BIM 2 7 2005-01-13T10:25:00Z 2005-01-13T10:25:00Z 80 60920 347249 TBMM 2893 694 426446 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 69

 

35 inci Birleşim

20 Aralık 2004 Pazartesi

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Oturum BaşkanlarInIn KonuşmalarI

1. - Oturum Başkanı ve TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için müzakere tarihi alması nedeniyle, emeği geçenleri kutlayan; Musul yakınlarında şehit edilen beş güvenlik görevlimizin yakınlarına ve ailelerine başsağlığı dileyen konuşması

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S.Sayısı: 706)

2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S.Sayısı: 708)

3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S.Sayısı: 707)

4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S.Sayısı: 709)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI

1. - Cumhurbaşkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

2. - Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1. - Sayıştay Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

2. - Sayıştay Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI

1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

V. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

2. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın açıklamasında kullandığı belgenin bir karar ya da yazı olmadığı, kesinleşmemiş bir doküman olduğu konusunda açıklaması

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1. - Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, Hatay İlindeki okullarda yapılan bir uygulamaya ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/3979)

2. - Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, İstanbul'da Bakanlığa bağlı kütüphanelerdeki personel ihtiyacına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/4024)

3. - Hatay Milletvekili Züheyir AMBER'in, ÖSYM'nin yaptığı sınavlardan aldığı ücretlere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK'in cevabı (7/4028)

4. - Samsun Milletvekili Haluk KOÇ'un, hastanelerde sendika temsilcileri ve sendika yöneticilerinin görev yerlerinin değiştirildiği iddialarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/4035)

5. - Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, Denizli'de olası bir depreme karşı alınacak önlemlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/4072)

6. - Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan-Posof-Eminbey Köyü Sağlık Ocağına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/4091)

7. - Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, bölünmüş yol projesi ve maliyetine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/4131)

8. - İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/4174)

9. - İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Savunma Sanayi Müsteşarının aylık gelirine ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Vecdi GÖNÜL'ün cevabı (7/4175)

10. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, bir parti genel başkanı ile ilgili basına yansıyan bazı iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/4201)

11. - Denizli Milletvekili Ümmet KANDOĞAN'ın, Bakanlık bütçesinden kaynak aktarılan belediyelere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/4205)

12. - Burdur Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN'ın, Burdur-Bucak-Kızılkaya Beldesindeki Ziraat Bankası şubesinin kapatılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ali BABACAN'ın cevabı (7/4342)

13. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Genel Kurulda yapılan bir oylamaya ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent ARINÇ'ın cevabı (7/4358)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Bursa Milletvekili Şerif Birinç, bir grup parlamenter, bakanlık bürokratları ve bazı işadamlarıyla Umman'a yaptıkları ziyarete ve orada yaşanan olumlu gelişmelere,

Ankara Milletvekili Yakup Kepenek, büyük düşünür Mevlana Celaleddin Rûmi'nin ölümünün 731 inci yıldönümüne,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz, kapkaç terörü, şiddet ve uyuşturucu kullanımındaki artışın sebepleri ile alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin cevap verdi.

Tokat Milletvekili Feramus Şahin'in (3/500) (S. Sayısı: 605),

Mardin Milletvekili Süleyman Bölünmez'in (3/501) (S. Sayısı: 606),

Şanlıurfa Milletvekili Abdurrahman Müfit Yetkin'in (3/502) (S. Sayısı: 607),

Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına gerek bulunmadığı hakkında Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon raporları okundu; 10 gün içerisinde itiraz edilmediği takdirde raporların kesinleşeceği açıklandı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunun Millî Saraylar Daire Başkanlığı ve ona bağlı saray, köşk, kasır ve fabrikaların 2004 yılı faaliyetleri hakkında İçtüzüğün 177 ve müteakip maddeleri gereğince yaptığı denetimle ilgili raporunun (5/6) (S. Sayısı: 673) bastırılıp üyelere dağıtıldığı Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden, ertelendi.

2 nci sırasında bulunan, Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu Tasarısının (1/821) (S. Sayısı: 701) görüşmelerine devam olunarak 13 üncü maddesine kadar kabul edildi.

Alınan karar gereğince, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını görüşmek için, 20 Aralık 2004 Pazartesi günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 19.03'te son verildi.

Nevzat Pakdil

Başkanvekili

 

Bayram Özçelik

Türkân Miçooğulları

 

Burdur

İzmir

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

                                                    II. - GELEN KÂĞITLAR                                           No. : 45

17 Aralık 2004 Cuma

Tasarılar

1. - Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığı Arasında Yapılan Lokomotif, Vagon ve Diğer Ray Hizmetlerini de Kapsayan Demiryolu Araç ve Gereçlerinin Yapımı, Geliştirilmesi, Yenilenmesi, Bakımı ve Onarımı ile İlgili Karşılıklı Anlaşma Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/936) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.12.2004)

2. - Vergi Kanunlarının Yeni Türk Lirasına Uyumu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/937) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2004)

Teklif

1. - Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın: Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Ek ve Geçici Maddeler Eklenmesi ve 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/357) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plân ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.12.2004)

Tezkereler

1. - Mardin Milletvekili Selahattin Dağ'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/718) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.12.2004)

2. - Hakkâri Milletvekili Fehmi Öztunç'un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/719) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.12.2004)

                                                    20 Aralık 2004 Pazartesi                                                   No. : 46

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

 

1. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, İnsan Hakları Danışma Kurulunun bir raporuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3932)

2. - Niğde Milletvekili Orhan ERASLAN'ın, gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi ve yoksullukla mücadeleye ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3935)

3. - Mersin Milletvekili Mustafa ÖZYÜREK'in, Fransa Maliye Bakanı ile yapılan görüşme ile ilgili iddiaya ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3937)

4. - İzmir Milletvekili Erdal KARADEMİR'in, kamu bankalarının batık kredilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3940)

5. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, AB ülkelerinin Katma Protokol gereği Türk vatandaşlarına vize uygulayamayacağı iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/3948)

6. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Lozan Antlaşmasının 39 uncu maddesinin uygulanıp uygulanmadığına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/3949)

7. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Lozan Antlaşmasının eki olan bir protokolün Sevr Antlaşmasının bazı maddelerini feshedip etmediğine ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/3950)

8. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, devlet iç borçlanma senedi faiz oranına ilişkin Devlet Bakanından (Ali BABACAN) yazılı soru önergesi (7/3955)

9. - Tokat Milletvekili Orhan Ziya DİREN'in, İmarbank mudilerine yapılan ödemelere ilişkin Devlet Bakanından (Ali BABACAN) yazılı soru önergesi (7/3956)

10. - Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa-Yenişehir İlçesinde yapımı devam eden Boğazköy Barajına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/3961)

11. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın, Sedat Peker operasyonunda gündeme gelen silahların ruhsatına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3963)

12. - Konya Milletvekili Atilla KART'ın, bazı gazetelerde yer alan asayiş gönüllüsü uygulaması başlatıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3964)

13. - Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Antalya-Kumluca Belediyesinin, deniz obaları karşılığında vatandaşlardan topladığı paranın yasal dayanağına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3971)

14. - Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, Ankara Emniyet Müdürlüğü tarafından başlatılan Asayiş Gönüllüleri Projesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3974)

15. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, hükümlülük durumu devam eden eski DEP milletvekillerinin yararlandıkları haklara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3975)

16. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, dolaylı ve dolaysız vergilere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3978)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.00

20 Aralık 2004 Pazartesi

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır; gündeme geçiyoruz.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Oturum BaşkanlarInIn KonuşmalarI

1. - Oturum Başkanı ve TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için müzakere tarihi alması nedeniyle, emeği geçenleri kutlayan; Musul yakınlarında şehit edilen beş güvenlik görevlimizin yakınlarına ve ailelerine başsağlığı dileyen konuşması

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, birkaç cümle ifade etmek istiyorum. Türkiye, kırkbir yıldır uğraştığı Avrupa Birliği üyeliği için müzakere tarihini almış bulunuyor. Bu büyük başarının, halkımıza, memleketimize ve insanlığa hayırlı olmasını diliyorum. Bu başarıda, yıllardır özveride bulunan, üyelik hedefimiz için fedakârlık yapan ve desteğini esirgemeyen milletimizin payı büyüktür. Bu yüzden, Yüce Meclisimiz adına, milletimize, bu özverisinden dolayı minnettarlığımızı ve saygımızı iletiyorum. Kuşkusuz, bu Genel Kurulda sabahlara kadar uykusuz çalışan, ülkemizin geleceği için her türlü gayreti gösteren muhalefet ve iktidar milletvekillerimizi de ayrıca kutluyorum ve son olarak, milletimiz, Meclisimiz ve devletimiz adına bizi Avrupa'da temsil eden hükümetimizi, başarısından dolayı kutluyorum. Şimdi daha zorlu bir dönem başlıyor. Daha çok çalışma ve daha çok kenetlenme dönemi başlıyor; Allah yardımcımız olsun.

Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı:706) (x)

2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708) (x)

3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı:707) (x)

4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

                                            

(x) 706, 707, 708, 709 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri tutanağa eklidir.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporları 706, 707, 708 ve 709 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, bütçe kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere hükümete söz vereceğim.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımı saygıyla selamlıyorum.

17 Ekim 2004 günü Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları, Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle incelenip son şeklini almış ve Yüce Meclisin takdir ve tensiplerine arz edilmiş olup, bugün de Genel Kurul görüşmeleri başlamaktadır.

Bu vesileyle, yaptıkları yorucu çalışmalar ve değerli katkılar için, Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyeleri ile görevlilerine ve bu sürece katkıda bulunan bütün bakan arkadaşlarıma ve kamu kurum ve kuruluşlarının bütün temsilcilerine teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe kanunlarıyla, devletin bir yıl içerisinde nereye, ne miktarda harcama yapacağına ve bu harcamalar için nereden, kimden, ne miktarda vergi alacağına izin ve yetki verilmektedir.

Bütçe, aynı zamanda, ekonomik ve sosyal politikaların gerçekleştirilmesinde önemli bir araçtır. Dolayısıyla, bütçeler, hükümetlerin icraatlarını ortaya koyan en önemli belgelerdir. Bu nedenle de, Parlamentoda görüşülmeleri özellik arz eder.

Görüşülecek olan 2005 yılı bütçesi, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetlerinin üçüncü bütçesi, 2003 kesinhesabı da görüşülecek olan ilk kesinhesabıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, sizlerin de onayından geçen Hükümet Programımızla, ekonomik istikrarın sağlandığı, rekabetçi bir piyasa yapısının oluşturulduğu, sürdürülebilir bir kalkınma ortamının yakalandığı ve bunun nimetlerinin adil bir şekilde dağıtıldığı, yoksulluğun giderildiği, özgür ve müreffeh insanların barış içinde yaşadığı, çağdaş dünyayla entegre olmuş, demokratik bir Türkiye'yi gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz. 2005 yılı bütçesi, bu yoldaki üçüncü adımdır.

Şüphesiz, bütçeler, hazırlandıkları dönemdeki ekonomik ve sosyal şartların, dünya ve ülkenin içinde bulunduğu konjonktürün ve geleceğe ilişkin beklentilerin de izlerini taşırlar.

Bu bakımdan 2005 bütçesine geçmeden önce, sizlere, önce dünya ve sonra ülkemiz ekonomisi hakkında bazı kısa bilgiler vermek istiyorum.

2004 yılındaki önemli gelişmelerden ilki, özellikle petrol başta olmak üzere, enerji fiyatlarında meydana gelen artışlardır. Petroldeki arz-talep dengesizliği, OPEC ülkelerinin üretim kapasitelerinin sınırına yaklaşmış olmaları ve arzı etkileyen kısa dönemli faktörlerin yanı sıra spekülatif amaçlı hareketler sonucunda, petrol fiyatları varil başına 50 doları aşarak nominal bazda rekor seviyelere ulaşmıştır. Kasım ayından itibaren bir süre gerilemeye başlayan, ancak son günlerde 40 doları aşarak tekrar yükselişe geçen petrol fiyatları, dalgalı seyrini sürdürmektedir. Yüksek fiyatların, petrol ithalatçısı ülkelerde büyüme ve enflasyon oranları üzerinde olumsuz etki yaratacağı endişeleri devam etmektedir.

İkinci husus ise, ABD ekonomisinin rekor düzeye ulaşan ve kısa vadede bir iyileşme beklenmeyen bütçe ve cari açıkları ile bunun bir sonucu olarak doların değerindeki düşüşlerdir. Bu kapsamda değinilmesi gereken bir diğer konu da, dolar ile euro arasında devam eden mücadeledir.

Dolardaki değer kaybı sadece ABD ekonomisini değil, başta Avrupa Birliği, Japonya ve Çin olmak üzere diğer ülkelerin ekonomilerini de yakından ilgilendirmekte; temel rezerv para olarak kullanılması nedeniyle de, küresel ekonomi açısından büyük önem arz etmektedir. Dolardaki değer kaybının devam etmesi halinde, rezerv para olma özelliğinin tartışmaya açılacağının işaretleri görülmektedir.

Bu çerçevede, ABD ile ticaretinde 120 milyar doları aşan miktarda fazla veren ve parasının değerini dolara endeksleyerek sabitleyen, bunun değiştirilmesi yönündeki taleplere de pek sıcak bakmayan Çin'in durumu da, dünya ekonomisi bakımından önem taşımaktadır.

Dolarda yaşanan düşüş eğilimi karşısında yatırımcıların alternatif yatırım aracı arayışları altın talebini ve fiyatlarını artırmıştır. 450 doları aşan altının ons fiyatı son onaltı yılın en yüksek seviyesine ulaştıktan sonra, hafif gerileyerek son haftalarda 440 dolar civarında seyretmektedir.

Diğer taraftan, birçok AB ülkesinde işsizlik de önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. İşsizlik oranı, Almanya ve Fransa'da yüzde 9'un, İspanya ve Yunanistan'da ise yüzde 10'un üzerindedir. Euro bölgesinde ortalama işsizlik oranı yüzde 9 civarındadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu yıl dünya ekonomisi ilk çeyrekte beklentilerin üzerinde büyüme göstermiştir; ancak, ikinci ve üçüncü çeyrekte yavaşlama söz konusudur.

Başta Avrupa, Japonya ve Çin olmak üzere birçok ekonominin büyümesinde önemli bir etkiye sahip olan ABD ekonomisi, bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 4,5 büyürken, büyüme hızı ikinci ve üçüncü çeyrekte yavaşlamış ve sırasıyla yüzde 3,3 ve yüzde 3,9 olmuştur.

Euro bölgesinde, ekonomide önceki yıla göre 2004 yılında hafif canlanma söz konusu ise de yeterince güçlü değildir.

Diğer taraftan, Japonya'da ilk çeyrekte dış talep ve yatırım harcamalarının etkisiyle kaydedilen büyüme, ikinci ve üçüncü çeyrekte yavaşlamıştır. 2003 yılında yüzde 9'un üzerinde bir büyüme gösteren Çin ekonomisinin ise 2004 yılında da aynı performansı göstereceği tahmin edilmektedir.

2004 yılında yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ülkelerdeki büyümenin de yüzde 6'larda olacağı hesaplanmaktadır.

2004 yılında dünya ekonomisinin yüzde 5 büyüyeceği tahmin edilmiş ise de, yüksek petrol fiyatları risk oluşturmaya devam etmektedir. Bu çerçevede, 2005 yılı için dünya ekonomisinde yavaşlama olabilecek, büyüme hızı öngörülenin altına düşebilecektir.

Hükümet olarak, dünyadaki bütün gelişmeleri ve bunların ekonomimize olası etkilerini yakından izliyoruz. Gereken önlemler, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da zamanında alınacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğine tam üyelik konusunda iktidarımız döneminde çok önemli mesafeler alınmıştır. Avrupa Birliği Komisyonunun 6 Ekim tarihli raporuyla Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerini yerine getirdiği tescil edilmiş ve bildiğiniz gibi 17 Aralıkta da Avrupa Birliği, ülkemizle tam üyelik için 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlama kararı vermiş bulunmaktadır. Böylece, neredeyse yarım yüzyılı bulan AB üyeliği maratonunda önemli bir merhale aşılmış, çok çalışmamız gereken bir dönem başlamıştır.

Bu vesileyle, burada öncelikle, milletimize muasır medeniyete geçme hedefini işaret eden Büyük Atatürk'ü saygı ve rahmetle anıyorum. Ayrıca, Türkiye'nin kırkbeş yıllık rüyasını gerçekleştirme konusunda gecesini gündüzüne katarak örnek bir liderlik ve devlet adamlığı sergileyen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a, 59 uncu hükümet üyelerine ve iktidarıyla muhalefetiyle bu Parlamentoya ve katkısı geçen herkese ve özellikle Büyük Türk Milletine teşekkür etmek istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi de, Türkiye'nin ekonomik görünümüne kısaca değinmek istiyorum.

Yıllardır istikrarsızlıktan kurtulamayan ülkemiz nihayet istikrara ve güven ortamına kavuşmuştur. Kararlılıkla uyguladığımız politikalar ve aldığımız önlemler sonucunda, makroekonomik göstergelerde yakın zamanlara kadar ulaşılamaz kabul edilen başarılar elde edilmiştir.

Türkiye ekonomisi 2003 yılında yüzde 5,9 oranında büyümüş, 2004 yılının ilk dokuz ayında ise üçüncü çeyrekteki göreli yavaşlamaya rağmen yüzde 9,7 gibi yüksek bir büyüme hızına ulaşmıştır.

Uzun süre gerileme görülen inşaat sektöründe ilk iki dönemde büyüme gerçekleşmiş, üçüncü dönemde yüzde 0,1 gerileme olmuş; madencilikte ikinci ve üçüncü dönemlerde, malî sektörde ise her üç dönemde de büyüme sağlanmıştır.

2004 yılında, hedeflediğimiz yüzde 5 oranının oldukça üzerinde bir büyüme gerçekleşecektir.

2002 yılında 2 619 dolar seviyesinde olan kişi başına millî gelir ise 2004 yılında 4 000 doların üzerine çıkacaktır.

Bu başarı, başta siyasî istikrar ortamının sağlanması olmak üzere, ekonomide fiyat, döviz kuru ve faize ilişkin belirsizliklerin önemli ölçüde giderilmesi ve güven ortamının tesisiyle mümkün olmuştur. Amacımız, bu güven ve istikrar ortamının devamlı olmasını sağlamaktır.

Büyüme konusunda sağlanan başarı tesadüfî olmayıp, Hükümet olarak uyguladığımız bilinçli ve kararlı politikaların sonucudur. Sağladığımız ekonomik ve siyasî istikrar ve güven ortamı yanında, getirdiğimiz teşviklerle de, ülkemizin dört bir yanında âdeta bir yatırım seferberliği başlamıştır.

Burada dikkat çekici nokta, büyümede özel sektörün öncü rol oynamış olmasıdır. Bu da tesadüf değildir. Zira, Hükümet olarak temel politika tercihimiz, devletin faaliyet alanlarını aslî hizmet alanlarıyla sınırlayarak, ekonomik büyümeyi özel sektörün öncülüğünde gerçekleştirmektir. Bu politikamızın en somut yansıması özel kesim sabit sermaye yatırımlarında kendini göstermektedir. 2003 yılında özel kesim sabit sermaye yatırımları, sabit fiyatlarla yüzde 21,2 artmıştır. 2004 yılında artışın yüzde 40 civarında olmasını bekliyoruz. 2005 yılı için öngördüğümüz reel artış ise, yüzde 8'dir.

Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, genel işsizlik oranı 2002 yılında yüzde 10,3'e çıkmış, 2003 yılında da yaklaşık bu seviyede kalmıştır.

İşsizlik oranı 2004 yılının ilk çeyreğinde yüzde 12,4; ikinci çeyreğinde yüzde 9,3 ve üçüncü çeyreğinde yüzde 9,5 olmuştur.

2004 yılında, özellikle ikinci üç aylık dönemden itibaren, özel kesim yatırımlarındaki artış istihdama da yansımaya başlamıştır. 2004 yılının ikinci ve üçüncü çeyreklerinde istihdam edilenlerin sayısında, geçen yılın aynı dönemlerine kıyasla, sırasıyla 492 000 ve 463 000 artış gerçekleşmiştir.

2004 yılı Katılım Öncesi Ekonomik Programımızda da belirtildiği üzere, özel kesim sabit sermaye yatırımlarındaki artış eğilimi, önümüzdeki üç yıllık dönemde de sürecektir. Bu, istihdamda artış ve daha fazla vatandaşımızın aş ve iş imkânına kavuşturulacağı anlamına gelmektedir.

2005 yılında sadece konsolide bütçeye dahil kuruluşlarda 48 000 kişi işe alınacaktır. Önümüzdeki üç yıllık dönemde 1 650 000 insanımıza iş kapısı açılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik programımızın kararlılıkla uygulamaya devam edilmesi ve bu çerçevede takip edilen sıkı para ve özellikle maliye politikaları sayesinde, 2002 yılında yüzde 29,7 olan TÜFE'deki artış oranı, 2004 Kasım ayı itibariyle, yıllık bazda, yüzde 9,8 seviyesine kadar gerilemiştir. Böylece, ülkemiz, otuz yıl aradan sonra, bir zamanlar ulaşılması mümkün görülmeyen tek haneli enflasyon rakamlarıyla tekrar tanışmıştır.

Gelinen bu noktayı yeterli görmüyoruz. Hedefimiz, enflasyonu AB ülkelerindeki gibi düşük seviyelere indirmek ve hayatımızın normal bir parçası haline gelen enflasyonlu günlerin bir daha geri gelmemek üzere geçmişte kalmasını sağlamaktır. Bu çerçevede, 2007 yılı sonunda enflasyonun yüzde 4'e inmesi öngörülmektedir.

Enflasyonla mücadelede ve ekonomide elde ettiğimiz başarının bir sonucunu da, 11 gün sonra paramızdaki sıfırları atıp, Yeni Türk Lirasını kullanmaya başlayarak göreceğiz. Paramızdaki bol sıfırların ülkemizin prestijini sarstığını ve günlük hayatımızı zorlaştırdığını hepimiz biliyoruz. Hem psikolojik hem de teknik bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkan ve daha önce de defalarca gündeme gelen paradan sıfır atılmasını da Hükümetimiz gerçekleştirmiş olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılında 87 600 000 000 dolar olan dışticaret hacmi 2003 yılında yüzde 33 artışla 116 600 000 000 dolara çıkmıştır, 2004 Ekim ayı sonu itibariyle 128 700 000 000 dolar olarak gerçekleşmiştir.

2004 yılının ocak-ekim dönemi itibariyle, ihracat, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 30,7 artarak 50 600 000 000 dolar, ithalat ise yüzde 39,9 artışla 78 200 000 000 dolar olmuştur. İthalattaki artışta, sanayi üretimindeki artıştan kaynaklanan yatırım ve aramalı ithalatı artışının önemli etkisi olmuştur.

2004 yılı sonu itibariyle, ihracatın 62 milyar dolara, ithalatın ise 95 500 000 000 dolara ulaşmasını bekliyoruz.

2004 yılının ilk on aylık döneminde 10 700 000 000  dolar cari açık oluşmuştur.

Şu ana kadar olduğu gibi, bundan sonra da, cari dengedeki açığın finansmanında herhangi bir sorun yaşanmayacaktır. Cari açık konusunda, yakın geçmişte yaşanılan sıkıntılardan kaynaklandığı anlaşılan endişeleri yersiz buluyoruz. Zira, siyasî ve ekonomik istikrar ortamı, ekonomik göstergelerde sağlanan iyileşmeler, dalgalı kur rejimi ve yapısal önlemlere ilaveten zamanında ve yerinde almış olduğumuz tedbirler sayesinde, cari açık bir sorun olmaktan çıkmıştır.

2003 yılı ocak-ekim döneminde 1 300 000 000 dolar olan yabancı doğrudan yatırım girişi, 2004 yılının aynı döneminde 2 400 000 000 dolara yükselmiştir.

Ekonomik ve siyasî istikrarla sağlanan güven ortamının bir sonucu olan bu trendin, AB'yle tam üyelik görüşmelerine başlanmasının kesinleşmesiyle hızlanarak devam etmesini bekliyoruz. Nitekim, uluslararası kuruluşların yaptıkları analizler de bu beklentimizi desteklemektedir. Yabancı sermaye girişindeki canlanma, yeni yatırımları, yeni üretimleri, dolayısıyla yeni istihdam imkânlarını beraberinde getirecektir.

2003 yılı sonunda 194,4 katrilyon lira olan içborç stoku, 2004 yılı ekim ayı itibariyle 225,6 katrilyon liradır.

İç borçlanmada faiz oranları, iktidara geldiğimizden bu yana düşmeye devam etmekte, ortalama borçlanma vadesi ise uzamaktadır. Önümüzdeki dönemde, borç faiz oranları ve vade yapısı konusundaki iyileşme seyri devam edecektir.

Faiz oranlarındaki düşüşe paralel olarak, bütçe üzerindeki faiz yükü de aşağıya çekilmiştir.

Sayın milletvekilleri, buraya özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum. 2001 yılında topladığımız vergilerin tamamı faiz ödemelerini karşılamaya yetmiyordu -çok önce değil, 2001 yılında- faizleri ödemek için, toplanan 100 lira vergiye 3 lira daha ilave etmek mecburiyetindeydik ki ancak faizleri ödeyebilelim. Öyle dönemlerdeydi Türkiye. Kasım ayında iktidarı devraldığımız 2002 yılının sonunda ise, toplanan 100 liranın 87 lirasını faizlere ödüyorduk.

Şimdi, bir de nereye geldiğimize bir bakalım: Toplanan 100 lira verginin 57 lirasını faizlere ödüyoruz; 2005 yılında ise, 47 lirasını ödeyeceğiz. Programımız bu; fakat, her sene gösterdiğimiz over performansla, bu rakamın çok daha aşağıya ineceğini de şimdiden söylemek mümkün.

Geldiğimiz noktayı kesinlikle yeterli görmüyoruz; bunlar, hâlâ yüksek rakamlar. Önümüzdeki dönemlerde bu oranı çok daha aşağılara çekmek, temel önceliklerimiz arasındadır. Milletimizin ve Yüce Meclisimizin güven ve desteğiyle, ekonomik programımız doğrultusunda uyguladığımız politikalar sayesinde, bu hedefimizi de gerçekleştireceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın.

Kamu net borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı, 2001 yılında yüzde 91; 2002 yılında yüzde 78,7 iken, iktidarımızın ilk yılı olan 2003 yılında yüzde 70,5'e inmiştir; 2004 yılında yüzde 68 civarında gerçekleşmesini bekliyoruz.

Kamu borç stokunu sürekli azaltarak, 2007 yılında, yüzde 60 olan Maastricht kriteri düzeyine indirmeyi de hedefliyoruz.

Diğer taraftan, uyguladığımız politikalar neticesinde, kamu kesimi borçlanma gereği de sürekli azalmaktadır. 2002 yılında yüzde 12,7 olan kamu kesimi borçlanma gereği 2003 yılında yüzde 9,4'e inmiştir. 2004 yılında ise yüzde 5,9'a düşecektir. 2005 yılında hedefimiz yüzde 3,6'dır. Böylece, faiz harcamalarının bütçe üzerindeki yükü daha da hafiflemiş ve kamu borcunun sürdürülebilirliği konusundaki tereddütler tamamen ortadan kaldırılmış olacaktır.

Kamu borç stoku, bazı AB üyesi ülkelerde de yüksek düzeyini korumaktadır. Örneğin, kamu borç stokunun gayri safî yurtiçi hâsılaya oranı İtalya, Belçika ve Yunanistan'da yüzde 100'ün üzerinde seyretmektedir. Almanya ve Fransa'da ise bu oranlar, AB standardı olan yüzde 60'ı aşmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim ilk bütçemiz 2003 bütçesi olmuştur. Bugün, bu ilk bütçemizin uygulama sonuçlarını ortaya koyan kesinhesap kanunu tasarısı da görüşülecektir.

Bildiğiniz gibi, 2003 yılı bütçesiyle başlangıçta, giderler 145,9 katrilyon, faizdışı giderler 80,5 katrilyon, gelirler 100,8 katrilyon, bütçe açığı 45,2 katrilyon lira olarak belirlenmiş ve borç faizi ödemelerine ise 65,5 katrilyon lira ödenek ayrılmıştı. Öte yandan, bütçe gelirleri içinde vergi gelirleri de 86 katrilyon lira öngörülmüştü.

Uygulamalar sonucunda, 2003 yılı bütçesinde, bütçe giderleri başlangıçtaki 145,9 katrilyon lira yerine 5,5 katrilyon lira daha az bir rakamla -yani, bir azalış oluyor masraflarda; şimdiye kadar görülmeyen hususlar bunlar. Ne zaman bir bütçe gelir, bütçe tahminlerinin sürekli üstünde seyreder, sürekli üstünde- Hükümetimizin takip ettiği politikalarla, tahmin ettiğimizden daha az bir masrafla -masraflar azalmak suretiyle- bütçe 140,5 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşmiştir.

Bilirsiniz ki, yıllardır, bütçe giderlerinde gerçekleşmeler hep tahminlerin üzerinde olurdu; ilk defa, bizim 2003 bütçesinde gider gerçekleşmeleri başlangıçtaki tahminin altında gerçekleşmiştir.

Borç faiz ödemeleri de, öngörülen 65,5 katrilyon lira yerine, 6,8 katrilyon lira azalışla 58,6 katrilyon lirada kalmıştır.

Diğer taraftan, bütçe gelirleri, başlangıçtaki 100,8 katrilyon lira yerine, 531,5 trilyon lira azalarak 100,3 katrilyon lira olarak gerçekleşirken, bütçe açığı da, ilk defa, öngörülenden daha az, 45,2 katrilyon lira yerine, yüzde 11 oranında ve yaklaşık 5 katrilyon lira azalışla 40,2 katrilyon lirada kalmıştır.

2003 bütçe uygulamasında dikkati çeken bir diğer önemli ve olumlu gelişme ise 2002 yılında yüzde 51,5 olan vergi gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranının 2003 yılında yüzde 60'a ve 2002 yılında yüzde 65,3 olan bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranının ise 2003 yılında yüzde 71,4'e yükselmesidir.

Görüldüğü üzere, 2003 yılında, bütçe uygulamaları açısından uzun yıllardır özlediğimiz bir başarı ortaya konulmuştur. Bu başarı, aynı zamanda kaynak baskısına, ulusal ve uluslararası piyasalardaki belirsizliklere, dış gerginliklere rağmen sağlanmıştır. Hedeflerden taviz verilmemesi ve gerekli tedbirlerin uygulanmasında kararlı davranılması suretiyle ulusal ve uluslararası piyasalardaki tereddütler giderilmiştir.

Bütçe uygulamaları açısından zorlu bir yıl olan 2003 yılındaki bu başarıda, şüphesiz, kilit unsur, ilk yılımız, ilk bütçemizde ortaya koyduğumuz ve tavizsiz bir şekilde uyguladığımız malî disiplin anlayışı olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 yılı ocak-kasım dönemi bütçe uygulama sonuçları bütçe hedeflerine uygun olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde konsolide bütçe giderleri 123,1 katrilyon lira, konsolide bütçe gelirleri ise 98,7 katrilyon lira olmuştur. Aynı dönemde, 9,5 katrilyon lira tutarında ret ve iade yapılmıştır.

Bütçe giderleri içerisinde; personel giderleri 26,8; sosyal güvenlik kurumlarına devlet primi ödemeleri 3,5; mal ve hizmet alımları 8, faiz giderleri 52,3; cari transferler 25,7; sermaye giderleri 5, borç verme 1,5 katrilyon, sermaye transferleri 271 trilyon lira olarak gerçekleşmiştir.

Alt düzey harcama kalemlerini de -dağıtılan kitapçıktaki listede görüyorsunuz- müsaade ederseniz, tek tek okumayacağım.

Buna göre, ocak-kasım döneminde bütçe açığı 24,4 katrilyon lira, faizdışı fazla ise 27,9 katrilyon liradır. Böylece, 2004 yılı için belirlediğimiz bütçe hedeflerine ulaşmada herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmayacağımız anlaşılmıştır.

Ocak-Kasım 2004 bütçe uygulama sonuçlarına kısaca değindikten sonra, şimdi de 2004 yılsonu gerçekleşme tahminlerine ilişkin bilgiler sunmak istiyorum.

2004 yılı sonu itibariyle; konsolide bütçe harcamalarının 139,1; konsolide bütçe gelirlerinin 108,6; bütçe açığının 30,4; faizdışı fazlanın 26,3 katrilyon lira olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Konsolide bütçe gelirleri yılsonu tahmini, ret ve iadeler hariç ve özel gelirler dahil tutarı göstermektedir. Aynı şekilde, bütçe harcamaları içinde özel ödeneklerden yapılan harcamalar da yer almaktadır.

2004 başlangıç ödenekleriyle karşılaştırıldığında, bütçe harcamaları 10,9 katrilyon lira daha az, bütçe gelirleri ise 4,5 katrilyon lira daha fazla gerçekleşecektir. Söz konusu gelir artışının 1,4 katrilyon lirası özel gelirlerden kaynaklanmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bütçeyi yapmak önemlidir; fakat, ondan daha önemlisi bütçenin performansıdır. Onun için, bu rakamlara bir kere daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

Faiz giderlerinin bütçe ödeneklerine göre yüzde 14,1 oranında bir azalmayla 56,7 katrilyon lira olarak gerçekleşeceği beklenmektedir. Bu dikkate değer azalma, sağladığımız siyasî ve ekonomik istikrar ortamının ve malî disiplinin bir sonucudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükümetimiz, tek haneli rakamlara indirdiğimiz enflasyonu daha da aşağılara çekmek ve kalıcı kılmak, kamu borç stokunu düşürmek, üretim ve ihracat artışını sürdürmek, işsizliği azaltmak ve istikrarlı büyümeyi devam ettirmek azmindedir. Bunu hedef alan ekonomik programımızı disiplinle ve kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz.

Bu anlayışla belirlenen 2005 yılı makroekonomik büyüklükleri şöyledir: Gayri safî millî hâsıla 480 900 000 000 Yeni Türk Lirası olacaktır; gayri safî millî hâsıla büyüme hızı yüzde 5, deflatör yüzde 8, TEFE yılsonu yüzde 8, TÜFE yılsonu yüzde 8, ihracat 71 milyar dolar, ithalat 104 milyar dolardır.

2005 bütçesinin büyüklükleri ve dengeleri de bu makroekonomik öngörülere ve hükümet programının hedeflerine ve önceliklerine uygun olarak hazırlanmıştır.

Ancak, şu unutulmamalıdır ki, 2003 ve 2004 yılları bütçelerinde sağladığımız başarı, kamu maliyesinde düzlüğe çıktığımız ve malî sorunları tamamen ortadan kaldırdığımız anlamına gelmemektedir. Geçmişte yaşadığımız sıkıntıları bir daha yaşamamak için malî disiplin anlayışının temel öncelik olarak devam etmesi gerekmektedir.

Bütün kamu kurum ve kuruluşlarının, 2003 ve 2004 yıllarında olduğu gibi, 2005 yılında da sunmak zorunda oldukları temel kamu hizmetlerinin kalite ve miktarında herhangi bir düşüşe meydan vermeksizin kendilerine verilen ödenekleri hizmet önceliklerine uygun olarak ve tasarrufa azamî dikkat göstererek kullanacaklarına inancım tamdır.

2005 konsolide bütçesi yüzde 5 -tüm kamu sektörü için yüzde 6,5- faizdışı fazla hedefine uygun olarak hazırlanmıştır. Yüksek faizdışı fazla yoluyla kamu borç stokunun makul düzeylere çekilmesi yönündeki politikamızda herhangi bir sapma söz konusu değildir.

Bir taraftan bütçe hedeflerinin gerçekleştirilmesine özel bir önem verilirken, diğer taraftan bu başarıların kalıcı hale getirilmesi için yapısal önlemlerin alınmasına yönelik çalışmalarımız da devam etmektedir.

Bu çerçevede, 2005 yılında tahakkuk esaslı muhasebe ile analitik bütçe sınıflandırmasının yaygınlaştırılmasına yönelik çalışmalara devam edilecek, performans esaslı bütçeleme, çokyıllı bütçeleme ve stratejik planlama sistemine geçiş yönündeki çalışmalar sonuçlandırılacaktır.

2005 bütçesi, aynı zamanda, yeni bütçe anlayışının da hayata geçirildiği bir bütçe olmaktadır. 2005 yılı bütçesi, daha önceki yıllarda bütçe dışında yönetilen özel gelir ve giderleri de kapsayan bir bütçe olacaktır. Böylece, hem bütçenin kapsamı genişleyecek hem de bütçe disiplininin kuvvetlendirilmesi açısından önemli bir adım daha atılmış olacaktır.

Diğer taraftan, 2005 bütçesi Yeni Türk Lirasıyla hazırlanan ilk bütçe olmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan müzakereler sonucunda 2005 bütçesinde, bütçe giderleri 155 600 000 000, bütçe gelirleri 126 500 000 000, bütçe açığı 29 100 000 000, faizdışı fazla 27 300 000 000 Yeni Türk Lirası olarak öngörülmüştür.

Bu durumda, 2004 yılsonu gerçekleşme tahminlerine göre; 2005 yılında bütçe giderleri yüzde 11,9, bütçe gelirleri yüzde 16,4 artmakta, bütçe açığı ise yüzde 4,3 oranında azalma göstermektedir.

Gayri safî millî hâsıla oranlarına bakıldığında, 2005 yılında 2004 yılı gerçekleşme tahminlerine göre; bütçe giderlerinin oranı yüzde 32,8'den, yüzde 32,4'e; bütçe açığının oranı yüzde 7,2'den, yüzde 6,1'e düşmekte; bütçe gelirlerinin oranı ise, yüzde 25,6'dan yüzde 26,3'e yükselmektedir.

2005 bütçesinde yer alan ödenekler, temel önceliklere ve kamu hizmetlerinin gereklerine uygun olarak belirlenmiştir. Bu çerçevede 2005 bütçesinde; personel giderleri için 31 900 000 000, sosyal güvenlik kurumlarına devlet primleri için 4 300 000 000, mal hizmet alımları için 14 400 000 000, faiz giderleri için 56 400 000 000, cari transferler için 32 500 000 000, yatırımlar için 10 100 000 000, sermaye transferleri için 1 100 000 000, borç verme için 2 800 000 000, yedek ödenekler için 2 100 000 000 Yeni Türk Lirası tutarında ödenek yer almaktadır.

Başlıca transfer kalemlerinden; sosyal güvenlik kurumlarına 22 000 000 000, KİT'lere sermaye desteği olarak 900 000 000, KİT görev zararlarına 500 000 000, emeklilere vergi iadelerine 1 300 000 000, Kredi Yurtlar Kurumuna 1 200 000 000, tarımsal desteklemeye 3 500 000 000, ihracatı teşvik için 400 000 000 Yeni Türk Lirası ayrılmıştır.

2005 bütçesinde, Hükümetimizin önceliklerine uygun olarak, eğitim, sağlık, adalet ve altyapı yatırımları için önceki yıllar bütçelerine göre daha fazla kaynak ayrılmıştır. Sosyal güvenlik kurumlarının açıklarının finanse edilmesi için yeterli ödenek konulurken, sosyal harcamaların bütçeden aldığı pay artırılmış ve yüzde 27'den yüzde 31'e yükseltilmiştir.

Bu konularda bazı ayrıntıları bilgilerinize sunmak istiyorum. Yeşilkart için 1 200 000 000 Yeni Türk Lirası, yoksul ailelere kömür yardımı için 100 000 000 Yeni Türk Lirası, çiftçilerimize 1 800 000 000 Yeni Türk Lirası, esnaf ve sanatkârlarımıza 886 000 000 Yeni Türk Lirası kredi verilecek olup, bunun düşük faizle verilmesi için ilgili bankalara görev zararı olarak ödenmek üzere 93 000 000 Yeni Türk Lirası; Kredi ve Yurtlar Kurumuna öğrencilere kredi ve burs verilmesi için 1 200 000 000 Yeni Türk Lirası, sosyal güvenlik kurumlarının açıklarının finanse edilmesi için 22 milyar Yeni Türk Lirası tutarında kaynak ayırmış bulunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, 2005 yılında kamu yatırımları için ayrılan kaynaklarla; 65 600 hektar alanda sulama, 27 300 hektar alanda tarlaiçi geliştirme, 4 900 hektar alanda toprak muhafaza, 12 000 hektar alanda taşkın koruma faaliyeti gerçekleştirilmiş olacaktır. 3 000 köyün kadastrosu tamamlanarak kadastro oranı yüzde 93'e yükseltilecektir. Ayrıca, ilave 7 milyar kilovat/saatlik enerji üretim gücünün devreye girmesi ve yaklaşık 3 000 kilometre bölünmüş yolun tamamlanması da hedeflenmektedir. Bunlara ilave olarak, ilk ve ortaöğretimde 5 600 derslik, yükseköğretimde ise 62 000 öğrencilik kapasite oluşturulacaktır. 4 200 hasta kapasiteli hastane inşaatları tamamlanacak, bunların 3 500 hastalık kısmı donatılacak, 200 hastane ile 500 sağlıkocağının makine teçhizatının önemli bir kısmı da karşılanacaktır.

Diğer taraftan, 23 organize sanayi bölgesi ve 22 adet küçük sanayi sitesi inşaatı bitirilecek ve 60 adet organize sanayi bölgesi inşaatına başlanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birçok makroekonomik sorunun kaynağı haline gelmiş olan bütçe açıklarının azaltılması konusunda, iktidara geldiğimizden bu yana büyük bir başarı elde ettik. 2002 yılında yüzde 14,7 olan bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı, 2003 yılında yüzde 11,3'e düşürülmüştür; 2004 yılı bütçe hedefi 10,9 iken, yıl sonu gerçekleşmesinin yüzde 7,2 olması beklenmektedir.

Bu başarı, büyük ölçüde, hizmet kalitesinden ödün vermemek şartıyla, harcamalarda tasarruf ve etkinlik sağlanarak ve sıkı sıkıya uygulanan malî disiplin sayesinde elde edilmiştir.

Bütçe açığındaki düşüş eğilimi 2005 yılında da devam edecektir. 2005 yılında, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 6,1'e düşmesi programlanmıştır. Bu hedefin gerçekleşmesi konusunda da kuşkumuz yoktur. Zira, 2005 yılında da aynı disiplin devam edecektir.

2003 ve 2004 yıllarında bütçedeki faiz yükünün azaltılmasında da önemli gelişmeler sağlanmıştır. 2003 yılında 65,5 katrilyon lira olarak öngörülen faiz ödemeleri, 6,8 katrilyon lira azalışla yıl sonunda 58,6 katrilyon lira olarak gerçekleşmiştir. 2004 yılı bütçesinde 66,1 katrilyon lira olarak yer almış iken, yılsonu gerçekleşmesinin 56,7 katrilyon lira olması ve böylece 9,4 katrilyon lira daha az gerçekleşmesi beklenmektedir.

Bu katrilyon liraları, Türk Milletinin kolay kolay tasarruf etmesi mümkün değildir; çünkü, bütçemize baktığımız zaman, bugün, hâlâ, bir numaralı giderimiz faizdir. Bu faizleri indirmekten başka yolumuz yoktur. Bunun indirilmesinin yolu da, işte, Hükümetimizin takip ettiği politikalardır. Nitekim, neticesini de böyle görüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) 2004 yılında, faizler 9 katrilyon civarında daha az oluyor. Bu para nereye gidiyor; bu para, Türk Milletinin cebinde kalıyor. Bunu sağlayan kimdir; bunu sağlayan, bu Hükümetimizin politikalarıdır.

Faiz giderleri konusunda Hükümetimiz döneminde kaydedilen bu olumlu gelişme, 2005 yılında da devam edecektir. 2003 yılı sonu itibariyle, faiz giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 16,4 iken, 2004 yılı sonunda bu oran yüzde 13,4'e, 2005 yılında da 11,7'e gerileyecektir.

Diğer taraftan, 2005 bütçesinde, yatırımları hızlandırma, yedek ödenek ve diğer tertiplerden yapılan aktarmalar yoluyla gerçekleştirilen yatırımlar hariç olmak üzere, yatırımlar için 2004 yılında 6,7 katrilyon lira harcama yapılmış olacaktır. 2005 yılı için, bu bazda yüzde 49,9 artışla 10 100 000 000 Yeni Türk Lirası ödenek ayrılmış bulunmaktadır. Yani, 2005 yılı bütçesinde en büyük artış yatırımlarda olmuştur. Daha önce "yatırımlar az oluyor" diye tenkit edildik; ama, biz, malî disiplin ve hesabımızı bilmek yönünde attığımız adımlardan hiçbir zaman vazgeçmedik, onların sonucu olarak da böyle büyük bir artış sağladık yatırımlarda. 2004 yılında yatırım harcamaları 6,7 katrilyon lira iken, 2005 yılında 10 katrilyon lira civarında -eski paraya göre- onun da üzerinde bir yatırım yapacağız. Bunun sebebi de, hesabımıza dikkat ettiğimiz için bu imkânlara kavuşmamızdır. 2006 yılında, çok daha fazla imkâna kavuşacağız ve bunu yaparken de, hiçbir zaman, ekonomik istikrarı bozmayacağız ve sürekli istikrarı sağlamış olacağız. İstikrarı hem sağlayacağız hem de yatırımları artırmış olacağız; bu, Türkiye için ve Türkiye'nin büyümesi için çok önemli bir husustur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2003 ve 2004 yılı bütçelerinde olduğu gibi, 2005 yılı bütçesinde de kamu sektöründe malî disiplinin kararlı şekilde uygulanması hedefi önplana alınmıştır.

2005 yılı bütçe ödenekleri, uygulanan ekonomik programın ilke ve hedeflerine uygun olarak, kamu kesimi açıkları ve kamu borç stoku ile enflasyonun düşürülmesine, rasyonel, etkin bir bütçe politikası yoluyla ekonominin dinamizminin artırılmasına ve reel ekonomideki canlanmanın sürdürülmesine katkıda bulunmak üzere, kamu kurum ve kuruluşlarının hizmet öncelikleri ve aslî fonksiyonları da dikkate alınarak tahsis edilmiştir.

Bu genel hedefler yanında, 2005 yılı bütçesinin esas aldığı birtakım spesifik hedefler de bulunmaktadır; bu hedeflerden önemlileri şunlardır: Enflasyonun yılsonu itibariyle, hem TÜFE'de hem de TEFE'de yüzde 8 seviyesine çekilmesi hedefine destek sağlanması; bütçe harcamalarının sağlam gelir kaynaklarıyla karşılanması ve kaynak-harcama dengesinin gözönünde bulundurulması; kamu kaynaklarının kullanımında etkinlik, verimlilik ve tasarruf ilkelerinin önplana alınması; bütçe uygulamalarında saydamlık, samimiyet ve hesap verebilirlilik ilkelerinin güçlendirilmesi; kamu yönetiminde uygulamaya konulan reform çabalarının desteklenmesi; yatırım ödeneklerinin, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sağlayacak şekilde tahsisinin sağlanması; verimliliği ve üretimi teşvik edecek ve nispî fiyat yapısını bozmayacak bir tarımsal destekleme politikasının oluşturulması.

Bilindiği üzere, bu yıl içinde yürürlüğe konulan 5217 sayılı Kanunla yapılan düzenlemeyle, özel gelir- özel ödenek uygulamalarına büyük oranda son verilmiş olup, daha önce bütçe dışında yönetilen bu türden gelirler bütçeye dahil edilmiş ve ilgili kurumların bütçelerine yeterli ödenek konulmuştur. Böylece, bütçenin kapsamı genişlemiş, malî disiplin, bütçemizin bütçe uygulamalarındaki denetim yetkisi güçlendirilmiş ve kamu kaynaklarının kullanımındaki saydamlık artırılmıştır.

Değerli arkadaşlar, biraz önce saydığım prensipler, hemen hemen her bütçe konuşmalarında yer alırdı. Bizim diğerlerinden farkımız ne; biz, koyduğumuz prensiplere uyuyoruz ve bunları uyguluyoruz, diğerlerinde sadece kâğıtta kalıyordu; aradaki fark bu. Bunları uyguladığımız zaman aldığımız neticeleri de, işte, hep beraber görüyoruz. Biz, prensiplerimize uyan, onları sadık bir şekilde uygulayan bir hükümetiz.

2004 yılında yapılan yasal düzenlemeyle de, çeşitli nedenlerle bütçe kanunlarında uzun yıllardır yer alan, ancak bütçeyle doğrudan ilişkisi olmayan maddeler ilgili kanunlarına taşınmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 bütçe kanunlarında yer alan diğer bazı önemli düzenlemeler de şunlardır:

Kural olarak, 2005 yılı yatırım programına ekyatırım cetvellerinde yer alan projeler dışında herhangi bir proje için harcama yapılamayacaktır.

Taşıt alımı, ancak çok acil ve zorunlu hallere mahsus olmak üzere, Bakanlar Kurulu kararıyla yapılabilecek, bazı hallerde taşıt ihtiyacı belirli kurallar çerçevesinde hizmet alımı suretiyle de karşılanacaktır. Neden; taşıt alıyorsunuz, taşıta şoför alıyorsunuz, ikidebir taşıtın bakımıyla uğraşıyorsunuz; ondan dolayı hizmet alımını da giderek artırıyoruz. Bu, çok daha ekonomik oluyor.

2005 yılında, 4749 sayılı Kanuna göre sağlanacak garantili imkân limiti 2 milyar ABD Dolarını aşamayacaktır.

İkidebir "hazine garantili... Ben borç alacağım; hazine garantisi..." Yok öyle şey. Burada sınırlanmış bulunuyor.

2005 malî yılı bütçesi ile belirlenen başlangıç ödeneklerinin yüzde 1'ine kadar ikrazen özel tertip devlet iç borçlanma senedi ihraç edilebilecektir.

Personel açıktan atamaları ile konsolide bütçe dışındaki kurum ve kuruluşlardan yapılacak memur nakilleri toplamı 48 000 kişiyi geçmeyecektir.

Kamu kurum ve kuruluşlarınca işletilen eğitim ve dinlenme tesisi, misafirhane, kreş, spor tesisi ve benzeri sosyal tesislerin giderlerine bütçeden katkıda bulunulmayacaktır.

Diğer taraftan, kamu malî yönetimindeki girdilerin kontrol edilmesi şeklindeki anlayış terk edilerek, sonuçların kontrol edildiği performans esaslı bütçeleme sistemine bir an önce geçilmesi amacıyla daha önce başlanan çalışmalara devam edilecektir. Kamu malî yönetimi ve kontrol sisteminde önemli değişiklikler getiren 5018 sayılı Kanunun öngördüğü yeni malî sisteme sağlıklı geçişi mümkün kılabilmek ve bunun için gerekli altyapı hazırlıklarının bütünüyle gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla anılan Kanunun yürütmeye ilişkin hükümlerinde düzenlemeler yapılmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 yılı için devlet memurlarının aylıklarına uygulanacak artış oranı, düşük maaş alana daha yüksek, yüksek maaş alana ise daha düşük oranda yansıyacak şekilde bütçe imkânları ve enflasyon hedefleri dikkate alınarak belirlenmiştir. Ancak, şunu özellikle vurgulamak istiyorum ki, 2003 ve 2004 yıllarında olduğu gibi, 2005 yılında da memurların satın alma gücü azalmayacak, bilakis, enflasyon öngörüsünün üzerinde maaş artışı elde edeceklerdir.

Çocuklar için ödenen aile yardımı ödeneği 0-6 yaş grubunda yer alan çocuklar için yüzde 100 artmakta ve memurlarımıza ilave bir imkân sağlanmaktadır. 1991 ve izleyen yıllarda memurluğa başlayan yaklaşık 1 000 000 çalışanımıza ilave 1 derece verilerek, daha önce memuriyete başlayanlarla aynı hakka sahip olmaları sağlanacaktır.

Bu çerçevede, Hükümetimiz, 2005 yılında yüzde 8 enflasyon hedefine karşılık, memur aylıklarının kümülatif bazda yüzde 8,1 ilâ yüzde 12,1 oranında artırılmasını kararlaştırmıştır. Memur emekli aylıklarında ise 2005 yılında kümülatif bazda yüzde 11,4 oranında artış sağlanacaktır.

Memurlarımıza vereceğimiz 1 derece ile aile yardımı ödeneğindeki artışı da dahil ettiğimizde en düşük memur aylığındaki kümülatif artış yüzde 13,5'e ulaşacaktır. Hükümetimiz, 65 yaş aylığı alan yaklaşık 1 100 000 vatandaşımızın ve şeref aylığı alan 52 000 kişinin aylıklarında da üç yıllık dönemde önemli artışlar sağlamıştır. Bu artış, kümülatif bazda, 65 yaş aylığında yüzde 163 ve şeref aylığında ise yüzde 64'tür. Bunları yeterli görmemiz tabiî ki mümkün değildir. Bütçe açıkları ve faiz yükü azaldıkça, bütçe imkânları arttıkça çalışanlarımıza ve emeklilerimize daha çok kaynak ayırma çabasında olacağız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kamu maliyesi alanında en önemli konulardan birisi, vergi politikası ve vergi yönetimine ilişkin olarak alınan kararlardır. Bu kararlar, bir yandan vergi sistemini şekillendirerek kamu maliyesinin performansını etkilerken, aynı zamanda ekonomiyi de doğrudan ilgilendirmektedir. Hükümetimizin işbaşına gelmesiyle birlikte ilk iş olarak, ekonomide önemli bir güvensizlik unsuru olarak varlığını sürdüren ve kamuoyunda "nereden buldun" olarak bilinen düzenleme kaldırılarak, ekonomiyi olumsuz etkileyen önemli bir sorun çözüme kavuşturulmuştur. Bunu takiben, Vergi Barışı Kanunuyla önemli bir adım daha atılarak, ekonomide bir uzlaşma ortamının yaratılması, kriz ortamının yaratılması, kriz ortamının mükellefler üzerinde yarattığı tahribatın hafifletilmesi ve vergi dairelerindeki onbinlerle ifade edilen ihtilaflı dosya sayısının azaltılması hedeflenmiştir. Bu hedeflere büyük ölçüde ulaşılmış ve ayrıca, 4,7 katrilyon liralık bir tahsilat yapılarak önemli bir kaynak sağlanmıştır.

Vergi barışıyla ne yaptık; vergi barışıyla, hem vatandaşımızı rahatlattık hem raflarda duran, artık, tozlanmış dosyaları tamamen tasfiye ettik; hem davalarla tıkanmış bulunan yargıyı büyük ölçüde rahatlattık hem vergi teşkilatını rahatlattık hem de kasamıza 4,7 katrilyon lira tiko para girdi. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Yıllardan beri önemli bir sorun olarak süregelen enflasyonun yarattığı gerçek olmayan kazançların vergilendirilmemesini amaçlayan enflasyon muhasebesi de, Hükümetimiz döneminde uygulamaya konuldu.

Değerli arkadaşlar, yıllardan beri, bütün hükümetler, devamlı olarak, enflasyon muhasebesini getireceğiz vaadiyle gelmişlerdi; fakat, hiçbiri, kendilerine enflasyon muhasebesini getirecek güveni bulamadılar, hepsi bundan korktular. Getireceğiz dediler, getiremediler. İlk defa, bu, Hükümetimiz zamanında oldu. Bununla, biz, birçok şeyi göze aldık; daha önceki hükümetlerin göze alamadığı hususları göze aldık. Evet, enflasyon muhasebesi dolayısıyla vergilerde azalış olacaktı; bunu biliyorduk ve bizde de oldu; ama, bizim, vergilerle ilgili, kayıtdışıyla yapmış olduğumuz mücadeleyle ilgili başarılarımızın yavaş yavaş meyvelerini vermeye başlaması neticesinde, çok şükür, vergi gelirlerimizde önemli bir azalış olmadan -hatta genel gelirlerimizde artış görülerek- bugün, enflasyon muhasebesi vaadimizi de yerine getirmiş olduk. Bu, yabancı sermaye için de çok önemliydi, yerli sermaye için de çok çok önemliydi.

Diğer taraftan, 2001 yılı itibariyle kişi başına milli gelir tutarları 1 500 doların altında olan 36 ilimizde yatırımların artırılması amacıyla, bu illerimizdeki yatırımlar için, enerji desteği, arsa veya arazi temini gibi desteklerin yanı sıra, özellikle istihdam maliyetini indirecek şekilde vergisel teşvikler sağlanmıştır. Bu teşvikler sayesinde bu illerimizde önemli yatırım girişimleri görülmeye başlanmıştır. Bu uygulamanın kapsamının genişletilmesiyle ilgili çalışmalarımız da devam etmektedir.

İlaveten, özellikle eğitim alanında vergi teşvikleri sağlanmış, özel eğitim kurumlarının özendirilmesi amacıyla, yeni kurulacak özel okullar için vergi istisnası getirilmiştir.

Yine, benzer şekilde, teknoloji bölgelerinde yapılan yatırımlar sonucu elde edilecek kazançlar vergiden istisna edilmiş, genel olarak bütün kurumların araştırma geliştirme harcamalarının yüzde 40'ının vergi matrahından indirilebilmesi imkânı getirilmiştir. Bu şekilde, ar-ge harcamalarının tamamının gider olarak yazılabilmesine ek olarak, sağlanan yüzde 40 indirimle yapılan harcamanın yüzde 140'ı oranında bir destek sağlanmış olmaktadır. Ar-ge için 100 lira masraf yapıyorsa 140 lira olarak yazacak bu getirdiğimiz kanunla. Böylece, araştırma geliştirme faaliyetleri ve yeni teknolojilerin oluşturulması alanında, sadece bütçenin gider tarafında tahsis edilen ödenekle sınırlı kalınmayıp, vergi sistemi aracılığıyla da önemli teşvikler sağlanmıştır.

En önemli yatırım teşvik aracı olan yatırım indirimi uygulaması, teşvik belgesi alınması gibi bürokratik işlemler tamamen ortadan kaldırılarak, otomatik işleyen bir sisteme dönüştürülmüştür. Ayrıca, yatırım indirimi istisnasına ilişkin yüzde 20'lere varan tevkifat da tamamen kaldırılmıştır.

Halkımızın büyük bir kesimini ilgilendiren çevre temizlik vergisinde beyanname verme uygulaması kaldırılmış ve verginin su faturalarıyla birlikte ödenebilmesi imkânı getirilmiştir.

Yatırımcılar bakımından önemli bir maliyet unsuru olan Damga Vergisi ve harçların uygulama alanı önemli ölçüde daraltılmış, aracılık maliyetlerinin azaltılması kapsamında özellikle bankacılık alanındaki işlemler Damga Vergisi kapsamı dışına çıkarılmıştır.

O pul yapıştırmayı da artık kaldırdık; onu da biliyorsunuz. Yani, tükürüp, pulu yapıştır; o da kalktı. Yok öyle bir şey artık. (AK Parti sıralarından alkışlar) O devirler kapandı arkadaşlar.

Yatırımcılarımızın yurtdışı faaliyetlerden elde ettikleri kazançların Türkiye'ye getirilmesi durumunda bazı şartlarla vergiden istisna edileceği yönündeki düzenlemeyle bu kazançların Türkiye'ye aktarılmasının önündeki önemli bir engel de ortadan kaldırılmıştır.

Bu husustaki adımlar, yapmış olduğumuz değişiklikler ve getirmiş olduğumuz yenilikler öyle hızlı oluyor ki, maalesef, özel sektörümüzden bazıları bile bunu takip etmekte zorlanıyor. İlgili vergi mükelleflerimiz takip edemiyorlar. Burada, onlardan benim ricam, Hükümetimizin hızlı adımlarına onlar da ayak uydurmaya çalışsınlar, yapmış olduğumuz değişiklikleri iyi takip etsinler. Zaman zaman, yapmış olduğumuz değişikliği bazıları bana soruyor ne zaman yapacaksınız diye; falan kanuna bakın, yaptık onu, çıkardık dediğimizde; öyle mi, sahi mi Sayın Bakanım diyorlar. Bunlara, tabiî, şimdi söylemiyorum; ama, bazı milletvekillerimiz de dahil.

Yine, benzer şekilde, yabancı yatırımcıların Türkiye'yi üs olarak kullanıp Türkiye'yle güçlü ekonomik ve siyasî bağları bulunan ülkelere yatırım yapmalarına imkân sağlayabilmek için, bu yatırımların getirilerinin Türkiye üzerinden yabancı yatırımcının ülkesine vergisiz olarak aktarılabilmesine imkân sağlayan düzenlemeler de yapılmıştır.

Kurum kazançları üzerindeki yüzde 65'lere varan vergi yükü yüzde 45'lere kadar çekilmiştir. Ayrıca, kârların sermayeye eklenmesi durumunda vergileme yapılmaması imkânı getirilmiştir değerli arkadaşlar. Bu, çok çok önemli ve biz, bunu, kendi Hükümetimiz zamanında getirdik ve kalıcı kıldık. Bir şirket, kâr dağıttığında, bunu sermayesine eklediğinde, bu, eskiden, ayrıca Gelir Vergisine tabi idi ve buradan da, ayrıca, yüzde 30, 40, 45, 50 vergi alınıyordu. Biz, şimdi, bunu tamamen kaldırdık. Bu, şirketlerimiz için fevkalade önemli bir husustur, bunun altını çizerek söylüyorum. Eğer, bugünkü yatırımlar böyle hızlı yapılabiliyorsa, özel sektördeki yatırıma ayrılan paylar böyle fazla oluyorsa, yatırım fonları fazla oluyorsa, işte, bu, otofinansmana sağlamış olduğumuz vergi kolaylığının bir sebebi, bir sonucudur.

Gelir Vergisinde de, mükelleflerin kendisi, eşi ve çocukları için yapmış oldukları sağlık harcamaları ile eğitim harcamalarını vergiye tabi gelirden indirebilme imkânlarını getirdik. Herkes "Sayın Bakanım, ne masraf yaparsak yapalım, böyle bir şey getir; ne masraf yapılırsa yapılsın, herkes fiş alsın, fatura alsın; böylece, kayıtlı sistem artsın, vergi gelirlerimiz artsın" diyordu; çok haklılar. Şimdi, bunların en başında da eğitim ve sağlık harcamaları geliyordu hatırlarsanız. Gelip, daha birkaç gün önce bana söyleyen arkadaşlarımız vardı. Arkadaşlar, biz bunu getirdik. Yeni bir kanun daha gelecek, onunla daha da artırıyoruz. Eğitim ve sağlık harcamaları için yazacağınız masraf kalemleri, ülkemizde, bugün, Amerika Birleşik Devletlerinin dahi önüne geçmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tüm bunlara ek olarak, mükelleflerin gönüllü uyumunu artıracak ve vergi idaresi tarafından kolayca uygulanabilecek bir vergi sisteminin oluşturulmasına dönük çalışmalarımız sürmektedir. Nitekim, yine, bu hafta içerisinde Plan ve Bütçe Komisyonumuzda ele almaya başlayacağımız tasarı, vergi uygulamalarının basitleştirilmesine, vergi mevzuatının Yeni Türk Lirasına uyumlaştırılmasına ve eğitimle ilgili olarak yeni teşvik unsurlarına ilişkin düzenlemeler içermektedir.

Yeni Türk Lirasına uyum çalışmaları çerçevesinde, bütün vergi kanunlarında yer alan Türk Lirası değerler gözden geçirilerek, yeni para birimine çevrilmesi sorun yaratacak tutarlar güncelleştirilmek suretiyle yeniden belirlenmektedir.

Vergi sisteminin rasyonelleştirilmesi ve kayıtdışı ekonomiyle mücadele kapsamında önem arz eden bir diğer konu ise gelir idaresinin etkinliğinin artırılmasıdır. Bu kapsamda; Gelirler Genel Müdürlüğü, başarılı ülke modelleri de dikkate alınarak, vergi idaresinin her düzeyindeki, her bir fonksiyon ve birimin açıkça tanımlandığı, bu birim ve fonksiyonların planlama ve yönetiminin merkezden yönlendirildiği fonksiyonel bir yapı şeklinde yeniden organize edilmektedir. Yeni gelir idaresi Maliye Bakanlığı içerisinde daha güçlendirilmiş bir yapıda olacaktır. Bu konudaki tasarı önümüzdeki günlerde Meclise sunulacaktır.

Gelir idaresinin yeniden yapılandırılması ve güçlendirilmesine dönük çalışmalarımızla eşzamanlı olarak gelir idaresinin teknolojik altyapısını güçlendirmeye dönük faaliyetlerimiz de sürmektedir. Bu kapsamda Vergi Daireleri Otomasyon Projesinin (VEDOP) ikinci aşamasına dönük çalışmalara, 15 Nisan 2004 tarihinde başlanılmıştır. 457 gün içerisinde tamamlanması hedeflenen projeyle, kayıtdışı ekonominin kayıt altına alınması açısından kritik önem arz eden veri ambarının oluşturulması, elektronik ortamda beyanname alınması, çağrı merkezi kurulması ve her ilde en az bir vergi dairesi olmak üzere ilave 144 yeni vergi dairesiyle otomasyon ağının genişletilmesi sağlanacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 yılı bütçesinde konsolide bütçe gelirleri 139 milyar YTL, vergi gelirleri ise 119 milyar YTL olarak öngörülmüştür. 2005 yılında 12 500 000 000 YTL tutarında vergi iadesi yapılması öngörülmekte olup, vergi iadeleri hariç konsolide bütçe gelirleri 126 500 000 000 YTL olmaktadır.

2005 yılı gelir tahminleri açısından birkaç noktayı vurgulamak istiyorum: Birinci olarak, Kurumlar Vergisi tahmini yapılırken, Kurumlar Vergisi oranında gerçekleştirilecek 3 puanlık indirimin yol açacağı etki dikkate alınmıştır. İkinci olarak ise, özel gelir, özel ödenek konusunda yaptığımız yeni düzenleme sonrası bütçemizin saydamlığı artarak, daha önceki yıllarda bütçe tahminleri içerisinde yer almayan özel gelirler, konsolide bütçe gelirleri içerisine alınmıştır.

Bildiğiniz gibi, önceki yıllarda bu türden gelirler yıl içerisinde gerçekleşerek, belirli kurumlar tarafından özel gelir, özel harcama uygulaması çerçevesinde kullanılmaktaydı ve bütçe tahminleri yapılırken, dikkate alınmamaktaydı. 2005 yılı bütçesinde bu uygulama kaldırılmış ve bunlar, artık, bütçe içerisine alınmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 yılı için sizlere; 2002 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 14,6'sı olan bütçe açığını yüzde 6,1'e indiren, faiz yükünü hem nominal hem de reel olarak azaltan, yatırımlarda yüzde 40 civarında reel artış öngören, çalışanlarımızı ve emeklilerimizi enflasyona ezdirmeyen, iç ve dışpiyasalara güven veren bir bütçe sunulmaktadır.

Maliye politikamızın temel önceliği, malî disiplini sağlayarak, kamu borç stokunu makul seviyeye indirmek ve istikrarlı bir büyüme ortamını oluşturmaktır.

Yaklaşık otuz yıl aradan sonra yeniden tek haneli enflasyon oranlarıyla tanıştık.

Ekonomimiz, 2003 yılında hedeflenenin üstünde büyüme gösterdi; 2004 yılında hedeflenen yüzde 5'in oldukça üzerinde bir büyüme gösterecektir; 2005 yılı için ise yüzde 5 oranında bir büyüme hedefliyoruz.

İktidara geldiğimiz ilk günden itibaren sosyal, siyasî ve ekonomik alanda yeni bir anlayışa dayanan bir reform süreci başlattık. Milletimizin özveriyle desteklediği bu sürecin olumlu sonuçlarını hep beraber görmeye başladık.

Bu başarılarda en büyük desteği, kuşkusuz, yüce milletimizin bize olana güveninden aldık. Bu güvene layık olmak için daha da çok çalışacağız.

Yakaladığımız bu başarının geri dönülemez biçimde kalıcı hale gelmesi ve geçmişte yaşadığımız sıkıntıları tekrar yaşamamak, tekrar dibe vurmamak için milletçe çok dikkatli olmalı ve aynı azim ve gayretle çalışmaya devam etmeliyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Büyük Atatürk diyor ki: "Türk tarihi incelenirse, bütün yükselme ve gerileme sebeplerinin bir ekonomi meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veyahut mağlubiyetler, çöküşler ve felaketler, bunların hepsi, meydana geldikleri devirlerdeki ekonomik durumumuzla ilgili ve bağlantılıdır."

İşte, bizim çabamız da, Türkiye'nin güçlü ve istikrarlı bir ekonomiye sahip olmasıdır; malî disiplin de bunun içindir.

Bütün sorunları çözüp, geriye sorun kalmadığı iddiasında değiliz. Esasen, böyle bir durum mümkün de değildir. Zira, sorunlar toplumsal hayatın doğal bir sonucudur. Sorunlar dün de vardı, bugün de vardır, yarın da olacaktır.

Önemli olan, bu aziz milletin daha güçlü olması, daha müreffeh bir hayat sürmesi için, güvensizliğe ve ümitsizliğe kapılmadan, sorunları, aklın ve bilimin ışığında, azimle ve inançla çözmenin gayreti içerisinde olmaktır.

Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen büyük bir birikim ve sağduyuya sahip olan yüce milletimizin desteği sayesinde aşamayacağımız hiçbir sorun yoktur; yeter ki, temel değerlerimiz etrafında kenetlenelim ve bulunduğumuz noktayı yeterli görüp rehavete kapılmayalım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu vesileyle, harcamalarında tasarrufu ve etkinliği önplana alarak, birçok makroekonomik sorunun kaynağı haline gelmiş olan bütçe açıklarının, sadece nispî oranlar bazında değil, aynı zamanda, reel ve hatta nominal bazlarda da azaltılmasına katkı ve desteklerinden ötürü, başta Başbakanımız Sayın Recep Erdoğan olmak üzere, bütün bakan arkadaşlarıma ve onların şahsında da bütün kamu kurum ve kuruluşlarına teşekkür ediyorum.

Vergilerini zamanında ve tam olarak ödeyerek bu başarıya ortak olan vatandaşlarımıza da şükranlarımı sunuyorum.

2005 bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olması temennisiyle, sizlere ve vatandaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ederim.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Oturum BaşkanlarInIn KonuşmalarI (Devam)

1. - Oturum Başkanı ve TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için müzakere tarihi alması nedeniyle, emeği geçenleri kutlayan; Musul yakınlarında şehit edilen beş güvenlik görevlimizin yakınlarına ve ailelerine başsağlığı dileyen konuşması (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, birkaç gün önce, Musul yakınlarında, 5 güvenlik görevlimiz, menfur bir suikast neticesinde şehit oldu. Bugün, bu saatlerde, 5 güvenlik görevlimizin cenazeleri kaldırılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisimiz toplantı halinde bulunduğu için, Emniyet Genel Müdürlüğü önünde yapılan törende ve cenaze merasiminde, Başkanlığımızı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekilimiz Sayın İsmail Alptekin temsil etmektedir. 5 kahraman güvenlik görevlimize, Meclisimiz adına, Cenabı Hak'tan rahmet diliyorum; ailelerine, yakınlarına, dostlarına ve tüm milletimize başsağlığı ve sabırlar diliyorum; mekânları cennet olsun.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı:706) (Devam)

2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708) (Devam)

3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı:707) (Devam)

4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 13.12.2004 tarihli 31 inci Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasî parti grupları ve hükümet adına yapılacak konuşmalar, hükümetin sunuş konuşması hariç, 1'er saat -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalar 10'ar dakikadır.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:

Bütçenin tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Alaattin Büyükkaya ve İstanbul Milletvekili Sayın Nazım Ekren; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal.

Şahısları adına, lehinde, Isparta Milletvekili Sayın Mehmet Emin Murat Bilgiç, Çorum Milletvekili Sayın Agâh Kafkas; aleyhinde, Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Kemal Ağar.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Alaattin Büyükkaya; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Büyükkaya, bize ulaştırılan bilgiye göre, konuşma süresini eşit olarak paylaşıyorsunuz.

Süreniz 30 dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli üyeleri; AK Parti Grubu adına, 2005 malî yılı bütçesinin tümü üzerinde konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce, zatıâlinizi ve Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçeler, her dönemde, hükümetlerin çalışmalarını ve performanslarını ortaya koyan belgeler olmuştur ve her zaman önemlidir. 2005 bütçesi de, bu manada ülkemiz için büyük önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî ki, konuşmama başlamadan önce, önceki gün Irak'ta şehit edilen güvenlik görevlilerimiz için Allah'tan rahmet diliyorum, ailelerine başsağlığı diliyorum. İnşallah, bu akan kan oradaki Türk varlığının geleceğini de güçlendirecektir. Bunu herkes de böyle bilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe görüşmelerimiz Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir tarihe de rastlamaktadır. Hepimizin bildiği gibi, bu karar, Türkiye'nin Avrupa Topluluğuyla tam üyelik müzakerelerine 3 Ekim 2005 tarihinde başlama kararıdır. Gerçekten, ülkemiz tarihî dönemlerinden birini yaşamaktadır. Avrupa Birliği yolunda önemli bir aşamadan geçilmiştir. Hükümetimiz, iki yıldır yaptığı yoğun çalışmalarının karşılığını almış ve bu kararla, artık, Türkiye'nin önü açılmış, Türkiye istikrarı yakalamıştır. Dışsiyasette de, içsiyasette de, ekonomide de Türkiye'yi istikrarlı bir dönem beklemektedir.

Bu başarının sağlanmasında, başta Genel Başkanımız, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcımız Sayın Abdullah Gül'e, Yüce Meclisimize, bakanlarımıza, Grubumuza, siz değerli milletvekillerimize ve bu konuda desteğini esirgemeyen Cumhuriyet Halk Partisi ve onun değerli Genel Başkanı Deniz Baykal'a, Grup yönetimlerine, CHP milletvekillerine, destek olan diğer siyasî partilere ve genel başkanlarına, Dışişleri teşkilatımıza, tüm kamu kurum ve kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına, iş dünyamıza ve katkıda bulunan herkese teşekkürü borç biliyorum. Bu millet, bu sonucun alınmasında emeği geçenleri daima minnet ve şükranla anacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca hemen belirtmeliyim ki, bize Batı uygarlığını işaret eden, hedef gösteren büyük önder Atatürk'ü, Avrupa Topluluğu yolunda hizmeti geçen devlet ve hükümet başkanlarımızı ve siyasî liderlerimizi de bu vesileyle saygıyla anıyor, onlara da teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu kararla, Türk Milletinin kırk yıllık rüyasının gerçekleşmesi için önemli bir dönemeç alınmıştır. Elbette ki, bu kararla her şey bitmiyor; aksine, yeni başlıyor. Grubumuz ve hükümetimiz, bunun bilincindedir ve bu yükün altından kalkacak güç ve iradeye de sahiptir. Allah, milletimizi ve ülkemizi, çıktığımız bu yolda başarılı kılsın.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Topluluğu, bizim için bir medeniyet projesidir, Türk Milletinin yeniden yükselişinin simgesidir, ülkemizin istikrarlı gelişmesinin ve ilerlemesinin en önemli unsurlarından biri ve büyük bir değişimin adıdır. Bu değişim, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği istikamettir. Zira, genç kuşaklar ve bu millet, bizden, 2023 yılını şimdiden planlamamızı istiyor.

Devlet anlayışımızı, artık, devletin babalığına, cömertliğine değil, vatandaşlarımızın sorumluluğuna ve görevlerine dayanan bir ahlak anlayışıyla yeniden şekillendirmek mecburiyetindeyiz. Kısır çekişmeleri bir kenara bırakarak, hep birlikte, ortak, çağdaş, demokratik bir Türkiye vizyonunda buluşmalıyız; bu vizyonda yarışmalı ve rekabet etmeliyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böyle bir hedefi gerçekleştirmekte, elbette ki, zorluklarımız, bazı engellerimiz olabilir; ancak, tarih boyu bu topraklarda kardeşçe yaşayan, bunun bedelini çoğu zaman kanıyla, canıyla ödeyen Türk Milleti, dünya durdukça, bu topraklarda hep var olacak ve kardeşçe yaşayacaktır. Bunu herkes böyle bilmeli ve hesabını da buna göre yapmalıdır. Kimse, Türkün, Türkiye'nin gücünü denemeye kalkmamalıdır. Bunun cevabının ne olduğunu tarih bize açık ve net olarak gösteriyor. Artık, kendimize güvenmeliyiz, rahat olmalıyız. Biz, zorluk ve engelleri görüp, yılgınlığa düşmek yerine, önümüzdeki fırsatları değerlendirip bu fırsatlardan yararlanmanın yollarını aramalıyız. Avrupa Birliği bu anlamda bizim için çok önemli bir fırsattır. Örneğin, yıllardır çeşitli sebeplerle çözemediğimiz devlet-millet kaynaşmasında olumsuz etkilere sahip birçok konuyu rahatlıkla çözebiliriz. Vatandaşlarımızı Avrupa standardında bir hayat tarzına kavuşturabiliriz. Birkısım vatandaşlarını suç işlemediği halde tehdit olarak algılayan değil, tümünü sevgiyle kucaklayan, kanunlar karşısında eşit gören, adil yargılayan, kanunlarımıza aykırı davrananları ise müsamahasız cezalandıran bir anlayışı tam olarak hâkim kılabiliriz. Böyle bir anlayış, yolsuzluğu da haksızlığı da ortadan kaldırır, bizi birbirimize daha çok kenetler, demokratik hayatımızı daha da güçlendirir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği hedefine kilitlenmiş bir Türkiye, ne komşularını ne Türk dünyasını ne İslam dünyasını ne de dünyanın diğer ülkelerini ihmal etmiştir, ihmal etmesi de söz konusu olamaz. Tam aksine, bunlar bizim gücümüz ve kuvvetimiz olmuştur. Nitekim, iki yıllık iktidarımız döneminde bu ülkelerle en üst düzeyde ilişkilerimizi geliştirdik. Hatta, açıkça söylüyorum, rahmetli Özal'dan sonraki en büyük gelişme, bu iki yıllık kısa zamanda sağlanmıştır. Başta Başbakanımız olmak üzere, bakanlarımız, bu ülkelerin hiçbirini ihmal etmeden ilişkilerimizi en üst düzeye çıkarmışlardır. Mesela, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreterliğine ilk defa bir Türk seçilmiştir. Türk cumhuriyetlerinden gidilmeyen kalmamıştır. Başbakanımız uçak dolusu Türk işadamlarını her seyahatinde götürerek, ülkemizin bütün dünyaya açılmasını, iş yapmasını sağlamıştır. İhracatımızdaki bu gelişmenin sırrı bundan başka ne olabilirdi?..

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası alanda bu başarılara imza atılırken AK Parti, üçüncü bütçesini de uygulamaya koymaya hazırlanmaktadır.

Bilindiği üzere, ülkemiz, uzun yıllardır, yüksek enflasyon, borç stoku ve reel faiz oranları, dengesiz gelir dağılımı, istikrarsız büyüme gibi ciddî sorunlarla karşı karşıya kalmış, içinde bulunduğu makroekonomik dengesizlikler, 1994, 2000 ve 2001 malî krizlerinin ortaya çıkmasına da neden olmuştur.

Hükümetimizin iktidara gelmesiyle birlikte ekonomide yaşanan canlanma, 2003 yılında olduğu gibi 2004 yılında da devam etmiş, böylece, yıllardır krizlerden kurtulamayan ülkemiz, nihayet istikrara ve güven ortamına kavuşmuştur. Uygulanan politikalar ve alınan önlemler sonucunda, makroekonomik göstergelerde, yakın zamanlara kadar ulaşılamaz zannedilen büyük başarılar elde edilmiştir.

2002 ve 2003 yıllarında büyümede sağlanan gelişme, sağlanan rakamlar ve büyüyen Türkiye ekonomisi, 2004 yılının ilk yarısında yüzde 13,5 gibi yüksek bir büyüme hızına ulaşmıştır ve yıl sonunda da bu oranın yüzde 10 seviyesinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.

2005 yılı için ise, büyüme oranı, yüzde 5 olarak planlanmıştır.

Bu performansı ve Türk ekonomisinin bu gelişmesi, Türkiye'yi dünyanın en hızlı büyüyen, istikrarlı bir ekonomisi haline getirmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hemen belirtmeliyim ki, büyümede özel sektörün öncü rol oynaması sevindirici bir durumdur. Nitekim, özel kesim sabit sermaye yatırımları bu büyümede yüzde 69 paya sahiptir ve yüzde 69'luk payda ise, makine ve tesisat yatırımları yüzde 98 oranında belirleyici rol oynamıştır. 2005 yılında da, 97 katrilyon olarak planlanan yatırımların yüzde 74'ü, yine, özel kesim tarafından sağlanacaktır. Elbette ki, bu durum, hükümetimizin politikasıyla da tam bir uyum içindedir; zira, biz, kalkınmamızda öncü kesimi özel kesim olarak görüyoruz. Sağlanmış bulunan ekonomik ve siyasî istikrar, yatırımların, üretim endekslerinin, kapasite kullanım oranlarının artmasında da önemli rol oynamıştır. Ülkenin çeşitli bölgelerinde gerçekleştirilen yatırım hamleleri gözönünde bulundurulduğunda, büyüme konusunda sağlanan başarının sürdürülebilir olduğu da açıkça görülmektedir. Hepiniz biliyorsunuz, şahitsiniz; aynı anda yüzlerce tesisin temeli atılıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomimiz üç yıl üst üste büyürken, enflasyonumuz da sürekli gerileyerek, otuz yıl aradan sonra, tek haneli rakama inmiştir. Burada, orta yaş grubunda olan bütün arkadaşlarımız, herhalde, çocukluğunu yeniden hatırlamaktadır.

Ekonomik programın kararlılıkla uygulanması neticesinde, takip edilen sıkı para ve maliye politikaları sayesinde, 2002 yılında yüzde 29- 30 civarında olan TÜFE'deki artış, 2004 Eylül ayı itibariyle, yıllık bazda, yüzde 9 seviyesine inmiştir. Enflasyonun, Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki gibi düşük seviyelere indirilmesi, yıllardan beri yüksek enflasyonun tahribatına maruz kalan ekonomimizin sıkıntıdan kurtarılarak fiyat istikrarına kavuşturulmasına doğru, bu hedefe doğru hızla ilerliyoruz.

Enflasyonla mücadelede elde edilen başarının bir sonucu olarak da, 2005 yılı itibariyle paradan 6 sıfırın atılacak olmasıdır. İnşallah, önümüzdeki seneden itibaren, yaklaşık onbeş gün sonra, artık, kuruşlarla işlem yapacağız. Yine çocukluğumuzu hatırlayacağız, yine 5 kuruşa aldığımız simitleri hatırlayacağız ve böylece, Türkiye, yeniden kendine gelecek.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; diğer taraftan, ekonomideki büyümenin istihdama da yansıdığı açıkça görülmektedir. 2003 yılının ikinci döneminde yüzde 10 olan işsizlik oranı, 2004 yılının aynı döneminde yüzde 9,3'e gerilemiştir. Yatırımlardaki canlanma, önümüzdeki dönemlerde istihdama daha fazla yansıyacak ve işsizlik oranını daha da geriletecektir. Biz, iktidar olmadan, bütün meydanlarda, miting meydanlarında "bu millet, üçüncü yıldan itibaren refahı tadacak, işsizlik azalacaktır" diyorduk; çok şükür, bunları artık görmeye ve yaşamaya başladık.

Öte yandan, 2004 yılı sonu itibariyle ihracatımız 62 milyar dolara, ithalatımız 95 500 000 000 dolara, dışticaret hacmimiz ise 157-158 milyar dolara ulaşacaktır. Cari işlemler açığının ise, yıl sonu itibariyle 10 milyar dolar civarında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Bugünkü ekonomik yapımız ve büyüklüğümüz içerisinde, bunun bir sorun teşkil etmeyeceği de açıkça anlaşılmaktadır.

Nitekim, Merkez Bankası döviz rezervlerimiz 2003 yılı sonunda 33 600 000 000 dolar iken, 15 Ekim 2004 tarihi itibariyle 35 milyar dolar civarındadır. Bu rakamlar, son yılların en büyük rezervini teşkil etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamunun toplam borç stoku, 1980'li yılların ikinci yarısından itibaren hızla artmıştır. Yüksek borç stoku, ekonomik ve malî istikrarsızlıklar sonucunda reel faizleri de yükseltmiştir. Borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranının katlanabilir düzeyleri aşması, acı reçeteleri de beraberinde getirmiştir. Bu nedenle, Partimizin iktidara gelişiyle birlikte, malî disiplin sağlanarak kamu malî yapısının düzenlenmesi ve borç stokunun hızlı bir şekilde düşürülmesi konusunda özel bir çaba harcanmıştır. Kamu kesimi borçlanma gereği 2002 yılında yüzde 12,7'yken, 2003 yılında bu oran yüzde 9,4'e düşmüştür; 2004 yılı sonunda ise, bu oranın yüzde 5,9'a düşeceği tahmin edilmektedir; nereden nereye!..

Bilindiği üzere, ülkelerin borç ödeme kabiliyetlerinin değerlendirilmesinde ve bütçe performanslarının belirlenmesinde faizdışı fazla tutarı önemli bir gösterge olarak kabul edilmektedir. Borç stokunun ve reel faiz oranlarının makul düzeylere düşürülmesi, kamu maliyesinin geleceği açısından piyasalara güven verilmesi için faizdışı fazla oranının belli bir düzeyin üzerinde gerçekleşmesi, en azından orta vadede bu kapasitenin sürdürülebilmesi gerekli görülmektedir. Tüm kamu sektörü için hükümetimiz tarafından hedef alınan ve piyasalara taahhüt edilen faizdışı fazla oranı, gayri safî millî hâsılanın yüzde 6,5'idir. Kamu borç stokunun makul düzeylere indirilmesine kadar bu hedefin orta vadede tutturulması konusunda, hükümetimiz tam olarak kararlıdır. Bugüne kadarki performansımıza bakıldığında, bu hedefin tutturulmasında herhangi bir sorunla da karşılaşmayacağımız açıkça görülmektedir.

Şu ana kadar alınan bütçe uygulamaları sonuçları, sadece faizdışı bütçe fazlası konusunda değil, diğer göstergeler açısından da, bu yılın bütçe performansının oldukça tatmin edici boyutlarda olduğunu ortaya koymaktadır. Bu performans, kamu idarelerinin, malî disiplin anlayışını benimseme yolunda önemli bir aşama kaydettiklerini göstermeleri açısından da anlamlıdır; ancak, bu anlayışın, taviz verilmeksizin sürdürülmesi de gerekmektedir; çünkü, ülkemiz, malî disiplinsizliklerin cezasını çok çekmiştir. Hükümetimizin uyguladığı sıkı malî disiplin ve bu konuda takındığı kararlı tavır, ulusal ve uluslararası piyasalarda hükümete ve ülkemize duyulan güveni artırmış, ekonomik ve malî göstergelerde olumlu etkilerini gecikmeden sağlamıştır.

Kamu net borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı 2002 yılında yüzde 78,4 iken, 2003 yılında yüzde 70'e inmiştir; 2004 yılında ve 2005 yılında bu oranın daha da gerileyeceği görülmektedir. Sağlanan bu olumlu gelişmelerde, ekonomideki yüksek büyüme yanında, malî disiplin sayesinde elde ettiğimiz faizdışı bütçe fazlası da önemli rol oynamıştır. AK Parti İktidarının hedefi, kamu borç stokunun, önümüzdeki birkaç yılda Maastricht Kriterlerine uygun bir seviyeye düşürülmesidir. 2005 yılı bütçesi de, son iki yıldır alınan olumlu sonuçların pekiştirilmesinde, bu manada önemli katkılarda bulunacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 yılı bütçesi incelendiğinde, bütçenin modern bir yapıya kavuşturulması açısından önemli yenilikleri içerdiği de görülmektedir. 5217 sayılı Özel Gelir ve Özel Ödeneklerin Düzenlenmesi Kanunuyla, özel gelir ve özel ödenek uygulamalarına son verildiğinden, kamu kurum ve kuruluşlarının bütün özel gelirleri bütçeye dahil edilmiştir. Bu gelirler karşılığında, ilgili kurumlara, kamu hizmetlerini yürütebilmeleri, daha önce gerçekleştirdikleri hizmetlerin aksamaması için, bütçelerine gerekli ödenekler konulmuştur. Bu yasal değişiklikle, bütçe disiplininin güçlendirilmesi açısından önemli bir adım daha atılmış ve bütçenin kapsamı genişletilmiştir. Diğer taraftan, 5234 sayılı Kanunla da, bütçede uzun yıllardır yer alan; ancak, bütçeyle doğrudan ilişkili olmayan maddeler ilgili kanunlarına taşınmıştır. Bu düzenleme sayesinde, gerek madde sayısı, gerekse maddelerin içeriği açısından, 2005 yılı bütçesi yeni bir görünüm kazanmıştır. Ayrıca, 2005 malî yılı bütçesi, 2005 yılı başından itibaren tedavüle girecek olan Yeni Türk Lirasını esas alan Türkiye Cumhuriyetinin ilk bütçesidir.

2005 yılı konsolide bütçesinde Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşmeler sonucunda bütçe giderleri 155 628 000 000 YTL, bütçe gelirleri 126 490 000 000 YTL, bütçe açığı 29 138 000 000 YTL, faizdışı fazla ise 27 303 000 000 YTL olarak öngörülmektedir. 2005 bütçesinde sosyal harcamalara, bunun dışında eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerine bütçelerden ayrılan pay artmış, gelir düzeyi düşük sosyal sınıfların korunması amacıyla birtakım destek ödemeleri de öngörülmüştür.

2005 yılı bütçesinin önemli bir özelliği de, yatırım ödeneklerinde çok önemli bir artış öngörülmesidir. Bu artış, 2004 yılı gerçekleşme tahminlerine göre yüzde 50'yi bulmaktadır. Bu kapsamda, hükümetimizin büyük önem verdiği, başta bölünmüş yol yapımı olmak üzere, öncelikli projelerin bir an önce bitirilmesi de amaçlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, iktidarımız bütçe hedeflerinin gerçekleştirilmesi için önemli bir çaba harcarken, reform sürecinin hızlandırılmasına da özel bir önem vermektedir. Bilindiği üzere, harcama öncesi kontrol, harcama sonrası iç malî denetim ve dışdenetim sistemlerinin Avrupa Birliği standartlarına uygun hale getirilmesi, harcamacı kuruluşların harcama öncesi kontrol ve harcama sonrası iç malî denetim konusundaki inisiyatiflerinin genişletilmesi amacıyla Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu çıkarılmıştır.

Muhasebei Umumiye Kanununun yerine geçecek söz konusu kanunla; bütçe hazırlık süreci öne alınmakta, kalkınma planı ve yıllık programlar ile kurumların stratejik planları ve bütçe arasında sıkı bir bağ kurulması öngörülmekte, kamuda muhasebe birliği sağlanmakta, bütçe hazırlık ve uygulama sürecinde kamu idarelerinin inisiyatifi artırılmakta, Sayıştay denetiminin kapsamı genişletilmekte, kamu malî yönetiminde şeffaflığı sağlayacak düzenlemeler yapılmakta ve kamu idarelerinin malî yönetim ve kontrol sistemi alanındaki görev, yetki ve sorumlulukları yeniden düzenlenmektedir.

OECD ülkelerindeki uygulamalar ışığında, sonuç odaklı ve performansı esas alan bütçe anlayışına geçmek amacıyla yürütülen çalışmalar da son aşamaya gelmiş bulunmaktadır.

İktidarımız, vergi sisteminin iyileştirilmesi, vergi idaresinin güçlendirilmesi konusuna da özel bir önem vermektedir.

Bu çerçevede, şu ana kadar yapılan temel düzenlemeleri de şu şekilde özetleyebiliriz:

Vergi sisteminin basit ve saydam bir şekilde işler hale getirilmesi, mükelleflerin vergiye uyum maliyetinin düşürülmesi hedefi kapsamında yatırım indirimi mevzuatı tümüyle değiştirilmiş, başta teşvik belgesinin kaldırılması olmak üzere, bürokratik işlemler azaltılmıştır.

Yatırımların ve kurumsallaşmanın teşviki amacıyla, temettü vergilemesi sistemi değiştirilmiş ve kurum kazançları üzerinden vergi yükü azaltılmıştır.

Sağlık ve eğitim yatırımlarının teşviki amacıyla, okul, sağlık tesisi ve yurt bağışları ile mevcut tesislerin bakımı ve onarımı için yapılan bağış ve harcamaların vergi matrahından indirilmesi imkânı sağlanmıştır.

Ayrıca, yatırımların, ihracatın, KOBİ'lerin, kısaca, teşvike değer bütün ekonomik faaliyetlerin önünün açılması, bunların desteklenmesi, ekonomik istikrarın ve büyümenin kalıcı hale getirilmesi amacıyla yeni tedbirler alınmıştır.

İşletmelerin varlık ve borçlarına fiyat değişmelerinin etkisini yansıtarak işletme değerlerinin gerçeği göstermesine imkân tanıyan enflasyon muhasebesi uygulamasına 2004 yılında geçilmiştir. Ben, iktisat fakültesine girdiğimde hep enflasyon muhasebesini konuşurduk; çok şükür ki bizim dönemimizde bunu gerçekleştirdik.

Hükümetimizin vergi sistemine ilişkin olarak yapmayı düşündüğü düzenlemeler, genel olarak, vergi yükünü artırıcı değil, kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına alıp, kayıp ve kaçağı azaltarak, vergi yükünün adil dağılımını ve verginin tabana yayılarak kayıtlı mükellefler üzerindeki yükün zaman içinde mümkün olduğu ölçüde azaltılması prensibine dayanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarımız, 2003 ve 2004 yıllarında olduğu gibi, 2005 yılında da memurlarımıza enflasyonun üzerinde maaş artışı sağlama politikasını sürdürmektedir. Malî disiplin politikasının izlenmesine rağmen bunun başarılması, dikkatle üzerinde durulması gereken bir husustur.

Değerli milletvekilleri, faiz giderleri konusunda 2004 yılında kaydedilen olumlu gelişmelerin 2005 yılında da devam edeceği, 2003 yılı sonu itibariyle faiz giderlerinin gayri safî millî hâsılanın yüzde 16,4'ünden, 2004 yılı sonunda yüzde 13,8'e, 2005 yılında da yüzde 11,7'ye indirilmesi hedeflenmektedir. Bütçeden faiz giderlerine ayrılan payın, analitik bütçe sınırlandırılması esas alındığında, 2003 yılındaki yüzde 44,1 seviyesinden, 2004 yılında yüzde 41'e, 2005 yılında ise yüzde 36'ya düşeceği tahmin edilmektedir.

Özellikle belirtmek isterim ki, teknolojik gelişmelere verilen önemin bir göstergesi olarak da, ilk defa, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa araştırma-geliştirme (ar-ge) projelerinde kullanılmak üzere ayrı bir ödenek de ayrılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın sonuna gelirken, şu hususu önemle belirtmek isterim ki, huzurunuza gelmiş bulunan 2005 yılı bütçesinin tasvibinizle yürürlüğe girmesi halinde, Türk ekonomisinin istikrarlı yürüyüşünün önü daha da açılmış olacaktır. Böylece, sadece siyasal kriterlerde değil ekonomik kriterlerde de Avrupa Birliği standartları yönünde önemli adım atılmış olacaktır. Ayrıca, ülkemizin refahı ve kalkınması yönünde de büyük bir gelişme sağlanmış olacaktır.

Öte yandan, hükümetimiz, Avrupa Birliğine sunduğu 2005- 2007 yıllarını kapsayan katılım öncesi ekonomik programıyla da önümüzdeki yılların hedeflerini belirlemiştir. Buna göre, hükümetimiz, sürdürülebilir yüksek büyüme performansına ulaşmayı, 2005-2007 döneminde büyüme oranını yüzde 5 seviyesinde tutmayı, kişi başına millî geliri Avrupa Birliği seviyesine ulaştırmayı, istihdamı artırmayı, enflasyonu tek haneli seviyelerde kalıcı hale düşürmeyi ve enflasyon oranlarını yüzde 4 seviyesine çekmeyi, kamu açıklarını azaltmayı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) -Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN- Buyurun Sayın Büyükkaya.

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) - ... devlet borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranını da yine Avrupa Birliği ortalamalarına yaklaştırarak ihracat performansını ve turizm gelirlerini artırmayı, bölgelerarası gelişmişlik farklarını Avrupa Birliği seviyesine indirmeyi amaçlamaktadır.

Bütün bunlar, benim ülkem, benim insanım içindir, halkını seven, onunla bütünleşmiş bir iktidarın yapması gerekenlerdir; biz de zaten bunları yapıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi tamamlarken, şu hususu özellikle belirtmek istiyorum: Biz Türküz. Biz Müslümanız. Biz, geçmişine sahip, tarihiyle, kültürüyle, inancıyla, kendi değerleriyle ve farklılıklarıyla barışık, hoşgörülü, demokrat insanlarız. Biz Türkiyeyiz. Başımız dik, dünyayı kucaklayan, milletini ve ülkesini çağdaş uygarlık seviyesine yükseltmek isteyen ve Avrupa'yla birlikte yaşamayı arzu eden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. Biz, bu kimliğimizle, bu hedeflerimizle huzurluyuz ve gururluyuz.

Bu duygularla, 2005 yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diler; hepinizi, tekrar, saygıyla selamlarım.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Büyükkaya'ya teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, AK Parti Grubu adına ikinci konuşmacıya söz vereceğim, onun bitimini takiben ara vereceğim.

Saat 13.00'e kadar çalışma süremiz vardı; Sayın Ekren'in konuşması bitinceye kadar çalışma süremizin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

AK Parti Grubu adına ikinci konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Nazım Ekren; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Ekren, konuşma süreniz 30 dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA NAZIM EKREN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sizi, Yüce Meclisi ve halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, Irak'ta şehit olan güvenlik görevlilerimize rahmet, yakınlarına ve Türk Halkına da başsağlığı diliyorum.

Yine, önemli bir gündem maddesi olduğu için, bütçe tartışmalarına geçmeden önce, Avrupa Birliği sürecinde ulaşılan olumlu sonuçlara ciddî katkılar sağlayan, başta Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a ve Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül'e, Yüce Meclisimize, Muhalefet Partimizin Lideri ve üyelerine, halkımıza ve bu sürece daha önce katkıda bulunan bütün siyasîlere teşekkür ediyor; hayırlara vesile olmasını da temenni ediyorum.

Ulusal, bölgesel ve global gelişmelerin yaşandığı bir ortamda, Türkiye ekonomisinin geçmiş dönem performansının, mevcut durumunun ve muhtemel geleceğinin tartışılacağı bütçe görüşmeleri, birçok açıdan özel önem taşımakta. Bu çerçevede sizlere aktarmaya çalışacağım veri ve bilgiler yanında, stratejik olarak yeniden yapılanma için neler yapılması gerekir, bütçemizin temel kurgu ve politikaları neleri ifade ediyor ve dolayısıyla bu süreçte ortak yaklaşımlar nasıl formüle edilmeli ve hangi konulara ağırlık verilmeli; bu konulardaki görüşlerimizi sizlerlerle paylaşmak için söz almış bulunuyorum.

Takdir edersiniz ki, bütçeler, formalite değil, kamu kesiminin ya da sektörünün ekonomiye yaklaşım biçimini, malî politikaların alacağı şekil ve yönü ortaya koyan, tanımlayan dokümanlar olduğu için son derece önemlidir. Bu nedenle, bütçeleri gerçekçi bir ortamda tartışmak, onu doğru algılamak ve okumak, kurumsal ve sosyal sorumluluk gereği oldukça önemli bir fonksiyon görecektir.

1990 sonrası gelişmelere baktığımız zaman -çok fazla geriye gitmek istemiyorum ama- 1998'de girilen yeniden yapılanma süreci ile IMF'yle bağlantının kurulduğu ilk tarihler olduğu için, 1990'lı yılları çok hızlı hatırlamakta fayda var. 1990'lı yıllarda, en önemli sorunlar şu şekilde özetlenebilir:

Birincisi; iki alanda oldukça yüksek açık problemimiz vardı -biz, buna, makroekonomik dengesizlikler diyoruz- birisi, içdengeydi, bütçeyle ilgili; diğeri, dışdengeydi, dışticaret dengesi ya da cari açık olarak bilinen kavramlardı.

İkincisi; oldukça yüksek reel faizler söz konusuydu.

Bir diğeri ise, yabancı tasarruflara ya da yabancı sermayeye çok fazla bağımlı ve onun desteğinde ancak büyüyebilen bir ekonomik yapı söz konusuydu.

Bir diğer faktör ise -bugünlerde de tartışma konusu olabilen- reel kur ve faiz ilişkisiydi. Eğer bu iyi kurgulanamazsa, oturtulamazsa, uygulanan kur rejiminin de fazla bir anlamı kalmıyordu.

Bir diğer faktör, yüksek kamu borç stokuydu.

Önemli unsurlardan bir tanesi de, yüksek malî açıklar söz konusu olduğunda, enflasyonu düşürme çabaları, beklenen sonuçlar yanında, beklenmeyen birtakım yan sendromlara da neden olabilmekteydi. Öte yandan, global piyasalara bağımlılık- bu, petrol olabilir, temel girdi olarak ya da, yine temel girdilerden biri olarak finansal hizmetler ya da fon fiyatları- konusunda da benzer bir duyarlılık söz konusuydu.

Böyle bir yapı içinde, geçmiş dönemin ekonomi yönetimleri, aldıkları kararlarda şu iki hususu nispeten gözardı etmiş gözükmektedir: Bir tanesi, böyle bir ortamda Türkiye ekonomisinin iki önemli sorunu vardı; bunlardan bir kısmı konjonktürel, bir kısmı da yapısal sorunlardı. Dolayısıyla, Türkiye ekonomisinin bünyesi, hem yapısal hem de konjonktürel sorunlarla ıstırap duyan, rahatsızlık duyan bir bünyeyi yansıtmaktaydı. İkinci sorunsa, her iki sorunu çözmeye yönelik ilaçların ya da tedavi yöntemlerinin ortaya çıkaracağı sonuç zaman zaman birbiriyle çelişebilmekteydi. Dolayısıyla, bir sorunu çözerken, iyi kurgulanmayan, düzgün şekilde formüle edilmeyen politika ya da stratejiler, onu çözerken gözardı edilen ya da görülmeyen ya da ihmal edilen bir başka sorunun da ilk tohumlarını atmaya başlıyordu.

Bu genel değerlendirmede şunu söylemek mümkün: İyi bir teşhis ve tahlil süreci yapılmadan, oldukça yoğun reform ya da politika demetleri uygulanmaya başlandığında, bunların yan etkileri oldukça fazla olmakta ve zaman içinde beklenmeyen sonuçlarla karşılaşılmaktaydı. Konjonktürel sorunlar, takdir edersiniz ki, iyi çözümler üretilmediğinde, zaman içinde yapısal sorunlara dönüşebilmektedir ve yapısal sorunların çözümü de oldukça fazla zaman gerektirmekte ve maliyeti de nispeten daha yüksek olmaktadır. Kaldı ki, iç ve dış çevre koşullarındaki gelişmeler, konjonktürel ve yapısal sorunlara beklediğimizden farklı bir içerik kazandırmakta, görmediğimiz bazı değişkenlerin zamanla kalıcı hale gelmesine neden olmaktadır.

2002-2004 dönemini incelemek istediğimizde, ortaya çıkan tablo, objektif olarak bakıldığında şu şekilde özetlenebilir: AK Parti Hükümeti Kasım 2002'de iktidara geldikten sonra, piyasalarda oluşturduğu kredibilite ve beklenti yönetimi sayesinde, makroekonomik dengeler için gerekli olan uygun ortamı hazırlamıştır. IMF ile ve Avrupa Birliğiyle ilişkilerde daha önceki dönemlerden farklı bir kalite süreci başlamıştır. 2001 yılından itibaren, yani, şubattaki krizden sonra, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu artı ya da eksi faktörler iyi şekilde değerlendirilerek, ekonominin nispeten daha fazla canlanması için gerekli temel altyapı ve reform hızlandırılmıştır. Global ekonomik ortamın sunduğu fırsatlar iyi değerlendirilmiştir. Bu çerçevede, özellikle, uluslararası piyasalardaki fon miktarının ve faiz oranlarının dikkatli takip edilmesi ve buna uygun bir borçlanma yönteminin geliştirilmesinin sonuçlarını hep birlikte görüyoruz.

Bir diğer faktör de, Türkiye ekonomisinin ve Türkiye'nin bölgesel gelişmeler nedeniyle önemi giderek artmış bulunmaktadır. Bu faktörler, biraz sonra sizlere takdim etmeye çalışacağım tablolardan da gözükeceği gibi, mukayeseli üstünlük sağlayan bir performansın da temel hazırlayıcıları olmuştur.

Elbette, kredibilite önemli bir faktördür. Kredibilite, karizmatik liderlik ile diyalog odaklı güçlü bir liderlik yanında, kariyer arka planı sağlam olan bir ekip uyumunun ortaya çıkardığı kaliteli veya farklılaşmış bir kalite sürecidir. Bu nedenle, böyle bir kredibilite ya da kalite, mukayeseli üstünlüğü belirleyen temel faktör olma yanında, toplumun, halkın, ekonomik birimlerin, piyasaların ya da uluslararası toplumun özellikle istediği, arzuladığı bir yetkinlik olarak da önplana çıkmaktadır.

Müsaadenizle, Kasım 2002 ile Kasım 2004 arasında, ilginç olan, dikkate değen bazı göstergeleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Birinci nokta; 2002, 2003, 2004 yılları arasında yıllık bazda büyüme oranlarına bakıldığında, sırasıyla 7,9; 5,9 ve bu yılki tahminimiz de ortalama yüzde 9 veya 10 civarında olacaktır.

İşsizlik oranları belki de en çok tartışılan konudur. Kasım 2002'nin ya da 2002 yılının üçüncü çeyreğindeki oran 9,9'dur; bu seneki üçüncü çeyreğin oranı ise 9,5'tir. Dolayısıyla, işsizlik oranlarında, iktidara geldiğimiz dönemin üçüncü çeyreğindeki rakam ile iktidarda bulunduğumuz bu dönemin rakamı karşılaştırıldığında gözardı edilemeyecek; fakat, çok büyük olduğunu ifade edemeyeceğimiz bir düşme de söz konusudur.

Enflasyon oranlarına baktığımız zaman, yine, Kasım 2002'de TÜFE bazında 31,8 olan enflasyon oranı Kasım 2004'te 9,79'a düşmüş bulunmaktadır. Aynı şekilde, TÜFE'de ise 31,8'den 9,79'a bir gerileme bulunmaktadır.

Kamu kesimi bütçe dengesine baktığımızda -yani, bütçe dengesi açısından aylık bazlarıyla mukayese kolay olsun diye söylüyorum- Kasım 2002'de- 2,423 katrilyon olan bütçe dengesi Kasım 2004'te 418 trilyon bir fazlayla kapanmış bulunmaktadır. Benzer şekilde, kamu kâğıtlarının devlet iç borçlanma senetlerinin faiz oranları ise Kasım 2002'de 52,7 iken Kasım 2004'te 22,9'a inmiş bulunmaktadır.

Kamu borçlarında ise farklı bir rakamı da söylemek istiyorum. İktidara geldiğimiz Kasım 2002'de 145 katrilyon olan kamu içborcu Aralık 2002 sonunda 149 katrilyona çıkmış, Aralık 2003'te 194 katrilyona ulaşmış ve en son verilerde ise 225 katrilyonu bulmuş gözükmektedir. Bu rakamların artış oranları dikkate alındığında, 2002'den 2003'e artış oranı yüzde 30, 2003'e göre 2004'teki artış oranı da yüzde 16'dır. Bundan da şunu ifade etmek istiyorum: Kamu borç stokunda da artış oranları ciddî şekilde azaltılmıştır. Eğer, bunu reel bazda düşünürseniz, içborçların, vade ve para birimi cinsinden kompozisyonunu dikkate alırsanız, bu oranın daha da düşük çıkma ihtimali bulunmaktadır.

Bir diğer faktör, dışticaret ve cari açıktaki gelişmelerdir. Elbette, bunda objektif olmak lazım. Kasım 2002 ile Kasım 2004 arasındaki verilere bakıldığında cari dengenin ve dışticaret dengesinin nispeten daha fazla açık verdiği ifade edilebilir. Bunun da, daha sonra, nedenlerini ve yönetilebilir olmasının gerekçelerini de sizlere izah edeceğim.

Dolar açısından gelişmelere bakıldığında, Kasım 2002'de 1 543 000 olan dolar, yine, en son Kasım 2004'te 1 419 000'e inmiş bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası rezervi 26 milyar dolardan 35 milyar dolara, İMKB endeksi ise 13 300 puanlardan 22 480 puanlara çıkmış bulunmaktadır. Bir diğer önemli gösterge ise, Merkez Bankasının gecelik ve haftalık borçlanmalara uyguladığı faiz oranıdır. Kasım 2002'de yüzde 44 olan bu oran, en son yüzde 27, fakat, bu sabah, tekrar 2 puanlık düşüşle yüzde 18'e gerilemiş bulunmaktadır. Bu genel tablo, makro ekonomik performans açısından AK Parti Hükümetlerinin iktidarda bulunduğu dönemde yadsınamayacak bir iyileşmenin söz konusu olduğunu ortaya koymaktadır.

Acil Eylem Planındaki gelişmeleri de sizlerle paylaşmak istiyorum. Aralık 2004 sonuçlarına bakıldığında, bir aylık 14 faaliyetin tamamı, yani, gerçekleşme oranı yüzde 100; üç aylık 25 faaliyetin tamamı, yine gerçekleşme oranı yüzde 100; altı aylık 39 faaliyetin 33'ü, yani, gerçekleşme oranı yüzde 85; 12 aylık ve üzeri süreklilik arz eden 82 faaliyetin de 32'si, yani, yüzde 40'ı gerçekleşmiş bulunmaktadır.

Genel olarak bir bütün şeklinde bakıldığında, 205 faaliyetin 148'i, yani, yüzde 72'si gerçekleşmiş durumdadır. Gerçekleşmeyenler ise hem süreklilik arz etmekte hem de diğer kanunlara bağlı olduğu için beklemektedir. Elbette, kamu yönetimi temel ilkeleriyle, yerel yönetimlerle ilgili kanunlar çıktığında, bu oranların gerçekleşme düzeyleri çok daha yükseğe çıkacaktır.

Türkiye ekonomisinde bu başarılı performans söz konusuyken, müsaadenizle, dünya ekonomisindeki gelişmeleri de sizlerle paylaşmak istiyorum. 2002-2004 verileri dikkate alındığında, OECD ülkelerinde büyüme oranları yüzde 1,5 ile 3,5 arasında değişmiştir. OECD dışı ülkelerde ise büyüme oranları yüzde 4,7 ile yüzde 6,5 arasında farklılaşma göstermiştir. Sizlere az önce ifade ettiğim Türkiye'deki büyüme oranlarıyla mukayese edildiğinde, Türkiye'nin büyüme açısından, hem OECD'nin hem de OECD dışındaki ülkelerin oldukça üstünde bir performans gösterdiği ortaya çıkacaktır.

Dünya ticaretindeki büyüme oranlarına gelince; yani, ithalat ve ihracattaki gelişim oranlarına baktığımızda, gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 1,4 ile 6,8 arasında değişirken, gelişen ülkelerde bu oran yüzde 7,5 ile yüzde 12,1 arasında değişmiş bulunmaktadır. Benzer şekilde, Türkiye'deki ihracatın ve ithalatın büyüme oranlarına baktığımızda, yine, dünya ortalamasının üstünde bir başarı gösterdiğimizi çok net şekilde söyleyebiliriz.

Benzer bir tablonun, ne yazık ki, enflasyon ve faiz oranlarında söz konusu olmadığını da vurgulamak gerekir. OECD'de ortalama enflasyon oranı yüzde 1,4 ile yüzde 2,0 arasında değişirken, dünya ortalaması yüzde 2,5 ile yüzde 2,7 arasındadır. Elbette, biz, uyguladığımız programla, 2007 sonunda bu oranlara yaklaşmayı da hedefliyoruz.

İkinci bir hassas konumuz faiz oranlarındaki gelişmelerdir. Libor, üç aylık dolar cinsi faiz oranları 1,8 ile 1,5 arasında değişmektedir. Buradan şunu söylemek istiyorum: Reel sektör ağırlıklı olarak büyüme ve dışticaret konusunda Türkiye dünya ortalamasının oldukça üstünde başarı gösterirken, finans sektörüyle ilgili TÜFE'lerde ve faiz oranlarında bu başarı için bir müddet daha beklemesi gerekmektedir.

Sonuç olarak şunu söylemek mümkün: Temel makroekonomik göstergelerden enflasyon oranı, faiz oranı, döviz kuru, büyüme oranı ve işsizlik oranlarına bakıldığında, bunları ortak bir endeks olarak dikkate aldığımızda, büyüme oranları hariç, bütün göstergelerin artış oranlarının azalması gerekir. AK Parti İktidarı, 2002 Kasımı ile 2004 Kasımı arasında büyüme oranları da dahil olmak üzere -fakat, küçük oranda olmak üzere- bu oranların tümünü azalttığı için, büyümeyi artırdığı için, performans bakımından oldukça iyi bir sonuçta bulunduğunu söylemek mümkün.

Temel makro ekonomik dengesizlikler açısından ise, "içdenge" olarak adlandırdığımız bütçe dengesi konusunda, Sayın Bakanımızın da az önce ifade ettiği şekilde, son yılların en istikrarlı, en küçülen ve de en iyi sonuç veren bütçelerinden bir tanesidir; fakat, dışdenge konusunda büyümeden kaynaklanan ivmeden dolayı cari ve dışticaret açığı yönetilebilir sınırlarda da olsa bir miktar artmıştır. Genel denge olarak ifade edilen tasarruf ve yatırım dengesinin ise, 1990'lı yıllardan itibaren negatif olan kısmı giderek azalmış, günümüzde kamunun yatırım ve tasarrufunun azalması karşılığında özel sektörün tasarruf ve yatırımları arttığı için bu oran nispeten kapanmaya başlamıştır.

Bu genel değerlendirmelerden sonra, müsaadenizle AK Parti İktidarı döneminde sık sık gündeme getirilen, kısmen yanlış anlaşılmalardan dolayı tartışma konusu olan birkaç konuda görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birinci nokta şu: AK Parti iktidara geldiğinde uygulamakta olduğu ekonomik programın, aslında bir önceki dönemin programı olduğu ve bu programdaki temel parametrelerin geçerli olduğu ve başarının da önemli kısmının buradan geldiği şeklindeki düşüncedir. Elbette bunun doğruluk payı vardır. 2001 yılında krizden sonra uygulamaya konulan güçlü ekonomiye geçiş programı, 11 Eylül olaylarından sonra revize edilmiş, yönetişim, etkinlik ve yapısal reformlar adı altında yeni bir programa kavuşmuştur. Dolayısıyla, AK Parti iktidara gelmeden, Mayıs 2001 ile Kasım 2002 arasında programın iki tane farklı versiyonu ve revizyonu vardır. Şu mümkün: Mayıs 2001 ile Kasım 2002 arasında geçen dönemde uygulanmakta olan programın teknik parametreleri, ana kurgusu değişmemekle birlikte, takdir edersiniz ki, o dönemin iç ve dış konjonktürü bizim içinde bulunduğumuz dönemin iç ve dış konjonktüründen çok daha iyiydi; ama, az önce sizlere takdim ettiğim makro- ekonomik performansa baktığınızda, performansın da, bizim içinde bulunduğumuz dönemde nispeten iyi olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla, Türkiye'yi, Kasım 2002'den Kasım 2004'e kadar geçen süre içinde, Irak krizi, banka problemleri ve nisanda yaşanan uluslararası piyasalardaki dalgalanmalara rağmen, performansta herhangi bir azalma veya düşme olmadan, benzer bir şekilde daha hızlı bir sonuca ulaştırılmasının, takdir edersiniz ki, güven ve itibar yanında, programa sosyal boyut katarak halkın da desteğini aldığımızın bir ifadesi olarak yorumlanması gerekir.

Sizlerle paylaşmayı düşündüğüm ikinci bir nokta, AK Parti İktidarındaki dönem içinde bazı tahmin hatalarının sadece içeride değil, yurt dışında da yapılıyor olmasıdır. Uluslararası ekonomi kuruluşlarından bir tanesinin, Temmuz 2003'ten başlayıp Aralık 2003'e kadar giden tahmin sürecinde, Türkiye'de 2004 yılında olacaklara ilişkin temel makroekonomik verileri, ne yazık ki, gerçekleşmemiştir. Önce oldukça karamsar tablo çizen bu kuruluş, daha sonra, Aralık 2003'teki çok muhafazakâr tahminlerinde bile, şu anda ulaştığımız verilerin oldukça gerisinde kalan bir tahmin sergilemiş bulunmaktadır. Burada da, AK Parti İktidarının iç ve dış çevre koşullarını çok iyi algıladığını, gerekli politika ve stratejileri zamanında devreye koyduğunu söylemek mümkündür.

Tartışılan ve yanlış anlaşılan konulardan bir tanesi de şudur: Döviz kuru, enflasyon, ihracat, ithalat ve dışdenge arasında bir tutarlılık olmadığı iddiasıdır. Müsaadenizle, bu konuda da, yine objektif olarak, olaya yaklaşılma biçim ve yönünü sizlerle tartışmak istiyorum.

Döviz kuru konusundaki kafa karışıklığının temizlenmesi için, programın ana kurgusunun ve hedefinin iyi anlaşılması gerekir. Program, düzelen temel göstergeler, azalan risk algılaması ve enflasyondaki düşüşe bağlı olarak Türk Lirasının değer kazanması prensibine dayanmaktaydı; dolayısıyla, değer kazanan bir TL'nin, aslında, işlerin yolunda gittiğinin de bir göstergesi olması gerekiyordu. Değerlenen TL, ticarete konu olan mallarda üretim yapan kurum ve kişileri daha verimli olmaya zorlamış, onların yeniden yapılanması için uygun piyasa koşulları da oluşturmuştur. Teorik olarak, ihracat, reel döviz kuru yanında yabancı ülkelerin talebine, ithalat ise, yine reel kur yanında, bizim talebimize bağlı olarak gelişme göstermektedir. Teknik bir ifadeyle, ihracatın ve ithalatın fiyat elastikiyeti düşük, gelir elastikiyetleri yüksektir; dolayısıyla, ihracat ve ithalat dengesi tartışılırken ya da konuşulurken, sadece kurun değil, kur yanında, büyüme faktörünün de özel bir şekilde dikkate alınması gerekir. Cari dengenin yönetilip yönetilemeyeceği konusunda Sayın Bakanımız da bir miktar bilgi verdi. Ben, yine, üzerinde durulması gereken birkaç tane anafaktörü sizlerle paylaşmak istiyorum.

Cari dengenin veya açığın nereden kaynaklandığı, bunun nasıl finanse edildiği, yürürlükte olan kur sistemi, risklerin iyi algılanıp algılanmadığı ve nasıl yönetildiği, politika değişikliğinin zamanında yapılıp yapılmadığı, dışticaretimizin mal bileşimi ve faktör piyasalarımızın yapısı, bu cari dengenin ne kadar sürdürülebileceği konusunda önemli ipuçları verecektir. Kaldı ki, ekonomik büyüme oranı ile uluslararası faiz oranlarını karşılaştırdığımız zaman, eğer bizim dışticarete konu olan sektörlerimizin mal bileşiminde ciddî bir sorun yoksa, borçlanmanın millî gelire oranını bozmaksızın cari açığı sürdürme şansımız hâlâ olacak demektir.

Az önce ifade ettiğim, ekonomik büyüme ile uluslararası piyasalardaki faiz oranlarına bakıldığında, Türkiye'nin teknik ve ekonomik olarak cari açığı sürdürme kapasitesi ve yeteneğinin de olduğu açıktır; fakat, bu, hiçbir zaman, bu açığın finanse ediliyor olsa bile sürdürüleceği anlamına gelmemekte. Bildiğiniz gibi, AK Parti Hükümetleri, bu açığın zaman içerisinde mümkün olan en az seviyeye indirilmesi için de tedbirleri almış bulunmaktadır.

Bir başka faktör, tartışma konusu olan temel nedenlerden bir tanesi de, büyüme oranlarında içtüketimin, yani, içtalebin çok fazla katkısının olmadığı, önemli faktörlerden bir tanesinin de stoklar olduğuydu. Yine müsaadenizle, rakamlarla ilgili olarak şu sonuca ulaşmak mümkün gözükmekte: Eğer bu sene büyüme oranlarını yüzde 10 civarında bekliyor isek, bu orana stok artışının katkısı sadece 1,4'tür. Özel tüketim ve özel yatırımın ise yüzde 10'luk büyüme oranına katkısı, sırasıyla 5,9 ve 4,8'dir. Kaldı ki, toplam tüketimin büyüme oranı içerisindeki payı da yüzde 6,1'dir. Dolayısıyla, içtalebi dikkate almayan, bu nedenle sürdürülemez olarak gözüken büyüme oranları ve stok artışından kaynaklandığı iddia edilen bu performans, rakamlara bakıldığında, en azından bu yıl için, tartışmaya açık bir konu olarak kalacaktır.

Bir diğer faktör, borçlanmanın sürdürülüp sürdürülemeyeceğidir. Burada da yine üzerinde durulan üç tane temel kriter var; büyüme oranı, faizdışı fazla oranı ve kamu kesiminin özellikle içborçlarda katlandığı maliyet, yani faiz oranıdır.

Yine, 2004 verilerini dikkate alırsak, ortalama yüzde 10 olan büyüme oranı ile yüzde 6,5 olan faiz oranı toplandığında yüzde 16,5'lik bir artı değerimiz var. Eğer, kamunun kamuya ya da kamunun özele ödediği faiz oranlarının ortalamasını dikkate alırsak, bu da, zannediyorum ekim ayı sonu itibariyle yüzde 11,5; dolayısıyla, yüzde 16,5 bir artı değer ve yüzde 11,5'lik bir maliyet... Bu veriler devam ettiği sürece, yine, borçların sürdürülebilirliği konusunda da ciddî bir handikabımızın olmadığını söyleyebiliriz.

İşsizlik konusu, elbette temel problemdir. Anamuhalefet Partimizin ve kamuoyunun da sürekli gündeme getirdiği işsizlik, rakamlarla ifade etmiş olmama rağmen, en azından artmıyorsa ya da arzu ettiğimiz belli bir azalma trendine girmiyorsa, bu konuda da ciddî işler yapmamız gerektiğinin farkındayız. Kaldı ki, 2005-2007 programları ve bütçemiz, özellikle bu dönemde, işsizliği azaltıcı hem teşvik ve ekonomik ortamı sağlama hem de vergi düzenlemeleriyle bu işi yapmayı planlamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müsaadelerinizle, ulusal ve uluslararası toplumun AK Partinin ekonomik performansına nasıl baktığı konusunu sizlerle paylaşmak istiyorum. IMF, birlikte program yaptığımız, uzun süreden beri ekonomiyle ilgili kararları birlikte oluşturduğumuz kurum, elbette ki, sonuçlara olumlu bakacaktır, bunu zaten sizlerle paylaşmak çok da makul gözükmüyor; ama, Avrupa Birliği ve Dünya Bankasının bu konudaki tercihleri özel bir önem taşımaktadır. Avrupa Birliği, daha önceki sonuç bildirgelerinde, makroekonomik dengesizliklere özel atıfta bulunurken, bu seneki bildirisinde ya da Avrupa Komisyonunda tartışılan raporlarda, makroekonomik dengesizliklerin azaldığını ve makroekonomik performansın önemli ölçüde arttığını vurgulamıştır. Dünya Bankası da, malî disiplin, kamu sektörü reformları ve sağlam ekonominin performansın devamı için önemli bileşenler olarak gözüktüğünü ve bunun sürdürüldüğünü belirtmiştir. OECD ise, düşük güvenilirlik, zayıf yönetişim ve yüksek kayıtdışılık gibi temel faktörlerin bu dönemde azalmaya başladığının altını çizmektedir.

Rating kuruluşları, Standard and Poor's, Moody's, Fitch ve CSR, 2002 yılında, daha önceki yıllardan farklı olarak, notlarını yükseltmiş; hatta, 17 Aralık zirvesinden sonra bile Moody's bu raporunu teyit etmiştir.

Uluslararası yatırım ve danışmanlık kuruluşları da, hem AB'yle hem de IMF ve Dünya Bankasıyla yürütülen bu programların önemli çıpalar olduğunun, dolayısıyla, bu dönemde, uluslararası toplumun olaya bakış tarzının değişmediğinin altını çizmektedir.

İş dünyası ise, ekonomik yapıyı daha da güçlendirmek için güven ve istikrar ortamının sürdürülmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Sendikaların, program desteği ve yeni alınan önlemlerle piyasalarda geçici bir istikrar sağlandığını, kısa vadeli gerçekleşmelerin bir iyileşmeye işaret ettiği şeklindeki yorumlarını sizler de biliyorsunuz.

En son yapılan halk anketinde ise, AK Parti hükümeti döneminde ekonominin zaman içinde düzeleceği kanaati 2003 yılında yüzde 39'ken, bu sene yüzde 50'ye çıkmış bulunmaktadır.

Bunu, şunun için söylüyorum: Bu tür düzenlemeler veya bu tür değerlendirmeler, en azından, AK Parti Hükümetinin ekonomi yönetiminin makro çerçevede ciddî bir kurgu ve yönetim hatası yapmamaya özen gösterdiğini ifade etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müsaadelerinizle, Türkiye'nin global sistemdeki ağırlığını da sizlerle paylaşmak isterim. Türkiye, yüzölçümü açısından bakıldığında, 2003 yılı sonu itibariyle, 36 ncı ülkedir, nüfus açısından bakıldığında ise 15 inci sıradadır, toplam işgücü ise 34 000 000'luk bir miktara ulaşmış bulunmaktadır; yine, 2003 verileri kullanıldığında, ortalama 200 milyar dolarlık millî gelir hacmiyle 24 üncü ülke durumundadır. 1970'lerde 589 000 000 dolar olan ihracat, 2003'te 47 milyar dolara kadar ulaşmıştır; askerî gücüyle dünyanın 6 ncı büyük ordusuna sahiptir; coğrafî konumu, altyapısı ve altyapı kaynaklarıyla, yine bölgenin ve uluslararası konumun özel bir ülkesi durumundadır; 1980-2003 arasında yabancı sermaye toplamı ortalama 16 500 000 000 dolardır. Dolayısıyla, globalleşen bir dünyada ülkeler, tamamlayıcılık veya rekabet güçlerine bağlı olarak, elbette başka ülkelerle değişik formlarda işbirliğine girmek isterler. Türkiye, az önce ifade ettiğim imkân ve kaynaklarıyla, gösterge verileriyle, hem fiilî hem de potansiyel ortaklarına ciddî katmadeğer sağlayacak potansiyeller taşımaktadır. Dolayısıyla, bu özelliklerinden dolayı Türkiye, bölgesel ve global istikrara, her zaman olduğu şekilde, katkı vermeye devam edecektir.

Önümüzdeki dönemin özelliklerini sizlerle de paylaşmak istiyorum. Gelişen piyasalardaki hassas konuları tartışmadan, değerlendirmeden, ekonominin genel gidişatı ya da performansı konusundaki yorumlar da nispeten eksik olacaktır. Özellikle, gelişen piyasalar, ortak bir sorunla karşı karşıyadır. Tümünde, borçların sürdürülebileceği sorunu, bunları finanse eden kurum veya kişilerin kanaatiyle oldukça yakınlık içindedir. Eğer, beklenti ve inançlar hızla değişiyorsa, o ülkelerde sağlam makro ekonomik yapı olsa bile, istikrarsızlık zaman zaman gündeme gelebilmektedir. Dolayısıyla, AK Parti Hükümetleri, böyle bir riski gördüğü için, finansal ve ekonomik gelişmeleri yakından takip etmiş, duyarlılık ve stres analizlerini oluşturmuş ve ülkenin sürdürülebilir büyüme refleksini geliştirmek amacıyla, ulusal ekonomik güvenlik kavramlı bir model de geliştirmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ekren, süreniz bitti; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

NAZIM EKREN (Devamla) - Takdir edersiniz ki, gelişen piyasaların iki tane temel özelliği var -hızla geçmek istiyorum- bir tanesi, konjonktür ve istikrarsızlık gibi ritmi ve şiddeti farklı olan dalgalanmalar gelişen piyasalarda farklı şekilde algılanmakta; ayrıca, beklentiler ve inançlardaki değişiklikler de hızla krize dönüşebilmekte. Hepsinden önemlisi, göstergelere dayalı rasyonel davranışlar yanında, ekonomik ajanların, oyuncuların ya da piyasaların ekonomi sosyolojisi ve finansal psikolojisi farklılaştırıldığında, ekonomi yönetimleri, nispeten zor dönemlerde kalmaktadır.

Katılım öncesi ekonomik programın hedefleri daha önce tartışılmış ve açıklanmıştı.

1963 yılında başlayan Ortaklık Anlaşması 2004 yılında Brüksel Zirvesiyle farklı bir ivme kazanınca, yeni yapıya uyum, 2005-2007 dönemini kapsayan katılım öncesi ekonomik programda IMF'yle yapılan, yine, 2005-2007 dönemini kapsayan stand-by'la örtüşen bir yapı göstermiştir. Bildiğiniz gibi, stand-by'da, 2004 yılındaki toplam borcumuzun ortalama 20 milyar dolar olacağını ve 2007 yılı sonunda ise, bu borcun 9 300 000 000 dolara düşeceğini biliyoruz. Yeni dönemde de, IMF'den, 10 milyar dolarlık bir yeni kaynak da almış bulunacağız.

Yeni sürecin önemli bileşenlerini şu şekilde tartışmak mümkün: Kopenhag Siyasî Kriterlerini gerçekleştirme hızımız, hem Kopenhag hem de Maastricht Kriterlerindeki ekonomik konularda da benzer hızı ve kaliteyi yakalayacağımızı göstermektedir. Dolayısıyla, önemli olan, dünya gerçeklerine uygun, halkın arzu ve isteklerine cevap veren bir modelle bu yarışa başlamak ve sürdürmektir. Türk ekonomisi önemli bir ivme kazanmış bulunmaktadır. Bu olumlu gelişmelere rağmen, tümüyle iyimserliğe kapılmamaktayız ve kapılmıyoruz. Cumhuriyetimizin 100 üncü yılında ülkemizi dünyanın on ülkesinden biri yapma hedefi, hâlâ, gündemimizin ilk sıralarında yer almaktadır.

İkinci bir faktör, ekonomisi güçlü Türkiye, hem Türkiye'nin hem de bölgenin güvenliği ve huzuru bakımından her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan bir konumdadır. Dolayısıyla, ülke güvenliğini ve aynı zamanda ulusun refahını artırmayı, yani, hem ulusal güvenliği hem de ulusal ekonomik güvenliği birlikte değerlendirmek zorundayız ve bunu da yapıyoruz.

Global ve bölgesel projelerden bahsetme fırsatım yok; ama, müsaade ederseniz, bütçeyle ilgili birkaç şeyi söyleyip, konuşmamı bitirmek istiyorum.

Bütçe rakamlarıyla ilgili olarak, elbette, kantitatif sonuçlar verilebilir; fakat, Sayın Bakanımızın sizlere dağıttığı konuşma metninde bunların detayı yer aldığı için, üzerinde durulması gereken birkaç tane konuya değinerek konuşmamı bitirmek istiyorum.

Faizin net vergi gelirleri içindeki payı, 2003 yılında 76,2 iken, 2004'te 64,9'a düşmüş ve 2005 yılı tahmininde ise 52,9'a inecektir. Yine, faizin net bütçe gelirleri içerisindeki payı da benzer bir trend gösterecektir, 63,2'ye, 53,9'a ve son olarak da, önümüzdeki yıl da 44,7'ye inmesi planlanmaktadır.

Bir diğer önemli faktör, bütçe büyüklüklerinin millî gelire oranlarıdır. Yine, 2003 yılında harcamalar, yüzde 37,2 paya sahipken, 2004'te 33,6'ya, 2005 hedefinde ise 32,3'e düşecektir. Faiz hariç harcamalarda ise nispeten bir istikrar söz konusudur, yüzde 20'ler civarında bir oran gözükmektedir. Faiz harcamaları ise yüzde 16,4'ten 13,8'e düşmüş ve önümüzdeki yılda da yüzde 11,7'ye inecektir. Benzer rakamların bütçe içindeki ağırlıklarına baktığınız zaman, faiz hariç harcamalar, yüzde 55'ten 59'a ve önümüzdeki yıl da 63'e çıkacaktır. Bu, şunu ifade etmektedir: Küçülen bir bütçede; yani, kamunun özel sektöre ağırlığının daraltıldığı bir bütçede faiz hariç harcamaların artıyor olması, bütçenin çok net şekilde sosyal yönünün de geliştiğinin bir göstergesidir. Faiz harcamalarının yine bütçe büyüklüğü içendeki payı da sırasıyla 44,1; 41 ve 36,3'e düşecektir.

Bütçenin üç tane temel özelliğinden bahsetmek istiyorum; bir tanesi kantitatif kurgusu. Bütçe büyüklükleri, belirlenen makro hedefler ile AK Parti Hükümetlerinin Programlarında yer alan beklenti ve önceliklere göre dizayn edilmiş, IMF'yle anlaşılan stand-by programı çerçevesinde ve katılım öncesi ekonomik programda yer alan kriterlere bağlı olarak, büyüme, enflasyon ve borçların sürdürülebilirliği konusunda temel ve sağlam kriterler belirlenmiştir.

Yine, bütçenin ekonomipolitiği açısından bakıldığında AK Parti hükümetlerinin üçüncü bütçesi ve yıllık son bütçesidir. Bildiğiniz gibi, 2006'dan sonra üç yıllık bütçelere geçmiş bulunuyoruz. Aynı şekilde, bütçe dışında yönetilen özel gelir ve giderler bütçeye alınan bir dönemi kapsamaktadır ve Yeni Türk Lirasıyla yapılan ilk bütçedir. Son olarak da, eğitim, sağlık, adalet ve kalkınma altyapı yatırımlarına önem verildiği ve özel bir araştırma geliştirme ödeneğinin konulduğu bir bütçedir. Ekonomik tutarlılığı da malî disiplinin tavizsiz bir şekilde uygulanmasından kaynaklanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni dönemde devletin ve dolayısıyla toplumun etkinliği ve gücü sahip olduğu ekonomik imkân ve kaynaklara bağlı olacaktır. Önümüzdeki yıllarda bu açıdan olumlu sonuçlar üretecek bir vizyona sahip bütçenin, bu amaca yönelik ilk adımları attığını görüyoruz. Dolayısıyla, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarılarının, bireysel, kurumsal ve toplumsal bazda ortak katmadeğer üretmeye ve paylaşmaya zemin hazırlamasını temenni ediyorum.

Ayrıca, 2005 ve sonrası dönemde kısa, orta, uzun vadeli stratejilerle, az önce ifade ettiğim yapısal ve konjonktürel olguların birlikte ele alınması ve yönetimi özel önem taşıyacaktır. En önemli toplumsal aktifimiz, kamusal ve özel sektörde olan bilgi birikimi, tecrübe ve kümülatif akıl olacaktır ve her alanda kullanacağımız en büyük sermayemiz de bu olacaktır.

Sayın Başkan, size ve Türkiye Büyük Millet Meclisine, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına saygılarımı sunuyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Ekren, çok teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, 14.45'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 13.31

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.45

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S. Sayısı:706) (Devam)

2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S. Sayısı: 708) (Devam)

3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S. Sayısı:707) (Devam)

4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S. Sayısı: 709) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'ındır.

Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

Sayın Baykal, süreniz 1 saattir.

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının tümü üzerindeki görüşmeler konusunda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini, değerlendirmelerini yansıtmak üzere huzurunuzdayım. Bu vesileyle, Sayın Başkan size ve tüm Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi milletvekili arkadaşlarıma, kendi adıma, Cumhuriyet Halk Partisi adına en içten saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütçeyle ilgili gündemimizdeki değerlendirmelere geçmeden önce, bugün cenaze törenlerini gerçekleştirdiğimiz beş güvenlik görevlimizin haince bir pusuya hedef seçilerek öldürülmüş olması karşısında hepimizin hissiyatını bir kez de ben ifade etmek istiyorum. Gerçekten, çok büyük üzüntü içindeyiz, bu saldırıyı şiddetle lanetliyoruz ve beş güvenlik görevlimize yönelik olan bu saldırının, aslında, onların şahıslarının ötesinde, Türkiye Cumhuriyetine yönelik bir saldırı olduğuna hükümetin ve sizin dikkatinizi çekmek istiyorum.

Elbette, hepimiz derin bir üzüntü içindeyiz, acımız bugün çok yüksek; ama, bu üzüntülerimizi ve acımızı ifade ederken, bu olayın nasıl olup da gerçekleştiğini, niçin gerçekleştiğini de düşünmek ve değerlendirmek zorundayız; çünkü, burada hedef seçilen insanlar, korumasız, sahipsiz, resmî bir görevi olmadan, oraya ticarî amaçlarla gitmiş kişiler konumunda değildir. Buraya gidenler, Türkiye Cumhuriyetinin resmî görevlileridir, güvenlik görevlileridir ve meşru bir misyonla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Türkiye Cumhuriyetinin Bağdat Büyükelçiliğinde görev yapmakta olan temsilcilerine hizmet vermek üzere hükümetimiz tarafından görevlendirilmiştir ve oraya görevle gitmektedirler. Böyle bir resmî nitelik içerisinde oraya gitmekte olan insanlara bu saldırının yapılabilmiş olması ve bu saldırı karşısında bizim sadece üzüntü beyanlarıyla yetinmek durumunda kalmamız gerçekten çok acıdır.

Irak'taki tablonun nasıl değerlendirilmesi gerektiği, Irak'ta nelerin yaşanmakta olduğu, Türkiye'nin Irak'la ilişkisinin ne noktada olduğu, bu acı olayla, bir kez daha ortaya çıkmıştır. O nedenle, bu konudaki üzüntülerimi ifade ederken, Türkiye'nin Irak'taki konumuyla ilgili olarak, oraya giden resmî devlet görevlilerinin güvenlikleriyle ilgili olarak yapılan değerlendirmelerin, alınan alınmayan önlemlerin, mutlaka, ciddiyetle gözden geçirilmesi gerektiğine de işaret etmek istiyorum. Bu olay, bize çok acı bir ders olmalıdır.

Oraya giden bu insanlar, eskortsuz, o bölgede fiilî sorumluluğu üstlenmiş olan otoritenin etkin önlemleri olmadan, hangi güvenceyle, nasıl yola çıkarılmıştır? Bunlara yönelik olarak yaşanan bu olayları, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, doğrudan bize yönelik bir saldırı olarak değerlendirmesi zorunluluğu da çok açıktır.

Büyük üzüntü duyuyorum. Irak'ta yaşanmakta olan başıboşluğun, Türkiye'nin bu başıboşluk karşısındaki seyirci konumunun, etkisiz konumunun bu olayla bir kez daha ortaya çıkmış olduğuna herkesin dikkatini çekmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün, bütçe görüşmelerini gerçekleştirmemiz bekleniyor; fakat, hepimiz çok yakından biliyoruz ki, bu bütçe görüşmeleri, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak alınmış olan kararın gölgesinde kalmıştır. Ayın 17'sinde Brüksel'de alınmış olan Konsey kararı, bu bütçe görüşmelerini derinden etkilemiştir. Bunda da şaşılacak bir şey yoktur; çünkü, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkisi, Türkiye'nin ekonomik durumunu, dolayısıyla, bütçesini, bütçesinin geleceğini çok yakından etkileyecektir. O nedenle, ilginin, dikkatin Avrupa Birliği konusuna yöneltilmiş olmasını çok doğal karşılıyorum.

Değerli arkadaşlarım, hepimiz, üç gündür, Türkiye'de yapay bir bayram havasının yaratılmak istendiğine tanık oluyoruz; Türkiye'de herkesin bir büyük millî sevinci paylaşması gerektiği kanaati Türkiye'ye dayatılmak isteniyor. Ortada gördüğümüz manzaralar, gerçekten, uzun süreden beri hiç tanık olmadığımız tabloları ortaya koyuyor. Gündüz vakti, havai fişek gösterileriyle, Kızılay Meydanında bir büyük sevinç müsameresi gerçekleştirilmek isteniyor, herkesin bu bayrama katılması gerektiği gibi bir anlayış oluşturulmak isteniyor. Değerli arkadaşlarım, bir bayram gerçekleştirmemizi gerektiren bir tablo varsa, elbette, bunu yaşamak hepimizin hakkıdır. Sayın Başbakan Kızılay Meydanında bayram kutluyor "bayramınız kutlu olsun" diyor. Bu bayramın dayanağının ne olduğunu, ne yazık ki, şu ana kadar, vatandaşlarımız, ülkeyi yönetenler, bakanlarımız, milletvekillerimiz öğrenebilmiş değillerdir; yani, biz de bu bayrama katılmak istiyoruz da, bu bayramın dayanağını birileri bize söyleseler de bir görsek. Üç gün geçti, bugüne kadar bu bayramın nedeniyle ilgili olarak, temeliyle ilgili olarak hiçbir ciddî, kabul edilebilir resmî açıklama yapılmadı; bize sadece bayram atmosferi telkin ediliyor.

Anladık, sevinelim de, niye sevineceğiz şunu ortaya koyun da bir görelim! Nedir bunun dayanağı, ne oldu, niçin sevinmemiz gerekiyor; bunu, bize birisi söylese! Sayın Başbakanın, 17 Aralık günü, gece, karar alındıktan sonra yaptığı basın toplantısından başlayarak şu ana kadar, Türkiye'de hiçbir resmî yetkili, bize, vatandaşlarımıza, bu sevincin nedeni konusunda en küçük bir açıklama yapmamıştır. Sayın Başbakanın orada yaptığı açıklama da bir karartmadır; hiçbir ciddî açıklama yapılmamıştır, hatta, gerçeğe ters açıklamalar yapılmıştır. Tabiî, bu gerçeğe ters açıklamaları Sayın Başbakan bilerek mi yapıyor, yoksa, Sayın Başbakanın bizzat kendisi de orada ne kararların alındığı konusunda gerçeklerden kopuk mudur; bunu da ayrıca düşünmek lazımdır. Sayın Başbakan orada açıklama yapıyor; doğru değil, doğru değil.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Orada yoktu.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Efendim?!

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Orada yoktu, haberi olmamıştır.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Kimin haberi olmamıştır?!

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Başbakanın...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Başbakanın... Evet... Yani, bilemiyorum Başbakan haberdar mıydı. Biz, Başbakanın bu konulardaki açıklamalarına sık sık tanık oluyoruz, daha önce de olmuştu; ama, mesela, Başbakan burada diyor ki: "Kalıcı kısıtlamalar kaldırılmıştır. Kısıtlamalar, ilgili ülkelerin onayıyla konulacaktır." Böyle açıklama yaptı Sayın Başbakan. Orada hangi kararların alındığını öğrenemedik, kararların içeriğini öğrenemedik; sadece, akıllardaki bazı olumsuzlukların söz konusu olmadığı konusunda Başbakanlık değerlendirmelerine tanık olduk.

Değerli arkadaşlarım, ortada, hâlâ, karar metinlerinin resmî çevirisi yoktur. Manşetler ve haberler, Türkiye'yi bu konuda bir istikamete yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu konuda gerçeğin ne olduğunu Bakanlar Kurulunun tam bildiğini zannetmiyorum, milletvekillerimizin tam bildiğini zannetmiyorum. Bilmek mümkün değildir; çünkü, ortada resmî bir metin yok. Bugün, eksik olmasın, bir gazetemiz, Radikal Gazetesi bunu görev bilmiş, oraya karar metinlerini koymuş. Bu karar metinleri daha ortalıkta yok.

Şimdi, iyi niyetle bakan vatandaş da, Avrupa Birliğine herhalde giriyoruz; bu kadar gürültü koptuğuna göre, nihayet beklenen karar alındı, Avrupa Birliğine giriyoruz; herhalde bazı sorunlar olabilir, bazı kısıtlamalar olabilir, bazı engeller, güçlükler olabilir; ama, bu engeller, güçlükler zaman içerisinde halledilir; bu iş kolay değil, elbette bazı sıkıntılar olacak, göç yolda düzelir; o nedenle, fazla telaş etmeyelim, iyi niyetle, sabırla, bu sevinci hep beraber paylaşalım ve bir süre sonra, on yıl sonraysa on yıl sonra, onbeş yıl sonraysa onbeş yıl sonra, bu kadar bekledik, biraz daha dişimizi sıkalım, biraz daha ekyük taşıyalım; ama, sonunda, herhalde, Avrupa Birliğine üye olacağız, bu da önemli bir olaydır diye düşünüyor.

Değerli arkadaşlarım, ne yazık ki, gerçek bu değil. Türkiye'nin anlamasına fırsat verilmeyen temel nokta işte burada ortaya çıkıyor. 17 Aralıkta, Brüksel'de Türkiye'ye verilen, biraz güçlüklerle, biraz engebelerle de dolu olsa, tam üyeliğe bizi taşıyacak olan bir güzergâhın haritası değildir. Bu anlaşılmamıştır. Bu anlaşılmadan başka konular üzerinde tartışmalar yapılıyor. Onlar da çok önemlidir; Kıbrıs konusu tartışılıyor, başka şeyler tartışılıyor; ama, işin özü, Türkiye'nin Avrupa Birliğine 17 Aralık kararıyla, tam üye olarak girmesi söz konusu mudur değil midir; bu nokta henüz ortaya çıkmış değildir.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, 1999 yılında, Helsinki Zirvesinde, Türkiye'ye aday ülke statüsü verilmişti, Türkiye aday ülke konumuna gelmişti. Ondan sonraki aşama, müzakereye başlama aşamasıdır. Genellikle, aday ülke ile müzakereye başlama arasında mesafe olmaz; ama, Türkiye'ye, senin müzakereye başlaman için Kopenhag Siyasî Kriterlerini karşılaman lazım, bu konuda eksiklerin var, bunları tamamla, gel; tamamladığın zaman, diğer bütün ülkelerle eşit statü içerisinde, seni Avrupa Birliğiyle üyelik müzakeresine alacağız ve sen de o müzakere sonucunda üye olacaksın demişlerdi. Eşit statü içerisinde, diğer bütün ülkelere benzer şekilde; neye bağlı olarak; Kopenhag Siyasî Kriterlerini Türkiye'nin gerçekleştirmesine bağlı olarak.

1999 yılından sonra, Türkiye, bundan önceki Parlamentosuyla, bu Parlamentoyla, bundan önceki hükümetleriyle, bugünkü hükümetle, iktidarıyla, muhalefetiyle, koalisyon ortaklarıyla, halkıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla büyük bir çaba içerisine girmiştir ve elbirliğiyle, Türkiye'nin Helsinki'de karara bağlanmış olan Kopenhag Siyasî Kriterlerini karşılaması için, anayasa değişikliği gerektiği yerde anayasa değişikliği, yasa değişikliği gerektiği yerde yasa değişikliği yapılmıştır, görev tamamlanmıştır. Bu anlamda Türkiye'nin gerekli dönüşümü gerçekleştirdiği, 5 Ekim tarihindeki komisyon raporunda da kayda geçmiştir; yani, denilmiştir ki "Türkiye, üyelik müzakerelerine başlamak için gerekli şartları yerine getirmiştir."

Şimdi, 17 Aralıkta, bu üyelik müzakeresinin fiilen hangi tarihte başlayacağı bize söylenecek.

Değerli arkadaşlarım, üyelik müzakeresinin, 2005 yılının 3 Ekiminde başlayabileceği ifade ediliyor. 2005 yılıdır, daha erkendir, ekimdir, nisandır; bu tartışmaları bir yana bırakıyorum, bunları hiç önemli saymıyorum. Önemli olan, Türkiye'nin, er veya geç, tam üyeliğe yönelik bir müzakere süreci içerisine girmesidir; 17 Aralıktan bizim beklediğimiz budur; 17 Aralıkta bunu istiyorduk.

Bunu Türkiye kazandı; bunu 1999 yılında kazandı; 1999 yılından sonra yaptığı bütün reformlarla, anayasa değişiklikleriyle, yasa değişiklikleriyle Türkiye kazandı. Şimdi tarih bekliyoruz; niçin; tam üyelik için. 17 Aralıkta bunu alacaktık.

Peki, 17 Aralıkta bunu aldık mı?! 17 Aralıkta bize verilen, Avrupa Birliğine şimdi üye olarak girmiş bulunan 25 ülkenin aldığı türden bir üyelik müzakeresi kararı mıdır bize verilen?! Ya da bırakın -vazgeçtim- o 25 ülkeyi, henüz daha girmemiş olan, 2006'nın 31 Aralık günü girecek olan Romanya ve Bulgaristan'ın ya da 2005 yılı nisanında müzakere başlatarak, çok gecikmeden, makul bir süre sonra üye olacak olan Hırvatistan'ın gireceği, yaptığı ve yapmaya mecbur olduğu türden bir müzakere midir Türkiye'ye teklif edilen?!

Değerli arkadaşlarım, maalesef, Avrupa Birliği tarihinde ilk kez, bir ülkeyle ilgili olarak, üyelik müzakeresi konusu, bütün üye ülkelere uygulanan anlayıştan, yöntemden ve hedeften farklı bir şekilde ele alınarak düzenlenmiştir. Bu düzenleme ilk kez yapılmaktadır. 17 Aralıkta -çok maddeyi tartışıyoruz; işte, Kıbrıs'la ilgili 19 uncu maddeyi tartışıyoruz- herkesin gözden kaçırdığı, Türkiye'nin üyelik müzakeresinin ve o müzakere başarıyla tamamlanırsa elde edeceği üyelik statüsünün içeriğini ortaya koyan 23 üncü maddedir. İlk kez, Avrupa Birliği, maalesef, bugüne kadar gerçekleştirdiği yöntemden farklı bir yönteme, bir anlayışa girmiştir; yeni bir Avrupa Birliği üyeliği tarif etmeye yönelmiştir.

Avrupa Birliğinin bir ortak hukuku vardır, Avrupa Birliği içerisinde bütün ülkelerin ortak bir  statüsü vardır; haklar bellidir, yetkiler bellidir; herkes aynı konumdadır. Şimdi, ilk kez, bir ülkeye -Türkiye'ye- bu 23 üncü maddeyle "seninle, biz, ayrı koşullar içerisinde temas yaparız ve senin elde edeceğin üyelik, bundan önce verdiğimiz üyeliklerin tümünden farklı olur" denilmektedir; 23 üncü madde bunu tanzim ediyor.

Değerli arkadaşlarım, 23 üncü madde, Türkiye'ye özgü bir müzakereyi ve Türkiye'ye özgü bir üyeliği öngören maddedir. Bu madde, bundan önce üye olanlara tatbik edilmemiştir, şimdi üye olması söz konusu olanlara da tatbik edilmeyecektir. Mesela, Hırvatistan'a -üyelik müzakeresi şubatta başlayacak- 23 üncü maddeye göre üyelik söz konusu edilmemiştir. Sadece Türkiye böyle olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu, Avrupa Birliğinin geleceğiyle ilgili yeni bir anlayışın ortaya çıktığını bize gösteriyor. Avrupa Birliği içinde uzun süredir tartışılan bazı konular vardı; çokvitesli Avrupa, iç içe çemberler Avrupası. Hep bunlar konuşulurdu. Şu ana kadar bu yürürlüğe konulmamıştır. 25 ülke ilk çemberin içindedir. Şimdi müzakereleri henüz sonuçlanmamış olan Hırvatistan da o ilk çemberin içindedir, 2006'da üyeliği taahhüt edilmiş olan Bulgaristan ve Romanya da o çemberin içindedir; ama, şimdi ilk kez Türkiye'ye, sen ikinci çemberin içinde Avrupa Birliğiyle ilişki kurabilirsin denilmektedir. 17 Aralıkta alınan kararın anlamı budur değerli arkadaşlar. 17 Aralıkta Türkiye'ye, özel, farklı bir üyelik teklif edilmektedir. Bildiğimiz tam üyelik değil, yeni bir üyelik anlayışı. Avrupa'yla ilişki var, Avrupa'yla temas var; ama, Avrupa'da bildiğiniz üyelik, o yok, o görülmüyor daha ve bunun olmaması için gerekli düzenlemeler oraya yerleştirilmiş ve bize kabul ettirilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bakın nerelerden kaynaklanıyor; bu teşhisimizin altında yatan olaylar ne, nereden buraya çıkıyoruz; ilk kez Avrupa Birliği bir ülkeye diyor ki: Seninle müzakereye otururum; ama, ucu açık olur. Müzakere, tarifi gereği, ucu açık bir iştir; ama, müzakereye başlarken bir ülkeye "ucu açık ve sonucu garanti değildir" diye kayda geçirirsen, bunun altında ne yatıyor diye soru sormak ihtiyacı ortaya çıkar. Bize bu taa başından beri söylenilmiştir ve başından beri biz bu konuya itiraz etmişizdir; ama, bu itirazları hiçbir zaman dikkate almamışlardır ve bu böyle gelişmiştir ve şimdi bize verilen müzakere, sevindiğimiz, bayram yapmamız istenilen müzakere, ucu açık bir müzakeredir; yani, sonuçlanmayabileceği bize ifade edilmiş, bizim de, imzamızla "görüyoruz, kabul ediyoruz" dediğimiz bir müzakeredir. Peki, bu şekilde bundan önceki üyelerden herhangi birisine yapılmış mı?! Yapılmış da, ucu açık denilmiş de, başarıyla müzakereyi tamamlayıp tam üye olmuş bir başka ülke var mı; hayır, yok; ilk kez buraya oluyor. Ucu açık bir müzakere!..

Değerli arkadaşlarım, şimdi, 23 üncü madde diyor ki, bugüne kadar müzakereler genel, herkesin aynı şekilde tabi olduğu şartlara göre yürütüldü; şimdi, ilk kez, her ülke için ayrı bir müzakere çerçevesi koyacağız...

Adını koymuş; müzakere çerçevesi diyor ve diyor ki, her ülke için ayrı olacak bundan sonra.

Ee, "bundan sonra" dediğin, Hırvatistan da ona bağlı mı; hayır. Romanya bağlı mı; hayır. Bulgaristan bağlı mı; hayır. Kim bağlı; Türkiye. Türkiye'den başka var mı söz konusu olan; yok. Ukrayna gelirse; bakarız... Başka ülkeler gelirse; bakarız... Ama, bundan sonra, bu ikinci çember, ikinci halka!..

İlk noktaya değil diyor; herkes için ayrı müzakere yöntemi... Size, Türkiye için bir müzakere yöntemi koyacağız diyor. Komisyon bize teklif yapacak diyor konsey -Türkiye'yle müzakereyi nasıl yapacağımızı- ve biz ona göre yapacağız...

Peki, komisyon teklifi neye göre yapacak? Bakın, maddeden okuyorum; Türkiye'de telaffuz edilmeyen, gazetelerde göremediğiniz maddeden, 23 üncü maddeden okuyorum; deniliyor ki: "Uzun geçiş dönemleri, kısıtlamalar, hak kısıtlamaları, derogasyonlar, özel düzenlemeler veya kalıcı koruyucu önlemler -sürekli, ebedî koruyucu önlemler- dikkate alınabilir."

Kim için; Türkiye için yapılacak olan müzakerede. Bunlar, daha önce alındı mı; hayır. Bunların hiçbirisi olmaz; bu, Avrupa Birliği kavramına ters. Böyle bir şey olmaz; burada var.

"Komisyon, bu hususları, her müzakere çerçevesi için -Türkiye'yle ilgili müzakere çerçevesi için- insanların serbest dolaşımı, yapısal politikalar, yapısal fon destekleri ve tarım gibi alanlar için yapacağı önerilere uygun gördüğü şekilde ilave edebilir." Bu, daha önce ilave edilebilir miydi, böyle bir şey kalıcı olarak edilebilir miydi; edilemezdi. Edildi mi birisine; edilmedi; şimdi, Türkiye'ye edilebilecek!

Diyorlar ki,sizin için ayrı kardeşim; serbest dolaşım, yapısal fonlardan destek alma ve tarım konularında sizi ayrı düşüneceğiz ve biz, sizinle ayrı bir müzakere çerçevesi oluşturacağız." Ayrıca, diyorlar ki "ilaveten, bunlara ek olarak, insanların serbest dolaşımının uygulamaya konulmasına ilişkin karar verme süreci, ilgili üye ülkenin müdahalesine en geniş anlamda açık olmalıdır." Yani, her ülke, ortak hukukun dışına çıkarak, ortak sorumlulukların dışına çıkarak "ben, Türkiye'ye yönelik ek şunu talep edebilirim" deme imkânına sahiptir diye kayda geçiriyorlar. Türkiye'ye özel muamele yapma hakkını, sadece Avrupa Birliği olarak kolektif bir şekilde kullanmanın ötesinde bireysel olarak kullanma hakkını da ülkelere tanıyor. Her ülke, Türkiye için, "haa, Türkiye deyince, ben şunu kabul edemem" deme hakkına sahip.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir müzakerenin sonucunda ortaya çıkacak olan üyeliğin, Türkiye'nin kırkbir yıldır peşinde koştuğu tam üyelik olduğuna inanmak mümkün müdür! Bunun, Kızılay Meydanında bayram yapmaya sebep olacak bir tarafı -allahaşkına elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin- var mıdır?! (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, olay sadece bundan ibaret değil, sadece ucu açıklığın bulunması, sadece özel müzakere yönteminin burada ifade edilmiş olması değil söz konusu olan, bunun ötesinde bir tablo var. Orada "Türkiye ile yapılacak olan müzakerelerde Kopenhag Kriterlerine göre -sadece siyasî kriterler değil, ekonomik kriterler, sosyal kriterler, kriterlerin tümüne göre- Türkiye, bu üyelik müzakerelerini sonuçlandırdığında, mükellefiyetlerini tam olarak yerine getiremeyeceği ortaya çıkar ise, o zaman Türkiye'ye, tam üyelik dışında, Avrupa Birliğiyle özel ilişki kurmasını sağlayacak türde bir girişim yapılır; Türkiye, Avrupa Birliği yapılarıyla, strüktürleriyle irtibatlı tutulur" diyor. Yani, bu ne demektir biliyor musunuz; sizinle ucu açık müzakere yapacağız; bu müzakere başarıyla sonuçlanacak diye bir garanti yok; müzakere yöntemi, olağanüstü güç, karmaşık ve bu müzakere yönteminde size verilecek olan da -başarıyla sonuçlanırsa- diğerlerinin aldığının aynısı olmayacaktır ve siz, bunun gereklerini, sorumluluklarını yerine getiremez durumda olunca, biz size diyeceğiz ki, Avrupa Birliğine sizin tam üye olmanız şart değildir, siz Avrupa Birliğiyle şu şu şu çerçevede ilişkili olmaya devam edin ve biz de buna orada evet diyoruz. Yani, belli şartlar altında, tam üyelik dışında bir ilişkiye girmeyi içimize sindirmiş olduğumuzu, 17 Aralıkta imzamızla beyan ediyoruz; evet, bu olabilir diyoruz, böyle bir ihtimali derpiş ediyoruz. Bunlar oraya boşuna mı yazıldı?! Bundan önce müzakere götürülen ülkelerin bir tanesiyle bile böyle bir angajman içine girmiş miydi Avrupa Birliği; hayır, sadece bizimle giriyor. Diğerleri için var mı; hayır, sadece bizim için var. Bu 23 üncü madde, ikinci çember Avrupa üyeliğini düzenleyen maddedir... İkinci çember Avrupa üyeliği... Birinci çember artık tamamlandı, beşinci genişleme hamlesini yaptık, şimdi 3 ülkeyle ilgili genişleme hamlemiz var; onları tamamlayacağız ve ondan sonra da kusura bakmayın...

Değerli arkadaşlarım, şimdi bir an için düşünün; böyle bir tabloyla karşı karşıya kalmamızın muhtemel olup olmadığı konusunda nasıl bir değerlendirme yapıyorduk, nasıl bir değerlendirme içindeydik? Hatırlarsınız, biz Türkiye'de kıyameti koparıyorduk. 5 Ekim komisyon raporu çıkınca aynen bu gerekçelerle uyarılarımızı yaptık. Bu komisyon raporu, Türkiye'nin tam üyeliğini engellemeye yönelik unsurlar içeriyor dedik; ama bunu o zaman kimseye kabul ettirmek imkânı olmadı; bugünkü gibi yapay bir bayram Türkiye yaşasın istendi, ona göre manşetler atıldı, ona göre televizyon programları yapıldı, ona göre hükümet açıklamaları yapıldı, Sayın Başbakan "olumlu ve dengeli bir rapor" dedi. Biz kıyameti koparırken neresi olumlu, neresi dengeli; böyle bir şey olur mu?! Bunun sonu burası dediğimiz halde, aldırmayın siz dediler ve 5 Ekim raporu gözardı edildi. Arkasından, aylarca susuldu. Yaklaşmaya başlayınca, bu defa, karar taslakları ortaya çıktı. Hükümet, karar taslaklarını görünce "ya, bu ne oluyor; bizim istediğimizden farklı bir tablo" diye bir tepki içine girmeye başladı; ama, iş işten geçmişti ve bildiğiniz gibi, bu konuda, hükümetin, Brüksel'e gitmeden önce yaptığı açıklamaların tamamına yakını, gelişmelerle tekzip edildi.

Şimdi, size, kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum. Sayın Dışişleri Bakanı mektup yazdı "8 Nokta" diye gazetelerde manşetlerde çıktı "Türkiye'nin 8 kırmızı çizgisi" diye. Bunlar ne oldu bir hatırlayalım.

"Müzakerelerin hedefi mutlaka tam üyelik olmalıdır”. Var mı böyle bir şey?! (AK Parti sıralarından "var, var" sesleri)

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Öyledir... Çok açık var.

AHMET YENİ (Samsun) - Hedefti...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - İyi, peki... Peki... Yani, inşallah. (AK Parti sıralarından alkışlar)

O zaman, bu, niye "ucu açık" deniliyor?! Niye, olmazsa eksik bir ilişkiyi kabul etmeyi taahhüt ettiniz?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - O da doğru değil; yok öyle bir şey.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - "Kıbrıs Türkleri için şart olmaz."

"Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, sorunun çözümü için üzerimize düşeni yapmışızdır."

"Türkiye'yle müzakerelerde özel statü uygulanmamalıdır."

"Sonuç bildirisinde, Türkiye için, AB hukukuna ters düşecek ifadeler yer almamalıdır."

“Müzakere süreci sürdürülebilir olmalıdır”. Olağanüstü engellerle dolu...

"Türkiye, kendisinden istenilen Kopenhag Kriterlerini yerine getirmiştir."

"Müzakerelerin başlaması için hiçbir koşul öne sürülmemelidir." Sürülmedi değil mi?! (CHP sıralarından alkışlar)

Arkadaşlar, ne kadar çalışırsanız çalışın, kargayı bülbül diye yutturamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Mızrak çuvala girmez, arkanızda medya desteği de olsa girmez. (CHP sıralarından alkışlar)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Nazar etme ne olur...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakın, ben, bu gelen anlaşmalarda, bizimle ilgili, dikkat etmeniz gereken noktaların da bir listesini size verivereyim.

Yeni aday ülkelerin AB'ye hazmedilebilmesi için kapasite tespiti; yani, müzakereler başarıyla sonuçlanırsa, AB diyecek ki; dur bakalım, seni hazmedebilecek miyiz, kapasitemiz müsait mi bir bakalım; son rezervi elinde, her şey bittikten sonra.

Ankara Antlaşmasına ek protokol imzalanması; yani, Kıbrıs, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tanınması.

Her faslın görüşülmesinde, röper nitelikli kuralların konacak olması; müzakere yöntemini karmaşıklaştıran ve güçleştiren.

Serbest dolaşım, yapısal politikalar, tarım için kalıcı koruyucu önlemlerin yürürlüğe konulması; kalıcı, koruyucu önlemlerin yürürlüğe konulması.

Müzakerelerin ucunun açık olması.

Müzakerelerin nitelikli çoğunlukla askıya alınabilmesi ve Avrupa Parlamentosunun pek çok tuzakla dolu olan kararına, Türkiye'nin kabul etmesi olağanüstü güç o kararına atıf yapılarak, onun da bir dayanak haline dönüştürülmüş olması.

Türkiye'nin üyeliklerinden kaynaklanan güçlüklerini göğüslemesi için, malî yardım konusunun tamamen kapatılması; ki, bu, hiçbir ülkeye yapılmamıştır; hiçbir ülkeye yapılmamıştır... Yani, Romanya 4 milyar euro aldı; Türkiye, daha, ciddî hiçbir para almadı. Üstelik, kırk yıldır biz bu işin içindeyiz; üstelik, biz, Gümrük Birliği Antlaşmasını vermiş tek ülkeyiz, tek ülkeyiz. Malî bakımdan, Avrupa Birliği üyeliğine hazırlansın diye, bütün üye ülkelere destek veriliyor, katkı veriliyor. Türkiye ise, Avrupa Birliğine katkı yaparak dahi tam üyeliği güvence altına alamıyor. Gümrük birliğini veriyorsunuz, yetmiyor; "2 800 000 000 dolarlık Airbus uçaklarını alacağım" diyorsunuz, o da yetmiyor! (CHP sıralarından alkışlar)

Türkiye için 2014 yılındaki bütçeyle yürürlüğe konulması söz konusu olan finansal haklar, o aşamadaki malî reformlar şartına bağlanıyor ve ancak 2014 sonrası için Türkiye'ye bir malî perspektif verilmesinin söz konusu olacağı ifade ediliyor. Asıl acı olanı, Türkiye'nin aday ülke olarak yükümlülüklerini taşıyamaz bir noktada olduğu tespit edildiği anda "Avrupa Birliği olarak, seninle özel ilişki kuracağız; sen, tam üyelik konusunu kapat" deniliyor. Bütün bunlar bittikten sonra da, bazı Avrupa ülkeleri -Fransa ve Avusturya şimdilik netleşti- "biz, kendi ülkemizde referandum yaparız; ancak o referandumda halk izin verirse sizi üyeliğe kabul ederiz" diyor.

Değerli arkadaşlarım, bu, hiçbir şekilde kabul edilebilir bir manzara değildir; bunun bizi götüreceği yer, Avrupa Birliğine tam üyelik değildir. Her türlü tuzak kurulmuştur ve bunun bizi götüreceği yer, Avrupa Birliğiyle ikinci sınıf ilişkileri olan, ikinci halkada yer alan bir ülke konumunda olmaktır.

Tabiî, daha önce yapılmış olan resmî açıklamaların, Başbakanın giderken yaptığı açıklamaların... Başbakan, gitmeden önce, ayın 14' ünde "ya tam üyelik ya da hiçbir şey" diyordu. "Türkiye'nin AB'den beklediği adımlar şunlardır: Birincisi, şartsız tam üyelik müzakerelerinin başlatılması ve Kopenhag Siyasî Kriterleri arasında yer almayan hiçbir siyasî kriterin Türkiye'nin önüne sürülmemesi. Bunlar, işçilerin serbest dolaşımına kalıcı engeller getirilmesi ya da Kıbrıs'ın tanınması gibi şeylerdir; bunlar, yani, kalıcı kısıtlamalar, hiçbir şekilde kabul edilemez." Sayın Başbakan, bunları söyleyerek gitti. Ayın 14'ünde Mecliste yaptığımız görüşmede, Sayın Dışişleri Bakanı, Kıbrıs probleminin çözümünün ve Kıbrıs'ın tanınmasının kalıcı bir çözümün parçası olarak görüldüğünü söyledi; “önce çözüm, sonra tanıma" dedi; "kalıcı bir çözüm ortaya çıkmadan, herhangi bir tanıma, kesinlikle, asla söz konusu olamaz" dedi.

AHMET YENİ (Samsun) - Doğru... Aynen öyle...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Evet, inşallah...

Yani, bu konuda, eğer ciddî bir kararlılık içine girerseniz, bu, Avrupa Birliğiyle üyeliğin çözüm olmadan gerçekleştirilmeyeceğini de kabul ediyoruz anlamına gelmelidir; yani, 3 Ekime kadar biz bir çözüm bulacağız diyorsanız; bunu, siz, kendi adınıza mı söylüyorsunuz, yoksa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adına da mı söylüyorsunuz?! (CHP sıralarından alkışlar) Yani, çözümü ekime kadar garanti etme olanağını nereden aldığınızı, doğrusu, çok merak ettim. Buralarda bu işler çok kolay konuşuluyor, söyleniyor. Ekime kadar, Türkiye, çözümü, ciddiyetle, iyi niyetle arayabilir; ama, iyi niyetle arayacağınız çözüm, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin sizinle işbirliği yapmasına bağlıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Birleşmiş Milletlerin desteklediği, Avrupa Birliğinin desteklediği, dünya kamuoyunun desteklediği Annan Planını, Avrupa Birliğine üye olmadığı halde reddetmiştir; Avrupa Birliğine üye olmadan bunu reddettikten sonra, Avrupa Birliğine üye olmayı başarmıştır; şimdi, Avrupa Birliğinin üyesidir ve size, 3 Ekime kadar Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle anlaş, Kıbrıs'ta anlaş öyle gel demişlerdir. Siz, diyorsanız ki, evet, biz anlaşacağız; o zaman, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini nasıl tatmin edeceğinizi gelin de şu Meclise bir anlatıverin ve hep birlikte bir görüverelim!..

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu kabulle, Kıbrıs konusunun çözümünü de ek sıkıntının içine sokmuştur ve Türkiye, bütün dünyaya, ben, 3 Ekimde Avrupa Birliğiyle üyelik müzakeresini başlatmak istiyorum; bu müzakereler başlamadan önce de Güney Kıbrıs'la anlaşmak zorunda olduğumu biliyorum, bu anlaşmayı sağlayacağım diyerek, kendisini çok ciddî bir kuşatmanın altına yerleştirmiştir. Bunun, Türkiye'nin Kıbrıs davasına da, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olma davasına da çok ciddî sıkıntılar, sorunlar getirmesi kaçınılmazdır.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin bugün geldiği nokta, Türkiye'nin durduğu yerden bir bayram ve sevinç havasına girmesini kesinlikle haklı göstermeyen bir noktadır. Türkiye'nin, Avrupa Birliğiyle tam üyelik dışında bir hedefe yönelik olarak müzakere için tarih almış olması, hiçbir şekilde bizi özel olarak mutlu edecek bir durum değildir. Türkiye elbette tarih alacaktır, 1999'da tarih alma garantisini almıştır ve Türkiye'nin gereklerini yerine getirdiği ortadadır; ama bizim almamız gereken tarih, yarım üyelik için değil, tam üyelik için tarihtir ve maalesef, bugün verilen bu kararı tam üyelik için bir tarih olarak anlamak kadar gerçeklerden kopuk olabilmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, bundan sonra ne yapılması gerektiğini herkesin çok ciddî düşünmesi lazımdır. Ciddî bir açmazın içine girilmiştir. Türkiye, birbiri ardına yapılan çeşitli açıklamalar göstermiştir ki, önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Daha dün Avrupa'dan gelen bazı açıklamalar; İsveç Başbakanı Person'un yaptığı açıklama, İtalya Dışişleri Bakanının yaptığı açıklama, Hollanda Dışişleri Bakanının yaptığı açıklama, manzarayı açıkça ortaya koymaktadır.

İsveç Başbakanı "Türkler kalıcı kısıtlamaları kendileri kabul ettiler ve çok hatta ettiler" diyor ve "biz olsaydık kabul etmezdik. Türkler eğer direnmiş olsalardı, biz onlara destek verecektik; ama, Türklerin kalıcı kısıtlamaları kabul ettiklerini görünce bizim de onlara destek vermemiz artık imkânsız hale geldi" diyor. Bunu diyen, İsveç Başbakanıdır

Kalıcı kısıtlamaları öngören bir kararın tam üyelik olarak anlaşılması mümkün müdür; yani, siz, hâlâ, milyonlarca Türk vatandaşının Avrupa'ya gitmesi için vize kuyruklarında bekleyip, buradaki büyükelçiliklerden vize almasını zorunlu kılan bir düzenlemeden, Avrupa Birliğine tam üye olarak girmiş olmayı mı anlıyorsunuz?!

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, Avrupa Birliğine, serbest dolaşım hakkını kullanamadan girecek, bu tam üyelik olacak; Türkiye fonlardan yararlanamayacak, tam üyelik olacak; Türkiye tarım konusundaki düzenlemelerin dışında tutulacak, bu tam üyelik olacak!.. Bu, kendi kendinizi aldatmanın da ötesindedir!

Değerli arkadaşlarım, gerçekler bunlardır. Bu gerçekler, hepimiz için kaygı vericidir, düşündürücüdür. Türkiye'nin bu tabloyu açması için çok ciddî yaklaşımlara ihtiyaç vardır.

Başbakan, bu öneriler kendisine gelince, 17 Aralık günü sabahleyin büyük tepki göstermiş "bunlar kabul edilemez, hazırlayın uçağı dönüyorum" demiş ve birdenbire ortalık karışmış. Arkasından, neyse ki, bir çözüm bulunmuş, iş tatlıya bağlanmış; çok güzel. Nasıl tatlıya bağlanmış, nasıl çözüm bulunmuş? Sabah getirilen öneriler ile akşam kabul edilen öneriler arasında ne fark var allahaşkına, ne fark var?! (CHP sıralarından alkışlar) Yani "bu bir hezimet olur, kabul edemem" denilen öneriler ile şimdi bazı çevrelerin "bir zaferdir" diye alkışlamaya kalktığı öneriler arasında nasıl bir fark var?! Baştan sona aynıdır; kısıtlamalar var olmaya devam ediyor, ucu açık olmaya devam ediyor, Kıbrıs şartı var olmaya devam ediyor.

Şimdi bize deniliyor ki; 3 Ekim için tarih aldık. Değerli arkadaşlarım, 3 Ekim için tarih almadık, 3 Ekime kadar Kıbrıs'ı tanıma taahhüdü yaptık. 3 Ekime kadar, eğer biz "çözüm olmadan Kıbrıs'ı tanımayız" dersek ve 3 Ekime kadar çözüm olmazsa, Avrupa Birliğiyle üyelik müzakeresi yapamayacağız demektir. Alınan tarih, şartlı tarihtir. Hangi şarta bağlı tarihtir; Güney Kıbrıs'ı tanıma şartına. Güney Kıbrıs'ı tanımak, bizim, Kıbrıs konusundaki iddialarımıza zarar verir diyorsanız, o zaman çözüm bulacaksınız. Çözümü nasıl bulacaksınız; 3 Ekime kadar olan sürenin baskısı altında çözüm bulacaksınız; bulabilirseniz bulacaksınız; kırk yıldır bulamadığınız çözümü şimdi on ayda bulacaksınız, ya da büyük bir ihtimalle, 3 Ekime doğru diyeceksiniz ki: "Bulamadık; tanıyoruz; ama, bu tanıma, siyaseten tanıma değildir. Biz, onları sadece fiilen tanıyoruz." Yani, şimdiye kadar reddettiğiniz dolaylı tanımayı, bu defa görmezlikten gelmeyi tercih edeceksiniz.

Değerli arkadaşlarım Güney Kıbrıs'ı tanırsak ne olur diyorsanız; Güney Kıbrıs'ı tanırsanız, kırk yıldır verdiğiniz mücadelenin temeli kalmaz. Kırk yıldır Güney Kıbrıs Rum Yönetimini gayrimeşru yönetim olarak kabul ediyordunuz. Meşru yönetim olarak kabul ettiğiniz anda, Londra ve Zürih Anlaşmalarını, yani Türkiye'nin Kıbrıs davasındaki hukukî iddiasının temelini siz ortadan kaldırmış olursunuz. Artık, Londra ve Zürih sözünü söyleyemez hale gelirsiniz. Halbuki, Türkiye'nin bütün dayanağı orasıdır. Onu ortadan kaldırdığınız anda, en büyük sıkıntıyı kendi kendimize getirmiş oluruz, Kıbrıs davasına makul bir çözüm bulma konusundaki son şansları da ortadan kaldırmış oluruz. O dolaylı tanımayla başlayan sürecin sonucunda, Kıbrıs Rum Yönetimini, Kıbrıs'ın temsilcisi haline dönüştürecek bir gelişmeye de yeşil ışık yakmış oluruz.

Şimdi, bütün bunlar, alınan tarihin üzerindeki ağırlıklar, o tarih bunlara bağlı; bunlar olmadığı zaman bir anlamı yok. Bunların hiçbirisinin kabul edilebilir olmadığını, gelmiş geçmiş bütün meclisler karara bağlamış. Şimdi, bu noktada, tam ters bir düşünceye geçip, "canım, olabilir" diyorsak, bilin ki, bu şartlarla vereceğiniz ödün, sadece Kıbrıs davasına değil, Türkiye'nin Avrupa Birliği davasına da en büyük zararı verir; çünkü, o bedel karşılığında gireceğiniz Avrupa Birliği sizi tam üye olarak değil, nakıs üye olarak, eksik üye olarak, ikinci halka, ikinci çember ülkesi olarak kabul edecektir; bunu da hiçbir şekilde kabul etmek mümkün değildir. Bunu biz söylemiyoruz, Avrupalı devlet adamları söylüyor. Bütün bunlar aşıldıktan sonra, referandumlar devreye girmeye başlayacak ve bunların sonucunda, bize, bir noktada "kusura bakmayın, sizin tam üye olmanız maalesef mümkün değil, sizin kabul ettiğiniz şartlara göre, 17 Aralık 2004'te imzaladığınız şartlara göre mümkün değil; siz, bunu içinize sindirmiştiniz, şimdi sizin için tek alternatifimiz tam üyelik değil, özel ilişkidir; kabul ederseniz buraya buyurun" diyeceklerdir.

Değerli arkadaşlarım, buraya doğru gidilmektedir. Bu, Türkiye'ye çok ciddî zarar verecek, Avrupa Birliği davasına da zarar verecek. Bakın, Türkiye'de Avrupa Birliğine yönelik çok büyük bir toplumsal destek ortaya çıkmıştı. Şimdi, olayın bu niteliği ortaya çıktıkça, toplumumuz, yavaş yavaş, Avrupa Birliği konusuna daha farklı bakar hale gelmeye başlayacaktır; Türkiye, haksızlığa maruz bırakılmış, ihanete uğramış, verilen sözler tutulmayarak büyük sıkıntılara sürüklenmiş bir ülke tepkisi içerisine girmeye başlayacaktır ve bizim bunları kabul etmiş olmamız, bundan sonra yapacağımız müzakerelerde olumsuz etkisini getirecektir ve nitekim getirmeye başlamıştır. İsveç Başbakanı, şimdiden "ben tam üyelik diyordum, kısıtlama olmasın diyordum; ama, Türkler kısıtlamayı kendileri kabul ettiler, yapacak bir şey yok" demeye başlamıştır. Bu tablo, Türkiye'ye yönelik ekonomik desteğin, Türkiye'nin ekonomik çekim merkezi haline dönüşmesinin önüne engeller çıkaracaktır. Ayrıca, Türkiye'nin Avrupa Birliğinde üyeliği gerçekleştirmek için göstermesi gereken çabanın arkasındaki psikolojik enerjiyi ciddî şekilde zaafa uğratacaktır ve Türkiye, birdenbire Avrupa yorgunu haline gelebilecektir.

Değerli arkadaşlarım, asıl önemli olanı şu: Bunun hedefinin tam üyelik olduğu, kesinlikle bu sırada açıkça söylenemez, öyle olmadığını herkes beyan ediyor ve şimdiden, biz, Kıbrıs başta olmak üzere ödünler vermeyi kabul etme noktasına getirildik. Sizler bile gelmişsiniz, sizler bile onu şimdiden içinize sindirmişsiniz.

MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) - Nereden çıkarıyorsun?!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Önümüzdeki dönemde farklı talepler önümüze getirilecek ve bu süreç, on yılı aşkın bir dönem sürekli olarak yaşanacak; yani, on yıl sonra neyle karşılaşacağını bilmeden, Türkiye, bu on yıllık dönem boyunca sürekli ödün veren bir ülke konumunda olacak ve on yıl sonra da karşı karşıya kalacağı manzara, tam üyeliğin dışında bir manzara olacak.

Değerli arkadaşlarım, bu hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu, 11 Eylülle ortaya çıkan Türkiye'nin olağanüstü öneminin çok yanlış bir şekilde kullanılması sonucunu ortaya koymaktadır; bundan bir sevinç ve mutluluk duymak gerçekten mümkün değildir.

Sayın Başbakan ve AKP yetkilileri bize bu konuda verdiğimiz destek için hep teşekkür ediyorlar; eksik olmasınlar, gerçekten destek verdik, her aşamada destek verdik, Mecliste destek verdik, müzakere sırasında destek verdik; ama, bu desteklerin sonucunda ortaya çıkan manzara, yüzümüzü ağartacak, bizim iftihar edeceğimiz bir manzara değildir.

Değerli arkadaşlarım, şu noktaya da dikkatinizi çekeyim; Türkiye'de, bu tablonun ortaya çıkmasından memnuniyet duyanlar, halkın ve toplumun yararlarının burada iyi savunulduğu için bu sevinci ve mutluluğu duymuyorlar; tam tersine, halkın ve toplumun yararları konusunda bu kadar esnek davrandığınız, bunları bu ölçüde ihmal etmeyi başardığınız için sizi kutlarız anlamında size destek veriyorlar. (CHP sıralarından alkışlar) Asıl acı olan da budur.

Bu noktada size verilen destek; ne güzel, siz, Türk Halkına verdiğiniz taahhütleri unutuyorsunuz, Türk Halkının yararlarını, Türk toplumunun yararlarını unutuyorsunuz ve sizden, büyük ülkelerin bekledikleri biçimde davranmayı başarabiliyorsunuz; aferin size, kutlarız; bu yolda devam edin diye destek verilmektedir. Bunun takdirini de size bırakıyorum.

SERACETTİN KARAYAĞIZ (Muş) - Halka hakaret ediyorsun.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Ortada bir hakaret var da, halka değil.

Değerli arkadaşlarım, bu görüşmelerimizin kalan zamanı içerisinde, bütçeye yönelik olarak da bazı değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin, iki önemli anlaşmayla konumu belirleniyor; birisi, bu Avrupa Birliği anlaşması -şimdi konuştuk- birisi de, IMF'yle imzalanmak üzere olan, üç yıllık geleceğimizi şekillendirecek olan anlaşma.

Türkiye'de, bu, AKP'nin ortaya koyduğu üçüncü bütçe. Bu bütçelerin ortaya koyduğu bir sonuç var. Önümüzdeki üçüncü bütçe, yine aynı doğrultuda bazı gelişmelerle bizi karşı karşıya bırakacak. Bu gidişin ne olduğunu, nereye doğru olduğunu da soğukkanlı bir şekilde değerlendirmeye ihtiyaç var.

Değerli arkadaşlarım, bu bütçe vesilesiyle yapılan ekonomik tartışmalarda, enflasyonun düştüğü, büyümenin artmış olduğu ve enflasyondaki düşmeye bağlı olarak da faizlerin düştüğü ifade ediliyor. Bunlar doğrudur ve sevindiricidir. Bu süreç, zaten, izlenen malî istikrar programının doğal sonucudur. Bunu öngörmek üzere bu program ortaya konulmuştu. Bu program, bu doğrultudaki sonuçlarını 2002 yılında ortaya koymuştu; 2002 yılında enflasyon düşmeye başlamıştı yüzde 70'ten yüzde 30'lara ve büyüme 2002 yılında ortaya çıkmıştı. Bu süreç, 2003 ve 2004'te de aynı istikamette devam etti.

Bir programın hem olumlu hem olumsuz unsurları vardır ve bir ekonomiyi yönetmek, olumlu unsurlara sahip çıkarken olumsuz unsurları etkisizleştirecek önlemler almayı da gerektirir. Bu olumlu sonuçlara bel bağlamaya devam edersek, bir süre sonra bunlarda bazı kırılmaların ortaya çıktığına tanık olabiliriz. O nedenle, kendisini göstermeye başlayan sonuçları da gözden kaçırmamaya ihtiyaç vardır.

Bu açıdan baktığımız zaman ne görüyoruz Türkiye ekonomisinde; son iki yılda kendisini gösteren ve üçüncü yılı etkisi altına alacağı anlaşılan ne gibi süreçler işliyor:

Türkiye'de içborçlar artıyor.

Dışborçlar artıyor.

Türkiye'de cari açık büyüyor.

Dışticaret açığı fevkalade yüksek bir düzeyde ortaya çıkıyor ve bu politikalara bağlı olarak sosyal sorunlar artmaya başlıyor; işsizlik artıyor, yoksulluk artıyor ve sosyal devlet giderek zaafa uğruyor. Bu tablo, yatırımların azaldığı, ülke geleceğini kurmaya yönelik çabanın zaafa uğradığı bir konjonktüre, bir ortama Türkiye'yi sürüklüyor.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, AKP İktidarı, 14 100 000 000 dolar düzeyinde bir dışticaret açığı devralmıştır 2002 yılı sonunda. Bugün geldiğimiz noktada dışticaret açığı 33 milyar dolara gelmektedir; 14 100 000 000 dolardan, dışticaret açığı, 33 milyar dolara çıkmıştır. AKP İktidarı 1 500 000 000 dolarlık bir cari açık alıyordu; yani, Türk ekonomisinin istikrarını ve geleceğini en çok belirleyen dış ekonomik kanama 1 500 000 000 düzeyindeydi 2002 yılı sonunda. Bugün geldiğimiz noktada, 14 milyar dolara çıkmıştır; Türkiye ekonomisi, 14 milyar dolarlık bir kanama içinden geçmektedir.

İhracatın ithalatı karşılama oranı 2002 yılında yüzde 70'in üzerindeydi, bugün yüzde 60 düzeyine düşmüştür. İki yılda, ihracatın ithalatı karşılama oranı, maalesef, 2002 yılından günümüze yüzde 60'lara düşmüştür.

Reel faizler, izlenen büyük fedakârlık politikasına rağmen... Nedir o fedakârlık politikası; yüzde 6,5 faizdışı fazla verme politikası. Dünyada, şu anda, yüzde 6,5 faizdışı fazla veren hiçbir ülke yoktur. Türkiye, yıllardır, yüzde 6,5 faizdışı fazla vermeye mecbur edilen bir ekonomi politikası uygulamaktadır. Bu politika Türkiye'de yatırımları azaltmıştır; bu politika, Türkiye'de işsizliği körüklemiştir; bu politika, Türkiye'de, orta halli, dargelirli çalışan kesimlerin gelirinin azalmasına, kaybolmasına neden olmuştur. Bunu Türkiye yıllardır uyguluyor; son iki yılda 6,5 düzeyinde bunu gerçekleştirdik, şimdi, önümüzdeki üç yıl için de, tekrar, aynı düzeyde bir toplum fedakârlığını taahhüt altına almak üzere bulunuyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu, gerçekten, çok ağır bir manzaradır ve bu manzaranın sonucunda, Türkiye, bugün, geldiği noktada ciddî sıkıntılarla karşı karşıyadır ve o bahsettiğimiz enflasyon düşüyor, büyüme devam ediyor, kur istikrarını sürdürüyor anlayışı daha ne kadar süre geleceğe taşınabilir; sorulması gereken bir soru olmaya başlamıştır. Reel faizlerin bütün bu fedakârlıklara rağmen hâlâ düşürülememiş olması, Türkiye'de borçların sürekli olarak artmasına neden olmaktadır ve bu politikanın sürdürülebilirliği ciddî şekilde sorgulanır hale gelmeye başlamıştır.

Bakın, AKP iktidara gelmeden kişi başına borç yükü 3 086 dolardı, Ekim 2004'te kişi başına borç yükü 4 229 dolar olmuştur; yani, siz, millî geliri artırmaktan çok, kişi başına borcu artırmışsınızdır; 1 200 dolar civarında, kişi başına. Türkiye, bugün, bu yönetimde, daha borçlu bir hale gelmiştir.

Değerli arkadaşlarım, 2002 yılında Türkiye'nin içborç stoku 2003 yılı bütçesi kadardı, bütçesinin başlangıç ödeneği kadardı. 2003 yılı sonunda Türkiye'nin içborç stoku 2004 yılı bütçesinin yüzde 25 fazlası olmuştur. 2004 yılı sonunda, şimdi, Türkiye'nin içborç stoku 2005 bütçesinin yüzde 40 fazlası olmaktadır.

Bu politikaların sonucu nedir; bu politikaların sonucu, Türkiye'de emekliler büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Bu politikaların sonucu, Türkiye'de işçiler çok büyük sorunlarla karşı karşıyadır, iş bulamayan gençler büyük sorunlarla karşı karşıyadır, memurlar reel gelir kaybı tablosuyla karşı karşıyadır, esnaf büyük sıkıntılarla karşı karşıyadır; bu politikanın sonucu, Türkiye büyük sıkıntılarla karşı karşıyadır.

"Enflasyonu indirdik" sözü yeter derecede tatmin edici sayılamaz; çünkü, o teorik enflasyonu biraz aştığınız zaman şunları görüyorsunuz: Türkiye'de, vatandaşın tüketim mallarında bizi mutlu edecek bir azalma, maalesef, gözükmüyor. Ekim 2002'den 2004'e kadar, dana etinin fiyatı yüzde 56 artmıştır, beyazpeynir yüzde 52 artmıştır, tozşeker yüzde 42 artmıştır, kömür yüzde 56 artmıştır, tüpgaz yüzde 61 artmıştır, mazot yüzde 66 artmıştır, bir bardak çay yüzde 60 artmıştır; üniversite öğrencisinin harç bedeli yüzde 73, kitap fiyatları yüzde 83 artmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu tablo, geliri artmayan insanların maruz kaldıkları bu tablo Türkiye'de bir yoksullaşma sürecini de beraberinde getirmiştir ve bugün, bunun sonucu olarak, Türkiye, kapkaç olaylarının her gün yaygınlaştığı bir topluma dönüşmüştür ve dilensinler diye, ailelerin, çocuklarını kiraya verdikleri bir toplum yapısı ortaya çıkmaya başlamıştır. Varoşlarda, yeraltı dünyasına insan yetiştirilir hale, Türkiye, gelmeye başlamıştır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, bugün, bütün çalışan kesimler çok ciddî reel kayıplar içine sürüklenmiştir. İşçiler, ciddî gelir kaybı içindedirler. Asgarî ücret, bugün 303 000 000 liradır; ama, 4 kişilik bir ailenin mutfak giderleri kasım ayında 500 000 000 liradır ve Türkiye'de açlık düzeyi 500 000 000 liranın üstündedir; buna karşılık, asgarî ücret 303 000 000 liradır.

Değerli arkadaşlarım, veriler, Türkiye'de, asgarî ücretin 1999 yılı düzeyinin de altında olduğunu, yüzde 5,5 gerisinde olduğunu bize göstermektedir. Emekliler, çok büyük sorunlarla karşı karşıyadır; maalesef, ücret artışı olmaması bir yana, haklarını alamaz haldedirler. Emeklilerin 150 000 000-200 000 000 liralık, mahkemeler tarafından kabul edilmiş olan TÜFE'den kaynaklanan bir alacağı vardır; yıllardır, hükümet, bunu vermemek için direnmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baykal, süreniz bitti; lüften, konuşmanızı tamamlayın.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yani, emeklilerin 150 000 000-200 000 000 lirasıyla uğraşıyoruz; ama, 40 milyar dolarlık alacağını, Türkiye, tahsil edemeyeceğini ifade ediyor; ama, emeklinin 150 000 000 liralık, 200 000 000 liralık alacağını ona veremez bir noktaya gelmiş bulunuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu toplumsal tablo, yürek parçalayıcı bir manzaradır. Şimdi, getirilen düzenlemelerde, bu bütçeye ferahlık getirmek üzere, ikinci bir maaşı olan emeklilerin emekli maaşının kesileceği karar altına alınmıştır. Dul ve yetimler bir iş buldukları takdirde, onların bu gelirleri, hak edilmiş gelirleri bundan sonra kesilecek. Emeklinin maaşını keserek, biz, Türkiye'de malî kaynak yaratmaya kalkacağız; 40 milyar dolarlık kaynakları dokunamaz bir halde tutarken bunu yapacağız! Şimdi, önümüzdeki dönemde, Bağ-Kur üyelerine yüzde 10 sağlık primi uygulamasına geçeceğiz; hastanelerden yararlanabilmeleri için yüzde 10 prim ödemeleri zorunluluğu ortaya çıkacak.

Değerli arkadaşlarım, bu işçilere ve emeklilere yönelik olarak prim konusunda bir yanlış uygulama götürülüyor. Olağanüstü yüksek faizler işletilerek prim alacakları tahsil edilmek isteniyor. 400 milyar Türk Lirası borcu olan bir kuruluş, birdenbire, kendisini, 2 trilyon borç ödemek zorunluluğuyla karşı karşıya buluyor. Bunlar ödenemez hale gelince prim tahsilatı da imkânsız hale geliyor.

Esnafa yönelik olarak KOSGEB'in 71 trilyon lirası -yüzde 80 küsuru- kesilmiştir ve KOBİ'ler, esnaf büyük sorunlarla karşı karşıyadır.

Çiftçilerin durumu ise, artık, bir kanayan yaradır. Türkiye'de köyde, çiftçide, tarımda yangın var; bu yangının kimse farkında değil.

Değerli milletvekilleri, bu hükümet döneminde çiftçinin gelir kaybını Ziraat Odaları Birliği net olarak açıklıyor. 1997 yılında 1 litre mazotu 2,8 kilo buğday satarak alırken, bugün 1 litre mazotu 5 kilo buğday satarak ancak alabilmektedir. 1997 yılında 1 kilo amonyumnitrat gübresini 360 gram buğdayla alırken, bugün aynı gübreyi -3 katı- 1 kilo buğdayla almak durumundadır. 1997 yılında bir traktör 56 ton buğdayla alınırken, bugün 90 ton buğdayla alınabilir haldedir.

Değerli arkadaşlarım, geçen yıl içinde, üre gübresi 330 000 liradan 520 000 liraya çıktı, kompoze gübre 290 000 liradan 425 000 liraya çıktı, mazot 1 366 000 liradan 1 809 000 liraya çıktı, traktör 24 milyardan 30 milyara çıktı.

Egeli üretici, geçen yıl 1 200 000 liraya sattığı pamuğunu bu yıl 800 000 liraya, geçen yıl 210 000 liradan sattığı çekirdeksiz yaşüzümüne bu sene 150 000 liraya zor satıyor.

Çukurovalı, Akdenizli üretici, geçen yıl 500 000 liradan sattığı limonu 200 000 liradan, geçen yıl 400 000 liradan sattığı mandalinayı 300 000 liradan ve geçen yıl 450 000 liradan sattığı portakalı 350 000 liradan bu sene satamıyor.

Trakyalı üretici, geçen yıl, Tekele 220 000 liradan sattığı beyaz üzümü, bu yıl özelleştirilen fabrikaya 150 000 liradan satamıyor, geçen yıl 350 000 liraya sattığı buğdayını 280 000-290 000 liraya ancak satabiliyor. Ayçiçeği fiyatında geçen yıl ile bu yıl arasında hiçbir fiyat farklı yok.

Türkiye'nin her yöresinde, İç Anadoluda, Güneydoğu Anadoluda, Çukurovada, Trakya'da hububat üreticisi perişan. Ürettikleri buğdayı, her yörede, geçen yılın fiyatının en az 50 000 lira altında fiyatla satıyorlar. Toprak Mahsulleri Ofisi devreden çıkarıldı. Ajanslar kapatıldı. Alım merkezleri kapatıldı ve çiftçi piyasaya teslim edildi ve çiftçinin yetiştirdiği buğdayın fiyatı çok ciddî bir şekilde çöktü. Patates üreticisi sıkıntıdan nasibini alıyor; geçen yılın fiyatının 100 000 lira altında, 100 000-150 000 liraya bugün ancak satmaya çalışıyor. Soğan para etmiyor; çiftçi, kamyonlarla soğan yakıyor.

Onbinlerin toplandığı mitinglerde çiftçiler tepkilerini ortaya koyuyorlar, feryat ediyorlar; ama, hükümetten ses çıkmıyor. Ses çıkmasa yine neyse de; ses çıktığı zaman da çiftçi azarlanıyor, çiftçi paylanıyor, çiftçiye hakaret ediliyor. (CHP sıralarından alkışlar)

Tütün ve şekerpancarının sözü edilemez oldu. Hani tütün kotaları, şeker kotaları kaldırılacaktı?! Türk çiftçisinin ürettiği en önemli ürünlerin üretimi azalıp, tütünü, şekerpancarını ürettirmeyip, hem tütünü hem de tatlandırıcı üretiminde kullanılacak mısırı dışarıdan getirtiyorsunuz, ithal kapılarını açmış bulunuyorsunuz. Bu hükümet, Türk çiftçisini mi, yoksa, yabancı ülkelerin çiftçisini mi koruyor; gerçekten sorulması gerekir.

Karadenizde fındık üreticisi, Egenin zeytin üreticisi, geride bıraktığımız yılda büyük afetler yaşadılar ve çaresiz kaldılar; 2 katrilyon liralık zararları var; hiçbir anlamlı, ciddî destek verilmedi. Önümüzdeki yıla da, o afet, maalesef, yansıyacak.

Edirne'den Kars'a kadar besiciyi, süt üreticisini perişan ettiniz. Köylü, geçen yıl 1 milyar liraya sattığı danasını, bugün 500 000 000 liraya ancak satabiliyor. Karkas etin kilosuna 1 000 000 lira destek veriyordunuz, hiçbir gerekçe ilan etmeden 500 000 liraya indiriverdiniz. Köylünün sattığı sütün fiyatı geçen yılla bu yıl arasında hiç değişmedi. Üretici, sütünü en fazla 450 000 liraya satabiliyor; buna karşılık, geçen yıl 15 000 000 lira olan süt yeminin torbası bu yıl 22 000 000 lira çıkmış bulunuyor.

Arıcıları da perişan ettiniz. Bal üreticisi geçen yıl tenekesini 120 000 000-130 000 000 liraya sattığı balı bu yıl 50 000 000 liraya satamaz hale geldi.

Tarımın yeterince desteklenmediği çok açıktır. Mazot desteği veriyoruz dediniz, mazot desteği tümüyle ortadan kalktı; bütün destekler azaltıldı. Bugün, Türkiye'de gayri safî millî hâsılanın yüzde 1'inin altında bir destek, Türkiye nüfusunun yüzde 30'unu oluşturan, gayri safî millî hâsılanın yüzde 13'ünü, 14'ünü gerçekleştiren tarım kesimine veriliyor.

Değerli arkadaşlarım, geçen yıl 50 dolar olan limon ihraç primini 42 dolara, 40 dolar olan portakal ihraç primini 35 dolara siz indirdiniz. Narenciye üreticisini perişan ettiniz. İhraç primlerini azaltmanızın haklı bir gerekçesi yoktur.

Pamuk, zeytinyağı, ayçiçeği, kanola, soya ve mısırın ekiminden önce belirlenmesi gereken prim miktarlarını, hasat biteli aylar oldu, hâlâ belirlemiş değilsiniz.

Değerli arkadaşlarım, bu çiftçi ve tarım kesiminin sorunları, sıkıntıları giderek artıyor ve buna, maalesef, hiçbir ciddî, umut verici yaklaşım sergilenemiyor; bundan büyük üzüntü duyuyorum. Bu hükümetin söz verdiği en önemli kesim olarak çiftçilere karşı takındığı bu tavır, hiçbir şekilde mazur görülemez.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, asgarî ücretliden yılda 700 000 000 lira vergi alıyorsunuz; ama, devlet tahvili alanlardan, eğer gelirleri 345 milyar lirayı aşmıyorsa, tek kuruş vergi almıyorsunuz. Asgarî ücretliden yılda 700 000 000 lira vergi alan bir anlayışın, rantçılar karşısındaki bu etkisizliği, sessizliği, Türkiye'nin 40 milyar dolarını alıp götürmüş olanlar karşısındaki boynu eğik tutumu gerçekten anlaşılabilir değildir. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, geçenlerde bir karar aldınız ve bu kararla taşıyıcı esnafını olağanüstü sorunlarla karşı karşıya bıraktınız. Taşıma sektörü, Türk ekonomisinin temel dayanak noktalarından biridir. Kamyoncular ve yük taşıyan bu insanlar ekonomiye en büyük hizmetlerden birini veriyor. Buraya bir düzenleme getireceğiz diye, bunları, işadamı, ticaret adamı statüsü içine dahil ettiniz; esnaf olmaktan çıkardınız ve her birisine 1 500 000 000 liralık eködeme mükellefiyeti koydunuz ve ayrıca dediniz ki, taşıma kapasiten 25 tonun altında ise, sana izin veremem; 25 tonun üzerinde olacaksın. Herkesin güçlükle elde ettiği, borç harç elde ettiği bir kamyonu var; kamyon zaten takozda; binbir türlü sıkıntı!.. 25 tonluk kamyon mu var ki Türkiye'de, 25 ton diye bir kayıt koyuyorsunuz?! İkinci bir kamyon al, öyle iş yap diyorsunuz. Türkiye'de ikinci bir kamyon almak, taşıma sektöründeki krizi daha da artıracak bir uygulama ve bu anlamsız uygulama sonucunda onları köşeye sıkıştırmış bulunuyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, yani, bu insanlar neyle geçinecekler?! Hayatlarını tehlikeye atarak yaptıkları bu işin karşılığında onlara yeni yeni engeller çıkarmanın hangi haklı, mazur görülebilir nedeni var?!

Taşımacılık alanında kooperatifçilik çok yaygın; şartlar onu zorluyor, insanlar bir araya geliyor, kooperatif kuruyor. Türkiye'de en yaygın kooperatifçilik alanı olan yerlerin başında taşımacılık geliyor. Oraya da getirdiğiniz, oraya da koyduğunuz şartlar... Üyelerin kendisine ait olmayacak, kooperatife ait olacak. Binbir türlü sahtekârlık; noterden senetler... Yani, Müslümana eziyet etme denilen neyse, işte, bu iktidar onu aynen uyguladı ve bunun en tipik örneği de bu kamyonculara yönelik uygulamadır.

Değerli arkadaşlarım, konuşacağımız çok konu var; fakat, Sayın Başkanın hoşgörüsünü suiistimal etmek istemiyorum. Türkiye'nin sorunları üst üste geldi maalesef. Türkiye'nin, Avrupa Birliği konusunu, şu ana kadar resmî ağızlardan dinleyememiş olması, gerçekleri müzakere fırsatını hâlâ bulamamış olması çok üzüntü vericidir. Bu konuda önümüzdeki günlerde, getirilen yeni kararın içeriğinin tartışılmasını Mecliste sağlamamıza yardımcı olacak bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu konuda bir girişim yapacağız, bir genel görüşme önergesi vereceğiz. Şu alınan kararları, madde madde, önce Meclisin bilgilenmesi ve kamuoyunun bilgilenmesi için burada konuşacağız. Gönül isterdi ki, bu konuda hükümet bilgi versin. Hâlâ resmî bilgi yok. İnşallah, bundan sonraki konuşmalarda, bu konuda bir değerlendirmeyi dinlemek fırsatını buluruz.

Değerli arkadaşlarım, bu müzakerelerin, Türkiye'nin sorunlarının doğru anlaşılmasına ve çözümlerin bulunmasına katkı vermesini diliyorum. Bu çerçevede, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak görevimizi şu ana kadar yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz.

Türkiye Büyük Millet Meclisine çalışmalarında başarılar diliyorum.

Sayın Başkan, size ve değerli milletvekillerine saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal çok teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar bitmiştir.

Şimdi, şahsı adına, bütçenin lehinde, Isparta Milletvekili Sayın Mehmet Emin Murat Bilgiç; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Söz süreniz 10 dakikadır.

MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Isparta) - Sayın Başkan, değerli üyeler; bütçenin tümü üzerinde, şahsım adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum; konuşmamın başlangıcında, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Bildiğiniz üzere, hükümetimizin programı temelde üç ana esas üzerine oturmuştur; bir tanesi makroekonomik istikrar, ikincisi mikroekonomik yeniden yapılanma, üçüncüsü ise küreselleşme olarak özetlenebilir; her üçünde de ortak kriter, sürdürülebilirliktir.

Bu noktada, hükümetimizin sürdürdüğü son derece olumlu çalışmalar neticesinde, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya olan oranı 2002 yılından itibaren düzenli bir biçimde azalarak bugün yüzde 6,1'e inmiş, 2007 hedefi olarak da yüzde 3 ortaya konulmuştur. Kamu kesimi borçlanma gereksinimi olarak da, bunun gayri safî millî hâsılaya oranı açısından, 2002 yılında yüzde 13 olarak meydana gelen ihtiyaç, 2005 yılında yüzde 3,6 olarak gerçekleştirilecektir. Bu çerçevede, 2007'de Maastricht Kriterlerinin yakalanması da hükümetimizin önemli bir hedefidir. Şüphesiz, aynı şekilde, enflasyonu yüzde 30'dan yüzde 8'e indirmiş ve Avrupa Birliği ortalaması olan yüzde 4'leri 2007'de yakalamayı hedeflemiş bir hükümetten bahsediyoruz. Yine, gayri safî millî hâsılada, 2002 yılında 181 milyar dolar düzeyindeki miktarı, 2004 yılında, hükümetimiz 421 milyar dolara çıkarmıştır. 2005 yılında da bunun 298 milyar dolar olarak gerçekleşmesinden ve 2007'de de, toplam 500 milyar dolarlık, kişi başına 7 000 dolarlık bir gayri safî millî hâsıla hedefinden söz ediyoruz.

Aynı şekilde, özel sektörün ve kamu sektörünün sabit sermaye yatırımlarında -özellikle son dönemde- çok büyük artışlar olmuş ve 2003 yılında özel sektörde yüzde 21,2; 2004'te yüzde 41,5 ve 2005'te yüzde 8'lik bir artış, yine, aynı şekilde, kamu sektöründe -özellikle bu yıl- yüzde 17,6'lık bir artış, 10 katrilyonu aşan bir kamu sabit sermaye yatırımı hedeflenmiştir.

Şüphesiz, makroekonomik istikrar açısından, hükümetimiz elden gelen her türlü çabayı göstermiştir ve bunun doğal sonucu olarak da, Türkiye'de gelir dağılımı düzelmiştir. Gelir dağılımının düzelmesinin anagöstergesi de şudur: Millî gelirden pay alan en düşük gelir sahibi yüzde 20'lik kesimin 2002 yılında aldığı pay yüzde 5,2 iken, bu miktar 2004 yılı itibariyle yüzde 6'ya çıkmıştır. Halbuki, aynı dönemde, 2002 yılında en zengin yüzde 20'lik bölümün millî gelirden aldığı pay yüzde 50 iken, 2004 yılında bu miktar yüzde 48'e düşmüştür. Bunun anlamı şudur: Türkiye'de ortadirek güçlenmiştir. Türkiye'de, ortadireğin güçlenmesi, ekonominin satın alma gücünün artırılmasına yönelik hükümetimizin tüm çabaları son derece güçlü ve istikrarlı bir biçimde devam etmektedir ve sürdürülebilir bir sonuç arz etmektedir.

Yine, aynı şekilde, hükümetimizce, Tarımsal Dönüşüm Programı içerisinde, pek çok yapısal tedbir uygulamaya konulmuş ve doğrudan prim desteği, bunun yanı sıra çiftçi kayıt sistemi, tarım bilgi sistemi, vadeli işlemler borsasının kurulması, gıda güvenliği, biyoteknoloji, tohum ve organik tarıma yönelik çalışmalarla, alternatif ürün destekleme sistemleri, üretici birlikleri, lisanslı depoculuk gibi çalışmalarla, Türkiye'de, tarımın yapısal dönüşümü hedeflenmektedir ve hükümetimiz, bu noktada da, tarımda verimlilik artışını gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.

Şüphesiz, Türkiye'de, geçtiğimiz dönem içerisinde, millî gelir önemli ölçüde artmış ve bu artış içerisinde tarımın payı yüzde 13'ten yüzde 11'e düşmüş olmakla birlikte, bunun ana sebebi, sanayideki verimlilik ve üretim artışları olarak açıklanabilir. Bunun sonucunda da Türkiye'de sanayiin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı yüzde 28'lerden yüzde 30'lara çıkmıştır. Bunun doğal sonucu da verimlilik sebebiyle, sanayiin gayri safî millî hâsıla artışına yaptığı çok büyük katkıdır. Bunun göstergesi de özel sektör yatırımlarındaki son derece hızlı büyümedir.

Türkiye'de sanayi sektöründe yapılan bütün çalışmalar, verimlilik artışları, sanayiin dönüşümünü sağlamaktadır. Bunun doğal sonucu da şüphesiz, Türkiye'nin daha dışa açık bir büyüme modeli içerisinde kendi gelişimini sağlamasıdır. Türkiye'de, özellikle küreselleşme alanında, dışticaret hacminde çok önemli artışlar sağlanmıştır. Dışa açıklık göstergesi olarak, dışticaret hacminin gayri safî millî hâsılaya oranı 2002 yılında -GSMH 2002'de 182 milyar dolar iken, 2005 yılında 298 milyar dolara çıkmıştır- yüzde 48'den 2005'te yüzde 59'a yükselmiştir; artan bir gösterge vardır. Bunun anlamı da, Türkiye dünyayla çok daha iyi rekabet edebilir bir hale gelmiştir.

Aynı şekilde, 2002 yılında turizm gelirleri 6 500 000 000 iken, 2004 yılında 16 000 000 000, 2005 yılında da 18 000 000 000 dolar olarak gerçekleşecektir.

İhracatın gayri safî millî hâsılaya oranı 2002 yılında yüzde 19,8 iken, 2005 yılında yüzde 23,8 olması hedeflenmektedir. Bütün bunlar, Türkiye'nin, giderek, çok daha iyi, çok daha güçlü bir biçimde dünyayla rekabet edebildiğini, dünya ekonomisine entegre olabildiğini göstermektedir. Hükümetimiz, bu anlamda, vergi politikaları yoluyla yurt dışında yapılan Türk yatırımlarının artırılmasını hedeflemekte ve bu noktada yurt içine kâr transferlerini de vergiden indirilebilir hale getirmektedir.

Aynı şekilde, yabancı sermaye yatırımlarının artırılması da hükümetimizin çok önemli bir hedefidir. Bu anlamda, hükümetin, son derece başarılı bir politika takip ettiği açıktır. Ayrıca, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı hükümeti devraldığımızda yüzde 100'ün üzerinde iken, 2005 hedefi yüzde 68'dir ve 2007 sonunda da yüzde 60'ın altında bir bütçe açığı hedeflenmektedir.

Sonuç olarak, Türkiye'nin, hükümeti devraldığımızdan itibaren ortaya koyduğu performans son derece olumludur ve şu son derece açıktır: Avrupa Birliğinin, 2014'te, Türkiye'ye malî desteklerde bulunmayı taahhüt ettiği tarihte, herkesin zannettiğinin aksine, eğer, Türkiye, ortalama yüzde 5'lik bir büyüme hacmiyle büyümeye devam ederse, 500 milyar doları aşan, kişi başına 7 000 doları aşan bir millî gelire sahip olacaktır. Eğer, yabancı sermaye yatırımları gerçekleşirse, 2014'te 750 milyar doları aşan bir millî gelir, aynı şekilde de kişi başına 10 000 doları aşan bir millî gelir elde edilmiş olacaktır.

Şu anda, Türkiye ekonomisi Avrupa'nın 5 inci büyük ekonomisidir. Eğer, 2014'te hükümetimizin sağladığı istikrar, makroekonomik uyum, büyüme ve mikroekonomik verimlilik artışları, küreselleşme, uluslararası rekabet gücü artışları devam ettirilebilirse... Şüphesiz, hükümetimizin tek başına iktidar olarak sürdürdüğü çalışmalar son derece önemlidir; bu, istikrarın sağlanmasının anafaktörüdür. Hükümetimizin son derece büyük bir kararlılık içerisinde sürdürdüğü politikalar, tüm Türkiye halkına ve dünyaya umut vermiştir, dünyanın Türkiye'ye güvenmesini sağlayan bir sonuç doğurmuştur ve Türkiye'deki ekonomik büyümenin de en önemli ispatıdır. Sonuçta, 2014 Türkiyesi, Avrupa Birliğinin yalvararak içine almak isteyeceği bir ülke olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bilgiç, süreniz bitti; lütfen konuşmanızı tamamlayın.

MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla) - Sonuç olarak Türkiye, büyüme hedefini, bu kararlılıkla istikrarlı bir biçimde sürdürdüğü sürece Avrupa Birliğinin talep ederek, yalvararak içine almak isteyeceği bir ülke olacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bilgiç, teşekkür ederim.

Şimdi, söz sırası, bütçenin aleyhinde olmak üzere, şahsı adına Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Ağar'da.

Buyurun Sayın Ağar. (DYP, CHP ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

Sayın Ağar, süreniz 10 dakika.

MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Doğru Yol Partisi adına Yüce Meclisi saygılarımla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Bu sene, ifade edildiği gibi, bütçe görüşmeleri 17 Aralık müzakere tarihinin üzerine geldi ve bu konuyla ilgili görüşlerimizi belirtmek istiyoruz. Bununla ilgili olarak, 17 Aralığın hemen öncesinde, 14 Aralık 2004 Salı günü Sayın Dışişleri Bakanının Mecliste söyledikleri ile Brüksel'de ortaya çıkan karar metnini mukayese edersek, bu metnin Türkiye açısından neye tekabül ettiğini, meselenin ne noktada olduğunu daha iyi görme imkânımız olacaktır.

Sayın Bakanın Meclisteki konuşmalarında temas ettiği konu tarih alma hususundaydı. Sayın Bakan, Mecliste "2002 yılındaki AB Zirve kararı ortaya çıktığında, AB'ye üye -daha sonraki katılımla birlikte- 25 ülkeyi iki sınıfa ayırabiliriz. Bunlardan bir kısmı, başından beri, her halükârda Türkiye'yle müzakerelerin başlamasını destekleyen ve bunu açıkça deklare eden ülkeler, geri kalan diğer ikinci kısım ise 'biz, kararımızı, komisyonun vereceği rapora göre oluşturacağız; dolayısıyla, raporu bekleyeceğiz; şayet rapor olumlu olursa, biz de olumlu tavır alacağız' diyen ülkelerdir. Şimdi, komisyonun kararı olumlu olarak ortaya çıktığına göre, o ülkelerin de kararlarının, tabiî, olumlu olması gerekir" beyanında bulunmuş; beklenen olmuş, Türkiye'ye tarih verilmiştir.

İkinci konu da, tam üyelik idi. Bu konuda, Dışişleri Bakanı, Meclise aynen şunları söylemiştir: "Tam üyelik hedefini, perspektifini gölgeleyecek veya onu çığırından çıkaracak herhangi bir düzenlemeyi Türkiye'nin kabul etmesi asla mümkün değildir."

Karar metninin 23 üncü maddesinin ilgili paragrafı da şöyle: "Müzakerelerin ortak amacı tam üyeliktir. Müzakerelerin sürecinin ucu açıktır ve sonucu önceden garanti edilemez. Kopenhag Siyasî Kriterleri gözönüne alınarak, eğer, aday ülke, AB üyeliğinin getireceği sorumlulukları yerine getirecek durumda değilse, aday ülke Avrupa Birliğine en sıkı bağlarla bağlanmasından emin olmalıdır."

Şimdi, Sayın Bakanın Mecliste söyledikleri ile karar metninin mukayesesi ışığında, tam üyelik hedefimizin gölgelenip gölgelenmediği, çığırından çıkıp çıkmadığı hususundaki takdir önce millete, sonra da millet adına bu sıralarda oturan değerli milletvekillerine aittir. Mesele son derece açıktır.

Üçüncü konu istisnalar idi. Bu konuda Sayın Dışişleri Bakanının Mecliste söyledikleri de şunlardır: "Büyük bir ülke için farklı olabilir, küçük ülke için farklı olabilir; ama, bunların, hiçbiri, asla, ilelebet, daima ve sürekli olarak, ne olursa olsun, Birliğin sonuna kadar daimî bir koruma olacak diye kabul edilemez. Bunlar, meşru talepler değildir. Karar metninin 20 nci maddesinin ilgili paragrafı, yapısal politikalar ve tarım gibi konularda uzun süreli geçiş döneminin olmasının yanında, kişilerin serbest dolaşımı konusunda üye ülkeleri koruyucu bazı maddeler sürekli hale getirilebilir. Bunun yanında, kişilerin serbest dolaşımı hakkında karar alımı, her üye ülke azamî bir şekilde rol verecek şekilde düzenlenmelidir. Geçiş dönemindeki düzenlemeler, içpazar ve rekabete olan etkisi gözönüne alınacak şekilde yapılmalıdır."

Hükümet, Mecliste gayrimeşru addettiği taleplerin meşruiyetini Brüksel'de imza altına almıştır maalesef; çok açık bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.

Dördüncü konu ise, Ankara Antlaşmasına ek yapılacak Uyum Protokolüydü. Bu konuda Dışişleri Bakanının Mecliste söyledikleri şunlardır: "Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği Komisyonunun önerdiği taslakla ilgili mevcut tutumumuz ise şu noktadadır: Komisyonun mektubunun ve taslağının hukukî ve teknik boyutları hâlâ incelenmektedir. Bu taslağı müzakere etmeye henüz karar vermiş değiliz. Dolayısıyla, henüz müzakere edilmemiş bir anlaşmayı imzalama kararımız da söz konusu değildir. Bunu, bu Mecliste açıklıkla belirtmek isterim."

Karar metninin 19 uncu maddesi de aynen şöyle: Avrupa Birliği Konseyi, Türkiye'nin, yeni üyelerin katılımını gözönüne alarak Ankara Antlaşmasıyla ilgili ek protokolün imzalanmasını memnuniyetle karşılar. Bu anlaşma ışığında, Türk Hükümeti, AB üyeliği ışığında müzakerelere başlamadan önce ve protokol üzerinde gerekli değişikliklerde uzlaşmaya varıldıktan sonra Ankara Antlaşması Protokolünü imzalamayı taahhüt eder, deklarasyonunu memnuniyetle karşılar.

"Mecliste henüz müzakere edilmemiş bir anlaşmayı imzalamamız da söz konusu değildir" diyen hükümet, Brüksel'de, müzakerelerden önce bu imzayı atmayı, protokol üzerinde gerekli değişikliklerde uzlaşmaya varıldıktan sonra da olsa taahhüt etmiştir. Bu taahhütte gariplikler vardır, cumhuriyete karşı istiskal vardır. İmzayla başlanmıştır, paraf denilmiştir, Başbakanın sözlü taahhüdünde karar kılınmıştır. Başbakanın sözlü taahhüdünü Papadopulos kabul etmemiştir. Başbakanın atmadığı imza Sayın Atalay tarafından atılmıştır.

Şimdi, cumhuriyetin başbakanının sözlü taahhüdünün Papadopulos tarafından kabul edilmemesi kimsenin gururuna dokunmuyor mu arkadaşlar?! Başbakanın "atmam" dediği imza Sayın Bakan Atalay tarafından atılınca imzanın kıymeti mi düşüyor?! Bu, Sayın Atalay'ın şahsında cumhuriyetin bir bakanına ve dolayısıyla cumhuriyete karşı bir tavır değil midir, bir küçük görme değil midir?!

Sayın Başbakan, Kıbrıs konusundaki kendi hassasiyetlerinin herkesten fazla olduğunu söylüyorlar. Soruyorum; uluslararası görüşmelerde hep karşı tarafça iddia edilen çözümsüzlüğün sebebinin Denktaş olduğu tezi, çözümsüzlüğün bir sebebinin de Denktaş olduğu söylenerek hangi başbakan tarafından zımnen kabullenilmiştir? Tanıyor muyuz, tanımıyor muyuz; de facto mu tanıyoruz de de jure mi tanıyoruz tartışmalarını bir kenara bırakalım. Ada'daki ve buradaki iki Türk Cumhuriyetinin razı olacağı bir çözüm olmadan Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınıp tanınmayacağı tartışmaları Türkiye'nin gündemine hangi hükümet döneminde girmiştir?

Bütün bunlardan sonra ve bütün bunlara rağmen Kızılay'da, kalkıp, bayramınız kutlu olsun demenin anlaşılabilir tarafı yoktur. Ne bayramı, neyin bayramı olduğunu millet anlayamamıştır ve anlamaya da gayret etmektedir.

İstinye'de, medyada ve hükümette mevzilenmiş bir hizip, birkaç yüz kişiden ibaret bir kalabalığın kendilerine bayram ilan edip kutlamalarını tebessümle karşılayabiliriz; fakat, bu kutlamaya milleti dahil etme heveslerini meşru olarak kabul edebilmemiz mümkün değildir. Bayramların, tam da mabedimizin göğsüne namahrem eli değerken ve Musul'da şehitler verilirken kutlanmak istenmesi yanlıştır, vicdanımızı sızlatır.

Yeri gelmişken, burada, bugün cenaze törenlerine katıldığımız Türk Emniyet Teşkilatının güzide beş mensubunu rahmetle anmak istiyorum. Elbette, hükümet, konunun teknik ayrıntılarının analizini yapacaktır; fakat, asıl olan, vatan evladı şoförlerimizden, işçilerimizden sonra, bizatihi, kendi Büyükelçiliğimizin korumalığını yapmak üzere, çok özel emeklerle, çok özel gayretlerle yetiştirilmiş ve devlete, millete büyük görevler ifa eden vatan evlatlarının bu şekilde şehit olması hepimizi yürekten üzmüştür. Bu şekilde oluşum karşısında hükümetin tavrı milletimiz tarafından beklenmektedir. Doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyetinin manevî şahsına sıkılan kurşunların hesabının sorulmasını bu hükümetten beklemek öncelikle büyük meclisin ve sonrasında da Büyük Milletimizin beklentisidir. Kendilerini rahmetle anıyorum ve bir dahasında, devamedegelen, alışkanlık haline gelen bu olayların önlenmesi konusunda, hükümetin hangi tedbirlerle meseleyi ortaya koyacağıyla ilgili Yüce Meclise bilgi vermesini de bekliyoruz.

Kürsüden bayram kutlamak yerine, buradan Kızılay'a kadar yürüyüp, orada, yolda rastlanan her vatandaşa sormak lazım; bu bir bayram mı değil mi. O zaman alacağınız cevabı, hep birlikte, gelin, burada tartışalım.

Sayın Baykal'ın ifade ettiği genel görüşme önerisini büyük bir memnuniyetle karşılıyoruz ve hatta, öylesine bir genel görüşme olmalıdır ki, birkaç tur devam etmek suretiyle, mesele, hem milletvekilleri tarafından hem de millet tarafından çok net bir şekilde kavranmalıdır. Politikayı sadece müzakere tarihi alma çerçevesine kilitli tutmak suretiyle tam üyelik hedefini yakalayabilmek mümkün değildir. Bir müzakere tarihi alalım da ne olursa olsun bakış açısı, Türkiye'nin taşınabileceği bir yer değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ağar, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Bilinmesi icap eden bir gerçek vardır; 17 Aralığa kadar, Türkiye'de, siyasetin bütün içdinamikleri, mâni olan biz olmayalım psikolojisi içerisinde, kan kusup kızılcık şerbeti diyerek, meseleyi, önemli noktada, hükümete yardımcı olarak götürmeye gayret etmişlerdir; ancak, bilinmesi lazımdır ki, ortaya çıkan sonu belirsiz bir yolculuğun, çok ciddî şartlar ve engeller ortaya çıkarılmak suretiyle, ülkenin geleceğinde önem taşıyan bu konunun, Türkiye'nin bütün içsiyaset dinamiklerince çok ciddî bir muhalefet biçimde geliştirileceği açıktır. Meselenin temeli, Türkiye'nin menfaatlarını korumaktır ve elbette ki öncelikle bu Meclisin görev verdiği hükümet ve herkesin temel bakış açısı, mutlaka bu olacaktır. Meselenin, içpolitika çıkarlarının ötesinde bir büyük millî menfaat meselesi olduğu açıktır. Türkiye'de, herkesin... Bu kompleksin dışında, Türkiye'nin uzun vadeli millî menfaatlarını çerçeveleyecek biçimde ve elbette, Avrupa Birliği perspektifini muhafaza ederek, yarın öbür gün müzakere masalarında bu sıkıntıları tek tek aşacak bir büyük iradeyi var edebilmek bizim temel meselemizdir.

Batı ile ilişkilerinde, kafalardaki model, Cuma ile Robinson ilişkisi olamaz. Böyle bir model, Türkiye'nin psikolojisini temsil etmeye muktedir olamaz. Türkiye, gerçekten, Sümerlerden bu yana, cumhuriyetin, tarihin bilinen her döneminde merkez ülkesi olmuş bir Türkiye'dir. Türkiye, daha önce Sayın Başbakanın bir konuşmalarında ifade ettikleri gibi, dünyada medeniyetin ve gelişmenin varoşlarında kalma, kenar mahallelerde kalma tehlikesiyle, riskiyle karşı karşıya değildir. Türkiye her zaman merkezde olmuştur ve büyük tarihsel geçmişiyle de, bugünkü potansiyel ve gücüyle de her zaman merkezde olacaktır. Yegâne medeniyet, sadece Batı medeniyeti değil; bu topraklarda kurulmuş medeniyetlerin bugünkü şerefli mirasçıları olarak, Türkiye'nin, bütün bu süreçte, tam üyelik hedefini, bugünkü müzakere tarihi kararında olduğu gibi, bu sıkıntılarla dolu süreci aşma mecburiyeti vardır. Bunların, kabul edilemez şartları, Türkiye açısından, kabul edilebilir hale getirme mecburiyeti vardır.

Elbette, sürenin kısalığından, bütçeyle ilgili... Özellikle, bütçeyle ilgili derken, bütçelerin temel varlığı, yaşayan insanın, Türkiye'nin yaşayan insanlarının meselesine derman olacak devlet metinleri olarak bilinmektedir; ancak, görünen odur ki, hükümetin getirdiği üçüncü bütçenin yeni bir IMF anlaşmasının gölgesinde hazırlandığı ortadadır. Ekonomide kriz varken de IMF anlaşması, krizin ortadan kalktığı iddia edildiğinde de yeniden bu anlaşmalarla ortaya çıkacak metinlerin, Türkiye'nin çiftçisiyle, esnafıyla, işçisiyle, memuruyla, emeklisiyle, küçük tüccarıyla, taciriyle geniş halk kitlelerine getireceği hiçbir şey olmadığı açıkça görülmektedir.

Bugün tarım kesimi büyük bir çöküntü içerisindedir. Çiftçilerin feryatları Türkiye'nin her yerinden -yüksek seslerle- duyulmakta, artık, büyük gazete ilanlarına varmıştır. Bugün, Amik Ovası Çiftçiler Birliğinin; yarın, Egedeki pamukçuların, üzümcülerin; öbür gün, Karadenizdeki fındıkçıların ve Türkiye'nin Harranıyla, Diyarbakırıyla, Konya Ovasıyla, Çukurovasıyla, her taraftaki hububatçıların yükselen sesleri ortadadır.

Tarımda ihracat, bu hükümet döneminde sürekli ithalatın altında kalmaktadır, bu seneki, eksi 400 000 000 dolar civarındadır. Tarımın gayri safî millî hâsıladaki payı yüzde 14'ten 12'ye düşmüştür. Bizatihi hükümet programları gelecek dönem tarımda 1,7'lik küçülmeyi öngörmektedir.

Biraz evvel Sayın Baykal'ın ifade ettiği rakamlar, büyük bir memnuniyetle ifade ediyorum ki, 1997 yılında Doğru Yol Partisinin iktidardan ayrıldığı dönemlere aittir. 1 litre mazotun 2,6 kilo buğdayla alındığına dair rakamların, gübreyle ilgili verilen rakamların tamamı bizim iktidardan ayrıldığımız döneme aittir.

Doğru Yol Partisinin, Demokrat Partiden bu yana, tarihî ve vicdanî borçları olan çiftçi kesiminin bu şekilde ezilmesine gönlü asla rıza göstermez. Bütün bunların bir çözümü, bütün bunların karşılığında insanlarımızın, çiftçilerimizin, köylülerimizin terk etmek zorunda kaldıkları toprakların yeniden bereketle yeşermesinin yolları, imkânları vardır. Bugün Trakya'daki ayçiçekçisinden Adana'daki narenciyecisine, pamukçusuna, Harran'daki, Diyarbakır'daki hububatçısına, bütün Karadenizin her şeyi olan fındıkçısından, üzümcüsüne kadar her kesim kan ağlamaktadır.

Avrupa'nın pamuk deposu olması lazım gelen yerde, Ege Bölgesinde, hâlâ daha primlerin açıklanması beklenmektedir. Kendi çiftçimize veremediğimizi Avrupa çiftçisine vererek zengin edebilme imkânına Türkiye'deki hiçbir hükümet sahip değildir.

Bugün, Türkiye'de, esnafın, yüzde 25 faizle ve 15 milyar krediyle filan ayağa kalkma imkânı yoktur. Yüzde 5'lere indirilecek kredi faizleriyle ve 100 milyarları geçecek kredi imkânlarıyla ancak esnafı bir yere taşıyabilirsiniz.

Kâbus gibi çöken işsizliğe karşı beklenen ve görünen tedbirler, hükümet tarafından hâlâ oluşturulamamıştır. Çok iyimser sözleri duyuyoruz, inşallah, bunların olmasından da büyük bir memnuniyet duyarım.

Bir müddet evvel açıklanan Katılım Öncesi Ekonomik Programında yılda 5 milyar dolar doğrudan yabancı sermaye beklenirken, bugün, iki yılda beklenen yabancı sermaye 15 milyar dolara çıktı. Bu gelirse, bundan büyük memnuniyet duyacağımızı ifade ediyorum; ancak, Türkiye'nin son yirmi senelik periyoduna bakıldığında -diyebilirsiniz, müzakere tarihi kararı bunda olumlu rol oynayabilir- bunun ortalaması 1 milyar dolar civarındadır. Son dönemdeki artışın gayrimenkul satışlarından olduğu gerçeğini gözden ırak tutmamak gerekmektedir.

Türkiye, elbette, bütün bu zorlukları aşacak, bütün bu sıkıntıları aşacak gücün sahibi olan bir ülkedir. Ancak, bütün bunları yaparken, ayağını gerçekler üzerine basmak suretiyle yoluna devam edecektir. Bir hayal ortamı içerisinde, gerçeklerden uzak, insanların umutlarını ha babam ötelemek suretiyle, siyasetin bir yere taşınabilmesi, millet yönetiminde bir yere taşınabilmesi söz konusu bile değildir.

Büyük fedakârlıklarla -bugün Meclisteki odamıza geldiler- Doğu Anadoludan gelen besiciler kan kusmaktadır. Bütün bu dertlerini anlatmak istedikleri vakit de, istiskalle, aşağılanmayla karşılanmaktadırlar. Bunların kabul edilebilirliği yoktur. Bugün, büyük çapta kaçak hayvan girişiyle, Ağrı ve civarında, et fiyatları 4 000 000-4 500 000 liradır. Oradan Erzurum'a, Konya'ya, Aksaray'a kadar geldiğinizde, yükselen fiyat ancak 6 500 000-7 000 000, bilemediniz 7 500 000 lira civarındadır.

Ülkenin, esnafını, çiftçisini, köylüsünü, besicisini, işçisini, memurunu, emeklisini -Allah'ın dışında sığınacağı bir gücü kalmayan emeklisini- bu kadar geniş bir kesimi rahatlatan bir bütçe yoksa, bu bütçeyi tartışmakta hepimizin zorlukları vardır. Onlara yönelik herhangi bir iyileştirmenin üçüncü yıl bütçesinde de olmaması, kendisini iktidara büyük umutlarla taşıyan iktidar açısından fevkalade zordur. Kabul etmek gerekir ki, İktidar Partisi milletvekili arkadaşlarımızın, hangi tavır ve rahatlıkla, Anadolu'nun hangi kasabasına, hangi köyüne, hangi şehrine gidebilme imkânı vardır! (AK Parti sıralarından "hepsine" sesleri)

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Her tarafına... Hepsine... Her gün, her gün...

MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Siz gidin, gidebilirseniz gidin. Sandık geldiği vakit büyük bir rahatlıkla, gittiğinizi görürüz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bunların hepsi var olan gerçeklerdir. Bu gerçekleri dile getirmek, milletin vicdanı adına da bizim görevimizdir. Eğer, çiftçi memnunsa -buğdaycı, hububatçı, pamukçu, ayçiçekçi, hepsi memnunsa -benim diyeceğim bir şey yok; güle güle gidin. besiciler, hayvancılar eğer hayatlarından memnunlarsa, esnaf memnunsa, emekli, işçi memnunsa benim söyleyeceğim bir şey yok; mübarek olsun derim. Bize gelenler ile size gelenler arasında fark var.

O bakımdan, inşallah, milletin gerçek bayramlarını bu Mecliste kutlama imkânlarımız olacaktır. O bayram da, insanların millî gelirlerinin gerçek anlamda yukarı çıktığı ve saydığımız bu bütün kesimlerin meselesinin düzeldiği günler olacaktır.

Sayın Başkanım, müsamahanıza teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (DYP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ağar.

Sayın milletvekilleri, Hükümet adına Sayın Başbakan konuşacaktır.

Buyurun Sayın Başbakan. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli basın mensupları; Yüce Meclisimizin şahsında, aziz milletimin her ferdini sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

2005 yılı bütçesi, Plan ve Bütçe Komisyonundan Genel Kurula inmiş bulunmaktadır; ülkemize hayırlı olsun.

Sözlerime başlarken, Maliye Bakanımız başta olmak üzere, diğer bakanlarımızla birlikte, uzun bir maratondan sonra, bütçeyi görüşerek Genel Kurula sunan Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleri ile bürokratlarımıza da teşekkür ediyorum.

Bu arada, Irak Büyükelçiliğindeki görevlerine giderken, 17 Aralık günü saat 11.30'da Musul'da şehit edilen beş polisimize Allah'tan rahmet diliyorum, geride kalan ailesine sabırlar diliyorum, milletimizin başı sağ olsun diyorum ve yaralı kardeşimize de yine Rabbimden şifalar temenni ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisin bugünkü gündemi, aslında, bütçe görüşmeleri; fakat, görüldüğü gibi, burada, bütçe görüşmelerinin dışında, 17 Aralık gerekçe alınarak, tamamen Avrupa Birliği müzakerelerine dönüştü. Bu, zaten beklentimdi de; zira, Brüksel'den dönerken, Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşlarıma, orada bir nükteyle de söyledim, herhalde, pazartesi gününün gündemi de belli olmuştur; Sayın Baykal da, bütçeyi değil de Avrupa Birliğini o gün daha çok ortaya koyacaktır" dedim. Nitekim de görünen o oldu ve şu anda, bütçeden çok Avrupa Birliğini müzakere etme noktasına geldik.

Fakat, tabiî, üzüldüğüm nokta şudur: Eğer, Dışişleri Bakanlığımızın sitesine girip de o günün akşamında, şöyle, orayı bir yoklayıverselerdi, oradan, kesin, son zirve neticesini alma fırsatları olurdu. O fırsatı, ne yazık ki, bulamadılar ve yanlış bilgilendirmeyle de, bugün, zirve sonuçlarını, çok farklı bir şekilde, burada, değerlendirmeye, yorumlamaya kalktılar. Bunun da ötesinde, eğer, orada da yok diye bir iddianız varsa, o zaman, Sayın Baykal, Avrupa Birliğinin sitesine girip, oradan da bunları bulma imkânınız vardı; çünkü, orada da yayımlanmıştı. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ülkemizin çağdaşlaşma ve muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma iradesinin açık hedefi olan Avrupa Birliği üyeliği yolunda en önemli dönemeçlerden birini, biz, başarıyla aştığımıza inanıyoruz. Aziz milletimiz, kendi değerlerine sonuna kadar olan bağlılığını koruyan ve önemseyen bir millettir. Bu millet, aynı zamanda, evrensel değerleri benimsemiş, çağdaşlaşma iradesine sahip bir millettir. Milletimizin bu iradesi sayesinde, yüz yılı aşan modernleşme çabaları ve kırkbir yıllık Avrupa Birliği mücadelesi, artık yepyeni bir zemine geçmiştir. 17 Aralık kararıyla beraber, Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma yolunda ciddî bir kazanım elde edilmiştir. Kuşkusuz, bu başarı, özünde milletin başarısıdır. Milletin bu iradesine vesile olan herkesin de, bu başarıdan dolayı, bu başarıya olan katkılarından dolayı -bugüne kadar hep belirttiğim gibi, şimdi de belirtiyorum- kendilerine, tekrar, teşekkür ediyorum ve tebrik edilme hakkı vardır. Bu nedenle, bugüne kadar bu sürece emeği geçen tüm devlet ve siyaset adamlarımıza, hükümetlerin mensuplarına, değerli bürokratlara, bilim adamlarına, gazetecilere ve sivil toplum örgütlerine de huzurlarınızda bir kez daha teşekkür ediyorum.

Artık Türkiye -şimdi altını çiziyorum- net bir müzakere tarihi almıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu tarih, 3 Ekim 2005'tir.

ALİ RIZA BODUR (İzmir)- Hangi koşulla?!

CANAN ARITMAN (İzmir)- Hangi şartla?!

GÜROL ERGİN (Muğla)- Brütü nasıl olacak?!

AHMET YENİ (Samsun)- Sabırlı olun biraz, sabırlı.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla)- İsterseniz toptan alalım sizi buraya, siz konuşuverin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Artık Türkiye net bir müzakere tarihi almıştır. Bu tarih, 3 Ekim 2005'tir, ve bu tarihle ilgili olarak bir de hedef konulmuştur; bu hedef tam üyelik hedefidir. Tam üyelik hedefi de bu kayıtlarda mevcuttur ve dağıtıldığı gibi, anlatıldığı gibi değil bu işler ve buna, 25 ülkenin tamamı onayını vermiştir ve bu onay veren ülkeler içerisinde Güney Kıbrıs da mevcuttur. Bunu bir kenara koyamazsınız.

Eğer, Güney Kıbrıs, burada, veto hakkını kullanmış olsaydı, bu onayı da oradan alamazdınız. Orada, bu onayı vermeye sevk eden bir strateji uygulanmıştır ve bu stratejiyi de bu hükümetin temsilcileri orada başarmıştır ve bu neticeyi bu şekilde almıştır. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Millî çıkarlarımız ile Avrupa Birliği ilkeleri arasındaki uyum gözetilerek yürütülen müzakereler sonucunda, millî çıkarlarımız ve millî davamız en iyi şekilde korunarak, Avrupa Birliği değerleri zeminine güçlü bir adım atılmıştır aslında.

Gözlemciler tarafından "sessiz devrim" olarak nitelenen bu reform sürecini kesintisiz devam ettirmek ve bunu uygulamaya tam olarak yansıtmakta kararlıyız. Dolayısıyla, ortada herhangi bir ciddî sorun yoktur.

En çok tartışılan gündemler, Kıbrıs'la ilgili tartışmalar çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Kararların 19 uncu paragrafında, Ankara Antlaşmasının Avrupa Birliğinin mevcut kompozisyonuna uyarlanmasını sağlayacak uyum protokolünü, katılım müzakereleri başlamadan önce gerekli uyarlamalar üzerinde anlaşmaya varıp, bunlar sonuçlandırıldıktan sonra imzalamaya hazır olduğumuz beyan edilmektedir. Buradaki hassasiyet budur; lütfen, burayı iyi anlayın.

Sözü edilen protokolün imzalanması, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin genel çerçevesinin bir gereğidir. Bunu da bilmek durumundayız.

Bu metinde de belirtildiği üzere, bu, ancak, karşılıklı mutabakatla neticelendirilecektir. Eğer, bu karşılıklı mutabakat sağlanmadığı takdirde, bu, asla yürürlüğe girmez. Anılan protokolün imzalanması, tanıma anlamı da taşımamaktadır. Lütfen, bunu uluslararası devlet hukukundan anlayanlarla şöyle bir tartışır, müzakere ederseniz, onun da neticesini oradan alırsınız; biz de bu neticeleri almış durumdayız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Unutmayalım ki, Türkiye, 25 üyeli bir ortaklığa girmektedir. Bu nedenle, bu 25 üyeyle müzakere yürütülecektir. Dolayısıyla, Türkiye'nin, bu 25 ülkeden birini şu aşamada tanımaksızın müzakere pozisyonu elde etmesi, esasında millî çıkarlarımızı koruma konusundaki hassasiyetimizi de göstermektedir. Böylece, Hükümetimiz, millî davayı en iyi şekilde koruyarak ve Avrupa Birliği perspektifini de elde tutarak en iyi pozisyonu elde etmiştir.

Esasen, tanıma konusunda açıklığa kavuşturulması gereken husus şudur: Tanıma kararı alan ülke, bu konudaki iradesini siyasî bir beyanla ortaya koymalıdır. Bu beyanın tanıma etkisini göstermesi de, söz konusu tanımanın içeriği ve çerçevesinin karşı ülke tarafından kabul edilmesiyle mümkündür. Uluslararası hukukta "dolaylı tanıma", "fiilî tanıma", "doğrudan tanıma" gibi kavramlar vardır. Ancak, ilgili ülke, alınan kararın, tanıma sonucunu doğurmayacağını belirttiği takdirde, bundan tanıma sonucunu çıkarmak da mümkün değildir. Dolayısıyla, biz, Avrupa Birliği Konseyine söz konusu protokolün imzalanmasının tanıma anlamına gelmediğini, Kıbrıs Rumlarının, Kıbrıs Türklerini temsil edemeyeceklerini, Türkiye'nin, Kıbrıs sorununa ilişkin mevcut hukukî ve siyasî tutumunu sürdürdüğünü de açıkça zirvedeki sonuç bildirgesinin okunması sırasında ortaya koyduk.

Özetle, bizim söylediğimiz şudur: Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği kırkbir yıllık bir ulusal hedeftir, Kıbrıs ise, daha uzun yıllara dayanan bir ulusal davadır. Akılcı politikalar yürütüldüğü takdirde bu ikisinin çelişen hedefler olmadığını düşünüyor ve politikamızı da buna göre sürdürüyoruz.

Uyum Protokolüyle ilgili meseleye, ülkemizin Kıbrıs'a ilişkin hak, hukuk ve çıkarlarını gözeterek nasıl bugüne kadar yaklaştıysak, bundan sonra da aynı şekilde yaklaşacağız. Aziz Milletimiz bu konuda müsterih olmalıdır.

Esasen, anılan protokolün imzalanmasının tanıma anlamı taşımayacağı, Avrupa Birliği zirvesi sırasında, Avrupa Birliği Dönem Başkanı Sayın Balkenende tarafından gerek zirvede gerek zirveden sonra açıklanmıştır; aynı şekilde, Sayın Schröder tarafından açıklanmıştır; aynı şekilde, Sayın Blair tarafından açıklanmıştır; aynı şekilde, Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Sayın Barosso tarafından açıklanmıştır. Bütün bunlar açıkça ifade edilmiştir ve bunların hepsi, artık, uluslararası basında da kayda girmiştir. Ayrıca, Avrupa Birliği Dönem Başkanı da, yaptığı açıklamalarda, bunun tanıma olamayacağını, tekrar tekrar, teyiden, daha sonraki bazı toplantılarda da ifade etmiştir.

Son tahlilde, önemli olan Türkiye'nin ne dediğidir. Burası çok önemli. Bizim tanımadığımız bir ülkenin bize "hayır, tanıyorsun" şeklinde bir dayatmayla tanıtılması imkânı mevcut değildir.

Kararda, Avrupa Parlamentosu kararı not edilmiştir. Bunu da saptırmanın anlamı yok. Allahaşkına düşünün yahu,. şu Avrupa Parlamentosunda, bugünlere kadar Türkiye'nin lehinde acaba 10 tane "evet" oyu çıkar mıydı be?.. Şimdi, Türkiye'nin lehine, oradan, 400'ü aşkın "evet" oyu çıkıyor. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) ve bu kararın, müzakerelerin olumlu başlatılmasına ilişkin neticeleri var. Bunlar durup dururken olmuyor. Türkiye'deki mevcut hükümetin dışpolitikadaki etkinliğinin neticesidir bu; münasebetlerin neticesidir bu. Bunlar olmamış olsa bu neticeleri almak mümkün mü? Bunları, şüphesiz ki, Parlamentomuz bugüne kadar gösterdiği dayanışmasıyla, milletimizin verdiği destekle, bütün sivil toplum örgütlerinin bu noktadaki tavrıyla oluşturan bir süreç yaşadık ve bu süreç, inanıyorum ki, bundan sonra da, aynı etkinliğini sürdürerek devam edecektir.

Bilindiği üzere, Avrupa Parlamentosu kararlarının -bunun da altını çiziyorum- bağlayıcı bir niteliği de yoktur. Bununla birlikte, Avrupa Parlamentosunun, Türkiye'ye "evet" dediği kararlarla ilgili oylamanın tüm dünya basınına yansıyan görüntüsü, aslında, Türkiye için çok büyük bir tanıtım olmuştur. Burayı iyi görmemiz lazım ve değerli arkadaşlarım, kararın 22 nci paragrafı, Türkiye'nin Kopenhag Siyasî Kriterlerini yerine getirdiğini belirtmekte ve kamuoyunun malumu olan 6 yasanın yürürlüğe girmesi kaydıyla, müzakerelerin 3 Ekim 2005 tarihinde başlayacağını ifade etmektedir. Zirve kararlarının, Türkiye bakımından en çarpıcı boyutu, hiç kuşkusuz, bu hükümdür. Bu hükümle, Türkiye, kırkbir yıllık mücadelesinin, evet, önemli bir dönemecini kazanmıştır ve bunu başarmıştır.

Delegasyonlar ve daimî koruyucu tedbirler... Burada da yanlış izahatlar var; yanlış bilgilendirmeler var ve ben, Sayın Genel Başkana şunu söylemek istiyorum: Elinizdeki tercüme edilmiş olan bildirge, üzerinde son değerlendirmelerin yapılarak, oradaki değişikliklerin yapıldığı bir metin değildir; yanlış metin üzerinden tercümeler yapılmıştır. Bu konuda, özellikle bilgilenmenizi istiyorum.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Tercüme kullanmıyoruz; orijinal metne bakıyoruz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İşin doğrusu yanımdadır; buradadır...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Orijinal metin var Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - ... ve o konuda, maalesef, iyi araştırın; bunu araştırdığınız zaman, yanlışlıkların nerede olduğunu da göreceksiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başbakan, elimizde orijinal metin var..!

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başbakan, söyleyin de, öğrenelim...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) -Anlatayım... Anlatayım...

CANAN ARITMAN (İzmir) - 22 nci maddeyi baştan sona bir okur musunuz...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, hedef, tam üyeliktir... Hedef, tam üyeliktir.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Okuyalım Sayın Başbakan...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ben, çok iyi okudum onu.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başbakan, bu, orijinal metin...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Algan Bey, çok iyi okudum.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Okuyun; biz de bilelim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bütün bürokratlarımla, bütün siyasetçi arkadaşlarımla, hep beraber, onu gayet iyi okudum. Bunu, bir de, muhataplarımızla da gayet iyi müzakere ettik enine boyuna.

Bakınız "ucu açık" ifadesini, bir defa, iyi kavramalısınız. Bu müzakereler, yani, chapter'lar denilen, fasıllar denilen... Her faslın başlangıç ve bitiş tarihi diye bir tarih yoktur. Bugüne kadar, hiçbir ülke, böyle bir müzakere yapmamıştır. Başlar, müzakere devam eder, bittiği anda biter; bunlarla ilgilidir.

Haa, burada bir şey vardır; nedir o: "Tam üyelikle ilgili bir garanti yoktur" ifadesine eğer takılıyorsanız... Bizden öncekiler için tam üyelik verilmiştir; ama, ondan sonra, örneğin, bir İngiltere, onbirbuçuk yılda müzakereleri bitirebilmiştir ve -Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle döneminde- iki kez veto edilmiştir İngiltere. Aynı şey Portekiz'in başına da gelmiş, aynı şey İspanya'nın başına da gelmiştir.

Tabiî, sizler, hep bardağın boş tarafına bakmaya alıştığınız için, olaya, yine, böyle bakıyorsunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Eğer, dolu tarafına bakıp da "biz, iki yıl içerisinde, şu Parlamento el ele verdik; ya bu işi nasıl başardıysak bundan sonraki süreçte de biz, bu işi, evvel Allah başarırız, bu millet bunu başarır" deseniz, inanıyorum ki, o zaman bu bayramı siz de yapacaktınız. (AK Parti sıralarından alkışlar)

CANAN ARITMAN (İzmir) - Bayram yokken bayram yapılıyor!..

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Doğru diyorsun... Biz, ona da "eyvallah" deriz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Kendimizi kandırmasak işbirliği yaparız da!..

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor ki, derogasyonlar olayında bir şeyi daha ortaya koyayım; o da şudur: Bakınız, zikrettiğiniz, gerek emeğin serbest dolaşımı gerek tarım vesaire, bu konularla alakalı olarak da şunu iyi bilmemiz gerekiyor: Bu, tek taraflı bir olay değildir, karşılıklı bir olaydır; taraflar oturur ve belgeler. Neyi belgeler; "bende işsizlik had safhaya varmıştır; artık, ben, emek transferine, emeğin ülkeme girmesine müsaade edemiyorum" der ve bunu tevsik edebilirse, bunu belgeleyebilirse, karşılıklı mutabakatla, o zaman buraya emeğin girişine müsaade edilmez, buna bir süre verilir. Haa, bu süre beş sene olur, on sene olur; o, ayrı mesele. Bu, sadece onlar için değil bizim için de geçerli olan bir süreçtir. Bu, zaten anormal bir olay değil; ama, burada, daimîlik bir hak olarak vardır. Daimî olarak bu derogasyonların devamı, hak niteliğindedir; yani, bunu taraflar hak olarak kullanabilirler. Ne yaparak; tevsik ederek kullanabilirler. Aksi takdirde, bunu da kullanma yetkileri yoktur.

Bir başka husus, tüm Kopenhag Kriterleri dikkate alınmakla birlikte, eğer aday ülkenin, üyeliğin tüm yükümlülüklerini yerine getirecek durumda olmaması halinde, aday ülkenin Avrupa yapılarına mümkün olan en güçlü bağla tam olarak bağlanmasının sağlanacağı keyfiyetidir. Burada önemli olan, ortak amacın en başta katılım olmasının vurgulanmasıdır. Ondan sonraki süreç, bizim tasarrufumuzda olan bir süreçtir. Sonucu kimsenin garanti edemeyeceği de gerçeğin ta kendisidir. Aday ülkenin üyeliğin tüm yükümlülüklerini yerine getirememesi durumunda ne olacağına karar verecek olan ise, aday ülkenin kendisidir; yani, Türkiye, kendi kaderini kendisi tayin etmeye gücü yeten bir ülkedir. Türkiye, kendi ayakları üzerinde durma iradesine her zaman sahiptir, bundan sonra da sahip olacaktır; lakin, Avrupa Birliği, böyle bir durumda dahi, güçlü bağları korumak yolunda bir arzu izhar etmiştir. Bu, Avrupa Birliğinin, en kötü ihtimale ilişkin niyetidir. Bizim amacımız ise, katılım süreci içinde, tüm yükümlülüklerimizi, karşılıklı dayanışma, işbirliği, uyum ve hakkaniyet içinde yerine getirerek, Avrupa Birliğinin üyesi olmaktır. Bugünden, en kötü senaryo üzerinde odaklanmanın bir anlamı yoktur. Çalışmalı ve kendimize güvenmeliyiz.

Müzakerelerin başlatılması kararı, Türkiye için önemli bir başarıdır. Türkiye, bu başarıyla, bütün dünyanın gündemindedir. Önümüzde daha güç bir dönem vardır; ama, en önemlisi, reform sürecinin, her alanda, yaygınlaştırılarak sürdürülmesidir. Biz, bu yönde, her türlü çabayı göstermeye hazırız. Bu süreçte, Avrupa Birliğinin de bizimle işbirliği yapmasına ve desteğine önem vermekteyiz; bunu, açıkça, Avrupa Birliğinden beklemekteyiz.

Bizim Türkiye için istediklerimizin sınırı yoktur. O nedenle, hiçbir müzakerenin sonucu bizi tam olarak tatmin etmez. Kuşkusuz, kararlar daha iyi yazılabilse, müzakereler daha erken bir tarihte başlayabilseydi elbette daha mutlu olurduk; ama, şunu kabul etmeliyiz ve etmelisiniz ki, Türkiye, rasgele, sıradan bir ülke değil. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu kadar kolay olsaydı, herhalde bu süreç de kırkbir yıl sürmezdi. Bu kırkbir yıllık süreci gayet iyi yaşayanlar var. Neden buraya kadar sürdü bu süreç, bunu çok iyi bilenler var; bunların hepsi kayıtlarda mevcut. Bunu bildiğimize, bildiğinize göre, burada, şu iki yıl içerisinde atılan adımların ne kadar önemli olduğunu bilmemiz ve onu bir kenara itmemiz pek insafla bağdaşmaz ve 17 Aralık kararlarının içeriğini tartışmak ile 17 Aralıkta Türkiye'ye müzakere kapısının neden kapandığını tartışmak arasında bir tercih söz konusu olursa, herhalde, Anamuhalefet Partimiz de "neden bu kapı kapandı" sorusunu o zaman soracaktı. Biz, şimdi, neden bu kapı kapandı değil, işte bu kapı nasıl açıldı; bunu anlatıyoruz sizlere; başarı burada. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Nihayet, Avrupa Birliğiyle gerçek anlamda ilk kez gerçekleştirilen böyle bir müzakerenin ayırt edici özelliklerine de değinmekte yarar vardır. 16 -17 Aralık zirvesi sırasında Avrupa Birliğiyle klasik anlamda ikili bir masabaşı müzakere yürütülmemiştir. Avrupa Birliği karşımıza tek bir devlet olarak değil, 25 üyeli bir blok olarak çıkmıştır. İlaveten, Komisyon da, müzakerenin ayrı bir tarafı olarak burada yer almıştır. Asıl önemlisi, sonuç, ciddî bir zaman baskısı altında alınmaya çalışılmıştır. 25 üyenin ortak çıkarlarını gözetmeye çalışan Avrupa Birliği, haliyle, kimi zaman son derece talepkâr olabilmiştir. Bütün bu olumsuz koşullara ve hepimizin malumu, bir Avrupa Birliği üyesinin özellikle Uyum Protokolü konusundaki dayatmacı tutumuna rağmen, görüşlerimiz Avrupa Birliği tarafında yankı bulmuş ve makul bir orta yolda buluşulabilmiştir.

Aziz Milletimiz bu noktada müsterih olsun. Bu kararlar çocuklarımızın daha iyi bir Türkiye'de yaşamasına imkân verecektir. Bu konuda şimdiye kadar verdiği destek için, ben, tekrar, Anamuhalefet Partisine teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Diğer muhalefet milletvekillerine teşekkür ediyorum, sivil toplum örgütlerimize, tekrar, teşekkür ediyorum. Burada bazı gerçekleri de, tabiî, ifade etmem lazım.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Türkiye'ye döndük; halkımızın bir heyecanı var. Bunu bir bayram ilan etmemiz konusunda nedense rahatsızlık var. Niye rahatsızlık duyuluyor ki; tarihî bir kayda giriyoruz ve bu, anılacak, artısıyla eksisiyle anılacak. Ama, bu bir başlangıç; nerede; dönemeç noktasında ve bundan sonraki süreç, bizi farklı bir yere doğru taşıyor. Bakınız, ülkenin sadece siyasî yapısını değil, sadece kültürel yapısını değil, bu, aynı zamanda, askerî yapısını da, ekonomik yapısını da etkileyen yeni bir süreç olarak başlıyor ve bu süreçte, âdeta, çağdaş, modern bir Türkiye'nin kuruluşu gündeme oturuyor ve bunu, bu bayramı hep beraber yaşamamız lazım. Bundan kaçınmaya, çekinmeye hiç gerek yok ve biz, o karma pozisyonu gördüğümüz zaman ayrıca mutlu olduk ve bu mutluluğu hep birlikte de yaşıyoruz.

Bakın, bize Brüksel'de de bunu sordular. Sordukları zaman, biz başardık, dedik; yüzde yüz asla değil, dedik ve bu karar bizi asla şımartmayacak, dedik ve biz bunun bilinci içerisindeyiz. Burada her şey tam, her şey dört dörtlük... Geldiğimiz andan bu yana böyle bir iddianın içerisinde bulunmadık; Brüksel'de de bulunmadık, burada da bulunmadık ve şimdi, bu eksiklikler nelerdir; bu süreç içerisinde de bunları giderecek ve inşallah, müzakerelere de böyle oturacağız.

Tabiî, ben burada bir şeyi daha açıkça ifade etmek istiyorum; o da şudur: Sayın Baykal, sürekli, ısrarla bir şeyin üzerinde duruyor, o da şu: İkinci sınıf, üçüncü sınıf... Eğer siz kendinizi ikinci sınıf kabul ediyorsanız, ben buna bir şey diyemeyeceğim; ama, biz kendimizi böyle kabul etmiyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Çok ayıp!.. Çok ayıp!..Ne alakası var...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bu millet, birinci sınıftır ve bunun gereğini orada ortaya koymuş ve bu mücadelenin sonucunda da bunu koparmıştır ve bunu almıştır.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - "İkinci sınıf" sözünü size söylemedi ki.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bana derken, şahsımı kastetmiyorum zaten, Türkiye'ye bu söylendiği için ağırıma gidiyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ama, siz bize söylüyorsunuz Sayın Başbakan!..

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - "Türkiye'ye burada ikinci sınıf bir üyelik biçiliyor" deniliyor. Burada, Türkiye'ye ikinci sınıf bir üyelik biçilme gibi bir şey söz konusu değil. Böyle bir yere kendi kendimizi oturtmanın gayreti içerisine girmek çok yanlış.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Türkiye'yi o duruma düşürdüğünüzü söylüyor.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Onu siz kabul ettiniz, biz değil.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Böyle bir şey yok. Böyle bir şey kabul edilmemiştir. Böyle bir şeyle itham...

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - İmza altına aldınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın, onu da bilmiyorsunuz, burada imzalanan bir şey de yok.

GÖKHAN DURGUN (Hatay) - Söyleyin canım öyleyse.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bir milletvekili olarak bunu da öğrenin; burada imzalanan bir şey yoktur. Burada, Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı, sadece, aldığı kararı açıklar. Burada herhangi bir şeye imza atılmaz. Bakın, o kadar bilmiyorsunuz ki "Başbakan niye imzalamadı" diyorsunuz. Başbakan, muhatabı başbakan olursa imzalar, devlet bakanıyla imzalamaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

O da 19 uncu paragrafla alakalıdır. Bize bu teklif edildiği zaman, biz kendilerine şunu söyledik: Eğer bu metne, gelir de Sayın Balkanende imzayı koyarsa, imzayı koyarız. Üçüncü imza da Barosso olur, imzayı koyarız." Dediler ki: "Dışişleri Bakanı atsın." Biz, eğer Dışişleri Bakanımızın muhatabı dışişleri bakanı olursa imzalarız; ama, Dışişleri Bakanımızın muhatabı dışişleri bakanı olmazsa, o da imzalamaz dedik. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunun üzerine, dediler ki: "Devlet Bakanı Nikolai imzalayacak." Eğer Devlet Bakanı Nikolai imzalayacaksa, o zaman bizim Devlet Bakanımız Beşir Bey burada, Beşir Bey bunu imzalar dedik. Bu nedir biliyor musunuz; bu, bu milletin bu noktadaki hassasiyetinin ifadesidir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Demek ki, imza var.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İmzalanan tüm metin değil, sadece 19 uncu maddeyle ilgili değişikliktir, diğerleri değil. Onu da öğren.

Ayrıca, burada, bir başka konu var; bunun içerisine de girmek istiyorum; o da, medyada çeşitli yorumların çıkması, vesaire. Çıkabilir, yani, medya her türlü yorumu yapabilir, yapmıştır da. Orada Hükümetin, yetkililerin koyduğu tavırlar niçin Anamuhalefeti rencide ediyor ki?! Koyulması gereken bir tavır varsa, yeri geldiği zaman koyulur. Yapılmış olan da budur; çünkü, bu, orada bir sinir harbidir, bir strateji mücadelesidir. Yapılmış olan budur. Ama, ben, gücümü, kuvvetimi sizden aldım, siz burada güzel açıklamalar yaptınız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu açıklamalardan aldığım güçle bunu yaptım. Eğer, o açıklamalarınız olmasaydı, ben bunu yapamayacaktım.

Değerli arkadaşlarım, ben de biraz olsun bütçeyle ilgili şöyle bir değerlendirme yapayım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, tabiî, Avrupa Birliği yolunda aldığımız bu mesafe, 17 Aralık zirvesinden sonra, kısaca bir özetlemeyle birlikte, gördüğünüz gibi, piyasaya olumlu etkilerini vermeye başladı. İnşallah, bu etkiler artarak gelişecek; bundan hiç endişeniz olmasın.

Tabiî, burada, özellikle şunu ifade etmek istiyorum: Bakınız, şu anda doğrudan yabancı sermayenin Türkiye'ye girişi başladı ve hemen ilk gelenler, ilk kafileler gelmeye başladı. Özellikle 5084 sayılı Yasayla ilgili talepler artmaya başladı. Bunlar geliyor ve bunlarla ilgili olarak Türkiye'de işsizlik konusunda yeni bir dönem başlıyor. Bu dönemde de, inanıyorum ki, doğrudan yabancı sermayenin ülkemizde attığı adımlarla birlikte, göreceksiniz, istihdamda da farklı, olumlu gelişmeler olmaya başlayacak.

Gelir gider kalemleri arasındaki uçurum, harcama kalemlerindeki sınır tanımazlık, bizim iktidarımızda ilk kez sona ermiştir. Kamu harcamalarında, ilk kez, ayağımızı yorganımıza göre uzatıyoruz, yerli ve yabancı yatırımcıların güvenini zedeleyecek yanlış adımlardan kaçınıyoruz; ekonominin bütün aktörlerinin önlerini bu vesileyle görmesini sağlıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bu dikkat ve titizliğin eseri olarak, öngördüğümüz hedeflerin tamamını tutturuyoruz ve bu hedefler sizin de malumunuzdur. İşte enflasyon, işte büyüme, işte faizlerdeki durum.

Bakınız, şunu nasıl görmezlikten geliriz: Göreve geldiğimizde, Türkiye'de nominal faiz yüzde 69'du; bakın, şu anda yüzde 21'e düştü. Nereden nereye.... Aradaki fark yüzde 48. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bu, kimin cebinden çıkıyordu; milletin cebinden çıkıyordu. İç borçlanmada bu kadar yüksek faizle borçlanırken, şimdi yüzde 21'le borçlanıyoruz. Devamlı, gündeme, borç stoku, borç stoku... Tamam, borç stoku da, nasıl bir Türkiye aldık, ortada. Yani, bunlar hazır mıydı, var mıydı da biz borç stokunu artırmaya başladık? Zaten borçla borcu döndüren, onu bir yerde halletmeye, çözmeye çalışan bir ülke durumundaydık; ama, şimdi, biz, parayı ucuza satın alıyoruz; geçmişle aramızdaki fark bu. Yüzde 69'la alınırken, şimdi yüzde 21'le alınıyor, buralardan buraya geldik; yani, bir iki puanın nelere mal olduğunu düşünün. Sadece, bizim, geçen yılın bütçesinde ödememiz gereken faizlerde neyi kazandığımız çok açık, net ortada. Neyle oldu bu; işte ucuz borçlanmayla oldu. Eğer bu ucuz borçlanma olmasaydı, o zaman, bütçedeki o hane 7 katrilyon lira daha fazla olacaktı. Bu noktadayız. İnanıyorum ki, bu yıl daha da iyi olacak.

Açık söylüyorum, şaşıracak hiçbir şey yok; iyi niyetle gelir-gider dengesi kurduğunuz zaman; yani, kazancınıza göre harcama yaptığınız zaman işleriniz de rast gidiyor.

1995 yılında bütçe harcamaları 1,33 katrilyon lira olarak hedeflenmiş, yıl sonunda 1,72 katrilyon lira olarak gerçekleşmiş. 1997'de hazırlanan bütçe, 6,25 katrilyon lira olarak planlanmış, yıl sonunda 8,05 katrilyon lira olarak neticelenmiş. 1998'de, bütçe, 14,78 katrilyon lira olarak planlanmış, 15,61 katrilyon lira olarak gerçekleşmiş. 2002'de, bütçe, 98,1 katrilyon lira olarak planlanmış, 115,6 katrilyon lira olarak gerçekleşmiş; yani, 17 katrilyon lira fazla harcama yapılmış.

Gelelim, bizim, Türkiye'nin emanetini devraldığımız döneme. Bizim dönemimizde, 2003 yılında ise, toplam bütçe harcamaları 145,9 katrilyon lira olarak planlanmıştır. Bakınız, bir önceki yıl, 17 katrilyon lira bütçe gelirlerinden fazla harcama yapılırken, bizim iktidarımızın ilk yılında -harcamalar 5,5 katrilyon lira azalarak- planlananın altında, 140,5 katrilyon lira olarak neticelenmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar) 2004'te, bütçe, 149,9 katrilyon lira olarak planlanmış, 139,1 katrilyon lira olarak gerçekleşmektedir; yani, burada da, 10,8 katrilyon lira tasarruf edilmiştir. İşte bu fark, AK Parti İktidarının farkıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekili arkadaşlarım, kamu kaynaklarının yönetiminde, ülke kaynaklarının ülkeye kazandırılmasında, bizim farkımızı, iş tutma biçimimizi ortaya koyan çok örnekler var; fakat, bunları, inşallah, bir hafta sonraki bütçenin kapanış görüşmelerinde gündeme getirmeyi daha uygun buluyorum.

2001 krizinde, Türkiye'nin durma noktasına geldiğini biliyorsunuz, büyüme bir yana, Türkiye küçülüyordu; ama, şimdi, OECD ülkeleri arasında Türkiye 1 numara.

Bunların hepsini yok farz ediyoruz! Bakın, enflasyonu da yok farz ediyoruz; şu anda, enflasyon, yüzde 33 - 34'lerden tek haneli rakama iniyor, diyoruz ki "bunlar teknik rakamlardır, bunlar kitapların arasındadır" filan!.. O zaman, bunları niye icat etmişler acaba?! Niye bunlar var?! Niye bunlar var?! (AK Parti sıralarından alkışlar)

2003'te büyümeyi yüzde 5 olarak öngördük, yıl sonunda 5,9 oldu. 2004'te yüzde 5 olarak öngördük; ama, gördüğünüz gibi, bu yıl, ilk altı ayda yüzde 13,5'lerdeydi; görünen o ki, yüzde 10'un altında, 10'a yakın, o civarda yine bitecek.

Değerli arkadaşlarım, biz, bu noktada işimizi sıkı tutuyoruz ve gayretle, geleceğe, ülkemizi çok daha farklı bir şekilde götürmenin gayretindeyiz. Burada bir şeyi ifade edeyim: Özellikle, 2001 yılında bütçenin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 45 iken, 2002 yılında yüzde 42'dir. Bakın, bu çok önemlidir. Bizim hesabını tuttuğumuz 2003 yılında ise yüzde 39'dur. Keza, 2004 yılında yüzde 32,8 olmuş, 2005 yılı ise yüzde 32,36 olarak planlanmıştır. AK Parti İktidarının iş görme tarzını en açık olarak gösteren hususlardan biri, bütçelerin de küçülmesidir. Bu gelişme, hayatî derecede önemlidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçeyle ilgili önemli bir husus da bütçe açıkları. Bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı yıllar itibarıyla azaldığı gibi, 2005 bütçesinde ciddî bir azalma göstermektedir. Bizden önce bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı, 2001'de yüzde 16,45; 2002'de 14,58 iken, bizim yaptığımız bütçelerde, 2003'te 12,7 hedeflenmişken, gerçekleşme 11,27 olmuştur. 2004'te 10,92 hedeflenmişken, 7,27 olarak gerçekleşmiştir. 2005'te hedefimiz 6,06'dır.

Bizim hazırladığımız bütçelerin en önemli özelliklerinden biri de, sosyal politikaların, ekonomi politikalarıyla birlikte ele alınmasıdır. Bu konuda, tabiî, bazı şeyler söyleniyor; söylenecek, normaldir. Bakınız, biz, geçen yıl, Türkiye genelinde, halkımıza 700 000 ton kömür dağıttık. Bütün Türkiye'nin dört bir yanına bu gitti. Bu yıl 1 200 000 ton, yine, kömür dağıtılması planlandı; bunun yaklaşık 1 000 000 tonu halkımıza ulaşmış durumda. Aynı şekilde, geçen yıl ve bu yıl, okullarımızda, ilköğretimde çocuklarımıza kitaplarını bedava verdik. Daha da önemlisi, yükseköğrenimde, göreve geldiğimizde, kredi olarak öğrencilerimize verilen kredi 45 000 000'du; ama, bakın, şu anda 110 000 000'a çıktı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Çok fazla(!).. Azaltalım(!)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bu yıl geldiğimiz nokta; artık, kredi, burs verilmeyen öğrenci hemen hemen kalmıyor, bu noktaya geldik ve bunlar, yapılmış olan sosyal politikalarımızın gerekleridir ve bu devam edecektir. Bunlardan, tabiî, hiç rahatsız olmaya gerek yok; ama, bunlara da, lütfen, bir kılıf giydirmeye, gömlek giydirmeye çalışmayalım.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sığ sosyal politikalar bunlar.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Bu rakamlar çok düşük; onu belirtmeye çalışıyoruz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - İnşallah daha iyisi olsun, biz de onu isteriz tabiî ki; ama, şu anda gücümüz buna yetiyor. Gücümüzün yettiği kadarını şu anda yapıyoruz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Bugün 110 000 000 lira, para mı?!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Fakat, iki yılda 45 000 000'dan 110 000 000'a geliş, şöyle, mevcut enflasyon oranlarını değerlendirdiğiniz zaman, herhalde, bunun üstünde bir rakam olması sebebiyle ciddî bir rakam.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Üstelik, isteyen herkese Sayın Başbakan...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Temennimiz o ki, bunu daha iyi bir konuma taşımaktır, getirmektir.

Vakit, tabiî, dar; ancak, bazı şeyler söylenildi, şöyle birkaç kalem de ben söyleyeyim. Bakınız, Ocak-Kasım 2004 -kümülatif olarak söylüyorum- gıda yüzde 4,6; şimdi ise Kasım 2004 -oniki aylık veriyorum- yüzde 6,1; giyimde yüzde 1,7 artış, ocak-kasım; şimdi ise binde 8... Elektrik ve gazda, bildiğiniz gibi, 7,3-8,2. Ki gaz, malum, dışa bağımlı bir olay. Elektrikli ev eşyalarına geliyorum; onda, yüzde 18,9 gibi yıl boyu fiyatlarda bir düşüş söz konusu. Sağlıkta yüzde 8,2; şimdi ise yüzde 8,6; ulaşım hizmetlerinde yüzde 8,5; şimdi ise yüzde 8,1; gazete, kitap, kırtasiyede yüzde 3,9; şimdi ise yüzde 4, ortalaması yüzde 9,8; yani, şu anda, enflasyonla hemen hemen aynı.

Görüyorsunuz, iyi bir gidiş burada var ve bunu gölgelemek, lekelemek... Bu gayretin içerisine girmeye de gerek yok. Şunu da, yine, ayrıca söyleyeyim: Sayın Baykal'ın söylediği emeklilerle ilgili TÜFE farkı konusu 2000 yılına ait bir konu biliyorsunuz. Bununla ilgili şu ana kadar 24 trilyon lira ödenmiş vaziyette; ancak, hâlâ yargıda bu konu. Yargı bu işi neticelendirdiği anda, o kesin karara göre, şüphesiz ki, biz, bu parayı, hemen, anında veririz.

Biliyorsunuz, yıllar yılı sürmüş olan nemalar meselesini de Hükümetimiz taksitlendirdi; anaparadan başlamak üzere onların da nemalarını ödemeye başladı, hiç aksamaksızın bunlar da ödenmektedir.

Tabiî, buradaki bir diğer konu da şudur: Türkiye'de ulaşımda çok ciddî fiyat düşüşleri söz konusu. Aynı şekilde, telekomünikasyonda fiyat düşüşleri söz konusu. Bakın, hava taşımacılığında bilet fiyatları yüzde 50 ile yüzde 90 arasında ucuzladı. Aynı şekilde, karayolu otobüs yolcu taşımacılığında bilet fiyatları yüzde 25 ucuzladı. Deniz taşımacılığında, tüm kabotaj hattı içerisinde yüzde 65... ÖTV'de yaptığımız indirim sebebiyle oralarda fiyatlar ciddî manada düştü. Bütün bunlarla, posta taşıma ücretlerinde yüzde 25 gibi bir indirim bu arada yapıldı. Telefon ücretlerinde indirim yapıldı ve bu indirim, mesafelere göre de, yüzde 30 ile yüzde 200 arasında değişiyor ve bütün bunlarla birlikte, tabiî, geliyorum son bir noktaya, o da şu: Tarım noktasına... (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, 2002 yılında Türkiye'de 6 500 tane traktör elde vardı; 2003'te 16 500, 2004'te ise, şu anda dokuzuncu ayın sonu itibariyle 22 500 civarındaydı. Yıl sonu itibariyle tahminimiz, 30 000 traktör olacağı istikametindedir. Bu neyi gösteriyor; herhalde cebinde bir şeyi olmayanlar bu traktörlerin sahibi olamaz; bir şeyler var ki bu traktörler alınıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bir de, gayrimenkul olayına atıfta bulunuldu. Evet "gayrimenkullerden kaynaklanıyor" denildi. Gayrimenkuller de yine eğer satılıyorsa -bir ara durmuştu satışlar biliyorsunuz; ne daire, ne arsa satılıyordu; hiçbir şey satılmıyordu- demek ki satışlar başladı; piyasa hareketlendi. Bundan hiç rahatsız olmayacağız. Piyasa ne kadar hareketlenirse o kadar iyi olur.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Lojmanları da çok iyi sattınız!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Merak etme, onları da gayet iyi satacağız; müşteriyi buldukça. Müşterisi bulunmazsa yerinde durur; müşteriyi bulduğumuz zaman satarız. Fiyatını bulduğumuzda satarız; çünkü, bizim öyle rastgele, ucuza vereceğimiz malımız da yok. Fiyatını bulduğumuzda satarız.

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Milletvekillerinin günahı neydi?!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Milletvekillerimiz bu noktada millet için...

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Bizim günahımız neydi?! Ne günahımız vardı?!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ee, millet için buradayız ya! Millet için burada olduğumuza göre, o fedakârlığı yapacağız.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Hiç o konuda şikâyetimiz yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum; bütçemizin hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Başbakan, teşekkür ederim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, arz edeyim isterseniz.

BAŞKAN - Okuyorum buradan.

Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Kemal Anadol, Başkanlığımıza başvurmuş ve şöyle bir talepte bulunmuştur: "Biraz önce konuşan Sayın Başbakan, konuşması sırasında, birkaç kez 'Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal Meclisi yanlış bilgilendirmiştir' demiş ve diğer ifadeleriyle İçtüzüğün 69 uncu maddesindeki ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüş kendisine atfolunan durumu yaratmıştır. Ayrıca, konuşmasında, Genel Başkanımıza sataşmada bulunmuştur. Bu nedenle, 69 uncu madde gereğince söz hakkımız doğmuştur" diyorlar.

Sayın milletvekilleri, Sayın Başbakanın konuşmasını, diğer konuşmacılar gibi, dikkatle izledim. Birincisi; Sayın Başbakan eleştirilere cevap vermektedir, konuşma çerçevesi eleştiriden ibarettir. Sayın Baykal'a bir sataşması tespit edilememiştir. Ancak...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - "Yanlış bilgi verdi" diyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - "Yanlış bilgi verdi" diyor.

BAŞKAN - Dur canım, telaş etme, dur bakalım. Burada üç madde var; sırayla gidiyoruz. Sayın Baykal, Sayın Anadol, lütfen...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Tamam efendim, oturuyorum efendim.

BAŞKAN - Evet, üçüncü maddeye gelince, benim tespit edebildiğim kadarıyla, Sayın Başbakan, Sayın Baykal'ın konuşmasına dayanak yaptığı elindeki yazılı metni yanlış tercümeden kaynaklanan bir hatayla söylediğini ifade etmiştir. Bu elindeki dayanak ve yanlış tercüme olup olmadığı konusunda, Sayın Baykal kısa bir açıklama yapmak isterse, kendilerine söz vereceğim.

Sayın Baykal, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Baykal, umarım, bir sataşmaya mahal vermeden, yeni bir konuşma hakkı doğurmadan, güzel açıklamanızı yaparsınız.

V .- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, önce, konuşma olanağı sağladığınız için size teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, aslında, Türkiye'nin çok önemli bir konusu etrafında, İktidar Partisinin Lideri Sayın Başbakan ile Anamuhalefet Partisinin Lideri olarak düşüncelerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Bu tartışmanın, Türkiye'de meselenin doğru anlaşılmasına yardımcı olması gerekir. Buradaki tartışma, iki kişi arasında, sendin bendim tartışması olarak değerlendirilemez. Ortada aydınlatılması gereken çeşitli müphemiyetlerle dolu, muğlaklıklarla dolu, ne olduğu henüz daha net ortaya çıkmamış bir büyük tarihî mesele vardır, Türkiye'nin meselesi vardır. Bu meseleyle ilgili anlayışlarımızı ortaya koymaya ve gerçeği ortaya çıkarmaya çalışıyoruz.

Bunu tüzüğün kısıtlamaları içinde söz hakkını ortadan kaldırarak ya da gereksiz yere kısıtlayarak böyle bir aydınlanma şansının ortaya çıkmasına engel olmanın çok ağır bir tarihî sorumluluğu vardır. İçinde bulunduğumuz dönemde, herkes ne biliyorsa söylemelidir, düşünceler paylaşılmalıdır, gerçek ortaya çıkmalıdır. Biz de buna katkı vermek istiyoruz. İlk kez, küçük, sınırlı ölçüde de olsa, Sayın Başbakanla bir diyalog kurma şansını Meclisin huzurunda elde ettik. Bunu, ülkemiz açısından bir fırsat olarak değerlendirmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Başbakan, bizim, buradaki konuşmamızın önemli bir kısmının Avrupa Birliği sorunlarına ayrılmış olmasından şikâyetçi gözüktü. Bu şikâyeti anlamak mümkün değil. Türkiye'de, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak, herkes, her şeyi serbestçe, tek taraflı bir şartlamayı sağlamaya yönelik olarak ifade ederken, Anamuhalefet Partisi Liderinin, buradaki konuşma konusundaki kısıtlı zamanının bir kısmını Avrupa Birliğine ayırmış olması niye insanları üzer, hükümeti niye rahatsız eder; anlamak mümkün değil.

Sayın Başbakan bu konuda bizim Avrupa Birliğiyle ilgili rahat konuşma fırsatına sahip olmamızı istiyorsa, önümüzde genel görüşme önergemiz var, o önergeyi hep birlikte açalım ve ayrıntılı olarak konuyu konuşalım; ekonomik sorunlarla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme yapmamızı istiyorsa, yine, bu konuda bir genel görüşme önergesi verelim, hep beraber paylaşalım ve düşüncelerimizi ifade edelim. Muhalefetin söz söylemesinden iktidarın şikâyetçi olmasını anlamak, kabul etmem mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, bu konuda resmî ve ayrıntılı değerlendirmenin topluma yansıtılamamış olmasından şikâyet ettiğim zaman, bana cevaben diyor ki: "Dışişlerinin sitesinde var." Ben, bu konuda ayrıntılı bir bilgilendirme olanağının bulunamamasını şahsî bir şikâyet konusu olarak söylemedim. Ne benim ne Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili arkadaşlarımın, Brüksel'de sizin konuşup karara bağladığınız metni bulma konusunda sıkıntımız var; hiçbir sıkıntımız yok. Biz onları bulunduruyoruz, elimizde, bütün unsurlarıyla, her şekliyle, orijinaliyle, çevirisiyle bizim elimizde. Benim şikâyetçi olduğum konu şahsî bir şikâyet konusu değil. Benim şikâyetçi olduğum konu, Türkiye bu gerçekleri bilmiyor, anlatılamıyor, siz buna yardımcı olmuyorsunuz, sizin göreviniz bunu anlatmak, taa 17 Aralık akşamı yaptığınız basın toplantısından başlayarak bunları anlatmaktı. Bir bilgilendirme olmadı, bir karartma oldu, bir saptırma oldu, bir yanlış sunma oldu, bundan şikâyet ettim; yoksa, şahsî bir şikayetim yok. Bizim elimizde, hiç merak etmeyin, bütün draft’lar, bütün değişiklikler her yönüyle, ayrıntılı olarak var. Bu konuda kişisel bir şikâyetimiz kesinlikle yok.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, bizim eksik bilgilendiğimizi, yanlış bilgilerle, yanlış tercümelerle konuya yaklaştığımızı söyledi. Bunu, bir talihsizlik olarak görüyorum; çünkü, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, taa başından beri, bu konuyu en doğru verilerle, en yakından izleyen ve tespitlerini Türkiye'yle ayrıntılı olarak paylaşan, çok önemli bir kamu görevi yapan bir siyasî parti konumundayız. Şu ana kadar, bu konuyla ilgili söylediğimiz sözlerden bir tanesinin bile yanlış olduğu ortaya konulamamıştır. Söylediğimiz her şey doğrudur, resmî verilere dayanmaktadır ve yaptığımız değerlendirmeler, her gün haklı ve doğru değerlendirmeler olarak ortaya çıkmaktadır.

Cumhuriyet Halk Partisinde bu konuların içinde pişmiş, yıllarını Türkiye'ye bu konularda vermiş, Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli, en seçkin insanlar görev yapmaktadır ve ben...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baykal, lütfen konuşmanızı tamamlayın.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - ... bu konuda değerlendirmelerimi yaparken, düşüncelerimi ifade ederken -arkadaşlarımızla birlikte- en doğru anlayış içinde davranmaya özen gösteriyorum. Hiçbir yanlışımız şu ana kadar söylenilmemiştir; ama, ben Sayın Başbakanı dinleyince, bu konuda gerçekten bir umutsuzluğa kapıldığımı söylersem beni anlayışla karşılayın. Maalesef, Sayın Başbakanın, hâlâ burada ifade etmeye devam ettiği bazı gerçeklerin, ortadaki resmî verilerle tamamen çelişki içinde olduğunu, daha yeni, kısa bir süre önce tespit etmiş olmanın üzüntüsü içindeyim. İki küçük örnek vereyim.

Sayın Başbakan, burada ucu açık tartışmasına değinirken, ucu açık tartışmasının fasıllarla ilgili olduğunu zannetti; yani, Başbakan düşünüyor ki -demin yaptığı konuşmadan anlıyorum ki- ucu açıklık, müzakerenin yürütüleceği fasıllarla ilgilidir. İşin esasıyla ilgili bir ucu açıklık söz konusu değildir anlayışı içindedir. Sayın Başbakan, daha yeni -zabıtlarda görebilirsiniz- bunu söylemiştir; bu, tam bir yanılgıdır. Ucu açıklık, hiçbir şekilde fasıllarla ilgili değildir, doğrudan doğruya müzakerenin özüyle ilgilidir ve müzakerenin özünde de, çok açık bir şekilde müzakerelerin açık uçlu olduğu ve sonucun önceden garanti edilemeyeceği açıkça ifade edilmiştir. Fasıllarla ilgili olarak değil, 23 üncü maddenin son bendinde söylenilmiştir.

23 üncü madde, Türkiye'yle müzakerenin çerçevesini düzenlemek üzere getirilmiş olan, Türkiye'ye özgü yeni maddedir. Hiçbir Avrupa Birliği üyesine şu ana kadar uygulanmamış, ilk kez Türkiye için uygulanmak üzere planlanmış olan 23 üncü maddenin son bendinde, müzakerelerin özüyle ilgili olarak "bu, açık uçludur" denilmiştir.

Bu açık uçluluk konusunda Sayın Başbakanın hızlı bir görüş değiştirme durumu sergilediğini de ilgiyle görüyorum; çünkü, hatırlayacaksınız, Sayın Başbakan, 15 Aralık tarihinde yaptığı bir açıklamada aynen şunu söylüyordu: "Ucu açık ne demek! Tam üyelikten sapılacaksa, o zaman, ben bu masaya niye oturayım!" Kim söylüyor; Sayın Başbakan söylüyor. Ne zaman söylüyor...

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Doğru...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Doğru...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Masaya oturmak bir yana, bunu kabul ederek geldi ve "zafer kazandım" diye de Türkiye'ye ilan ediyor. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, Sayın Başbakanın, ucu açıklıkla ilgili bu bilgi eksikliğine dikkatinizi çekiyorum. Birisi Sayın Başbakana anlatsın ki, ucu açıklık fasıllarla ilgili değildir, müzakerenin tümüne yönelik bir değerlendirmedir.

Bir başka önemli nokta şu: Sayın Başbakanın buradaki konuşması ortaya çıkardı ki, yine, Sayın Başbakan serbest dolaşım gibi konuların, karşılıklı mutabakatla kısıtlanabileceği kanısındadır. Başbakan, o bahsettiğiniz kısıtlamalar, mesela, serbest dolaşımla ilgili gelecek kısıtlamalar, yarın belki bizim de ihtiyaç hissedebileceğimiz, Polonya'ya yönelik olarak ya da bir başka ülkeye yönelik olarak karşılıklı mutabakatla konulabilir zannediyor.

Sayın Başbakan, bu düşüncenizin gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Ne kadar acıdır ki, Türkiye'nin kaderi ve geleceğiyle ilgili bu düzenleme, Sayın Başbakanın gerçeklerden bu kadar kopuk olduğunun buradaki müzakerelerde ortaya çıktığı bir ortamda yürütülmüştür. Yazıklar olsun Türkiye'ye! (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Türkiye'yi suçluyorsunuz!

BAŞKAN - Sayın Baykal, size sadece bir açıklama yapmak üzere söz vermiştim; lütfen, son cümlenizi söyler misiniz.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Türkiye'nin en önemli konusunda, Anamuhalefet Partisi olarak...

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Türkiye'ye hakaret ediyor, Sayın Başkan.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - ...Sayın Başbakanın gerçeklerden ne kadar kopuk değerlendirmeler yaptığını anlatmaya çalışıyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baykal...

Sayın milletvekilleri...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yani, AKP'li arkadaşlarımın bu konuda bir alınganlık içerisine girmesine siz niye prim veriyorsunuz?!

BAŞKAN - Sayın Baykal, bugün gündemimiz bütçenin görüşülmesidir. Avrupa Birliği konusunda ucu açık bir genel görüşme yapmıyoruz. Karşılıklı olarak uzun uzun konuşmaların yapılacağı bir ortamda değiliz. Size, sadece bir konuda açıklama yapmak üzere söz vermiştim; siz, tekrar, bir saat onbeş dakikalık bir süre kullanmak istiyorsunuz.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Hayır efendim, ne münasebet; 5 dakika oldu. Rica ederim.

BAŞKAN - Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Tarafsız davranın Sayın Başkan.

BAŞKAN - Lütfen, konuşmanızı tamamlayınız Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sayın Başkan, yani, şu meseleyi halletmeye yardımcı olmanızı istiyorum. (CHP sıralarından gürültüler)

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Gerçekler çıksın ortaya.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, söz atmayın.

FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Rahatsız mı oldunuz?!

BAŞKAN - Genel Başkanınızı dinleyin.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Genel Başkanını sadece Cumhuriyet Halk Partisi Grubu değil de, izin veriniz, AKP'liler de dinlesin. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - AK Partililer zaten dinliyor gördüğüm kadarıyla; bütün söz atmalar Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan geliyor.

Sayın Baykal, buyurun efendim.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Siz AK Partinin mi Başkanısınız, Meclisin mi Başkanısınız? Lütfen, tarafsızlığınızı koruyun.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın sözlerinde açıklanması gereken başka bazı noktalar var.

BAŞKAN - Tarafsız olduğum için söz verdim zaten.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sayın Başbakan, şununla teselli bulduğunu ifade ediyor:"Net bir müzakere tarihi aldık" diyor; ne yaptınız, nedir bu 17 Aralığın katkısı dediğimiz zaman "net bir müzakere tarihi aldık" diyor. Doğrudur, net bir müzakere tarihi alınmıştır. Müzakere tarihi, 1995'in 3 Ekimi olarak alınmıştır; ama, bunun net bir müzakere tarihi olduğunu...

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - 2005...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - 2005...

...net bir müzakere tarihi olduğunu söylemek olanağı yoktur; çünkü, bu, şarta bağlı bir müzakere tarihidir, şarta bağlıdır. Yani...

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Size göre...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bize göre değil... Çok açık...

...Türkiye'nin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tanıma sonucunu doğuracak şekilde protokolü sonuçlandırması ve imzalaması halinde yürürlüğe girecektir. Eğer, bu işlem yapılmazsa, Türkiye, 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlayamayacaktır. Şarta bağlı; bu şarta bağlı. O nedenle, bu net değildir; bir.

İki; "efendim, bu bahsettiğiniz işlem tanıma değildir" diyor Sayın Başbakan. Yavaş yavaş, Sayın Başbakanın, kendisini bu imzayı atmaya hazırlamaya başladığını görüyorum. Sayın Başbakan, yavaş yavaş "bu, tanıma olmayacaktır" demeye başlamış. O zaman, Sayın Başbakan, bu, tanıma olmayacaksa, niye kendinizi bu kadar üzdünüz?! Gitmeden "bunu yapmayız" diye niye söylediniz?! Niye, orada, hemen bu işi halledivermediniz?! Eğer tanıma olmayacaksa, nedir bu telaş, niye direniyorsunuz o zaman?! "Bu, tanıma olmayacaktır" deniliyor.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakınız, şunu Sayın Başbakan burada ifade ediyor -23 üncü maddenin gene son bendinin ilk cümlesi- ve müzakerelerin paylaşılan hedefinin katılım olduğunu söylüyor. "Buradan tam üyelik öngörüldü, tam üyeliği aldık" diyor Sayın Başbakan. Doğru; bu, tam üyelik ifade eden bir değerlendirmedir; ama, bir metin, çok değişik görüşlerin bir sentezi olarak ortaya çıkar. Orada, bunlar da vardır, hak kısıtlamasını güvence altına alan düzenlemeler de vardır. Burada bu cümlenin olmasında sevinilecek bir şey yok; bu çok doğal. 1999'da verildi bu Türkiye'ye. Burada şaşırtıcı olan, bu cümlenin yanı sıra, Türkiye'ye kısıtlı haklar sağlanarak bir üyeliğin öngörüldüğünü ifade eden, başka hiçbir Avrupa ülkesine sunulmamış olan şartların Türkiye'ye getirilmiş olmasıdır. Yani, hatırlarsınız -bu tip sözler devamlı, karşılıklı olarak verilir- 1999 yılında da, Kıbrıs'ın Türkiye'ye bir şart olarak koşulmayacağı konusunda gene söz verilmişti. Gene, o zamanki Finlandiya Başbakanı Lipponen, buraya özel bir heyet göndermişti ve o zamanki Başbakana, açıkça, yazılı mektupla söz vermişti ki, Kıbrıs şart olarak konulmayacak. Kıbrıs şimdi geldi işte, geliyor. Bunlarla, bu cümlelerle kendinizi avutmayın. Bunlar, siz kendinizi avutun diye konuluyor. Bunu, sizin kendinizi avutmanız ya da başkalarını aynı anlayışa getirmeniz için kullanmanız uygun değil. Sizin asıl üzerinde duracağınız, başka hiçbir ülkeye uygulanmayan ek, haksız düzenlemelerin getirilmiş olmasıdır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan diyor ki: "Avrupa Parlamentosunda 10 kişi bile evet demiyordu, şimdi aldık. Avrupa Parlamentosuna atıf yapılmasına niye kızıyorsunuz?" Değerli arkadaşlarım, kızmıyoruz; niye kızalım?! Avrupa Parlamentosunun aldığı kararda, Türkiye'nin ulusal bütünlüğünü, azınlıklar sorununu, Ermenistan'la ilişkisini, Rumlarla ilişkisini etkileyen birsürü hüküm var; bunlar da kayda geçiriliyor diye dikkati çekiyoruz, bu noktayı size hatırlatıyoruz. Şimdi, çıkıp da "Avrupa Parlamentosunda 10 tane bile 'evet' alınmıyordu, biz aldık" derseniz "bunlarla 'evet' aldınız" derler size ve sonra, unutmayın ki, tarih ortada, Türkiye Cumhuriyeti, 1995 yılının aralık ayında, Avrupa Parlamentosundan, ilk kez, Avrupa Birliğiyle ilişkimiz konusunda büyük bir olumlu kararı çıkarttırmıştır. Gümrük Birliği Anlaşmasının onaylanması konusu Avrupa Parlamentosunda o zaman görüşülmüştür ve o zaman, 1995 yılında, ilk kez, Türkiye, Avrupa'nın bu en güç platformunda, parlamento platformunda bir "evet" almayı başarmıştır. Elbette, koca Türkiye, alacak; bundan hiç kimsenin kuşku duymasına gerek yok.

Bu noktada size şunu da hatırlatmak isterim: O çok övündüğünüz, Avrupa Parlamentosunda evet kararları alındı, evet pankartları sergilendi dediğiniz o oturumda, o kararın alınmasını sağlayanlar, Avrupa Birliğinin sosyaldemokrat ülkelerinin üyeleridir, sosyaldemokrat siyasetçilerdir. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal, lütfen, konuşmanızı tamamlayın.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bağlıyorum efendim.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, ikinci sınıf üyelik sözünün söylenmesini, kendimizin, Türkiye'yi ikinci sınıf bir üye olarak içimize sindirdiğimizin ifadesi olarak beyan ediyor. Bunu kesinlikle reddediyorum; bunu kesinlikle reddediyorum ve iade ediyorum. Türkiye'yi ikinci sınıf bir üye olarak düşünme ithamı, Cumhuriyet Halk Partisine ve onun Genel Başkanına hiçbir zaman yapılamaz. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Biz, Türkiye'yi, dünyada birinci sınıf ülke yapmak için bir büyük siyasî mücadeleyi vermiş olan geleneğin bir parçasıyız. Türkiye'de ikinci sınıflığı, bizim, hiçbir şekilde içimize sindirmemiz söz konusu değildir. Biz, sadece, böyle bir ihtimale karşı dikkati çekiyoruz; ama, ne yazık ki, bu ihtimali akla getiren uygulamanın altında sizin onayınız var. 17 Aralık, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde, maalesef, acı gerçek odur ki, ikinci sınıf bir üyeliğin öngörüldüğü bir tabloyu ortaya koyuyor ve biz buna isyan ediyoruz ve biz bunu kabul etmiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bağlıyorum... Bağlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bağlamayınız, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir tablo, Türkiye'nin yararları konusunda duyarlı bir anlayışı sergileyerek gerçekleştirilemez. Türkiye'yi gelecekte çok büyük sorunlarla, sıkıntılarla karşı karşıya bırakacak, önümüzdeki dönemlerde, Ekim 2005'ten başlamak üzere, her geçen gün, bu söylediğim sözlerin haklılığını ortaya çıkaracak uygulamalarla Türkiye'yi karşı karşıya bırakacak olan bir sürece doğru giriyoruz. Bu sürece "canım bugünü geçiriverelim de; canım, bu durumu idare ediverelim de, gerisi mühim değil" anlayışıyla girmek fevkalade tehlikelidir. Önemli olan, bizim, sadece bugünü değil, geleceği de düşünmemizdir.

Sayın Başbakanın 17 Aralıkta yaptığı basın toplantısında "şu konu nasıl olur" diye soruyorlar...

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Hangi konu?!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - ...Sayın Başbakan "on yıl sonra kim öle kim kala" diyor.

Değerli arkadaşlarım, diplomatik sorunlar on yıl sonra kim öle kim kala mantığıyla konuşulmaz; diplomatik sorunlar, ülke sorunları on yıl sonra kim öle kim kala anlayışıyla değerlendirilmez. On yıl sonra kim öle kim kala diye yola çıkacak olursanız, işte, böyle olumsuzlukların altına imza atarsınız ve bunların vebalinden de kendinizi kurtaramazsınız.

Hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcımız, Sayın Baykal'ın, söz konusu elindeki belgenin bir karar ve bir yazı olmadığını, kesinleşmemiş bir doküman olduğunu ifade ederek, meselenin anlaşılması bakımından söz talebinde bulunmaktadır.

Sayın Dışişleri Bakanı, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, konuşma süreniz Sayın Baykal kadardır. (AK Parti sıralarından alkışlar, gülüşmeler)

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Başkan, bu konuda İçtüzüğe bir madde koyalım.

ATİLA EMEK (Antalya) - İçtüzükte öyle bir madde var mı?

2. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın açıklamasında kullandığı belgenin bir karar ya da yazı olmadığı, kesinleşmemiş bir doküman olduğu konusunda açıklaması

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'a söz verirken söylediğiniz sözleri hatırladığımda, bazı konulara açıklık getirilmesi, yanlış bilgilendirilmenin giderilmesiyle ilgili söz verdiniz; ama, çok detaylara girdi. O bakımdan, ben de birazcık detaya girersem anlayışla karşılayacağınızı tahmin ediyorum.

Sözlerimin başında şunu söylemek istiyorum: Acaba, şimdiye kadar, Türk siyasetinde, hangi iktidar ve hangi hükümetin başkanı, başbakanı, anamuhalefet partisine, bu kadar, gerçekten, yakın davranmış, anamuhalefet partisinin yaptığı bütün katkıları, kapıların arkasında da, kamuoyunun önünde de, bu kadar açıkça takdir etmiş, anamuhalefet partisinin başkanına her zaman önem vermiş, değer vermiş, her zaman gitmiş bilgilendirmiş; ama, sonunda da, doğrusu, böyle bir muhatapla karşı karşıya kalmış?! (AK Parti sıralarından alkışlar)

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Lütuf değil, bu bir hak!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bunu, gerçekten, hayretle burada izledim. Çünkü, her konuşmasında, Sayın Başbakan, Anamuhalefet Partisinin katkılarını görmüş, daima takdir etmiş, Brüksel'den döndükten sonra da, bugüne kadar burada yaptığı konuşmada da bütün katkılarınızdan bahsetmiştir; ama, doğrusu, bunu, burada yaptığınız konuşmayla böyle karşılamamanız gerekirdi. Sayın Baykal, gerçekten, sizin siyasî tecrübenize, sizin geçmişinize çok daha uygun bir şekilde, burada, Sayın Başbakana karşı daha haklı davranabilirdiniz. Bunu, burada ifade etmek isterim, gerçekten kadirşinas olmadınız.

İkinci nokta şu: Biz, burada bir dokümandan konuşuyoruz; Avrupa Birliği zirvesinin yayımladığı doküman. Bu, herhangi bir roman, herhangi bir hikâye değil, herhangi bir gazetecinin bir makalesi de değil; bu bir doküman. Bu dokümanın...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bizde de var o.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sizde olan doküman, çok değerli bir arkadaşımızın tercüme ettiği... Kendisini çok severim...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır efendim... Beyefendi, işte, burada; hiç alakası yok!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - O zaman, elinizdeki gibi...

Gösterin bana, neymiş?..

DENİZ BAYKAL (Antalya) - İşte şu efendim...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - O orijinalidir; ama, onun tercümesini yanlış yaptınız... (CHP sıralarından "Aa" sesleri, gürültüler)

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Ne alakası var!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Evet, onun tercümesini yanlış yaptınız; oradaki... (CHP sıralarından gürültüler)

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Gösterin nerede?..

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Dinleyin beni... Sayın Baykal, dinleyin.

Oradaki bir cümleyi tercümeye koymadınız. O bir cümleyi, biz, koydurtmak için çok uğraştık.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hangi cümleyi?

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Söyleyeceğim şimdi; bir dakika...

Dokümanlarda, resmî dokümanlarda bir kelimenin yazılışı anlam değiştirir; bir cümle o paragrafı anlamlı, anlamsız yapar; koyacağınız bir kelime, ekleyeceğiniz bir cümle, ya aleyhinize veya lehinize bir durum ortaya çıkarır. Bizim özellikle...

Bakın, şu, sizin dağıttığınız tercüme; buradan okuyorsunuz.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır efendim, oradan okumuyorum, ben buradan okuyorum.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, hayır, elinizdeki İngilizce. Ben, sizin Türkçenizi gösteriyorum, Sayın Algan Hacaloğlu'nun tercüme ettiği...

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Ben, buradan okuyorum beyefendi...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Ama, yanlışlıkla düşen bir cümle...

CANAN ARITMAN (İzmir)- Hangi cümle?..

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Ben buradan okuyorum... Ben, bunu okuyorum beyefendi!

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- İngilizcesini söyleyin.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Ben konuşuyorum... Siz konuşmuyorsunuz ki! Siz konuştunuz burada.

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Bana başka bir şey söylüyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Sayın Baykal, siz konuştunuz...

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Yapmadığım şeyi "yaptı" diyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Hayır... Bakın, şu kırmızılar var ya arkadaşlar, şu kırmızılar...

K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Hâlâ kırmızı diyor!..

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- ... Cumhuriyet Halk Partisinin elinde tercüme olarak dağıttığı metindeki yanlışlar ve eksiklerdir.

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Kırmızı değil, bakın, yeşil; tercüme değil, aslı...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Bu kırmızıyı ben yaptım; siz yapmadınız. Bu, benim düzeltmelerim. Daha doğrusu, benim değil, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı görevlilerinin yaptığı düzeltmedir bunlar. Şimdi, ne var burada?

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- İngilizcesinden konuşun Sayın Bakan, anlaşalım.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Zorunuza gidiyor değil mi?

ALİ TOPUZ (İstanbul)- Ne olduğunu söyle!.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Yanlışlarınızı yüzünüze söylemem zorunuza gidiyor. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- İngilizce metni okuyun!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Zorunuza gidiyor herhalde. Dinleyin!.. (CHP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlar, burada, bakın, hiç kimse...

BAŞKAN- Sayın Bakan, açıklamanızı Genel Kurula yapın lütfen.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Demin dinledim sizi. Sayın Başbakan, Hükümet, değerli milletvekilleri dinledi; siz de bizi dinleyin.

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Anlat bakalım!..

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Eğer herhangi bir sataşmam olursa, eğer herhangi bir size karşı haksızlığım olursa, Sayın Başkan oradadır; bakacaktır...

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Söz mü?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Değerli arkadaşlar, burada, ne yazık ki, yanlış sunulan şudur: Daha önceki metinlerde şu vardı: İlelebet, ne olursa olsun, Türkiye'ye karşı bir koruyucu tedbir alma vardı. Sadece Türkiye'ye karşı değil, yeni üye olacak ülkelere; ama, belli ki, bunların içerisinde en önemli ülke Türkiye olduğu için, Türkiye'ye karşı, ilelebet, şartlar ne olursa olsun, Avrupa Birliği üyesi ülkeler koruyucu tedbir alacaklardı; bu, böyleydi. Sayın Baykal ve maalesef, Sayın Ağar da aynı şekilde takdim ettiler; bilmiyorum hangi tercümelere baktılar.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- Orijinaline bakıyoruz Sayın Bakan, tercümeye bakmıyoruz.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Sonuna kadar yaptığımız ısrar ve sonuna kadar yaptığımız ısrar...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)- Orijinaline bakıyoruz...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- ... ve sonuna kadar ısrarımız neticesinde o paragraf değişmiştir. O paragraf şu hale gelmiştir...

Sayın Başbakanımız, bunu, izah etti burada; ama, dinlenilmedi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Dinliyoruz...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Eğer, bir ihtiyaç ortaya çıkarsa...

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Hangi sayfa; hangi sayfa?

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- Bir dakika... Hemen okuyayım size; 23 üncü paragrafı açın.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Orijinalden...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- 23 üncü paragrafı açın.

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Evet...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla)- "Permanent" ve "available." Açın, bakın. Sayın Algan Beyle de, konuştuk, kendisine de gösterdim "bu cümle tercüme edilmemiş, bu cümle sizin elinizde yok; ama, orijinal metinde var" dedim.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Var efendim, var.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Baykal, elinizde varsa, bunu niçin orada söylemediniz?! (AK Parti sıralarından alkışlar) Niçin bunu görmezlikten geliyorsunuz, niçin zikretmiyorsunuz, doğruyu niçin burada okumuyorsunuz?!

ATİLA EMEK (Antalya) - Söylenilmeyeni söyler misiniz Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, biz, burada, her şeyi açık açık konuşmak zorundayız. Bu dokümanlar gizli de değil, herkesin elinde. İlk günden itibaren, Dışişleri Bakanlığının web sitesinden tercümesi görülebilir. Ne hale gelmiştir, ilelebet yasak veya ilelebet koruma... Ne olursa olsun, hangi şartlar altında olursa olsun, Türkiye'ye karşı bir koruma söz konusuydu; bu asla olmaz dedik. Sonunda oturuldu, konuşuldu ve şu oldu...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Ne oldu?.. İngilizcesini okuyun.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Lütfen... Ya benim konuşmamı duymak istemiyorsunuz, gerçeği duymak istemiyorsunuz veyahut da sabredemiyorsunuz; lütfen dinleyin.

Sonunda ne oldu bu; şu hale geldi: Bir ihtiyaç söz konusu olursa, yani, bir ihtiyaç ortaya çıkarsa, o zaman böyle bir hak, yani, koruma tedbirleri alınabilir.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - İngilizcesini okur musunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Daima alınabilir... Daima alınabilir...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Gayet tabiî...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bunu biraz daha açayım. Bu da otomatik olarak değil, bu da kararlaştırılmış değil, eğer Türkiye bunları kabul ederse... Şimdi, diyelim ki, bir ülke, bende büyük bir işsizlik var, çok büyük bir işsizlik var, ben başka bir ülkeye karşı tedbir almak istiyorum dedi. Diyelim ki, Türkiye'ye karşı... Türkiye'nin nüfusu büyük; ama, bende iş piyasasında bir sıkışma var, büyük bir işsizlik var, ben korumak istiyorum dedi. Bunu, komisyona müracaat edecek, komisyon bunu inceleyecek, heyetler kurulacak, daha sonra konseye gelecek, konsey bakacak ki, gerçekten böyle bir durum var...

K.KEMAL ANADOL (İzmir) - Öyle mi yazıyor burada?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - ...o zaman, bu koruma tedbiri, geçici olarak her dönem gündeme gelebilir. Aynı şey bizim için de gelebilir. Ben de diyebilirim ki, bende şu kadar fazla -misal- bilgisayar mühendisi var, ben de sizden almak istemiyorum, ben de böyle koruma almak istiyorum. Bunlar oturulur, konuşulur; eğer haklıysa, bunlar geçici olarak kabul edilebilir.

Şimdi, Allah için, elinizi vicdanınıza koyun; ilelebet, hangi şartlar altında olursa olsun bir koruma mı var burada?

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Elinizde metin var...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet... Evet...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Öyle değil...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet... Evet...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Baykal, bir tavsiyem var o zaman. Sizin Partinizde bu işleri çok iyi bilen arkadaşlarınız var. Arkadaşlarınızı, farklı arkadaşlarınızı da dinlerseniz, gerçeği çok iyi görürsünüz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, ikinci nokta şu: Ucu açıklık. Sayın Başbakan burada çok dürüst konuştu. Sayın Başbakan burada o kadar dürüst konuştu ve o kadar kapalı noktaları da açtı ki, ne yazık ki, Anamuhalefet Partisi bunu görmedi. Yani, Sayın Başbakanın konuşması yok mu; müzakereleri siz mi yaptınız yoksa o mu yaptı?! Ne oldu?!.. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Tabiî ki, tam üyelik hedefiyle ilgili "ucu açık" lafı var orada; bunu saklamanın bir anlamı yok ki. Ama, ucu açıklık... Arkasından da söylenildi; bu otomatik bir üyelik değil. Türkiye veyahut da Türkiye'yle birlikte diğer ülkeler, aday ülkeler müzakereye başladığında, eğer Kopenhag Kriterlerinin dışına çıkarsa tam üye olamaz. Bunu biz de biliyoruz. Bunu herkesin bilmesi lazım.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Baykal da iyi bilir.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hepimiz iyi biliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ama, Sayın Başkan, bir ülke otomatik olarak tam üye olamaz; eğer, kriterleri yerine getirir, müzakereyi başarılı bir şekilde bitirirse, o zaman tam üye olur.

Peki, Sayın Başbakan, burada ucu açığı nerede söyledi? Çok daha dürüst davrandı. Müzakereler başlayıp, fasıllar açıldığında, onun da ucu açıktır şeklinde söyledi. Yoksa, sizin anladığınız gibi Sayın Baykal, Sayın Başbakan hâlâ esas maddeyi görmüyor... Yani, neredeyse, okuma-yazması yok diyeceğiniz geldi burada.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Estağfurullah...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Doğrusu, bunlar yakışmaz gerçekten.

Başka bir şey daha var. Gayet açık, tam üyelik için karar alınmış. Niçin büyük bir vizyonla bakmıyorsunuz, ben bunu anlamıyorum. Yetmiş milyonun önü açılıyor; niçin bunun büyük bir olay olduğunu görmüyorsunuz, niçin dar koridorların içerisine giriyorsunuz, bunu anlamak mümkün değil. Bundan sonra, Türkiye'nin önünde, büyük istikrar dönemleri başlıyor, Türkiye'nin önünün açık olduğu gözüküyor. Niçin bunları görmüyorsunuz da, dar vizyonlarla görüyorsunuz! (AK Parti sıralarından alkışlar)

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Burası Meclis, Kızılay Meydanı değil; öyle değerlendireceksin!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Kıbrıs'la ilgili konum gayet açık. Ben, Brüksel'e gitmeden önce, burada anlattım gayet dürüst olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisini bilgilendirdim ve her şeyi söyledim. İmzalanmaya kadar nelerin olabileceğini, hangi şartlar altında tanımanın olup hangi şartlar altında olmayacağını, bunların hepsini söyledim burada. Hiçbir şeyi sizden gizlemedik. Ama, orada, karşımıza, kayıtsız şartsız diye gelenler, 17 taleple gelenler, elleri boş gittiler. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bize inanmayabilirsiniz -biz, İktidar Partisiyiz- o zaman, bir tavsiyem var; bunu anlamak için, Kıbrıs Rum kesiminde çıkan gazeteleri okursanız ne olduğunu anlarsınız. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, konuşmanızı tamamlayın.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - "On yıl sonra" dedi, Sayın Başbakan "on yıl sonra ne olur ne biter" dedi. Niçin bunları hep olumsuz şekilde algılıyorsunuz?! O basın toplantısında sorulan soruyu, metni alın, bakın. Biri: "on sene sonra, hadi, Avrupa Birliği ülkelerinden biri referandum kararı alırsa" diye sorunca -ki, alabilir, İngiltere'ye iki kez referandum yapmış Fransa, iki kez reddetmiş- Başbakan "olabilir" dedi; yani, böyle bir şey olabilir. "O zaman ne yapacaksınız" diye bir gazeteci sordu; yabancı bir gazeteci, yanlış hatırlamıyorsam. "Referandum olursa ve referandumda da Avrupa Birliğinin herhangi bir ülkesi hayır derse ne olur" diye sorulunca, Sayın Başbakan "on yıl sonra kim ölür kim kalır" dedi. Şunun için dedi: Geçen sene, Fransa'daki kamuoyu yoklamaları Türkiye'ye desteği yüzde 10 gösteriyordu, bu sene yapılan kamuoyu yoklamaları Türkiye'ye desteği yüzde 34 gösteriyor; "Türkiye müzakereye başlasın mı" denildiğinde de, yüzde 54'ü "evet" diyor. Yine, kamuoyu yoklamalarında "eğer, Türkiye kriterleri tam yerine getirirse, tam üyeliğini kabul eder misiniz" denildiğinde de, yüzde 64'ü "evet" diyor. Şimdi, bu şartlar altında, on sene sonra kim ölür kim kalır... On sene sonra, Türkiye'nin geleceği nokta bugünden çok farklı olacak; on sene sonra, belki, Türk Halkı, ben daha iyiyim, Avrupa Birliğine girmek istemiyorum diyecek Norveç gibi; bunu söylemek için söyledi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yoksa, benden sonra tufan şeklinde... Bu anlayışı niçin bizden bekliyorsunuz? Daima işbirliği içinde olduk sizinle, her noktada sizi bilgilendirdik, ayağınıza geldik, bundan sonra da geleceğiz; çünkü, bu ülkeyi iktidar muhalefet beraber yönetecek, inancımız budur. Niçin bizden olumsuzlukları bekliyorsunuz? Bunu anlamak, doğrusu, mümkün değil.

Ben bir kez daha, şunu burada ifade ederim: Tabiî ki, detaylara bakalım -daha yürüyecek çok yolumuz var- birbirimizi ikaz edelim, birbirimizi uyaralım, şuralara dikkat edelim diyelim; ama, bunları derken, önümüzdeki büyük vizyonu ve Türkiye'nin büyük kazanımını, kırkbeş yıllık kazanımı gözardı etmeyelim. Bu, sadece bizim değil, bütün Türkiye'nin, hepimizindir.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar.)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Baykal, bir talebiniz mi var?

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Nedir?

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Çok önemli bir konuyu görüşüyoruz. Sayın Dışişleri Bakanı, bizim yaptığımız çevirinin yanlış olduğunu, orijinal metnin, bu konuda bir kesinlik taşımadığını, bir esneklik ifade ettiğini dile getirdi. Böyle olup olmaması çok önemli. İzin verirseniz -yerimden de olabilir- burada, size, bu cümleyi okuyarak, tercümesini nasıl anladığımızı da ifade ederek, sadece, bu konuda bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Baykal, çok özür dilerim. (CHP sıralarından gürültüler)

CANAN ARITMAN (İzmir) - Ama bu çok önemli.

BAŞKAN - Lütfen arkadaşlar...

Yeterli görüşmeler yapıldı. Burada bir mahkeme kuracak değiliz, burada bir yargılama yapacak değiliz; bilirkişi incelemesi yapma imkânımız da yok. Bu düşüncelerinizi değişik zeminlerde, platformlarda ifade edebilirsiniz; grup toplantısı yaparsınız, basın toplantısı yaparsınız, açıklamalarınız olabilir; ama, sürgit bu konuşmayı devam ettiremeyiz. Çok özür diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Ağar, Sayın Bakan tarafından isminden bahsedildiğini, cevap hakkı kullanmak istediğini ifade ettiler; çok kısa olarak kendilerine söz veriyorum.

Buyurun Sayın Ağar.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sonra dinleyeceğim Sayın Hacaloğlu.

Sayın Ağar, buyurun efendim.

MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Bakanın ifadelerini dinledik. Sayın Baykal'ın da ifade ettiği, benim de ifade ettiğim, bizim elimizdeki metin ve tercüme böyle. Eğer, aksi bir şey varsa, sizin riyasetinizde bir komisyon kurulsun, bizim de uzmanlarımız, milletvekillerimiz var, bu yazı anlaşılabilir; ancak, farklı yorum varsa, ona bir şey diyebilmek mümkün değil; bizim yorumumuz böyle, çok net bir şekilde yorumumuz böyle.

Bir diğer konu daha var -bu tartışma devam edecek- onu da düzeltmek istiyorum: Görünen o ki, ihtiyaca kifayet etmemiştir -bir genel görüşme önergesi vardır- İçtüzüğün kısıtlı imkânları içerisinde daha fazla paylaşmamız gerekenleri yeteri kadar paylaşamadık.

Bir de, Sayın Başbakan, konuşmalarında iki sefer "kırkbir yıl" olarak ifade ettiler; bir unutkanlıktan kaynaklandığını düşünüyorum. Meselenin başlangıcını, 31 Temmuz 1959, Dördüncü Menderes Hükümetinin Dışişleri Bakanı merhum Zorlu'nun müracaatıyla başladığını unutmamak gerekir diye düşünüyorum.

Müsaadenizle, küçük bir anekdotu Meclisle paylaşmak istiyorum: Gayrihukukî yargılanma sonucunda idama mahkûm edilen 15 kişi Mudanya'dan İmralı'ya giderken, merhum Cumhurbaşkanı Bayar'ın talimatı ve Zorlu'nun anlatımıyla, bu motor yolculuğu, Avrupa Birliğinin -Avrupa Ortak Pazarı o günkü adıyla- geleceği ve Türkiye'nin vizyonuyla ilgili anlatımla geçmiştir. Bilinen bir tarihî vakadır. Bugünün çerçevesi içerisinde Avrupa Birliği vizyonu, ziyadesiyle Partimiz adına mevcuttur. Buradaki tartışmaların temelinde yatan neden de, Türkiye'nin millî menfaatlarının kıskançlıkla ve ziyadesiyle korunmasını sağlamaya yöneliktir.

Umut ve temenni ediyorum ki, sağduyu hâkim olur, milletin istifade edeceği daha geniş görüşmeler de, bir genel görüşme çerçevesi içerisinde olur.

Elbette kazanımlar kazanımları getirmeli ve Türkiye, bu perspektifini muhafaza ederek, kendine yaraşır sonucu almalıdır.

Bugün yeterli olmamıştır, sizin de katkınızla, umuyoruz ki, gelecekte, bir genel görüşmeyle milletimiz daha fazla aydınlanma imkânı bulur.

Saygılar sunarım.

BAŞKAN - Sayın Ağar, teşekkür ederim.

Sayın Hacaloğlu, bir sözünüz mü vardı?

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Dışişleri Bakanı benim adımı kullanarak, bizim yapmış olduğumuz ve Sayın Genel Başkanın kullandığı bir metnin özünde gerçek olmadığını ifade etti. Bu konuda kısaca bir açıklamada bulunmak istiyorum.

BAŞKAN - İki cümle lütfen.

Bulunduğunuz yerden; buyurun.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Genel Başkan veya diğer arkadaşlar veya benim elimde mevcut olan metin, Dışişleri Bakanlığından temin edilmiş orijinal metindir. Burada, özellikle Türkiye için öngörülen 23 üncü madde uzun bir madde. Sekiz dokuz paragraftan oluşan bu maddenin üçüncü paragrafında, kalıcı koruyucu önlemlerden, kısıtlamalardan, derogasyonlardan bahsedilmektedir. Sayın Genel Başkanımızın kürsüden ifade ettiği şekilde, bu maddede "uzun geçiş dönemleri, kısıtlamalar -yani, derogasyonlar- özel düzenlemeler veya kalıcı koruyucu önlemler dikkate alınabilir" noktasında, doğrudur, üç kelime düşmüştür. Bu kelimeler "örneğin, daimî olarak mevcut olan önlemler dikkate alınabilir" deniliyor ve devam ediyor; "Komisyon bu hususları her çerçeve için, insanların serbest dolaşımı, yapısal politikalar veya tarım gibi alanlar için yapacağı önerilere uygun gördüğü şekilde ilave edecektir."

Sayın Başkan, burada hiç kimse birbirini ikna etmeye çalışmasın. Burada, uzun müzakerelerden sonra ilave edildiğini Sayın Dışişleri Bakanımızın ifade ettiği bölüm -ki, ilave bir paragraf vardır, o devam ediyor; Sayın Genel Başkanımız onun da yarısını kürsüden ifade ettiler- olayın özünü, yani, Türkiye'nin çok temel alanlarda, özellikle sayılan üç temel alanda haklarının ve hukuklarının kalıcı olarak kısıtlanabileceğine ilişkin ortaya konulmuş olan çerçeve, ne yazık ki -o üç kelime ifade edilse de edilmese de- bu metinde mevcuttur.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hacaloğlu.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/897) (S.Sayısı:706) (Devam)

2. - 2003 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/878, 3/669) (S.Sayısı: 708) (Devam)

3. - 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/898) (S.Sayısı:707) (Devam)

4. - 2003 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/879, 3/670) (S.Sayısı: 709) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri "son söz milletvekilinindir" ilkesi gereğince, bir milletvekili arkadaşıma söz vereceğim.

İzmir Milletvekili Sayın Kemal Anadol saat 16.15'te söz talebinde bulundu; Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır saat 16.34'te söz talebinde bulundu.

İçtüzüğümüzün 61 inci maddesinde "söz, kayıt veya istem sırasına göre verilir" denilmektedir. Daha önce söz talebinde bulunan Çorum Milletvekili Sayın Agâh Kafkas konuşacaktır.

Buyurun Sayın Kafkas.(AK Parti sıralarından alkışlar)

AGÂH KAFKAS (Çorum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe üzerinde, oyumun rengini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, Irak'ta şehit olan beş güvenlik görevlimize Cenabı Allah'tan rahmet diliyor, yakınlarına, Emniyet Teşkilatımıza ve bütün milletimize başsağlığı diliyorum.

Yine sözlerimin başında, Türkiye'nin kırkbir yıldır sürdürdüğü mücadele sonucunda 17 Aralıkta elde ettiği bu tarihî başarıda emeği geçen, başta Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, 59 uncu hükümetimizin bütün bakanlarını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli üyelerini tebrik ediyor, şükranlarımı sunuyorum.

Türkiye Cumhuriyetinin muasır medeniyetler seviyesine çıkma konusundaki kararlılığının önemli bir ifadesi olarak değerlendirdiğimiz 17 Aralık kararlarını, cumhuriyet tarihimizde ülkemiz adına yapılmış en kapsamlı barış anlaşması olarak değerlendiriyorum; bütün dünyayı, dünya insanlığını ilgilendiren medeniyetler buluşmasının temelinin ilk adımı olarak değerlendiriyorum ve bu önemli adımı atmak Türkiye Cumhuriyetine nasip olmuştur, AK Parti İktidarına nasip olmuştur, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a nasip olmuştur; kutluyorum, şükranlarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

"Vay efendim, bu niye bayram olarak kutlanılıyor" diye bir telaş başladı. Bir gazeteci dostumuzun da ifade ettiği gibi, biz, herhalde, sevinmesini bilmeyen ve kendimize haksızlık yapan bir toplumuz. Biraz önce Sayın Dışişleri Bakanımızın da ifade ettiği gibi, Kıbrıs Rum kesimindeki basına baktığımız zaman, Yunan basınına baktığımız zaman ve hatta, Sayın Denktaş'ın teşekkürlerini dinlediğimiz zaman, buradaki millî duyarlılığın ve Kıbrıs konusundaki hassasiyetin ne kadar önemli olduğu ve başarılı olduğu çok net bir şekilde görülmektedir.

Kıbrıs konusundaki millî davamız konusunda, ayrıca, bu kadar onurlu duruştan dolayı, bir kez daha Sayın Başbakanı kutluyorum ve burada, bir anekdotu da -hepimizin basından takip ettiği bir anekdotu da- sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, liderler zirvesinde aile fotoğrafı çekilecek; gelenek olduğu gibi, bütün ülkelerin bayrakları oraya konulmuş ve o bayrakların üstünde, sayın ülke yetkilileri, başbakanlar, bakanlar, devlet başkanları dikiliyor; ama, orada, iki insan, o bayrağa basmaya kıyamıyor; işte, Başbakan eğiliyor, bayrağı alıyor, Sayın Dışişleri Bakanımız eğiliyor, bayrağı alıyor. Biz, AK Parti bu işte. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu ülkenin bayrağı, bu ülkenin değerleri, bu ülkenin bütün millî davası bizim davamız ve bizim hassasiyetimizdir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti yıllardır bütçelere hazırlanıyor ve bu bütçelerde de malî disipline sağlıklı bir şekilde uyulmadığını yıllardır hep beraber tespit ediyoruz. Ben -rakamlar çok uçuştu- hazırladığım metne bağlı kalmak ya da onları tekrar etmek istemiyorum; ama, 2005 bütçesini üç temel öğe üzerinden, tahsisler, dağılım ve istikrar bağlamında değerlendirmeye alacak olursak birkaç cümleyle şu söylenebilir: Tahsisler konusunda genel bütçeye dahil dairelerin ödenekleri içerisinde yeniden yapılanmaya gidilerek bazı alanlar hükümetimizin öncelikleri paralelinde öne çıkarılmıştır. Örneğin, eğitim ödeneği 2003'te 10 katrilyon lira iken, bugün 15 katrilyon liraya çıkarılmıştır. Örneğin, sağlık ödeneği 2003'te 3,5 katrilyon lira iken, 2005'te 5,5 katrilyon liraya çıkarılmıştır. Yüzde 50'nin üzerinde bir artış sağlanmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Kafkas, lütfen konuşmanızı tamamlayın. Son cümleniz için mikrofonu açıyorum.

AĞÂH KAFKAS (Devamla)- Konuta ve altyapıya verilen önem de bu hükümetimizin öncelikleri arasındadır.

Dağılım konusunda dengeler gözetilerek, yoksul kesimlerin ezilmesini önleyecek dağılım sağlanmıştır.

Yine istikrar konusuna geldiğimiz zaman... Bütçede malî disipline sonuna kadar uyulmuştur ve bunun burada önemli göstergesi şudur: 2003'te gayri safî millî hâsılanın gelire oranı -bütçe açığı- 11,3'ken, 2004'te 7,2'ye inmiştir. Bu, 2005'te 6,1 olarak öngörülmüştür.

Makro hedefleri tutturan ve üretimi ve ülkenin büyümesini sağlayacağından emin olduğumuz bu bütçeye gönül huzuruyla "evet" oyu vereceğimi belirtiyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kafkas.

Sayın milletvekilleri, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.

1- 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2- 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3- 2005 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4- 2003 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Böylece, 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla, her 4 tasarının da 1 inci maddelerini okutuyorum:

2005 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir ve Denge

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Genel bütçeye dahil dairelerin harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere 153 928 792 910 Yeni Türk Lirası ödenek verilmiştir.

2003 MALÎ YILI KESİNHESAP KANUNU TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1.- Genel bütçeli dairelerin 2003 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, 139 488 824 423 050 000 lira olarak gerçekleşmiştir.

2005 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER BÜTÇE KANUNU TASARISI

Ödenekler, Öz Gelirler, Hazine Yardımı

MADDE 1.- a) Katma bütçeli idarelerin 2005 yılında yapacakları hizmetler için 15 846 891 460 Yeni Türk Lirası ödenek verilmiştir.

b) Katma bütçeli idarelerin 2005 yılı gelirleri 2 160 082 000 Yeni Türk Lirası öz gelir, 13 686 809 460 Yeni Türk Lirası Hazine yardımı olmak üzere toplam 15 846 891 460 Yeni Türk Lirası olarak tahmin edilmiştir.

2003 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER KESİNHESAP KANUNU TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1.- Katma bütçeli idarelerin 2003 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, 12.200.795.000.400.000 lira olarak gerçekleşmiştir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, saat 19.00'da tekrar toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.13

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.08

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, daha önce bastırılıp dağıtılan 2005 malî yılı bütçe programında, Çevre ve Orman Bakanlığının, 23.12.2004 Perşembe günü altıncı turda Millî Savunma Bakanlığıyla birlikte; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının ise, 24.12.2004 Cuma günü dokuzuncu turda Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığıyla birlikte görüşüleceği ilan edilmişti; ancak, bakanlıkların anlaşması üzerine, bu iki bakanlığın yerleri karşılıklı olarak değiştirilmiştir. Buna göre, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi, 23.12.2004 Perşembe günü altıncı turda Millî Savunma Bakanlığı bütçesiyle birlikte; Çevre ve Orman Bakanlığı bütçesi, 24.12.2004 Cuma günü dokuzuncu turda Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesiyle birlikte görüşülecektir.

Bilgilerinize arz olunur.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu tasarılarının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2005 malî yılı bütçeleri ile 2003 malî yılı kesinhesaplarının görüşmelerine başlıyoruz.

Program uyarınca, bugün bir tur görüşme yapacağız. Birinci turda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı -Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçesiyle birlikte- Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2005 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/897; 1/898; 1/878, 3/669, 1/879, 3/670) (S.Sayısı: 706, 707, 708, 709) (Devam)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı  2003 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI

1. - Cumhurbaşkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

2. - Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1. - Sayıştay Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

2. - Sayıştay Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI

1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?.. Yerinde.

Sayın milletvekilleri, 13.12.2004 tarihli 31 inci Birleşimde, bütçe görüşmelerinde, soruların, gerekçesiz olarak, yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması kararlaştırılmıştır.

Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar sorularını sorabilmeleri için şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra, ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır.

Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden soracaklardır. Soru sorma işlemi 10 dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de 10 dakika süre verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan süre içinde sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.

Bilgilerinize sunulur.

Birinci turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; Antalya Milletvekili Osman Kaptan, Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş, Konya Milletvekili Atilla Kart, Adana Milletvekili Kemal Sağ, Ankara Milletvekili Oya Araslı.

AK Parti Grubu adına; Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş, Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin Börü, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz, Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş.

Şahısları adına; lehinde; Kars Milletvekili Selahattin Beyribey, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün; aleyhinde; Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç, Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin Börü, Konya Milletvekili Atilla Kart.

Sayın milletvekilleri, birinci turda ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Osman Kaptan'a aittir.

Sayın Kaptan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Kaptan, süreleriniz herhalde eşit olarak taksim edilecek değil mi?

OSMAN KAPTAN (Antalya) - Evet.

BAŞKAN - Sayın Kaptan, buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA OSMAN KAPTAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 2005 yılı bütçesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın 87 nci maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini belirlemiştir. 1982 Anayasası, yasama ve yargı karşısında yürütmenin güçlendirilmiş olması, erkler ayrılığı ilişkilerinin bozulmasına neden olmuştur.

Sayın arkadaşlarım, hepimizin bildiği gibi, parlamenter rejimde, yasama organının, yasa yapma ve hükümeti denetleme gibi iki temel görevi bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasa yapma görevimizi biçim olarak oy verme şeklinde yapıyoruz; ancak, genellikle hükümetin tasarıları yasalaşıyor. Milletvekillerinin yasa önerileri Genel Kurula bile inmiyor, inse dahi yasalaşmıyor. Hükümet ne derse o oluyor. Dolayısıyla, uygulamada yasama inisiyatifi biz milletvekillerinin değil hükümetin elinde bulunuyor. Örneğin, muhtarlarımız 107 000 000 lira maaş alıyorlar, 12 nci basamaktan ödeseler bile 208 000 000 lira Bağ-Kur primi ödüyorlar. Ben, muhtarların maaşı asgarî ücrete çıkarılsın diye, yirmi ay önce bir yasa teklifi vermiştim; daha komisyonda bile görüşülmedi. Görüşmelerde, çoğu tasarıların virgülü bile değiştirilemiyor. Halbuki, Sayın Tayyip Erdoğan, Başbakan değilken, AKP'nin ilk Grup toplantısında "milletvekilleri el kaldırma makineleri değildir; milletvekillerinin otomatik olarak 'evet' ve 'hayır' dediği bir Meclis olmayacak AK Parti İktidarında" diyor. Sayın arkadaşlarım, yoksa, şimdiki iktidar AK Parti İktidarı değil mi?!

Bakınız, bir başka AKP Grup toplantısında Sayın Başbakan "bizim sevk ettiğimiz kanunları birtakım önergelerle değiştirmeye çalışıyorsunuz; biz bunları okuyarak hazırlamıyor muyuz" diyor. Niye diyor; çünkü, artık Başbakan olmuştur, değişmiştir. Zaten "ben değiştim" demiyor muydu?! Bu, yasama organına yürütmenin müdahalesi değil de nedir?!

Sayın arkadaşlarım, bir de, hükümeti, yazılı ve sözlü soru önergeleriyle denetleme görevimiz var; ancak, sorularımızın bir kısmına hiç cevap verilmiyor, bir kısmına da baştan savma, bir satır cevap veriliyor. Ben "Amerika Başkanı Bush'un korumaları bir bakanımızın elini nasıl kontrol eder" diye soru sormuştum. Bu olay televizyonda ve gazetelerde yayımlanmıştı. Bana gelen cevap tek satır: "Böyle bir olay olmamıştır." Hayret edilecek bir şey! O görüntüler fotomontaj mıydı yoksa?! Bazı sorularımız ise, Sayın Meclis Başkanımız tarafından iade ediliyor. Dönem başından beri 48 soru önergesi iade edilmiştir. Bunların hepsi de Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerine aittir. Bir tek AKP milletvekili var sorusu iade edilen, o da Sayın Atilla Başoğlu. Önergeyi verdiği zaman o da Cumhuriyet Halk Partiliydi.

İade edilen 48 sorudan 26 tanesi, Sayın Başbakana sorulan sorular. Yani, Sayın Meclis Başkanımız, Sayın Başbakana soru sormayın, o benim arkadaşımdır demek istiyor galiba. Sayın Meclis Başkanımız "4 000 küsur soru önergesinden yüzde 1'ini iade ettim" diyor. Doğru da, Sayın Başkanım, bu yüzde 1'ler hep Sayın Başbakana sorulan sorulara mı rastlıyor?!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakan "Meclis lojmanlarında milletvekilleri oturmayacaktır" dedi, AKP milletvekillerinden yoğun alkış aldı. Bunun üzerine, Sayın Meclis Başkanımız "lojmanları satmayacağım" diyor ve Maliye Bakanlığına devrediyor. O tarihteki gazetelerin başlıkları şöyle: "Meclis Lojmanları Kapış Kapış Gidiyor", "Lojmanlardan 300 Trilyon Lira Gelecek", "Lojmanlar Para Basacak", "Meclis Lojmanları Ticaret Merkezi Oluyor". Hükümetin, basın desteğine nazar değmesin demekten başka ne denilebilir ki! Bu desteğe karşın, sonuç ne oldu, sonuç; lojmanlar çürümeye terk edildi. Ben, bu konuda bir soru önergesi vermiştim... Ancak 25 tane lojman satılabilmiş, bunun da 15 tanesi vadeli satılmış. Lojmanlar milletvekillerine 700 000 000 liradan kiraya verilseydi, hazinenin 10-11 trilyon lira kârı olurdu.

Yine, Sayın Meclis Başkanımız "milletvekillerine ev yaptıracağım" dedi, form dağıttı, 361 milletvekili başvurdu. Sayın Başbakan "milletvekillerine ev yapılmayacak" dedi; Sayın Meclis Başkanımız ev yaptırmaktan vazgeçti. Biz, milletvekillerine niye ev yapılmadı demek istemiyoruz; biz, milletvekilleri niye lojmanlarda oturmadı demek istemiyoruz; bizim demek istediğimiz, bu kararı niye Sayın Başbakan alıp kamuoyuna açıklıyor da, niye Meclis Başkanı, Meclis Başkanlık Divanı bu kararları almıyor?

Cumhuriyet Halk Partisi, 126 milletvekilinin imzasıyla, TCK 6 Ekimden önce görüşülsün diye 28 Eylül 2004'te Meclisi olağanüstü toplantıya çağırıyor. Anayasa gereği olan bu istek kabul görmüyor. Sayın Başbakan "Avrupa Birliği bizim içişlerimize karışmasın" diyerek gittiği Brüksel'de, dünya ve Türkiye basınının önünde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26 Eylül günü toplanacağını söylüyor ve Sayın Meclis Başkanımız, Türkiye Büyük Millet Meclisini 26 Eylül günü olağanüstü toplantıya çağırıyor. Cumhuriyet Halk Partisine bunu unutturamazsınız sayın arkadaşlarım.

Değerli milletvekilleri, şimdi, sizlere sormak istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanı Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan mıdır yoksa Sayın Bülent Arınç mıdır?! Biz istiyoruz ki, yasama görevimizi, denetim görevimizi yürütme organının güdümüne girmeden yapalım.

Sayın arkadaşlarım, sabahlara kadar çalışıyoruz. Hesaplanmış, Türkiye Büyük Millet Meclisinde her 2 saat 18 dakikada bir kanun yapılıyormuş. Sonuç; 27'si Sayın Cumhurbaşkanı tarafından iade ediliyor, 41 tanesi de Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Anayasa Mahkemesine götürülüyor.

Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın öngördüğü demokratik devlet, erkler ayırımı, parlamenter rejim, Başbakanlık İnsan Hakları Komisyonuna göre, önce hükümetçi parlamenter rejime sonra da başbakancı parlamenter rejime dönüşmüştür. Bunlar yetmezmiş gibi, şimdi de başkanlık sistemi tartışılmaya açılmak isteniyor.

Sayın Başbakan, hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı olmak istemektedir. Bu, yanlış bir hevestir arkadaşlarım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Kaptan, size 1 dakika eksüre vereceğim; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

OSMAN KAPTAN (Devamla) - Eğer, Türkiye'nin kaderi, 550 milletvekilinin değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değil, başkan olarak seçilmiş bir kişinin elinde olsaydı, Türkiye, 1 Mart tezkeresiyle savaşa girmiş, 70 000 Amerikan askeri Türkiye'ye gelip yerleşmiş olurdu. Bunların olmasını mı istiyorsunuz; elbette hayır, kesinlikle hayır dememiz gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'yi yönetenler gelir geçerler, kalıcı olan Türkiye Cumhuriyetidir. Türkiye Cumhuriyeti, şahsî ve keyfî yönetim anlayışına teslim edilemez. Rejim tartışmalarıyla vakit geçireceğimize, çöken tarımımızı, beli bükülen çiftçimizi ayağa kaldırmaya çalışalım; işçimize, esnafımıza, memurumuza, emeklimize, fakirimize fukaramıza sahip çıkalım; yolsuzlukla, yoksullukla mücadele edelim; işsizimize iş yaratalım; ekonomimizi IMF gözetiminden çıkaralım. Yüce Meclisin ve milletvekillerinin saygınlığını artırıcı, dokunulmazlıklar başta olmak üzere, gerekli önlemleri alalım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulusal iradeye dayanan anayasal rejimine de, Yüce Ulusumuza da, Lozan'a da, Kuzey Kıbrıs'a da sahip çıkmasını bilir, bilmelidir. Atatürk'ün Meclisine yakışan budur.

Bütçenin hayırlı olması dileğiyle, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaptan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Ankara Milletvekili Sayın Yılmaz Ateş.

Sayın Ateş, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YILMAZ ATEŞ (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, yazılı ve görsel basın, demokrasinin ve demokratik toplumların vazgeçilmez, olmazsa olmaz kurumlarının en ön sıralarında yer almaktadır. Bu öneminden ötürüdür ki, ülkemizde dördüncü güç olarak kabul edilmektedir; zaman zaman daha ön sıralarda olduğuna ilişkin de geniş bir kanı vardır.

Teknolojik gelişmeler, basının iki kanadından biri olan sözel ve görsel bölümünü, radyo-televizyon yayıncılığını daha ön sıralara taşımış durumdadır.

Kültürel yaşamımızın, toplumsal değerlerimizin korunup, gelişmesinde; toplumun, doğru bilgi edinerek, geleceği konusunda sağlıklı karar vermesinde radyo ve televizyonlarımız en belirgin güç haline gelmişlerdir. Bu öneminden dolayıdır ki, diğer bütün üst kurul üyeleri Bakanlar Kurulu tarafından atanırken, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeleri Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmektedir.

Böylesine önemli bir işlevle görevlendirilen Üst Kurul, radyo ve televizyonların, toplumsal yaşamımıza, çağdaş ve ulusal değerlerimize uygun yayın yapmasını sağlayabiliyor mu; bu konuya bakmakta yarar görüyorum.

Bu konuya değinmeden önce bir noktaya açıklık getirmekte yarar görüyorum: Birey olarak da, Cumhuriyet Halk Partisi olarak da, hep basını ve düşünce özgürlüğünü savunduk. Basın özgürlüğünden doğan sorunların çözümünü de, yine, basın özgürlüğünde aradık. Ancak, iktidarlar da, çözülmeye, yozlaşmaya, kokuşmaya karşı toplumu ve ülkeyi koruyan, yasaları uygulayan tek yürütme organıdır; yasaların belirlediği çerçevede bu görevini yerine getirmekten sorumludur. Yüzyıllar boyunca dünyanın en güzel dillerinden biri olarak kabul edilen Türkçemiz, bugün bir katliam yaşamaktadır. Ciddî programları reklam işgali nedeniyle izleme olanağı yoktur. Eğitici bir programı görmek mümkün değildir. Başta çocuklarımız olmak üzere, bizi biz yapan bütün değerlerimiz reating ve reklam uğruna ayaklar altında çiğnenmektedir.

Daha dün, yani pazar günü, ulusal yayın yapan bir televizyonda, yarışmanın aktörleri olan 3-5 yaşındaki çocuklardan oluşan "Çocuktan Al Haberi" adlı programdaki yayına bir bakmakta yarar var: Programı yapan hanımefendi soruyor: "Asena kimdir, ne iş yapar; İbrahim Tatlıses'in nesidir?" 4 yaşındaki çocuğun cevabı şu: "İbrahim Tatlıses'in karılarından biridir." Ne iş yaptığını daha iyi anlatabilmek için de 4 yaşındaki kız çocuğuna göbek attırılıyor. Bitmedi daha. Bir başka soru: "Kaynana nedir, Semra Hanım kimdir?!."

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3-5 yaşlarındaki çocuklara öğretilen işte bunlar! Çocuklar için yapılan programlar bunlar! Bütün etkin, yetkin ve sorumlularımız da bu olup biteni izlemektedir. Radyo ve televizyonlarımızın, daha doğrusu, ayırım yapmadan söylemek gerekirse, medyamızın bu hali yüzeysel nedenlerden kaynaklanmıyor; ortada yapısal, ciddî bir sorun var; Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu soruna kayıtsız kalmamalıdır.

Özel televizyon yayınları 1991 yılında başladı. Bugün, 1 500 dolayında yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde televizyon yayını var. Frekans ihaleleri ise, halen yapılmadığı için, yayınların tamamı korsan yapılmaktadır. Tabiî, yayınlar korsan olunca, devlet de katrilyonlarca lira gelir kaybına uğramaktadır.

Frekans ihaleleri neden yapılmıyor? İktidarın eli kolu neden bağlanmaktadır? Bu soruların cevabını şu cümlelerde bulmak mümkün.

Değerli milletvekilleri, bu cümleleri de, geçen yılki ve önceki yılki Plan ve Bütçe Komisyonumuzun tutanaklarından aldım. "2002 yılında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı olarak, frekans ihalelerinin yapılmamasından dolayı ıstırap duyuyorum diye bir açıklama yaptıktan sonra, hakkımda, büyük menfaat şebekeleri büyük bir kampanya başlattılar; internet sitelerinde ve basında, büyük holding patronlarının da desteğinde, bu konuda çok ağırlıklı bir kampanyanın hedefi oldum. Bu konuda belki herkes suçlanabilir; ama, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bu ihaleleri gerçekleştiremedi diye suçlanamaz."

Değerli arkadaşlar, bu sözlerin sahibi, şimdi de Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı olan Sevgili Fatih Karaca. Feryadı haklı, doğru; herkes duyuyor; ama, bu feryadı ne dünkü iktidarlar duydu ne de bugünkü iktidar.

Prim borcunu ödemediği için, köylünün traktörüne el konulabiliyor, karnını doyurmak için ekmek aldı diye cezaevlerine gencecik, küçücük çocuklar konuluyor; ama, devlet yetkililerinin gözleri önünde devletin kaynakları, halkın kaynakları böyle bir avuç medya patronuna, maalesef... Üzerine gidilmeden, bunlar saklanabilmektedir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de çok şey değişti, iktidarlar değişti; ama, medya patronları ile siyasal iktidarın ilişkileri hiç değişmedi. "Avrupa coğrafyasında Türkiye'dekine benzer bir medyaya rastlamak mümkün değildir" sözü, ömrünü medyaya adamış Cumhuriyet Gazetesinin Başyazarı Sayın İlhan Selçuk'a aittir. Geçmişte, halkın gözü kulağı, sesi olan medya, ne acıdır ki, şimdi, ağırlıklı olarak, iktidarın sesi oldu, mensubu olduğu sermayenin gözü kulağı oldu. Varlık nedeni halkı doğru bilgilendirmek olan medya, şimdi, ağırlıklı olarak iktidarın toplumu şekillendirmesinde en etkili araçlardan biri haline geldi.

17 Aralık başarı mıdır değil midir, hep beraber göreceğiz. Doğrusu, bu tartışmaya katılmanın şu anda yeri ve zamanı değil; ama, Avrupa Birliğine girme başarısını gösterebilirsek, şu kesin ki, medyamızın ağırlıklı bir bölümü bu haliyle de yaşama şansı bulmayacaktır. Sayın Başbakan "bu başarıdır" diyor, medya mensupları da "yok, siz bilmezsiniz, bu başarı değil; bu, zaferin ta kendisidir, siz de fatihin ta kendisisiniz" diyor. Sayın Başbakan, sanırım, çok temkinlidir; yoksa, geriye dönüp baktığı zaman, siyaset mezarlığının, medyanın yarattığı fatihlerle dolu olduğunu görecektir.

Sayın milletvekilleri, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun elkoyduğu yayın kuruluşlarının halen satılamamış olmasını anlama olanağımız yoktur. Devlet olanaklarıyla, halkın parasıyla, siyasal iktidar, gazete, radyo, televizyon sahibi olmuştur; ama, bu televizyon kanalları, halkın kesesinden her ay trilyonlarca lira zarara uğramaktadır; yayınları, Uzanların haksız, adaletsiz dönemini aratmayacak durumdadır. Dün, Uzanları yere göğe koyamayan bu yayınlar, bugün de iktidarı yere göğe koyamamaktadır.

Sayın milletvekilleri, Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener'in basına yansıyan bir açıklaması var. Sayın Şener diyor ki: "Medya ve banka sahibi bir olmamalı, bunlar ayrılmalıdır; çünkü, aksi takdirde, halk doğru bilgilendirilemez ve bu görüşümü de, hazırlamakta olduğumuz bir yasaya konulması için Sayın Başbakana arz edeceğim."

Değerli arkadaşlar, oysa, böyle bir yasa şu anda var. Yürürlükte olan 3984 sayılı Yasanın, yani, radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen yasanın 29 uncu maddesinin (a) bendi çok net. O maddede deniliyor ki: "Yatırım, ihracat, ithalat, pazarlama ve finans kurum ve kuruluşlarına radyo ve televizyon yayın izni verilmez; bu kuruluşlar, radyo ve televizyon yayın izni almış şirketlere ortak olamazlar." Şimdi, ortada madde var; fakat, o maddeyi uygulayabilecek siyasî irade, siyasî iktidar yok. Eğer, bu madde yürürlükteyse bunun uygulanması lazım; eğer, uygulanmıyorsa, bu yasanın değiştirilmesi gerekir.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulumuzun bütçesinin ulusumuza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclisi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ateş.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü konuşmacı, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, 1982 Anayasası da, daha önceki cumhuriyet anayasalarının geleneğini sürdürerek, Cumhurbaşkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesi esasını kabul etmiştir. Anayasa koyucu, Cumhurbaşkanının doğrudan seçim yoluyla seçilmesi yöntemini benimsememiştir.

Ülkemizde uygulanmakta olan parlamenter sistemin dengeleri bakımından da mevcut anayasal yapılanmanın isabetli olduğu kanısındayız. Cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesi halinde, kolayca siyasal sistemin egemen unsuru haline gelmesi ve böylece, sistemin bir tür başkanlık veya yarı başkanlık rejimi haline gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Kabul etmek gerekir ki, başkanlık sistemi Türkiye'nin siyasal geleneğine aykırı olduğu gibi, bu sistemin, tamamen kendisine özgü şartları olan Amerika Birleşik Devletleri dışında istikrarlı ve toplumsal kalkınmayı sağlayan bir demokrasi yarattığı da görülmemiştir; böyle bir örnek yoktur.

Değerli arkadaşlarım, parlamenter sistemin ülkelere göre iki ya da çokpartili siyasal ortamlarda uygulanabilmesi sebebiyledir ki, bu sistemlerden çoğul olarak söz edilmektedir. Buna karşılık, başkanlık rejiminin günümüze kadar klasik biçimiyle salt uygulama alanı sadece Amerika Birleşik Devletleridir. Bundan dolayı da, başkanlık rejimlerinden değil, başkanlık rejiminden söz edilmektedir.

Gerçi, Amerika Birleşik Devletleri rejiminden esinlenilerek bazı ülke anayasalarında, özellikle Latin Amerika ülkelerinde, kurumsal düzenlemeler yapılmışsa da, bu sistemlerin hiçbirinde Amerika Birleşik Devletleri örneğindeki süreklilik sağlanamamış, rejimler, ya hükümet darbeleriyle son bulmuş ya da başkanlık rejiminden farklı olarak, o ülkenin özelliğine göre, otoriter veya totaliter sistemlere dönüşmüştür; demokrasiler ve sistem telafi edilemez biçimde darbeler almıştır.

Değerli arkadaşlarım, şu soruları değerlendirmemiz gerekiyor:

Amerika Birleşik Devletlerindeki sistem her ne kadar başkanların yönetim anlayışlarına bağlı olarak zaman zaman hegemonyacı bir uygulama içine giriyorsa da, neden kurumsal olarak otoriter veya totaliter bir yapıya dönüşmüyor?

Hukuk devleti ve demokrasi yapılanması aksayan ve geciken parlamenter sistemlerdeki bu yanlışlıklar nereden kaynaklanıyor?

Parlamenter sistemin kuvvetler ayrılığı sisteminin özüne uygun olarak uygulanması için, acaba, yürütme ve yasama olarak ne yapıyoruz? Bu sistemi işler hale getirmek mi istiyoruz, yoksa ve maalesef, sistemi sabote mi ediyoruz?

Sistemin ve kurumların içini mi boşaltıyoruz? Bu soruların irdelemesini sağduyulu olarak yapmamız gerekiyor değerli arkadaşlarım. Belli dönemlere bağlı kalmadan, konjonktürel şartları ve dönemleri kişisel ve siyasal amaçlarla kullanmaya tenezzül etmeden bu değerlendirmeyi yapmamız gerektiğine inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, ister başkanlık sistemi, ister parlamenter sistem olsun, demokrasilerde öncelikle ve vazgeçilmez şart, yargının güçlü olmasıdır. Yargının gerçekten bağımsız olmasını sağlayacak, gerçek anlamda yargıç teminatını sağlayacak hukuk devleti yapılanması konusunda hangi adımları atıyoruz? Bugün Amerika Birleşik Devletlerinde sistem işliyorsa, bunun temel dayanaklarının başında güçlü ve etkin yargının geldiğini unutmayalım. Gerek bireyler ve gerekse toplum bir haksızlığa uğradığında, sonuçta yargıdan bu haksızlığın döneceği duygusunu hiç kaybetmemişlerdir. Biz ne yapıyoruz; biz, idarî denetimi kaldırıyoruz, etkisiz hale getiriyoruz, kamu yönetimi ve belediye tasarılarında bunun somut örneklerini görüyoruz; Sayıştay seçimlerinde de, malî denetimi kontrolümüz altına almak için hukuku çiğniyoruz, Anayasa ihlali yapıyoruz. Yetmiyor; yargıyı güçlendireceğimiz yerde, yargının sorunlarını kullanarak ve istismar ederek, yargıyı bağımlı hale getirmek için, kurumları karşı karşıya getirmek pahasına, popülizm yapıyoruz, tribünlere oynuyoruz.

Kamuoyunu yanıltma ve sanal tablo yaratma durumu, maalesef, iç olaylarla, içpolitikayla sınırlı değil, dışpolitikada da bunu yine yapıyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanının başkanlığında, 7 Aralık günü, Avrupa Birliği zirvesi konusunda bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda, koşulsuz tam üyelik hedefi çok açık olarak dile getirildi. 17 Aralığın Türkiye açısından sonuçlarının yetersizliğini ve içinin boş olduğunu Sayın Genel Başkanımız konuşmalarında ayrıntılı olarak dile getirdiler. Diğer sözcü arkadaşlarım da, ilerleyen bölümlerde, bu konuları yine değerlendirecekler. Ben, sadece, İsveç Başbakanının "biz olsaydık, bu şartlı üyelik konusunu kabul etmezdik; Türkiye direnmedi" yolundaki değerlendirmesini hatırlatmakla yetiniyorum.

İbret verici ve düşündürücü bir tabloyla karşı karşıyayız; günü kurtarmak uğruna yapılan bir gösteriyle karşı karşıyayız. Bu sebeple, bu anlamda ve bu kapsamda, karamsarlığa kapıldığımızı da yeri gelmişken ve üzülerek bir defa daha ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapılanması değişmediği ve bu kararlara karşı yargı yolu açılmadığı, adlî kolluk yapılanmasındaki statükocu yapının kurumsallaştırılması engellenmediği, teftiş kurulu yapılanması değişmediği takdirde, doğal olarak, kuvvetler ayrılığına dayanan bir sistemin işleyişinde de sıkıntılar olacaktır. Maalesef, siyasî iktidar, bu sıkıntıları ve yapısal bozuklukları kullanarak ve istismar ederek, kendince sistem değişikliğinin altyapısını oluşturmaya çalışıyor. Bunu yaparken de, bir taraftan, özerk kurulların ve kurumların işleyişine de doğrudan müdahale ediyor.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'deki sistem, şu anda -biraz evvel sözcü arkadaşımız Sayın Kaptan da ifade etti- başbakanlıkçı bir sistem ve anlayışa dönmüştür. Bunu yeterli görmeyen hükümetin ve Sayın Başbakanın, bu fiilî durumu Anayasal bir sistem haline dönüştürmek istediği görülüyor ve anlaşılıyor.

Aslında, bu arayışın temelinde, gelecek dönemlerdeki siyasî ve hukukî denetimi engelleme arayışlarının bulunduğunu da üzülerek ifade ediyoruz. Ancak, bu arayışın, toplumda huzursuzluğa, istikrarsızlığa, gerginliğe ve kutuplaşmaya yol açacağını şimdiden ifade ediyor ve hükümeti uyarıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin saltanat arayışlarına, yeni padişahlara ihtiyacı ve tahammülü yok; Türkiye'nin ortak akla ve sağduyuya ihtiyacı var. Ortak akıl ve sağduyu, anayasal kurumların işleyişine müdahale etmemeyi, bu kurumların ve sistemin içini boşaltmamayı gerektirmektedir. O ortak akıl sayesindedir ki, Türkiye'nin kaos ve terör ortamına ve maceraya girmesini engelleyen 1 Mart tezkeresi süreci yaşanmıştır. Bu ortak akıl, bugün, maalesef, bertaraf edilmek istenilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanının laik ve sosyal hukuk devletinin korunmasında bundan böyle de kararlılığını sürdüreceğine olan inancımız tamdır. Sayın Cumhurbaşkanı, görevini, özenle ve kararlılıkla sürdürmektedir.

Bu genel değerlendirmelerden sonra, Sayın Cumhurbaşkanının kamu bütçesine ilişkin harcamalardaki titizliğini somut bir olayla anlatmak istiyorum.

Biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı, 2004 yılı içerisinde oğlunu evlendirdi. Ben, bu nikâhın, Çankaya Köşkü gibi kamusal ve sembol niteliği olan bir mekânda yapılması konusundaki tereddütlerimi, düğünün orduevi veya herhangi bir otelde yapılmasının uygun olacağını ifade etmiştim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, 1 dakikalık süre içerisinde konuşmanızı bağlar mısınız.

ATİLLA KART (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Sayın Cumhurbaşkanı, düğüne ilişkin -dikkatinizi çekiyorum- elektrik ve gıda harcamalarını, garson giderlerini kendilerinin kişisel bütçesinden nasıl karşıladıklarını, açıklamalı bir şekilde ve bir vesileyle şahsıma doğrudan ilettiler. Bu açıklama ve bilgilendirmeden, elbette, bir vatandaş olarak mutlu oldum. Düğünün orduevi veya otelde yapılması halinde, en başta zorunlu güvenlik uygulamasının ne kadar ağır maliyeti olacağını ifade ettiler.

2004 yılı bütçesinde de yüzde 28'e yaklaşan bir tasarruf sağlandığını, yine, burada, örnek teşkil etmesi, emsal teşkil etmesi düşüncesiyle, özellikle vurguluyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu sebeple, kamu harcamaları konusunda bu kadar duyarlı olan Sayın Cumhurbaşkanının temsil ettiği Cumhurbaşkanlığı makamının bütçesine, elbette ve içtenlikle destek veriyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım; son cümlem.

Sayın Cumhurbaşkanının kamu harcamalarında göstermiş olduğu bu özen ve duyarlılığın, en başta Sayın Başbakan ve ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan için örnek teşkil etmesini, tüm kamu görevlilerinin de bundan etik olarak ders almaları gereğini, yeri gelmişken Genel Kurul huzurunda, sorumluluk anlayışım gereği olarak ifade ediyor, bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Kart.

Birinci turda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına dördüncü söz, Adana Milletvekili Kemal Sağ'a aittir.

Sayın Sağ, buyurun.

CHP GRUBU ADINA KEMAL SAĞ (Adana)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının Sayıştayla ilgili bölümü hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Geçen yıl yine bu kürsüden Sayıştay hakkında birçok eleştirilerde bulunmuştum. İlgililer bu uyarılarımı dikkate almış olmalılar ki, bu yıl eleştiri konusu az. Bu bizim için sevindirici bir durum; ama, ne var ki, bu yıl da özellikle hükümeti eleştireceğim iki ciddî konu gündemde kalmaya halen devam ediyor. Bu iki konuya az sonra değineceğim. Önce, Sayıştayın denetim ve idarî faaliyetleri hakkında biraz konuşmak istiyorum.

2003 yılında denetlenmesi gereken 7 229 adet saymanlığın geçen sene sadece yüzde 11'i denetlenmiş iken, bu yıl bu oran yüzde 13'e çıkmış durumdadır. Bu arada parasal hacim olarak da oran yüzde 79 olmuştur; yani, bir başka deyimle, Türkiye'deki kamu harcamalarının beşte 4'ü denetim altına alınmıştır. Ayrıca, 11 374 adet konu da yargılanarak karara bağlanmıştır. Öte yandan, Sayıştay, performans denetimine ağırlık vererek, bu bağlamda, tarihî eserlerin korunması, ormanların korunması, kıyıların kullanımı ve denetimi, e-dönüşüm Türkiye Projesi ve devlet hastanelerinde ilaç ve tedavi malzemeleri konularını denetleyerek rapora bağlamıştır.

Bir olumlu konuya daha değinip, eleştirilerime geçeceğim. AB fonları çerçevesinde, 17 twining, yani, eşleştirme projesinden bir tanesi Sayıştaya tahsis edilmiş. Böylece, 1 400 000  euroluk bir fon, denetim kapasitesinin güçlendirilmesi projesine ayrılmış durumdadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, biz CHP olarak, dün olduğu gibi bugün de pozitif muhalefet anlayışımızı yine devam ettiriyoruz, yapılan güzel ve olumlu şeyleri alkışlıyoruz; ancak, doğru bulmadıklarımızı da, iktidarın yanlış uygulamalarını da açıkça ortaya koymaya devam ediyoruz.

Bakın, geçen sene, Sayıştaya önem verdiğinizi, yargıya güvenmeye başladığınızı düşünmüştük. Geçen yıl bütçe büyüklüğü yüzde 2 artarken, Sayıştay ödeneklerini yüzde 14 artırmıştınız; ama, bu yıl bakıyoruz, genel bütçe büyüklüğü yüzde 6 artarken, Sayıştayın ödeneklerinde yüzde 2 azalma görüyoruz.

Bakın, yine, ikinci bir hususu açıklamak istiyorum sizlere. Sayıştay, bu yıl, denetçi yardımcısı sınavı açıyor. Bu sınavda 60 kişilik boş kadro varken ancak, 30 kişi kazandırılabiliyor ve ne yazık ki, bunun da 15'i, yine, başka kurumlara geçiyor. Neden; çünkü, işe yeni başlayan Sayıştay denetçi yardımcılarının maaşları sadece 800 000 000 lira.

Bu gençler, Sayıştay denetçi yardımcılığı yerine, eğer Başbakanlık uzman yardımcılığını tercih ediyorlarsa, herhalde burada bir yanlışlık var demektir. Bu gidişle, belki de, Sayıştay, emekli olanların yerini bile dolduramayacak.

Üçüncü bir konu: Geçen sene burada görüşülen Kamu Yönetimi Temel Yasasında -son maddesi bekliyor- Sayıştay bünyesine alınması planlanan Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu için ödenek ayrılmadığını görüyoruz. Eğer, bu, YDK'nın Sayıştaya katılmasından vazgeçildiğini ifade ediyorsa, bu, bir yanlıştan dönülmesi demektir. Yanlıştan dönmek bir erdemdir. Doğrusu da, zaten, Sayıştay gibi, yine, yetkilerini Anayasadan, Anayasanın 165 inci maddesinden alan Yüksek Denetleme Kurulunun, performans denetimini Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapan ve köklü bir kuruluş olan Yüksek Denetleme Kurulunun bağımsız olarak çalışmasına devam etmesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de, eleştirmek durumunda olduğum iki önemli konuya geçiyorum. Bunlardan bir tanesi, yeni Sayıştay yasası tasarısıdır. Bildiğiniz gibi, Kamu Malî Yönetimi Kanununun birkısım hükümleri, bu yıl bütçe kanunuyla uygulamadan alınıyor. Öte yandan, Türkiye Ulusal Programında kamuda performans odaklı denetime geçilmesi öngörülüyor. Diğer taraftan, ülkemiz açısından, ne yazık ki, çok büyük tavizler sonucu -eğer, Rumlar izin verirse- başlayacağımız AB'ye giriş müzakereleri arifesinde bu yasa büyük önem taşımaktadır. Hem denetim standartlarının Avrupa'ya entegrasyonu hem IFAC muhasebe standartları açısından, üstelik, bir de malî reformla ilgili yasalar yönünden büyük önem taşıyan bu yasa, her şeyin ötesinde Sayıştayın da yeniden yapılandırılmasına olanak verecek ve bu kurumun fonksiyonlarını realize edecektir. Hal böyle iken, Sayıştay yasa tasarısının, hâlâ, Büyük Millet Meclisi gündemine alınmaması, kanaatimizce, hükümet adına bir nakısadır, eksikliktir.

İkinci önemli konu, 2003 yılında boşalan 5 ve daha sonra boşalan 3 Sayıştay üyeliği için seçimlerin hâlâ yapılmayışı, daha doğrusu, yaptırılmayışıdır. Evet, 8 üyenin seçimi, hâlâ, askıda tutulmaktadır. Seçim usulüne göre, bu yılın başında, Sayıştay Genel Kurulu, boşalan 8 üyelik için yasa gereğince 32 aday adayını belirleyip Büyük Millet Meclisine sunuyor; Başkanlık makamı da konuyu 2004 Ocak ayında Plan ve Bütçe Komisyonuna sevk ediyor. Komisyonda aday sayısı 16'ya düşürülecek, müteakiben Genel Kurulda da 8 üye seçilecek. Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı, herhalde, aldığı gizli bir talimat gereği olsa gerek, bir türlü altkomisyonu oluşturup süreci devam ettirmiyor. Bu arada, Sayıştayda kilitlenme olmuş, Daireler Kurulu çalışamamış, Temyiz Kurulu çalışmaları aksıyormuş, kimin umurunda! Ama, ne olduysa, dört gün önce Plan ve Bütçe Komisyonunda altkomisyon oluşturulmuş durumda. Şimdi diyeceksiniz ki Sayın AKP'li arkadaşlarım, ne yapalım, komisyonun işleri çok yoğun, çok fazla, o yüzden buna sıra gelmedi... Keşke öyle olsa değerli arkadaşlarım. Hepimiz görmedik mi, yaşamadık mı, iktidarın önem verdiği birçok yasa tasarısı istenildiğinde sabahlara kadar toplanılarak komisyondan geçirilmedi mi! Yangından mal kaçırır gibi birçok yasa İçtüzük hükümleri zorlanarak kırksekiz saat geçmeden Genel Kurula getirilmedi mi! Birçok yasa tasarısının sırası değiştirilerek Cumhuriyet Halk Partisinin muhalefet yapması engellenmeye çalışılmadı mı!

Sayın AKP'li arkadaşlarım, sizin meseleniz zaman meselesi, yoğunluk meselesi filan değil. Sizin meseleniz, sağır sultan da duydu ki, aday adaylarının sizin açınızdan şayanı kabul olmamasıdır. Bunu biz dile getirdik, Sayın Genel Başkanımız defeatle dile getirdi, tüm medya yazdı; ama, sizde tık yok... Yazık, gerçekten yazık arkadaşlar!... Yasanın öngördüğü yetkiyi kullanan Sayıştayın belirlediği tüm isimler, kendi alanında temayüz etmiş, hepsi birbirinden değerli meslek mensuplarıdır.

Değerli arkadaşlarım, bir hukuk devletinde bu tür düşüncelere yer yoktur. O zaman hukuk devleti iddiası nerede kaldı, demokrasi inancı nerede kaldı, mesleğe saygı, hukuka saygı nerede kaldı?..

Burada akla hemen başka bir soru geliyor ister istemez değerli arkadaşlarım; o da şu: AKP olarak Anayasa Mahkemesi üyelerinin bir kısmının Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmesini öngören düşüncelerinizi zaman zaman duyuyoruz; bunu medya da yazdı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sağ, size 1 dakikalık eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

KEMAL SAĞ (Devamla) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Peki, böyle bir yasal düzenleme yapılırsa, böyle bir seçim gündeme gelirse, mantık yine aynı mantık mı olacaktır; yani "bu bizden, okey; bu bizden değil, olmaz" mı diyeceksiniz?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son bir noktaya daha değinip, konuşmamı bitiriyorum. 2003 yılı kesinhesap kanunu tasarılarına baktım; Sayıştay hakkında eleştirilecek ciddî bir durum yok. Aksine, o dönemin yönetimi, ödeneklerin 1/3'ünü kullanmayıp, 16 trilyon civarındaki bir ödeneği de tenkis etmiş. Kendilerini, burada, teşekkürle yad ediyorum.

Bu arada, konuşmamı bitirirken de, 2005 bütçesinin, ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sağ.

Birinci turda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son konuşmacı, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı.

Sayın Araslı, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı içerisindeki Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum ve sizleri, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Demokrasilerde, yasama organının çıkardığı bir kanunun anayasaya uygunluğunun bir yargı organınca denetlenmesinin kabulü, tartışmalı bir gelişim sürecinin sonunda gerçekleşebilmiştir. Türkiye'de ise, çağdaş demokrasilerin artık geride bırakmış olduğu bu tartışmaların, son birkaç yıldır gündeme yeniden taşınmaya çalışıldığı görülmektedir. Özellikle kuvvetler ayrılığının, ülkemizde, tam anlamıyla gerçekleşmediği yolundaki yakınmalar çerçevesinde, Anayasa Mahkemesinin işlevinin de yasamaya, hatta ulusal iradeye müdahale olarak nitelendirilebildiği görülmektedir; hatta, başkanlık rejimi, bu sorunun çözümü olarak da gösterilmektedir. Halbuki, kuvvetler ayrılığı, yasama, yürütme ve yargı organları arasında işlevselleştirilmiş bir işbölümünü amaçlamaktadır. Bu işlevsel işbölümünde de, yasamanın ve anayasa mahkemesinin, kendilerine düşen görevleri yerine getirmelerinin, kuvvetler ayrılığıyla çelişen hiçbir yanı olamayacağı ortadadır. Kaldı ki, bu tartışmaları gündeme taşıyanların özendiği, çözüm olarak gösterdiği başkanlık rejiminde de anayasa mahkemesi vardır ve yasaların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi yapılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu tartışmalar bir yanda sürdürülürken, Anayasa Mahkememiz, kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya uygunluğunu denetlemeye devam ederek, Anayasanın üstünlüğünün ve dolayısıyla, hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesine en büyük katkıyı vermektedir. Bu katkının büyük bir özveriyle verildiğini söylemek durumundayız; çünkü, Anayasa Mahkememiz, hiçbir zaman bu yasama dönemindeki kadar ağır bir işyüküyle karşılaşmamıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan milletvekilleri tarafından, bu yasama döneminde, bugüne kadar, 24'ü 2004 yılında olmak üzere, Anayasa Mahkemesinde 41 iptal davası açılmıştır. Açılan bu iptal davalarından, bugüne kadar, 12'si hakkında karar verilmiştir. Bu 12 davadan 4'ü hakkındaki karar 2004 yılında, diğerleri hakkındaki kararlar ise 2003 yılında verilmiştir. Karara bağlanan diğer 9 kanunun çeşitli maddeleri hakkında ileri sürülen iptal ve yürürlüğü durdurma istemlerinin ise tümü denecek kadar büyük bir çoğunluğu kabul edilmiştir.

2004 yılında, Ekonomik İstikrarı Sağlamak İçin Ek Vergiler Alınması Hakkında Kanun, Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun hakkında verilen iptal kararlarının, ülkemiz açısından son derece olumsuz durumların ortaya çıkmasını önlediğini ve hukukun üstünlüğüne olan güven duygumuzu pekiştirdiğini burada ifade etmeyi bir görev olarak biliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu sayılar, son derece üzüntü verici bir tabloyu ortaya koymakta, yasama organındaki Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun, hukukun ve Anayasanın üstünlüğüne son derece duyarsız kaldığını, hatta, çoğunluk olmasına dayanarak, zaman zaman her aklına eseni ve hukuku hiçe saymak suretiyle yapmayı alışkanlık haline getirmeye başladığını göstermektedir. Bu, demokrasiyi zedeleyecek ve bir çoğunluk diktatöryasına dönüştürülebilecek olan bir durumdur. Bu olaya ilişkin ikazlarımızı, bu kürsüden defeatle yapmış bulunuyoruz. Geçmişte de, demokrasiyi aynı yöntemle bir çoğunluk diktatöryasına dönüştürmeye kalkışanlar çıkmıştır; ama, bu girişimlerinin, onları, ne kadar ağır siyasî ve hukukî yaptırımlarla karşılaştırdığını hepimiz biliyoruz. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun, edindiği bu kötü alışkanlıktan 2005 yılında kendisini kurtarmasını diliyorum.

Burada, Anayasanın üstünlüğünü korumanın sadece Anayasa Mahkemesinin görevi olmadığını, bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinin de en az Anayasa Mahkemesi kadar özenli hareket etmek zorunda olduğunu vurgulamakta yarar görüyorum. Özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisindeki Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun, yasa tasarı ve teklifleri görüşülürken, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ve Sayın Cumhurbaşkanının Anayasaya aykırılık konusunda yaptığı uyarıları dikkate alması gerekmektedir. Burada, Sayın Cumhurbaşkanının, 9'u 2004 yılında olmak üzere, bu dönem 37 yasayı, Anayasaya aykırılık nedeniyle ikinci kez görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisine iade ettiğini ve bu sayının, bundan önceki hiçbir dönemde bu kadar kabarık olmadığını da ifade etmek istiyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde çoğunluğu oluşturan Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, Anayasaya aykırılıklara ilişkin uyarıları dikkate almaması ve Anayasaya uygunluğu sağlamak konusunda gereken özeni göstermemesi halinde, Anayasa Mahkememizin görev yükü de giderek daha ağırlaşacak ve bu durum, davaların daha geç karara bağlanmasına, hukuk düzenimizin bu gecikme nedeniyle yaralar almasına yol açacak, yasama çalışmalarının verimini azaltacak ve maliyetini yükseltecektir. Diğer yandan, Anayasamızın öngördüğü hukuk devletinin de yaşama geçmesini engelleyecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkememizin, Sayın Cumhurbaşkanı, siyasî parti grubu ve milletvekilleri tarafından açılan davaların yanı sıra, mahkemelerden itiraz yoluyla gelen davalarla inanılmaz boyutlara ulaşan bu işyükünün ağırlığı altında ezilmeden, özenle görev yapmasının ve hatta, Yüce Divan sıfatıyla yaptığı yargılamalarla daha da ağırlaşan bu işyüküne karşın, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânının da tanınmasını desteklemesinin, kuşkusuz, övgü ve şükranla karşılanması gereken bir durum olduğunu da söylemek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kuşkusuz, Anayasa Mahkememizin tek sorunu işyükünün fazlalığı değildir. 2005 yılında bütçede Anayasa Mahkemesi Başkanlığına ayrılan pay, bu yıl da Anayasa Mahkemesinin gereksinimlerini karşılamaktan uzaktır. Anayasa Mahkemesi yargı görevini yerine getirirken, inceleme, araştırma yapmak durumundadır. Bu pay, bu imkânları sağlamaya yeterli değildir. Anayasa Mahkemesi yargıçlarının özlük hakları, özellikle ödenekleri, üstlendikleri görevin gerekleri ve önemiyle orantılı değildir. Anayasa Mahkememiz, gerçekten, anayasal sistemimiz içerisinde, hukuk düzenimiz içerisinde çok önemli bir görevi yerine getirmektedir ve parlamenter rejimlerde, yasama çoğunluğu ile yürütme arasında bir özdeşleşme olması nedeniyle, giderek ortaya çıkan Anayasaya aykırılık sorunlarının çözümüne elkoyabilecek, bu çözümü gerçekleştirebilecek, yargı alanında bu işi yapabilecek tek organdır. Bu nedenle, Anayasa Mahkememizin sorunlarını çözmeye özel bir önem vermemiz, özel bir gayret göstermemiz gerekmektedir.

Bu sorunların, 2005 yılında, bir an önce çözülmelerini dileyerek, sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Araslı, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, birinci turda, AK Parti Grubu adına ilk konuşma, Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş'e aittir.

Sayın Daniş, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET DANİŞ (Çanakkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi 2005 malî yılı bütçesiyle ilgili görüşlerimizi açıklamak üzere Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, Irak'ta 17 Aralıkta şehit düşen beş güvenlik görevlimize Allah'tan rahmet, yakınlarına ve Yüce Milletimize de başsağlığı diliyorum.

Bizler, halkın temsilcileri olarak millî iradenin hayat bulduğu bu çatı altında ülkemizin kalkınması, gelişmesi için gece gündüz yoğun bir tempoda çalışıyoruz. Avrupa Birliği süreciyle birlikte hız kazanan tarihî bir değişimi hep beraber yaşıyoruz. Medeniyetlerin buluşma noktasında bulunan ülkemiz tarihî bir dönemden geçiyor. Avrupa Birliği 17 Aralıkta tarihî bir karar alarak Türkiye'ye kapılarını açtı. Sayın Başbakanımız başta olmak üzere ilgili bakanlarımızın yürüttüğü çetin müzakereleri hepimiz nefeslerimizi tutarak takip ettik. Kıran kırana geçen bu görüşmelerde Sayın Başbakanımız ve Türk heyeti gerekli iradeyi koyarak, Türkiye'nin kırkbir yıldır sürdürdüğü Avrupa Birliği sürecini başarılı bir noktaya taşıdılar. Ben huzurlarınızda, bu başarıları nedeniyle, başta Sayın Başbakanımız olmaz üzere tüm bakanlarımızı ve Türk yetkilileri tebrik ediyorum. Elbette ki bu tarihî başarıda en büyük pay sahibi olan kurum Meclisimizdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, iktidarı ve muhalefetiyle tüm milletvekilleri, özellikle Avrupa Birliği yolunda, anayasa değişiklikleriyle, uyum yasalarıyla, yıllar yılı başarılamayan, düşünülemeyen, hatta üzerinde konuşulamayan, tabu sayılan birçok mevzuda ciddî çalışmalar yapmış, birçok reformun altına başarıyla imza atmıştır. Çıkarılan kanunlarla her alanda iyileşmeler ve gelişmeler kaydedilmiş, Meclisimizle beraber Türkiye'nin de itibarı artmıştır.

Ayrıca, Meclisimiz son dönemde başlattığı parlamenter diplomasi atağıyla tüm dünyanın ilgi odağı haline gelmiş, Meclisimiz, Başkanıyla, komisyonlarıyla, dostluk gruplarıyla yoğun bir diplomatik temas gerçekleştirmiştir. Elbette ki Meclisimizin gerçekleştirdiği bu parlamenter diplomasi atağı da, Avrupa Birliğinden başarılı sonuç alınmasında önemli katkılar sağlamıştır. Meclisimizin ve hükümetimizin yaptığı bu özverili çalışmalarla, Atatürk'ün seksenbir yıl önce hedef olarak gösterdiği, ülkemizin çağdaş uygarlık seviyesine çıkarılması yönünde önemli adımlar atılmış, Türkiye'nin, insanlığın bu en önemli medeniyet projesi içerisinde yer alması yönünde karar alınmıştır.

Böylesine önemli bir tarihî kesit içerisinde büyük sorumluluk gerektiren yasama görevini, iktidarıyla muhalefetiyle hep birlikte, demokrasinin kalbi olan bu çatı altında yürütüyoruz. Türkiye'nin gelişmiş ve daha özgür bir ülke olması için gerekli olan yasal çalışmaları büyük bir tempoda, ama en ideal şekilde yapmaya çalışıyoruz. Yılların birikmiş sorunları, ertelenmiş reform çalışmaları, Meclisimizde bulunan güçlü iradeyle, uyum ve uzlaşma içinde tek tek çözülüyor. Yaşadığımız değişimin odağında ise siyasetin merkez üssü olan Meclisimiz bulunuyor. Yüksek performans göstererek çalışan Meclisimiz, 22 nci Dönem ikinci Yasama Yılında çıkardığı kanunlarla tarihî bir rekor kırdı.

Gündemimiz Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2005 malî yılı bütçesi; ancak, ben öncelikle, Meclisimizin 2004 yılı bütçesiyle ilgili bazı bilgiler sunmak istiyorum.

Meclisimizin 2004 yılı bütçesi 248 trilyon 918 milyar lira olarak kanunlaşmıştı; ancak, Bütçe Kanununda yapılan değişikle, yaklaşık 13 trilyon liralık blokeden sonra, önceki yıla göre yüzde 4 oranında bir artışla 236 trilyon 6 milyar lira olarak kesinleşmiştir. Bu bütçenin 208 trilyon 128 milyar liralık bölümü 15 Aralık 2004 tarihi itibariyle harcanmış olup, yılsonu itibariyle yüzde 92 oranında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Bu rakamların ortaya koyduğu tablo, başarılı bir bütçe uygulamasının gerçekleştirildiği ve yüzde 8'lik bir tasarrufun sağlandığı şeklindedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2004 malî yılı bütçesi üzerinde sizlere sunduğum bu genel bilgilerin ardından, siyasî tarihimizin böylesine önemli bir döneminde, siyasetin lokomotif gücü haline gelen Meclisimizin gerçekleştirdiği projeler ve çalışmalar hakkında bilgi vermek istiyorum.

Meclis Başkanlığı tarafından son dönemde başlatılan e-Meclis projesiyle, Meclisimiz, teknoloji ve iletişim alanında tam bir atılım gerçekleştirmiştir.

Meclisimizin resmî internet sitesi yenilenmiş, daha estetik ve fonksiyonel bir hale getirilmiştir. Oluşturulan yeni haber portalıyla da, Meclisimizde gerçekleşen her türlü faaliyet hakkında, haber formatında ve çok hızlı bir şekilde bilgi edinilebilmesi mümkün hale gelmiştir.

Meclis kulisleri, oluşturulan okuma solanları ve yerleştirilen plazma ekranlarla modern bir görüntüye kavuşturulmuştur. Meclisimize gelen vatandaşlarımızın daha iyi karşılanabilmesi için Ziyaretçi Kabul Salonu yenilenerek, daha kaliteli bir hizmet verilmeye başlanmıştır.

Meclisimiz, bir taraftan ilgili birimlerde görev yapan personelini halkla ilişkiler eğitiminden geçirirken, diğer taraftan iki ayrı uluslararası kalite standart belgesi almak için çalışmalara başlamıştır.

Meclisimiz, 23 Nisanda gerçekleştirdiği organizasyonla, halk-Meclis kaynaşmasını sağlamaya dönük çok önemli çalışmalar yapmıştır.

Geleceğimizin güvencesi çocuklarımızda demokrasi bilincinin geliştirilmesi için, ilk kez, Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisleri Projesi, Meclisimiz ve Millî Eğitim Bakanlığımızın yaptığı ortak çalışmayla hayata geçirilmiştir.

Meclisimizin mekânları sivil toplum örgütlerine açılarak, hepimizin ilgiyle takip ettiği birçok sanatsal etkinliklere mekân olmuştur.

Geçtiğimiz dönemlerde hep olumsuz haberlerle gündeme gelen Millî Saraylarımızla ilgili de, çok önemli restorasyon ve yenileme çalışmaları yapılmıştır.

Tüm projeleri burada saymak muhakkak ki mümkün değildir. Zaten, olup biten bütün değişimi hep beraber yaşıyoruz; ancak, burada dikkatinize sunmak istediğim konu, Meclis Başkanlığımızın bu projelerin finansmanı için uyguladığı anlayıştır. Meclisimiz, bu önemli projelerin hepsini kendi içerisinden sağladığı 44 trilyon lira tasarrufla hayata geçirmiştir. Karadelikleri kapatarak oluşturulan bu kaynaklar, Meclisimizi daha çağdaş ve modern bir hale getirmek için kullanılmıştır.

Ben, huzurlarınızda, milletin bizlere emanet ettiği kaynakları kullanma konusunda gösterdiği hassasiyet ve ortaya koyduğu başarılı çalışmaları nedeniyle, başta Meclis Başkanımız olmak üzere, tüm Başkanlık Divanı üyelerimizi kutluyorum ve tebrik ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Meclisimizin tüm faaliyetlerinin ötesinde, üzerinde durulması gereken bir başka önemli husus daha var; o da, Meclisin saygınlığı ve itibarıdır. Sadece iki yıl önce, anketlerde, Meclisin, siyaset kurumunun ve milletvekilinin güvenirliliği ve saygınlığı, maalesef, en alt sıralarda yer alıyordu. Bugün ise, bu durum tamamen değişti. Artık, ilk sıralarda saygın bir yere sahip Meclis, siyaset kurumu ve milletvekilliği var. Bu, demokrasi adına büyük bir gelişmedir. Halkı temsil eden bizlere yine halkın güvenmemesi ne kadar trajik bir durumdur. Bugün ise, alnımız ak başımız dik bir şekilde toplum içerisinde dolaşabiliyoruz.Bu saygın ve seviyeli yere ulaşmamızda Meclis Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın çok ciddî çabaları oldu. Gerek siyasî kişiliği gerekse tarafsız yönetimi, bu saygınlığa büyük katkıda bulunmuştur; ama, Sayın Meclis Başkanımızın da birkaç defa ifade ettiği gibi, milletvekillerimizin tutum ve davranışları, saygınlığımızı artıran en önemli unsurlardır. Bu yöndeki tutum ve davranışları artırdıkça saygınlığımız da artacak, millî irade, demokrasi daha da güçlenecektir. Bu kutsal çatı altında yaşanan her türlü olumsuz davranış ve olaylar geride kalmıştır. İnanıyorum ki, bu yasama dönemi bittiğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye'nin en saygın ve itibarlı kurumu olacaktır. Bunu hepimiz birlikte gerçekleştireceğiz, beraber gerçekleştirmek zorundayız.

Meclis Başkanlığımızın çalışmaları ve geldiğimiz durumla ilgili bu açıklamaların ardından, görüşmekte olduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi 2005 yılı bütçesiyle ilgili bazı bilgiler vermek istiyorum.

İçtüzüğün 176 ncı maddesine göre hazırlanan 2005 malî yılı bütçesi 283 275 000 Yeni Türk Lirası olarak düzenlenmiştir. Beş ayrı gider bölümünden oluşan bütçenin en önemli harcama kalemini yüzde 54'lük bölümle, yani, 153 973 000 Yeni Türk Lirasıyla personel giderleri oluşturuyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Daniş, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET DANİŞ (Devamla) - Sayın Başkanım, teşekkür ederim; 1 dakika daha müsaade ederseniz, tamamlıyorum.

Aslında, Meclisimizde birkaç da önemli yapılanma projesi var; bunlara çok kısa değinmek istiyorum. Bunlardan ilki reorganizasyon çalışmasıdır; ki, bu, Meclis bürokrasimizin yenilenmesiyle ilgili bir çalışmadır ve Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü danışmanlığında devam etmektedir. İkinci önemli proje, Meclisimizin saygınlığına ve konumuna yakışır bir kütüphane ve arşiv binasının yapımıdır. Maalesef, şu an kütüphanemiz ve arşivimiz fizikî yönüyle çok iyi bir durumda değildir. Diğer projeler ise, milletvekillerimiz için bağımsız bilgi üretecek araştırma merkezinin kurulması ve 2005 yılının "Millî Egemenlik Yılı" olarak kutlanmasıdır.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; burada görüşmelerini sürdürdüğümüz bütçenin kabulü yönünde kullanacağınız oyların, Meclisin geçmişte sağladığı başarılı performansı sürdürmesinde ve yeni bir vizyon ortaya koymasında çok önemli katkı sağlayacağına inanıyorum.

Bu duygularla, 2005 malî yılı bütçemizin Meclisimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Daniş.

AK Parti Grubu adına ikinci konuşmayı, Adana Milletvekili Sayın Ayhan Zeynep Tekin Börü yapacaklardır.

Sayın Börü, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AYHAN ZEYNEP TEKİN (BÖRÜ) (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve bizleri televizyonları başında izleyen sevgili vatandaşlarımız; bugün görüşülmekte olan 2005 malî yılı bütçesi bünyesinde yer alan RTÜK bütçesiyle ilgili olarak söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, Irak'ta Musul civarında şehit olan beş emniyet görevlisinin yakınlarına başsağlığı diliyor, acılarını yürekten paylaşıyor, kendilerine de rahmet diliyorum.

Manevî ve kültürel değerlerin bir ulusun varlığı ve geleceği açısından ne derece önemli olduğu konusunda hemen hemen herkesin aynı fikirde olduğundan emin olmakla birlikte, ne yazık ki, ülkemizde yayın yapan bazı ulusal televizyonlarda millî değerlerimizle bağdaşmayan, kültürel gen yapımızı tahrip edici, sözde "yarışma" adı altında Türk Ulusunu son derece rahatsız eden birtakım programlar yayınlandığına sizlerin de şahit olduğunuza eminim.

Etik değerlerimizi tahrip eden ve gittikçe ahlakî dejenerasyon oranını artıran bu tür programlar, yavaş yavaş insanlarımızın ve özellikle gençlerimizin ruh dünyasını bozup, saf zihinlerini zehirlemektedir. Başlangıçta garipsenen bu gayri ahlakî programlar, toplumun zihninde gün geçtikçe kanıksanmakta ve meşruiyet kazanmaktadır. Zamanında müdahale edilmediği takdirde, tepki, bir süre sonra, ne yazık ki, ilgiye dönüşmektedir.

Televizyon izleme alanında ilk sıralarda yer alan ülkemizde, kanalların büyük bir kısmının niteliksiz ve kalitesiz programlar yapmasından dolayı, ekranlarımız, seviyesiz programlar çöplüğü haline dönüşmüştür. Her şeyin örnek alınıp taklit edildiği bir çağda, özellikle, gençlik arifesinde, şiddete özendiren filmlerin çocuklarımızı nasıl etkileyip kavgacı bir hale soktuğu, Uzakdoğu çizgi filmleri sebebiyle kaç çocuğumuzun apartmanın penceresinden uçma girişiminde bulunduğu da işin cabası.

Bir ülkeyi yükselten, yaşatan, güçlendiren, harekete geçiren, canlı- cansız tüm unsurları çürütmek ve yıkmak gibi faaliyetler "beşinci kol faaliyeti" denilen bozguncu faaliyet kapsamındadır. Önceleri, sıcaksavaşlar vardı; topla, tüfekle yapılıyordu. Sonra, bürokrasiyle yapılan soğuksavaşlar yaşandı. Şimdi ise, bilgisavaşları var. Bu tür savaşlar toplumu etkiliyor, değiştiriyor ve teslim alıyor. Bilgisavaşları da medya aracılığıyla yapılıyor. Bildiğimiz gibi, medyayı da RTÜK denetliyor.

Buradan hareketle, medyanın önderliğindeki beşinci kol faaliyetleriyle, ülkenin var olan manevî dinamiklerini gözden düşürmek, toplumu başkasının manevî ve kültürel değerlerine hayran bırakmak amaçlanıyor. Bu faaliyetlerle, toplumsal aşağılık duygusu uyandırılır, bunun için, basın-yayın yoluyla, toplumun kusurları önplana çıkarılır, ahlak, inanç, yurtseverlik gibi değerler gözden düşürülür "cinsel özgürlük", "ilericilik" gibi sloganlar devamlı ve sık kullanılarak, var olan eğlence kültürü değiştirilmeye çalışılır, toplumun kendine ve güvendiği bazı kurumlara inancı sarsılır.

Ülkemiz insanı ve bilhassa gençlerimiz bu beşinci kol faaliyetleriyle her geçen gün giderek kuşatılmakta, yavaş yavaş öz dinamiklerinden uzaklaştırılmaktadır. Bu milleti, önceden olduğu gibi şu anda da ayakta tutan, kültürü ve manevî değerleridir. Aile yapımızı, kültürümüzü yozlaştıracak her türlü faaliyetin karşısında, tereddütsüz, bir bütün olarak yer almamız gerekir.

Ekonomik açıdan zor zamanlar geçirmiş olan ve geçmiş sorunların birikimi sonucu zor durumda kalan ülkemizde, insanların, diğer ülkelerdeki gibi birtakım yanlış davranışlar sergilememeleri tamamen aile bağının kopmamış olmasındandır. Bizlerin, bu bağları güçlendirmek yerine, tahrip etmeyi, yok etmeyi amaç edinen beşinci kol faaliyetlerinin gönüllü uygulayıcısı durumunda olan birtakım programlarla şu zamana kadar çoktan mücadele etmiş olmamız gerekirdi. Bu sebeple, yanıbaşımızda, yani, müthiş bir kültür savaşının yaşandığı evlerimizde, bizi ayakta tutan değerlerin tahrip edilmesine, yok edilmesine sessiz kalınmamalıdır. Asıl marifet, her şey olup bittikten sonra değil, daha işin başında, tahrip boyutuna gelmeden engel olunmasıdır.

Artık, anne, baba, çocuk hep birlikte izlemekten hayâ ettiğimiz televizyonlarımızda, her gün biraz daha zıvanadan çıkan yarışmalar, yayınlar, reklamlar, röntgencilik programları ve "Benimle Evlenir misin", "Gelinim Olur musun", "Kaynanam Olur musun" -Avrupa Birliğinin önüne geçti; hepimiz bunu izliyoruz, bu durumu izliyoruz daha doğrusu- programlarından, erkeklerin makyaj yapacağı, ağda yapacağı, peruk takacağı en güzel kadın olan erkek yarışmalarına geldi dayandı iş.

Başta, insanlarımızın tepkisini çekecek, midesini bulandıracak bu programlar, televizyonlarımızda başka kaliteli yayınlar bulunmadığından, gene, aynı kanallara geri dönülüp izlenecek ve izlendikçe zihinlerde zamanla belki de doğallaşacak bir program daha!..

Bugüne kadar kötü olan her türlü vasfı allayıp pullayarak albenili yapan yapımcılar, artık, eşcinselliği özendirici yayıncılığa kadar götürdüler işi.

Sansür uygulansın demiyorum. Sansüre en çok karşı çıkan bir milletvekiliyim ve sansüre tamamen karşı olan bir Partinin üyesiyim. RTÜK'e, mevzuatının gereklerini yerine getirmesini, var oluş değerlerimizi koruyup kollama görevini hatırlatıyorum sadece.

Tabiî, bu arada, RTÜK'ün, yasasından kaynaklanan belli problemlerin de olduğunun farkındayım. RTÜK, tam olarak, hukukî statüsünü kullanabilen bir kurum değildir şu anda. Yasa, tam olarak teşekkül etmiş değildir. Üstelik, bu boşluktan kaynaklanan sebeple, denetim ve cezalandırma konusundaki kriterleri tam olarak belli değildir. RTÜK'ün, bu konudaki kriterlerini rasyonel bir temele oturtması ve toplumsal değerleri önplana çıkaran bir değerlendirme yöntemi oluşturması gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun, kültürel varlığımız Türkçemizin doğru ve güzel kullanımı gibi konularda hassas ve etkin bir denge oluşturması, acilen duyduğumuz bir ihtiyaçtır. RTÜK, dışdenetimi yaparken, yayıncılık faaliyetinde bulunan kuruluşların kendi içdenetimlerini oluşturması konusunda da kararlı ve etkili adımlar atmalıdır.

RTÜK'ün mevzuattan kaynaklanan eksikliklerinin giderilmesi konusunda Meclis olarak üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz; fakat, RTÜK'ün seçkin uzman kadrosunun, bu süre zarfında, mevzuattan kaynaklanan gereklerini ve denetimini rasyonel bir temelde sürdürmesi dilek ve temennisiyle, 2005 yılı bütçesinin tüm milletimize hayırlı olmasını diler, saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Börü, çok teşekkür ediyorum.

Birinci turda, AK Parti Grubu adına üçüncü konuşmacı, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de, öncelikle, 17 Aralıkta Kuzey Irak'ta şehit edilen beş güvenlik görevlimize Cenabı Hakktan rahmet, yakınlarına ve aziz milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum. Irak'taki sergerdeliğin bir an önce giderilmesi ve özgür, kendi iradesiyle yönetimini belirleyecek bir iradeye kavuşmasını Cenabı Hakktan temenni ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı 2005 malî yılı bütçesi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubumuz ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi ve sizlerin de şahsında aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, 17 Aralık 2004 Cuma günü AB'nin Türkiye hakkında almış olduğu 3 Ekim 2005 tarihinde müzakereye başlama kararının, ülkemiz, milletimiz ve hatta tüm insanlık için hayırlı olması dilek ve temennilerimle sözlerime başlamak istiyorum. Elbette, bu konuda emeği geçen Yüce Parlamentomuzu, geçmiş iktidarları, iktidar ve muhalefetiyle Parlamento içinde ve dışında bulunan tüm siyasî partileri, demokratik kitle örgütlerini, bu konuya destek veren devletin anayasal kurum ve kuruluşlarını da burada, takdirle, şükranla yâd etmek gerekir. Bu süreçte, kırkbir yıllık süre zarfında, bütün bu kurumlar da üzerine düşeni ellerinden geldiği kadar yapmaya gayret etmişlerdir.

Değerli arkadaşlar, bilindiği üzere, 2005 mali yılı bütçesi Plan ve Bütçe Komisyonunda 153 milyar Yeni Türk Lirası olarak kabul edilmiş, Cumhurbaşkanlığı bütçesi de yüzde 4,8 artışla 31 253 000 Yeni Türk Lirası olarak belirlenmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilk Reisicumhur Mustafa Kemal'den, halen bu görevi deruhte eden Cumhurbaşkanımıza kadar görev yapan 10 cumhurbaşkanımızın da bu ülkeyi içeride ve dışarıda "cumhur" adına layıkı veçhile temsil ettiklerinde, bir saygı ve mehabet makamı olan riyaseti cumhuriyeyi eşit ve adil bir yaklaşımla, tüm ülke halkının, yani, cumhurun başı olmakla en ufak nakiseye bilinçli olarak düşmediklerini söylemek, dolayısıyla, bütün geçmiş cumhurbaşkanlarımızı, ölenlerini rahmet, hayatta olanlarını da minnet ve şükranla burada yâd etmek durumundayız.

1982 Anayasasının 104 üncü maddesi "Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder" hükmünü vazederken, 103 üncü maddesinin son cümlesinde de "üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim" yeminiyle Cumhurbaşkanının hem milletin tekliğini hem de millet fertleri arasında en ufak bir ayırıma girmeksiniz tarafsızlığını koruyacağını ifade etmektedir.

Bu noktadan hareketle, Cumhurbaşkanlığı makamı ve şahsına olan saygımı ifadeyle, Anayasadaki hükümler çerçevesinde, Sayın Cumhurbaşkanımızın dörtbuçuk yılı aşan zaman içerisindeki uygulamalarını sizlerle değerlendirmenin uygun olacağı kanaatindeyim.

Sayın Cumhurbaşkanımızın eşsiz ve istisnaî uygulamaları arasında, eğer, tadat etmek gerekirse; yeni seçildiklerinde, geçici bir dönem için de olsa, kırmızı ışıkta makam araçlarını durdurup vatandaşın tabi olduğu kurallara uymaları, eşi ve yakın korumalarıyla çarşı pazara alışverişe çıkmaları, Anayasa Mahkemesi üyesi ve başkanıyken, 104 üncü maddedeki, Cumhurbaşkanlığı makamının görev ve yetkilerinin âdeta namütenahi olmasını ciddî şekilde eleştirmeleri ve 105 inci maddedeki sorumsuzluk halinin hukuk mantığıyla çeliştiğini müteaddit defalar beyan etmiş olmaları, elbette, halk tarafından takdir edilmiştir. Bu beyanının, hukukçu kimliğinin ve mütevazı kişiliğinin 2000 yılında Cumhurbaşkanı seçilmesinde büyük etkisi olduğu kanaatindeyim; ancak, mutlak sorumsuzluk, aynı zamanda mutlak tarafsızlığı da gerektirmektedir. Sayın Cumhurbaşkanının uygulamalarına bakıldığında, yanılmıyorsam -ki, az önce de ifade edildi- 57 nci hükümet döneminde atama kararnamelerinin iade oranı yüzde 2'yken, bu oran, 58 ve 59 uncu hükümetlerde yüzde 24 ve yüzde 25'lere yükselmiştir.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Demek ki çok hata yapmışsınız!

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Cumhurbaşkanının farklı uygulamalarından, Anayasanın 104 üncü maddesindeki yetkilerinden biri olan "sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak" hakkını kullanırken, zannediyorum ki yanlış bilgilendirmeler sonucu, çok farklı bir tabloyla karşı karşıya gelinmiştir. Şöyle ki: Sayın Cumhurbaşkanının, göreve geldiği tarihten 1 Ekim 2003 tarihine kadar, kimleri, hangi gerekçeyle affettiğine dair Adalet Bakanlığından iki ayrı soru önergeme aldığım cevapta, 15.6.2000'den 1.10.2003 tarihine kadar toplam 236 kişiyi affettiğini öğrendim. Bu affı şahaneye mazhar olanlar, 12'si 2000, 15'i 2001, 93'ü 2002 ve 116'sı da 2003'te olmak üzere, yıllar içerisinde artarak devam etmiştir. Ne garip tecellidir ki, 2000 yılında affedilenler arasında ideolojik suçlu bulunmadığı halde, 2001 yılında affedilen 15 kişiden 4'ünün bölücü terörist, 2002'de affedilen 93 kişiden 73'ünün muhtelif bölücü sol terör örgütü mensupları olduğu, 2003 yılının 1 Ekimine kadar affedilen 116 kişiden 106'sının ise, yine, bölücü sol terör örgütlerine mensup olduğu görülmektedir. Diğer bir ifadeyle, affı şahaneye mazhar olan 236 kişiden 184'ü silahlı bölücü sol terör örgütlerine mensup kişiler olup, bunların bir kısmının, geçtiğimiz günlerde, güvenlik kuvvetlerimizle dağda çatıştığı, kimisinin ölü, kimisinin de yaralı olarak ele geçirildiği basında yer almıştır. Ölümcül bir hastalığı sebebiyle adlî tıp raporlarına müsnet olarak affedilen bu insanların, tekrar sağlığına nasıl kavuşup dağa çıktığı da, doğrusu, merak konusudur.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Sayın Nehrozoğlu, Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığım bu değerlendirmeye karşı Cumhurbaşkanı adına verdikleri cevapta, 2.11.2004 tarihli bütçe tutanakları sayfa 67'de aynen şöyle söylüyorlar: "Hükümlünün cezasının kaldırılması ya da hafifletilmesi, cezayı gerektiren suçun niteliğine değil, hükümlünün sağlık durumuna bağlı tutulmuştur." Peki, bu prosedür nasıl işliyor? Yani, Cumhurbaşkanımız, durup dururken, bir hükümlünün affedilmesine mi hüküm veriyor; hayır, asla böyle değil. Prosedür şöyle işliyor: "Hükümlü, bu iddiayla ilgili, cumhuriyet savcısına başvuruyor; cumhuriyet savcısı yetkili bir sağlık kuruluşuna gönderiyor; yetkili sağlık kuruluşu da bu iddianın varit olabileceğini öngörürse, asıl ihtisas kurumu olan adlî tıp kurumuna gönderiyor. Adlî tıp kurumu, uzun incelemeleri sonucunda, eğer kişinin sağlık durumunun Anayasanın 104 üncü maddesindeki 'sürekli hastalık, sakatlık ve kocama' koşullarına uyduğuna karar verirse, bu kararını kurul olarak imzalayarak Adalet Bakanlığına gönderiyor" diyor ve bendenize yaptığı özel açıklamada da, o tarihlerde, birkısım sol terör örgütü mensuplarının açlık grevinde kaybettikleri sağlıkları nedeniyle, bu tür yoğun bir af başvurusu olabileceğini ifade ediyorlar.

Değerli arkadaşlar, birçoğu terör örgütlerine tekrar katılabilecek kadar sağlıklarına kavuşan, ister Adlî Tıpta, ister sağlık kurumlarında, ister Adalet Bakanlığındaki insanları yanıltarak tekrar teröre bulaşabilecek bu insanların affedilmesi, Türkiye adına fevkalade garip ve gelecek açısından talihsiz bir uygulama olarak düşünülür diye bilgilerinize arz ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanımızın, toplumda çokça tartışılan ve alâmeratibihim bazı kurumlara da sirayet eden bir hassasiyetinin Yüce Parlamentoda ele alınmasının gereğini burada hatırlatmak istiyorum.

Anayasanın 104 üncü maddesinin ilk fıkrasındaki "Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder" hükmü çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde, yaşam tarzı ve inancı ne olursa olsun, yetmiş milyonun ve yurt dışındaki vatandaşlarımızın Cumhurbaşkanıdır; dolayısıyla, hem 103 üncü maddedeki andı hem de 104 üncü maddedeki temsil görevi itibariyle, toplum içerisinde en küçük bir ayırıma tevessül etmeden, o yüce makamın kendilerine tevdi buyurduğu görevi yerine getirmek durumundadır.

2000-2001 ve 2002 yılları içerisinde Çankaya Köşkünde düzenlenen tüm toplantı ve resepsiyonlara, ayırım yapmaksızın tüm parlamenterler ve bürokratlar davet edilirken, 2003 yılından itibaren hem parlamenterlere hem de bürokratlara, eşlerinin kılık kıyafetine göre "eşli", "eşsiz" ve hatta, bunun yanlış olduğu kanaatiyle, bir önceki resepsiyonda "eşsiz" davetiyesini iade eden ben dahil 6 milletvekili arkadaşıma da 29 Ekim 2004 Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda hiç davetiye gönderilmemiş, sorduğumuz nedene şu ana kadar da hiçbir cevap lütfedilmemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Basından öğrendiğimiz kadarıyla, 29 Ekim resepsiyonuna, bu yıl, iktidar ve muhalefet dahil toplam 50 civarında milletvekilinin, diğer bir ifadeyle, Parlamentonun onda 1'inin Cumhuriyet Bayramı gibi çok önemli bir bayrama iştirak etmiş olması, eşli-eşsiz ayırımının değil, Sayın Cumhurbaşkanımızın devam edegelen bu eşsiz uygulamalarının bir tezahürüdür. Gerçi, Çankaya Köşkü, bir Anayasa kitapçığı fırlatma krizinin, bir önceki dönemde, ekonomik olarak nelere mal olduğunun tanıklığını ve evsahipliğini yapması yanında, bu dönem uygulamalarının, başta Meclis Başkanımızın ve Yüce Parlamentonun basireti, Sayın Başbakanımızın ve hükümetimizin engin hoşgörüsü, Türkiye'de yeni bir krizin yaşanmasına meydan vermemiş; ama, olaylar da ardı ardına tevali edegelmişti.

Düşünebiliyor musunuz, bugün dünyanın egemen gücü olan ABD'nin Beyaz Sarayında ve Avrupa ülkelerinin başkan veya cumhurbaşkanlarının resmî kabullerine, eşinizin kılık kıyafetine bakılmaksızın katılabiliyor, saygıyla istikbal edilebiliyor, ağırlanabiliyor ve uğurlanabiliyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız; son cümlelerinizi alayım.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

... ama, kendi ülkenizin makamı riyasetine, Meclis başkanı da olsanız, başbakan da olsanız, milletvekili, bakan, bürokrat da olsanız, eşinizin kıyafetinden dolayı katılamıyorsunuz. Oysaki, 9 uncu Cumhurbaşkanı Sayın Demirel'in ve daha önceki diğer cumhurbaşkanlarının uygulamalarına bakınca, mesela, Sayın Evren, Cumhurbaşkanlığı döneminde, Çankaya Köşkünde, rahmetli eşleri için Kur'an-ı Kerim ve mevlit okutmuş ve bu programlara da, başı örtülü birçok hanımefendi katılmıştı. Rahmetli Cumhurbaşkanı Sayın Özal, ayın belirli günlerini halkgünü yapar, vatandaşların, kılık kıyafetine bakmaksızın, kadın-erkek, genç-ihtiyar, zengin-fakir demeden sorunlarını köşkte dinler, ramazan aylarında, değişik kesimlerden insanlara, TBMM üyelerine, kamu kurum ve kuruluşlarının yetkililerine, temsilcilerine, ayırım yapmaksızın iftar verirler, aynı uygulamaya Sayın Demirel devam ederlerdi.

Sakın, kimse, kalkıp, bunların Atatürkçülüğe ve laikliğe aykırı olduğunu ileri sürmesin; çünkü, cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal, bu konuda, Sayın Özal'ın ve Sayın Demirel'in uygulamalarından da öte, ramazan ayı içerisinde sazendeleri gönderip, devrin önemli hafızlarını davet eder, dinî sohbetler ve Kur'an dinlerdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen, son cümlelerinizi rica edeyim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum; önemli bir şey söylüyorum.

BAŞKAN - Lütfen... Lütfen...

HASAN ÖREN (Manisa) - Cumhurbaşkanlığı bütçesiyle ne ilgisi var?!

BAŞKAN- Sayın Uzunkaya, lütfen son cümlenizi alayım efendim.

HASAN ÖREN (Manisa) - İçindekileri dışarıya vuruyorsun.

MUSA UZUNKAYA (Devamla)- Umuyorum ki, Cumhurbaşkanımız, ilk Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal'in bu tavrını da ciddî bir örnek olarak alır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Birinci turda AK Parti Grubu adına dördüncü konuşmacı, Bilecik Milletvekili Fahrettin Poyraz.

Sayın Poyraz, buyurun efendim.

AK PARTİ GRUBU ADINA FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı görüşmeleri kapsamında, anayasal yüksek denetim ve yargı organımız olan Sayıştayın bütçesi hakkında Grubum adına görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, Irak'ta şehit olan beş emniyet görevlisine Cenabı Hakktan rahmet dilerken, ailelerine de sabırlar diliyorum.

Hükümetlerin bir yıllık çalışma programı ve planı niteliğinde olan bütçelerin parlamentolarca onaylanarak uygulama izni verilmesi, milletin egemenliğini gösteren unsurlardan birisidir. Bütçe uygulamasını yürütmekle görevli hükümetler ve bütçe uygulayıcıları, uygulamaları yaparken genel anlamda mevzuat denilen hukuk kurallarına bağlı kalmak zorundadırlar. Parlamentoların da, bu hususu aramaları denetim görevlerinin bir gereğidir. Zaman içinde hesap ve işlemlerdeki karmaşıklığın artması sonucu parlamentoların bizzat denetim yapabilme imkânlarının ortadan kalkmasından dolayı parlamento adına denetim yapan kurumlar, diğer bir deyimle, Sayıştaylar kurulmuştur. Bu kurumlar bağımsız, idarenin dışında olup, parlamentolar adına görev yapmaktadırlar. Denetim sonuçları kendi yapısı içinde kesinleşen Fransa Sayıştayı örnek alınarak 1862 yılında kurulan ülkemiz Sayıştayı, o dönemdeki adıyla Divanı Muhasebat, yaşanan ve gelinen süreçte demokratik rejimimizin önemli ve vazgeçilmez kurumlarından birisi haline gelmiştir.

Burada, özellikle, ısrarla vurgulamak istediğim husus, Sayıştayımızın, Parlamentomuza yardımcı olmak üzere oluşturulmuş bir kurum olduğudur. Yeni dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yürütmeye karşı bütçe hakkının savunulmasında etkin bir role sahip olan Türk Sayıştayının daha etkin duruma getirilmesi amacıyla, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda yeni düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca, Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısında da, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun Sayıştaya bağlanması da öngörülmüştü.

Yine, Yedinci Uyum Paketinde de, Anayasamızın 160 ıncı maddesinde yapılan düzenlemeyle, Sayıştayın denetim ağı genişletilmiştir.

Öte yandan, var olan 832 sayılı Sayıştay Kanunu üzerinde yapılan değişiklikler ve kanunun yeniden düzenlenerek Parlamentomuza gelmesi de an meselesidir.

Kamu malî sistemi yeniden yapılandırılırken, Sayıştaya yeni görev alanları verilmekte, büyük sorumluluklar düşmektedir. "Sayıştay, yeni sisteme göre kendisini yenileyebilecek ve bu sorumlulukların üstesinden gelebilecek midir" sorusu akılları kurcalamaktadır. Bu, iç ve dış faktörlere bağlıdır.

Sayıştayın, kendisinden beklenilen denetim faaliyetini gerçekleştirebilmesi için, denetlenecek alanın denetime elverişli hale de getirilmesi gereklidir.

Yeni malî sistemde, kurumlar, kuruluş amaçlarını, misyon ve vizyonlarını net olarak tanımlayacak, amaçlarını ortaya koyacak, bu amaçları gerçekleştirmek için faaliyet ve projeler üretecek ve bunlar arasında önceliklerini belirleyecek ve bütçeyle ilişkilerini kurarak hayata geçirmeye çalışacaklardır. Bunları yaparken, amacına ulaşmak için içkontrol mekanizmalarını, gerekirse içdenetim birimlerini de oluşturacaklardır. Hesap verme sorumluluğunun ve şeffaflığının gereği olarak, amaçlarını kamuoyuna deklare edecek, performans kriterlerini belirleyecek ve aldığı kamu kaynağının nasıl ve nerelerde kullanıldığını ve uygulama sonuçlarını, faaliyet raporları ve malî tablolarıyla ortaya koyacaklardır.

Sayıştay, bu yapı üstüne dışdenetimi de bina edecektir. Sadece harcamaların kanuna uygunluğunun denetimi değil, aynı zamanda kurumların verimlilik, etkinlik ve tutumluluk esaslarına göre performanslarını da değerlendirecektir. Kurumlarca açıklanan uygulama sonuçları ve malî tabloların güvenilirliği konusunda bir kanaat beyan edecektir. Böylece, Parlamento, millet adına kullandığı bütçe yetkisinin nasıl hayata geçirildiğini, yapılan harcamaların amacına ulaşıp ulaşmadığını ve uygulama sonuçlarını da öğrenebilecektir. Böylece, olumlu sonuçlar alınan uygulamalar devam ettirilirken, yapılan hata ve eksiklikler de giderilecektir. Daha da önemlisi, milletten alınan yetkinin nasıl kullanıldığı konusunda hesap verilebilecektir. Görüldüğü gibi, yeni sistem, yeniden, kurumların yapılandırılmasını gerektirmektedir. Zaman alacak bu süreçte sistemin işler hale getirilmesinde Sayıştayın önemli katkıları olacaktır.

Diğer önemli bir nokta, Sayıştay ve Parlamento arasındaki ilişkilerin gelişmiş ülkelerdeki gibi iyi uygulama örnekleri olan bir düzeye getirilmesi gerekliliğidir. Parlamento adına denetim yapan bir kuruluşun, Parlamentoyla ilişkilerinin geliştirilmesi ve kurumsallaştırılması gerekmektedir. Bunun için, Meclis Başkanlığına, Plan ve Bütçe Komisyonuna ve Sayıştay Başkanlığına önemli görevler düşmektedir. Sayıştayca hazırlanan raporların, ilgili komisyonlarca, belki de Meclis Genel Kurulunca daha iyi değerlendirilmesini sağlayacak bir mekanizmanın kurulması gerekmektedir. Yeni yasal düzenlemelerle Sayıştaya yeni raporlama görevlerinin verildiği gözönünde bulundurulduğunda bunun önemi daha da artmaktadır.

İç faktörlere baktığımızda, Sayıştayın, köklü geleneklere ve önemli birikimlere sahip olan bir kurumumuz olduğunu görüyoruz. Yolsuzlukların malî sistemi çökerttiği alanlar, genellikle Sayıştay denetimi kapsamı dışında kalan alanlardır. Tam bir etki ve ölçüm kriteri olmamakla birlikte, her yıl Sayıştay, bütçesinin 3 katı oranında yapılan fazla ödemelerin Hazineye geri kazandırılmasını sağlamaktadır. Bu, kurumun denetim etkisini malî sistemde hissettirdiğinin ve görevini bu alanda yerine getirdiğinin de bir göstergesidir.

Sayıştay, insan kaynağı itibariyle oldukça genç, dinamik ve donanımlı bir kadroya sahiptir. Meslek mensuplarının yaş ortalaması 39'dur. Yabancı dil bilen ve akademik çalışmalar yapan mensuplardaki artış ise dikkat çekicidir.

Ayrıca, gelecekteki görevlerine hazırlıklı olmak için Sayıştay Başkanlığının önemli bir projeyi hayata geçirmek üzere olduğunu ve iyi düşünülmüş bir strateji izlendiğini görüyoruz. Denetim kapasitesinin güçlendirilmesi amacıyla yürütülen bu projeyle, Sayıştay, uluslararası genel kabul görmüş standartlara uygun, bilgisayar destekli ve sistem tabanlı denetimler yapabilecektir. Yargıya yönelik raporlama faaliyetlerinin yanı sıra, hazırlanan performans ve Meclise yönelik raporlamayla, Sayıştay, varlık sebebi olan Parlamento adına denetimi daha etkin bir şekilde yerine getirebilecektir. Bunun için dil yeterliliğine, meslekî ve akademik birikime sahip, ürettikleri ürünler uluslararası alanda itibar gören ve yetişkin, eğitim uzmanı olarak yetişmiş denetçi kadrosunun bu amaca tahsis edilmesi ümit vericidir.

Başkanlığın ortaya koyduğu mevcut iradenin devam ettirilmesi halinde, Sayıştayın geleceğe hazır olacağına, bu tarihî misyonunu yerine getirebileceğine inanıyoruz. Ayrıca Sayıştayın uluslararası alanda birçok ülke Sayıştayına örnek olacağına ve denetim alanında uluslararası bir eğitim merkezine dönüşeceğine inanıyoruz.

Ortaya konulan Kurumsal Dönüşüm Projesinin başarıya ulaşması için bütün meslek mensuplarına önemli görevler düşmektedir. Mevcut tarihî birikim üstüne, Avrupa tecrübesi, uluslararası alanda kabul görmüş uygulamaların hayata geçirilmesi halinde, getirilen uygulamalar ithal çözümler değil, Türkiye realitesine uygun çözümler olacaktır.

Sonuç itibariyle, Sayıştayın bu misyonu yerine getirebileceğine inanmak için pek çok nedenimiz vardır, yeter ki, ilgili kurumlar ve Sayıştay yönetimi ve meslek mensupları sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilsinler; yeter ki, ürettikleri hizmet, altına attıkları imzanın kalitesine paralel olsun.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Sayın Sağ tarafından da belirtildiği üzere, zaman zaman dile getirilen Sayıştay üyelikleri konusunda da ben birkaç kelime söylemek istiyorum.

Bilindiği gibi, bu seçimin Sayıştay tarafından yapılmasının üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Ancak, Sayın Sağ, sözlerinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Poyraz, buyurun, konuşmanızı tamamlayın lütfen.

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Bir dakikada tamamlayacağım.

... bu seçimin ısrarla geciktirildiği yönünde de bir kanaate sahip olduğunu belirtmiş ve bu noktada, başta Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımız olmak üzere, Partimize yönelik olarak bir eleştiri getirmiştir.

Burada, öncelikle şunu söylemek istiyorum: Bir kere, Meclisi çalıştırmak -muhalefetle istişare halinde olmak üzere- iktidar partisinin görevidir ve geçtiğimiz dönemde de, hatırlarsınız ki, bir önceki, 21 inci Dönem Meclisinin üçbuçuk yılda çıkaramadığı kadar kanunun çok çok daha üzerinde -1,5 katı tutarında, 450'nin üzerinde- bu Meclisten kanun çıktı. Diğer bir ifadeyle, yoğun bir çalışma dönemi geçirdik.

Öbür taraftan, bu seçimin gecikmesindeki en büyük etmenlerden bir tanesi de, şu anda Başbakanlıkta çalışmaları devam eden ve son noktasına gelinen Sayıştay Kanunu çalışmasıdır. Bir taraftan Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısında Yüksek Denetleme Kurulunun Sayıştaya bağlanması noktasında, bir taraftan da Sayıştay Kanununu yeniden yapılandırma noktasında birtakım öneriler getirilmesi amacıyla, bunda acaba bir değişiklik olabilir mi diye bugüne kadar bu erteleme yapılmıştır.

Ben, şu sözümü söylüyorum: Eğer, Sayın Sağ'ın iddia ettiği gibi, bu adaylar, AK Parti tarafından şayanı kabul adaylar olmasaydı, bugün, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı bu süreci niye başlatsın? Adaylar mı değişti ki başlattık? Yani, değişen adaylarla problemimiz yok. Biz, sistemi tartışmak, sistemi sorgulamak ve en iyisini yapmak kararlılığındayız.

Hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Poyraz, teşekkür ediyorum.

Birinci turda, AK Parti Grubu adına son konuşmacı, Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş.

Sayın Sarıbaş, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA SÜLEYMAN SARIBAŞ (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Anayasa Mahkememizin bütçesi hakkında, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkememiz, 1961 Anayasasıyla kurulan ve o günden beri, hukukun üstünlüğü noktasında büyük hizmetler vermiş, yargının en üst kuruluşlarından bir tanesi ve bugün baktığımız zaman, Avrupa'da, dördüncü sırada kararlar veren, dördüncü sırada işlevsel faaliyet gösteren bir kuruluşumuz.

Bu kuruluşumuzun temel görevi, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin çıkarmış olduğu kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve İçtüzük değişikliklerinin Anayasaya uygunluğu noktasında denetim görevi yapmak; ikinci bir görevi de, Yüce Meclisin, Yüce Divan sıfatıyla sevk ettiği, yürütmenin bakanlarının ve yüksek yargı organları temsilcilerinin Yüce Divan sıfatıyla yargılanmasını sağlamak.

Bugün geldiğimiz noktada, hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye inanan ülkelerde, anayasa mahkemelerinin, hakikaten, çok önemli bir görevi icra ettiklerini hepimizin kabul etmesi gerekir. Zira, hukukun üstünlüğüne inanan ülkelerde, her şeyin, yüce meclisin dahi kararlarının anayasaya uygun çıkarılması esası vardır.

Gördüğümüz gibi, Anayasa Mahkememizin -ben, sabah, Sayın Başkanıyla da görüştüm- şu anda 250'ye yakın derdest davası var. Yani, her dava için 5'er, 10'ar işgünü mesai verseler, yaklaşık 2 500 mesai gününde bu davaları sonuçlandırmaları mümkün ki, maalesef, işlerin çokluğu nedeniyle, bugün, Anayasa Mahkememiz bir davayı iki yılda, üç yılda ancak karara bağlamaktadır. Bir de siyasî partilerin denetlenmesi var, Yüce Divan sıfatıyla görülen davalar var. Anayasa Mahkememiz, bu yapıyla, bu işlerin altında boğulma noktasına gelmiş durumdadır.

Hele hele, gerek üyelerine gerekse çalışan yardımcı personele bugün için verilen ücretler dikkate alındığında, bir araştırmaya göre, Anayasa Mahkemesi üyelerimiz, şu anda, kamu personeli içinde yüzüncü sırada ücret almaktadırlar. Böyle, protokolde üçüncü sırada olan bir kuruluşumuzun üyelerinin yüzüncü sırada ücret almaları da, hakikaten, Meclisimizin düşünmesi gereken noktalardan biridir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkememizin Yüce Divan sıfatıyla bir ceza yargılama görevini deruhte etmesinin ne kadar doğru olup olmadığının da ayrıca bir tartışma konusu olduğunu biliyorum. Bildiğiniz gibi, 1961 Anayasamız da ve 1982 Anayasamız da, Yüce Divan sıfatıyla yargılama yetkisini Anayasa Mahkememize vermiştir. Ancak, ceza uygulaması veya ceza yargılaması, teknik bir iş; dolayısıyla, Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlar Kurulunun bu yargılamayı çok daha iyi yapacağı noktasından hareketle, Yüce Divan sıfatıyla yapılan bu yargılamaların, normal bürokratlar gibi, Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu tarafından yapılmasının artık tartışılması gerektiğini düşünmekteyim.

Üçüncü bir husus, Anayasa Mahkememizin üye seçimlerinde yaşanmaktadır. Bildiğiniz gibi, Danıştayımızdan, Yargıtayımızdan, Sayıştayımızdan, Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesinden, Yükseköğretim Kurulundan üyeler gitmektedir Anayasa Mahkemesi üyeliğine ve bu kurumların kendi genel kurullarında seçilen üç kişinden biri Cumhurbaşkanınca atanmaktadır; ayrıca, üç üye de Cumhurbaşkanınca doğrudan atanmaktadır. Bu sistemin, tek bir kişinin, yani Sayın Cumhurbaşkanın üye atamada irade kullanma noktasında çok da demokratik olmadığını söylemek istiyorum. Zira, Sayın Cumhurbaşkanı, geçen senelerde bir siyasî partimizin üyesini dahi Anayasa Mahkemesine atama şeklinde bir kararname çıkarmış; ancak, bu üyemiz, bu görevi kabul etmemiştir. Görüldüğü gibi, tek kişinin seçimine bırakılan bir Anayasa Mahkemesi üyeliği, çok da demokratik olmayan bir sistem getirmiştir. Halbuki, bugün, demokratik ülkelerde olduğu gibi, Yargıtaydan gelen üyeyi Yargıtay Genel Kurulunun kendi çoğunluğuyla seçeceği üye, hiç Cumhurbaşkanının atamasına gerek kalmadan en çok oyu alan üyenin, diğer kuruluşlarda da, yine, keza, en çok oyu alan üyenin doğrudan seçilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Zira, 250 kişilik Yargıtay Genel Kurulunun birinci sırada seçtiği bir üye dururken, üçüncü sırada seçilen bir üyenin atanmasının izahı, maalesef, mümkün değildir.

Bu bakımdan, Anayasamızdaki, Anayasa Mahkememizin kuruluş maddesini, yani, 146 ncı maddeyi yeniden düzenlememiz gerektiğini ve Anayasa Mahkememizi, işlerin çokluğu noktasında, ihtisas dairelerine ayırmamız, bunun da anayasa değişikliğiyle mümkün olması gerektiğini ve üyelerin bir kısmını da, Yüce Meclisin, milletin temsilcisi olan, millî iradenin temsilcisi olan Yüce Meclisin, yine, kurumların önerdiği isimler içerisinden seçme yetkisinin bulunması gerektiğini; zira, demokratik ülkelerde de Anayasa Mahkemesi üyelerinin birçoğunu Meclislerin seçtiğini söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi kararları, bildiğiniz gibi, geriye yürümemektedir. Bu vesileyle, 1994 yılında, Özelleştirme Kanunuyla beraber, Anayasa Mahkememiz, yürürlüğün durdurulması şeklinde bir içtihat geliştirmiştir. Tabiî, Anayasamızda, Anayasa Mahkememizin yürürlüğü durdurma noktasında karar vermesine dair bir hüküm mevcut değildir. Denilebilir ki, bu noktada hüküm mevcut değilse, yargı organlarımız, olmayan şeyi içtihat haline getirebilir; ancak, bunun şu mahzuru var: Bir konuda yürürlüğün durdurulması kararı verdiniz, yasayı durdurdunuz; eğer, iptal davasını iki yıl sonra esastan reddederseniz, millî iradenin çıkarmış olduğu kanunun iki yıl yürürlüğe girmesini engellemiş olursunuz; dolayısıyla, bu noktada da, bir anayasa değişikliği yapılıp, yürürlüğü durdurma yetkisinin olup olmadığının Anayasaya açık olarak yazılması gerektiğini düşünmekteyim.

Değerli arkadaşlar, başka bir husus -bu sene bütçemize konulmuş gerçi; ama- Anayasa Mahkememizin fizikî binası maalesef -çalışanlarıyla, uzmanlarıyla, yardımcı personeliyle- yeterli değil, Türkiye Cumhuriyetine yakışan yeni bir Anayasa Mahkemesi binasının yapılması; bütçemizde bu noktada da ödenek var, Sayın Bütçe Komisyonumuza ve Maliye Bakanlığımıza da ayrıca bu noktada teşekkür ediyorum.

Kanunların geriye yürümemesi noktasında da Anayasada değişiklik yapmamız gerektiği kanaatindeyim. Zira, bir kanun çıkabilir, bariz olarak Anayasaya aykırı da olabilir, eğer açılan iptal davaları bu iş çokluğuyla bir iki sene devam ediyorsa, bu kanunun iki sene yürürlükte kalmasının, yani, iptal edilmeden evvel yürürlükte kalmasının hakikaten mahzurları olduğu kanaatindeyim. Bunun için, Anayasa Mahkememizin yapısını daireler şeklinde düzenleyip, Yüce Divan sıfatını ve siyasî partileri denetlemeyi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sarıbaş, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

SÜLEYMAN SARIBAŞ (Devamla) - ... bir daireye verip, kanunî denetimleri başka bir daireye vermek suretiyle, hakikaten bütün milleti ilgilendiren birtakım konularda da Genel Kurulu görevlendirmek suretiyle, bir iş bölümüyle ancak Anayasa Mahkememizin bu yüklerin altından kalkacağını düşünüyorum. Çünkü hukuk devletinde, geç tecelli eden adaletin adalet olmadığını bütün hukukçu arkadaşlarım bilir.

Ben, Anayasa Mahkememizin şimdiye kadarki hukuka uygun ve başarılı çalışmalarından dolayı bütün üyelerine ve Başkanına teşekkür ediyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sarıbaş.

Saygıdeğer milletvekilleri, birinci turda gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şahsı adına, lehte Kars Milletvekili Selahattin Beyribey.

Sayın Beyribey, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Beyribey, süreniz 10 dakika.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bu turda görüştüğümüz Sayıştay, Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı, RTÜK ve Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçelerinin tümü üzerinde konuşma yapacağım. Aslında, burada, yasamanın, yürütmenin ve yargının aşağı yukarı hepsi, yani, devleti temsil eden kurumların hepsi olduğu için, bunlarla ilgili genel anlamda konuşacağım; onu ifade etmek istiyorum. Sözlerime başlamadan evvel, Allah, Irak'taki şehitlerimize rahmet, yakınlarına sabırlar ihsan etsin diyorum ve Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin özellikle son iki yıldan beri yapmış olduğu faaliyetleri, zaten yakinen içerisinde olduğumuz için görüyoruz; müspet şeyler yapıldı; özellikle israfla ilgili düzenlemeleriyle -ki, bu yıl israfı önleme yılıydı- israfı önleme yılıyla ilgili etkinlikleriyle ve ayrıca, o doğrultuda -kendi tedbirleriyle- ciddî oranlarda tasarruf edildiği görüldü. İnşallah, önümüzdeki dönemler içerisinde de aynı yol takip edilecektir.

Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, ilk olarak, Parlamenterler Birliği veya birçok kurum ve sivil toplum örgütleriyle, Meclisimizdeki grup odalarında, o günkü gündemle ilgili toplantılar düzenlemekte, sergiler açmaktadır. Bunlar müspet bir gelişme olup, Meclisin sivil toplum örgütleriyle ve toplumla kucaklaşmış olduğunu da ifade eden pozisyonlardır; ama, bunun yanı sıra, birtakım sıkıntılar olduğunu da ifade etmek istiyorum. Özellikle, milletvekillerinin sosyal hakları ve güvenceleriyle ilgili olarak, milletvekillerinin bu durumlarıyla ilgili, hangi pozisyonda olduklarını tarif etmek bile mümkün değil. Maalesef, Meclis İçtüzüğü gereği, milletvekillerinin Mecliste nasıl davranmaları gerektiği, neler yapmaları gerektiği, Meclisteki hareketleriyle ilgili her şey yerli yerince tarif edilmiş; ama, acaba, milletvekili, Meclis dışında ne yapacaktır, statüsü nedir, bilinmemektedir. Daha doğrusu, ne olduğumuzu bilememe sıkıntısını yaşıyoruz. Mesela, bir ille ilgili ekonomik toplantılara veya idare kurulu toplantılarına, milletvekili hariç, herkes çağrılır. Bu niye böyledir, anlamak da mümkün değildir; ben anlayamıyorum.

UFUK ÖZKAN (Manisa) - Doğru söylüyorsun.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) - Onun için, mutlaka ve mutlaka, Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletvekilleriyle ilgili -bir yerlerden faydalanarak veya bir yerlerden yorumlama şekliyle değil de- direkt olarak kendi yasasını çıkarması gerekir. Meclisimizin, Millet Meclisinde çalışanlar ve milletvekillerinin her türlü haklarıyla ilgili, Meclis içindeki ve Meclis dışındaki konumlarıyla ilgili, mutlaka ve mutlaka, bir yasayı çıkarması lazım.

Değerli arkadaşlar, milletvekillerinin Meclis dışında neler yapabileceği konusuyla ilgili, Meclis Başkanı ve Başkanlık Divanı maalesef karar verememektedir. Oysa ki, milletvekillerinin, Meclis dışındaki konumlarıyla ilgili tüzük ve yönetmelikleri, mutlaka ve mutlaka, Meclis Başkanının ve Meclis Başkanlık Divanının ortaya koyması gerekir. Aksi takdirde, İçişleri Bakanlığı başka, Dışişleri Bakanlığı başka, Maliye Bakanlığı başka... Her biri ayrı statülerde ve oralardaki bürokratların iki dudağı arasında kalmışız. Bunu, zaman zaman basın, zaman zaman halk, herkes kullanmaktadır. Meclis olarak, Meclis Başkanlığı olarak bu sorunun çözülmesi ve çözdürülmesi gerekir; bunun bir anayasal hak olduğu kanaatindeyim.

Buradan RTÜK'le ilgili bir konuya -değerli bir kardeşimiz de özellikle ifade etti- geçmek istiyorum. Maalesef, bugün, televizyonlarda akıl almayacak programlar yapılmaktadır; toplumun yozlaşması için, toplumun dejenere olması için ne gerekiyorsa gösterilmektedir. Burada birçok arkadaşımız yurt dışına çıkmaktadır; sizlere soruyorum; yurt dışındaki hangi televizyonda bizde seyrettiğiniz programları seyredebilirsiniz?! O programları, ancak para vererek, özel kapatmalı, özel kapatmalı, özel şifreli kanallardan seyredebilirsiniz; o da para karşılığıdır. Biz de yarın, bugünlerde, özellikle... Mesela, tesadüf olduğu için, doktor olarak seyrettiğim için, bir dizideki bir sahneyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir ası sahnesini gösteriyor; nasıl yapılacağını, nereye konulacağını, ipin nereye asılacağını, nasıl boyna geçirileceğini gösteriyor. Zafiyeti olan, toplumsal sıkıntıları olan bir çocuk, bunu beyninde kendisine bir örnek olarak çiziyor ve zafiyeti varsa, mutlaka uygular. Mutlaka bunlarla ilgili tedbirler getirilmesi lazım. RTÜK, bununla ilgili tedbirler almalı, ağır para cezalarıyla bunları cezalandırmalıdır. Bu konuda RTÜK'ün de sıkıntıları var; onunla ilgili yasa tasarısını bir an evvel Meclisimize getirip, buna çözüm getirmemiz gerekiyor.

Ayrıca, RTÜK üyelerinin ekonomik kurullarla ilgili statüde, Bakanlar Kurulu tarafından seçilmesi şeklinde bir karar çıktı. Ben, şahsım olarak, bunu da yanlış buluyorum. RTÜK üyelerini, mutlaka ve mutlaka, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçmelidir diye düşünüyorum.

Yine, Sayıştayın raporlarının, mutlaka ve mutlaka, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanması gerektiği düşüncesindeyim. Bu düşünce de bana aittir. Bununla ilgili hukuksal yol da mutlaka halledilmelidir.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de özellikle içmesularıyla ilgili büyük sıkıntılar olduğunu, içmesuyu olmayan 393 köyümüz olduğunu, bunlarla ilgili bu yıl bütçede 40 trilyon lira civarında para ayrıldığını, bunun yeterli olmadığını biliyoruz; ama, iki yıl içerisinde, inşallah, bunu çözeceğimizi düşünüyorum.

Benim atıl yatırımlarla ilgili bir araştırma önergem var. Bununla ilgili devletin çok büyük kayıpları olduğunu ve maalesef, dışarılardan, oradan buradan aldığımız paraların nasıl çarçur edildiğini, popülist politikalarla, yaklaşımlarla ülkenin paralarının nasıl gittiğini burada görüyoruz. İnşallah, o, Meclise geldiği zaman, sizlerle daha detaylı paylaşacağım.

Bu yıl köy yollarımızla ilgili çok önemli çalışmalar oldu. Ondan dolayı, zaten, Sayın Tarım Bakanımıza da teşekkür etmiştim; ama, zaman zaman arkadaşlarımız tepkiler gösteriyorlar; o tepkilerden dolayı, bir örnek olsun diye sizlere bir tablo göstermek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, burası Türkiye. Türkiye'nin yüzde 70 asfaltlı bölümü, yüzde 3 ve yüzde 9 arasında asfaltsız bölümü ortada. Zaman zaman milletvekillerimiz diyor ki: "Kardeşim, benim bölgemde de yok." Yok; ama, benim bölgemde yüzde 2,5; senin bölgende yüzde 70. Mutlaka, devlet, bu adaletsizliği ortadan kaldırmalıdır; mutlaka, hükümetimizin de bu konuda üzerine düşeni yapması gerektiği kanaatini taşıyorum. Bu yetmez; enerjiyle ilgili aynı sıkıntı var, okullarla ilgili aynı sıkıntı var, sağlıkla ilgili aynı sıkıntı var... Bölgemizde doktor sıkıntısı çekiyoruz. Mecburî hizmet kalktığı için, maalesef, benim bölgemde doktor azaldı. Ben, bunu burada dile getiriyorum. Mecburî hizmet derhal geri getirilmelidir. Pratisyen hekim sıkıntısı çekmekteyiz.

İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Dünya kadar pratisyen hekim var, atama yapsınlar.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) - Şu anda birçok ilçelerimizde pratisyen hekim bile yoktur. O da benim kanaatimdir; derhal mecburî hizmet geri getirilmelidir.

Sevgili arkadaşlar, Türkiye'de güzel şeyler yapılıyor. Ben, şahsım adına konuşuyorum, güzel şeyleri de söylüyorum; ama, Partimizin ve buradaki herkesin de Türkiye'deki tabloyu bilmesi lazım, makro olarak görmesi lazım. Ben, bunları onun için sizlerle paylaşıyorum. Bu listeler sizde de var, bunları sizler de biliyorsunuz; Devlet İstatistik Enstitüsü dağıtmış, biliyoruz. Mesela, doğurganlık oranı çok olan yerlerde bebek ölümleri de çok ve doktor...

İSMAİL DEĞERLİ (Ankara) - Destek veriyoruz sana.

YÜCEL ARTANTAŞ (Iğdır) - Destekliyoruz.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) - Elimizde olsa yapacağız; sizden de destek istiyoruz. Onun için anlatıyoruz; destek verin, yapacağız.

YÜCEL ARTANTAŞ (Iğdır) - Desteğimiz, yanında.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) - Peki, teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, köy yolları ve köyiçi yollarla ilgili de bir önerim var. Türkiye'de büyük bir işsizlik var. Bu, işsizlikten öte... Bazı bölgelerimizdeki köy yolları, asfalt yol yerine, arnavutkaldırımları dediğimiz taş yollara çok uygundur. Belki, köylüye küçük paralar, asgarî ücretler vererek, bütün köylerimizi ve köy yollarımızı taş yol yapabiliriz, şose yol yapabiliriz. Bu doğrultuda, ben, bölgemizle ilgili Meclisimizin desteğini bekliyorum.

Neticeyi şu noktaya taşımak istiyorum: Bu bütçemiz, aslında, iki yıldır iyi noktalara geldi. Özellikle, ekonomide ciddî mesafeler aldık; borçlarımızın faizini ödeyemez pozisyondayken, borçlarımızın faizlerini öder duruma geldik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Beyribey, 1 dakikalık eksüre veriyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla)- Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Yine, özellikle, enflasyondaki düşüş vatandaşımızı rahatlatmıştır; çiftçi borçlarının taksitlendirilmesi, faizlerin kaldırılması vatandaşımızı rahatlatmıştır. Özellikle, yine -onu da sizlerle paylaşmak istiyorum- afetle ilgili, mutlaka ve mutlaka, tarım sigortasını da bir an evvel çıkarmak durumundayız; aksi takdirde, tarımla uğraşan Doğu Anadolu ve İç Anadoludaki büyük çoğunluk büyük bir sıkıntı içerisine girecektir diyorum.

Ben, bu bütçemizin memleketimize, milletimize hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum ve ümit ediyorum ki, bu gösterdiğim tablolar önümüzdeki yıllarda düzelecek ve Türkiye, her yönüyle kalkınmış, gelişmiş olacak.

Sözlerimi bitirirken, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Beyribey.

Bu turda, şahsı adına, aleyhinde olmak üzere, Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç.(CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Kılıç, süreniz 10 dakika.

Buyurun.

MUHARREM KILIÇ (Malatya)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Sayın Başkanı, değerli milletvekillerini ve ekranları başında bizi izleyen saygıdeğer vatandaşları saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, gelişmekte olan ülkelerin en önemli sorunlarından biri, siyasal kurumların ve örgütlerin yeteri kadar gelişmemiş olmasıdır. Bir ülkede siyasal kurumlar yeteri kadar gelişmemiş ve güçlenmemişse, o ülkede kuvvetler ayrılığının gerçekleşmesi zordur; kuvvetler, birliğini dengeleyemez ve kuvvetlerden biri diğer kuvvetleri etkisiz hale getirir.

Kuvvetler ayrılığını en net anlatan Fransız düşünür Montesquieu'dür. Yasaların Ruhu adlı yapıtında "yasama kuvveti ile yürütme kuvveti aynı kişiye veya memurlar topluluğuna verilirse, ortada özgürlük diye bir şey kalmaz" demektedir. Aynı yapıtında "yargı kuvveti yasama kuvvetinden ayrılmazsa, yine ortada özgürlük kalmaz" diyerek, durumu net olarak özetlemektedir. Bu nedenle, çağdaş anayasalar bu kurala çok önem vermekte ve devlet düzenini buna göre şekillendirmektedir. Zira, asıl amaç, iktidarın yürütmenin elinde toplanmasını önlemek ve sınırlı iktidar yaratmaktır.

Değerli milletvekilleri, kuvvetler ayrılığında, kuvvetlerin başında yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi gelmektedir. Bu Yüce Meclis, devletimizin ve demokrasimizin en önemli kurumudur. Bu nedenle, herkes Meclisin saygınlığını korumak ve yüceltmek zorundadır. Şüphesiz, bu görev, en başta da sayın milletvekillerine ve Meclisi temsil eden Sayın Meclis Başkanına düşmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclisi Sayın Başkan mı, yoksa, Sayın Başbakan mı yönetiyor diye bazen kuşkuya düşmekteyiz. 6 Ekim AB ilerleme raporu öncesi zina krizi nedeniyle Ceza Kanunu Tasarısının geri çekilmesinin yarattığı sıkıntıyı gidermek için, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 21.9.2004 tarihinde 123 imzayla Meclis olağanüstü toplantıya çağrıldı; ancak, bu talep hiç dikkate alınmadı. Sayın Başbakan Brüksel'e gittiğinde durumun ciddiyetini anlayınca, daha Türkiye'ye dönmeden, Meclisin 26.9.2004'te toplanacağını açıkladı. Meclis Başkanı ise, Başbakanın istemini, Cumhuriyet Halk Partisinin istemiyle birleştirme gereği bile duymadan Meclisi toplantıya çağırmıştır. Böyle bir uygulama, Meclisi yönetenin kimliği hususunda kuşku yaratmıştır.

Sayın Meclis Başkanı, Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşmasında, bu iktidar döneminde 478 adet yasa çıkarıldığını belirtmektedir.

Değerli milletvekilleri, Meclis, yasa çıkarma fabrikası değildir. Yasa tasarıları yeterince olgunlaşmadan komisyonlara getirilmekte, komisyonlarda inceleme ve değerlendirme için yeterli zaman verilmeden görüşülmekte, iktidarın çoğunluk oylarıyla kabul edilmektedir. Kabul edilen komisyon raporları ve tasarılar, çoğu zaman, İçtüzük gereğince beklenilmesi gereken 48 saat bile dolmadan Meclis Genel Kuruluna getirilmektedir. Son kabul edilen yasalardan 335 maddelik Ceza Muhakemeleri Kanunu Tasarısı, Genel Kurul görüşmelerinden bir gün önce, 125 maddelik Ceza İnfaz ve Tedbirleri Kanunu Tasarısı ise aynı gün milletvekillerine gönderilmiştir. Yasama görevini yapan milletvekilleri ise, henüz kapağını bile açmaya fırsat bulamadıkları kanun tasarılarını, grup başkanvekillerinin eline bakarak, aynı doğrultuda oy kullanarak, kabul etmektedirler; zaten başka şansları da yoktur. Sayın Başbakan "biz, kanun tasarılarını yeterince incelemiyor muyuz ki değişiklik önergeleri veriyorsunuz" diyerek, sorgulayıcı milletvekillerini azarlamaktadır. Bu durum ise, Meclisin saygınlığına gölge düşürmektedir.

Değerli milletvekilleri, yasalar bu kadar ciddiyetten ve Meclis denetiminden uzak biçimde yapılınca, ister istemez sıkıntılar çıkmaktadır. Anayasamızın 104 üncü maddesine göre, Cumhurbaşkanımız, kanunları, tekrar görüşülmek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisine geri gönderme yetkisini haizdir. Cumhurbaşkanımız, bu yetkisini kullanırken, yasanın usul ve esasının Anayasaya aykırılıklarını ileri sürebilir veya gerekçesiz de geri gönderebilir; ancak, Sayın Cumhurbaşkanımız, dürüst kişiliği ve deneyimli hukukçuluğuyla, çoğunlukla, çıkarılan kanunları sadece Anayasaya aykırılıkları nedeniyle geri göndermektedir. Bu iktidar döneminde çıkarılan kanunlardan 27'si Sayın Cumhurbaşkanımızca veto edilmiştir. Çıkarılan kanunlardan 41'i için ise, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Anayasa Mahkemesine iptal davası açılmıştır. Bunlar, hoşa giden uygulamalar değildir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclisin saygınlığını azaltan durumlardan biri de, milletvekillerinin yasama dokunulmazlığıdır. Bu konu yıllardır kamuoyunda tartışılmaktadır. Geçmiş yasama dönemlerinde de defalarca gündeme gelmesine rağmen, bir türlü karara bağlanamamıştır. 3 Kasım milletvekili seçimlerinden önce, İktidar Partisince ve Cumhuriyet Halk Partisi tarafından milletvekili dokunulmazlığının kaldırılacağı yönünde halka söz verilmiştir. Kaldı ki, kamuoyunda, yolsuzlukların nedenlerinden birisinin de dokunulmazlıklar olduğu yönünde güçlü bir kanı vardır.

Mecliste, şu an için, 110 milletvekili hakkında 191 adet dokunulmazlık dosyası bulunmaktadır. Bu dosyalardan çoğunluğu Seçim Yasasına muhalefet gibi önemsiz dosyalar olmasına rağmen, evrakta sahtekârlık, nitelikli zimmet, ihaleye fesat karıştırmak, suç işlemek için teşekkül oluşturmak gibi yüz kızartıcı dosyalar da bulunmaktadır. Milletvekilliği, suçluların sığındıkları bir koruma alanı olmamalıdır.

Olayın bir başka yönü de, milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakları da ellerinden alınmaktadır. Yalnız, milletvekillerinin yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin talepler, milletvekillerinin yasama sorumsuzluğuyla karıştırılmamalıdır. Milletvekilleri, Meclis çalışmalarındaki kullandıkları oy, söz ve düşünce açıklamaları nedeniyle sorumlu tutulamazlar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kuvvetler ayrılığındaki kuvvetlerden birisi de yargıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, yürütme, büyük ölçüde yasamayı kontrol ettiğinden, yargının bağımsızlığı daha bir önem kazanmaktadır. Ülkemizde demokrasinin ve hukukun egemenliğinin tam olarak sağlanabilmesi için, bağımsız yargının şartları mutlaka sağlanmalıdır. Türk hukukçuları olarak, bu durumu yıllardır dile getirmekteyiz; ancak, iktidarlar, yasama organını kontrol ettikleri gibi, yargıyı da kontrol etmek istemektedirler.

Değerli milletvekilleri, yargının bağımsızlığından bahsedebilmek için, mahkemelerin ve hâkimlerin hem yasamadan hem de yürütmeden bağımsız olması gerekir. Bu bağımsızlık, hem kurumsal hem de işlevsel olmalıdır. Bizdeki gibi hâkim ve savcıların göreve alınması, atanması, tayin ve terfileri Adalet Bakanı ve müsteşarının üyesi olduğu bir kurulca yapılıyorsa, burada bağımsızlıktan söz edilemez. Yine, hâkim ve savcıların teftiş ve denetimi Adalet Bakanlığı müfettişlerince yapılıyorsa, hâkim ve savcılar idarî işlemler yönünden tümüyle Adalet Bakanlığına bağlıysa ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kendisine ait bir binası, sekreteryası ve bağımsız bütçesi yoksa, bağımsız yargıdan bahsetmek bir aldatmacadır.

Bir atasözümüz vardır; "iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır." Sayın Adalet Bakanımız, yüzlerce kanun tasarısı hazırlattırıyor, ne yazık ki, bizzat kendi Bakanlığını ve Bakanlık Müsteşarını ilgilendiren Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundaki görevlerine son verecek bir anayasa ve yasa değişikliği hazırlığını bir türlü yapmıyor.

Değerli milletvekilleri, demokrasimiz ve hukuk devleti için bu kadar önemli olan yargı sistemimiz, tüm bu olumsuzluklara ve çalışma zorluklarına rağmen, diğer kurumlara göre iyi işlemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kılıç, 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Bu işleyişte hâkim ve savcılarımızın, yazı işleri müdürleri, zabıt kâtipleri ve mübaşirlerimizin büyük katkıları vardır; ancak, ülkemiz için çok büyük önemi haiz yargıda hâkim ve savcılarımız geçim zorluğu çekmektedirler. Göreve yeni başlayan bir hâkim ve savcının aldığı maaş 1 317 000 000 TL'dir. Yine, yargıdaki diğer memurların aldıkları maaş ise, ortalama 650 000 000 TL civarındadır. Memurlarımız şu anda açlık sınırında yaşamaktadırlar.

Bütçeden Adalet Bakanlığına ayrılan pay, yıllardır yüzde 1 civarındadır. Bu payın mutlaka artırılması ve yargı mensuplarımızın ekonomik olarak rahatlatılması gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün bütçesini görüşmekte olduğumuz Anayasa Mahkememiz, vermiş olduğu kararlarla, ülkemizde demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanmasında büyük önem taşımaktadır. Özellikle, AKP İktidarının, gelir gelmez, muhalefetin Meclisteki etkinliğini azaltmak için hazırlamış olduğu içtüzük değişikliği...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kılıç, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Son cümlelerinizi alayım efendim; lütfen.

Buyurun.

MUHARREM KILIÇ (Devamla) - Sayın milletvekilleri, iktidar, açıkladığımız gibi, bir taraftan yasama organını baskı altında tutuyor, bir taraftan da, Adalet Bakanlığı ve müsteşar eliyle yargıyı kontrol etmeye çalışıyor. Bu şekildeki bir sistemden demokrasi ve hukuk devleti çıkmaz. Bu nedenle, iktidarın, bu uygulamalarına son vermesi gerekir.

Bu düşüncelerle, Yüce Meclisi ve ekranları başında bizleri izleyen saygıdeğer vatandaşlarımı saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kılıç, teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, şimdi, sorular bölümüne geçiyoruz.

İlk soru Sayın Algan Hacaloğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Hacaloğlu.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığıyla ilgili bir soru yöneltmek istiyorum; ilgililerden değerli yanıtlarını rica edeceğim.

Bilindiği gibi, siyasî etik konusu, ülkemizin çözüm bekleyen konularından biridir. Kopenhag Kriterlerini çok tartıştığımız bir ortamda bir numaralı Kopenhag Kriteri, siyasî etik konusudur. Ülkemizin bu konudaki durumu, tüm Batı demokrasilerinin gerisindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi etik kurulunun kurulması, milletvekillerinin yapamayacağı işlere ilişkin mevcut yasanın yeniden, ileri demokrasi ülkeleri normlarında düzenlenmesi, milletvekillerinin, Batılı ülkelerde olduğu gibi, Amerika'da olduğu gibi, örneğin iki yılda bir verecekleri mal bildirimlerinin kamuoyuna açıklanması türünden düzenlemeleri kapsayan kapsamlı bir siyasî etik yasasını, Türkiye, acilen uygulamaya koymalıdır. İlgililerin bu konudaki değerli düşüncelerini istirham ediyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Hacaloğlu.

Sayın Aslanoğlu, buyurun efendim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlarım; iki sorum var; bir tanesi Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanına.

Geçen yıl, Mecliste çalışan tüm arkadaşlarımızın servisleri iptal edildi; bugüne kadar hiçbir çözüm getirilmedi. Bir kurumda başarı, o kurumdaki insanların motive edilmesinden geçer. Artık iş verimi düştü. İlle Meclis kendi yapmasın; ama, bunu koordine etmek çok mu zor? Sabahın geç saatlerinde bu insanlar gelemiyor, akşamın çok geç saatlerinde çıkmak zorunda kaldıkları zaman sorunlar yaşanıyor. Özellikle Meclis personelinin taşıması konusunda, acaba, Genel Sekreterlik daha koordineli bir çözüm bulamaz mı? Çok büyük sıkıntı yaşıyor arkadaşlarımız. Mecliste bu yönden iş verimi düşmüştür.

İkinci sorum: Cumhurbaşkanlığı makamı, Türk Ulusunun, cumhurun makamıdır. Burada konuşan AK Parti sözcüsü arkadaşım, Sayın Cumhurbaşkanımızın yaklaşık 200 teröristi affettiğini söylüyor. Ben, kendi vicdanımda ve kamu vicdanında, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından, Sayın Genel Sekreter tarafından, mutlaka, bunun, bir şekilde... Kamu vicdanı zedelenmiştir. Çok açık, net bir şekilde, Türkiye Cumhuriyetini yöneten bir Cumhurbaşkanının, Türkiye'de hiçbir teröristi affetmeyeceğini, silah sıkan bir insanı affetmeyeceğini, sadece sağlık nedeniyle... Onu bilemiyorum; ama, ben, şahsen, vicdanen rahatsız oldum ve kamuoyu nezdinde, Cumhurbaşkanlığı makamı son derece zedelenmiştir burada. Hepimizin Cumhurbaşkanı. Bu konuda, özellikle Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterimizin, mutlaka, kamu vicdanı açısından, hakikaten, teröristler...

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, diğer milletvekili arkadaşlara sıra gelsin.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Bitiriyorum.

Acaba, daha önceki aflarda -teröristler dedikleri insanlar- AK Parti tarafından affedilenler neden gündeme getirilmiyor?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Sayın Koç, buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Aracılığınızla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekiline şu soruları yöneltmek istiyorum: Bunlardan bir tanesi; geçtiğimiz hafta içerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı, Dolmabahçe Sarayına bağlı Musahiban Dairesinin Başbakanlığın kullanımına verilmesi kararı aldı.

Şimdi, ben, şunu öğrenmek istiyorum: Acaba daha önceki hükümetler döneminde de benzer talepler Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gelmiş midir? Eğer geldiyse, hangi hükümetler Millî Saraylara tahsisli köşk ve kasırları talep etmişlerdir? Bildiğimiz kadarıyla, bu Musahiban Dairesi tek bir ünite değildir, tam 33 odadan oluşmaktadır. Acaba, Sayın Başbakan, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığının bir kısmını idare merkezi olarak İstanbul'a taşımak niyetini mi gütmektedir?

Şu soru hemen akla geliyor: Acaba Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının görevleri arasında, Sayın Başbakana çalışma mekânı temin etmek gibi bir görev var mıdır?

Bir ikincisi -kısaca soracağım- Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok emek veren; ama, hepimizin dikkatinden kaçan bir konu. Burada, çok özel dikkat gerektiren, çok özen gerektiren bir mesleğin uygulayıcıları her gün karşımızda oturuyorlar. Stenograflardan bahsediyorum. Son derece dikkatli davranmaları gereken, hata yapmamaları gereken bir meslek dalındalar ve burada Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma saatleri boyunca sürekli olarak bir fazla çalışma temposu içine giriyorlar. Bu arkadaşlarımızın, kanunen verilmesi gereken tazminatlarının bir bölümünü alamadıklarını biliyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı olarak bu konuda...

Bir de, tabiî, fiilî hizmet tazminatı dediğimiz bir yıpranma payı var. Acaba, stenograf kadrosundaki Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışanlarına bu ayrıcalıkların ya da bu hakların tanınması konusunda bir girişiminiz olacak mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Koç.

Sayın Sağ, buyurun.

KEMAL SAĞ (Adana)- Sayın Başkanım, sizin aracılığınızla Sayın Meclis Başkanvekilimize bir sorum var benim.

Biliyorsunuz, sayın vekillerin çalışma ortamları gerçekten çok kötü şartlarda. Sayın Başkanımız Arınç, bu konuyla ilgili olarak yeni bir bina yapılacağını söylemişti; ancak, halen bu konuda bir gelişme olduğunu göremedik. Acaba milletvekillerine ev yapımı, konut yapımı gibi bir olay durdu mu yoksa bu konuda gelişme var mı? Son durum nedir? Bunu öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Sayın Ercenk, buyurun.

TUNCAY ERCENK (Antalya)- Sayın Başkan, biz iki yıldan beri, milletvekilleri olarak gerçekten büyük bir özveriyle çalıştık ve çalışmaya da devam ediyoruz; fakat, bizimle birlikte Meclis içinde çalışan arkadaşlarımız da var. Biraz önce Sayın Koç ve Aslanoğlu da bu çalışanların bir bölümüne değindi. Ben de, kavas arkadaşlarımızın çalışma durumuyla ilgili bir değerlendirme yapmak istiyorum ve Sayın Başkanvekilimize, bu konuda bir çalışma yapıp yapmadığını veya yapıp yapamayacağını sormak istiyorum.

Şimdi, bildiğim kadarıyla, bu konumda olan arkadaşlarımızın bir bölümü çaycı kadrosunda, bir bölümü hizmetli kadrosunda çalışıyorlar. Acaba, bunların tümünü bir kadro içinde toplamak veya belli bir müdürlüğe bağlamak mümkün müdür; bu konuda bir çalışma yapılacak mıdır? Birinci sorum bu.

İkincisi; Sayın Cumhurbaşkanımızın teröristleri affettiği iddiasına karşılık, ben de, Eve Dönüş Yasasıyla cezaevlerinden çıkanları hatırlatmak istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ercenk.

Sayın Gün, buyurun.

SALİH GÜN (Kocaeli) - Sayın Başkanım, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî kadrolaşmanın şeflik düzeyine kadar genişletildiğine ilişkin iddialar bulunmaktadır.

Bu çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisi Personeli Görevde Yükselme Yönetmeliği hükümleri uyarınca, şeflik ve garaj amirliği, sınavla yükselinecek kadrolar arasında sayılmıştır.

Bu çerçevede, 22 nci Dönemde, sınavla yükselinilecek kadrolar arasında sayılmış olan şeflik ve garaj amirliği kadrolarına sınavsız olarak atama yapılmış mıdır? Eğer yapıldıysa, kaç kişi şef ve garaj amiri olarak atanmıştır? Yönetmelikte açık hüküm bulunmasına karşın, bu atamaların hukukî dayanağı nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gün.

Sayın Ünlütepe, buyurun.

HALİL ÜNLÜTEPE (Afyon) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Sayın Alptekin'e soru yöneltmek istiyorum.

Bilindiği gibi, Meclis İçtüzüğünün 96 ncı ile 100 üncü maddeleri arasında denetim yollarından olan "Soru" bölümü düzenlenmiştir.

Genellikle, sözlü soru önergelerine ilgili bakanca normal sürede yanıt verilmemektedir. Hâlâ, 2003 yılında verilmiş soru önergeleri yanıtlanmamıştır. 10 gün sonra 2005 yılına gireceğiz. Geç yanıt alınması nedeniyle, sözlü soru önergesinden beklenilen gaye elde edilememekte ve denetim hakkı da yeterince kullanılamamaktadır.

2003 yılında verilen soru önergesinin yanıtlanmamış olması durumunda, denetim hakkının yeterince kullandırıldığına inanıyor musunuz?

İkinci bir sorum da, bazı soru önergeleri, genellikle yanıtlanması Sayın Başbakandan istenilen soru önergeleri, Sayın Başbakanlığa ulaşmadan, Sayın Başkanlığınızca tarafımıza iade olunmaktadır. İçtüzüğe uygun olan soru önergelerinin, sanki, bir sansür kuruluna takılmış gibi iadesinden beklenen amaç nedir? Milletvekiline denetim hakkının Meclis Başkanlığınızca kullandırılmamasından beklediğiniz bir amaç var mıdır? Başbakan tarafından yanıtlanması istenilen soru önergelerinin iadesi bir tesadüf mü, yoksa, Başkanlığınızca gösterilen hassasiyetin bir göstergesi midir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünlütepe.

Soru süresi dolmuştur.

Sayın Alptekin, ağırlıklı olarak, Meclisle ilgili sorular yöneltilmiştir. Sayın Başkanvekilimiz...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Başkanım, bir müsaade et de, şu milletvekillerinin sorunlarını da ben anlatayım. Kimse anlatamıyor, buna cesaret edemiyor, ben çıkayım şöyle bir anlatayım; lojmanlardan başlayayım şöyle bir...

BAŞKAN - Sayın İnce, uygun bir zamanda bir söz talebiniz olursa, ben size söz vereyim.

Sayın Alptekin, buyurun efendim. Birkısım sorulara yazılı cevap verilebilir...

Buyurun...

HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır, hayır; yazılı gelmiyor, iki yıldır bekliyoruz.

BAŞKAN - Sayın Başkanvekilimiz cevaplandırıyorlar efendim.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; soruları imkân dahilinde cevaplandırmaya çalışacağım. Öncelikle, soru soran arkadaşlara teşekkür ediyorum. Çünkü, sorular, öncelikle, Türkiye Büyük Millet Meclisini, onun çalışma usul ve şeklini, fizikî durumunu ilgilendiriyor, bizi ilgilendiriyor. Teşekkür ediyorum değerli arkadaşlarımıza.

Sayın Hacaloğlu'nun, siyasî etik konusundaki sorusu, gerçekten hepimizi ilgilendiren, hepimizin bu konuda yapması gerekeni, katkılarını ortaya koyacağı bir husus. Bu, tabiî, İktidar Partisinin tek başına yapacağı bir şey değil. Bugüne kadar, geçmişte Türkiye'de birçok problem varsa bu ifade edilen konuda, toplumda, siyasette, bürokraside ve ticarette ortaya konulan kirlilikten kaynaklanmaktadır. Bu konuda çalışmalar var; Sayın Hacaloğlu da biliyor. İktidar-muhalefet, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan bütün siyasî partilerin ortak katkılarıyla, bu konudaki mevzuatın en iyi şekilde hazırlanması ve kısa sürede hayata geçirilmesi bizim de arzumuz ve temennimizdir. Meclis Başkanlığı olarak bu konuda öncülük yapmaya da hazırız. Sayın Hacaloğlu'na da teşekkür ediyorum.

Sayın Aslanoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışanlarımızın servislerinin kaldırılmasından doğan sıkıntıları ifade ettiler. Zannediyorum geçen seneki bütçemizde de yine hep beraber bu konuları konuştuk, detaylarını verdik. O anlattıklarımızı, hafızamızı tazelememiz gerekirse, Başkanlık Divanı, bu konuda ilgilenenler, geniş çaplı bir çalışma yapmak suretiyle, Mecliste çalışanlarımızın önemli bir kısmının özel arabalarının olduğundan -ki, Meclis bahçesinde, garajlarında ciddî manada sıkıntılar var- yeni araba park yerleri açmak zorunda kaldık. Sayın Aslanoğlu da bunu biliyor. Bunlar nazara alındı. Meclis Başkanlığı, uzun süre, Meclis kapılarından giriş çıkışları inceletti; kaç araba giriyor, kaç araba çıkıyor, kaç kişi arabasıyla gidiyor; servisler dolu mu boş mu; hangi semtlerde servis imkânları var; bütün bunlar araştırıldıktan sonra, o günün şartlarında servisler kaldırıldı; ama, mesai yapıldığı zaman, Meclisin çalıştığı günlerde, sabah ve akşam, çalışanlarımızın buraya zamanında gelebilmeleri için -zannediyorum 8 aracımız var- bu araçlar hizmette. Kaldı ki, kaldırılan ve bakanlığa iade edilen servis araçlarımız da, miadı dolmuş ve tamir imkânı da yok denecek kadar az olan eski araçlardı; yeni araçlar alınması gerekiyordu.

Şimdi, burada, kişisel olarak bir şey söylememiz gerekirse, servis araçlarını kaldırmamız doğru oldu mu olmadı mı, sıkıntılar var mı yok mu; bu konu tartışılabilir. Tartışalım; eğer, hakikaten, burada bir sıkıntı varsa, bir eksiklik varsa, Meclis Başkanlığı olarak, elbette ki, çalışanının en iyi şartlarda, konutundan buraya gelmesini ve akşam evine dönmesini sağlamak bizim görevimiz. Bu noktada, hassasiyetinize teşekkür ediyorum.

Cumhurbaşkanlığı makamı yüce bir makam. Bu konudaki tartışmaların belirli noktada kalması gönlümüzün isteğidir; zaten, hükümetimiz adına, Sayın Bakanımız, biraz sonra, o konuda teknik bir bilgi verecek. Ben, o soruyu, Sayın Bakanımıza bırakmış oluyorum.

Sayın Koç, Dolmabahçe Sarayındaki bir bölümün Başbakanlığa tahsisi noktasında bir soru sordular. Bu konuda basında yazılar çıktı; Başkanlığın açıklamaları var; teknik bir konu.

Değerli arkadaşlar, işin bir teknik yönü var, bir de siyasî yönü var. Biraz önce, bu Parlamentoda, Avrupa Birliği vesilesiyle, Sayın Muhalefet Partisi Genel Başkanımız da, Başbakanımız da, ilgili arkadaşlarımız da, meseleyi ortaya koyarken, Türkiye Cumhuriyetinin büyük bir devlet olduğunu, güçlü bir devlet olduğunu, bölgesinde saygın bir devlet olduğunu hep beraber ifade ettik; bunu da gönülden alkışladık. Şimdi, dünyanın küçüldüğü bir dönemde ve İstanbul gibi büyük bir merkezimizde, her türlü çalışmanın zaman zaman yapıldığı bir yerde -bugün, Sayın Erdoğan Başbakanımız; siyasette, yarın bu makamı başka değerli başbakanlarımız elbette ki şereflendireceklerdir- orada yapılacak çalışmalarda belirli bir mekâna ihtiyaç olduğu tartışmasız. Kaldı ki, ben, detayını, dosya burada olsaydı size anlatırdım; yazılı olarak da Sayın Koç'a çok detaylı vereceğim inşallah.

Bugün, Sayın Başbakanın şahsına değil, başbakan ve yardımcılarının ve misafirlerinin çalışma mekânı olarak tahsisi uygun görülen yer, değerli arkadaşlar, kaymakamlığın daha önce kullandığı bir yer; burada kaymakamlık oturuyordu. Kaymakamlık çıktı, başka yere gitti; burası restore ediliyor. İstanbul'da bir ilçe kaymakamlığının oturduğu, oturmasına daha önce izin verilen bir yerin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, yardımcıları ve bürokratları tarafından hizmet için kullanılmış olması, kullanabilmesinde ben bir yanlışlık görmüyorum, biz de görmedik Meclis olarak; Meclis Başkanlığı olarak, bu, enine boyuna tartışıldı. Burada, herhalde bir yanlış anlama olduğunu zannediyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Daha önce oldu mu böyle bir şey?

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Detaylı, tatmin edici, yazılı açıklamayı ve cevabı da Sayın Koç'a arz edeceğim.

BAŞKAN - Sayın Alptekin, süremiz doluyor.

İsterseniz, Sayın Bakanımıza...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Süremiz doluyorsa, kısaca bildireyim.

Stenograflar, gerçekten, hepimizin burada çalışmalarını takdirle gördüğümüz, sıkıntılarını gördüğümüz değerli arkadaşlarımız. O konuda, Meclis Başkanlığımız gereken hassasiyeti gösteriyor.

Yeni bir bina yapımı hususunda, elbette ki, Meclis Başkanlığı elindeki projeleri değerlendiriyor.

Burada, bir hususu ifade edeyim; Antalya Milletvekilimiz Sayın Kaplan konuşmasında ifade etti, daha sonra da Sayın Ünlütepe soru olarak ifade ettiler. Değerli arkadaşlar, soru önergeleri Meclis Başkanlığına verildiğinde, Meclis Başkanlığı hiçbir surette keyfî hareket etmiyor; bunun bir usulü var, bunun bir adabı var, ölçüsü var. Neye göre hareket ediyor; İçtüzüğümüzün 96 ve 97 nci maddelerinde, verilen soru önergelerinin nasıl değerlendirileceği, nasıl işleme konulacağı açık olarak ifade edilmiştir -hepinizin önünde İçtüzüğün 96 ve 97 nci maddeleri var- ve buradaki şartlara uymayan, buradaki şartları ihtiva etmeyen soru önergeleri, Meclis Başkanımız tarafından ilgililere iade edilmektedir. Şimdi, bu maddeler kaldığı sürece, Meclis Başkanlığının başka bir takdir hakkı da olmadığını, bu uygulamanın da devam edeceğini, sayın arkadaşlarımıza burada saygıyla ifade etmiş oluyorum. Kesinlikle bir kasıt aramak düşünülemez; Meclis Başkanımız, hepimizin Başkanıdır. Kesinlikle, bu Parlamentonun denetim hakkını en iyi şartlarla, bütün imkânları zorlayarak kullanması noktasında hepimizin gerekli hassasiyeti gösterdiğimizi ve bu yüce kürsünün milletvekillerimiz tarafından en iyi şartlarda kullanılmasına gerekli hoşgörüyü gösterdiğimizi de, zannediyorum, bütün arkadaşlarımız burada görmekte ve bilmektedir.

Diğer hususlarda eğer eksiğimiz varsa, değerli milletvekillerimize bu konularda yazılı cevap vereceğim.

Teşekkür ediyorum.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Kavaslarla ilgili de sormuştuk Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Alptekin.

Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Cumhurbaşkanının af yetkisiyle ilgili sorular oldu; bu konuda kısa bir açıklama sunacağım.

Bilindiği gibi, Anayasamızın 104 üncü maddesinde, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak, cumhurbaşkanının yürütme alanına ilişkin görev ve yetkileri arasında sayılmıştır. Anayasal kuraldan da anlaşılacağı gibi, cumhurbaşkanına özel af yetkisi, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama nedenleriyle sınırlı olarak tanınmıştır. Bir başka deyişle, hükümlünün ceza yargılaması sonunda kesinleşmiş özgürlüğü bağlayıcı cezasının cumhurbaşkanınca hafifletilmesi ya da kaldırılması, cezayı gerektiren suçun niteliğine değil, hükümlünün sağlık duruma bağlı tutulmuştur.

2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Yasasının 16 ncı maddesinde, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama nedenleriyle belirli kişilerin cezalarının hafifletilmesi ya da kaldırılmasına ilişkin işlemlerin yapılması Adlî Tıp Kurumu Üçüncü İhtisas Kurulunun görevleri arasında sayılmıştır. Hükümlülerin hastalık, sakatlık ve kocama durumu önce bir yetkili sağlık kuruluşu raporuyla saptanmakta, sonra, Adlî Tıp Kurumu Üçüncü İhtisas Kurulu, sağlık kuruluşunun, hükümlünün sağlık durumuyla ilgili bilimsel ve teknik görüşünü içeren raporuna dayanarak, raporda belirtilen hastalık, sakatlık ve kocama durumunun Anayasanın 104 üncü maddesinde sözü edilen sürekli hastalık, sakatlık ve kocama durumuna girip girmediğine karar vermektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız, bu aşamaların bitirildiğinin Adalet Bakanlığınca belirlenip, konunun bir yazıyla Cumhurbaşkanlığına iletilmesinden sonra, suçun niteliğinde bir ayırım yapmadan, Adlî Tıp Kurumu kararına dayanarak, hükümlünün sağlık durumunu ve anayasa koyucunun amacını gözeterek cezanın hafifletilmesi ya da kaldırılması yetkisini kullanmaktadır.

Arz ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Teklifi yapan hükümet, Adalet Bakanlığı...

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, soru-cevap işlemi tamamlanmıştır.

Şimdi, sırasıyla, birinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2005 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

02 - TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi 2005 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

Fonksiyonel

 

 

 

Kod

Açıklama

(YTL)

 

01

Genel Kamu Hizmetleri

282 970 500

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...

 

 

 

Kabul edilmiştir.

 

 

02

Savunma Hizmetleri

17 500

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...

 

 

 

Kabul edilmiştir.

 

 

07

Sağlık Hizmetleri

287 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2005 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinin sonunda yer alan Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun toplam 90 648 423 YTL gider ve 90 648 423 YTL gelirle bağlanan 2005 malî yılı bütçesi ile kurumun kadro cetvelleri, 13.4.1994 tarihli 3984 numaralı Kanunun 12 nci maddesi gereğince karara bağlanmış bulunmaktadır.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

 

 

 

L  i  r  a

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

230 028 766 250 000

 

- Toplam Harcama

:

201 433 515 350 000

 

- İptal Edilen Ödenek

:

28 595 250 900 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2003 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

01 -  CUMHURBAŞKANLIĞI

1. - Cumhurbaşkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

Fonksiyonel

 

 

 

Kod

Açıklama

(YTL)

 

01

Genel Kamu Hizmetleri

31 253 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 2003 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Cumhurbaşkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

Lira

- Genel Ödenek Toplamı

:

25 451 000 000 000

- Toplam Harcama

:

17 036 555 000 000

- İptal Edilen Ödenek

:

8 414 445 000 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı  2003 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

06 - SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1. - Sayıştay Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

Fonksiyonel

 

 

 

Kod

Açıklama

(YTL)

 

01

Genel Kamu Hizmetleri

11 296 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...

 

 

 

Kabul edilmiştir.

 

 

02

Savunma Hizmetleri

55 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...

 

 

 

Kabul edilmiştir.

 

 

03

Kamu Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri

41 738 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...

 

 

 

Kabul edilmiştir.

 

 

09

Eğitim Hizmetleri

1 230 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2003 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Sayıştay Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Sayıştay Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

Lira

- Genel Ödenek Toplamı

:

49 518 000 000 000

- Toplam Harcama

:

32 938 709 650 000

- İptal Edilen Ödenek

:

16 579 290 350 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2003 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

03 - ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI

1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2005 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

Fonksiyonel

 

 

 

Kod

Açıklama

(YTL)

 

01

Genel Kamu Hizmetleri

2 006 950

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...

 

 

 

Kabul edilmiştir.

 

 

03

Kamu Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri

6 509 550

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2005 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

Lira

- Genel Ödenek Toplamı

:

3 559 493 000 000

- Toplam Harcama

:

3 041 419 250 000

- İptal Edilen Ödenek

:

518 073 750 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2003 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2005 malî yılı bütçeleri ile 2003 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmalarını temenni ederim.

Saygıdeğer milletvekilleri, birinci tur görüşmeler tamamlanmıştır.

Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, alınan karar gereğince, 21 Aralık 2004 Salı günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.58