BIM 2 1 2005-01-31T13:40:00Z 2005-01-31T13:40:00Z 46 33642 191760 TBMM 1598 383 235494 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 71       YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

43 üncü Birleşim

28 Aralık 2004 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı: 706)

2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap  Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708)

3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı: 707)

4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709)

V. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, adalet sistemiyle ilgili bazı beyanlarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/3942)

2. - Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, basında yer alan bir beyanına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/3943)

3. - Diyarbakır Milletvekili Muhsin KOÇYİĞİT'in, Diyarbakır-Ergani Kapalı Cezaevine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/3997)

4. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Abdullah Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı görüşmelere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/3998)

5. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Sedat Peker soruşturmasında bazı bilgilerin sızdırıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/3999)

6. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Alaaddin Çakıcı'nın Meclis soruşturma komisyonu raporunda yer alan bazı iddialara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/4036)

7. - Çanakkale Milletvekili İsmail ÖZAY'ın, Gelibolu Yarımadasında meydana gelen yangına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/4148)

8. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Esenyurt Belediyesinde bir çalışanın ölümüne ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/4202)

9. - Tunceli Milletvekili Sinan YERLİKAYA'nın, SSK işçi emeklilerinin maaşlarından yapılan kesintilere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/4208)

10. - Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, kestane ağaçlarının korunmasına ve kestane üreticilerine,

- Samsun Milletvekili Mustafa ÇAKIR'ın, Gelemen Tarım İşletmesinin kiralanması için açılan ihaleye,

- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, ipekböcekçiliğine,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4228, 4229, 4230)

11. - Malatya Milletvekili Muharrem KILIÇ'ın, Malatya'da don felaketinden zarar gören çiftçilere ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4241)

12. - Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, orman kadastro tapulama ve tescil çalışmalarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/4254)

13. - İstanbul Milletvekili Gürsoy EROL'un, Amasya-Yeşilırmak'taki balık ölümlerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/4255)

14. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Türk Gıda Kodeksi Enerji İçecekleri Tebliğinde yapılan değişikliğe,

- Karaman Milletvekili Mevlüt AKGÜN'ün, Karaman'da doğal afetten zarar gören elma üreticilerine yapılacak desteğe,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4272, 4273)

15. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Türk Gıda Kodeksi Enerji İçeceği Tebliğinde yapılan değişikliğe ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/4274)

16. - İstanbul Milletvekili Ali Rıza GÜLÇİÇEK'in, yurtlarda barınan bakıma muhtaç çocuklara,

- Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, ulusal kadın politikalarının geliştirilmesinde izlenecek yöntemlere,

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuyla ilgili bazı iddialara,

- Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, kamu ve özel sektörde çalışan özürlü vatandaşlara,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Güldal AKŞİT'in cevabı (7/4290, 4291, 4292, 4293)

17. - Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Finike portakalına ve narenciye ihracat teşvik primine,

- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, kanatlı et ürünleri ile ilgili iddialara,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4330, 4331)

18. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Konya İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü satınalma servisindeki yolsuzluk iddialarına ve ilgili ayniyat saymanına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Güldal AKŞİT'in cevabı (7/4339)

19. - Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, kadınlara yönelik şiddetle mücadelede bir ulusal eylem oluşturulup oluşturulmayacağına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Güldal AKŞİT'in cevabı (7/4353)

20. - Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, GAP bölgesinde organik tarımın başlatılıp başlatılmayacağına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami GÜÇLÜ'nün cevabı (7/4354)

21. - Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, Hatay-İskenderun'da bulunan bir fabrikaya ruhsat verilmeme nedenine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali COŞKUN'un cevabı (7/4356)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak altı oturum yaptı.

Birinci Oturum

2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/897; 1/898; 1/878, 3/669, 1/879, 3/670) (S. Sayıları: 706, 707, 708, 709) görüşmelerine devam olundu.

Maliye Bakanlığı 2005 malî yılı bütçesi ile 2003 malî yılı kesinhesabı üzerindeki görüşmelere bir süre devam edildi.

Saat 14.10'da toplanmak üzere, Birinci Oturuma 13.06'da son verildi.

 

 

Sadık Yakut

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Yaşar Tüzün

 

Mehmet Daniş

 

Bilecik

 

Çanakkale

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci ve Altıncı Oturumlar

2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının  (1/897; 1/898; 1/878, 3/669, 1/879, 3/670) (S. Sayıları: 706, 707, 708, 709) görüşmelerine devam olunarak;

Maliye Bakanlığı 2005 malî yılı bütçesi ile 2003 malî yılı kesinhesabı kabul edildi.

Gelir Bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın, konuşmasında, farklı görüşleri kendisine atfetmesi,

İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz, İzmir Milletvekili Oğuz Oyan'ın, ileri sürmüş olduğu görüşler,

Nedeniyle birer açıklamada bulundular.

2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerinin kabul edildiği ve açık oylamalarının, 28 Aralık 2004 Salı günkü birleşimde, son konuşmalardan sonra yapılacağı açıklandı.

Alınan karar gereğince, 28 Aralık 2004 Salı günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.37'de son verildi.

 

 

Nevzat Pakdil

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Yaşar Tüzün

 

Mehmet Daniş

 

Bilecik

 

Çanakkale

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Ahmet Gökhan Sarıçam

 

 

 

Kırklareli

 

 

 

Kâtip Üye

 


           No. : 53

II. - GELEN KÂĞITLAR

28 Aralık 2004 Salı

Tasarılar

1. - Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Arap Halk Sosyalist Büyük Cemahiriyesi Arasında Tarım Alanında Teknik, Bilimsel ve Ekonomik İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/941) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.2004)

2. - Sosyal Sigortalar Kanunu, Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ile Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu Kapsamında Ödenen Gelir ve Aylıklarda 2005 Yılında Yapılacak Artışlar Hakkında Kanun Tasarısı (1/942) (Plan ve Bütçe ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler  Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.12.2004)

Raporlar

1. - Ağrı Milletvekili Naci Aslan'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Ağrı Milletvekili Naci Aslan'ın İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/337) (S. Sayısı : 551'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

2. - İstanbul Milletvekili Mehmet Sekmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç ve 7 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/338) (S. Sayısı : 552'ye 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

3. - Samsun Milletvekili Mustafa Çakır'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç ve 7 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/342) (S. Sayısı : 556'ya 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

4. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in  İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/345) (S. Sayısı : 559'a 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

5. - Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/346) (S. Sayısı : 560'a 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

6. - Şanlıurfa Milletvekili A. Müfit Yetkin'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/347) (S. Sayısı : 561'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

7. - İstanbul Milletvekili Mehmet Mustafa Açıkalın ile Kayseri Milletvekili Adem Baştürk'ün  Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporları ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Raporlara İtirazları (3/350) (S. Sayısı : 563'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

8. - İstanbul Milletvekilleri Mehmet Mustafa Açıkalın, İdris Naim Şahin, Kayseri Milletvekili Adem Baştürk, Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ, Sivas Milletvekili Selami Uzun ve Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı'nın Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporları ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık  ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Raporlara İtirazı (3/351) (S. Sayısı : 564'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

9. - Karaman  Milletvekili Yüksel Çavuşoğlu'nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/377) (S. Sayısı : 567'ye 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

10. - Düzce Milletvekili Fahri Çakır'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/378) (S. Sayısı : 568'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

11. - Ankara Milletvekili İsmail Değerli'nin Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Ankara Milletvekili İsmail Değerli'nin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/380) (S. Sayısı : 570'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

12. - İzmir  Milletvekili Hakkı Ülkü'nün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/389) (S. Sayısı : 571'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

13. - Kayseri  Milletvekili Adem Baştürk'ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/390) (S. Sayısı : 572'ye 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

14. - Kayseri  Milletvekili Adem Baştürk'ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/403) (S. Sayısı : 573'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

15. - Tunceli  Milletvekili Hasan Güyüldar'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Tunceli Milletvekili Hasan Güyüldar'ın  İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/404) (S. Sayısı : 574'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

16. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/410) (S. Sayısı : 577'ye 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

17. - Siirt Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/420) (S. Sayısı : 578'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

18. - Kocaeli  Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/421) (S. Sayısı : 585'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

19. - Konya  Milletvekili Atilla Kart'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Konya Milletvekili Atilla Kart'ın İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/453) (S. Sayısı : 587'ye 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

20. - Burdur Milletvekili Bayram Özçelik'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/454) (S. Sayısı : 588'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

21. - Bursa  Milletvekili Mehmet Emin Tutan ve Giresun Milletvekili Ali Temür'ün  Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporları ve Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık ve 4 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Raporlara İtirazı (3/455) (S. Sayısı : 589'a 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 28.12.2004) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - İzmir Milletvekili Bülent BARATALI'nın, İzmir-Seferihisar ve Urla'da yaptırılan deprem konutlarının satışına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4494) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

2. - Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, Sabahattin Ali cinayeti ve mezarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4495) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

3. - Mersin Milletvekili Şefik ZENGİN'in, toplumsal gösterilerde polisin şiddet kullanmasını engelleyici çalışmalar yapılıp yapılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4496) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

4. - Mersin Milletvekili Şefik ZENGİN'in, Sakarya-Pamukova Kaymakamı hakkında açılan soruşturmaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4497) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

5. - Mersin Milletvekili Şefik ZENGİN'in, Heybeliada Ruhban Okulu ve ekümeniklik konusunda bir beyanı olup olmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4498) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

6. - İstanbul Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL'in, THY'nin son beş yılda hizmete aldığı servis elemanlarına ve DHMİ'nin bagaj araçlarını kiralamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4499) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

7. - İstanbul Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL'in, DHMİ'nin bagaj araçlarını kiralamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4500) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

8. - Muğla Milletvekili Ali Cumhur YAKA'nın, Karayolları Genel Müdürlüğünün sözleşmeli personel sınavının iptal nedenine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4501) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

9. - Diyarbakır Milletvekili Muhsin KOÇYİĞİT'in, teknik personel alımı için yapılan bir mülakata ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4502) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

10. - İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in, Musul'da şehit edilen güvenlik görevlilerine ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/4503) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

11. - Mersin Milletvekili Şefik ZENGİN'in, görev yeri belirlemesinde genelgeye aykırı davranan il millî eğitim müdürlüklerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4504) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.12.2004)

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 11.00

28 Aralık 2004 Salı

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 43 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır; gündeme geçiyoruz.

Gündemin "Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" kısmına geçiyoruz.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

III. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No. : 122                                         Tarihi : 28.12.2004

27.12.2004 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan 725 sıra sayılı Vergi Kanunlarının Yeni Türk Lirasına Uyumu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 3 üncü sırasına alınmasının; 29.12.2004 Çarşamba günkü Birleşimde sözlü soruların görüşülmemesinin; 29.12.2004 Çarşamba günü Genel Kurulun 14.00-23.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesinin Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                                                                   Bülent Arınç

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                           Başkanı

Salih Kapusuz                                               Ali Topuz

AK Parti Grubu Başkanvekili                                CHP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi, programa göre, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki son müzakereye başlıyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı: 706) (x)

2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap  Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708) (x)

3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı : 707) (x)

4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709) (x)

                      

(x) 706, 707, 708, 709 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri 20.12.2004 tarihli 35 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 13.12.2004 tarihli 31 inci Birleşiminde alınan karar gereğince, bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve hükümete 1'er saat süreyle söz verilmesi -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre yapılacak kişisel konuşmaların ise 10'ar dakika olması kararlaştırılmıştı.

Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına; Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli, Ankara Milletvekili Sayın Bülent Gedikli; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal.

Şahısları adına; lehinde; Bitlis Milletvekili Sayın Edip Safder Gaydalı, Bursa Milletvekili Sayın Faruk Anbarcıoğlu; aleyhinde; İstanbul Milletvekili Sayın Berhan Şimşek, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal.

Gruplar adına konuşmalara başlıyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, ilk söz Giresun Milletvekili Sayın Nurettin Canikli'ye aittir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreyi eşit olarak kullanacağınızı biliyorum.

Sayın Canikli, söz süreniz 30 dakikadır.

Buyurun efendim.

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN CANİKLİ (Giresun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının ülkemize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizin bildiği gibi, bütçelerin birçok fonksiyonu vardır; ekonomik fonksiyonu, malî fonksiyonu; bunların yanında, bir de, tabiî, sosyal amaçları gerçekleştirmede kullanılan önemli araçlardan bir tanesidir.

Her yıl, bütçeyle, millî gelirimizin yaklaşık yüzde 35'i yeniden harmanlanır, yeniden toplumun değişik kesimlerine dağıtılır; yani, devlet, her yıl, millî gelirimizin yaklaşık yüzde 35'ine tekabül eden bir rakamı alır, toplar ve sonra, bunu yeniden dağıtır. Dolayısıyla, hükümetlerin, bütçe uygulaması yoluyla, millî gelirin yüzde 35'ini toplumun farklı kesimlerine dağıtma imkânı olması, hükümetlere, bütçe uygulamasını sosyal politikaların bir aracı olarak kullanılması imkânını sağlar.

Ben, öncelikle, 2005 yılı bütçesini bu yönüyle ele almak ve değerlendirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, bütçe harcama kalemlerinde beş tane ana harcama kalemi bulunmaktadır. Bu harcama kalemleri, toplumun değişik kesimlerine kaynak aktarır. Bunların en önemlilerinden bir tanesi personel harcamalarıdır.

Yine, hepinizin bildiği gibi, bütçe içerisinde, personel harcamaları, toplumun orta ve alt gelir gruplarına kaynak aktarılan bir kalemdir; yani, personel harcamalarından pay alan kesimler, toplumun gelir grupları itibariyle, orta ve alt gelir kesiminde yer alan gruplardır.

2005 yılı bütçesinde personel harcamalarının rakamlarına baktığımız zaman, bütçe içerisindeki payı itibariyle; yani, reel rakamlar itibariyle baktığınızda, herhangi bir değişiklik öngörülmemektedir; yani, aşağı yukarı, 2005 yılı bütçesinde de personel harcamalarının bütçe içindeki payı korunmaktadır. Bu yönüyle, yani, personel harcamaları yönüyle bakıldığında, sosyal politikalar açısından herhangi bir değişiklik yoktur; aşağı yukarı nötr durumdadır.

Değerli arkadaşlar, ikinci önemli kalem, mal ve hizmet alımları kalemidir. Daha önceki tasnifte, genel olarak, cari harcamalar olarak tanımlanmaktaydı; ama, yeni bütçede, yeni bütçe tasnifi uygulamasında mal ve hizmet alımları olarak ortaya çıkmaktadır.

Mal ve hizmet alımlarında yine, ağırlıklı olarak; yani, bu kesimden pay alan kesim, toplumun orta ve alt gelir grubunda bulunan kesimlerdir. Özellikle sağlık harcamalarının mal ve hizmet alımları içerisinde önemli bir paya sahip olduğu dikkate alınırsa, geneli itibariyle bakıldığında, mal ve hizmet alımları yoluyla kamuya, topluma aktarılan kaynaktan pay alanların önemli bir ağırlığı, çoğunluğu, orta ve alt gelir gruplarında yer alan insanlardır.

Şimdi, 2004 yılı bütçesinde mal ve hizmet alımlarının toplam bütçe büyüklüğü içerisindeki payı yüzde 8,24 iken, 2005 yılı bütçe tasarısında bu oran yüzde 9,28'e yükseltilmiştir. Bir başka ifadeyle, mal ve hizmet alımları harcaması yoluyla, toplumun orta ve alt gelir gruplarına daha fazla kaynak aktarılmaktadır. Hükümet, sosyal politika aracı olarak, mal ve hizmet alımları harcamalarında önemli bir artışa gitmiştir -biraz önce rakamları ifade ettim- ve bu harcamalardan pay alan kesimler de, esas itibariyle, toplumun orta ve alt gelir gruplarıdır.

Yine, mal ve hizmet alımları içerisinde altkalem olan sağlık harcamalarına bakıldığında, bu tespit teyit edilir. 2004 yılında mal ve hizmet alımları içerisinde sağlık harcamalarının payı yüzde 2,9 iken, 2005 yılında bu oran yüzde 2,23'e yükseltilmiştir.

Değerli arkadaşlar, yine, bütçe kalemleri içerisinde önemli yekûn tutan harcama kalemlerinden bir tanesi de transfer harcamalarıdır. Transfer harcamaları içerisinde de, sosyal güvenlik kuruluşlarına hazineden, daha doğrusu, devletten yapılan aktarmalar önemli bir paya sahiptir. Bu aktarmaların ortak özelliği, hem Emekli Sandığına yapılan aktarmaların hem Sosyal Sigortalar Kurumuna yapılan aktarmaların ve hem  de Bağ-Kura yapılan aktarmaların, hepinizin tahmin edebileceği gibi, ağırlıklı olarak, toplumun alt gelir grubuna yapılan aktarmalar olmasıdır. Çoğunluğu emekli olan bu kesime yapılan aktarmaları, bu yönüyle -biraz önce tartıştığımız yönüyle- aynı zamanda, sosyal aktarma olarak tanımlayabiliriz.

Bu açıdan irdelersek, 2004 yılında Emekli Sandığına transfer harcamaları adı altında yapılan aktarmaların bütçe içerisindeki payı yüzde 5,59'dur. 2005 yılı bütçesinde öngörülen oran ise yüzde 5,71'dir ve bu yönüyle, emeklilerimize hazineden aktarılacak olan payda, bütçe içerisindeki payı itibariyle bir artış söz konusudur.

Değerli arkadaşlar, aynı eğilim Bağ-Kura yapılacak olan transfer harcamaları için de geçerlidir. 2004 yılında Bağ-Kur harcamalarının bütçe içerisinden aldığı pay yüzde 3,83 iken, 2005 yılında bu oran yüzde 4,24'e yükseltilmektedir. Bu da, son derece ciddî bir artıştır ve bu kesim, özellikle, yani Bağ-Kurdan maaş alan kesim, toplumun -hepinizin de tahmin edebileceği gibi- en alt gelir grubunda bulunan kesimdir ve bu yönüyle de bakıldığında, bu kesime ciddî olarak bir pay aktarılmaktadır, kaynak aktarılmaktadır bütçe içerisinden ve dolayısıyla, bu kesimin, toplam millî gelir içerisinden aldığı pay artırılmaktadır.

Değerli arkadaşlar, sosyal güvenlik harcamalarının son bölümü olan veya üçüncü kısmı olan Sosyal Sigortalar Kurumuna yapılan aktarmalar için de aynı şey geçerlidir. Rakamlara baktığımızda bunu net olarak görürüz. 2004 yılında Sosyal Sigortalar Kurumuna aktarılan payın bütçe içerisindeki oranı yüzde 4,19 iken, 2005 yılı bütçesinde bu oran yüzde 4,24'e yükseltilmektedir.

Bu çerçevede, bu bapta yer alan, yani sosyal harcama olarak tanımlayabileceğimiz ve bütçenin transfer harcamaları kalemi içerisinde yer alan bir diğer harcama da, Kredi ve Yurtlar Kurumuna yapılan aktarmalardır. Bu aktarmalar da, yine, hepimizin tahmin edebileceği üzere, öğrencilerimize ve özellikle dargelirli öğrencilerimize sağlanan kaynakları ifade etmektedir ve aynı zamanda, yine, bu kesim de, toplumun alt gelir grubunda bulunan kesimi ifade etmektedir. Bu kesime, yani Kredi ve Yurtlar Kurumuna aktarılan kaynaklar itibariyle baktığınızda, 2004 yılında yüzde 0,59 oranında pay alırken, 2005 yılı bütçesinde çok ciddî bir artışla yüzde 0,75 oranında pay alır hale getirilmektedir.

Değerli arkadaşlar, son olarak, yine, bu kalemde, emeklilere vergi iadesi geliyor. Bu da, toplumumuzun en alt gelir grubunda bulunan kesimini oluşturmaktadır. 2004 yılı bütçesinde emeklilere vergi iadesi adı altında yapılan ödemelerin, bütçeden aldığı pay, bütçe içerisindeki payı yüzde 0,52 iken, 2005 yılında bu oran yüzde 0,83'e yükseltilmektedir. Bu, aynı zamanda, bu 5 transfer harcamasının içerisinde önemli bir yekûnu ifade etmektedir. Yapılan harcamalardaki biraz önce rakamlarla ifade ettiğim artışlar son derece önemlidir ve millî gelirin bütçe yoluyla yeniden dağıtılma sürecinde toplumun en fakir kesimine, orta ve en alt gelir grubunda bulunan kesimine hükümetimizin daha çok kaynak aktarma ve millî gelirden daha çok pay verme iradesinin somut olarak bütçe yansımasıdır.

Değerli arkadaşlar, bütçe içerisinde dördüncü önemli kalem ise, yatırım harcamalarıdır. Yatırım harcamaları, ilk bakışta, sanki toplumun üst gelir grubunda bulunan kesimine kaynak aktarma anlamına gelir gibi gözükse de ya da bir başka ifadeyle, yatırım harcamalarından en büyük payı üst gelir grubunda bulunan kesim alıyor gibi değerlendirilse de veya öyle görülse de, detaya inildiğinde ve özellikle içinde bulunduğumuz dönem itibariyle değerlendirildiğinde bunun tam gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkar. Bakın, son iki yılda sermaye kesiminin kârlarında çok ciddî bir düşüş meydana gelmiştir. Türkiye'de imalat sanayiinin, reel olarak, ortalama olarak kâr marjı yüzde 1,3'e kadar düşmüştür. Dolayısıyla, esas itibariyle, bu gerçek de dikkate alındığında, yatırım harcamaları yoluyla kaynak aktarılan kesim, toplumun yine ağırlıklı olarak orta gelir grubunda, aynı zamanda, alt gelir grubunda bulunan insanlardır. Bu kaleme de baktığınızda, belki son yılların en büyük, en radikal artışlarından biri yatırım harcamalarında yapılmıştır, hem mutlak rakam itibariyle hem de oran itibariyle.

2004 yılında yatırım harcamalarının bütçe içerisindeki payı yüzde 4,82 iken, 2005 yılında bu oran yüzde 6,47'ye çıkarılmaktadır. Mutlak rakam itibariyle, 2004 yılında yapılan yatırım harcamaları 6,4 katrilyondan yaklaşık 10 katrilyonun üzerine çıkarılmaktadır. Bu da, gerçekten, hem istihdamın artırılması, yatırımların artırılması anlamında önemli bir araç olarak kullanılacaktır; ama, aynı zamanda, irdelemeye çalıştığımız yönü itibariyle, yani, sosyal boyutu itibariyle de, toplumun orta ve alt gelir gruplarında bulunan kesimlerine kaynak aktarılmasına yardımcı olacak, vesile olacak önemli bir düzenlemedir.

Şimdi, bu noktada karşımıza önemli bir soru çıkar değerli arkadaşlar. Peki, biraz önce rakamlarla ifade ettiğim ve toplumun orta ve alt gelir gruplarına aktarılan bu kaynakların artışının finansmanı nereden karşılanmaktadır?

Tabiî, bu sorunun cevabı çok nettir; bu sorunun cevabını bulmak için, faiz harcamalarının bütçe içerisindeki payına bakmamız gerekiyor değerli arkadaşlar ve faiz harcamaları da, aynı zamanda, bütçe içerisinde, toplumun en üst gelir grubunda bulunan sermaye sahibi zengin kesimlere kaynak aktarma aracıdır. Faiz harcamalarının çok büyük bölümü, toplumun en üst gelir grubunda bulunan insanları tarafından elde edilmektedir.

Şimdi, biraz önce söylediğim, o sosyal boyutu önplanda olan ve 2005 yılı bütçesinde, bir önceki yıl bütçesindeki rakamlara göre ciddî anlamda artırılan harcamaların kaynağı faiz harcamalarıdır.

Nasıl olduğu konusunda, isterseniz, biraz detaya girelim arkadaşlar. Aslında, bu eğilim, 2003 yılından beri devam etmektedir. Biraz daha trende bakarsak, 2002 yılına kadar bütçe içerisindeki faiz harcamalarının, hem bütçe içerisindeki payının hem gayri safî millî hâsıla içerisindeki payının hem de mutlak olarak, rakam itibariyle, sürekli ve ciddî anlamda bir artış eğiliminde olduğunu görürüz. Bu eğilim, 2003 yılı bütçesinden itibaren değişmeye başlamıştır. Yani, 2003 yılı bütçesinden itibaren, faiz harcamalarının, bütçe içerisindeki payı, gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı azalmaya başlamıştır ve aynı eğilim, 2005 yılı bütçesinde de devam etmektedir.

Değerli arkadaşlar, 2002 yılında faiz harcamalarının bütçe içerisindeki payı yüzde 45'tir; yani, toplam bütçe harcamalarının yüzde 45'i, 2002 yılında, faiz harcamalarının finansmanında kullanılmıştır. 2003 yılında bu oran yüzde 42'ye düşürülmüştür. 3 puanlık, ciddî sayılabilecek bir düşüş söz konusudur ve aynı düşüş daha sonra devam etmiştir.

2004 yılında, faiz harcamalarının bütçe içerisindeki payının yüzde 40,68 olacağı tahmin edilmektedir ki, aşağı yukarı gerçeğe yakın bir tahmindir. En son revize edilmiş rakamlar itibariyle söylüyorum. 2005 yılında bu oran, değerli arkadaşlar, yüzde 36,27'ye inecektir.

Dışarıda yapılan tartışmalarda zaman zaman duyuyoruz. Özellikle 2003 yılı bütçesi görüşülürken de -hatırlıyorum ben- bazı arkadaşlar tarafından, faiz ödemelerine ilişkin rakamların tutmayacağı iddia edilmişti. 2004 yılı bütçesi tartışılırken de, 2003 yılında yakalanan bu başarının, yani faiz ödemelerinde, hatta öngörülen hedeflerin de altında kalınmasının tesadüfî olduğu ve bunun devam etmeyeceği şeklinde bir tahminde bulunulmuştu bazı arkadaşlar tarafından; ama, bu tahminlerin hiçbiri tutmadı. Bu şunun için önemli değerli arkadaşlar:

Geçtiğimiz yıllara baktığınız zaman, sanıyorum 2000 yılında idi, bir defa, genel anlamda bütçe tahminlerinde bir tutarlılık var, onun dışında sürekli bir sapma söz konusu. İlk defa bütçede bu yönüyle bir istikrar yakalanmıştır, hem bütçenin genel rakamları itibariyle -tahminler ve gerçekleşmeler itibariyle söylüyorum- hem de şu anda ilgilendiğimiz, tartıştığımız faiz rakamları itibariyle. Yani, bunlar bir tesadüf değildir. İki dönem üst üste, peş peşe istikrarlı bir tahmin gerçekleşme oranının yakalanmış olması ve aynı zamanda azalma trendine girmiş olması, hükümetimiz tarafından hazırlanan bütçelerin gerçekçi olduğu, uygulanabilir olduğu ve tahminlerin yüzde 100'ün de üzerinde gerçekleştiği sonucunu ortaya çıkarır.

Buradan yola çıkarak, 2003 ve 2004 yıllarında faiz ödemelerine ilişkin tahminlerin daha da iyileşerek realize olduğundan yola çıkarak, 2005 yılında da bu rakamların tutmaması için hiçbir neden göremiyoruz değerli arkadaşlar. Dolayısıyla, 2002'de hükümetimizin devraldığı faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payı yüzde 45 iken, bu oranın 2005 yılı bütçesinde yüzde 36,27'ye düşürülmesi hedeflenmektedir. Yaklaşık 9 puanlık gerçekten çok dramatik bir azalma, ciddî bir azalma söz konusudur.

Değerli arkadaşlar, faiz ödemelerinin hükümetlerin nasıl elini kolunu bağladığı yıllardan beri hep söylenir ve devletin aslî fonksiyonlarını yerine getirmekte nasıl âciz kaldığı faiz ödemeleri yüzünden hep anlatılır. Bu gerçekten doğruydu, büyük oranda bugün de geçerlidir değerli arkadaşlar. Çünkü, harcama kalemlerine baktığınız zaman, personel harcamalarında hükümetlerin çok fazla inisiyatif kullanma imkânı yok. Çünkü, personel sayısı belli,onların maaşları belli, çok fazla azalma imkânı söz konusu değil. Cari harcamalarda oynanabilirdi, onlar üzerinde birtakım tasarruflar yapılabilirdi. Özellikle 2003 ve 2004 yılı uygulamalarında, baktığımızda, bu kalemde de gerçekten yapılabilecek olan nerdeyse maksimum ölçüde tasarruf sağlanmıştır ve bu rakam üzerinde de bundan sonra çok fazla oynama imkânı yoktur. Keza, faiz dışındaki transfer harcamalarına baktığınızda, biraz önce söylediğim sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan aktarmalar transfer harcamaları içerisinde önemli bir paya sahiptir, bunlar içerisinde de çok fazla oynama imkânına sahip değilsiniz. Emekli Sandığından emekli maaşı alan insanların maaşını ödemek zorundasınız, keza, Bağ-Kurdan emekli maaşı olan, Sosyal Sigortalar Kurumundan emekli maaşı alan insanların maaşını ödemek zorundasınız. Dolayısıyla, hükümetler, aslî fonksiyonlarını ifa etmek için ve diğer sosyal politika amaçlarına, hedeflerine ulaşabilmek için faiz ödemelerini kısmanın dışında, faiz ödemelerinde tasarruf yapmanın dışında başka hiçbir araçları bulunmamaktadır. Bu gerçekten doğru bir tespittir ve daha önce hep söylenirdi -bütün bu bütçe görüşmelerinde- 1990'lı yıllarda konuşmacı bütün ilgililer konuşurlar, söylerlerdi; ama, hiçbir hükümet tarafından bu gerçekleştirilememişti; özellikle 1990'lı yılların başından itibaren söylüyorum, bütün hükümetlerin hedefi olmasına rağmen gerçekleştirilemeyen bu durum, ilk defa AK Parti Hükümetleri tarafından 2003 yılından itibaren gerçekleştirilmeye başlanmış ve 2003 yılı, 2004 yılı, 2005 yılı bütçesinde faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payı anlamlı bir şekilde, büyük oranda, ciddî bir şekilde azalmıştır ve azalmaya devam etmektedir.

İşte, mutlak rakam itibariyle bakarsak, 2002 yılında faiz ödemeleri için 51 katrilyon 870 trilyon lira ödeme yapılmıştır, 2003 yılında 58,6 katrilyon ödeme yapılmıştır, 2004 yılında 58,7 katrilyon ödeme yapılmıştır; neredeyse, 2003 yılındaki nominal rakamlara yakın bir rakam -aşağı yukarı aynı- ve 2005 yılının nominal rakamlarında, bir önceki yılın rakamlarının altına düşecek şekilde 56,4 katrilyon lira ödeme öngörülmektedir.

Şimdi, tabloyu global değerlendirdiğinizde değerli arkadaşlar, hükümet, 2005 yılı bütçesiyle, toplumun üst gelir gruplarının payını azaltmakta; yani, bir başka ifadeyle, zenginden almakta -bunu nasıl yapıyor; bunu, faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payını kısarak yapıyor; ciddî anlamda tasarruf yaparak yapıyor- ve bunu, toplumun orta ve alt gelir gruplarında bulunan kesimlere aktarıyor biraz önce söylediğim şekilde; biraz önce bütçe rakamlarıyla ifade ettiğim, ortaya koymaya çalıştığım şekilde ve bana göre, 2003 yılı, 2004 yılı ve bugün görüştüğümüz 2005 yılı bütçesinin en önemli özelliklerinden bir tanesi budur; en temel belirleyici özelliği budur; ciddî anlamda, gelir dağılımına katkı sağlamasıdır, ciddî anlamda, toplumun üst gelir gruplarından alıp, toplumun orta ve alt gelir gruplarına millî gelirin önemli bir bölümünü aktaran bir bütçe olmasıdır.

Değerli arkadaşlar, bazı arkadaşlarımıza şöyle bir soru da gelebilir: Peki, biz, bunu nasıl ölçeriz? Gerçekten, bütçelerin -2003 yılı, 2004 yılı ve 2005 yılı bütçesinin- bu özelliği nasıl ölçülür, rakamlara nasıl yansır? Yani, gerçekten, bu özellik, bizim söylediğimiz gibi, iddia ettiğimiz gibi, toplumun üst gelir grubundan alıp alt gelir grubuna aktardığımız zaman, bunun, gelir dağılımı rakamlarına yansıması gelir. Gelir dağılımı rakamlarına baktığımız zaman da değerli arkadaşlar, bunu, çok net olarak görürüz. Tabiî, şu anda, elimizde, sadece 2003 yılına ilişkin gelir dağılımı rakamları var ve bunu 2002 yılı rakamlarıyla karşılaştırma imkânına sahibiz; ama, biraz önce de söyledim; 2003 yılı bütçesi de -biraz önce, sosyal boyut itibariyle baktığınızda- 2005 yılı bütçesinin de özelliklerini taşımaktadır.

Şimdi, bakın, nasıl yansıdığını çok net olarak göreceğiz; 2002 yılında, toplumun en fakir yüzde 20'lik kesiminin millî gelirden aldığı pay yüzde 5,3 iken, 2003 yılında bu oran yüzde 6'ya çıkmıştır. Toplumun en fakir, en alt gelir grubunda bulunan yüzde 20'lik kesimin millî gelirden aldığı pay 2002 yılında yüzde 5,3'ten 2003 yılında yüzde 6'ya çıkmıştır. İşte, biraz önce söylediğimiz hususların gelir dağılımı rakamlarına yansımasıdır; bilimsel olarak ispatı değerli arkadaşlar. Bu da kâfi değil.

Bakın, ilave edelim; yine, toplumun en üst gelir grubunda bulunan yüzde 20'lik kesimin millî gelirden aldığı pay 2002 yılında yüzde 50,1 iken, 2003 yılında, bu oran, yüzde 48,3'e düşmüştür ve bu rakamların bu hale gelmesinin, yani, gelir dağılımında da ciddî anlamda adaletsizliğin giderilmesi noktasında, belki, uzun yıllardan beri ilk defa ciddî bir adım atılmasının da temel nedeni bütçe uygulamalarıdır. Yani, millî gelirin yüzde 35'inin hükümet tarafından alınıp tekrar dağıtılması aşamasında, üst gelir gruplarından alınıp, biraz daha alınıp, daha fazla alınıp, toplumun alt gelir gruplarına aktarılmasıdır. Bilimsel olarak rakamlara yansıması itibariyle de bunu, bu şekilde ifade edebiliriz ve bu yönüyle, gerçekten, takdir edilmesi gereken bir uygulamadır, takdir edilmesi gereken bir sonuçtur değerli arkadaşlarım.

2005 yılı bütçesiyle ilgili ikinci olarak üzerinde durmak istediğim nokta, bütçe açıklarının gayri safî millî hâsılaya oranındaki değişimlerdir. Bunu tabiî, birçok arkadaşımız da söyledi, belki, bundan sonra da söylenecek; ama, önemine binaen tekrar vurgulamak istiyorum değerli arkadaşlar.

Bakın, geçtiğimiz yıllarda, istisnasız olarak, son on yılda, hatta, daha gerilerde, bütçe tahminleri hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. Buna konsolide bütçe büyüklüğü harcamaları dahil, faiz ödemeleri dahil, bütçe açığı rakamları dahil. Hükümetler bir tahminde bulunmuşlar bütçelerini yaparken ve genelde de, bütçe görüşmeleri sırasında, bu tahminlerin gerçekleşeceğini söylemişler; ama, hiçbirisi gerçekleşmemiş, hepsinde çok ciddî sapmalar meydana gelmiş, istisnasız bütün yıllarda; ne zamana gelene kadar; 2003 yılına gelene kadar değerli arkadaşlar.

Ben, çok daha fazla ayrıntıya girmeden, sadece, bunlar içerisinde, önemine binaen, bütçe açığı rakamları üzerinde durmak istiyorum. Bütçe açığı rakamları da, 2002 yılına kadar sürekli olarak bir artış eğilimine girmiş; yani, bütçe açığının gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı, 2002 yılına kadar sürekli olarak artmış ve 2002 yılında pik noktasına, yüzde 15'e ulaşmış. AK Parti Hükümetlerinden sonra da düşmeye başlamış; bütçe açığının gayri safî millî hâsıla içindeki payı, 2003 yılında yüzde 13'e düşmüş, 2004 yılında yüzde 7,27'ye düşmüş; neredeyse bir önceki yıla göre yarı yarıya ciddî bir azalmadır ve değerli arkadaşlar, 2005 yılında da gayri safî millî hâsılanın yüzde 6'sı oranında bir bütçe açığı olacağı tahmin edilmektedir. Bu, çok net olarak gösteriyor ki, AK Parti Hükümetlerinin tahminleri gerçekleşmektedir. AK Parti Hükümetleri, 58 ve 59 uncu Hükümetler tarafından yapılan bütçeler gerçekçi bütçelerdir; önceki yıllarla kıyaslanamayacak kadar gerçekçi bütçelerdir.

Bakın, 1995 yılında, o dönemin hükümeti, bütçe harcamalarının 1 trilyon 330 milyar lira olacağını tahmin etmiş; fakat, gerçekleşmesi 1 katrilyon 724 trilyon lira olmuş. 1996 yılında, 3 katrilyon 510 trilyon lira tahmin edilmiş, 3 katrilyon 961 trilyon lira olarak gerçekleşmiş. 1998 yılında, 14 katrilyon 789 trilyon lira tahmin edilmiş, 15 katrilyon 614 trilyon lira olarak gerçekleşmiş. 1999 yılında, yaklaşık olarak 27 katrilyon lira tahmin edilmiş, 28 katrilyon lira olarak gerçekleşmiş. 2001 yılında, 79 katrilyon lira tahmin edilmiş, 80 katrilyon lira olarak gerçekleşmiş. 2002 yılında, 98 katrilyon lira tahmin edilmiş, 115 katrilyon lira olarak gerçekleşmiş.

Değerli arkadaşlar, bu olumsuz görüntü, bu inandırıcı olmayan görüntü ve aynı zamanda ciddî olmayan görüntü, 2003 yılından itibaren değişmeye başlamış. 2003 yılında, hükümetimiz, bütçe hedefi, harcama hedefi olarak toplam 145 katrilyon 949 trilyon lira hedeflemiş, gerçekleşme 140 katrilyon 454 trilyon lira olmuş. Bunun, tesadüfî olmadığı, arızî olmadığı 2004 yılı rakamlarıyla ortaya çıkmış. 2004 yılı rakamlarına da baktığınız zaman, 149 katrilyon 945 trilyon lira hedeflenmiş, 139 katrilyon 482 trilyon lira olarak gerçekleşmiş; yani, hedefin altında gerçekleşmiş. Değerli arkadaşlar, bu, şu anlama geliyor: AK Parti hükümetleri, gerçekten, disiplinli bütçeler yapıyorlar, güvenilir bütçeler yapıyorlar, ciddî bütçeleme tekniği uyguluyorlar; değerli arkadaşlar, bunun anlamı budur.

Değerli arkadaşlar, ekonomik büyümenin, kalkınmanın en temel şartlarından bir tanesi, güven ve istikrardır. Güven ve istikrar olduğu zaman, ekonomik ajanlar, ekonomik kararlarıyla ekonomiyi etkileyen herkes, bütün gerçek kişi ve kurumlar, dolaylı olarak, ekonominin gelişmesi ve kalkınması yönünde hareket ediyorlar. Bakın, iki tane örnek vereceğim. Güven ve istikrar tesis edildiği takdirde, siyasî iktidarlar, hükümetler, kamuoyuna güven ve istikrar aşılayabildiği takdirde... Tabiî, bunların, birçok olumlu yansımaları, sonuçları var; ama, bana göre en önemlilerinden iki tane örnek vereceğim: Birincisi, insanlar, ertelenmiş tüketim taleplerini gerçekleştiriyorlar, realize ediyorlar; yani, harcamaya başlıyorlar. İnsanlar ne zaman daha çok harcar; insanlar, geleceğe daha fazla ümitle baktıkları zaman harcama eğilimlerini artırırlar. Tam aksi olduğu zaman, yani, insanların gelecekle ilgili beklentileri olumsuza döndüğü zaman harcamaları azalır, harcama eğilimleri azalır. 2003 yılından itibaren, yani, AK Parti Hükümetlerinin iktidara gelişinden itibaren, tüketim harcamalarında, toplam talepte, ciddî anlamda bir artış olduğunu görürsünüz. Fazla ayrıntıya girmeyeceğim, büyümenin motoru, özellikle hükümetimize, hükümetlerimize duyulan güven nedeniyle, daha önce ertelenmiş, geleceğe ümitsiz bakan insanların ertelediği tüketim taleplerinin ortaya çıkması nedeniyle, tüketimde ve toplam talepte meydana gelen artış olmuştur ve bu, büyümeyi kamçılamıştır. Son iki yılda, hatta, üçüncü yılda, hepimiz biliyoruz, büyüme rakamları ciddî rakamlar;  bunların ayrıntısına girmeyeceğim-.

Aynı zamanda bir başka husus daha gerçekleşmiştir. Yine, bu güvenin yansıması olarak, içerideki ve dışarıdaki döviz sahipleri veya ellerindeki tasarruflarını dövize yönlendirmiş olan insanlar TL'ye geçmeye başladılar ve bu yönüyle de ciddî anlamda piyasaya döviz girmeye başladı.

Değerli arkadaşlar, piyasaya ciddî anlamda döviz girdikten sonra, arz-talep kuralı gereği -biraz sonra yine onu değerlendireceğiz, ayrıntılı olarak gireceğiz, Merkez Bankasının işlemlerini bu yönüyle değerlendireceğiz- yine özellikle döviz arzı nedeniyle piyasada dövizin fiyatının düşmesi ve TL'nin ciddî anlamda değerlenmesine rağmen, ihracatta yaşanan artışların altının çizilmesi gerekir. Hem 2003 yılında hem de 2004 yılında, her iki yılda da ihracatımızda ciddî anlamda bir artış meydana gelmiştir. Tekrar altını çiziyorum; 2003 yılında ve 2004 yılında TL'nin, yaklaşık yüzde 40'ın, 45'in üzerinde, döviz karşısında değer kazanmasına rağmen, ciddî anlamda bir ihracat artışı gerçekleştirilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Canikli, söz süreniz bitti, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, muhalefet sözcülerinin ve zaman zaman da basında bazı arkadaşların ifade ettiği ya da ortaya koyduğu iki konu var tartışılması gereken. Bunlardan bir tanesi cari açık rakamları, diğeri de borç stoku rakamlarıdır. Borç stokunun, kamu net borç stok oranının 2003 yılından itibaren düşmeye devam ettiğini biliyoruz; yani iktidarımız, hükümetimiz işbaşına geldiğinde kamu net borç stokunun, gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 78,7 iken, bu oran önce 70'e düşmüştür, 71'e düşmüştür 2003 yılında; şu anda da 70'in altına düşmesi bekleniyor ve muhtemelen önümüzdeki yıllar itibariyle bu trend devam edecek. Bunlara zamanımız kalırsa devam edeceğim; ama, ben özellikle cari açık konusunda bir şeyler söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, 2003 yılında biliyorsunuz cari açık 6 800 000 000 dolar olarak gerçekleşti ve 2004 yılında da hükümetin daha doğrusu, ilgililerin en son revize tahmini 14 milyar dolar civarında; ama, belki 12 milyar dolar civarında gerçekleşebilir, realize olabilir. Şimdi, tabiî, muhalefetteki arkadaşlar da dahil olmak üzere birçok kesim buradan yola çıkarak hükümetimize eleştiriler getiriyorlar.

Değerli arkadaşlar, bakın, şimdi, her şeyi yerli yerine oturtmamız gerekiyor. Cari işlemler açığının temel nedeni, hepimiz biliyoruz -biraz önce ifade ettim- Türk Lirasındaki değerlenmedir; yani, 2003 yılı başından itibaren, Türk Lirasının bütün döviz birimlerine karşı değer kazanması, ithal mallarını nispî olarak ucuzlatmış, ithalatı ciddî anlamda artırmıştır. İhracatımızdaki artışa ve turizm gelirlerimizdeki patlamaya rağmen, cari açıkta tahminlerin ötesinde artışlar meydana gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, para ve kur politikalarının uygulanması tamamen Merkez Bankasının sorumluluğundadır. Merkez Bankası Kanununda 2001 ve 2002 yıllarında yapılan değişiklikle, Merkez Bankası tam bağımsız ve özerk hale getirilmiştir. Hükümetimiz maliye politikalarından sorumludur. Hükümetimizin bu konularda herhangi bir müdahalesi söz konusu değildir ve bu konu, tamamen Merkez Bankasının inisiyatifindedir, sorumluluğundadır; çünkü, biliyorsunuz, Merkez Bankası zaman zaman, birtakım gerekçelerle döviz piyasasına müdahale etmektedir. Müdahaleyi Merkez Bankası yapmaktadır. Bu konuda Hazinemizin ya da hükümetimizin en ufak bir belirleyiciliği yoktur.

Hükümetimizin görevi şudur: Hükümetimizin görevi, kamuoyuna güveni tesis etmektir, bu tesisi sağlamıştır ve  hükümetimiz tarafından, gerçekten, ciddî anlamda, bütün ekonomik birimlerin rahat hareket edebileceği bir alan oluşturulmuştur; ama, Merkez Bankasının, kendi yetki alanına giren konularda -özellikle kur politikası için söylüyorum- bu güven alanını, kendisine sağlanan bu sınırsız kredibiliteyi yerinde kullandığını söyleyebilir miyiz; ben şahsen doğru kullanmadığını düşünüyorum, özellikle kur politikası çerçevesinde. Daha aktif, daha sonuç alıcı bir politika uygulaması gerekirdi değerli arkadaşlarım. Tabiî, Merkez Bankasının temel hedefi fiyat istikrarını sağlamaktır. Buna, hiç kimse, herhangi bir şey söyleyemez, Merkez Bankasının bağımsız olması gerektiği konusunda da hiç kimsenin bir aksi düşüncesi söz konusu değil; ama, Merkez Bankası bu görevleri ifa ederken, sadece ve sadece fiyat istikrarına odaklaşamaz. Ekonomide, fiyat istikrarının dışında başka dengeler de vardır. Ekonomi, bir dengeler manzumesidir değerli arkadaşlar. Bir dengeyi kurarken diğer bütün dengeleri de gözetmek zorundasınız ve Merkez Bankasının gözetmesi gereken en önemli denge, cari dengedir. Evet, Merkez Bankası, birincil olarak enflasyonla mücadele etmelidir, buna hedeflenmelidir -zaten, bütün dünyada merkez bankalarının temel fonksiyonu budur- ama, bunu yaparken de gözlerini kapatmaması gerekir.

Sonuçta, cari açık konusu, aslında hükümetimiz tarafından, Hazinemiz tarafından ifade edildi; herhangi bir sorun yok, gereken finansman sağlanıyor, buna rağmen bazı küçük çaplı tedbirler aldı ve ekim ayı cari rakamlarında artış trendinde bir azalma meydana geldi. Aslında, bunu hükümetimizin yapmaması gerekirdi, daha doğrusu hükümetimize bırakılmaması gerekirdi. Merkez Bankasının, daha hassas, daha dikkatli, doğru para ve kur politikaları vasıtasıyla, otomatik mekanizmayla bunu sağlaması gerekirdi.

Değerli arkadaşlar, son olarak, Merkez Bankası konusunda şunu hatırlatmakta fayda görüyorum: Biliyorsunuz, Merkez Bankası, zaman zaman -biraz önce söyledim- döviz piyasasına müdahaleler yaptı ve piyasaya TL arz etti; Merkez Bankası döviz alırken piyasaya TL arz eder; fakat, daha sonra piyasaya verdiği bu TL'lerin, -enflasyon hedefiyle uyumlu, parasal taban rakamlarıyla uyuşmadığı gerekçesiyle- bir kısmını piyasadan geri çekti, faiz ödeyerek geri çekti ve bu da reel faizlerin daha fazla düşmesini engelledi. Reel faizler, hükümetimizin devraldığı rakamlarla bugünü kıyasladığınız zaman, inanılmaz düşüşler gösterdi, bunu hepimiz biliyoruz; ama, çok daha aşağılara çekilebilirdi.

Değerli arkadaşlar, özetle şunu söylemek istiyorum: Hükümetimiz, ekonominin şahlanması için, çok daha iyiye gitmesi için gerekli bütün adımları atmıştır, güveni sağlamıştır, istikrarı sağlamıştır. Bundan daha fazla olumlu bir ortam -herhalde- düşünemiyoruz; ama, bu olumlu ortamın, bu güzelliklerin ortaya koyduğu, sağladığı kredileri de ilgili bütün kurumların en verimli şekilde, en etkin şekilde, en güzel şekilde kullanması gerekir değerli arkadaşlar. Buna, Merkez Bankası özellikle dahildir, Merkez Bankasının konumu, etkinliği ve pozisyonu itibariyle.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Canikli, lütfen konuşmanızı bitiriniz.

NURETTİN CANİKLİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben, tekrar, 2005 yılı bütçemizin, ülkemize ve milletimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Hükümetimize, yapacağı çalışmalarda başarılar diliyorum.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Canikli, teşekkür ederim.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı Ankara Milletvekili Sayın Bülent Gedikli yapacak.

Sayın Gedikli, buyurunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Söz süreniz 30 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA BÜLENT GEDİKLİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 malî yılı bütçesi üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Görüşmekte olduğumuz bütçenin, ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyor; hepinize en içten saygılarımı sunuyorum.

2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısını, geçtiğimiz koalisyon hükümetince hazırlanan tasarılarla karşılaştırdığımızda, ülkemizin, henüz iki yılını doldurmuş AK Parti İktidarıyla kaydettiği mesafe çarpıcı boyuttadır. Gerçekten de, Türkiye, bugün, siyasî, sosyal, ekonomik ve dışilişkiler düzeyinde, iki sene öncesi devraldığımız karamsar tablodan bütünüyle uzaklaşmış, kriz şartları aşılmış, piyasalar canlanmış, ülkemizin dünyadaki itibarı artmış ve her şeyden önemlisi, milletimiz geleceğine güvenle ve umutla bakar hale gelmiştir. Bütün bu müspet gelişmelerin ekonomik hayatımıza giderek daha fazla yansıyacağını, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısında da rahatlıkla gözlemliyoruz.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğine üyelik müzakereleri için tarih aldığımız bir dönemde, hazırlanan bütçemizin, müzakere tarihine kadar yapılacak reformlar ve alınacak önlemler bakımından en önemli araç olduğu açıktır. Avrupa Birliğiyle müzakerelerin mümkün olduğunca süratli ve başarılı geçmesi için, bizleri yepyeni bir atılım ve çalışma dönemi bekliyor. Bu süreçte, ülkemizin Avrupa Birliğine tam entegrasyonunu sağlayacak her alanda yapısal reformları hayata geçirmemiz öncelikli meselemiz olacaktır.

Devleti, ekonomik faaliyetlerin odağında konumlandıran 1980 öncesi model sonucunda, bir yandan ülkemizin beşerî ve fizikî sermaye birikimine uygun olmayan, büyük ölçüde ithalata ve montaja dayalı endüstriler kurulmuş; diğer yandan, ihtiyaç duyulan vasıflı insangücü, yatırım malları ile üretim girdileri bakımından dışa bağımlılık artmış, yurtiçi ekonomide rekabet yerine, devlet eliyle dağıtılan rantlar ve kayırmalar yaygınlaşmıştır.

24 Ocak 1980 istikrar tedbirleriyle, globalleşen dünyaya ayak uyduran ve sorunların çözümünde topluma da inisiyatif veren yeni bir anlayışın yer almaya başladığı bir döneme, dünyadaki trendlere paralel olarak Türkiye de girmiştir. Ne var ki, en temel insan haklarının tanınması ve sürdürülmesinin garanti altına alınması bakımından, AK Parti Hükümeti dönemine kadar, bu alanlarda önemli eksiklikler devam etmiştir.

Türkiye, küreselleşme sürecini, ülkemizin tekelci ve kayırmacı ekonomik yapısından dolayı, oldukça sancılı yaşamıştır. Nitekim, bu süreçte, Türkiye finans piyasalarında birçok kriz çıkmıştır. Ekonomik kaynakların önemli bir kısmına devletin hâkim olduğu ülkemizde, piyasa aktörleri için rekabet ortamının temin edilmesi ve dış dünyayla entegrasyon, seçkinci bürokratik yapının ilgisini çekmemiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Özal Hükümetlerinin 80'li yılların sonlarına kadar uyguladığı istikrar tedbirleri, toplumu ve ekonomiyi dışa açmada kayda değer neticeler vermiştir. Ne yazık ki, bu reform süreci, reform yorgunluğu olarak nitelenebilecek bir handikapla, 1990'lı yılların başında kesintiye uğramıştır. Bu dönemdeki iyi niyetli çabalara ve reformlara rağmen, kamu iktisadî teşebbüsleri özelleştirilememiş, yerel yönetimler, yetki ve malî imkânlar bakımından yeterince güçlendirilememiş, tarım kesiminde yapısal ve kalıcı bir reform gerçekleştirilememiş ve netice olarak, dışa dönük ekonomik büyüme modeli uygulayan Türkiye, ne yazık ki, yapısal reformları devam ettirememiş ve bu süreci tamamlayamamıştır.

1990'ların başından itibaren hükümetlerin kısa ömürlü olması, yapısal önlemler alınamamasında temel faktördür. 1990-1999 dönemindeki on yılda, toplam 10 hükümet işbaşına gelmiştir. Bu dönemdeki hükümetler, iktidarda ortalama sadece bir yıl kalabilmiştir. Bu, tam anlamıyla bir siyasî istikrarsızlığa tekabül etmektedir. 18 Nisan 1999 genel seçimlerinden sonra kurulan koalisyon hükümeti, IMF destekli bir istikrar ve yeniden yapılanma programı uygulamayı taahhüt etmiştir. Ne var ki, istikrar programının süresi üç yıl olarak öngörülmesine ve hükümet de üçbuçuk yıl iktidarda kalmasına rağmen, başlangıçta öngörülen hedeflere ulaşılamamış, ayrıca, millî gelirimizin üçte 1'ine mal olan ve sonuçlarını halen yaşadığımız bir kriz ortaya çıkmıştır.

İşte, AK Parti, o günün iktidarının yönetim becerisinin iflas ettiği ve darboğaza girdiği bir dönemde, demokrasinin bir çözümü olarak iktidara gelmiştir. Açık toplum ve rekabetçi ekonomiye geçişte asıl büyük atılım AK Parti İktidarıyla mümkün olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, döviz ihtiyacını karşılamak için, uzun yıllar, yüksek reel faiz ödemeleri yapmak zorunda kalmıştır. Özellikle yurt içindeki firmalarımızın gelirleri içinde, kamu kâğıtlarından sağlanan faiz gelirleri önemli bir orana sahip olmuştur. Devletin, özel sektörün kullanacağı fonlara yüksek faiz ödemeleri yaparak talip olması, reel sektörün kaynak maliyetini önemli ölçüde artırmıştır. Sonuçta, devletin finansman politikasındaki bir değişiklik veya faiz oranlarındaki bir gerileme özel sektörü dramatik şekilde etkilemektedir. Devletin ödediği yüksek faizlere bağımlı alışkanlığın kırılmasına ciddî direnç olduğu bir vakıadır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinde temel sorun alanları üç ana grupta toplanabilir. Birinci grupta, gelişmiş ülkelere kıyasla, ülkemiz, insan kaynaklarının düşük eğitim düzeyi, kırsal nüfusun büyük bir oranda olması ve sosyal güvenlik sistemindeki sorunlar yer almaktadır.

İkinci grupta yer alan sorunlar, daha ziyade, sermaye birikiminin yetersiz olması, yetersiz kentleşme ile ulaştırma ve taşımacılık altyapısının eksik olmasıdır.

Üçüncü grupta yer alan sorunlar ise, gelişmiş ülkelerle kıyaslanabilecek etkin regülasyon, denetim ve yargı sistemlerinin olmayışı ve aşırı merkeziyetçi yapının varlığıdır. Bu üç sorun kümesi, açık bir toplum ve etkin piyasa mekanizmasının önündeki engellerdir. AK Parti Hükümeti, iktidarının ilk aylarında kamu yönetimi temel reformunu kamuoyuna sunmuş, yerel yönetimleri, yetki, güç ve sorumluluk itibariyle öne çıkaracak düzenlemeleri yapmış, yüksek iç ve dışborç yükünü azaltmak için alternatif kaynak sağlama projeleri geliştirmiştir.

AK Parti Hükümeti, insan kaynaklarının niteliklerini artırmak ve eğitim sisteminin etkinliğini sağlamak için eğitim reformunu da zorunlu görmektedir. Hedefimiz, eğitimde reform yapılması, toplukonut ve ulaştırma altyapısı açıklarının kapatılması, sosyal güvenlik sisteminin etkinleştirilmesi, sağlık sisteminin toplulaştırılarak ölçek ekonomisinden yararlanılması, bireysel sağlık sigortası gibi uygulamalar ile sosyal ve fizikî altyapı eksikliğinin giderilmesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzde birey odaklı organizasyon yaklaşımı, kendini vatandaş-devlet ilişkisinde de göstermektedir. Ceberut devlet anlayışı, yerini, bilgilendiren, denetlenen ve hesap veren hizmet birimlerine bırakmaktadır. Artık, her kamu kurumu, şeffaflık, hesap verebilirlik, denetlenebilirlik, etkinlik gibi kriterleri başlıca özellikleri arasına katmak zorundadır. Kamu Malî Yönetim Kanunu ile Bilgi Edinme Hakkı Kanununun yürürlüğe girmesi ve Etik Kurulunun teşkil edilmesi, bu yönde atılmış devrim niteliğindeki adımlardır.

Değerli milletvekilleri, günümüzde devletlerarası en başarılı entegrasyon hareketi Avrupa Birliği modelidir. Avrupa Birliği, sırf, bölgesel bir siyasî ve ekonomik hareket olmakla kalmayıp bölgeyi aşan düzeyde evrensel bir boyut da taşımaktadır. Kopenhag Siyasî Kriterleri ve Maastricht Ekonomik Kriterleri bütün dünyada genel kabul görmüş referanslardır. Türkiye, Avrupa'ya yüzyıllar süren bir yatırım yapmıştır. İşte, hükümetimiz, bu yatırımın ürün vermeye başlaması için dev bir adım atmış ve tam üyelik müzakerelerinin başlamasının yolunu açmıştır. Türkiye'nin tarihini Avrupasız düşünmek mümkün olmadığı gibi, Avrupa tarihini de Türkiye'den bağımsız düşünmek mümkün değildir. Aslında, Avrupa'nın beşyüz yıldır tüm çabası, kıtada barış ortamını sağlamaya yöneliktir.

Avrupalı krallar, bu barış ortamını, modern çağın başlarında farklı dinî ve millî unsurları yok etmekle sağlayacaklarını sanmışlardı. Engizisyonlarla, farklı mezheplere inananlar diri diri yakılıp, Yahudiler sınır dışı edilirken, o dönemde, Osmanlı, bütün mezhepler ve dinler için iltica edilecek tek sığınak durumundaydı.

Bugünlerde, AB Dönem Başkanlığını devredecek olan ve 1567'den itibaren millî varlığı için mücadele eden Hollanda'yı, 1612 yılında, dünyada ilk tanıyan ve İstanbul'da daimî büyükelçisini akredite eden yine atalarımızdır.

1815 Viyana Kongresinde Napolyon sonrası Avrupası kurulurken Türkler dışarıda kalmıştı; fakat, Türkiyesiz Avrupa, uzun dönemli bir istikrara sahip olamamıştır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının yaptığı ağır tahribat, Avrupa ülkelerini, aralarında dinî ve millî husumetleri bir kenara bırakmaya zorlamıştır. Avrupa Birliği, barışa duyulan bu şiddetli ihtiyacın bir ürünüdür. Türkiye'nin 17 Aralıkta aldığı müzakere tarihi, İngiliz Times Dergisinin ifade ettiği gibi, Türkiye'nin, beşyüz yıl boyunca etkilediği kıtaya geri dönüşüdür.

Avrupa Birliği, Türkiye için, sırf ekonomik veya siyasî boyutlu bir proje değildir. Avrupa Birliği, bunlardan daha önemli olarak, Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği gibi, dünya barışı bakımından uygarlıkların buluşması ve medeniyetlerarası diyalog projesidir. Bu yönüyle, Türkiye, tarihî ve kritik bir rol üstlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, AK Partinin iki yılı bulan iktidarında ekonomide sağlanan iyileşmeleri ve 2005 yılı bütçe hedeflerini, dünya ekonomisindeki gelişmeleri baz alarak, kısaca hatırlamakta ve karşılaştırma yapmakta yarar görüyorum.

Dünya ekonomisinin bu yıl yüzde 5, gelecek yıl ise yüzde 4'ün biraz üzerinde, dünya ticaret hacminin ise bu yıl yüzde 8,8; gelecek yıl ise yüzde 7 civarında büyüyeceği öngörülüyor. Türkiye'nin büyüme hızı, bu yıl için yüzde 8 ile yüzde 10 arasında tahmin edilirken, 2005 yılı büyüme oranı hedefi ise yüzde 5'tir.

İhracat ve ithalat toplamının millî gelire oranının yüzde 50'nin üzerinde olduğu ülkemizde, dünya talebindeki gelişmeler hayatî önem taşıyor. İhracat imkânımız bakımından dünya üretiminde ve ticaretindeki büyüme beklentilerinin bütçemizde öngörülen hedeflerle uyumlu olduğunu görmekteyiz.

Diğer taraftan, gelişmiş ülkelerdeki işsizlik oranı 2003 yılına göre küçük bir düşüş göstererek bu yıl yüzde 6,3 olarak tahmin edilirken, 2005'te işsizliğin yüzde 6,1'e gerileyeceği öngörülmektedir. Gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin sağladığı istihdam düzeyi işsizliği azaltacak boyuttadır.

Kesintisiz olarak üç yıldır büyüme kaydeden Türk ekonomisinin, gelecek üç yıl içinde de büyüme kaydetmesi hedeflenmektedir. Sanayi alt dallarında kapasite kullanım oranları azamî düzeye ulaşmıştır. Dolayısıyla, bundan sonraki ekonomik büyümenin yeni istihdam alanları açacağını kestirmek mümkün. Nitekim, bu yıl tarımdışı alanda 631 000 dolayındaki yeni istihdam artışı çarpıcı boyutta olup, büyümenin işsizliğe çare olmaya başladığını göstermektedir.

Yine Türkiye'de enflasyon oranları bu yıl için hedeflenen düzeylerde gerçekleşmiş olup, 2005 için de öngörülen hedeflere rahatlıkla ulaşılabileceği söylenebilir. Üç yıllık program uygulamasının sonunda, enflasyon oranının dünya ortalamasına büyük ölçüde yaklaşacağını öngörüyoruz.

Değerli milletvekilleri, kısa vadeli faiz oranları gelişmiş ülkelerde yüzde 1'in biraz üzerindeyken, uzun vadeli faizler yüzde 4 ile 5 arasında değişmektedir. Ülkemizde devletin iktisadî faaliyetlerden çekilmesi nedeniyle yatırım ve üretim alanları daha çok özel sektöre bırakılmış, faiz oranlarındaki düşüşler bu trendi desteklemiştir. Kamu borç stokunda bu yıl için millî gelire oranla öngörülen gerilemeler ile faiz oranlarının daha da azalabileceği tahmin edilmektedir. Nitekim, faizlerde sağlanan gerileme sayesinde faiz ödemeleri için 2003 yılında 6,3 katrilyon ve 2004 yılında 7,5 katrilyon lira tasarruf sağlanmıştır. Bu sağlanan tasarruflar, başlangıç ödeneğine göre gerçekleşmiş düzeylerdir; yani, başta öngörülen ödeneklerin daha altında faizler gerçekleşmiştir. Bu da, uzun yıllardan sonra, Türkiye'de, bütçe tarihinde ilk kez olan olgudur. Oranlarsak, başlangıç ödeneğine göre 2003'te yüzde 10, 2004'te ise yüzde 11,4 oranında faiz giderinde düşüş kaydedilmiştir. Nitekim, faiz ödemelerinin net bütçe gelirleri içerisindeki payı da 2003 yılında yüzde 63,2 iken, 2004 yılında yüzde 53,9 olarak gerçekleşmiştir, 2005 yılı hedefi ise yüzde 44,7'dir.

Yine, güven ve istikrar ortamının sağlanmasıyla özel sektör yatırımları sürekli olarak artmış, 2004 yılının ilk yarısında özel sektör makine ve teçhizat yatırımlarında âdeta patlama olmuştur.

2003'te faiz ödemeleri dahil yüzde 11,3 açık veren bütçemizin, bu yıl yüzde 7,2 açık vereceği tahmin edilmektedir. Gelecek yıl için öngörülen açık ise, yüzde 6,1'dir.

Kamu borçlanma gereğimiz ise, 2002 yılında yüzde 12,7 ve 2003 yılında yüzde 9,4 olmuştur. Bu yıl için borçlanma gereğinin yüzde 5,9'a gerileyeceği hesaplanırken, 2005 için hedef yüzde 3,6'dır. Bu hedefler ve gerçekleşmeler, birkaç yıl öncesine kadar hayal bile edilemezdi.

Kamu finansman açığı ve yüksek enflasyon, yüksek faizler için başlıca iki etkendir. Enflasyonda arzulanan standartları yakalama yönünde dev adımlar atılıyor. Kamu finansman açıklarının giderilmesi ise, temelde, sosyal güvenlik ve sağlık başta olmak üzere, gelir idaresi, bankacılık ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesine bağlıdır. AK Parti Hükümeti bu reformları yapma konusundaki kararlılığını pekiştirerek sürdürmektedir.

Kamu borçları ise, gelişmiş ülkelerin çoğunda, Maastricht Kriterlerinde öngörülen yüzde 60'ın üzerinde seyretmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde bu oran; yani, kamu borçlarının millî gelire oranı yüzde 65, euro bölgesinde yüzde 77 düzeyindeyken, OECD ortalaması yüzde 78'dir. Ülkemizin kamu kesimi net iç ve dışborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı 2002 yılında yüzde 78,7 iken, bu oran 2003 yılında yüzde 70,5 düzeyine gerilemiştir; bu yıl ise, yüzde 68 düzeyine gerileyeceği tahmin edilmektedir. Millî gelirin üçte 1'ine mal olan bir krizin ardından kaydedilen bu gelişmenin çok çarpıcı olduğunu da bu arada belirtmek gerekir.

Değerli milletvekilleri, AK Parti Hükümeti, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlarla diyalog içinde, 2005-2007 dönemini kapsayan üç yıllık bir programı uygulamaya karar vermiştir. Üç yılın sonunda, enflasyon, işsizlik, büyüme, tarım ve kentsel altyapı alanlarında temel sorunlarını çözmüş ve önemli fırsatlara sahip bir bölge ekonomisi ortaya çıkacaktır.

İstikrar programı uygulanan ekonomilerde bazı sınırlamaların olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Bu nedenle, 2005 yılı bütçesinin istikrarlı bir ekonomik ortamı temin etmek için çeşitli önlemleri barındırması gereği de açıktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapısal reformlar, kayıtdışı ekonomi, Avrupa Birliğine uyum sürecinde tarım sektörü, sosyal güvenlik ve sağlık ile vergi alanlarında yapılacaktır. Bu reformlar sayesinde, Türkiye ekonomisinin üç temel hastalığına çare bulunması hedeflenmektedir. Bunlar, kayıtdışı ekonominin en aza indirilmesi, özel sektör yatırımlarının teşvik edilmesiyle rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçişin hızlanması ve sosyal güvenlik açıklarının kapatılmasıdır.

Geçmiş iki yıl gösterdi ki, hükümetimiz, vaat ettiği tüm hedefleri başarıyla gerçekleştiriyor; fakat, biz bununla yetinmiyor ve rehavete kapılmıyoruz; çünkü, milletimiz, bugünkü başarıların daha fazlasını hak ediyor ve çok daha fazlasına da layıktır. AK Parti Hükümeti olarak istiyoruz ki, bir yandan bütçe hedeflerini tuttururken, diğer yandan ekonominin temel hastalıklarını da tedavi edebilelim.

Bu noktada, Türk vergi sisteminde adaleti tesis etmeye yönelik, yapmayı hedeflediğimiz vergi reformundan da kısaca bahsetmek istiyorum. Hükümetimiz vergi reformu aşamasına gelmeden önce malî miladı kaldırmış ve ardından vergi barışı projesini hayata geçirmiştir. Vergi barışı projesinden sağlanan kaynak, tahmin edilenin çok üzerine çıkmış ve 4,7 katrilyon liraya ulaşmıştır. Ulaştığımız bu rakamlar, girişilen bu projenin ne kadar isabetli olduğunu ortaya koymaktadır. Artık, sıra, daha kapsamlı bir vergi reformuna gelmiştir.

Bu reformun temel amaçları da şunlar olmalıdır:

Adil bir vergi sistemi kurmak ve tüm vatandaşlarımızın gönül rahatlığıyla vergi verebilmesini sağlamak.

Vergi oranlarını daha makul seviyelere indirmek.

Gelir idaremizi daha etkin hale getirmek.

Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği gibi, hükümetimiz, yeni vergi reformuyla daha anlaşılabilir, daha öngörülebilir ve daha etkin bir vergi sistemini hayata geçirecektir. Bu vergi reformuyla, vergiler tabana yayılacak, oranlar düştüğü halde vergi gelirleri artacaktır. Bu sayede hem kayıtdışı ekonomi kayda alınmış olacak hem de yatırım ortamı daha da iyileşecektir.

Sosyal güvenlik reformu ve vergi reformu dışında, bütçenin üçüncü önemli ayağını da kamu yönetimi reformu oluşturmaktadır. Bu reform, AK Parti Hükümetinin çok önem verdiği bir başka projesidir. Hükümetimiz öncelikle, devleti milletimize hizmet edebilmenin bir aracı olarak görmektedir. Bu bakımdan, kamu yönetimi reformu, bütçenin mümkün olan en etkin ve verimli bir şekilde milletimizin hizmetine sunulmasını hedefleyen bir projedir. Bu reformun neticesi olarak, yerel inisiyatifleri geliştirme stratejisi çerçevesinde, belediye kaynaklarını artırma yönünde, pek çok vergide, yerel yönetimler lehine düzenlemeler yapılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, kamu yönetiminde şeffaflığın ve hesap verebilirliğin artırılması için, Bilgi Edinme Hakkı Kanunu yürürlüğe girmiş ve analitik bütçe sistemine geçilmiştir. Bu yıl yaptığımız bütçe, yıllık olarak yapılan son bütçedir. Bundan sonra, biliyorsunuz, üç yıllık bütçelere geçilecektir; bu da, yine bu dönemde gerçekleşiyor.

Bir toplumun gelişmişlik düzeyi, fizikî ve beşerî altyapısının yeterliliğiyle ölçülür. Eğitim, sağlık, kültür gibi sosyal altyapı alanlarında reformların önümüzdeki dönemde hızlanacağını bekliyoruz. Aynı şekilde, kentleşme, ulaştırma ve haberleşme altyapısı ile toplukonut ve duble yol projelerinin hızlandırılmasıyla da fizikî altyapının tamamlanmasını amaçlıyoruz. Ana hedefimiz, Kopenhag Siyasî Kriterlerini ve Maastricht Kriterlerini sağlayarak, gelişmiş ülkeler liginin ön sıralarına geçmektir. Daha bugünden memnuniyetle görüyoruz ki, Türkiye, Avrupa Birliği üyeleri içerisinde 10 uncu büyük ekonomi olup, potansiyeli hayli güçlü bir ülkedir.

Gelişmiş ülkelerde, hükümetlerin ekonomi yönetimlerinde dikkat çeken bariz özellik, kamu maliyesi, sermaye piyasası, bankacılık kesimi ve merkez bankası arasındaki yüksek koordinasyon ve işbirliğidir. Para, banka ve sermaye piyasaları arasında insicamlı bir işleyiş olmadan başarılı olmak, hem mümkün değildir hem de diyalog ve eşgüdüm eksiği genel olarak ekonomi politikasını da sekteye uğratır. Bu bakımdan, hükümetimizin ekonomide hedeflediği hususların başında, Türk ekonomi yönetiminden sorumlu kurumlar arasında yüksek bir uyum ve eşgüdümü belli bir rekabet içerisinde sağlamak gelmektedir. Hatırlanacağı üzere, geçmiş dönemlerde ekonomimizin karşı karşıya kaldığı krizlerin önemli bir sebebi de -burası çok iyi hatırlanmalıdır- ekonomi yönetimiyle ilgili kurumlar arasında bu tarz bir uyumun ortadan kalkması olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aşağıdaki değerlendirmeleri de yaparak konuşmamı tamamlamak istiyorum.

Hükümetimizin uygulamış olduğu iki bütçe ile önümüzdeki yıl bütçeleri bakımından bir değerlendirme yapacak olursak, 2003 bütçesini telafi bütçesi olarak niteleyebiliriz. Bu bütçeyle yaralar sarılmış, acil müdahaleler yapılarak geçmişteki zararların telafisine çalışılmıştır. 2004 bütçesi ise bir ihtiyat bütçesidir. 2003 bütçe hedefleri fazlasıyla tutturulmasına rağmen, 2004 bütçesinde ihtiyat elden bırakılmamış, iyileşmelerin kalıcı olup olmadığı -deyim yerindeyse- yoklanmıştır. Bu bütçeyle ekonomideki istikrar test edilmiştir. 2005 bütçesi ise bir atılım bütçesidir. 33 katrilyon lira olarak gerçekleşeceği anlaşılan 2004 bütçe açığının 2005 için 29 katrilyon liraya düşürülmesi hedeflenmiş ve yatırımlara ayrılan miktar, bir önceki bütçeye göre yüzde 50 civarında da artırılmıştır. Faizdışı harcamalarda da oransal olarak artışlar söz konusu olmuştur ki, bu da, aslında, bütçemizin sosyal niteliğinin olduğunu gösteren çok önemli bir veridir, rakamdır.

2005 bütçe büyüklükleri, önümüzdeki üç yılda uygulanacak programla da uyumludur; ancak, bu programın ve 2005 bütçesinin yeni başarılara imza atabilmesi, öncelikle reformların gecikmeden yapılmasına bağlıdır. Bu programın uygulanmasıyla, kamu kesimi, topladığı kaynağı rant olarak dağıtan bir mekanizma olmaktan çıkacaktır. Vergi reformunun hızla hayata geçirilmesi yoluyla, hedeflenen gelirlere ulaşılacaktır.

Finans sistemimizdeki tekelci yapı, yerini, rekabetçi bir yapı ve işleyişe bırakacaktır.

Devlet, özel sektör faaliyetlerini koordine eden ve yönlendiren bir konumdan, adalet ve güvenliği etkin olarak sağlayan, zayıf ve güçsüzlere koruma sağlayan, sosyal boyutu güçlü bir yapıya kavuşacaktır.

İstihdam vergileri ve yatırımları caydıran her türlü kısıtlama en aza indirilerek, devletin, bireysel ve toplumsal çabaların üretime dönüşmesine engel olan uygulamaları ve düzenlemeleri tasfiye edilecektir.

E-devlet projesiyle, kamu hizmetleri, toplumun hak ettiği şeffaflık, sürat ve etkinlikle temin edilecektir.

Kamu hizmetlerinde "bugün git yarın gel" anlayışı bitecek, her iş için Ankara'ya gelme ihtiyacı kalmayacaktır.

Kültür, turizm, tarih, coğrafya ve nüfus itibariyle sayısız potansiyeli olan Türkiye'nin bunu ekonomik değere dönüştürmesinin önündeki engelleri kaldıracak projelere öncelik verilecektir.

Tarımsal kesim, kırsal kalkınma perspektifinde ele alınacak ve ülkemizin bozulmamış doğallığı, başta organik tarım için yatırım alanları olmak üzere yeni fırsatlara dönüştürülecektir.

Üç yıllık ekonomik program ve bunun bir parçası olarak 2005 bütçesiyle, yine, KOBİ'lerimize ve çiftçimize önemli ölçüde destekler sağlanacaktır. Bunu, mevcut 2005 yılı bütçesinde de görmek mümkündür.

Ayrıca, kamu harcamalarının finansmanında, daha önce de uygulama alanı bulan gelir ortaklığı senedi gibi alternatif kaynakların da geliştirilmesi gerekecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken, hükümetimize ve AK Partiye destek vermeye devam eden milletimize ve ülkemize 2005 yılı bütçesinin hayırlar getirmesini diler, Grubum ve şahsım adına hepinize saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Gedikli, çok teşekkür ederim.

Gruplar adına ikinci konuşma, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'ındır.

Sayın Baykal, süreniz 1 saat efendim.

Buyurun. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının görüşmelerinin son aşamasına gelmiş bulunuyoruz. Bu oturumumuzda, bütçeyle ilgili değerlendirmelerimizi yaparak, bütçeyi yürürlüğe koymayı ümit ediyoruz. Bütçe çalışmasının bu noktasında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini ve değerlendirmelerini Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyumuza sunmak üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, Sayın Başkan sizi, değerli milletvekillerimizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmeleri, ekonominin genel durumunun değerlendirilmesi, gidişatın fotoğrafının çekilmesi, halkın gerçek durumunun anlaşılması için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Geçmişte bütçe görüşmeleri, hep bu çerçevede, önemli toplantılar niteliğinde gerçekleşmişti; günümüzde, yavaş yavaş sıradanlaşmaya başladı. Tabiî, günümüzde bütçe görüşmelerinin ilgiyi ve dikkati kaybetmeye yönelmesinin altında, bütçelerin, giderek otomatik belirlenen, siyasî müzakereyle içeriği şekillendirilemeyen, bir anlamda, Türkiye'nin denetimi ve tercihi dışında ortaya çıkan bir çerçeveyi uygulamaya yönelmiş olması önemli bir unsur durumundadır. Bütçeye ilgiyle, merakla bakmak için fazla neden kalmamıştır; çünkü, bütçeler, esas itibariyle otomatik bir uygulama metni haline gelmiştir. Türkiye'nin IMF'yle ekonomik ilişkisinin getirdiği kısıtlamalar ve çerçeveler bütçeyle uygulanmaya başlanmıştır ve bütçeye yönelik tartışmalar önemini kaybetmiştir; ama, aslında ben, bulunduğumuz noktada, tam bu noktada, bütçenin bir yeni anlayışla değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum; çünkü, Türkiye'de her şey otomatiğe bağlanmış, çaresiz bir tablo içerisinde gidişat yolu tutmuş ve her şey böyle devam edecek gibi bir bekleyiş ve anlayış kontrolünde yürüyor; bu, çok doğru, çok sağlıklı bir değerlendirme değil. Bütçeyi, bir durum değerlendirmesi için, gidişatın nereye olduğunun doğru anlaşılması için bir fırsat olarak görmek ve kullanmak ihtiyacı var. O nedenle, bu çerçevede, biz, Türkiye'nin ekonomik durumuyla ilgili bir genel değerlendirmenin, bu vesileyle, yapılmasında yarar görüyoruz. Bu konudaki anlayışımızı sizlerle paylaşmak istiyoruz. Çünkü, önümüze getirilen rakamlar, bir çaresizlik duygusu içerisinde, teslimiyet duygusu içerisinde değerlendiriliyor. Sevinilecek tarafları varsa oralardan sevinç rüzgârları estirilmeye çalışılıyor; üzüntü verici tarafları varsa görmemezlikten gelinmeye çalışılıyor ve böylece, bu, bir rutin işlem, sıradan bir bürokratik faaliyet halinde yürüyor, olayın siyasî özü kayboluyor.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de ekonominin gidişatı neyi ortaya koyuyor? Nasıl bir ekonomik gidişat söz konusudur? Tabiî, bu konuya cevap teşkil etmek üzere Türkiye'de pek çok değerlendirmeler yapılıyor. Her çevrenin kendine göre bir teşhisi var, bir değerlendirmesi var; bu teşhisi, değerlendirmeyi kabul ettirmeye çalışıyor; ama, bizim, daha gerçekçi bir biçimde ekonominin nereye doğru gittiğini doğru fotoğraflamamız gerekir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, 1999 yılından beri bir IMF programını yürütmeye çalışıyor. Bu program 2001 yılında yenilendi. AKP Hükümeti, bu bütçeyle üçüncü bütçesini Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuyor. Bu bütçenin gerisinde iki tane bütçe vardır; bu, üçüncü bütçedir. Bu bütçelerin tümü de IMF ilişkileri çerçevesi içerisinde şekillenmiş bütçelerdir. Türkiye, IMF'yle 19 tane anlaşma yapmıştır. Şimdi, hükümetimiz 20 nci anlaşmayı yapmaya çalışıyor. Dünyada IMF'yle 20 tane anlaşma yapmış bir başka ülkenin varlığından, ben, haberdar değilim. 16-17 tane yapmış olanlar var; şimdi, Türkiye, 20 nci IMF anlaşmasını yapıyor.

Değerli arkadaşlarım, bir ekonominin, Türkiye konumundaki bir ekonominin iyi işleyip işlemediği, gidişatın olumlu ve iyi bir istikamete doğru olup olmadığı nasıl belirlenir, hangi ölçüyle belirlenir, neye bakacağız ki, ekonomi iyi diyeceğiz; ilk yapılması gereken iş, galiba, buna doğru bir cevap vermektir. Ekonomiyi ölçerken kullanacağımız kriterleri doğru saptamamız gerekiyor; çünkü, ortada çok kriter var. Bunların bir kısmının anlamı yoktur, bir kısmı yapaydır, bir kısmı önemlidir; ama, onun tam öte tarafında bambaşka olumsuz işaretler vardır. O nedenle, neye bakacağımızı görmemiz lazım.

Şimdi, baktığımız zaman, Türkiye'de, bizim sevinmemize yol açacak bazı gelişmeler var. Nedir onlar?.. Enflasyon iniyor; enflasyonun inmesine bağlı olarak faizler iniyor; Türkiye'de, büyüme kendisini hissettirmeye, göstermeye başladı; büyüme konusunda sevindirici sayılabilecek işaretler var. Tablo da aşağı yukarı budur.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, enflasyonla mücadele, tabiî, çok önemli, Türkiye'nin temel konusu. Türkiye, yıllardır bu mücadelenin içinde, özellikle, işte, 1999 yılındaki IMF programıyla buna başlandı, metot 2001 yılında değiştirildi, şimdi o devam ediyor. Hatırlayacaksınız, bu enflasyonla mücadelenin ölçülmesi açısından şunu zihnimizde tutmakta yarar var: 2001'de yüzde 88,6 olan TEFE, enflasyonla mücadele sonucunda, 2002'de yüzde 30,8'e düşmüştü. Yani, toptan eşya fiyatları endeksi, yüzde 88,6'dan yüzde 30,8'e 2002 yılında düşmüştü ve 2001 yılında yüzde - 9,5 olan büyüme hızı, 2002'de yüzde 7,9'a çıkmıştı. Yani, 2002 yılında, AKP iktidarı görevi devralmadan önce, Türkiye'nin uygulamakta olduğu IMF programının bir sonucu olarak, enflasyon yüzde 88'den yüzde 30'a düşmüştü, büyüme de - 9,5'tan + 7,9'a çıkmıştı.

Şimdi, bu trend devam ediyor. Bugünkü hükümetin bizim önümüze koyduğu manzara budur. 2003 yılında da, 2004 yılında da, Türkiye'de, enflasyondaki düşme, öngörüldüğü şekilde, aşağı yukarı gerçekleşmiştir. Ekim ayında bir hafif, bizi üzen bir gölge geçer gibi olmuştur; ama, umut ediyoruz onlar kontrol edilecektir ve enflasyon, 2004 yılında da, 2003 yılında olduğu gibi düşmeye devam edecektir.

Bu, sevindirici bir olaydır; ama, bir ekonomiyi, bütün ölçüleri bırakarak sadece bununla ölçmek kadar yanlış bir şey olamaz. Buna bağlı olarak faizler düşmüştür, düşmesi kaçınılmazdır; yani, yüzde 88 enflasyon olan bir ortamda faizlerin yüzde 90'ın üzerinde olması kadar doğal bir şey yoktur. Enflasyon yüzde 30'a düştüğü zaman faizler de yüzde 35'e, yüzde 40'a doğru düşer, yüzde 20'ye düştüğü zaman yüzde 20 civarına düşer. Bu, çok doğaldır. Bu, enflasyondaki inişin bir uzantısıdır, bir doğal sonucudur.

Türkiye'de, büyümeyle ilgili olarak da kendisini gösteren gelişme, üst üste üçüncü yıl ekonomi büyüme işaretleri veriyor; bunu, memnuniyetle karşılıyoruz; ama, özellikle, 2004 yılında kaygı verici bir tablo ortaya çıkmaya başlamıştır büyüme bakımından. Çünkü, birinci üç aylık dönemde, birinci çeyrekte önemli, etkileyici bir büyüme hızı kendisini göstermiş; 12,5'lik bir büyüme ortaya çıkmış; ikinci üç aylık dönemde 14,3'lük bir büyüme gerçekleşmiş, daha da hızlanmış yılın ikinci üç ayında; ama, üçüncü üç ayında birdenbire bu büyüme 4,7 düzeyine düşmüştür. Bu da yüksek bir büyüme sayılabilir hepsi birlikte düşünüldüğü zaman; ama, burada dikkat edilecek nokta, bir gaz, bir fren... İstikrarlı, sürekli, güven veren bir büyüme temposunu ekonomimizin yakaladığını söylemek olanağı yok. Yüksek büyüme hızları, ani düşüşler, tekrar yüksekler... Bu, güven vermiyor. İstenen, yüzde 7'yse yüzde 7 sürekli, yüzde 8'se yüzde 8 sürekli, istikrarlı, geleceğe de güven veren bir şekilde sağlanabilmesi. Bu bakımdan, enflasyonda düşme var, enflasyondaki düşmeye paralel faizde düşme var; ama, reel faizde düşme var mı, onu konuşacağız. Reel faizde maalesef o düşme yok. Büyüme hızında memnuniyet verici işaretler var; ama, oturmuş değil, güven verici değil, sürekli olacağı konusunda bizi tatmin edecek bir tablo içinde değil. Şimdi, böyle bir manzaradayız.

Burada neye bakacağız peki -bunu konuşuyoruz hep, başından beri konuştuğumuz bu- Türkiye'de ekonominin bakılacak pek çok yönü var. Nedir bunlar; bir, önce Türkiye, borçlar karşısında nasıl bir manzara sergiliyor, Türkiye'nin borç tablosu nedir, borçların durumu nedir; önce bunların aydınlatılması gerekiyor.

Ayrıca, ne gerekiyor; Türkiye'nin dışticareti, yani, borçları belirleyen ana alt unsur, dışticaret nasıl gelişiyor? Geleceğe yönelik olarak dış ticaretimiz umut ve güven veren bir istikamette mi? Sevindirici bir tablo sergiliyor mu, yoksa, kaygı verici bir tablo mu var? Türkiye'de dış ödemeler dengesiyle ilgili cari işlemler açığı manzarası ne? Türk ekonomisi, cari işlemler dengesi bakımından nasıl bir olay gösteriyor? Bu, borç, dış ödemeler dengesi, dışticaret açığı, cari işlemler açığı, bunların hepsi çok önemli; çünkü, biz, Türkiye olarak geride bıraktığımız dönemlerde daima döviz krizleriyle karşı karşıya kaldık. Yani, Türkiye, kalkınmak için büyük hamleler yaptı, yatırımlar yaptı, sanayileşme çıkışları gerçekleştirdi; ama, bir süre sonra nefesi kesildi, döviz problemleri kendisini gösterdi, devalüasyonlar onu takip etti; böyle sıkıntılı bir sürecin içinden geçtik; tarihî olarak, daima, biz bir döviz problemini karşımızda bulduk. Şimdi, içerisinde bulunduğumuz dönemde buna kaygı yok; dalgalı kur uyguluyoruz, merak etmeyin deniliyor; ama, Türkiye'deki bu dış ödemeler dengesiyle ilgili gelişmelerin özel bir ilgiyle ele alınması her zamankinden daha büyük bir ihtiyaç olarak, bence, kendisini gösteriyor.

Ayrıca, tabiî, borçlar ne durumda? Dış ödemeler dengesi ne durumda? Cari açık ne durumda? Yatırımlar ne durumda? Türkiye yatırım yapıyor mu? Türkiye'nin yatırım yapıp yapmaması, olağanüstü önemli, ülkenin geleceği için önemli, yarın için önemli. Yatırım yapmayan bir ekonominin geleceğe güvenle yürüyor olduğunu söylemek kesinlikle mümkün değil. Yatırımlar tablosu nedir? İşsizlik tablosu nedir? Vergiler artıyor mu azalıyor mu? Vergiler adaletli mi, değil mi? Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik hizmetleri nasıl yerine getiriliyor? Gelir dağılımı düzeliyor mu? Kayıtdışı ekonomi giderek kontrol altına alınıyor mu? Ana sorunlar bunlar. Bunlar olursa bir ülkede, ekonomi olumlu istikamette gelişiyor deriz. Bunlar olmuyor, hele, bunların tersine bir gelişme oluyorsa, eyvah, kaygı duymayı gerektiren bir tablo vardır, ekonomide ciddî sıkıntılar şekilleniyor demektir. Şimdi, böyle baktığımız zaman ne görüyoruz?..

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bugün, 160 milyar dolar dışborçla, dünyada, en çok borçlu ilk 10 ülkeden biridir. Toplam net kamu borcu, gayri safî millî hâsılamızın 2000 yılında yüzde 57'siydi, şimdi yüzde 80'e dayanmıştır. Kasım 2002'de, yani, AKP İktidarı işbaşına geldiği tarihte, kamu kesiminin toplam içborcu 144 katrilyon lira idi, şimdi, toplam içborcumuz 235 katrilyon liradır; yani, 91 katrilyon lira, geride bıraktığımız dönemde, iki yıllık dönemde, Türkiye'nin borç stokuna ekleme yapılmıştır. Eski borçlardan bahsetmiyorum, bu iktidarın döneminde üretilen, ortaya çıkarılan yeni borçlardan söz ediyorum. 144 katrilyon lira devralındı, 91 katrilyon lira eklendi. Bu ne demektir biliyor musunuz; üçüncü yılın sonunda, cumhuriyet tarihinin, taa Atatürk'ten, İsmet Paşa'dan, Bayar'dan, Menderes'ten, Demirel'den, Bülent Ecevit'e kadar, Tansu Çiller'e kadar, Mesut Yılmaz'a kadar, Necmettin Erbakan'a kadar, gelmiş geçmiş bütün başbakanların yaptığı, cumhuriyet tarihinin toplam içborcu kadar bir içborcun, bu üçüncü yılın sonunda ortaya çıkması söz konusu olacaktır demektir. Yani, Türkiye'nin seksenüç yılda yaptığı borca eşit bir borcu, Türkiye, üç yılda yapma konumuna gelmiştir.

Değerli arkadaşlarım, konsolide bütçenin, sadece konsolide bütçenin kamu kesimi toplam borç stoku 2002 yılı başında 141 milyar dolardı; bugün, 230 milyar dolar olmuştur. Konsolide bütçenin toplam kamu borç stoku, bu iktidar döneminde, 90 milyar dolar artırılmıştır; 141 milyar dolar, 90 milyar dolar artırılmıştır. Bu ne demektir, biliyor musunuz; sizin, bu iktidar döneminizde, iki yılda, her Türk vatandaşına, siz, 1 250 dolar ek borç yaptınız. İki yılda, her Türk vatandaşının borcunu 1 250 dolar artırdınız; ama, bu iki yılda, gayri safî millî hâsılayı, adam başına düşen geliri 1 250 dolar artırmadınız. Gayri safî millî hâsılaya getirdiğiniz artıştan fazlasını, her bir insanımıza borç olarak yazdınız. Bu borçların vadeleri kısa, faizleri yüksek ve maalesef, bu borçlar, çok büyük ölçüde kura bağımlı bir nitelikte. Dışborçlar, zaten kuru doğrudan yansıtıyor, içborçlar, yüzde 20'siyle dövize endeksli borçlar niteliğinde; yani, kurdaki oynamalar buraya yansır. Bazen bu yansıma olumlu olur. Eğer, değerli bir paranız varsa, paranızı gerekenin üzerinde değerli tutuyorsanız, borçlar gereğince artmıyor gibi gözükür; ama, bir süre sonra kur politikasının şartları sizi gerçekçi bir kur uygulamaya mecbur ederse,  o zaman, birdenbire görürsünüz ki, borçlarınız, o zannettiğiniz kadar o düzeyde değil, çok daha yüksek bir düzeydedir ve birdenbire tablo tersyüz olabilir.

Değerli arkadaşlarım, piyasalardaki kullanılabilir fonların, bu borçları ödeme arayışı içinde, giderek daha büyük bir kısmının malî sistem dışına çekildiğine tanık oluyoruz. Bu, 2002'de yüzde 47 düzeyindeydi, 2003'te yüzde 52'ye çıktı, 2004'te yüzde 62'ye; içekonomik kaynakların yüzde 62'si, şimdi borç ödemeye yönelik olarak kullanılıyor; çünkü, piyasadan bu borçlanma gerçekleştiriliyor.

Bu borçlanmayı, yani, bu iktidar döneminde ortaya çıkan borçlanma konusundaki bu tabloyu, olumluya doğru bir sevindirici gelişme olarak değerlendirmek olanağı var mı?! Bu borç tablosundan memnuniyet ifade etmek, bunun, iyi bir gelişme olduğunu söylemek kesinlikle mümkün değil; çok açık, üzüntü verici bir tablodur ve her sorunun altında da bu borçluluk tablosu yatar. Bir süre sonra başka sorunlara bu kendisini yansıtacaktır. Bu açıdan bakarak, bir sevinç ifade etmek olanağı yoktur.

Dışticaret nasıl gelişiyor; dışticaret ilişkilerine baktığımız zaman, maalesef, aynı sıkıntılı tabloyu görüyoruz. Kasım 2002'de siz iktidarı devraldığınız zaman Türkiye'nin 14 100 000 000 dolarlık bir dışticaret açığı vardı; yılda 14 100 000 000 dolar açık yapıyordu Türkiye. Şimdi geldiğimiz noktada, geride bıraktığımız 12 aya göre, dışticaret açığı 32 500 000 000 dolardır; büyük bir olasılıkla, yıl sonunda 35 000 000 000 dolarlık bir açık olarak bunun gerçekleşmesi de söz konusudur.

Yani, 14 100 000 000 dolardan aldığınız dışticaret açığını, şu anda 32 500 000 000 dolara çıkarmış durumdasınız. Yani, siz, 144 katrilyon olarak aldığınız borçları 235 katrilyona çıkarmış durumdasınız; 141 milyar dolarlık borcu, 230 milyar dolarlık borca çıkarmış durumdasınız. Bu da sevindirici bir manzara değil; gayri safî millî hâsılanın yüzde 11'i, 12'si düzeyinde dışticaret açığı veren bir ülke haline dönüşmüş durumdayız.

İthalatın içindeki tüketim mallarının oranı, payı, aramalların oranı, payı, yatırım mallarının oranına, payına göre hızla artıyor. Türkiye, giderek daha çok tüketiyor, daha çok ithalat yapıyor ve ithal ettiğini de, çoğu kere tüketime yönelik olarak kullanmak durumunda oluyor.

İhracatın ithalatı karşılama oranı, geçen yıl, 2003 yılında yüzde 73 idi, bu yıl ekim ayı itibariyle yüzde 64'e düşmüştür. Yüzde 60'lar alarm verir. Bir ülkenin dışticareti, ihracatı ithalatının yüzde 60'ını ya da onun altında bir kısmını karşılar hale gelmişse, o ülkenin dışticareti çok ciddî bir kırmızı alarm veriyor demektir.

Bu gelişmelerin bir sonucu olarak, Türkiye'nin cari işlemler dengesi de, maalesef, olumsuz bir tablo sergilemektedir. Siz iktidara gelirken aldığınız cari işlemler açığı 1 500 000 000 dolardı, bugün, şu anda 14 400 000 000 dolara gelmiştir. Türkiye, 15 milyar dolarlık cari açığı konuşuyor; 1 500 000 000 dolardan 10 katı yüksek bir düzeye çıkan cari açığı.

Değerli arkadaşlarım, cari açık gayri safî millî hâsılanın yüzde 5'ini bulduğu zaman, yine, kırmızı alarm kabul edilir. Türkiye'de gayri safî millî hâsılaya kabaca 300 milyar dolar dersek, bu, 15 milyar dolara geldiği zaman kırmızı alarm var.

Bunlar, sevindirici olaylar değil; bunlar, çok ciddî bir manzarayı gösteriyor. Bunun ortaya çıktığı tablonun; yani, bu yüksek borç tablosunun, dışticaret açığı ve cari açık manzarasının karşısında ne duruyor; Türkiye'de faizdışı fazla konusunda birkaç yıldan beri sergilenen olağanüstü çaba duruyor. Türkiye, yüzde 6,5 faizdışı fazla verme politikasına angaje. Şu anda, dünyada, yüzde 6,5 faizdışı fazla verme çabası içerisinde olan başka hiçbir ülke yoktur. Geçmişte, Bulgaristan bir ara o duruma girdi, hızla çıktı. Şimdi, Türkiye, kaçıncı yıldır ki, yüzde 6,5 faizdışı fazlayı verme durumundadır.

Faizdışı fazla, Türkiye'de, borçların azaltılması için uygulanıyor. Borçlar azalıyor mu; borçlar azalmıyor. Faizdışı fazla uygulamanın bir bedeli, yatırımları kesmektir, orta dönemde kalkınmayı sıkıntıya sokmaktır. Faizdışı fazlanın bu kadar yüksek olması, kamu hizmetlerinin çok ciddî bir şekilde sıkıntıya girmesi demektir, ücretlerin daralması demektir. Bütün bunları Türkiye uyguluyor. Niçin uyguluyor; borçlar azalsın diye. Azalmıyor. Niye azalmıyor; çünkü, reel faizler, Türkiye'de borçların azalmasına izin vermiyor.

İstikrarlı bir ekonomide olması gereken faiz düzeyinin 2 katı civarında bir faizi Türkiye olarak ödüyoruz. Önümüzdeki yıl yüzde 8 bir enflasyon hedefine sahibiz. Gelecek yıl ödemek üzere yapılan borçlanmaların faizi, hâlâ, yüzde 20'ye yakın düzeylerde kendisini gösteriyor. Bu, Türkiye'de, çok ciddî bir reel faiz kanamasının yürürlükte olduğunu gösteriyor. Reel faizin bu kadar yüksek olması, yüksek borçluluk tablosu olan bir ekonomide en ciddî sorun olarak kendini gösteriyor.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu yüksek faizdışı fazla politikasının sonucu olarak, kamu yatırımlarından vazgeçmiş bir görüntü sergiliyor. Cumhuriyet tarihinin en düşük düzeyini 2004 yılında yaşadık; Türkiye'de kamu yatırımları yüzde 4'e düştü. 1970'lerde bunun 2 katıydı, 1980'lerde yüzde 9'du, 1990'lı yıllarda yüzde 7 ortalama oldu ve şimdi, yüzde 4 oldu. Nüfus artmış, kentler büyümüş, altyapı ihtiyacı yaygınlaşmış, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik talebi artmış; ama, Türkiye, yatırım yapamayan bir ülke ve bu, Türkiye'nin hem halini hem de geleceğini çok ciddî şekilde tahrip eden bir tablo yaratıyor. Şimdi, böyle bir manzaranın içerisindeyiz.

2003 fiyatlarıyla, yani, sabit fiyatlarla, 1990'ların ikinci yarısında yapılan altyapı yatırımları 18-19 katrilyondu. Şimdi, aynı fiyatlarla 2004 yılında yapılmış olan altyapı yatırımları 10 katrilyon düzeyinde olmuştur. Bu kadar ağır bir gerilemeyi, altyapı yatırımlarındaki gerilemeyi yaşamak durumunda kalmışız.

Tabiî, kamu yatırımlarının azalması, Türkiye'nin geçmiş yıllardan beri yöneldiği büyük yatırım projelerini tamamlama şansını da ciddî şekilde sıkıntıya sokuyor; yani, örneğin, Devlet Su İşlerinin projelerinin tamamlanması onbeş yıl gerektiriyordu, şimdi bu tempoyla bu iş otuz yıla sarkmaya başlıyor. Bunun sonucu ne oluyor; bunun sonucu, Türkiye, sularını, ekonomisinin hizmetine sokamıyor. Yatırım yapılmış; yüzde 80'i, yüzde 90'ı yapılmış yatırımın; ama, yüzde 10'unu veremiyorsunuz, onu vermediğiniz için, Türkiye, yaptığı o trilyonlarca liralık yatırımın nemasını alamayan, bir büyük israfa seyirci kalan bir ülke konumuna düşüyor. Bugün, Devlet Su İşlerinin yatırımıyla sulama yapan bir çiftçimiz, dönümünü 10 000 000 liraya suluyor; ama, o yatırım tamamlanmayınca, kendi çabasıyla, elektrik kullanarak, pompa kullanarak, aynı miktarda araziyi, 1 dönüm araziyi 70 000 000'a sulamak zorunda kalıyor. 1'e 7 çok büyük bir haksızlık, vatandaşın, çiftçinin sırtına bindiriliyor. Üstelik, yatırım yaparsanız kendi suyunuzu kullanacaksınız; şimdi, yatırım yapmadığınız için, 70 000 000'a suladığınız her dönümde, başka ülkelerden ithal ettiğiniz doğalgaza, ithal edilen yabancı enerji kaynağına para ödemek zorunda kalıyorsunuz.

Bu tabloda hiçbir değişme olmamıştır; yatırımsızlık aynen devam ediyor; artarak devam ediyor. Türkiye'nin en vahim konularından biridir ve orta vadeli geleceğini çok ciddî şekilde sıkıntıya sokmaktadır. Bütün bunların gösterdiği bir şey var; izlenen bu ekonomi politikası, babalarımızın mirasını ve çocuklarımızın hakkını yiyen bir ekonomi politikası haline geliyor.

Değerli arkadaşlarım, bunun en önemli sonuçlarından biri de işsizliğin çok tehlikeli bir düzeyde ortaya çıkmasıdır. Maalesef, Türkiye'de, geride bıraktığımız dönemde, çok tehlikeli bir işsizlik tablosuyla karşı karşıyayız, bir işsizlik felaketi kendini gösteriyor. Bugün, istediğiniz araştırmayı yapın, Türkiye'nin en önemli sorunu nedir diye sorun, alacağınız cevap "işsizlik" olacaktır. Türkiye, daha, geçmişin yaralarını saramadı; ama, yeni ortaya çıkan işgücü talebine de cevap veremeyen bir noktada.

Katılım öncesi ekonomik program hazırlandı. Bu programda, Türkiye'nin önümüzdeki üç yıl için iş bulma umudu 1 600 000 kişiye yönelik olarak ifade edilebiliyor; önümüzdeki dönemde 1 600 000 kişiye iş vereceğiz deniliyor. Türkiye'de, her yıl 850 000 kişi iş ordusuna katılıyor. Bu, üç yılda 2 500 000 insandır. Bu demektir ki, Türkiye'de, zaten çok ağır olan işsizlik tablosu, önümüzdeki üç yıl boyunca daha da ağırlaşacaktır ve hükümet de bunun farkındadır, bunu öngörmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bugün, işsiz sayısı, ikinci çeyrekte 10 407 000 kişiyi bulmuştur; resmî işsizlik sayısı. Bu istatistikler çok tartışmalıdır, güvenilir de değildir; ama, kabaca bir fikir veriyor diyorsanız, Türkiye'de, resmen 10 500 000 insan işsiz olduğunu beyan ediyor. Türkiye'de, işsiz olduğunu beyan edenlerin sayısında azalma var; çünkü, iş bulma umudu azaldıkça, işsizliğini ilan edenlerin sayısı da, ona bağlı olarak azalıyor. Bugün, kahveleri dolduran gençler işsiz, 40-50 kişinin alınacağı işlere, ilan üzerine başvuranların sayısı, bununla mukayese edilemeyecek şekilde binleri buluyor. Güvenlik görevlisi olmak üzere sıraya girmiş, bekleyen üniversite mezunu gençler var. Bütün bunlar Türkiye'deki işsizlik tablosunun acı görüntüleri.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, şu anda, 10 katrilyon liranın üzerinde İşsizlik Fonunda kaynak birikmiştir. Sadece, bu yıl, 2005 yılında İşsizlik Fonuna 5,4 katrilyon liralık bir ekkaynak gelecektir; ama, şu ana kadar işsizlikle mücadele için Türkiye'nin harcadığı para, 2004 yılında, sadece 239 trilyon lira olmuştur. 5,4 katrilyon lira, bu yıl, İşsizlik Fonuna kaynak gelecek, bu yıl planlanmış olan harcama da 296 trilyon liradır; yani, Türkiye, işçilerden ve işverenlerden, işsizliğe karşı mücadele etmek üzere kestiği fonları, primlerden oluşan fonu, bir çeşit vergi gibi, borç finansmanında kullanma noktasındadır. İşsizlikle mücadele için toplanan fonlar, işsizlikle mücadele için değil, tam tersine, maalesef, Türkiye'de rantiye kesimin faizinin finansmanı için kullanılmaktadır. Bu da çok acı bir tablo ortaya çıkarmaktadır.

Kayıtdışı işçilik ve kayıtdışı ekonomik alan hızla gelişmektedir. Yapılan çalışmalar açıkça göstermiştir ki, son bir yıl içerisinde, Türkiye'de, kayıtdışı işçilerin sayısı yüzde 55,4'e çıkmıştır ve 12 670 000 kişinin kayıtdışı olduğu, Devlet İstatistik Enstitüsünün resmî rakamlarıyla ifade edilmektedir. 2003 yılında yüzde 50,6 idi, şimdi yüzde 55,4'e çıkmıştır. 2002 yılında yüzde 52 düzeyinde kayıtdışı istihdam vardı. Değerli arkadaşlarım, dünyanın bilinen herhangi bir ülkesinde bu ölçüde bir kayıtdışı manzarası yoktur.

Şimdi Türkiye'deki ekonomik tablo aşağı yukarı şekillenmiş oluyor. Türkiye'de borçlar artıyor, cari açık artıyor, dışticaret açığı artıyor, reel faizler düşmüyor, Türkiye'de kamu yatırımları azalıyor, kayıtdışı sektör genişliyor, işsizlik artıyor... Bunlar somut, bilimsel, ekonomik, teknik tespitler; ama, bu manzara karşısında, ekonomi düzeliyor, iyiye gidiyor diye kendimizi aldatmaya gayret ediyoruz. Değerli arkadaşlarım, bu doğru bir yaklaşım değildir. Ciddî sorunlarımız var, önemli sorunlarımız var. Maalesef, o ciddî, önemli sorunları çözme umudunu dahi ifade edebileceğimiz bir aşamaya hâlâ gelebilmiş değiliz. Şu anda dahi ekonomi her an bir kırılganlık manzarası sergilemeye devam ediyor ve ekonominin, makroekonomik dengelerin yerine oturduğunu, Türkiye'nin rahatladığını, önünün açıldığını, bu politikanın, bizi, aynen bu şekilde uygulanarak yakın bir sürede kendi ayaklarımız üzerinde duracağımız bir aşamaya getireceğini söylemek olanağı maalesef yok.

Değerli arkadaşlarım, ekonominin bu tablo içinde bulunması, unutmayalım, o yüzde 6,5 faizdışı fazlaya rağmen ortaya çıkmıştır; yani, borçlardaki artış, diğer artışlar, yüzde 6,5 faizdışı fazla. Şimdi böyle bir tablonun sonucunda eğer ekonomi başarılı bir noktada olsaydı, herhalde, bugünkü hükümet çıkıp derdi ki: "Ekonomiyi toparlamaya başladık; IMF'yle özel bir ilişki kurmaya gerek yok, kendi yolumuza kendimiz devam edeceğiz." Ama, maalesef, hükümet, bunu ifade etme noktasında değildir; olmadığını kendisi de tespit etmiştir ve şimdi, iki yıllık ağır bir IMF programı uygulamasının sonucunda, hükümet, IMF'ye gidip "lütfen, bizi bırakmayın; lütfen, bizi kendi halimize bırakmayın; biz, kendi halimizle devam edemeyiz. Tablo ortada; bize sahip çıkmaya devam edin, bize destek verin; sizinle üç yıl daha beraber yürümeye hazırız, gönüllüyüz, bunun gereğini yapacağız" demiştir. Niye demiştir; demek zorundadır da onun için. Niye demek zorundadır; ekonomi toparlanmamıştır da onun için!.. Ekonomi toparlanmış olsaydı, bir üç yıl daha, getir, vur kelepçeyi elime diye, hükümet gönüllü olabilir miydi. (CHP sıralarından alkışlar)

Piyasalar demiştir ki: "Aman, sakın ha, IMF'den kopma; koparsan işler karışır." Hükümet de "gerçekten, sakın kopmayayım; koparsam, ben ayakta kalamam, yığılır kalırım olduğum yere. O nedenle, IMF gelsin, sahip çıksın" demiştir. Şimdi, AKP, IMF'yle, iki yılın üzerine -üçüncü yıl başlamak üzere- üç yıllık bir IMF programına girmiştir.

Bu neyi gösteriyor; bu başarıyı mı gösteriyor?! Makroekonomik dengelerin oturduğunu mu gösteriyor?! Türkiye'nin kendi yolunu kendisinin çizebileceğini mi gösteriyor?! Tam tersini gösteriyor. Niçin; işte, deminden beri anlattıklarımdan dolayı. Onları herkes görüyor.

Bakmayın siz, gazeteler bunları yazmıyor diye, bunlar yok değildir. Herkes birbirinin moralini bozmamaya çalışıyor, aman oluyor, bitiyor havasını vermeye çalışıyor. Bundan bir şikâyetimiz yok; versinler, moral de önemli bir unsur; ama, işin gerçeğini de görelim. İşin gerçeğinde, Türkiye, kendi ayakları üzerinde duracak aşamaya gelmemiştir, 6,5 faizdışı fazlaya devam diyoruz.

Dünyada, bırakınız bir yılı, eğer, şimdi, 6,5 faizdışı fazla önümüzdeki üç yıl içerisinde gelecek olursa bu IMF programıyla, iki de bundan öncekiler, beş yıl boyunca 6,5 faizdışı fazla vermiş, dünyada bir tane ülke bulamazsınız!.. Ve buna rağmen, borçları azalmayan bir ülke, buna rağmen reel faizleri düşmemiş bir ülke; bu da yoktur.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, makroekonomik tablo bu. Peki, vatandaşın durumu ne; bunun içinde vatandaşın durumu. Bugün yaşadığınız, gördüğünüz sorunlar, şikâyetler onun bir uzantısı. Yani, bugün "enflasyonu indirdik" diyoruz; doğrudur, indirdik; ama, şunu bir doğru dürüst ölçmeyi başarsak da hepimiz sevinsek. Çok açıkça biliyoruz ki biz, mesela, 2002'den Kasım 2004'e kadar iki yılda dana eti yüzde 56 artmıştır; beyaz peynir yüzde 52 artmıştır; çay yüzde 59 artmıştır; tozşeker yüzde 42 artmıştır; kömür yüzde 56 artmıştır; tüpgaz yüzde 61 artmıştır; mazot, yüzde 66 artmıştır.

Değerli arkadaşlarım, daha dün, yeni yıl müjdesi vermek üzere, Ankara Belediyesi, öğrenci biletleri dahil, ulaşım harcamalarına yüzde 33,3 zam yaptı. Yüzde 33,3!.. Enflasyon yüzde 8 olacak diyoruz 2005 yılında, üçte 1 bütün fiyatları artırdı Ankara belediyesi. Yani, bu nereden kaynaklanıyor, neyin sonucudur? Dolar düşüyor, Türkiye'de ulaşım masrafları artıyor. Yani, Ankara Belediyesinin çocuklara dağıtılan toplarının ya da gösterişli açılış töreni harcamalarının bedelini, şimdi, Ankara'nın emeklisi, öğrencisi, memuru, esnafı ulaşım ücretlerini üçte 1 artırarak mı ödeyecek?! (CHP sıralarından alkışlar) Sizin seçim öncelerinde dağıtılan nohut, fasulye poşetlerinin bedelini, şimdi, bütün Ankara halkı mı ödeyecek?! Niye o zaman söylemiyordunuz bunu oradan karşılayacağız diye?! (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız, toplumun çeşitli kesimlerinin durumuna bir göz atınız. Memurlar ne noktadadır, memurların geliri ne oluyor? Böyle şikâyetler daima vardır da, benim asıl dikkati çekmek istediğim, şimdi bir ek haksızlık yapılıyor; geçmişten farklı bir tablo var. Şimdi izlenen IMF programının belli amaçları var. Yüzde 6,5 faizdışı fazla vereceksin, yatırımları indireceksin, memur maaşını indireceksin, işçi ücretini indireceksin, emekli parasını indireceksin; bütün bunlar onun bir parçası. Bu uygulanıyor Türkiye'de. Bu uygulamanın sonucu da işte gördüğümüz manzara çıkıyor.

Bugün Türkiye'de, ortalama memur maaşı 700 000 000 lira civarında; Türkiye'de açlık sınırı 496 000 000 lira!.. Açlık sınırı!.. Yoksulluk sınırı 1 500 000 000 lira. 700 000 000 liraya biz yüzbinlerce memurumuzu çalıştırıyoruz, öğretmenimizi çalıştırıyoruz, polisimizi çalıştırıyoruz; adliye kâtiplerini, sağlık memurlarını, hemşireleri çalıştırıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, giderek geriliyor... Giderek geriliyor... Geride bıraktığımız dönemde memurların reel gelir kaybı, geçen yıla göre yüzde 10 civarında oldu. Sanayi işçileri yüzde 7,4 reel gelir kaybına maruz kaldılar. Bugün kamu kesiminde çalışan insanların; polislerin, öğretmenlerin ezici çoğunluğu yoksulluk sınırının altında gelir almak durumunda ve işsizlik tablosunu da dikkate alınca, çoğu kere, her ailede bir kişi çalışıyorsa insanlar kendilerini mutlu sayıyorlar. Artık herkesin iş bulduğu tablolar maalesef kayboldu. Bir kişinin maaşına bütün aile bakıyor; bazen o çalışan bir memurun maaşı oluyor, bir polisin maaşı, bir öğretmenin maaşı oluyor; bazen bir emeklinin maaşı oluyor, bazen bir işçinin maaşı oluyor. O dudak bükülen emekli maaşı, bilesiniz ki bazen bütün bir ailenin ihtiyacını karşılamaya gayret ediyor. Yaşı kemale ermiş anneler, babalar, bir emekli maaşıyla, çocuklarının yanında sığıntı durumuna düşmeden, hafif bir katkı yaparak orada hayatı taşımaya gayret ediyorlar.

Bu insanların içinde bulunduğu gelir düzeylerini daha başka bir açıdan değerlendirmeye ihtiyacımız var. Olaya, sıradan, alışılmış bir rakam gibi bakarak hüküm vermek maalesef geçerli değildir.

Değerli arkadaşlarım, memurların yoksullaşmakta olduğu bir dönemden geçiyoruz. Öyle dönemler olmuştur ki, memur olmak bir güvenceydi, bir rahatlıktı; şimdi, memurluk bir yoksulluk anlamı taşır hale gelmiştir.

Bakın, siz, bir Acil Eylem Planı yaptınız. Bu Acil Eylem Planında yapılan somut taahhütlerden birisi, altı ay ila bir yıl içinde bir personel reformu çıkarmaktı. Çıktı mı personel reformu? Nerede bu personel reformu?

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin en önemli konularından birisi, çalışan insanların yaptıkları işle orantılı bir biçimde maaşlarını almalarına imkân verecek, özlük haklarını güvence altına alacak bir düzenlemenin getirilmesidir. Bugün, yığınla statü, yığınla birbirinden farklı düzenleme kamu kesimini bir keşmekeş içine sokmuştur. Adaletsizlik, haksızlık, çalışan memurların günlük yaşamının bir parçası haline gelmiştir. Aynı işi yapan, aynı eğitimi almış; ama, birbirinden çok farklı ücret alan memurlarla Türk idaresi işini görmeye çalışıyor. Bunları bir an önce düzeltmek lazım. Siz "bunları altı ay içinde düzelteceğiz" diye çıktınız; ama, maalesef bu son dönemde bunu daha da karmaşık hale getirdiniz. Bugün Türkiye'de kamu kesimi iyice çığırından çıkarılmış bir noktadadır. Çünkü, özerk kuruluşlar aracılığıyla Türkiye'de kamu görevlileri arasındaki uçurum çok daha tehlikeli bir noktaya getirilmiştir. Bugün imtiyazlı bürokrasi adacıkları vardır; dokunulmaz bürokrasi adacıkları vardır; maaşlar çok yüksektir; bürokratik olanakların tümü onların elindedir; ama, öbür taraftan Türkiye'nin polisi, öğretmeni 800 000 000 lirayla aile geçindirmeye, çoluk çocuk geçindirmeye çalışır; ama, eğer, BDDK'da, TMSF'de ya da oluşturulmuş olan o imtiyazlı bürokratik alanlarda iş bulacak desteğiniz varsa, bir eliniz yağda bir eliniz baldadır, kimse sizin yanınıza yaklaşamaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, üstelik, bu ekonomik sorunların yanı sıra, bu iktidar döneminde, çok tehlikeli bir kıyım uygulaması gerçekleştirilmiştir ve kamu çalışanları, iktidarın vücut dilinden anlayıp anlamadıklarına bağlı olarak, her türlü haksızlığa maruz bırakılmışlardır. Millî Eğitim Bakanlığı, bu konuda en iddialı kuruluş durumundadır; arkasından da Sağlık Bakanlığı vardır. Bu ikisi, Millî Eğitim Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı, çalışanlarına, neredeyse zulmeden bir bakanlık haline gelmiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Daha işe başlar başlamaz, gece yarısı baskınlarıyla talim terbiyelere el atılmış, bütün genel müdürlükler askıya alınmış, bütün il müdürlükleri değiştirilmiş, bütün okul müdürlükleri değiştirilmiştir. Geçenlerde, bir arkadaşımız soru sordu; "Sayın Bakan, uzatma da kısaca söyleyiver, değiştirmediğin kaç müdürün var; il müdürlerinden kaçını, kaç tanesini değiştirmedin" dedi. İş, artık, şakaya vurulur hale gelmeye başlamıştır. Aynı şekilde Sağlık Bakanlığında...

Değerli arkadaşlarım, partizanlık ve kadrolaşma ve devlet olanaklarını ele geçirme çabası, çalışması, çığrından çıkmıştır; Kızılay'a kadar uzanmıştır. Kızılay Teşkilatı, Türkiye'nin en köklü, en eski bir hayır kurumu olmasına rağmen, partizanca kavgaların bir savaş alanı haline getirilmiştir; hükümet, bu konuda, yargı kararlarını da yok sayarak, kendi yakınları olarak düşündüğü insanları desteklemek için her şeyi göze almıştır.

ASIM AYKAN (Trabzon) - Yolsuzluklar nerede, yolsuzluklar?!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - TÜBİTAK aynı şekilde, Anadolu Ajansı aynı şekilde. Geçenlerde, Anadolu Ajansındaki bir gazeteci, Millî Eğitim Bakanının gizlice geçiştirmek istediği bir yönetmeliği kamuoyunun bilgisine sunmuştur. Yurtlarda ırkçılık, din istismarı yapanların atılmayabileceğini düzenleyen, gizli denilebilecek bir yönetmeliği, Millî Eğitim Bakanlığının arşivinden çekip kamuoyuna sunmuştur ve bunu yapan gazeteci derhal yerinden uzaklaştırılmış, atılmıştır, bir başka yere gönderilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar, nasıl bir yönetim zihniyetiyle karşı karşıya bulunduğumuzu, bize, çok açık bir biçimde göstermektedir.

Sayın Başbakan da, bürokratik oligarşiden şikâyet ediyor. Sayın Başbakan, oligarşi mi kaldı sayenizde?! Ne oligarşisi kaldı ne demokrasisi kaldı... Memurların tümünü aldığınız yerden değiştirdiğiniz, bir tane genel müdürü yerinde bırakmadınız, bir tane daire başkanını yerinde bırakmadınız, kendi tayin ettiklerinizden, şimdi, kendiniz "bürokratik oligarşi var" diye şikâyet etmeye kalkıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, bu bütçeyle, esnafımıza birtakım ek sıkıntılar da getiriliyor; onu da vatandaşlarımın dikkatine sunmak istiyorum.

Biliyorsunuz, bu bütçeyle, çalışan emeklilerin çalışmaya devam etme hakkı elinden alınacaktır. Yani, yıllardan beri çalışıyor, işinden maaş alıyor, bir de emekli maaşı var babasından, eşinden kalma; hayır, sen, onu almaya devam edemezsin, ya onu alacaksın ya bunu. Onunla geçinmek mümkün mü; hayır, onunla geçinmek mümkün değil. İkisini toplasan, doğru dürüst, açlık sınırının üzerinde bir geçim düzeyini ancak sağlayabilecek; onu da çok görüyoruz ve onu iptal ediyoruz. Bu, zihniyetini ortaya koyan bir şey; yani, bütçenin felsefesi bu tip yerlerde kendisini gösteriyor.

Sağlık bakımından, sağlık primi açısından da yüzde 10 Bağ-Kurlulara bir prim mecburiyeti getiriliyor. Bunu, şimdi, önümüzdeki dönemde Bağ-Kurlular yaşayarak görecekler. Tabiî, prim borçlarının ödenmesi konusunda getirilen düzenlemeler, maalesef, borçları ödenemez hale getiriyor. 220 milyar lira borcu olan bir insan, birbuçuk iki yıl sonra, borcunun 1 trilyon liraya, 2 trilyon liraya çıktığını görüyor ve bu borçları ödemek artık imkânsız hale dönüşüyor.

Bu bütçenin felsefesini yansıtan bir başka olay şu: Özelleştirme kapsamı içine alınan kuruluşlarda çalışan engelli ve mağdur konumundaki insanların özelleştirmeden önce işlerine son verilmesi gerekiyor ki, alan kişi, engelli ve mağdur bir çalışanı devralmış olmasın. Ne kadar acı bir manzara değerli arkadaşlarım; yani, özelleştirmeden yararlanacak olanların gözüne gireceğiz diye, Türkiye'deki mağdur insanları, engelli insanları binbir güçlükle bulabildikleri işlerden dahi yoksun bırakmayı içinize sindirebiliyorsunuz!

Değerli arkadaşlarım, tabiî, Türkiye'de vatandaşın durumunu düşünürken, asıl büyük sorunu yaşayan, çiftçimiz, tarım kesimi. Gerçekten, olağanüstü bir sıkıntının içinden geçmeye gayret ediyorlar; yetiştirdikleri ürünler bir önceki yılın altında satılıyor, kullandıkları malların fiyatları kat kat artıyor ve giderek sıkıntı olağanüstü yüksek bir düzeye çıkıyor. Ege'deki üretici, 1 200 000 liraya sattığı pamuğunu bu yıl 800 000 liraya sattı, 210 000 liradan sattığı çekirdeksiz yaşüzümü bu sene 150 000 liradan sattı. Çukurovalı, Akdenizli üretici, 500 000 liradan sattığı limonu bu sene 200 000 liraya sattı, 400 000 liradan sattığı mandalinayı 300 000 liraya sattı, 450 000 liradan sattığı portakalı 350 000 liradan sattı. Buna karşılık, geçen yıl üre gübresinin fiyatı 330 000 liraydı, bu yıl 520 000 lira oldu; kompoze gübrenin fiyatı 290 000 liraydı, 425 000 liraya çıktı; mazot, 1 365 000 liraydı, 1 809 000 liraya çıktı; traktör, 24 milyar liradan 30 milyar liraya çıktı. Trakyalı üretici, geçen yıl Tekele 220 000 liraya sattığı beyaz üzümü, bu yıl, 150 000 liradan satamaz hale geldi.

Değerli arkadaşlarım, patates üreticisi, soğan üreticisi, aynı şekilde, iki yılda, çok ağır bir darbe yedi. Tütünün ve şekerpancarının artık lafı bile edilmiyor. Neredeyse, tütün ve şekerpancarı yerine, Türkiye, dışarıdan ithal edilen tütünle yapılan sigaraları ve dışarıdan ithal edilen mısıra dayalı nişasta özlü tatlandırıcı temelinde şekeri kullanma noktasına getiriliyor. Türkiye daha çok tatlandırıcı kullansın diye, uluslararası normlar zorlanarak, kullanılabilecek olan tatlandırıcı oranı, yönetmeliklerle iki katına çıkarılıyor. Bütün bunlar, Türkiye'yi, ithalata, tarım alanında da ithalata sevk ediyor ve Türkiye, kendi çiftçisini desteklemiyor; ama, başka ülkelerin desteklenmiş çiftçilerini, gene, biz, onlardan ithalat yaparak, ek olarak kendimiz de destekliyoruz.

1 milyar liraya satılan dana şimdi 500 000 000 liraya satılamıyor. Köylünün sütü 450 000 liraya satılabiliyor; halbuki, geçen sene de aşağı yukarı aynıydı ve geçen yıl 15 000 000'a süt yeminin torbasını alırken, şimdi, 22 000 000'a o süt yeminin torbasını alıyor. Bal üreticisi, 120 000 000 - 130 000 000 liraya sattığı balı, bu yıl, 50 000 000 liraya satamıyor. Bu, çiftçinin halidir değerli arkadaşlarım.

Geçen yıl ton başına 50 dolar olan limon ihraç primi 42 dolara, 40 dolar olan portakal ihraç primi 35 dolara sizin iktidarınızda inmiştir; narenciye üreticisi perişan olmuştur. İhraç primlerinin azaltılmasının hiçbir haklı gerekçesi yoktur; Türkiye tarımına darbe vurma, ihracatına darbe vurma dışında hiçbir sonucu da olmamıştır.

Toprak Mahsulleri Ofisinin alım yerlerinin çoğu kapatılmıştır, çiftçi tüccarın kucağına itilmiştir; açık olan alım yerlerinde de, çiftçiyi tüccara itmek için her türlü eziyet çektirilmektedir.

Kaçak et, Türkiye'nin bir gerçeği haline gelmeye başlamıştır. Doğu ve güneydoğu sınırlarından yaygın bir biçimde kaçak et girişi yaşanmaktadır.

Tarım 2003 yılında yüzde 2,5 gerileme yaşadı. Yine, önümüzdeki yıl da durum parlak gözükmüyor, bir gerileme bekleyişi ortada duruyor.

Çiftçiler yaşadıkları zor durumdan dolayı taksitlendirdikleri borçlarını ödeyemiyorlar. Yatırılamayan taksitler için aylık yüzde 11 faiz işletiliyor, borcunu ödeyemeyen çiftçiden yüzde 132 faiz isteniyor. Olacak iş midir bu?! Yüzde 132!.. Normal alacağı kredinin faizi de yüzde 30.

Değerli arkadaşlarım, enflasyonun yüzde 10'lara inmeye yöneldiği bir ortamda yüzde 15 - 20 civarında bir reel faizi çiftçiye uygulamak, çiftçiye olan borcumuzu ödemek anlamına kesinlikle gelmez.

Yine, Acil Eylem Planında söz verilmişti, altı ay içinde çerçeve tarım kanunu, bir yıl içinde tarım ürünleri sigorta kanunu çıkartılacaktı, çıkmadı ve geride bıraktığımız yıl 2 katrilyon lira Türk çiftçisi o afetlerden dolayı zarar gördü, söz verildiği halde çıkarılmadığı için hiçbir ödeme de ciddî olarak yapılamadı.

GAP bir kenara itildi. 2002 yılında 850 trilyon lira olan GAP yatırım tahsisleri 2004 yılında 818 trilyona indirildi. Türkiye'nin en önemli projelerinden birisi, Türkiye'nin en sıkıntılı coğrafyasına en kestirmeden refah taşıyabilecek olan bir projeyi göz göre göre bir kenara atıyoruz.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü devre dışına çıkarılıyor ve tarıma yönelik bu olumsuzluklar hızla yaygınlaşıyor.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, çiftçiye çektirilen eziyet sadece bunlardan ibaret değil. Büyükşehirlerle ilgili bir belediye kanunu çıkardık; hani, pergel kanunu... Koyuyorsunuz hükümet binasının olduğu yere pergelin sivri ucunu, 50 kilometreyi çeviriyorsunuz ve diyorsunuz ki, bunlar büyükşehir. Şimdi, bu uygulamanın bedelini ödeyenlerin başında çiftçiler geliyor, köylüler geliyor; çünkü, çekilen sınırın içinde köyler de yer alıyor ve o köylüler, birdenbire, kendilerini belediye olmuş gibi buluyorlar ve bunun bedelini ödemek zorunda kalıyorlar.

Erzurum'dan muhtarlar geldi, şikâyetleri, cenazelerini kaldıramamak. Zaten kış vurmuş, karakış gelmiş, - 30 derecede, Erzurum'da her yer donmuş, mezarı kazmak bile mesele. Böyle  bir ortamda, şimdi, bir de, cenazesini kaldırmak için doktordan bir rapor almak zorunda. Eskiden muhtarın kararıyla sağlanan bir uygulamaydı, şimdi, büyükşehir belediyesinden izin alma zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıldı; sağlıkocağına gidecek, sağlıkocağında doktor bulursa doktor bulacak -yol açıktır kapalıdır, kimse bunlarla meşgul değil- ve cenazesini gömebilmek için, vatandaş, büyükşehir belediyesi olmanın bedelini ödeyerek beklemek zorunda kalacak, sıkıntı yaşar durumda olacak.

Bu yasayı çıkarır çıkarmaz köyler belediye sayıldı ve bunun sonucu olarak, bütçesindeki paralara elkonuldu, köy bütçesindeki paralara.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baykal, süreniz bitti; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Köylülerin kendi olanaklarıyla yaptığı köy konaklarına elkoyuldu, merasına elkoyuldu. Köylü hayvanını satamıyor; veterinerden rapor alması lazım. Köylerde hayvancılık yapmak yasaklandı; çünkü, büyükşehir oldu. Kendi ihtiyacı için -yağdı, yoğurttu, peynirdi- dahi hayvan besleyemez hale geldi. Ahırını onaramıyor; 500 000 000 liraya yapacağı işi şimdi 2 milyar liraya yapmak durumunda. Temizlik Vergisi, Emlak Vergisi, telefona zam, köylüyü canından bezdirdi. Başka sakıncalar bir yana, sadece bu uygulaması da, çiftçiye karşı köylüye karşı, bu yasayla getirilen bir büyük haksızlığı ortaya koyuyor.

Sayın Başkan, izin verirseniz 5 dakika içerisinde Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmeler konusunda düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bütçenin tümü üzerinde yaptığımız görüşmeden bu yana geçen süre içinde, burada yaptığımız tartışmalar, bir anlamda, daha objektif değerlendirilebilir bir noktaya geldi. Hatırlayacaksınız, burada bu tartışma yapılırken, bu kürsüde de dile getirilen pek çok noktanın, geride bıraktığımız hafta içinde, iç yüzü ortaya çıkmaya başladı ve durum netleşti. O bakımdan, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Avrupa Birliğiyle ilgili bu son noktaya ilişkin değerlendirmemizi bir kez daha ifade etmenin gerektiğini düşünüyorum.

Biliyorsunuz, 17 Aralık kararının Türkiye açısından bir büyük zafer olduğu iddiası ortaya atılıyordu. Bugün geldiğimiz noktada, bunu hiçbir şekilde söylemenin mümkün olmadığı artık anlaşılmıştır; çünkü, 17 Aralık kararının, Türkiye'nin Çankaya zirvesinde almış olduğu kararın ışığında değerlendirildiği zaman, kabul edilemez olduğu açıktır. Yine, bu karar, Avrupa Birliği zirvesinde 1999 yılında alınmış olan kararla mukayese edildiği zaman, onun gerisinde olduğu görülmüştür; çünkü, orada adaylara eşit muamele yapılacağı söylenmişti; ama, burada, ayrımcılık kayda geçirilmiştir. Yine, Türkiye, kendisiyle eşzamanlı olarak müzakereye başlayan ülkelerin gerisinde kalmıştır; mesela, Hırvatistan'ın gerisinde kalmıştır.

Bütün bunlar, 17 Aralık kararının, Türkiye'de büyük bir sevinçle, heyecanla, mutlulukla karşılanacak bir niteliği olmadığını bize göstermektedir. Şöyle bir çelişkili tablo da var: Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesini hiç istemeyen bazı çevreler, mesela, Almanya'nın Hıristiyan Demokrat Partisi (CDU) yönetimi, 17 Aralık kararından büyük mutluluk duymuştur, bu mutluluğunu çok açıkça ifade etmiştir ve verdikleri demeçte, karardan büyük memnuniyet duyduklarını, Türkiye'yi tam üye yapmak için, zirveden, tam üyeliğe götürücü bir karar almaya çalışan Schröder'in yenilgiye uğradığını söylemişlerdir.

BAŞKAN - Sayın Baykal, bir saniye efendim.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda büyük bir uğultu var. Arkadaşlarımız kendi aralarında konuşuyorlar ve Bakanlar Kurulu sıralarında sayın bakanlarla konuşma yapıyorlar. Lütfen, hatibi dinleyelim, gürültü yapmayalım.

Buyurun Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Teşekkür ederim.

Zirve kararının, tam üyelik yerine özel statü yolunu açtığını belirtiyorlar. Şimdi, bütün bunlar, umut ediyorum, bize, gerçeği daha doğru değerlendirme fırsatını vermiştir.

Tabiî, en çarpıcı olanı da, Sayın Başbakanın ve Dışişleri Bakanının, 17 Aralık kararında kalıcı kısıtlamalar bulunmadığını bize burada anlatmalarından kısa bir süre sonra, Dışişleri Bakanlığımızın kalıcı kısıtlamaların kaldırılması için bir nota vermekte olduğu haberinin ortaya çıkması olmuştur. Yani, burada, bize, hükümet, kalıcı kısıtlama yok diye açıklama yaparken, Dışişleri Bakanlığımız, Avrupa Birliğine bir nota vererek, bu kalıcı kısıtlamaları kaldırın diye başvuruda bulunmuştur.

Değerli arkadaşlarım, tabiî -daha önce de ifade ettim- bu nota Avrupa Birliğine verilmemiştir; bu nota, kalıcı kısıtlamalar olmadığını düşünen Türk Hükümetine verilmiştir. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu manzara karşısında, 17 Aralık kararının zaafları ortadadır, bu zaafları biliyoruz; yani, kendi kendimizi avutmanın bir anlamı yoktur. O zaaflar, oraya tesadüfen de girmiş değildir; birileri kullanmak için onları yerleştirmiştir.

Bizim, 17 Aralık kararı karşısında heyecan ve mutluluk ifade etmemiz, sadece gerçeklerden kopuk olduğumuzu göstermiyor; yanlışları düzeltme konusunda vereceğimiz mücadeleye de zarar getiriyor. Yani, biz, 17 Aralıktan memnun olduğumuzu burada söyleyerek, bu kararın olumsuzluklarını nasıl düzelteceğiz?! Bu kararın, çok ciddî bir mücadeleye hedef yapılması lazımdır. Bundan sonra başka fırsatlar gelecektir, o fırsatların çok iyi kullanılması lazımdır ve Türkiye'nin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, hükümetin, kararlılıkla, o kararda açılan bazı kapıları kapatmak için, bundan sonra, elbirliği içinde çalışmasına ihtiyaç vardır. Siz derseniz ki, bu mükemmel bir karardır, bunu söyleme hakkından peşinen vazgeçmiş olursunuz. O bakımdan, bu mücadele, bugün, her zamankinden daha büyük önem taşıyor.

Bugünkü manzarayla şu ortaya çıkmıştır ki, artık, Türkiye, bırakınız bu geçiş dönemini, uzun, on yılı aşkın bir süre devam edecek olan, 2014'e kadar sürecek olan müzakere dönemini, müzakere dönemi başarıyla tamamlansa bile, ondan sonraki on yıllar boyunca, yani, yirmibeş yıl sonra da, vize almadan Avrupa'ya girme olanağından yoksun kalacağının anlaşılmış olmasıdır. Kalıcı kısıtlama dediğimiz, böyle bir soyut söz değildir; vize alma mecburiyeti, Türkler daima Avrupa'ya vizeyle girecektir anlayışıdır orada kalıcı kısıtlama olarak kendisini gösteren. Bu, bugün, herhalde çok daha iyi anlaşılmıştır ki, bu vardır ve bunu kabul etmek mümkün değildir. Türkiye'nin, yirmibeş yıl sonra da vize almayı öngörerek, Avrupa Birliğine tam üye oldum diye kendisini avutması, hiçbir şekilde kabul edilemez.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, burada önemli bir konu, Kıbrıs'la ilgili. Bu konuyu da çok net bir şekilde görmek durumundayız. Kıbrıs'la ilgili, Türkiye, şöyle bir açmazla karşı karşıyadır: Ya 3 Ekime kadar Kıbrıs sorunu çözüme kavuşturulacaktır. İnşallah olur, olmasını çok isteriz ve o takdirde mesele olmaz; o takdirde, anlaşma sonucunda ortaya çıkacak olan Kıbrıs'ı hep beraber tanırız içimiz rahat bir şekilde ve sorun biter; 3 Ekimde de Avrupa Birliğiyle üyelik müzakerelerine başlarız. Bu, en iyi senaryodur. Ya da 3 Ekime kadar Kıbrıs sorununun çözümünü sağlayacak bir gelişme sağlanamaz ise, biz, var olan Kıbrıs Rum yönetimini Kıbrıs Devleti olarak fiilen dahi olsa kabul etme, tanıma anlamına gelecek bir teşmil uygulayacağız, Ankara Anlaşmasını genişleteceğiz ve bir yandan Kıbrıs sorununu çözmeye çalışacağız, bir yandan da o tartıştığımız Avrupa Birliğinin dikenli, sarp yollarında yürümeye çalışacağız. İkincisi de bu.

Bu ikincisi hiçbir şekilde kabul edilemez değerli arkadaşlar; yani, Türkiye, 3 Ekime kadar çözülmeyen Kıbrıs sorununu ondan sonra çözmeye devam edecek, akıntıya kürek çekmeye devam edecek; öte yandan da Avrupa Birliğine tam üye olmak için yürüyecek; bunu yapmak için de, var olan Kıbrıs Rum yönetimini, bir anlamda, tanıdığını beyan edecek.

Değerli arkadaşlarım "bu beyan, merak etmeyin, tanıma değildir" diye bize teminat verilmek isteniyor. Kendimizi aldatmayalım değerli arkadaşlarım. Türkiye'nin gözünde Kıbrıs Rum yönetimi gayri meşrudur; çünkü, Londra ve Zürih Anlaşmalarının ihlali suretiyle ortaya çıkmıştır. Türklerin hakkını daha önce gasp etmişlerdir ve bugün ortaya çıkan, iki ayrı toplumun iki ayrı coğrafyada yerleşmesinden ortaya çıkan tablo, bir anlaşmaya bağlanması gereken bir tablodur. Kıbrıs Rum yönetimini Türkiye kabul ettiği anda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine çok ciddî zarar verir, çok ciddî zarar verir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini kabul etme anlamında bir belge imzaladığınız zaman, bu, Türkiye'nin limanlarını, havaalanlarını Kıbrıs Rum yönetiminin kullanması anlamına gelir. Bu, Kıbrıs Rum yönetiminin KKTC'nin varlığını kabul etmesi anlamına da  hiçbir zaman gelmez. Onlar, KKTC'yi gayrimeşru saymaya devam ederler; ama, biz, artık, Güney Kıbrıs Rum yönetimini gayrimeşru sayamaz hale geliriz ve böylece, müthiş bir dengesizlik ortaya çıkar. Bu dengesizlik, Kıbrıs sorununun çözümünü çok ciddî şekilde engeller, güçlüklerle karşı karşıya bırakır. Geçmişteki bu alandaki uygulamaları da hep biliyoruz. Hep, yeni yeni, sorunlu, sıkıntılı bir tabloya, Türkiye'nin sürüklenmekte olduğu görülüyor.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir kabulden sonra, Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklık Konseyine Rumların yeni talepler getirmesi mümkündür. Bizim, Avrupa Birliğinin diğer üyeleri ile Güney Kıbrıs Rum yönetimi arasında bir ayırımcılık gözettiğimiz, farklı davrandığımız iddiasını ortaya atarak buna son verilmesini talep etme imkânları vardır. Bu, büyük sıkıntılar doğuracaktır. Bunun altında, tabiî, Türkiye'nin, 17 Aralıkta bu bağlantıyı kabul etmiş olması yatmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, kırk yıldan beri hiçbir cumhuriyet yönetimi Kıbrıs Rum yönetimini Kıbrıs cumhuriyeti olarak kabul etmemiştir; çünkü, bu hükümet, 1960 anlaşmalarını zor kullanarak ihlal etmiş, Kıbrıslı Türkleri yönetimden uzaklaştırmış ve devleti ele geçirmiştir ve bütün Kıbrıs Adası üzerinde egemenlik iddiasında bulunmaktadır. Sizden istenen, bu gayrimeşru devleti tanımanızdır. Bunu yaptığımız zaman, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımaya devam etmek çok güç olur, Adanın kuzeyinde iki ayrı egemenlik olduğunu ifade etmeye devam etmek çok güç olur. Türkiye'nin kırk yıldır Kıbrıs Rum yönetimini tanımamasının haklı hukukî ve siyasî gerçekleri, gerekçeleri vardır. Uluslararası hukuka göre, iktidara hukukdışı yollarla geçen hükümetleri tanıma zorunluluğu yoktur; Tobar doktrini böyle diyor. Kıbrıslı Rumlar, hem anayasayı hem de Kıbrıs'ı iki toplumlu bir devlet olarak kuran 1960 tarihli anlaşmaları açıkça çiğneyerek yönetime elkoymuşlardır. Hiç kimse, Türkiye'ye "bu hükümeti niye hukuken tanımıyorsunuz" diyemez.

Şimdi, Sayın Başbakan, içine girdiğimiz bu tıkanıklığın, açmazın farkında olmalıdır ki "Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini, Kıbrıs'taki kuzey-güney çatışmasına feda edemeyiz" diyor; "Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini, Kıbrıs'taki kuzey-güney çatışmasına feda edemeyiz" diyor. Bir defa, bu ikilemi Sayın Başbakanın zihnine yerleşmiş görüyorum; yani, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği ile kıbrıs'taki kuzey-güney çatışması bir meşru ikilem şeklinde eğer bir Başbakanın zihnine yerleşmeye başlarsa, buradan sağlıklı gelişmeler ortaya çıkmaz. Bunu, son derece talihsiz bir beyan olarak karşılıyoruz; bu beyana Sayın Denktaş'ın gösterdiği tepkiyi de haklı buluyoruz.

Türkiye, Kıbrıs'ta kuzey ile güney arasında yapılan bir mücadelenin seyircisi değildir, Kıbrıs sorununda taraftır; Londra ve Zürih Anlaşmalarıyla sahip olduğu haklar ve üstlendiği görevler vardır. Avrupa Birliği üyeliği uğruna bunları hiçe sayamayız. Avrupa Birliğinin bize üyelik verme karşılığında bu haklarımızdan talep yapma hakkını da, Avrupa Birliğine veremeyiz. (CHP sıralarından alkışlar)

Hiçbir Türk Hükümetinin, millete mal olmuş bir davayı feda etmeye hakkı yoktur...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Baykal, 15 dakika süre kullandınız; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Kıbrıs'ı gözden çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur. Buna, biz de izin vermeyiz, millet de izin vermez. Millet, sizi gözden çıkarır; ama, Kıbrıs'ı gözden çıkarmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Unutmayınız ki, Anavatanın çocukları, Kıbrıslı Türkleri korumak için canlarını verdiler. Bizim, Kıbrıslı Türklere ve orada yatan şehitlere namus sözümüz vardır. Biz, Cumhuriyet Halk Partililer olarak, Kıbrıs davasına sonuna kadar sahip çıkmaya devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs sorununun çözümü için yapılması gereken çok şeyin bulunduğuna inanıyoruz. Bu konuda uluslararası kamuoyu da çok büyük bir sorumluluk altındadır; çünkü, Kıbrıs'ın bu noktaya gelmesi, çok büyük ölçüde onların tutumlarından kaynaklanan nedenlerle ortaya çıkmıştır. O nedenle, uluslararası kamuoyunun, büyük ülkelerin, büyük devletlerin Kıbrıs sorununda yeni bir tabloyu ortaya koymalarına ihtiyaç vardır. Geçmişte "Güney Kıbrıs Rum yönetimini anlaşma olmasa da Avrupa Birliğine alırız" dediler ve bu çıkmazı yarattılar. Şimdi, bize, Avrupa Birliğine girmek istiyorsan, sen, mutlaka Güney Kıbrıs'ı tanı aşamasına gelmişlerdir. Bu, hiçbir şekilde kabul edilemez. Tanınması gereken, herhalde Güney Kıbrıs Rum yönetimi değil, hakkı elinden alınmış olan ve iyi niyetini, barışçı yaklaşımını geçmişte de sergilemiş olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetidir. Tanıma doğrultusunda adım atılması gerekiyorsa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımak için adım atmaya ihtiyaç vardır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkan; bu bütçe müzakereleri vesilesiyle ülkemizin ekonomik ve dışpolitika sorunlarına ilişkin düşüncelerimizi paylaşmak imkânını bulduk. Önümüzdeki günlerde, bu konularla ilgili bir genel görüşme önergesini vererek daha ayrıntılı şekilde bu Mecliste görüşmek istiyoruz ve bunu, bir göstermelik olay olmaktan çıkarıp, elbirliğiyle bir çözüm oluşturabileceğimiz bir anlayışa getirmek istiyoruz.

Bu değerlendirmemi bugün burada noktalarken, Sayın Başkan, size gösterdiğiniz anlayış ve hoşgörüden dolayı teşekkür ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisine saygılarımı sunuyorum ve bu bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, 14.45'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 13.30

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.45

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 43 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı : 706) (Devam)

2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap  Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı : 708) (Devam)

3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı : 707) (Devam)

4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Söz sırası, şahısları adına, bütçenin lehinde olmak üzere, Bitlis Milletvekili Edip Safder Gaydalı'nındır.

Buyurun. (Alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakika efendim.

EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce Yüce Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bütçesini görüştüğümüz 2005 yılının, geride bırakmakta olduğumuz yıldan, memleketimiz, bölge ve dünya bakımından, daha kolay, daha başarılı olacağını söylemek zor. Bölgemizde, gerginlik, silahlı ihtilaflar, stratejik maddeler mücadelesi devam etmektedir. Bazı bölge memleketlerinin, nükleer dahil, kitle imha silahlarını geliştirmekte olması ciddî tehdit kaynağı oluşturmaktadır.

Dünyada belirsizlik, birçok bölgede istikrarsızlık hâkimdir. Atlantik ilişkilerindeki soğukluk devam etmektedir. Çin'in Asya Pasifik'teki siyasî ve askerî ağırlığı artmakta, yayılmaktadır. Rusya Federasyonu, ciddî iç meselelerine rağmen, siyasî alanda global bir rol oynamaya çalışmaktadır. Bu çerçevede, Sayın Başkan Putin'in memleketimize yaptığı resmî ziyaret başarılı ve faydalı olmuştur.

Fransız filozof Raymond Aron'un Republic Imperial (İmparatorluk Cumhuriyeti) olarak adlandırdığı Amerika Birleşik Devletleriyle 1947 Truman Doktriniyle başlayan işbirliğimiz büyük gelişme göstererek stratejik boyutlar kazanmıştır. Daha en az otuz yıl bir numaralı dünya gücü olarak kalacağı kabul edilen Amerika'yla baş gösteren güven bunalımını ve soğukluğu süratle gidermek lazımdır.

Doğuşunda ilk tanıyan yedi memleket arasında bulunduğumuz İsrail'le ilişkilerimizi soğutmakta bir fayda yoktur.

Komşumuz Yunanistan'ın Güney Kıbrıs Rum idaresiyle birlikte Avrupa Birliği içinde veto silahını kullanarak enosis yolunu zorlaması, Ege üzerindeki iddialarını masaya getirmesi, geliştirmek istediğimiz ilişkilere büyük bir darbe olur.

Kafkaslar ve Ortaasya'daki kardeş cumhuriyetlerle ilişkilerimizi iki yıldır bulunduğu buzdolabından süratle çıkarmak, yaymak, geliştirmek gerekir. Asıl güç kaynağımızın oralarda bulunduğunu unutmamak lazım.

Komşumuz Ermenistan, Amerika ve Avrupa'daki diasporasını Türkiye'ye karşı bir baskı aracı olarak kullanmaktan vazgeçmelidir. Yürütülmekte olan yıkıcı faaliyetler faturasının bir gün Erivan'a sunulacağı bilinmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; içeriye, kendimize baktığımızda, tablonun parlak olduğunu söyleyebilmek isterdim. Bize yakışmayan, övünemeyeceğimiz rekorlarımız var. Dünya refah sıralamasında 88, kaliteli yaşam sıralamasında 96, temiz toplum sıralamasında 76 ncı sıradayız. Bu son derece rahatsız edici tabloyu değiştirmemiz, hem de süratle değiştirmemiz gerekiyor.

İkinci bir tablo, 1991 Kasım ayında sadece 79 trilyon lira olan içborç stokumuz, halen 225 katrilyon lira. Dışborçlarımız 150 milyar dolar. IMF'yle varılan yeni anlaşmayla bu rakam iki yıl içinde 170 milyar dolara çıkacak. Tüketim için faiz ve borç ödemek için borç almak kısırdöngüsünden mutlaka çıkmalıyız. Senenin ilk onbir ayı itibariyle dışticaret açığımız 34 milyar dolar. Bu kıskaç içinde ekonominin sağlıklı olması, güçlenmesi zordur. Radikal kararlar gerekiyor.

Bu tabloya rağmen, kamu lüks ve israfında en ufak bir kısıtlama yok. Bu lüks ve israfı sürdürebilmek için altyapı ve proje yatırımlarında aşırı sınırlama uygulanıyor. Altyapısı gelişmeyen bir ekonomi büyümede zorluk çeker. Yeni yıl bütçesi, bu çarpık tabloyu muhafaza ediyor. Bu bütçeye iyi veya kötü diyebilmek, nereden, nasıl bakıldığına bağlı; eğer bütçe disiplini açısından bakılacak olursa, bu bütçeye iyi demek gerekir; eğer ülkeye hizmet, yatırım açısından bakılacak olursa, bu bütçeye kesinlikle yetersiz, kötü bir bütçe demek gerekir.

155 500 000 000 YTL'lik bütçe giderlerinden yatırım harcamalarına ayrılan pay, sadece 10 100 000 000 Yeni Türk Lirasıdır. Bu rakam, 2005 yılı bütçesinin yüzde 65'ine ve gayri safî millî hâsılanın da binde 2'sine tekabül ediyor. Ayrıca, bu ödeneklerden yıl içerisinde ne kadar kesintiye gidileceğini de bilemiyoruz. Demek ki, 2005 yılında, kamuda yatırım hamlesi yok. Oysa, çok ciddî altyapı yatırımlarına, eğitim ve sağlık yatırımlarına ihtiyaç var. Sene 2005; 1 000 000 çocuğumuz okul yokluğundan eğitim göremiyor; OECD'nin 40 memleket arasında yaptığı eğitim başarı yarışmasında 34 üncü sıradayız; kitap yayımlama ve okumada en son sıralardayız, ciddî bir eğitim ve kültür bunalımı yaşıyoruz. Anadolu köylerimiz, canlı müzeler gibi, Ortaçağ manzaralarını muhafaza etmektedir. Binlerce köyümüz içmesuyundan mahrum. Milyonlarca insanımız, çoğu gençler olmak üzere, iş bulamıyor. Milyonlarca insanımız açlık sınırında, nüfusumuzun yüzde 80'i için fakirlik kadere dönüştü.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kısıtlı sürede, bütçenin bütün kalemleri üzerinde konuşmam mümkün değil; fakat, bana çarpıcı gelen vergi gelirlerine kısaca değinmek istiyorum. Hükümet üyesi arkadaşlarımızın zaman zaman belirttiği gibi, ülkemizde vergi yükü çok ağırdır. En son, Sayın Başbakanımız, bu gerçekten hareketle, geçenlerde, vergi indiriminde bulunulacağını açıkladı ve ardından da kimi kalemlerde yeni yıl itibariyle vergi indirimlerinin olacağı belirtildi. Bu güzel haberin kaynağının bütçede mutlaka olması gerekir. 2004 yılı bütçe hedeflerine ve gayri safî millî hâsıla hedeflerine göre vergi yükü yüzde 23,6 oluyor; ancak, 2005 yılı vergi yükü yüzde 24,7'ye çıkıyor. Bu, gayri safî millî hâsıladaki artıştan daha fazla vergi artışı anlamına geliyor. 2005 yılında öngörülen yüzde 8 enflasyon oranı ve yüzde 5 büyüme oranına rağmen, vergi gelirlerinde yüzde 20 artış öngörülüyor. Bu, vergi gelirlerinde reel artış anlamına geliyor. Yine, maalesef, bu artış, dargelirlinin belini büken dolaylı vergilerde oluşuyor. Dolaylı vergilerin payı 2004'te yüzde 71 iken, vergi iyileştirmelerinin olacağı iddia edilen 2005 yılında yüzde 74'e yükseliyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elli yıllık demokrasi tecrübemize rağmen, devleti, bürokrasiyi vatandaşın emrine maalesef sokamadık. Bürokrasimiz, kendisini kaideler ve vatandaş üzerinde görmeye devam ediyor. Kaideler, sadece yönetilenler için geçerli. Türkiye'de büyük meselelerden kaçmak, ertelemeyi çözüm olarak görmek alışkanlığı yerleşti, çarpık manzaralar kimseyi rahatsız etmiyor. Radikal değişiklik ve reformlara ihtiyacımız var, bunlardan kaçamayız. İşleyebilir, modern, vatandaşın emrinde yeni bir devlet yapısına ihtiyacımız vardır. Bürokrasinin iç ve dış yayılması, lüks ve israf mutlaka durdurulmalıdır. Alınacak radikal kararları, atılacak büyük adımları, millet ve Parlamento olarak göğüslememiz gerekiyor. Türkiye'nin üretim rakamları, yetmiş milyonun beden ölçülerine uymuyor. Bu rakamları büyütmemiz, birkaç misline çıkarmamız gerekiyor. Başkalarının bizim için düşünmesini, icraat yapmasını bekleyemeyiz. Üretmeden tüketmeye devam edemeyiz. 82 nci yılına giren, savaş görmeyen, zengin insan ve tabiat kaynaklarına sahip, yetmiş milyonluk Türkiyemiz, teknoloji çağında, dünyada tarihine yakışır yerini almalıdır. Bu yeri bize vermezler, biz alacağız.

Özelleştirme alanında dünyada en başarısız memleketiz. Bürokrasi, burada da gücünü gösteriyor, özelleştirmeyi önlüyor. Bu gidişle, Özelleştirme İdaresini özelleştirmemiz gerekecek. Acilen "Özelleştirme" İdaresinin adı, "Özelleştir" İdaresi olarak değiştirilerek, bu kurumu işlevsel bir hale getirmemiz gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, 20 nci Yüzyılı kapatarak, artık, 21 inci Yüzyılda yol aldığımızı görmeli ve kabul etmeliyiz. Süratle değişen dünyada, yerimizde sayamayız. Daha seneler öncesi, bir uçak şirketi reklamı "Atlantik Nehrini bizimle aşın" diyordu. Concorde uçağı 3 saatte aştı; Amerikalıların denediği yeni bir uçak, saatte 11 000 kilometre süratle 45 dakikada aşacak.

       (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gaydalı, süreniz bitti; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

EDİP SAFDER GAYDALI (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Zaman ve emeğin değerini kabul etmediğimiz, rasyonel bir şekilde kullanmadığımız müddetçe, ilerlemeyiz. Türkiye, senede 152 gün tatil cenneti olmaktan çıkmalıdır. Çalışmamız, çok çalışmamız gerekiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son zamanlarda yapılan bazı beyan ve davranışlar, Avrupa Birliği 6 Ekim İlerleme Raporunda yer alan ağır hükümler, ortak ve müttefik geçinen memleketlerin kötü niyet ve hesaplarını gün ışığına çıkarmıştır. Bize yönelik tehditler artmaktadır. Büyüyen Türkiye'den rahatsız olanlar, üniter yapımızla uğraşmakta, bizi federal bir yapıya götürmeye çalışmaktadır. Millî harcımıza içeriden ve dışarıdan kimyasal madde atma faaliyetleri hızlandı, Haçlı ruhu bulutları İstanbul semalarında görülmeye başlandı. Bu düşündürücü gelişmeler, artan tehditler karışında, iç münakaşaları bir tarafa bırakmak, birbirimize sarılmak, dayanışma içinde bulunmak gerekiyor. Verilecek kötü bir mesaj, sergilenecek olumsuz bir manzara, vatana ihanet olur. Bu topraklar üzerinde doğduk, gerekirse bu topraklar için de öleceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle, 2005 yılı bütçesinin memleketimize, milletimize hayırlı olmasını diler, Yüce Kurula saygılarımı arz ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Gaydalı, teşekkür ederim.

Hükümet adına, Sayın Başbakan söz istemiştir.

Buyurun Sayın Başbakan. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisimizi saygıyla selamlıyorum; siz saygıdeğer milletvekillerimizi ve sizlerin şahsında, temsil ettiğiniz milletimizin bütün fertlerini sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Cumhuriyetinin 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2003 Kesinhesap Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmelerde, Hükümetimin ve AK Partinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum.

Sözlerime başlarken, Güney Asya'da meydana gelen elim deprem faciasında hayatlarını kaybeden tüm dost ve kardeş ülkelere başsağlığı diliyorum. Bu acıyı iyi bilen bir milletin fertleri olarak diliyoruz ki, Allah, hiçbir ülkeye, bu tür acılar yaşatmasın.

2005 yılı bütçesini uzun mütalaalardan, yorucu çalışmalardan sonra tamamladınız ve bu aşamaya getirdiniz. Yüce Meclisimizin iradesini en iyi şekilde temsil etmek, ülkemizin önünü açmak için her biriniz önemli katkılarda bulundunuz; sağ olunuz, var olunuz. 2005 yılı bütçesi, şimdiden ülkemize hayırlı olsun. Allah mahcup etmesin ve kolaylıklar versin diyorum.

Bu arada, eleştirileriyle, uyarılarıyla bize yol gösteren bütün arkadaşlarıma, muhalefet partilerimizin saygıdeğer sözcülerine özellikle teşekkür ediyorum.

Yol ve ufuk gösterici eleştirilere, itiraz ve uyarılara özellikle teşekkür borcumuz var, çünkü iktidarıyla muhalefetiyle bizler bu milletin hizmetindeyiz.

Bu büyük ülkeye teşekkür borcumuzu, minnet borcumuzu ödemek için öncelikle medenî bir uzlaşma diline ve geleneğine ihtiyacımız var.

Diyalog, uzlaşma, mutabakat, müzakere kültürünü siyasetimizin temel üslubu haline getirmek, bunu kalıcı kılmak zorundayız.

Zira, bu eksiklik, Türkiyemize çok uzun yıllar kaybettirdi, telafisi mümkün olmayan yıllar kaybettirdi ve bu kayıpları ülkemize yaşatanların, işte, şu anda, ne durumda olduklarını hep birlikte biliyoruz.

Uzlaşma, tartışma, eleştiri, uyarı, mutabakat arayışı, müzakere alışkanlığı herkesin aynı şeyi düşünmesi değil, aynı doğruyu araması, aynı hedefe yönelmesi ile mümkündür.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra ülkemizin demokratik kültürüne kazandırdığımız bu seviyeli diyalog zemini, bu uzlaşma kültürü, bugünden gelecek nesillere iftiharla bırakacağımız en önemli kazanım olacaktır.

İnanıyorum ki, hepimiz, demokrasi kültürünü özenle koruyacağız. Bu özeni, bu dikkati Türk siyasetinin geleneği haline getireceğiz. Zira, uzlaşma, diyalog, birlikte düşünme milletimizi öteden beri millet kılan en temel değerlerimizden biridir.

Son iki yıla büyük başarılar sığdırdık; ancak, en büyük başarılarımızdan biri, bu dönemde kavganın yerini aklın, çatışmanın yerini diyaloğun almasıdır.

Millet iradesinin temsil edildiği Yüce Mecliste aklın ve sağduyunun hakimiyetini sağlayan sizlere özellikle teşekkür ediyorum. Bundan sonra da bu büyük başarıyı kalıcı hale getirmek en büyük arzumuz olacaktır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuşmam, bütçe esaslı olmakla birlikte, hem büyük Türkiye fotoğrafının tamamını görebilmek -bu vesileyle, fotoğrafın bütününü birlikte paylaşabilmek için- hem de bize yöneltilen sorulara cevap mahiyetinde olmak üzere uzunca bir özet olacaktır. Dolayısıyla, hem Türkiye tasavvurumuzu hem dünya tasavvurumuzu hem siyaset üretme şeklimizi hem de AK Parti İktidarı olarak iş görme biçimimizi özetlemem gerektiğini düşünüyorum.

Sözlerime, demokrasi kültürü, hoşgörü, uzlaşma ve diyalog zemininin temsilcisi ve sembolü olan Türkiye Büyük Millet Meclisine teşekkürle başladım. Zira, bunun esas olduğunu, "başardık" dediğimiz başarılarımızın sırrının burada olduğunu düşünüyorum. Millet öncelikli siyasetimizle, biz, yani bu Yüce Meclis, iki yılda sadece anlamsız kavgalara son vermekle kalmadık, Türkiye'nin büyüme iradesini, Türkiye'nin aklını, kolektif aklını harekete geçirdik.

Türkiye, yıllardır söylenen, ama, sadece söylemekle kalınan sorun alanlarında devrim niteliğinde reformlar yaptı. Bir hukuk ve adalet ülkesi olmak için attığımız bütün adımlar, sadece burada değil, bütün dünyada yankılar uyandırdı, karşılığını da buldu. Bizim siyasetimizle birlikte, sadece eski siyaset, eski siyasî aktörler devredışı kalmadı, eski üsluplar da devredışı kaldı. Artık, halkın vicdanında yara açan talihsiz beyanlar, halkı kamplara bölen yanlış işler, küçük menfaatlar için yapılan büyük tahrikler siyasî birer metot olmaktan çıktı. İşte, biz, bunun için siyaset üretiyoruz, slogan üretmiyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bunun için "ben yaptım oldu" demiyoruz, her işimizde kılı kırk yarıyoruz.

Bunun için "siyaset ya da yönetim millete yaslanmalı, milletin rızasını almalı, milletin rızasının hilafına adım atmamalı" diyoruz.

İşte, bu yüzden, demekle, söylemekle yetinmiyoruz, sözlerimizin arkasında duruyoruz.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; biz, bütün başarılarımızı bu aziz milletin hanesine kaydediyoruz. Bize düşen şerefiye payı, bize düşen onur ise bu ülkeye hizmet etmek, bu ülke çocuklarının yüzünü güldürmektir. Bu şeref, bu onur bizlere yeter.

Bize düşen, her tür ayırımcılığı kaldırmaktır, adaleti halktan esirgememektir, ülkeyi baştan başa kalkındırmaktır, Türkiye'yi muasır medeniyet hedefine ulaştırmaktır. Bu hedef bizim milletimize olan ahdimizdir.

Altını çizerek ifade ediyorum, halkın yüreğindeki ukdeler tam olarak çözülünceye kadar çaba harcayacağız.

Demokrasi, hukuk, adalet ve kalkınma hedeflerimizden asla şaşmayacağız.

Yasama olarak, yürütme olarak demokrasi yolunda devasa adımlar attık, sessiz devrimler gerçekleştirdik, Türkiye'nin dünyayla köprülerini hep birlikte kurduk; ama, bunlarla yetinmiyoruz ve diyoruz ki, daha yapacak çok işimiz var.

Cumhuriyetimizin ve demokrasimizin beşiği olan bu Mecliste, sizler, bu ülkeye, bu topluma yeniden büyük itibar kazandırdınız. Yetmez; daha yapılacak çok iş var. Halkımızın henüz çözülmemiş sorunları var. Bunları da bu çatı altında çözeceğiz. Bu çatı, bu kurum, kurumlardan bir kurum, herhangi bir kurum değildir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin gücü ve itibarı, milletimizin gücü ve itibarıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Meclisin saygınlığı, siyasetin, hukukun, demokrasinin, milletin saygınlığıdır. Zira, bu Meclis, her şey bir yana, istiklalimizin, bağımsızlığımızın, egemenliğimizin en büyük sembolüdür.

3 Kasım 2002'ye kadar çözüm üretemeyen siyasetçilerin elinde, itibarı, güvenilirliği yara alan bu büyük çatıya itibarını iade ettiğiniz için, ülkem adına, halkım adına siz saygıdeğer milletvekillerine ne kadar teşekkür etsem azdır.

Bu Meclis ki, yürütme ve yargının da yol güzergâhını belirleyen millet iradesinin temsilcisi olarak toplumun bütün fertlerinin hak ve hukukunu korumak için, Anayasa dahil bütün metinleri hazırlayan, devlet- toplum bütünleşmesini sağlayan, milletin kalbinin attığı en üst iradeyi temsil eden bir Meclistir.

İşte, bu Meclis, bu en üst irade, çıkardığı yasalarla, gerçekleştirdiği ak devrimlerle hem siyasete hem ülkemize kaybetmek üzere olduğu itibarı yeniden kazandırdı; bunu sizler yaptınız.

Bu Meclis, demokrasi ve hukuk yolunda kararlı iradesini ortaya koymasaydı, 17 Aralık ya da önümüzdeki 3 Ekim 2005 olmayacaktı.

Yeri gelmişken belirteyim ki, 3 Kasım 2002, takvim yapraklarında günlerden bir gün olmadığı gibi, 3 Ekim 2005 tarihi de günlerden bir gün olmayacaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Hatırlarsanız, 2003 yılı bütçesini, ilk bütçemizi hazırladığımızda bize en çok sorulan sorulardan biri şuydu: Kaynak nerede? O zaman demiştik ki, kaynak, AK Partidir; kaynak, Türkiye'dir. (AK Parti sıralarından alkışlar) İşte kaynak, işte Türkiye.

İşte, sorun çözme melekelerini yitirmiş bir Türkiye'den, AK Parti İktidarının, beyaz reformlarına, ak, sessiz devrimlerine.

İşte, refahın önşartı demokrasidir, ak siyasettir iddiamızın bu ülkeye kazandırdıkları ortadadır.

Hatırlarsanız, 2004 yılı bütçemizi hazırlarken demiştik ki; adalet, millî bir meseledir. Hukuk devleti, millî bir meseledir. Sosyal barışın korunması, millî bir meseledir. Millet ile devletimizin aynı yöne bakması, en büyük millî bir meseledir. İşte, millî meselelerimize ne kadar sahip çıktığımızın, işte, sözlerimizin arkasında ne kadar durduğumuzun ispatı budur.

Şimdi, yeni bir başlangıç yapıyoruz, yeniden kolları sıvıyoruz. Önümüzde bütün meselelerimizi hal yoluna koymanın yanı sıra, Avrupa Birliği sürecini itinayla yönetmek gibi bir sorumluluğumuz var. İnanıyorum ki, siz saygıdeğer milletvekilleri, bugüne kadar olduğu gibi, hiçbir özveriden kaçınmayacaksınız.

Artık, tek hedefe kilitlenmiş, tek yürek olmuş, birlik ve beraberliğini âleme ilan etmiş, özgüven sorunu yaşamayan bir Türkiye istiyoruz.

Falanca meselesi, filanca meselesi olan, meselelerini konuşmayan, her zeminde mahcup edilmek istenen, zaafları istismar edilen, zaaf alanları üzerinde siyaset yapılan, millet bilinci yara alan, halkının aidiyet duygusu zedelenen bir ülke değil, bütün meselelerini sağlam bir iradeyle çözmeyi tek meselesi haline getiren, tek yürek haline gelmiş bir Türkiye; işte, bunu hedefliyoruz.

Allah'ın izniyle ve yardımıyla, bu birliğin, bu büyük gücün doğurduğu kuvveti daha çok harekete geçireceğiz.

Eğer, biz, kardeşlik hukukumuzu zedelemezsek, şımarmazsak, kibirlenmezsek, istikametimizi şaşırmazsak, önceliklerimizi, var oluş gayemizi unutmazsak; eğer, biz, yoksulu gözetirsek, alınteri dökersek, sosyal yaraları kapatırsak, gayret edersek başarmış olacağız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Hiç ama hiç unutmayalım ki, esas başarımız da var oluş gayemize, zeminimize, Türkiye ve dünya tasavvurumuza bağlı kalmak, bu bağı güçlendirmek olacaktır. Bizim siyaset felsefemiz, siyaset zeminimiz, mefkuremiz budur; sonuna kadar, son nefese kadar sorumluluk. Bunun için küçük menfaatların esiri olmayacağız, büyük ideallerimizi küçük hesaplara feda etmeyeceğiz. Ülkenin gelecek perspektifini asla kaybetmeyeceğiz.

Devlet millet kaynaştırmasını pekiştirmek en büyük önceliğimiz olacaktır. Devlet millet birlikteliğinin ne kadar büyük bir servet ve sermaye olduğunu, ne kadar büyük bir hazine olduğunu AK Parti İktidarının iki yılı herkese gösterdi.

Halka güvendik ve halkımız da bize güvendi. Bu kadar yalın, açık ve basit bir formülle siyaset üretiyoruz. Halka rağmen siyaset izlemiyoruz. Attığımız her adımda toplumsal mutabakatı esas alıyoruz. Ülke fotoğrafının tamamına bakıyoruz. Dünyadaki bütün adımları, hareketleri dikkatle izliyoruz.

Bu bakışın, buna göre ülkeyi yönetmenin sonucunu, sadece iki yıllık sonucunu sizlere açıklıyorum: Evet, artık, Türkiye küresel bir güç olma yolundadır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, artık, Türkiye, dünyayla eşit şartlarda konuşuyor. Ekonomiye bakın, dışpolitikaya bakın, toplumsal dokunun sağlamlaşmasına bakın, toplumun değişen gündemine bakın, umutların yeşermesine bakın; göreceksiniz ki, bütün alanlarda bu siyaset, artık, yansıma alanını buluyor. Ekonomik hayattaki her adım, her hareket, siyasî istikrara ve güven ortamına bağlıdır; bunu unutmayalım.

Devalüasyonlu günleri hatırlayın, dalgalanan dövizleri hatırlayın, moratoryum endişelerini hatırlayın, Türkiye'nin iç ve dışborçlarının bir günde katlandığı günleri hatırlayın!.. "Hatırlayın" dedim ama, isterseniz hatırlamayın, biz o günleri unutalım, geride bırakalım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Zira, az kaldı...

O günlerde ne oluyordu; siyaset ne kadar yamalıydı, kurumlar ne kadar yaralıydı, yolsuzluk ne kadar sıradan hale gelmişti!.. Her gün yeni bir skandal patlak veriyordu, siyaset her gün itibar kaybediyordu. Her gün umutlar azalıyor, eriyordu.

İşte, Türkiye'ye defalarca kalp sektesi yaşatan o ekonomik krizler, siyasî krizlerin sonucuydu; bugünkü ekonomik başarı da, bugünkü siyasî güven ortamının eseridir.

Kaldı ki, bu siyasî istikrar ortamına göre bu ekonomik başarımızı da yeterli görmüyoruz; bugünleri de geride bırakacağız.

Evet, AK Parti İktidarında Türkiye'nin kalbi saat gibi işliyor; ne dolar ne döviz dalgalanıyor ne de siyaset çalkalanıyor; çünkü, AK  Parti İktidarında ritim bozuklukları, siyasî kan uyuşmazlıkları yok. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Halktan gelen taleplere en duyarlı parti, en duyarlı kadrolar işbaşındadır.

3 Kasımdan bu yana ekonomide aldığımız mesafe, demokraside, hukuk devleti yolunda aldığımız mesafeye paraleldir. Daha çok mesafe almak, daha çok menzile yaklaşmak zorundayız.

Değerli Başkan, değerli arkadaşlarım; artık, güven ortamındayız; artık, toplumun hiçbir kesimi diğerlerini samimiyet testinden geçirmiyor. Bunun altını çiziyorum. Toplumun bütün kesimlerinde muazzam bir sinerji doğuyor. Millet olarak nelere muktedir olduğumuz, hangi hedeflere yöneldiğimiz konuşuluyor. Unutmayalım ki, biz, millet olma sürecimizi bin yıl önce tamamladık; binlerce yıllık devlet geleneğimiz var.

Biz, şu senin millî hassasiyetin, şu da benim millî hassasiyetim diye bir şeyi asla kabul etmiyoruz. Bu ülke, bu millet, bu vatan, bu toprak, bu bayrak, bu özgürlük, bu istiklal bizim, hepimizin. Bu, böyle bilinmelidir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Hepimiz yürekten hissediyoruz bu aidiyeti; daha çok hissedecek, daha çok seveceğiz ülkemizi. Vatandaşlık bilincine halel getiren bütün mayınlı alanları temizleyeceğiz. Bu, böyle biline. Bu süreçte Türkiye'nin iddialarını gerçekleştirmek durumundayız.

Özellikle önümüzdeki dönemde kamu yönetimi anlayışımızı yeniden yapılandırmaya mecburuz; verimli olmaya, üretime mecburuz.

Medeniyet iddiamız boş bir iddia olamaz. Bu aziz milletin tarihinde yeni bir dönem başlıyor. Buradan, aydınlarımıza, bilim adamlarımıza, bu ülkenin ufkunu açmaya katkı sağlayacak herkese sesleniyorum: Önümüzdeki süreci, lütfen, derinlemesine analiz edelim.

Dikkat buyurun, Avrupa Birliği müktesebatı, bin yıllık medeniyetimizin, müktesebatımızın unsurlarından biri olacaktır. Bu yeni döneme tam bir hazırlık içerisinde olmalıyız; siyasetçimizle, sivil toplum örgütlerimizle, üniversitelerimizle, sanayimizle, işçimizle, işverenimizle, üreticimizle, ihracatçımızla, sanatçımızla, medyamızla, diplomatımızla, güvenlik görevlimizle her alanda hazırlıklı olmalıyız. Bu süreci beraber yöneteceğiz.

Özgürlükler, insan hakları, hukukun üstünlüğü, demokrasinin en geniş manada kavranması, hepimizin elimizi taşın altına koymamıza bağlıdır. Bunlar lütuf değildir, bunlar haktır. Bunu lütfen böyle bilelim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, farklı kültürlerin asırlardır bir arada yaşadığı zengin bir geçmişe, tarihî tecrübeye ve büyük bir birikime sahiptir. Bu topraklar üzerinde tarihe damgasını vuran nice medeniyetler yükselmiştir; o medeniyetlerden geriye bugünlerimize ışık tutan nice iz kalmıştır. Bu zengin geçmişi ve üç kıtayı birbirine bağlayan stratejik konumuyla ülkemiz, bugün dünyanın en önemli merkezlerinden biri olarak görülmekte, gösterilmektedir. Bugün dünya genelinde yaşanmakta olan gelişmeler, Türkiye'nin bölgesel ağırlığının giderek artmakta olduğuna işaret etmektedir.

Hükümet olarak, tarihin bu döneminde, bölgemize ve insanlığa karşı sorumluluklarımızın artmakta olduğunun bilinci içerisindeyiz. Bu bilinçle hareket ederek, ülkemizin millî menfaatlarına, tarihî sorumluluklarına ve sahip olduğu engin birikime uygun yeni bir diplomatik perspektif geliştirmek konusunda hassasiyet gösterdik. Türkiye'nin büyüklüğüne, milletimizin sahip olduğu büyük birikime yakışan ve tarihî sorumluluklarımıza sahip çıkan bir aktif barış stratejisi geliştirdik; adımlarımızı bu doğrultuda attık. Çatışma kültürünün kana ve acıya boğduğu bir dünyada, barışı ve esenliği savunmak adına, Türkiye'nin tarihten bugüne kadar taşıdığı engin birikimiyle oynayacağı önemli roller olduğuna inandık.

Bugün yaptığımız her dış seyahatte, katıldığımız her uluslararası toplantıda, her diplomatik zeminde sevinerek müşahede ediyoruz ki, Türkiye'nin yıldızı parlamaktadır.

Tezlerimizi iyi anlattığımızda, dersimize iyi çalıştığımızda, samimî ve kararlı bir duruş gösterdiğimizde, birçok meselede mesafeler alabildiğimizi de görme imkânına kavuştuk.

Türkiye'nin yeni bir anlayışla, yeni bir enerjiyle hayata geçirdiği bu yeni barış diplomasisi, kısa zamanda dünya kamuoyunun da dikkatini çekti ve takdir gördü.

İki yıl içerisinde yaptığım dıştemaslar sırasında, Türkiye'nin dış itibarının günden güne nasıl yükselmekte olduğunu, etki gücümüzün nasıl artış gösterdiğini bizzat müşahede ettim.

Bugün, Türkiye, bulunduğu hemen her uluslararası zeminde, kendi menfaatlarını en gür şekilde savunan, problemlerinin üstüne cesaretle gidebilen ve inisiyatif alabilen bir diplomatik duruşa sahiptir. Bu duruşu göremeyenler, dünya medyasını daha yakından izlemelidirler.

Değerli milletvekilleri, 17 Aralıkta Brüksel'de alınan kararla, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda yeni bir dönemin kapıları açılmış oldu. Türkiye, kırkbir yıllık Avrupa Birliği hedefine ulaşma konusunda bir altın fırsat yakalamış durumdadır.

Bu karar, sadece Türkiye için değil, farklı kültür ve değer yapılarını bir araya getirme idealine zemin hazırlaması bakımından Avrupa Birliği için de çok değerli bir fırsattır.

17 Aralık zirvesinden çıkan bu kararla, günümüzde dünyayı toza dumana bulayan çatışma kültürünün geriletilmesi ve dünyaya yeni bir barış umudu aşılanması yolunda önemli bir adım atılmıştır.

Hükümet olarak, farklı kimlikler, kültürler ve inançlar arasındaki gerilimin tırmanmakta olduğu bir dünyada, Avrupa Birliği zemininde gerçekleşen bu buluşmayı son derece önemli görüyoruz. Farklı kültür ve inançlardan gelen insanların evrensel değerler çerçevesinde bir arada yaşama, birbirini tanıma ve birbiriyle zenginleşme yolunda edineceği bu büyük tecrübeye değer veriyor, dünyanın geleceği adına umut bağlıyoruz; çünkü, biz, özdeğerlerimizi, insanlık adına benzer tecrübeleri bizzat yaşayarak zenginleşmiş, olgunlaşmış, aydınlanmış bir geçmişten bu gücü alıyoruz.

Üç kadim dinin mensuplarının asırlar boyunca dostça, kardeşçe paylaştığı bir tarihten ilham alıyoruz.

Doğu ile Batı'yı birbirine bağlayan, üç kıta arasında köprü olan, farklı inanç ve kültürleri bir bütünün ayrılmaz parçaları haline getiren bu medeniyet mirası, inanıyorum ki, savaşla kavrulan bir dünyaya da serinlikler taşıyacaktır.

İnsanlığın geleceği adına kurduğumuz bu barış ve dostluk hayalinin Avrupa Birliği zemininde mâkes bulacağına, bu zengin medeniyet perspektifinin insanlığa yeni açılımlar kazandıracağına inanıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 17 Aralıkta Brüksel'de gerçekleştirilen Avrupa Birliği Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesinden çıkan sonuç, Türkiye'nin kırkbir yıllık üyelik hedefine ulaşması yolunda görünür bir vizyon ortaya koymuştur.

Bu zirveden sağladığımız en önemli kazanım, üyelik müzakerelerine başlanılması için net bir tarih alınması, ikinci bir karara ihtiyaç duyulmaması ve hedefin tam üyelik olarak açıkça tespit edilmiş olmasıdır.

Aranızda bizzat şahit olan arkadaşlarım var; Brüksel'de oldukça çetin geçen yoğun görüşmelerimiz oldu. Bu görüşmeler sonrasında karşılıklı gayretlerle bir uzlaşma zeminine ulaştık.

Avrupa Birliğinin yeni katılımlarla genişleyen yapısı, gerek Birliğin iç dengelerini, gerekse karar alma mekanizmalarını oldukça karmaşık bir hale getirmiş bulunuyor.

Öte yandan, adaylık yolundaki bir ülke olarak Türkiye, gerek nüfusu, gerek ekonomik ve coğrafî büyüklüğü, gerekse kültürel değerleri bakımından Avrupa Birliğine sonradan üye olacak ülkeler arasında en fazla dikkat gerektirenidir.

Bütün bu sebeplerle, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki görüşmelerde uzlaşma noktasının bulunması benzer süreçlere göre daha fazla zaman gerektirebiliyor.

Ancak, Brüksel Zirvesinde de görüldüğü üzere, makul ve gerçekçi yaklaşımlarla, samimî çabalarla tarafları memnun edecek çözümlere ulaşılabiliyor. Mesele, siyasetin bir netice alma sanatı olduğunu unutmamaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ulaştığımız nokta böyle bir noktadır ve bu gerçeği görmemekte ısrar edenlerin iddiaları asılsız ve mesnetsizdir. Bu kararlarla Türkiye'nin menfaatlarına gölge düşürüldüğü iddiası kesinlikle gerçekle bağdaşmamaktadır.

Burada şu önemli konuyu dikkatlerinize sunmak istiyorum: Bu önemli zirveden bizim beklentilerimizin aksine bir sonuç çıksaydı ve biz Brüksel'den tarih almadan dönseydik ne olurdu sorusunu herkesin kendine sorması ve hakkaniyeti elden bırakmadan muhasebesini yapması gerekir.

Böylesine önemli bir konuda siyaset bütünlüğünü arızaya uğratma gayretlerinin nasıl bir gerekçesi olabilir; bunu da kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum.

Bu tarihî kararlar en şeffaf haliyle ortadayken, bazı gözlerin gerçekleri görmekte bu kadar zorlanması sadece görme zafiyetiyle açıklanabilir ki, maalesef Türk siyaseti geçmişi itibariyle bu manzaraya çok alışıktır.

Dileriz, Türkiye'nin bir uçtan bir uca yenilenmeye hazırlandığı bu dönemde, Türkiye'nin hızına yetişemeyenler de zihniyetlerini yenileme imkânını bulurlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 17 Aralık kararlarına ilişkin olarak uğradığımız en haksız eleştiri Kıbrıs'la ilgilidir. Hükümet olarak Kıbrıs'ı bir millî mesele olarak gördüğümüzü ve Türk tarafının menfaatlarına gölge düşürecek herhangi bir girişime göz yummayacağımızı defalarca ifade ettik.

17 Aralık sonrasında gerek bizim açıklamalarımızda gerekse resmî bildiride, gümrük birliğini 10 yeni üye ülkeye teşmil etme kararının hiçbir şekilde Güney Kıbrıs Rum yönetimini tanıdığımız anlamına gelmediği ifadesi açık olarak yer almıştır.

Ancak, bu ülkede, maalesef, sağır sultanın duyduğunu dahi duyamayan, anlayamayanlar var hâlâ. Herkesin bir an önce kavraması gereken bir gerçek var; çözümsüzlük politikalarında ısrar ederek, pasif kalarak, savunma psikolojisiyle hareket ederek, Ada'daki Türk menfaatlarını daha fazla koruyamayız.

Türkiye bu konuda inisiyatif kullanarak, cesaretli adımlar atmak ve hep bir adım önde olmak durumundadır. 2004 yılı içerisinde Kıbrıs konusunda ardı ardına attığımız adımlar ve bu adımların diplomatik kazanımları ortadadır.

Bakınız, burada, çok açık, net olarak bir gerçeği, ben, tekrar huzurlarınıza getirmek istiyorum; o da, ağırlıklı olarak, 24 Nisan referandumundan sonra Sayın Annan'ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine yapmış olduğu açıklamadır.

Bu raporunda Sayın Annan, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olarak, şimdiye kadar hiç görülmemiş şekilde, Kıbrıs Türklerinin durumunu tüm dünyaya duyurmaktadır; Kıbrıs Türklerine baskı uygulamak veya onları dünyadan tecrit etmek için hiçbir gerekçe kalmadığını kayda geçirmektedir. Kıbrıs Türk tarafının kalkınmasını engelleyen ve onları dünyadan tecrit eden uygulamalara son verilmesini istemekte ve bu çerçevede, uluslararası camiaya ve Güvenlik Konseyine kuvvetli bir çağrıda bulunmaktadır. Kıbrıs'ta kalıcı bir çözümün, siyasî eşitlik ve ortaklık temeline dayalı olması gerektiğini vurgulamakta, çözüm planının başarısızlığa uğramasının sorumluluğunu, Kıbrıs Rum tarafına yüklemektedir.

Rumların, sadece Annan Planını değil, esasen, çözümü reddettiklerini de kayda geçirmekte, Rum tarafının tutumunu sorgulamakta ve bunun, ciddî bir değerlendirme gerektirdiğini vurgulamaktadır. Bununla da kalmayan Genel Sekreter, Rum tarafının müzakerelerdeki ve sonrasındaki tutumunu kuvvetli şekilde eleştirmekte, Rum liderliğinin müzakere öncesindeki vaatleriyle çelişen davranışlarda bulunduğuna dikkat çekmektedir.

Son olarak, Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk tarafının ise, müzakereler öncesinde, sırasında ve sonrasındaki yapıcı tutumunu açık ifadelerle kayda geçirerek, bu tutumu takdirle karşıladığını beyan etmektedir. İşte, bu, diplomatik bir değerlendirmenin, raporun, bugüne kadar olmadığı şekliyle, tam tersiyle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kayıtlarına girmesidir.

Değerli arkadaşlar, eğer, olay, Lahey'de buradan düşünüldüğü gibi devam etseydi, belki, bugün bu noktalara da gelmeyebilirdik.

Bir diğer nokta da şu: Burada şahsımla alakalı olarak Sayın Baykal bir ifadede bulundular. Öyle zannediyorum ki, ya gazete haberi kendilerini yanıltmış oldu veyahut da burada yanlış bir kaynaktan bu haberi aldılar. Bir defa, benim kullandığım ifade o değil; ifadenin aslını ben kendilerine burada açıklayayım: "Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği, Kıbrıs'taki güney ve kuzey gerilimine feda edilemez." Benim ifadem budur. (CHP sıralarından "Haber doğru" sesleri)

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Ee, doğru!..

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İkincisi, Türkiye'nin...

Çatışma başka bir olaydır, gerilim başka bir olaydır. Lütfen, bunları aynı yere oturtmayın; bu bir. İkincisi... (CHP sıralarından "Oo" sesleri)

Değerli arkadaşlar, ben, size, söylediğimi açıklıyorum, sözün sahibi benim, kayıtları, her şeyi bende mevcut.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Biz de doğru anlamışız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ben sözün sahibi olarak anlatıyorum, kabul edersiniz veya etmezsiniz. Bu Yüce Parlamentoda bu kibarlık, bu güzellik, öyle zannediyorum ki, bizleri neticeye götürmede çok daha faydalı olacaktır.

"Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği ve Kuzey Kıbrıs Türklerinin var oluş davası, statükoya feda edilemez" dedim ve değerli arkadaşlar, böylece hem Türkiye'nin Avrupa Birliği perspektifini koruduk hem de çözüm politikasıyla Kıbrıs Türklerinin, bütün bu olaylarda her zaman bir adım önde olması tezini her yerde dile getirdik.

Tabiî, burada, bir gerçeği vurgulamakta yine hassasiyet göstermem gerekiyor: Kıbrıs'la ilgili duyarlılık konusunda, eğer biz, 24 Nisan öncesi muhalefetin takındığı tavrı takınmış olsaydık, bugün dünyada herkes bizim aleyhimizde bir tavrın içerisinde olacaktı; ama, şimdi kimse, kalkıp da Kıbrıs'taki bu tavır nedeniyle bize "siz gene işi yokuşa sürdünüz" diyemiyor. Tam aksine "burada işi Güney Rum tarafı yokuşa sürdü" diyorlar. Olayın büyüklüğü o kadar ki, bakınız, yıllar yılı devlet olamayan, yıllar yılı sadece Türkiye tarafından devlet olarak tanınan bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti var ve yine iftiharla söylüyorum ki, hamd olsun, bizim dönemimizde İslam Konferansı Örgütüne, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bir Müslüman cemaat olarak değil, Kuzey Kıbrıs Türk Devleti olarak katılmıştır... Kuzey Kıbrıs Türk Devleti olarak katılmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

CANAN ARITMAN (İzmir) - Önemli değil...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Diplomasiyi biraz öğrenirseniz bunun ne derece önemli olduğunu anlarsınız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Türkiye, bugün, bütün dünya tarafından bu meselede çözüme yakın olan taraf olarak görülmekte ve sempatisini sürdürmektedir.

Bu yeni dönemde de dayatmalara asla rıza göstermeden, millî menfaatlarımızdan asla taviz vermeden, Ada'ya kalıcı barışı getirecek çözüm arayışımızı aktif biçimde sürdüreceğiz.

Hükümet olarak Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu doğrultusunda gösterdiği çabaları destekliyoruz.

Önümüzdeki dönemde, yine Birleşmiş Milletler çatısı altında Ada'daki iki tarafın eşit statüde olacağı ortaklık temelini esas alan çözüm arayışlarına etkin olarak katılacağız. Bu konuda Avrupa Birliğinin de çözüm sürecine, hakkaniyeti gözeterek katkıda bulunmasını bekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz üzere Amerika Birleşik Devletleriyle tarihsel derinliğe sahip ve ortaklık temeline dayanan çokboyutlu ilişkilerimiz sürmektedir. 2004 yılının ilk yarısı Irak krizi dolayısıyla ortaya çıkan bazı gerginliklerin aşıldığı ve ikili ilişkilerde dinamizmin yeniden yakalandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde iki ülke siyasî ve askerî temsilcileri arasında çeşitli temaslar gerçekleştirilmiş, problem yaşanan konular karşılıklı olarak masaya yatırılmış ve açıklığa kavuşturulmuştur. Buna ilave olarak ocak ayında Amerika Birleşik Devletlerine yaptığım resmî ziyaret, ardından Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Bush'un NATO İstanbul Zirvesi öncesi Ankara'yı ikili çerçevede ziyaretleriyle iki ülke ilişkileri açısından önemli ilerlemeler sağlanmıştır.

Biz, Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerimizin arzu edilen seviyeyi kazanması ve ileriye dönük işbirliğinin karşılıklı anlayış ve saygı temelinde devam etmesi yolundaki irademizi her vesileyle ifade ediyoruz. Müttefik iki ülke arasında sürdürülen ilişkiler, tabiatı gereği karşılıklı hassasiyetleri dikkate alan bir çizgide ilerlemektedir.

Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki koalisyon güçlerince gerçekleştirilen harekâtı izleyen dönem içinde Irak'ta zaman zaman bazı menfur hadiseler cereyan etmiştir. Müttefikimiz olan bir ülkeden, milletimizi derinden etkileyen böyle hadiselerde azamî hassasiyet içinde olmasını beklemek en tabiî hakkımızdır. Bu hassasiyetlerimizi çeşitli zeminlerde Amerika Birleşik Devletleri yönetimine de ilettik, iletiyoruz. İnanıyorum ki, bu hassasiyetlerimiz dikkate alınacak ve Türkiye'nin, bölgede barışın sağlanması noktasındaki önemi ve değeri daha iyi anlaşılacaktır.

Irak'ta durumun bir an önce normale döndürülmesi, Irak'ın, siyasî, ekonomik ve sosyal alanlarda süratle yeniden yapılandırılması ve insanlığın vicdanını yaralayan görüntülerin artık son bulması en büyük temennimizdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz iki yılda attığımız adımlarla, Türkiye, uluslararası siyaseti tribünden izleyen değil, sahada yerini alarak oyuna katılan bir kimliğe ve etkinliğe kavuşmuştur.

Ülke olarak, dünyadaki bu itibarlı konumumuzu açıkça ortaya koyan çok önemli diplomatik zeminlerde ağırlıklı rol oynadık. İşte, geçen yılın önemli dış gelişmelerinden biri, G-8 Zirvesine "demokratik ortak" sıfatıyla katılmamız olmuştur.

Yine, bununla kalmadık; 2004 yılı içinde, İstanbul'da, iki önemli uluslararası toplantıya evsahipliği yaptık; birisi, 57 ülkenin dışişleri bakanlarının katılımıyla gerçekleştirilen İslam Konferansı Örgütünün 31 inci Dönem Dışişleri Bakanları Toplantısıydı. Ortadoğu ve çevresindeki gelişmelerin hız kazandığı, Filistin, Irak gibi bölgesel sorunların alevlendiği bir dönemde yapılan bu zirve, dünya kamuoyu tarafından büyük bir ilgi ve dikkatle takip edildi.

Bu arada, yine bildiğiniz gibi, ülkemiz açısından gurur verici gelişmelerden ilki, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliği görevine, Türkiye'nin adayının, bu dönemde seçilmiş olmasıdır. Bunlar durup dururken olmadı. Bunlar, çok ciddî bir lobi faaliyetiyle gerçekleşmiş, alınmış olan neticelerdir.

İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliği makamı, Türkiye'nin önerisiyle, ilk kez demokratik şekilde yapılan bir seçimin ardından, üye ülkelerin oylarıyla sahibini buldu. Bu görev, uluslararası kuruluşlar nezdinde, Türkiye'nin en üst seviyede temsilini sağlayan bir görevdir.

Daha önceki İslam Konferansı Örgütü toplantılarında, az önce söylediğim gibi, Kıbrıs'ın konumu farklıydı, bugün farklı, inanıyorum ki, yarın çok daha farklı olacak.

Haziran ayı sonunda İstanbul'da gerçekleştirilen NATO Zirvesi de, 2004 yılına damgasını vuran bir başka önemli olaydı. Dünya ölçeğindeki ve bölgesel düzeydeki gelişmelerin değerlendirildiği bu toplantı, dünyada barışın sağlanmasına yönelik fikirlerin öne çıktığı tarihî bir zirve olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; izlediğimiz bu çok yönlü aktif diplomasinin bir gereği olarak, başta çevre ülkeler olmak üzere, dünyanın dört bir yanına ziyaretler yaptık. Şahsım olarak 40 ülke; toplam 74 ziyaret gerçekleştirdim. Medya bunun hesabını çıkarmış, 320 000 kilometreyi buluyor.

Bu da, herhalde, ülkemize hizmet yolunda aldığımız mesafenin ne kadar önemli olduğunun bir ispatıdır. Yani, bununla ilgili olarak, gerek dünyanın tüm siyasî liderleriyle ülkemizin tanıtımı noktasında, müşterek adımlar atabilme noktasında çok ciddî mesafelerin alınması noktasında önemli bir adımdı.

Türkiye'yi dünyaya açmak, Türkiye'nin siyasî ve ekonomik hedeflerini geliştirmek, milletimiz adına, dünya ülkelerine barış ve dostluk mesajları taşımak için çok önemliydi.

Hükümet olarak, bütün dünya ülkeleriyle, dostluk ve barış esasına dayanan iyi ilişkiler geliştirmenin azamî gayreti içerisindeyiz.

Dışpolitika anlayışımız, düşman edinmeye değil, dost kazanmaya yöneliktir ve bütün yakın çevremizde de, daha dış halkalar içerisinde bu anlayışa dayalı olarak çalışmalarımızı sürdürdük.

Komşuluk, dostluk ve kardeşlik bağlarıyla bağlı olduğumuz bölge ülkeleriyle ilişkilerimiz ayrı bir önem ve ağırlık kazandı bu dönemde ve hızla da bu çalışmalarımızı devam ettiriyoruz.

Her zeminde dile getirdiğimiz gibi, Ortadoğu'da kanayan yaraların kapanması, acıların dindirilmesi için barış fikrini en gür şekilde seslendirmeyi görevimiz sayıyoruz. Hemen, ocağın ilk haftasında, Başbakan Vekilimiz, Dışişleri Bakanımız, Filistin ve İsrail'e ilk ziyaretini bu noktada yapıyor ve atacağımız adımlar, inşallah, barışın buradaki ilk tohumları olur. Aynı coğrafyayı paylaşan ülkelerin dostça ve kardeşçe yaşayacakları bir ortak geleceğe doğru adım atmalarını samimiyetle diliyoruz; çünkü, çatışma kültürünün yerini iyi niyet çerçevesinde geliştirilen sosyal, ekonomik ve kültürel ilişkilerin alması, barış yolunda en önemli kazanımları beraberinde getirecektir diyoruz.

Son olarak güney komşumuz Suriye'ye yaptığım geziyle birlikte, gerçekten çok çok anlamlı bir seyahati, çok çok anlamlı bir görüşmeler manzumesini orada yaşadık ve Sayın Cumhurbaşkanıyla, Sayın Başbakanla, diğer bakanlarla yaptığımız ikili görüşmelerle attığımız adımlar, inanıyorum ki, geleceğin Türkiye-Suriye ilişkilerinde hayırla yâd edilecek bir adım olacaktır.

Benzer bir yaklaşım, yine aralık ayı başında, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Sayın Putin'in ülkemizi ziyaretidir. Rusya-Türkiye ilişkileri de, ortak bir kararlılıkla yeni bir vizyona kavuşmaktadır; önümüzdeki ay yapacağımız iadei ziyaretle de, inşallah, bu, çok daha farklı bir hale dönüşecek ve aramızdaki münasebetleri, ekonomik noktada, siyasî noktada, inanıyorum ki, çok daha önemle ele alacak ve atılmış, atılmakta olan adımları gözden geçirme fırsatımız olacaktır.

Bu konulardaki yoğun çabamız, güven zemininde artarak devam edecek ve inanıyorum ki, Türkiye, kısa zamanda dünya platformunda büyüklüğüne yakışır bir role kavuşacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükümetimiz, insan haklarının korunması ve demokrasimizin çağdaş standartlara kavuşturulması konusunda büyük bir hassasiyet göstermiştir. Bu hassasiyetin gereği olarak, Türkiye'yi bir demokrasi ve özgürlükler ülkesi haline getirme hedefimizi hayata geçirmek adına da önemli adımlar attık. Gerçekleştirilen bu reformlarla, başta düşünce ve ifade özgürlüğü, dernek kurma ve örgütlenme hakkı, dinî özgürlükler, işkence ve kötü muameleyle mücadele, ölüm cezasının kaldırılması gibi konularda çok önemli adımlar atılmıştır.

Yine, bu dönemde, yargının işleyişi, sivil otoritenin güçlendirilmesi, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların geliştirilmesi, yolsuzlukla mücadele alanlarında önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.

Mayıs 2004'te yapılan kapsamlı anayasa değişikliğinin ardından eylül ayında yeni Türk Ceza Kanununun kabulüyle demokrasi tarihimizde yeni bir sayfa açılmıştır.

Bütün bu adımlar, hem ülkemizi çağdaş bir yapıya kavuşturmamız hem de Avrupa Birliğine tam üye olmak için atmamız gereken adımlardı. Bu adımlara desteğini esirgemeyen Anamuhalefet Partisini, tekrar, huzurlarınızda şükranla anıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Demokrasi ve özgürlükler konusunda Türkiye'yi dünyanın örnek ülkelerinden biri haline getirmek, insanımızın hayat kalitesini yükseltmek, Hükümet olarak, şüphesiz ki en öncelikli hedeflerimizdendir.

Bu hassasiyetimizin bir sonucu olarak, Türkiye, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin 1966 yılından beri sürdürdüğü işkence denetimi listesinden, bu yıl, nihayet çıkarılmıştır. Uluslararası zeminlerde ülkemizin sık sık karşısına çıkarılan bu ayıbın temizlenmiş olmasından özellikle mutluluk duyuyoruz. Bu yasal düzenlemelerden sonra, yeni bir düşünce suçu mahkûmiyeti de gerçekleşmemiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de, AK Partinin ekonomi siyasetini, iş görme pratiğini özetlemek istiyorum. Burada, çok önemli bir gerçeğin altını çizmek istiyorum. Bazıları, hâlâ, güçlü bir ekonomi olmadan, güçlü bir demokrasi olmayacağını iddia ediyorlar; yani, önce millî gelirini artır, sonra demokrasiyi geliştir diyorlar. Bu iddia, külliyen yalandır, yanlıştır. Biz demokrasiyi, hukuku, kalkınmanın olmazsa olmaz dayanağı, şartı olarak görüyoruz. Bu yüzden demokrasiyi önemsiyor, Avrupa Birliği sürecindeki reformlarımızı önemsiyoruz. Başarımız da buradadır. Ekonomik kalkınma demokrasinin eseridir. Demokrasi geliştikçe ekonomi gelişecektir.

Türkiye ekonomisi AK Parti döneminde büyük bir atılım gerçekleştirmiş, yalnızca 2000 ve 2001 krizlerinin etkilerini silmekle kalmamış, on yılların kronik sorunlarına da neşter vurmuştur. AK Parti, ekonomik sorunlara özgün, yerli, akılcı, sürdürülebilir ve kalıcı çözümler getirmiştir.

İki yıl gibi kısa bir süre zarfında parti programımızda, hükümet programımızda ve Acil Eylem Planımızda belirlenen hedeflere çok büyük oranda ulaştık; tamamladık diyemiyorum, hatta hedefleri de kısmen aştık.

Hükümetimizin ekonomi politikaları, geçmiş hükümet dönemlerinde olduğu gibi, asla günü kurtarmaya yönelik olmamıştır. Türkiye'nin kaynaklarını Türkiye'ye kazandırıyoruz. Ekonomide temel anlayışımız, işsizliğin, yoksulluğun, gelir dağılımındaki adaletsizliğin çözümüne odaklanmıştır. Yalnızca grafiklerden, göstergelerden, tablolardan ibaret bir ekonomik gelişmenin eksik olacağı anlayışıyla hareket edilmiş, ekonomideki iyileşmenin toplumun tüm kesimlerine eşit şekilde ulaşabilmesi asıl amaç olarak benimsenmiştir.

Burada, makroekonomik göstergelerdeki iyileşmenin sokağa yansıması için azamî çaba gösterilmiştir, bu konuda da çok önemli mesafeler kat edilmiştir.

İddiaların aksine bizim dönemimizde yoksullaşma, kesimler arasındaki gelir adaletsizliği artmamış, aksine yeterli olmasa da nispî iyileşmeler yaşanmıştır.

Bakınız, toplumun en alt gelir düzeyini oluşturan yüzde 20'lik kesim 2002 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 5,3'ünü alırken, 2003'te bu oran yüzde 6'ya çıkmıştır. Şimdi, bunların altını çiziyorum. Buna karşılık, en üst gelir düzeyindeki yüzde 20'lik kesimin payı 2002 yılında 50,1 iken,  2003 yılında bu rakam 48,3'e gerilemiştir. Görüldüğü gibi, gelir dağılımındaki eşitsizlik makası da artık daralma yoluna girmiştir.

Türkiye ekonomisinin kronik sorunu olan yüksek ve belirsiz enflasyon, otuzdört yıl boyunca, Türkiye'de, âdeta birkaç neslin kâbusu olmuşken, bu sorun, kalıcı olarak çözüme kavuşturulmuştur.

Tabiî, burada, 1999'daki IMF uygulamalarının bir neticesi olarak bu gösterilirken, öbür taraftan da, IMF'yle ilgili anlaşmaların yanlış olduğu anlayışına ulaşmak,  inanıyorum ki, konuşma içerisinde de bir çelişkiyi ortaya çıkarıyor.

Türkiye'de bir ara yüzde 130 oranlarına kadar ulaşan enflasyon, iktidarı devraldığımız andan itibaren istikrarlı ve kalıcı bir düşüş trendine girmiştir. Enflasyon oranlarında, aylık bazlarda negatif oranlar ve yıllık bazda tek haneli seviyeler Hükümetimiz döneminde gerçekleşmiştir. 2004 yılı içinde yüzde 12 gibi iddialı bir hedef belirlemiştik ve şu anda görünen o ki - artık bundan sonra fevkalade bir hal zaten olamaz- inşallah, yüzde 10'la falan bitireceğiz.

Geçmişte yıllık yüzde 30, yüzde 50, hatta bazı dönemlerde yüzde 100'ün üzerinde artış gösteren ürünler, bugün çok küçük oranlarda artmaktadır.

Burada, iki yıldır ısrarla üzerinde durduğumuz bir konuyu yeniden belirtmekte fayda görüyorum. Enflasyonun düşmesi fiyatların düşmesi değil, fiyat artış hızının düşmesidir. "Enflasyon düştü; ama, dana eti şu kadar arttı, peynirin fiyatı bu kadar arttı, şeker fiyatı şu kadar arttı, şuradan şuraya geldi, benzin şu idi, şu oldu" diyenler, lütfen, ellerini, şöyle, vicdanlarına bir koyuversinler. Ellerini vicdanlarına bir koyuversinler. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Yanlış mı canım?!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Doğru, doğru!

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Çarşıya pazara çıkmıyorsunuz galiba.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Doğru, doğru!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyin efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 2002 Ekiminde 578 000 000 Türk Lirası civarında olan ortalama memur maaşı, Ekim 2004 itibariyle 748 000 000 Türk Lirasına ulaşmıştır.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Bozdur bozdur harca!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yüzde 33'lerden tek haneli rakamlara kadar gerileyen bir enflasyona rağmen, memur maaşları, ortalama olarak yüzde 30'a yakın bir oranda artış göstermiştir.

Değerli arkadaşlar, bakın, bir taraftan enflasyon düşüyor, öbür taraftan memurumuzun maaşı artıyor.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Memurlar size rahmet okuyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın arkadaşlar, her zaman söylüyorum; ama, anlamakta zorlananlar var, belki anlamaları için ifade etmem gerekir: Hayatında iki koyun gütmeyen, maalesef bu sıkıntıyı yaşıyor işte. Tabiî, bu iş masada oturularak olmaz, hayatı yaşamakla olur. Hayatı yaşarsanız, o zaman bunun ne derece önemli olduğunu anlarsınız. Biz, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetiyoruz. Böyle bol keseden bunu dağıttığınız anda, ondan sonra memurun, işçinin maaşını ödeyemez hale gelirsiniz, o hale gelirsiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ve bu ülkede, unutmayın, gecelik faizlerin yüzde 7 500'lere çıkmasının sebebinin altında da bu mantık yatıyordu işte; bunu özellikle vurgulamak istiyorum; bu anlayış yatıyordu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Hortum yatıyor, hortum.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ama şimdi, istikrar var; şimdi, güven var. Bunu böyle yönetmek durumundayız.

Üç şeye çok dikkat edeceğiz, başarı için bunu yapmak zorundayız. Onun için, biz gelirken meydanlarda bunu söyledik, "gelir gelmez cepleriniz şişecek" demedik. Ya; üç yıl dedik. Üç yıl; ama, değer kazanmaya başladı, daha ikinci yılın sonundayız. Biz de diğerleri gibi atıp tutabilirdik, atmadık. Niye; tabloyu iyi görüyorduk ve hamdolsun, şu anda bunun neticelerini alıyoruz. Türkiye şu anda güven ve istikrar ülkesi olmuştur. Faiziyle, büyüme oranlarıyla, enflasyonuyla, her şeyiyle, şu anda güven veriyor, istikrar vaat ediyor. Daha ayrıntılı bilgiler için, aslında, dağıttığımız şu kitapçığa bakarsanız, orada, çok açık detayları göreceksiniz; fakat, ben, bazı önemli olanlarını, sizlere, şurada, örnek olarak vermek durumundayım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Başbakan, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Yıllar yılı ihmal edilen Bağ-Kurlularımızın gelirleri, geçen yıl içerisinde, nihayet nefes alınabilir bir noktaya gelmiştir.

Bakınız lütfen, Ekim 2002'den bu yana, altıncı basamaktaki Bağ-Kurlu esnafımızın aylıklarında gerçekleşen artış oranı yüzde 91'dir.

Ekim 2002'de, ortalama olarak 189 000 000 Türk Lirası aylığa sahip olan bir Bağ-Kurlu esnafımız, bugün, ayda ortalama 361 000 000 Türk Lirası gelire sahip olmaktadır.

Yine, altıncı basamaktaki Bağ-Kurlu çiftçimizin, Ekim 2002'de ortalama olarak 110 000 000 Türk Lirası olan maaşı, Ekim 2004'te, yüzde 131'lik bir artışla, 254 000 000 Türk Lirası seviyesine ulaşmıştır.

Aynı dönem içinde ortalama SSK aylığı da, 282 000 000 Türk Lirasından, yüzde 59'luk artışla 448 000 000 Türk Lirasına çıkmıştır.

Bu artış ve ödemeler, kriz şartlarını aşabilmek adına sıkı malî politikalar uygulama yükümlülüğünde olduğumuz bir dönemde, ekonomik imkânlarımızı sonuna kadar zorlayarak gerçekleştirdiğimiz düzenlemelerdir.

Sayın milletvekilleri, enflasyonun dizginlenemediği bir ekonomik yapı içinde, ücret artışlarının çoğu, zaman zaman, biliyoruz ki alım gücünü artıramaz.

Şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, bu durumun aksine, Hükümetimizin son iki yılda izlediği gerçekçi ekonomik politikalarla, insanlarımızın alım gücünde de kayda değer artışlar olmaya başlamıştır.

Bakınız, şimdi, ben de size bazı örnekler veriyorum: Asgarî ücretli bir vatandaşımız, eline geçen aylık tutarla, Ekim 2002'de 190 kilogram ekmek alabilirken, bugün, asgarî ücretle, 258 kilogram ekmek alabilmektedir.

Ekim 2002'de, bir asgarî ücretli, 181 kilogram makarna alabilirken, bugün, 297 kilogram makarna alabilmektedir.

O gün, 151 litre süt alınabiliyordu, bugün, 203 litre süt alınabiliyor.

Bir başka örnek: Ekim 2002'de, bir asgarî ücretli, 80 kilogram kuru fasulye alabilirken, bugün, 122 kilogram kuru fasulye alabilmektedir.

Bu konuda da ayrıntılara girmiyorum; elinizdeki kitapçıkta bunlar da var.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Kaç tüp alabiliyor Sayın Başbakan?! Ne kadar likit gaz alabiliyor?!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ona da geleceğim... Kitapçıkta da var zaten.

Ekim 2002 ile Ekim 2004 arasında buzdolabı fiyatlarına lütfen bir bakalım; ortalama yüzde 29, çamaşır makinesi fiyatları yüzde 35 azalmıştır; bundan haberiniz var mı?! (AK Parti sıralarından alkışlar) Buzdolabı, fırın, çamaşır ve bulaşık makinesinin içinde bulunduğu toplam beyazeşyada, 2002'de, 1 950 000 adetlik bir satış gerçekleşirken, 2004'te bu rakam, yüzde 91 oranında artarak, 3 725 000 adede yükselmiştir. 2002-2004   seneleri   arasında gerçekleşen  satış, toplam 7 500 000 adettir yaklaşık olarak. Türkiye, 16 000 000 haneden oluşan bir toplum olduğuna göre, son iki yıl içerisinde, Türkiye'deki ailelerin en az yarısının beyazeşya satın aldığını veya beyazeşyasını yenileyebildiğini söyleyebiliriz. Bu ilginç tablo, toplumumuzda hayat standardının da, yaşanan iyileşmelere paralel olarak yükselme eğilimine girdiğini çok açık, net olarak ortaya koymaktadır.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Sayın Başbakan, bu anlattığınız Türkiye mi?!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ben Türkiye'de yaşıyorum; siz başka yerde yaşıyorsunuz herhalde!.. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Biz uzayda yaşıyoruz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;  bakınız, tüpgazdaki durumu da soruyorlar. 12 kilogramlık tüp 21 500 000 liraydı; şimdi ise, 23 500 000 lira ve dikkat edin, bu, dışa bağımlı bir olay; artış, yüzde 61 değil, yaklaşık olarak yüzde 10.

Değerli arkadaşlar, mazotun litre fiyatı 1 340 000 liraydı; şimdi ise, 1 784 000 lira; artış, yüzde 65 değil, yüzde 32,25.

Elektriğe gelince; burada da yanlış bilgilendirmeler var. Maalesef, sufle edenler yanlış sufle etmişler. Bir defa, elektriğe, tam yirmibeş aydır hiç zam yapılmamış; tam aksine, indirim yapılmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bakınız, şu anda, Kasım 2002'den bu ana kadar, elektrikte kilovat/saati konutta 160 760 liraydı, 158 344'e; sanayide 152 610 liraydı, 142 778 liraya inmiştir.

SEDAT PEKEL (Balıkesir) - Dünyanın en pahalı elektriği Sayın Başbakan.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Sulamadaki elektrik ne oldu; lütfen, onu da söyleyin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Kitapçığı biraz okursanız, orada onları bulacaksınız.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Kitapçıkta yok; çünkü, söyleyemiyorsunuz; çünkü, yüzde 34 artırdınız!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Lirasındaki sıfırlardan kurtulmak ve paramıza hak ettiği itibarı yeniden kazandırmak, bugüne kadar her hükümetin bir hayali olmuş; ama, bu hayal bir türlü gerçekleşememişti.

"Enflasyonla mücadele edeceğiz" diye gelenler, enflasyonun altında kalıp ezildikleri için, paramıza hep yeni sıfırlar eklemek suretiyle günü kurtarmışlardır.

Dünyada en çok sıfıra sahip olan banknot, maalesef, bizim banknotumuz.

Hükümetimiz döneminde paramızdan sıfırları atma hedefi de nihayet gerçekleşmiştir. 1 Ocak 2005 Cumartesi günü, Cuma gecesi saat 24.00'ü hemen geçer geçmez YTL (Yeni Türk Lirası) tamamen piyasaya arz ediliyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Türkiye, hak ettiği, özlediği, beklediği parasına kavuşacak; parasına da itibarını iade edecektir. Türkiye'nin nerelerden nerelere geldiğini görmek için, herhalde bundan daha iyi bir örnek olamaz. Güçlü bir ekonominin, güçlü bir ülkenin, kararlılığın, güvenin ve istikrarın en somut göstergesi, birkaç gün sonra tedavüle sokacağımız Yeni Türk Lirası olacaktır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ancak, bazı başarılarımızda olduğu gibi, buna da kulp takma gayreti içerisinde olanlar var; milletin sevincine ortak olamayanlar var; cumartesi günü ülke genelinde yaşanacak bayram havasına "ben ortak olmam" diyenler çıkabilir; var.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Hep beraber zengin olacağız!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - "Zamanı değildi", "enflasyonu azdıracak", "millete uyum sağlayamayacak" veya "millet uyum sağlayamayacak" diyerek bu sevinci gölgelemeye çalışanlar var. Oysa, Türkiye, zincirlerini kırmıştır, atılıma geçmiştir ve onu durdurmak hiç kimsenin harcı değildir. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, büyümede Türkiye, OECD ülkeleri arasında 1 numaradır. Artık, bunu, OECD kendisi ilan etti ve Türkiye'yle ilgili raporu da bütün detaylarına kadar verdi.

İşte, 2003'te hedefimiz yüzde 5'ti, yüzde 5,9'la kapadık. 2004'te yüzde 5'ti, görünen o ki, yüzde 10'un hemen yakınında, alt veya üstünde yine büyüme hızını noktalayacağız. Buralara geldik.

Ve bir başka konuya burada hemen dokunuyorum; 2004 yılının ilk dokuz ayında özel kesim tarafından gerçekleştirilen sabit sermaye yatırım tutarı 45 katrilyon Türk Lirasıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu da özellikle bilmenizi istiyorum. Bu yatırımın 30 katrilyon lira tutarındaki kısmı makine ve teçhizat yatırımıdır. Bu rakamlar, önümüzdeki dönemde, Türkiye'nin üretim, ihracat ve büyüme potansiyelinin de artacağına işaret etmektedir.

İşsizlikle ilgili konuya gelince; şüphesiz, işsizlikte ideale, arzu edilene ulaşmış değiliz; ama, 10,3 oranında olan işsizlik, bizim dönemimizde 9,7'ye düşmüştür ve Türkiye'de istihdama giren insanların sayısı her yıl 500 000 civarındadır. Bu 500 000'i düşündüğünüz zaman, bunu da ne yapıyor; şu anda Türkiye'deki yatırım absorbe ediyor; bunu unutmayalım, bunu da bir kenara atmayalım. Yani, işsizlik oranı artmıyor, çok az da olsa, oran azalıyor; ama, Türkiye'de işgücüne katılım, aynen, bunun içinde o da absorbe ediliyor. Bunu bir kenara koyamazsınız; bu da bunun ayrı bir gerçeğidir.

Değerli arkadaşlarım, bir diğer vakıa da şudur: Özel sektör yatırımlarındaki artış ve tarım kesimine uygulanacak yeni teşviklerin devreye girmesiyle, işsizlikte, inanıyorum ki, çok daha önemli bir gelişim olumlu istikamette olacaktır.

İhracatta cumhuriyet tarihimizin rekorları kırılmaktadır. Tabiî, burada, az önce Sayın Baykal bazı rakamlar verdi. Bakın, bu rakamları verirken, bunları oransal olarak ele almakta fayda var.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Mutlak rakamın da bir anlamı var Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Oransal olarak ele aldığımız zaman, 2001 yılından 2004'e kadar bu oranların hemen hemen aynı olduğunu göreceksiniz, çok büyük bir farklılığın olmadığını göreceksiniz ve buradan, eğer bazı rakamların verilmesini isterseniz, o rakamları da sizlere verebilirim.

Bakınız, 1999 yılında Türkiye'nin ihracatı 26 500 000 000 dolardır; ama, şu anda, bu yılsonu itibariyle beklenen rakam 60 milyar dolardır. Nereden nereye geldik.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - İthalat?..

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ve olayın ithalatına bakıyorum. Aynı dönemde, ithalat, 1999'da, 40 600 000 000 dolardır, şimdi ise 90 milyar dolardır; yani, buna baktığımız zaman, oranın çok da öyle farklı olmadığını çok açık, net, burada, görüyoruz. Hesabı yaparsanız, bu, zaten, açık, net ortaya çıkıyor.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Açığın büyük olduğu çok belli Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ne kadar cari açık dediyseniz de, cari açığın kımızı ışıkları yanmış olsaydı, ülke batmıştı zaten, maaşları ödeyemez duruma gelirdik. Böyle bir sıkıntı, hamdolsun, yok. Bu noktada gayet rahatız. İşler de gayet iyi gidiyor.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Yanmasın diye uyarıyoruz Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, burada, sizlere, başka bir iki örnek daha vereceğim.

Bazı ülkelerin kamu toplam borç stokundan bahsediyoruz. Bakınız, "borç yiğidin kamçısıdır" derler.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - O zaman daha çok borç alalım.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi, Amerika Birleşik Devletlerinde, şu anda, borcun, bakınız, borcun gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 60, Japonya'da yüzde 169, İtalya'da yüzde 106, Kanada'da yüzde 185. Bunu daha açık olarak, ben, sizlere söyleyeyim. Şu anda, kamu borç tutarı olarak söylüyorum bunu, Amerika Birleşik Devletlerinin yaklaşık 6,5 trilyon dolar, İtalya'nın ise 1,2 trilyon dolar, bunların borcu.

Şimdi, bizde ise, eğer kitapçığa bakarsanız -kitapçığın içinde o da var- göreceksiniz ki, Türkiye'nin borç stoku, millî gelire oranda ciddî manada azalmaya başlamıştır. Nerelerden nerelere geldik, kitapçığın içinde var. Burada da, şöyle, kısaca, ona da bir değinmek istiyorum.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Kitapçık ne yazarsanız onu söyler.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, görevi devraldığımızda bu oran yüzde 91'di, şimdi ise yüzde 70,5; bu yılsonu itibariyle de bunun yüzde 69 küsura filan ineceği görülüyor; hesaplar bu istikamette.

Değerli arkadaşlarım, desteklemeyle alakalı atılacak bazı adımlarla, bundan sonraki dönemde hedefimiz, ürün ve üretim istikametinde bir destekleme primi politikasına geçeceğiz, atacağımız adımlar bu istikamette olacak ve bu konularda da kararlıyız; çünkü, çiftçimizin, özellikle tarımda ve hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımızın hayvancılıkta yüksek bir performansa ulaşması, hedeflerimizin arasında en önemli yere oturmaktadır.

Değerli arkadaşlarım "tarıma can suyu" adı altında, düşük faizli kredi kullanma imkânı getirilmiştir. Bakınız, bizim, şu anda bile, tarımla ilgili uyguladığımız, faiz noktasındaki desteğimiz şudur... Yanlış bilgilendirmeler yapılıyor. Sayın Genel Başkan, az önce, yüzde 130 gibi bir temerrüt faizinden bahsetti; çok yanlış bir bilgilendirme; rakam bu değil. Nereden aldıysanız, size yanlış bilgiler veriliyor. Bakın, ben, size doğrusunu veriyorum: 2004'te, yıllık faiz, banka faizinin artı yüzde 8'idir. Bununla ilgili olarak, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanım, sizlere bütün belgeleriyle bunu verebilir; yanlış bilgilendiriliyorsunuz. Ben, bir Genel Başkan olarak, meslektaşımın yanlış bilgilendirilmesine üzülüyorum; onun için bunu söylemek zorundayım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Ziraat Bankasının resmî yazısı burada Sayın Başbakan!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 2005 yılında ise...

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - İşte burada!..

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - 2005 yılında ise, bakınız...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Ziraat Bankası, yüzde 11 aylık faiz üzerinden...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, ben...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın hatibin konuşmasına, lütfen, müdahale etmeyiniz.

Sayın Başbakan, Genel Kurula hitap edin efendim.

Buyurun.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Çiftçi kredilerindeki...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Ünal Akar, Ertuğrul Köyü-Lüleburgaz... İşte, belge elimde!..

BAŞKAN - Sayın Başbakan, lütfen, buyurun efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ben, çiftçi kredilerindeki temerrüt faizinden bahsediyorum ve bunların hepsi, benim, Genel Müdürümden ve ilgililerden alarak sizlere açıkladığım rakamlardır.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Sizi yanıltıyorlar demek!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Hayır, böyle bir şey olmaz. Ben, resmî belgelerle konuşuyorum, resmî ifadelerle konuşuyorum.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Biz de, vatandaşa gelen resmî belgelerle konuşuyoruz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bunları, her ortamda tartışırız. Daha dün akşam bile, yeni düşüşlerle ilgili olarak, çiftçilerimize yönelik bu faizlerin düşürülmesini, yine arkadaşlarımla konuştum. Yine, bu yıl içerisinde, bu daha da düşürülecek ve yüzde 20'lerin altına, yüzde 19,5'lere filan inecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Başbakan, konuşma sürenizi 20 dakika aştınız. Özetleyerek toparlarsanız, sevinirim.

Buyurun efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Daha 2004 yılı doğrudan gelir desteğini ödemediniz köylüye Sayın Başbakan! 1 lira ödemediniz!.. Tamamı hacizli!..

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Devlet Su İşleriyle alakalı olarak, şunu da yine burada hatırlatmak istiyorum: Gerçi Sayın Baykal da değindi; ama, 2003 ve 2004 yılı içerisinde... Sayın Baykal, açtığımız barajlar, göletler, regülatörler... Bu yıl içerisinde, sadece şurada... Geçenlerde Edirne'de açılışını yaptığım tesisler... Ondan kısa bir süre önce, Karacabey'de açılışını yaptığım tesislerle...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Beydağ Barajı!.. Önerge verdik, reddedildi Plan ve Bütçe Komisyonunda...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Tribünlere oynamayalım!.. Ülkenin plan, program içerisindeki gerçeklerine bakalım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Programda!..

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Biz plan, program içerisinde yürüyoruz (AK Parti sıralarından alkışlar) ve bir plan, program içerisinde, bitme oranı itibariyle yüzde 100'e yaklaşmış olan barajların hepsini bitireceğiz ve yavaş yavaş diğerlerine doğru geleceğiz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ne zaman?!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bu noktada, biz, yatırımların planlamasını buna göre yapıyoruz. Bundan önceki anlayışlarla devam edecek olursak, bu yatırımların hepsi natamam olarak kalır. Biz, bitire bitire geleceğiz. Merak etme, evvelallah, Beydağ Barajı da bitecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hepsine sıra geldikçe, onlar da bitecektir.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Ne zaman; balık kavağa çıkınca mı?!

BAŞKAN - Sayın Bodur, lütfen, konuşmanıza dikkat edin. Müdahalenin de bir adabı var, üslubu var. Lütfen efendim...

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Sayın Başkan, Bayındırlık Bakanlığının verdiği cevabı görünce...

BAŞKAN - Lütfen... Hatibin her cümlesine müdahale etme hakkınız  yok! konuşmasının tamamını beğenmek zorunda değilsiniz.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Sayın Başkan, lütfen...

BAŞKAN - Lütfen, müdahale etmeyin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Yine, bu dönemde, KOBİ'lere, önceki yıllara oranla çok daha farklı destek çalışmamızı sürdüreceğiz ve böylece, KOSGEB-KOBİ'ler arasındaki bu süreç olumlu bir şekilde artmaya devam edecektir.

Esnaf ve sanatkârlarımızın Halk Bankası kaynaklarından kullandıkları kredi faiz oranları ilk aşamada yüzde 47'ye, daha sonra yüzde 44'e ve sonra da yüzde 30'a düşürülmüştür. Şimdi ise, yeni çalışmayla, yaklaşık 5 puan daha, bu önümüzdeki yıl düşürülüyor.

Değerli Başkan, değerli milletvekillerimiz; sağlık hizmetleriyle ilgili olarak, Türkiye genelinde, en doğudan en batıya, en kuzeyden en güneye attığımız adımlar, bütün gayretlerimizi sarf ederek devam ediyor ve orada da, yine, bütün, natamam olan hastanelerimizi bitirmenin gayreti içerisindeyiz. Buralarda, önem sırasına göre bunları bitirmenin gayretiyle, süratle, imkânlarımızı sonuna kadar harcamak ve hastanelerimizi bitirmek durumundayız ve bunları da, bizzat, adım adım takip ediyoruz ve aile hekimliğine de geçmek suretiyle, bu yıl içerisinde, 2005'te genel sağlık sigortasını çıkarmak suretiyle de, halkımızın sağlıktaki o büyük derdini inşallah gidermiş olacağız.

Değerli arkadaşlarım, bir diğer konu, sosyal içerikli konular; ki, burada da yine, her zaman söylüyorum, söylemek durumundayım; bizim bu yıl hedefimiz 1 200 000 ton kömürdü ve şu ana kadar 1 000 000 ton kömürü halkımıza ulaştırdık ve okullarımızda, ilköğretimde, çocuklarımıza ücretsiz kitap dağıtımını yaptık ve göreve geldiğimizde, üniversite öğrencilerimize verilen kredi ve burs miktarı 45 000 000 liraydı, şimdi ise, 2005 Ocak ayı itibariyle, bunu 110 000 000 liraya çıkardık. Kredi ve burs almayan üniversite öğrencimiz, bu noktada, kalmıyor ve bu da, yine, büyük bir hızla devam ediyor.

9 127 okulumuza ADSL bağlantısı yapılmıştır. Bu sayı 2005 sonunda 20 000'e ulaşacaktır.

Bütün bunların yanında "haydi kızlar okula" kampanyası ve yine, bununla birlikte, bütün halkımızla el ele vermek suretiyle attığımız adımlarda, Kredi ve Yurtlar Kurumu eliyle rekor seviyede bir burs imkânını yine temin etme çalışmaları devam ediyor.

Eğitim, sağlık, spor, kültür ve ar-ge alanında yapılacak çalışmalarla da, Türkiye yeni bir dönemi yaşıyor. İlk defa, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, TÜBİTAK vasıtasıyla ar-ge çalışmalarına 450 trilyon ayırmıştır, ilk defa! (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bunun yanında, özel sektör ar-ge çalışması yaparsa, yaptığı çalışmalar yüzde 100 gidere sayılacaktır; aynı şekilde, kültürde yüzde 100 gidere sayılacaktır; aynı şekilde, sağlık hizmetlerine yapılan yatırım yüzde 100 gidere sayılacaktır; aynı şekilde, eğitime yönelik yapılan yatırımlar yüzde 100 gidere sayılacaktır. Bunların hepsi sosyal içerikli yatırımlardır.

Burada, bir şeyi daha söylemek durumundayım; az önce, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımıza, Sayın Genel Başkan çattılar, dokundular, dokundurdular veyahut.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Kimseye dokunmadık, kararı söylüyoruz Sayın Başbakan; Belediye Meclisi karar almış.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, 31 aydır Ankara Büyükşehir Belediyesi otobüs biletlerine zam yapmamıştır. 31 aydan sonra, şimdi yüzde 33 oranında, dünya petrol fiyatlarının yansımasıyla, artık bir zam yapmak durumunda kalmıştır.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Seçim geçti çünkü!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız...

Şimdi, Mustafa Bey, yani, bu konuda lütfen adil olalım. 31 ay otobüs biletine zam yapmayan bir belediye var. Belli ki... Belediye başkanlığı yapmadınız siz, serbest malî müşavirlik yapıyorsunuz; buradan kaynaklanıyor zaten.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Belediye meclis üyeliği yaptım Sayın Başbakan!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ne gelirse elinize bunları yazıp çiziyorsunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yönetmediniz, sadece kayda düştünüz; olay bu!.. Olay bu!..

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Belediye meclis üyeliği yaptım, biliyorum!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Eğer, yönetici olmuş olsanız bu işin hassasiyetini kavrarsınız. Bunu yapmanız lazım.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başbakan, biz sokaktan gelmiyoruz, biz de biliyoruz bunları yani.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, halka dağıtılanlardan bahsediyorsunuz; öbür taraftan, yoksulluktan bahsediyorsunuz. Eğer, belediyelerin görevlerini açar, bakarsanız, okursanız, fakir fukaranın, garip gurebanın ihtiyaçlarını gidermek de belediyenin görevidir, bunu da bilesiniz! (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Top dağıtmak da mı görevi, top?!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Kızılay meselesine gelince; değerli arkadaşlar, Kızılayla ilgili attığımız adımları, inanarak attık, bilerek attık; ama, kimse, kalkıp da, Kızılayın yönetimine, AK Parti yönetimiyle aynı siyasî görüşü paylaşan veya onların siyasî birimlerinde görev alanlardır diyemez. Kızılayda yanlışlar vardı. Bu yanlışlar üzerine bu karar alınmış ve bu adım atılmıştır.

Bir diğer mesele olan TÜBİTAK meselesi de aynıdır. Atılan adım doğrudur. İnanarak attık ve arkasındayız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Anadolu Ajansıyla alakalı konuya geliyorum. Bakınız, Sayın Baykal'ın sözünü ettiği yönetmelik, Özel Yurtlar Yönetmeliğidir. Getirilen hüküm şudur: "Cumhuriyetin temel niteliklerine, Atatürk ilke ve inkılaplarına, Türkiye'nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu ilkesine aykırı bütün tutum ve davranışlar suçtur." Bu hüküm her şeyi kapsamaktadır. Bununla ilgili haberi yapan Anadolu Ajansı muhabiri "tarikat yurtlarına vize" başlığıyla bir haber yapmıştır, böyle bir şey olmadığı halde. Görevden alınmasının, bu haberle de bizimle de ve Millî Eğitim Bakanımızla da hiçbir alakası yoktur. Haber üç sefer üst üste tekzip edildiği için geri hizmete alınmıştır bu bey. Bunu da özellikle bilmenizi istiyorum.

Bir diğer konu da şudur: Özelleştirmeyle ilgili konuda, daha önce, dediğinize katılıyorum; maalesef, özürlülerle ilgili böyle bir yanlışlık yapıldı. Bunu, Maliye Bakanımıza ben de duyurdum ve dün de bu mesele giderildi; kendisinden teyidini aldım. Onu da buradan söylüyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bizim önergemizle Sayın Başbakan! Bu konuda önerge verdik...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Tamam; teşekkür ediyorum. Mesele, dün giderildi.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Plan ve Bütçe Komisyonunda da önerge verdik, burada da önerge verdik.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum, sağ olun.

Bir diğer konu da, bürokrasiyle ilgili, bürokratik oligarşiyle ilgili. Bakınız, bürokratik oligarşi nedir derseniz; şimdi, bakın, bürokratik oligarşi dediğiniz zaman, orada, bence, bu işin tarihine girdiğimizde, bunun tarihinde çok farklı bir yaklaşım görürsünüz. Bürokratik oligarşinin nereden geldiğini araştırdığımızda karşımıza ne çıkıyor biliyor musunuz; 1950 öncesinde, Cumhuriyet Halk Partisi il başkanları aynı zamanda il valiliği yaparlardı; işin kökeninde, ruhunda o vardır aslında ve biz, bir defa, bu ruhu geride bıraktık, bu zihniyeti paylaşmıyoruz zaten. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şu anda, hamdolsun, artık, böyle bir şeyden kurtulduk, daha demokratik bir anlayışla yürüyoruz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Ne zaman kurtulduk Sayın Başbakan? Kaç yıl olmuş?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Kaldı ki, biz, makamında işinin hakkını veren hiçbir bürokrata, asla, kalkıp da yerini terk ettirmeyiz; ama, bu bürokrat arkadaşlarımız -yerini değiştirdiklerimizi kastediyorum- zaten başarılı olsaydı, önceki Koalisyon Hükümeti çok başarılı olurdu. (AK Parti sıralarından alkışlar) Başarılı olamadıkları için bunları yerlerinden almak durumundayız. Kaldı ki, biz, yerlerine yeni birilerini getirmiyoruz; Türk bürokrasisinin içerisinde olan bir başka bürokratı getiriyoruz; olay budur; bundan farklı bir şey yok.

BAŞKAN - Sayın Başbakan, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Evet, vakit bir hayli ilerledi, huzurunuzu daha fazla meşgul etmek istemiyorum.

Yalnız, BDDK ve TMSF gibi kurumlardaki maaşlar da, herhalde, çok abartılı geliyor. Bunlar, bizden önce belirlenmiş olan maaşlardır. Oradaki maaşlar da 1 300 000 000 ile 3 700 000 000 arasında değişmektedir; bunu da, ayrıca, duyurmakta fayda mülahaza ediyorum.

Sizleri, en kalbî saygı ve sevgiyle selamlarken, 2005 malî yılı bütçemizin, ülkemiz için, milletimiz için hayırlara vesile olmasını Allah'tan temenni ediyorum. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Başbakan, çok teşekkür ederim.

Sayın Anadol, bir şey mi var efendim?..

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Genel Başkanımıza 1 dakikalık bir açıklama fırsatı vermenizi istirham ediyorum

BAŞKAN - Niçin?..

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Baykal, bulunduğunuz yerden, buyurun efendim.

DENİZ BAYKAL (Antalya) -..Mikrofondan mı?

BAŞKAN - Hayır, önce talebinizi alayım, izin verirseniz...

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Efendim, bu genelgeyle ilgili olarak, benim gerçeklerden haberdar olmadığımı, durumu yakından izleyemediğimi ifade ederek  bir iddiada bulundu Sayın Başbakan. İzin verirseniz, yerimden, sadece, gerçeğin herkes tarafından doğru anlaşılmasına yardımcı olmak üzere, bir belgeyi sunmak istiyorum.

BAŞKAN- Sadece bu konuyla ilgili...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet.

BAŞKAN - Buyurun efendim, bulunduğunuz yerden, lütfen....

DENİZ BAYKAL (Antalya) -  Sayın Başbakan, yaptığı açıklamada, Ziraat Bankasının çiftçi borçlarıyla ilgili olarak uygulanacak olan gecikme faiz oranını, benim, yüzde 132 olarak ifade etmiş olmamı doğru bir değerlendirme olarak görmediğini belirtti ve bu gerçekleri daha doğru bir şekilde öğrenmem tavsiyesinde bulundu. Çok teşekkür ederim.

Ben, elimdeki hükme mesnet olan belgeyi Sayın Başbakan Yardımcısına ve Sayın Babacan'a intikal ettirdim, onlar inceliyorlar; fakat, daha önemlisi, o elimdeki belge, Trakya'daki bir vatandaşımıza aylık yüzde 11'lik bir temerrüt faizi, gecikme faizi uygulandığının bir ifadesiydi. Aylık yüzde 11'lik bir gecikme faizi uygulanmasının belgesiydi.

Şimdi, sizin bilgilerinize ve yapacağınız incelemeye yardımcı olmak üzere ifade ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankasının Takipteki Krediler Daire Başkanlığının 20 numaralı genel duyurusu. 4 Kasım 2004 tarihlidir ve genel müdürlüğün daire başkanı ve genel müdür yardımcısı tarafından imzalanmıştır. Son paragrafını okuyorum "Buna göre, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından 2000-2004 ayı tarımsal TEFE değişim oranının bir önceki aya göre yüzde 6,1 arttığının bildirilmesi nedeniyle, 2004 Kasım ayı içerisinde uygulanacak aylık gecikme faiz oranı yüzde 11,1 olarak hesaplanmıştır. Bilgi edinilmesini ve gereğinin buna göre ifasını rica ederim" diyor Ziraat Bankasının yetkilileri.

Sayın Başbakanın ve ilgili bakanların takdirine, bilgilerine sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri...

GÜROL ERGİN (Muğla) - Bravo Sayın Başbakan, her şeyi biliyormuşsun!..

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan...

GÜROL ERGİN (Muğla) - Şimdi kim bilgi edindi, onu öğrenelim!..

CANAN ARITMAN (İzmir) - Sayın Başbakanın Sayın Genel Başkanımızdan özür dilemesi gerekiyor.

DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN -Sayın Özyürek, bir saniye...

Sayın Bakan, bir şey mi var?

DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara) - Kısa bir açıklamada bulunmak istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Baykal'ın sözünü ettiği belgeyle ilgili olarak mı?

DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara) - Evet.

BAŞKAN - Bulunduğunuz yerden ve çok kısa olarak; buyurun.

DEVLET BAKANI ALİ BABACAN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ziraat Bankasının, bildiğiniz gibi, farklı kategorilerde çiftçi kredileri var. Bahsedilen krediler, 2001-2002 senesinden önce kullandırılan ve zamanında ödenemediği için yeniden yapılandırılan kredilerdir. Bu krediler yeniden yapılandırıldıktan sonra, herhangi bir taksiti ödenemediği takdirde, üç ay boyunca, aylık tarımsal TEFE oranı, artı 5 puan temerrüt faizi ödenmektedir. Üç aydan sonra da, normal kredi faizi, artı yüzde 30; yani, 2004 değerleriyle yıllık yüzde 34 faiz uygulanmaktadır; yani, bu, yıllık bileşik yüzde 132'ye gelmemektedir. Ki, ekim ayı, tarımsal TEFE'nin özel olarak yüksek çıktığı tek bir aydır; bunun sıfır olduğu, eksi olduğu aylar da vardır. Yıllık baktığımızda, uygulanan faiz, tarımsal TEFE, artı 5 puandır. Dediğim gibi, ilk üç ay içindir bu. Daha sonra da, normal yıllık yüzde 34'e geçilmektedir. Yıllık bileşik yüzde 132 hesabı doğru değildir.

Çok teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, çok teşekkür ederim.

Mersin Milletvekili Sayın Mustafa Özyürek'in, "Sayın Başbakan konuşmasında adımı zikrederek sataşmada bulunmuştur" diyorlar ve söz istiyorlar.

Sayın Özyürek, Sayın Başbakanın konuşmasını, hem yazılı metinden hem de şifahî olarak anlattığı kadarıyla, hepimiz izledik. Benim de takip edebildiğim kadarıyla, Sayın Başbakana pek çok müdahalede bulundunuz, o da, size, isminizi zikrederek "siz belediye başkanlığı yapmadınız, malî müşavirlik yaptınız" dediler; burada bir sataşma yok.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Hayır Sayın Başkan! Sayın Başkan, hayır!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bütçenin aleyhinde, şahsı adına söz isteyen Sayın Berhan Şimşek konuşacaktır.

Sayın Şimşek, buyurun efendim.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, Sayın Başbakan beni bilgisizlikle suçladılar.

Sayın Başkan, söz vermek zorundasınız.

BAŞKAN - Sayın Şimşek, lütfen konuşma yerine buyurun efendim.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan... Sayın Başkan... Beni bilgisizlikle suçladı Sayın Başbakan. Herkes belediye başkanlığı yapmak zorunda mıdır yanlışları ortaya koymak için?! Lütfen!..

BAŞKAN - Söz hakkınızdan vaz mı geçiyorsunuz Sayın Berhan Şimşek?

Buyurun efendim... Buyurun efendim...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Haksızlık yapıyorsunuz Sayın Başkan!

BAŞKAN - Talebinizi kabul etmedim Sayın Özyürek.

Sayın Berhan Şimşek, aleyhinde bulunacaksanız, konuşacaksanız, buyurun... Buyurun efendim...

Sayın Şimşek, söz süreniz 10 dakika efendim.

BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Teşekkür ederim.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, haksızlık yapıyorsunuz!

BAŞKAN - Sayın Şimşek, buyurun efendim.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Güney Asya'da büyük bir acı yaşandı ve bu acıyı daha önceki yıllarda bizler de yaşadık; bu acının ne ülkemizde ne de dünyada bir kez daha yaşanmaması dileğiyle, ölenlere rahmet ve yaralılara acil şifalar diliyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının tümü üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Son iki yıllık AKP İktidarının ekonomik, sosyal, dışpolitikayla ilgili değerlendirmelerini yaptığımızda, 26.12.2004 tarihli Sabah Gazetesinde Muharrem Sarıkaya'nın da köşesinde ifade ettiği gibi, hükümette hiperaktif bir yapı görüyoruz. Sarıkaya da yazısında şunu söylüyor: "Hiperaktif olanın, bir işe başladıktan sonra yoğunlaşması kaybolur ve sıkılır." Bunun somut örneğini -Sayın Başbakan da, biraz önce, Acil Eylem Planıyla ifade etti- 3 Kasım seçimlerinden sonra açıklamış oldukları 200'e yakın başlıklı Acil Eylem Planının yoğunlaşmasının kaybolmasından da anlıyoruz. Gelinen bu noktada, Acil Eylem Planının önceliklerin belirlenmediği, politikalar arasında içsel tutarlılığın sağlanmadığı, her şeyin bir anda yapılmaya çalışıldığı ve aslında, hedeflenenin çok gerisinde kalındığı, göstermelik bir metin olmanın ötesine geçmemiştir.

Ekonomi yönetiminin tek çatı altında toplanacağı, gelir idaresinin yeniden yapılanacağı, "mevzuatta sır" kavramının yeniden belirleneceği, açlık sınırının altındaki ailelerin belirleneceği... Ki, Türkiye'de, artık, günümüzde, açlık sınırının altındaki aileleri, tek tek, hane hane belirlemeye imkân yoktur; çünkü, Türkiye'nin yüzde 50'si açlık sınırının altında yaşamakta. Bu konuları, sıralamaları artırabiliriz. Görülen şu ki, hükümet, aslında, değişimi sağlayacak nitelikli taahhütleri yerine getirememiştir.

2005 yılı bütçe tasarısı, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan değişiklikle, yeni kodlama sistemi çerçevesinde, 55,6 katrilyon gider; 26,5 katrilyon gelir; 29,1 katrilyon da bütçe açığı öngörüsüyle Genel Kurula gelmiştir; fakat, geçen yılki bütçeden farkı yok. Anlaşılan, yine, bu bütçenin oluşumunu sağlayacak olan, doğrudan vergiler değil, dolaylı vergilerin yüzde 74'lerde oluşu. Hani, iddiayla -uğraşıyoruz, emekler veriyoruz- girmek istediğimiz Avrupa Birliğine üye ülkelerin bir tekinde, OECD ülkelerinde, bu oranlarda, bu oranların yarısı kadar oranda dolaylı vergi yoktur.

Vergi yükündeki artışın faturası ise, ağırlıklı olarak, tüketim ve işlemler üzerinden alınan vergilere kayıyor. Vergileme zaten bozuk; gelir dağılımı üzerinde olumsuz sonuçlar doğuruyor; kayıtdışında da kalmaya devam ediyor.

Son iki yılın bütçe teklifleri, bu anlamda, politika oluşturma, planlama, bütçeleme ilişkisinin koptuğu, Parlamentonun bütçe üzerindeki etkinliğinin azaldığı bir yapıya dönüşmeye başlamıştır. Son beş yılda, saydamlık, hesap verme sorumluluğu, etkin bir kamu ve bütçe sistemi geliştirilmesi yönündeki çabalara ve gelişmelere rağmen bu durumun yaşanmaya başlanması da şaşırtıcıdır.

Hükümet, saydamlıktan, etkinlikten, vatandaş odaklı olmaktan bahsediyor; ama, geçenlerde, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu Tasarısını geçirmiş olmamıza rağmen, bu bütçe kanunu tasarısıyla bu yasanın uygulanmasını bir yıl erteliyoruz; her alanda olduğu gibi, bu alanda da saydamlığı dilinizden düşürmeyip; ama, maalesef, hayatla buluşturamıyorsunuz.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda da âdet yerini bulsun diye bütçe görüşmeleri yapıyoruz.

Değerli milletvekilleri, çok ilginç, Türkiye'nin belleğinden çıkan bir söz var. Üç yıl öncesine kadar bir Türkiye vardı, bir öteki Türkiye vardı; fakat, son iki yıldır, basının gündeminden öteki Türkiye çıkmıştır. Biraz önce, hükümetin Türkiyesini Sayın Başbakandan dinledik; ama, manşetlerde, makroekonomik göstergelerin iyileşmesi, ekonomik gelişmenin ve büyümenin sürdürülebilmesi için konjonktürde iyileşme sağlamak yeterli değil, bir de bunun sosyal ayağı var. Öteki Türkiye, manşetlerin altında kalmıştır. İşsizlik ve yoksulluk düzeyi, ekonomide işlerin iyi gitmediğinin en somut göstergesidir. Nüfusun yarısına yakını, biraz önce söyledim, günde 3 000 000'luk gelirin altında yaşıyor.

Medyanın ve hükümetin unuttuğu öteki Türkiye'ye baktığımızda, medya sayfalarında yer almayan, Ankara Ticaret Odasının yaptığı araştırmaya göre, 2003 yılında; yani, AKP İktidarı döneminde, Türkiye'de 10 000'i aşkın intihar ve intihar teşebbüsü var. 2004 yılının ilk beş ayında, 5 000'den fazla intihar ve intihar teşebbüsü var; bunların nedenlerinin, işsizlik, yoksulluk, açlık olduğunu, kapkaççılığın, hırsızlığın artmasının, sosyoekonomik nedenlerden ve uygulamadaki problemlerden kaynaklandığını hepimiz biliyoruz.

Görünürde yüzde 10 - 11 olan işsizlik, yüzde 20'lere dayanmıştır. ATO'nun yapmış olduğu -değerli arkadaşlar, burası çok ilginçtir- "Hayatsız Kadınlar" adlı dosyada vesikalı ya da gizli çalışan 100 000'den fazla hayat kadını vardır, 50 000 dilenci vardır; bunların bir kısmını ticarî olarak düşündüğümüzde, diğer insanların evine aş, ekmek, süt götürmek için bu işlerde olduğunu biliyoruz.

Sayın hükümet yetkilileri akşam semt pazarlarını lütfedip gezseler, şunu fark edecekler ki, o pazarların dağılmasından sonra, vatandaşlar semt pazarlarında -görüyorsunuzdur, herhalde gözlerimiz kapalı gezmiyoruz- çürük, ezilmiş sebze-meyve topluyor. Mezbaha önünde sakatat topluyor halk.

Yeri gelmişken bir öneride bulunmak istiyorum. Bu tablodan ortaya çıkan şudur değerli arkadaşlarım: Ramazan çadırlarını sadece 1 ay gezmekle bu işler olmuyor. Bence, bu şartlarda ramazan çadırlarını 12 ay açık tutmamız gerekiyor. Yani -lütfen alınmayın- dile pelesenk olmuştur, "fakir fukara, garip gureba" diyoruz. Tabiî ki işin resmidir bu. Elimizde tabldotlarla resim veriyoruz manşetlerin efendilerine, medyaya; fakat, bu anlayışlarla bu ülkenin açlığını düzeltebilmemiz gerçekten mümkün değil. Yani, biraz önce Sayın Başbakanımın ifade ettiği gibi, tribünlere oynayarak bu açlığı ortadan kaldıramazsınız.

Yeri gelmişken şunu söyleyeyim: Bu fakir fukara, garip gurebanın, zina olayında bir Verheugen'le görüşme adına, o gün itfada 153 trilyon parası gitmiştir. Yazılı soruyla da sordum, bugüne kadar da bana cevabı gelmedi. Yani, fakir fukaranın paralarının nereye gittiğini de ekranlardan bu halk duysun. Nasıl olsa o basın yazmıyor.

AKP "yolsuzluğa ve yoksulluğa hayır" diyerek geldi. Rakamlar ve resimler -anlattığım gibi- bunu göstermiyor. İki yıllık süreçte halk daha yoksullaşmış ve fukaralaşmıştır. Sayın Genel Başkanım da ifade etti; 144 katrilyon içborcu 235 katrilyona çıkarıp, burada "Türkiye çok iyi gidiyor" demek için gerçekten elinizi vicdanınıza koymanız gerekiyor Sayın Başbakan.

İktidar, yoksulluğu ve yolsuzluğu yenmeyi başaramamıştır, iddiasını yerine getirememiştir, bir adım dahi atamamıştır; cari açık, borçlanma, istihdam, eğitim, her biri bir tarafa savrulmuş vaziyette.

Evet, ben, 320 000 kilometre yol yapmadım; görevim değil. Türkiye'de yaşıyorum; onun için, eti, sütü, beyazpeyniri konuşmak durumundayım. Mazot yüzde 66 zam görmüş. Yani, sizin yeşilmazot buharlaşmış, uçmuş, kalmadı öyle bir şey!.. Öteki Türkiye'de, manşetlerde olmayan Türkiye'de resim bu!

İşverenler, enerji, vergi, yüksek SSK ödemelerinden dolayı Çin'e gidiyorlar. Hani, tüccar siyasetçiyiz; tüccara, esnafa, işverene destek sunacağız diyordunuz; ama, sizin de etrafınızdan birçok arkadaşınızın yurtdışına işyerlerini götürdüklerini biliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Şimşek, konuşmanızı tamamlayınız.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, işin en acı tarafı, birçok kişi işyerini yurtdışına çıkarırken, devlet büyüklerimizin aile şirketleri sermayede büyümelere gidiyor -bunu, basın yazıyor- Türkiye açlık ve yoksulluk içerisindeyken.

Değerli arkadaşlarım, dilimizde tüy bittikten sonra, simitten, ilaçtan ve eğitimden KDV'yi düşürdünüz; umarım ki, hepinizin ve çocuklarımızın geleceği olan turizm sektöründen de yüzde 18 KDV'yi yüzde 5'lere, yüzde 7'lere çekersiniz; çünkü, geleceğimiz, gerçekten oraya bağlı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hükümet "Türkiye büyüyor" diyor. Gerçekten, Türkiye büyüyor; ama, yoksulluk yanlısı büyüyor.

Sayın Mehmet Ali Şahin Bey, 9.11.2004 tarihli Grup konuşmasında -biraz önce de, Sayın Başbakanım Türkiye'nin kalbinin düzeldiğini söyledi- diyor ki: "Komadan çıktı Türkiye, şeker komasından."

Biraz önce anlattığımız tablolarda, Türkiye komadan mı çıkmış; bakın, size, rakamlarla da bunları arz etmeye çalışayım.

AKP iktidara geldiğinde 14 100 000 000 dolar düzeyinde aldığı bir yıllık dışticaret açığı 32 milyar dolara, 1 500 000 000 dolar düzeyinde aldığı carî işlemler açığı -ki, burada rekor kırmışsınız, burada, gerçekten önemli bir rekorunuz var- yüzde 900 gibi tarihî bir rekorla 15 milyar dolara çıkmış, yüzde 70'lerin üzerindeki ihracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 60'lara düşmüştür. Bu hükümetin ortaya koymaya çalıştığı pembe tabloya rağmen, reel faizler, istikrar içindeki bir ekonominin sahip olması gerekenin çok üstündedir. Halkın fark etmediği, manşetlerin efendilerinin sakladığı bir gerçek de AKP iktidara geldiğinde -Sayın Başbakanım, biraz önce Ekim 2002 dediniz- evet, Ekim 2002'de kişi başına düşen borç 3 086 dolardı, Ekim 2004'te 4 229 dolar! Kimin maaşı öyle artmış, kimin maaşı böyle artmamış, belgelerle ortada. Kişi başına dolar cinsinden borç yükü AKP İktidarında yüzde 40 artmış, ülkenin ve çocukların gelecekleri vebal altında, borç yükü altında kalmıştır.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Millî gelir ne olmuş?

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işin en ilginç tarafı da şu: Diyorlar ki, oksijen çadırından çıktık; kalp ritmi harika atıyor da, geldiğinizde ve 3 Kasım seçimleri öncesi mitinglerde "IMF'ye karşıyız" hatta,  bizim içimizde bizlere Amerikancılar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Öyle bir beyan yok... Öyle bir beyan yok...

BAŞKAN - Sayın Şimşek, lütfen, son cümlelerinizi söyler misiniz.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Şimdi, IMF'yle yapılan anlaşmaları, 17 Aralıktan daha ciddî bir kutlamaya hazırlanıyorsunuz. Yani, Sayın Başbakan, geçen bütçe konuşmasında da söylemişti: "Kaynak, AKP..." Kaynak, geçen yıl ekvergilerdi, kaynak, geçen yıl IMF idi, bu yıl da aynı şekilde devam ediyor.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; kamçının kimde olduğunu halk, açlığıyla, sefaletiyle biliyor. Tarım sektörünü arkadaşlarım anlattı, dile getirdi. Erzurum'da "seni mi besleyeceğim" dediğiniz çiftçi, açlık, yoksulluk içerisinde. Yeşilmazottan vazgeçtik, gübreye yüzde 70, motorine yüzde 50, sulama fiyatına yüzde 100 artışta bulundunuz. Yine soruyorum; bu komadan çıkış mıdır?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Şimşek, toparlar mısınız.

BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlarım, sonuç olarak size bir tiyatro oyununu anlatmak istiyorum. Sanırım, birçoğunuz izlemişsinizdir, 1953 yılında Samuel Becket'in yazdığı bir oyun vardır. Bu oyunun adı "Godot'yu beklerken". Oyunda farklı mekânlarda insanlar bekler ve konuşurlar, beklemeyi beklerler, umutsuzluğun umuda dönüşmesini beklerler; ama, sürekli beklerler. Birinci perde bitmeden, bunlar gitmeye karar verirler, dönecekler artık "Godot gelmeyeceğine göre gidelim" derlerken, bir çocuk gelir "Godot gelecek" der. Fakat, ne birinci perdenin sonunda ne de ikinci perdenin sonunda Godot gelir.

Burada çocuğu, umut dağıtanı, manşetlerin efendilerine, medyaya benzetmek mümkün. Parti, AKP hiçbir şey yapmamasına rağmen, umut dağıtmaya devam ediyor. Yani, Godot'yu bekliyor, 3 Ekimi bekliyor. 17 Aralık geçti, 6 Ekim geçti... Umarım ki Godot gelir ve siz haklı çıkarsınız; ama, bu gidişle oyunda olduğu gibi, Godot'nun geleceği yok.

AHMET YENİ (Samsun) - İyi gidiyor, merak etmeyin!

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Bize destek veriyorsunuz!

BERHAN ŞİMŞEK - Hepinize saygılar sunuyor, yeni yılınızı kutluyorum.

Sağ olun. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sağ olun Sayın Şimşek.

Sayın milletvekilleri, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının, 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının, 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanun Tasarısının ve 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylamasını yapacağız.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Her 4 kanun tasarısının açıkoylamasının elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı : 706) (Devam)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasına başlıyoruz.

Birinci oylama için 5 dakika süre vereceğim. Bundan sonrakilerde 3 dakika. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bu yaptığım iki ikazı bundan sonraki oylamalarda tekrarlamayacağım; hepiniz çok iyi biliyorsunuz.

2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açıkoylaması işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı                      :                          499

Kabul              :                          346

Ret                  :                          152

Çekimser        :                          1(x)

Böylece, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap  Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı : 708) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylamasına başlıyoruz.

Oylama için 3 dakika süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylama sonucunu arz ediyorum.

Kullanılan oy sayısı                      :                          488

Kabul              :                          344

Ret                  :                          143

Çekimser        :                         1 (x)

Böylece, 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.

3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı : 707) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının açıkoylamasına başlıyoruz.

Açıkoylama için 3 dakika süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

                          

(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının açıkoylama sonucunu arz ediyorum:

Kullanılan oy sayısı                      :                          486

Kabul              :                          346

Ret                  :                     140 (x)

Böylece, 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.

Son oylamaya geçiyoruz.

4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709) (Devam)

BAŞKAN - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylamasına başlıyoruz.

Oylama için 3 dakika süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı                      :                          485

Kabul              :                          346

Ret                  :                     139 (x)

Böylece, 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bütçe ve kesinhesap kanunu tasarıları kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ederim.

Teşekkür konuşması yapmak üzere, Sayın Başbakan söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Başbakan. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle, yorucu, yoğun bütçe çalışmaları, görüşmelerinden sonra, bugün, Hükümetimize bütçe sebebiyle vermiş olduğunuz bu güven, bizim, geleceğe yönelik olan azmimizi, geleceğe yönelik olan gayretimizi, şüphesiz ki, daha da artıracaktır.

Şahsım, Hükümetim adına, sizlere, en kalbî duygularla, saygılarımızı, sevgilerimizi sunuyoruz. El ele, omuz omuza, inanıyorum ki, Türkiyemizi çok daha aydınlık günlere taşıyacağız.

Saygılar. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar; CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Başbakan.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik hakkındaki (9/11) esas numaralı Meclis soruşturması önergesi ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 29 Aralık 2004 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum ve yeni yılınızı, şahsım adına, şimdiden tebrik ediyor; hepinize, eşlerinizle, çocuklarınızla birlikte, sağlık ve mutluluklar diliyorum.

Kapanma Saati : 17.18

                         

(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.