelirken aldığınız cari işlemler açığı 1
500 000 000 dolardı, bugün, şu anda 14 400 000 000 dolara gelmiştir. Türkiye,
15 milyar dolarlık cari açığı konuşuyor; 1 500 000 000 dolardan 10 katı yüksek
bir düzeye çıkan cari açığı.
Değerli arkadaşlarım,
cari açık gayri safî millî hâsılanın yüzde 5'ini bulduğu zaman, yine, kırmızı
alarm kabul edilir. Türkiye'de gayri safî millî hâsılaya kabaca 300 milyar
dolar dersek, bu, 15 milyar dolara geldiği zaman kırmızı alarm var.
Bunlar, sevindirici
olaylar değil; bunlar, çok ciddî bir manzarayı gösteriyor. Bunun ortaya çıktığı
tablonun; yani, bu yüksek borç tablosunun, dışticaret açığı ve cari açık
manzarasının karşısında ne duruyor; Türkiye'de faizdışı fazla konusunda birkaç
yıldan beri sergilenen olağanüstü çaba duruyor. Türkiye, yüzde 6,5 faizdışı
fazla verme politikasına angaje. Şu anda, dünyada, yüzde 6,5 faizdışı fazla
verme çabası içerisinde olan başka hiçbir ülke yoktur. Geçmişte, Bulgaristan
bir ara o duruma girdi, hızla çıktı. Şimdi, Türkiye, kaçıncı yıldır ki, yüzde
6,5 faizdışı fazlayı verme durumundadır.
Faizdışı fazla,
Türkiye'de, borçların azaltılması için uygulanıyor. Borçlar azalıyor mu;
borçlar azalmıyor. Faizdışı fazla uygulamanın bir bedeli, yatırımları
kesmektir, orta dönemde kalkınmayı sıkıntıya sokmaktır. Faizdışı fazlanın bu
kadar yüksek olması, kamu hizmetlerinin çok ciddî bir şekilde sıkıntıya girmesi
demektir, ücretlerin daralması demektir. Bütün bunları Türkiye uyguluyor. Niçin
uyguluyor; borçlar azalsın diye. Azalmıyor. Niye azalmıyor; çünkü, reel
faizler, Türkiye'de borçların azalmasına izin vermiyor.
İstikrarlı bir ekonomide
olması gereken faiz düzeyinin 2 katı civarında bir faizi Türkiye olarak
ödüyoruz. Önümüzdeki yıl yüzde 8 bir enflasyon hedefine sahibiz. Gelecek yıl
ödemek üzere yapılan borçlanmaların faizi, hâlâ, yüzde 20'ye yakın düzeylerde
kendisini gösteriyor. Bu, Türkiye'de, çok ciddî bir reel faiz kanamasının
yürürlükte olduğunu gösteriyor. Reel faizin bu kadar yüksek olması, yüksek
borçluluk tablosu olan bir ekonomide en ciddî sorun olarak kendini gösteriyor.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, bu yüksek faizdışı fazla politikasının sonucu olarak, kamu
yatırımlarından vazgeçmiş bir görüntü sergiliyor. Cumhuriyet tarihinin en düşük
düzeyini 2004 yılında yaşadık; Türkiye'de kamu yatırımları yüzde 4'e düştü.
1970'lerde bunun 2 katıydı, 1980'lerde yüzde 9'du, 1990'lı yıllarda yüzde 7
ortalama oldu ve şimdi, yüzde 4 oldu. Nüfus artmış, kentler büyümüş, altyapı
ihtiyacı yaygınlaşmış, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik talebi artmış; ama,
Türkiye, yatırım yapamayan bir ülke ve bu, Türkiye'nin hem halini hem de
geleceğini çok ciddî şekilde tahrip eden bir tablo yaratıyor. Şimdi, böyle bir
manzaranın içerisindeyiz.
2003 fiyatlarıyla, yani,
sabit fiyatlarla, 1990'ların ikinci yarısında yapılan altyapı yatırımları 18-19
katrilyondu. Şimdi, aynı fiyatlarla 2004 yılında yapılmış olan altyapı
yatırımları 10 katrilyon düzeyinde olmuştur. Bu kadar ağır bir gerilemeyi,
altyapı yatırımlarındaki gerilemeyi yaşamak durumunda kalmışız.
Tabiî, kamu
yatırımlarının azalması, Türkiye'nin geçmiş yıllardan beri yöneldiği büyük
yatırım projelerini tamamlama şansını da ciddî şekilde sıkıntıya sokuyor; yani,
örneğin, Devlet Su İşlerinin projelerinin tamamlanması onbeş yıl gerektiriyordu,
şimdi bu tempoyla bu iş otuz yıla sarkmaya başlıyor. Bunun sonucu ne oluyor;
bunun sonucu, Türkiye, sularını, ekonomisinin hizmetine sokamıyor. Yatırım
yapılmış; yüzde 80'i, yüzde 90'ı yapılmış yatırımın; ama, yüzde 10'unu veremiyorsunuz,
onu vermediğiniz için, Türkiye, yaptığı o trilyonlarca liralık yatırımın
nemasını alamayan, bir büyük israfa seyirci kalan bir ülke konumuna düşüyor.
Bugün, Devlet Su İşlerinin yatırımıyla sulama yapan bir çiftçimiz, dönümünü 10 000
000 liraya suluyor; ama, o yatırım tamamlanmayınca, kendi çabasıyla, elektrik
kullanarak, pompa kullanarak, aynı miktarda araziyi, 1 dönüm araziyi 70 000
000'a sulamak zorunda kalıyor. 1'e 7 çok büyük bir haksızlık, vatandaşın, çiftçinin
sırtına bindiriliyor. Üstelik, yatırım yaparsanız kendi suyunuzu
kullanacaksınız; şimdi, yatırım yapmadığınız için, 70 000 000'a suladığınız her
dönümde, başka ülkelerden ithal ettiğiniz doğalgaza, ithal edilen yabancı
enerji kaynağına para ödemek zorunda kalıyorsunuz.
Bu tabloda hiçbir değişme
olmamıştır; yatırımsızlık aynen devam ediyor; artarak devam ediyor. Türkiye'nin
en vahim konularından biridir ve orta vadeli geleceğini çok ciddî şekilde
sıkıntıya sokmaktadır. Bütün bunların gösterdiği bir şey var; izlenen bu
ekonomi politikası, babalarımızın mirasını ve çocuklarımızın hakkını yiyen bir
ekonomi politikası haline geliyor.
Değerli arkadaşlarım,
bunun en önemli sonuçlarından biri de işsizliğin çok tehlikeli bir düzeyde
ortaya çıkmasıdır. Maalesef, Türkiye'de, geride bıraktığımız dönemde, çok
tehlikeli bir işsizlik tablosuyla karşı karşıyayız, bir işsizlik felaketi
kendini gösteriyor. Bugün, istediğiniz araştırmayı yapın, Türkiye'nin en önemli
sorunu nedir diye sorun, alacağınız cevap "işsizlik" olacaktır.
Türkiye, daha, geçmişin yaralarını saramadı; ama, yeni ortaya çıkan işgücü
talebine de cevap veremeyen bir noktada.
Katılım öncesi ekonomik
program hazırlandı. Bu programda, Türkiye'nin önümüzdeki üç yıl için iş bulma
umudu 1 600 000 kişiye yönelik olarak ifade edilebiliyor; önümüzdeki dönemde 1 600
000 kişiye iş vereceğiz deniliyor. Türkiye'de, her yıl 850 000 kişi iş ordusuna
katılıyor. Bu, üç yılda 2 500 000 insandır. Bu demektir ki, Türkiye'de, zaten
çok ağır olan işsizlik tablosu, önümüzdeki üç yıl boyunca daha da
ağırlaşacaktır ve hükümet de bunun farkındadır, bunu öngörmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
bugün, işsiz sayısı, ikinci çeyrekte 10 407 000 kişiyi bulmuştur; resmî
işsizlik sayısı. Bu istatistikler çok tartışmalıdır, güvenilir de değildir;
ama, kabaca bir fikir veriyor diyorsanız, Türkiye'de, resmen 10 500 000 insan
işsiz olduğunu beyan ediyor. Türkiye'de, işsiz olduğunu beyan edenlerin
sayısında azalma var; çünkü, iş bulma umudu azaldıkça, işsizliğini ilan
edenlerin sayısı da, ona bağlı olarak azalıyor. Bugün, kahveleri dolduran gençler
işsiz, 40-50 kişinin alınacağı işlere, ilan üzerine başvuranların sayısı,
bununla mukayese edilemeyecek şekilde binleri buluyor. Güvenlik görevlisi olmak
üzere sıraya girmiş, bekleyen üniversite mezunu gençler var. Bütün bunlar Türkiye'deki
işsizlik tablosunun acı görüntüleri.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de, şu anda, 10 katrilyon liranın üzerinde İşsizlik Fonunda kaynak
birikmiştir. Sadece, bu yıl, 2005 yılında İşsizlik Fonuna 5,4 katrilyon liralık
bir ekkaynak gelecektir; ama, şu ana kadar işsizlikle mücadele için Türkiye'nin
harcadığı para, 2004 yılında, sadece 239 trilyon lira olmuştur. 5,4 katrilyon
lira, bu yıl, İşsizlik Fonuna kaynak gelecek, bu yıl planlanmış olan harcama da
296 trilyon liradır; yani, Türkiye, işçilerden ve işverenlerden, işsizliğe
karşı mücadele etmek üzere kestiği fonları, primlerden oluşan fonu, bir çeşit
vergi gibi, borç finansmanında kullanma noktasındadır. İşsizlikle mücadele için
toplanan fonlar, işsizlikle mücadele için değil, tam tersine, maalesef,
Türkiye'de rantiye kesimin faizinin finansmanı için kullanılmaktadır. Bu da çok
acı bir tablo ortaya çıkarmaktadır.
Kayıtdışı işçilik ve
kayıtdışı ekonomik alan hızla gelişmektedir. Yapılan çalışmalar açıkça
göstermiştir ki, son bir yıl içerisinde, Türkiye'de, kayıtdışı işçilerin sayısı
yüzde 55,4'e çıkmıştır ve 12 670 000 kişinin kayıtdışı olduğu, Devlet
İstatistik Enstitüsünün resmî rakamlarıyla ifade edilmektedir. 2003 yılında
yüzde 50,6 idi, şimdi yüzde 55,4'e çıkmıştır. 2002 yılında yüzde 52 düzeyinde
kayıtdışı istihdam vardı. Değerli arkadaşlarım, dünyanın bilinen herhangi bir
ülkesinde bu ölçüde bir kayıtdışı manzarası yoktur.
Şimdi Türkiye'deki
ekonomik tablo aşağı yukarı şekillenmiş oluyor. Türkiye'de borçlar artıyor,
cari açık artıyor, dışticaret açığı artıyor, reel faizler düşmüyor, Türkiye'de
kamu yatırımları azalıyor, kayıtdışı sektör genişliyor, işsizlik artıyor...
Bunlar somut, bilimsel, ekonomik, teknik tespitler; ama, bu manzara karşısında,
ekonomi düzeliyor, iyiye gidiyor diye kendimizi aldatmaya gayret ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu doğru bir yaklaşım değildir. Ciddî sorunlarımız var,
önemli sorunlarımız var. Maalesef, o ciddî, önemli sorunları çözme umudunu dahi
ifade edebileceğimiz bir aşamaya hâlâ gelebilmiş değiliz. Şu anda dahi ekonomi
her an bir kırılganlık manzarası sergilemeye devam ediyor ve ekonominin,
makroekonomik dengelerin yerine oturduğunu, Türkiye'nin rahatladığını, önünün
açıldığını, bu politikanın, bizi, aynen bu şekilde uygulanarak yakın bir sürede
kendi ayaklarımız üzerinde duracağımız bir aşamaya getireceğini söylemek olanağı
maalesef yok.
Değerli arkadaşlarım,
ekonominin bu tablo içinde bulunması, unutmayalım, o yüzde 6,5 faizdışı fazlaya
rağmen ortaya çıkmıştır; yani, borçlardaki artış, diğer artışlar, yüzde 6,5
faizdışı fazla. Şimdi böyle bir tablonun sonucunda eğer ekonomi başarılı bir
noktada olsaydı, herhalde, bugünkü hükümet çıkıp derdi ki: "Ekonomiyi
toparlamaya başladık; IMF'yle özel bir ilişki kurmaya gerek yok, kendi yolumuza
kendimiz devam edeceğiz." Ama, maalesef, hükümet, bunu ifade etme
noktasında değildir; olmadığını kendisi de tespit etmiştir ve şimdi, iki yıllık
ağır bir IMF programı uygulamasının sonucunda, hükümet, IMF'ye gidip
"lütfen, bizi bırakmayın; lütfen, bizi kendi halimize bırakmayın; biz,
kendi halimizle devam edemeyiz. Tablo ortada; bize sahip çıkmaya devam edin,
bize destek verin; sizinle üç yıl daha beraber yürümeye hazırız, gönüllüyüz,
bunun gereğini yapacağız" demiştir. Niye demiştir; demek zorundadır da
onun için. Niye demek zorundadır; ekonomi toparlanmamıştır da onun için!..
Ekonomi toparlanmış olsaydı, bir üç yıl daha, getir, vur kelepçeyi elime diye,
hükümet gönüllü olabilir miydi. (CHP sıralarından alkışlar)
Piyasalar demiştir ki:
"Aman, sakın ha, IMF'den kopma; koparsan işler karışır." Hükümet de
"gerçekten, sakın kopmayayım; koparsam, ben ayakta kalamam, yığılır
kalırım olduğum yere. O nedenle, IMF gelsin, sahip çıksın" demiştir.
Şimdi, AKP, IMF'yle, iki yılın üzerine -üçüncü yıl başlamak üzere- üç yıllık
bir IMF programına girmiştir.
Bu neyi gösteriyor; bu
başarıyı mı gösteriyor?! Makroekonomik dengelerin oturduğunu mu gösteriyor?!
Türkiye'nin kendi yolunu kendisinin çizebileceğini mi gösteriyor?! Tam tersini
gösteriyor. Niçin; işte, deminden beri anlattıklarımdan dolayı. Onları herkes
görüyor.
Bakmayın siz, gazeteler bunları
yazmıyor diye, bunlar yok değildir. Herkes birbirinin moralini bozmamaya
çalışıyor, aman oluyor, bitiyor havasını vermeye çalışıyor. Bundan bir
şikâyetimiz yok; versinler, moral de önemli bir unsur; ama, işin gerçeğini de
görelim. İşin gerçeğinde, Türkiye, kendi ayakları üzerinde duracak aşamaya
gelmemiştir, 6,5 faizdışı fazlaya devam diyoruz.
Dünyada, bırakınız bir
yılı, eğer, şimdi, 6,5 faizdışı fazla önümüzdeki üç yıl içerisinde gelecek
olursa bu IMF programıyla, iki de bundan öncekiler, beş yıl boyunca 6,5
faizdışı fazla vermiş, dünyada bir tane ülke bulamazsınız!.. Ve buna rağmen,
borçları azalmayan bir ülke, buna rağmen reel faizleri düşmemiş bir ülke; bu da
yoktur.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, makroekonomik tablo bu. Peki, vatandaşın durumu ne; bunun içinde
vatandaşın durumu. Bugün yaşadığınız, gördüğünüz sorunlar, şikâyetler onun bir
uzantısı. Yani, bugün "enflasyonu indirdik" diyoruz; doğrudur, indirdik;
ama, şunu bir doğru dürüst ölçmeyi başarsak da hepimiz sevinsek. Çok açıkça
biliyoruz ki biz, mesela, 2002'den Kasım 2004'e kadar iki yılda dana eti yüzde
56 artmıştır; beyaz peynir yüzde 52 artmıştır; çay yüzde 59 artmıştır; tozşeker
yüzde 42 artmıştır; kömür yüzde 56 artmıştır; tüpgaz yüzde 61 artmıştır; mazot,
yüzde 66 artmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
daha dün, yeni yıl müjdesi vermek üzere, Ankara Belediyesi, öğrenci biletleri
dahil, ulaşım harcamalarına yüzde 33,3 zam yaptı. Yüzde 33,3!.. Enflasyon yüzde
8 olacak diyoruz 2005 yılında, üçte 1 bütün fiyatları artırdı Ankara
belediyesi. Yani, bu nereden kaynaklanıyor, neyin sonucudur? Dolar düşüyor,
Türkiye'de ulaşım masrafları artıyor. Yani, Ankara Belediyesinin çocuklara
dağıtılan toplarının ya da gösterişli açılış töreni harcamalarının bedelini,
şimdi, Ankara'nın emeklisi, öğrencisi, memuru, esnafı ulaşım ücretlerini üçte 1
artırarak mı ödeyecek?! (CHP sıralarından alkışlar) Sizin seçim öncelerinde
dağıtılan nohut, fasulye poşetlerinin bedelini, şimdi, bütün Ankara halkı mı
ödeyecek?! Niye o zaman söylemiyordunuz bunu oradan karşılayacağız diye?! (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, toplumun çeşitli kesimlerinin durumuna bir göz atınız. Memurlar ne
noktadadır, memurların geliri ne oluyor? Böyle şikâyetler daima vardır da,
benim asıl dikkati çekmek istediğim, şimdi bir ek haksızlık yapılıyor;
geçmişten farklı bir tablo var. Şimdi izlenen IMF programının belli amaçları
var. Yüzde 6,5 faizdışı fazla vereceksin, yatırımları indireceksin, memur
maaşını indireceksin, işçi ücretini indireceksin, emekli parasını indireceksin;
bütün bunlar onun bir parçası. Bu uygulanıyor Türkiye'de. Bu uygulamanın sonucu
da işte gördüğümüz manzara çıkıyor.
Bugün Türkiye'de,
ortalama memur maaşı 700 000 000 lira civarında; Türkiye'de açlık sınırı 496
000 000 lira!.. Açlık sınırı!.. Yoksulluk sınırı 1 500 000 000 lira. 700 000
000 liraya biz yüzbinlerce memurumuzu çalıştırıyoruz, öğretmenimizi çalıştırıyoruz,
polisimizi çalıştırıyoruz; adliye kâtiplerini, sağlık memurlarını, hemşireleri
çalıştırıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
giderek geriliyor... Giderek geriliyor... Geride bıraktığımız dönemde
memurların reel gelir kaybı, geçen yıla göre yüzde 10 civarında oldu. Sanayi
işçileri yüzde 7,4 reel gelir kaybına maruz kaldılar. Bugün kamu kesiminde
çalışan insanların; polislerin, öğretmenlerin ezici çoğunluğu yoksulluk
sınırının altında gelir almak durumunda ve işsizlik tablosunu da dikkate
alınca, çoğu kere, her ailede bir kişi çalışıyorsa insanlar kendilerini mutlu
sayıyorlar. Artık herkesin iş bulduğu tablolar maalesef kayboldu. Bir kişinin
maaşına bütün aile bakıyor; bazen o çalışan bir memurun maaşı oluyor, bir
polisin maaşı, bir öğretmenin maaşı oluyor; bazen bir emeklinin maaşı oluyor,
bazen bir işçinin maaşı oluyor. O dudak bükülen emekli maaşı, bilesiniz ki
bazen bütün bir ailenin ihtiyacını karşılamaya gayret ediyor. Yaşı kemale ermiş
anneler, babalar, bir emekli maaşıyla, çocuklarının yanında sığıntı durumuna
düşmeden, hafif bir katkı yaparak orada hayatı taşımaya gayret ediyorlar.
Bu insanların içinde
bulunduğu gelir düzeylerini daha başka bir açıdan değerlendirmeye ihtiyacımız
var. Olaya, sıradan, alışılmış bir rakam gibi bakarak hüküm vermek maalesef
geçerli değildir.
Değerli arkadaşlarım,
memurların yoksullaşmakta olduğu bir dönemden geçiyoruz. Öyle dönemler olmuştur
ki, memur olmak bir güvenceydi, bir rahatlıktı; şimdi, memurluk bir yoksulluk
anlamı taşır hale gelmiştir.
Bakın, siz, bir Acil
Eylem Planı yaptınız. Bu Acil Eylem Planında yapılan somut taahhütlerden
birisi, altı ay ila bir yıl içinde bir personel reformu çıkarmaktı. Çıktı mı
personel reformu? Nerede bu personel reformu?
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'nin en önemli konularından birisi, çalışan insanların yaptıkları işle
orantılı bir biçimde maaşlarını almalarına imkân verecek, özlük haklarını
güvence altına alacak bir düzenlemenin getirilmesidir. Bugün, yığınla statü,
yığınla birbirinden farklı düzenleme kamu kesimini bir keşmekeş içine
sokmuştur. Adaletsizlik, haksızlık, çalışan memurların günlük yaşamının bir
parçası haline gelmiştir. Aynı işi yapan, aynı eğitimi almış; ama, birbirinden
çok farklı ücret alan memurlarla Türk idaresi işini görmeye çalışıyor. Bunları
bir an önce düzeltmek lazım. Siz "bunları altı ay içinde
düzelteceğiz" diye çıktınız; ama, maalesef bu son dönemde bunu daha da
karmaşık hale getirdiniz. Bugün Türkiye'de kamu kesimi iyice çığırından
çıkarılmış bir noktadadır. Çünkü, özerk kuruluşlar aracılığıyla Türkiye'de kamu
görevlileri arasındaki uçurum çok daha tehlikeli bir noktaya getirilmiştir.
Bugün imtiyazlı bürokrasi adacıkları vardır; dokunulmaz bürokrasi adacıkları
vardır; maaşlar çok yüksektir; bürokratik olanakların tümü onların elindedir;
ama, öbür taraftan Türkiye'nin polisi, öğretmeni 800 000 000 lirayla aile
geçindirmeye, çoluk çocuk geçindirmeye çalışır; ama, eğer, BDDK'da, TMSF'de ya
da oluşturulmuş olan o imtiyazlı bürokratik alanlarda iş bulacak desteğiniz
varsa, bir eliniz yağda bir eliniz baldadır, kimse sizin yanınıza yaklaşamaz.
(CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
üstelik, bu ekonomik sorunların yanı sıra, bu iktidar döneminde, çok tehlikeli
bir kıyım uygulaması gerçekleştirilmiştir ve kamu çalışanları, iktidarın vücut
dilinden anlayıp anlamadıklarına bağlı olarak, her türlü haksızlığa maruz
bırakılmışlardır. Millî Eğitim Bakanlığı, bu konuda en iddialı kuruluş
durumundadır; arkasından da Sağlık Bakanlığı vardır. Bu ikisi, Millî Eğitim
Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı, çalışanlarına, neredeyse zulmeden bir bakanlık
haline gelmiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Daha işe başlar başlamaz, gece
yarısı baskınlarıyla talim terbiyelere el atılmış, bütün genel müdürlükler
askıya alınmış, bütün il müdürlükleri değiştirilmiş, bütün okul müdürlükleri
değiştirilmiştir. Geçenlerde, bir arkadaşımız soru sordu; "Sayın Bakan,
uzatma da kısaca söyleyiver, değiştirmediğin kaç müdürün var; il müdürlerinden
kaçını, kaç tanesini değiştirmedin" dedi. İş, artık, şakaya vurulur hale gelmeye
başlamıştır. Aynı şekilde Sağlık Bakanlığında...
Değerli arkadaşlarım,
partizanlık ve kadrolaşma ve devlet olanaklarını ele geçirme çabası, çalışması,
çığrından çıkmıştır; Kızılay'a kadar uzanmıştır. Kızılay Teşkilatı, Türkiye'nin
en köklü, en eski bir hayır kurumu olmasına rağmen, partizanca kavgaların bir
savaş alanı haline getirilmiştir; hükümet, bu konuda, yargı kararlarını da yok
sayarak, kendi yakınları olarak düşündüğü insanları desteklemek için her şeyi
göze almıştır.
ASIM AYKAN (Trabzon) -
Yolsuzluklar nerede, yolsuzluklar?!
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
TÜBİTAK aynı şekilde, Anadolu Ajansı aynı şekilde. Geçenlerde, Anadolu
Ajansındaki bir gazeteci, Millî Eğitim Bakanının gizlice geçiştirmek istediği
bir yönetmeliği kamuoyunun bilgisine sunmuştur. Yurtlarda ırkçılık, din
istismarı yapanların atılmayabileceğini düzenleyen, gizli denilebilecek bir
yönetmeliği, Millî Eğitim Bakanlığının arşivinden çekip kamuoyuna sunmuştur ve
bunu yapan gazeteci derhal yerinden uzaklaştırılmış, atılmıştır, bir başka yere
gönderilmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
bütün bunlar, nasıl bir yönetim zihniyetiyle karşı karşıya bulunduğumuzu, bize,
çok açık bir biçimde göstermektedir.
Sayın Başbakan da,
bürokratik oligarşiden şikâyet ediyor. Sayın Başbakan, oligarşi mi kaldı
sayenizde?! Ne oligarşisi kaldı ne demokrasisi kaldı... Memurların tümünü
aldığınız yerden değiştirdiğiniz, bir tane genel müdürü yerinde bırakmadınız,
bir tane daire başkanını yerinde bırakmadınız, kendi tayin ettiklerinizden,
şimdi, kendiniz "bürokratik oligarşi var" diye şikâyet etmeye
kalkıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de, bu bütçeyle, esnafımıza birtakım ek sıkıntılar da getiriliyor; onu
da vatandaşlarımın dikkatine sunmak istiyorum.
Biliyorsunuz, bu
bütçeyle, çalışan emeklilerin çalışmaya devam etme hakkı elinden alınacaktır.
Yani, yıllardan beri çalışıyor, işinden maaş alıyor, bir de emekli maaşı var
babasından, eşinden kalma; hayır, sen, onu almaya devam edemezsin, ya onu
alacaksın ya bunu. Onunla geçinmek mümkün mü; hayır, onunla geçinmek mümkün
değil. İkisini toplasan, doğru dürüst, açlık sınırının üzerinde bir geçim
düzeyini ancak sağlayabilecek; onu da çok görüyoruz ve onu iptal ediyoruz. Bu,
zihniyetini ortaya koyan bir şey; yani, bütçenin felsefesi bu tip yerlerde
kendisini gösteriyor.
Sağlık bakımından, sağlık
primi açısından da yüzde 10 Bağ-Kurlulara bir prim mecburiyeti getiriliyor.
Bunu, şimdi, önümüzdeki dönemde Bağ-Kurlular yaşayarak görecekler. Tabiî, prim
borçlarının ödenmesi konusunda getirilen düzenlemeler, maalesef, borçları
ödenemez hale getiriyor. 220 milyar lira borcu olan bir insan, birbuçuk iki yıl
sonra, borcunun 1 trilyon liraya, 2 trilyon liraya çıktığını görüyor ve bu
borçları ödemek artık imkânsız hale dönüşüyor.
Bu bütçenin felsefesini
yansıtan bir başka olay şu: Özelleştirme kapsamı içine alınan kuruluşlarda
çalışan engelli ve mağdur konumundaki insanların özelleştirmeden önce işlerine
son verilmesi gerekiyor ki, alan kişi, engelli ve mağdur bir çalışanı devralmış
olmasın. Ne kadar acı bir manzara değerli arkadaşlarım; yani, özelleştirmeden
yararlanacak olanların gözüne gireceğiz diye, Türkiye'deki mağdur insanları,
engelli insanları binbir güçlükle bulabildikleri işlerden dahi yoksun bırakmayı
içinize sindirebiliyorsunuz!
Değerli arkadaşlarım,
tabiî, Türkiye'de vatandaşın durumunu düşünürken, asıl büyük sorunu yaşayan,
çiftçimiz, tarım kesimi. Gerçekten, olağanüstü bir sıkıntının içinden geçmeye
gayret ediyorlar; yetiştirdikleri ürünler bir önceki yılın altında satılıyor,
kullandıkları malların fiyatları kat kat artıyor ve giderek sıkıntı olağanüstü
yüksek bir düzeye çıkıyor. Ege'deki üretici, 1 200 000 liraya sattığı pamuğunu
bu yıl 800 000 liraya sattı, 210 000 liradan sattığı çekirdeksiz yaşüzümü bu sene
150 000 liradan sattı. Çukurovalı, Akdenizli üretici, 500 000 liradan sattığı
limonu bu sene 200 000 liraya sattı, 400 000 liradan sattığı mandalinayı 300
000 liraya sattı, 450 000 liradan sattığı portakalı 350 000 liradan sattı. Buna
karşılık, geçen yıl üre gübresinin fiyatı 330 000 liraydı, bu yıl 520 000 lira
oldu; kompoze gübrenin fiyatı 290 000 liraydı, 425 000 liraya çıktı; mazot, 1
365 000 liraydı, 1 809 000 liraya çıktı; traktör, 24 milyar liradan 30 milyar
liraya çıktı. Trakyalı üretici, geçen yıl Tekele 220 000 liraya sattığı beyaz
üzümü, bu yıl, 150 000 liradan satamaz hale geldi.
Değerli arkadaşlarım,
patates üreticisi, soğan üreticisi, aynı şekilde, iki yılda, çok ağır bir darbe
yedi. Tütünün ve şekerpancarının artık lafı bile edilmiyor. Neredeyse, tütün ve
şekerpancarı yerine, Türkiye, dışarıdan ithal edilen tütünle yapılan sigaraları
ve dışarıdan ithal edilen mısıra dayalı nişasta özlü tatlandırıcı temelinde
şekeri kullanma noktasına getiriliyor. Türkiye daha çok tatlandırıcı kullansın
diye, uluslararası normlar zorlanarak, kullanılabilecek olan tatlandırıcı
oranı, yönetmeliklerle iki katına çıkarılıyor. Bütün bunlar, Türkiye'yi,
ithalata, tarım alanında da ithalata sevk ediyor ve Türkiye, kendi çiftçisini
desteklemiyor; ama, başka ülkelerin desteklenmiş çiftçilerini, gene, biz,
onlardan ithalat yaparak, ek olarak kendimiz de destekliyoruz.
1 milyar liraya satılan
dana şimdi 500 000 000 liraya satılamıyor. Köylünün sütü 450 000 liraya
satılabiliyor; halbuki, geçen sene de aşağı yukarı aynıydı ve geçen yıl 15 000
000'a süt yeminin torbasını alırken, şimdi, 22 000 000'a o süt yeminin
torbasını alıyor. Bal üreticisi, 120 000 000 - 130 000 000 liraya sattığı balı,
bu yıl, 50 000 000 liraya satamıyor. Bu, çiftçinin halidir değerli
arkadaşlarım.
Geçen yıl ton başına 50
dolar olan limon ihraç primi 42 dolara, 40 dolar olan portakal ihraç primi 35
dolara sizin iktidarınızda inmiştir; narenciye üreticisi perişan olmuştur.
İhraç primlerinin azaltılmasının hiçbir haklı gerekçesi yoktur; Türkiye
tarımına darbe vurma, ihracatına darbe vurma dışında hiçbir sonucu da
olmamıştır.
Toprak Mahsulleri
Ofisinin alım yerlerinin çoğu kapatılmıştır, çiftçi tüccarın kucağına
itilmiştir; açık olan alım yerlerinde de, çiftçiyi tüccara itmek için her türlü
eziyet çektirilmektedir.
Kaçak et, Türkiye'nin bir
gerçeği haline gelmeye başlamıştır. Doğu ve güneydoğu sınırlarından yaygın bir
biçimde kaçak et girişi yaşanmaktadır.
Tarım 2003 yılında yüzde
2,5 gerileme yaşadı. Yine, önümüzdeki yıl da durum parlak gözükmüyor, bir
gerileme bekleyişi ortada duruyor.
Çiftçiler yaşadıkları zor
durumdan dolayı taksitlendirdikleri borçlarını ödeyemiyorlar. Yatırılamayan
taksitler için aylık yüzde 11 faiz işletiliyor, borcunu ödeyemeyen çiftçiden
yüzde 132 faiz isteniyor. Olacak iş midir bu?! Yüzde 132!.. Normal alacağı
kredinin faizi de yüzde 30.
Değerli arkadaşlarım,
enflasyonun yüzde 10'lara inmeye yöneldiği bir ortamda yüzde 15 - 20 civarında
bir reel faizi çiftçiye uygulamak, çiftçiye olan borcumuzu ödemek anlamına
kesinlikle gelmez.
Yine, Acil Eylem Planında
söz verilmişti, altı ay içinde çerçeve tarım kanunu, bir yıl içinde tarım
ürünleri sigorta kanunu çıkartılacaktı, çıkmadı ve geride bıraktığımız yıl 2
katrilyon lira Türk çiftçisi o afetlerden dolayı zarar gördü, söz verildiği
halde çıkarılmadığı için hiçbir ödeme de ciddî olarak yapılamadı.
GAP bir kenara itildi.
2002 yılında 850 trilyon lira olan GAP yatırım tahsisleri 2004 yılında 818
trilyona indirildi. Türkiye'nin en önemli projelerinden birisi, Türkiye'nin en
sıkıntılı coğrafyasına en kestirmeden refah taşıyabilecek olan bir projeyi göz
göre göre bir kenara atıyoruz.
Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü devre dışına çıkarılıyor ve tarıma yönelik bu olumsuzluklar hızla
yaygınlaşıyor.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, çiftçiye çektirilen eziyet sadece bunlardan ibaret değil.
Büyükşehirlerle ilgili bir belediye kanunu çıkardık; hani, pergel kanunu...
Koyuyorsunuz hükümet binasının olduğu yere pergelin sivri ucunu, 50 kilometreyi
çeviriyorsunuz ve diyorsunuz ki, bunlar büyükşehir. Şimdi, bu uygulamanın
bedelini ödeyenlerin başında çiftçiler geliyor, köylüler geliyor; çünkü,
çekilen sınırın içinde köyler de yer alıyor ve o köylüler, birdenbire,
kendilerini belediye olmuş gibi buluyorlar ve bunun bedelini ödemek zorunda
kalıyorlar.
Erzurum'dan muhtarlar
geldi, şikâyetleri, cenazelerini kaldıramamak. Zaten kış vurmuş, karakış
gelmiş, - 30 derecede, Erzurum'da her yer donmuş, mezarı kazmak bile mesele.
Böyle bir ortamda, şimdi, bir de,
cenazesini kaldırmak için doktordan bir rapor almak zorunda. Eskiden muhtarın
kararıyla sağlanan bir uygulamaydı, şimdi, büyükşehir belediyesinden izin alma
zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıldı; sağlıkocağına gidecek, sağlıkocağında
doktor bulursa doktor bulacak -yol açıktır kapalıdır, kimse bunlarla meşgul
değil- ve cenazesini gömebilmek için, vatandaş, büyükşehir belediyesi olmanın
bedelini ödeyerek beklemek zorunda kalacak, sıkıntı yaşar durumda olacak.
Bu yasayı çıkarır
çıkarmaz köyler belediye sayıldı ve bunun sonucu olarak, bütçesindeki paralara
elkonuldu, köy bütçesindeki paralara.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baykal,
süreniz bitti; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Köylülerin kendi olanaklarıyla yaptığı köy konaklarına elkoyuldu, merasına
elkoyuldu. Köylü hayvanını satamıyor; veterinerden rapor alması lazım. Köylerde
hayvancılık yapmak yasaklandı; çünkü, büyükşehir oldu. Kendi ihtiyacı için
-yağdı, yoğurttu, peynirdi- dahi hayvan besleyemez hale geldi. Ahırını
onaramıyor; 500 000 000 liraya yapacağı işi şimdi 2 milyar liraya yapmak
durumunda. Temizlik Vergisi, Emlak Vergisi, telefona zam, köylüyü canından
bezdirdi. Başka sakıncalar bir yana, sadece bu uygulaması da, çiftçiye karşı
köylüye karşı, bu yasayla getirilen bir büyük haksızlığı ortaya koyuyor.
Sayın Başkan, izin
verirseniz 5 dakika içerisinde Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmeler konusunda
düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, bütçenin tümü üzerinde yaptığımız görüşmeden bu yana
geçen süre içinde, burada yaptığımız tartışmalar, bir anlamda, daha objektif
değerlendirilebilir bir noktaya geldi. Hatırlayacaksınız, burada bu tartışma
yapılırken, bu kürsüde de dile getirilen pek çok noktanın, geride bıraktığımız
hafta içinde, iç yüzü ortaya çıkmaya başladı ve durum netleşti. O bakımdan,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde Avrupa Birliğiyle ilgili bu son noktaya ilişkin
değerlendirmemizi bir kez daha ifade etmenin gerektiğini düşünüyorum.
Biliyorsunuz, 17 Aralık
kararının Türkiye açısından bir büyük zafer olduğu iddiası ortaya atılıyordu.
Bugün geldiğimiz noktada, bunu hiçbir şekilde söylemenin mümkün olmadığı artık
anlaşılmıştır; çünkü, 17 Aralık kararının, Türkiye'nin Çankaya zirvesinde almış
olduğu kararın ışığında değerlendirildiği zaman, kabul edilemez olduğu açıktır.
Yine, bu karar, Avrupa Birliği zirvesinde 1999 yılında alınmış olan kararla
mukayese edildiği zaman, onun gerisinde olduğu görülmüştür; çünkü, orada
adaylara eşit muamele yapılacağı söylenmişti; ama, burada, ayrımcılık kayda
geçirilmiştir. Yine, Türkiye, kendisiyle eşzamanlı olarak müzakereye başlayan
ülkelerin gerisinde kalmıştır; mesela, Hırvatistan'ın gerisinde kalmıştır.
Bütün bunlar, 17 Aralık
kararının, Türkiye'de büyük bir sevinçle, heyecanla, mutlulukla karşılanacak
bir niteliği olmadığını bize göstermektedir. Şöyle bir çelişkili tablo da var:
Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesini hiç istemeyen bazı çevreler, mesela,
Almanya'nın Hıristiyan Demokrat Partisi (CDU) yönetimi, 17 Aralık kararından
büyük mutluluk duymuştur, bu mutluluğunu çok açıkça ifade etmiştir ve
verdikleri demeçte, karardan büyük memnuniyet duyduklarını, Türkiye'yi tam üye
yapmak için, zirveden, tam üyeliğe götürücü bir karar almaya çalışan
Schröder'in yenilgiye uğradığını söylemişlerdir.
BAŞKAN - Sayın Baykal,
bir saniye efendim.
Sayın milletvekilleri,
Genel Kurulda büyük bir uğultu var. Arkadaşlarımız kendi aralarında
konuşuyorlar ve Bakanlar Kurulu sıralarında sayın bakanlarla konuşma
yapıyorlar. Lütfen, hatibi dinleyelim, gürültü yapmayalım.
Buyurun Sayın Baykal.
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Teşekkür ederim.
Zirve kararının, tam
üyelik yerine özel statü yolunu açtığını belirtiyorlar. Şimdi, bütün bunlar,
umut ediyorum, bize, gerçeği daha doğru değerlendirme fırsatını vermiştir.
Tabiî, en çarpıcı olanı
da, Sayın Başbakanın ve Dışişleri Bakanının, 17 Aralık kararında kalıcı
kısıtlamalar bulunmadığını bize burada anlatmalarından kısa bir süre sonra,
Dışişleri Bakanlığımızın kalıcı kısıtlamaların kaldırılması için bir nota
vermekte olduğu haberinin ortaya çıkması olmuştur. Yani, burada, bize, hükümet,
kalıcı kısıtlama yok diye açıklama yaparken, Dışişleri Bakanlığımız, Avrupa
Birliğine bir nota vererek, bu kalıcı kısıtlamaları kaldırın diye başvuruda
bulunmuştur.
Değerli arkadaşlarım,
tabiî -daha önce de ifade ettim- bu nota Avrupa Birliğine verilmemiştir; bu
nota, kalıcı kısıtlamalar olmadığını düşünen Türk Hükümetine verilmiştir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu manzara
karşısında, 17 Aralık kararının zaafları ortadadır, bu zaafları biliyoruz;
yani, kendi kendimizi avutmanın bir anlamı yoktur. O zaaflar, oraya tesadüfen
de girmiş değildir; birileri kullanmak için onları yerleştirmiştir.
Bizim, 17 Aralık kararı
karşısında heyecan ve mutluluk ifade etmemiz, sadece gerçeklerden kopuk
olduğumuzu göstermiyor; yanlışları düzeltme konusunda vereceğimiz mücadeleye de
zarar getiriyor. Yani, biz, 17 Aralıktan memnun olduğumuzu burada söyleyerek,
bu kararın olumsuzluklarını nasıl düzelteceğiz?! Bu kararın, çok ciddî bir
mücadeleye hedef yapılması lazımdır. Bundan sonra başka fırsatlar gelecektir, o
fırsatların çok iyi kullanılması lazımdır ve Türkiye'nin, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, hükümetin, kararlılıkla, o kararda açılan bazı kapıları kapatmak
için, bundan sonra, elbirliği içinde çalışmasına ihtiyaç vardır. Siz derseniz
ki, bu mükemmel bir karardır, bunu söyleme hakkından peşinen vazgeçmiş
olursunuz. O bakımdan, bu mücadele, bugün, her zamankinden daha büyük önem
taşıyor.
Bugünkü manzarayla şu
ortaya çıkmıştır ki, artık, Türkiye, bırakınız bu geçiş dönemini, uzun, on yılı
aşkın bir süre devam edecek olan, 2014'e kadar sürecek olan müzakere dönemini,
müzakere dönemi başarıyla tamamlansa bile, ondan sonraki on yıllar boyunca,
yani, yirmibeş yıl sonra da, vize almadan Avrupa'ya girme olanağından yoksun
kalacağının anlaşılmış olmasıdır. Kalıcı kısıtlama dediğimiz, böyle bir soyut
söz değildir; vize alma mecburiyeti, Türkler daima Avrupa'ya vizeyle girecektir
anlayışıdır orada kalıcı kısıtlama olarak kendisini gösteren. Bu, bugün,
herhalde çok daha iyi anlaşılmıştır ki, bu vardır ve bunu kabul etmek mümkün
değildir. Türkiye'nin, yirmibeş yıl sonra da vize almayı öngörerek, Avrupa
Birliğine tam üye oldum diye kendisini avutması, hiçbir şekilde kabul edilemez.
Değerli arkadaşlarım,
tabiî, burada önemli bir konu, Kıbrıs'la ilgili. Bu konuyu da çok net bir şekilde
görmek durumundayız. Kıbrıs'la ilgili, Türkiye, şöyle bir açmazla karşı
karşıyadır: Ya 3 Ekime kadar Kıbrıs sorunu çözüme kavuşturulacaktır. İnşallah
olur, olmasını çok isteriz ve o takdirde mesele olmaz; o takdirde, anlaşma
sonucunda ortaya çıkacak olan Kıbrıs'ı hep beraber tanırız içimiz rahat bir
şekilde ve sorun biter; 3 Ekimde de Avrupa Birliğiyle üyelik müzakerelerine
başlarız. Bu, en iyi senaryodur. Ya da 3 Ekime kadar Kıbrıs sorununun çözümünü
sağlayacak bir gelişme sağlanamaz ise, biz, var olan Kıbrıs Rum yönetimini
Kıbrıs Devleti olarak fiilen dahi olsa kabul etme, tanıma anlamına gelecek bir
teşmil uygulayacağız, Ankara Anlaşmasını genişleteceğiz ve bir yandan Kıbrıs
sorununu çözmeye çalışacağız, bir yandan da o tartıştığımız Avrupa Birliğinin
dikenli, sarp yollarında yürümeye çalışacağız. İkincisi de bu.
Bu ikincisi hiçbir
şekilde kabul edilemez değerli arkadaşlar; yani, Türkiye, 3 Ekime kadar
çözülmeyen Kıbrıs sorununu ondan sonra çözmeye devam edecek, akıntıya kürek
çekmeye devam edecek; öte yandan da Avrupa Birliğine tam üye olmak için
yürüyecek; bunu yapmak için de, var olan Kıbrıs Rum yönetimini, bir anlamda,
tanıdığını beyan edecek.
Değerli arkadaşlarım
"bu beyan, merak etmeyin, tanıma değildir" diye bize teminat verilmek
isteniyor. Kendimizi aldatmayalım değerli arkadaşlarım. Türkiye'nin gözünde
Kıbrıs Rum yönetimi gayri meşrudur; çünkü, Londra ve Zürih Anlaşmalarının
ihlali suretiyle ortaya çıkmıştır. Türklerin hakkını daha önce gasp etmişlerdir
ve bugün ortaya çıkan, iki ayrı toplumun iki ayrı coğrafyada yerleşmesinden
ortaya çıkan tablo, bir anlaşmaya bağlanması gereken bir tablodur. Kıbrıs Rum
yönetimini Türkiye kabul ettiği anda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine çok ciddî
zarar verir, çok ciddî zarar verir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini kabul etme
anlamında bir belge imzaladığınız zaman, bu, Türkiye'nin limanlarını,
havaalanlarını Kıbrıs Rum yönetiminin kullanması anlamına gelir. Bu, Kıbrıs Rum
yönetiminin KKTC'nin varlığını kabul etmesi anlamına da hiçbir zaman gelmez. Onlar, KKTC'yi
gayrimeşru saymaya devam ederler; ama, biz, artık, Güney Kıbrıs Rum yönetimini
gayrimeşru sayamaz hale geliriz ve böylece, müthiş bir dengesizlik ortaya
çıkar. Bu dengesizlik, Kıbrıs sorununun çözümünü çok ciddî şekilde engeller,
güçlüklerle karşı karşıya bırakır. Geçmişteki bu alandaki uygulamaları da hep
biliyoruz. Hep, yeni yeni, sorunlu, sıkıntılı bir tabloya, Türkiye'nin
sürüklenmekte olduğu görülüyor.
Değerli arkadaşlarım,
böyle bir kabulden sonra, Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklık Konseyine Rumların
yeni talepler getirmesi mümkündür. Bizim, Avrupa Birliğinin diğer üyeleri ile
Güney Kıbrıs Rum yönetimi arasında bir ayırımcılık gözettiğimiz, farklı
davrandığımız iddiasını ortaya atarak buna son verilmesini talep etme imkânları
vardır. Bu, büyük sıkıntılar doğuracaktır. Bunun altında, tabiî, Türkiye'nin,
17 Aralıkta bu bağlantıyı kabul etmiş olması yatmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
kırk yıldan beri hiçbir cumhuriyet yönetimi Kıbrıs Rum yönetimini Kıbrıs
cumhuriyeti olarak kabul etmemiştir; çünkü, bu hükümet, 1960 anlaşmalarını zor
kullanarak ihlal etmiş, Kıbrıslı Türkleri yönetimden uzaklaştırmış ve devleti
ele geçirmiştir ve bütün Kıbrıs Adası üzerinde egemenlik iddiasında
bulunmaktadır. Sizden istenen, bu gayrimeşru devleti tanımanızdır. Bunu
yaptığımız zaman, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımaya devam etmek çok güç
olur, Adanın kuzeyinde iki ayrı egemenlik olduğunu ifade etmeye devam etmek çok
güç olur. Türkiye'nin kırk yıldır Kıbrıs Rum yönetimini tanımamasının haklı
hukukî ve siyasî gerçekleri, gerekçeleri vardır. Uluslararası hukuka göre, iktidara
hukukdışı yollarla geçen hükümetleri tanıma zorunluluğu yoktur; Tobar doktrini
böyle diyor. Kıbrıslı Rumlar, hem anayasayı hem de Kıbrıs'ı iki toplumlu bir
devlet olarak kuran 1960 tarihli anlaşmaları açıkça çiğneyerek yönetime
elkoymuşlardır. Hiç kimse, Türkiye'ye "bu hükümeti niye hukuken
tanımıyorsunuz" diyemez.
Şimdi, Sayın Başbakan,
içine girdiğimiz bu tıkanıklığın, açmazın farkında olmalıdır ki
"Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini, Kıbrıs'taki kuzey-güney çatışmasına
feda edemeyiz" diyor; "Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini,
Kıbrıs'taki kuzey-güney çatışmasına feda edemeyiz" diyor. Bir defa, bu
ikilemi Sayın Başbakanın zihnine yerleşmiş görüyorum; yani, Türkiye'nin Avrupa
Birliği üyeliği ile kıbrıs'taki kuzey-güney çatışması bir meşru ikilem şeklinde
eğer bir Başbakanın zihnine yerleşmeye başlarsa, buradan sağlıklı gelişmeler
ortaya çıkmaz. Bunu, son derece talihsiz bir beyan olarak karşılıyoruz; bu
beyana Sayın Denktaş'ın gösterdiği tepkiyi de haklı buluyoruz.
Türkiye, Kıbrıs'ta kuzey
ile güney arasında yapılan bir mücadelenin seyircisi değildir, Kıbrıs sorununda
taraftır; Londra ve Zürih Anlaşmalarıyla sahip olduğu haklar ve üstlendiği
görevler vardır. Avrupa Birliği üyeliği uğruna bunları hiçe sayamayız. Avrupa
Birliğinin bize üyelik verme karşılığında bu haklarımızdan talep yapma hakkını
da, Avrupa Birliğine veremeyiz. (CHP sıralarından alkışlar)
Hiçbir Türk Hükümetinin,
millete mal olmuş bir davayı feda etmeye hakkı yoktur...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Baykal, 15
dakika süre kullandınız; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan.
Kıbrıs'ı gözden çıkarmaya
kimsenin hakkı yoktur. Buna, biz de izin vermeyiz, millet de izin vermez.
Millet, sizi gözden çıkarır; ama, Kıbrıs'ı gözden çıkarmaz. (CHP sıralarından
alkışlar)
Unutmayınız ki,
Anavatanın çocukları, Kıbrıslı Türkleri korumak için canlarını verdiler. Bizim,
Kıbrıslı Türklere ve orada yatan şehitlere namus sözümüz vardır. Biz,
Cumhuriyet Halk Partililer olarak, Kıbrıs davasına sonuna kadar sahip çıkmaya
devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım,
Kıbrıs sorununun çözümü için yapılması gereken çok şeyin bulunduğuna
inanıyoruz. Bu konuda uluslararası kamuoyu da çok büyük bir sorumluluk
altındadır; çünkü, Kıbrıs'ın bu noktaya gelmesi, çok büyük ölçüde onların tutumlarından
kaynaklanan nedenlerle ortaya çıkmıştır. O nedenle, uluslararası kamuoyunun,
büyük ülkelerin, büyük devletlerin Kıbrıs sorununda yeni bir tabloyu ortaya
koymalarına ihtiyaç vardır. Geçmişte "Güney Kıbrıs Rum yönetimini anlaşma
olmasa da Avrupa Birliğine alırız" dediler ve bu çıkmazı yarattılar.
Şimdi, bize, Avrupa Birliğine girmek istiyorsan, sen, mutlaka Güney Kıbrıs'ı
tanı aşamasına gelmişlerdir. Bu, hiçbir şekilde kabul edilemez. Tanınması gereken,
herhalde Güney Kıbrıs Rum yönetimi değil, hakkı elinden alınmış olan ve iyi
niyetini, barışçı yaklaşımını geçmişte de sergilemiş olan Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetidir. Tanıma doğrultusunda adım atılması gerekiyorsa, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetini tanımak için adım atmaya ihtiyaç vardır.
Değerli arkadaşlarım,
Sayın Başkan; bu bütçe müzakereleri vesilesiyle ülkemizin ekonomik ve
dışpolitika sorunlarına ilişkin düşüncelerimizi paylaşmak imkânını bulduk.
Önümüzdeki günlerde, bu konularla ilgili bir genel görüşme önergesini vererek
daha ayrıntılı şekilde bu Mecliste görüşmek istiyoruz ve bunu, bir göstermelik
olay olmaktan çıkarıp, elbirliğiyle bir çözüm oluşturabileceğimiz bir anlayışa
getirmek istiyoruz.
Bu değerlendirmemi bugün
burada noktalarken, Sayın Başkan, size gösterdiğiniz anlayış ve hoşgörüden
dolayı teşekkür ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisine saygılarımı sunuyorum ve
bu bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal,
teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
14.45'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 13.30
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 14.45
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Ahmet Gökhan SARIÇAM
(Kırklareli)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 43 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1. - 2005
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı
: 706) (Devam)
2. - 2003
Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı : 708) (Devam)
3. - 2005
Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı : 707) (Devam)
4. - 2003
Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Söz sırası, şahısları
adına, bütçenin lehinde olmak üzere, Bitlis Milletvekili Edip Safder
Gaydalı'nındır.
Buyurun. (Alkışlar)
Konuşma süreniz 10 dakika
efendim.
EDİP SAFDER GAYDALI
(Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce
Yüce Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bütçesini görüştüğümüz
2005 yılının, geride bırakmakta olduğumuz yıldan, memleketimiz, bölge ve dünya
bakımından, daha kolay, daha başarılı olacağını söylemek zor. Bölgemizde, gerginlik,
silahlı ihtilaflar, stratejik maddeler mücadelesi devam etmektedir. Bazı bölge
memleketlerinin, nükleer dahil, kitle imha silahlarını geliştirmekte olması
ciddî tehdit kaynağı oluşturmaktadır.
Dünyada belirsizlik,
birçok bölgede istikrarsızlık hâkimdir. Atlantik ilişkilerindeki soğukluk devam
etmektedir. Çin'in Asya Pasifik'teki siyasî ve askerî ağırlığı artmakta,
yayılmaktadır. Rusya Federasyonu, ciddî iç meselelerine rağmen, siyasî alanda
global bir rol oynamaya çalışmaktadır. Bu çerçevede, Sayın Başkan Putin'in
memleketimize yaptığı resmî ziyaret başarılı ve faydalı olmuştur.
Fransız filozof Raymond
Aron'un Republic Imperial (İmparatorluk Cumhuriyeti) olarak adlandırdığı
Amerika Birleşik Devletleriyle 1947 Truman Doktriniyle başlayan işbirliğimiz
büyük gelişme göstererek stratejik boyutlar kazanmıştır. Daha en az otuz yıl
bir numaralı dünya gücü olarak kalacağı kabul edilen Amerika'yla baş gösteren
güven bunalımını ve soğukluğu süratle gidermek lazımdır.
Doğuşunda ilk tanıyan
yedi memleket arasında bulunduğumuz İsrail'le ilişkilerimizi soğutmakta bir
fayda yoktur.
Komşumuz Yunanistan'ın
Güney Kıbrıs Rum idaresiyle birlikte Avrupa Birliği içinde veto silahını
kullanarak enosis yolunu zorlaması, Ege üzerindeki iddialarını masaya
getirmesi, geliştirmek istediğimiz ilişkilere büyük bir darbe olur.
Kafkaslar ve
Ortaasya'daki kardeş cumhuriyetlerle ilişkilerimizi iki yıldır bulunduğu
buzdolabından süratle çıkarmak, yaymak, geliştirmek gerekir. Asıl güç
kaynağımızın oralarda bulunduğunu unutmamak lazım.
Komşumuz Ermenistan,
Amerika ve Avrupa'daki diasporasını Türkiye'ye karşı bir baskı aracı olarak
kullanmaktan vazgeçmelidir. Yürütülmekte olan yıkıcı faaliyetler faturasının
bir gün Erivan'a sunulacağı bilinmelidir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; içeriye, kendimize baktığımızda, tablonun parlak olduğunu
söyleyebilmek isterdim. Bize yakışmayan, övünemeyeceğimiz rekorlarımız var.
Dünya refah sıralamasında 88, kaliteli yaşam sıralamasında 96, temiz toplum
sıralamasında 76 ncı sıradayız. Bu son derece rahatsız edici tabloyu
değiştirmemiz, hem de süratle değiştirmemiz gerekiyor.
İkinci bir tablo, 1991
Kasım ayında sadece 79 trilyon lira olan içborç stokumuz, halen 225 katrilyon
lira. Dışborçlarımız 150 milyar dolar. IMF'yle varılan yeni anlaşmayla bu rakam
iki yıl içinde 170 milyar dolara çıkacak. Tüketim için faiz ve borç ödemek için
borç almak kısırdöngüsünden mutlaka çıkmalıyız. Senenin ilk onbir ayı
itibariyle dışticaret açığımız 34 milyar dolar. Bu kıskaç içinde ekonominin
sağlıklı olması, güçlenmesi zordur. Radikal kararlar gerekiyor.
Bu tabloya rağmen, kamu
lüks ve israfında en ufak bir kısıtlama yok. Bu lüks ve israfı sürdürebilmek
için altyapı ve proje yatırımlarında aşırı sınırlama uygulanıyor. Altyapısı
gelişmeyen bir ekonomi büyümede zorluk çeker. Yeni yıl bütçesi, bu çarpık
tabloyu muhafaza ediyor. Bu bütçeye iyi veya kötü diyebilmek, nereden, nasıl
bakıldığına bağlı; eğer bütçe disiplini açısından bakılacak olursa, bu bütçeye
iyi demek gerekir; eğer ülkeye hizmet, yatırım açısından bakılacak olursa, bu
bütçeye kesinlikle yetersiz, kötü bir bütçe demek gerekir.
155 500 000 000 YTL'lik
bütçe giderlerinden yatırım harcamalarına ayrılan pay, sadece 10 100 000 000
Yeni Türk Lirasıdır. Bu rakam, 2005 yılı bütçesinin yüzde 65'ine ve gayri safî
millî hâsılanın da binde 2'sine tekabül ediyor. Ayrıca, bu ödeneklerden yıl
içerisinde ne kadar kesintiye gidileceğini de bilemiyoruz. Demek ki, 2005
yılında, kamuda yatırım hamlesi yok. Oysa, çok ciddî altyapı yatırımlarına,
eğitim ve sağlık yatırımlarına ihtiyaç var. Sene 2005; 1 000 000 çocuğumuz okul
yokluğundan eğitim göremiyor; OECD'nin 40 memleket arasında yaptığı eğitim
başarı yarışmasında 34 üncü sıradayız; kitap yayımlama ve okumada en son
sıralardayız, ciddî bir eğitim ve kültür bunalımı yaşıyoruz. Anadolu
köylerimiz, canlı müzeler gibi, Ortaçağ manzaralarını muhafaza etmektedir.
Binlerce köyümüz içmesuyundan mahrum. Milyonlarca insanımız, çoğu gençler olmak
üzere, iş bulamıyor. Milyonlarca insanımız açlık sınırında, nüfusumuzun yüzde
80'i için fakirlik kadere dönüştü.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu kısıtlı sürede, bütçenin bütün kalemleri üzerinde konuşmam
mümkün değil; fakat, bana çarpıcı gelen vergi gelirlerine kısaca değinmek
istiyorum. Hükümet üyesi arkadaşlarımızın zaman zaman belirttiği gibi,
ülkemizde vergi yükü çok ağırdır. En son, Sayın Başbakanımız, bu gerçekten
hareketle, geçenlerde, vergi indiriminde bulunulacağını açıkladı ve ardından da
kimi kalemlerde yeni yıl itibariyle vergi indirimlerinin olacağı belirtildi. Bu
güzel haberin kaynağının bütçede mutlaka olması gerekir. 2004 yılı bütçe
hedeflerine ve gayri safî millî hâsıla hedeflerine göre vergi yükü yüzde 23,6
oluyor; ancak, 2005 yılı vergi yükü yüzde 24,7'ye çıkıyor. Bu, gayri safî millî
hâsıladaki artıştan daha fazla vergi artışı anlamına geliyor. 2005 yılında
öngörülen yüzde 8 enflasyon oranı ve yüzde 5 büyüme oranına rağmen, vergi
gelirlerinde yüzde 20 artış öngörülüyor. Bu, vergi gelirlerinde reel artış
anlamına geliyor. Yine, maalesef, bu artış, dargelirlinin belini büken dolaylı
vergilerde oluşuyor. Dolaylı vergilerin payı 2004'te yüzde 71 iken, vergi
iyileştirmelerinin olacağı iddia edilen 2005 yılında yüzde 74'e yükseliyor.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; elli yıllık demokrasi tecrübemize rağmen, devleti, bürokrasiyi
vatandaşın emrine maalesef sokamadık. Bürokrasimiz, kendisini kaideler ve
vatandaş üzerinde görmeye devam ediyor. Kaideler, sadece yönetilenler için
geçerli. Türkiye'de büyük meselelerden kaçmak, ertelemeyi çözüm olarak görmek
alışkanlığı yerleşti, çarpık manzaralar kimseyi rahatsız etmiyor. Radikal
değişiklik ve reformlara ihtiyacımız var, bunlardan kaçamayız. İşleyebilir,
modern, vatandaşın emrinde yeni bir devlet yapısına ihtiyacımız vardır.
Bürokrasinin iç ve dış yayılması, lüks ve israf mutlaka durdurulmalıdır.
Alınacak radikal kararları, atılacak büyük adımları, millet ve Parlamento
olarak göğüslememiz gerekiyor. Türkiye'nin üretim rakamları, yetmiş milyonun
beden ölçülerine uymuyor. Bu rakamları büyütmemiz, birkaç misline çıkarmamız
gerekiyor. Başkalarının bizim için düşünmesini, icraat yapmasını bekleyemeyiz.
Üretmeden tüketmeye devam edemeyiz. 82 nci yılına giren, savaş görmeyen, zengin
insan ve tabiat kaynaklarına sahip, yetmiş milyonluk Türkiyemiz, teknoloji
çağında, dünyada tarihine yakışır yerini almalıdır. Bu yeri bize vermezler, biz
alacağız.
Özelleştirme alanında
dünyada en başarısız memleketiz. Bürokrasi, burada da gücünü gösteriyor,
özelleştirmeyi önlüyor. Bu gidişle, Özelleştirme İdaresini özelleştirmemiz
gerekecek. Acilen "Özelleştirme" İdaresinin adı, "Özelleştir"
İdaresi olarak değiştirilerek, bu kurumu işlevsel bir hale getirmemiz
gerekiyor.
Değerli milletvekilleri,
20 nci Yüzyılı kapatarak, artık, 21 inci Yüzyılda yol aldığımızı görmeli ve
kabul etmeliyiz. Süratle değişen dünyada, yerimizde sayamayız. Daha seneler
öncesi, bir uçak şirketi reklamı "Atlantik Nehrini bizimle aşın"
diyordu. Concorde uçağı 3 saatte aştı; Amerikalıların denediği yeni bir uçak,
saatte 11 000 kilometre süratle 45 dakikada aşacak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gaydalı,
süreniz bitti; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
EDİP SAFDER GAYDALI
(Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Zaman ve emeğin değerini
kabul etmediğimiz, rasyonel bir şekilde kullanmadığımız müddetçe, ilerlemeyiz.
Türkiye, senede 152 gün tatil cenneti olmaktan çıkmalıdır. Çalışmamız, çok
çalışmamız gerekiyor.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; son zamanlarda yapılan bazı beyan ve davranışlar, Avrupa
Birliği 6 Ekim İlerleme Raporunda yer alan ağır hükümler, ortak ve müttefik
geçinen memleketlerin kötü niyet ve hesaplarını gün ışığına çıkarmıştır. Bize
yönelik tehditler artmaktadır. Büyüyen Türkiye'den rahatsız olanlar, üniter
yapımızla uğraşmakta, bizi federal bir yapıya götürmeye çalışmaktadır. Millî
harcımıza içeriden ve dışarıdan kimyasal madde atma faaliyetleri hızlandı,
Haçlı ruhu bulutları İstanbul semalarında görülmeye başlandı. Bu düşündürücü
gelişmeler, artan tehditler karışında, iç münakaşaları bir tarafa bırakmak,
birbirimize sarılmak, dayanışma içinde bulunmak gerekiyor. Verilecek kötü bir
mesaj, sergilenecek olumsuz bir manzara, vatana ihanet olur. Bu topraklar
üzerinde doğduk, gerekirse bu topraklar için de öleceğiz.
Bu duygu ve düşüncelerle,
2005 yılı bütçesinin memleketimize, milletimize hayırlı olmasını diler, Yüce
Kurula saygılarımı arz ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Gaydalı,
teşekkür ederim.
Hükümet adına, Sayın
Başbakan söz istemiştir.
Buyurun Sayın Başbakan.
(AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Siirt) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisimizi saygıyla selamlıyorum; siz saygıdeğer milletvekillerimizi ve
sizlerin şahsında, temsil ettiğiniz milletimizin bütün fertlerini sevgi ve
saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyetinin
2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2003 Kesinhesap Kanunu Tasarısı
üzerindeki görüşmelerde, Hükümetimin ve AK Partinin görüşlerini ifade etmek
üzere huzurlarınızda bulunuyorum.
Sözlerime başlarken,
Güney Asya'da meydana gelen elim deprem faciasında hayatlarını kaybeden tüm
dost ve kardeş ülkelere başsağlığı diliyorum. Bu acıyı iyi bilen bir milletin
fertleri olarak diliyoruz ki, Allah, hiçbir ülkeye, bu tür acılar yaşatmasın.
2005 yılı bütçesini uzun
mütalaalardan, yorucu çalışmalardan sonra tamamladınız ve bu aşamaya
getirdiniz. Yüce Meclisimizin iradesini en iyi şekilde temsil etmek, ülkemizin
önünü açmak için her biriniz önemli katkılarda bulundunuz; sağ olunuz, var
olunuz. 2005 yılı bütçesi, şimdiden ülkemize hayırlı olsun. Allah mahcup
etmesin ve kolaylıklar versin diyorum.
Bu arada,
eleştirileriyle, uyarılarıyla bize yol gösteren bütün arkadaşlarıma, muhalefet
partilerimizin saygıdeğer sözcülerine özellikle teşekkür ediyorum.
Yol ve ufuk gösterici
eleştirilere, itiraz ve uyarılara özellikle teşekkür borcumuz var, çünkü
iktidarıyla muhalefetiyle bizler bu milletin hizmetindeyiz.
Bu büyük ülkeye teşekkür
borcumuzu, minnet borcumuzu ödemek için öncelikle medenî bir uzlaşma diline ve
geleneğine ihtiyacımız var.
Diyalog, uzlaşma,
mutabakat, müzakere kültürünü siyasetimizin temel üslubu haline getirmek, bunu
kalıcı kılmak zorundayız.
Zira, bu eksiklik,
Türkiyemize çok uzun yıllar kaybettirdi, telafisi mümkün olmayan yıllar
kaybettirdi ve bu kayıpları ülkemize yaşatanların, işte, şu anda, ne durumda
olduklarını hep birlikte biliyoruz.
Uzlaşma, tartışma,
eleştiri, uyarı, mutabakat arayışı, müzakere alışkanlığı herkesin aynı şeyi
düşünmesi değil, aynı doğruyu araması, aynı hedefe yönelmesi ile mümkündür.
3 Kasım 2002 seçimlerinden
sonra ülkemizin demokratik kültürüne kazandırdığımız bu seviyeli diyalog
zemini, bu uzlaşma kültürü, bugünden gelecek nesillere iftiharla bırakacağımız
en önemli kazanım olacaktır.
İnanıyorum ki, hepimiz,
demokrasi kültürünü özenle koruyacağız. Bu özeni, bu dikkati Türk siyasetinin
geleneği haline getireceğiz. Zira, uzlaşma, diyalog, birlikte düşünme
milletimizi öteden beri millet kılan en temel değerlerimizden biridir.
Son iki yıla büyük
başarılar sığdırdık; ancak, en büyük başarılarımızdan biri, bu dönemde kavganın
yerini aklın, çatışmanın yerini diyaloğun almasıdır.
Millet iradesinin temsil
edildiği Yüce Mecliste aklın ve sağduyunun hakimiyetini sağlayan sizlere
özellikle teşekkür ediyorum. Bundan sonra da bu büyük başarıyı kalıcı hale
getirmek en büyük arzumuz olacaktır.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; bu konuşmam, bütçe esaslı olmakla birlikte, hem büyük Türkiye
fotoğrafının tamamını görebilmek -bu vesileyle, fotoğrafın bütününü birlikte
paylaşabilmek için- hem de bize yöneltilen sorulara cevap mahiyetinde olmak
üzere uzunca bir özet olacaktır. Dolayısıyla, hem Türkiye tasavvurumuzu hem
dünya tasavvurumuzu hem siyaset üretme şeklimizi hem de AK Parti İktidarı
olarak iş görme biçimimizi özetlemem gerektiğini düşünüyorum.
Sözlerime, demokrasi
kültürü, hoşgörü, uzlaşma ve diyalog zemininin temsilcisi ve sembolü olan
Türkiye Büyük Millet Meclisine teşekkürle başladım. Zira, bunun esas olduğunu,
"başardık" dediğimiz başarılarımızın sırrının burada olduğunu
düşünüyorum. Millet öncelikli siyasetimizle, biz, yani bu Yüce Meclis, iki
yılda sadece anlamsız kavgalara son vermekle kalmadık, Türkiye'nin büyüme
iradesini, Türkiye'nin aklını, kolektif aklını harekete geçirdik.
Türkiye, yıllardır
söylenen, ama, sadece söylemekle kalınan sorun alanlarında devrim niteliğinde
reformlar yaptı. Bir hukuk ve adalet ülkesi olmak için attığımız bütün adımlar,
sadece burada değil, bütün dünyada yankılar uyandırdı, karşılığını da buldu.
Bizim siyasetimizle birlikte, sadece eski siyaset, eski siyasî aktörler
devredışı kalmadı, eski üsluplar da devredışı kaldı. Artık, halkın vicdanında
yara açan talihsiz beyanlar, halkı kamplara bölen yanlış işler, küçük
menfaatlar için yapılan büyük tahrikler siyasî birer metot olmaktan çıktı.
İşte, biz, bunun için siyaset üretiyoruz, slogan üretmiyoruz. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bunun için "ben
yaptım oldu" demiyoruz, her işimizde kılı kırk yarıyoruz.
Bunun için "siyaset
ya da yönetim millete yaslanmalı, milletin rızasını almalı, milletin rızasının
hilafına adım atmamalı" diyoruz.
İşte, bu yüzden, demekle,
söylemekle yetinmiyoruz, sözlerimizin arkasında duruyoruz.
Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; biz, bütün başarılarımızı bu aziz milletin hanesine
kaydediyoruz. Bize düşen şerefiye payı, bize düşen onur ise bu ülkeye hizmet
etmek, bu ülke çocuklarının yüzünü güldürmektir. Bu şeref, bu onur bizlere
yeter.
Bize düşen, her tür
ayırımcılığı kaldırmaktır, adaleti halktan esirgememektir, ülkeyi baştan başa
kalkındırmaktır, Türkiye'yi muasır medeniyet hedefine ulaştırmaktır. Bu hedef
bizim milletimize olan ahdimizdir.
Altını çizerek ifade
ediyorum, halkın yüreğindeki ukdeler tam olarak çözülünceye kadar çaba
harcayacağız.
Demokrasi, hukuk, adalet
ve kalkınma hedeflerimizden asla şaşmayacağız.
Yasama olarak, yürütme
olarak demokrasi yolunda devasa adımlar attık, sessiz devrimler
gerçekleştirdik, Türkiye'nin dünyayla köprülerini hep birlikte kurduk; ama,
bunlarla yetinmiyoruz ve diyoruz ki, daha yapacak çok işimiz var.
Cumhuriyetimizin ve
demokrasimizin beşiği olan bu Mecliste, sizler, bu ülkeye, bu topluma yeniden
büyük itibar kazandırdınız. Yetmez; daha yapılacak çok iş var. Halkımızın henüz
çözülmemiş sorunları var. Bunları da bu çatı altında çözeceğiz. Bu çatı, bu
kurum, kurumlardan bir kurum, herhangi bir kurum değildir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gücü ve itibarı, milletimizin gücü ve itibarıdır. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Meclisin saygınlığı, siyasetin, hukukun, demokrasinin,
milletin saygınlığıdır. Zira, bu Meclis, her şey bir yana, istiklalimizin,
bağımsızlığımızın, egemenliğimizin en büyük sembolüdür.
3 Kasım 2002'ye kadar
çözüm üretemeyen siyasetçilerin elinde, itibarı, güvenilirliği yara alan bu
büyük çatıya itibarını iade ettiğiniz için, ülkem adına, halkım adına siz
saygıdeğer milletvekillerine ne kadar teşekkür etsem azdır.
Bu Meclis ki, yürütme ve
yargının da yol güzergâhını belirleyen millet iradesinin temsilcisi olarak
toplumun bütün fertlerinin hak ve hukukunu korumak için, Anayasa dahil bütün
metinleri hazırlayan, devlet- toplum bütünleşmesini sağlayan, milletin kalbinin
attığı en üst iradeyi temsil eden bir Meclistir.
İşte, bu Meclis, bu en
üst irade, çıkardığı yasalarla, gerçekleştirdiği ak devrimlerle hem siyasete
hem ülkemize kaybetmek üzere olduğu itibarı yeniden kazandırdı; bunu sizler
yaptınız.
Bu Meclis, demokrasi ve
hukuk yolunda kararlı iradesini ortaya koymasaydı, 17 Aralık ya da önümüzdeki 3
Ekim 2005 olmayacaktı.
Yeri gelmişken belirteyim
ki, 3 Kasım 2002, takvim yapraklarında günlerden bir gün olmadığı gibi, 3 Ekim
2005 tarihi de günlerden bir gün olmayacaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Hatırlarsanız, 2003 yılı
bütçesini, ilk bütçemizi hazırladığımızda bize en çok sorulan sorulardan biri
şuydu: Kaynak nerede? O zaman demiştik ki, kaynak, AK Partidir; kaynak,
Türkiye'dir. (AK Parti sıralarından alkışlar) İşte kaynak, işte Türkiye.
İşte, sorun çözme
melekelerini yitirmiş bir Türkiye'den, AK Parti İktidarının, beyaz
reformlarına, ak, sessiz devrimlerine.
İşte, refahın önşartı
demokrasidir, ak siyasettir iddiamızın bu ülkeye kazandırdıkları ortadadır.
Hatırlarsanız, 2004 yılı
bütçemizi hazırlarken demiştik ki; adalet, millî bir meseledir. Hukuk devleti,
millî bir meseledir. Sosyal barışın korunması, millî bir meseledir. Millet ile
devletimizin aynı yöne bakması, en büyük millî bir meseledir. İşte, millî
meselelerimize ne kadar sahip çıktığımızın, işte, sözlerimizin arkasında ne
kadar durduğumuzun ispatı budur.
Şimdi, yeni bir başlangıç
yapıyoruz, yeniden kolları sıvıyoruz. Önümüzde bütün meselelerimizi hal yoluna
koymanın yanı sıra, Avrupa Birliği sürecini itinayla yönetmek gibi bir
sorumluluğumuz var. İnanıyorum ki, siz saygıdeğer milletvekilleri, bugüne kadar
olduğu gibi, hiçbir özveriden kaçınmayacaksınız.
Artık, tek hedefe
kilitlenmiş, tek yürek olmuş, birlik ve beraberliğini âleme ilan etmiş, özgüven
sorunu yaşamayan bir Türkiye istiyoruz.
Falanca meselesi, filanca
meselesi olan, meselelerini konuşmayan, her zeminde mahcup edilmek istenen,
zaafları istismar edilen, zaaf alanları üzerinde siyaset yapılan, millet
bilinci yara alan, halkının aidiyet duygusu zedelenen bir ülke değil, bütün
meselelerini sağlam bir iradeyle çözmeyi tek meselesi haline getiren, tek yürek
haline gelmiş bir Türkiye; işte, bunu hedefliyoruz.
Allah'ın izniyle ve
yardımıyla, bu birliğin, bu büyük gücün doğurduğu kuvveti daha çok harekete
geçireceğiz.
Eğer, biz, kardeşlik
hukukumuzu zedelemezsek, şımarmazsak, kibirlenmezsek, istikametimizi
şaşırmazsak, önceliklerimizi, var oluş gayemizi unutmazsak; eğer, biz, yoksulu
gözetirsek, alınteri dökersek, sosyal yaraları kapatırsak, gayret edersek
başarmış olacağız. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Hiç ama hiç unutmayalım
ki, esas başarımız da var oluş gayemize, zeminimize, Türkiye ve dünya
tasavvurumuza bağlı kalmak, bu bağı güçlendirmek olacaktır. Bizim siyaset
felsefemiz, siyaset zeminimiz, mefkuremiz budur; sonuna kadar, son nefese kadar
sorumluluk. Bunun için küçük menfaatların esiri olmayacağız, büyük
ideallerimizi küçük hesaplara feda etmeyeceğiz. Ülkenin gelecek perspektifini asla
kaybetmeyeceğiz.
Devlet millet
kaynaştırmasını pekiştirmek en büyük önceliğimiz olacaktır. Devlet millet
birlikteliğinin ne kadar büyük bir servet ve sermaye olduğunu, ne kadar büyük
bir hazine olduğunu AK Parti İktidarının iki yılı herkese gösterdi.
Halka güvendik ve
halkımız da bize güvendi. Bu kadar yalın, açık ve basit bir formülle siyaset
üretiyoruz. Halka rağmen siyaset izlemiyoruz. Attığımız her adımda toplumsal
mutabakatı esas alıyoruz. Ülke fotoğrafının tamamına bakıyoruz. Dünyadaki bütün
adımları, hareketleri dikkatle izliyoruz.
Bu bakışın, buna göre
ülkeyi yönetmenin sonucunu, sadece iki yıllık sonucunu sizlere açıklıyorum:
Evet, artık, Türkiye küresel bir güç olma yolundadır. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Çünkü, artık, Türkiye, dünyayla eşit şartlarda konuşuyor. Ekonomiye
bakın, dışpolitikaya bakın, toplumsal dokunun sağlamlaşmasına bakın, toplumun
değişen gündemine bakın, umutların yeşermesine bakın; göreceksiniz ki, bütün
alanlarda bu siyaset, artık, yansıma alanını buluyor. Ekonomik hayattaki her
adım, her hareket, siyasî istikrara ve güven ortamına bağlıdır; bunu
unutmayalım.
Devalüasyonlu günleri
hatırlayın, dalgalanan dövizleri hatırlayın, moratoryum endişelerini
hatırlayın, Türkiye'nin iç ve dışborçlarının bir günde katlandığı günleri
hatırlayın!.. "Hatırlayın" dedim ama, isterseniz hatırlamayın, biz o
günleri unutalım, geride bırakalım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Zira, az
kaldı...
O günlerde ne oluyordu;
siyaset ne kadar yamalıydı, kurumlar ne kadar yaralıydı, yolsuzluk ne kadar
sıradan hale gelmişti!.. Her gün yeni bir skandal patlak veriyordu, siyaset her
gün itibar kaybediyordu. Her gün umutlar azalıyor, eriyordu.
İşte, Türkiye'ye
defalarca kalp sektesi yaşatan o ekonomik krizler, siyasî krizlerin sonucuydu;
bugünkü ekonomik başarı da, bugünkü siyasî güven ortamının eseridir.
Kaldı ki, bu siyasî
istikrar ortamına göre bu ekonomik başarımızı da yeterli görmüyoruz; bugünleri
de geride bırakacağız.
Evet, AK Parti
İktidarında Türkiye'nin kalbi saat gibi işliyor; ne dolar ne döviz dalgalanıyor
ne de siyaset çalkalanıyor; çünkü, AK
Parti İktidarında ritim bozuklukları, siyasî kan uyuşmazlıkları yok. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Halktan gelen taleplere
en duyarlı parti, en duyarlı kadrolar işbaşındadır.
3 Kasımdan bu yana
ekonomide aldığımız mesafe, demokraside, hukuk devleti yolunda aldığımız
mesafeye paraleldir. Daha çok mesafe almak, daha çok menzile yaklaşmak
zorundayız.
Değerli Başkan, değerli
arkadaşlarım; artık, güven ortamındayız; artık, toplumun hiçbir kesimi
diğerlerini samimiyet testinden geçirmiyor. Bunun altını çiziyorum. Toplumun
bütün kesimlerinde muazzam bir sinerji doğuyor. Millet olarak nelere muktedir
olduğumuz, hangi hedeflere yöneldiğimiz konuşuluyor. Unutmayalım ki, biz,
millet olma sürecimizi bin yıl önce tamamladık; binlerce yıllık devlet
geleneğimiz var.
Biz, şu senin millî
hassasiyetin, şu da benim millî hassasiyetim diye bir şeyi asla kabul
etmiyoruz. Bu ülke, bu millet, bu vatan, bu toprak, bu bayrak, bu özgürlük, bu
istiklal bizim, hepimizin. Bu, böyle bilinmelidir. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Hepimiz yürekten
hissediyoruz bu aidiyeti; daha çok hissedecek, daha çok seveceğiz ülkemizi.
Vatandaşlık bilincine halel getiren bütün mayınlı alanları temizleyeceğiz. Bu,
böyle biline. Bu süreçte Türkiye'nin iddialarını gerçekleştirmek durumundayız.
Özellikle önümüzdeki
dönemde kamu yönetimi anlayışımızı yeniden yapılandırmaya mecburuz; verimli
olmaya, üretime mecburuz.
Medeniyet iddiamız boş
bir iddia olamaz. Bu aziz milletin tarihinde yeni bir dönem başlıyor. Buradan,
aydınlarımıza, bilim adamlarımıza, bu ülkenin ufkunu açmaya katkı sağlayacak
herkese sesleniyorum: Önümüzdeki süreci, lütfen, derinlemesine analiz edelim.
Dikkat buyurun, Avrupa
Birliği müktesebatı, bin yıllık medeniyetimizin, müktesebatımızın unsurlarından
biri olacaktır. Bu yeni döneme tam bir hazırlık içerisinde olmalıyız;
siyasetçimizle, sivil toplum örgütlerimizle, üniversitelerimizle, sanayimizle,
işçimizle, işverenimizle, üreticimizle, ihracatçımızla, sanatçımızla,
medyamızla, diplomatımızla, güvenlik görevlimizle her alanda hazırlıklı
olmalıyız. Bu süreci beraber yöneteceğiz.
Özgürlükler, insan
hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasinin en geniş manada kavranması, hepimizin
elimizi taşın altına koymamıza bağlıdır. Bunlar lütuf değildir, bunlar haktır.
Bunu lütfen böyle bilelim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, farklı kültürlerin asırlardır bir arada yaşadığı
zengin bir geçmişe, tarihî tecrübeye ve büyük bir birikime sahiptir. Bu
topraklar üzerinde tarihe damgasını vuran nice medeniyetler yükselmiştir; o
medeniyetlerden geriye bugünlerimize ışık tutan nice iz kalmıştır. Bu zengin
geçmişi ve üç kıtayı birbirine bağlayan stratejik konumuyla ülkemiz, bugün
dünyanın en önemli merkezlerinden biri olarak görülmekte, gösterilmektedir.
Bugün dünya genelinde yaşanmakta olan gelişmeler, Türkiye'nin bölgesel
ağırlığının giderek artmakta olduğuna işaret etmektedir.
Hükümet olarak, tarihin
bu döneminde, bölgemize ve insanlığa karşı sorumluluklarımızın artmakta
olduğunun bilinci içerisindeyiz. Bu bilinçle hareket ederek, ülkemizin millî
menfaatlarına, tarihî sorumluluklarına ve sahip olduğu engin birikime uygun
yeni bir diplomatik perspektif geliştirmek konusunda hassasiyet gösterdik.
Türkiye'nin büyüklüğüne, milletimizin sahip olduğu büyük birikime yakışan ve
tarihî sorumluluklarımıza sahip çıkan bir aktif barış stratejisi geliştirdik;
adımlarımızı bu doğrultuda attık. Çatışma kültürünün kana ve acıya boğduğu bir
dünyada, barışı ve esenliği savunmak adına, Türkiye'nin tarihten bugüne kadar
taşıdığı engin birikimiyle oynayacağı önemli roller olduğuna inandık.
Bugün yaptığımız her dış
seyahatte, katıldığımız her uluslararası toplantıda, her diplomatik zeminde
sevinerek müşahede ediyoruz ki, Türkiye'nin yıldızı parlamaktadır.
Tezlerimizi iyi
anlattığımızda, dersimize iyi çalıştığımızda, samimî ve kararlı bir duruş
gösterdiğimizde, birçok meselede mesafeler alabildiğimizi de görme imkânına
kavuştuk.
Türkiye'nin yeni bir
anlayışla, yeni bir enerjiyle hayata geçirdiği bu yeni barış diplomasisi, kısa
zamanda dünya kamuoyunun da dikkatini çekti ve takdir gördü.
İki yıl içerisinde
yaptığım dıştemaslar sırasında, Türkiye'nin dış itibarının günden güne nasıl
yükselmekte olduğunu, etki gücümüzün nasıl artış gösterdiğini bizzat müşahede
ettim.
Bugün, Türkiye, bulunduğu
hemen her uluslararası zeminde, kendi menfaatlarını en gür şekilde savunan,
problemlerinin üstüne cesaretle gidebilen ve inisiyatif alabilen bir diplomatik
duruşa sahiptir. Bu duruşu göremeyenler, dünya medyasını daha yakından
izlemelidirler.
Değerli milletvekilleri,
17 Aralıkta Brüksel'de alınan kararla, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği
konusunda yeni bir dönemin kapıları açılmış oldu. Türkiye, kırkbir yıllık
Avrupa Birliği hedefine ulaşma konusunda bir altın fırsat yakalamış durumdadır.
Bu karar, sadece Türkiye
için değil, farklı kültür ve değer yapılarını bir araya getirme idealine zemin
hazırlaması bakımından Avrupa Birliği için de çok değerli bir fırsattır.
17 Aralık zirvesinden
çıkan bu kararla, günümüzde dünyayı toza dumana bulayan çatışma kültürünün
geriletilmesi ve dünyaya yeni bir barış umudu aşılanması yolunda önemli bir
adım atılmıştır.
Hükümet olarak, farklı
kimlikler, kültürler ve inançlar arasındaki gerilimin tırmanmakta olduğu bir
dünyada, Avrupa Birliği zemininde gerçekleşen bu buluşmayı son derece önemli
görüyoruz. Farklı kültür ve inançlardan gelen insanların evrensel değerler
çerçevesinde bir arada yaşama, birbirini tanıma ve birbiriyle zenginleşme
yolunda edineceği bu büyük tecrübeye değer veriyor, dünyanın geleceği adına
umut bağlıyoruz; çünkü, biz, özdeğerlerimizi, insanlık adına benzer tecrübeleri
bizzat yaşayarak zenginleşmiş, olgunlaşmış, aydınlanmış bir geçmişten bu gücü
alıyoruz.
Üç kadim dinin
mensuplarının asırlar boyunca dostça, kardeşçe paylaştığı bir tarihten ilham
alıyoruz.
Doğu ile Batı'yı
birbirine bağlayan, üç kıta arasında köprü olan, farklı inanç ve kültürleri bir
bütünün ayrılmaz parçaları haline getiren bu medeniyet mirası, inanıyorum ki,
savaşla kavrulan bir dünyaya da serinlikler taşıyacaktır.
İnsanlığın geleceği adına
kurduğumuz bu barış ve dostluk hayalinin Avrupa Birliği zemininde mâkes
bulacağına, bu zengin medeniyet perspektifinin insanlığa yeni açılımlar
kazandıracağına inanıyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 17 Aralıkta Brüksel'de gerçekleştirilen Avrupa Birliği Hükümet
ve Devlet Başkanları Zirvesinden çıkan sonuç, Türkiye'nin kırkbir yıllık üyelik
hedefine ulaşması yolunda görünür bir vizyon ortaya koymuştur.
Bu zirveden sağladığımız
en önemli kazanım, üyelik müzakerelerine başlanılması için net bir tarih
alınması, ikinci bir karara ihtiyaç duyulmaması ve hedefin tam üyelik olarak
açıkça tespit edilmiş olmasıdır.
Aranızda bizzat şahit
olan arkadaşlarım var; Brüksel'de oldukça çetin geçen yoğun görüşmelerimiz
oldu. Bu görüşmeler sonrasında karşılıklı gayretlerle bir uzlaşma zeminine
ulaştık.
Avrupa Birliğinin yeni
katılımlarla genişleyen yapısı, gerek Birliğin iç dengelerini, gerekse karar
alma mekanizmalarını oldukça karmaşık bir hale getirmiş bulunuyor.
Öte yandan, adaylık
yolundaki bir ülke olarak Türkiye, gerek nüfusu, gerek ekonomik ve coğrafî
büyüklüğü, gerekse kültürel değerleri bakımından Avrupa Birliğine sonradan üye
olacak ülkeler arasında en fazla dikkat gerektirenidir.
Bütün bu sebeplerle,
Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki görüşmelerde uzlaşma noktasının bulunması
benzer süreçlere göre daha fazla zaman gerektirebiliyor.
Ancak, Brüksel Zirvesinde
de görüldüğü üzere, makul ve gerçekçi yaklaşımlarla, samimî çabalarla tarafları
memnun edecek çözümlere ulaşılabiliyor. Mesele, siyasetin bir netice alma
sanatı olduğunu unutmamaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ulaştığımız nokta böyle
bir noktadır ve bu gerçeği görmemekte ısrar edenlerin iddiaları asılsız ve
mesnetsizdir. Bu kararlarla Türkiye'nin menfaatlarına gölge düşürüldüğü iddiası
kesinlikle gerçekle bağdaşmamaktadır.
Burada şu önemli konuyu
dikkatlerinize sunmak istiyorum: Bu önemli zirveden bizim beklentilerimizin
aksine bir sonuç çıksaydı ve biz Brüksel'den tarih almadan dönseydik ne olurdu
sorusunu herkesin kendine sorması ve hakkaniyeti elden bırakmadan muhasebesini
yapması gerekir.
Böylesine önemli bir
konuda siyaset bütünlüğünü arızaya uğratma gayretlerinin nasıl bir gerekçesi
olabilir; bunu da kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum.
Bu tarihî kararlar en
şeffaf haliyle ortadayken, bazı gözlerin gerçekleri görmekte bu kadar
zorlanması sadece görme zafiyetiyle açıklanabilir ki, maalesef Türk siyaseti
geçmişi itibariyle bu manzaraya çok alışıktır.
Dileriz, Türkiye'nin bir
uçtan bir uca yenilenmeye hazırlandığı bu dönemde, Türkiye'nin hızına
yetişemeyenler de zihniyetlerini yenileme imkânını bulurlar.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 17 Aralık kararlarına ilişkin olarak uğradığımız en haksız
eleştiri Kıbrıs'la ilgilidir. Hükümet olarak Kıbrıs'ı bir millî mesele olarak
gördüğümüzü ve Türk tarafının menfaatlarına gölge düşürecek herhangi bir
girişime göz yummayacağımızı defalarca ifade ettik.
17 Aralık sonrasında
gerek bizim açıklamalarımızda gerekse resmî bildiride, gümrük birliğini 10 yeni
üye ülkeye teşmil etme kararının hiçbir şekilde Güney Kıbrıs Rum yönetimini
tanıdığımız anlamına gelmediği ifadesi açık olarak yer almıştır.
Ancak, bu ülkede,
maalesef, sağır sultanın duyduğunu dahi duyamayan, anlayamayanlar var hâlâ.
Herkesin bir an önce kavraması gereken bir gerçek var; çözümsüzlük
politikalarında ısrar ederek, pasif kalarak, savunma psikolojisiyle hareket ederek,
Ada'daki Türk menfaatlarını daha fazla koruyamayız.
Türkiye bu konuda
inisiyatif kullanarak, cesaretli adımlar atmak ve hep bir adım önde olmak
durumundadır. 2004 yılı içerisinde Kıbrıs konusunda ardı ardına attığımız
adımlar ve bu adımların diplomatik kazanımları ortadadır.
Bakınız, burada, çok
açık, net olarak bir gerçeği, ben, tekrar huzurlarınıza getirmek istiyorum; o
da, ağırlıklı olarak, 24 Nisan referandumundan sonra Sayın Annan'ın Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyine yapmış olduğu açıklamadır.
Bu raporunda Sayın Annan,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olarak, şimdiye kadar hiç görülmemiş
şekilde, Kıbrıs Türklerinin durumunu tüm dünyaya duyurmaktadır; Kıbrıs
Türklerine baskı uygulamak veya onları dünyadan tecrit etmek için hiçbir
gerekçe kalmadığını kayda geçirmektedir. Kıbrıs Türk tarafının kalkınmasını
engelleyen ve onları dünyadan tecrit eden uygulamalara son verilmesini
istemekte ve bu çerçevede, uluslararası camiaya ve Güvenlik Konseyine kuvvetli
bir çağrıda bulunmaktadır. Kıbrıs'ta kalıcı bir çözümün, siyasî eşitlik ve
ortaklık temeline dayalı olması gerektiğini vurgulamakta, çözüm planının
başarısızlığa uğramasının sorumluluğunu, Kıbrıs Rum tarafına yüklemektedir.
Rumların, sadece Annan
Planını değil, esasen, çözümü reddettiklerini de kayda geçirmekte, Rum
tarafının tutumunu sorgulamakta ve bunun, ciddî bir değerlendirme
gerektirdiğini vurgulamaktadır. Bununla da kalmayan Genel Sekreter, Rum tarafının
müzakerelerdeki ve sonrasındaki tutumunu kuvvetli şekilde eleştirmekte, Rum
liderliğinin müzakere öncesindeki vaatleriyle çelişen davranışlarda bulunduğuna
dikkat çekmektedir.
Son olarak, Türkiye'nin
ve Kıbrıs Türk tarafının ise, müzakereler öncesinde, sırasında ve sonrasındaki
yapıcı tutumunu açık ifadelerle kayda geçirerek, bu tutumu takdirle
karşıladığını beyan etmektedir. İşte, bu, diplomatik bir değerlendirmenin,
raporun, bugüne kadar olmadığı şekliyle, tam tersiyle, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin kayıtlarına girmesidir.
Değerli arkadaşlar, eğer,
olay, Lahey'de buradan düşünüldüğü gibi devam etseydi, belki, bugün bu
noktalara da gelmeyebilirdik.
Bir diğer nokta da şu:
Burada şahsımla alakalı olarak Sayın Baykal bir ifadede bulundular. Öyle
zannediyorum ki, ya gazete haberi kendilerini yanıltmış oldu veyahut da burada
yanlış bir kaynaktan bu haberi aldılar. Bir defa, benim kullandığım ifade o
değil; ifadenin aslını ben kendilerine burada açıklayayım: "Türkiye'nin
Avrupa Birliği üyeliği, Kıbrıs'taki güney ve kuzey gerilimine feda
edilemez." Benim ifadem budur. (CHP sıralarından "Haber doğru"
sesleri)
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Ee, doğru!..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - İkincisi, Türkiye'nin...
Çatışma başka bir
olaydır, gerilim başka bir olaydır. Lütfen, bunları aynı yere oturtmayın; bu
bir. İkincisi... (CHP sıralarından "Oo" sesleri)
Değerli arkadaşlar, ben,
size, söylediğimi açıklıyorum, sözün sahibi benim, kayıtları, her şeyi bende
mevcut.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Biz de doğru anlamışız.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ben sözün sahibi olarak anlatıyorum, kabul edersiniz veya
etmezsiniz. Bu Yüce Parlamentoda bu kibarlık, bu güzellik, öyle zannediyorum
ki, bizleri neticeye götürmede çok daha faydalı olacaktır.
"Türkiye'nin Avrupa
Birliği üyeliği ve Kuzey Kıbrıs Türklerinin var oluş davası, statükoya feda
edilemez" dedim ve değerli arkadaşlar, böylece hem Türkiye'nin Avrupa
Birliği perspektifini koruduk hem de çözüm politikasıyla Kıbrıs Türklerinin,
bütün bu olaylarda her zaman bir adım önde olması tezini her yerde dile
getirdik.
Tabiî, burada, bir
gerçeği vurgulamakta yine hassasiyet göstermem gerekiyor: Kıbrıs'la ilgili
duyarlılık konusunda, eğer biz, 24 Nisan öncesi muhalefetin takındığı tavrı
takınmış olsaydık, bugün dünyada herkes bizim aleyhimizde bir tavrın içerisinde
olacaktı; ama, şimdi kimse, kalkıp da Kıbrıs'taki bu tavır nedeniyle bize
"siz gene işi yokuşa sürdünüz" diyemiyor. Tam aksine "burada işi
Güney Rum tarafı yokuşa sürdü" diyorlar. Olayın büyüklüğü o kadar ki,
bakınız, yıllar yılı devlet olamayan, yıllar yılı sadece Türkiye tarafından
devlet olarak tanınan bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var ve yine iftiharla
söylüyorum ki, hamd olsun, bizim dönemimizde İslam Konferansı Örgütüne, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bir Müslüman cemaat olarak değil, Kuzey Kıbrıs Türk
Devleti olarak katılmıştır... Kuzey Kıbrıs Türk Devleti olarak katılmıştır. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Önemli değil...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Diplomasiyi biraz öğrenirseniz bunun ne derece önemli
olduğunu anlarsınız. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Türkiye, bugün, bütün
dünya tarafından bu meselede çözüme yakın olan taraf olarak görülmekte ve
sempatisini sürdürmektedir.
Bu yeni dönemde de
dayatmalara asla rıza göstermeden, millî menfaatlarımızdan asla taviz vermeden,
Ada'ya kalıcı barışı getirecek çözüm arayışımızı aktif biçimde sürdüreceğiz.
Hükümet olarak Birleşmiş
Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu doğrultusunda gösterdiği
çabaları destekliyoruz.
Önümüzdeki dönemde, yine
Birleşmiş Milletler çatısı altında Ada'daki iki tarafın eşit statüde olacağı
ortaklık temelini esas alan çözüm arayışlarına etkin olarak katılacağız. Bu
konuda Avrupa Birliğinin de çözüm sürecine, hakkaniyeti gözeterek katkıda
bulunmasını bekliyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bildiğiniz üzere Amerika Birleşik Devletleriyle tarihsel
derinliğe sahip ve ortaklık temeline dayanan çokboyutlu ilişkilerimiz
sürmektedir. 2004 yılının ilk yarısı Irak krizi dolayısıyla ortaya çıkan bazı
gerginliklerin aşıldığı ve ikili ilişkilerde dinamizmin yeniden yakalandığı bir
dönem olmuştur. Bu dönemde iki ülke siyasî ve askerî temsilcileri arasında
çeşitli temaslar gerçekleştirilmiş, problem yaşanan konular karşılıklı olarak
masaya yatırılmış ve açıklığa kavuşturulmuştur. Buna ilave olarak ocak ayında
Amerika Birleşik Devletlerine yaptığım resmî ziyaret, ardından Amerika Birleşik
Devletleri Başkanı Sayın Bush'un NATO İstanbul Zirvesi öncesi Ankara'yı ikili
çerçevede ziyaretleriyle iki ülke ilişkileri açısından önemli ilerlemeler
sağlanmıştır.
Biz, Amerika Birleşik
Devletleriyle ilişkilerimizin arzu edilen seviyeyi kazanması ve ileriye dönük
işbirliğinin karşılıklı anlayış ve saygı temelinde devam etmesi yolundaki
irademizi her vesileyle ifade ediyoruz. Müttefik iki ülke arasında sürdürülen
ilişkiler, tabiatı gereği karşılıklı hassasiyetleri dikkate alan bir çizgide
ilerlemektedir.
Amerika Birleşik
Devletleri önderliğindeki koalisyon güçlerince gerçekleştirilen harekâtı
izleyen dönem içinde Irak'ta zaman zaman bazı menfur hadiseler cereyan
etmiştir. Müttefikimiz olan bir ülkeden, milletimizi derinden etkileyen böyle
hadiselerde azamî hassasiyet içinde olmasını beklemek en tabiî hakkımızdır. Bu
hassasiyetlerimizi çeşitli zeminlerde Amerika Birleşik Devletleri yönetimine de
ilettik, iletiyoruz. İnanıyorum ki, bu hassasiyetlerimiz dikkate alınacak ve
Türkiye'nin, bölgede barışın sağlanması noktasındaki önemi ve değeri daha iyi
anlaşılacaktır.
Irak'ta durumun bir an
önce normale döndürülmesi, Irak'ın, siyasî, ekonomik ve sosyal alanlarda
süratle yeniden yapılandırılması ve insanlığın vicdanını yaralayan görüntülerin
artık son bulması en büyük temennimizdir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçtiğimiz iki yılda attığımız adımlarla, Türkiye,
uluslararası siyaseti tribünden izleyen değil, sahada yerini alarak oyuna
katılan bir kimliğe ve etkinliğe kavuşmuştur.
Ülke olarak, dünyadaki bu
itibarlı konumumuzu açıkça ortaya koyan çok önemli diplomatik zeminlerde
ağırlıklı rol oynadık. İşte, geçen yılın önemli dış gelişmelerinden biri, G-8
Zirvesine "demokratik ortak" sıfatıyla katılmamız olmuştur.
Yine, bununla kalmadık;
2004 yılı içinde, İstanbul'da, iki önemli uluslararası toplantıya evsahipliği
yaptık; birisi, 57 ülkenin dışişleri bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilen
İslam Konferansı Örgütünün 31 inci Dönem Dışişleri Bakanları Toplantısıydı.
Ortadoğu ve çevresindeki gelişmelerin hız kazandığı, Filistin, Irak gibi
bölgesel sorunların alevlendiği bir dönemde yapılan bu zirve, dünya kamuoyu
tarafından büyük bir ilgi ve dikkatle takip edildi.
Bu arada, yine bildiğiniz
gibi, ülkemiz açısından gurur verici gelişmelerden ilki, İslam Konferansı
Örgütü Genel Sekreterliği görevine, Türkiye'nin adayının, bu dönemde seçilmiş
olmasıdır. Bunlar durup dururken olmadı. Bunlar, çok ciddî bir lobi
faaliyetiyle gerçekleşmiş, alınmış olan neticelerdir.
İslam Konferansı Örgütü
Genel Sekreterliği makamı, Türkiye'nin önerisiyle, ilk kez demokratik şekilde
yapılan bir seçimin ardından, üye ülkelerin oylarıyla sahibini buldu. Bu görev,
uluslararası kuruluşlar nezdinde, Türkiye'nin en üst seviyede temsilini
sağlayan bir görevdir.
Daha önceki İslam Konferansı
Örgütü toplantılarında, az önce söylediğim gibi, Kıbrıs'ın konumu farklıydı,
bugün farklı, inanıyorum ki, yarın çok daha farklı olacak.
Haziran ayı sonunda
İstanbul'da gerçekleştirilen NATO Zirvesi de, 2004 yılına damgasını vuran bir
başka önemli olaydı. Dünya ölçeğindeki ve bölgesel düzeydeki gelişmelerin
değerlendirildiği bu toplantı, dünyada barışın sağlanmasına yönelik fikirlerin
öne çıktığı tarihî bir zirve olmuştur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; izlediğimiz bu çok yönlü aktif diplomasinin bir gereği olarak,
başta çevre ülkeler olmak üzere, dünyanın dört bir yanına ziyaretler yaptık.
Şahsım olarak 40 ülke; toplam 74 ziyaret gerçekleştirdim. Medya bunun hesabını
çıkarmış, 320 000 kilometreyi buluyor.
Bu da, herhalde, ülkemize
hizmet yolunda aldığımız mesafenin ne kadar önemli olduğunun bir ispatıdır.
Yani, bununla ilgili olarak, gerek dünyanın tüm siyasî liderleriyle ülkemizin
tanıtımı noktasında, müşterek adımlar atabilme noktasında çok ciddî mesafelerin
alınması noktasında önemli bir adımdı.
Türkiye'yi dünyaya açmak,
Türkiye'nin siyasî ve ekonomik hedeflerini geliştirmek, milletimiz adına, dünya
ülkelerine barış ve dostluk mesajları taşımak için çok önemliydi.
Hükümet olarak, bütün
dünya ülkeleriyle, dostluk ve barış esasına dayanan iyi ilişkiler geliştirmenin
azamî gayreti içerisindeyiz.
Dışpolitika anlayışımız,
düşman edinmeye değil, dost kazanmaya yöneliktir ve bütün yakın çevremizde de,
daha dış halkalar içerisinde bu anlayışa dayalı olarak çalışmalarımızı
sürdürdük.
Komşuluk, dostluk ve
kardeşlik bağlarıyla bağlı olduğumuz bölge ülkeleriyle ilişkilerimiz ayrı bir
önem ve ağırlık kazandı bu dönemde ve hızla da bu çalışmalarımızı devam
ettiriyoruz.
Her zeminde dile
getirdiğimiz gibi, Ortadoğu'da kanayan yaraların kapanması, acıların
dindirilmesi için barış fikrini en gür şekilde seslendirmeyi görevimiz
sayıyoruz. Hemen, ocağın ilk haftasında, Başbakan Vekilimiz, Dışişleri
Bakanımız, Filistin ve İsrail'e ilk ziyaretini bu noktada yapıyor ve atacağımız
adımlar, inşallah, barışın buradaki ilk tohumları olur. Aynı coğrafyayı
paylaşan ülkelerin dostça ve kardeşçe yaşayacakları bir ortak geleceğe doğru
adım atmalarını samimiyetle diliyoruz; çünkü, çatışma kültürünün yerini iyi
niyet çerçevesinde geliştirilen sosyal, ekonomik ve kültürel ilişkilerin
alması, barış yolunda en önemli kazanımları beraberinde getirecektir diyoruz.
Son olarak güney komşumuz
Suriye'ye yaptığım geziyle birlikte, gerçekten çok çok anlamlı bir seyahati,
çok çok anlamlı bir görüşmeler manzumesini orada yaşadık ve Sayın
Cumhurbaşkanıyla, Sayın Başbakanla, diğer bakanlarla yaptığımız ikili
görüşmelerle attığımız adımlar, inanıyorum ki, geleceğin Türkiye-Suriye
ilişkilerinde hayırla yâd edilecek bir adım olacaktır.
Benzer bir yaklaşım, yine
aralık ayı başında, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Sayın Putin'in ülkemizi
ziyaretidir. Rusya-Türkiye ilişkileri de, ortak bir kararlılıkla yeni bir
vizyona kavuşmaktadır; önümüzdeki ay yapacağımız iadei ziyaretle de, inşallah,
bu, çok daha farklı bir hale dönüşecek ve aramızdaki münasebetleri, ekonomik
noktada, siyasî noktada, inanıyorum ki, çok daha önemle ele alacak ve atılmış,
atılmakta olan adımları gözden geçirme fırsatımız olacaktır.
Bu konulardaki yoğun
çabamız, güven zemininde artarak devam edecek ve inanıyorum ki, Türkiye, kısa
zamanda dünya platformunda büyüklüğüne yakışır bir role kavuşacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükümetimiz, insan haklarının korunması ve demokrasimizin
çağdaş standartlara kavuşturulması konusunda büyük bir hassasiyet göstermiştir.
Bu hassasiyetin gereği olarak, Türkiye'yi bir demokrasi ve özgürlükler ülkesi
haline getirme hedefimizi hayata geçirmek adına da önemli adımlar attık.
Gerçekleştirilen bu reformlarla, başta düşünce ve ifade özgürlüğü, dernek kurma
ve örgütlenme hakkı, dinî özgürlükler, işkence ve kötü muameleyle mücadele,
ölüm cezasının kaldırılması gibi konularda çok önemli adımlar atılmıştır.
Yine, bu dönemde,
yargının işleyişi, sivil otoritenin güçlendirilmesi, ekonomik, sosyal ve
kültürel hakların geliştirilmesi, yolsuzlukla mücadele alanlarında önemli
ilerlemeler kaydedilmiştir.
Mayıs 2004'te yapılan
kapsamlı anayasa değişikliğinin ardından eylül ayında yeni Türk Ceza Kanununun
kabulüyle demokrasi tarihimizde yeni bir sayfa açılmıştır.
Bütün bu adımlar, hem
ülkemizi çağdaş bir yapıya kavuşturmamız hem de Avrupa Birliğine tam üye olmak
için atmamız gereken adımlardı. Bu adımlara desteğini esirgemeyen Anamuhalefet
Partisini, tekrar, huzurlarınızda şükranla anıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Demokrasi ve özgürlükler
konusunda Türkiye'yi dünyanın örnek ülkelerinden biri haline getirmek,
insanımızın hayat kalitesini yükseltmek, Hükümet olarak, şüphesiz ki en
öncelikli hedeflerimizdendir.
Bu hassasiyetimizin bir
sonucu olarak, Türkiye, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin 1966 yılından
beri sürdürdüğü işkence denetimi listesinden, bu yıl, nihayet çıkarılmıştır.
Uluslararası zeminlerde ülkemizin sık sık karşısına çıkarılan bu ayıbın
temizlenmiş olmasından özellikle mutluluk duyuyoruz. Bu yasal düzenlemelerden
sonra, yeni bir düşünce suçu mahkûmiyeti de gerçekleşmemiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi de, AK Partinin ekonomi siyasetini, iş görme pratiğini
özetlemek istiyorum. Burada, çok önemli bir gerçeğin altını çizmek istiyorum.
Bazıları, hâlâ, güçlü bir ekonomi olmadan, güçlü bir demokrasi olmayacağını
iddia ediyorlar; yani, önce millî gelirini artır, sonra demokrasiyi geliştir
diyorlar. Bu iddia, külliyen yalandır, yanlıştır. Biz demokrasiyi, hukuku,
kalkınmanın olmazsa olmaz dayanağı, şartı olarak görüyoruz. Bu yüzden
demokrasiyi önemsiyor, Avrupa Birliği sürecindeki reformlarımızı önemsiyoruz.
Başarımız da buradadır. Ekonomik kalkınma demokrasinin eseridir. Demokrasi
geliştikçe ekonomi gelişecektir.
Türkiye ekonomisi AK
Parti döneminde büyük bir atılım gerçekleştirmiş, yalnızca 2000 ve 2001
krizlerinin etkilerini silmekle kalmamış, on yılların kronik sorunlarına da
neşter vurmuştur. AK Parti, ekonomik sorunlara özgün, yerli, akılcı,
sürdürülebilir ve kalıcı çözümler getirmiştir.
İki yıl gibi kısa bir
süre zarfında parti programımızda, hükümet programımızda ve Acil Eylem
Planımızda belirlenen hedeflere çok büyük oranda ulaştık; tamamladık
diyemiyorum, hatta hedefleri de kısmen aştık.
Hükümetimizin ekonomi
politikaları, geçmiş hükümet dönemlerinde olduğu gibi, asla günü kurtarmaya
yönelik olmamıştır. Türkiye'nin kaynaklarını Türkiye'ye kazandırıyoruz.
Ekonomide temel anlayışımız, işsizliğin, yoksulluğun, gelir dağılımındaki
adaletsizliğin çözümüne odaklanmıştır. Yalnızca grafiklerden, göstergelerden,
tablolardan ibaret bir ekonomik gelişmenin eksik olacağı anlayışıyla hareket
edilmiş, ekonomideki iyileşmenin toplumun tüm kesimlerine eşit şekilde
ulaşabilmesi asıl amaç olarak benimsenmiştir.
Burada, makroekonomik
göstergelerdeki iyileşmenin sokağa yansıması için azamî çaba gösterilmiştir, bu
konuda da çok önemli mesafeler kat edilmiştir.
İddiaların aksine bizim
dönemimizde yoksullaşma, kesimler arasındaki gelir adaletsizliği artmamış,
aksine yeterli olmasa da nispî iyileşmeler yaşanmıştır.
Bakınız, toplumun en alt
gelir düzeyini oluşturan yüzde 20'lik kesim 2002 yılında gayri safî millî
hâsılanın yüzde 5,3'ünü alırken, 2003'te bu oran yüzde 6'ya çıkmıştır. Şimdi,
bunların altını çiziyorum. Buna karşılık, en üst gelir düzeyindeki yüzde 20'lik
kesimin payı 2002 yılında 50,1 iken,
2003 yılında bu rakam 48,3'e gerilemiştir. Görüldüğü gibi, gelir
dağılımındaki eşitsizlik makası da artık daralma yoluna girmiştir.
Türkiye ekonomisinin
kronik sorunu olan yüksek ve belirsiz enflasyon, otuzdört yıl boyunca,
Türkiye'de, âdeta birkaç neslin kâbusu olmuşken, bu sorun, kalıcı olarak çözüme
kavuşturulmuştur.
Tabiî, burada, 1999'daki
IMF uygulamalarının bir neticesi olarak bu gösterilirken, öbür taraftan da,
IMF'yle ilgili anlaşmaların yanlış olduğu anlayışına ulaşmak, inanıyorum ki, konuşma içerisinde de bir
çelişkiyi ortaya çıkarıyor.
Türkiye'de bir ara yüzde
130 oranlarına kadar ulaşan enflasyon, iktidarı devraldığımız andan itibaren
istikrarlı ve kalıcı bir düşüş trendine girmiştir. Enflasyon oranlarında, aylık
bazlarda negatif oranlar ve yıllık bazda tek haneli seviyeler Hükümetimiz
döneminde gerçekleşmiştir. 2004 yılı içinde yüzde 12 gibi iddialı bir hedef
belirlemiştik ve şu anda görünen o ki - artık bundan sonra fevkalade bir hal
zaten olamaz- inşallah, yüzde 10'la falan bitireceğiz.
Geçmişte yıllık yüzde 30,
yüzde 50, hatta bazı dönemlerde yüzde 100'ün üzerinde artış gösteren ürünler,
bugün çok küçük oranlarda artmaktadır.
Burada, iki yıldır
ısrarla üzerinde durduğumuz bir konuyu yeniden belirtmekte fayda görüyorum.
Enflasyonun düşmesi fiyatların düşmesi değil, fiyat artış hızının düşmesidir.
"Enflasyon düştü; ama, dana eti şu kadar arttı, peynirin fiyatı bu kadar
arttı, şeker fiyatı şu kadar arttı, şuradan şuraya geldi, benzin şu idi, şu
oldu" diyenler, lütfen, ellerini, şöyle, vicdanlarına bir koyuversinler.
Ellerini vicdanlarına bir koyuversinler. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Yanlış mı canım?!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Doğru, doğru!
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Çarşıya pazara çıkmıyorsunuz galiba.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Doğru, doğru!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, müdahale etmeyin efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - 2002 Ekiminde 578 000 000 Türk Lirası civarında olan
ortalama memur maaşı, Ekim 2004 itibariyle 748 000 000 Türk Lirasına
ulaşmıştır.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Bozdur bozdur harca!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Yüzde 33'lerden tek haneli rakamlara kadar gerileyen bir
enflasyona rağmen, memur maaşları, ortalama olarak yüzde 30'a yakın bir oranda
artış göstermiştir.
Değerli arkadaşlar,
bakın, bir taraftan enflasyon düşüyor, öbür taraftan memurumuzun maaşı artıyor.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Memurlar size rahmet okuyor.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Bakın arkadaşlar, her zaman söylüyorum; ama, anlamakta
zorlananlar var, belki anlamaları için ifade etmem gerekir: Hayatında iki koyun
gütmeyen, maalesef bu sıkıntıyı yaşıyor işte. Tabiî, bu iş masada oturularak
olmaz, hayatı yaşamakla olur. Hayatı yaşarsanız, o zaman bunun ne derece önemli
olduğunu anlarsınız. Biz, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetiyoruz. Böyle bol
keseden bunu dağıttığınız anda, ondan sonra memurun, işçinin maaşını ödeyemez
hale gelirsiniz, o hale gelirsiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ve bu
ülkede, unutmayın, gecelik faizlerin yüzde 7 500'lere çıkmasının sebebinin
altında da bu mantık yatıyordu işte; bunu özellikle vurgulamak istiyorum; bu
anlayış yatıyordu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Hortum yatıyor, hortum.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ama şimdi, istikrar var; şimdi, güven var. Bunu böyle
yönetmek durumundayız.
Üç şeye çok dikkat
edeceğiz, başarı için bunu yapmak zorundayız. Onun için, biz gelirken
meydanlarda bunu söyledik, "gelir gelmez cepleriniz şişecek" demedik.
Ya; üç yıl dedik. Üç yıl; ama, değer kazanmaya başladı, daha ikinci yılın
sonundayız. Biz de diğerleri gibi atıp tutabilirdik, atmadık. Niye; tabloyu iyi
görüyorduk ve hamdolsun, şu anda bunun neticelerini alıyoruz. Türkiye şu anda
güven ve istikrar ülkesi olmuştur. Faiziyle, büyüme oranlarıyla, enflasyonuyla,
her şeyiyle, şu anda güven veriyor, istikrar vaat ediyor. Daha ayrıntılı
bilgiler için, aslında, dağıttığımız şu kitapçığa bakarsanız, orada, çok açık
detayları göreceksiniz; fakat, ben, bazı önemli olanlarını, sizlere, şurada,
örnek olarak vermek durumundayım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Başbakan,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Yıllar yılı ihmal edilen
Bağ-Kurlularımızın gelirleri, geçen yıl içerisinde, nihayet nefes alınabilir
bir noktaya gelmiştir.
Bakınız lütfen, Ekim
2002'den bu yana, altıncı basamaktaki Bağ-Kurlu esnafımızın aylıklarında
gerçekleşen artış oranı yüzde 91'dir.
Ekim 2002'de, ortalama
olarak 189 000 000 Türk Lirası aylığa sahip olan bir Bağ-Kurlu esnafımız,
bugün, ayda ortalama 361 000 000 Türk Lirası gelire sahip olmaktadır.
Yine, altıncı basamaktaki
Bağ-Kurlu çiftçimizin, Ekim 2002'de ortalama olarak 110 000 000 Türk Lirası
olan maaşı, Ekim 2004'te, yüzde 131'lik bir artışla, 254 000 000 Türk Lirası
seviyesine ulaşmıştır.
Aynı dönem içinde
ortalama SSK aylığı da, 282 000 000 Türk Lirasından, yüzde 59'luk artışla 448
000 000 Türk Lirasına çıkmıştır.
Bu artış ve ödemeler,
kriz şartlarını aşabilmek adına sıkı malî politikalar uygulama yükümlülüğünde
olduğumuz bir dönemde, ekonomik imkânlarımızı sonuna kadar zorlayarak
gerçekleştirdiğimiz düzenlemelerdir.
Sayın milletvekilleri,
enflasyonun dizginlenemediği bir ekonomik yapı içinde, ücret artışlarının çoğu,
zaman zaman, biliyoruz ki alım gücünü artıramaz.
Şunu rahatlıkla ifade
edebilirim ki, bu durumun aksine, Hükümetimizin son iki yılda izlediği gerçekçi
ekonomik politikalarla, insanlarımızın alım gücünde de kayda değer artışlar
olmaya başlamıştır.
Bakınız, şimdi, ben de
size bazı örnekler veriyorum: Asgarî ücretli bir vatandaşımız, eline geçen
aylık tutarla, Ekim 2002'de 190 kilogram ekmek alabilirken, bugün, asgarî
ücretle, 258 kilogram ekmek alabilmektedir.
Ekim 2002'de, bir asgarî
ücretli, 181 kilogram makarna alabilirken, bugün, 297 kilogram makarna
alabilmektedir.
O gün, 151 litre süt
alınabiliyordu, bugün, 203 litre süt alınabiliyor.
Bir başka örnek: Ekim
2002'de, bir asgarî ücretli, 80 kilogram kuru fasulye alabilirken, bugün, 122
kilogram kuru fasulye alabilmektedir.
Bu konuda da ayrıntılara
girmiyorum; elinizdeki kitapçıkta bunlar da var.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Kaç tüp alabiliyor Sayın Başbakan?! Ne kadar likit gaz alabiliyor?!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ona da geleceğim... Kitapçıkta da var zaten.
Ekim 2002 ile Ekim 2004
arasında buzdolabı fiyatlarına lütfen bir bakalım; ortalama yüzde 29, çamaşır
makinesi fiyatları yüzde 35 azalmıştır; bundan haberiniz var mı?! (AK Parti
sıralarından alkışlar) Buzdolabı, fırın, çamaşır ve bulaşık makinesinin içinde
bulunduğu toplam beyazeşyada, 2002'de, 1 950 000 adetlik bir satış gerçekleşirken,
2004'te bu rakam, yüzde 91 oranında artarak, 3 725 000 adede yükselmiştir.
2002-2004 seneleri arasında gerçekleşen satış, toplam 7 500 000 adettir yaklaşık
olarak. Türkiye, 16 000 000 haneden oluşan bir toplum olduğuna göre, son iki
yıl içerisinde, Türkiye'deki ailelerin en az yarısının beyazeşya satın aldığını
veya beyazeşyasını yenileyebildiğini söyleyebiliriz. Bu ilginç tablo,
toplumumuzda hayat standardının da, yaşanan iyileşmelere paralel olarak
yükselme eğilimine girdiğini çok açık, net olarak ortaya koymaktadır.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Sayın Başbakan, bu anlattığınız Türkiye mi?!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ben Türkiye'de yaşıyorum; siz başka yerde yaşıyorsunuz
herhalde!.. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Biz uzayda yaşıyoruz!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, tüpgazdaki durumu da soruyorlar. 12
kilogramlık tüp 21 500 000 liraydı; şimdi ise, 23 500 000 lira ve dikkat edin,
bu, dışa bağımlı bir olay; artış, yüzde 61 değil, yaklaşık olarak yüzde 10.
Değerli arkadaşlar,
mazotun litre fiyatı 1 340 000 liraydı; şimdi ise, 1 784 000 lira; artış, yüzde
65 değil, yüzde 32,25.
Elektriğe gelince; burada
da yanlış bilgilendirmeler var. Maalesef, sufle edenler yanlış sufle etmişler.
Bir defa, elektriğe, tam yirmibeş aydır hiç zam yapılmamış; tam aksine, indirim
yapılmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bakınız, şu anda, Kasım
2002'den bu ana kadar, elektrikte kilovat/saati konutta 160 760 liraydı, 158
344'e; sanayide 152 610 liraydı, 142 778 liraya inmiştir.
SEDAT PEKEL (Balıkesir) -
Dünyanın en pahalı elektriği Sayın Başbakan.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Sulamadaki elektrik ne oldu; lütfen, onu da söyleyin.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Kitapçığı biraz okursanız, orada onları bulacaksınız.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Kitapçıkta yok; çünkü, söyleyemiyorsunuz; çünkü, yüzde 34 artırdınız!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Lirasındaki
sıfırlardan kurtulmak ve paramıza hak ettiği itibarı yeniden kazandırmak,
bugüne kadar her hükümetin bir hayali olmuş; ama, bu hayal bir türlü
gerçekleşememişti.
"Enflasyonla
mücadele edeceğiz" diye gelenler, enflasyonun altında kalıp ezildikleri
için, paramıza hep yeni sıfırlar eklemek suretiyle günü kurtarmışlardır.
Dünyada en çok sıfıra
sahip olan banknot, maalesef, bizim banknotumuz.
Hükümetimiz döneminde
paramızdan sıfırları atma hedefi de nihayet gerçekleşmiştir. 1 Ocak 2005
Cumartesi günü, Cuma gecesi saat 24.00'ü hemen geçer geçmez YTL (Yeni Türk
Lirası) tamamen piyasaya arz ediliyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Türkiye, hak ettiği,
özlediği, beklediği parasına kavuşacak; parasına da itibarını iade edecektir.
Türkiye'nin nerelerden nerelere geldiğini görmek için, herhalde bundan daha iyi
bir örnek olamaz. Güçlü bir ekonominin, güçlü bir ülkenin, kararlılığın,
güvenin ve istikrarın en somut göstergesi, birkaç gün sonra tedavüle
sokacağımız Yeni Türk Lirası olacaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ancak, bazı
başarılarımızda olduğu gibi, buna da kulp takma gayreti içerisinde olanlar var;
milletin sevincine ortak olamayanlar var; cumartesi günü ülke genelinde
yaşanacak bayram havasına "ben ortak olmam" diyenler çıkabilir; var.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Hep beraber zengin olacağız!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - "Zamanı değildi", "enflasyonu
azdıracak", "millete uyum sağlayamayacak" veya "millet uyum
sağlayamayacak" diyerek bu sevinci gölgelemeye çalışanlar var. Oysa, Türkiye,
zincirlerini kırmıştır, atılıma geçmiştir ve onu durdurmak hiç kimsenin harcı
değildir. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
büyümede Türkiye, OECD ülkeleri arasında 1 numaradır. Artık, bunu, OECD kendisi
ilan etti ve Türkiye'yle ilgili raporu da bütün detaylarına kadar verdi.
İşte, 2003'te hedefimiz
yüzde 5'ti, yüzde 5,9'la kapadık. 2004'te yüzde 5'ti, görünen o ki, yüzde 10'un
hemen yakınında, alt veya üstünde yine büyüme hızını noktalayacağız. Buralara
geldik.
Ve bir başka konuya
burada hemen dokunuyorum; 2004 yılının ilk dokuz ayında özel kesim tarafından
gerçekleştirilen sabit sermaye yatırım tutarı 45 katrilyon Türk Lirasıdır. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Bunu da özellikle bilmenizi istiyorum. Bu
yatırımın 30 katrilyon lira tutarındaki kısmı makine ve teçhizat yatırımıdır.
Bu rakamlar, önümüzdeki dönemde, Türkiye'nin üretim, ihracat ve büyüme
potansiyelinin de artacağına işaret etmektedir.
İşsizlikle ilgili konuya
gelince; şüphesiz, işsizlikte ideale, arzu edilene ulaşmış değiliz; ama, 10,3
oranında olan işsizlik, bizim dönemimizde 9,7'ye düşmüştür ve Türkiye'de
istihdama giren insanların sayısı her yıl 500 000 civarındadır. Bu 500 000'i
düşündüğünüz zaman, bunu da ne yapıyor; şu anda Türkiye'deki yatırım absorbe
ediyor; bunu unutmayalım, bunu da bir kenara atmayalım. Yani, işsizlik oranı
artmıyor, çok az da olsa, oran azalıyor; ama, Türkiye'de işgücüne katılım,
aynen, bunun içinde o da absorbe ediliyor. Bunu bir kenara koyamazsınız; bu da
bunun ayrı bir gerçeğidir.
Değerli arkadaşlarım, bir
diğer vakıa da şudur: Özel sektör yatırımlarındaki artış ve tarım kesimine
uygulanacak yeni teşviklerin devreye girmesiyle, işsizlikte, inanıyorum ki, çok
daha önemli bir gelişim olumlu istikamette olacaktır.
İhracatta cumhuriyet
tarihimizin rekorları kırılmaktadır. Tabiî, burada, az önce Sayın Baykal bazı
rakamlar verdi. Bakın, bu rakamları verirken, bunları oransal olarak ele
almakta fayda var.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Mutlak rakamın da bir anlamı var Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Oransal olarak ele aldığımız zaman, 2001 yılından 2004'e
kadar bu oranların hemen hemen aynı olduğunu göreceksiniz, çok büyük bir
farklılığın olmadığını göreceksiniz ve buradan, eğer bazı rakamların
verilmesini isterseniz, o rakamları da sizlere verebilirim.
Bakınız, 1999 yılında
Türkiye'nin ihracatı 26 500 000 000 dolardır; ama, şu anda, bu yılsonu
itibariyle beklenen rakam 60 milyar dolardır. Nereden nereye geldik.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- İthalat?..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ve olayın ithalatına bakıyorum. Aynı dönemde, ithalat,
1999'da, 40 600 000 000 dolardır, şimdi ise 90 milyar dolardır; yani, buna
baktığımız zaman, oranın çok da öyle farklı olmadığını çok açık, net, burada,
görüyoruz. Hesabı yaparsanız, bu, zaten, açık, net ortaya çıkıyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Açığın büyük olduğu çok belli Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ne kadar cari açık dediyseniz de, cari açığın kımızı
ışıkları yanmış olsaydı, ülke batmıştı zaten, maaşları ödeyemez duruma
gelirdik. Böyle bir sıkıntı, hamdolsun, yok. Bu noktada gayet rahatız. İşler de
gayet iyi gidiyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Yanmasın diye uyarıyoruz Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, burada, sizlere, başka bir iki örnek daha
vereceğim.
Bazı ülkelerin kamu
toplam borç stokundan bahsediyoruz. Bakınız, "borç yiğidin
kamçısıdır" derler.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- O zaman daha çok borç alalım.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi, Amerika Birleşik Devletlerinde, şu anda, borcun,
bakınız, borcun gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 60, Japonya'da yüzde 169,
İtalya'da yüzde 106, Kanada'da yüzde 185. Bunu daha açık olarak, ben, sizlere
söyleyeyim. Şu anda, kamu borç tutarı olarak söylüyorum bunu, Amerika Birleşik
Devletlerinin yaklaşık 6,5 trilyon dolar, İtalya'nın ise 1,2 trilyon dolar,
bunların borcu.
Şimdi, bizde ise, eğer
kitapçığa bakarsanız -kitapçığın içinde o da var- göreceksiniz ki, Türkiye'nin
borç stoku, millî gelire oranda ciddî manada azalmaya başlamıştır. Nerelerden
nerelere geldik, kitapçığın içinde var. Burada da, şöyle, kısaca, ona da bir
değinmek istiyorum.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Kitapçık ne yazarsanız onu söyler.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, görevi devraldığımızda bu oran yüzde 91'di, şimdi
ise yüzde 70,5; bu yılsonu itibariyle de bunun yüzde 69 küsura filan ineceği
görülüyor; hesaplar bu istikamette.
Değerli arkadaşlarım,
desteklemeyle alakalı atılacak bazı adımlarla, bundan sonraki dönemde
hedefimiz, ürün ve üretim istikametinde bir destekleme primi politikasına
geçeceğiz, atacağımız adımlar bu istikamette olacak ve bu konularda da
kararlıyız; çünkü, çiftçimizin, özellikle tarımda ve hayvancılıkla uğraşan
vatandaşlarımızın hayvancılıkta yüksek bir performansa ulaşması, hedeflerimizin
arasında en önemli yere oturmaktadır.
Değerli arkadaşlarım
"tarıma can suyu" adı altında, düşük faizli kredi kullanma imkânı
getirilmiştir. Bakınız, bizim, şu anda bile, tarımla ilgili uyguladığımız, faiz
noktasındaki desteğimiz şudur... Yanlış bilgilendirmeler yapılıyor. Sayın Genel
Başkan, az önce, yüzde 130 gibi bir temerrüt faizinden bahsetti; çok yanlış bir
bilgilendirme; rakam bu değil. Nereden aldıysanız, size yanlış bilgiler
veriliyor. Bakın, ben, size doğrusunu veriyorum: 2004'te, yıllık faiz, banka
faizinin artı yüzde 8'idir. Bununla ilgili olarak, ekonomiden sorumlu Devlet
Bakanım, sizlere bütün belgeleriyle bunu verebilir; yanlış
bilgilendiriliyorsunuz. Ben, bir Genel Başkan olarak, meslektaşımın yanlış
bilgilendirilmesine üzülüyorum; onun için bunu söylemek zorundayım. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Ziraat Bankasının resmî yazısı burada Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - 2005 yılında ise...
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - İşte burada!..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - 2005 yılında ise, bakınız...
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Ziraat Bankası, yüzde 11 aylık faiz üzerinden...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, ben...
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Sayın hatibin konuşmasına, lütfen, müdahale etmeyiniz.
Sayın Başbakan, Genel
Kurula hitap edin efendim.
Buyurun.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Çiftçi kredilerindeki...
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Ünal Akar, Ertuğrul Köyü-Lüleburgaz... İşte, belge elimde!..
BAŞKAN - Sayın Başbakan,
lütfen, buyurun efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ben, çiftçi kredilerindeki temerrüt faizinden bahsediyorum
ve bunların hepsi, benim, Genel Müdürümden ve ilgililerden alarak sizlere
açıkladığım rakamlardır.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Sizi yanıltıyorlar demek!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Hayır, böyle bir şey olmaz. Ben, resmî belgelerle
konuşuyorum, resmî ifadelerle konuşuyorum.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Biz de, vatandaşa gelen resmî belgelerle konuşuyoruz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Bunları, her ortamda tartışırız. Daha dün akşam bile, yeni
düşüşlerle ilgili olarak, çiftçilerimize yönelik bu faizlerin düşürülmesini,
yine arkadaşlarımla konuştum. Yine, bu yıl içerisinde, bu daha da düşürülecek
ve yüzde 20'lerin altına, yüzde 19,5'lere filan inecektir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Başbakan,
konuşma sürenizi 20 dakika aştınız. Özetleyerek toparlarsanız, sevinirim.
Buyurun efendim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Daha 2004 yılı doğrudan gelir desteğini ödemediniz köylüye Sayın
Başbakan! 1 lira ödemediniz!.. Tamamı hacizli!..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Devlet Su İşleriyle alakalı olarak, şunu da yine burada
hatırlatmak istiyorum: Gerçi Sayın Baykal da değindi; ama, 2003 ve 2004 yılı
içerisinde... Sayın Baykal, açtığımız barajlar, göletler, regülatörler... Bu
yıl içerisinde, sadece şurada... Geçenlerde Edirne'de açılışını yaptığım
tesisler... Ondan kısa bir süre önce, Karacabey'de açılışını yaptığım
tesislerle...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Beydağ Barajı!.. Önerge verdik, reddedildi Plan ve Bütçe Komisyonunda...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) - Tribünlere oynamayalım!.. Ülkenin plan, program içerisindeki
gerçeklerine bakalım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Programda!..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Biz plan, program içerisinde yürüyoruz (AK Parti
sıralarından alkışlar) ve bir plan, program içerisinde, bitme oranı itibariyle
yüzde 100'e yaklaşmış olan barajların hepsini bitireceğiz ve yavaş yavaş
diğerlerine doğru geleceğiz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Ne zaman?!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Bu noktada, biz, yatırımların planlamasını buna göre
yapıyoruz. Bundan önceki anlayışlarla devam edecek olursak, bu yatırımların
hepsi natamam olarak kalır. Biz, bitire bitire geleceğiz. Merak etme,
evvelallah, Beydağ Barajı da bitecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Hepsine sıra geldikçe, onlar da bitecektir.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Ne zaman; balık kavağa çıkınca mı?!
BAŞKAN - Sayın Bodur,
lütfen, konuşmanıza dikkat edin. Müdahalenin de bir adabı var, üslubu var.
Lütfen efendim...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Sayın Başkan, Bayındırlık Bakanlığının verdiği cevabı görünce...
BAŞKAN - Lütfen...
Hatibin her cümlesine müdahale etme hakkınız
yok! konuşmasının tamamını beğenmek zorunda değilsiniz.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Sayın Başkan, lütfen...
BAŞKAN - Lütfen, müdahale
etmeyin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Yine, bu dönemde,
KOBİ'lere, önceki yıllara oranla çok daha farklı destek çalışmamızı
sürdüreceğiz ve böylece, KOSGEB-KOBİ'ler arasındaki bu süreç olumlu bir şekilde
artmaya devam edecektir.
Esnaf ve
sanatkârlarımızın Halk Bankası kaynaklarından kullandıkları kredi faiz oranları
ilk aşamada yüzde 47'ye, daha sonra yüzde 44'e ve sonra da yüzde 30'a
düşürülmüştür. Şimdi ise, yeni çalışmayla, yaklaşık 5 puan daha, bu önümüzdeki
yıl düşürülüyor.
Değerli Başkan, değerli
milletvekillerimiz; sağlık hizmetleriyle ilgili olarak, Türkiye genelinde, en
doğudan en batıya, en kuzeyden en güneye attığımız adımlar, bütün
gayretlerimizi sarf ederek devam ediyor ve orada da, yine, bütün, natamam olan
hastanelerimizi bitirmenin gayreti içerisindeyiz. Buralarda, önem sırasına göre
bunları bitirmenin gayretiyle, süratle, imkânlarımızı sonuna kadar harcamak ve
hastanelerimizi bitirmek durumundayız ve bunları da, bizzat, adım adım takip
ediyoruz ve aile hekimliğine de geçmek suretiyle, bu yıl içerisinde, 2005'te
genel sağlık sigortasını çıkarmak suretiyle de, halkımızın sağlıktaki o büyük
derdini inşallah gidermiş olacağız.
Değerli arkadaşlarım, bir
diğer konu, sosyal içerikli konular; ki, burada da yine, her zaman söylüyorum,
söylemek durumundayım; bizim bu yıl hedefimiz 1 200 000 ton kömürdü ve şu ana
kadar 1 000 000 ton kömürü halkımıza ulaştırdık ve okullarımızda, ilköğretimde,
çocuklarımıza ücretsiz kitap dağıtımını yaptık ve göreve geldiğimizde,
üniversite öğrencilerimize verilen kredi ve burs miktarı 45 000 000 liraydı,
şimdi ise, 2005 Ocak ayı itibariyle, bunu 110 000 000 liraya çıkardık. Kredi ve
burs almayan üniversite öğrencimiz, bu noktada, kalmıyor ve bu da, yine, büyük
bir hızla devam ediyor.
9 127 okulumuza ADSL
bağlantısı yapılmıştır. Bu sayı 2005 sonunda 20 000'e ulaşacaktır.
Bütün bunların yanında
"haydi kızlar okula" kampanyası ve yine, bununla birlikte, bütün
halkımızla el ele vermek suretiyle attığımız adımlarda, Kredi ve Yurtlar Kurumu
eliyle rekor seviyede bir burs imkânını yine temin etme çalışmaları devam
ediyor.
Eğitim, sağlık, spor,
kültür ve ar-ge alanında yapılacak çalışmalarla da, Türkiye yeni bir dönemi
yaşıyor. İlk defa, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, TÜBİTAK vasıtasıyla ar-ge
çalışmalarına 450 trilyon ayırmıştır, ilk defa! (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Bunun yanında, özel
sektör ar-ge çalışması yaparsa, yaptığı çalışmalar yüzde 100 gidere
sayılacaktır; aynı şekilde, kültürde yüzde 100 gidere sayılacaktır; aynı
şekilde, sağlık hizmetlerine yapılan yatırım yüzde 100 gidere sayılacaktır;
aynı şekilde, eğitime yönelik yapılan yatırımlar yüzde 100 gidere sayılacaktır.
Bunların hepsi sosyal içerikli yatırımlardır.
Burada, bir şeyi daha söylemek
durumundayım; az önce, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımıza, Sayın Genel
Başkan çattılar, dokundular, dokundurdular veyahut.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Kimseye dokunmadık, kararı söylüyoruz Sayın Başbakan; Belediye Meclisi karar
almış.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, 31 aydır Ankara Büyükşehir
Belediyesi otobüs biletlerine zam yapmamıştır. 31 aydan sonra, şimdi yüzde 33
oranında, dünya petrol fiyatlarının yansımasıyla, artık bir zam yapmak
durumunda kalmıştır.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Seçim geçti çünkü!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız...
Şimdi, Mustafa Bey, yani,
bu konuda lütfen adil olalım. 31 ay otobüs biletine zam yapmayan bir belediye
var. Belli ki... Belediye başkanlığı yapmadınız siz, serbest malî müşavirlik
yapıyorsunuz; buradan kaynaklanıyor zaten.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Belediye meclis üyeliği yaptım Sayın Başbakan!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Ne gelirse elinize bunları yazıp çiziyorsunuz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Yönetmediniz, sadece kayda düştünüz; olay bu!.. Olay
bu!..
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Belediye meclis üyeliği yaptım, biliyorum!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Eğer, yönetici olmuş olsanız bu işin hassasiyetini
kavrarsınız. Bunu yapmanız lazım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başbakan, biz sokaktan gelmiyoruz, biz de biliyoruz bunları yani.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, halka dağıtılanlardan bahsediyorsunuz; öbür
taraftan, yoksulluktan bahsediyorsunuz. Eğer, belediyelerin görevlerini açar,
bakarsanız, okursanız, fakir fukaranın, garip gurebanın ihtiyaçlarını gidermek
de belediyenin görevidir, bunu da bilesiniz! (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Top dağıtmak da mı görevi, top?!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Kızılay meselesine gelince; değerli arkadaşlar, Kızılayla
ilgili attığımız adımları, inanarak attık, bilerek attık; ama, kimse, kalkıp
da, Kızılayın yönetimine, AK Parti yönetimiyle aynı siyasî görüşü paylaşan veya
onların siyasî birimlerinde görev alanlardır diyemez. Kızılayda yanlışlar
vardı. Bu yanlışlar üzerine bu karar alınmış ve bu adım atılmıştır.
Bir diğer mesele olan
TÜBİTAK meselesi de aynıdır. Atılan adım doğrudur. İnanarak attık ve
arkasındayız. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Anadolu Ajansıyla alakalı
konuya geliyorum. Bakınız, Sayın Baykal'ın sözünü ettiği yönetmelik, Özel
Yurtlar Yönetmeliğidir. Getirilen hüküm şudur: "Cumhuriyetin temel
niteliklerine, Atatürk ilke ve inkılaplarına, Türkiye'nin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütün olduğu ilkesine aykırı bütün tutum ve davranışlar
suçtur." Bu hüküm her şeyi kapsamaktadır. Bununla ilgili haberi yapan
Anadolu Ajansı muhabiri "tarikat yurtlarına vize" başlığıyla bir
haber yapmıştır, böyle bir şey olmadığı halde. Görevden alınmasının, bu haberle
de bizimle de ve Millî Eğitim Bakanımızla da hiçbir alakası yoktur. Haber üç
sefer üst üste tekzip edildiği için geri hizmete alınmıştır bu bey. Bunu da
özellikle bilmenizi istiyorum.
Bir diğer konu da şudur:
Özelleştirmeyle ilgili konuda, daha önce, dediğinize katılıyorum; maalesef,
özürlülerle ilgili böyle bir yanlışlık yapıldı. Bunu, Maliye Bakanımıza ben de
duyurdum ve dün de bu mesele giderildi; kendisinden teyidini aldım. Onu da
buradan söylüyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Bizim önergemizle Sayın Başbakan! Bu konuda önerge verdik...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Tamam; teşekkür ediyorum. Mesele, dün giderildi.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Plan ve Bütçe Komisyonunda da önerge verdik, burada da önerge verdik.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum, sağ olun.
Bir diğer konu da,
bürokrasiyle ilgili, bürokratik oligarşiyle ilgili. Bakınız, bürokratik
oligarşi nedir derseniz; şimdi, bakın, bürokratik oligarşi dediğiniz zaman,
orada, bence, bu işin tarihine girdiğimizde, bunun tarihinde çok farklı bir
yaklaşım görürsünüz. Bürokratik oligarşinin nereden geldiğini araştırdığımızda
karşımıza ne çıkıyor biliyor musunuz; 1950 öncesinde, Cumhuriyet Halk Partisi
il başkanları aynı zamanda il valiliği yaparlardı; işin kökeninde, ruhunda o
vardır aslında ve biz, bir defa, bu ruhu geride bıraktık, bu zihniyeti
paylaşmıyoruz zaten. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şu anda, hamdolsun,
artık, böyle bir şeyden kurtulduk, daha demokratik bir anlayışla yürüyoruz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Ne zaman kurtulduk Sayın Başbakan? Kaç yıl olmuş?
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) - Kaldı ki, biz, makamında işinin hakkını veren hiçbir
bürokrata, asla, kalkıp da yerini terk ettirmeyiz; ama, bu bürokrat
arkadaşlarımız -yerini değiştirdiklerimizi kastediyorum- zaten başarılı
olsaydı, önceki Koalisyon Hükümeti çok başarılı olurdu. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Başarılı olamadıkları için bunları yerlerinden almak durumundayız.
Kaldı ki, biz, yerlerine yeni birilerini getirmiyoruz; Türk bürokrasisinin içerisinde
olan bir başka bürokratı getiriyoruz; olay budur; bundan farklı bir şey yok.
BAŞKAN - Sayın Başbakan,
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞAN
(Devamla) - Evet, vakit bir hayli ilerledi, huzurunuzu daha fazla meşgul etmek
istemiyorum.
Yalnız, BDDK ve TMSF gibi
kurumlardaki maaşlar da, herhalde, çok abartılı geliyor. Bunlar, bizden önce
belirlenmiş olan maaşlardır. Oradaki maaşlar da 1 300 000 000 ile 3 700 000 000
arasında değişmektedir; bunu da, ayrıca, duyurmakta fayda mülahaza ediyorum.
Sizleri, en kalbî saygı
ve sevgiyle selamlarken, 2005 malî yılı bütçemizin, ülkemiz için, milletimiz
için hayırlara vesile olmasını Allah'tan temenni ediyorum. (AK Parti ve
Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Başbakan,
çok teşekkür ederim.
Sayın Anadol, bir şey mi
var efendim?..
K. KEMAL ANADOL (İzmir) -
Sayın Başkan, Sayın Genel Başkanımıza 1 dakikalık bir açıklama fırsatı
vermenizi istirham ediyorum
BAŞKAN - Niçin?..
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Baykal,
bulunduğunuz yerden, buyurun efendim.
DENİZ BAYKAL (Antalya)
-..Mikrofondan mı?
BAŞKAN - Hayır, önce
talebinizi alayım, izin verirseniz...
DENİZ BAYKAL (Antalya)-
Efendim, bu genelgeyle ilgili olarak, benim gerçeklerden haberdar olmadığımı,
durumu yakından izleyemediğimi ifade ederek
bir iddiada bulundu Sayın Başbakan. İzin verirseniz, yerimden, sadece,
gerçeğin herkes tarafından doğru anlaşılmasına yardımcı olmak üzere, bir
belgeyi sunmak istiyorum.
BAŞKAN- Sadece bu konuyla
ilgili...
DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Evet.
BAŞKAN - Buyurun efendim,
bulunduğunuz yerden, lütfen....
DENİZ BAYKAL (Antalya)
- Sayın Başbakan, yaptığı açıklamada,
Ziraat Bankasının çiftçi borçlarıyla ilgili olarak uygulanacak olan gecikme
faiz oranını, benim, yüzde 132 olarak ifade etmiş olmamı doğru bir
değerlendirme olarak görmediğini belirtti ve bu gerçekleri daha doğru bir
şekilde öğrenmem tavsiyesinde bulundu. Çok teşekkür ederim.
Ben, elimdeki hükme
mesnet olan belgeyi Sayın Başbakan Yardımcısına ve Sayın Babacan'a intikal
ettirdim, onlar inceliyorlar; fakat, daha önemlisi, o elimdeki belge,
Trakya'daki bir vatandaşımıza aylık yüzde 11'lik bir temerrüt faizi, gecikme
faizi uygulandığının bir ifadesiydi. Aylık yüzde 11'lik bir gecikme faizi
uygulanmasının belgesiydi.
Şimdi, sizin
bilgilerinize ve yapacağınız incelemeye yardımcı olmak üzere ifade ediyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının Takipteki Krediler Daire Başkanlığının 20
numaralı genel duyurusu. 4 Kasım 2004 tarihlidir ve genel müdürlüğün daire
başkanı ve genel müdür yardımcısı tarafından imzalanmıştır. Son paragrafını
okuyorum "Buna göre, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından 2000-2004 ayı
tarımsal TEFE değişim oranının bir önceki aya göre yüzde 6,1 arttığının
bildirilmesi nedeniyle, 2004 Kasım ayı içerisinde uygulanacak aylık gecikme
faiz oranı yüzde 11,1 olarak hesaplanmıştır. Bilgi edinilmesini ve gereğinin
buna göre ifasını rica ederim" diyor Ziraat Bankasının yetkilileri.
Sayın Başbakanın ve
ilgili bakanların takdirine, bilgilerine sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal,
teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri...
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Bravo Sayın Başbakan, her şeyi biliyormuşsun!..
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan...
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Şimdi kim bilgi edindi, onu öğrenelim!..
CANAN ARITMAN (İzmir) -
Sayın Başbakanın Sayın Genel Başkanımızdan özür dilemesi gerekiyor.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Sayın Başkanım...
BAŞKAN -Sayın Özyürek,
bir saniye...
Sayın Bakan, bir şey mi
var?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Kısa bir açıklamada bulunmak istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Baykal'ın
sözünü ettiği belgeyle ilgili olarak mı?
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Evet.
BAŞKAN - Bulunduğunuz
yerden ve çok kısa olarak; buyurun.
DEVLET BAKANI ALİ BABACAN
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ziraat Bankasının, bildiğiniz
gibi, farklı kategorilerde çiftçi kredileri var. Bahsedilen krediler, 2001-2002
senesinden önce kullandırılan ve zamanında ödenemediği için yeniden
yapılandırılan kredilerdir. Bu krediler yeniden yapılandırıldıktan sonra,
herhangi bir taksiti ödenemediği takdirde, üç ay boyunca, aylık tarımsal TEFE
oranı, artı 5 puan temerrüt faizi ödenmektedir. Üç aydan sonra da, normal kredi
faizi, artı yüzde 30; yani, 2004 değerleriyle yıllık yüzde 34 faiz
uygulanmaktadır; yani, bu, yıllık bileşik yüzde 132'ye gelmemektedir. Ki, ekim
ayı, tarımsal TEFE'nin özel olarak yüksek çıktığı tek bir aydır; bunun sıfır
olduğu, eksi olduğu aylar da vardır. Yıllık baktığımızda, uygulanan faiz,
tarımsal TEFE, artı 5 puandır. Dediğim gibi, ilk üç ay içindir bu. Daha sonra
da, normal yıllık yüzde 34'e geçilmektedir. Yıllık bileşik yüzde 132 hesabı doğru
değildir.
Çok teşekkür ederim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan, çok
teşekkür ederim.
Mersin Milletvekili Sayın
Mustafa Özyürek'in, "Sayın Başbakan konuşmasında adımı zikrederek
sataşmada bulunmuştur" diyorlar ve söz istiyorlar.
Sayın Özyürek, Sayın
Başbakanın konuşmasını, hem yazılı metinden hem de şifahî olarak anlattığı
kadarıyla, hepimiz izledik. Benim de takip edebildiğim kadarıyla, Sayın
Başbakana pek çok müdahalede bulundunuz, o da, size, isminizi zikrederek
"siz belediye başkanlığı yapmadınız, malî müşavirlik yaptınız"
dediler; burada bir sataşma yok.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Hayır Sayın Başkan! Sayın Başkan, hayır!
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, bütçenin aleyhinde, şahsı adına söz isteyen Sayın Berhan
Şimşek konuşacaktır.
Sayın Şimşek, buyurun
efendim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan, Sayın Başbakan beni bilgisizlikle suçladılar.
Sayın Başkan, söz vermek
zorundasınız.
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
lütfen konuşma yerine buyurun efendim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan... Sayın Başkan... Beni bilgisizlikle suçladı Sayın Başbakan.
Herkes belediye başkanlığı yapmak zorunda mıdır yanlışları ortaya koymak için?!
Lütfen!..
BAŞKAN - Söz hakkınızdan
vaz mı geçiyorsunuz Sayın Berhan Şimşek?
Buyurun efendim...
Buyurun efendim...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Haksızlık yapıyorsunuz Sayın Başkan!
BAŞKAN - Talebinizi kabul
etmedim Sayın Özyürek.
Sayın Berhan Şimşek,
aleyhinde bulunacaksanız, konuşacaksanız, buyurun... Buyurun efendim...
Sayın Şimşek, söz süreniz
10 dakika efendim.
BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul)
- Teşekkür ederim.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan, haksızlık yapıyorsunuz!
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
buyurun efendim.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Güney Asya'da
büyük bir acı yaşandı ve bu acıyı daha önceki yıllarda bizler de yaşadık; bu
acının ne ülkemizde ne de dünyada bir kez daha yaşanmaması dileğiyle, ölenlere
rahmet ve yaralılara acil şifalar diliyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının tümü üzerinde, şahsım
adına söz almış bulunuyorum.
Son iki yıllık AKP
İktidarının ekonomik, sosyal, dışpolitikayla ilgili değerlendirmelerini
yaptığımızda, 26.12.2004 tarihli Sabah Gazetesinde Muharrem Sarıkaya'nın da
köşesinde ifade ettiği gibi, hükümette hiperaktif bir yapı görüyoruz. Sarıkaya
da yazısında şunu söylüyor: "Hiperaktif olanın, bir işe başladıktan sonra
yoğunlaşması kaybolur ve sıkılır." Bunun somut örneğini -Sayın Başbakan
da, biraz önce, Acil Eylem Planıyla ifade etti- 3 Kasım seçimlerinden sonra
açıklamış oldukları 200'e yakın başlıklı Acil Eylem Planının yoğunlaşmasının
kaybolmasından da anlıyoruz. Gelinen bu noktada, Acil Eylem Planının
önceliklerin belirlenmediği, politikalar arasında içsel tutarlılığın
sağlanmadığı, her şeyin bir anda yapılmaya çalışıldığı ve aslında, hedeflenenin
çok gerisinde kalındığı, göstermelik bir metin olmanın ötesine geçmemiştir.
Ekonomi yönetiminin tek
çatı altında toplanacağı, gelir idaresinin yeniden yapılanacağı,
"mevzuatta sır" kavramının yeniden belirleneceği, açlık sınırının
altındaki ailelerin belirleneceği... Ki, Türkiye'de, artık, günümüzde, açlık
sınırının altındaki aileleri, tek tek, hane hane belirlemeye imkân yoktur;
çünkü, Türkiye'nin yüzde 50'si açlık sınırının altında yaşamakta. Bu konuları,
sıralamaları artırabiliriz. Görülen şu ki, hükümet, aslında, değişimi
sağlayacak nitelikli taahhütleri yerine getirememiştir.
2005 yılı bütçe tasarısı,
Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan değişiklikle, yeni kodlama sistemi
çerçevesinde, 55,6 katrilyon gider; 26,5 katrilyon gelir; 29,1 katrilyon da
bütçe açığı öngörüsüyle Genel Kurula gelmiştir; fakat, geçen yılki bütçeden
farkı yok. Anlaşılan, yine, bu bütçenin oluşumunu sağlayacak olan, doğrudan
vergiler değil, dolaylı vergilerin yüzde 74'lerde oluşu. Hani, iddiayla
-uğraşıyoruz, emekler veriyoruz- girmek istediğimiz Avrupa Birliğine üye
ülkelerin bir tekinde, OECD ülkelerinde, bu oranlarda, bu oranların yarısı
kadar oranda dolaylı vergi yoktur.
Vergi yükündeki artışın
faturası ise, ağırlıklı olarak, tüketim ve işlemler üzerinden alınan vergilere
kayıyor. Vergileme zaten bozuk; gelir dağılımı üzerinde olumsuz sonuçlar
doğuruyor; kayıtdışında da kalmaya devam ediyor.
Son iki yılın bütçe
teklifleri, bu anlamda, politika oluşturma, planlama, bütçeleme ilişkisinin
koptuğu, Parlamentonun bütçe üzerindeki etkinliğinin azaldığı bir yapıya
dönüşmeye başlamıştır. Son beş yılda, saydamlık, hesap verme sorumluluğu, etkin
bir kamu ve bütçe sistemi geliştirilmesi yönündeki çabalara ve gelişmelere
rağmen bu durumun yaşanmaya başlanması da şaşırtıcıdır.
Hükümet, saydamlıktan,
etkinlikten, vatandaş odaklı olmaktan bahsediyor; ama, geçenlerde, Kamu Malî
Yönetimi ve Kontrol Kanunu Tasarısını geçirmiş olmamıza rağmen, bu bütçe kanunu
tasarısıyla bu yasanın uygulanmasını bir yıl erteliyoruz; her alanda olduğu
gibi, bu alanda da saydamlığı dilinizden düşürmeyip; ama, maalesef, hayatla
buluşturamıyorsunuz.
Sayın milletvekilleri,
Genel Kurulda da âdet yerini bulsun diye bütçe görüşmeleri yapıyoruz.
Değerli milletvekilleri,
çok ilginç, Türkiye'nin belleğinden çıkan bir söz var. Üç yıl öncesine kadar
bir Türkiye vardı, bir öteki Türkiye vardı; fakat, son iki yıldır, basının
gündeminden öteki Türkiye çıkmıştır. Biraz önce, hükümetin Türkiyesini Sayın
Başbakandan dinledik; ama, manşetlerde, makroekonomik göstergelerin iyileşmesi,
ekonomik gelişmenin ve büyümenin sürdürülebilmesi için konjonktürde iyileşme
sağlamak yeterli değil, bir de bunun sosyal ayağı var. Öteki Türkiye, manşetlerin
altında kalmıştır. İşsizlik ve yoksulluk düzeyi, ekonomide işlerin iyi
gitmediğinin en somut göstergesidir. Nüfusun yarısına yakını, biraz önce
söyledim, günde 3 000 000'luk gelirin altında yaşıyor.
Medyanın ve hükümetin
unuttuğu öteki Türkiye'ye baktığımızda, medya sayfalarında yer almayan, Ankara
Ticaret Odasının yaptığı araştırmaya göre, 2003 yılında; yani, AKP İktidarı
döneminde, Türkiye'de 10 000'i aşkın intihar ve intihar teşebbüsü var. 2004
yılının ilk beş ayında, 5 000'den fazla intihar ve intihar teşebbüsü var;
bunların nedenlerinin, işsizlik, yoksulluk, açlık olduğunu, kapkaççılığın,
hırsızlığın artmasının, sosyoekonomik nedenlerden ve uygulamadaki problemlerden
kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.
Görünürde yüzde 10 - 11
olan işsizlik, yüzde 20'lere dayanmıştır. ATO'nun yapmış olduğu -değerli
arkadaşlar, burası çok ilginçtir- "Hayatsız Kadınlar" adlı dosyada
vesikalı ya da gizli çalışan 100 000'den fazla hayat kadını vardır, 50 000
dilenci vardır; bunların bir kısmını ticarî olarak düşündüğümüzde, diğer
insanların evine aş, ekmek, süt götürmek için bu işlerde olduğunu biliyoruz.
Sayın hükümet yetkilileri
akşam semt pazarlarını lütfedip gezseler, şunu fark edecekler ki, o pazarların
dağılmasından sonra, vatandaşlar semt pazarlarında -görüyorsunuzdur, herhalde
gözlerimiz kapalı gezmiyoruz- çürük, ezilmiş sebze-meyve topluyor. Mezbaha
önünde sakatat topluyor halk.
Yeri gelmişken bir
öneride bulunmak istiyorum. Bu tablodan ortaya çıkan şudur değerli
arkadaşlarım: Ramazan çadırlarını sadece 1 ay gezmekle bu işler olmuyor. Bence,
bu şartlarda ramazan çadırlarını 12 ay açık tutmamız gerekiyor. Yani -lütfen
alınmayın- dile pelesenk olmuştur, "fakir fukara, garip gureba"
diyoruz. Tabiî ki işin resmidir bu. Elimizde tabldotlarla resim veriyoruz
manşetlerin efendilerine, medyaya; fakat, bu anlayışlarla bu ülkenin açlığını
düzeltebilmemiz gerçekten mümkün değil. Yani, biraz önce Sayın Başbakanımın
ifade ettiği gibi, tribünlere oynayarak bu açlığı ortadan kaldıramazsınız.
Yeri gelmişken şunu
söyleyeyim: Bu fakir fukara, garip gurebanın, zina olayında bir Verheugen'le
görüşme adına, o gün itfada 153 trilyon parası gitmiştir. Yazılı soruyla da
sordum, bugüne kadar da bana cevabı gelmedi. Yani, fakir fukaranın paralarının
nereye gittiğini de ekranlardan bu halk duysun. Nasıl olsa o basın yazmıyor.
AKP "yolsuzluğa ve
yoksulluğa hayır" diyerek geldi. Rakamlar ve resimler -anlattığım gibi-
bunu göstermiyor. İki yıllık süreçte halk daha yoksullaşmış ve fukaralaşmıştır.
Sayın Genel Başkanım da ifade etti; 144 katrilyon içborcu 235 katrilyona
çıkarıp, burada "Türkiye çok iyi gidiyor" demek için gerçekten
elinizi vicdanınıza koymanız gerekiyor Sayın Başbakan.
İktidar, yoksulluğu ve
yolsuzluğu yenmeyi başaramamıştır, iddiasını yerine getirememiştir, bir adım
dahi atamamıştır; cari açık, borçlanma, istihdam, eğitim, her biri bir tarafa
savrulmuş vaziyette.
Evet, ben, 320 000
kilometre yol yapmadım; görevim değil. Türkiye'de yaşıyorum; onun için, eti,
sütü, beyazpeyniri konuşmak durumundayım. Mazot yüzde 66 zam görmüş. Yani,
sizin yeşilmazot buharlaşmış, uçmuş, kalmadı öyle bir şey!.. Öteki Türkiye'de,
manşetlerde olmayan Türkiye'de resim bu!
İşverenler, enerji,
vergi, yüksek SSK ödemelerinden dolayı Çin'e gidiyorlar. Hani, tüccar
siyasetçiyiz; tüccara, esnafa, işverene destek sunacağız diyordunuz; ama, sizin
de etrafınızdan birçok arkadaşınızın yurtdışına işyerlerini götürdüklerini
biliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
konuşmanızı tamamlayınız.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, işin en acı tarafı, birçok kişi işyerini yurtdışına
çıkarırken, devlet büyüklerimizin aile şirketleri sermayede büyümelere gidiyor
-bunu, basın yazıyor- Türkiye açlık ve yoksulluk içerisindeyken.
Değerli arkadaşlarım,
dilimizde tüy bittikten sonra, simitten, ilaçtan ve eğitimden KDV'yi
düşürdünüz; umarım ki, hepinizin ve çocuklarımızın geleceği olan turizm
sektöründen de yüzde 18 KDV'yi yüzde 5'lere, yüzde 7'lere çekersiniz; çünkü,
geleceğimiz, gerçekten oraya bağlı.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hükümet "Türkiye büyüyor" diyor. Gerçekten, Türkiye
büyüyor; ama, yoksulluk yanlısı büyüyor.
Sayın Mehmet Ali Şahin
Bey, 9.11.2004 tarihli Grup konuşmasında -biraz önce de, Sayın Başbakanım
Türkiye'nin kalbinin düzeldiğini söyledi- diyor ki: "Komadan çıktı
Türkiye, şeker komasından."
Biraz önce anlattığımız
tablolarda, Türkiye komadan mı çıkmış; bakın, size, rakamlarla da bunları arz
etmeye çalışayım.
AKP iktidara geldiğinde
14 100 000 000 dolar düzeyinde aldığı bir yıllık dışticaret açığı 32 milyar
dolara, 1 500 000 000 dolar düzeyinde aldığı carî işlemler açığı -ki, burada
rekor kırmışsınız, burada, gerçekten önemli bir rekorunuz var- yüzde 900 gibi
tarihî bir rekorla 15 milyar dolara çıkmış, yüzde 70'lerin üzerindeki ihracatın
ithalatı karşılama oranı ise yüzde 60'lara düşmüştür. Bu hükümetin ortaya
koymaya çalıştığı pembe tabloya rağmen, reel faizler, istikrar içindeki bir
ekonominin sahip olması gerekenin çok üstündedir. Halkın fark etmediği,
manşetlerin efendilerinin sakladığı bir gerçek de AKP iktidara geldiğinde
-Sayın Başbakanım, biraz önce Ekim 2002 dediniz- evet, Ekim 2002'de kişi başına
düşen borç 3 086 dolardı, Ekim 2004'te 4 229 dolar! Kimin maaşı öyle artmış,
kimin maaşı böyle artmamış, belgelerle ortada. Kişi başına dolar cinsinden borç
yükü AKP İktidarında yüzde 40 artmış, ülkenin ve çocukların gelecekleri vebal
altında, borç yükü altında kalmıştır.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) -
Millî gelir ne olmuş?
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işin en ilginç tarafı da şu: Diyorlar ki,
oksijen çadırından çıktık; kalp ritmi harika atıyor da, geldiğinizde ve 3 Kasım
seçimleri öncesi mitinglerde "IMF'ye karşıyız" hatta, bizim içimizde bizlere Amerikancılar...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Öyle bir beyan yok... Öyle bir beyan yok...
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
lütfen, son cümlelerinizi söyler misiniz.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Şimdi, IMF'yle yapılan anlaşmaları, 17 Aralıktan daha ciddî bir kutlamaya
hazırlanıyorsunuz. Yani, Sayın Başbakan, geçen bütçe konuşmasında da
söylemişti: "Kaynak, AKP..." Kaynak, geçen yıl ekvergilerdi, kaynak,
geçen yıl IMF idi, bu yıl da aynı şekilde devam ediyor.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; kamçının kimde olduğunu halk, açlığıyla, sefaletiyle biliyor.
Tarım sektörünü arkadaşlarım anlattı, dile getirdi. Erzurum'da "seni mi
besleyeceğim" dediğiniz çiftçi, açlık, yoksulluk içerisinde. Yeşilmazottan
vazgeçtik, gübreye yüzde 70, motorine yüzde 50, sulama fiyatına yüzde 100
artışta bulundunuz. Yine soruyorum; bu komadan çıkış mıdır?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Şimşek,
toparlar mısınız.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) -
Toparlıyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlarım,
sonuç olarak size bir tiyatro oyununu anlatmak istiyorum. Sanırım, birçoğunuz
izlemişsinizdir, 1953 yılında Samuel Becket'in yazdığı bir oyun vardır. Bu
oyunun adı "Godot'yu beklerken". Oyunda farklı mekânlarda insanlar
bekler ve konuşurlar, beklemeyi beklerler, umutsuzluğun umuda dönüşmesini beklerler;
ama, sürekli beklerler. Birinci perde bitmeden, bunlar gitmeye karar verirler,
dönecekler artık "Godot gelmeyeceğine göre gidelim" derlerken, bir
çocuk gelir "Godot gelecek" der. Fakat, ne birinci perdenin sonunda
ne de ikinci perdenin sonunda Godot gelir.
Burada çocuğu, umut
dağıtanı, manşetlerin efendilerine, medyaya benzetmek mümkün. Parti, AKP hiçbir
şey yapmamasına rağmen, umut dağıtmaya devam ediyor. Yani, Godot'yu bekliyor, 3
Ekimi bekliyor. 17 Aralık geçti, 6 Ekim geçti... Umarım ki Godot gelir ve siz
haklı çıkarsınız; ama, bu gidişle oyunda olduğu gibi, Godot'nun geleceği yok.
AHMET YENİ (Samsun) - İyi
gidiyor, merak etmeyin!
SALİH KAPUSUZ (Ankara) -
Bize destek veriyorsunuz!
BERHAN ŞİMŞEK - Hepinize
saygılar sunuyor, yeni yılınızı kutluyorum.
Sağ olun. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sağ olun Sayın Şimşek.
Sayın milletvekilleri,
2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, 2005 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısının, 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının, 2005
Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanun Tasarısının ve 2003 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylamasını yapacağız.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Her 4 kanun tasarısının
açıkoylamasının elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1. - 2005
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S.
Sayısı : 706) (Devam)
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, 2005 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.
Birinci oylama için 5
dakika süre vereceğim. Bundan sonrakilerde 3 dakika. Bu süre içerisinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de
sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bu
yaptığım iki ikazı bundan sonraki oylamalarda tekrarlamayacağım; hepiniz çok
iyi biliyorsunuz.
2005 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısının açıkoylaması işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açıkoylama sonucunu
açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 499
Kabul : 346
Ret : 152
Çekimser : 1(x)
Böylece, 2005 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
2. - 2003
Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı : 708) (Devam)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylamasına
başlıyoruz.
Oylama için 3 dakika süre
veriyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylama
sonucunu arz ediyorum.
Kullanılan oy sayısı : 488
Kabul : 344
Ret : 143
Çekimser : 1 (x)
Böylece, 2003 Malî Yılı
Kesinhesap Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.
3. - 2005
Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı : 707) (Devam)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının
açıkoylamasına başlıyoruz.
Açıkoylama için 3 dakika
süre veriyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının açıkoylama
sonucunu arz ediyorum:
Kullanılan oy sayısı : 486
Kabul : 346
Ret : 140 (x)
Böylece, 2005 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.
Son oylamaya geçiyoruz.
4. - 2003
Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709) (Devam)
BAŞKAN - 2003 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylamasına başlıyoruz.
Oylama için 3 dakika süre
veriyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu
Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 485
Kabul : 346
Ret : 139 (x)
Böylece, 2003 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
bütçe ve kesinhesap kanunu tasarıları kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır;
milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ederim.
Teşekkür konuşması yapmak
üzere, Sayın Başbakan söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Başbakan.
(AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle, yorucu,
yoğun bütçe çalışmaları, görüşmelerinden sonra, bugün, Hükümetimize bütçe
sebebiyle vermiş olduğunuz bu güven, bizim, geleceğe yönelik olan azmimizi,
geleceğe yönelik olan gayretimizi, şüphesiz ki, daha da artıracaktır.
Şahsım, Hükümetim adına,
sizlere, en kalbî duygularla, saygılarımızı, sevgilerimizi sunuyoruz. El ele,
omuz omuza, inanıyorum ki, Türkiyemizi çok daha aydınlık günlere taşıyacağız.
Saygılar. (AK Parti
sıralarından ayakta alkışlar; CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Başbakan.
Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik hakkındaki (9/11)
esas numaralı Meclis soruşturması önergesi ve kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 29 Aralık 2004 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum ve yeni yılınızı, şahsım adına, şimdiden tebrik
ediyor; hepinize, eşlerinizle, çocuklarınızla birlikte, sağlık ve mutluluklar
diliyorum.
Kapanma Saati : 17.18
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.