DÖNEM : 22 YASAMA YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK
DERGİSİ
CİLT : 69
35 inci
Birleşim
20 Aralık 2004 Pazartesi
İ Ç İ N D E K İ L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Oturum
BaşkanlarInIn KonuşmalarI
1. - Oturum Başkanı ve TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, Türkiye'nin Avrupa
Birliği üyeliği için müzakere tarihi alması nedeniyle, emeği geçenleri
kutlayan; Musul yakınlarında şehit edilen beş güvenlik görevlimizin yakınlarına
ve ailelerine başsağlığı dileyen konuşması
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/897) (S.Sayısı: 706)
2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına
Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S.Sayısı: 708)
3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S.Sayısı: 707)
4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına
Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S.Sayısı: 709)
A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
BAŞKANLIĞI
1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
B) CUMHURBAŞKANLIĞI
1. - Cumhurbaşkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
2. - Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1. - Sayıştay Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
2. - Sayıştay Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
V. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1. - Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın, Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine
atfetmesi nedeniyle konuşması
2. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Antalya
Milletvekili Deniz Baykal'ın açıklamasında kullandığı belgenin bir karar ya da
yazı olmadığı, kesinleşmemiş bir doküman olduğu konusunda açıklaması
VI. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI
Sorular ve CevaplarI
1. - Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, Hatay İlindeki okullarda
yapılan bir uygulamaya ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in
cevabı (7/3979)
2. - Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, İstanbul'da Bakanlığa bağlı
kütüphanelerdeki personel ihtiyacına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Erkan MUMCU'nun cevabı (7/4024)
3. - Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, ÖSYM'nin yaptığı sınavlardan
aldığı ücretlere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı
(7/4028)
4. - Samsun Milletvekili Haluk KOÇ'un, hastanelerde sendika temsilcileri
ve sendika yöneticilerinin görev yerlerinin değiştirildiği iddialarına ilişkin
sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/4035)
5. - Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, Denizli'de olası bir
depreme karşı alınacak önlemlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Bayındırlık ve
İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/4072)
6. - Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan-Posof-Eminbey Köyü
Sağlık Ocağına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/4091)
7. - Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, bölünmüş yol projesi ve
maliyetine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı
(7/4131)
8. - İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı
bazı kurumların genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/4174)
9. - İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Savunma Sanayi
Müsteşarının aylık gelirine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Vecdi
GÖNÜL'ün cevabı (7/4175)
10. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, bir parti genel başkanı ile
ilgili basına yansıyan bazı iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/4201)
11. - Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Bakanlık bütçesinden
kaynak aktarılan belediyelere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan
MUMCU'nun cevabı (7/4205)
12. - Burdur Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN'ın, Burdur-Bucak-Kızılkaya
Beldesindeki Ziraat Bankası şubesinin kapatılmasına ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı Ali BABACAN'ın cevabı (7/4342)
13. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Genel Kurulda yapılan bir
oylamaya ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent ARINÇ'ın
cevabı (7/4358)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.
Bursa Milletvekili Şerif Birinç, bir grup parlamenter, bakanlık
bürokratları ve bazı işadamlarıyla Umman'a yaptıkları ziyarete ve orada yaşanan
olumlu gelişmelere,
Ankara Milletvekili Yakup Kepenek, büyük düşünür Mevlana Celaleddin
Rûmi'nin ölümünün 731 inci yıldönümüne,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz, kapkaç terörü, şiddet ve uyuşturucu
kullanımındaki artışın sebepleri ile alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin
cevap verdi.
Tokat Milletvekili Feramus Şahin'in (3/500) (S. Sayısı: 605),
Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez'in (3/501) (S. Sayısı: 606),
Şanlıurfa Milletvekili Abdurrahman Müfit Yetkin'in (3/502) (S. Sayısı:
607),
Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına gerek bulunmadığı hakkında
Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon raporları okundu;
10 gün içerisinde itiraz edilmediği takdirde raporların kesinleşeceği açıklandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunun Millî
Saraylar Daire Başkanlığı ve ona bağlı saray, köşk, kasır ve fabrikaların 2004
yılı faaliyetleri hakkında İçtüzüğün 177 ve müteakip maddeleri gereğince
yaptığı denetimle ilgili raporunun (5/6) (S. Sayısı: 673) bastırılıp üyelere
dağıtıldığı Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri
alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden, ertelendi.
2 nci sırasında bulunan, Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu
Tasarısının (1/821) (S. Sayısı: 701) görüşmelerine devam olunarak 13 üncü
maddesine kadar kabul edildi.
Alınan karar gereğince, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003
Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını görüşmek için, 20 Aralık 2004
Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 19.03'te son verildi.
Nevzat Pakdil
Başkanvekili
|
Bayram Özçelik |
Türkân Miçooğulları |
|
Burdur |
İzmir |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
II. - GELEN KÂĞITLAR No. : 45
17 Aralık
2004 Cuma
Tasarılar
1. - Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı ile Suriye
Arap Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı Arasında Yapılan Lokomotif, Vagon ve Diğer
Ray Hizmetlerini de Kapsayan Demiryolu Araç ve Gereçlerinin Yapımı,
Geliştirilmesi, Yenilenmesi, Bakımı ve Onarımı ile İlgili Karşılıklı Anlaşma
Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/936)
(Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2004)
2. - Vergi Kanunlarının Yeni Türk Lirasına Uyumu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/937) (Plan ve
Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2004)
Teklif
1. - Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın:
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Ek ve Geçici
Maddeler Eklenmesi ve 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/357) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor ve Plân ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.12.2004)
Tezkereler
1. - Mardin Milletvekili Selahattin Dağ'ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/718) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.12.2004)
2. - Hakkâri Milletvekili Fehmi Öztunç'un Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/719) (Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş
tarihi: 16.12.2004)
20 Aralık 2004 Pazartesi No. : 46
Süresi İçinde
Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri
1. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, İnsan Hakları
Danışma Kurulunun bir raporuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/3932)
2. - Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, gelir
dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi ve yoksullukla mücadeleye ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3935)
3. - Mersin Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK'in, Fransa
Maliye Bakanı ile yapılan görüşme ile ilgili iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/3937)
4. - İzmir Milletvekili Erdal KARADEMİR'in, kamu
bankalarının batık kredilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/3940)
5. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, AB
ülkelerinin Katma Protokol gereği Türk vatandaşlarına vize uygulayamayacağı
iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru
önergesi (7/3948)
6. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Lozan
Antlaşmasının 39 uncu maddesinin uygulanıp uygulanmadığına ilişkin Dışişleri
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/3949)
7. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Lozan
Antlaşmasının eki olan bir protokolün Sevr Antlaşmasının bazı maddelerini
feshedip etmediğine ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı
soru önergesi (7/3950)
8. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, devlet iç
borçlanma senedi faiz oranına ilişkin Devlet Bakanından (Ali BABACAN) yazılı
soru önergesi (7/3955)
9. - Tokat Milletvekili Orhan Ziya DİREN'in, İmarbank
mudilerine yapılan ödemelere ilişkin Devlet Bakanından (Ali BABACAN) yazılı
soru önergesi (7/3956)
10. - Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Bursa-Yenişehir İlçesinde yapımı devam eden Boğazköy Barajına ilişkin Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/3961)
11. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Sedat Peker
operasyonunda gündeme gelen silahların ruhsatına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/3963)
12. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın, bazı
gazetelerde yer alan asayiş gönüllüsü uygulaması başlatıldığı iddiasına ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3964)
13. - Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
Antalya-Kumluca Belediyesinin, deniz obaları karşılığında vatandaşlardan
topladığı paranın yasal dayanağına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/3971)
14. - Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, Ankara
Emniyet Müdürlüğü tarafından başlatılan Asayiş Gönüllüleri Projesine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3974)
15. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, hükümlülük
durumu devam eden eski DEP milletvekillerinin yararlandıkları haklara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3975)
16. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, dolaylı ve
dolaysız vergilere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3978)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati:
11.00
20 Aralık
2004 Pazartesi
BAŞKAN :
Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER:
Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayımız vardır; gündeme geçiyoruz.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Oturum
BaşkanlarInIn KonuşmalarI
1. - Oturum Başkanı ve TBMM Başkanı
Bülent Arınç'ın, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için müzakere tarihi alması
nedeniyle, emeği geçenleri kutlayan; Musul yakınlarında şehit edilen beş
güvenlik görevlimizin yakınlarına ve ailelerine başsağlığı dileyen konuşması
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birkaç cümle ifade
etmek istiyorum. Türkiye, kırkbir yıldır uğraştığı Avrupa Birliği üyeliği için
müzakere tarihini almış bulunuyor. Bu büyük başarının, halkımıza, memleketimize
ve insanlığa hayırlı olmasını diliyorum. Bu başarıda, yıllardır özveride
bulunan, üyelik hedefimiz için fedakârlık yapan ve desteğini esirgemeyen
milletimizin payı büyüktür. Bu yüzden, Yüce Meclisimiz adına, milletimize, bu
özverisinden dolayı minnettarlığımızı ve saygımızı iletiyorum. Kuşkusuz, bu
Genel Kurulda sabahlara kadar uykusuz çalışan, ülkemizin geleceği için her
türlü gayreti gösteren muhalefet ve iktidar milletvekillerimizi de ayrıca
kutluyorum ve son olarak, milletimiz, Meclisimiz ve devletimiz adına bizi
Avrupa'da temsil eden hükümetimizi, başarısından dolayı kutluyorum. Şimdi daha
zorlu bir dönem başlıyor. Daha çok çalışma ve daha çok kenetlenme dönemi
başlıyor; Allah yardımcımız olsun.
Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, 2005 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe
Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı:706) (x)
2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708) (x)
3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S.
Sayısı:707) (x)
4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S.
Sayısı: 709) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
(x) 706, 707, 708, 709 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek
Cetvelleri tutanağa eklidir.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporları 706, 707, 708
ve 709 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Şimdi, bütçe kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını
yapmak üzere hükümete söz vereceğim.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve
televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımı saygıyla selamlıyorum.
17 Ekim 2004 günü Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulan 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap
Kanunu Tasarıları, Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle incelenip son
şeklini almış ve Yüce Meclisin takdir ve tensiplerine arz edilmiş olup, bugün
de Genel Kurul görüşmeleri başlamaktadır.
Bu vesileyle, yaptıkları yorucu çalışmalar ve değerli
katkılar için, Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyeleri ile
görevlilerine ve bu sürece katkıda bulunan bütün bakan arkadaşlarıma ve kamu
kurum ve kuruluşlarının bütün temsilcilerine teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe
kanunlarıyla, devletin bir yıl içerisinde nereye, ne miktarda harcama
yapacağına ve bu harcamalar için nereden, kimden, ne miktarda vergi alacağına
izin ve yetki verilmektedir.
Bütçe, aynı zamanda, ekonomik ve sosyal politikaların
gerçekleştirilmesinde önemli bir araçtır. Dolayısıyla, bütçeler, hükümetlerin
icraatlarını ortaya koyan en önemli belgelerdir. Bu nedenle de, Parlamentoda
görüşülmeleri özellik arz eder.
Görüşülecek olan 2005 yılı bütçesi, Adalet ve Kalkınma
Partisi Hükümetlerinin üçüncü bütçesi, 2003 kesinhesabı da görüşülecek olan ilk
kesinhesabıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, sizlerin de
onayından geçen Hükümet Programımızla, ekonomik istikrarın sağlandığı,
rekabetçi bir piyasa yapısının oluşturulduğu, sürdürülebilir bir kalkınma
ortamının yakalandığı ve bunun nimetlerinin adil bir şekilde dağıtıldığı,
yoksulluğun giderildiği, özgür ve müreffeh insanların barış içinde yaşadığı,
çağdaş dünyayla entegre olmuş, demokratik bir Türkiye'yi gerçekleştirmeyi
amaçlıyoruz. 2005 yılı bütçesi, bu yoldaki üçüncü adımdır.
Şüphesiz, bütçeler, hazırlandıkları dönemdeki ekonomik
ve sosyal şartların, dünya ve ülkenin içinde bulunduğu konjonktürün ve geleceğe
ilişkin beklentilerin de izlerini taşırlar.
Bu bakımdan 2005 bütçesine geçmeden önce, sizlere, önce
dünya ve sonra ülkemiz ekonomisi hakkında bazı kısa bilgiler vermek istiyorum.
2004 yılındaki önemli gelişmelerden ilki, özellikle
petrol başta olmak üzere, enerji fiyatlarında meydana gelen artışlardır.
Petroldeki arz-talep dengesizliği, OPEC ülkelerinin üretim kapasitelerinin
sınırına yaklaşmış olmaları ve arzı etkileyen kısa dönemli faktörlerin yanı
sıra spekülatif amaçlı hareketler sonucunda, petrol fiyatları varil başına 50
doları aşarak nominal bazda rekor seviyelere ulaşmıştır. Kasım ayından itibaren
bir süre gerilemeye başlayan, ancak son günlerde 40 doları aşarak tekrar
yükselişe geçen petrol fiyatları, dalgalı seyrini sürdürmektedir. Yüksek
fiyatların, petrol ithalatçısı ülkelerde büyüme ve enflasyon oranları üzerinde
olumsuz etki yaratacağı endişeleri devam etmektedir.
İkinci husus ise, ABD ekonomisinin rekor düzeye ulaşan
ve kısa vadede bir iyileşme beklenmeyen bütçe ve cari açıkları ile bunun bir
sonucu olarak doların değerindeki düşüşlerdir. Bu kapsamda değinilmesi gereken
bir diğer konu da, dolar ile euro arasında devam eden mücadeledir.
Dolardaki değer kaybı sadece ABD ekonomisini değil,
başta Avrupa Birliği, Japonya ve Çin olmak üzere diğer ülkelerin ekonomilerini
de yakından ilgilendirmekte; temel rezerv para olarak kullanılması nedeniyle
de, küresel ekonomi açısından büyük önem arz etmektedir. Dolardaki değer
kaybının devam etmesi halinde, rezerv para olma özelliğinin tartışmaya
açılacağının işaretleri görülmektedir.
Bu çerçevede, ABD ile ticaretinde 120 milyar doları
aşan miktarda fazla veren ve parasının değerini dolara endeksleyerek
sabitleyen, bunun değiştirilmesi yönündeki taleplere de pek sıcak bakmayan
Çin'in durumu da, dünya ekonomisi bakımından önem taşımaktadır.
Dolarda yaşanan düşüş eğilimi karşısında yatırımcıların
alternatif yatırım aracı arayışları altın talebini ve fiyatlarını artırmıştır.
450 doları aşan altının ons fiyatı son onaltı yılın en yüksek seviyesine
ulaştıktan sonra, hafif gerileyerek son haftalarda 440 dolar civarında
seyretmektedir.
Diğer taraftan, birçok AB ülkesinde işsizlik de önemli
bir sorun olmaya devam etmektedir. İşsizlik oranı, Almanya ve Fransa'da yüzde
9'un, İspanya ve Yunanistan'da ise yüzde 10'un üzerindedir. Euro bölgesinde
ortalama işsizlik oranı yüzde 9 civarındadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu yıl dünya
ekonomisi ilk çeyrekte beklentilerin üzerinde büyüme göstermiştir; ancak,
ikinci ve üçüncü çeyrekte yavaşlama söz konusudur.
Başta Avrupa, Japonya ve Çin olmak üzere birçok
ekonominin büyümesinde önemli bir etkiye sahip olan ABD ekonomisi, bu yılın ilk
çeyreğinde yüzde 4,5 büyürken, büyüme hızı ikinci ve üçüncü çeyrekte yavaşlamış
ve sırasıyla yüzde 3,3 ve yüzde 3,9 olmuştur.
Euro bölgesinde, ekonomide önceki yıla göre 2004
yılında hafif canlanma söz konusu ise de yeterince güçlü değildir.
Diğer taraftan, Japonya'da ilk çeyrekte dış talep ve
yatırım harcamalarının etkisiyle kaydedilen büyüme, ikinci ve üçüncü çeyrekte
yavaşlamıştır. 2003 yılında yüzde 9'un üzerinde bir büyüme gösteren Çin
ekonomisinin ise 2004 yılında da aynı performansı göstereceği tahmin
edilmektedir.
2004 yılında yükselen piyasalar ve gelişmekte olan
ülkelerdeki büyümenin de yüzde 6'larda olacağı hesaplanmaktadır.
2004 yılında dünya ekonomisinin yüzde 5 büyüyeceği
tahmin edilmiş ise de, yüksek petrol fiyatları risk oluşturmaya devam
etmektedir. Bu çerçevede, 2005 yılı için dünya ekonomisinde yavaşlama
olabilecek, büyüme hızı öngörülenin altına düşebilecektir.
Hükümet olarak, dünyadaki bütün gelişmeleri ve bunların
ekonomimize olası etkilerini yakından izliyoruz. Gereken önlemler, bugüne kadar
olduğu gibi bundan sonra da zamanında alınacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğine
tam üyelik konusunda iktidarımız döneminde çok önemli mesafeler alınmıştır.
Avrupa Birliği Komisyonunun 6 Ekim tarihli raporuyla Türkiye'nin Kopenhag
Kriterlerini yerine getirdiği tescil edilmiş ve bildiğiniz gibi 17 Aralıkta da
Avrupa Birliği, ülkemizle tam üyelik için 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere
başlama kararı vermiş bulunmaktadır. Böylece, neredeyse yarım yüzyılı bulan AB
üyeliği maratonunda önemli bir merhale aşılmış, çok çalışmamız gereken bir
dönem başlamıştır.
Bu vesileyle, burada öncelikle, milletimize muasır
medeniyete geçme hedefini işaret eden Büyük Atatürk'ü saygı ve rahmetle
anıyorum. Ayrıca, Türkiye'nin kırkbeş yıllık rüyasını gerçekleştirme konusunda
gecesini gündüzüne katarak örnek bir liderlik ve devlet adamlığı sergileyen
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a, 59 uncu hükümet
üyelerine ve iktidarıyla muhalefetiyle bu Parlamentoya ve katkısı geçen herkese
ve özellikle Büyük Türk Milletine teşekkür etmek istiyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Şimdi de, Türkiye'nin ekonomik görünümüne kısaca
değinmek istiyorum.
Yıllardır istikrarsızlıktan kurtulamayan ülkemiz
nihayet istikrara ve güven ortamına kavuşmuştur. Kararlılıkla uyguladığımız
politikalar ve aldığımız önlemler sonucunda, makroekonomik göstergelerde yakın
zamanlara kadar ulaşılamaz kabul edilen başarılar elde edilmiştir.
Türkiye ekonomisi 2003 yılında yüzde 5,9 oranında
büyümüş, 2004 yılının ilk dokuz ayında ise üçüncü çeyrekteki göreli yavaşlamaya
rağmen yüzde 9,7 gibi yüksek bir büyüme hızına ulaşmıştır.
Uzun süre gerileme görülen inşaat sektöründe ilk iki
dönemde büyüme gerçekleşmiş, üçüncü dönemde yüzde 0,1 gerileme olmuş;
madencilikte ikinci ve üçüncü dönemlerde, malî sektörde ise her üç dönemde de
büyüme sağlanmıştır.
2004 yılında, hedeflediğimiz yüzde 5 oranının oldukça
üzerinde bir büyüme gerçekleşecektir.
2002 yılında 2 619 dolar seviyesinde olan kişi başına
millî gelir ise 2004 yılında 4 000 doların üzerine çıkacaktır.
Bu başarı, başta siyasî istikrar ortamının sağlanması
olmak üzere, ekonomide fiyat, döviz kuru ve faize ilişkin belirsizliklerin
önemli ölçüde giderilmesi ve güven ortamının tesisiyle mümkün olmuştur.
Amacımız, bu güven ve istikrar ortamının devamlı olmasını sağlamaktır.
Büyüme konusunda sağlanan başarı tesadüfî olmayıp,
Hükümet olarak uyguladığımız bilinçli ve kararlı politikaların sonucudur.
Sağladığımız ekonomik ve siyasî istikrar ve güven ortamı yanında, getirdiğimiz
teşviklerle de, ülkemizin dört bir yanında âdeta bir yatırım seferberliği
başlamıştır.
Burada dikkat çekici nokta, büyümede özel sektörün öncü
rol oynamış olmasıdır. Bu da tesadüf değildir. Zira, Hükümet olarak temel
politika tercihimiz, devletin faaliyet alanlarını aslî hizmet alanlarıyla
sınırlayarak, ekonomik büyümeyi özel sektörün öncülüğünde gerçekleştirmektir.
Bu politikamızın en somut yansıması özel kesim sabit sermaye yatırımlarında
kendini göstermektedir. 2003 yılında özel kesim sabit sermaye yatırımları,
sabit fiyatlarla yüzde 21,2 artmıştır. 2004 yılında artışın yüzde 40 civarında
olmasını bekliyoruz. 2005 yılı için öngördüğümüz reel artış ise, yüzde 8'dir.
Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, genel
işsizlik oranı 2002 yılında yüzde 10,3'e çıkmış, 2003 yılında da yaklaşık bu
seviyede kalmıştır.
İşsizlik oranı 2004 yılının ilk çeyreğinde yüzde 12,4;
ikinci çeyreğinde yüzde 9,3 ve üçüncü çeyreğinde yüzde 9,5 olmuştur.
2004 yılında, özellikle ikinci üç aylık dönemden
itibaren, özel kesim yatırımlarındaki artış istihdama da yansımaya başlamıştır.
2004 yılının ikinci ve üçüncü çeyreklerinde istihdam edilenlerin sayısında,
geçen yılın aynı dönemlerine kıyasla, sırasıyla 492 000 ve 463 000 artış
gerçekleşmiştir.
2004 yılı Katılım Öncesi Ekonomik Programımızda da
belirtildiği üzere, özel kesim sabit sermaye yatırımlarındaki artış eğilimi,
önümüzdeki üç yıllık dönemde de sürecektir. Bu, istihdamda artış ve daha fazla
vatandaşımızın aş ve iş imkânına kavuşturulacağı anlamına gelmektedir.
2005 yılında sadece konsolide bütçeye dahil
kuruluşlarda 48 000 kişi işe alınacaktır. Önümüzdeki üç yıllık dönemde 1 650
000 insanımıza iş kapısı açılacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik
programımızın kararlılıkla uygulamaya devam edilmesi ve bu çerçevede takip
edilen sıkı para ve özellikle maliye politikaları sayesinde, 2002 yılında yüzde
29,7 olan TÜFE'deki artış oranı, 2004 Kasım ayı itibariyle, yıllık bazda, yüzde
9,8 seviyesine kadar gerilemiştir. Böylece, ülkemiz, otuz yıl aradan sonra, bir
zamanlar ulaşılması mümkün görülmeyen tek haneli enflasyon rakamlarıyla tekrar
tanışmıştır.
Gelinen bu noktayı yeterli görmüyoruz. Hedefimiz,
enflasyonu AB ülkelerindeki gibi düşük seviyelere indirmek ve hayatımızın
normal bir parçası haline gelen enflasyonlu günlerin bir daha geri gelmemek
üzere geçmişte kalmasını sağlamaktır. Bu çerçevede, 2007 yılı sonunda
enflasyonun yüzde 4'e inmesi öngörülmektedir.
Enflasyonla mücadelede ve ekonomide elde ettiğimiz
başarının bir sonucunu da, 11 gün sonra paramızdaki sıfırları atıp, Yeni Türk
Lirasını kullanmaya başlayarak göreceğiz. Paramızdaki bol sıfırların ülkemizin
prestijini sarstığını ve günlük hayatımızı zorlaştırdığını hepimiz biliyoruz.
Hem psikolojik hem de teknik bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkan ve daha önce de
defalarca gündeme gelen paradan sıfır atılmasını da Hükümetimiz gerçekleştirmiş
olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılında 87
600 000 000 dolar olan dışticaret hacmi 2003 yılında yüzde 33 artışla 116 600
000 000 dolara çıkmıştır, 2004 Ekim ayı sonu itibariyle 128 700 000 000 dolar
olarak gerçekleşmiştir.
2004 yılının ocak-ekim dönemi itibariyle, ihracat, bir
önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 30,7 artarak 50 600 000 000 dolar,
ithalat ise yüzde 39,9 artışla 78 200 000 000 dolar olmuştur. İthalattaki
artışta, sanayi üretimindeki artıştan kaynaklanan yatırım ve aramalı ithalatı
artışının önemli etkisi olmuştur.
2004 yılı sonu itibariyle, ihracatın 62 milyar dolara,
ithalatın ise 95 500 000 000 dolara ulaşmasını bekliyoruz.
2004 yılının ilk on aylık döneminde 10 700 000 000 dolar cari açık oluşmuştur.
Şu ana kadar olduğu gibi, bundan sonra da, cari
dengedeki açığın finansmanında herhangi bir sorun yaşanmayacaktır. Cari açık
konusunda, yakın geçmişte yaşanılan sıkıntılardan kaynaklandığı anlaşılan
endişeleri yersiz buluyoruz. Zira, siyasî ve ekonomik istikrar ortamı, ekonomik
göstergelerde sağlanan iyileşmeler, dalgalı kur rejimi ve yapısal önlemlere
ilaveten zamanında ve yerinde almış olduğumuz tedbirler sayesinde, cari açık
bir sorun olmaktan çıkmıştır.
2003 yılı ocak-ekim döneminde 1 300 000 000 dolar olan
yabancı doğrudan yatırım girişi, 2004 yılının aynı döneminde 2 400 000 000
dolara yükselmiştir.
Ekonomik ve siyasî istikrarla sağlanan güven ortamının
bir sonucu olan bu trendin, AB'yle tam üyelik görüşmelerine başlanmasının
kesinleşmesiyle hızlanarak devam etmesini bekliyoruz. Nitekim, uluslararası
kuruluşların yaptıkları analizler de bu beklentimizi desteklemektedir. Yabancı
sermaye girişindeki canlanma, yeni yatırımları, yeni üretimleri, dolayısıyla
yeni istihdam imkânlarını beraberinde getirecektir.
2003 yılı sonunda 194,4 katrilyon lira olan içborç
stoku, 2004 yılı ekim ayı itibariyle 225,6 katrilyon liradır.
İç borçlanmada faiz oranları, iktidara geldiğimizden bu
yana düşmeye devam etmekte, ortalama borçlanma vadesi ise uzamaktadır.
Önümüzdeki dönemde, borç faiz oranları ve vade yapısı konusundaki iyileşme
seyri devam edecektir.
Faiz oranlarındaki düşüşe paralel olarak, bütçe
üzerindeki faiz yükü de aşağıya çekilmiştir.
Sayın milletvekilleri, buraya özellikle dikkatlerinizi
çekmek istiyorum. 2001 yılında topladığımız vergilerin tamamı faiz ödemelerini
karşılamaya yetmiyordu -çok önce değil, 2001 yılında- faizleri ödemek için,
toplanan 100 lira vergiye 3 lira daha ilave etmek mecburiyetindeydik ki ancak
faizleri ödeyebilelim. Öyle dönemlerdeydi Türkiye. Kasım ayında iktidarı
devraldığımız 2002 yılının sonunda ise, toplanan 100 liranın 87 lirasını
faizlere ödüyorduk.
Şimdi, bir de nereye geldiğimize bir bakalım: Toplanan
100 lira verginin 57 lirasını faizlere ödüyoruz; 2005 yılında ise, 47 lirasını
ödeyeceğiz. Programımız bu; fakat, her sene gösterdiğimiz over performansla, bu
rakamın çok daha aşağıya ineceğini de şimdiden söylemek mümkün.
Geldiğimiz noktayı kesinlikle yeterli görmüyoruz;
bunlar, hâlâ yüksek rakamlar. Önümüzdeki dönemlerde bu oranı çok daha aşağılara
çekmek, temel önceliklerimiz arasındadır. Milletimizin ve Yüce Meclisimizin
güven ve desteğiyle, ekonomik programımız doğrultusunda uyguladığımız
politikalar sayesinde, bu hedefimizi de gerçekleştireceğimizden kimsenin
kuşkusu olmasın.
Kamu net borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı,
2001 yılında yüzde 91; 2002 yılında yüzde 78,7 iken, iktidarımızın ilk yılı
olan 2003 yılında yüzde 70,5'e inmiştir; 2004 yılında yüzde 68 civarında
gerçekleşmesini bekliyoruz.
Kamu borç stokunu sürekli azaltarak, 2007 yılında,
yüzde 60 olan Maastricht kriteri düzeyine indirmeyi de hedefliyoruz.
Diğer taraftan, uyguladığımız politikalar neticesinde,
kamu kesimi borçlanma gereği de sürekli azalmaktadır. 2002 yılında yüzde 12,7
olan kamu kesimi borçlanma gereği 2003 yılında yüzde 9,4'e inmiştir. 2004
yılında ise yüzde 5,9'a düşecektir. 2005 yılında hedefimiz yüzde 3,6'dır.
Böylece, faiz harcamalarının bütçe üzerindeki yükü daha da hafiflemiş ve kamu
borcunun sürdürülebilirliği konusundaki tereddütler tamamen ortadan kaldırılmış
olacaktır.
Kamu borç stoku, bazı AB üyesi ülkelerde de yüksek
düzeyini korumaktadır. Örneğin, kamu borç stokunun gayri safî yurtiçi hâsılaya
oranı İtalya, Belçika ve Yunanistan'da yüzde 100'ün üzerinde seyretmektedir.
Almanya ve Fransa'da ise bu oranlar, AB standardı olan yüzde 60'ı aşmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim ilk
bütçemiz 2003 bütçesi olmuştur. Bugün, bu ilk bütçemizin uygulama sonuçlarını
ortaya koyan kesinhesap kanunu tasarısı da görüşülecektir.
Bildiğiniz gibi, 2003 yılı bütçesiyle başlangıçta,
giderler 145,9 katrilyon, faizdışı giderler 80,5 katrilyon, gelirler 100,8
katrilyon, bütçe açığı 45,2 katrilyon lira olarak belirlenmiş ve borç faizi
ödemelerine ise 65,5 katrilyon lira ödenek ayrılmıştı. Öte yandan, bütçe
gelirleri içinde vergi gelirleri de 86 katrilyon lira öngörülmüştü.
Uygulamalar sonucunda, 2003 yılı bütçesinde, bütçe
giderleri başlangıçtaki 145,9 katrilyon lira yerine 5,5 katrilyon lira daha az
bir rakamla -yani, bir azalış oluyor masraflarda; şimdiye kadar görülmeyen
hususlar bunlar. Ne zaman bir bütçe gelir, bütçe tahminlerinin sürekli üstünde
seyreder, sürekli üstünde- Hükümetimizin takip ettiği politikalarla, tahmin
ettiğimizden daha az bir masrafla -masraflar azalmak suretiyle- bütçe 140,5
katrilyon lira düzeyinde gerçekleşmiştir.
Bilirsiniz ki, yıllardır, bütçe giderlerinde
gerçekleşmeler hep tahminlerin üzerinde olurdu; ilk defa, bizim 2003 bütçesinde
gider gerçekleşmeleri başlangıçtaki tahminin altında gerçekleşmiştir.
Borç faiz ödemeleri de, öngörülen 65,5 katrilyon lira
yerine, 6,8 katrilyon lira azalışla 58,6 katrilyon lirada kalmıştır.
Diğer taraftan, bütçe gelirleri, başlangıçtaki 100,8
katrilyon lira yerine, 531,5 trilyon lira azalarak 100,3 katrilyon lira olarak
gerçekleşirken, bütçe açığı da, ilk defa, öngörülenden daha az, 45,2 katrilyon
lira yerine, yüzde 11 oranında ve yaklaşık 5 katrilyon lira azalışla 40,2
katrilyon lirada kalmıştır.
2003 bütçe uygulamasında dikkati çeken bir diğer önemli
ve olumlu gelişme ise 2002 yılında yüzde 51,5 olan vergi gelirlerinin bütçe
giderlerini karşılama oranının 2003 yılında yüzde 60'a ve 2002 yılında yüzde
65,3 olan bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranının ise 2003
yılında yüzde 71,4'e yükselmesidir.
Görüldüğü üzere, 2003 yılında, bütçe uygulamaları
açısından uzun yıllardır özlediğimiz bir başarı ortaya konulmuştur. Bu başarı,
aynı zamanda kaynak baskısına, ulusal ve uluslararası piyasalardaki
belirsizliklere, dış gerginliklere rağmen sağlanmıştır. Hedeflerden taviz
verilmemesi ve gerekli tedbirlerin uygulanmasında kararlı davranılması
suretiyle ulusal ve uluslararası piyasalardaki tereddütler giderilmiştir.
Bütçe uygulamaları açısından zorlu bir yıl olan 2003
yılındaki bu başarıda, şüphesiz, kilit unsur, ilk yılımız, ilk bütçemizde
ortaya koyduğumuz ve tavizsiz bir şekilde uyguladığımız malî disiplin anlayışı
olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 yılı
ocak-kasım dönemi bütçe uygulama sonuçları bütçe hedeflerine uygun olarak
gerçekleşmiştir. Bu dönemde konsolide bütçe giderleri 123,1 katrilyon lira,
konsolide bütçe gelirleri ise 98,7 katrilyon lira olmuştur. Aynı dönemde, 9,5
katrilyon lira tutarında ret ve iade yapılmıştır.
Bütçe giderleri içerisinde; personel giderleri 26,8;
sosyal güvenlik kurumlarına devlet primi ödemeleri 3,5; mal ve hizmet alımları
8, faiz giderleri 52,3; cari transferler 25,7; sermaye giderleri 5, borç verme
1,5 katrilyon, sermaye transferleri 271 trilyon lira olarak gerçekleşmiştir.
Alt düzey harcama kalemlerini de -dağıtılan
kitapçıktaki listede görüyorsunuz- müsaade ederseniz, tek tek okumayacağım.
Buna göre, ocak-kasım döneminde bütçe açığı 24,4
katrilyon lira, faizdışı fazla ise 27,9 katrilyon liradır. Böylece, 2004 yılı
için belirlediğimiz bütçe hedeflerine ulaşmada herhangi bir sıkıntıyla
karşılaşmayacağımız anlaşılmıştır.
Ocak-Kasım 2004 bütçe uygulama sonuçlarına kısaca
değindikten sonra, şimdi de 2004 yılsonu gerçekleşme tahminlerine ilişkin
bilgiler sunmak istiyorum.
2004 yılı sonu itibariyle; konsolide bütçe
harcamalarının 139,1; konsolide bütçe gelirlerinin 108,6; bütçe açığının 30,4;
faizdışı fazlanın 26,3 katrilyon lira olarak gerçekleşeceği tahmin
edilmektedir. Konsolide bütçe gelirleri yılsonu tahmini, ret ve iadeler hariç
ve özel gelirler dahil tutarı göstermektedir. Aynı şekilde, bütçe harcamaları
içinde özel ödeneklerden yapılan harcamalar da yer almaktadır.
2004 başlangıç ödenekleriyle karşılaştırıldığında,
bütçe harcamaları 10,9 katrilyon lira daha az, bütçe gelirleri ise 4,5
katrilyon lira daha fazla gerçekleşecektir. Söz konusu gelir artışının 1,4
katrilyon lirası özel gelirlerden kaynaklanmaktadır.
Değerli arkadaşlar, bütçeyi yapmak önemlidir; fakat,
ondan daha önemlisi bütçenin performansıdır. Onun için, bu rakamlara bir kere
daha dikkatinizi çekmek istiyorum.
Faiz giderlerinin bütçe ödeneklerine göre yüzde 14,1
oranında bir azalmayla 56,7 katrilyon lira olarak gerçekleşeceği
beklenmektedir. Bu dikkate değer azalma, sağladığımız siyasî ve ekonomik
istikrar ortamının ve malî disiplinin bir sonucudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükümetimiz, tek
haneli rakamlara indirdiğimiz enflasyonu daha da aşağılara çekmek ve kalıcı
kılmak, kamu borç stokunu düşürmek, üretim ve ihracat artışını sürdürmek,
işsizliği azaltmak ve istikrarlı büyümeyi devam ettirmek azmindedir. Bunu hedef
alan ekonomik programımızı disiplinle ve kararlılıkla uygulamaya devam
edeceğiz.
Bu anlayışla belirlenen 2005 yılı makroekonomik
büyüklükleri şöyledir: Gayri safî millî hâsıla 480 900 000 000 Yeni Türk Lirası
olacaktır; gayri safî millî hâsıla büyüme hızı yüzde 5, deflatör yüzde 8, TEFE
yılsonu yüzde 8, TÜFE yılsonu yüzde 8, ihracat 71 milyar dolar, ithalat 104
milyar dolardır.
2005 bütçesinin büyüklükleri ve dengeleri de bu
makroekonomik öngörülere ve hükümet programının hedeflerine ve önceliklerine
uygun olarak hazırlanmıştır.
Ancak, şu unutulmamalıdır ki, 2003 ve 2004 yılları
bütçelerinde sağladığımız başarı, kamu maliyesinde düzlüğe çıktığımız ve malî
sorunları tamamen ortadan kaldırdığımız anlamına gelmemektedir. Geçmişte
yaşadığımız sıkıntıları bir daha yaşamamak için malî disiplin anlayışının temel
öncelik olarak devam etmesi gerekmektedir.
Bütün kamu kurum ve kuruluşlarının, 2003 ve 2004
yıllarında olduğu gibi, 2005 yılında da sunmak zorunda oldukları temel kamu
hizmetlerinin kalite ve miktarında herhangi bir düşüşe meydan vermeksizin kendilerine
verilen ödenekleri hizmet önceliklerine uygun olarak ve tasarrufa azamî dikkat
göstererek kullanacaklarına inancım tamdır.
2005 konsolide bütçesi yüzde 5 -tüm kamu sektörü için
yüzde 6,5- faizdışı fazla hedefine uygun olarak hazırlanmıştır. Yüksek faizdışı
fazla yoluyla kamu borç stokunun makul düzeylere çekilmesi yönündeki
politikamızda herhangi bir sapma söz konusu değildir.
Bir taraftan bütçe hedeflerinin gerçekleştirilmesine
özel bir önem verilirken, diğer taraftan bu başarıların kalıcı hale getirilmesi
için yapısal önlemlerin alınmasına yönelik çalışmalarımız da devam etmektedir.
Bu çerçevede, 2005 yılında tahakkuk esaslı muhasebe ile
analitik bütçe sınıflandırmasının yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalara
devam edilecek, performans esaslı bütçeleme, çokyıllı bütçeleme ve stratejik
planlama sistemine geçiş yönündeki çalışmalar sonuçlandırılacaktır.
2005 bütçesi, aynı zamanda, yeni bütçe anlayışının da
hayata geçirildiği bir bütçe olmaktadır. 2005 yılı bütçesi, daha önceki
yıllarda bütçe dışında yönetilen özel gelir ve giderleri de kapsayan bir bütçe
olacaktır. Böylece, hem bütçenin kapsamı genişleyecek hem de bütçe disiplininin
kuvvetlendirilmesi açısından önemli bir adım daha atılmış olacaktır.
Diğer taraftan, 2005 bütçesi Yeni Türk Lirasıyla
hazırlanan ilk bütçe olmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Plan ve Bütçe
Komisyonunda yapılan müzakereler sonucunda 2005 bütçesinde, bütçe giderleri 155
600 000 000, bütçe gelirleri 126 500 000 000, bütçe açığı 29 100 000 000,
faizdışı fazla 27 300 000 000 Yeni Türk Lirası olarak öngörülmüştür.
Bu durumda, 2004 yılsonu gerçekleşme tahminlerine göre;
2005 yılında bütçe giderleri yüzde 11,9, bütçe gelirleri yüzde 16,4 artmakta,
bütçe açığı ise yüzde 4,3 oranında azalma göstermektedir.
Gayri safî millî hâsıla oranlarına bakıldığında, 2005
yılında 2004 yılı gerçekleşme tahminlerine göre; bütçe giderlerinin oranı yüzde
32,8'den, yüzde 32,4'e; bütçe açığının oranı yüzde 7,2'den, yüzde 6,1'e
düşmekte; bütçe gelirlerinin oranı ise, yüzde 25,6'dan yüzde 26,3'e
yükselmektedir.
2005 bütçesinde yer alan ödenekler, temel önceliklere
ve kamu hizmetlerinin gereklerine uygun olarak belirlenmiştir. Bu çerçevede
2005 bütçesinde; personel giderleri için 31 900 000 000, sosyal güvenlik
kurumlarına devlet primleri için 4 300 000 000, mal hizmet alımları için 14 400
000 000, faiz giderleri için 56 400 000 000, cari transferler için 32 500 000
000, yatırımlar için 10 100 000 000, sermaye transferleri için 1 100 000 000,
borç verme için 2 800 000 000, yedek ödenekler için 2 100 000 000 Yeni Türk
Lirası tutarında ödenek yer almaktadır.
Başlıca transfer kalemlerinden; sosyal güvenlik
kurumlarına 22 000 000 000, KİT'lere sermaye desteği olarak 900 000 000, KİT
görev zararlarına 500 000 000, emeklilere vergi iadelerine 1 300 000 000, Kredi
Yurtlar Kurumuna 1 200 000 000, tarımsal desteklemeye 3 500 000 000, ihracatı
teşvik için 400 000 000 Yeni Türk Lirası ayrılmıştır.
2005 bütçesinde, Hükümetimizin önceliklerine uygun
olarak, eğitim, sağlık, adalet ve altyapı yatırımları için önceki yıllar
bütçelerine göre daha fazla kaynak ayrılmıştır. Sosyal güvenlik kurumlarının
açıklarının finanse edilmesi için yeterli ödenek konulurken, sosyal
harcamaların bütçeden aldığı pay artırılmış ve yüzde 27'den yüzde 31'e
yükseltilmiştir.
Bu konularda bazı ayrıntıları bilgilerinize sunmak
istiyorum. Yeşilkart için 1 200 000 000 Yeni Türk Lirası, yoksul ailelere kömür
yardımı için 100 000 000 Yeni Türk Lirası, çiftçilerimize 1 800 000 000 Yeni
Türk Lirası, esnaf ve sanatkârlarımıza 886 000 000 Yeni Türk Lirası kredi
verilecek olup, bunun düşük faizle verilmesi için ilgili bankalara görev zararı
olarak ödenmek üzere 93 000 000 Yeni Türk Lirası; Kredi ve Yurtlar Kurumuna
öğrencilere kredi ve burs verilmesi için 1 200 000 000 Yeni Türk Lirası, sosyal
güvenlik kurumlarının açıklarının finanse edilmesi için 22 milyar Yeni Türk
Lirası tutarında kaynak ayırmış bulunuyoruz.
Değerli milletvekilleri, 2005 yılında kamu yatırımları
için ayrılan kaynaklarla; 65 600 hektar alanda sulama, 27 300 hektar alanda
tarlaiçi geliştirme, 4 900 hektar alanda toprak muhafaza, 12 000 hektar alanda
taşkın koruma faaliyeti gerçekleştirilmiş olacaktır. 3 000 köyün kadastrosu
tamamlanarak kadastro oranı yüzde 93'e yükseltilecektir. Ayrıca, ilave 7 milyar
kilovat/saatlik enerji üretim gücünün devreye girmesi ve yaklaşık 3 000
kilometre bölünmüş yolun tamamlanması da hedeflenmektedir. Bunlara ilave
olarak, ilk ve ortaöğretimde 5 600 derslik, yükseköğretimde ise 62 000
öğrencilik kapasite oluşturulacaktır. 4 200 hasta kapasiteli hastane inşaatları
tamamlanacak, bunların 3 500 hastalık kısmı donatılacak, 200 hastane ile 500
sağlıkocağının makine teçhizatının önemli bir kısmı da karşılanacaktır.
Diğer taraftan, 23 organize sanayi bölgesi ve 22 adet
küçük sanayi sitesi inşaatı bitirilecek ve 60 adet organize sanayi bölgesi
inşaatına başlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birçok
makroekonomik sorunun kaynağı haline gelmiş olan bütçe açıklarının azaltılması
konusunda, iktidara geldiğimizden bu yana büyük bir başarı elde ettik. 2002
yılında yüzde 14,7 olan bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı, 2003
yılında yüzde 11,3'e düşürülmüştür; 2004 yılı bütçe hedefi 10,9 iken, yıl sonu
gerçekleşmesinin yüzde 7,2 olması beklenmektedir.
Bu başarı, büyük ölçüde, hizmet kalitesinden ödün
vermemek şartıyla, harcamalarda tasarruf ve etkinlik sağlanarak ve sıkı sıkıya
uygulanan malî disiplin sayesinde elde edilmiştir.
Bütçe açığındaki düşüş eğilimi 2005 yılında da devam
edecektir. 2005 yılında, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranının
yüzde 6,1'e düşmesi programlanmıştır. Bu hedefin gerçekleşmesi konusunda da
kuşkumuz yoktur. Zira, 2005 yılında da aynı disiplin devam edecektir.
2003 ve 2004 yıllarında bütçedeki faiz yükünün
azaltılmasında da önemli gelişmeler sağlanmıştır. 2003 yılında 65,5 katrilyon
lira olarak öngörülen faiz ödemeleri, 6,8 katrilyon lira azalışla yıl sonunda
58,6 katrilyon lira olarak gerçekleşmiştir. 2004 yılı bütçesinde 66,1 katrilyon
lira olarak yer almış iken, yılsonu gerçekleşmesinin 56,7 katrilyon lira olması
ve böylece 9,4 katrilyon lira daha az gerçekleşmesi beklenmektedir.
Bu katrilyon liraları, Türk Milletinin kolay kolay
tasarruf etmesi mümkün değildir; çünkü, bütçemize baktığımız zaman, bugün,
hâlâ, bir numaralı giderimiz faizdir. Bu faizleri indirmekten başka yolumuz
yoktur. Bunun indirilmesinin yolu da, işte, Hükümetimizin takip ettiği
politikalardır. Nitekim, neticesini de böyle görüyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) 2004 yılında, faizler 9 katrilyon civarında daha az oluyor. Bu para
nereye gidiyor; bu para, Türk Milletinin cebinde kalıyor. Bunu sağlayan kimdir;
bunu sağlayan, bu Hükümetimizin politikalarıdır.
Faiz giderleri konusunda Hükümetimiz döneminde
kaydedilen bu olumlu gelişme, 2005 yılında da devam edecektir. 2003 yılı sonu
itibariyle, faiz giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 16,4 iken,
2004 yılı sonunda bu oran yüzde 13,4'e, 2005 yılında da 11,7'e gerileyecektir.
Diğer taraftan, 2005 bütçesinde, yatırımları
hızlandırma, yedek ödenek ve diğer tertiplerden yapılan aktarmalar yoluyla
gerçekleştirilen yatırımlar hariç olmak üzere, yatırımlar için 2004 yılında 6,7
katrilyon lira harcama yapılmış olacaktır. 2005 yılı için, bu bazda yüzde 49,9
artışla 10 100 000 000 Yeni Türk Lirası ödenek ayrılmış bulunmaktadır. Yani,
2005 yılı bütçesinde en büyük artış yatırımlarda olmuştur. Daha önce
"yatırımlar az oluyor" diye tenkit edildik; ama, biz, malî disiplin
ve hesabımızı bilmek yönünde attığımız adımlardan hiçbir zaman vazgeçmedik,
onların sonucu olarak da böyle büyük bir artış sağladık yatırımlarda. 2004
yılında yatırım harcamaları 6,7 katrilyon lira iken, 2005 yılında 10 katrilyon
lira civarında -eski paraya göre- onun da üzerinde bir yatırım yapacağız. Bunun
sebebi de, hesabımıza dikkat ettiğimiz için bu imkânlara kavuşmamızdır. 2006
yılında, çok daha fazla imkâna kavuşacağız ve bunu yaparken de, hiçbir zaman,
ekonomik istikrarı bozmayacağız ve sürekli istikrarı sağlamış olacağız.
İstikrarı hem sağlayacağız hem de yatırımları artırmış olacağız; bu, Türkiye
için ve Türkiye'nin büyümesi için çok önemli bir husustur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2003 ve 2004 yılı
bütçelerinde olduğu gibi, 2005 yılı bütçesinde de kamu sektöründe malî
disiplinin kararlı şekilde uygulanması hedefi önplana alınmıştır.
2005 yılı bütçe ödenekleri, uygulanan ekonomik
programın ilke ve hedeflerine uygun olarak, kamu kesimi açıkları ve kamu borç
stoku ile enflasyonun düşürülmesine, rasyonel, etkin bir bütçe politikası
yoluyla ekonominin dinamizminin artırılmasına ve reel ekonomideki canlanmanın
sürdürülmesine katkıda bulunmak üzere, kamu kurum ve kuruluşlarının hizmet
öncelikleri ve aslî fonksiyonları da dikkate alınarak tahsis edilmiştir.
Bu genel hedefler yanında, 2005 yılı bütçesinin esas
aldığı birtakım spesifik hedefler de bulunmaktadır; bu hedeflerden önemlileri
şunlardır: Enflasyonun yılsonu itibariyle, hem TÜFE'de hem de TEFE'de yüzde 8
seviyesine çekilmesi hedefine destek sağlanması; bütçe harcamalarının sağlam
gelir kaynaklarıyla karşılanması ve kaynak-harcama dengesinin gözönünde
bulundurulması; kamu kaynaklarının kullanımında etkinlik, verimlilik ve
tasarruf ilkelerinin önplana alınması; bütçe uygulamalarında saydamlık,
samimiyet ve hesap verebilirlilik ilkelerinin güçlendirilmesi; kamu yönetiminde
uygulamaya konulan reform çabalarının desteklenmesi; yatırım ödeneklerinin,
ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlayacak şekilde tahsisinin sağlanması;
verimliliği ve üretimi teşvik edecek ve nispî fiyat yapısını bozmayacak bir
tarımsal destekleme politikasının oluşturulması.
Bilindiği üzere, bu yıl içinde yürürlüğe konulan 5217
sayılı Kanunla yapılan düzenlemeyle, özel gelir- özel ödenek uygulamalarına
büyük oranda son verilmiş olup, daha önce bütçe dışında yönetilen bu türden
gelirler bütçeye dahil edilmiş ve ilgili kurumların bütçelerine yeterli ödenek
konulmuştur. Böylece, bütçenin kapsamı genişlemiş, malî disiplin, bütçemizin
bütçe uygulamalarındaki denetim yetkisi güçlendirilmiş ve kamu kaynaklarının
kullanımındaki saydamlık artırılmıştır.
Değerli arkadaşlar, biraz önce saydığım prensipler,
hemen hemen her bütçe konuşmalarında yer alırdı. Bizim diğerlerinden farkımız
ne; biz, koyduğumuz prensiplere uyuyoruz ve bunları uyguluyoruz, diğerlerinde
sadece kâğıtta kalıyordu; aradaki fark bu. Bunları uyguladığımız zaman
aldığımız neticeleri de, işte, hep beraber görüyoruz. Biz, prensiplerimize
uyan, onları sadık bir şekilde uygulayan bir hükümetiz.
2004 yılında yapılan yasal düzenlemeyle de, çeşitli
nedenlerle bütçe kanunlarında uzun yıllardır yer alan, ancak bütçeyle doğrudan
ilişkisi olmayan maddeler ilgili kanunlarına taşınmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 bütçe
kanunlarında yer alan diğer bazı önemli düzenlemeler de şunlardır:
Kural olarak, 2005 yılı yatırım programına ekyatırım
cetvellerinde yer alan projeler dışında herhangi bir proje için harcama
yapılamayacaktır.
Taşıt alımı, ancak çok acil ve zorunlu hallere mahsus
olmak üzere, Bakanlar Kurulu kararıyla yapılabilecek, bazı hallerde taşıt
ihtiyacı belirli kurallar çerçevesinde hizmet alımı suretiyle de
karşılanacaktır. Neden; taşıt alıyorsunuz, taşıta şoför alıyorsunuz, ikidebir
taşıtın bakımıyla uğraşıyorsunuz; ondan dolayı hizmet alımını da giderek
artırıyoruz. Bu, çok daha ekonomik oluyor.
2005 yılında, 4749 sayılı Kanuna göre sağlanacak
garantili imkân limiti 2 milyar ABD Dolarını aşamayacaktır.
İkidebir "hazine garantili... Ben borç alacağım;
hazine garantisi..." Yok öyle şey. Burada sınırlanmış bulunuyor.
2005 malî yılı bütçesi ile belirlenen başlangıç
ödeneklerinin yüzde 1'ine kadar ikrazen özel tertip devlet iç borçlanma senedi
ihraç edilebilecektir.
Personel açıktan atamaları ile konsolide bütçe
dışındaki kurum ve kuruluşlardan yapılacak memur nakilleri toplamı 48 000
kişiyi geçmeyecektir.
Kamu kurum ve kuruluşlarınca işletilen eğitim ve
dinlenme tesisi, misafirhane, kreş, spor tesisi ve benzeri sosyal tesislerin
giderlerine bütçeden katkıda bulunulmayacaktır.
Diğer taraftan, kamu malî yönetimindeki girdilerin
kontrol edilmesi şeklindeki anlayış terk edilerek, sonuçların kontrol edildiği
performans esaslı bütçeleme sistemine bir an önce geçilmesi amacıyla daha önce
başlanan çalışmalara devam edilecektir. Kamu malî yönetimi ve kontrol
sisteminde önemli değişiklikler getiren 5018 sayılı Kanunun öngördüğü yeni malî
sisteme sağlıklı geçişi mümkün kılabilmek ve bunun için gerekli altyapı
hazırlıklarının bütünüyle gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla anılan Kanunun
yürütmeye ilişkin hükümlerinde düzenlemeler yapılmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 yılı için
devlet memurlarının aylıklarına uygulanacak artış oranı, düşük maaş alana daha
yüksek, yüksek maaş alana ise daha düşük oranda yansıyacak şekilde bütçe
imkânları ve enflasyon hedefleri dikkate alınarak belirlenmiştir. Ancak, şunu
özellikle vurgulamak istiyorum ki, 2003 ve 2004 yıllarında olduğu gibi, 2005
yılında da memurların satın alma gücü azalmayacak, bilakis, enflasyon
öngörüsünün üzerinde maaş artışı elde edeceklerdir.
Çocuklar için ödenen aile yardımı ödeneği 0-6 yaş
grubunda yer alan çocuklar için yüzde 100 artmakta ve memurlarımıza ilave bir
imkân sağlanmaktadır. 1991 ve izleyen yıllarda memurluğa başlayan yaklaşık 1
000 000 çalışanımıza ilave 1 derece verilerek, daha önce memuriyete
başlayanlarla aynı hakka sahip olmaları sağlanacaktır.
Bu çerçevede, Hükümetimiz, 2005 yılında yüzde 8
enflasyon hedefine karşılık, memur aylıklarının kümülatif bazda yüzde 8,1 ilâ
yüzde 12,1 oranında artırılmasını kararlaştırmıştır. Memur emekli aylıklarında
ise 2005 yılında kümülatif bazda yüzde 11,4 oranında artış sağlanacaktır.
Memurlarımıza vereceğimiz 1 derece ile aile yardımı
ödeneğindeki artışı da dahil ettiğimizde en düşük memur aylığındaki kümülatif
artış yüzde 13,5'e ulaşacaktır. Hükümetimiz, 65 yaş aylığı alan yaklaşık 1 100
000 vatandaşımızın ve şeref aylığı alan 52 000 kişinin aylıklarında da üç
yıllık dönemde önemli artışlar sağlamıştır. Bu artış, kümülatif bazda, 65 yaş
aylığında yüzde 163 ve şeref aylığında ise yüzde 64'tür. Bunları yeterli
görmemiz tabiî ki mümkün değildir. Bütçe açıkları ve faiz yükü azaldıkça, bütçe
imkânları arttıkça çalışanlarımıza ve emeklilerimize daha çok kaynak ayırma
çabasında olacağız.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kamu maliyesi
alanında en önemli konulardan birisi, vergi politikası ve vergi yönetimine
ilişkin olarak alınan kararlardır. Bu kararlar, bir yandan vergi sistemini
şekillendirerek kamu maliyesinin performansını etkilerken, aynı zamanda
ekonomiyi de doğrudan ilgilendirmektedir. Hükümetimizin işbaşına gelmesiyle
birlikte ilk iş olarak, ekonomide önemli bir güvensizlik unsuru olarak
varlığını sürdüren ve kamuoyunda "nereden buldun" olarak bilinen
düzenleme kaldırılarak, ekonomiyi olumsuz etkileyen önemli bir sorun çözüme
kavuşturulmuştur. Bunu takiben, Vergi Barışı Kanunuyla önemli bir adım daha
atılarak, ekonomide bir uzlaşma ortamının yaratılması, kriz ortamının
yaratılması, kriz ortamının mükellefler üzerinde yarattığı tahribatın
hafifletilmesi ve vergi dairelerindeki onbinlerle ifade edilen ihtilaflı dosya
sayısının azaltılması hedeflenmiştir. Bu hedeflere büyük ölçüde ulaşılmış ve
ayrıca, 4,7 katrilyon liralık bir tahsilat yapılarak önemli bir kaynak
sağlanmıştır.
Vergi barışıyla ne yaptık; vergi barışıyla, hem
vatandaşımızı rahatlattık hem raflarda duran, artık, tozlanmış dosyaları
tamamen tasfiye ettik; hem davalarla tıkanmış bulunan yargıyı büyük ölçüde
rahatlattık hem vergi teşkilatını rahatlattık hem de kasamıza 4,7 katrilyon
lira tiko para girdi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Yıllardan beri önemli bir sorun olarak süregelen
enflasyonun yarattığı gerçek olmayan kazançların vergilendirilmemesini
amaçlayan enflasyon muhasebesi de, Hükümetimiz döneminde uygulamaya konuldu.
Değerli arkadaşlar, yıllardan beri, bütün hükümetler,
devamlı olarak, enflasyon muhasebesini getireceğiz vaadiyle gelmişlerdi; fakat,
hiçbiri, kendilerine enflasyon muhasebesini getirecek güveni bulamadılar, hepsi
bundan korktular. Getireceğiz dediler, getiremediler. İlk defa, bu, Hükümetimiz
zamanında oldu. Bununla, biz, birçok şeyi göze aldık; daha önceki hükümetlerin
göze alamadığı hususları göze aldık. Evet, enflasyon muhasebesi dolayısıyla
vergilerde azalış olacaktı; bunu biliyorduk ve bizde de oldu; ama, bizim,
vergilerle ilgili, kayıtdışıyla yapmış olduğumuz mücadeleyle ilgili
başarılarımızın yavaş yavaş meyvelerini vermeye başlaması neticesinde, çok
şükür, vergi gelirlerimizde önemli bir azalış olmadan -hatta genel
gelirlerimizde artış görülerek- bugün, enflasyon muhasebesi vaadimizi de yerine
getirmiş olduk. Bu, yabancı sermaye için de çok önemliydi, yerli sermaye için
de çok çok önemliydi.
Diğer taraftan, 2001 yılı itibariyle kişi başına milli
gelir tutarları 1 500 doların altında olan 36 ilimizde yatırımların artırılması
amacıyla, bu illerimizdeki yatırımlar için, enerji desteği, arsa veya arazi
temini gibi desteklerin yanı sıra, özellikle istihdam maliyetini indirecek
şekilde vergisel teşvikler sağlanmıştır. Bu teşvikler sayesinde bu illerimizde
önemli yatırım girişimleri görülmeye başlanmıştır. Bu uygulamanın kapsamının
genişletilmesiyle ilgili çalışmalarımız da devam etmektedir.
İlaveten, özellikle eğitim alanında vergi teşvikleri
sağlanmış, özel eğitim kurumlarının özendirilmesi amacıyla, yeni kurulacak özel
okullar için vergi istisnası getirilmiştir.
Yine, benzer şekilde, teknoloji bölgelerinde yapılan
yatırımlar sonucu elde edilecek kazançlar vergiden istisna edilmiş, genel
olarak bütün kurumların araştırma geliştirme harcamalarının yüzde 40'ının vergi
matrahından indirilebilmesi imkânı getirilmiştir. Bu şekilde, ar-ge
harcamalarının tamamının gider olarak yazılabilmesine ek olarak, sağlanan yüzde
40 indirimle yapılan harcamanın yüzde 140'ı oranında bir destek sağlanmış
olmaktadır. Ar-ge için 100 lira masraf yapıyorsa 140 lira olarak yazacak bu
getirdiğimiz kanunla. Böylece, araştırma geliştirme faaliyetleri ve yeni
teknolojilerin oluşturulması alanında, sadece bütçenin gider tarafında tahsis
edilen ödenekle sınırlı kalınmayıp, vergi sistemi aracılığıyla da önemli
teşvikler sağlanmıştır.
En önemli yatırım teşvik aracı olan yatırım indirimi
uygulaması, teşvik belgesi alınması gibi bürokratik işlemler tamamen ortadan
kaldırılarak, otomatik işleyen bir sisteme dönüştürülmüştür. Ayrıca, yatırım
indirimi istisnasına ilişkin yüzde 20'lere varan tevkifat da tamamen
kaldırılmıştır.
Halkımızın büyük bir kesimini ilgilendiren çevre
temizlik vergisinde beyanname verme uygulaması kaldırılmış ve verginin su
faturalarıyla birlikte ödenebilmesi imkânı getirilmiştir.
Yatırımcılar bakımından önemli bir maliyet unsuru olan
Damga Vergisi ve harçların uygulama alanı önemli ölçüde daraltılmış, aracılık maliyetlerinin
azaltılması kapsamında özellikle bankacılık alanındaki işlemler Damga Vergisi
kapsamı dışına çıkarılmıştır.
O pul yapıştırmayı da artık kaldırdık; onu da
biliyorsunuz. Yani, tükürüp, pulu yapıştır; o da kalktı. Yok öyle bir şey
artık. (AK Parti sıralarından alkışlar) O devirler kapandı arkadaşlar.
Yatırımcılarımızın yurtdışı faaliyetlerden elde
ettikleri kazançların Türkiye'ye getirilmesi durumunda bazı şartlarla vergiden
istisna edileceği yönündeki düzenlemeyle bu kazançların Türkiye'ye aktarılmasının
önündeki önemli bir engel de ortadan kaldırılmıştır.
Bu husustaki adımlar, yapmış olduğumuz değişiklikler ve
getirmiş olduğumuz yenilikler öyle hızlı oluyor ki, maalesef, özel
sektörümüzden bazıları bile bunu takip etmekte zorlanıyor. İlgili vergi
mükelleflerimiz takip edemiyorlar. Burada, onlardan benim ricam, Hükümetimizin
hızlı adımlarına onlar da ayak uydurmaya çalışsınlar, yapmış olduğumuz
değişiklikleri iyi takip etsinler. Zaman zaman, yapmış olduğumuz değişikliği
bazıları bana soruyor ne zaman yapacaksınız diye; falan kanuna bakın, yaptık
onu, çıkardık dediğimizde; öyle mi, sahi mi Sayın Bakanım diyorlar. Bunlara,
tabiî, şimdi söylemiyorum; ama, bazı milletvekillerimiz de dahil.
Yine, benzer şekilde, yabancı yatırımcıların Türkiye'yi
üs olarak kullanıp Türkiye'yle güçlü ekonomik ve siyasî bağları bulunan
ülkelere yatırım yapmalarına imkân sağlayabilmek için, bu yatırımların
getirilerinin Türkiye üzerinden yabancı yatırımcının ülkesine vergisiz olarak
aktarılabilmesine imkân sağlayan düzenlemeler de yapılmıştır.
Kurum kazançları üzerindeki yüzde 65'lere varan vergi
yükü yüzde 45'lere kadar çekilmiştir. Ayrıca, kârların sermayeye eklenmesi
durumunda vergileme yapılmaması imkânı getirilmiştir değerli arkadaşlar. Bu,
çok çok önemli ve biz, bunu, kendi Hükümetimiz zamanında getirdik ve kalıcı
kıldık. Bir şirket, kâr dağıttığında, bunu sermayesine eklediğinde, bu,
eskiden, ayrıca Gelir Vergisine tabi idi ve buradan da, ayrıca, yüzde 30, 40,
45, 50 vergi alınıyordu. Biz, şimdi, bunu tamamen kaldırdık. Bu, şirketlerimiz
için fevkalade önemli bir husustur, bunun altını çizerek söylüyorum. Eğer,
bugünkü yatırımlar böyle hızlı yapılabiliyorsa, özel sektördeki yatırıma
ayrılan paylar böyle fazla oluyorsa, yatırım fonları fazla oluyorsa, işte, bu,
otofinansmana sağlamış olduğumuz vergi kolaylığının bir sebebi, bir sonucudur.
Gelir Vergisinde de, mükelleflerin kendisi, eşi ve
çocukları için yapmış oldukları sağlık harcamaları ile eğitim harcamalarını
vergiye tabi gelirden indirebilme imkânlarını getirdik. Herkes "Sayın
Bakanım, ne masraf yaparsak yapalım, böyle bir şey getir; ne masraf yapılırsa
yapılsın, herkes fiş alsın, fatura alsın; böylece, kayıtlı sistem artsın, vergi
gelirlerimiz artsın" diyordu; çok haklılar. Şimdi, bunların en başında da
eğitim ve sağlık harcamaları geliyordu hatırlarsanız. Gelip, daha birkaç gün
önce bana söyleyen arkadaşlarımız vardı. Arkadaşlar, biz bunu getirdik. Yeni
bir kanun daha gelecek, onunla daha da artırıyoruz. Eğitim ve sağlık
harcamaları için yazacağınız masraf kalemleri, ülkemizde, bugün, Amerika
Birleşik Devletlerinin dahi önüne geçmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tüm bunlara ek
olarak, mükelleflerin gönüllü uyumunu artıracak ve vergi idaresi tarafından
kolayca uygulanabilecek bir vergi sisteminin oluşturulmasına dönük
çalışmalarımız sürmektedir. Nitekim, yine, bu hafta içerisinde Plan ve Bütçe
Komisyonumuzda ele almaya başlayacağımız tasarı, vergi uygulamalarının
basitleştirilmesine, vergi mevzuatının Yeni Türk Lirasına uyumlaştırılmasına ve
eğitimle ilgili olarak yeni teşvik unsurlarına ilişkin düzenlemeler
içermektedir.
Yeni Türk Lirasına uyum çalışmaları çerçevesinde, bütün
vergi kanunlarında yer alan Türk Lirası değerler gözden geçirilerek, yeni para
birimine çevrilmesi sorun yaratacak tutarlar güncelleştirilmek suretiyle
yeniden belirlenmektedir.
Vergi sisteminin rasyonelleştirilmesi ve kayıtdışı
ekonomiyle mücadele kapsamında önem arz eden bir diğer konu ise gelir
idaresinin etkinliğinin artırılmasıdır. Bu kapsamda; Gelirler Genel Müdürlüğü,
başarılı ülke modelleri de dikkate alınarak, vergi idaresinin her düzeyindeki,
her bir fonksiyon ve birimin açıkça tanımlandığı, bu birim ve fonksiyonların
planlama ve yönetiminin merkezden yönlendirildiği fonksiyonel bir yapı şeklinde
yeniden organize edilmektedir. Yeni gelir idaresi Maliye Bakanlığı içerisinde
daha güçlendirilmiş bir yapıda olacaktır. Bu konudaki tasarı önümüzdeki
günlerde Meclise sunulacaktır.
Gelir idaresinin yeniden yapılandırılması ve
güçlendirilmesine dönük çalışmalarımızla eşzamanlı olarak gelir idaresinin
teknolojik altyapısını güçlendirmeye dönük faaliyetlerimiz de sürmektedir. Bu
kapsamda Vergi Daireleri Otomasyon Projesinin (VEDOP) ikinci aşamasına dönük
çalışmalara, 15 Nisan 2004 tarihinde başlanılmıştır. 457 gün içerisinde
tamamlanması hedeflenen projeyle, kayıtdışı ekonominin kayıt altına alınması
açısından kritik önem arz eden veri ambarının oluşturulması, elektronik ortamda
beyanname alınması, çağrı merkezi kurulması ve her ilde en az bir vergi dairesi
olmak üzere ilave 144 yeni vergi dairesiyle otomasyon ağının genişletilmesi
sağlanacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 yılı
bütçesinde konsolide bütçe gelirleri 139 milyar YTL, vergi gelirleri ise 119
milyar YTL olarak öngörülmüştür. 2005 yılında 12 500 000 000 YTL tutarında
vergi iadesi yapılması öngörülmekte olup, vergi iadeleri hariç konsolide bütçe
gelirleri 126 500 000 000 YTL olmaktadır.
2005 yılı gelir tahminleri açısından birkaç noktayı
vurgulamak istiyorum: Birinci olarak, Kurumlar Vergisi tahmini yapılırken,
Kurumlar Vergisi oranında gerçekleştirilecek 3 puanlık indirimin yol açacağı
etki dikkate alınmıştır. İkinci olarak ise, özel gelir, özel ödenek konusunda
yaptığımız yeni düzenleme sonrası bütçemizin saydamlığı artarak, daha önceki
yıllarda bütçe tahminleri içerisinde yer almayan özel gelirler, konsolide bütçe
gelirleri içerisine alınmıştır.
Bildiğiniz gibi, önceki yıllarda bu türden gelirler yıl
içerisinde gerçekleşerek, belirli kurumlar tarafından özel gelir, özel harcama
uygulaması çerçevesinde kullanılmaktaydı ve bütçe tahminleri yapılırken,
dikkate alınmamaktaydı. 2005 yılı bütçesinde bu uygulama kaldırılmış ve bunlar,
artık, bütçe içerisine alınmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 yılı için
sizlere; 2002 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 14,6'sı olan bütçe
açığını yüzde 6,1'e indiren, faiz yükünü hem nominal hem de reel olarak
azaltan, yatırımlarda yüzde 40 civarında reel artış öngören, çalışanlarımızı ve
emeklilerimizi enflasyona ezdirmeyen, iç ve dışpiyasalara güven veren bir bütçe
sunulmaktadır.
Maliye politikamızın temel önceliği, malî disiplini
sağlayarak, kamu borç stokunu makul seviyeye indirmek ve istikrarlı bir büyüme
ortamını oluşturmaktır.
Yaklaşık otuz yıl aradan sonra yeniden tek haneli
enflasyon oranlarıyla tanıştık.
Ekonomimiz, 2003 yılında hedeflenenin üstünde büyüme
gösterdi; 2004 yılında hedeflenen yüzde 5'in oldukça üzerinde bir büyüme
gösterecektir; 2005 yılı için ise yüzde 5 oranında bir büyüme hedefliyoruz.
İktidara geldiğimiz ilk günden itibaren sosyal, siyasî
ve ekonomik alanda yeni bir anlayışa dayanan bir reform süreci başlattık.
Milletimizin özveriyle desteklediği bu sürecin olumlu sonuçlarını hep beraber
görmeye başladık.
Bu başarılarda en büyük desteği, kuşkusuz, yüce
milletimizin bize olana güveninden aldık. Bu güvene layık olmak için daha da
çok çalışacağız.
Yakaladığımız bu başarının geri dönülemez biçimde
kalıcı hale gelmesi ve geçmişte yaşadığımız sıkıntıları tekrar yaşamamak,
tekrar dibe vurmamak için milletçe çok dikkatli olmalı ve aynı azim ve gayretle
çalışmaya devam etmeliyiz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Büyük Atatürk
diyor ki: "Türk tarihi incelenirse, bütün yükselme ve gerileme
sebeplerinin bir ekonomi meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.
Tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veyahut mağlubiyetler, çöküşler
ve felaketler, bunların hepsi, meydana geldikleri devirlerdeki ekonomik
durumumuzla ilgili ve bağlantılıdır."
İşte, bizim çabamız da, Türkiye'nin güçlü ve istikrarlı
bir ekonomiye sahip olmasıdır; malî disiplin de bunun içindir.
Bütün sorunları çözüp, geriye sorun kalmadığı
iddiasında değiliz. Esasen, böyle bir durum mümkün de değildir. Zira, sorunlar
toplumsal hayatın doğal bir sonucudur. Sorunlar dün de vardı, bugün de vardır,
yarın da olacaktır.
Önemli olan, bu aziz milletin daha güçlü olması, daha
müreffeh bir hayat sürmesi için, güvensizliğe ve ümitsizliğe kapılmadan,
sorunları, aklın ve bilimin ışığında, azimle ve inançla çözmenin gayreti
içerisinde olmaktır.
Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen büyük bir
birikim ve sağduyuya sahip olan yüce milletimizin desteği sayesinde
aşamayacağımız hiçbir sorun yoktur; yeter ki, temel değerlerimiz etrafında
kenetlenelim ve bulunduğumuz noktayı yeterli görüp rehavete kapılmayalım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu vesileyle,
harcamalarında tasarrufu ve etkinliği önplana alarak, birçok makroekonomik
sorunun kaynağı haline gelmiş olan bütçe açıklarının, sadece nispî oranlar
bazında değil, aynı zamanda, reel ve hatta nominal bazlarda da azaltılmasına
katkı ve desteklerinden ötürü, başta Başbakanımız Sayın Recep Erdoğan olmak
üzere, bütün bakan arkadaşlarıma ve onların şahsında da bütün kamu kurum ve
kuruluşlarına teşekkür ediyorum.
Vergilerini zamanında ve tam olarak ödeyerek bu
başarıya ortak olan vatandaşlarımıza da şükranlarımı sunuyorum.
2005 bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı
olması temennisiyle, sizlere ve vatandaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sağ olun. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ederim.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
(Devam)
A) Oturum
BaşkanlarInIn KonuşmalarI (Devam)
1. - Oturum Başkanı ve TBMM Başkanı
Bülent Arınç'ın, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için müzakere tarihi alması
nedeniyle, emeği geçenleri kutlayan; Musul yakınlarında şehit edilen beş
güvenlik görevlimizin yakınlarına ve ailelerine başsağlığı dileyen konuşması
(Devam)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, birkaç
gün önce, Musul yakınlarında, 5 güvenlik görevlimiz, menfur bir suikast
neticesinde şehit oldu. Bugün, bu saatlerde, 5 güvenlik görevlimizin cenazeleri
kaldırılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisimiz toplantı halinde bulunduğu
için, Emniyet Genel Müdürlüğü önünde yapılan törende ve cenaze merasiminde,
Başkanlığımızı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekilimiz Sayın İsmail
Alptekin temsil etmektedir. 5 kahraman güvenlik görevlimize, Meclisimiz adına,
Cenabı Hak'tan rahmet diliyorum; ailelerine, yakınlarına, dostlarına ve tüm
milletimize başsağlığı ve sabırlar diliyorum; mekânları cennet olsun.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı:706) (Devam)
2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708)
(Devam)
3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S.
Sayısı:707) (Devam)
4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S.
Sayısı: 709) (Devam)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri,
13.12.2004 tarihli 31 inci Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp
dağıtılan programa göre yapılacaktır.
Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde,
siyasî parti grupları ve hükümet adına yapılacak konuşmalar, hükümetin sunuş
konuşması hariç, 1'er saat -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından
kullanılabilir- kişisel konuşmalar 10'ar dakikadır.
Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları
adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:
Bütçenin tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Alaattin Büyükkaya ve İstanbul Milletvekili Sayın Nazım
Ekren; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Deniz
Baykal.
Şahısları adına, lehinde, Isparta Milletvekili Sayın
Mehmet Emin Murat Bilgiç, Çorum Milletvekili Sayın Agâh Kafkas; aleyhinde,
Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Kemal Ağar.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Alaattin Büyükkaya; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın Büyükkaya, bize ulaştırılan bilgiye göre, konuşma
süresini eşit olarak paylaşıyorsunuz.
Süreniz 30 dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) -
Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli üyeleri; AK Parti
Grubu adına, 2005 malî yılı bütçesinin tümü üzerinde konuşma yapmak üzere söz
almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce, zatıâlinizi ve Yüce Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum.
Bütçeler, her dönemde, hükümetlerin çalışmalarını ve
performanslarını ortaya koyan belgeler olmuştur ve her zaman önemlidir. 2005
bütçesi de, bu manada ülkemiz için büyük önem taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî ki,
konuşmama başlamadan önce, önceki gün Irak'ta şehit edilen güvenlik
görevlilerimiz için Allah'tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı
diliyorum. İnşallah, bu akan kan oradaki Türk varlığının geleceğini de
güçlendirecektir. Bunu herkes de böyle bilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe
görüşmelerimiz Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir tarihe de rastlamaktadır.
Hepimizin bildiği gibi, bu karar, Türkiye'nin Avrupa Topluluğuyla tam üyelik
müzakerelerine 3 Ekim 2005 tarihinde başlama kararıdır. Gerçekten, ülkemiz
tarihî dönemlerinden birini yaşamaktadır. Avrupa Birliği yolunda önemli bir
aşamadan geçilmiştir. Hükümetimiz, iki yıldır yaptığı yoğun çalışmalarının
karşılığını almış ve bu kararla, artık, Türkiye'nin önü açılmış, Türkiye
istikrarı yakalamıştır. Dışsiyasette de, içsiyasette de, ekonomide de
Türkiye'yi istikrarlı bir dönem beklemektedir.
Bu başarının sağlanmasında, başta Genel Başkanımız,
Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcımız Sayın Abdullah Gül'e, Yüce Meclisimize, bakanlarımıza,
Grubumuza, siz değerli milletvekillerimize ve bu konuda desteğini esirgemeyen
Cumhuriyet Halk Partisi ve onun değerli Genel Başkanı Deniz Baykal'a, Grup
yönetimlerine, CHP milletvekillerine, destek olan diğer siyasî partilere ve
genel başkanlarına, Dışişleri teşkilatımıza, tüm kamu kurum ve kuruluşlarına,
sivil toplum kuruluşlarına, iş dünyamıza ve katkıda bulunan herkese teşekkürü
borç biliyorum. Bu millet, bu sonucun alınmasında emeği geçenleri daima minnet
ve şükranla anacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca hemen
belirtmeliyim ki, bize Batı uygarlığını işaret eden, hedef gösteren büyük önder
Atatürk'ü, Avrupa Topluluğu yolunda hizmeti geçen devlet ve hükümet
başkanlarımızı ve siyasî liderlerimizi de bu vesileyle saygıyla anıyor, onlara
da teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu kararla, Türk Milletinin kırk
yıllık rüyasının gerçekleşmesi için önemli bir dönemeç alınmıştır. Elbette ki,
bu kararla her şey bitmiyor; aksine, yeni başlıyor. Grubumuz ve hükümetimiz,
bunun bilincindedir ve bu yükün altından kalkacak güç ve iradeye de sahiptir.
Allah, milletimizi ve ülkemizi, çıktığımız bu yolda başarılı kılsın.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Topluluğu, bizim için
bir medeniyet projesidir, Türk Milletinin yeniden yükselişinin simgesidir,
ülkemizin istikrarlı gelişmesinin ve ilerlemesinin en önemli unsurlarından biri
ve büyük bir değişimin adıdır. Bu değişim, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa
Kemal Atatürk'ün gösterdiği istikamettir. Zira, genç kuşaklar ve bu millet,
bizden, 2023 yılını şimdiden planlamamızı istiyor.
Devlet anlayışımızı, artık, devletin babalığına,
cömertliğine değil, vatandaşlarımızın sorumluluğuna ve görevlerine dayanan bir
ahlak anlayışıyla yeniden şekillendirmek mecburiyetindeyiz. Kısır çekişmeleri
bir kenara bırakarak, hep birlikte, ortak, çağdaş, demokratik bir Türkiye
vizyonunda buluşmalıyız; bu vizyonda yarışmalı ve rekabet etmeliyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böyle bir hedefi
gerçekleştirmekte, elbette ki, zorluklarımız, bazı engellerimiz olabilir;
ancak, tarih boyu bu topraklarda kardeşçe yaşayan, bunun bedelini çoğu zaman
kanıyla, canıyla ödeyen Türk Milleti, dünya durdukça, bu topraklarda hep var
olacak ve kardeşçe yaşayacaktır. Bunu herkes böyle bilmeli ve hesabını da buna
göre yapmalıdır. Kimse, Türkün, Türkiye'nin gücünü denemeye kalkmamalıdır.
Bunun cevabının ne olduğunu tarih bize açık ve net olarak gösteriyor. Artık,
kendimize güvenmeliyiz, rahat olmalıyız. Biz, zorluk ve engelleri görüp,
yılgınlığa düşmek yerine, önümüzdeki fırsatları değerlendirip bu fırsatlardan
yararlanmanın yollarını aramalıyız. Avrupa Birliği bu anlamda bizim için çok
önemli bir fırsattır. Örneğin, yıllardır çeşitli sebeplerle çözemediğimiz
devlet-millet kaynaşmasında olumsuz etkilere sahip birçok konuyu rahatlıkla
çözebiliriz. Vatandaşlarımızı Avrupa standardında bir hayat tarzına
kavuşturabiliriz. Birkısım vatandaşlarını suç işlemediği halde tehdit olarak
algılayan değil, tümünü sevgiyle kucaklayan, kanunlar karşısında eşit gören,
adil yargılayan, kanunlarımıza aykırı davrananları ise müsamahasız cezalandıran
bir anlayışı tam olarak hâkim kılabiliriz. Böyle bir anlayış, yolsuzluğu da
haksızlığı da ortadan kaldırır, bizi birbirimize daha çok kenetler, demokratik
hayatımızı daha da güçlendirir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği
hedefine kilitlenmiş bir Türkiye, ne komşularını ne Türk dünyasını ne İslam
dünyasını ne de dünyanın diğer ülkelerini ihmal etmiştir, ihmal etmesi de söz
konusu olamaz. Tam aksine, bunlar bizim gücümüz ve kuvvetimiz olmuştur.
Nitekim, iki yıllık iktidarımız döneminde bu ülkelerle en üst düzeyde
ilişkilerimizi geliştirdik. Hatta, açıkça söylüyorum, rahmetli Özal'dan sonraki
en büyük gelişme, bu iki yıllık kısa zamanda sağlanmıştır. Başta Başbakanımız
olmak üzere, bakanlarımız, bu ülkelerin hiçbirini ihmal etmeden ilişkilerimizi
en üst düzeye çıkarmışlardır. Mesela, İslam Konferansı Örgütü Genel
Sekreterliğine ilk defa bir Türk seçilmiştir. Türk cumhuriyetlerinden
gidilmeyen kalmamıştır. Başbakanımız uçak dolusu Türk işadamlarını her
seyahatinde götürerek, ülkemizin bütün dünyaya açılmasını, iş yapmasını
sağlamıştır. İhracatımızdaki bu gelişmenin sırrı bundan başka ne olabilirdi?..
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası
alanda bu başarılara imza atılırken AK Parti, üçüncü bütçesini de uygulamaya
koymaya hazırlanmaktadır.
Bilindiği üzere, ülkemiz, uzun yıllardır, yüksek
enflasyon, borç stoku ve reel faiz oranları, dengesiz gelir dağılımı,
istikrarsız büyüme gibi ciddî sorunlarla karşı karşıya kalmış, içinde bulunduğu
makroekonomik dengesizlikler, 1994, 2000 ve 2001 malî krizlerinin ortaya
çıkmasına da neden olmuştur.
Hükümetimizin iktidara gelmesiyle birlikte ekonomide
yaşanan canlanma, 2003 yılında olduğu gibi 2004 yılında da devam etmiş,
böylece, yıllardır krizlerden kurtulamayan ülkemiz, nihayet istikrara ve güven
ortamına kavuşmuştur. Uygulanan politikalar ve alınan önlemler sonucunda,
makroekonomik göstergelerde, yakın zamanlara kadar ulaşılamaz zannedilen büyük
başarılar elde edilmiştir.
2002 ve 2003 yıllarında büyümede sağlanan gelişme,
sağlanan rakamlar ve büyüyen Türkiye ekonomisi, 2004 yılının ilk yarısında
yüzde 13,5 gibi yüksek bir büyüme hızına ulaşmıştır ve yıl sonunda da bu oranın
yüzde 10 seviyesinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
2005 yılı için ise, büyüme oranı, yüzde 5 olarak
planlanmıştır.
Bu performansı ve Türk ekonomisinin bu gelişmesi,
Türkiye'yi dünyanın en hızlı büyüyen, istikrarlı bir ekonomisi haline
getirmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hemen
belirtmeliyim ki, büyümede özel sektörün öncü rol oynaması sevindirici bir
durumdur. Nitekim, özel kesim sabit sermaye yatırımları bu büyümede yüzde 69
paya sahiptir ve yüzde 69'luk payda ise, makine ve tesisat yatırımları yüzde 98
oranında belirleyici rol oynamıştır. 2005 yılında da, 97 katrilyon olarak
planlanan yatırımların yüzde 74'ü, yine, özel kesim tarafından sağlanacaktır.
Elbette ki, bu durum, hükümetimizin politikasıyla da tam bir uyum içindedir;
zira, biz, kalkınmamızda öncü kesimi özel kesim olarak görüyoruz. Sağlanmış
bulunan ekonomik ve siyasî istikrar, yatırımların, üretim endekslerinin,
kapasite kullanım oranlarının artmasında da önemli rol oynamıştır. Ülkenin
çeşitli bölgelerinde gerçekleştirilen yatırım hamleleri gözönünde
bulundurulduğunda, büyüme konusunda sağlanan başarının sürdürülebilir olduğu da
açıkça görülmektedir. Hepiniz biliyorsunuz, şahitsiniz; aynı anda yüzlerce
tesisin temeli atılıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomimiz üç
yıl üst üste büyürken, enflasyonumuz da sürekli gerileyerek, otuz yıl aradan
sonra, tek haneli rakama inmiştir. Burada, orta yaş grubunda olan bütün
arkadaşlarımız, herhalde, çocukluğunu yeniden hatırlamaktadır.
Ekonomik programın kararlılıkla uygulanması
neticesinde, takip edilen sıkı para ve maliye politikaları sayesinde, 2002
yılında yüzde 29- 30 civarında olan TÜFE'deki artış, 2004 Eylül ayı itibariyle,
yıllık bazda, yüzde 9 seviyesine inmiştir. Enflasyonun, Avrupa Birliği üyesi
ülkelerdeki gibi düşük seviyelere indirilmesi, yıllardan beri yüksek
enflasyonun tahribatına maruz kalan ekonomimizin sıkıntıdan kurtarılarak fiyat
istikrarına kavuşturulmasına doğru, bu hedefe doğru hızla ilerliyoruz.
Enflasyonla mücadelede elde edilen başarının bir sonucu
olarak da, 2005 yılı itibariyle paradan 6 sıfırın atılacak olmasıdır. İnşallah,
önümüzdeki seneden itibaren, yaklaşık onbeş gün sonra, artık, kuruşlarla işlem
yapacağız. Yine çocukluğumuzu hatırlayacağız, yine 5 kuruşa aldığımız simitleri
hatırlayacağız ve böylece, Türkiye, yeniden kendine gelecek.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; diğer taraftan,
ekonomideki büyümenin istihdama da yansıdığı açıkça görülmektedir. 2003 yılının
ikinci döneminde yüzde 10 olan işsizlik oranı, 2004 yılının aynı döneminde
yüzde 9,3'e gerilemiştir. Yatırımlardaki canlanma, önümüzdeki dönemlerde
istihdama daha fazla yansıyacak ve işsizlik oranını daha da geriletecektir.
Biz, iktidar olmadan, bütün meydanlarda, miting meydanlarında "bu millet,
üçüncü yıldan itibaren refahı tadacak, işsizlik azalacaktır" diyorduk; çok
şükür, bunları artık görmeye ve yaşamaya başladık.
Öte yandan, 2004 yılı sonu itibariyle ihracatımız 62
milyar dolara, ithalatımız 95 500 000 000 dolara, dışticaret hacmimiz ise
157-158 milyar dolara ulaşacaktır. Cari işlemler açığının ise, yıl sonu
itibariyle 10 milyar dolar civarında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Bugünkü ekonomik yapımız ve büyüklüğümüz içerisinde, bunun bir sorun teşkil
etmeyeceği de açıkça anlaşılmaktadır.
Nitekim, Merkez Bankası döviz rezervlerimiz 2003 yılı
sonunda 33 600 000 000 dolar iken, 15 Ekim 2004 tarihi itibariyle 35 milyar
dolar civarındadır. Bu rakamlar, son yılların en büyük rezervini teşkil
etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamunun toplam
borç stoku, 1980'li yılların ikinci yarısından itibaren hızla artmıştır. Yüksek
borç stoku, ekonomik ve malî istikrarsızlıklar sonucunda reel faizleri de
yükseltmiştir. Borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranının katlanabilir
düzeyleri aşması, acı reçeteleri de beraberinde getirmiştir. Bu nedenle,
Partimizin iktidara gelişiyle birlikte, malî disiplin sağlanarak kamu malî
yapısının düzenlenmesi ve borç stokunun hızlı bir şekilde düşürülmesi konusunda
özel bir çaba harcanmıştır. Kamu kesimi borçlanma gereği 2002 yılında yüzde
12,7'yken, 2003 yılında bu oran yüzde 9,4'e düşmüştür; 2004 yılı sonunda ise,
bu oranın yüzde 5,9'a düşeceği tahmin edilmektedir; nereden nereye!..
Bilindiği üzere, ülkelerin borç ödeme kabiliyetlerinin
değerlendirilmesinde ve bütçe performanslarının belirlenmesinde faizdışı fazla
tutarı önemli bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Borç stokunun ve reel
faiz oranlarının makul düzeylere düşürülmesi, kamu maliyesinin geleceği
açısından piyasalara güven verilmesi için faizdışı fazla oranının belli bir
düzeyin üzerinde gerçekleşmesi, en azından orta vadede bu kapasitenin
sürdürülebilmesi gerekli görülmektedir. Tüm kamu sektörü için hükümetimiz
tarafından hedef alınan ve piyasalara taahhüt edilen faizdışı fazla oranı,
gayri safî millî hâsılanın yüzde 6,5'idir. Kamu borç stokunun makul düzeylere
indirilmesine kadar bu hedefin orta vadede tutturulması konusunda, hükümetimiz
tam olarak kararlıdır. Bugüne kadarki performansımıza bakıldığında, bu hedefin
tutturulmasında herhangi bir sorunla da karşılaşmayacağımız açıkça
görülmektedir.
Şu ana kadar alınan bütçe uygulamaları sonuçları,
sadece faizdışı bütçe fazlası konusunda değil, diğer göstergeler açısından da,
bu yılın bütçe performansının oldukça tatmin edici boyutlarda olduğunu ortaya
koymaktadır. Bu performans, kamu idarelerinin, malî disiplin anlayışını
benimseme yolunda önemli bir aşama kaydettiklerini göstermeleri açısından da
anlamlıdır; ancak, bu anlayışın, taviz verilmeksizin sürdürülmesi de
gerekmektedir; çünkü, ülkemiz, malî disiplinsizliklerin cezasını çok çekmiştir.
Hükümetimizin uyguladığı sıkı malî disiplin ve bu konuda takındığı kararlı
tavır, ulusal ve uluslararası piyasalarda hükümete ve ülkemize duyulan güveni
artırmış, ekonomik ve malî göstergelerde olumlu etkilerini gecikmeden
sağlamıştır.
Kamu net borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı
2002 yılında yüzde 78,4 iken, 2003 yılında yüzde 70'e inmiştir; 2004 yılında ve
2005 yılında bu oranın daha da gerileyeceği görülmektedir. Sağlanan bu olumlu
gelişmelerde, ekonomideki yüksek büyüme yanında, malî disiplin sayesinde elde
ettiğimiz faizdışı bütçe fazlası da önemli rol oynamıştır. AK Parti İktidarının
hedefi, kamu borç stokunun, önümüzdeki birkaç yılda Maastricht Kriterlerine
uygun bir seviyeye düşürülmesidir. 2005 yılı bütçesi de, son iki yıldır alınan
olumlu sonuçların pekiştirilmesinde, bu manada önemli katkılarda bulunacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 yılı
bütçesi incelendiğinde, bütçenin modern bir yapıya kavuşturulması açısından
önemli yenilikleri içerdiği de görülmektedir. 5217 sayılı Özel Gelir ve Özel
Ödeneklerin Düzenlenmesi Kanunuyla, özel gelir ve özel ödenek uygulamalarına
son verildiğinden, kamu kurum ve kuruluşlarının bütün özel gelirleri bütçeye
dahil edilmiştir. Bu gelirler karşılığında, ilgili kurumlara, kamu hizmetlerini
yürütebilmeleri, daha önce gerçekleştirdikleri hizmetlerin aksamaması için,
bütçelerine gerekli ödenekler konulmuştur. Bu yasal değişiklikle, bütçe
disiplininin güçlendirilmesi açısından önemli bir adım daha atılmış ve bütçenin
kapsamı genişletilmiştir. Diğer taraftan, 5234 sayılı Kanunla da, bütçede uzun
yıllardır yer alan; ancak, bütçeyle doğrudan ilişkili olmayan maddeler ilgili
kanunlarına taşınmıştır. Bu düzenleme sayesinde, gerek madde sayısı, gerekse
maddelerin içeriği açısından, 2005 yılı bütçesi yeni bir görünüm kazanmıştır.
Ayrıca, 2005 malî yılı bütçesi, 2005 yılı başından itibaren tedavüle girecek
olan Yeni Türk Lirasını esas alan Türkiye Cumhuriyetinin ilk bütçesidir.
2005 yılı konsolide bütçesinde Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşmeler sonucunda bütçe giderleri 155 628 000 000 YTL, bütçe
gelirleri 126 490 000 000 YTL, bütçe açığı 29 138 000 000 YTL, faizdışı fazla
ise 27 303 000 000 YTL olarak öngörülmektedir. 2005 bütçesinde sosyal
harcamalara, bunun dışında eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerine
bütçelerden ayrılan pay artmış, gelir düzeyi düşük sosyal sınıfların korunması
amacıyla birtakım destek ödemeleri de öngörülmüştür.
2005 yılı bütçesinin önemli bir özelliği de, yatırım
ödeneklerinde çok önemli bir artış öngörülmesidir. Bu artış, 2004 yılı
gerçekleşme tahminlerine göre yüzde 50'yi bulmaktadır. Bu kapsamda,
hükümetimizin büyük önem verdiği, başta bölünmüş yol yapımı olmak üzere,
öncelikli projelerin bir an önce bitirilmesi de amaçlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, iktidarımız
bütçe hedeflerinin gerçekleştirilmesi için önemli bir çaba harcarken, reform
sürecinin hızlandırılmasına da özel bir önem vermektedir. Bilindiği üzere,
harcama öncesi kontrol, harcama sonrası iç malî denetim ve dışdenetim
sistemlerinin Avrupa Birliği standartlarına uygun hale getirilmesi, harcamacı
kuruluşların harcama öncesi kontrol ve harcama sonrası iç malî denetim
konusundaki inisiyatiflerinin genişletilmesi amacıyla Kamu Malî Yönetimi ve
Kontrol Kanunu çıkarılmıştır.
Muhasebei Umumiye Kanununun yerine geçecek söz konusu
kanunla; bütçe hazırlık süreci öne alınmakta, kalkınma planı ve yıllık
programlar ile kurumların stratejik planları ve bütçe arasında sıkı bir bağ
kurulması öngörülmekte, kamuda muhasebe birliği sağlanmakta, bütçe hazırlık ve
uygulama sürecinde kamu idarelerinin inisiyatifi artırılmakta, Sayıştay
denetiminin kapsamı genişletilmekte, kamu malî yönetiminde şeffaflığı
sağlayacak düzenlemeler yapılmakta ve kamu idarelerinin malî yönetim ve kontrol
sistemi alanındaki görev, yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlenmektedir.
OECD ülkelerindeki uygulamalar ışığında, sonuç odaklı
ve performansı esas alan bütçe anlayışına geçmek amacıyla yürütülen çalışmalar
da son aşamaya gelmiş bulunmaktadır.
İktidarımız, vergi sisteminin iyileştirilmesi, vergi
idaresinin güçlendirilmesi konusuna da özel bir önem vermektedir.
Bu çerçevede, şu ana kadar yapılan temel düzenlemeleri
de şu şekilde özetleyebiliriz:
Vergi sisteminin basit ve saydam bir şekilde işler hale
getirilmesi, mükelleflerin vergiye uyum maliyetinin düşürülmesi hedefi
kapsamında yatırım indirimi mevzuatı tümüyle değiştirilmiş, başta teşvik
belgesinin kaldırılması olmak üzere, bürokratik işlemler azaltılmıştır.
Yatırımların ve kurumsallaşmanın teşviki amacıyla,
temettü vergilemesi sistemi değiştirilmiş ve kurum kazançları üzerinden vergi
yükü azaltılmıştır.
Sağlık ve eğitim yatırımlarının teşviki amacıyla, okul,
sağlık tesisi ve yurt bağışları ile mevcut tesislerin bakımı ve onarımı için
yapılan bağış ve harcamaların vergi matrahından indirilmesi imkânı
sağlanmıştır.
Ayrıca, yatırımların, ihracatın, KOBİ'lerin, kısaca,
teşvike değer bütün ekonomik faaliyetlerin önünün açılması, bunların
desteklenmesi, ekonomik istikrarın ve büyümenin kalıcı hale getirilmesi
amacıyla yeni tedbirler alınmıştır.
İşletmelerin varlık ve borçlarına fiyat değişmelerinin
etkisini yansıtarak işletme değerlerinin gerçeği göstermesine imkân tanıyan
enflasyon muhasebesi uygulamasına 2004 yılında geçilmiştir. Ben, iktisat
fakültesine girdiğimde hep enflasyon muhasebesini konuşurduk; çok şükür ki
bizim dönemimizde bunu gerçekleştirdik.
Hükümetimizin vergi sistemine ilişkin olarak yapmayı
düşündüğü düzenlemeler, genel olarak, vergi yükünü artırıcı değil, kayıtdışı
ekonomiyi kayıt altına alıp, kayıp ve kaçağı azaltarak, vergi yükünün adil
dağılımını ve verginin tabana yayılarak kayıtlı mükellefler üzerindeki yükün
zaman içinde mümkün olduğu ölçüde azaltılması prensibine dayanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarımız,
2003 ve 2004 yıllarında olduğu gibi, 2005 yılında da memurlarımıza enflasyonun
üzerinde maaş artışı sağlama politikasını sürdürmektedir. Malî disiplin
politikasının izlenmesine rağmen bunun başarılması, dikkatle üzerinde durulması
gereken bir husustur.
Değerli milletvekilleri, faiz giderleri konusunda 2004
yılında kaydedilen olumlu gelişmelerin 2005 yılında da devam edeceği, 2003 yılı
sonu itibariyle faiz giderlerinin gayri safî millî hâsılanın yüzde 16,4'ünden,
2004 yılı sonunda yüzde 13,8'e, 2005 yılında da yüzde 11,7'ye indirilmesi
hedeflenmektedir. Bütçeden faiz giderlerine ayrılan payın, analitik bütçe
sınırlandırılması esas alındığında, 2003 yılındaki yüzde 44,1 seviyesinden,
2004 yılında yüzde 41'e, 2005 yılında ise yüzde 36'ya düşeceği tahmin
edilmektedir.
Özellikle belirtmek isterim ki, teknolojik gelişmelere
verilen önemin bir göstergesi olarak da, ilk defa, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinde ilk defa araştırma-geliştirme (ar-ge) projelerinde kullanılmak üzere
ayrı bir ödenek de ayrılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın
sonuna gelirken, şu hususu önemle belirtmek isterim ki, huzurunuza gelmiş
bulunan 2005 yılı bütçesinin tasvibinizle yürürlüğe girmesi halinde, Türk
ekonomisinin istikrarlı yürüyüşünün önü daha da açılmış olacaktır. Böylece,
sadece siyasal kriterlerde değil ekonomik kriterlerde de Avrupa Birliği
standartları yönünde önemli adım atılmış olacaktır. Ayrıca, ülkemizin refahı ve
kalkınması yönünde de büyük bir gelişme sağlanmış olacaktır.
Öte yandan, hükümetimiz, Avrupa Birliğine sunduğu 2005-
2007 yıllarını kapsayan katılım öncesi ekonomik programıyla da önümüzdeki
yılların hedeflerini belirlemiştir. Buna göre, hükümetimiz, sürdürülebilir
yüksek büyüme performansına ulaşmayı, 2005-2007 döneminde büyüme oranını yüzde
5 seviyesinde tutmayı, kişi başına millî geliri Avrupa Birliği seviyesine
ulaştırmayı, istihdamı artırmayı, enflasyonu tek haneli seviyelerde kalıcı hale
düşürmeyi ve enflasyon oranlarını yüzde 4 seviyesine çekmeyi, kamu açıklarını
azaltmayı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) -Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN- Buyurun Sayın Büyükkaya.
ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) - ... devlet borçlanma
gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranını da yine Avrupa Birliği
ortalamalarına yaklaştırarak ihracat performansını ve turizm gelirlerini
artırmayı, bölgelerarası gelişmişlik farklarını Avrupa Birliği seviyesine
indirmeyi amaçlamaktadır.
Bütün bunlar, benim ülkem, benim insanım içindir,
halkını seven, onunla bütünleşmiş bir iktidarın yapması gerekenlerdir; biz de
zaten bunları yapıyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi
tamamlarken, şu hususu özellikle belirtmek istiyorum: Biz Türküz. Biz
Müslümanız. Biz, geçmişine sahip, tarihiyle, kültürüyle, inancıyla, kendi
değerleriyle ve farklılıklarıyla barışık, hoşgörülü, demokrat insanlarız. Biz
Türkiyeyiz. Başımız dik, dünyayı kucaklayan, milletini ve ülkesini çağdaş
uygarlık seviyesine yükseltmek isteyen ve Avrupa'yla birlikte yaşamayı arzu
eden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. Biz, bu kimliğimizle, bu
hedeflerimizle huzurluyuz ve gururluyuz.
Bu duygularla, 2005 yılı bütçesinin ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını diler; hepinizi, tekrar, saygıyla selamlarım.
Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Büyükkaya'ya teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, AK Parti Grubu adına ikinci
konuşmacıya söz vereceğim, onun bitimini takiben ara vereceğim.
Saat 13.00'e kadar çalışma süremiz vardı; Sayın
Ekren'in konuşması bitinceye kadar çalışma süremizin uzatılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
AK Parti Grubu adına ikinci konuşmacı, İstanbul
Milletvekili Sayın Nazım Ekren; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın Ekren, konuşma süreniz 30 dakika.
AK PARTİ GRUBU ADINA NAZIM EKREN (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sizi, Yüce
Meclisi ve halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, Irak'ta şehit olan güvenlik
görevlilerimize rahmet, yakınlarına ve Türk Halkına da başsağlığı diliyorum.
Yine, önemli bir gündem maddesi olduğu için, bütçe
tartışmalarına geçmeden önce, Avrupa Birliği sürecinde ulaşılan olumlu
sonuçlara ciddî katkılar sağlayan, başta Başbakanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan'a ve Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül'e, Yüce Meclisimize,
Muhalefet Partimizin Lideri ve üyelerine, halkımıza ve bu sürece daha önce
katkıda bulunan bütün siyasîlere teşekkür ediyor; hayırlara vesile olmasını da
temenni ediyorum.
Ulusal, bölgesel ve global gelişmelerin yaşandığı bir
ortamda, Türkiye ekonomisinin geçmiş dönem performansının, mevcut durumunun ve
muhtemel geleceğinin tartışılacağı bütçe görüşmeleri, birçok açıdan özel önem
taşımakta. Bu çerçevede sizlere aktarmaya çalışacağım veri ve bilgiler yanında,
stratejik olarak yeniden yapılanma için neler yapılması gerekir, bütçemizin
temel kurgu ve politikaları neleri ifade ediyor ve dolayısıyla bu süreçte ortak
yaklaşımlar nasıl formüle edilmeli ve hangi konulara ağırlık verilmeli; bu
konulardaki görüşlerimizi sizlerlerle paylaşmak için söz almış bulunuyorum.
Takdir edersiniz ki, bütçeler, formalite değil, kamu
kesiminin ya da sektörünün ekonomiye yaklaşım biçimini, malî politikaların
alacağı şekil ve yönü ortaya koyan, tanımlayan dokümanlar olduğu için son
derece önemlidir. Bu nedenle, bütçeleri gerçekçi bir ortamda tartışmak, onu
doğru algılamak ve okumak, kurumsal ve sosyal sorumluluk gereği oldukça önemli
bir fonksiyon görecektir.
1990 sonrası gelişmelere baktığımız zaman -çok fazla
geriye gitmek istemiyorum ama- 1998'de girilen yeniden yapılanma süreci ile
IMF'yle bağlantının kurulduğu ilk tarihler olduğu için, 1990'lı yılları çok
hızlı hatırlamakta fayda var. 1990'lı yıllarda, en önemli sorunlar şu şekilde
özetlenebilir:
Birincisi; iki alanda oldukça yüksek açık problemimiz
vardı -biz, buna, makroekonomik dengesizlikler diyoruz- birisi, içdengeydi,
bütçeyle ilgili; diğeri, dışdengeydi, dışticaret dengesi ya da cari açık olarak
bilinen kavramlardı.
İkincisi; oldukça yüksek reel faizler söz konusuydu.
Bir diğeri ise, yabancı tasarruflara ya da yabancı
sermayeye çok fazla bağımlı ve onun desteğinde ancak büyüyebilen bir ekonomik
yapı söz konusuydu.
Bir diğer faktör ise -bugünlerde de tartışma konusu
olabilen- reel kur ve faiz ilişkisiydi. Eğer bu iyi kurgulanamazsa,
oturtulamazsa, uygulanan kur rejiminin de fazla bir anlamı kalmıyordu.
Bir diğer faktör, yüksek kamu borç stokuydu.
Önemli unsurlardan bir tanesi de, yüksek malî açıklar
söz konusu olduğunda, enflasyonu düşürme çabaları, beklenen sonuçlar yanında,
beklenmeyen birtakım yan sendromlara da neden olabilmekteydi. Öte yandan,
global piyasalara bağımlılık- bu, petrol olabilir, temel girdi olarak ya da,
yine temel girdilerden biri olarak finansal hizmetler ya da fon fiyatları-
konusunda da benzer bir duyarlılık söz konusuydu.
Böyle bir yapı içinde, geçmiş dönemin ekonomi
yönetimleri, aldıkları kararlarda şu iki hususu nispeten gözardı etmiş
gözükmektedir: Bir tanesi, böyle bir ortamda Türkiye ekonomisinin iki önemli
sorunu vardı; bunlardan bir kısmı konjonktürel, bir kısmı da yapısal
sorunlardı. Dolayısıyla, Türkiye ekonomisinin bünyesi, hem yapısal hem de
konjonktürel sorunlarla ıstırap duyan, rahatsızlık duyan bir bünyeyi
yansıtmaktaydı. İkinci sorunsa, her iki sorunu çözmeye yönelik ilaçların ya da
tedavi yöntemlerinin ortaya çıkaracağı sonuç zaman zaman birbiriyle
çelişebilmekteydi. Dolayısıyla, bir sorunu çözerken, iyi kurgulanmayan, düzgün
şekilde formüle edilmeyen politika ya da stratejiler, onu çözerken gözardı
edilen ya da görülmeyen ya da ihmal edilen bir başka sorunun da ilk tohumlarını
atmaya başlıyordu.
Bu genel değerlendirmede şunu söylemek mümkün: İyi bir
teşhis ve tahlil süreci yapılmadan, oldukça yoğun reform ya da politika
demetleri uygulanmaya başlandığında, bunların yan etkileri oldukça fazla
olmakta ve zaman içinde beklenmeyen sonuçlarla karşılaşılmaktaydı. Konjonktürel
sorunlar, takdir edersiniz ki, iyi çözümler üretilmediğinde, zaman içinde
yapısal sorunlara dönüşebilmektedir ve yapısal sorunların çözümü de oldukça
fazla zaman gerektirmekte ve maliyeti de nispeten daha yüksek olmaktadır. Kaldı
ki, iç ve dış çevre koşullarındaki gelişmeler, konjonktürel ve yapısal
sorunlara beklediğimizden farklı bir içerik kazandırmakta, görmediğimiz bazı
değişkenlerin zamanla kalıcı hale gelmesine neden olmaktadır.
2002-2004 dönemini incelemek istediğimizde, ortaya
çıkan tablo, objektif olarak bakıldığında şu şekilde özetlenebilir: AK Parti
Hükümeti Kasım 2002'de iktidara geldikten sonra, piyasalarda oluşturduğu
kredibilite ve beklenti yönetimi sayesinde, makroekonomik dengeler için gerekli
olan uygun ortamı hazırlamıştır. IMF ile ve Avrupa Birliğiyle ilişkilerde daha
önceki dönemlerden farklı bir kalite süreci başlamıştır. 2001 yılından
itibaren, yani, şubattaki krizden sonra, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu
artı ya da eksi faktörler iyi şekilde değerlendirilerek, ekonominin nispeten
daha fazla canlanması için gerekli temel altyapı ve reform hızlandırılmıştır.
Global ekonomik ortamın sunduğu fırsatlar iyi değerlendirilmiştir. Bu
çerçevede, özellikle, uluslararası piyasalardaki fon miktarının ve faiz
oranlarının dikkatli takip edilmesi ve buna uygun bir borçlanma yönteminin
geliştirilmesinin sonuçlarını hep birlikte görüyoruz.
Bir diğer faktör de, Türkiye ekonomisinin ve
Türkiye'nin bölgesel gelişmeler nedeniyle önemi giderek artmış bulunmaktadır.
Bu faktörler, biraz sonra sizlere takdim etmeye çalışacağım tablolardan da
gözükeceği gibi, mukayeseli üstünlük sağlayan bir performansın da temel
hazırlayıcıları olmuştur.
Elbette, kredibilite önemli bir faktördür. Kredibilite,
karizmatik liderlik ile diyalog odaklı güçlü bir liderlik yanında, kariyer arka
planı sağlam olan bir ekip uyumunun ortaya çıkardığı kaliteli veya farklılaşmış
bir kalite sürecidir. Bu nedenle, böyle bir kredibilite ya da kalite,
mukayeseli üstünlüğü belirleyen temel faktör olma yanında, toplumun, halkın, ekonomik
birimlerin, piyasaların ya da uluslararası toplumun özellikle istediği,
arzuladığı bir yetkinlik olarak da önplana çıkmaktadır.
Müsaadenizle, Kasım 2002 ile Kasım 2004 arasında,
ilginç olan, dikkate değen bazı göstergeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Birinci nokta; 2002, 2003, 2004 yılları arasında yıllık bazda büyüme oranlarına
bakıldığında, sırasıyla 7,9; 5,9 ve bu yılki tahminimiz de ortalama yüzde 9
veya 10 civarında olacaktır.
İşsizlik oranları belki de en çok tartışılan konudur.
Kasım 2002'nin ya da 2002 yılının üçüncü çeyreğindeki oran 9,9'dur; bu seneki
üçüncü çeyreğin oranı ise 9,5'tir. Dolayısıyla, işsizlik oranlarında, iktidara
geldiğimiz dönemin üçüncü çeyreğindeki rakam ile iktidarda bulunduğumuz bu
dönemin rakamı karşılaştırıldığında gözardı edilemeyecek; fakat, çok büyük
olduğunu ifade edemeyeceğimiz bir düşme de söz konusudur.
Enflasyon oranlarına baktığımız zaman, yine, Kasım
2002'de TÜFE bazında 31,8 olan enflasyon oranı Kasım 2004'te 9,79'a düşmüş
bulunmaktadır. Aynı şekilde, TÜFE'de ise 31,8'den 9,79'a bir gerileme
bulunmaktadır.
Kamu kesimi bütçe dengesine baktığımızda -yani, bütçe
dengesi açısından aylık bazlarıyla mukayese kolay olsun diye söylüyorum- Kasım
2002'de- 2,423 katrilyon olan bütçe dengesi Kasım 2004'te 418 trilyon bir
fazlayla kapanmış bulunmaktadır. Benzer şekilde, kamu kâğıtlarının devlet iç
borçlanma senetlerinin faiz oranları ise Kasım 2002'de 52,7 iken Kasım 2004'te
22,9'a inmiş bulunmaktadır.
Kamu borçlarında ise farklı bir rakamı da söylemek
istiyorum. İktidara geldiğimiz Kasım 2002'de 145 katrilyon olan kamu içborcu
Aralık 2002 sonunda 149 katrilyona çıkmış, Aralık 2003'te 194 katrilyona
ulaşmış ve en son verilerde ise 225 katrilyonu bulmuş gözükmektedir. Bu
rakamların artış oranları dikkate alındığında, 2002'den 2003'e artış oranı
yüzde 30, 2003'e göre 2004'teki artış oranı da yüzde 16'dır. Bundan da şunu
ifade etmek istiyorum: Kamu borç stokunda da artış oranları ciddî şekilde
azaltılmıştır. Eğer, bunu reel bazda düşünürseniz, içborçların, vade ve para
birimi cinsinden kompozisyonunu dikkate alırsanız, bu oranın daha da düşük
çıkma ihtimali bulunmaktadır.
Bir diğer faktör, dışticaret ve cari açıktaki
gelişmelerdir. Elbette, bunda objektif olmak lazım. Kasım 2002 ile Kasım 2004
arasındaki verilere bakıldığında cari dengenin ve dışticaret dengesinin
nispeten daha fazla açık verdiği ifade edilebilir. Bunun da, daha sonra,
nedenlerini ve yönetilebilir olmasının gerekçelerini de sizlere izah edeceğim.
Dolar açısından gelişmelere bakıldığında, Kasım 2002'de
1 543 000 olan dolar, yine, en son Kasım 2004'te 1 419 000'e inmiş
bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası rezervi 26 milyar dolardan 35
milyar dolara, İMKB endeksi ise 13 300 puanlardan 22 480 puanlara çıkmış
bulunmaktadır. Bir diğer önemli gösterge ise, Merkez Bankasının gecelik ve
haftalık borçlanmalara uyguladığı faiz oranıdır. Kasım 2002'de yüzde 44 olan bu
oran, en son yüzde 27, fakat, bu sabah, tekrar 2 puanlık düşüşle yüzde 18'e
gerilemiş bulunmaktadır. Bu genel tablo, makro ekonomik performans açısından AK
Parti Hükümetlerinin iktidarda bulunduğu dönemde yadsınamayacak bir iyileşmenin
söz konusu olduğunu ortaya koymaktadır.
Acil Eylem Planındaki gelişmeleri de sizlerle paylaşmak
istiyorum. Aralık 2004 sonuçlarına bakıldığında, bir aylık 14 faaliyetin
tamamı, yani, gerçekleşme oranı yüzde 100; üç aylık 25 faaliyetin tamamı, yine
gerçekleşme oranı yüzde 100; altı aylık 39 faaliyetin 33'ü, yani, gerçekleşme
oranı yüzde 85; 12 aylık ve üzeri süreklilik arz eden 82 faaliyetin de 32'si,
yani, yüzde 40'ı gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Genel olarak bir bütün şeklinde bakıldığında, 205
faaliyetin 148'i, yani, yüzde 72'si gerçekleşmiş durumdadır. Gerçekleşmeyenler
ise hem süreklilik arz etmekte hem de diğer kanunlara bağlı olduğu için
beklemektedir. Elbette, kamu yönetimi temel ilkeleriyle, yerel yönetimlerle
ilgili kanunlar çıktığında, bu oranların gerçekleşme düzeyleri çok daha yükseğe
çıkacaktır.
Türkiye ekonomisinde bu başarılı performans söz
konusuyken, müsaadenizle, dünya ekonomisindeki gelişmeleri de sizlerle
paylaşmak istiyorum. 2002-2004 verileri dikkate alındığında, OECD ülkelerinde
büyüme oranları yüzde 1,5 ile 3,5 arasında değişmiştir. OECD dışı ülkelerde ise
büyüme oranları yüzde 4,7 ile yüzde 6,5 arasında farklılaşma göstermiştir.
Sizlere az önce ifade ettiğim Türkiye'deki büyüme oranlarıyla mukayese
edildiğinde, Türkiye'nin büyüme açısından, hem OECD'nin hem de OECD dışındaki
ülkelerin oldukça üstünde bir performans gösterdiği ortaya çıkacaktır.
Dünya ticaretindeki büyüme oranlarına gelince; yani,
ithalat ve ihracattaki gelişim oranlarına baktığımızda, gelişmiş ülkelerde bu
oran yüzde 1,4 ile 6,8 arasında değişirken, gelişen ülkelerde bu oran yüzde 7,5
ile yüzde 12,1 arasında değişmiş bulunmaktadır. Benzer şekilde, Türkiye'deki
ihracatın ve ithalatın büyüme oranlarına baktığımızda, yine, dünya
ortalamasının üstünde bir başarı gösterdiğimizi çok net şekilde söyleyebiliriz.
Benzer bir tablonun, ne yazık ki, enflasyon ve faiz
oranlarında söz konusu olmadığını da vurgulamak gerekir. OECD'de ortalama
enflasyon oranı yüzde 1,4 ile yüzde 2,0 arasında değişirken, dünya ortalaması
yüzde 2,5 ile yüzde 2,7 arasındadır. Elbette, biz, uyguladığımız programla,
2007 sonunda bu oranlara yaklaşmayı da hedefliyoruz.
İkinci bir hassas konumuz faiz oranlarındaki
gelişmelerdir. Libor, üç aylık dolar cinsi faiz oranları 1,8 ile 1,5 arasında
değişmektedir. Buradan şunu söylemek istiyorum: Reel sektör ağırlıklı olarak
büyüme ve dışticaret konusunda Türkiye dünya ortalamasının oldukça üstünde
başarı gösterirken, finans sektörüyle ilgili TÜFE'lerde ve faiz oranlarında bu
başarı için bir müddet daha beklemesi gerekmektedir.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkün: Temel makroekonomik
göstergelerden enflasyon oranı, faiz oranı, döviz kuru, büyüme oranı ve
işsizlik oranlarına bakıldığında, bunları ortak bir endeks olarak dikkate
aldığımızda, büyüme oranları hariç, bütün göstergelerin artış oranlarının
azalması gerekir. AK Parti İktidarı, 2002 Kasımı ile 2004 Kasımı arasında
büyüme oranları da dahil olmak üzere -fakat, küçük oranda olmak üzere- bu
oranların tümünü azalttığı için, büyümeyi artırdığı için, performans bakımından
oldukça iyi bir sonuçta bulunduğunu söylemek mümkün.
Temel makro ekonomik dengesizlikler açısından ise,
"içdenge" olarak adlandırdığımız bütçe dengesi konusunda, Sayın
Bakanımızın da az önce ifade ettiği şekilde, son yılların en istikrarlı, en
küçülen ve de en iyi sonuç veren bütçelerinden bir tanesidir; fakat, dışdenge
konusunda büyümeden kaynaklanan ivmeden dolayı cari ve dışticaret açığı
yönetilebilir sınırlarda da olsa bir miktar artmıştır. Genel denge olarak ifade
edilen tasarruf ve yatırım dengesinin ise, 1990'lı yıllardan itibaren negatif
olan kısmı giderek azalmış, günümüzde kamunun yatırım ve tasarrufunun azalması
karşılığında özel sektörün tasarruf ve yatırımları arttığı için bu oran
nispeten kapanmaya başlamıştır.
Bu genel değerlendirmelerden sonra, müsaadenizle AK
Parti İktidarı döneminde sık sık gündeme getirilen, kısmen yanlış
anlaşılmalardan dolayı tartışma konusu olan birkaç konuda görüşlerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Birinci nokta şu: AK Parti iktidara geldiğinde
uygulamakta olduğu ekonomik programın, aslında bir önceki dönemin programı
olduğu ve bu programdaki temel parametrelerin geçerli olduğu ve başarının da
önemli kısmının buradan geldiği şeklindeki düşüncedir. Elbette bunun doğruluk
payı vardır. 2001 yılında krizden sonra uygulamaya konulan güçlü ekonomiye
geçiş programı, 11 Eylül olaylarından sonra revize edilmiş, yönetişim, etkinlik
ve yapısal reformlar adı altında yeni bir programa kavuşmuştur. Dolayısıyla, AK
Parti iktidara gelmeden, Mayıs 2001 ile Kasım 2002 arasında programın iki tane
farklı versiyonu ve revizyonu vardır. Şu mümkün: Mayıs 2001 ile Kasım 2002
arasında geçen dönemde uygulanmakta olan programın teknik parametreleri, ana
kurgusu değişmemekle birlikte, takdir edersiniz ki, o dönemin iç ve dış
konjonktürü bizim içinde bulunduğumuz dönemin iç ve dış konjonktüründen çok
daha iyiydi; ama, az önce sizlere takdim ettiğim makro- ekonomik performansa
baktığınızda, performansın da, bizim içinde bulunduğumuz dönemde nispeten iyi
olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla, Türkiye'yi, Kasım 2002'den Kasım 2004'e
kadar geçen süre içinde, Irak krizi, banka problemleri ve nisanda yaşanan
uluslararası piyasalardaki dalgalanmalara rağmen, performansta herhangi bir
azalma veya düşme olmadan, benzer bir şekilde daha hızlı bir sonuca
ulaştırılmasının, takdir edersiniz ki, güven ve itibar yanında, programa sosyal
boyut katarak halkın da desteğini aldığımızın bir ifadesi olarak yorumlanması
gerekir.
Sizlerle paylaşmayı düşündüğüm ikinci bir nokta, AK
Parti İktidarındaki dönem içinde bazı tahmin hatalarının sadece içeride değil,
yurt dışında da yapılıyor olmasıdır. Uluslararası ekonomi kuruluşlarından bir
tanesinin, Temmuz 2003'ten başlayıp Aralık 2003'e kadar giden tahmin sürecinde,
Türkiye'de 2004 yılında olacaklara ilişkin temel makroekonomik verileri, ne
yazık ki, gerçekleşmemiştir. Önce oldukça karamsar tablo çizen bu kuruluş, daha
sonra, Aralık 2003'teki çok muhafazakâr tahminlerinde bile, şu anda ulaştığımız
verilerin oldukça gerisinde kalan bir tahmin sergilemiş bulunmaktadır. Burada
da, AK Parti İktidarının iç ve dış çevre koşullarını çok iyi algıladığını,
gerekli politika ve stratejileri zamanında devreye koyduğunu söylemek
mümkündür.
Tartışılan ve yanlış anlaşılan konulardan bir tanesi de
şudur: Döviz kuru, enflasyon, ihracat, ithalat ve dışdenge arasında bir
tutarlılık olmadığı iddiasıdır. Müsaadenizle, bu konuda da, yine objektif
olarak, olaya yaklaşılma biçim ve yönünü sizlerle tartışmak istiyorum.
Döviz kuru konusundaki kafa karışıklığının temizlenmesi
için, programın ana kurgusunun ve hedefinin iyi anlaşılması gerekir. Program,
düzelen temel göstergeler, azalan risk algılaması ve enflasyondaki düşüşe bağlı
olarak Türk Lirasının değer kazanması prensibine dayanmaktaydı; dolayısıyla,
değer kazanan bir TL'nin, aslında, işlerin yolunda gittiğinin de bir göstergesi
olması gerekiyordu. Değerlenen TL, ticarete konu olan mallarda üretim yapan
kurum ve kişileri daha verimli olmaya zorlamış, onların yeniden yapılanması
için uygun piyasa koşulları da oluşturmuştur. Teorik olarak, ihracat, reel
döviz kuru yanında yabancı ülkelerin talebine, ithalat ise, yine reel kur
yanında, bizim talebimize bağlı olarak gelişme göstermektedir. Teknik bir
ifadeyle, ihracatın ve ithalatın fiyat elastikiyeti düşük, gelir
elastikiyetleri yüksektir; dolayısıyla, ihracat ve ithalat dengesi
tartışılırken ya da konuşulurken, sadece kurun değil, kur yanında, büyüme
faktörünün de özel bir şekilde dikkate alınması gerekir. Cari dengenin
yönetilip yönetilemeyeceği konusunda Sayın Bakanımız da bir miktar bilgi verdi.
Ben, yine, üzerinde durulması gereken birkaç tane anafaktörü sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Cari dengenin veya açığın nereden kaynaklandığı, bunun
nasıl finanse edildiği, yürürlükte olan kur sistemi, risklerin iyi algılanıp
algılanmadığı ve nasıl yönetildiği, politika değişikliğinin zamanında yapılıp
yapılmadığı, dışticaretimizin mal bileşimi ve faktör piyasalarımızın yapısı, bu
cari dengenin ne kadar sürdürülebileceği konusunda önemli ipuçları verecektir.
Kaldı ki, ekonomik büyüme oranı ile uluslararası faiz oranlarını
karşılaştırdığımız zaman, eğer bizim dışticarete konu olan sektörlerimizin mal
bileşiminde ciddî bir sorun yoksa, borçlanmanın millî gelire oranını
bozmaksızın cari açığı sürdürme şansımız hâlâ olacak demektir.
Az önce ifade ettiğim, ekonomik büyüme ile uluslararası
piyasalardaki faiz oranlarına bakıldığında, Türkiye'nin teknik ve ekonomik
olarak cari açığı sürdürme kapasitesi ve yeteneğinin de olduğu açıktır; fakat,
bu, hiçbir zaman, bu açığın finanse ediliyor olsa bile sürdürüleceği anlamına
gelmemekte. Bildiğiniz gibi, AK Parti Hükümetleri, bu açığın zaman içerisinde
mümkün olan en az seviyeye indirilmesi için de tedbirleri almış bulunmaktadır.
Bir başka faktör, tartışma konusu olan temel
nedenlerden bir tanesi de, büyüme oranlarında içtüketimin, yani, içtalebin çok
fazla katkısının olmadığı, önemli faktörlerden bir tanesinin de stoklar
olduğuydu. Yine müsaadenizle, rakamlarla ilgili olarak şu sonuca ulaşmak mümkün
gözükmekte: Eğer bu sene büyüme oranlarını yüzde 10 civarında bekliyor isek, bu
orana stok artışının katkısı sadece 1,4'tür. Özel tüketim ve özel yatırımın ise
yüzde 10'luk büyüme oranına katkısı, sırasıyla 5,9 ve 4,8'dir. Kaldı ki, toplam
tüketimin büyüme oranı içerisindeki payı da yüzde 6,1'dir. Dolayısıyla,
içtalebi dikkate almayan, bu nedenle sürdürülemez olarak gözüken büyüme
oranları ve stok artışından kaynaklandığı iddia edilen bu performans, rakamlara
bakıldığında, en azından bu yıl için, tartışmaya açık bir konu olarak
kalacaktır.
Bir diğer faktör, borçlanmanın sürdürülüp
sürdürülemeyeceğidir. Burada da yine üzerinde durulan üç tane temel kriter var;
büyüme oranı, faizdışı fazla oranı ve kamu kesiminin özellikle içborçlarda
katlandığı maliyet, yani faiz oranıdır.
Yine, 2004 verilerini dikkate alırsak, ortalama yüzde
10 olan büyüme oranı ile yüzde 6,5 olan faiz oranı toplandığında yüzde 16,5'lik
bir artı değerimiz var. Eğer, kamunun kamuya ya da kamunun özele ödediği faiz
oranlarının ortalamasını dikkate alırsak, bu da, zannediyorum ekim ayı sonu
itibariyle yüzde 11,5; dolayısıyla, yüzde 16,5 bir artı değer ve yüzde 11,5'lik
bir maliyet... Bu veriler devam ettiği sürece, yine, borçların
sürdürülebilirliği konusunda da ciddî bir handikabımızın olmadığını
söyleyebiliriz.
İşsizlik konusu, elbette temel problemdir. Anamuhalefet
Partimizin ve kamuoyunun da sürekli gündeme getirdiği işsizlik, rakamlarla
ifade etmiş olmama rağmen, en azından artmıyorsa ya da arzu ettiğimiz belli bir
azalma trendine girmiyorsa, bu konuda da ciddî işler yapmamız gerektiğinin
farkındayız. Kaldı ki, 2005-2007 programları ve bütçemiz, özellikle bu dönemde,
işsizliği azaltıcı hem teşvik ve ekonomik ortamı sağlama hem de vergi
düzenlemeleriyle bu işi yapmayı planlamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
müsaadelerinizle, ulusal ve uluslararası toplumun AK Partinin ekonomik
performansına nasıl baktığı konusunu sizlerle paylaşmak istiyorum. IMF,
birlikte program yaptığımız, uzun süreden beri ekonomiyle ilgili kararları
birlikte oluşturduğumuz kurum, elbette ki, sonuçlara olumlu bakacaktır, bunu
zaten sizlerle paylaşmak çok da makul gözükmüyor; ama, Avrupa Birliği ve Dünya
Bankasının bu konudaki tercihleri özel bir önem taşımaktadır. Avrupa Birliği,
daha önceki sonuç bildirgelerinde, makroekonomik dengesizliklere özel atıfta
bulunurken, bu seneki bildirisinde ya da Avrupa Komisyonunda tartışılan
raporlarda, makroekonomik dengesizliklerin azaldığını ve makroekonomik
performansın önemli ölçüde arttığını vurgulamıştır. Dünya Bankası da, malî
disiplin, kamu sektörü reformları ve sağlam ekonominin performansın devamı için
önemli bileşenler olarak gözüktüğünü ve bunun sürdürüldüğünü belirtmiştir. OECD
ise, düşük güvenilirlik, zayıf yönetişim ve yüksek kayıtdışılık gibi temel
faktörlerin bu dönemde azalmaya başladığının altını çizmektedir.
Rating kuruluşları, Standard and Poor's, Moody's, Fitch
ve CSR, 2002 yılında, daha önceki yıllardan farklı olarak, notlarını
yükseltmiş; hatta, 17 Aralık zirvesinden sonra bile Moody's bu raporunu teyit
etmiştir.
Uluslararası yatırım ve danışmanlık kuruluşları da, hem
AB'yle hem de IMF ve Dünya Bankasıyla yürütülen bu programların önemli çıpalar
olduğunun, dolayısıyla, bu dönemde, uluslararası toplumun olaya bakış tarzının
değişmediğinin altını çizmektedir.
İş dünyası ise, ekonomik yapıyı daha da güçlendirmek
için güven ve istikrar ortamının sürdürülmesi gerektiğini ifade etmektedir.
Sendikaların, program desteği ve yeni alınan önlemlerle
piyasalarda geçici bir istikrar sağlandığını, kısa vadeli gerçekleşmelerin bir
iyileşmeye işaret ettiği şeklindeki yorumlarını sizler de biliyorsunuz.
En son yapılan halk anketinde ise, AK Parti hükümeti
döneminde ekonominin zaman içinde düzeleceği kanaati 2003 yılında yüzde 39'ken,
bu sene yüzde 50'ye çıkmış bulunmaktadır.
Bunu, şunun için söylüyorum: Bu tür düzenlemeler veya
bu tür değerlendirmeler, en azından, AK Parti Hükümetinin ekonomi yönetiminin
makro çerçevede ciddî bir kurgu ve yönetim hatası yapmamaya özen gösterdiğini
ifade etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
müsaadelerinizle, Türkiye'nin global sistemdeki ağırlığını da sizlerle
paylaşmak isterim. Türkiye, yüzölçümü açısından bakıldığında, 2003 yılı sonu
itibariyle, 36 ncı ülkedir, nüfus açısından bakıldığında ise 15 inci sıradadır,
toplam işgücü ise 34 000 000'luk bir miktara ulaşmış bulunmaktadır; yine, 2003
verileri kullanıldığında, ortalama 200 milyar dolarlık millî gelir hacmiyle 24
üncü ülke durumundadır. 1970'lerde 589 000 000 dolar olan ihracat, 2003'te 47
milyar dolara kadar ulaşmıştır; askerî gücüyle dünyanın 6 ncı büyük ordusuna
sahiptir; coğrafî konumu, altyapısı ve altyapı kaynaklarıyla, yine bölgenin ve
uluslararası konumun özel bir ülkesi durumundadır; 1980-2003 arasında yabancı
sermaye toplamı ortalama 16 500 000 000 dolardır. Dolayısıyla, globalleşen bir
dünyada ülkeler, tamamlayıcılık veya rekabet güçlerine bağlı olarak, elbette
başka ülkelerle değişik formlarda işbirliğine girmek isterler. Türkiye, az önce
ifade ettiğim imkân ve kaynaklarıyla, gösterge verileriyle, hem fiilî hem de
potansiyel ortaklarına ciddî katmadeğer sağlayacak potansiyeller taşımaktadır.
Dolayısıyla, bu özelliklerinden dolayı Türkiye, bölgesel ve global istikrara,
her zaman olduğu şekilde, katkı vermeye devam edecektir.
Önümüzdeki dönemin özelliklerini sizlerle de paylaşmak
istiyorum. Gelişen piyasalardaki hassas konuları tartışmadan, değerlendirmeden,
ekonominin genel gidişatı ya da performansı konusundaki yorumlar da nispeten
eksik olacaktır. Özellikle, gelişen piyasalar, ortak bir sorunla karşı
karşıyadır. Tümünde, borçların sürdürülebileceği sorunu, bunları finanse eden
kurum veya kişilerin kanaatiyle oldukça yakınlık içindedir. Eğer, beklenti ve
inançlar hızla değişiyorsa, o ülkelerde sağlam makro ekonomik yapı olsa bile,
istikrarsızlık zaman zaman gündeme gelebilmektedir. Dolayısıyla, AK Parti
Hükümetleri, böyle bir riski gördüğü için, finansal ve ekonomik gelişmeleri
yakından takip etmiş, duyarlılık ve stres analizlerini oluşturmuş ve ülkenin
sürdürülebilir büyüme refleksini geliştirmek amacıyla, ulusal ekonomik güvenlik
kavramlı bir model de geliştirmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ekren, süreniz bitti; lütfen,
konuşmanızı tamamlayınız.
NAZIM EKREN (Devamla) - Takdir edersiniz ki, gelişen
piyasaların iki tane temel özelliği var -hızla geçmek istiyorum- bir tanesi,
konjonktür ve istikrarsızlık gibi ritmi ve şiddeti farklı olan dalgalanmalar
gelişen piyasalarda farklı şekilde algılanmakta; ayrıca, beklentiler ve
inançlardaki değişiklikler de hızla krize dönüşebilmekte. Hepsinden önemlisi,
göstergelere dayalı rasyonel davranışlar yanında, ekonomik ajanların,
oyuncuların ya da piyasaların ekonomi sosyolojisi ve finansal psikolojisi
farklılaştırıldığında, ekonomi yönetimleri, nispeten zor dönemlerde
kalmaktadır.
Katılım öncesi ekonomik programın hedefleri daha önce
tartışılmış ve açıklanmıştı.
1963 yılında başlayan Ortaklık Anlaşması 2004 yılında
Brüksel Zirvesiyle farklı bir ivme kazanınca, yeni yapıya uyum, 2005-2007 dönemini
kapsayan katılım öncesi ekonomik programda IMF'yle yapılan, yine, 2005-2007
dönemini kapsayan stand-by'la örtüşen bir yapı göstermiştir. Bildiğiniz gibi,
stand-by'da, 2004 yılındaki toplam borcumuzun ortalama 20 milyar dolar
olacağını ve 2007 yılı sonunda ise, bu borcun 9 300 000 000 dolara düşeceğini
biliyoruz. Yeni dönemde de, IMF'den, 10 milyar dolarlık bir yeni kaynak da
almış bulunacağız.
Yeni sürecin önemli bileşenlerini şu şekilde tartışmak
mümkün: Kopenhag Siyasî Kriterlerini gerçekleştirme hızımız, hem Kopenhag hem
de Maastricht Kriterlerindeki ekonomik konularda da benzer hızı ve kaliteyi
yakalayacağımızı göstermektedir. Dolayısıyla, önemli olan, dünya gerçeklerine
uygun, halkın arzu ve isteklerine cevap veren bir modelle bu yarışa başlamak ve
sürdürmektir. Türk ekonomisi önemli bir ivme kazanmış bulunmaktadır. Bu olumlu
gelişmelere rağmen, tümüyle iyimserliğe kapılmamaktayız ve kapılmıyoruz.
Cumhuriyetimizin 100 üncü yılında ülkemizi dünyanın on ülkesinden biri yapma
hedefi, hâlâ, gündemimizin ilk sıralarında yer almaktadır.
İkinci bir faktör, ekonomisi güçlü Türkiye, hem
Türkiye'nin hem de bölgenin güvenliği ve huzuru bakımından her zamankinden daha
fazla ihtiyaç duyulan bir konumdadır. Dolayısıyla, ülke güvenliğini ve aynı
zamanda ulusun refahını artırmayı, yani, hem ulusal güvenliği hem de ulusal
ekonomik güvenliği birlikte değerlendirmek zorundayız ve bunu da yapıyoruz.
Global ve bölgesel projelerden bahsetme fırsatım yok;
ama, müsaade ederseniz, bütçeyle ilgili birkaç şeyi söyleyip, konuşmamı
bitirmek istiyorum.
Bütçe rakamlarıyla ilgili olarak, elbette, kantitatif
sonuçlar verilebilir; fakat, Sayın Bakanımızın sizlere dağıttığı konuşma
metninde bunların detayı yer aldığı için, üzerinde durulması gereken birkaç
tane konuya değinerek konuşmamı bitirmek istiyorum.
Faizin net vergi gelirleri içindeki payı, 2003 yılında
76,2 iken, 2004'te 64,9'a düşmüş ve 2005 yılı tahmininde ise 52,9'a inecektir.
Yine, faizin net bütçe gelirleri içerisindeki payı da benzer bir trend
gösterecektir, 63,2'ye, 53,9'a ve son olarak da, önümüzdeki yıl da 44,7'ye
inmesi planlanmaktadır.
Bir diğer önemli faktör, bütçe büyüklüklerinin millî
gelire oranlarıdır. Yine, 2003 yılında harcamalar, yüzde 37,2 paya sahipken,
2004'te 33,6'ya, 2005 hedefinde ise 32,3'e düşecektir. Faiz hariç harcamalarda
ise nispeten bir istikrar söz konusudur, yüzde 20'ler civarında bir oran
gözükmektedir. Faiz harcamaları ise yüzde 16,4'ten 13,8'e düşmüş ve önümüzdeki
yılda da yüzde 11,7'ye inecektir. Benzer rakamların bütçe içindeki ağırlıklarına
baktığınız zaman, faiz hariç harcamalar, yüzde 55'ten 59'a ve önümüzdeki yıl da
63'e çıkacaktır. Bu, şunu ifade etmektedir: Küçülen bir bütçede; yani, kamunun
özel sektöre ağırlığının daraltıldığı bir bütçede faiz hariç harcamaların
artıyor olması, bütçenin çok net şekilde sosyal yönünün de geliştiğinin bir
göstergesidir. Faiz harcamalarının yine bütçe büyüklüğü içendeki payı da
sırasıyla 44,1; 41 ve 36,3'e düşecektir.
Bütçenin üç tane temel özelliğinden bahsetmek
istiyorum; bir tanesi kantitatif kurgusu. Bütçe büyüklükleri, belirlenen makro
hedefler ile AK Parti Hükümetlerinin Programlarında yer alan beklenti ve
önceliklere göre dizayn edilmiş, IMF'yle anlaşılan stand-by programı
çerçevesinde ve katılım öncesi ekonomik programda yer alan kriterlere bağlı
olarak, büyüme, enflasyon ve borçların sürdürülebilirliği konusunda temel ve
sağlam kriterler belirlenmiştir.
Yine, bütçenin ekonomipolitiği açısından bakıldığında
AK Parti hükümetlerinin üçüncü bütçesi ve yıllık son bütçesidir. Bildiğiniz
gibi, 2006'dan sonra üç yıllık bütçelere geçmiş bulunuyoruz. Aynı şekilde,
bütçe dışında yönetilen özel gelir ve giderler bütçeye alınan bir dönemi
kapsamaktadır ve Yeni Türk Lirasıyla yapılan ilk bütçedir. Son olarak da,
eğitim, sağlık, adalet ve kalkınma altyapı yatırımlarına önem verildiği ve özel
bir araştırma geliştirme ödeneğinin konulduğu bir bütçedir. Ekonomik
tutarlılığı da malî disiplinin tavizsiz bir şekilde uygulanmasından
kaynaklanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni dönemde
devletin ve dolayısıyla toplumun etkinliği ve gücü sahip olduğu ekonomik imkân
ve kaynaklara bağlı olacaktır. Önümüzdeki yıllarda bu açıdan olumlu sonuçlar
üretecek bir vizyona sahip bütçenin, bu amaca yönelik ilk adımları attığını
görüyoruz. Dolayısıyla, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarılarının, bireysel,
kurumsal ve toplumsal bazda ortak katmadeğer üretmeye ve paylaşmaya zemin
hazırlamasını temenni ediyorum.
Ayrıca, 2005 ve sonrası dönemde kısa, orta, uzun vadeli
stratejilerle, az önce ifade ettiğim yapısal ve konjonktürel olguların birlikte
ele alınması ve yönetimi özel önem taşıyacaktır. En önemli toplumsal aktifimiz,
kamusal ve özel sektörde olan bilgi birikimi, tecrübe ve kümülatif akıl
olacaktır ve her alanda kullanacağımız en büyük sermayemiz de bu olacaktır.
Sayın Başkan, size ve Türkiye Büyük Millet Meclisine,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına saygılarımı sunuyorum, teşekkür
ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Sayın Ekren, çok teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, 14.45'te toplanmak üzere,
birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 13.31
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati:
14.45
BAŞKAN :
Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER:
Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı:706) (Devam)
2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708)
(Devam)
3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S.
Sayısı:707) (Devam)
4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S.
Sayısı: 709) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel
Başkan ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'ındır.
Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından ayakta
alkışlar)
Sayın Baykal, süreniz 1 saattir.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, 2005 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının tümü üzerindeki görüşmeler konusunda, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun düşüncelerini, değerlendirmelerini yansıtmak üzere
huzurunuzdayım. Bu vesileyle, Sayın Başkan size ve tüm Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyesi milletvekili arkadaşlarıma, kendi adıma, Cumhuriyet Halk Partisi
adına en içten saygılarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, bütçeyle ilgili gündemimizdeki
değerlendirmelere geçmeden önce, bugün cenaze törenlerini gerçekleştirdiğimiz
beş güvenlik görevlimizin haince bir pusuya hedef seçilerek öldürülmüş olması
karşısında hepimizin hissiyatını bir kez de ben ifade etmek istiyorum.
Gerçekten, çok büyük üzüntü içindeyiz, bu saldırıyı şiddetle lanetliyoruz ve
beş güvenlik görevlimize yönelik olan bu saldırının, aslında, onların
şahıslarının ötesinde, Türkiye Cumhuriyetine yönelik bir saldırı olduğuna
hükümetin ve sizin dikkatinizi çekmek istiyorum.
Elbette, hepimiz derin bir üzüntü içindeyiz, acımız
bugün çok yüksek; ama, bu üzüntülerimizi ve acımızı ifade ederken, bu olayın
nasıl olup da gerçekleştiğini, niçin gerçekleştiğini de düşünmek ve
değerlendirmek zorundayız; çünkü, burada hedef seçilen insanlar, korumasız,
sahipsiz, resmî bir görevi olmadan, oraya ticarî amaçlarla gitmiş kişiler
konumunda değildir. Buraya gidenler, Türkiye Cumhuriyetinin resmî
görevlileridir, güvenlik görevlileridir ve meşru bir misyonla, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin, Türkiye Cumhuriyetinin Bağdat Büyükelçiliğinde görev
yapmakta olan temsilcilerine hizmet vermek üzere hükümetimiz tarafından
görevlendirilmiştir ve oraya görevle gitmektedirler. Böyle bir resmî nitelik
içerisinde oraya gitmekte olan insanlara bu saldırının yapılabilmiş olması ve
bu saldırı karşısında bizim sadece üzüntü beyanlarıyla yetinmek durumunda
kalmamız gerçekten çok acıdır.
Irak'taki tablonun nasıl değerlendirilmesi gerektiği,
Irak'ta nelerin yaşanmakta olduğu, Türkiye'nin Irak'la ilişkisinin ne noktada
olduğu, bu acı olayla, bir kez daha ortaya çıkmıştır. O nedenle, bu konudaki
üzüntülerimi ifade ederken, Türkiye'nin Irak'taki konumuyla ilgili olarak,
oraya giden resmî devlet görevlilerinin güvenlikleriyle ilgili olarak yapılan
değerlendirmelerin, alınan alınmayan önlemlerin, mutlaka, ciddiyetle gözden
geçirilmesi gerektiğine de işaret etmek istiyorum. Bu olay, bize çok acı bir
ders olmalıdır.
Oraya giden bu insanlar, eskortsuz, o bölgede fiilî
sorumluluğu üstlenmiş olan otoritenin etkin önlemleri olmadan, hangi
güvenceyle, nasıl yola çıkarılmıştır? Bunlara yönelik olarak yaşanan bu
olayları, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, doğrudan bize yönelik bir saldırı
olarak değerlendirmesi zorunluluğu da çok açıktır.
Büyük üzüntü duyuyorum. Irak'ta yaşanmakta olan
başıboşluğun, Türkiye'nin bu başıboşluk karşısındaki seyirci konumunun, etkisiz
konumunun bu olayla bir kez daha ortaya çıkmış olduğuna herkesin dikkatini
çekmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bugün, bütçe görüşmelerini
gerçekleştirmemiz bekleniyor; fakat, hepimiz çok yakından biliyoruz ki, bu
bütçe görüşmeleri, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak alınmış olan kararın
gölgesinde kalmıştır. Ayın 17'sinde Brüksel'de alınmış olan Konsey kararı, bu
bütçe görüşmelerini derinden etkilemiştir. Bunda da şaşılacak bir şey yoktur;
çünkü, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkisi, Türkiye'nin ekonomik durumunu,
dolayısıyla, bütçesini, bütçesinin geleceğini çok yakından etkileyecektir. O
nedenle, ilginin, dikkatin Avrupa Birliği konusuna yöneltilmiş olmasını çok
doğal karşılıyorum.
Değerli arkadaşlarım, hepimiz, üç gündür, Türkiye'de
yapay bir bayram havasının yaratılmak istendiğine tanık oluyoruz; Türkiye'de
herkesin bir büyük millî sevinci paylaşması gerektiği kanaati Türkiye'ye
dayatılmak isteniyor. Ortada gördüğümüz manzaralar, gerçekten, uzun süreden
beri hiç tanık olmadığımız tabloları ortaya koyuyor. Gündüz vakti, havai fişek
gösterileriyle, Kızılay Meydanında bir büyük sevinç müsameresi
gerçekleştirilmek isteniyor, herkesin bu bayrama katılması gerektiği gibi bir
anlayış oluşturulmak isteniyor. Değerli arkadaşlarım, bir bayram gerçekleştirmemizi
gerektiren bir tablo varsa, elbette, bunu yaşamak hepimizin hakkıdır. Sayın
Başbakan Kızılay Meydanında bayram kutluyor "bayramınız kutlu olsun"
diyor. Bu bayramın dayanağının ne olduğunu, ne yazık ki, şu ana kadar,
vatandaşlarımız, ülkeyi yönetenler, bakanlarımız, milletvekillerimiz
öğrenebilmiş değillerdir; yani, biz de bu bayrama katılmak istiyoruz da, bu
bayramın dayanağını birileri bize söyleseler de bir görsek. Üç gün geçti,
bugüne kadar bu bayramın nedeniyle ilgili olarak, temeliyle ilgili olarak
hiçbir ciddî, kabul edilebilir resmî açıklama yapılmadı; bize sadece bayram atmosferi
telkin ediliyor.
Anladık, sevinelim de, niye sevineceğiz şunu ortaya
koyun da bir görelim! Nedir bunun dayanağı, ne oldu, niçin sevinmemiz
gerekiyor; bunu, bize birisi söylese! Sayın Başbakanın, 17 Aralık günü, gece,
karar alındıktan sonra yaptığı basın toplantısından başlayarak şu ana kadar,
Türkiye'de hiçbir resmî yetkili, bize, vatandaşlarımıza, bu sevincin nedeni
konusunda en küçük bir açıklama yapmamıştır. Sayın Başbakanın orada yaptığı
açıklama da bir karartmadır; hiçbir ciddî açıklama yapılmamıştır, hatta,
gerçeğe ters açıklamalar yapılmıştır. Tabiî, bu gerçeğe ters açıklamaları Sayın
Başbakan bilerek mi yapıyor, yoksa, Sayın Başbakanın bizzat kendisi de orada ne
kararların alındığı konusunda gerçeklerden kopuk mudur; bunu da ayrıca düşünmek
lazımdır. Sayın Başbakan orada açıklama yapıyor; doğru değil, doğru değil.
FİKRET BADAZLI (Antalya) - Orada yoktu.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Efendim?!
FİKRET BADAZLI (Antalya) - Orada yoktu, haberi
olmamıştır.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Kimin haberi olmamıştır?!
FİKRET BADAZLI (Antalya) - Başbakanın...
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Başbakanın... Evet... Yani,
bilemiyorum Başbakan haberdar mıydı. Biz, Başbakanın bu konulardaki
açıklamalarına sık sık tanık oluyoruz, daha önce de olmuştu; ama, mesela,
Başbakan burada diyor ki: "Kalıcı kısıtlamalar kaldırılmıştır.
Kısıtlamalar, ilgili ülkelerin onayıyla konulacaktır." Böyle açıklama
yaptı Sayın Başbakan. Orada hangi kararların alındığını öğrenemedik, kararların
içeriğini öğrenemedik; sadece, akıllardaki bazı olumsuzlukların söz konusu
olmadığı konusunda Başbakanlık değerlendirmelerine tanık olduk.
Değerli arkadaşlarım, ortada, hâlâ, karar metinlerinin
resmî çevirisi yoktur. Manşetler ve haberler, Türkiye'yi bu konuda bir
istikamete yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu konuda gerçeğin ne olduğunu Bakanlar
Kurulunun tam bildiğini zannetmiyorum, milletvekillerimizin tam bildiğini
zannetmiyorum. Bilmek mümkün değildir; çünkü, ortada resmî bir metin yok.
Bugün, eksik olmasın, bir gazetemiz, Radikal Gazetesi bunu görev bilmiş, oraya
karar metinlerini koymuş. Bu karar metinleri daha ortalıkta yok.
Şimdi, iyi niyetle bakan vatandaş da, Avrupa Birliğine
herhalde giriyoruz; bu kadar gürültü koptuğuna göre, nihayet beklenen karar
alındı, Avrupa Birliğine giriyoruz; herhalde bazı sorunlar olabilir, bazı
kısıtlamalar olabilir, bazı engeller, güçlükler olabilir; ama, bu engeller,
güçlükler zaman içerisinde halledilir; bu iş kolay değil, elbette bazı sıkıntılar
olacak, göç yolda düzelir; o nedenle, fazla telaş etmeyelim, iyi niyetle,
sabırla, bu sevinci hep beraber paylaşalım ve bir süre sonra, on yıl sonraysa
on yıl sonra, onbeş yıl sonraysa onbeş yıl sonra, bu kadar bekledik, biraz daha
dişimizi sıkalım, biraz daha ekyük taşıyalım; ama, sonunda, herhalde, Avrupa
Birliğine üye olacağız, bu da önemli bir olaydır diye düşünüyor.
Değerli arkadaşlarım, ne yazık ki, gerçek bu değil.
Türkiye'nin anlamasına fırsat verilmeyen temel nokta işte burada ortaya çıkıyor.
17 Aralıkta, Brüksel'de Türkiye'ye verilen, biraz güçlüklerle, biraz
engebelerle de dolu olsa, tam üyeliğe bizi taşıyacak olan bir güzergâhın
haritası değildir. Bu anlaşılmamıştır. Bu anlaşılmadan başka konular üzerinde
tartışmalar yapılıyor. Onlar da çok önemlidir; Kıbrıs konusu tartışılıyor,
başka şeyler tartışılıyor; ama, işin özü, Türkiye'nin Avrupa Birliğine 17
Aralık kararıyla, tam üye olarak girmesi söz konusu mudur değil midir; bu nokta
henüz ortaya çıkmış değildir.
Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, 1999 yılında,
Helsinki Zirvesinde, Türkiye'ye aday ülke statüsü verilmişti, Türkiye aday ülke
konumuna gelmişti. Ondan sonraki aşama, müzakereye başlama aşamasıdır.
Genellikle, aday ülke ile müzakereye başlama arasında mesafe olmaz; ama,
Türkiye'ye, senin müzakereye başlaman için Kopenhag Siyasî Kriterlerini
karşılaman lazım, bu konuda eksiklerin var, bunları tamamla, gel; tamamladığın
zaman, diğer bütün ülkelerle eşit statü içerisinde, seni Avrupa Birliğiyle
üyelik müzakeresine alacağız ve sen de o müzakere sonucunda üye olacaksın
demişlerdi. Eşit statü içerisinde, diğer bütün ülkelere benzer şekilde; neye
bağlı olarak; Kopenhag Siyasî Kriterlerini Türkiye'nin gerçekleştirmesine bağlı
olarak.
1999 yılından sonra, Türkiye, bundan önceki
Parlamentosuyla, bu Parlamentoyla, bundan önceki hükümetleriyle, bugünkü
hükümetle, iktidarıyla, muhalefetiyle, koalisyon ortaklarıyla, halkıyla, sivil
toplum kuruluşlarıyla büyük bir çaba içerisine girmiştir ve elbirliğiyle,
Türkiye'nin Helsinki'de karara bağlanmış olan Kopenhag Siyasî Kriterlerini
karşılaması için, anayasa değişikliği gerektiği yerde anayasa değişikliği, yasa
değişikliği gerektiği yerde yasa değişikliği yapılmıştır, görev tamamlanmıştır.
Bu anlamda Türkiye'nin gerekli dönüşümü gerçekleştirdiği, 5 Ekim tarihindeki
komisyon raporunda da kayda geçmiştir; yani, denilmiştir ki "Türkiye,
üyelik müzakerelerine başlamak için gerekli şartları yerine getirmiştir."
Şimdi, 17 Aralıkta, bu üyelik müzakeresinin fiilen
hangi tarihte başlayacağı bize söylenecek.
Değerli arkadaşlarım, üyelik müzakeresinin, 2005
yılının 3 Ekiminde başlayabileceği ifade ediliyor. 2005 yılıdır, daha erkendir,
ekimdir, nisandır; bu tartışmaları bir yana bırakıyorum, bunları hiç önemli
saymıyorum. Önemli olan, Türkiye'nin, er veya geç, tam üyeliğe yönelik bir
müzakere süreci içerisine girmesidir; 17 Aralıktan bizim beklediğimiz budur; 17
Aralıkta bunu istiyorduk.
Bunu Türkiye kazandı; bunu 1999 yılında kazandı; 1999
yılından sonra yaptığı bütün reformlarla, anayasa değişiklikleriyle, yasa
değişiklikleriyle Türkiye kazandı. Şimdi tarih bekliyoruz; niçin; tam üyelik
için. 17 Aralıkta bunu alacaktık.
Peki, 17 Aralıkta bunu aldık mı?! 17 Aralıkta bize
verilen, Avrupa Birliğine şimdi üye olarak girmiş bulunan 25 ülkenin aldığı
türden bir üyelik müzakeresi kararı mıdır bize verilen?! Ya da bırakın
-vazgeçtim- o 25 ülkeyi, henüz daha girmemiş olan, 2006'nın 31 Aralık günü
girecek olan Romanya ve Bulgaristan'ın ya da 2005 yılı nisanında müzakere
başlatarak, çok gecikmeden, makul bir süre sonra üye olacak olan Hırvatistan'ın
gireceği, yaptığı ve yapmaya mecbur olduğu türden bir müzakere midir Türkiye'ye
teklif edilen?!
Değerli arkadaşlarım, maalesef, Avrupa Birliği
tarihinde ilk kez, bir ülkeyle ilgili olarak, üyelik müzakeresi konusu, bütün
üye ülkelere uygulanan anlayıştan, yöntemden ve hedeften farklı bir şekilde ele
alınarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme ilk kez yapılmaktadır. 17 Aralıkta -çok
maddeyi tartışıyoruz; işte, Kıbrıs'la ilgili 19 uncu maddeyi tartışıyoruz-
herkesin gözden kaçırdığı, Türkiye'nin üyelik müzakeresinin ve o müzakere
başarıyla tamamlanırsa elde edeceği üyelik statüsünün içeriğini ortaya koyan 23
üncü maddedir. İlk kez, Avrupa Birliği, maalesef, bugüne kadar gerçekleştirdiği
yöntemden farklı bir yönteme, bir anlayışa girmiştir; yeni bir Avrupa Birliği
üyeliği tarif etmeye yönelmiştir.
Avrupa Birliğinin bir ortak hukuku vardır, Avrupa
Birliği içerisinde bütün ülkelerin ortak bir
statüsü vardır; haklar bellidir, yetkiler bellidir; herkes aynı
konumdadır. Şimdi, ilk kez, bir ülkeye -Türkiye'ye- bu 23 üncü maddeyle
"seninle, biz, ayrı koşullar içerisinde temas yaparız ve senin elde
edeceğin üyelik, bundan önce verdiğimiz üyeliklerin tümünden farklı olur"
denilmektedir; 23 üncü madde bunu tanzim ediyor.
Değerli arkadaşlarım, 23 üncü madde, Türkiye'ye özgü
bir müzakereyi ve Türkiye'ye özgü bir üyeliği öngören maddedir. Bu madde,
bundan önce üye olanlara tatbik edilmemiştir, şimdi üye olması söz konusu
olanlara da tatbik edilmeyecektir. Mesela, Hırvatistan'a -üyelik müzakeresi
şubatta başlayacak- 23 üncü maddeye göre üyelik söz konusu edilmemiştir. Sadece
Türkiye böyle olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu, Avrupa Birliğinin geleceğiyle
ilgili yeni bir anlayışın ortaya çıktığını bize gösteriyor. Avrupa Birliği
içinde uzun süredir tartışılan bazı konular vardı; çokvitesli Avrupa, iç içe
çemberler Avrupası. Hep bunlar konuşulurdu. Şu ana kadar bu yürürlüğe
konulmamıştır. 25 ülke ilk çemberin içindedir. Şimdi müzakereleri henüz
sonuçlanmamış olan Hırvatistan da o ilk çemberin içindedir, 2006'da üyeliği
taahhüt edilmiş olan Bulgaristan ve Romanya da o çemberin içindedir; ama, şimdi
ilk kez Türkiye'ye, sen ikinci çemberin içinde Avrupa Birliğiyle ilişki
kurabilirsin denilmektedir. 17 Aralıkta alınan kararın anlamı budur değerli
arkadaşlar. 17 Aralıkta Türkiye'ye, özel, farklı bir üyelik teklif
edilmektedir. Bildiğimiz tam üyelik değil, yeni bir üyelik anlayışı. Avrupa'yla
ilişki var, Avrupa'yla temas var; ama, Avrupa'da bildiğiniz üyelik, o yok, o
görülmüyor daha ve bunun olmaması için gerekli düzenlemeler oraya
yerleştirilmiş ve bize kabul ettirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bakın nerelerden kaynaklanıyor;
bu teşhisimizin altında yatan olaylar ne, nereden buraya çıkıyoruz; ilk kez
Avrupa Birliği bir ülkeye diyor ki: Seninle müzakereye otururum; ama, ucu açık
olur. Müzakere, tarifi gereği, ucu açık bir iştir; ama, müzakereye başlarken
bir ülkeye "ucu açık ve sonucu garanti değildir" diye kayda
geçirirsen, bunun altında ne yatıyor diye soru sormak ihtiyacı ortaya çıkar.
Bize bu taa başından beri söylenilmiştir ve başından beri biz bu konuya itiraz
etmişizdir; ama, bu itirazları hiçbir zaman dikkate almamışlardır ve bu böyle
gelişmiştir ve şimdi bize verilen müzakere, sevindiğimiz, bayram yapmamız
istenilen müzakere, ucu açık bir müzakeredir; yani, sonuçlanmayabileceği bize
ifade edilmiş, bizim de, imzamızla "görüyoruz, kabul ediyoruz"
dediğimiz bir müzakeredir. Peki, bu şekilde bundan önceki üyelerden herhangi
birisine yapılmış mı?! Yapılmış da, ucu açık denilmiş de, başarıyla müzakereyi
tamamlayıp tam üye olmuş bir başka ülke var mı; hayır, yok; ilk kez buraya
oluyor. Ucu açık bir müzakere!..
Değerli arkadaşlarım, şimdi, 23 üncü madde diyor ki,
bugüne kadar müzakereler genel, herkesin aynı şekilde tabi olduğu şartlara göre
yürütüldü; şimdi, ilk kez, her ülke için ayrı bir müzakere çerçevesi
koyacağız...
Adını koymuş; müzakere çerçevesi diyor ve diyor ki, her
ülke için ayrı olacak bundan sonra.
Ee, "bundan sonra" dediğin, Hırvatistan da
ona bağlı mı; hayır. Romanya bağlı mı; hayır. Bulgaristan bağlı mı; hayır. Kim
bağlı; Türkiye. Türkiye'den başka var mı söz konusu olan; yok. Ukrayna gelirse;
bakarız... Başka ülkeler gelirse; bakarız... Ama, bundan sonra, bu ikinci
çember, ikinci halka!..
İlk noktaya değil diyor; herkes için ayrı müzakere
yöntemi... Size, Türkiye için bir müzakere yöntemi koyacağız diyor. Komisyon
bize teklif yapacak diyor konsey -Türkiye'yle müzakereyi nasıl yapacağımızı- ve
biz ona göre yapacağız...
Peki, komisyon teklifi neye göre yapacak? Bakın,
maddeden okuyorum; Türkiye'de telaffuz edilmeyen, gazetelerde göremediğiniz
maddeden, 23 üncü maddeden okuyorum; deniliyor ki: "Uzun geçiş dönemleri,
kısıtlamalar, hak kısıtlamaları, derogasyonlar, özel düzenlemeler veya kalıcı
koruyucu önlemler -sürekli, ebedî koruyucu önlemler- dikkate alınabilir."
Kim için; Türkiye için yapılacak olan müzakerede.
Bunlar, daha önce alındı mı; hayır. Bunların hiçbirisi olmaz; bu, Avrupa
Birliği kavramına ters. Böyle bir şey olmaz; burada var.
"Komisyon, bu hususları, her müzakere çerçevesi
için -Türkiye'yle ilgili müzakere çerçevesi için- insanların serbest dolaşımı,
yapısal politikalar, yapısal fon destekleri ve tarım gibi alanlar için yapacağı
önerilere uygun gördüğü şekilde ilave edebilir." Bu, daha önce ilave
edilebilir miydi, böyle bir şey kalıcı olarak edilebilir miydi; edilemezdi.
Edildi mi birisine; edilmedi; şimdi, Türkiye'ye edilebilecek!
Diyorlar ki,sizin için ayrı kardeşim; serbest dolaşım,
yapısal fonlardan destek alma ve tarım konularında sizi ayrı düşüneceğiz ve
biz, sizinle ayrı bir müzakere çerçevesi oluşturacağız." Ayrıca, diyorlar
ki "ilaveten, bunlara ek olarak, insanların serbest dolaşımının uygulamaya
konulmasına ilişkin karar verme süreci, ilgili üye ülkenin müdahalesine en
geniş anlamda açık olmalıdır." Yani, her ülke, ortak hukukun dışına
çıkarak, ortak sorumlulukların dışına çıkarak "ben, Türkiye'ye yönelik ek
şunu talep edebilirim" deme imkânına sahiptir diye kayda geçiriyorlar.
Türkiye'ye özel muamele yapma hakkını, sadece Avrupa Birliği olarak kolektif
bir şekilde kullanmanın ötesinde bireysel olarak kullanma hakkını da ülkelere
tanıyor. Her ülke, Türkiye için, "haa, Türkiye deyince, ben şunu kabul
edemem" deme hakkına sahip.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir müzakerenin
sonucunda ortaya çıkacak olan üyeliğin, Türkiye'nin kırkbir yıldır peşinde
koştuğu tam üyelik olduğuna inanmak mümkün müdür! Bunun, Kızılay Meydanında
bayram yapmaya sebep olacak bir tarafı -allahaşkına elinizi vicdanınıza koyun
da söyleyin- var mıdır?! (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, olay sadece bundan ibaret değil,
sadece ucu açıklığın bulunması, sadece özel müzakere yönteminin burada ifade
edilmiş olması değil söz konusu olan, bunun ötesinde bir tablo var. Orada
"Türkiye ile yapılacak olan müzakerelerde Kopenhag Kriterlerine göre
-sadece siyasî kriterler değil, ekonomik kriterler, sosyal kriterler,
kriterlerin tümüne göre- Türkiye, bu üyelik müzakerelerini sonuçlandırdığında,
mükellefiyetlerini tam olarak yerine getiremeyeceği ortaya çıkar ise, o zaman
Türkiye'ye, tam üyelik dışında, Avrupa Birliğiyle özel ilişki kurmasını
sağlayacak türde bir girişim yapılır; Türkiye, Avrupa Birliği yapılarıyla,
strüktürleriyle irtibatlı tutulur" diyor. Yani, bu ne demektir biliyor
musunuz; sizinle ucu açık müzakere yapacağız; bu müzakere başarıyla
sonuçlanacak diye bir garanti yok; müzakere yöntemi, olağanüstü güç, karmaşık
ve bu müzakere yönteminde size verilecek olan da -başarıyla sonuçlanırsa-
diğerlerinin aldığının aynısı olmayacaktır ve siz, bunun gereklerini,
sorumluluklarını yerine getiremez durumda olunca, biz size diyeceğiz ki, Avrupa
Birliğine sizin tam üye olmanız şart değildir, siz Avrupa Birliğiyle şu şu şu
çerçevede ilişkili olmaya devam edin ve biz de buna orada evet diyoruz. Yani,
belli şartlar altında, tam üyelik dışında bir ilişkiye girmeyi içimize
sindirmiş olduğumuzu, 17 Aralıkta imzamızla beyan ediyoruz; evet, bu olabilir
diyoruz, böyle bir ihtimali derpiş ediyoruz. Bunlar oraya boşuna mı yazıldı?!
Bundan önce müzakere götürülen ülkelerin bir tanesiyle bile böyle bir angajman
içine girmiş miydi Avrupa Birliği; hayır, sadece bizimle giriyor. Diğerleri
için var mı; hayır, sadece bizim için var. Bu 23 üncü madde, ikinci çember
Avrupa üyeliğini düzenleyen maddedir... İkinci çember Avrupa üyeliği... Birinci
çember artık tamamlandı, beşinci genişleme hamlesini yaptık, şimdi 3 ülkeyle
ilgili genişleme hamlemiz var; onları tamamlayacağız ve ondan sonra da kusura
bakmayın...
Değerli arkadaşlarım, şimdi bir an için düşünün; böyle
bir tabloyla karşı karşıya kalmamızın muhtemel olup olmadığı konusunda nasıl
bir değerlendirme yapıyorduk, nasıl bir değerlendirme içindeydik?
Hatırlarsınız, biz Türkiye'de kıyameti koparıyorduk. 5 Ekim komisyon raporu
çıkınca aynen bu gerekçelerle uyarılarımızı yaptık. Bu komisyon raporu,
Türkiye'nin tam üyeliğini engellemeye yönelik unsurlar içeriyor dedik; ama bunu
o zaman kimseye kabul ettirmek imkânı olmadı; bugünkü gibi yapay bir bayram
Türkiye yaşasın istendi, ona göre manşetler atıldı, ona göre televizyon
programları yapıldı, ona göre hükümet açıklamaları yapıldı, Sayın Başbakan
"olumlu ve dengeli bir rapor" dedi. Biz kıyameti koparırken neresi
olumlu, neresi dengeli; böyle bir şey olur mu?! Bunun sonu burası dediğimiz
halde, aldırmayın siz dediler ve 5 Ekim raporu gözardı edildi. Arkasından,
aylarca susuldu. Yaklaşmaya başlayınca, bu defa, karar taslakları ortaya çıktı.
Hükümet, karar taslaklarını görünce "ya, bu ne oluyor; bizim
istediğimizden farklı bir tablo" diye bir tepki içine girmeye başladı;
ama, iş işten geçmişti ve bildiğiniz gibi, bu konuda, hükümetin, Brüksel'e
gitmeden önce yaptığı açıklamaların tamamına yakını, gelişmelerle tekzip
edildi.
Şimdi, size, kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum.
Sayın Dışişleri Bakanı mektup yazdı "8 Nokta" diye gazetelerde
manşetlerde çıktı "Türkiye'nin 8 kırmızı çizgisi" diye. Bunlar ne
oldu bir hatırlayalım.
"Müzakerelerin hedefi mutlaka tam üyelik
olmalıdır”. Var mı böyle bir şey?! (AK Parti sıralarından "var, var"
sesleri)
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Kayseri) - Öyledir... Çok açık var.
AHMET YENİ (Samsun) - Hedefti...
DENİZ BAYKAL (Devamla) - İyi, peki... Peki... Yani,
inşallah. (AK Parti sıralarından alkışlar)
O zaman, bu, niye "ucu açık" deniliyor?!
Niye, olmazsa eksik bir ilişkiyi kabul etmeyi taahhüt ettiniz?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Kayseri) - O da doğru değil; yok öyle bir şey.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - "Kıbrıs Türkleri için
şart olmaz."
"Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, sorunun çözümü için
üzerimize düşeni yapmışızdır."
"Türkiye'yle müzakerelerde özel statü
uygulanmamalıdır."
"Sonuç bildirisinde, Türkiye için, AB hukukuna
ters düşecek ifadeler yer almamalıdır."
“Müzakere süreci sürdürülebilir olmalıdır”. Olağanüstü
engellerle dolu...
"Türkiye, kendisinden istenilen Kopenhag
Kriterlerini yerine getirmiştir."
"Müzakerelerin başlaması için hiçbir koşul öne
sürülmemelidir." Sürülmedi değil mi?! (CHP sıralarından alkışlar)
Arkadaşlar, ne kadar çalışırsanız çalışın, kargayı
bülbül diye yutturamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Mızrak çuvala girmez,
arkanızda medya desteği de olsa girmez. (CHP sıralarından alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Nazar etme ne olur...
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şimdi,
bakın, ben, bu gelen anlaşmalarda, bizimle ilgili, dikkat etmeniz gereken
noktaların da bir listesini size verivereyim.
Yeni aday ülkelerin AB'ye hazmedilebilmesi için
kapasite tespiti; yani, müzakereler başarıyla sonuçlanırsa, AB diyecek ki; dur
bakalım, seni hazmedebilecek miyiz, kapasitemiz müsait mi bir bakalım; son
rezervi elinde, her şey bittikten sonra.
Ankara Antlaşmasına ek protokol imzalanması; yani,
Kıbrıs, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tanınması.
Her faslın görüşülmesinde, röper nitelikli kuralların
konacak olması; müzakere yöntemini karmaşıklaştıran ve güçleştiren.
Serbest dolaşım, yapısal politikalar, tarım için kalıcı
koruyucu önlemlerin yürürlüğe konulması; kalıcı, koruyucu önlemlerin yürürlüğe
konulması.
Müzakerelerin ucunun açık olması.
Müzakerelerin nitelikli çoğunlukla askıya alınabilmesi
ve Avrupa Parlamentosunun pek çok tuzakla dolu olan kararına, Türkiye'nin kabul
etmesi olağanüstü güç o kararına atıf yapılarak, onun da bir dayanak haline
dönüştürülmüş olması.
Türkiye'nin üyeliklerinden kaynaklanan güçlüklerini
göğüslemesi için, malî yardım konusunun tamamen kapatılması; ki, bu, hiçbir
ülkeye yapılmamıştır; hiçbir ülkeye yapılmamıştır... Yani, Romanya 4 milyar
euro aldı; Türkiye, daha, ciddî hiçbir para almadı. Üstelik, kırk yıldır biz bu
işin içindeyiz; üstelik, biz, Gümrük Birliği Antlaşmasını vermiş tek ülkeyiz,
tek ülkeyiz. Malî bakımdan, Avrupa Birliği üyeliğine hazırlansın diye, bütün
üye ülkelere destek veriliyor, katkı veriliyor. Türkiye ise, Avrupa Birliğine
katkı yaparak dahi tam üyeliği güvence altına alamıyor. Gümrük birliğini
veriyorsunuz, yetmiyor; "2 800 000 000 dolarlık Airbus uçaklarını
alacağım" diyorsunuz, o da yetmiyor! (CHP sıralarından alkışlar)
Türkiye için 2014 yılındaki bütçeyle yürürlüğe
konulması söz konusu olan finansal haklar, o aşamadaki malî reformlar şartına
bağlanıyor ve ancak 2014 sonrası için Türkiye'ye bir malî perspektif
verilmesinin söz konusu olacağı ifade ediliyor. Asıl acı olanı, Türkiye'nin
aday ülke olarak yükümlülüklerini taşıyamaz bir noktada olduğu tespit edildiği
anda "Avrupa Birliği olarak, seninle özel ilişki kuracağız; sen, tam
üyelik konusunu kapat" deniliyor. Bütün bunlar bittikten sonra da, bazı
Avrupa ülkeleri -Fransa ve Avusturya şimdilik netleşti- "biz, kendi
ülkemizde referandum yaparız; ancak o referandumda halk izin verirse sizi üyeliğe
kabul ederiz" diyor.
Değerli arkadaşlarım, bu, hiçbir şekilde kabul
edilebilir bir manzara değildir; bunun bizi götüreceği yer, Avrupa Birliğine
tam üyelik değildir. Her türlü tuzak kurulmuştur ve bunun bizi götüreceği yer,
Avrupa Birliğiyle ikinci sınıf ilişkileri olan, ikinci halkada yer alan bir
ülke konumunda olmaktır.
Tabiî, daha önce yapılmış olan resmî açıklamaların,
Başbakanın giderken yaptığı açıklamaların... Başbakan, gitmeden önce, ayın 14'
ünde "ya tam üyelik ya da hiçbir şey" diyordu. "Türkiye'nin
AB'den beklediği adımlar şunlardır: Birincisi, şartsız tam üyelik
müzakerelerinin başlatılması ve Kopenhag Siyasî Kriterleri arasında yer almayan
hiçbir siyasî kriterin Türkiye'nin önüne sürülmemesi. Bunlar, işçilerin serbest
dolaşımına kalıcı engeller getirilmesi ya da Kıbrıs'ın tanınması gibi
şeylerdir; bunlar, yani, kalıcı kısıtlamalar, hiçbir şekilde kabul
edilemez." Sayın Başbakan, bunları söyleyerek gitti. Ayın 14'ünde Mecliste
yaptığımız görüşmede, Sayın Dışişleri Bakanı, Kıbrıs probleminin çözümünün ve
Kıbrıs'ın tanınmasının kalıcı bir çözümün parçası olarak görüldüğünü söyledi;
“önce çözüm, sonra tanıma" dedi; "kalıcı bir çözüm ortaya çıkmadan,
herhangi bir tanıma, kesinlikle, asla söz konusu olamaz" dedi.
AHMET YENİ (Samsun) - Doğru... Aynen öyle...
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Evet, inşallah...
Yani, bu konuda, eğer ciddî bir kararlılık içine
girerseniz, bu, Avrupa Birliğiyle üyeliğin çözüm olmadan
gerçekleştirilmeyeceğini de kabul ediyoruz anlamına gelmelidir; yani, 3 Ekime
kadar biz bir çözüm bulacağız diyorsanız; bunu, siz, kendi adınıza mı
söylüyorsunuz, yoksa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adına da mı söylüyorsunuz?!
(CHP sıralarından alkışlar) Yani, çözümü ekime kadar garanti etme olanağını
nereden aldığınızı, doğrusu, çok merak ettim. Buralarda bu işler çok kolay
konuşuluyor, söyleniyor. Ekime kadar, Türkiye, çözümü, ciddiyetle, iyi niyetle
arayabilir; ama, iyi niyetle arayacağınız çözüm, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin
sizinle işbirliği yapmasına bağlıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Güney Kıbrıs
Rum Yönetimi, Birleşmiş Milletlerin desteklediği, Avrupa Birliğinin
desteklediği, dünya kamuoyunun desteklediği Annan Planını, Avrupa Birliğine üye
olmadığı halde reddetmiştir; Avrupa Birliğine üye olmadan bunu reddettikten sonra,
Avrupa Birliğine üye olmayı başarmıştır; şimdi, Avrupa Birliğinin üyesidir ve
size, 3 Ekime kadar Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle anlaş, Kıbrıs'ta anlaş öyle
gel demişlerdir. Siz, diyorsanız ki, evet, biz anlaşacağız; o zaman, Güney
Kıbrıs Rum Yönetimini nasıl tatmin edeceğinizi gelin de şu Meclise bir
anlatıverin ve hep birlikte bir görüverelim!..
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu kabulle, Kıbrıs
konusunun çözümünü de ek sıkıntının içine sokmuştur ve Türkiye, bütün dünyaya,
ben, 3 Ekimde Avrupa Birliğiyle üyelik müzakeresini başlatmak istiyorum; bu
müzakereler başlamadan önce de Güney Kıbrıs'la anlaşmak zorunda olduğumu
biliyorum, bu anlaşmayı sağlayacağım diyerek, kendisini çok ciddî bir
kuşatmanın altına yerleştirmiştir. Bunun, Türkiye'nin Kıbrıs davasına da,
Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olma davasına da çok ciddî sıkıntılar,
sorunlar getirmesi kaçınılmazdır.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin
bugün geldiği nokta, Türkiye'nin durduğu yerden bir bayram ve sevinç havasına
girmesini kesinlikle haklı göstermeyen bir noktadır. Türkiye'nin, Avrupa
Birliğiyle tam üyelik dışında bir hedefe yönelik olarak müzakere için tarih
almış olması, hiçbir şekilde bizi özel olarak mutlu edecek bir durum değildir.
Türkiye elbette tarih alacaktır, 1999'da tarih alma garantisini almıştır ve
Türkiye'nin gereklerini yerine getirdiği ortadadır; ama bizim almamız gereken
tarih, yarım üyelik için değil, tam üyelik için tarihtir ve maalesef, bugün
verilen bu kararı tam üyelik için bir tarih olarak anlamak kadar gerçeklerden
kopuk olabilmek mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım, bundan sonra ne yapılması
gerektiğini herkesin çok ciddî düşünmesi lazımdır. Ciddî bir açmazın içine
girilmiştir. Türkiye, birbiri ardına yapılan çeşitli açıklamalar göstermiştir
ki, önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Daha dün Avrupa'dan gelen bazı
açıklamalar; İsveç Başbakanı Person'un yaptığı açıklama, İtalya Dışişleri
Bakanının yaptığı açıklama, Hollanda Dışişleri Bakanının yaptığı açıklama,
manzarayı açıkça ortaya koymaktadır.
İsveç Başbakanı "Türkler kalıcı kısıtlamaları
kendileri kabul ettiler ve çok hatta ettiler" diyor ve "biz olsaydık
kabul etmezdik. Türkler eğer direnmiş olsalardı, biz onlara destek verecektik;
ama, Türklerin kalıcı kısıtlamaları kabul ettiklerini görünce bizim de onlara destek
vermemiz artık imkânsız hale geldi" diyor. Bunu diyen, İsveç Başbakanıdır
Kalıcı kısıtlamaları öngören bir kararın tam üyelik
olarak anlaşılması mümkün müdür; yani, siz, hâlâ, milyonlarca Türk vatandaşının
Avrupa'ya gitmesi için vize kuyruklarında bekleyip, buradaki büyükelçiliklerden
vize almasını zorunlu kılan bir düzenlemeden, Avrupa Birliğine tam üye olarak
girmiş olmayı mı anlıyorsunuz?!
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, Avrupa Birliğine,
serbest dolaşım hakkını kullanamadan girecek, bu tam üyelik olacak; Türkiye
fonlardan yararlanamayacak, tam üyelik olacak; Türkiye tarım konusundaki
düzenlemelerin dışında tutulacak, bu tam üyelik olacak!.. Bu, kendi kendinizi
aldatmanın da ötesindedir!
Değerli arkadaşlarım, gerçekler bunlardır. Bu
gerçekler, hepimiz için kaygı vericidir, düşündürücüdür. Türkiye'nin bu tabloyu
açması için çok ciddî yaklaşımlara ihtiyaç vardır.
Başbakan, bu öneriler kendisine gelince, 17 Aralık günü
sabahleyin büyük tepki göstermiş "bunlar kabul edilemez, hazırlayın uçağı
dönüyorum" demiş ve birdenbire ortalık karışmış. Arkasından, neyse ki, bir
çözüm bulunmuş, iş tatlıya bağlanmış; çok güzel. Nasıl tatlıya bağlanmış, nasıl
çözüm bulunmuş? Sabah getirilen öneriler ile akşam kabul edilen öneriler
arasında ne fark var allahaşkına, ne fark var?! (CHP sıralarından alkışlar)
Yani "bu bir hezimet olur, kabul edemem" denilen öneriler ile şimdi
bazı çevrelerin "bir zaferdir" diye alkışlamaya kalktığı öneriler
arasında nasıl bir fark var?! Baştan sona aynıdır; kısıtlamalar var olmaya devam
ediyor, ucu açık olmaya devam ediyor, Kıbrıs şartı var olmaya devam ediyor.
Şimdi bize deniliyor ki; 3 Ekim için tarih aldık.
Değerli arkadaşlarım, 3 Ekim için tarih almadık, 3 Ekime kadar Kıbrıs'ı tanıma
taahhüdü yaptık. 3 Ekime kadar, eğer biz "çözüm olmadan Kıbrıs'ı
tanımayız" dersek ve 3 Ekime kadar çözüm olmazsa, Avrupa Birliğiyle üyelik
müzakeresi yapamayacağız demektir. Alınan tarih, şartlı tarihtir. Hangi şarta
bağlı tarihtir; Güney Kıbrıs'ı tanıma şartına. Güney Kıbrıs'ı tanımak, bizim,
Kıbrıs konusundaki iddialarımıza zarar verir diyorsanız, o zaman çözüm
bulacaksınız. Çözümü nasıl bulacaksınız; 3 Ekime kadar olan sürenin baskısı
altında çözüm bulacaksınız; bulabilirseniz bulacaksınız; kırk yıldır
bulamadığınız çözümü şimdi on ayda bulacaksınız, ya da büyük bir ihtimalle, 3
Ekime doğru diyeceksiniz ki: "Bulamadık; tanıyoruz; ama, bu tanıma,
siyaseten tanıma değildir. Biz, onları sadece fiilen tanıyoruz." Yani,
şimdiye kadar reddettiğiniz dolaylı tanımayı, bu defa görmezlikten gelmeyi
tercih edeceksiniz.
Değerli arkadaşlarım Güney Kıbrıs'ı tanırsak ne olur
diyorsanız; Güney Kıbrıs'ı tanırsanız, kırk yıldır verdiğiniz mücadelenin
temeli kalmaz. Kırk yıldır Güney Kıbrıs Rum Yönetimini gayrimeşru yönetim
olarak kabul ediyordunuz. Meşru yönetim olarak kabul ettiğiniz anda, Londra ve
Zürih Anlaşmalarını, yani Türkiye'nin Kıbrıs davasındaki hukukî iddiasının
temelini siz ortadan kaldırmış olursunuz. Artık, Londra ve Zürih sözünü
söyleyemez hale gelirsiniz. Halbuki, Türkiye'nin bütün dayanağı orasıdır. Onu
ortadan kaldırdığınız anda, en büyük sıkıntıyı kendi kendimize getirmiş oluruz,
Kıbrıs davasına makul bir çözüm bulma konusundaki son şansları da ortadan
kaldırmış oluruz. O dolaylı tanımayla başlayan sürecin sonucunda, Kıbrıs Rum
Yönetimini, Kıbrıs'ın temsilcisi haline dönüştürecek bir gelişmeye de yeşil
ışık yakmış oluruz.
Şimdi, bütün bunlar, alınan tarihin üzerindeki
ağırlıklar, o tarih bunlara bağlı; bunlar olmadığı zaman bir anlamı yok.
Bunların hiçbirisinin kabul edilebilir olmadığını, gelmiş geçmiş bütün
meclisler karara bağlamış. Şimdi, bu noktada, tam ters bir düşünceye geçip,
"canım, olabilir" diyorsak, bilin ki, bu şartlarla vereceğiniz ödün,
sadece Kıbrıs davasına değil, Türkiye'nin Avrupa Birliği davasına da en büyük
zararı verir; çünkü, o bedel karşılığında gireceğiniz Avrupa Birliği sizi tam
üye olarak değil, nakıs üye olarak, eksik üye olarak, ikinci halka, ikinci
çember ülkesi olarak kabul edecektir; bunu da hiçbir şekilde kabul etmek mümkün
değildir. Bunu biz söylemiyoruz, Avrupalı devlet adamları söylüyor. Bütün
bunlar aşıldıktan sonra, referandumlar devreye girmeye başlayacak ve bunların
sonucunda, bize, bir noktada "kusura bakmayın, sizin tam üye olmanız
maalesef mümkün değil, sizin kabul ettiğiniz şartlara göre, 17 Aralık 2004'te
imzaladığınız şartlara göre mümkün değil; siz, bunu içinize sindirmiştiniz,
şimdi sizin için tek alternatifimiz tam üyelik değil, özel ilişkidir; kabul
ederseniz buraya buyurun" diyeceklerdir.
Değerli arkadaşlarım, buraya doğru gidilmektedir. Bu,
Türkiye'ye çok ciddî zarar verecek, Avrupa Birliği davasına da zarar verecek.
Bakın, Türkiye'de Avrupa Birliğine yönelik çok büyük bir toplumsal destek
ortaya çıkmıştı. Şimdi, olayın bu niteliği ortaya çıktıkça, toplumumuz, yavaş
yavaş, Avrupa Birliği konusuna daha farklı bakar hale gelmeye başlayacaktır;
Türkiye, haksızlığa maruz bırakılmış, ihanete uğramış, verilen sözler
tutulmayarak büyük sıkıntılara sürüklenmiş bir ülke tepkisi içerisine girmeye
başlayacaktır ve bizim bunları kabul etmiş olmamız, bundan sonra yapacağımız
müzakerelerde olumsuz etkisini getirecektir ve nitekim getirmeye başlamıştır.
İsveç Başbakanı, şimdiden "ben tam üyelik diyordum, kısıtlama olmasın
diyordum; ama, Türkler kısıtlamayı kendileri kabul ettiler, yapacak bir şey
yok" demeye başlamıştır. Bu tablo, Türkiye'ye yönelik ekonomik desteğin,
Türkiye'nin ekonomik çekim merkezi haline dönüşmesinin önüne engeller
çıkaracaktır. Ayrıca, Türkiye'nin Avrupa Birliğinde üyeliği gerçekleştirmek
için göstermesi gereken çabanın arkasındaki psikolojik enerjiyi ciddî şekilde
zaafa uğratacaktır ve Türkiye, birdenbire Avrupa yorgunu haline gelebilecektir.
Değerli arkadaşlarım, asıl önemli olanı şu: Bunun
hedefinin tam üyelik olduğu, kesinlikle bu sırada açıkça söylenemez, öyle
olmadığını herkes beyan ediyor ve şimdiden, biz, Kıbrıs başta olmak üzere
ödünler vermeyi kabul etme noktasına getirildik. Sizler bile gelmişsiniz,
sizler bile onu şimdiden içinize sindirmişsiniz.
MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) - Nereden çıkarıyorsun?!
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Önümüzdeki dönemde farklı
talepler önümüze getirilecek ve bu süreç, on yılı aşkın bir dönem sürekli
olarak yaşanacak; yani, on yıl sonra neyle karşılaşacağını bilmeden, Türkiye,
bu on yıllık dönem boyunca sürekli ödün veren bir ülke konumunda olacak ve on
yıl sonra da karşı karşıya kalacağı manzara, tam üyeliğin dışında bir manzara
olacak.
Değerli arkadaşlarım, bu hiçbir şekilde kabul edilemez.
Bu, 11 Eylülle ortaya çıkan Türkiye'nin olağanüstü öneminin çok yanlış bir
şekilde kullanılması sonucunu ortaya koymaktadır; bundan bir sevinç ve mutluluk
duymak gerçekten mümkün değildir.
Sayın Başbakan ve AKP yetkilileri bize bu konuda
verdiğimiz destek için hep teşekkür ediyorlar; eksik olmasınlar, gerçekten
destek verdik, her aşamada destek verdik, Mecliste destek verdik, müzakere
sırasında destek verdik; ama, bu desteklerin sonucunda ortaya çıkan manzara,
yüzümüzü ağartacak, bizim iftihar edeceğimiz bir manzara değildir.
Değerli arkadaşlarım, şu noktaya da dikkatinizi
çekeyim; Türkiye'de, bu tablonun ortaya çıkmasından memnuniyet duyanlar, halkın
ve toplumun yararlarının burada iyi savunulduğu için bu sevinci ve mutluluğu
duymuyorlar; tam tersine, halkın ve toplumun yararları konusunda bu kadar esnek
davrandığınız, bunları bu ölçüde ihmal etmeyi başardığınız için sizi kutlarız
anlamında size destek veriyorlar. (CHP sıralarından alkışlar) Asıl acı olan da
budur.
Bu noktada size verilen destek; ne güzel, siz, Türk
Halkına verdiğiniz taahhütleri unutuyorsunuz, Türk Halkının yararlarını, Türk
toplumunun yararlarını unutuyorsunuz ve sizden, büyük ülkelerin bekledikleri
biçimde davranmayı başarabiliyorsunuz; aferin size, kutlarız; bu yolda devam
edin diye destek verilmektedir. Bunun takdirini de size bırakıyorum.
SERACETTİN KARAYAĞIZ (Muş) - Halka hakaret ediyorsun.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Ortada bir hakaret var da,
halka değil.
Değerli arkadaşlarım, bu görüşmelerimizin kalan zamanı
içerisinde, bütçeye yönelik olarak da bazı değerlendirmelerimi sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin, iki önemli anlaşmayla
konumu belirleniyor; birisi, bu Avrupa Birliği anlaşması -şimdi konuştuk-
birisi de, IMF'yle imzalanmak üzere olan, üç yıllık geleceğimizi
şekillendirecek olan anlaşma.
Türkiye'de, bu, AKP'nin ortaya koyduğu üçüncü bütçe. Bu
bütçelerin ortaya koyduğu bir sonuç var. Önümüzdeki üçüncü bütçe, yine aynı
doğrultuda bazı gelişmelerle bizi karşı karşıya bırakacak. Bu gidişin ne
olduğunu, nereye doğru olduğunu da soğukkanlı bir şekilde değerlendirmeye
ihtiyaç var.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe vesilesiyle yapılan
ekonomik tartışmalarda, enflasyonun düştüğü, büyümenin artmış olduğu ve
enflasyondaki düşmeye bağlı olarak da faizlerin düştüğü ifade ediliyor. Bunlar
doğrudur ve sevindiricidir. Bu süreç, zaten, izlenen malî istikrar programının
doğal sonucudur. Bunu öngörmek üzere bu program ortaya konulmuştu. Bu program,
bu doğrultudaki sonuçlarını 2002 yılında ortaya koymuştu; 2002 yılında
enflasyon düşmeye başlamıştı yüzde 70'ten yüzde 30'lara ve büyüme 2002 yılında
ortaya çıkmıştı. Bu süreç, 2003 ve 2004'te de aynı istikamette devam etti.
Bir programın hem olumlu hem olumsuz unsurları vardır
ve bir ekonomiyi yönetmek, olumlu unsurlara sahip çıkarken olumsuz unsurları
etkisizleştirecek önlemler almayı da gerektirir. Bu olumlu sonuçlara bel
bağlamaya devam edersek, bir süre sonra bunlarda bazı kırılmaların ortaya
çıktığına tanık olabiliriz. O nedenle, kendisini göstermeye başlayan sonuçları
da gözden kaçırmamaya ihtiyaç vardır.
Bu açıdan baktığımız zaman ne görüyoruz Türkiye
ekonomisinde; son iki yılda kendisini gösteren ve üçüncü yılı etkisi altına
alacağı anlaşılan ne gibi süreçler işliyor:
Türkiye'de içborçlar artıyor.
Dışborçlar artıyor.
Türkiye'de cari açık büyüyor.
Dışticaret açığı fevkalade yüksek bir düzeyde ortaya
çıkıyor ve bu politikalara bağlı olarak sosyal sorunlar artmaya başlıyor;
işsizlik artıyor, yoksulluk artıyor ve sosyal devlet giderek zaafa uğruyor. Bu
tablo, yatırımların azaldığı, ülke geleceğini kurmaya yönelik çabanın zaafa
uğradığı bir konjonktüre, bir ortama Türkiye'yi sürüklüyor.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, AKP İktidarı, 14 100 000
000 dolar düzeyinde bir dışticaret açığı devralmıştır 2002 yılı sonunda. Bugün
geldiğimiz noktada dışticaret açığı 33 milyar dolara gelmektedir; 14 100 000
000 dolardan, dışticaret açığı, 33 milyar dolara çıkmıştır. AKP İktidarı 1 500
000 000 dolarlık bir cari açık alıyordu; yani, Türk ekonomisinin istikrarını ve
geleceğini en çok belirleyen dış ekonomik kanama 1 500 000 000 düzeyindeydi
2002 yılı sonunda. Bugün geldiğimiz noktada, 14 milyar dolara çıkmıştır; Türkiye
ekonomisi, 14 milyar dolarlık bir kanama içinden geçmektedir.
İhracatın ithalatı karşılama oranı 2002 yılında yüzde
70'in üzerindeydi, bugün yüzde 60 düzeyine düşmüştür. İki yılda, ihracatın
ithalatı karşılama oranı, maalesef, 2002 yılından günümüze yüzde 60'lara
düşmüştür.
Reel faizler, izlenen büyük fedakârlık politikasına
rağmen... Nedir o fedakârlık politikası; yüzde 6,5 faizdışı fazla verme
politikası. Dünyada, şu anda, yüzde 6,5 faizdışı fazla veren hiçbir ülke
yoktur. Türkiye, yıllardır, yüzde 6,5 faizdışı fazla vermeye mecbur edilen bir
ekonomi politikası uygulamaktadır. Bu politika Türkiye'de yatırımları
azaltmıştır; bu politika, Türkiye'de işsizliği körüklemiştir; bu politika,
Türkiye'de, orta halli, dargelirli çalışan kesimlerin gelirinin azalmasına,
kaybolmasına neden olmuştur. Bunu Türkiye yıllardır uyguluyor; son iki yılda
6,5 düzeyinde bunu gerçekleştirdik, şimdi, önümüzdeki üç yıl için de, tekrar,
aynı düzeyde bir toplum fedakârlığını taahhüt altına almak üzere bulunuyoruz.
Değerli arkadaşlar, bu, gerçekten, çok ağır bir
manzaradır ve bu manzaranın sonucunda, Türkiye, bugün, geldiği noktada ciddî
sıkıntılarla karşı karşıyadır ve o bahsettiğimiz enflasyon düşüyor, büyüme
devam ediyor, kur istikrarını sürdürüyor anlayışı daha ne kadar süre geleceğe
taşınabilir; sorulması gereken bir soru olmaya başlamıştır. Reel faizlerin
bütün bu fedakârlıklara rağmen hâlâ düşürülememiş olması, Türkiye'de borçların
sürekli olarak artmasına neden olmaktadır ve bu politikanın sürdürülebilirliği
ciddî şekilde sorgulanır hale gelmeye başlamıştır.
Bakın, AKP iktidara gelmeden kişi başına borç yükü 3
086 dolardı, Ekim 2004'te kişi başına borç yükü 4 229 dolar olmuştur; yani,
siz, millî geliri artırmaktan çok, kişi başına borcu artırmışsınızdır; 1 200
dolar civarında, kişi başına. Türkiye, bugün, bu yönetimde, daha borçlu bir
hale gelmiştir.
Değerli arkadaşlarım, 2002 yılında Türkiye'nin içborç
stoku 2003 yılı bütçesi kadardı, bütçesinin başlangıç ödeneği kadardı. 2003
yılı sonunda Türkiye'nin içborç stoku 2004 yılı bütçesinin yüzde 25 fazlası
olmuştur. 2004 yılı sonunda, şimdi, Türkiye'nin içborç stoku 2005 bütçesinin
yüzde 40 fazlası olmaktadır.
Bu politikaların sonucu nedir; bu politikaların sonucu,
Türkiye'de emekliler büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Bu politikaların
sonucu, Türkiye'de işçiler çok büyük sorunlarla karşı karşıyadır, iş bulamayan
gençler büyük sorunlarla karşı karşıyadır, memurlar reel gelir kaybı tablosuyla
karşı karşıyadır, esnaf büyük sıkıntılarla karşı karşıyadır; bu politikanın
sonucu, Türkiye büyük sıkıntılarla karşı karşıyadır.
"Enflasyonu indirdik" sözü yeter derecede
tatmin edici sayılamaz; çünkü, o teorik enflasyonu biraz aştığınız zaman
şunları görüyorsunuz: Türkiye'de, vatandaşın tüketim mallarında bizi mutlu edecek
bir azalma, maalesef, gözükmüyor. Ekim 2002'den 2004'e kadar, dana etinin
fiyatı yüzde 56 artmıştır, beyazpeynir yüzde 52 artmıştır, tozşeker yüzde 42
artmıştır, kömür yüzde 56 artmıştır, tüpgaz yüzde 61 artmıştır, mazot yüzde 66
artmıştır, bir bardak çay yüzde 60 artmıştır; üniversite öğrencisinin harç
bedeli yüzde 73, kitap fiyatları yüzde 83 artmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo, geliri artmayan
insanların maruz kaldıkları bu tablo Türkiye'de bir yoksullaşma sürecini de
beraberinde getirmiştir ve bugün, bunun sonucu olarak, Türkiye, kapkaç
olaylarının her gün yaygınlaştığı bir topluma dönüşmüştür ve dilensinler diye,
ailelerin, çocuklarını kiraya verdikleri bir toplum yapısı ortaya çıkmaya
başlamıştır. Varoşlarda, yeraltı dünyasına insan yetiştirilir hale, Türkiye,
gelmeye başlamıştır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, bugün, bütün çalışan
kesimler çok ciddî reel kayıplar içine sürüklenmiştir. İşçiler, ciddî gelir
kaybı içindedirler. Asgarî ücret, bugün 303 000 000 liradır; ama, 4 kişilik bir
ailenin mutfak giderleri kasım ayında 500 000 000 liradır ve Türkiye'de açlık
düzeyi 500 000 000 liranın üstündedir; buna karşılık, asgarî ücret 303 000 000
liradır.
Değerli arkadaşlarım, veriler, Türkiye'de, asgarî
ücretin 1999 yılı düzeyinin de altında olduğunu, yüzde 5,5 gerisinde olduğunu
bize göstermektedir. Emekliler, çok büyük sorunlarla karşı karşıyadır;
maalesef, ücret artışı olmaması bir yana, haklarını alamaz haldedirler.
Emeklilerin 150 000 000-200 000 000 liralık, mahkemeler tarafından kabul
edilmiş olan TÜFE'den kaynaklanan bir alacağı vardır; yıllardır, hükümet, bunu
vermemek için direnmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baykal, süreniz bitti; lüften,
konuşmanızı tamamlayın.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yani, emeklilerin 150 000
000-200 000 000 lirasıyla uğraşıyoruz; ama, 40 milyar dolarlık alacağını,
Türkiye, tahsil edemeyeceğini ifade ediyor; ama, emeklinin 150 000 000 liralık,
200 000 000 liralık alacağını ona veremez bir noktaya gelmiş bulunuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu toplumsal tablo, yürek
parçalayıcı bir manzaradır. Şimdi, getirilen düzenlemelerde, bu bütçeye
ferahlık getirmek üzere, ikinci bir maaşı olan emeklilerin emekli maaşının
kesileceği karar altına alınmıştır. Dul ve yetimler bir iş buldukları takdirde,
onların bu gelirleri, hak edilmiş gelirleri bundan sonra kesilecek. Emeklinin
maaşını keserek, biz, Türkiye'de malî kaynak yaratmaya kalkacağız; 40 milyar
dolarlık kaynakları dokunamaz bir halde tutarken bunu yapacağız! Şimdi,
önümüzdeki dönemde, Bağ-Kur üyelerine yüzde 10 sağlık primi uygulamasına
geçeceğiz; hastanelerden yararlanabilmeleri için yüzde 10 prim ödemeleri
zorunluluğu ortaya çıkacak.
Değerli arkadaşlarım, bu işçilere ve emeklilere yönelik
olarak prim konusunda bir yanlış uygulama götürülüyor. Olağanüstü yüksek
faizler işletilerek prim alacakları tahsil edilmek isteniyor. 400 milyar Türk
Lirası borcu olan bir kuruluş, birdenbire, kendisini, 2 trilyon borç ödemek
zorunluluğuyla karşı karşıya buluyor. Bunlar ödenemez hale gelince prim
tahsilatı da imkânsız hale geliyor.
Esnafa yönelik olarak KOSGEB'in 71 trilyon lirası
-yüzde 80 küsuru- kesilmiştir ve KOBİ'ler, esnaf büyük sorunlarla karşı
karşıyadır.
Çiftçilerin durumu ise, artık, bir kanayan yaradır.
Türkiye'de köyde, çiftçide, tarımda yangın var; bu yangının kimse farkında
değil.
Değerli milletvekilleri, bu hükümet döneminde çiftçinin
gelir kaybını Ziraat Odaları Birliği net olarak açıklıyor. 1997 yılında 1 litre
mazotu 2,8 kilo buğday satarak alırken, bugün 1 litre mazotu 5 kilo buğday
satarak ancak alabilmektedir. 1997 yılında 1 kilo amonyumnitrat gübresini 360
gram buğdayla alırken, bugün aynı gübreyi -3 katı- 1 kilo buğdayla almak
durumundadır. 1997 yılında bir traktör 56 ton buğdayla alınırken, bugün 90 ton
buğdayla alınabilir haldedir.
Değerli arkadaşlarım, geçen yıl içinde, üre gübresi 330
000 liradan 520 000 liraya çıktı, kompoze gübre 290 000 liradan 425 000 liraya
çıktı, mazot 1 366 000 liradan 1 809 000 liraya çıktı, traktör 24 milyardan 30
milyara çıktı.
Egeli üretici, geçen yıl 1 200 000 liraya sattığı
pamuğunu bu yıl 800 000 liraya, geçen yıl 210 000 liradan sattığı çekirdeksiz
yaşüzümüne bu sene 150 000 liraya zor satıyor.
Çukurovalı, Akdenizli üretici, geçen yıl 500 000
liradan sattığı limonu 200 000 liradan, geçen yıl 400 000 liradan sattığı
mandalinayı 300 000 liradan ve geçen yıl 450 000 liradan sattığı portakalı 350
000 liradan bu sene satamıyor.
Trakyalı üretici, geçen yıl, Tekele 220 000 liradan
sattığı beyaz üzümü, bu yıl özelleştirilen fabrikaya 150 000 liradan satamıyor,
geçen yıl 350 000 liraya sattığı buğdayını 280 000-290 000 liraya ancak
satabiliyor. Ayçiçeği fiyatında geçen yıl ile bu yıl arasında hiçbir fiyat
farklı yok.
Türkiye'nin her yöresinde, İç Anadoluda, Güneydoğu
Anadoluda, Çukurovada, Trakya'da hububat üreticisi perişan. Ürettikleri
buğdayı, her yörede, geçen yılın fiyatının en az 50 000 lira altında fiyatla
satıyorlar. Toprak Mahsulleri Ofisi devreden çıkarıldı. Ajanslar kapatıldı.
Alım merkezleri kapatıldı ve çiftçi piyasaya teslim edildi ve çiftçinin
yetiştirdiği buğdayın fiyatı çok ciddî bir şekilde çöktü. Patates üreticisi
sıkıntıdan nasibini alıyor; geçen yılın fiyatının 100 000 lira altında, 100
000-150 000 liraya bugün ancak satmaya çalışıyor. Soğan para etmiyor; çiftçi,
kamyonlarla soğan yakıyor.
Onbinlerin toplandığı mitinglerde çiftçiler tepkilerini
ortaya koyuyorlar, feryat ediyorlar; ama, hükümetten ses çıkmıyor. Ses çıkmasa
yine neyse de; ses çıktığı zaman da çiftçi azarlanıyor, çiftçi paylanıyor,
çiftçiye hakaret ediliyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Tütün ve şekerpancarının sözü edilemez oldu. Hani tütün
kotaları, şeker kotaları kaldırılacaktı?! Türk çiftçisinin ürettiği en önemli
ürünlerin üretimi azalıp, tütünü, şekerpancarını ürettirmeyip, hem tütünü hem
de tatlandırıcı üretiminde kullanılacak mısırı dışarıdan getirtiyorsunuz, ithal
kapılarını açmış bulunuyorsunuz. Bu hükümet, Türk çiftçisini mi, yoksa, yabancı
ülkelerin çiftçisini mi koruyor; gerçekten sorulması gerekir.
Karadenizde fındık üreticisi, Egenin zeytin üreticisi,
geride bıraktığımız yılda büyük afetler yaşadılar ve çaresiz kaldılar; 2
katrilyon liralık zararları var; hiçbir anlamlı, ciddî destek verilmedi.
Önümüzdeki yıla da, o afet, maalesef, yansıyacak.
Edirne'den Kars'a kadar besiciyi, süt üreticisini
perişan ettiniz. Köylü, geçen yıl 1 milyar liraya sattığı danasını, bugün 500
000 000 liraya ancak satabiliyor. Karkas etin kilosuna 1 000 000 lira destek
veriyordunuz, hiçbir gerekçe ilan etmeden 500 000 liraya indiriverdiniz.
Köylünün sattığı sütün fiyatı geçen yılla bu yıl arasında hiç değişmedi.
Üretici, sütünü en fazla 450 000 liraya satabiliyor; buna karşılık, geçen yıl
15 000 000 lira olan süt yeminin torbası bu yıl 22 000 000 lira çıkmış
bulunuyor.
Arıcıları da perişan ettiniz. Bal üreticisi geçen yıl
tenekesini 120 000 000-130 000 000 liraya sattığı balı bu yıl 50 000 000 liraya
satamaz hale geldi.
Tarımın yeterince desteklenmediği çok açıktır. Mazot
desteği veriyoruz dediniz, mazot desteği tümüyle ortadan kalktı; bütün
destekler azaltıldı. Bugün, Türkiye'de gayri safî millî hâsılanın yüzde 1'inin
altında bir destek, Türkiye nüfusunun yüzde 30'unu oluşturan, gayri safî millî
hâsılanın yüzde 13'ünü, 14'ünü gerçekleştiren tarım kesimine veriliyor.
Değerli arkadaşlarım, geçen yıl 50 dolar olan limon
ihraç primini 42 dolara, 40 dolar olan portakal ihraç primini 35 dolara siz
indirdiniz. Narenciye üreticisini perişan ettiniz. İhraç primlerini
azaltmanızın haklı bir gerekçesi yoktur.
Pamuk, zeytinyağı, ayçiçeği, kanola, soya ve mısırın
ekiminden önce belirlenmesi gereken prim miktarlarını, hasat biteli aylar oldu,
hâlâ belirlemiş değilsiniz.
Değerli arkadaşlarım, bu çiftçi ve tarım kesiminin
sorunları, sıkıntıları giderek artıyor ve buna, maalesef, hiçbir ciddî, umut
verici yaklaşım sergilenemiyor; bundan büyük üzüntü duyuyorum. Bu hükümetin söz
verdiği en önemli kesim olarak çiftçilere karşı takındığı bu tavır, hiçbir
şekilde mazur görülemez.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, asgarî ücretliden yılda
700 000 000 lira vergi alıyorsunuz; ama, devlet tahvili alanlardan, eğer
gelirleri 345 milyar lirayı aşmıyorsa, tek kuruş vergi almıyorsunuz. Asgarî
ücretliden yılda 700 000 000 lira vergi alan bir anlayışın, rantçılar
karşısındaki bu etkisizliği, sessizliği, Türkiye'nin 40 milyar dolarını alıp
götürmüş olanlar karşısındaki boynu eğik tutumu gerçekten anlaşılabilir
değildir. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, geçenlerde bir karar aldınız ve
bu kararla taşıyıcı esnafını olağanüstü sorunlarla karşı karşıya bıraktınız.
Taşıma sektörü, Türk ekonomisinin temel dayanak noktalarından biridir.
Kamyoncular ve yük taşıyan bu insanlar ekonomiye en büyük hizmetlerden birini
veriyor. Buraya bir düzenleme getireceğiz diye, bunları, işadamı, ticaret adamı
statüsü içine dahil ettiniz; esnaf olmaktan çıkardınız ve her birisine 1 500
000 000 liralık eködeme mükellefiyeti koydunuz ve ayrıca dediniz ki, taşıma
kapasiten 25 tonun altında ise, sana izin veremem; 25 tonun üzerinde olacaksın.
Herkesin güçlükle elde ettiği, borç harç elde ettiği bir kamyonu var; kamyon
zaten takozda; binbir türlü sıkıntı!.. 25 tonluk kamyon mu var ki Türkiye'de,
25 ton diye bir kayıt koyuyorsunuz?! İkinci bir kamyon al, öyle iş yap
diyorsunuz. Türkiye'de ikinci bir kamyon almak, taşıma sektöründeki krizi daha
da artıracak bir uygulama ve bu anlamsız uygulama sonucunda onları köşeye
sıkıştırmış bulunuyorsunuz.
Değerli arkadaşlarım, yani, bu insanlar neyle
geçinecekler?! Hayatlarını tehlikeye atarak yaptıkları bu işin karşılığında
onlara yeni yeni engeller çıkarmanın hangi haklı, mazur görülebilir nedeni
var?!
Taşımacılık alanında kooperatifçilik çok yaygın;
şartlar onu zorluyor, insanlar bir araya geliyor, kooperatif kuruyor.
Türkiye'de en yaygın kooperatifçilik alanı olan yerlerin başında taşımacılık
geliyor. Oraya da getirdiğiniz, oraya da koyduğunuz şartlar... Üyelerin
kendisine ait olmayacak, kooperatife ait olacak. Binbir türlü sahtekârlık;
noterden senetler... Yani, Müslümana eziyet etme denilen neyse, işte, bu
iktidar onu aynen uyguladı ve bunun en tipik örneği de bu kamyonculara yönelik
uygulamadır.
Değerli arkadaşlarım, konuşacağımız çok konu var;
fakat, Sayın Başkanın hoşgörüsünü suiistimal etmek istemiyorum. Türkiye'nin
sorunları üst üste geldi maalesef. Türkiye'nin, Avrupa Birliği konusunu, şu ana
kadar resmî ağızlardan dinleyememiş olması, gerçekleri müzakere fırsatını hâlâ
bulamamış olması çok üzüntü vericidir. Bu konuda önümüzdeki günlerde, getirilen
yeni kararın içeriğinin tartışılmasını Mecliste sağlamamıza yardımcı olacak bir
düzenlemeye ihtiyaç vardır. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu konuda
bir girişim yapacağız, bir genel görüşme önergesi vereceğiz. Şu alınan
kararları, madde madde, önce Meclisin bilgilenmesi ve kamuoyunun bilgilenmesi
için burada konuşacağız. Gönül isterdi ki, bu konuda hükümet bilgi versin. Hâlâ
resmî bilgi yok. İnşallah, bundan sonraki konuşmalarda, bu konuda bir
değerlendirmeyi dinlemek fırsatını buluruz.
Değerli arkadaşlarım, bu müzakerelerin, Türkiye'nin
sorunlarının doğru anlaşılmasına ve çözümlerin bulunmasına katkı vermesini
diliyorum. Bu çerçevede, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak görevimizi şu ana
kadar yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisine çalışmalarında başarılar
diliyorum.
Sayın Başkan, size ve değerli milletvekillerine
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal çok teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar
bitmiştir.
Şimdi, şahsı adına, bütçenin lehinde, Isparta
Milletvekili Sayın Mehmet Emin Murat Bilgiç; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Söz süreniz 10 dakikadır.
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Isparta) - Sayın Başkan,
değerli üyeler; bütçenin tümü üzerinde, şahsım adına konuşmak üzere söz almış
bulunuyorum; konuşmamın başlangıcında, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Bildiğiniz üzere, hükümetimizin programı temelde üç ana
esas üzerine oturmuştur; bir tanesi makroekonomik istikrar, ikincisi
mikroekonomik yeniden yapılanma, üçüncüsü ise küreselleşme olarak
özetlenebilir; her üçünde de ortak kriter, sürdürülebilirliktir.
Bu noktada, hükümetimizin sürdürdüğü son derece olumlu
çalışmalar neticesinde, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya olan oranı
2002 yılından itibaren düzenli bir biçimde azalarak bugün yüzde 6,1'e inmiş,
2007 hedefi olarak da yüzde 3 ortaya konulmuştur. Kamu kesimi borçlanma
gereksinimi olarak da, bunun gayri safî millî hâsılaya oranı açısından, 2002
yılında yüzde 13 olarak meydana gelen ihtiyaç, 2005 yılında yüzde 3,6 olarak
gerçekleştirilecektir. Bu çerçevede, 2007'de Maastricht Kriterlerinin
yakalanması da hükümetimizin önemli bir hedefidir. Şüphesiz, aynı şekilde,
enflasyonu yüzde 30'dan yüzde 8'e indirmiş ve Avrupa Birliği ortalaması olan
yüzde 4'leri 2007'de yakalamayı hedeflemiş bir hükümetten bahsediyoruz. Yine,
gayri safî millî hâsılada, 2002 yılında 181 milyar dolar düzeyindeki miktarı,
2004 yılında, hükümetimiz 421 milyar dolara çıkarmıştır. 2005 yılında da bunun
298 milyar dolar olarak gerçekleşmesinden ve 2007'de de, toplam 500 milyar
dolarlık, kişi başına 7 000 dolarlık bir gayri safî millî hâsıla hedefinden söz
ediyoruz.
Aynı şekilde, özel sektörün ve kamu sektörünün sabit
sermaye yatırımlarında -özellikle son dönemde- çok büyük artışlar olmuş ve 2003
yılında özel sektörde yüzde 21,2; 2004'te yüzde 41,5 ve 2005'te yüzde 8'lik bir
artış, yine, aynı şekilde, kamu sektöründe -özellikle bu yıl- yüzde 17,6'lık
bir artış, 10 katrilyonu aşan bir kamu sabit sermaye yatırımı hedeflenmiştir.
Şüphesiz, makroekonomik istikrar açısından, hükümetimiz
elden gelen her türlü çabayı göstermiştir ve bunun doğal sonucu olarak da,
Türkiye'de gelir dağılımı düzelmiştir. Gelir dağılımının düzelmesinin
anagöstergesi de şudur: Millî gelirden pay alan en düşük gelir sahibi yüzde
20'lik kesimin 2002 yılında aldığı pay yüzde 5,2 iken, bu miktar 2004 yılı itibariyle
yüzde 6'ya çıkmıştır. Halbuki, aynı dönemde, 2002 yılında en zengin yüzde
20'lik bölümün millî gelirden aldığı pay yüzde 50 iken, 2004 yılında bu miktar
yüzde 48'e düşmüştür. Bunun anlamı şudur: Türkiye'de ortadirek güçlenmiştir.
Türkiye'de, ortadireğin güçlenmesi, ekonominin satın alma gücünün artırılmasına
yönelik hükümetimizin tüm çabaları son derece güçlü ve istikrarlı bir biçimde
devam etmektedir ve sürdürülebilir bir sonuç arz etmektedir.
Yine, aynı şekilde, hükümetimizce, Tarımsal Dönüşüm
Programı içerisinde, pek çok yapısal tedbir uygulamaya konulmuş ve doğrudan
prim desteği, bunun yanı sıra çiftçi kayıt sistemi, tarım bilgi sistemi, vadeli
işlemler borsasının kurulması, gıda güvenliği, biyoteknoloji, tohum ve organik
tarıma yönelik çalışmalarla, alternatif ürün destekleme sistemleri, üretici
birlikleri, lisanslı depoculuk gibi çalışmalarla, Türkiye'de, tarımın yapısal
dönüşümü hedeflenmektedir ve hükümetimiz, bu noktada da, tarımda verimlilik
artışını gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.
Şüphesiz, Türkiye'de, geçtiğimiz dönem içerisinde,
millî gelir önemli ölçüde artmış ve bu artış içerisinde tarımın payı yüzde
13'ten yüzde 11'e düşmüş olmakla birlikte, bunun ana sebebi, sanayideki
verimlilik ve üretim artışları olarak açıklanabilir. Bunun sonucunda da
Türkiye'de sanayiin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı yüzde 28'lerden
yüzde 30'lara çıkmıştır. Bunun doğal sonucu da verimlilik sebebiyle, sanayiin
gayri safî millî hâsıla artışına yaptığı çok büyük katkıdır. Bunun göstergesi
de özel sektör yatırımlarındaki son derece hızlı büyümedir.
Türkiye'de sanayi sektöründe yapılan bütün çalışmalar,
verimlilik artışları, sanayiin dönüşümünü sağlamaktadır. Bunun doğal sonucu da
şüphesiz, Türkiye'nin daha dışa açık bir büyüme modeli içerisinde kendi
gelişimini sağlamasıdır. Türkiye'de, özellikle küreselleşme alanında,
dışticaret hacminde çok önemli artışlar sağlanmıştır. Dışa açıklık göstergesi
olarak, dışticaret hacminin gayri safî millî hâsılaya oranı 2002 yılında -GSMH
2002'de 182 milyar dolar iken, 2005 yılında 298 milyar dolara çıkmıştır- yüzde
48'den 2005'te yüzde 59'a yükselmiştir; artan bir gösterge vardır. Bunun anlamı
da, Türkiye dünyayla çok daha iyi rekabet edebilir bir hale gelmiştir.
Aynı şekilde, 2002 yılında turizm gelirleri 6 500 000
000 iken, 2004 yılında 16 000 000 000, 2005 yılında da 18 000 000 000 dolar
olarak gerçekleşecektir.
İhracatın gayri safî millî hâsılaya oranı 2002 yılında
yüzde 19,8 iken, 2005 yılında yüzde 23,8 olması hedeflenmektedir. Bütün bunlar,
Türkiye'nin, giderek, çok daha iyi, çok daha güçlü bir biçimde dünyayla rekabet
edebildiğini, dünya ekonomisine entegre olabildiğini göstermektedir.
Hükümetimiz, bu anlamda, vergi politikaları yoluyla yurt dışında yapılan Türk
yatırımlarının artırılmasını hedeflemekte ve bu noktada yurt içine kâr
transferlerini de vergiden indirilebilir hale getirmektedir.
Aynı şekilde, yabancı sermaye yatırımlarının
artırılması da hükümetimizin çok önemli bir hedefidir. Bu anlamda, hükümetin,
son derece başarılı bir politika takip ettiği açıktır. Ayrıca, bütçe açığının
gayri safî millî hâsılaya oranı hükümeti devraldığımızda yüzde 100'ün üzerinde
iken, 2005 hedefi yüzde 68'dir ve 2007 sonunda da yüzde 60'ın altında bir bütçe
açığı hedeflenmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin, hükümeti devraldığımızdan
itibaren ortaya koyduğu performans son derece olumludur ve şu son derece
açıktır: Avrupa Birliğinin, 2014'te, Türkiye'ye malî desteklerde bulunmayı
taahhüt ettiği tarihte, herkesin zannettiğinin aksine, eğer, Türkiye, ortalama
yüzde 5'lik bir büyüme hacmiyle büyümeye devam ederse, 500 milyar doları aşan,
kişi başına 7 000 doları aşan bir millî gelire sahip olacaktır. Eğer, yabancı
sermaye yatırımları gerçekleşirse, 2014'te 750 milyar doları aşan bir millî
gelir, aynı şekilde de kişi başına 10 000 doları aşan bir millî gelir elde
edilmiş olacaktır.
Şu anda, Türkiye ekonomisi Avrupa'nın 5 inci büyük
ekonomisidir. Eğer, 2014'te hükümetimizin sağladığı istikrar, makroekonomik
uyum, büyüme ve mikroekonomik verimlilik artışları, küreselleşme, uluslararası
rekabet gücü artışları devam ettirilebilirse... Şüphesiz, hükümetimizin tek
başına iktidar olarak sürdürdüğü çalışmalar son derece önemlidir; bu,
istikrarın sağlanmasının anafaktörüdür. Hükümetimizin son derece büyük bir
kararlılık içerisinde sürdürdüğü politikalar, tüm Türkiye halkına ve dünyaya
umut vermiştir, dünyanın Türkiye'ye güvenmesini sağlayan bir sonuç doğurmuştur
ve Türkiye'deki ekonomik büyümenin de en önemli ispatıdır. Sonuçta, 2014
Türkiyesi, Avrupa Birliğinin yalvararak içine almak isteyeceği bir ülke
olacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bilgiç, süreniz bitti; lütfen
konuşmanızı tamamlayın.
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla) - Sonuç olarak
Türkiye, büyüme hedefini, bu kararlılıkla istikrarlı bir biçimde sürdürdüğü
sürece Avrupa Birliğinin talep ederek, yalvararak içine almak isteyeceği bir
ülke olacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bilgiç, teşekkür ederim.
Şimdi, söz sırası, bütçenin aleyhinde olmak üzere,
şahsı adına Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Ağar'da.
Buyurun Sayın Ağar. (DYP, CHP ve Bağımsızlar
sıralarından alkışlar)
Sayın Ağar, süreniz 10 dakika.
MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şahsım ve Doğru Yol Partisi adına Yüce Meclisi saygılarımla
selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Bu sene, ifade edildiği gibi, bütçe görüşmeleri 17
Aralık müzakere tarihinin üzerine geldi ve bu konuyla ilgili görüşlerimizi
belirtmek istiyoruz. Bununla ilgili olarak, 17 Aralığın hemen öncesinde, 14
Aralık 2004 Salı günü Sayın Dışişleri Bakanının Mecliste söyledikleri ile
Brüksel'de ortaya çıkan karar metnini mukayese edersek, bu metnin Türkiye
açısından neye tekabül ettiğini, meselenin ne noktada olduğunu daha iyi görme
imkânımız olacaktır.
Sayın Bakanın Meclisteki konuşmalarında temas ettiği
konu tarih alma hususundaydı. Sayın Bakan, Mecliste "2002 yılındaki AB
Zirve kararı ortaya çıktığında, AB'ye üye -daha sonraki katılımla birlikte- 25
ülkeyi iki sınıfa ayırabiliriz. Bunlardan bir kısmı, başından beri, her
halükârda Türkiye'yle müzakerelerin başlamasını destekleyen ve bunu açıkça
deklare eden ülkeler, geri kalan diğer ikinci kısım ise 'biz, kararımızı,
komisyonun vereceği rapora göre oluşturacağız; dolayısıyla, raporu
bekleyeceğiz; şayet rapor olumlu olursa, biz de olumlu tavır alacağız' diyen
ülkelerdir. Şimdi, komisyonun kararı olumlu olarak ortaya çıktığına göre, o
ülkelerin de kararlarının, tabiî, olumlu olması gerekir" beyanında
bulunmuş; beklenen olmuş, Türkiye'ye tarih verilmiştir.
İkinci konu da, tam üyelik idi. Bu konuda, Dışişleri
Bakanı, Meclise aynen şunları söylemiştir: "Tam üyelik hedefini,
perspektifini gölgeleyecek veya onu çığırından çıkaracak herhangi bir
düzenlemeyi Türkiye'nin kabul etmesi asla mümkün değildir."
Karar metninin 23 üncü maddesinin ilgili paragrafı da
şöyle: "Müzakerelerin ortak amacı tam üyeliktir. Müzakerelerin sürecinin
ucu açıktır ve sonucu önceden garanti edilemez. Kopenhag Siyasî Kriterleri
gözönüne alınarak, eğer, aday ülke, AB üyeliğinin getireceği sorumlulukları
yerine getirecek durumda değilse, aday ülke Avrupa Birliğine en sıkı bağlarla
bağlanmasından emin olmalıdır."
Şimdi, Sayın Bakanın Mecliste söyledikleri ile karar
metninin mukayesesi ışığında, tam üyelik hedefimizin gölgelenip gölgelenmediği,
çığırından çıkıp çıkmadığı hususundaki takdir önce millete, sonra da millet
adına bu sıralarda oturan değerli milletvekillerine aittir. Mesele son derece
açıktır.
Üçüncü konu istisnalar idi. Bu konuda Sayın Dışişleri
Bakanının Mecliste söyledikleri de şunlardır: "Büyük bir ülke için farklı
olabilir, küçük ülke için farklı olabilir; ama, bunların, hiçbiri, asla,
ilelebet, daima ve sürekli olarak, ne olursa olsun, Birliğin sonuna kadar daimî
bir koruma olacak diye kabul edilemez. Bunlar, meşru talepler değildir. Karar
metninin 20 nci maddesinin ilgili paragrafı, yapısal politikalar ve tarım gibi
konularda uzun süreli geçiş döneminin olmasının yanında, kişilerin serbest
dolaşımı konusunda üye ülkeleri koruyucu bazı maddeler sürekli hale getirilebilir.
Bunun yanında, kişilerin serbest dolaşımı hakkında karar alımı, her üye ülke
azamî bir şekilde rol verecek şekilde düzenlenmelidir. Geçiş dönemindeki
düzenlemeler, içpazar ve rekabete olan etkisi gözönüne alınacak şekilde
yapılmalıdır."
Hükümet, Mecliste gayrimeşru addettiği taleplerin
meşruiyetini Brüksel'de imza altına almıştır maalesef; çok açık bir gerçek
olarak karşımızda durmaktadır.
Dördüncü konu ise, Ankara Antlaşmasına ek yapılacak
Uyum Protokolüydü. Bu konuda Dışişleri Bakanının Mecliste söyledikleri
şunlardır: "Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği Komisyonunun önerdiği
taslakla ilgili mevcut tutumumuz ise şu noktadadır: Komisyonun mektubunun ve
taslağının hukukî ve teknik boyutları hâlâ incelenmektedir. Bu taslağı müzakere
etmeye henüz karar vermiş değiliz. Dolayısıyla, henüz müzakere edilmemiş bir
anlaşmayı imzalama kararımız da söz konusu değildir. Bunu, bu Mecliste
açıklıkla belirtmek isterim."
Karar metninin 19 uncu maddesi de aynen şöyle: Avrupa
Birliği Konseyi, Türkiye'nin, yeni üyelerin katılımını gözönüne alarak Ankara
Antlaşmasıyla ilgili ek protokolün imzalanmasını memnuniyetle karşılar. Bu
anlaşma ışığında, Türk Hükümeti, AB üyeliği ışığında müzakerelere başlamadan
önce ve protokol üzerinde gerekli değişikliklerde uzlaşmaya varıldıktan sonra
Ankara Antlaşması Protokolünü imzalamayı taahhüt eder, deklarasyonunu
memnuniyetle karşılar.
"Mecliste henüz müzakere edilmemiş bir anlaşmayı
imzalamamız da söz konusu değildir" diyen hükümet, Brüksel'de,
müzakerelerden önce bu imzayı atmayı, protokol üzerinde gerekli değişikliklerde
uzlaşmaya varıldıktan sonra da olsa taahhüt etmiştir. Bu taahhütte gariplikler
vardır, cumhuriyete karşı istiskal vardır. İmzayla başlanmıştır, paraf
denilmiştir, Başbakanın sözlü taahhüdünde karar kılınmıştır. Başbakanın sözlü
taahhüdünü Papadopulos kabul etmemiştir. Başbakanın atmadığı imza Sayın Atalay
tarafından atılmıştır.
Şimdi, cumhuriyetin başbakanının sözlü taahhüdünün
Papadopulos tarafından kabul edilmemesi kimsenin gururuna dokunmuyor mu
arkadaşlar?! Başbakanın "atmam" dediği imza Sayın Bakan Atalay
tarafından atılınca imzanın kıymeti mi düşüyor?! Bu, Sayın Atalay'ın şahsında
cumhuriyetin bir bakanına ve dolayısıyla cumhuriyete karşı bir tavır değil
midir, bir küçük görme değil midir?!
Sayın Başbakan, Kıbrıs konusundaki kendi
hassasiyetlerinin herkesten fazla olduğunu söylüyorlar. Soruyorum; uluslararası
görüşmelerde hep karşı tarafça iddia edilen çözümsüzlüğün sebebinin Denktaş
olduğu tezi, çözümsüzlüğün bir sebebinin de Denktaş olduğu söylenerek hangi
başbakan tarafından zımnen kabullenilmiştir? Tanıyor muyuz, tanımıyor muyuz; de
facto mu tanıyoruz de de jure mi tanıyoruz tartışmalarını bir kenara bırakalım.
Ada'daki ve buradaki iki Türk Cumhuriyetinin razı olacağı bir çözüm olmadan
Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınıp tanınmayacağı
tartışmaları Türkiye'nin gündemine hangi hükümet döneminde girmiştir?
Bütün bunlardan sonra ve bütün bunlara rağmen
Kızılay'da, kalkıp, bayramınız kutlu olsun demenin anlaşılabilir tarafı yoktur.
Ne bayramı, neyin bayramı olduğunu millet anlayamamıştır ve anlamaya da gayret
etmektedir.
İstinye'de, medyada ve hükümette mevzilenmiş bir hizip,
birkaç yüz kişiden ibaret bir kalabalığın kendilerine bayram ilan edip
kutlamalarını tebessümle karşılayabiliriz; fakat, bu kutlamaya milleti dahil
etme heveslerini meşru olarak kabul edebilmemiz mümkün değildir. Bayramların,
tam da mabedimizin göğsüne namahrem eli değerken ve Musul'da şehitler
verilirken kutlanmak istenmesi yanlıştır, vicdanımızı sızlatır.
Yeri gelmişken, burada, bugün cenaze törenlerine
katıldığımız Türk Emniyet Teşkilatının güzide beş mensubunu rahmetle anmak
istiyorum. Elbette, hükümet, konunun teknik ayrıntılarının analizini
yapacaktır; fakat, asıl olan, vatan evladı şoförlerimizden, işçilerimizden
sonra, bizatihi, kendi Büyükelçiliğimizin korumalığını yapmak üzere, çok özel
emeklerle, çok özel gayretlerle yetiştirilmiş ve devlete, millete büyük
görevler ifa eden vatan evlatlarının bu şekilde şehit olması hepimizi yürekten
üzmüştür. Bu şekilde oluşum karşısında hükümetin tavrı milletimiz tarafından
beklenmektedir. Doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyetinin manevî şahsına sıkılan
kurşunların hesabının sorulmasını bu hükümetten beklemek öncelikle büyük
meclisin ve sonrasında da Büyük Milletimizin beklentisidir. Kendilerini
rahmetle anıyorum ve bir dahasında, devamedegelen, alışkanlık haline gelen bu
olayların önlenmesi konusunda, hükümetin hangi tedbirlerle meseleyi ortaya
koyacağıyla ilgili Yüce Meclise bilgi vermesini de bekliyoruz.
Kürsüden bayram kutlamak yerine, buradan Kızılay'a
kadar yürüyüp, orada, yolda rastlanan her vatandaşa sormak lazım; bu bir bayram
mı değil mi. O zaman alacağınız cevabı, hep birlikte, gelin, burada tartışalım.
Sayın Baykal'ın ifade ettiği genel görüşme önerisini
büyük bir memnuniyetle karşılıyoruz ve hatta, öylesine bir genel görüşme
olmalıdır ki, birkaç tur devam etmek suretiyle, mesele, hem milletvekilleri
tarafından hem de millet tarafından çok net bir şekilde kavranmalıdır.
Politikayı sadece müzakere tarihi alma çerçevesine kilitli tutmak suretiyle tam
üyelik hedefini yakalayabilmek mümkün değildir. Bir müzakere tarihi alalım da
ne olursa olsun bakış açısı, Türkiye'nin taşınabileceği bir yer değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ağar, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Bilinmesi icap eden bir
gerçek vardır; 17 Aralığa kadar, Türkiye'de, siyasetin bütün içdinamikleri,
mâni olan biz olmayalım psikolojisi içerisinde, kan kusup kızılcık şerbeti diyerek,
meseleyi, önemli noktada, hükümete yardımcı olarak götürmeye gayret
etmişlerdir; ancak, bilinmesi lazımdır ki, ortaya çıkan sonu belirsiz bir
yolculuğun, çok ciddî şartlar ve engeller ortaya çıkarılmak suretiyle, ülkenin
geleceğinde önem taşıyan bu konunun, Türkiye'nin bütün içsiyaset dinamiklerince
çok ciddî bir muhalefet biçimde geliştirileceği açıktır. Meselenin temeli,
Türkiye'nin menfaatlarını korumaktır ve elbette ki öncelikle bu Meclisin görev
verdiği hükümet ve herkesin temel bakış açısı, mutlaka bu olacaktır. Meselenin,
içpolitika çıkarlarının ötesinde bir büyük millî menfaat meselesi olduğu
açıktır. Türkiye'de, herkesin... Bu kompleksin dışında, Türkiye'nin uzun vadeli
millî menfaatlarını çerçeveleyecek biçimde ve elbette, Avrupa Birliği
perspektifini muhafaza ederek, yarın öbür gün müzakere masalarında bu
sıkıntıları tek tek aşacak bir büyük iradeyi var edebilmek bizim temel
meselemizdir.
Batı ile ilişkilerinde, kafalardaki model, Cuma ile
Robinson ilişkisi olamaz. Böyle bir model, Türkiye'nin psikolojisini temsil
etmeye muktedir olamaz. Türkiye, gerçekten, Sümerlerden bu yana, cumhuriyetin,
tarihin bilinen her döneminde merkez ülkesi olmuş bir Türkiye'dir. Türkiye,
daha önce Sayın Başbakanın bir konuşmalarında ifade ettikleri gibi, dünyada
medeniyetin ve gelişmenin varoşlarında kalma, kenar mahallelerde kalma
tehlikesiyle, riskiyle karşı karşıya değildir. Türkiye her zaman merkezde
olmuştur ve büyük tarihsel geçmişiyle de, bugünkü potansiyel ve gücüyle de her
zaman merkezde olacaktır. Yegâne medeniyet, sadece Batı medeniyeti değil; bu
topraklarda kurulmuş medeniyetlerin bugünkü şerefli mirasçıları olarak,
Türkiye'nin, bütün bu süreçte, tam üyelik hedefini, bugünkü müzakere tarihi
kararında olduğu gibi, bu sıkıntılarla dolu süreci aşma mecburiyeti vardır.
Bunların, kabul edilemez şartları, Türkiye açısından, kabul edilebilir hale
getirme mecburiyeti vardır.
Elbette, sürenin kısalığından, bütçeyle ilgili...
Özellikle, bütçeyle ilgili derken, bütçelerin temel varlığı, yaşayan insanın,
Türkiye'nin yaşayan insanlarının meselesine derman olacak devlet metinleri
olarak bilinmektedir; ancak, görünen odur ki, hükümetin getirdiği üçüncü
bütçenin yeni bir IMF anlaşmasının gölgesinde hazırlandığı ortadadır. Ekonomide
kriz varken de IMF anlaşması, krizin ortadan kalktığı iddia edildiğinde de
yeniden bu anlaşmalarla ortaya çıkacak metinlerin, Türkiye'nin çiftçisiyle,
esnafıyla, işçisiyle, memuruyla, emeklisiyle, küçük tüccarıyla, taciriyle geniş
halk kitlelerine getireceği hiçbir şey olmadığı açıkça görülmektedir.
Bugün tarım kesimi büyük bir çöküntü içerisindedir.
Çiftçilerin feryatları Türkiye'nin her yerinden -yüksek seslerle- duyulmakta,
artık, büyük gazete ilanlarına varmıştır. Bugün, Amik Ovası Çiftçiler
Birliğinin; yarın, Egedeki pamukçuların, üzümcülerin; öbür gün, Karadenizdeki
fındıkçıların ve Türkiye'nin Harranıyla, Diyarbakırıyla, Konya Ovasıyla,
Çukurovasıyla, her taraftaki hububatçıların yükselen sesleri ortadadır.
Tarımda ihracat, bu hükümet döneminde sürekli ithalatın
altında kalmaktadır, bu seneki, eksi 400 000 000 dolar civarındadır. Tarımın
gayri safî millî hâsıladaki payı yüzde 14'ten 12'ye düşmüştür. Bizatihi hükümet
programları gelecek dönem tarımda 1,7'lik küçülmeyi öngörmektedir.
Biraz evvel Sayın Baykal'ın ifade ettiği rakamlar,
büyük bir memnuniyetle ifade ediyorum ki, 1997 yılında Doğru Yol Partisinin
iktidardan ayrıldığı dönemlere aittir. 1 litre mazotun 2,6 kilo buğdayla
alındığına dair rakamların, gübreyle ilgili verilen rakamların tamamı bizim
iktidardan ayrıldığımız döneme aittir.
Doğru Yol Partisinin, Demokrat Partiden bu yana, tarihî
ve vicdanî borçları olan çiftçi kesiminin bu şekilde ezilmesine gönlü asla rıza
göstermez. Bütün bunların bir çözümü, bütün bunların karşılığında
insanlarımızın, çiftçilerimizin, köylülerimizin terk etmek zorunda kaldıkları
toprakların yeniden bereketle yeşermesinin yolları, imkânları vardır. Bugün
Trakya'daki ayçiçekçisinden Adana'daki narenciyecisine, pamukçusuna,
Harran'daki, Diyarbakır'daki hububatçısına, bütün Karadenizin her şeyi olan fındıkçısından,
üzümcüsüne kadar her kesim kan ağlamaktadır.
Avrupa'nın pamuk deposu olması lazım gelen yerde, Ege
Bölgesinde, hâlâ daha primlerin açıklanması beklenmektedir. Kendi çiftçimize
veremediğimizi Avrupa çiftçisine vererek zengin edebilme imkânına Türkiye'deki
hiçbir hükümet sahip değildir.
Bugün, Türkiye'de, esnafın, yüzde 25 faizle ve 15
milyar krediyle filan ayağa kalkma imkânı yoktur. Yüzde 5'lere indirilecek
kredi faizleriyle ve 100 milyarları geçecek kredi imkânlarıyla ancak esnafı bir
yere taşıyabilirsiniz.
Kâbus gibi çöken işsizliğe karşı beklenen ve görünen
tedbirler, hükümet tarafından hâlâ oluşturulamamıştır. Çok iyimser sözleri
duyuyoruz, inşallah, bunların olmasından da büyük bir memnuniyet duyarım.
Bir müddet evvel açıklanan Katılım Öncesi Ekonomik
Programında yılda 5 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye beklenirken, bugün,
iki yılda beklenen yabancı sermaye 15 milyar dolara çıktı. Bu gelirse, bundan
büyük memnuniyet duyacağımızı ifade ediyorum; ancak, Türkiye'nin son yirmi
senelik periyoduna bakıldığında -diyebilirsiniz, müzakere tarihi kararı bunda
olumlu rol oynayabilir- bunun ortalaması 1 milyar dolar civarındadır. Son
dönemdeki artışın gayrimenkul satışlarından olduğu gerçeğini gözden ırak
tutmamak gerekmektedir.
Türkiye, elbette, bütün bu zorlukları aşacak, bütün bu
sıkıntıları aşacak gücün sahibi olan bir ülkedir. Ancak, bütün bunları
yaparken, ayağını gerçekler üzerine basmak suretiyle yoluna devam edecektir.
Bir hayal ortamı içerisinde, gerçeklerden uzak, insanların umutlarını ha babam
ötelemek suretiyle, siyasetin bir yere taşınabilmesi, millet yönetiminde bir
yere taşınabilmesi söz konusu bile değildir.
Büyük fedakârlıklarla -bugün Meclisteki odamıza
geldiler- Doğu Anadoludan gelen besiciler kan kusmaktadır. Bütün bu dertlerini
anlatmak istedikleri vakit de, istiskalle, aşağılanmayla karşılanmaktadırlar.
Bunların kabul edilebilirliği yoktur. Bugün, büyük çapta kaçak hayvan
girişiyle, Ağrı ve civarında, et fiyatları 4 000 000-4 500 000 liradır. Oradan
Erzurum'a, Konya'ya, Aksaray'a kadar geldiğinizde, yükselen fiyat ancak 6 500
000-7 000 000, bilemediniz 7 500 000 lira civarındadır.
Ülkenin, esnafını, çiftçisini, köylüsünü, besicisini,
işçisini, memurunu, emeklisini -Allah'ın dışında sığınacağı bir gücü kalmayan
emeklisini- bu kadar geniş bir kesimi rahatlatan bir bütçe yoksa, bu bütçeyi
tartışmakta hepimizin zorlukları vardır. Onlara yönelik herhangi bir
iyileştirmenin üçüncü yıl bütçesinde de olmaması, kendisini iktidara büyük
umutlarla taşıyan iktidar açısından fevkalade zordur. Kabul etmek gerekir ki,
İktidar Partisi milletvekili arkadaşlarımızın, hangi tavır ve rahatlıkla,
Anadolu'nun hangi kasabasına, hangi köyüne, hangi şehrine gidebilme imkânı
vardır! (AK Parti sıralarından "hepsine" sesleri)
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Her tarafına... Hepsine... Her
gün, her gün...
MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Siz gidin, gidebilirseniz
gidin. Sandık geldiği vakit büyük bir rahatlıkla, gittiğinizi görürüz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
bunların hepsi var olan gerçeklerdir. Bu gerçekleri dile getirmek, milletin
vicdanı adına da bizim görevimizdir. Eğer, çiftçi memnunsa -buğdaycı,
hububatçı, pamukçu, ayçiçekçi, hepsi memnunsa -benim diyeceğim bir şey yok;
güle güle gidin. besiciler, hayvancılar eğer hayatlarından memnunlarsa, esnaf
memnunsa, emekli, işçi memnunsa benim söyleyeceğim bir şey yok; mübarek olsun
derim. Bize gelenler ile size gelenler arasında fark var.
O bakımdan, inşallah, milletin gerçek bayramlarını bu
Mecliste kutlama imkânlarımız olacaktır. O bayram da, insanların millî
gelirlerinin gerçek anlamda yukarı çıktığı ve saydığımız bu bütün kesimlerin
meselesinin düzeldiği günler olacaktır.
Sayın Başkanım, müsamahanıza teşekkür ediyorum,
saygılar sunuyorum. (DYP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ağar.
Sayın milletvekilleri, Hükümet adına Sayın Başbakan
konuşacaktır.
Buyurun Sayın Başbakan. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, değerli basın mensupları; Yüce Meclisimizin şahsında,
aziz milletimin her ferdini sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
2005 yılı bütçesi, Plan ve Bütçe Komisyonundan Genel
Kurula inmiş bulunmaktadır; ülkemize hayırlı olsun.
Sözlerime başlarken, Maliye Bakanımız başta olmak
üzere, diğer bakanlarımızla birlikte, uzun bir maratondan sonra, bütçeyi
görüşerek Genel Kurula sunan Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri ile
bürokratlarımıza da teşekkür ediyorum.
Bu arada, Irak Büyükelçiliğindeki görevlerine giderken,
17 Aralık günü saat 11.30'da Musul'da şehit edilen beş polisimize Allah'tan
rahmet diliyorum, geride kalan ailesine sabırlar diliyorum, milletimizin başı
sağ olsun diyorum ve yaralı kardeşimize de yine Rabbimden şifalar temenni
ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisin
bugünkü gündemi, aslında, bütçe görüşmeleri; fakat, görüldüğü gibi, burada,
bütçe görüşmelerinin dışında, 17 Aralık gerekçe alınarak, tamamen Avrupa
Birliği müzakerelerine dönüştü. Bu, zaten beklentimdi de; zira, Brüksel'den
dönerken, Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşlarıma, orada bir
nükteyle de söyledim, herhalde, pazartesi gününün gündemi de belli olmuştur;
Sayın Baykal da, bütçeyi değil de Avrupa Birliğini o gün daha çok ortaya
koyacaktır" dedim. Nitekim de görünen o oldu ve şu anda, bütçeden çok
Avrupa Birliğini müzakere etme noktasına geldik.
Fakat, tabiî, üzüldüğüm nokta şudur: Eğer, Dışişleri
Bakanlığımızın sitesine girip de o günün akşamında, şöyle, orayı bir yoklayıverselerdi,
oradan, kesin, son zirve neticesini alma fırsatları olurdu. O fırsatı, ne yazık
ki, bulamadılar ve yanlış bilgilendirmeyle de, bugün, zirve sonuçlarını, çok
farklı bir şekilde, burada, değerlendirmeye, yorumlamaya kalktılar. Bunun da
ötesinde, eğer, orada da yok diye bir iddianız varsa, o zaman, Sayın Baykal,
Avrupa Birliğinin sitesine girip, oradan da bunları bulma imkânınız vardı;
çünkü, orada da yayımlanmıştı. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Ülkemizin çağdaşlaşma ve muasır medeniyet seviyesinin
üzerine çıkma iradesinin açık hedefi olan Avrupa Birliği üyeliği yolunda en
önemli dönemeçlerden birini, biz, başarıyla aştığımıza inanıyoruz. Aziz
milletimiz, kendi değerlerine sonuna kadar olan bağlılığını koruyan ve
önemseyen bir millettir. Bu millet, aynı zamanda, evrensel değerleri
benimsemiş, çağdaşlaşma iradesine sahip bir millettir. Milletimizin bu iradesi
sayesinde, yüz yılı aşan modernleşme çabaları ve kırkbir yıllık Avrupa Birliği
mücadelesi, artık yepyeni bir zemine geçmiştir. 17 Aralık kararıyla beraber,
Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma
yolunda ciddî bir kazanım elde edilmiştir. Kuşkusuz, bu başarı, özünde milletin
başarısıdır. Milletin bu iradesine vesile olan herkesin de, bu başarıdan
dolayı, bu başarıya olan katkılarından dolayı -bugüne kadar hep belirttiğim
gibi, şimdi de belirtiyorum- kendilerine, tekrar, teşekkür ediyorum ve tebrik
edilme hakkı vardır. Bu nedenle, bugüne kadar bu sürece emeği geçen tüm devlet
ve siyaset adamlarımıza, hükümetlerin mensuplarına, değerli bürokratlara, bilim
adamlarına, gazetecilere ve sivil toplum örgütlerine de huzurlarınızda bir kez
daha teşekkür ediyorum.
Artık Türkiye -şimdi altını çiziyorum- net bir müzakere
tarihi almıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu tarih, 3 Ekim 2005'tir.
ALİ RIZA BODUR (İzmir)- Hangi koşulla?!
CANAN ARITMAN (İzmir)- Hangi şartla?!
GÜROL ERGİN (Muğla)- Brütü nasıl olacak?!
AHMET YENİ (Samsun)- Sabırlı olun biraz, sabırlı.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)- İsterseniz
toptan alalım sizi buraya, siz konuşuverin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Artık Türkiye net bir müzakere tarihi almıştır. Bu
tarih, 3 Ekim 2005'tir, ve bu tarihle ilgili olarak bir de hedef konulmuştur;
bu hedef tam üyelik hedefidir. Tam üyelik hedefi de bu kayıtlarda mevcuttur ve
dağıtıldığı gibi, anlatıldığı gibi değil bu işler ve buna, 25 ülkenin tamamı
onayını vermiştir ve bu onay veren ülkeler içerisinde Güney Kıbrıs da
mevcuttur. Bunu bir kenara koyamazsınız.
Eğer, Güney Kıbrıs, burada, veto hakkını kullanmış
olsaydı, bu onayı da oradan alamazdınız. Orada, bu onayı vermeye sevk eden bir
strateji uygulanmıştır ve bu stratejiyi de bu hükümetin temsilcileri orada
başarmıştır ve bu neticeyi bu şekilde almıştır. (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Millî çıkarlarımız ile Avrupa Birliği ilkeleri
arasındaki uyum gözetilerek yürütülen müzakereler sonucunda, millî çıkarlarımız
ve millî davamız en iyi şekilde korunarak, Avrupa Birliği değerleri zeminine
güçlü bir adım atılmıştır aslında.
Gözlemciler tarafından "sessiz devrim" olarak
nitelenen bu reform sürecini kesintisiz devam ettirmek ve bunu uygulamaya tam
olarak yansıtmakta kararlıyız. Dolayısıyla, ortada herhangi bir ciddî sorun
yoktur.
En çok tartışılan gündemler, Kıbrıs'la ilgili
tartışmalar çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Kararların 19 uncu paragrafında,
Ankara Antlaşmasının Avrupa Birliğinin mevcut kompozisyonuna uyarlanmasını
sağlayacak uyum protokolünü, katılım müzakereleri başlamadan önce gerekli
uyarlamalar üzerinde anlaşmaya varıp, bunlar sonuçlandırıldıktan sonra
imzalamaya hazır olduğumuz beyan edilmektedir. Buradaki hassasiyet budur;
lütfen, burayı iyi anlayın.
Sözü edilen protokolün imzalanması, Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimizin genel çerçevesinin bir gereğidir. Bunu da bilmek durumundayız.
Bu metinde de belirtildiği üzere, bu, ancak, karşılıklı
mutabakatla neticelendirilecektir. Eğer, bu karşılıklı mutabakat sağlanmadığı
takdirde, bu, asla yürürlüğe girmez. Anılan protokolün imzalanması, tanıma
anlamı da taşımamaktadır. Lütfen, bunu uluslararası devlet hukukundan
anlayanlarla şöyle bir tartışır, müzakere ederseniz, onun da neticesini oradan
alırsınız; biz de bu neticeleri almış durumdayız. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Unutmayalım ki, Türkiye, 25 üyeli bir ortaklığa
girmektedir. Bu nedenle, bu 25 üyeyle müzakere yürütülecektir. Dolayısıyla,
Türkiye'nin, bu 25 ülkeden birini şu aşamada tanımaksızın müzakere pozisyonu
elde etmesi, esasında millî çıkarlarımızı koruma konusundaki hassasiyetimizi de
göstermektedir. Böylece, Hükümetimiz, millî davayı en iyi şekilde koruyarak ve
Avrupa Birliği perspektifini de elde tutarak en iyi pozisyonu elde etmiştir.
Esasen, tanıma konusunda açıklığa kavuşturulması
gereken husus şudur: Tanıma kararı alan ülke, bu konudaki iradesini siyasî bir
beyanla ortaya koymalıdır. Bu beyanın tanıma etkisini göstermesi de, söz konusu
tanımanın içeriği ve çerçevesinin karşı ülke tarafından kabul edilmesiyle
mümkündür. Uluslararası hukukta "dolaylı tanıma", "fiilî
tanıma", "doğrudan tanıma" gibi kavramlar vardır. Ancak, ilgili
ülke, alınan kararın, tanıma sonucunu doğurmayacağını belirttiği takdirde,
bundan tanıma sonucunu çıkarmak da mümkün değildir. Dolayısıyla, biz, Avrupa
Birliği Konseyine söz konusu protokolün imzalanmasının tanıma anlamına
gelmediğini, Kıbrıs Rumlarının, Kıbrıs Türklerini temsil edemeyeceklerini,
Türkiye'nin, Kıbrıs sorununa ilişkin mevcut hukukî ve siyasî tutumunu
sürdürdüğünü de açıkça zirvedeki sonuç bildirgesinin okunması sırasında ortaya
koyduk.
Özetle, bizim söylediğimiz şudur: Türkiye'nin Avrupa
Birliği üyeliği kırkbir yıllık bir ulusal hedeftir, Kıbrıs ise, daha uzun
yıllara dayanan bir ulusal davadır. Akılcı politikalar yürütüldüğü takdirde bu
ikisinin çelişen hedefler olmadığını düşünüyor ve politikamızı da buna göre
sürdürüyoruz.
Uyum Protokolüyle ilgili meseleye, ülkemizin Kıbrıs'a
ilişkin hak, hukuk ve çıkarlarını gözeterek nasıl bugüne kadar yaklaştıysak,
bundan sonra da aynı şekilde yaklaşacağız. Aziz Milletimiz bu konuda müsterih
olmalıdır.
Esasen, anılan protokolün imzalanmasının tanıma anlamı
taşımayacağı, Avrupa Birliği zirvesi sırasında, Avrupa Birliği Dönem Başkanı
Sayın Balkenende tarafından gerek zirvede gerek zirveden sonra açıklanmıştır;
aynı şekilde, Sayın Schröder tarafından açıklanmıştır; aynı şekilde, Sayın
Blair tarafından açıklanmıştır; aynı şekilde, Avrupa Birliği Komisyon Başkanı
Sayın Barosso tarafından açıklanmıştır. Bütün bunlar açıkça ifade edilmiştir ve
bunların hepsi, artık, uluslararası basında da kayda girmiştir. Ayrıca, Avrupa
Birliği Dönem Başkanı da, yaptığı açıklamalarda, bunun tanıma olamayacağını,
tekrar tekrar, teyiden, daha sonraki bazı toplantılarda da ifade etmiştir.
Son tahlilde, önemli olan Türkiye'nin ne dediğidir.
Burası çok önemli. Bizim tanımadığımız bir ülkenin bize "hayır,
tanıyorsun" şeklinde bir dayatmayla tanıtılması imkânı mevcut değildir.
Kararda, Avrupa Parlamentosu kararı not edilmiştir.
Bunu da saptırmanın anlamı yok. Allahaşkına düşünün yahu,. şu Avrupa
Parlamentosunda, bugünlere kadar Türkiye'nin lehinde acaba 10 tane
"evet" oyu çıkar mıydı be?.. Şimdi, Türkiye'nin lehine, oradan, 400'ü
aşkın "evet" oyu çıkıyor. (AK Parti sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) ve bu kararın, müzakerelerin olumlu başlatılmasına ilişkin
neticeleri var. Bunlar durup dururken olmuyor. Türkiye'deki mevcut hükümetin dışpolitikadaki
etkinliğinin neticesidir bu; münasebetlerin neticesidir bu. Bunlar olmamış olsa
bu neticeleri almak mümkün mü? Bunları, şüphesiz ki, Parlamentomuz bugüne kadar
gösterdiği dayanışmasıyla, milletimizin verdiği destekle, bütün sivil toplum
örgütlerinin bu noktadaki tavrıyla oluşturan bir süreç yaşadık ve bu süreç,
inanıyorum ki, bundan sonra da, aynı etkinliğini sürdürerek devam edecektir.
Bilindiği üzere, Avrupa Parlamentosu kararlarının
-bunun da altını çiziyorum- bağlayıcı bir niteliği de yoktur. Bununla birlikte,
Avrupa Parlamentosunun, Türkiye'ye "evet" dediği kararlarla ilgili
oylamanın tüm dünya basınına yansıyan görüntüsü, aslında, Türkiye için çok
büyük bir tanıtım olmuştur. Burayı iyi görmemiz lazım ve değerli arkadaşlarım,
kararın 22 nci paragrafı, Türkiye'nin Kopenhag Siyasî Kriterlerini yerine
getirdiğini belirtmekte ve kamuoyunun malumu olan 6 yasanın yürürlüğe girmesi
kaydıyla, müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlayacağını ifade etmektedir.
Zirve kararlarının, Türkiye bakımından en çarpıcı boyutu, hiç kuşkusuz, bu
hükümdür. Bu hükümle, Türkiye, kırkbir yıllık mücadelesinin, evet, önemli bir
dönemecini kazanmıştır ve bunu başarmıştır.
Delegasyonlar ve daimî koruyucu tedbirler... Burada da
yanlış izahatlar var; yanlış bilgilendirmeler var ve ben, Sayın Genel Başkana
şunu söylemek istiyorum: Elinizdeki tercüme edilmiş olan bildirge, üzerinde son
değerlendirmelerin yapılarak, oradaki değişikliklerin yapıldığı bir metin
değildir; yanlış metin üzerinden tercümeler yapılmıştır. Bu konuda, özellikle
bilgilenmenizi istiyorum.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Tercüme kullanmıyoruz;
orijinal metne bakıyoruz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İşin doğrusu
yanımdadır; buradadır...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Orijinal metin var Sayın
Başbakan.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - ... ve o
konuda, maalesef, iyi araştırın; bunu araştırdığınız zaman, yanlışlıkların
nerede olduğunu da göreceksiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başbakan, elimizde
orijinal metin var..!
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başbakan, söyleyin de,
öğrenelim...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) -Anlatayım...
Anlatayım...
CANAN ARITMAN (İzmir) - 22 nci maddeyi baştan sona bir
okur musunuz...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız,
hedef, tam üyeliktir... Hedef, tam üyeliktir.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Okuyalım Sayın Başbakan...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ben, çok iyi
okudum onu.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başbakan, bu,
orijinal metin...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Algan Bey,
çok iyi okudum.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Okuyun; biz de bilelim.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bütün bürokratlarımla,
bütün siyasetçi arkadaşlarımla, hep beraber, onu gayet iyi okudum. Bunu, bir
de, muhataplarımızla da gayet iyi müzakere ettik enine boyuna.
Bakınız "ucu açık" ifadesini, bir defa, iyi
kavramalısınız. Bu müzakereler, yani, chapter'lar denilen, fasıllar denilen...
Her faslın başlangıç ve bitiş tarihi diye bir tarih yoktur. Bugüne kadar,
hiçbir ülke, böyle bir müzakere yapmamıştır. Başlar, müzakere devam eder,
bittiği anda biter; bunlarla ilgilidir.
Haa, burada bir şey vardır; nedir o: "Tam üyelikle
ilgili bir garanti yoktur" ifadesine eğer takılıyorsanız... Bizden
öncekiler için tam üyelik verilmiştir; ama, ondan sonra, örneğin, bir
İngiltere, onbirbuçuk yılda müzakereleri bitirebilmiştir ve -Fransa
Cumhurbaşkanı De Gaulle döneminde- iki kez veto edilmiştir İngiltere. Aynı şey
Portekiz'in başına da gelmiş, aynı şey İspanya'nın başına da gelmiştir.
Tabiî, sizler, hep bardağın boş tarafına bakmaya
alıştığınız için, olaya, yine, böyle bakıyorsunuz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Eğer, dolu tarafına bakıp da "biz, iki yıl içerisinde, şu
Parlamento el ele verdik; ya bu işi nasıl başardıysak bundan sonraki süreçte de
biz, bu işi, evvel Allah başarırız, bu millet bunu başarır" deseniz,
inanıyorum ki, o zaman bu bayramı siz de yapacaktınız. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
CANAN ARITMAN (İzmir) - Bayram yokken bayram
yapılıyor!..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Doğru
diyorsun... Biz, ona da "eyvallah" deriz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Kendimizi kandırmasak
işbirliği yaparız da!..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şunu çok iyi
bilmemiz gerekiyor ki, derogasyonlar olayında bir şeyi daha ortaya koyayım; o
da şudur: Bakınız, zikrettiğiniz, gerek emeğin serbest dolaşımı gerek tarım
vesaire, bu konularla alakalı olarak da şunu iyi bilmemiz gerekiyor: Bu, tek
taraflı bir olay değildir, karşılıklı bir olaydır; taraflar oturur ve belgeler.
Neyi belgeler; "bende işsizlik had safhaya varmıştır; artık, ben, emek
transferine, emeğin ülkeme girmesine müsaade edemiyorum" der ve bunu
tevsik edebilirse, bunu belgeleyebilirse, karşılıklı mutabakatla, o zaman
buraya emeğin girişine müsaade edilmez, buna bir süre verilir. Haa, bu süre beş
sene olur, on sene olur; o, ayrı mesele. Bu, sadece onlar için değil bizim için
de geçerli olan bir süreçtir. Bu, zaten anormal bir olay değil; ama, burada,
daimîlik bir hak olarak vardır. Daimî olarak bu derogasyonların devamı, hak
niteliğindedir; yani, bunu taraflar hak olarak kullanabilirler. Ne yaparak;
tevsik ederek kullanabilirler. Aksi takdirde, bunu da kullanma yetkileri
yoktur.
Bir başka husus, tüm Kopenhag Kriterleri dikkate
alınmakla birlikte, eğer aday ülkenin, üyeliğin tüm yükümlülüklerini yerine
getirecek durumda olmaması halinde, aday ülkenin Avrupa yapılarına mümkün olan
en güçlü bağla tam olarak bağlanmasının sağlanacağı keyfiyetidir. Burada önemli
olan, ortak amacın en başta katılım olmasının vurgulanmasıdır. Ondan sonraki
süreç, bizim tasarrufumuzda olan bir süreçtir. Sonucu kimsenin garanti
edemeyeceği de gerçeğin ta kendisidir. Aday ülkenin üyeliğin tüm
yükümlülüklerini yerine getirememesi durumunda ne olacağına karar verecek olan
ise, aday ülkenin kendisidir; yani, Türkiye, kendi kaderini kendisi tayin
etmeye gücü yeten bir ülkedir. Türkiye, kendi ayakları üzerinde durma iradesine
her zaman sahiptir, bundan sonra da sahip olacaktır; lakin, Avrupa Birliği,
böyle bir durumda dahi, güçlü bağları korumak yolunda bir arzu izhar etmiştir.
Bu, Avrupa Birliğinin, en kötü ihtimale ilişkin niyetidir. Bizim amacımız ise,
katılım süreci içinde, tüm yükümlülüklerimizi, karşılıklı dayanışma, işbirliği,
uyum ve hakkaniyet içinde yerine getirerek, Avrupa Birliğinin üyesi olmaktır.
Bugünden, en kötü senaryo üzerinde odaklanmanın bir anlamı yoktur. Çalışmalı ve
kendimize güvenmeliyiz.
Müzakerelerin başlatılması kararı, Türkiye için önemli
bir başarıdır. Türkiye, bu başarıyla, bütün dünyanın gündemindedir. Önümüzde
daha güç bir dönem vardır; ama, en önemlisi, reform sürecinin, her alanda,
yaygınlaştırılarak sürdürülmesidir. Biz, bu yönde, her türlü çabayı göstermeye
hazırız. Bu süreçte, Avrupa Birliğinin de bizimle işbirliği yapmasına ve
desteğine önem vermekteyiz; bunu, açıkça, Avrupa Birliğinden beklemekteyiz.
Bizim Türkiye için istediklerimizin sınırı yoktur. O
nedenle, hiçbir müzakerenin sonucu bizi tam olarak tatmin etmez. Kuşkusuz,
kararlar daha iyi yazılabilse, müzakereler daha erken bir tarihte
başlayabilseydi elbette daha mutlu olurduk; ama, şunu kabul etmeliyiz ve
etmelisiniz ki, Türkiye, rasgele, sıradan bir ülke değil. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bu kadar kolay olsaydı, herhalde bu süreç de kırkbir yıl
sürmezdi. Bu kırkbir yıllık süreci gayet iyi yaşayanlar var. Neden buraya kadar
sürdü bu süreç, bunu çok iyi bilenler var; bunların hepsi kayıtlarda mevcut.
Bunu bildiğimize, bildiğinize göre, burada, şu iki yıl içerisinde atılan
adımların ne kadar önemli olduğunu bilmemiz ve onu bir kenara itmemiz pek
insafla bağdaşmaz ve 17 Aralık kararlarının içeriğini tartışmak ile 17 Aralıkta
Türkiye'ye müzakere kapısının neden kapandığını tartışmak arasında bir tercih
söz konusu olursa, herhalde, Anamuhalefet Partimiz de "neden bu kapı
kapandı" sorusunu o zaman soracaktı. Biz, şimdi, neden bu kapı kapandı
değil, işte bu kapı nasıl açıldı; bunu anlatıyoruz sizlere; başarı burada. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Nihayet, Avrupa Birliğiyle gerçek anlamda ilk kez
gerçekleştirilen böyle bir müzakerenin ayırt edici özelliklerine de değinmekte
yarar vardır. 16 -17 Aralık zirvesi sırasında Avrupa Birliğiyle klasik anlamda
ikili bir masabaşı müzakere yürütülmemiştir. Avrupa Birliği karşımıza tek bir
devlet olarak değil, 25 üyeli bir blok olarak çıkmıştır. İlaveten, Komisyon da,
müzakerenin ayrı bir tarafı olarak burada yer almıştır. Asıl önemlisi, sonuç,
ciddî bir zaman baskısı altında alınmaya çalışılmıştır. 25 üyenin ortak
çıkarlarını gözetmeye çalışan Avrupa Birliği, haliyle, kimi zaman son derece
talepkâr olabilmiştir. Bütün bu olumsuz koşullara ve hepimizin malumu, bir
Avrupa Birliği üyesinin özellikle Uyum Protokolü konusundaki dayatmacı tutumuna
rağmen, görüşlerimiz Avrupa Birliği tarafında yankı bulmuş ve makul bir orta
yolda buluşulabilmiştir.
Aziz Milletimiz bu noktada müsterih olsun. Bu kararlar
çocuklarımızın daha iyi bir Türkiye'de yaşamasına imkân verecektir. Bu konuda
şimdiye kadar verdiği destek için, ben, tekrar, Anamuhalefet Partisine teşekkür
ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Diğer muhalefet milletvekillerine
teşekkür ediyorum, sivil toplum örgütlerimize, tekrar, teşekkür ediyorum.
Burada bazı gerçekleri de, tabiî, ifade etmem lazım.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Türkiye'ye döndük;
halkımızın bir heyecanı var. Bunu bir bayram ilan etmemiz konusunda nedense
rahatsızlık var. Niye rahatsızlık duyuluyor ki; tarihî bir kayda giriyoruz ve
bu, anılacak, artısıyla eksisiyle anılacak. Ama, bu bir başlangıç; nerede;
dönemeç noktasında ve bundan sonraki süreç, bizi farklı bir yere doğru taşıyor.
Bakınız, ülkenin sadece siyasî yapısını değil, sadece kültürel yapısını değil,
bu, aynı zamanda, askerî yapısını da, ekonomik yapısını da etkileyen yeni bir
süreç olarak başlıyor ve bu süreçte, âdeta, çağdaş, modern bir Türkiye'nin
kuruluşu gündeme oturuyor ve bunu, bu bayramı hep beraber yaşamamız lazım.
Bundan kaçınmaya, çekinmeye hiç gerek yok ve biz, o karma pozisyonu gördüğümüz
zaman ayrıca mutlu olduk ve bu mutluluğu hep birlikte de yaşıyoruz.
Bakın, bize Brüksel'de de bunu sordular. Sordukları
zaman, biz başardık, dedik; yüzde yüz asla değil, dedik ve bu karar bizi asla
şımartmayacak, dedik ve biz bunun bilinci içerisindeyiz. Burada her şey tam,
her şey dört dörtlük... Geldiğimiz andan bu yana böyle bir iddianın içerisinde
bulunmadık; Brüksel'de de bulunmadık, burada da bulunmadık ve şimdi, bu
eksiklikler nelerdir; bu süreç içerisinde de bunları giderecek ve inşallah,
müzakerelere de böyle oturacağız.
Tabiî, ben burada bir şeyi daha açıkça ifade etmek
istiyorum; o da şudur: Sayın Baykal, sürekli, ısrarla bir şeyin üzerinde
duruyor, o da şu: İkinci sınıf, üçüncü sınıf... Eğer siz kendinizi ikinci sınıf
kabul ediyorsanız, ben buna bir şey diyemeyeceğim; ama, biz kendimizi böyle
kabul etmiyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Çok ayıp!.. Çok ayıp!..Ne
alakası var...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bu millet,
birinci sınıftır ve bunun gereğini orada ortaya koymuş ve bu mücadelenin
sonucunda da bunu koparmıştır ve bunu almıştır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - "İkinci sınıf" sözünü
size söylemedi ki.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bana derken,
şahsımı kastetmiyorum zaten, Türkiye'ye bu söylendiği için ağırıma gidiyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ama, siz bize söylüyorsunuz
Sayın Başbakan!..
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) -
"Türkiye'ye burada ikinci sınıf bir üyelik biçiliyor" deniliyor.
Burada, Türkiye'ye ikinci sınıf bir üyelik biçilme gibi bir şey söz konusu
değil. Böyle bir yere kendi kendimizi oturtmanın gayreti içerisine girmek çok
yanlış.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Türkiye'yi o duruma
düşürdüğünüzü söylüyor.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Onu siz kabul ettiniz, biz
değil.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Böyle bir şey
yok. Böyle bir şey kabul edilmemiştir. Böyle bir şeyle itham...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - İmza altına aldınız.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın, onu da
bilmiyorsunuz, burada imzalanan bir şey de yok.
GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Söyleyin canım öyleyse.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bir
milletvekili olarak bunu da öğrenin; burada imzalanan bir şey yoktur. Burada,
Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı, sadece, aldığı kararı açıklar. Burada herhangi
bir şeye imza atılmaz. Bakın, o kadar bilmiyorsunuz ki "Başbakan niye
imzalamadı" diyorsunuz. Başbakan, muhatabı başbakan olursa imzalar, devlet
bakanıyla imzalamaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
O da 19 uncu paragrafla alakalıdır. Bize bu teklif
edildiği zaman, biz kendilerine şunu söyledik: Eğer bu metne, gelir de Sayın
Balkanende imzayı koyarsa, imzayı koyarız. Üçüncü imza da Barosso olur, imzayı
koyarız." Dediler ki: "Dışişleri Bakanı atsın." Biz, eğer
Dışişleri Bakanımızın muhatabı dışişleri bakanı olursa imzalarız; ama,
Dışişleri Bakanımızın muhatabı dışişleri bakanı olmazsa, o da imzalamaz dedik.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Bunun üzerine, dediler ki: "Devlet Bakanı
Nikolai imzalayacak." Eğer Devlet Bakanı Nikolai imzalayacaksa, o zaman
bizim Devlet Bakanımız Beşir Bey burada, Beşir Bey bunu imzalar dedik. Bu nedir
biliyor musunuz; bu, bu milletin bu noktadaki hassasiyetinin ifadesidir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Demek ki, imza var.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İmzalanan tüm
metin değil, sadece 19 uncu maddeyle ilgili değişikliktir, diğerleri değil. Onu
da öğren.
Ayrıca, burada, bir başka konu var; bunun içerisine de
girmek istiyorum; o da, medyada çeşitli yorumların çıkması, vesaire. Çıkabilir,
yani, medya her türlü yorumu yapabilir, yapmıştır da. Orada Hükümetin,
yetkililerin koyduğu tavırlar niçin Anamuhalefeti rencide ediyor ki?! Koyulması
gereken bir tavır varsa, yeri geldiği zaman koyulur. Yapılmış olan da budur;
çünkü, bu, orada bir sinir harbidir, bir strateji mücadelesidir. Yapılmış olan
budur. Ama, ben, gücümü, kuvvetimi sizden aldım, siz burada güzel açıklamalar
yaptınız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu açıklamalardan aldığım güçle bunu
yaptım. Eğer, o açıklamalarınız olmasaydı, ben bunu yapamayacaktım.
Değerli arkadaşlarım, ben de biraz olsun bütçeyle
ilgili şöyle bir değerlendirme yapayım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, tabiî, Avrupa Birliği yolunda
aldığımız bu mesafe, 17 Aralık zirvesinden sonra, kısaca bir özetlemeyle
birlikte, gördüğünüz gibi, piyasaya olumlu etkilerini vermeye başladı.
İnşallah, bu etkiler artarak gelişecek; bundan hiç endişeniz olmasın.
Tabiî, burada, özellikle şunu ifade etmek istiyorum:
Bakınız, şu anda doğrudan yabancı sermayenin Türkiye'ye girişi başladı ve hemen
ilk gelenler, ilk kafileler gelmeye başladı. Özellikle 5084 sayılı Yasayla
ilgili talepler artmaya başladı. Bunlar geliyor ve bunlarla ilgili olarak
Türkiye'de işsizlik konusunda yeni bir dönem başlıyor. Bu dönemde de,
inanıyorum ki, doğrudan yabancı sermayenin ülkemizde attığı adımlarla birlikte,
göreceksiniz, istihdamda da farklı, olumlu gelişmeler olmaya başlayacak.
Gelir gider kalemleri arasındaki uçurum, harcama
kalemlerindeki sınır tanımazlık, bizim iktidarımızda ilk kez sona ermiştir.
Kamu harcamalarında, ilk kez, ayağımızı yorganımıza göre uzatıyoruz, yerli ve
yabancı yatırımcıların güvenini zedeleyecek yanlış adımlardan kaçınıyoruz;
ekonominin bütün aktörlerinin önlerini bu vesileyle görmesini sağlıyoruz.
Değerli milletvekilleri, bu dikkat ve titizliğin eseri
olarak, öngördüğümüz hedeflerin tamamını tutturuyoruz ve bu hedefler sizin de
malumunuzdur. İşte enflasyon, işte büyüme, işte faizlerdeki durum.
Bakınız, şunu nasıl görmezlikten geliriz: Göreve
geldiğimizde, Türkiye'de nominal faiz yüzde 69'du; bakın, şu anda yüzde 21'e
düştü. Nereden nereye.... Aradaki fark yüzde 48. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Bu, kimin cebinden çıkıyordu; milletin cebinden
çıkıyordu. İç borçlanmada bu kadar yüksek faizle borçlanırken, şimdi yüzde
21'le borçlanıyoruz. Devamlı, gündeme, borç stoku, borç stoku... Tamam, borç
stoku da, nasıl bir Türkiye aldık, ortada. Yani, bunlar hazır mıydı, var mıydı
da biz borç stokunu artırmaya başladık? Zaten borçla borcu döndüren, onu bir
yerde halletmeye, çözmeye çalışan bir ülke durumundaydık; ama, şimdi, biz,
parayı ucuza satın alıyoruz; geçmişle aramızdaki fark bu. Yüzde 69'la
alınırken, şimdi yüzde 21'le alınıyor, buralardan buraya geldik; yani, bir iki
puanın nelere mal olduğunu düşünün. Sadece, bizim, geçen yılın bütçesinde
ödememiz gereken faizlerde neyi kazandığımız çok açık, net ortada. Neyle oldu
bu; işte ucuz borçlanmayla oldu. Eğer bu ucuz borçlanma olmasaydı, o zaman,
bütçedeki o hane 7 katrilyon lira daha fazla olacaktı. Bu noktadayız.
İnanıyorum ki, bu yıl daha da iyi olacak.
Açık söylüyorum, şaşıracak hiçbir şey yok; iyi niyetle
gelir-gider dengesi kurduğunuz zaman; yani, kazancınıza göre harcama yaptığınız
zaman işleriniz de rast gidiyor.
1995 yılında bütçe harcamaları 1,33 katrilyon lira
olarak hedeflenmiş, yıl sonunda 1,72 katrilyon lira olarak gerçekleşmiş.
1997'de hazırlanan bütçe, 6,25 katrilyon lira olarak planlanmış, yıl sonunda
8,05 katrilyon lira olarak neticelenmiş. 1998'de, bütçe, 14,78 katrilyon lira
olarak planlanmış, 15,61 katrilyon lira olarak gerçekleşmiş. 2002'de, bütçe,
98,1 katrilyon lira olarak planlanmış, 115,6 katrilyon lira olarak
gerçekleşmiş; yani, 17 katrilyon lira fazla harcama yapılmış.
Gelelim, bizim, Türkiye'nin emanetini devraldığımız
döneme. Bizim dönemimizde, 2003 yılında ise, toplam bütçe harcamaları 145,9
katrilyon lira olarak planlanmıştır. Bakınız, bir önceki yıl, 17 katrilyon lira
bütçe gelirlerinden fazla harcama yapılırken, bizim iktidarımızın ilk yılında
-harcamalar 5,5 katrilyon lira azalarak- planlananın altında, 140,5 katrilyon
lira olarak neticelenmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar) 2004'te, bütçe,
149,9 katrilyon lira olarak planlanmış, 139,1 katrilyon lira olarak
gerçekleşmektedir; yani, burada da, 10,8 katrilyon lira tasarruf edilmiştir.
İşte bu fark, AK Parti İktidarının farkıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekili arkadaşlarım, kamu kaynaklarının
yönetiminde, ülke kaynaklarının ülkeye kazandırılmasında, bizim farkımızı, iş
tutma biçimimizi ortaya koyan çok örnekler var; fakat, bunları, inşallah, bir
hafta sonraki bütçenin kapanış görüşmelerinde gündeme getirmeyi daha uygun
buluyorum.
2001 krizinde, Türkiye'nin durma noktasına geldiğini
biliyorsunuz, büyüme bir yana, Türkiye küçülüyordu; ama, şimdi, OECD ülkeleri
arasında Türkiye 1 numara.
Bunların hepsini yok farz ediyoruz! Bakın, enflasyonu
da yok farz ediyoruz; şu anda, enflasyon, yüzde 33 - 34'lerden tek haneli
rakama iniyor, diyoruz ki "bunlar teknik rakamlardır, bunlar kitapların
arasındadır" filan!.. O zaman, bunları niye icat etmişler acaba?! Niye
bunlar var?! Niye bunlar var?! (AK Parti sıralarından alkışlar)
2003'te büyümeyi yüzde 5 olarak öngördük, yıl sonunda
5,9 oldu. 2004'te yüzde 5 olarak öngördük; ama, gördüğünüz gibi, bu yıl, ilk
altı ayda yüzde 13,5'lerdeydi; görünen o ki, yüzde 10'un altında, 10'a yakın, o
civarda yine bitecek.
Değerli arkadaşlarım, biz, bu noktada işimizi sıkı
tutuyoruz ve gayretle, geleceğe, ülkemizi çok daha farklı bir şekilde
götürmenin gayretindeyiz. Burada bir şeyi ifade edeyim: Özellikle, 2001 yılında
bütçenin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 45 iken, 2002 yılında yüzde
42'dir. Bakın, bu çok önemlidir. Bizim hesabını tuttuğumuz 2003 yılında ise
yüzde 39'dur. Keza, 2004 yılında yüzde 32,8 olmuş, 2005 yılı ise yüzde 32,36
olarak planlanmıştır. AK Parti İktidarının iş görme tarzını en açık olarak
gösteren hususlardan biri, bütçelerin de küçülmesidir. Bu gelişme, hayatî
derecede önemlidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçeyle ilgili
önemli bir husus da bütçe açıkları. Bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya
oranı yıllar itibarıyla azaldığı gibi, 2005 bütçesinde ciddî bir azalma
göstermektedir. Bizden önce bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı,
2001'de yüzde 16,45; 2002'de 14,58 iken, bizim yaptığımız bütçelerde, 2003'te
12,7 hedeflenmişken, gerçekleşme 11,27 olmuştur. 2004'te 10,92 hedeflenmişken,
7,27 olarak gerçekleşmiştir. 2005'te hedefimiz 6,06'dır.
Bizim hazırladığımız bütçelerin en önemli
özelliklerinden biri de, sosyal politikaların, ekonomi politikalarıyla birlikte
ele alınmasıdır. Bu konuda, tabiî, bazı şeyler söyleniyor; söylenecek,
normaldir. Bakınız, biz, geçen yıl, Türkiye genelinde, halkımıza 700 000 ton
kömür dağıttık. Bütün Türkiye'nin dört bir yanına bu gitti. Bu yıl 1 200 000
ton, yine, kömür dağıtılması planlandı; bunun yaklaşık 1 000 000 tonu halkımıza
ulaşmış durumda. Aynı şekilde, geçen yıl ve bu yıl, okullarımızda, ilköğretimde
çocuklarımıza kitaplarını bedava verdik. Daha da önemlisi, yükseköğrenimde,
göreve geldiğimizde, kredi olarak öğrencilerimize verilen kredi 45 000 000'du;
ama, bakın, şu anda 110 000 000'a çıktı. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Çok fazla(!).. Azaltalım(!)
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bu yıl
geldiğimiz nokta; artık, kredi, burs verilmeyen öğrenci hemen hemen kalmıyor,
bu noktaya geldik ve bunlar, yapılmış olan sosyal politikalarımızın
gerekleridir ve bu devam edecektir. Bunlardan, tabiî, hiç rahatsız olmaya gerek
yok; ama, bunlara da, lütfen, bir kılıf giydirmeye, gömlek giydirmeye
çalışmayalım.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sığ sosyal politikalar bunlar.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Bu rakamlar çok düşük; onu
belirtmeye çalışıyoruz.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İnşallah daha
iyisi olsun, biz de onu isteriz tabiî ki; ama, şu anda gücümüz buna yetiyor.
Gücümüzün yettiği kadarını şu anda yapıyoruz.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Bugün 110 000 000 lira, para
mı?!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Fakat, iki
yılda 45 000 000'dan 110 000 000'a geliş, şöyle, mevcut enflasyon oranlarını
değerlendirdiğiniz zaman, herhalde, bunun üstünde bir rakam olması sebebiyle
ciddî bir rakam.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Üstelik, isteyen herkese Sayın
Başbakan...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Temennimiz o
ki, bunu daha iyi bir konuma taşımaktır, getirmektir.
Vakit, tabiî, dar; ancak, bazı şeyler söylenildi, şöyle
birkaç kalem de ben söyleyeyim. Bakınız, Ocak-Kasım 2004 -kümülatif olarak
söylüyorum- gıda yüzde 4,6; şimdi ise Kasım 2004 -oniki aylık veriyorum- yüzde
6,1; giyimde yüzde 1,7 artış, ocak-kasım; şimdi ise binde 8... Elektrik ve
gazda, bildiğiniz gibi, 7,3-8,2. Ki gaz, malum, dışa bağımlı bir olay.
Elektrikli ev eşyalarına geliyorum; onda, yüzde 18,9 gibi yıl boyu fiyatlarda
bir düşüş söz konusu. Sağlıkta yüzde 8,2; şimdi ise yüzde 8,6; ulaşım
hizmetlerinde yüzde 8,5; şimdi ise yüzde 8,1; gazete, kitap, kırtasiyede yüzde
3,9; şimdi ise yüzde 4, ortalaması yüzde 9,8; yani, şu anda, enflasyonla hemen
hemen aynı.
Görüyorsunuz, iyi bir gidiş burada var ve bunu
gölgelemek, lekelemek... Bu gayretin içerisine girmeye de gerek yok. Şunu da,
yine, ayrıca söyleyeyim: Sayın Baykal'ın söylediği emeklilerle ilgili TÜFE
farkı konusu 2000 yılına ait bir konu biliyorsunuz. Bununla ilgili şu ana kadar
24 trilyon lira ödenmiş vaziyette; ancak, hâlâ yargıda bu konu. Yargı bu işi
neticelendirdiği anda, o kesin karara göre, şüphesiz ki, biz, bu parayı, hemen,
anında veririz.
Biliyorsunuz, yıllar yılı sürmüş olan nemalar
meselesini de Hükümetimiz taksitlendirdi; anaparadan başlamak üzere onların da
nemalarını ödemeye başladı, hiç aksamaksızın bunlar da ödenmektedir.
Tabiî, buradaki bir diğer konu da şudur: Türkiye'de
ulaşımda çok ciddî fiyat düşüşleri söz konusu. Aynı şekilde, telekomünikasyonda
fiyat düşüşleri söz konusu. Bakın, hava taşımacılığında bilet fiyatları yüzde
50 ile yüzde 90 arasında ucuzladı. Aynı şekilde, karayolu otobüs yolcu
taşımacılığında bilet fiyatları yüzde 25 ucuzladı. Deniz taşımacılığında, tüm
kabotaj hattı içerisinde yüzde 65... ÖTV'de yaptığımız indirim sebebiyle
oralarda fiyatlar ciddî manada düştü. Bütün bunlarla, posta taşıma ücretlerinde
yüzde 25 gibi bir indirim bu arada yapıldı. Telefon ücretlerinde indirim
yapıldı ve bu indirim, mesafelere göre de, yüzde 30 ile yüzde 200 arasında
değişiyor ve bütün bunlarla birlikte, tabiî, geliyorum son bir noktaya, o da
şu: Tarım noktasına... (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, 2002 yılında Türkiye'de 6 500 tane
traktör elde vardı; 2003'te 16 500, 2004'te ise, şu anda dokuzuncu ayın sonu
itibariyle 22 500 civarındaydı. Yıl sonu itibariyle tahminimiz, 30 000 traktör
olacağı istikametindedir. Bu neyi gösteriyor; herhalde cebinde bir şeyi
olmayanlar bu traktörlerin sahibi olamaz; bir şeyler var ki bu traktörler
alınıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bir de, gayrimenkul olayına atıfta bulunuldu. Evet
"gayrimenkullerden kaynaklanıyor" denildi. Gayrimenkuller de yine
eğer satılıyorsa -bir ara durmuştu satışlar biliyorsunuz; ne daire, ne arsa
satılıyordu; hiçbir şey satılmıyordu- demek ki satışlar başladı; piyasa
hareketlendi. Bundan hiç rahatsız olmayacağız. Piyasa ne kadar hareketlenirse o
kadar iyi olur.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Lojmanları da çok iyi
sattınız!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Merak etme,
onları da gayet iyi satacağız; müşteriyi buldukça. Müşterisi bulunmazsa yerinde
durur; müşteriyi bulduğumuz zaman satarız. Fiyatını bulduğumuzda satarız;
çünkü, bizim öyle rastgele, ucuza vereceğimiz malımız da yok. Fiyatını
bulduğumuzda satarız.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Milletvekillerinin günahı
neydi?!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) -
Milletvekillerimiz bu noktada millet için...
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Bizim günahımız neydi?! Ne
günahımız vardı?!
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ee, millet
için buradayız ya! Millet için burada olduğumuza göre, o fedakârlığı yapacağız.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Hiç o konuda şikâyetimiz yok.
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Çok teşekkür
ediyorum; bütçemizin hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. (AK Parti ve
Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Başbakan, teşekkür ederim.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, arz edeyim
isterseniz.
BAŞKAN - Okuyorum buradan.
Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanvekili Sayın Kemal Anadol, Başkanlığımıza başvurmuş ve şöyle bir talepte
bulunmuştur: "Biraz önce konuşan Sayın Başbakan, konuşması sırasında,
birkaç kez 'Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal Meclisi yanlış
bilgilendirmiştir' demiş ve diğer ifadeleriyle İçtüzüğün 69 uncu maddesindeki
ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüş kendisine atfolunan durumu
yaratmıştır. Ayrıca, konuşmasında, Genel Başkanımıza sataşmada bulunmuştur. Bu
nedenle, 69 uncu madde gereğince söz hakkımız doğmuştur" diyorlar.
Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakanın konuşmasını,
diğer konuşmacılar gibi, dikkatle izledim. Birincisi; Sayın Başbakan
eleştirilere cevap vermektedir, konuşma çerçevesi eleştiriden ibarettir. Sayın
Baykal'a bir sataşması tespit edilememiştir. Ancak...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - "Yanlış bilgi verdi"
diyor.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - "Yanlış bilgi
verdi" diyor.
BAŞKAN - Dur canım, telaş etme, dur bakalım. Burada üç
madde var; sırayla gidiyoruz. Sayın Baykal, Sayın Anadol, lütfen...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Tamam efendim, oturuyorum
efendim.
BAŞKAN - Evet, üçüncü maddeye gelince, benim tespit
edebildiğim kadarıyla, Sayın Başbakan, Sayın Baykal'ın konuşmasına dayanak
yaptığı elindeki yazılı metni yanlış tercümeden kaynaklanan bir hatayla
söylediğini ifade etmiştir. Bu elindeki dayanak ve yanlış tercüme olup olmadığı
konusunda, Sayın Baykal kısa bir açıklama yapmak isterse, kendilerine söz
vereceğim.
Sayın Baykal, buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Baykal, umarım, bir sataşmaya mahal vermeden,
yeni bir konuşma hakkı doğurmadan, güzel açıklamanızı yaparsınız.
V .- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR
1. - Antalya Milletvekili Deniz
Baykal'ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ileri sürmüş olduğu görüşlerden
farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, önce, konuşma
olanağı sağladığınız için size teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, aslında, Türkiye'nin çok
önemli bir konusu etrafında, İktidar Partisinin Lideri Sayın Başbakan ile
Anamuhalefet Partisinin Lideri olarak düşüncelerimizi paylaşmaya çalışıyoruz.
Bu tartışmanın, Türkiye'de meselenin doğru anlaşılmasına yardımcı olması
gerekir. Buradaki tartışma, iki kişi arasında, sendin bendim tartışması olarak
değerlendirilemez. Ortada aydınlatılması gereken çeşitli müphemiyetlerle dolu,
muğlaklıklarla dolu, ne olduğu henüz daha net ortaya çıkmamış bir büyük tarihî
mesele vardır, Türkiye'nin meselesi vardır. Bu meseleyle ilgili anlayışlarımızı
ortaya koymaya ve gerçeği ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.
Bunu tüzüğün kısıtlamaları içinde söz hakkını ortadan
kaldırarak ya da gereksiz yere kısıtlayarak böyle bir aydınlanma şansının
ortaya çıkmasına engel olmanın çok ağır bir tarihî sorumluluğu vardır. İçinde
bulunduğumuz dönemde, herkes ne biliyorsa söylemelidir, düşünceler
paylaşılmalıdır, gerçek ortaya çıkmalıdır. Biz de buna katkı vermek istiyoruz.
İlk kez, küçük, sınırlı ölçüde de olsa, Sayın Başbakanla bir diyalog kurma
şansını Meclisin huzurunda elde ettik. Bunu, ülkemiz açısından bir fırsat
olarak değerlendirmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Başbakan,
bizim, buradaki konuşmamızın önemli bir kısmının Avrupa Birliği sorunlarına
ayrılmış olmasından şikâyetçi gözüktü. Bu şikâyeti anlamak mümkün değil.
Türkiye'de, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak, herkes, her şeyi serbestçe, tek
taraflı bir şartlamayı sağlamaya yönelik olarak ifade ederken, Anamuhalefet
Partisi Liderinin, buradaki konuşma konusundaki kısıtlı zamanının bir kısmını
Avrupa Birliğine ayırmış olması niye insanları üzer, hükümeti niye rahatsız
eder; anlamak mümkün değil.
Sayın Başbakan bu konuda bizim Avrupa Birliğiyle ilgili
rahat konuşma fırsatına sahip olmamızı istiyorsa, önümüzde genel görüşme
önergemiz var, o önergeyi hep birlikte açalım ve ayrıntılı olarak konuyu
konuşalım; ekonomik sorunlarla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme yapmamızı
istiyorsa, yine, bu konuda bir genel görüşme önergesi verelim, hep beraber
paylaşalım ve düşüncelerimizi ifade edelim. Muhalefetin söz söylemesinden
iktidarın şikâyetçi olmasını anlamak, kabul etmem mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, bu konuda resmî
ve ayrıntılı değerlendirmenin topluma yansıtılamamış olmasından şikâyet ettiğim
zaman, bana cevaben diyor ki: "Dışişlerinin sitesinde var." Ben, bu
konuda ayrıntılı bir bilgilendirme olanağının bulunamamasını şahsî bir şikâyet
konusu olarak söylemedim. Ne benim ne Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili
arkadaşlarımın, Brüksel'de sizin konuşup karara bağladığınız metni bulma
konusunda sıkıntımız var; hiçbir sıkıntımız yok. Biz onları bulunduruyoruz,
elimizde, bütün unsurlarıyla, her şekliyle, orijinaliyle, çevirisiyle bizim
elimizde. Benim şikâyetçi olduğum konu şahsî bir şikâyet konusu değil. Benim
şikâyetçi olduğum konu, Türkiye bu gerçekleri bilmiyor, anlatılamıyor, siz buna
yardımcı olmuyorsunuz, sizin göreviniz bunu anlatmak, taa 17 Aralık akşamı
yaptığınız basın toplantısından başlayarak bunları anlatmaktı. Bir
bilgilendirme olmadı, bir karartma oldu, bir saptırma oldu, bir yanlış sunma
oldu, bundan şikâyet ettim; yoksa, şahsî bir şikayetim yok. Bizim elimizde, hiç
merak etmeyin, bütün draft’lar, bütün değişiklikler her yönüyle, ayrıntılı
olarak var. Bu konuda kişisel bir şikâyetimiz kesinlikle yok.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, bizim eksik
bilgilendiğimizi, yanlış bilgilerle, yanlış tercümelerle konuya yaklaştığımızı
söyledi. Bunu, bir talihsizlik olarak görüyorum; çünkü, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak biz, taa başından beri, bu konuyu en doğru verilerle, en yakından
izleyen ve tespitlerini Türkiye'yle ayrıntılı olarak paylaşan, çok önemli bir
kamu görevi yapan bir siyasî parti konumundayız. Şu ana kadar, bu konuyla
ilgili söylediğimiz sözlerden bir tanesinin bile yanlış olduğu ortaya
konulamamıştır. Söylediğimiz her şey doğrudur, resmî verilere dayanmaktadır ve
yaptığımız değerlendirmeler, her gün haklı ve doğru değerlendirmeler olarak
ortaya çıkmaktadır.
Cumhuriyet Halk Partisinde bu konuların içinde pişmiş,
yıllarını Türkiye'ye bu konularda vermiş, Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli,
en seçkin insanlar görev yapmaktadır ve ben...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baykal, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - ... bu konuda
değerlendirmelerimi yaparken, düşüncelerimi ifade ederken -arkadaşlarımızla
birlikte- en doğru anlayış içinde davranmaya özen gösteriyorum. Hiçbir
yanlışımız şu ana kadar söylenilmemiştir; ama, ben Sayın Başbakanı dinleyince,
bu konuda gerçekten bir umutsuzluğa kapıldığımı söylersem beni anlayışla
karşılayın. Maalesef, Sayın Başbakanın, hâlâ burada ifade etmeye devam ettiği
bazı gerçeklerin, ortadaki resmî verilerle tamamen çelişki içinde olduğunu,
daha yeni, kısa bir süre önce tespit etmiş olmanın üzüntüsü içindeyim. İki
küçük örnek vereyim.
Sayın Başbakan, burada ucu açık tartışmasına
değinirken, ucu açık tartışmasının fasıllarla ilgili olduğunu zannetti; yani,
Başbakan düşünüyor ki -demin yaptığı konuşmadan anlıyorum ki- ucu açıklık,
müzakerenin yürütüleceği fasıllarla ilgilidir. İşin esasıyla ilgili bir ucu
açıklık söz konusu değildir anlayışı içindedir. Sayın Başbakan, daha yeni
-zabıtlarda görebilirsiniz- bunu söylemiştir; bu, tam bir yanılgıdır. Ucu
açıklık, hiçbir şekilde fasıllarla ilgili değildir, doğrudan doğruya
müzakerenin özüyle ilgilidir ve müzakerenin özünde de, çok açık bir şekilde
müzakerelerin açık uçlu olduğu ve sonucun önceden garanti edilemeyeceği açıkça
ifade edilmiştir. Fasıllarla ilgili olarak değil, 23 üncü maddenin son bendinde
söylenilmiştir.
23 üncü madde, Türkiye'yle müzakerenin çerçevesini
düzenlemek üzere getirilmiş olan, Türkiye'ye özgü yeni maddedir. Hiçbir Avrupa
Birliği üyesine şu ana kadar uygulanmamış, ilk kez Türkiye için uygulanmak
üzere planlanmış olan 23 üncü maddenin son bendinde, müzakerelerin özüyle
ilgili olarak "bu, açık uçludur" denilmiştir.
Bu açık uçluluk konusunda Sayın Başbakanın hızlı bir
görüş değiştirme durumu sergilediğini de ilgiyle görüyorum; çünkü,
hatırlayacaksınız, Sayın Başbakan, 15 Aralık tarihinde yaptığı bir açıklamada
aynen şunu söylüyordu: "Ucu açık ne demek! Tam üyelikten sapılacaksa, o
zaman, ben bu masaya niye oturayım!" Kim söylüyor; Sayın Başbakan
söylüyor. Ne zaman söylüyor...
BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Doğru...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Kayseri) - Doğru...
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Masaya oturmak bir yana, bunu
kabul ederek geldi ve "zafer kazandım" diye de Türkiye'ye ilan
ediyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, Sayın Başbakanın, ucu açıklıkla ilgili bu bilgi
eksikliğine dikkatinizi çekiyorum. Birisi Sayın Başbakana anlatsın ki, ucu
açıklık fasıllarla ilgili değildir, müzakerenin tümüne yönelik bir
değerlendirmedir.
Bir başka önemli nokta şu: Sayın Başbakanın buradaki
konuşması ortaya çıkardı ki, yine, Sayın Başbakan serbest dolaşım gibi
konuların, karşılıklı mutabakatla kısıtlanabileceği kanısındadır. Başbakan, o
bahsettiğiniz kısıtlamalar, mesela, serbest dolaşımla ilgili gelecek
kısıtlamalar, yarın belki bizim de ihtiyaç hissedebileceğimiz, Polonya'ya
yönelik olarak ya da bir başka ülkeye yönelik olarak karşılıklı mutabakatla
konulabilir zannediyor.
Sayın Başbakan, bu düşüncenizin gerçekle hiçbir ilgisi
yoktur. Ne kadar acıdır ki, Türkiye'nin kaderi ve geleceğiyle ilgili bu
düzenleme, Sayın Başbakanın gerçeklerden bu kadar kopuk olduğunun buradaki
müzakerelerde ortaya çıktığı bir ortamda yürütülmüştür. Yazıklar olsun
Türkiye'ye! (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Türkiye'yi
suçluyorsunuz!
BAŞKAN - Sayın Baykal, size sadece bir açıklama yapmak
üzere söz vermiştim; lütfen, son cümlenizi söyler misiniz.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Türkiye'nin en önemli
konusunda, Anamuhalefet Partisi olarak...
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Türkiye'ye hakaret
ediyor, Sayın Başkan.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - ...Sayın Başbakanın
gerçeklerden ne kadar kopuk değerlendirmeler yaptığını anlatmaya çalışıyorum.
(AK Parti sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baykal...
Sayın milletvekilleri...
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yani, AKP'li arkadaşlarımın bu
konuda bir alınganlık içerisine girmesine siz niye prim veriyorsunuz?!
BAŞKAN - Sayın Baykal, bugün gündemimiz bütçenin
görüşülmesidir. Avrupa Birliği konusunda ucu açık bir genel görüşme yapmıyoruz.
Karşılıklı olarak uzun uzun konuşmaların yapılacağı bir ortamda değiliz. Size,
sadece bir konuda açıklama yapmak üzere söz vermiştim; siz, tekrar, bir saat
onbeş dakikalık bir süre kullanmak istiyorsunuz.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Hayır efendim, ne münasebet; 5
dakika oldu. Rica ederim.
BAŞKAN - Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Tarafsız davranın Sayın Başkan.
BAŞKAN - Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız Sayın Baykal.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sayın Başkan, yani, şu
meseleyi halletmeye yardımcı olmanızı istiyorum. (CHP sıralarından gürültüler)
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Gerçekler çıksın ortaya.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, söz atmayın.
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Rahatsız mı oldunuz?!
BAŞKAN - Genel Başkanınızı dinleyin.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Genel Başkanını sadece
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu değil de, izin veriniz, AKP'liler de dinlesin.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - AK Partililer zaten dinliyor gördüğüm
kadarıyla; bütün söz atmalar Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan geliyor.
Sayın Baykal, buyurun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Siz AK Partinin mi Başkanısınız,
Meclisin mi Başkanısınız? Lütfen, tarafsızlığınızı koruyun.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım,
Sayın Başbakanın sözlerinde açıklanması gereken başka bazı noktalar var.
BAŞKAN - Tarafsız olduğum için söz verdim zaten.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sayın Başbakan, şununla
teselli bulduğunu ifade ediyor:"Net bir müzakere tarihi aldık" diyor;
ne yaptınız, nedir bu 17 Aralığın katkısı dediğimiz zaman "net bir
müzakere tarihi aldık" diyor. Doğrudur, net bir müzakere tarihi
alınmıştır. Müzakere tarihi, 1995'in 3 Ekimi olarak alınmıştır; ama, bunun net
bir müzakere tarihi olduğunu...
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - 2005...
DENİZ BAYKAL (Devamla) - 2005...
...net bir müzakere tarihi olduğunu söylemek olanağı
yoktur; çünkü, bu, şarta bağlı bir müzakere tarihidir, şarta bağlıdır. Yani...
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Size göre...
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bize göre değil... Çok açık...
...Türkiye'nin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıma
sonucunu doğuracak şekilde protokolü sonuçlandırması ve imzalaması halinde
yürürlüğe girecektir. Eğer, bu işlem yapılmazsa, Türkiye, 3 Ekim 2005 tarihinde
müzakerelere başlayamayacaktır. Şarta bağlı; bu şarta bağlı. O nedenle, bu net
değildir; bir.
İki; "efendim, bu bahsettiğiniz işlem tanıma
değildir" diyor Sayın Başbakan. Yavaş yavaş, Sayın Başbakanın, kendisini
bu imzayı atmaya hazırlamaya başladığını görüyorum. Sayın Başbakan, yavaş yavaş
"bu, tanıma olmayacaktır" demeye başlamış. O zaman, Sayın Başbakan,
bu, tanıma olmayacaksa, niye kendinizi bu kadar üzdünüz?! Gitmeden "bunu
yapmayız" diye niye söylediniz?! Niye, orada, hemen bu işi
halledivermediniz?! Eğer tanıma olmayacaksa, nedir bu telaş, niye
direniyorsunuz o zaman?! "Bu, tanıma olmayacaktır" deniliyor.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakınız, şunu Sayın
Başbakan burada ifade ediyor -23 üncü maddenin gene son bendinin ilk cümlesi-
ve müzakerelerin paylaşılan hedefinin katılım olduğunu söylüyor. "Buradan
tam üyelik öngörüldü, tam üyeliği aldık" diyor Sayın Başbakan. Doğru; bu,
tam üyelik ifade eden bir değerlendirmedir; ama, bir metin, çok değişik
görüşlerin bir sentezi olarak ortaya çıkar. Orada, bunlar da vardır, hak
kısıtlamasını güvence altına alan düzenlemeler de vardır. Burada bu cümlenin
olmasında sevinilecek bir şey yok; bu çok doğal. 1999'da verildi bu Türkiye'ye.
Burada şaşırtıcı olan, bu cümlenin yanı sıra, Türkiye'ye kısıtlı haklar
sağlanarak bir üyeliğin öngörüldüğünü ifade eden, başka hiçbir Avrupa ülkesine
sunulmamış olan şartların Türkiye'ye getirilmiş olmasıdır. Yani, hatırlarsınız
-bu tip sözler devamlı, karşılıklı olarak verilir- 1999 yılında da, Kıbrıs'ın
Türkiye'ye bir şart olarak koşulmayacağı konusunda gene söz verilmişti. Gene, o
zamanki Finlandiya Başbakanı Lipponen, buraya özel bir heyet göndermişti ve o
zamanki Başbakana, açıkça, yazılı mektupla söz vermişti ki, Kıbrıs şart olarak
konulmayacak. Kıbrıs şimdi geldi işte, geliyor. Bunlarla, bu cümlelerle
kendinizi avutmayın. Bunlar, siz kendinizi avutun diye konuluyor. Bunu, sizin
kendinizi avutmanız ya da başkalarını aynı anlayışa getirmeniz için kullanmanız
uygun değil. Sizin asıl üzerinde duracağınız, başka hiçbir ülkeye uygulanmayan
ek, haksız düzenlemelerin getirilmiş olmasıdır.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan diyor ki:
"Avrupa Parlamentosunda 10 kişi bile evet demiyordu, şimdi aldık. Avrupa
Parlamentosuna atıf yapılmasına niye kızıyorsunuz?" Değerli arkadaşlarım,
kızmıyoruz; niye kızalım?! Avrupa Parlamentosunun aldığı kararda, Türkiye'nin
ulusal bütünlüğünü, azınlıklar sorununu, Ermenistan'la ilişkisini, Rumlarla
ilişkisini etkileyen birsürü hüküm var; bunlar da kayda geçiriliyor diye
dikkati çekiyoruz, bu noktayı size hatırlatıyoruz. Şimdi, çıkıp da "Avrupa
Parlamentosunda 10 tane bile 'evet' alınmıyordu, biz aldık" derseniz "bunlarla
'evet' aldınız" derler size ve sonra, unutmayın ki, tarih ortada, Türkiye
Cumhuriyeti, 1995 yılının aralık ayında, Avrupa Parlamentosundan, ilk kez,
Avrupa Birliğiyle ilişkimiz konusunda büyük bir olumlu kararı çıkarttırmıştır.
Gümrük Birliği Anlaşmasının onaylanması konusu Avrupa Parlamentosunda o zaman
görüşülmüştür ve o zaman, 1995 yılında, ilk kez, Türkiye, Avrupa'nın bu en güç
platformunda, parlamento platformunda bir "evet" almayı başarmıştır.
Elbette, koca Türkiye, alacak; bundan hiç kimsenin kuşku duymasına gerek yok.
Bu noktada size şunu da hatırlatmak isterim: O çok
övündüğünüz, Avrupa Parlamentosunda evet kararları alındı, evet pankartları
sergilendi dediğiniz o oturumda, o kararın alınmasını sağlayanlar, Avrupa
Birliğinin sosyaldemokrat ülkelerinin üyeleridir, sosyaldemokrat
siyasetçilerdir. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal, lütfen, konuşmanızı tamamlayın.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bağlıyorum efendim.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, ikinci sınıf
üyelik sözünün söylenmesini, kendimizin, Türkiye'yi ikinci sınıf bir üye olarak
içimize sindirdiğimizin ifadesi olarak beyan ediyor. Bunu kesinlikle
reddediyorum; bunu kesinlikle reddediyorum ve iade ediyorum. Türkiye'yi ikinci
sınıf bir üye olarak düşünme ithamı, Cumhuriyet Halk Partisine ve onun Genel
Başkanına hiçbir zaman yapılamaz. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Biz, Türkiye'yi, dünyada birinci sınıf ülke yapmak için
bir büyük siyasî mücadeleyi vermiş olan geleneğin bir parçasıyız. Türkiye'de
ikinci sınıflığı, bizim, hiçbir şekilde içimize sindirmemiz söz konusu
değildir. Biz, sadece, böyle bir ihtimale karşı dikkati çekiyoruz; ama, ne
yazık ki, bu ihtimali akla getiren uygulamanın altında sizin onayınız var. 17
Aralık, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde, maalesef, acı gerçek odur
ki, ikinci sınıf bir üyeliğin öngörüldüğü bir tabloyu ortaya koyuyor ve biz
buna isyan ediyoruz ve biz bunu kabul etmiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bağlıyorum... Bağlıyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Bağlamayınız, lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bitiriyorum efendim.
Değerli arkadaşlarım, böyle bir tablo, Türkiye'nin
yararları konusunda duyarlı bir anlayışı sergileyerek gerçekleştirilemez.
Türkiye'yi gelecekte çok büyük sorunlarla, sıkıntılarla karşı karşıya
bırakacak, önümüzdeki dönemlerde, Ekim 2005'ten başlamak üzere, her geçen gün,
bu söylediğim sözlerin haklılığını ortaya çıkaracak uygulamalarla Türkiye'yi
karşı karşıya bırakacak olan bir sürece doğru giriyoruz. Bu sürece "canım
bugünü geçiriverelim de; canım, bu durumu idare ediverelim de, gerisi mühim
değil" anlayışıyla girmek fevkalade tehlikelidir. Önemli olan, bizim,
sadece bugünü değil, geleceği de düşünmemizdir.
Sayın Başbakanın 17 Aralıkta yaptığı basın
toplantısında "şu konu nasıl olur" diye soruyorlar...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Hangi konu?!
DENİZ BAYKAL (Devamla) - ...Sayın Başbakan "on yıl
sonra kim öle kim kala" diyor.
Değerli arkadaşlarım, diplomatik sorunlar on yıl sonra
kim öle kim kala mantığıyla konuşulmaz; diplomatik sorunlar, ülke sorunları on
yıl sonra kim öle kim kala anlayışıyla değerlendirilmez. On yıl sonra kim öle
kim kala diye yola çıkacak olursanız, işte, böyle olumsuzlukların altına imza
atarsınız ve bunların vebalinden de kendinizi kurtaramazsınız.
Hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcımız, Sayın Baykal'ın, söz konusu elindeki belgenin bir karar ve bir
yazı olmadığını, kesinleşmemiş bir doküman olduğunu ifade ederek, meselenin
anlaşılması bakımından söz talebinde bulunmaktadır.
Sayın Dışişleri Bakanı, buyurun efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan, konuşma süreniz Sayın Baykal kadardır. (AK
Parti sıralarından alkışlar, gülüşmeler)
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Başkan, bu konuda
İçtüzüğe bir madde koyalım.
ATİLA EMEK (Antalya) - İçtüzükte öyle bir madde var mı?
2. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın açıklamasında
kullandığı belgenin bir karar ya da yazı olmadığı, kesinleşmemiş bir doküman
olduğu konusunda açıklaması
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Kayseri) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın
Deniz Baykal'a söz verirken söylediğiniz sözleri hatırladığımda, bazı konulara
açıklık getirilmesi, yanlış bilgilendirilmenin giderilmesiyle ilgili söz
verdiniz; ama, çok detaylara girdi. O bakımdan, ben de birazcık detaya girersem
anlayışla karşılayacağınızı tahmin ediyorum.
Sözlerimin başında şunu söylemek istiyorum: Acaba,
şimdiye kadar, Türk siyasetinde, hangi iktidar ve hangi hükümetin başkanı,
başbakanı, anamuhalefet partisine, bu kadar, gerçekten, yakın davranmış,
anamuhalefet partisinin yaptığı bütün katkıları, kapıların arkasında da,
kamuoyunun önünde de, bu kadar açıkça takdir etmiş, anamuhalefet partisinin
başkanına her zaman önem vermiş, değer vermiş, her zaman gitmiş bilgilendirmiş;
ama, sonunda da, doğrusu, böyle bir muhatapla karşı karşıya kalmış?! (AK Parti
sıralarından alkışlar)
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Lütuf değil, bu bir hak!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Bunu, gerçekten, hayretle burada izledim. Çünkü, her konuşmasında,
Sayın Başbakan, Anamuhalefet Partisinin katkılarını görmüş, daima takdir etmiş,
Brüksel'den döndükten sonra da, bugüne kadar burada yaptığı konuşmada da bütün
katkılarınızdan bahsetmiştir; ama, doğrusu, bunu, burada yaptığınız konuşmayla
böyle karşılamamanız gerekirdi. Sayın Baykal, gerçekten, sizin siyasî
tecrübenize, sizin geçmişinize çok daha uygun bir şekilde, burada, Sayın
Başbakana karşı daha haklı davranabilirdiniz. Bunu, burada ifade etmek isterim,
gerçekten kadirşinas olmadınız.
İkinci nokta şu: Biz, burada bir dokümandan
konuşuyoruz; Avrupa Birliği zirvesinin yayımladığı doküman. Bu, herhangi bir
roman, herhangi bir hikâye değil, herhangi bir gazetecinin bir makalesi de
değil; bu bir doküman. Bu dokümanın...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bizde de var o.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Sizde olan doküman, çok değerli bir arkadaşımızın tercüme ettiği...
Kendisini çok severim...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır efendim... Beyefendi,
işte, burada; hiç alakası yok!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - O zaman, elinizdeki gibi...
Gösterin bana, neymiş?..
DENİZ BAYKAL (Antalya) - İşte şu efendim...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - O orijinalidir; ama, onun tercümesini yanlış yaptınız... (CHP
sıralarından "Aa" sesleri, gürültüler)
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Ne alakası var!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Evet, onun tercümesini yanlış yaptınız; oradaki... (CHP
sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Gösterin nerede?..
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Dinleyin beni... Sayın Baykal, dinleyin.
Oradaki bir cümleyi tercümeye koymadınız. O bir
cümleyi, biz, koydurtmak için çok uğraştık.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hangi cümleyi?
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Söyleyeceğim şimdi; bir dakika...
Dokümanlarda, resmî dokümanlarda bir kelimenin yazılışı
anlam değiştirir; bir cümle o paragrafı anlamlı, anlamsız yapar; koyacağınız
bir kelime, ekleyeceğiniz bir cümle, ya aleyhinize veya lehinize bir durum
ortaya çıkarır. Bizim özellikle...
Bakın, şu, sizin dağıttığınız tercüme; buradan
okuyorsunuz.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır efendim, oradan
okumuyorum, ben buradan okuyorum.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Hayır, hayır, elinizdeki İngilizce. Ben, sizin Türkçenizi
gösteriyorum, Sayın Algan Hacaloğlu'nun tercüme ettiği...
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Ben, buradan okuyorum
beyefendi...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Ama, yanlışlıkla düşen bir cümle...
CANAN ARITMAN (İzmir)- Hangi cümle?..
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Ben buradan okuyorum... Ben,
bunu okuyorum beyefendi!
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- İngilizcesini söyleyin.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Ben konuşuyorum... Siz konuşmuyorsunuz ki! Siz konuştunuz burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Bana başka bir şey
söylüyorsunuz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Sayın Baykal, siz konuştunuz...
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Yapmadığım şeyi
"yaptı" diyorsunuz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Hayır... Bakın, şu kırmızılar var ya arkadaşlar, şu kırmızılar...
K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Hâlâ kırmızı diyor!..
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- ... Cumhuriyet Halk Partisinin elinde tercüme olarak dağıttığı
metindeki yanlışlar ve eksiklerdir.
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Kırmızı değil, bakın, yeşil;
tercüme değil, aslı...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Bu kırmızıyı ben yaptım; siz yapmadınız. Bu, benim düzeltmelerim.
Daha doğrusu, benim değil, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
görevlilerinin yaptığı düzeltmedir bunlar. Şimdi, ne var burada?
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- İngilizcesinden konuşun Sayın
Bakan, anlaşalım.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Zorunuza gidiyor değil mi?
ALİ TOPUZ (İstanbul)- Ne olduğunu söyle!.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Yanlışlarınızı yüzünüze söylemem zorunuza gidiyor. (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- İngilizce metni okuyun!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Zorunuza gidiyor herhalde. Dinleyin!.. (CHP sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlar, burada, bakın, hiç kimse...
BAŞKAN- Sayın Bakan, açıklamanızı Genel Kurula yapın
lütfen.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Demin dinledim sizi. Sayın Başbakan, Hükümet, değerli
milletvekilleri dinledi; siz de bizi dinleyin.
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Anlat bakalım!..
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Eğer herhangi bir sataşmam olursa, eğer herhangi bir size karşı
haksızlığım olursa, Sayın Başkan oradadır; bakacaktır...
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Söz mü?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Değerli arkadaşlar, burada, ne yazık ki, yanlış sunulan şudur: Daha
önceki metinlerde şu vardı: İlelebet, ne olursa olsun, Türkiye'ye karşı bir
koruyucu tedbir alma vardı. Sadece Türkiye'ye karşı değil, yeni üye olacak
ülkelere; ama, belli ki, bunların içerisinde en önemli ülke Türkiye olduğu
için, Türkiye'ye karşı, ilelebet, şartlar ne olursa olsun, Avrupa Birliği üyesi
ülkeler koruyucu tedbir alacaklardı; bu, böyleydi. Sayın Baykal ve maalesef,
Sayın Ağar da aynı şekilde takdim ettiler; bilmiyorum hangi tercümelere
baktılar.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- Orijinaline bakıyoruz Sayın
Bakan, tercümeye bakmıyoruz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Sonuna kadar yaptığımız ısrar ve sonuna kadar yaptığımız ısrar...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- Orijinaline bakıyoruz...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- ... ve sonuna kadar ısrarımız neticesinde o paragraf değişmiştir. O
paragraf şu hale gelmiştir...
Sayın Başbakanımız, bunu, izah etti burada; ama,
dinlenilmedi.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Dinliyoruz...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Eğer, bir ihtiyaç ortaya çıkarsa...
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Hangi sayfa; hangi sayfa?
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- Bir dakika... Hemen okuyayım size; 23 üncü paragrafı açın.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Orijinalden...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- 23 üncü paragrafı açın.
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Evet...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla)- "Permanent" ve "available." Açın, bakın. Sayın
Algan Beyle de, konuştuk, kendisine de gösterdim "bu cümle tercüme
edilmemiş, bu cümle sizin elinizde yok; ama, orijinal metinde var" dedim.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Var efendim, var.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Sayın Baykal, elinizde varsa, bunu niçin orada söylemediniz?! (AK
Parti sıralarından alkışlar) Niçin bunu görmezlikten geliyorsunuz, niçin
zikretmiyorsunuz, doğruyu niçin burada okumuyorsunuz?!
ATİLA EMEK (Antalya) - Söylenilmeyeni söyler misiniz
Sayın Bakan.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, biz, burada, her şeyi açık açık konuşmak
zorundayız. Bu dokümanlar gizli de değil, herkesin elinde. İlk günden itibaren,
Dışişleri Bakanlığının web sitesinden tercümesi görülebilir. Ne hale gelmiştir,
ilelebet yasak veya ilelebet koruma... Ne olursa olsun, hangi şartlar altında
olursa olsun, Türkiye'ye karşı bir koruma söz konusuydu; bu asla olmaz dedik.
Sonunda oturuldu, konuşuldu ve şu oldu...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Ne oldu?.. İngilizcesini
okuyun.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Lütfen... Ya benim konuşmamı duymak istemiyorsunuz, gerçeği duymak
istemiyorsunuz veyahut da sabredemiyorsunuz; lütfen dinleyin.
Sonunda ne oldu bu; şu hale geldi: Bir ihtiyaç söz
konusu olursa, yani, bir ihtiyaç ortaya çıkarsa, o zaman böyle bir hak, yani,
koruma tedbirleri alınabilir.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - İngilizcesini okur musunuz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Daima alınabilir... Daima alınabilir...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Gayet tabiî...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Bunu biraz daha açayım. Bu da otomatik olarak değil, bu da
kararlaştırılmış değil, eğer Türkiye bunları kabul ederse... Şimdi, diyelim ki,
bir ülke, bende büyük bir işsizlik var, çok büyük bir işsizlik var, ben başka
bir ülkeye karşı tedbir almak istiyorum dedi. Diyelim ki, Türkiye'ye karşı...
Türkiye'nin nüfusu büyük; ama, bende iş piyasasında bir sıkışma var, büyük bir
işsizlik var, ben korumak istiyorum dedi. Bunu, komisyona müracaat edecek,
komisyon bunu inceleyecek, heyetler kurulacak, daha sonra konseye gelecek,
konsey bakacak ki, gerçekten böyle bir durum var...
K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Öyle mi yazıyor burada?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - ...o zaman, bu koruma tedbiri, geçici olarak her dönem gündeme
gelebilir. Aynı şey bizim için de gelebilir. Ben de diyebilirim ki, bende şu
kadar fazla -misal- bilgisayar mühendisi var, ben de sizden almak istemiyorum,
ben de böyle koruma almak istiyorum. Bunlar oturulur, konuşulur; eğer haklıysa,
bunlar geçici olarak kabul edilebilir.
Şimdi, Allah için, elinizi vicdanınıza koyun; ilelebet,
hangi şartlar altında olursa olsun bir koruma mı var burada?
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Elinizde metin var...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet... Evet...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Öyle değil...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet... Evet...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Sayın Baykal, bir tavsiyem var o zaman. Sizin Partinizde bu işleri
çok iyi bilen arkadaşlarınız var. Arkadaşlarınızı, farklı arkadaşlarınızı da
dinlerseniz, gerçeği çok iyi görürsünüz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, ikinci nokta şu: Ucu açıklık.
Sayın Başbakan burada çok dürüst konuştu. Sayın Başbakan burada o kadar dürüst
konuştu ve o kadar kapalı noktaları da açtı ki, ne yazık ki, Anamuhalefet
Partisi bunu görmedi. Yani, Sayın Başbakanın konuşması yok mu; müzakereleri siz
mi yaptınız yoksa o mu yaptı?! Ne oldu?!.. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Tabiî ki, tam üyelik hedefiyle ilgili "ucu
açık" lafı var orada; bunu saklamanın bir anlamı yok ki. Ama, ucu
açıklık... Arkasından da söylenildi; bu otomatik bir üyelik değil. Türkiye
veyahut da Türkiye'yle birlikte diğer ülkeler, aday ülkeler müzakereye
başladığında, eğer Kopenhag Kriterlerinin dışına çıkarsa tam üye olamaz. Bunu
biz de biliyoruz. Bunu herkesin bilmesi lazım.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Baykal da iyi bilir.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hepimiz iyi biliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Ama, Sayın Başkan, bir ülke otomatik olarak tam üye olamaz; eğer,
kriterleri yerine getirir, müzakereyi başarılı bir şekilde bitirirse, o zaman
tam üye olur.
Peki, Sayın Başbakan, burada ucu açığı nerede söyledi?
Çok daha dürüst davrandı. Müzakereler başlayıp, fasıllar açıldığında, onun da
ucu açıktır şeklinde söyledi. Yoksa, sizin anladığınız gibi Sayın Baykal, Sayın
Başbakan hâlâ esas maddeyi görmüyor... Yani, neredeyse, okuma-yazması yok
diyeceğiniz geldi burada.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Estağfurullah...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Doğrusu, bunlar yakışmaz gerçekten.
Başka bir şey daha var. Gayet açık, tam üyelik için
karar alınmış. Niçin büyük bir vizyonla bakmıyorsunuz, ben bunu anlamıyorum.
Yetmiş milyonun önü açılıyor; niçin bunun büyük bir olay olduğunu
görmüyorsunuz, niçin dar koridorların içerisine giriyorsunuz, bunu anlamak
mümkün değil. Bundan sonra, Türkiye'nin önünde, büyük istikrar dönemleri
başlıyor, Türkiye'nin önünün açık olduğu gözüküyor. Niçin bunları görmüyorsunuz
da, dar vizyonlarla görüyorsunuz! (AK Parti sıralarından alkışlar)
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Burası Meclis, Kızılay
Meydanı değil; öyle değerlendireceksin!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - Kıbrıs'la ilgili konum gayet açık. Ben, Brüksel'e gitmeden önce,
burada anlattım gayet dürüst olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisini
bilgilendirdim ve her şeyi söyledim. İmzalanmaya kadar nelerin olabileceğini,
hangi şartlar altında tanımanın olup hangi şartlar altında olmayacağını,
bunların hepsini söyledim burada. Hiçbir şeyi sizden gizlemedik. Ama, orada,
karşımıza, kayıtsız şartsız diye gelenler, 17 taleple gelenler, elleri boş
gittiler. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bize inanmayabilirsiniz -biz,
İktidar Partisiyiz- o zaman, bir tavsiyem var; bunu anlamak için, Kıbrıs Rum
kesiminde çıkan gazeteleri okursanız ne olduğunu anlarsınız. (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, konuşmanızı tamamlayın.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL
(Devamla) - "On yıl sonra" dedi, Sayın Başbakan "on yıl sonra ne
olur ne biter" dedi. Niçin bunları hep olumsuz şekilde algılıyorsunuz?! O
basın toplantısında sorulan soruyu, metni alın, bakın. Biri: "on sene
sonra, hadi, Avrupa Birliği ülkelerinden biri referandum kararı alırsa"
diye sorunca -ki, alabilir, İngiltere'ye iki kez referandum yapmış Fransa, iki
kez reddetmiş- Başbakan "olabilir" dedi; yani, böyle bir şey
olabilir. "O zaman ne yapacaksınız" diye bir gazeteci sordu; yabancı
bir gazeteci, yanlış hatırlamıyorsam. "Referandum olursa ve referandumda
da Avrupa Birliğinin herhangi bir ülkesi hayır derse ne olur" diye
sorulunca, Sayın Başbakan "on yıl sonra kim ölür kim kalır" dedi.
Şunun için dedi: Geçen sene, Fransa'daki kamuoyu yoklamaları Türkiye'ye desteği
yüzde 10 gösteriyordu, bu sene yapılan kamuoyu yoklamaları Türkiye'ye desteği
yüzde 34 gösteriyor; "Türkiye müzakereye başlasın mı" denildiğinde
de, yüzde 54'ü "evet" diyor. Yine, kamuoyu yoklamalarında "eğer,
Türkiye kriterleri tam yerine getirirse, tam üyeliğini kabul eder misiniz"
denildiğinde de, yüzde 64'ü "evet" diyor. Şimdi, bu şartlar altında,
on sene sonra kim ölür kim kalır... On sene sonra, Türkiye'nin geleceği nokta
bugünden çok farklı olacak; on sene sonra, belki, Türk Halkı, ben daha iyiyim,
Avrupa Birliğine girmek istemiyorum diyecek Norveç gibi; bunu söylemek için
söyledi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yoksa, benden sonra tufan şeklinde...
Bu anlayışı niçin bizden bekliyorsunuz? Daima işbirliği içinde olduk sizinle,
her noktada sizi bilgilendirdik, ayağınıza geldik, bundan sonra da geleceğiz; çünkü,
bu ülkeyi iktidar muhalefet beraber yönetecek, inancımız budur. Niçin bizden
olumsuzlukları bekliyorsunuz? Bunu anlamak, doğrusu, mümkün değil.
Ben bir kez daha, şunu burada ifade ederim: Tabiî ki,
detaylara bakalım -daha yürüyecek çok yolumuz var- birbirimizi ikaz edelim,
birbirimizi uyaralım, şuralara dikkat edelim diyelim; ama, bunları derken,
önümüzdeki büyük vizyonu ve Türkiye'nin büyük kazanımını, kırkbeş yıllık
kazanımı gözardı etmeyelim. Bu, sadece bizim değil, bütün Türkiye'nin,
hepimizindir.
Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar.)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Baykal, bir talebiniz mi var?
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - Nedir?
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Çok önemli bir konuyu
görüşüyoruz. Sayın Dışişleri Bakanı, bizim yaptığımız çevirinin yanlış
olduğunu, orijinal metnin, bu konuda bir kesinlik taşımadığını, bir esneklik
ifade ettiğini dile getirdi. Böyle olup olmaması çok önemli. İzin verirseniz
-yerimden de olabilir- burada, size, bu cümleyi okuyarak, tercümesini nasıl
anladığımızı da ifade ederek, sadece, bu konuda bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Baykal, çok özür dilerim. (CHP
sıralarından gürültüler)
CANAN ARITMAN (İzmir) - Ama bu çok önemli.
BAŞKAN - Lütfen arkadaşlar...
Yeterli görüşmeler yapıldı. Burada bir mahkeme kuracak
değiliz, burada bir yargılama yapacak değiliz; bilirkişi incelemesi yapma
imkânımız da yok. Bu düşüncelerinizi değişik zeminlerde, platformlarda ifade
edebilirsiniz; grup toplantısı yaparsınız, basın toplantısı yaparsınız,
açıklamalarınız olabilir; ama, sürgit bu konuşmayı devam ettiremeyiz. Çok özür
diliyorum.
Sayın milletvekilleri, Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet
Ağar, Sayın Bakan tarafından isminden bahsedildiğini, cevap hakkı kullanmak
istediğini ifade ettiler; çok kısa olarak kendilerine söz veriyorum.
Buyurun Sayın Ağar.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan... Sayın
Başkan...
BAŞKAN - Sonra dinleyeceğim Sayın Hacaloğlu.
Sayın Ağar, buyurun efendim.
MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sayın Bakanın ifadelerini dinledik. Sayın Baykal'ın da ifade
ettiği, benim de ifade ettiğim, bizim elimizdeki metin ve tercüme böyle. Eğer,
aksi bir şey varsa, sizin riyasetinizde bir komisyon kurulsun, bizim de
uzmanlarımız, milletvekillerimiz var, bu yazı anlaşılabilir; ancak, farklı
yorum varsa, ona bir şey diyebilmek mümkün değil; bizim yorumumuz böyle, çok
net bir şekilde yorumumuz böyle.
Bir diğer konu daha var -bu tartışma devam edecek- onu
da düzeltmek istiyorum: Görünen o ki, ihtiyaca kifayet etmemiştir -bir genel
görüşme önergesi vardır- İçtüzüğün kısıtlı imkânları içerisinde daha fazla
paylaşmamız gerekenleri yeteri kadar paylaşamadık.
Bir de, Sayın Başbakan, konuşmalarında iki sefer
"kırkbir yıl" olarak ifade ettiler; bir unutkanlıktan kaynaklandığını
düşünüyorum. Meselenin başlangıcını, 31 Temmuz 1959, Dördüncü Menderes
Hükümetinin Dışişleri Bakanı merhum Zorlu'nun müracaatıyla başladığını
unutmamak gerekir diye düşünüyorum.
Müsaadenizle, küçük bir anekdotu Meclisle paylaşmak
istiyorum: Gayrihukukî yargılanma sonucunda idama mahkûm edilen 15 kişi
Mudanya'dan İmralı'ya giderken, merhum Cumhurbaşkanı Bayar'ın talimatı ve
Zorlu'nun anlatımıyla, bu motor yolculuğu, Avrupa Birliğinin -Avrupa Ortak
Pazarı o günkü adıyla- geleceği ve Türkiye'nin vizyonuyla ilgili anlatımla
geçmiştir. Bilinen bir tarihî vakadır. Bugünün çerçevesi içerisinde Avrupa
Birliği vizyonu, ziyadesiyle Partimiz adına mevcuttur. Buradaki tartışmaların
temelinde yatan neden de, Türkiye'nin millî menfaatlarının kıskançlıkla ve
ziyadesiyle korunmasını sağlamaya yöneliktir.
Umut ve temenni ediyorum ki, sağduyu hâkim olur,
milletin istifade edeceği daha geniş görüşmeler de, bir genel görüşme çerçevesi
içerisinde olur.
Elbette kazanımlar kazanımları getirmeli ve Türkiye, bu
perspektifini muhafaza ederek, kendine yaraşır sonucu almalıdır.
Bugün yeterli olmamıştır, sizin de katkınızla, umuyoruz
ki, gelecekte, bir genel görüşmeyle milletimiz daha fazla aydınlanma imkânı
bulur.
Saygılar sunarım.
BAŞKAN - Sayın Ağar, teşekkür ederim.
Sayın Hacaloğlu, bir sözünüz mü vardı?
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın
Dışişleri Bakanı benim adımı kullanarak, bizim yapmış olduğumuz ve Sayın Genel
Başkanın kullandığı bir metnin özünde gerçek olmadığını ifade etti. Bu konuda
kısaca bir açıklamada bulunmak istiyorum.
BAŞKAN - İki cümle lütfen.
Bulunduğunuz yerden; buyurun.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Genel
Başkan veya diğer arkadaşlar veya benim elimde mevcut olan metin, Dışişleri
Bakanlığından temin edilmiş orijinal metindir. Burada, özellikle Türkiye için
öngörülen 23 üncü madde uzun bir madde. Sekiz dokuz paragraftan oluşan bu
maddenin üçüncü paragrafında, kalıcı koruyucu önlemlerden, kısıtlamalardan,
derogasyonlardan bahsedilmektedir. Sayın Genel Başkanımızın kürsüden ifade
ettiği şekilde, bu maddede "uzun geçiş dönemleri, kısıtlamalar -yani,
derogasyonlar- özel düzenlemeler veya kalıcı koruyucu önlemler dikkate
alınabilir" noktasında, doğrudur, üç kelime düşmüştür. Bu kelimeler
"örneğin, daimî olarak mevcut olan önlemler dikkate alınabilir"
deniliyor ve devam ediyor; "Komisyon bu hususları her çerçeve için,
insanların serbest dolaşımı, yapısal politikalar veya tarım gibi alanlar için
yapacağı önerilere uygun gördüğü şekilde ilave edecektir."
Sayın Başkan, burada hiç kimse birbirini ikna etmeye
çalışmasın. Burada, uzun müzakerelerden sonra ilave edildiğini Sayın Dışişleri
Bakanımızın ifade ettiği bölüm -ki, ilave bir paragraf vardır, o devam ediyor;
Sayın Genel Başkanımız onun da yarısını kürsüden ifade ettiler- olayın özünü,
yani, Türkiye'nin çok temel alanlarda, özellikle sayılan üç temel alanda
haklarının ve hukuklarının kalıcı olarak kısıtlanabileceğine ilişkin ortaya
konulmuş olan çerçeve, ne yazık ki -o üç kelime ifade edilse de edilmese de- bu
metinde mevcuttur.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hacaloğlu.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S.Sayısı:706) (Devam)
2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S.Sayısı: 708)
(Devam)
3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898)
(S.Sayısı:707) (Devam)
4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670)
(S.Sayısı: 709) (Devam)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri "son söz
milletvekilinindir" ilkesi gereğince, bir milletvekili arkadaşıma söz
vereceğim.
İzmir Milletvekili Sayın Kemal Anadol saat 16.15'te söz
talebinde bulundu; Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır saat 16.34'te
söz talebinde bulundu.
İçtüzüğümüzün 61 inci maddesinde "söz, kayıt veya
istem sırasına göre verilir" denilmektedir. Daha önce söz talebinde
bulunan Çorum Milletvekili Sayın Agâh Kafkas konuşacaktır.
Buyurun Sayın Kafkas.(AK Parti sıralarından alkışlar)
AGÂH KAFKAS (Çorum) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bütçe üzerinde, oyumun rengini belirtmek üzere söz almış
bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında, Irak'ta şehit olan beş güvenlik
görevlimize Cenabı Allah'tan rahmet diliyor, yakınlarına, Emniyet Teşkilatımıza
ve bütün milletimize başsağlığı diliyorum.
Yine sözlerimin başında, Türkiye'nin kırkbir yıldır
sürdürdüğü mücadele sonucunda 17 Aralıkta elde ettiği bu tarihî başarıda emeği
geçen, başta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak
üzere, 59 uncu hükümetimizin bütün bakanlarını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
çok değerli üyelerini tebrik ediyor, şükranlarımı sunuyorum.
Türkiye Cumhuriyetinin muasır medeniyetler seviyesine
çıkma konusundaki kararlılığının önemli bir ifadesi olarak değerlendirdiğimiz
17 Aralık kararlarını, cumhuriyet tarihimizde ülkemiz adına yapılmış en
kapsamlı barış anlaşması olarak değerlendiriyorum; bütün dünyayı, dünya
insanlığını ilgilendiren medeniyetler buluşmasının temelinin ilk adımı olarak
değerlendiriyorum ve bu önemli adımı atmak Türkiye Cumhuriyetine nasip
olmuştur, AK Parti İktidarına nasip olmuştur, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan'a nasip olmuştur; kutluyorum, şükranlarımı sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
"Vay efendim, bu niye bayram olarak
kutlanılıyor" diye bir telaş başladı. Bir gazeteci dostumuzun da ifade
ettiği gibi, biz, herhalde, sevinmesini bilmeyen ve kendimize haksızlık yapan
bir toplumuz. Biraz önce Sayın Dışişleri Bakanımızın da ifade ettiği gibi,
Kıbrıs Rum kesimindeki basına baktığımız zaman, Yunan basınına baktığımız zaman
ve hatta, Sayın Denktaş'ın teşekkürlerini dinlediğimiz zaman, buradaki millî
duyarlılığın ve Kıbrıs konusundaki hassasiyetin ne kadar önemli olduğu ve
başarılı olduğu çok net bir şekilde görülmektedir.
Kıbrıs konusundaki millî davamız konusunda, ayrıca, bu
kadar onurlu duruştan dolayı, bir kez daha Sayın Başbakanı kutluyorum ve
burada, bir anekdotu da -hepimizin basından takip ettiği bir anekdotu da-
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, liderler zirvesinde aile fotoğrafı
çekilecek; gelenek olduğu gibi, bütün ülkelerin bayrakları oraya konulmuş ve o
bayrakların üstünde, sayın ülke yetkilileri, başbakanlar, bakanlar, devlet
başkanları dikiliyor; ama, orada, iki insan, o bayrağa basmaya kıyamıyor; işte,
Başbakan eğiliyor, bayrağı alıyor, Sayın Dışişleri Bakanımız eğiliyor, bayrağı
alıyor. Biz, AK Parti bu işte. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu ülkenin
bayrağı, bu ülkenin değerleri, bu ülkenin bütün millî davası bizim davamız ve
bizim hassasiyetimizdir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti yıllardır
bütçelere hazırlanıyor ve bu bütçelerde de malî disipline sağlıklı bir şekilde
uyulmadığını yıllardır hep beraber tespit ediyoruz. Ben -rakamlar çok uçuştu-
hazırladığım metne bağlı kalmak ya da onları tekrar etmek istemiyorum; ama,
2005 bütçesini üç temel öğe üzerinden, tahsisler, dağılım ve istikrar
bağlamında değerlendirmeye alacak olursak birkaç cümleyle şu söylenebilir:
Tahsisler konusunda genel bütçeye dahil dairelerin ödenekleri içerisinde
yeniden yapılanmaya gidilerek bazı alanlar hükümetimizin öncelikleri
paralelinde öne çıkarılmıştır. Örneğin, eğitim ödeneği 2003'te 10 katrilyon
lira iken, bugün 15 katrilyon liraya çıkarılmıştır. Örneğin, sağlık ödeneği
2003'te 3,5 katrilyon lira iken, 2005'te 5,5 katrilyon liraya çıkarılmıştır.
Yüzde 50'nin üzerinde bir artış sağlanmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Kafkas, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
Son cümleniz için mikrofonu açıyorum.
AĞÂH KAFKAS (Devamla)- Konuta ve altyapıya verilen önem
de bu hükümetimizin öncelikleri arasındadır.
Dağılım konusunda dengeler gözetilerek, yoksul
kesimlerin ezilmesini önleyecek dağılım sağlanmıştır.
Yine istikrar konusuna geldiğimiz zaman... Bütçede malî
disipline sonuna kadar uyulmuştur ve bunun burada önemli göstergesi şudur:
2003'te gayri safî millî hâsılanın gelire oranı -bütçe açığı- 11,3'ken, 2004'te
7,2'ye inmiştir. Bu, 2005'te 6,1 olarak öngörülmüştür.
Makro hedefleri tutturan ve üretimi ve ülkenin
büyümesini sağlayacağından emin olduğumuz bu bütçeye gönül huzuruyla
"evet" oyu vereceğimi belirtiyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kafkas.
Sayın milletvekilleri, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap
Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.
1- 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
2- 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3- 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4- 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Böylece, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Şimdi, sırasıyla, her 4 tasarının da 1 inci maddelerini
okutuyorum:
2005 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Genel Hükümler
BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir ve Denge
Gider Bütçesi
MADDE 1. - Genel bütçeye dahil dairelerin harcamaları
için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere 153 928 792 910 Yeni Türk
Lirası ödenek verilmiştir.
2003 MALÎ
YILI KESİNHESAP KANUNU TASARISI
Gider Bütçesi
MADDE 1.- Genel bütçeli dairelerin 2003 malî yılı
giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, 139 488 824 423 050
000 lira olarak gerçekleşmiştir.
2005 MALÎ
YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER BÜTÇE KANUNU TASARISI
Ödenekler, Öz Gelirler, Hazine Yardımı
MADDE 1.- a) Katma bütçeli idarelerin 2005 yılında
yapacakları hizmetler için 15 846 891 460 Yeni Türk Lirası ödenek verilmiştir.
b) Katma bütçeli idarelerin 2005 yılı gelirleri 2 160
082 000 Yeni Türk Lirası öz gelir, 13 686 809 460 Yeni Türk Lirası Hazine
yardımı olmak üzere toplam 15 846 891 460 Yeni Türk Lirası olarak tahmin
edilmiştir.
2003 MALÎ
YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER KESİNHESAP KANUNU TASARISI
Gider Bütçesi
MADDE 1.- Katma bütçeli idarelerin 2003 malî yılı
giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere,
12.200.795.000.400.000 lira olarak gerçekleşmiştir.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, saat 19.00'da tekrar
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.13
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:
19.08
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER
: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 35 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, daha önce bastırılıp
dağıtılan 2005 malî yılı bütçe programında, Çevre ve Orman Bakanlığının,
23.12.2004 Perşembe günü altıncı turda Millî Savunma Bakanlığıyla birlikte;
Sanayi ve Ticaret Bakanlığının ise, 24.12.2004 Cuma günü dokuzuncu turda Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığıyla birlikte görüşüleceği ilan edilmişti; ancak,
bakanlıkların anlaşması üzerine, bu iki bakanlığın yerleri karşılıklı olarak
değiştirilmiştir. Buna göre, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi, 23.12.2004
Perşembe günü altıncı turda Millî Savunma Bakanlığı bütçesiyle birlikte; Çevre
ve Orman Bakanlığı bütçesi, 24.12.2004 Cuma günü dokuzuncu turda Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesiyle birlikte görüşülecektir.
Bilgilerinize arz olunur.
Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi
uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu tasarılarının görüşmeleri
birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren
kuruluşların 2005 malî yılı bütçeleri ile 2003 malî yılı kesinhesaplarının
görüşmelerine başlıyoruz.
Program uyarınca, bugün bir tur görüşme yapacağız.
Birinci turda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı -Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu bütçesiyle birlikte- Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1. - 2005 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/897; 1/898; 1/878, 3/669, 1/879, 3/670) (S.Sayısı: 706, 707, 708, 709) (Devam)
A) TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1. - Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
2. - Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2003
Malî Yılı Kesinhesabı
B)
CUMHURBAŞKANLIĞI
1. -
Cumhurbaşkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
2. -
Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
C) SAYIŞTAY
BAŞKANLIĞI
1. - Sayıştay
Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
2. - Sayıştay
Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
D) ANAYASA
MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1. - Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
2. - Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri, 13.12.2004 tarihli 31 inci
Birleşimde, bütçe görüşmelerinde, soruların, gerekçesiz olarak, yerinden
sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması
kararlaştırılmıştır.
Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru
sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar sorularını
sorabilmeleri için şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra,
ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki
kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul
edilmiş olacaktır.
Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri,
ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden soracaklardır. Soru sorma işlemi 10
dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de 10 dakika süre
verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan
süre içinde sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.
Bilgilerinize sunulur.
Birinci turda, grupları ve şahısları adına söz alan
sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; Antalya
Milletvekili Osman Kaptan, Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş, Konya Milletvekili
Atilla Kart, Adana Milletvekili Kemal Sağ, Ankara Milletvekili Oya Araslı.
AK Parti Grubu adına; Çanakkale Milletvekili Mehmet
Daniş, Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin Börü, Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya, Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz, Malatya Milletvekili Süleyman
Sarıbaş.
Şahısları adına; lehinde; Kars Milletvekili Selahattin
Beyribey, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün; aleyhinde; Malatya Milletvekili
Muharrem Kılıç, Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin Börü, Konya Milletvekili
Atilla Kart.
Sayın milletvekilleri, birinci turda ilk söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Osman Kaptan'a aittir.
Sayın Kaptan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Kaptan, süreleriniz herhalde eşit olarak taksim
edilecek değil mi?
OSMAN KAPTAN (Antalya) - Evet.
BAŞKAN - Sayın Kaptan, buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
2005 yılı bütçesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın 87 nci maddesi
Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini belirlemiştir. 1982
Anayasası, yasama ve yargı karşısında yürütmenin güçlendirilmiş olması, erkler
ayrılığı ilişkilerinin bozulmasına neden olmuştur.
Sayın arkadaşlarım, hepimizin bildiği gibi, parlamenter
rejimde, yasama organının, yasa yapma ve hükümeti denetleme gibi iki temel
görevi bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasa yapma görevimizi
biçim olarak oy verme şeklinde yapıyoruz; ancak, genellikle hükümetin
tasarıları yasalaşıyor. Milletvekillerinin yasa önerileri Genel Kurula bile
inmiyor, inse dahi yasalaşmıyor. Hükümet ne derse o oluyor. Dolayısıyla,
uygulamada yasama inisiyatifi biz milletvekillerinin değil hükümetin elinde
bulunuyor. Örneğin, muhtarlarımız 107 000 000 lira maaş alıyorlar, 12 nci
basamaktan ödeseler bile 208 000 000 lira Bağ-Kur primi ödüyorlar. Ben,
muhtarların maaşı asgarî ücrete çıkarılsın diye, yirmi ay önce bir yasa teklifi
vermiştim; daha komisyonda bile görüşülmedi. Görüşmelerde, çoğu tasarıların
virgülü bile değiştirilemiyor. Halbuki, Sayın Tayyip Erdoğan, Başbakan
değilken, AKP'nin ilk Grup toplantısında "milletvekilleri el kaldırma makineleri
değildir; milletvekillerinin otomatik olarak 'evet' ve 'hayır' dediği bir
Meclis olmayacak AK Parti İktidarında" diyor. Sayın arkadaşlarım, yoksa,
şimdiki iktidar AK Parti İktidarı değil mi?!
Bakınız, bir başka AKP Grup toplantısında Sayın
Başbakan "bizim sevk ettiğimiz kanunları birtakım önergelerle değiştirmeye
çalışıyorsunuz; biz bunları okuyarak hazırlamıyor muyuz" diyor. Niye
diyor; çünkü, artık Başbakan olmuştur, değişmiştir. Zaten "ben
değiştim" demiyor muydu?! Bu, yasama organına yürütmenin müdahalesi değil
de nedir?!
Sayın arkadaşlarım, bir de, hükümeti, yazılı ve sözlü
soru önergeleriyle denetleme görevimiz var; ancak, sorularımızın bir kısmına
hiç cevap verilmiyor, bir kısmına da baştan savma, bir satır cevap veriliyor.
Ben "Amerika Başkanı Bush'un korumaları bir bakanımızın elini nasıl
kontrol eder" diye soru sormuştum. Bu olay televizyonda ve gazetelerde
yayımlanmıştı. Bana gelen cevap tek satır: "Böyle bir olay
olmamıştır." Hayret edilecek bir şey! O görüntüler fotomontaj mıydı yoksa?!
Bazı sorularımız ise, Sayın Meclis Başkanımız tarafından iade ediliyor. Dönem
başından beri 48 soru önergesi iade edilmiştir. Bunların hepsi de Cumhuriyet
Halk Partisi milletvekillerine aittir. Bir tek AKP milletvekili var sorusu iade
edilen, o da Sayın Atilla Başoğlu. Önergeyi verdiği zaman o da Cumhuriyet Halk
Partiliydi.
İade edilen 48 sorudan 26 tanesi, Sayın Başbakana
sorulan sorular. Yani, Sayın Meclis Başkanımız, Sayın Başbakana soru sormayın,
o benim arkadaşımdır demek istiyor galiba. Sayın Meclis Başkanımız "4 000
küsur soru önergesinden yüzde 1'ini iade ettim" diyor. Doğru da, Sayın
Başkanım, bu yüzde 1'ler hep Sayın Başbakana sorulan sorulara mı rastlıyor?!
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakan
"Meclis lojmanlarında milletvekilleri oturmayacaktır" dedi, AKP
milletvekillerinden yoğun alkış aldı. Bunun üzerine, Sayın Meclis Başkanımız
"lojmanları satmayacağım" diyor ve Maliye Bakanlığına devrediyor. O
tarihteki gazetelerin başlıkları şöyle: "Meclis Lojmanları Kapış Kapış
Gidiyor", "Lojmanlardan 300 Trilyon Lira Gelecek",
"Lojmanlar Para Basacak", "Meclis Lojmanları Ticaret Merkezi Oluyor".
Hükümetin, basın desteğine nazar değmesin demekten başka ne denilebilir ki! Bu
desteğe karşın, sonuç ne oldu, sonuç; lojmanlar çürümeye terk edildi. Ben, bu
konuda bir soru önergesi vermiştim... Ancak 25 tane lojman satılabilmiş, bunun
da 15 tanesi vadeli satılmış. Lojmanlar milletvekillerine 700 000 000 liradan
kiraya verilseydi, hazinenin 10-11 trilyon lira kârı olurdu.
Yine, Sayın Meclis Başkanımız "milletvekillerine
ev yaptıracağım" dedi, form dağıttı, 361 milletvekili başvurdu. Sayın
Başbakan "milletvekillerine ev yapılmayacak" dedi; Sayın Meclis
Başkanımız ev yaptırmaktan vazgeçti. Biz, milletvekillerine niye ev yapılmadı
demek istemiyoruz; biz, milletvekilleri niye lojmanlarda oturmadı demek
istemiyoruz; bizim demek istediğimiz, bu kararı niye Sayın Başbakan alıp
kamuoyuna açıklıyor da, niye Meclis Başkanı, Meclis Başkanlık Divanı bu
kararları almıyor?
Cumhuriyet Halk Partisi, 126 milletvekilinin imzasıyla,
TCK 6 Ekimden önce görüşülsün diye 28 Eylül 2004'te Meclisi olağanüstü
toplantıya çağırıyor. Anayasa gereği olan bu istek kabul görmüyor. Sayın
Başbakan "Avrupa Birliği bizim içişlerimize karışmasın" diyerek
gittiği Brüksel'de, dünya ve Türkiye basınının önünde, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 26 Eylül günü toplanacağını söylüyor ve Sayın Meclis Başkanımız,
Türkiye Büyük Millet Meclisini 26 Eylül günü olağanüstü toplantıya çağırıyor.
Cumhuriyet Halk Partisine bunu unutturamazsınız sayın arkadaşlarım.
Değerli milletvekilleri, şimdi, sizlere sormak
istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı Başbakan Sayın Tayyip
Erdoğan mıdır yoksa Sayın Bülent Arınç mıdır?! Biz istiyoruz ki, yasama
görevimizi, denetim görevimizi yürütme organının güdümüne girmeden yapalım.
Sayın arkadaşlarım, sabahlara kadar çalışıyoruz.
Hesaplanmış, Türkiye Büyük Millet Meclisinde her 2 saat 18 dakikada bir kanun
yapılıyormuş. Sonuç; 27'si Sayın Cumhurbaşkanı tarafından iade ediliyor, 41
tanesi de Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Anayasa Mahkemesine götürülüyor.
Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın öngördüğü demokratik
devlet, erkler ayırımı, parlamenter rejim, Başbakanlık İnsan Hakları
Komisyonuna göre, önce hükümetçi parlamenter rejime sonra da başbakancı
parlamenter rejime dönüşmüştür. Bunlar yetmezmiş gibi, şimdi de başkanlık
sistemi tartışılmaya açılmak isteniyor.
Sayın Başbakan, hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı olmak
istemektedir. Bu, yanlış bir hevestir arkadaşlarım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Kaptan, size 1 dakika eksüre vereceğim;
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
OSMAN KAPTAN (Devamla) - Eğer, Türkiye'nin kaderi, 550
milletvekilinin değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değil, başkan olarak
seçilmiş bir kişinin elinde olsaydı, Türkiye, 1 Mart tezkeresiyle savaşa
girmiş, 70 000 Amerikan askeri Türkiye'ye gelip yerleşmiş olurdu. Bunların
olmasını mı istiyorsunuz; elbette hayır, kesinlikle hayır dememiz gerekir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'yi
yönetenler gelir geçerler, kalıcı olan Türkiye Cumhuriyetidir. Türkiye
Cumhuriyeti, şahsî ve keyfî yönetim anlayışına teslim edilemez. Rejim
tartışmalarıyla vakit geçireceğimize, çöken tarımımızı, beli bükülen çiftçimizi
ayağa kaldırmaya çalışalım; işçimize, esnafımıza, memurumuza, emeklimize,
fakirimize fukaramıza sahip çıkalım; yolsuzlukla, yoksullukla mücadele edelim;
işsizimize iş yaratalım; ekonomimizi IMF gözetiminden çıkaralım. Yüce Meclisin
ve milletvekillerinin saygınlığını artırıcı, dokunulmazlıklar başta olmak
üzere, gerekli önlemleri alalım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük
Millet Meclisi, ulusal iradeye dayanan anayasal rejimine de, Yüce Ulusumuza da,
Lozan'a da, Kuzey Kıbrıs'a da sahip çıkmasını bilir, bilmelidir. Atatürk'ün
Meclisine yakışan budur.
Bütçenin hayırlı olması dileğiyle, hepinize saygılar
sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaptan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı,
Ankara Milletvekili Sayın Yılmaz Ateş.
Sayın Ateş, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YILMAZ ATEŞ (Ankara) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, yazılı ve görsel basın,
demokrasinin ve demokratik toplumların vazgeçilmez, olmazsa olmaz kurumlarının
en ön sıralarında yer almaktadır. Bu öneminden ötürüdür ki, ülkemizde dördüncü
güç olarak kabul edilmektedir; zaman zaman daha ön sıralarda olduğuna ilişkin
de geniş bir kanı vardır.
Teknolojik gelişmeler, basının iki kanadından biri olan
sözel ve görsel bölümünü, radyo-televizyon yayıncılığını daha ön sıralara
taşımış durumdadır.
Kültürel yaşamımızın, toplumsal değerlerimizin korunup,
gelişmesinde; toplumun, doğru bilgi edinerek, geleceği konusunda sağlıklı karar
vermesinde radyo ve televizyonlarımız en belirgin güç haline gelmişlerdir. Bu
öneminden dolayıdır ki, diğer bütün üst kurul üyeleri Bakanlar Kurulu
tarafından atanırken, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından seçilmektedir.
Böylesine önemli bir işlevle görevlendirilen Üst Kurul,
radyo ve televizyonların, toplumsal yaşamımıza, çağdaş ve ulusal değerlerimize
uygun yayın yapmasını sağlayabiliyor mu; bu konuya bakmakta yarar görüyorum.
Bu konuya değinmeden önce bir noktaya açıklık
getirmekte yarar görüyorum: Birey olarak da, Cumhuriyet Halk Partisi olarak da,
hep basını ve düşünce özgürlüğünü savunduk. Basın özgürlüğünden doğan
sorunların çözümünü de, yine, basın özgürlüğünde aradık. Ancak, iktidarlar da,
çözülmeye, yozlaşmaya, kokuşmaya karşı toplumu ve ülkeyi koruyan, yasaları
uygulayan tek yürütme organıdır; yasaların belirlediği çerçevede bu görevini
yerine getirmekten sorumludur. Yüzyıllar boyunca dünyanın en güzel dillerinden
biri olarak kabul edilen Türkçemiz, bugün bir katliam yaşamaktadır. Ciddî
programları reklam işgali nedeniyle izleme olanağı yoktur. Eğitici bir programı
görmek mümkün değildir. Başta çocuklarımız olmak üzere, bizi biz yapan bütün
değerlerimiz reating ve reklam uğruna ayaklar altında çiğnenmektedir.
Daha dün, yani pazar günü, ulusal yayın yapan bir
televizyonda, yarışmanın aktörleri olan 3-5 yaşındaki çocuklardan oluşan
"Çocuktan Al Haberi" adlı programdaki yayına bir bakmakta yarar var:
Programı yapan hanımefendi soruyor: "Asena kimdir, ne iş yapar; İbrahim
Tatlıses'in nesidir?" 4 yaşındaki çocuğun cevabı şu: "İbrahim
Tatlıses'in karılarından biridir." Ne iş yaptığını daha iyi anlatabilmek
için de 4 yaşındaki kız çocuğuna göbek attırılıyor. Bitmedi daha. Bir başka soru:
"Kaynana nedir, Semra Hanım kimdir?!."
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3-5 yaşlarındaki
çocuklara öğretilen işte bunlar! Çocuklar için yapılan programlar bunlar! Bütün
etkin, yetkin ve sorumlularımız da bu olup biteni izlemektedir. Radyo ve
televizyonlarımızın, daha doğrusu, ayırım yapmadan söylemek gerekirse,
medyamızın bu hali yüzeysel nedenlerden kaynaklanmıyor; ortada yapısal, ciddî
bir sorun var; Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu soruna kayıtsız kalmamalıdır.
Özel televizyon yayınları 1991 yılında başladı. Bugün,
1 500 dolayında yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde televizyon yayını var.
Frekans ihaleleri ise, halen yapılmadığı için, yayınların tamamı korsan
yapılmaktadır. Tabiî, yayınlar korsan olunca, devlet de katrilyonlarca lira
gelir kaybına uğramaktadır.
Frekans ihaleleri neden yapılmıyor? İktidarın eli kolu
neden bağlanmaktadır? Bu soruların cevabını şu cümlelerde bulmak mümkün.
Değerli milletvekilleri, bu cümleleri de, geçen yılki
ve önceki yılki Plan ve Bütçe Komisyonumuzun tutanaklarından aldım. "2002
yılında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı olarak, frekans ihalelerinin
yapılmamasından dolayı ıstırap duyuyorum diye bir açıklama yaptıktan sonra,
hakkımda, büyük menfaat şebekeleri büyük bir kampanya başlattılar; internet
sitelerinde ve basında, büyük holding patronlarının da desteğinde, bu konuda
çok ağırlıklı bir kampanyanın hedefi oldum. Bu konuda belki herkes
suçlanabilir; ama, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bu ihaleleri
gerçekleştiremedi diye suçlanamaz."
Değerli arkadaşlar, bu sözlerin sahibi, şimdi de Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı olan Sevgili Fatih Karaca. Feryadı haklı,
doğru; herkes duyuyor; ama, bu feryadı ne dünkü iktidarlar duydu ne de bugünkü
iktidar.
Prim borcunu ödemediği için, köylünün traktörüne el
konulabiliyor, karnını doyurmak için ekmek aldı diye cezaevlerine gencecik,
küçücük çocuklar konuluyor; ama, devlet yetkililerinin gözleri önünde devletin
kaynakları, halkın kaynakları böyle bir avuç medya patronuna, maalesef...
Üzerine gidilmeden, bunlar saklanabilmektedir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de çok şey değişti,
iktidarlar değişti; ama, medya patronları ile siyasal iktidarın ilişkileri hiç
değişmedi. "Avrupa coğrafyasında Türkiye'dekine benzer bir medyaya
rastlamak mümkün değildir" sözü, ömrünü medyaya adamış Cumhuriyet
Gazetesinin Başyazarı Sayın İlhan Selçuk'a aittir. Geçmişte, halkın gözü
kulağı, sesi olan medya, ne acıdır ki, şimdi, ağırlıklı olarak, iktidarın sesi
oldu, mensubu olduğu sermayenin gözü kulağı oldu. Varlık nedeni halkı doğru
bilgilendirmek olan medya, şimdi, ağırlıklı olarak iktidarın toplumu
şekillendirmesinde en etkili araçlardan biri haline geldi.
17 Aralık başarı mıdır değil midir, hep beraber
göreceğiz. Doğrusu, bu tartışmaya katılmanın şu anda yeri ve zamanı değil; ama,
Avrupa Birliğine girme başarısını gösterebilirsek, şu kesin ki, medyamızın
ağırlıklı bir bölümü bu haliyle de yaşama şansı bulmayacaktır. Sayın Başbakan
"bu başarıdır" diyor, medya mensupları da "yok, siz bilmezsiniz,
bu başarı değil; bu, zaferin ta kendisidir, siz de fatihin ta
kendisisiniz" diyor. Sayın Başbakan, sanırım, çok temkinlidir; yoksa, geriye
dönüp baktığı zaman, siyaset mezarlığının, medyanın yarattığı fatihlerle dolu
olduğunu görecektir.
Sayın milletvekilleri, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonunun elkoyduğu yayın kuruluşlarının halen satılamamış olmasını anlama
olanağımız yoktur. Devlet olanaklarıyla, halkın parasıyla, siyasal iktidar,
gazete, radyo, televizyon sahibi olmuştur; ama, bu televizyon kanalları, halkın
kesesinden her ay trilyonlarca lira zarara uğramaktadır; yayınları, Uzanların
haksız, adaletsiz dönemini aratmayacak durumdadır. Dün, Uzanları yere göğe
koyamayan bu yayınlar, bugün de iktidarı yere göğe koyamamaktadır.
Sayın milletvekilleri, Başbakan Yardımcısı Sayın
Abdüllatif Şener'in basına yansıyan bir açıklaması var. Sayın Şener diyor ki:
"Medya ve banka sahibi bir olmamalı, bunlar ayrılmalıdır; çünkü, aksi
takdirde, halk doğru bilgilendirilemez ve bu görüşümü de, hazırlamakta
olduğumuz bir yasaya konulması için Sayın Başbakana arz edeceğim."
Değerli arkadaşlar, oysa, böyle bir yasa şu anda var.
Yürürlükte olan 3984 sayılı Yasanın, yani, radyo ve televizyon yayınlarını
düzenleyen yasanın 29 uncu maddesinin (a) bendi çok net. O maddede deniliyor
ki: "Yatırım, ihracat, ithalat, pazarlama ve finans kurum ve kuruluşlarına
radyo ve televizyon yayın izni verilmez; bu kuruluşlar, radyo ve televizyon
yayın izni almış şirketlere ortak olamazlar." Şimdi, ortada madde var;
fakat, o maddeyi uygulayabilecek siyasî irade, siyasî iktidar yok. Eğer, bu
madde yürürlükteyse bunun uygulanması lazım; eğer, uygulanmıyorsa, bu yasanın
değiştirilmesi gerekir.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulumuzun bütçesinin
ulusumuza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclisi, tekrar, saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ateş.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı,
Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; Genel
Kurulu, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, 1982 Anayasası
da, daha önceki cumhuriyet anayasalarının geleneğini sürdürerek,
Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesi esasını
kabul etmiştir. Anayasa koyucu, Cumhurbaşkanının doğrudan seçim yoluyla
seçilmesi yöntemini benimsememiştir.
Ülkemizde uygulanmakta olan parlamenter sistemin
dengeleri bakımından da mevcut anayasal yapılanmanın isabetli olduğu
kanısındayız. Cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesi halinde, kolayca siyasal
sistemin egemen unsuru haline gelmesi ve böylece, sistemin bir tür başkanlık
veya yarı başkanlık rejimi haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır.
Kabul etmek gerekir ki, başkanlık sistemi Türkiye'nin
siyasal geleneğine aykırı olduğu gibi, bu sistemin, tamamen kendisine özgü
şartları olan Amerika Birleşik Devletleri dışında istikrarlı ve toplumsal
kalkınmayı sağlayan bir demokrasi yarattığı da görülmemiştir; böyle bir örnek
yoktur.
Değerli arkadaşlarım, parlamenter sistemin ülkelere
göre iki ya da çokpartili siyasal ortamlarda uygulanabilmesi sebebiyledir ki,
bu sistemlerden çoğul olarak söz edilmektedir. Buna karşılık, başkanlık
rejiminin günümüze kadar klasik biçimiyle salt uygulama alanı sadece Amerika
Birleşik Devletleridir. Bundan dolayı da, başkanlık rejimlerinden değil,
başkanlık rejiminden söz edilmektedir.
Gerçi, Amerika Birleşik Devletleri rejiminden
esinlenilerek bazı ülke anayasalarında, özellikle Latin Amerika ülkelerinde,
kurumsal düzenlemeler yapılmışsa da, bu sistemlerin hiçbirinde Amerika Birleşik
Devletleri örneğindeki süreklilik sağlanamamış, rejimler, ya hükümet
darbeleriyle son bulmuş ya da başkanlık rejiminden farklı olarak, o ülkenin
özelliğine göre, otoriter veya totaliter sistemlere dönüşmüştür; demokrasiler
ve sistem telafi edilemez biçimde darbeler almıştır.
Değerli arkadaşlarım, şu soruları değerlendirmemiz
gerekiyor:
Amerika Birleşik Devletlerindeki sistem her ne kadar
başkanların yönetim anlayışlarına bağlı olarak zaman zaman hegemonyacı bir
uygulama içine giriyorsa da, neden kurumsal olarak otoriter veya totaliter bir
yapıya dönüşmüyor?
Hukuk devleti ve demokrasi yapılanması aksayan ve
geciken parlamenter sistemlerdeki bu yanlışlıklar nereden kaynaklanıyor?
Parlamenter sistemin kuvvetler ayrılığı sisteminin
özüne uygun olarak uygulanması için, acaba, yürütme ve yasama olarak ne
yapıyoruz? Bu sistemi işler hale getirmek mi istiyoruz, yoksa ve maalesef,
sistemi sabote mi ediyoruz?
Sistemin ve kurumların içini mi boşaltıyoruz? Bu
soruların irdelemesini sağduyulu olarak yapmamız gerekiyor değerli
arkadaşlarım. Belli dönemlere bağlı kalmadan, konjonktürel şartları ve
dönemleri kişisel ve siyasal amaçlarla kullanmaya tenezzül etmeden bu
değerlendirmeyi yapmamız gerektiğine inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, ister başkanlık sistemi, ister
parlamenter sistem olsun, demokrasilerde öncelikle ve vazgeçilmez şart,
yargının güçlü olmasıdır. Yargının gerçekten bağımsız olmasını sağlayacak,
gerçek anlamda yargıç teminatını sağlayacak hukuk devleti yapılanması konusunda
hangi adımları atıyoruz? Bugün Amerika Birleşik Devletlerinde sistem işliyorsa,
bunun temel dayanaklarının başında güçlü ve etkin yargının geldiğini
unutmayalım. Gerek bireyler ve gerekse toplum bir haksızlığa uğradığında,
sonuçta yargıdan bu haksızlığın döneceği duygusunu hiç kaybetmemişlerdir. Biz
ne yapıyoruz; biz, idarî denetimi kaldırıyoruz, etkisiz hale getiriyoruz, kamu
yönetimi ve belediye tasarılarında bunun somut örneklerini görüyoruz; Sayıştay
seçimlerinde de, malî denetimi kontrolümüz altına almak için hukuku çiğniyoruz,
Anayasa ihlali yapıyoruz. Yetmiyor; yargıyı güçlendireceğimiz yerde, yargının
sorunlarını kullanarak ve istismar ederek, yargıyı bağımlı hale getirmek için,
kurumları karşı karşıya getirmek pahasına, popülizm yapıyoruz, tribünlere
oynuyoruz.
Kamuoyunu yanıltma ve sanal tablo yaratma durumu,
maalesef, iç olaylarla, içpolitikayla sınırlı değil, dışpolitikada da bunu yine
yapıyoruz.
Sayın Cumhurbaşkanının başkanlığında, 7 Aralık günü,
Avrupa Birliği zirvesi konusunda bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda, koşulsuz
tam üyelik hedefi çok açık olarak dile getirildi. 17 Aralığın Türkiye açısından
sonuçlarının yetersizliğini ve içinin boş olduğunu Sayın Genel Başkanımız
konuşmalarında ayrıntılı olarak dile getirdiler. Diğer sözcü arkadaşlarım da,
ilerleyen bölümlerde, bu konuları yine değerlendirecekler. Ben, sadece, İsveç
Başbakanının "biz olsaydık, bu şartlı üyelik konusunu kabul etmezdik;
Türkiye direnmedi" yolundaki değerlendirmesini hatırlatmakla yetiniyorum.
İbret verici ve düşündürücü bir tabloyla karşı
karşıyayız; günü kurtarmak uğruna yapılan bir gösteriyle karşı karşıyayız. Bu
sebeple, bu anlamda ve bu kapsamda, karamsarlığa kapıldığımızı da yeri
gelmişken ve üzülerek bir defa daha ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu yapılanması değişmediği ve bu kararlara karşı yargı yolu açılmadığı,
adlî kolluk yapılanmasındaki statükocu yapının kurumsallaştırılması
engellenmediği, teftiş kurulu yapılanması değişmediği takdirde, doğal olarak,
kuvvetler ayrılığına dayanan bir sistemin işleyişinde de sıkıntılar olacaktır.
Maalesef, siyasî iktidar, bu sıkıntıları ve yapısal bozuklukları kullanarak ve
istismar ederek, kendince sistem değişikliğinin altyapısını oluşturmaya
çalışıyor. Bunu yaparken de, bir taraftan, özerk kurulların ve kurumların
işleyişine de doğrudan müdahale ediyor.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'deki sistem, şu anda
-biraz evvel sözcü arkadaşımız Sayın Kaptan da ifade etti- başbakanlıkçı bir
sistem ve anlayışa dönmüştür. Bunu yeterli görmeyen hükümetin ve Sayın
Başbakanın, bu fiilî durumu Anayasal bir sistem haline dönüştürmek istediği
görülüyor ve anlaşılıyor.
Aslında, bu arayışın temelinde, gelecek dönemlerdeki
siyasî ve hukukî denetimi engelleme arayışlarının bulunduğunu da üzülerek ifade
ediyoruz. Ancak, bu arayışın, toplumda huzursuzluğa, istikrarsızlığa,
gerginliğe ve kutuplaşmaya yol açacağını şimdiden ifade ediyor ve hükümeti
uyarıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin saltanat
arayışlarına, yeni padişahlara ihtiyacı ve tahammülü yok; Türkiye'nin ortak
akla ve sağduyuya ihtiyacı var. Ortak akıl ve sağduyu, anayasal kurumların
işleyişine müdahale etmemeyi, bu kurumların ve sistemin içini boşaltmamayı
gerektirmektedir. O ortak akıl sayesindedir ki, Türkiye'nin kaos ve terör
ortamına ve maceraya girmesini engelleyen 1 Mart tezkeresi süreci yaşanmıştır.
Bu ortak akıl, bugün, maalesef, bertaraf edilmek istenilmektedir.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanının laik ve
sosyal hukuk devletinin korunmasında bundan böyle de kararlılığını
sürdüreceğine olan inancımız tamdır. Sayın Cumhurbaşkanı, görevini, özenle ve
kararlılıkla sürdürmektedir.
Bu genel değerlendirmelerden sonra, Sayın
Cumhurbaşkanının kamu bütçesine ilişkin harcamalardaki titizliğini somut bir
olayla anlatmak istiyorum.
Biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı, 2004 yılı içerisinde
oğlunu evlendirdi. Ben, bu nikâhın, Çankaya Köşkü gibi kamusal ve sembol
niteliği olan bir mekânda yapılması konusundaki tereddütlerimi, düğünün orduevi
veya herhangi bir otelde yapılmasının uygun olacağını ifade etmiştim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, 1 dakikalık süre içerisinde
konuşmanızı bağlar mısınız.
ATİLLA KART (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
Sayın Cumhurbaşkanı, düğüne ilişkin -dikkatinizi
çekiyorum- elektrik ve gıda harcamalarını, garson giderlerini kendilerinin
kişisel bütçesinden nasıl karşıladıklarını, açıklamalı bir şekilde ve bir
vesileyle şahsıma doğrudan ilettiler. Bu açıklama ve bilgilendirmeden, elbette,
bir vatandaş olarak mutlu oldum. Düğünün orduevi veya otelde yapılması halinde,
en başta zorunlu güvenlik uygulamasının ne kadar ağır maliyeti olacağını ifade
ettiler.
2004 yılı bütçesinde de yüzde 28'e yaklaşan bir
tasarruf sağlandığını, yine, burada, örnek teşkil etmesi, emsal teşkil etmesi
düşüncesiyle, özellikle vurguluyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu sebeple, kamu harcamaları
konusunda bu kadar duyarlı olan Sayın Cumhurbaşkanının temsil ettiği
Cumhurbaşkanlığı makamının bütçesine, elbette ve içtenlikle destek veriyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım; son
cümlem.
Sayın Cumhurbaşkanının kamu harcamalarında göstermiş
olduğu bu özen ve duyarlılığın, en başta Sayın Başbakan ve ekonomiden sorumlu
Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan için örnek teşkil etmesini, tüm kamu
görevlilerinin de bundan etik olarak ders almaları gereğini, yeri gelmişken
Genel Kurul huzurunda, sorumluluk anlayışım gereği olarak ifade ediyor,
bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kart.
Birinci turda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
dördüncü söz, Adana Milletvekili Kemal Sağ'a aittir.
Sayın Sağ, buyurun.
CHP GRUBU ADINA KEMAL SAĞ (Adana)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının Sayıştayla
ilgili bölümü hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Geçen yıl yine bu kürsüden Sayıştay hakkında birçok
eleştirilerde bulunmuştum. İlgililer bu uyarılarımı dikkate almış olmalılar ki,
bu yıl eleştiri konusu az. Bu bizim için sevindirici bir durum; ama, ne var ki,
bu yıl da özellikle hükümeti eleştireceğim iki ciddî konu gündemde kalmaya
halen devam ediyor. Bu iki konuya az sonra değineceğim. Önce, Sayıştayın
denetim ve idarî faaliyetleri hakkında biraz konuşmak istiyorum.
2003 yılında denetlenmesi gereken 7 229 adet
saymanlığın geçen sene sadece yüzde 11'i denetlenmiş iken, bu yıl bu oran yüzde
13'e çıkmış durumdadır. Bu arada parasal hacim olarak da oran yüzde 79
olmuştur; yani, bir başka deyimle, Türkiye'deki kamu harcamalarının beşte 4'ü
denetim altına alınmıştır. Ayrıca, 11 374 adet konu da yargılanarak karara
bağlanmıştır. Öte yandan, Sayıştay, performans denetimine ağırlık vererek, bu
bağlamda, tarihî eserlerin korunması, ormanların korunması, kıyıların kullanımı
ve denetimi, e-dönüşüm Türkiye Projesi ve devlet hastanelerinde ilaç ve tedavi
malzemeleri konularını denetleyerek rapora bağlamıştır.
Bir olumlu konuya daha değinip, eleştirilerime
geçeceğim. AB fonları çerçevesinde, 17 twining, yani, eşleştirme projesinden
bir tanesi Sayıştaya tahsis edilmiş. Böylece, 1 400 000 euroluk bir fon, denetim kapasitesinin
güçlendirilmesi projesine ayrılmış durumdadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, biz CHP
olarak, dün olduğu gibi bugün de pozitif muhalefet anlayışımızı yine devam
ettiriyoruz, yapılan güzel ve olumlu şeyleri alkışlıyoruz; ancak, doğru
bulmadıklarımızı da, iktidarın yanlış uygulamalarını da açıkça ortaya koymaya
devam ediyoruz.
Bakın, geçen sene, Sayıştaya önem verdiğinizi, yargıya
güvenmeye başladığınızı düşünmüştük. Geçen yıl bütçe büyüklüğü yüzde 2
artarken, Sayıştay ödeneklerini yüzde 14 artırmıştınız; ama, bu yıl bakıyoruz,
genel bütçe büyüklüğü yüzde 6 artarken, Sayıştayın ödeneklerinde yüzde 2 azalma
görüyoruz.
Bakın, yine, ikinci bir hususu açıklamak istiyorum
sizlere. Sayıştay, bu yıl, denetçi yardımcısı sınavı açıyor. Bu sınavda 60
kişilik boş kadro varken ancak, 30 kişi kazandırılabiliyor ve ne yazık ki,
bunun da 15'i, yine, başka kurumlara geçiyor. Neden; çünkü, işe yeni başlayan
Sayıştay denetçi yardımcılarının maaşları sadece 800 000 000 lira.
Bu gençler, Sayıştay denetçi yardımcılığı yerine, eğer
Başbakanlık uzman yardımcılığını tercih ediyorlarsa, herhalde burada bir
yanlışlık var demektir. Bu gidişle, belki de, Sayıştay, emekli olanların yerini
bile dolduramayacak.
Üçüncü bir konu: Geçen sene burada görüşülen Kamu
Yönetimi Temel Yasasında -son maddesi bekliyor- Sayıştay bünyesine alınması
planlanan Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu için ödenek ayrılmadığını
görüyoruz. Eğer, bu, YDK'nın Sayıştaya katılmasından vazgeçildiğini ifade
ediyorsa, bu, bir yanlıştan dönülmesi demektir. Yanlıştan dönmek bir erdemdir.
Doğrusu da, zaten, Sayıştay gibi, yine, yetkilerini Anayasadan, Anayasanın 165
inci maddesinden alan Yüksek Denetleme Kurulunun, performans denetimini Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına yapan ve köklü bir kuruluş olan Yüksek Denetleme
Kurulunun bağımsız olarak çalışmasına devam etmesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de,
eleştirmek durumunda olduğum iki önemli konuya geçiyorum. Bunlardan bir tanesi,
yeni Sayıştay yasası tasarısıdır. Bildiğiniz gibi, Kamu Malî Yönetimi Kanununun
birkısım hükümleri, bu yıl bütçe kanunuyla uygulamadan alınıyor. Öte yandan,
Türkiye Ulusal Programında kamuda performans odaklı denetime geçilmesi
öngörülüyor. Diğer taraftan, ülkemiz açısından, ne yazık ki, çok büyük tavizler
sonucu -eğer, Rumlar izin verirse- başlayacağımız AB'ye giriş müzakereleri
arifesinde bu yasa büyük önem taşımaktadır. Hem denetim standartlarının
Avrupa'ya entegrasyonu hem IFAC muhasebe standartları açısından, üstelik, bir
de malî reformla ilgili yasalar yönünden büyük önem taşıyan bu yasa, her şeyin
ötesinde Sayıştayın da yeniden yapılandırılmasına olanak verecek ve bu kurumun
fonksiyonlarını realize edecektir. Hal böyle iken, Sayıştay yasa tasarısının,
hâlâ, Büyük Millet Meclisi gündemine alınmaması, kanaatimizce, hükümet adına
bir nakısadır, eksikliktir.
İkinci önemli konu, 2003 yılında boşalan 5 ve daha
sonra boşalan 3 Sayıştay üyeliği için seçimlerin hâlâ yapılmayışı, daha
doğrusu, yaptırılmayışıdır. Evet, 8 üyenin seçimi, hâlâ, askıda tutulmaktadır.
Seçim usulüne göre, bu yılın başında, Sayıştay Genel Kurulu, boşalan 8 üyelik
için yasa gereğince 32 aday adayını belirleyip Büyük Millet Meclisine sunuyor;
Başkanlık makamı da konuyu 2004 Ocak ayında Plan ve Bütçe Komisyonuna sevk
ediyor. Komisyonda aday sayısı 16'ya düşürülecek, müteakiben Genel Kurulda da 8
üye seçilecek. Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı, herhalde, aldığı gizli bir
talimat gereği olsa gerek, bir türlü altkomisyonu oluşturup süreci devam
ettirmiyor. Bu arada, Sayıştayda kilitlenme olmuş, Daireler Kurulu çalışamamış,
Temyiz Kurulu çalışmaları aksıyormuş, kimin umurunda! Ama, ne olduysa, dört gün
önce Plan ve Bütçe Komisyonunda altkomisyon oluşturulmuş durumda. Şimdi
diyeceksiniz ki Sayın AKP'li arkadaşlarım, ne yapalım, komisyonun işleri çok
yoğun, çok fazla, o yüzden buna sıra gelmedi... Keşke öyle olsa değerli
arkadaşlarım. Hepimiz görmedik mi, yaşamadık mı, iktidarın önem verdiği birçok
yasa tasarısı istenildiğinde sabahlara kadar toplanılarak komisyondan
geçirilmedi mi! Yangından mal kaçırır gibi birçok yasa İçtüzük hükümleri
zorlanarak kırksekiz saat geçmeden Genel Kurula getirilmedi mi! Birçok yasa
tasarısının sırası değiştirilerek Cumhuriyet Halk Partisinin muhalefet yapması
engellenmeye çalışılmadı mı!
Sayın AKP'li arkadaşlarım, sizin meseleniz zaman
meselesi, yoğunluk meselesi filan değil. Sizin meseleniz, sağır sultan da duydu
ki, aday adaylarının sizin açınızdan şayanı kabul olmamasıdır. Bunu biz dile
getirdik, Sayın Genel Başkanımız defeatle dile getirdi, tüm medya yazdı; ama,
sizde tık yok... Yazık, gerçekten yazık arkadaşlar!... Yasanın öngördüğü
yetkiyi kullanan Sayıştayın belirlediği tüm isimler, kendi alanında temayüz
etmiş, hepsi birbirinden değerli meslek mensuplarıdır.
Değerli arkadaşlarım, bir hukuk devletinde bu tür
düşüncelere yer yoktur. O zaman hukuk devleti iddiası nerede kaldı, demokrasi
inancı nerede kaldı, mesleğe saygı, hukuka saygı nerede kaldı?..
Burada akla hemen başka bir soru geliyor ister istemez
değerli arkadaşlarım; o da şu: AKP olarak Anayasa Mahkemesi üyelerinin bir
kısmının Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesini öngören düşüncelerinizi
zaman zaman duyuyoruz; bunu medya da yazdı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Sağ, size 1 dakikalık eksüre veriyorum;
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
KEMAL SAĞ (Devamla) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.
Peki, böyle bir yasal düzenleme yapılırsa, böyle bir
seçim gündeme gelirse, mantık yine aynı mantık mı olacaktır; yani "bu
bizden, okey; bu bizden değil, olmaz" mı diyeceksiniz?
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son bir noktaya
daha değinip, konuşmamı bitiriyorum. 2003 yılı kesinhesap kanunu tasarılarına
baktım; Sayıştay hakkında eleştirilecek ciddî bir durum yok. Aksine, o dönemin
yönetimi, ödeneklerin 1/3'ünü kullanmayıp, 16 trilyon civarındaki bir ödeneği
de tenkis etmiş. Kendilerini, burada, teşekkürle yad ediyorum.
Bu arada, konuşmamı bitirirken de, 2005 bütçesinin,
ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sağ.
Birinci turda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son
konuşmacı, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı.
Sayın Araslı, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı içerisindeki
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum ve sizleri, şahsım ve
Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Demokrasilerde, yasama organının çıkardığı bir kanunun
anayasaya uygunluğunun bir yargı organınca denetlenmesinin kabulü, tartışmalı
bir gelişim sürecinin sonunda gerçekleşebilmiştir. Türkiye'de ise, çağdaş
demokrasilerin artık geride bırakmış olduğu bu tartışmaların, son birkaç yıldır
gündeme yeniden taşınmaya çalışıldığı görülmektedir. Özellikle kuvvetler
ayrılığının, ülkemizde, tam anlamıyla gerçekleşmediği yolundaki yakınmalar
çerçevesinde, Anayasa Mahkemesinin işlevinin de yasamaya, hatta ulusal iradeye
müdahale olarak nitelendirilebildiği görülmektedir; hatta, başkanlık rejimi, bu
sorunun çözümü olarak da gösterilmektedir. Halbuki, kuvvetler ayrılığı, yasama,
yürütme ve yargı organları arasında işlevselleştirilmiş bir işbölümünü
amaçlamaktadır. Bu işlevsel işbölümünde de, yasamanın ve anayasa mahkemesinin,
kendilerine düşen görevleri yerine getirmelerinin, kuvvetler ayrılığıyla
çelişen hiçbir yanı olamayacağı ortadadır. Kaldı ki, bu tartışmaları gündeme
taşıyanların özendiği, çözüm olarak gösterdiği başkanlık rejiminde de anayasa
mahkemesi vardır ve yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi
yapılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu
tartışmalar bir yanda sürdürülürken, Anayasa Mahkememiz, kanunların, kanun
hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya
uygunluğunu denetlemeye devam ederek, Anayasanın üstünlüğünün ve dolayısıyla,
hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesine en büyük katkıyı vermektedir. Bu
katkının büyük bir özveriyle verildiğini söylemek durumundayız; çünkü, Anayasa
Mahkememiz, hiçbir zaman bu yasama dönemindeki kadar ağır bir işyüküyle
karşılaşmamıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve Cumhuriyet Halk
Partisi Grubundan milletvekilleri tarafından, bu yasama döneminde, bugüne
kadar, 24'ü 2004 yılında olmak üzere, Anayasa Mahkemesinde 41 iptal davası
açılmıştır. Açılan bu iptal davalarından, bugüne kadar, 12'si hakkında karar
verilmiştir. Bu 12 davadan 4'ü hakkındaki karar 2004 yılında, diğerleri
hakkındaki kararlar ise 2003 yılında verilmiştir. Karara bağlanan diğer 9
kanunun çeşitli maddeleri hakkında ileri sürülen iptal ve yürürlüğü durdurma
istemlerinin ise tümü denecek kadar büyük bir çoğunluğu kabul edilmiştir.
2004 yılında, Ekonomik İstikrarı Sağlamak İçin Ek
Vergiler Alınması Hakkında Kanun, Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Hakkında Kanuna Bir Geçici
Madde Eklenmesi Hakkında Kanun hakkında verilen iptal kararlarının, ülkemiz
açısından son derece olumsuz durumların ortaya çıkmasını önlediğini ve hukukun
üstünlüğüne olan güven duygumuzu pekiştirdiğini burada ifade etmeyi bir görev
olarak biliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu sayılar, son
derece üzüntü verici bir tabloyu ortaya koymakta, yasama organındaki Adalet ve
Kalkınma Partisi çoğunluğunun, hukukun ve Anayasanın üstünlüğüne son derece
duyarsız kaldığını, hatta, çoğunluk olmasına dayanarak, zaman zaman her aklına
eseni ve hukuku hiçe saymak suretiyle yapmayı alışkanlık haline getirmeye
başladığını göstermektedir. Bu, demokrasiyi zedeleyecek ve bir çoğunluk
diktatöryasına dönüştürülebilecek olan bir durumdur. Bu olaya ilişkin
ikazlarımızı, bu kürsüden defeatle yapmış bulunuyoruz. Geçmişte de, demokrasiyi
aynı yöntemle bir çoğunluk diktatöryasına dönüştürmeye kalkışanlar çıkmıştır;
ama, bu girişimlerinin, onları, ne kadar ağır siyasî ve hukukî yaptırımlarla
karşılaştırdığını hepimiz biliyoruz. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun, edindiği bu kötü
alışkanlıktan 2005 yılında kendisini kurtarmasını diliyorum.
Burada, Anayasanın üstünlüğünü korumanın sadece Anayasa
Mahkemesinin görevi olmadığını, bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinin de en
az Anayasa Mahkemesi kadar özenli hareket etmek zorunda olduğunu vurgulamakta
yarar görüyorum. Özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Adalet ve Kalkınma
Partisi çoğunluğunun, yasa tasarı ve teklifleri görüşülürken, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun ve Sayın Cumhurbaşkanının Anayasaya aykırılık konusunda
yaptığı uyarıları dikkate alması gerekmektedir. Burada, Sayın Cumhurbaşkanının,
9'u 2004 yılında olmak üzere, bu dönem 37 yasayı, Anayasaya aykırılık nedeniyle
ikinci kez görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine iade ettiğini ve bu
sayının, bundan önceki hiçbir dönemde bu kadar kabarık olmadığını da ifade
etmek istiyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde çoğunluğu oluşturan
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, Anayasaya aykırılıklara ilişkin uyarıları
dikkate almaması ve Anayasaya uygunluğu sağlamak konusunda gereken özeni
göstermemesi halinde, Anayasa Mahkememizin görev yükü de giderek daha
ağırlaşacak ve bu durum, davaların daha geç karara bağlanmasına, hukuk
düzenimizin bu gecikme nedeniyle yaralar almasına yol açacak, yasama
çalışmalarının verimini azaltacak ve maliyetini yükseltecektir. Diğer yandan,
Anayasamızın öngördüğü hukuk devletinin de yaşama geçmesini engelleyecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa
Mahkememizin, Sayın Cumhurbaşkanı, siyasî parti grubu ve milletvekilleri
tarafından açılan davaların yanı sıra, mahkemelerden itiraz yoluyla gelen
davalarla inanılmaz boyutlara ulaşan bu işyükünün ağırlığı altında ezilmeden,
özenle görev yapmasının ve hatta, Yüce Divan sıfatıyla yaptığı yargılamalarla
daha da ağırlaşan bu işyüküne karşın, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânının
da tanınmasını desteklemesinin, kuşkusuz, övgü ve şükranla karşılanması gereken
bir durum olduğunu da söylemek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kuşkusuz,
Anayasa Mahkememizin tek sorunu işyükünün fazlalığı değildir. 2005 yılında
bütçede Anayasa Mahkemesi Başkanlığına ayrılan pay, bu yıl da Anayasa
Mahkemesinin gereksinimlerini karşılamaktan uzaktır. Anayasa Mahkemesi yargı
görevini yerine getirirken, inceleme, araştırma yapmak durumundadır. Bu pay, bu
imkânları sağlamaya yeterli değildir. Anayasa Mahkemesi yargıçlarının özlük
hakları, özellikle ödenekleri, üstlendikleri görevin gerekleri ve önemiyle
orantılı değildir. Anayasa Mahkememiz, gerçekten, anayasal sistemimiz
içerisinde, hukuk düzenimiz içerisinde çok önemli bir görevi yerine
getirmektedir ve parlamenter rejimlerde, yasama çoğunluğu ile yürütme arasında
bir özdeşleşme olması nedeniyle, giderek ortaya çıkan Anayasaya aykırılık
sorunlarının çözümüne elkoyabilecek, bu çözümü gerçekleştirebilecek, yargı
alanında bu işi yapabilecek tek organdır. Bu nedenle, Anayasa Mahkememizin
sorunlarını çözmeye özel bir önem vermemiz, özel bir gayret göstermemiz
gerekmektedir.
Bu sorunların, 2005 yılında, bir an önce çözülmelerini
dileyerek, sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Araslı, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, birinci turda, AK Parti Grubu
adına ilk konuşma, Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş'e aittir.
Sayın Daniş, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET DANİŞ (Çanakkale) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi 2005 malî yılı
bütçesiyle ilgili görüşlerimizi açıklamak üzere Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, Irak'ta 17 Aralıkta şehit
düşen beş güvenlik görevlimize Allah'tan rahmet, yakınlarına ve Yüce
Milletimize de başsağlığı diliyorum.
Bizler, halkın temsilcileri olarak millî iradenin hayat
bulduğu bu çatı altında ülkemizin kalkınması, gelişmesi için gece gündüz yoğun
bir tempoda çalışıyoruz. Avrupa Birliği süreciyle birlikte hız kazanan tarihî
bir değişimi hep beraber yaşıyoruz. Medeniyetlerin buluşma noktasında bulunan
ülkemiz tarihî bir dönemden geçiyor. Avrupa Birliği 17 Aralıkta tarihî bir
karar alarak Türkiye'ye kapılarını açtı. Sayın Başbakanımız başta olmak üzere
ilgili bakanlarımızın yürüttüğü çetin müzakereleri hepimiz nefeslerimizi
tutarak takip ettik. Kıran kırana geçen bu görüşmelerde Sayın Başbakanımız ve
Türk heyeti gerekli iradeyi koyarak, Türkiye'nin kırkbir yıldır sürdürdüğü
Avrupa Birliği sürecini başarılı bir noktaya taşıdılar. Ben huzurlarınızda, bu
başarıları nedeniyle, başta Sayın Başbakanımız olmaz üzere tüm bakanlarımızı ve
Türk yetkilileri tebrik ediyorum. Elbette ki bu tarihî başarıda en büyük pay
sahibi olan kurum Meclisimizdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, iktidarı ve
muhalefetiyle tüm milletvekilleri, özellikle Avrupa Birliği yolunda, anayasa
değişiklikleriyle, uyum yasalarıyla, yıllar yılı başarılamayan, düşünülemeyen,
hatta üzerinde konuşulamayan, tabu sayılan birçok mevzuda ciddî çalışmalar
yapmış, birçok reformun altına başarıyla imza atmıştır. Çıkarılan kanunlarla
her alanda iyileşmeler ve gelişmeler kaydedilmiş, Meclisimizle beraber
Türkiye'nin de itibarı artmıştır.
Ayrıca, Meclisimiz son dönemde başlattığı parlamenter
diplomasi atağıyla tüm dünyanın ilgi odağı haline gelmiş, Meclisimiz,
Başkanıyla, komisyonlarıyla, dostluk gruplarıyla yoğun bir diplomatik temas
gerçekleştirmiştir. Elbette ki Meclisimizin gerçekleştirdiği bu parlamenter
diplomasi atağı da, Avrupa Birliğinden başarılı sonuç alınmasında önemli
katkılar sağlamıştır. Meclisimizin ve hükümetimizin yaptığı bu özverili
çalışmalarla, Atatürk'ün seksenbir yıl önce hedef olarak gösterdiği, ülkemizin
çağdaş uygarlık seviyesine çıkarılması yönünde önemli adımlar atılmış,
Türkiye'nin, insanlığın bu en önemli medeniyet projesi içerisinde yer alması
yönünde karar alınmıştır.
Böylesine önemli bir tarihî kesit içerisinde büyük
sorumluluk gerektiren yasama görevini, iktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte,
demokrasinin kalbi olan bu çatı altında yürütüyoruz. Türkiye'nin gelişmiş ve
daha özgür bir ülke olması için gerekli olan yasal çalışmaları büyük bir
tempoda, ama en ideal şekilde yapmaya çalışıyoruz. Yılların birikmiş sorunları,
ertelenmiş reform çalışmaları, Meclisimizde bulunan güçlü iradeyle, uyum ve
uzlaşma içinde tek tek çözülüyor. Yaşadığımız değişimin odağında ise siyasetin
merkez üssü olan Meclisimiz bulunuyor. Yüksek performans göstererek çalışan
Meclisimiz, 22 nci Dönem ikinci Yasama Yılında çıkardığı kanunlarla tarihî bir
rekor kırdı.
Gündemimiz Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2005 malî
yılı bütçesi; ancak, ben öncelikle, Meclisimizin 2004 yılı bütçesiyle ilgili
bazı bilgiler sunmak istiyorum.
Meclisimizin 2004 yılı bütçesi 248 trilyon 918 milyar
lira olarak kanunlaşmıştı; ancak, Bütçe Kanununda yapılan değişikle, yaklaşık
13 trilyon liralık blokeden sonra, önceki yıla göre yüzde 4 oranında bir
artışla 236 trilyon 6 milyar lira olarak kesinleşmiştir. Bu bütçenin 208
trilyon 128 milyar liralık bölümü 15 Aralık 2004 tarihi itibariyle harcanmış
olup, yılsonu itibariyle yüzde 92 oranında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.
Bu rakamların ortaya koyduğu tablo, başarılı bir bütçe uygulamasının
gerçekleştirildiği ve yüzde 8'lik bir tasarrufun sağlandığı şeklindedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2004 malî yılı bütçesi
üzerinde sizlere sunduğum bu genel bilgilerin ardından, siyasî tarihimizin
böylesine önemli bir döneminde, siyasetin lokomotif gücü haline gelen
Meclisimizin gerçekleştirdiği projeler ve çalışmalar hakkında bilgi vermek
istiyorum.
Meclis Başkanlığı tarafından son dönemde başlatılan
e-Meclis projesiyle, Meclisimiz, teknoloji ve iletişim alanında tam bir atılım
gerçekleştirmiştir.
Meclisimizin resmî internet sitesi yenilenmiş, daha
estetik ve fonksiyonel bir hale getirilmiştir. Oluşturulan yeni haber
portalıyla da, Meclisimizde gerçekleşen her türlü faaliyet hakkında, haber
formatında ve çok hızlı bir şekilde bilgi edinilebilmesi mümkün hale gelmiştir.
Meclis kulisleri, oluşturulan okuma solanları ve
yerleştirilen plazma ekranlarla modern bir görüntüye kavuşturulmuştur.
Meclisimize gelen vatandaşlarımızın daha iyi karşılanabilmesi için Ziyaretçi
Kabul Salonu yenilenerek, daha kaliteli bir hizmet verilmeye başlanmıştır.
Meclisimiz, bir taraftan ilgili birimlerde görev yapan
personelini halkla ilişkiler eğitiminden geçirirken, diğer taraftan iki ayrı
uluslararası kalite standart belgesi almak için çalışmalara başlamıştır.
Meclisimiz, 23 Nisanda gerçekleştirdiği organizasyonla,
halk-Meclis kaynaşmasını sağlamaya dönük çok önemli çalışmalar yapmıştır.
Geleceğimizin güvencesi çocuklarımızda demokrasi
bilincinin geliştirilmesi için, ilk kez, Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisleri
Projesi, Meclisimiz ve Millî Eğitim Bakanlığımızın yaptığı ortak çalışmayla
hayata geçirilmiştir.
Meclisimizin mekânları sivil toplum örgütlerine
açılarak, hepimizin ilgiyle takip ettiği birçok sanatsal etkinliklere mekân
olmuştur.
Geçtiğimiz dönemlerde hep olumsuz haberlerle gündeme
gelen Millî Saraylarımızla ilgili de, çok önemli restorasyon ve yenileme
çalışmaları yapılmıştır.
Tüm projeleri burada saymak muhakkak ki mümkün
değildir. Zaten, olup biten bütün değişimi hep beraber yaşıyoruz; ancak, burada
dikkatinize sunmak istediğim konu, Meclis Başkanlığımızın bu projelerin
finansmanı için uyguladığı anlayıştır. Meclisimiz, bu önemli projelerin hepsini
kendi içerisinden sağladığı 44 trilyon lira tasarrufla hayata geçirmiştir.
Karadelikleri kapatarak oluşturulan bu kaynaklar, Meclisimizi daha çağdaş ve
modern bir hale getirmek için kullanılmıştır.
Ben, huzurlarınızda, milletin bizlere emanet ettiği
kaynakları kullanma konusunda gösterdiği hassasiyet ve ortaya koyduğu başarılı
çalışmaları nedeniyle, başta Meclis Başkanımız olmak üzere, tüm Başkanlık
Divanı üyelerimizi kutluyorum ve tebrik ediyorum.
Sayın milletvekilleri, Meclisimizin tüm faaliyetlerinin
ötesinde, üzerinde durulması gereken bir başka önemli husus daha var; o da,
Meclisin saygınlığı ve itibarıdır. Sadece iki yıl önce, anketlerde, Meclisin,
siyaset kurumunun ve milletvekilinin güvenirliliği ve saygınlığı, maalesef, en
alt sıralarda yer alıyordu. Bugün ise, bu durum tamamen değişti. Artık, ilk
sıralarda saygın bir yere sahip Meclis, siyaset kurumu ve milletvekilliği var.
Bu, demokrasi adına büyük bir gelişmedir. Halkı temsil eden bizlere yine halkın
güvenmemesi ne kadar trajik bir durumdur. Bugün ise, alnımız ak başımız dik bir
şekilde toplum içerisinde dolaşabiliyoruz.Bu saygın ve seviyeli yere
ulaşmamızda Meclis Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın çok ciddî çabaları oldu. Gerek
siyasî kişiliği gerekse tarafsız yönetimi, bu saygınlığa büyük katkıda
bulunmuştur; ama, Sayın Meclis Başkanımızın da birkaç defa ifade ettiği gibi,
milletvekillerimizin tutum ve davranışları, saygınlığımızı artıran en önemli
unsurlardır. Bu yöndeki tutum ve davranışları artırdıkça saygınlığımız da
artacak, millî irade, demokrasi daha da güçlenecektir. Bu kutsal çatı altında
yaşanan her türlü olumsuz davranış ve olaylar geride kalmıştır. İnanıyorum ki,
bu yasama dönemi bittiğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye'nin en
saygın ve itibarlı kurumu olacaktır. Bunu hepimiz birlikte gerçekleştireceğiz,
beraber gerçekleştirmek zorundayız.
Meclis Başkanlığımızın çalışmaları ve geldiğimiz
durumla ilgili bu açıklamaların ardından, görüşmekte olduğumuz Türkiye Büyük
Millet Meclisi 2005 yılı bütçesiyle ilgili bazı bilgiler vermek istiyorum.
İçtüzüğün 176 ncı maddesine göre hazırlanan 2005 malî
yılı bütçesi 283 275 000 Yeni Türk Lirası olarak düzenlenmiştir. Beş ayrı gider
bölümünden oluşan bütçenin en önemli harcama kalemini yüzde 54'lük bölümle,
yani, 153 973 000 Yeni Türk Lirasıyla personel giderleri oluşturuyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Daniş, lütfen konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun.
MEHMET DANİŞ (Devamla) - Sayın Başkanım, teşekkür
ederim; 1 dakika daha müsaade ederseniz, tamamlıyorum.
Aslında, Meclisimizde birkaç da önemli yapılanma
projesi var; bunlara çok kısa değinmek istiyorum. Bunlardan ilki reorganizasyon
çalışmasıdır; ki, bu, Meclis bürokrasimizin yenilenmesiyle ilgili bir
çalışmadır ve Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü danışmanlığında devam
etmektedir. İkinci önemli proje, Meclisimizin saygınlığına ve konumuna yakışır
bir kütüphane ve arşiv binasının yapımıdır. Maalesef, şu an kütüphanemiz ve
arşivimiz fizikî yönüyle çok iyi bir durumda değildir. Diğer projeler ise,
milletvekillerimiz için bağımsız bilgi üretecek araştırma merkezinin kurulması
ve 2005 yılının "Millî Egemenlik Yılı" olarak kutlanmasıdır.
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; burada
görüşmelerini sürdürdüğümüz bütçenin kabulü yönünde kullanacağınız oyların,
Meclisin geçmişte sağladığı başarılı performansı sürdürmesinde ve yeni bir
vizyon ortaya koymasında çok önemli katkı sağlayacağına inanıyorum.
Bu duygularla, 2005 malî yılı bütçemizin Meclisimize
hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Daniş.
AK Parti Grubu adına ikinci konuşmayı, Adana
Milletvekili Sayın Ayhan Zeynep Tekin Börü yapacaklardır.
Sayın Börü, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ZEYNEP TEKİN (BÖRÜ) (Adana)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve bizleri televizyonları başında
izleyen sevgili vatandaşlarımız; bugün görüşülmekte olan 2005 malî yılı bütçesi
bünyesinde yer alan RTÜK bütçesiyle ilgili olarak söz almış bulunmaktayım; bu
vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, Irak'ta Musul civarında
şehit olan beş emniyet görevlisinin yakınlarına başsağlığı diliyor, acılarını
yürekten paylaşıyor, kendilerine de rahmet diliyorum.
Manevî ve kültürel değerlerin bir ulusun varlığı ve
geleceği açısından ne derece önemli olduğu konusunda hemen hemen herkesin aynı
fikirde olduğundan emin olmakla birlikte, ne yazık ki, ülkemizde yayın yapan
bazı ulusal televizyonlarda millî değerlerimizle bağdaşmayan, kültürel gen
yapımızı tahrip edici, sözde "yarışma" adı altında Türk Ulusunu son
derece rahatsız eden birtakım programlar yayınlandığına sizlerin de şahit
olduğunuza eminim.
Etik değerlerimizi tahrip eden ve gittikçe ahlakî
dejenerasyon oranını artıran bu tür programlar, yavaş yavaş insanlarımızın ve
özellikle gençlerimizin ruh dünyasını bozup, saf zihinlerini zehirlemektedir.
Başlangıçta garipsenen bu gayri ahlakî programlar, toplumun zihninde gün
geçtikçe kanıksanmakta ve meşruiyet kazanmaktadır. Zamanında müdahale
edilmediği takdirde, tepki, bir süre sonra, ne yazık ki, ilgiye dönüşmektedir.
Televizyon izleme alanında ilk sıralarda yer alan
ülkemizde, kanalların büyük bir kısmının niteliksiz ve kalitesiz programlar
yapmasından dolayı, ekranlarımız, seviyesiz programlar çöplüğü haline
dönüşmüştür. Her şeyin örnek alınıp taklit edildiği bir çağda, özellikle,
gençlik arifesinde, şiddete özendiren filmlerin çocuklarımızı nasıl etkileyip
kavgacı bir hale soktuğu, Uzakdoğu çizgi filmleri sebebiyle kaç çocuğumuzun
apartmanın penceresinden uçma girişiminde bulunduğu da işin cabası.
Bir ülkeyi yükselten, yaşatan, güçlendiren, harekete
geçiren, canlı- cansız tüm unsurları çürütmek ve yıkmak gibi faaliyetler
"beşinci kol faaliyeti" denilen bozguncu faaliyet kapsamındadır.
Önceleri, sıcaksavaşlar vardı; topla, tüfekle yapılıyordu. Sonra, bürokrasiyle
yapılan soğuksavaşlar yaşandı. Şimdi ise, bilgisavaşları var. Bu tür savaşlar
toplumu etkiliyor, değiştiriyor ve teslim alıyor. Bilgisavaşları da medya
aracılığıyla yapılıyor. Bildiğimiz gibi, medyayı da RTÜK denetliyor.
Buradan hareketle, medyanın önderliğindeki beşinci kol
faaliyetleriyle, ülkenin var olan manevî dinamiklerini gözden düşürmek, toplumu
başkasının manevî ve kültürel değerlerine hayran bırakmak amaçlanıyor. Bu
faaliyetlerle, toplumsal aşağılık duygusu uyandırılır, bunun için, basın-yayın
yoluyla, toplumun kusurları önplana çıkarılır, ahlak, inanç, yurtseverlik gibi
değerler gözden düşürülür "cinsel özgürlük", "ilericilik"
gibi sloganlar devamlı ve sık kullanılarak, var olan eğlence kültürü
değiştirilmeye çalışılır, toplumun kendine ve güvendiği bazı kurumlara inancı
sarsılır.
Ülkemiz insanı ve bilhassa gençlerimiz bu beşinci kol
faaliyetleriyle her geçen gün giderek kuşatılmakta, yavaş yavaş öz
dinamiklerinden uzaklaştırılmaktadır. Bu milleti, önceden olduğu gibi şu anda
da ayakta tutan, kültürü ve manevî değerleridir. Aile yapımızı, kültürümüzü
yozlaştıracak her türlü faaliyetin karşısında, tereddütsüz, bir bütün olarak
yer almamız gerekir.
Ekonomik açıdan zor zamanlar geçirmiş olan ve geçmiş
sorunların birikimi sonucu zor durumda kalan ülkemizde, insanların, diğer
ülkelerdeki gibi birtakım yanlış davranışlar sergilememeleri tamamen aile
bağının kopmamış olmasındandır. Bizlerin, bu bağları güçlendirmek yerine,
tahrip etmeyi, yok etmeyi amaç edinen beşinci kol faaliyetlerinin gönüllü
uygulayıcısı durumunda olan birtakım programlarla şu zamana kadar çoktan
mücadele etmiş olmamız gerekirdi. Bu sebeple, yanıbaşımızda, yani, müthiş bir
kültür savaşının yaşandığı evlerimizde, bizi ayakta tutan değerlerin tahrip
edilmesine, yok edilmesine sessiz kalınmamalıdır. Asıl marifet, her şey olup
bittikten sonra değil, daha işin başında, tahrip boyutuna gelmeden engel
olunmasıdır.
Artık, anne, baba, çocuk hep birlikte izlemekten hayâ
ettiğimiz televizyonlarımızda, her gün biraz daha zıvanadan çıkan yarışmalar,
yayınlar, reklamlar, röntgencilik programları ve "Benimle Evlenir
misin", "Gelinim Olur musun", "Kaynanam Olur musun"
-Avrupa Birliğinin önüne geçti; hepimiz bunu izliyoruz, bu durumu izliyoruz
daha doğrusu- programlarından, erkeklerin makyaj yapacağı, ağda yapacağı, peruk
takacağı en güzel kadın olan erkek yarışmalarına geldi dayandı iş.
Başta, insanlarımızın tepkisini çekecek, midesini
bulandıracak bu programlar, televizyonlarımızda başka kaliteli yayınlar
bulunmadığından, gene, aynı kanallara geri dönülüp izlenecek ve izlendikçe
zihinlerde zamanla belki de doğallaşacak bir program daha!..
Bugüne kadar kötü olan her türlü vasfı allayıp
pullayarak albenili yapan yapımcılar, artık, eşcinselliği özendirici
yayıncılığa kadar götürdüler işi.
Sansür uygulansın demiyorum. Sansüre en çok karşı çıkan
bir milletvekiliyim ve sansüre tamamen karşı olan bir Partinin üyesiyim.
RTÜK'e, mevzuatının gereklerini yerine getirmesini, var oluş değerlerimizi
koruyup kollama görevini hatırlatıyorum sadece.
Tabiî, bu arada, RTÜK'ün, yasasından kaynaklanan belli
problemlerin de olduğunun farkındayım. RTÜK, tam olarak, hukukî statüsünü
kullanabilen bir kurum değildir şu anda. Yasa, tam olarak teşekkül etmiş
değildir. Üstelik, bu boşluktan kaynaklanan sebeple, denetim ve cezalandırma
konusundaki kriterleri tam olarak belli değildir. RTÜK'ün, bu konudaki
kriterlerini rasyonel bir temele oturtması ve toplumsal değerleri önplana
çıkaran bir değerlendirme yöntemi oluşturması gerekir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Radyo ve
Televizyon Üst Kurulunun, kültürel varlığımız Türkçemizin doğru ve güzel
kullanımı gibi konularda hassas ve etkin bir denge oluşturması, acilen
duyduğumuz bir ihtiyaçtır. RTÜK, dışdenetimi yaparken, yayıncılık faaliyetinde
bulunan kuruluşların kendi içdenetimlerini oluşturması konusunda da kararlı ve
etkili adımlar atmalıdır.
RTÜK'ün mevzuattan kaynaklanan eksikliklerinin
giderilmesi konusunda Meclis olarak üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz;
fakat, RTÜK'ün seçkin uzman kadrosunun, bu süre zarfında, mevzuattan
kaynaklanan gereklerini ve denetimini rasyonel bir temelde sürdürmesi dilek ve
temennisiyle, 2005 yılı bütçesinin tüm milletimize hayırlı olmasını diler,
saygılarımı sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Börü, çok teşekkür ediyorum.
Birinci turda, AK Parti Grubu adına üçüncü konuşmacı,
Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; ben de, öncelikle, 17 Aralıkta Kuzey Irak'ta
şehit edilen beş güvenlik görevlimize Cenabı Hakktan rahmet, yakınlarına ve
aziz milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum. Irak'taki sergerdeliğin bir an
önce giderilmesi ve özgür, kendi iradesiyle yönetimini belirleyecek bir iradeye
kavuşmasını Cenabı Hakktan temenni ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı
2005 malî yılı bütçesi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum;
Grubumuz ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi ve sizlerin de şahsında aziz
milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, 17 Aralık 2004 Cuma günü AB'nin Türkiye
hakkında almış olduğu 3 Ekim 2005 tarihinde müzakereye başlama kararının,
ülkemiz, milletimiz ve hatta tüm insanlık için hayırlı olması dilek ve
temennilerimle sözlerime başlamak istiyorum. Elbette, bu konuda emeği geçen
Yüce Parlamentomuzu, geçmiş iktidarları, iktidar ve muhalefetiyle Parlamento
içinde ve dışında bulunan tüm siyasî partileri, demokratik kitle örgütlerini,
bu konuya destek veren devletin anayasal kurum ve kuruluşlarını da burada,
takdirle, şükranla yâd etmek gerekir. Bu süreçte, kırkbir yıllık süre zarfında,
bütün bu kurumlar da üzerine düşeni ellerinden geldiği kadar yapmaya gayret
etmişlerdir.
Değerli arkadaşlar, bilindiği üzere, 2005 mali yılı
bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonunda 153 milyar Yeni Türk Lirası olarak kabul
edilmiş, Cumhurbaşkanlığı bütçesi de yüzde 4,8 artışla 31 253 000 Yeni Türk
Lirası olarak belirlenmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilk Reisicumhur
Mustafa Kemal'den, halen bu görevi deruhte eden Cumhurbaşkanımıza kadar görev
yapan 10 cumhurbaşkanımızın da bu ülkeyi içeride ve dışarıda "cumhur"
adına layıkı veçhile temsil ettiklerinde, bir saygı ve mehabet makamı olan
riyaseti cumhuriyeyi eşit ve adil bir yaklaşımla, tüm ülke halkının, yani,
cumhurun başı olmakla en ufak nakiseye bilinçli olarak düşmediklerini söylemek,
dolayısıyla, bütün geçmiş cumhurbaşkanlarımızı, ölenlerini rahmet, hayatta
olanlarını da minnet ve şükranla burada yâd etmek durumundayız.
1982 Anayasasının 104 üncü maddesi "Cumhurbaşkanı
Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini
temsil eder" hükmünü vazederken, 103 üncü maddesinin son cümlesinde de
"üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle
çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine
andiçerim" yeminiyle Cumhurbaşkanının hem milletin tekliğini hem de millet
fertleri arasında en ufak bir ayırıma girmeksiniz tarafsızlığını koruyacağını
ifade etmektedir.
Bu noktadan hareketle, Cumhurbaşkanlığı makamı ve
şahsına olan saygımı ifadeyle, Anayasadaki hükümler çerçevesinde, Sayın
Cumhurbaşkanımızın dörtbuçuk yılı aşan zaman içerisindeki uygulamalarını
sizlerle değerlendirmenin uygun olacağı kanaatindeyim.
Sayın Cumhurbaşkanımızın eşsiz ve istisnaî uygulamaları
arasında, eğer, tadat etmek gerekirse; yeni seçildiklerinde, geçici bir dönem
için de olsa, kırmızı ışıkta makam araçlarını durdurup vatandaşın tabi olduğu
kurallara uymaları, eşi ve yakın korumalarıyla çarşı pazara alışverişe
çıkmaları, Anayasa Mahkemesi üyesi ve başkanıyken, 104 üncü maddedeki,
Cumhurbaşkanlığı makamının görev ve yetkilerinin âdeta namütenahi olmasını
ciddî şekilde eleştirmeleri ve 105 inci maddedeki sorumsuzluk halinin hukuk
mantığıyla çeliştiğini müteaddit defalar beyan etmiş olmaları, elbette, halk
tarafından takdir edilmiştir. Bu beyanının, hukukçu kimliğinin ve mütevazı
kişiliğinin 2000 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesinde büyük etkisi olduğu
kanaatindeyim; ancak, mutlak sorumsuzluk, aynı zamanda mutlak tarafsızlığı da
gerektirmektedir. Sayın Cumhurbaşkanının uygulamalarına bakıldığında,
yanılmıyorsam -ki, az önce de ifade edildi- 57 nci hükümet döneminde atama
kararnamelerinin iade oranı yüzde 2'yken, bu oran, 58 ve 59 uncu hükümetlerde
yüzde 24 ve yüzde 25'lere yükselmiştir.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Demek ki çok hata yapmışsınız!
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Cumhurbaşkanının farklı
uygulamalarından, Anayasanın 104 üncü maddesindeki yetkilerinden biri olan
"sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin
cezalarını hafifletmek veya kaldırmak" hakkını kullanırken, zannediyorum
ki yanlış bilgilendirmeler sonucu, çok farklı bir tabloyla karşı karşıya
gelinmiştir. Şöyle ki: Sayın Cumhurbaşkanının, göreve geldiği tarihten 1 Ekim
2003 tarihine kadar, kimleri, hangi gerekçeyle affettiğine dair Adalet
Bakanlığından iki ayrı soru önergeme aldığım cevapta, 15.6.2000'den 1.10.2003
tarihine kadar toplam 236 kişiyi affettiğini öğrendim. Bu affı şahaneye mazhar
olanlar, 12'si 2000, 15'i 2001, 93'ü 2002 ve 116'sı da 2003'te olmak üzere,
yıllar içerisinde artarak devam etmiştir. Ne garip tecellidir ki, 2000 yılında
affedilenler arasında ideolojik suçlu bulunmadığı halde, 2001 yılında affedilen
15 kişiden 4'ünün bölücü terörist, 2002'de affedilen 93 kişiden 73'ünün
muhtelif bölücü sol terör örgütü mensupları olduğu, 2003 yılının 1 Ekimine
kadar affedilen 116 kişiden 106'sının ise, yine, bölücü sol terör örgütlerine
mensup olduğu görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, affı şahaneye mazhar olan 236
kişiden 184'ü silahlı bölücü sol terör örgütlerine mensup kişiler olup,
bunların bir kısmının, geçtiğimiz günlerde, güvenlik kuvvetlerimizle dağda
çatıştığı, kimisinin ölü, kimisinin de yaralı olarak ele geçirildiği basında yer
almıştır. Ölümcül bir hastalığı sebebiyle adlî tıp raporlarına müsnet olarak
affedilen bu insanların, tekrar sağlığına nasıl kavuşup dağa çıktığı da,
doğrusu, merak konusudur.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Sayın Nehrozoğlu, Plan
ve Bütçe Komisyonunda yaptığım bu değerlendirmeye karşı Cumhurbaşkanı adına
verdikleri cevapta, 2.11.2004 tarihli bütçe tutanakları sayfa 67'de aynen şöyle
söylüyorlar: "Hükümlünün cezasının kaldırılması ya da hafifletilmesi,
cezayı gerektiren suçun niteliğine değil, hükümlünün sağlık durumuna bağlı
tutulmuştur." Peki, bu prosedür nasıl işliyor? Yani, Cumhurbaşkanımız,
durup dururken, bir hükümlünün affedilmesine mi hüküm veriyor; hayır, asla
böyle değil. Prosedür şöyle işliyor: "Hükümlü, bu iddiayla ilgili,
cumhuriyet savcısına başvuruyor; cumhuriyet savcısı yetkili bir sağlık
kuruluşuna gönderiyor; yetkili sağlık kuruluşu da bu iddianın varit
olabileceğini öngörürse, asıl ihtisas kurumu olan adlî tıp kurumuna gönderiyor.
Adlî tıp kurumu, uzun incelemeleri sonucunda, eğer kişinin sağlık durumunun
Anayasanın 104 üncü maddesindeki 'sürekli hastalık, sakatlık ve kocama'
koşullarına uyduğuna karar verirse, bu kararını kurul olarak imzalayarak Adalet
Bakanlığına gönderiyor" diyor ve bendenize yaptığı özel açıklamada da, o
tarihlerde, birkısım sol terör örgütü mensuplarının açlık grevinde kaybettikleri
sağlıkları nedeniyle, bu tür yoğun bir af başvurusu olabileceğini ifade
ediyorlar.
Değerli arkadaşlar, birçoğu terör örgütlerine tekrar
katılabilecek kadar sağlıklarına kavuşan, ister Adlî Tıpta, ister sağlık
kurumlarında, ister Adalet Bakanlığındaki insanları yanıltarak tekrar teröre
bulaşabilecek bu insanların affedilmesi, Türkiye adına fevkalade garip ve
gelecek açısından talihsiz bir uygulama olarak düşünülür diye bilgilerinize arz
ediyorum.
Değerli arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanımızın, toplumda
çokça tartışılan ve alâmeratibihim bazı kurumlara da sirayet eden bir
hassasiyetinin Yüce Parlamentoda ele alınmasının gereğini burada hatırlatmak
istiyorum.
Anayasanın 104 üncü maddesinin ilk fıkrasındaki
"Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder"
hükmü çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde, yaşam tarzı ve
inancı ne olursa olsun, yetmiş milyonun ve yurt dışındaki vatandaşlarımızın
Cumhurbaşkanıdır; dolayısıyla, hem 103 üncü maddedeki andı hem de 104 üncü
maddedeki temsil görevi itibariyle, toplum içerisinde en küçük bir ayırıma
tevessül etmeden, o yüce makamın kendilerine tevdi buyurduğu görevi yerine
getirmek durumundadır.
2000-2001 ve 2002 yılları içerisinde Çankaya Köşkünde
düzenlenen tüm toplantı ve resepsiyonlara, ayırım yapmaksızın tüm
parlamenterler ve bürokratlar davet edilirken, 2003 yılından itibaren hem
parlamenterlere hem de bürokratlara, eşlerinin kılık kıyafetine göre
"eşli", "eşsiz" ve hatta, bunun yanlış olduğu kanaatiyle,
bir önceki resepsiyonda "eşsiz" davetiyesini iade eden ben dahil 6
milletvekili arkadaşıma da 29 Ekim 2004 Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda hiç davetiye
gönderilmemiş, sorduğumuz nedene şu ana kadar da hiçbir cevap lütfedilmemiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Basından öğrendiğimiz
kadarıyla, 29 Ekim resepsiyonuna, bu yıl, iktidar ve muhalefet dahil toplam 50
civarında milletvekilinin, diğer bir ifadeyle, Parlamentonun onda 1'inin
Cumhuriyet Bayramı gibi çok önemli bir bayrama iştirak etmiş olması, eşli-eşsiz
ayırımının değil, Sayın Cumhurbaşkanımızın devam edegelen bu eşsiz
uygulamalarının bir tezahürüdür. Gerçi, Çankaya Köşkü, bir Anayasa kitapçığı
fırlatma krizinin, bir önceki dönemde, ekonomik olarak nelere mal olduğunun
tanıklığını ve evsahipliğini yapması yanında, bu dönem uygulamalarının, başta
Meclis Başkanımızın ve Yüce Parlamentonun basireti, Sayın Başbakanımızın ve
hükümetimizin engin hoşgörüsü, Türkiye'de yeni bir krizin yaşanmasına meydan
vermemiş; ama, olaylar da ardı ardına tevali edegelmişti.
Düşünebiliyor musunuz, bugün dünyanın egemen gücü olan
ABD'nin Beyaz Sarayında ve Avrupa ülkelerinin başkan veya cumhurbaşkanlarının
resmî kabullerine, eşinizin kılık kıyafetine bakılmaksızın katılabiliyor,
saygıyla istikbal edilebiliyor, ağırlanabiliyor ve uğurlanabiliyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız; son cümlelerinizi alayım.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
... ama, kendi ülkenizin makamı riyasetine, Meclis
başkanı da olsanız, başbakan da olsanız, milletvekili, bakan, bürokrat da
olsanız, eşinizin kıyafetinden dolayı katılamıyorsunuz. Oysaki, 9 uncu
Cumhurbaşkanı Sayın Demirel'in ve daha önceki diğer cumhurbaşkanlarının
uygulamalarına bakınca, mesela, Sayın Evren, Cumhurbaşkanlığı döneminde,
Çankaya Köşkünde, rahmetli eşleri için Kur'an-ı Kerim ve mevlit okutmuş ve bu
programlara da, başı örtülü birçok hanımefendi katılmıştı. Rahmetli
Cumhurbaşkanı Sayın Özal, ayın belirli günlerini halkgünü yapar, vatandaşların,
kılık kıyafetine bakmaksızın, kadın-erkek, genç-ihtiyar, zengin-fakir demeden
sorunlarını köşkte dinler, ramazan aylarında, değişik kesimlerden insanlara,
TBMM üyelerine, kamu kurum ve kuruluşlarının yetkililerine, temsilcilerine,
ayırım yapmaksızın iftar verirler, aynı uygulamaya Sayın Demirel devam
ederlerdi.
Sakın, kimse, kalkıp, bunların Atatürkçülüğe ve
laikliğe aykırı olduğunu ileri sürmesin; çünkü, cumhuriyetimizin kurucusu ve
ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal, bu konuda, Sayın Özal'ın ve Sayın
Demirel'in uygulamalarından da öte, ramazan ayı içerisinde sazendeleri
gönderip, devrin önemli hafızlarını davet eder, dinî sohbetler ve Kur'an
dinlerdi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen, son cümlelerinizi rica
edeyim.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum;
önemli bir şey söylüyorum.
BAŞKAN - Lütfen... Lütfen...
HASAN ÖREN (Manisa) - Cumhurbaşkanlığı bütçesiyle ne
ilgisi var?!
BAŞKAN- Sayın Uzunkaya, lütfen son cümlenizi alayım
efendim.
HASAN ÖREN (Manisa) - İçindekileri dışarıya vuruyorsun.
MUSA UZUNKAYA (Devamla)- Umuyorum ki, Cumhurbaşkanımız,
ilk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal'in bu tavrını da ciddî bir örnek olarak
alır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim.
Birinci turda AK Parti Grubu adına dördüncü konuşmacı,
Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz.
Sayın Poyraz, buyurun efendim.
AK PARTİ GRUBU ADINA FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik)- Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
görüşmeleri kapsamında, anayasal yüksek denetim ve yargı organımız olan
Sayıştayın bütçesi hakkında Grubum adına görüşlerimi ifade etmek üzere söz
almış bulunmaktayım; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, Irak'ta şehit olan beş
emniyet görevlisine Cenabı Hakktan rahmet dilerken, ailelerine de sabırlar
diliyorum.
Hükümetlerin bir yıllık çalışma programı ve planı
niteliğinde olan bütçelerin parlamentolarca onaylanarak uygulama izni
verilmesi, milletin egemenliğini gösteren unsurlardan birisidir. Bütçe
uygulamasını yürütmekle görevli hükümetler ve bütçe uygulayıcıları,
uygulamaları yaparken genel anlamda mevzuat denilen hukuk kurallarına bağlı
kalmak zorundadırlar. Parlamentoların da, bu hususu aramaları denetim
görevlerinin bir gereğidir. Zaman içinde hesap ve işlemlerdeki karmaşıklığın
artması sonucu parlamentoların bizzat denetim yapabilme imkânlarının ortadan
kalkmasından dolayı parlamento adına denetim yapan kurumlar, diğer bir deyimle,
Sayıştaylar kurulmuştur. Bu kurumlar bağımsız, idarenin dışında olup,
parlamentolar adına görev yapmaktadırlar. Denetim sonuçları kendi yapısı içinde
kesinleşen Fransa Sayıştayı örnek alınarak 1862 yılında kurulan ülkemiz
Sayıştayı, o dönemdeki adıyla Divanı Muhasebat, yaşanan ve gelinen süreçte
demokratik rejimimizin önemli ve vazgeçilmez kurumlarından birisi haline
gelmiştir.
Burada, özellikle, ısrarla vurgulamak istediğim husus,
Sayıştayımızın, Parlamentomuza yardımcı olmak üzere oluşturulmuş bir kurum
olduğudur. Yeni dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yürütmeye karşı bütçe
hakkının savunulmasında etkin bir role sahip olan Türk Sayıştayının daha etkin
duruma getirilmesi amacıyla, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda yeni
düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısında da,
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun Sayıştaya bağlanması da öngörülmüştü.
Yine, Yedinci Uyum Paketinde de, Anayasamızın 160 ıncı
maddesinde yapılan düzenlemeyle, Sayıştayın denetim ağı genişletilmiştir.
Öte yandan, var olan 832 sayılı Sayıştay Kanunu
üzerinde yapılan değişiklikler ve kanunun yeniden düzenlenerek Parlamentomuza
gelmesi de an meselesidir.
Kamu malî sistemi yeniden yapılandırılırken, Sayıştaya
yeni görev alanları verilmekte, büyük sorumluluklar düşmektedir.
"Sayıştay, yeni sisteme göre kendisini yenileyebilecek ve bu
sorumlulukların üstesinden gelebilecek midir" sorusu akılları
kurcalamaktadır. Bu, iç ve dış faktörlere bağlıdır.
Sayıştayın, kendisinden beklenilen denetim faaliyetini
gerçekleştirebilmesi için, denetlenecek alanın denetime elverişli hale de
getirilmesi gereklidir.
Yeni malî sistemde, kurumlar, kuruluş amaçlarını,
misyon ve vizyonlarını net olarak tanımlayacak, amaçlarını ortaya koyacak, bu
amaçları gerçekleştirmek için faaliyet ve projeler üretecek ve bunlar arasında
önceliklerini belirleyecek ve bütçeyle ilişkilerini kurarak hayata geçirmeye
çalışacaklardır. Bunları yaparken, amacına ulaşmak için içkontrol
mekanizmalarını, gerekirse içdenetim birimlerini de oluşturacaklardır. Hesap
verme sorumluluğunun ve şeffaflığının gereği olarak, amaçlarını kamuoyuna
deklare edecek, performans kriterlerini belirleyecek ve aldığı kamu kaynağının
nasıl ve nerelerde kullanıldığını ve uygulama sonuçlarını, faaliyet raporları
ve malî tablolarıyla ortaya koyacaklardır.
Sayıştay, bu yapı üstüne dışdenetimi de bina edecektir.
Sadece harcamaların kanuna uygunluğunun denetimi değil, aynı zamanda kurumların
verimlilik, etkinlik ve tutumluluk esaslarına göre performanslarını da
değerlendirecektir. Kurumlarca açıklanan uygulama sonuçları ve malî tabloların
güvenilirliği konusunda bir kanaat beyan edecektir. Böylece, Parlamento, millet
adına kullandığı bütçe yetkisinin nasıl hayata geçirildiğini, yapılan
harcamaların amacına ulaşıp ulaşmadığını ve uygulama sonuçlarını da
öğrenebilecektir. Böylece, olumlu sonuçlar alınan uygulamalar devam
ettirilirken, yapılan hata ve eksiklikler de giderilecektir. Daha da önemlisi,
milletten alınan yetkinin nasıl kullanıldığı konusunda hesap verilebilecektir.
Görüldüğü gibi, yeni sistem, yeniden, kurumların yapılandırılmasını
gerektirmektedir. Zaman alacak bu süreçte sistemin işler hale getirilmesinde
Sayıştayın önemli katkıları olacaktır.
Diğer önemli bir nokta, Sayıştay ve Parlamento
arasındaki ilişkilerin gelişmiş ülkelerdeki gibi iyi uygulama örnekleri olan
bir düzeye getirilmesi gerekliliğidir. Parlamento adına denetim yapan bir
kuruluşun, Parlamentoyla ilişkilerinin geliştirilmesi ve kurumsallaştırılması
gerekmektedir. Bunun için, Meclis Başkanlığına, Plan ve Bütçe Komisyonuna ve
Sayıştay Başkanlığına önemli görevler düşmektedir. Sayıştayca hazırlanan
raporların, ilgili komisyonlarca, belki de Meclis Genel Kurulunca daha iyi
değerlendirilmesini sağlayacak bir mekanizmanın kurulması gerekmektedir. Yeni
yasal düzenlemelerle Sayıştaya yeni raporlama görevlerinin verildiği gözönünde
bulundurulduğunda bunun önemi daha da artmaktadır.
İç faktörlere baktığımızda, Sayıştayın, köklü
geleneklere ve önemli birikimlere sahip olan bir kurumumuz olduğunu görüyoruz.
Yolsuzlukların malî sistemi çökerttiği alanlar, genellikle Sayıştay denetimi
kapsamı dışında kalan alanlardır. Tam bir etki ve ölçüm kriteri olmamakla
birlikte, her yıl Sayıştay, bütçesinin 3 katı oranında yapılan fazla ödemelerin
Hazineye geri kazandırılmasını sağlamaktadır. Bu, kurumun denetim etkisini malî
sistemde hissettirdiğinin ve görevini bu alanda yerine getirdiğinin de bir
göstergesidir.
Sayıştay, insan kaynağı itibariyle oldukça genç,
dinamik ve donanımlı bir kadroya sahiptir. Meslek mensuplarının yaş ortalaması
39'dur. Yabancı dil bilen ve akademik çalışmalar yapan mensuplardaki artış ise
dikkat çekicidir.
Ayrıca, gelecekteki görevlerine hazırlıklı olmak için
Sayıştay Başkanlığının önemli bir projeyi hayata geçirmek üzere olduğunu ve iyi
düşünülmüş bir strateji izlendiğini görüyoruz. Denetim kapasitesinin
güçlendirilmesi amacıyla yürütülen bu projeyle, Sayıştay, uluslararası genel
kabul görmüş standartlara uygun, bilgisayar destekli ve sistem tabanlı
denetimler yapabilecektir. Yargıya yönelik raporlama faaliyetlerinin yanı sıra,
hazırlanan performans ve Meclise yönelik raporlamayla, Sayıştay, varlık sebebi
olan Parlamento adına denetimi daha etkin bir şekilde yerine getirebilecektir.
Bunun için dil yeterliliğine, meslekî ve akademik birikime sahip, ürettikleri
ürünler uluslararası alanda itibar gören ve yetişkin, eğitim uzmanı olarak
yetişmiş denetçi kadrosunun bu amaca tahsis edilmesi ümit vericidir.
Başkanlığın ortaya koyduğu mevcut iradenin devam
ettirilmesi halinde, Sayıştayın geleceğe hazır olacağına, bu tarihî misyonunu
yerine getirebileceğine inanıyoruz. Ayrıca Sayıştayın uluslararası alanda
birçok ülke Sayıştayına örnek olacağına ve denetim alanında uluslararası bir
eğitim merkezine dönüşeceğine inanıyoruz.
Ortaya konulan Kurumsal Dönüşüm Projesinin başarıya
ulaşması için bütün meslek mensuplarına önemli görevler düşmektedir. Mevcut
tarihî birikim üstüne, Avrupa tecrübesi, uluslararası alanda kabul görmüş
uygulamaların hayata geçirilmesi halinde, getirilen uygulamalar ithal çözümler
değil, Türkiye realitesine uygun çözümler olacaktır.
Sonuç itibariyle, Sayıştayın bu misyonu yerine
getirebileceğine inanmak için pek çok nedenimiz vardır, yeter ki, ilgili
kurumlar ve Sayıştay yönetimi ve meslek mensupları sorumluluklarını hakkıyla
yerine getirebilsinler; yeter ki, ürettikleri hizmet, altına attıkları imzanın
kalitesine paralel olsun.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Sayın Sağ
tarafından da belirtildiği üzere, zaman zaman dile getirilen Sayıştay
üyelikleri konusunda da ben birkaç kelime söylemek istiyorum.
Bilindiği gibi, bu seçimin Sayıştay tarafından
yapılmasının üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Ancak, Sayın Sağ, sözlerinde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Poyraz, buyurun, konuşmanızı tamamlayın
lütfen.
FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. Bir dakikada tamamlayacağım.
... bu seçimin ısrarla geciktirildiği yönünde de bir
kanaate sahip olduğunu belirtmiş ve bu noktada, başta Plan ve Bütçe Komisyonu
Başkanımız olmak üzere, Partimize yönelik olarak bir eleştiri getirmiştir.
Burada, öncelikle şunu söylemek istiyorum: Bir kere,
Meclisi çalıştırmak -muhalefetle istişare halinde olmak üzere- iktidar
partisinin görevidir ve geçtiğimiz dönemde de, hatırlarsınız ki, bir önceki, 21
inci Dönem Meclisinin üçbuçuk yılda çıkaramadığı kadar kanunun çok çok daha
üzerinde -1,5 katı tutarında, 450'nin üzerinde- bu Meclisten kanun çıktı. Diğer
bir ifadeyle, yoğun bir çalışma dönemi geçirdik.
Öbür taraftan, bu seçimin gecikmesindeki en büyük
etmenlerden bir tanesi de, şu anda Başbakanlıkta çalışmaları devam eden ve son
noktasına gelinen Sayıştay Kanunu çalışmasıdır. Bir taraftan Kamu Yönetimi
Temel Kanunu Tasarısında Yüksek Denetleme Kurulunun Sayıştaya bağlanması
noktasında, bir taraftan da Sayıştay Kanununu yeniden yapılandırma noktasında
birtakım öneriler getirilmesi amacıyla, bunda acaba bir değişiklik olabilir mi
diye bugüne kadar bu erteleme yapılmıştır.
Ben, şu sözümü söylüyorum: Eğer, Sayın Sağ'ın iddia
ettiği gibi, bu adaylar, AK Parti tarafından şayanı kabul adaylar olmasaydı,
bugün, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı bu süreci niye başlatsın? Adaylar mı
değişti ki başlattık? Yani, değişen adaylarla problemimiz yok. Biz, sistemi
tartışmak, sistemi sorgulamak ve en iyisini yapmak kararlılığındayız.
Hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Poyraz, teşekkür ediyorum.
Birinci turda, AK Parti Grubu adına son konuşmacı,
Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş.
Sayın Sarıbaş, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Anayasa Mahkememizin bütçesi
hakkında, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan
önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, Anayasa
Mahkememiz, 1961 Anayasasıyla kurulan ve o günden beri, hukukun üstünlüğü
noktasında büyük hizmetler vermiş, yargının en üst kuruluşlarından bir tanesi
ve bugün baktığımız zaman, Avrupa'da, dördüncü sırada kararlar veren, dördüncü
sırada işlevsel faaliyet gösteren bir kuruluşumuz.
Bu kuruluşumuzun temel görevi, Türkiye Büyük Millet
Meclisimizin çıkarmış olduğu kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve
İçtüzük değişikliklerinin Anayasaya uygunluğu noktasında denetim görevi yapmak;
ikinci bir görevi de, Yüce Meclisin, Yüce Divan sıfatıyla sevk ettiği,
yürütmenin bakanlarının ve yüksek yargı organları temsilcilerinin Yüce Divan
sıfatıyla yargılanmasını sağlamak.
Bugün geldiğimiz noktada, hukukun üstünlüğüne ve
demokrasiye inanan ülkelerde, anayasa mahkemelerinin, hakikaten, çok önemli bir
görevi icra ettiklerini hepimizin kabul etmesi gerekir. Zira, hukukun
üstünlüğüne inanan ülkelerde, her şeyin, yüce meclisin dahi kararlarının
anayasaya uygun çıkarılması esası vardır.
Gördüğümüz gibi, Anayasa Mahkememizin -ben, sabah,
Sayın Başkanıyla da görüştüm- şu anda 250'ye yakın derdest davası var. Yani,
her dava için 5'er, 10'ar işgünü mesai verseler, yaklaşık 2 500 mesai gününde
bu davaları sonuçlandırmaları mümkün ki, maalesef, işlerin çokluğu nedeniyle,
bugün, Anayasa Mahkememiz bir davayı iki yılda, üç yılda ancak karara
bağlamaktadır. Bir de siyasî partilerin denetlenmesi var, Yüce Divan sıfatıyla
görülen davalar var. Anayasa Mahkememiz, bu yapıyla, bu işlerin altında boğulma
noktasına gelmiş durumdadır.
Hele hele, gerek üyelerine gerekse çalışan yardımcı
personele bugün için verilen ücretler dikkate alındığında, bir araştırmaya
göre, Anayasa Mahkemesi üyelerimiz, şu anda, kamu personeli içinde yüzüncü
sırada ücret almaktadırlar. Böyle, protokolde üçüncü sırada olan bir
kuruluşumuzun üyelerinin yüzüncü sırada ücret almaları da, hakikaten,
Meclisimizin düşünmesi gereken noktalardan biridir diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkememizin Yüce Divan
sıfatıyla bir ceza yargılama görevini deruhte etmesinin ne kadar doğru olup
olmadığının da ayrıca bir tartışma konusu olduğunu biliyorum. Bildiğiniz gibi,
1961 Anayasamız da ve 1982 Anayasamız da, Yüce Divan sıfatıyla yargılama
yetkisini Anayasa Mahkememize vermiştir. Ancak, ceza uygulaması veya ceza
yargılaması, teknik bir iş; dolayısıyla, Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlar
Kurulunun bu yargılamayı çok daha iyi yapacağı noktasından hareketle, Yüce
Divan sıfatıyla yapılan bu yargılamaların, normal bürokratlar gibi, Yargıtay
Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu tarafından yapılmasının artık tartışılması
gerektiğini düşünmekteyim.
Üçüncü bir husus, Anayasa Mahkememizin üye seçimlerinde
yaşanmaktadır. Bildiğiniz gibi, Danıştayımızdan, Yargıtayımızdan,
Sayıştayımızdan, Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinden,
Yükseköğretim Kurulundan üyeler gitmektedir Anayasa Mahkemesi üyeliğine ve bu
kurumların kendi genel kurullarında seçilen üç kişinden biri Cumhurbaşkanınca
atanmaktadır; ayrıca, üç üye de Cumhurbaşkanınca doğrudan atanmaktadır. Bu
sistemin, tek bir kişinin, yani Sayın Cumhurbaşkanın üye atamada irade kullanma
noktasında çok da demokratik olmadığını söylemek istiyorum. Zira, Sayın
Cumhurbaşkanı, geçen senelerde bir siyasî partimizin üyesini dahi Anayasa
Mahkemesine atama şeklinde bir kararname çıkarmış; ancak, bu üyemiz, bu görevi
kabul etmemiştir. Görüldüğü gibi, tek kişinin seçimine bırakılan bir Anayasa
Mahkemesi üyeliği, çok da demokratik olmayan bir sistem getirmiştir. Halbuki,
bugün, demokratik ülkelerde olduğu gibi, Yargıtaydan gelen üyeyi Yargıtay Genel
Kurulunun kendi çoğunluğuyla seçeceği üye, hiç Cumhurbaşkanının atamasına gerek
kalmadan en çok oyu alan üyenin, diğer kuruluşlarda da, yine, keza, en çok oyu
alan üyenin doğrudan seçilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Zira, 250 kişilik
Yargıtay Genel Kurulunun birinci sırada seçtiği bir üye dururken, üçüncü sırada
seçilen bir üyenin atanmasının izahı, maalesef, mümkün değildir.
Bu bakımdan, Anayasamızdaki, Anayasa Mahkememizin
kuruluş maddesini, yani, 146 ncı maddeyi yeniden düzenlememiz gerektiğini ve
Anayasa Mahkememizi, işlerin çokluğu noktasında, ihtisas dairelerine ayırmamız,
bunun da anayasa değişikliğiyle mümkün olması gerektiğini ve üyelerin bir
kısmını da, Yüce Meclisin, milletin temsilcisi olan, millî iradenin temsilcisi
olan Yüce Meclisin, yine, kurumların önerdiği isimler içerisinden seçme
yetkisinin bulunması gerektiğini; zira, demokratik ülkelerde de Anayasa
Mahkemesi üyelerinin birçoğunu Meclislerin seçtiğini söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi kararları,
bildiğiniz gibi, geriye yürümemektedir. Bu vesileyle, 1994 yılında,
Özelleştirme Kanunuyla beraber, Anayasa Mahkememiz, yürürlüğün durdurulması
şeklinde bir içtihat geliştirmiştir. Tabiî, Anayasamızda, Anayasa Mahkememizin
yürürlüğü durdurma noktasında karar vermesine dair bir hüküm mevcut değildir.
Denilebilir ki, bu noktada hüküm mevcut değilse, yargı organlarımız, olmayan
şeyi içtihat haline getirebilir; ancak, bunun şu mahzuru var: Bir konuda
yürürlüğün durdurulması kararı verdiniz, yasayı durdurdunuz; eğer, iptal
davasını iki yıl sonra esastan reddederseniz, millî iradenin çıkarmış olduğu
kanunun iki yıl yürürlüğe girmesini engellemiş olursunuz; dolayısıyla, bu
noktada da, bir anayasa değişikliği yapılıp, yürürlüğü durdurma yetkisinin olup
olmadığının Anayasaya açık olarak yazılması gerektiğini düşünmekteyim.
Değerli arkadaşlar, başka bir husus -bu sene bütçemize
konulmuş gerçi; ama- Anayasa Mahkememizin fizikî binası maalesef
-çalışanlarıyla, uzmanlarıyla, yardımcı personeliyle- yeterli değil, Türkiye
Cumhuriyetine yakışan yeni bir Anayasa Mahkemesi binasının yapılması;
bütçemizde bu noktada da ödenek var, Sayın Bütçe Komisyonumuza ve Maliye
Bakanlığımıza da ayrıca bu noktada teşekkür ediyorum.
Kanunların geriye yürümemesi noktasında da Anayasada
değişiklik yapmamız gerektiği kanaatindeyim. Zira, bir kanun çıkabilir, bariz
olarak Anayasaya aykırı da olabilir, eğer açılan iptal davaları bu iş
çokluğuyla bir iki sene devam ediyorsa, bu kanunun iki sene yürürlükte
kalmasının, yani, iptal edilmeden evvel yürürlükte kalmasının hakikaten
mahzurları olduğu kanaatindeyim. Bunun için, Anayasa Mahkememizin yapısını
daireler şeklinde düzenleyip, Yüce Divan sıfatını ve siyasî partileri
denetlemeyi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Sarıbaş, lütfen konuşmanızı tamamlar
mısınız.
Buyurun.
SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - ... bir daireye verip,
kanunî denetimleri başka bir daireye vermek suretiyle, hakikaten bütün milleti
ilgilendiren birtakım konularda da Genel Kurulu görevlendirmek suretiyle, bir
iş bölümüyle ancak Anayasa Mahkememizin bu yüklerin altından kalkacağını
düşünüyorum. Çünkü hukuk devletinde, geç tecelli eden adaletin adalet
olmadığını bütün hukukçu arkadaşlarım bilir.
Ben, Anayasa Mahkememizin şimdiye kadarki hukuka uygun
ve başarılı çalışmalarından dolayı bütün üyelerine ve Başkanına teşekkür
ediyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sarıbaş.
Saygıdeğer milletvekilleri, birinci turda gruplar adına
konuşmalar tamamlanmıştır.
Şahsı adına, lehte Kars Milletvekili Selahattin
Beyribey.
Sayın Beyribey, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın Beyribey, süreniz 10 dakika.
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; bu turda görüştüğümüz Sayıştay, Anayasa Mahkemesi,
Cumhurbaşkanlığı, RTÜK ve Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçelerinin tümü
üzerinde konuşma yapacağım. Aslında, burada, yasamanın, yürütmenin ve yargının
aşağı yukarı hepsi, yani, devleti temsil eden kurumların hepsi olduğu için,
bunlarla ilgili genel anlamda konuşacağım; onu ifade etmek istiyorum. Sözlerime
başlamadan evvel, Allah, Irak'taki şehitlerimize rahmet, yakınlarına sabırlar
ihsan etsin diyorum ve Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin özellikle son iki
yıldan beri yapmış olduğu faaliyetleri, zaten yakinen içerisinde olduğumuz için
görüyoruz; müspet şeyler yapıldı; özellikle israfla ilgili düzenlemeleriyle
-ki, bu yıl israfı önleme yılıydı- israfı önleme yılıyla ilgili etkinlikleriyle
ve ayrıca, o doğrultuda -kendi tedbirleriyle- ciddî oranlarda tasarruf edildiği
görüldü. İnşallah, önümüzdeki dönemler içerisinde de aynı yol takip
edilecektir.
Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, ilk olarak,
Parlamenterler Birliği veya birçok kurum ve sivil toplum örgütleriyle,
Meclisimizdeki grup odalarında, o günkü gündemle ilgili toplantılar
düzenlemekte, sergiler açmaktadır. Bunlar müspet bir gelişme olup, Meclisin
sivil toplum örgütleriyle ve toplumla kucaklaşmış olduğunu da ifade eden
pozisyonlardır; ama, bunun yanı sıra, birtakım sıkıntılar olduğunu da ifade
etmek istiyorum. Özellikle, milletvekillerinin sosyal hakları ve güvenceleriyle
ilgili olarak, milletvekillerinin bu durumlarıyla ilgili, hangi pozisyonda
olduklarını tarif etmek bile mümkün değil. Maalesef, Meclis İçtüzüğü gereği,
milletvekillerinin Mecliste nasıl davranmaları gerektiği, neler yapmaları
gerektiği, Meclisteki hareketleriyle ilgili her şey yerli yerince tarif
edilmiş; ama, acaba, milletvekili, Meclis dışında ne yapacaktır, statüsü nedir,
bilinmemektedir. Daha doğrusu, ne olduğumuzu bilememe sıkıntısını yaşıyoruz.
Mesela, bir ille ilgili ekonomik toplantılara veya idare kurulu toplantılarına,
milletvekili hariç, herkes çağrılır. Bu niye böyledir, anlamak da mümkün
değildir; ben anlayamıyorum.
UFUK ÖZKAN (Manisa) - Doğru söylüyorsun.
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) - Onun için,
mutlaka ve mutlaka, Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletvekilleriyle ilgili
-bir yerlerden faydalanarak veya bir yerlerden yorumlama şekliyle değil de-
direkt olarak kendi yasasını çıkarması gerekir. Meclisimizin, Millet Meclisinde
çalışanlar ve milletvekillerinin her türlü haklarıyla ilgili, Meclis içindeki
ve Meclis dışındaki konumlarıyla ilgili, mutlaka ve mutlaka, bir yasayı
çıkarması lazım.
Değerli arkadaşlar, milletvekillerinin Meclis dışında
neler yapabileceği konusuyla ilgili, Meclis Başkanı ve Başkanlık Divanı
maalesef karar verememektedir. Oysa ki, milletvekillerinin, Meclis dışındaki
konumlarıyla ilgili tüzük ve yönetmelikleri, mutlaka ve mutlaka, Meclis
Başkanının ve Meclis Başkanlık Divanının ortaya koyması gerekir. Aksi takdirde,
İçişleri Bakanlığı başka, Dışişleri Bakanlığı başka, Maliye Bakanlığı başka...
Her biri ayrı statülerde ve oralardaki bürokratların iki dudağı arasında
kalmışız. Bunu, zaman zaman basın, zaman zaman halk, herkes kullanmaktadır.
Meclis olarak, Meclis Başkanlığı olarak bu sorunun çözülmesi ve çözdürülmesi
gerekir; bunun bir anayasal hak olduğu kanaatindeyim.
Buradan RTÜK'le ilgili bir konuya -değerli bir
kardeşimiz de özellikle ifade etti- geçmek istiyorum. Maalesef, bugün,
televizyonlarda akıl almayacak programlar yapılmaktadır; toplumun yozlaşması
için, toplumun dejenere olması için ne gerekiyorsa gösterilmektedir. Burada
birçok arkadaşımız yurt dışına çıkmaktadır; sizlere soruyorum; yurt dışındaki
hangi televizyonda bizde seyrettiğiniz programları seyredebilirsiniz?! O
programları, ancak para vererek, özel kapatmalı, özel kapatmalı, özel şifreli
kanallardan seyredebilirsiniz; o da para karşılığıdır. Biz de yarın,
bugünlerde, özellikle... Mesela, tesadüf olduğu için, doktor olarak seyrettiğim
için, bir dizideki bir sahneyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir ası sahnesini
gösteriyor; nasıl yapılacağını, nereye konulacağını, ipin nereye asılacağını,
nasıl boyna geçirileceğini gösteriyor. Zafiyeti olan, toplumsal sıkıntıları
olan bir çocuk, bunu beyninde kendisine bir örnek olarak çiziyor ve zafiyeti
varsa, mutlaka uygular. Mutlaka bunlarla ilgili tedbirler getirilmesi lazım.
RTÜK, bununla ilgili tedbirler almalı, ağır para cezalarıyla bunları
cezalandırmalıdır. Bu konuda RTÜK'ün de sıkıntıları var; onunla ilgili yasa
tasarısını bir an evvel Meclisimize getirip, buna çözüm getirmemiz gerekiyor.
Ayrıca, RTÜK üyelerinin ekonomik kurullarla ilgili
statüde, Bakanlar Kurulu tarafından seçilmesi şeklinde bir karar çıktı. Ben,
şahsım olarak, bunu da yanlış buluyorum. RTÜK üyelerini, mutlaka ve mutlaka,
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçmelidir diye düşünüyorum.
Yine, Sayıştayın raporlarının, mutlaka ve mutlaka,
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması gerektiği düşüncesindeyim.
Bu düşünce de bana aittir. Bununla ilgili hukuksal yol da mutlaka
halledilmelidir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de özellikle içmesularıyla
ilgili büyük sıkıntılar olduğunu, içmesuyu olmayan 393 köyümüz olduğunu,
bunlarla ilgili bu yıl bütçede 40 trilyon lira civarında para ayrıldığını,
bunun yeterli olmadığını biliyoruz; ama, iki yıl içerisinde, inşallah, bunu
çözeceğimizi düşünüyorum.
Benim atıl yatırımlarla ilgili bir araştırma önergem
var. Bununla ilgili devletin çok büyük kayıpları olduğunu ve maalesef,
dışarılardan, oradan buradan aldığımız paraların nasıl çarçur edildiğini,
popülist politikalarla, yaklaşımlarla ülkenin paralarının nasıl gittiğini
burada görüyoruz. İnşallah, o, Meclise geldiği zaman, sizlerle daha detaylı
paylaşacağım.
Bu yıl köy yollarımızla ilgili çok önemli çalışmalar
oldu. Ondan dolayı, zaten, Sayın Tarım Bakanımıza da teşekkür etmiştim; ama,
zaman zaman arkadaşlarımız tepkiler gösteriyorlar; o tepkilerden dolayı, bir
örnek olsun diye sizlere bir tablo göstermek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, burası Türkiye. Türkiye'nin yüzde
70 asfaltlı bölümü, yüzde 3 ve yüzde 9 arasında asfaltsız bölümü ortada. Zaman
zaman milletvekillerimiz diyor ki: "Kardeşim, benim bölgemde de yok."
Yok; ama, benim bölgemde yüzde 2,5; senin bölgende yüzde 70. Mutlaka, devlet,
bu adaletsizliği ortadan kaldırmalıdır; mutlaka, hükümetimizin de bu konuda
üzerine düşeni yapması gerektiği kanaatini taşıyorum. Bu yetmez; enerjiyle
ilgili aynı sıkıntı var, okullarla ilgili aynı sıkıntı var, sağlıkla ilgili
aynı sıkıntı var... Bölgemizde doktor sıkıntısı çekiyoruz. Mecburî hizmet
kalktığı için, maalesef, benim bölgemde doktor azaldı. Ben, bunu burada dile
getiriyorum. Mecburî hizmet derhal geri getirilmelidir. Pratisyen hekim
sıkıntısı çekmekteyiz.
İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Dünya kadar pratisyen hekim
var, atama yapsınlar.
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) - Şu anda birçok
ilçelerimizde pratisyen hekim bile yoktur. O da benim kanaatimdir; derhal
mecburî hizmet geri getirilmelidir.
Sevgili arkadaşlar, Türkiye'de güzel şeyler yapılıyor.
Ben, şahsım adına konuşuyorum, güzel şeyleri de söylüyorum; ama, Partimizin ve
buradaki herkesin de Türkiye'deki tabloyu bilmesi lazım, makro olarak görmesi
lazım. Ben, bunları onun için sizlerle paylaşıyorum. Bu listeler sizde de var,
bunları sizler de biliyorsunuz; Devlet İstatistik Enstitüsü dağıtmış,
biliyoruz. Mesela, doğurganlık oranı çok olan yerlerde bebek ölümleri de çok ve
doktor...
İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Destek veriyoruz sana.
YÜCEL ARTANTAŞ (Iğdır) - Destekliyoruz.
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) - Elimizde olsa
yapacağız; sizden de destek istiyoruz. Onun için anlatıyoruz; destek verin,
yapacağız.
YÜCEL ARTANTAŞ (Iğdır) - Desteğimiz, yanında.
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) - Peki, teşekkür
ediyorum.
Değerli arkadaşlar, köy yolları ve köyiçi yollarla
ilgili de bir önerim var. Türkiye'de büyük bir işsizlik var. Bu, işsizlikten
öte... Bazı bölgelerimizdeki köy yolları, asfalt yol yerine,
arnavutkaldırımları dediğimiz taş yollara çok uygundur. Belki, köylüye küçük
paralar, asgarî ücretler vererek, bütün köylerimizi ve köy yollarımızı taş yol
yapabiliriz, şose yol yapabiliriz. Bu doğrultuda, ben, bölgemizle ilgili
Meclisimizin desteğini bekliyorum.
Neticeyi şu noktaya taşımak istiyorum: Bu bütçemiz,
aslında, iki yıldır iyi noktalara geldi. Özellikle, ekonomide ciddî mesafeler
aldık; borçlarımızın faizini ödeyemez pozisyondayken, borçlarımızın faizlerini
öder duruma geldik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Beyribey, 1 dakikalık eksüre veriyorum,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla)- Bitiriyorum Sayın
Başkanım.
Yine, özellikle, enflasyondaki düşüş vatandaşımızı
rahatlatmıştır; çiftçi borçlarının taksitlendirilmesi, faizlerin kaldırılması
vatandaşımızı rahatlatmıştır. Özellikle, yine -onu da sizlerle paylaşmak
istiyorum- afetle ilgili, mutlaka ve mutlaka, tarım sigortasını da bir an evvel
çıkarmak durumundayız; aksi takdirde, tarımla uğraşan Doğu Anadolu ve İç
Anadoludaki büyük çoğunluk büyük bir sıkıntı içerisine girecektir diyorum.
Ben, bu bütçemizin memleketimize, milletimize hayırlara
vesile olmasını temenni ediyorum ve ümit ediyorum ki, bu gösterdiğim tablolar
önümüzdeki yıllarda düzelecek ve Türkiye, her yönüyle kalkınmış, gelişmiş
olacak.
Sözlerimi bitirirken, hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Beyribey.
Bu turda, şahsı adına, aleyhinde olmak üzere, Malatya
Milletvekili Muharrem Kılıç.(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Kılıç, süreniz 10 dakika.
Buyurun.
MUHARREM KILIÇ (Malatya)- Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına söz
almış bulunmaktayım. Sayın Başkanı, değerli milletvekillerini ve ekranları
başında bizi izleyen saygıdeğer vatandaşları saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, gelişmekte olan ülkelerin en
önemli sorunlarından biri, siyasal kurumların ve örgütlerin yeteri kadar
gelişmemiş olmasıdır. Bir ülkede siyasal kurumlar yeteri kadar gelişmemiş ve
güçlenmemişse, o ülkede kuvvetler ayrılığının gerçekleşmesi zordur; kuvvetler,
birliğini dengeleyemez ve kuvvetlerden biri diğer kuvvetleri etkisiz hale
getirir.
Kuvvetler ayrılığını en net anlatan Fransız düşünür
Montesquieu'dür. Yasaların Ruhu adlı yapıtında "yasama kuvveti ile yürütme
kuvveti aynı kişiye veya memurlar topluluğuna verilirse, ortada özgürlük diye
bir şey kalmaz" demektedir. Aynı yapıtında "yargı kuvveti yasama
kuvvetinden ayrılmazsa, yine ortada özgürlük kalmaz" diyerek, durumu net
olarak özetlemektedir. Bu nedenle, çağdaş anayasalar bu kurala çok önem
vermekte ve devlet düzenini buna göre şekillendirmektedir. Zira, asıl amaç,
iktidarın yürütmenin elinde toplanmasını önlemek ve sınırlı iktidar
yaratmaktır.
Değerli milletvekilleri, kuvvetler ayrılığında,
kuvvetlerin başında yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi
gelmektedir. Bu Yüce Meclis, devletimizin ve demokrasimizin en önemli
kurumudur. Bu nedenle, herkes Meclisin saygınlığını korumak ve yüceltmek
zorundadır. Şüphesiz, bu görev, en başta da sayın milletvekillerine ve Meclisi
temsil eden Sayın Meclis Başkanına düşmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclisi Sayın
Başkan mı, yoksa, Sayın Başbakan mı yönetiyor diye bazen kuşkuya düşmekteyiz. 6
Ekim AB ilerleme raporu öncesi zina krizi nedeniyle Ceza Kanunu Tasarısının
geri çekilmesinin yarattığı sıkıntıyı gidermek için, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, 21.9.2004 tarihinde 123 imzayla Meclis olağanüstü toplantıya çağrıldı;
ancak, bu talep hiç dikkate alınmadı. Sayın Başbakan Brüksel'e gittiğinde
durumun ciddiyetini anlayınca, daha Türkiye'ye dönmeden, Meclisin 26.9.2004'te
toplanacağını açıkladı. Meclis Başkanı ise, Başbakanın istemini, Cumhuriyet
Halk Partisinin istemiyle birleştirme gereği bile duymadan Meclisi toplantıya
çağırmıştır. Böyle bir uygulama, Meclisi yönetenin kimliği hususunda kuşku
yaratmıştır.
Sayın Meclis Başkanı, Plan ve Bütçe Komisyonunda
yaptığı konuşmasında, bu iktidar döneminde 478 adet yasa çıkarıldığını
belirtmektedir.
Değerli milletvekilleri, Meclis, yasa çıkarma fabrikası
değildir. Yasa tasarıları yeterince olgunlaşmadan komisyonlara getirilmekte,
komisyonlarda inceleme ve değerlendirme için yeterli zaman verilmeden
görüşülmekte, iktidarın çoğunluk oylarıyla kabul edilmektedir. Kabul edilen
komisyon raporları ve tasarılar, çoğu zaman, İçtüzük gereğince beklenilmesi
gereken 48 saat bile dolmadan Meclis Genel Kuruluna getirilmektedir. Son kabul
edilen yasalardan 335 maddelik Ceza Muhakemeleri Kanunu Tasarısı, Genel Kurul
görüşmelerinden bir gün önce, 125 maddelik Ceza İnfaz ve Tedbirleri Kanunu
Tasarısı ise aynı gün milletvekillerine gönderilmiştir. Yasama görevini yapan
milletvekilleri ise, henüz kapağını bile açmaya fırsat bulamadıkları kanun
tasarılarını, grup başkanvekillerinin eline bakarak, aynı doğrultuda oy
kullanarak, kabul etmektedirler; zaten başka şansları da yoktur. Sayın Başbakan
"biz, kanun tasarılarını yeterince incelemiyor muyuz ki değişiklik
önergeleri veriyorsunuz" diyerek, sorgulayıcı milletvekillerini
azarlamaktadır. Bu durum ise, Meclisin saygınlığına gölge düşürmektedir.
Değerli milletvekilleri, yasalar bu kadar ciddiyetten
ve Meclis denetiminden uzak biçimde yapılınca, ister istemez sıkıntılar
çıkmaktadır. Anayasamızın 104 üncü maddesine göre, Cumhurbaşkanımız, kanunları,
tekrar görüşülmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderme yetkisini
haizdir. Cumhurbaşkanımız, bu yetkisini kullanırken, yasanın usul ve esasının
Anayasaya aykırılıklarını ileri sürebilir veya gerekçesiz de geri gönderebilir;
ancak, Sayın Cumhurbaşkanımız, dürüst kişiliği ve deneyimli hukukçuluğuyla,
çoğunlukla, çıkarılan kanunları sadece Anayasaya aykırılıkları nedeniyle geri
göndermektedir. Bu iktidar döneminde çıkarılan kanunlardan 27'si Sayın
Cumhurbaşkanımızca veto edilmiştir. Çıkarılan kanunlardan 41'i için ise,
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Anayasa Mahkemesine iptal davası açılmıştır.
Bunlar, hoşa giden uygulamalar değildir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclisin
saygınlığını azaltan durumlardan biri de, milletvekillerinin yasama
dokunulmazlığıdır. Bu konu yıllardır kamuoyunda tartışılmaktadır. Geçmiş yasama
dönemlerinde de defalarca gündeme gelmesine rağmen, bir türlü karara
bağlanamamıştır. 3 Kasım milletvekili seçimlerinden önce, İktidar Partisince ve
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından milletvekili dokunulmazlığının kaldırılacağı
yönünde halka söz verilmiştir. Kaldı ki, kamuoyunda, yolsuzlukların
nedenlerinden birisinin de dokunulmazlıklar olduğu yönünde güçlü bir kanı
vardır.
Mecliste, şu an için, 110 milletvekili hakkında 191
adet dokunulmazlık dosyası bulunmaktadır. Bu dosyalardan çoğunluğu Seçim
Yasasına muhalefet gibi önemsiz dosyalar olmasına rağmen, evrakta sahtekârlık,
nitelikli zimmet, ihaleye fesat karıştırmak, suç işlemek için teşekkül
oluşturmak gibi yüz kızartıcı dosyalar da bulunmaktadır. Milletvekilliği,
suçluların sığındıkları bir koruma alanı olmamalıdır.
Olayın bir başka yönü de, milletvekillerinin
yargılanarak aklanma hakları da ellerinden alınmaktadır. Yalnız,
milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin talepler,
milletvekillerinin yasama sorumsuzluğuyla karıştırılmamalıdır. Milletvekilleri,
Meclis çalışmalarındaki kullandıkları oy, söz ve düşünce açıklamaları nedeniyle
sorumlu tutulamazlar.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kuvvetler
ayrılığındaki kuvvetlerden birisi de yargıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi,
yürütme, büyük ölçüde yasamayı kontrol ettiğinden, yargının bağımsızlığı daha
bir önem kazanmaktadır. Ülkemizde demokrasinin ve hukukun egemenliğinin tam
olarak sağlanabilmesi için, bağımsız yargının şartları mutlaka sağlanmalıdır.
Türk hukukçuları olarak, bu durumu yıllardır dile getirmekteyiz; ancak,
iktidarlar, yasama organını kontrol ettikleri gibi, yargıyı da kontrol etmek
istemektedirler.
Değerli milletvekilleri, yargının bağımsızlığından
bahsedebilmek için, mahkemelerin ve hâkimlerin hem yasamadan hem de yürütmeden
bağımsız olması gerekir. Bu bağımsızlık, hem kurumsal hem de işlevsel
olmalıdır. Bizdeki gibi hâkim ve savcıların göreve alınması, atanması, tayin ve
terfileri Adalet Bakanı ve müsteşarının üyesi olduğu bir kurulca yapılıyorsa,
burada bağımsızlıktan söz edilemez. Yine, hâkim ve savcıların teftiş ve
denetimi Adalet Bakanlığı müfettişlerince yapılıyorsa, hâkim ve savcılar idarî
işlemler yönünden tümüyle Adalet Bakanlığına bağlıysa ve Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun kendisine ait bir binası, sekreteryası ve bağımsız bütçesi
yoksa, bağımsız yargıdan bahsetmek bir aldatmacadır.
Bir atasözümüz vardır; "iğneyi kendine, çuvaldızı
başkasına batır." Sayın Adalet Bakanımız, yüzlerce kanun tasarısı
hazırlattırıyor, ne yazık ki, bizzat kendi Bakanlığını ve Bakanlık Müsteşarını
ilgilendiren Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki görevlerine son verecek
bir anayasa ve yasa değişikliği hazırlığını bir türlü yapmıyor.
Değerli milletvekilleri, demokrasimiz ve hukuk devleti
için bu kadar önemli olan yargı sistemimiz, tüm bu olumsuzluklara ve çalışma
zorluklarına rağmen, diğer kurumlara göre iyi işlemektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kılıç, 1 dakika eksüre veriyorum;
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Bu işleyişte hâkim ve
savcılarımızın, yazı işleri müdürleri, zabıt kâtipleri ve mübaşirlerimizin
büyük katkıları vardır; ancak, ülkemiz için çok büyük önemi haiz yargıda hâkim
ve savcılarımız geçim zorluğu çekmektedirler. Göreve yeni başlayan bir hâkim ve
savcının aldığı maaş 1 317 000 000 TL'dir. Yine, yargıdaki diğer memurların
aldıkları maaş ise, ortalama 650 000 000 TL civarındadır. Memurlarımız şu anda
açlık sınırında yaşamaktadırlar.
Bütçeden Adalet Bakanlığına ayrılan pay, yıllardır
yüzde 1 civarındadır. Bu payın mutlaka artırılması ve yargı mensuplarımızın
ekonomik olarak rahatlatılması gerekmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün bütçesini
görüşmekte olduğumuz Anayasa Mahkememiz, vermiş olduğu kararlarla, ülkemizde
demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasında büyük önem taşımaktadır.
Özellikle, AKP İktidarının, gelir gelmez, muhalefetin Meclisteki etkinliğini
azaltmak için hazırlamış olduğu içtüzük değişikliği...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kılıç, lütfen konuşmanızı tamamlar
mısınız.
MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Son cümlelerinizi alayım efendim; lütfen.
Buyurun.
MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Sayın milletvekilleri,
iktidar, açıkladığımız gibi, bir taraftan yasama organını baskı altında
tutuyor, bir taraftan da, Adalet Bakanlığı ve müsteşar eliyle yargıyı kontrol
etmeye çalışıyor. Bu şekildeki bir sistemden demokrasi ve hukuk devleti çıkmaz.
Bu nedenle, iktidarın, bu uygulamalarına son vermesi gerekir.
Bu düşüncelerle, Yüce Meclisi ve ekranları başında
bizleri izleyen saygıdeğer vatandaşlarımı saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Kılıç, teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birinci turdaki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, şimdi, sorular bölümüne
geçiyoruz.
İlk soru Sayın Algan Hacaloğlu'na aittir.
Buyurun Sayın Hacaloğlu.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan,
aracılığınızla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığıyla ilgili bir soru
yöneltmek istiyorum; ilgililerden değerli yanıtlarını rica edeceğim.
Bilindiği gibi, siyasî etik konusu, ülkemizin çözüm
bekleyen konularından biridir. Kopenhag Kriterlerini çok tartıştığımız bir
ortamda bir numaralı Kopenhag Kriteri, siyasî etik konusudur. Ülkemizin bu
konudaki durumu, tüm Batı demokrasilerinin gerisindedir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi etik kurulunun kurulması, milletvekillerinin yapamayacağı işlere
ilişkin mevcut yasanın yeniden, ileri demokrasi ülkeleri normlarında
düzenlenmesi, milletvekillerinin, Batılı ülkelerde olduğu gibi, Amerika'da
olduğu gibi, örneğin iki yılda bir verecekleri mal bildirimlerinin kamuoyuna
açıklanması türünden düzenlemeleri kapsayan kapsamlı bir siyasî etik yasasını,
Türkiye, acilen uygulamaya koymalıdır. İlgililerin bu konudaki değerli
düşüncelerini istirham ediyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Hacaloğlu.
Sayın Aslanoğlu, buyurun efendim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, çok
değerli arkadaşlarım; iki sorum var; bir tanesi Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanına.
Geçen yıl, Mecliste çalışan tüm arkadaşlarımızın
servisleri iptal edildi; bugüne kadar hiçbir çözüm getirilmedi. Bir kurumda
başarı, o kurumdaki insanların motive edilmesinden geçer. Artık iş verimi
düştü. İlle Meclis kendi yapmasın; ama, bunu koordine etmek çok mu zor? Sabahın
geç saatlerinde bu insanlar gelemiyor, akşamın çok geç saatlerinde çıkmak
zorunda kaldıkları zaman sorunlar yaşanıyor. Özellikle Meclis personelinin
taşıması konusunda, acaba, Genel Sekreterlik daha koordineli bir çözüm bulamaz
mı? Çok büyük sıkıntı yaşıyor arkadaşlarımız. Mecliste bu yönden iş verimi
düşmüştür.
İkinci sorum: Cumhurbaşkanlığı makamı, Türk Ulusunun,
cumhurun makamıdır. Burada konuşan AK Parti sözcüsü arkadaşım, Sayın
Cumhurbaşkanımızın yaklaşık 200 teröristi affettiğini söylüyor. Ben, kendi
vicdanımda ve kamu vicdanında, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından, Sayın Genel
Sekreter tarafından, mutlaka, bunun, bir şekilde... Kamu vicdanı zedelenmiştir.
Çok açık, net bir şekilde, Türkiye Cumhuriyetini yöneten bir Cumhurbaşkanının,
Türkiye'de hiçbir teröristi affetmeyeceğini, silah sıkan bir insanı
affetmeyeceğini, sadece sağlık nedeniyle... Onu bilemiyorum; ama, ben, şahsen,
vicdanen rahatsız oldum ve kamuoyu nezdinde, Cumhurbaşkanlığı makamı son derece
zedelenmiştir burada. Hepimizin Cumhurbaşkanı. Bu konuda, özellikle
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterimizin, mutlaka, kamu vicdanı açısından,
hakikaten, teröristler...
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, diğer milletvekili
arkadaşlara sıra gelsin.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Bitiriyorum.
Acaba, daha önceki aflarda -teröristler dedikleri
insanlar- AK Parti tarafından affedilenler neden gündeme getirilmiyor?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
Sayın Koç, buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Aracılığınızla, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanvekiline şu soruları yöneltmek istiyorum: Bunlardan bir tanesi;
geçtiğimiz hafta içerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı,
Dolmabahçe Sarayına bağlı Musahiban Dairesinin Başbakanlığın kullanımına
verilmesi kararı aldı.
Şimdi, ben, şunu öğrenmek istiyorum: Acaba daha önceki
hükümetler döneminde de benzer talepler Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına gelmiş midir? Eğer geldiyse, hangi hükümetler Millî Saraylara
tahsisli köşk ve kasırları talep etmişlerdir? Bildiğimiz kadarıyla, bu
Musahiban Dairesi tek bir ünite değildir, tam 33 odadan oluşmaktadır. Acaba,
Sayın Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığının bir kısmını idare merkezi
olarak İstanbul'a taşımak niyetini mi gütmektedir?
Şu soru hemen akla geliyor: Acaba Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının görevleri arasında, Sayın Başbakana çalışma mekânı temin
etmek gibi bir görev var mıdır?
Bir ikincisi -kısaca soracağım- Türkiye Büyük Millet
Meclisinde çok emek veren; ama, hepimizin dikkatinden kaçan bir konu. Burada,
çok özel dikkat gerektiren, çok özen gerektiren bir mesleğin uygulayıcıları her
gün karşımızda oturuyorlar. Stenograflardan bahsediyorum. Son derece dikkatli
davranmaları gereken, hata yapmamaları gereken bir meslek dalındalar ve burada
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma saatleri boyunca sürekli olarak bir
fazla çalışma temposu içine giriyorlar. Bu arkadaşlarımızın, kanunen verilmesi
gereken tazminatlarının bir bölümünü alamadıklarını biliyoruz. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığı olarak bu konuda...
Bir de, tabiî, fiilî hizmet tazminatı dediğimiz bir
yıpranma payı var. Acaba, stenograf kadrosundaki Türkiye Büyük Millet Meclisi
çalışanlarına bu ayrıcalıkların ya da bu hakların tanınması konusunda bir
girişiminiz olacak mı?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Koç.
Sayın Sağ, buyurun.
KEMAL SAĞ (Adana)- Sayın Başkanım, sizin aracılığınızla
Sayın Meclis Başkanvekilimize bir sorum var benim.
Biliyorsunuz, sayın vekillerin çalışma ortamları
gerçekten çok kötü şartlarda. Sayın Başkanımız Arınç, bu konuyla ilgili olarak
yeni bir bina yapılacağını söylemişti; ancak, halen bu konuda bir gelişme
olduğunu göremedik. Acaba milletvekillerine ev yapımı, konut yapımı gibi bir
olay durdu mu yoksa bu konuda gelişme var mı? Son durum nedir? Bunu öğrenmek
istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN- Teşekkür ederim.
Sayın Ercenk, buyurun.
TUNCAY ERCENK (Antalya)- Sayın Başkan, biz iki yıldan
beri, milletvekilleri olarak gerçekten büyük bir özveriyle çalıştık ve
çalışmaya da devam ediyoruz; fakat, bizimle birlikte Meclis içinde çalışan
arkadaşlarımız da var. Biraz önce Sayın Koç ve Aslanoğlu da bu çalışanların bir
bölümüne değindi. Ben de, kavas arkadaşlarımızın çalışma durumuyla ilgili bir
değerlendirme yapmak istiyorum ve Sayın Başkanvekilimize, bu konuda bir çalışma
yapıp yapmadığını veya yapıp yapamayacağını sormak istiyorum.
Şimdi, bildiğim kadarıyla, bu konumda olan
arkadaşlarımızın bir bölümü çaycı kadrosunda, bir bölümü hizmetli kadrosunda
çalışıyorlar. Acaba, bunların tümünü bir kadro içinde toplamak veya belli bir
müdürlüğe bağlamak mümkün müdür; bu konuda bir çalışma yapılacak mıdır? Birinci
sorum bu.
İkincisi; Sayın Cumhurbaşkanımızın teröristleri
affettiği iddiasına karşılık, ben de, Eve Dönüş Yasasıyla cezaevlerinden
çıkanları hatırlatmak istiyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ercenk.
Sayın Gün, buyurun.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Sayın Başkanım, Türkiye Büyük
Millet Meclisindeki siyasî kadrolaşmanın şeflik düzeyine kadar genişletildiğine
ilişkin iddialar bulunmaktadır.
Bu çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisi Personeli
Görevde Yükselme Yönetmeliği hükümleri uyarınca, şeflik ve garaj amirliği,
sınavla yükselinecek kadrolar arasında sayılmıştır.
Bu çerçevede, 22 nci Dönemde, sınavla yükselinilecek
kadrolar arasında sayılmış olan şeflik ve garaj amirliği kadrolarına sınavsız
olarak atama yapılmış mıdır? Eğer yapıldıysa, kaç kişi şef ve garaj amiri
olarak atanmıştır? Yönetmelikte açık hüküm bulunmasına karşın, bu atamaların
hukukî dayanağı nedir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gün.
Sayın Ünlütepe, buyurun.
HALİL ÜNLÜTEPE (Afyon) - Sayın Başkan, aracılığınızla,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Sayın Alptekin'e soru yöneltmek
istiyorum.
Bilindiği gibi, Meclis İçtüzüğünün 96 ncı ile 100 üncü
maddeleri arasında denetim yollarından olan "Soru" bölümü
düzenlenmiştir.
Genellikle, sözlü soru önergelerine ilgili bakanca
normal sürede yanıt verilmemektedir. Hâlâ, 2003 yılında verilmiş soru
önergeleri yanıtlanmamıştır. 10 gün sonra 2005 yılına gireceğiz. Geç yanıt
alınması nedeniyle, sözlü soru önergesinden beklenilen gaye elde edilememekte
ve denetim hakkı da yeterince kullanılamamaktadır.
2003 yılında verilen soru önergesinin yanıtlanmamış
olması durumunda, denetim hakkının yeterince kullandırıldığına inanıyor
musunuz?
İkinci bir sorum da, bazı soru önergeleri, genellikle
yanıtlanması Sayın Başbakandan istenilen soru önergeleri, Sayın Başbakanlığa
ulaşmadan, Sayın Başkanlığınızca tarafımıza iade olunmaktadır. İçtüzüğe uygun
olan soru önergelerinin, sanki, bir sansür kuruluna takılmış gibi iadesinden
beklenen amaç nedir? Milletvekiline denetim hakkının Meclis Başkanlığınızca
kullandırılmamasından beklediğiniz bir amaç var mıdır? Başbakan tarafından
yanıtlanması istenilen soru önergelerinin iadesi bir tesadüf mü, yoksa,
Başkanlığınızca gösterilen hassasiyetin bir göstergesi midir?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünlütepe.
Soru süresi dolmuştur.
Sayın Alptekin, ağırlıklı olarak, Meclisle ilgili
sorular yöneltilmiştir. Sayın Başkanvekilimiz...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Başkanım, bir müsaade et de,
şu milletvekillerinin sorunlarını da ben anlatayım. Kimse anlatamıyor, buna
cesaret edemiyor, ben çıkayım şöyle bir anlatayım; lojmanlardan başlayayım
şöyle bir...
BAŞKAN - Sayın İnce, uygun bir zamanda bir söz
talebiniz olursa, ben size söz vereyim.
Sayın Alptekin, buyurun efendim. Birkısım sorulara
yazılı cevap verilebilir...
Buyurun...
HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır, hayır; yazılı gelmiyor, iki
yıldır bekliyoruz.
BAŞKAN - Sayın Başkanvekilimiz cevaplandırıyorlar
efendim.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ İSMAİL
ALPTEKİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; soruları imkân dahilinde
cevaplandırmaya çalışacağım. Öncelikle, soru soran arkadaşlara teşekkür
ediyorum. Çünkü, sorular, öncelikle, Türkiye Büyük Millet Meclisini, onun
çalışma usul ve şeklini, fizikî durumunu ilgilendiriyor, bizi ilgilendiriyor.
Teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarımıza.
Sayın Hacaloğlu'nun, siyasî etik konusundaki sorusu,
gerçekten hepimizi ilgilendiren, hepimizin bu konuda yapması gerekeni,
katkılarını ortaya koyacağı bir husus. Bu, tabiî, İktidar Partisinin tek başına
yapacağı bir şey değil. Bugüne kadar, geçmişte Türkiye'de birçok problem varsa
bu ifade edilen konuda, toplumda, siyasette, bürokraside ve ticarette ortaya
konulan kirlilikten kaynaklanmaktadır. Bu konuda çalışmalar var; Sayın
Hacaloğlu da biliyor. İktidar-muhalefet, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
bulunan bütün siyasî partilerin ortak katkılarıyla, bu konudaki mevzuatın en
iyi şekilde hazırlanması ve kısa sürede hayata geçirilmesi bizim de arzumuz ve
temennimizdir. Meclis Başkanlığı olarak bu konuda öncülük yapmaya da hazırız.
Sayın Hacaloğlu'na da teşekkür ediyorum.
Sayın Aslanoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisi
çalışanlarımızın servislerinin kaldırılmasından doğan sıkıntıları ifade
ettiler. Zannediyorum geçen seneki bütçemizde de yine hep beraber bu konuları
konuştuk, detaylarını verdik. O anlattıklarımızı, hafızamızı tazelememiz
gerekirse, Başkanlık Divanı, bu konuda ilgilenenler, geniş çaplı bir çalışma
yapmak suretiyle, Mecliste çalışanlarımızın önemli bir kısmının özel
arabalarının olduğundan -ki, Meclis bahçesinde, garajlarında ciddî manada
sıkıntılar var- yeni araba park yerleri açmak zorunda kaldık. Sayın Aslanoğlu
da bunu biliyor. Bunlar nazara alındı. Meclis Başkanlığı, uzun süre, Meclis
kapılarından giriş çıkışları inceletti; kaç araba giriyor, kaç araba çıkıyor,
kaç kişi arabasıyla gidiyor; servisler dolu mu boş mu; hangi semtlerde servis
imkânları var; bütün bunlar araştırıldıktan sonra, o günün şartlarında
servisler kaldırıldı; ama, mesai yapıldığı zaman, Meclisin çalıştığı günlerde,
sabah ve akşam, çalışanlarımızın buraya zamanında gelebilmeleri için
-zannediyorum 8 aracımız var- bu araçlar hizmette. Kaldı ki, kaldırılan ve
bakanlığa iade edilen servis araçlarımız da, miadı dolmuş ve tamir imkânı da
yok denecek kadar az olan eski araçlardı; yeni araçlar alınması gerekiyordu.
Şimdi, burada, kişisel olarak bir şey söylememiz
gerekirse, servis araçlarını kaldırmamız doğru oldu mu olmadı mı, sıkıntılar
var mı yok mu; bu konu tartışılabilir. Tartışalım; eğer, hakikaten, burada bir
sıkıntı varsa, bir eksiklik varsa, Meclis Başkanlığı olarak, elbette ki,
çalışanının en iyi şartlarda, konutundan buraya gelmesini ve akşam evine
dönmesini sağlamak bizim görevimiz. Bu noktada, hassasiyetinize teşekkür
ediyorum.
Cumhurbaşkanlığı makamı yüce bir makam. Bu konudaki
tartışmaların belirli noktada kalması gönlümüzün isteğidir; zaten, hükümetimiz
adına, Sayın Bakanımız, biraz sonra, o konuda teknik bir bilgi verecek. Ben, o
soruyu, Sayın Bakanımıza bırakmış oluyorum.
Sayın Koç, Dolmabahçe Sarayındaki bir bölümün
Başbakanlığa tahsisi noktasında bir soru sordular. Bu konuda basında yazılar
çıktı; Başkanlığın açıklamaları var; teknik bir konu.
Değerli arkadaşlar, işin bir teknik yönü var, bir de
siyasî yönü var. Biraz önce, bu Parlamentoda, Avrupa Birliği vesilesiyle, Sayın
Muhalefet Partisi Genel Başkanımız da, Başbakanımız da, ilgili arkadaşlarımız
da, meseleyi ortaya koyarken, Türkiye Cumhuriyetinin büyük bir devlet olduğunu,
güçlü bir devlet olduğunu, bölgesinde saygın bir devlet olduğunu hep beraber
ifade ettik; bunu da gönülden alkışladık. Şimdi, dünyanın küçüldüğü bir dönemde
ve İstanbul gibi büyük bir merkezimizde, her türlü çalışmanın zaman zaman
yapıldığı bir yerde -bugün, Sayın Erdoğan Başbakanımız; siyasette, yarın bu
makamı başka değerli başbakanlarımız elbette ki şereflendireceklerdir- orada
yapılacak çalışmalarda belirli bir mekâna ihtiyaç olduğu tartışmasız. Kaldı ki,
ben, detayını, dosya burada olsaydı size anlatırdım; yazılı olarak da Sayın
Koç'a çok detaylı vereceğim inşallah.
Bugün, Sayın Başbakanın şahsına değil, başbakan ve
yardımcılarının ve misafirlerinin çalışma mekânı olarak tahsisi uygun görülen
yer, değerli arkadaşlar, kaymakamlığın daha önce kullandığı bir yer; burada
kaymakamlık oturuyordu. Kaymakamlık çıktı, başka yere gitti; burası restore
ediliyor. İstanbul'da bir ilçe kaymakamlığının oturduğu, oturmasına daha önce
izin verilen bir yerin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, yardımcıları ve
bürokratları tarafından hizmet için kullanılmış olması, kullanabilmesinde ben
bir yanlışlık görmüyorum, biz de görmedik Meclis olarak; Meclis Başkanlığı
olarak, bu, enine boyuna tartışıldı. Burada, herhalde bir yanlış anlama
olduğunu zannediyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Daha önce oldu mu böyle bir şey?
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ İSMAİL
ALPTEKİN (Ankara) - Detaylı, tatmin edici, yazılı açıklamayı ve cevabı da Sayın
Koç'a arz edeceğim.
BAŞKAN - Sayın Alptekin, süremiz doluyor.
İsterseniz, Sayın Bakanımıza...
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ İSMAİL
ALPTEKİN (Ankara) - Süremiz doluyorsa, kısaca bildireyim.
Stenograflar, gerçekten, hepimizin burada çalışmalarını
takdirle gördüğümüz, sıkıntılarını gördüğümüz değerli arkadaşlarımız. O konuda,
Meclis Başkanlığımız gereken hassasiyeti gösteriyor.
Yeni bir bina yapımı hususunda, elbette ki, Meclis
Başkanlığı elindeki projeleri değerlendiriyor.
Burada, bir hususu ifade edeyim; Antalya
Milletvekilimiz Sayın Kaplan konuşmasında ifade etti, daha sonra da Sayın
Ünlütepe soru olarak ifade ettiler. Değerli arkadaşlar, soru önergeleri Meclis
Başkanlığına verildiğinde, Meclis Başkanlığı hiçbir surette keyfî hareket
etmiyor; bunun bir usulü var, bunun bir adabı var, ölçüsü var. Neye göre
hareket ediyor; İçtüzüğümüzün 96 ve 97 nci maddelerinde, verilen soru
önergelerinin nasıl değerlendirileceği, nasıl işleme konulacağı açık olarak
ifade edilmiştir -hepinizin önünde İçtüzüğün 96 ve 97 nci maddeleri var- ve
buradaki şartlara uymayan, buradaki şartları ihtiva etmeyen soru önergeleri,
Meclis Başkanımız tarafından ilgililere iade edilmektedir. Şimdi, bu maddeler
kaldığı sürece, Meclis Başkanlığının başka bir takdir hakkı da olmadığını, bu
uygulamanın da devam edeceğini, sayın arkadaşlarımıza burada saygıyla ifade etmiş
oluyorum. Kesinlikle bir kasıt aramak düşünülemez; Meclis Başkanımız, hepimizin
Başkanıdır. Kesinlikle, bu Parlamentonun denetim hakkını en iyi şartlarla,
bütün imkânları zorlayarak kullanması noktasında hepimizin gerekli hassasiyeti
gösterdiğimizi ve bu yüce kürsünün milletvekillerimiz tarafından en iyi
şartlarda kullanılmasına gerekli hoşgörüyü gösterdiğimizi de, zannediyorum,
bütün arkadaşlarımız burada görmekte ve bilmektedir.
Diğer hususlarda eğer eksiğimiz varsa, değerli
milletvekillerimize bu konularda yazılı cevap vereceğim.
Teşekkür ediyorum.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Kavaslarla ilgili de
sormuştuk Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Alptekin.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Sayın Cumhurbaşkanının af yetkisiyle ilgili sorular
oldu; bu konuda kısa bir açıklama sunacağım.
Bilindiği gibi, Anayasamızın 104 üncü maddesinde,
sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını
hafifletmek veya kaldırmak, cumhurbaşkanının yürütme alanına ilişkin görev ve
yetkileri arasında sayılmıştır. Anayasal kuraldan da anlaşılacağı gibi,
cumhurbaşkanına özel af yetkisi, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama
nedenleriyle sınırlı olarak tanınmıştır. Bir başka deyişle, hükümlünün ceza
yargılaması sonunda kesinleşmiş özgürlüğü bağlayıcı cezasının cumhurbaşkanınca
hafifletilmesi ya da kaldırılması, cezayı gerektiren suçun niteliğine değil,
hükümlünün sağlık duruma bağlı tutulmuştur.
2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Yasasının 16 ncı
maddesinde, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama nedenleriyle belirli kişilerin
cezalarının hafifletilmesi ya da kaldırılmasına ilişkin işlemlerin yapılması
Adlî Tıp Kurumu Üçüncü İhtisas Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır.
Hükümlülerin hastalık, sakatlık ve kocama durumu önce bir yetkili sağlık
kuruluşu raporuyla saptanmakta, sonra, Adlî Tıp Kurumu Üçüncü İhtisas Kurulu,
sağlık kuruluşunun, hükümlünün sağlık durumuyla ilgili bilimsel ve teknik
görüşünü içeren raporuna dayanarak, raporda belirtilen hastalık, sakatlık ve
kocama durumunun Anayasanın 104 üncü maddesinde sözü edilen sürekli hastalık,
sakatlık ve kocama durumuna girip girmediğine karar vermektedir. Sayın
Cumhurbaşkanımız, bu aşamaların bitirildiğinin Adalet Bakanlığınca belirlenip,
konunun bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına iletilmesinden sonra, suçun niteliğinde
bir ayırım yapmadan, Adlî Tıp Kurumu kararına dayanarak, hükümlünün sağlık
durumunu ve anayasa koyucunun amacını gözeterek cezanın hafifletilmesi ya da
kaldırılması yetkisini kullanmaktadır.
Arz ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Teklifi yapan hükümet,
Adalet Bakanlığı...
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, soru-cevap işlemi
tamamlanmıştır.
Şimdi, sırasıyla, birinci turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup, oylarınıza
sunacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2005 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
02 - TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1. - Türkiye
Büyük Millet Meclisi 2005 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
|
Fonksiyonel |
|
|
|
Kod |
Açıklama |
(YTL) |
|
01 |
Genel Kamu
Hizmetleri |
282 970
500 |
|
|
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... |
|
|
|
Kabul
edilmiştir. |
|
|
02 |
Savunma
Hizmetleri |
17 500 |
|
|
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... |
|
|
|
Kabul
edilmiştir. |
|
|
07 |
Sağlık
Hizmetleri |
287 000 |
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2005 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinin
sonunda yer alan Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun toplam 90 648 423 YTL gider
ve 90 648 423 YTL gelirle bağlanan 2005 malî yılı bütçesi ile kurumun kadro
cetvelleri, 13.4.1994 tarihli 3984 numaralı Kanunun 12 nci maddesi gereğince
karara bağlanmış bulunmaktadır.
Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2. - Türkiye
Büyük Millet Meclisi 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C E T V E L İ
|
|
|
L i
r a |
|
- Genel
Ödenek Toplamı |
: |
230 028
766 250 000 |
|
- Toplam
Harcama |
: |
201 433
515 350 000 |
|
- İptal
Edilen Ödenek |
: |
28 595 250
900 000 |
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
01 - CUMHURBAŞKANLIĞI
1. -
Cumhurbaşkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
|
Fonksiyonel |
|
|
|
Kod |
Açıklama |
(YTL) |
|
01 |
Genel Kamu
Hizmetleri |
31 253 000 |
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2003 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2. -
Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî
Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
|
|
Lira |
- Genel
Ödenek Toplamı |
: |
25 451 000
000 000 |
- Toplam
Harcama |
: |
17 036 555
000 000 |
- İptal
Edilen Ödenek |
: |
8 414 445
000 000 |
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı
2003 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
06 - SAYIŞTAY
BAŞKANLIĞI
1. - Sayıştay
Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
|
Fonksiyonel |
|
|
|
Kod |
Açıklama |
(YTL) |
|
01 |
Genel Kamu
Hizmetleri |
11 296 000 |
|
|
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... |
|
|
|
Kabul
edilmiştir. |
|
|
02 |
Savunma
Hizmetleri |
55 000 |
|
|
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... |
|
|
|
Kabul
edilmiştir. |
|
|
03 |
Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri |
41 738 000 |
|
|
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... |
|
|
|
Kabul
edilmiştir. |
|
|
09 |
Eğitim
Hizmetleri |
1 230 000 |
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2003 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2. - Sayıştay
Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Sayıştay Başkanlığı 2003
Malî Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
|
|
Lira |
- Genel
Ödenek Toplamı |
: |
49 518 000
000 000 |
- Toplam
Harcama |
: |
32 938 709
650 000 |
- İptal
Edilen Ödenek |
: |
16 579 290
350 000 |
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2003 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
03 - ANAYASA
MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1. - Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
|
Fonksiyonel |
|
|
|
Kod |
Açıklama |
(YTL) |
|
01 |
Genel Kamu
Hizmetleri |
2 006 950 |
|
|
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... |
|
|
|
Kabul
edilmiştir. |
|
|
03 |
Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri |
6 509 550 |
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2. - Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C
E T V E L İ
|
|
Lira |
- Genel
Ödenek Toplamı |
: |
3 559 493
000 000 |
- Toplam
Harcama |
: |
3 041 419
250 000 |
- İptal
Edilen Ödenek |
: |
518 073
750 000 |
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, böylece, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı 2005 malî yılı bütçeleri ile 2003 malî yılı kesinhesapları kabul
edilmiştir; hayırlı olmalarını temenni ederim.
Saygıdeğer milletvekilleri, birinci tur görüşmeler
tamamlanmıştır.
Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını
görüşmek için, alınan karar gereğince, 21 Aralık 2004 Salı günü saat 11.00'de
toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 21.58