DÖNEM:
22 CİLT:
68 YASAMA YILI: 3
T.
B. M. M.
TUTANAK
DERGİSİ
32
nci Birleşim
14 Aralık 2004 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Balıkesir Milletvekili Ali
Aydınlıoğlu'nun, zeytin ve zeytinyağı üretim sektörünün ülkemiz ekonomisindeki
önemi ile sektörün sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı
2.- Eskişehir Milletvekili Mehmet Vedat
Yücesan'ın, Eskişehir İli sınırları içerisindeki Frigya Vadisinde bulunan Frig
Medeniyetine ait tarihî eserlerin korunması ve bu eserlerin ülke turizmine
kazandırılması için alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Isparta Milletvekili Mehmet Emin Murat
Bilgiç'in, Türkiye'de el halıcılığının sorunlarına ve alınması gereken
önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali
Coşkun'un cevabı
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Lübnan Meclis Başkanı Nabih Berry ve
beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının
konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/715)
2.- Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, 3067 Sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve
Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/235) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin
önergesi (4/231)
3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun,
4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 10/A Maddesine Bir Fıkra
İlave Edilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/186) doğrudan gündeme alınmasına
ilişkin önergesi (4/232)
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Aydın Milletvekili Mehmet Boztaş ve 22
milletvekilinin, Büyük Menderes Nehri ve Havzasındaki kirliliğin çevreye ve
insan sağlığına verdiği zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/239)
2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve
22 milletvekilinin, yapılması planlanan nükleer santralların ülkemiz şartlarına
uygunluğunun ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/240)
D) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden Lübnan
Meclis Başkanı Nabih Berry'e, Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi
IV.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'ın
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/467) (S.
Sayısı: 597)
2.- Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal
Ağar'ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve
Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/468)
(S. Sayısı: 598)
3.- Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir'in
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/480) (S.
Sayısı: 599)
4.- Mersin Milletvekili Vahit Çekmez'in
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/494) (S.
Sayısı: 600)
V.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.- Genel Kurulun 14.12.2004 Salı günkü
birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI.-
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanvekilleri, İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal
Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu
ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili
olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17)
2.- Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 22
milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB
arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan
önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/18)
VII.- USUL
HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Bir siyasî parti grubu ve iki bağımsız
üyenin Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik
müzakerelerinin başlamasıyla ilgili hazırladıkları deklarasyonun oturum
başkanınca işleme konulup konulmaması konusunda
VIII.- SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın,
tarımsal sulamada kullanılan elektrik borçlanmasına ve elektriğe uygulanan
KDV'ye ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı
(7/3798)
* Ek cevap
2.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın,
Ziraat Bankasında kullanılan yazılım programının verdiği zarara ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali BABACAN'ın cevabı (7/3936)
3.- Antalya Milletvekili Atila EMEK'in,
Merkezî Uzlaşma Komisyonu tarafından vergi borçları silinen bazı kişi ve
firmalara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/4005)
4.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
İmar Bankasının izinsiz hazine bonosu satışının sorumlularına ve mağdurlarına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in
cevabı (7/4074)
5.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
BDDK'nın Northway temsilcileriyle yaptığı toplantıya ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/4082)
6.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Vergi Usul Kanunu 9 uncu madde hükmünün uygulanıp uygulanmadığına ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/4142)
7.- İstanbul Milletvekili Kemal
KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık
gelirlerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif
ŞENER'in cevabı (7/4172)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 10.00'da açılarak
dört oturum yaptı.
Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 milletvekilinin,
Avrupa Birliği Komisyonu raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik
müzakerelerinin başlamasıyla ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin
izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18)
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve
öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile
2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarının Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci, 2 nci, 3
üncü ve 4 üncü sıralarında yer almasına; bütçe görüşmelerine 20.12.2004
Pazartesi günü saat 11.00'de başlanmasına ve bitimine kadar, resmî tatil
günleri dahil, her gün saat 11.00'den 13.00'e ve 14.00'ten günlük programın
tamamlanmasına kadar çalışmalara devam olunmasına ve görüşmelerin dokuz günde
tamamlanmasına; başlangıçta, bütçenin tümü üzerinde gruplar ve hükümet adına
yapılacak konuşmaların (hükümetin sunuş konuşması hariç) 1'er saat (bu süre
birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir), kişisel konuşmaların 10'ar
dakikayla sınırlandırılmasına; bakanlık ve daire bütçeleri üzerindeki
görüşmelerin 13 turda tamamlanmasına, 13 üncü turun bitiminden sonra bütçe
kanunu tasarılarının maddelerinin oylanmasına; İçtüzüğün 72 nci maddesi
gereğince yapılacak görüşmelerde her turda gruplar ve hükümet adına yapılacak
konuşmaların 45'er dakika (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından
kullanılabilir) kişisel konuşmaların 10'ar dakika olmasına; kişisel
konuşmalarda, her turda, İçtüzüğün 61 inci maddesine göre, biri lehte, biri
aleyhte olmak üzere iki üyeye söz verilmesine ve bir üyenin birden fazla turda
söz kaydı yaptırmamasına; bütçe
görüşmelerinde soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulmasına ve her tur için
soru-cevap işleminin 20 dakika ile sınırlandırılmasına; bütçe görüşmelerinin
sonunda gruplara ve hükümete 1'er saat süre ile söz verilmesine (bu süre birden
fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir) İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre
yapılacak kişisel konuşmaların 10'ar dakika olmasına;
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 108 inci sırasında yer alan
710 sıra sayılı Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısının bu kısmın
3 üncü sırasına alınmasına ve 13.12.2004 tarihli Birleşimde 4 üncü sıraya kadar
olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma
süresinin uzatılmasına; gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması
Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 196 ncı sırasında yer alan (8/17)
esas numaralı Avrupa Birliği Komisyonu raporu ışığında Türkiye ile Avrupa
Birliği arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak
kararlardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusundaki genel görüşme
önergesi ile 13.12.2004 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan aynı konudaki
(8/18) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin Genel Kurulun
14.12.2004 Salı günkü Birleşiminde ve birlikte yapılmasına; görüşmelerin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına;
İlişkin Danışma Kurulu önerileri kabul
edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden,
2 nci sırasında bulunan, Tarım Ürünleri
Lisanslı Depoculuk Kanunu Tasarısının (1/821) (S. Sayısı: 701), görüşmeleri, ilgili komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
3 üncü sırasına alınan, Ceza ve
Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısının (1/933) (S. Sayısı: 710) görüşmelerini müteakiben, kabul
edilip kanunlaştığı açıklandı.
14 Aralık 2004 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 18.40'ta son verildi.
|
|
Nevzat
Pakdil |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Bayram
Özçelik |
|
Türkân
Miçooğulları |
|
Burdur |
|
İzmir |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No. : 42
II. - GELEN
KÂĞITLAR
14 Aralık
2004 Salı
Teklif
1.- Zonguldak Milletvekili Harun Akın ve
69 Milletvekilinin; Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun 10 uncu
Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/356) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.12.2004)
Rapor
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hesaplarını İnceleme Komisyonunun Millî Saraylar Daire Başkanlığı ve Ona Bağlı
Saray, Köşk, Kasır ve Fabrikaların 2004 Yılı Faaliyetleri Hakkında İçtüzüğün
177 ve Müteakip Maddeleri Gereğince Yaptığı Denetimle İlgili Rapor (5/6) (S.
Sayısı: 673) (Dağıtma tarihi: 14.12.2004) (GÜNDEME)
Meclis
Araştırması Önergeleri
1.- Aydın Milletvekili Mehmet Boztaş ve 23
Milletvekilinin, Büyük Menderes Nehri ve Havzasındaki kirliliğin, çevreye ve
insan sağlığına verdiği zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/239)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9.12.2004)
2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve
22 Milletvekilinin, yapılması planlanan nükleer santrallerin ülkemiz şartlarına
uygunluğunun ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/240)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9.12.2004)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati : 15.00
14 Aralık
2004 Salı
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER : Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
32 nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, zeytin ve zeytinyağı
üretimiyle ilgili söz isteyen Balıkesir Milletvekili Ali Aydınlıoğlu'na aittir.
Sayın Aydınlıoğlu, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.-
Balıkesir Milletvekili Ali Aydınlıoğlu'nun, zeytin ve zeytinyağı üretim sektörünün
ülkemiz ekonomisindeki önemi ile sektörün sorunlarına ve alınması gereken
önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali
Coşkun'un cevabı
ALİ AYDINLIOĞLU (Balıkesir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün, ülkemizdeki 400 000 civarında
aileyi yakından ilgilendiren, yarattığı istihdamla 1 000 000 tarım işçisine iş,
sanayiden pazarlamaya kadar alanları da toplarsak 8 000 000'a yakın kişinin
geçimine katkı sağlayan, ülkemiz ekonomisinde önemli bir yer sahibi olan zeytin
ve zeytinyağı sektörünün sorunlarını gündeme getirmek için gündemdışı söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, hepimizin
sofrasından eksik olmayan, sağlığımızın bir numaralı dostu zeytin ve zeytinyağı;
anavatanı olan Anadolu'dan misafir gittiği İspanya, İtalya, Yunanistan gibi
ülkelerde baş tacı edilen; ancak, ülkemizde, yani kendi evinde korunmaya muhtaç
duruma düşen zeytin ağacı, binlerce yıldan bu yana üretmiş olduğu zeytin,
zeytinyağı ve yan ürünleriyle Akdeniz ülkeleri insanının temel geçim kaynağı ve
yaşam biçimi olmuştur.
Ege, Marmara ve Akdeniz Bölgeleri başta
olmak üzere, 90 000 000 zeytin ağacına sahibiz. 2003 yılında, 140 000 ton olan
üretimimizin ancak 30 000-35 000 tonu ülkemizde tüketilmekte olup, geçen
yıldan, 110 000 ton civarında ihtiyaç fazlası yağımız bulunmaktadır. Dünya
tüketimi 2 100 000 ton olup, zeytinyağı ihracat ve pazarlamasında yapacağımız
atılımla bu yağları satmamız hiç de zor olmayacaktır. Örnek verecek olursak, 2002
yılında, İspanya 750 000 ton, Yunanistan 320 000 ton, İtalya 250 000 ton,
Türkiye 185 000 ton, Suriye 150 000 ton, Portekiz 40 000 ton, Tunus 40 000 ton
zeytinyağı üretimi gerçekleştirmiştir.
Zeytin ağacının anavatanı Anadolu'dur;
yani, bizimdir. Akdeniz ve Kıbrıs üzerinden Güney Avrupa ve Kuzey Afrika'ya
yayılarak, bugün, yüzde 98'i Akdeniz ülkelerinde olan, yaklaşık 900 000 000
adede ulaşmıştır. Ancak ne hazindir ki, otuzdokuzbin yıl önce Anadolu'dan ilk
olarak gittiği komşumuz Yunanistan yaklaşık 200 000 000, İspanya 400 000 000
ağaç sayısına ulaşılırken, yurdumuz, sadece 90 000 000 zeytin ağacı varlığıyla,
önce Yunanistan'ın, sonra Tunus'un gerisine düşmüştür, şimdi de, her yıl 10 000
000 zeytin ağacı diken Suriye'nin gerisine düşmek üzeredir.
Zeytinyağı, öncelikle hiçbir kimyasal
işleme tabi tutulmadan yenilebilen tek bitkisel yağ; âdeta bir meyve suyu,
özelliğinden kaynaklanan doğal ve içeriğinde bulunan birçok vitamin ve koruyucu
maddeleriyle sağlıklı beslenmede çok çok önemlidir.
Değerli arkadaşlarım, petrolden sonra en
önemli döviz ödemesinin gerçekleştirildiği bitkisel yağ ithalatı gözönünde
tutulmak suretiyle, özkaynaklarımızın, hem de dünyanın en sağlıklı yağı olan
zeytinyağı üretiminin teşvik edilmesi ve ülke insanımızın mucizevî zeytinyağıyla
beslenmesinin sağlanması ulusal bir görev sayılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, zeytin üreticisi
olan ülkemizde ve özellikle zeytinyağının yüzde 95'ini üreten Balıkesir'in
Havran, Edremit, Burhaniye, Gömeç ve Ayvalık İlçelerinde yaşayan halkımızın
çoğunluğu, geçimini zeytin ve zeytinyağı üretimiyle sürdürmekte olup, zeytin ve
zeytinyağı üretiminden pazarlanmasına kadar önemli sorunlar bulunmakta ve bu
sorunlar acil çözüm beklemektedir.
1- Ülke olarak bu konudaki hedefimiz ne
olmalıdır? Bu konuda ulusal bir strateji belirlenmeli. Biz, yağımızı içpiyasada
mı değerlendirmeliyiz? Tüketimini teşvik mi etmeliyiz? Yurtdışına ambalajlı
zeytinyağı mı satmalıyız? Yurtdışına dökme olarak zeytinyağı mı ihraç
etmeliyiz? Fiyat dışındaki faktörleri mi tespit etmeliyiz, yoksa, üretimin
kalitesini mi artırmalıyız.
2- Üreticinin korunması ve gelir düzeyinin
artırılması için, mutlak surette, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi,
sağlıklı ve istikrarlı bir üretimin sigortası olan, ayrıca ürüne iç ve
dışpiyasalarda rekabet ve satış imkânı sağlanması açısından da büyük önem
taşıyan zeytinyağı destekleme primlerinin en geç ekim ayında açıklanması ve 60
sent olarak ödenmesi gerekmektedir. Ayrıca, primin kaynağı, Tarım Bakanlığının
yaptığı hesaba göre, yüzde 80 kayıtdışı ekonominin kayıt içine alınmasıyla,
kendi içinden sağlanmaktadır. Ayrıca, prim faturaya verildiğinden, üreticiye,
ürününü sattığı yaz aylarında; yani, eylül, ekim aylarında ödeneceğinden,
acilen kaynak ihtiyacı duyulmamaktadır.
3- Primler zamanında ödenmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Aydınlıoğlu.
ALİ AYDINLIOĞLU (Devamla) - Ayrıca,
zeytine de, mutlaka, kilogram başına prim ödenmeli ve zeytin de kayıt altına
alınmalıdır.
4- "Ulusal Zeytinyağı Konseyi" mutlaka
kurulmalı ve bu amaçla hazırlanan kanun teklifi bir an önce Meclise sevk
edilmelidir.
5- Uluslararası alanda belirlenen fiyat
politikalarında ve pazarlamada söz sahibi olabilmemiz için, mutlaka, tekrar,
Uluslararası Zeytinyağı Konseyine aktif üye olunmalıdır. Bu konuda sevindirici
bir gelişme olarak, 29 Kasım 2004'te, Tarım Bakanlığı mensupları, zeytinyağı ve
zeytin birliklerimizin de katıldığı Madrid Uluslararası Zeytin Konseyinde
tekrar Uluslararası Zeytin Konseyine üyeliğimiz kabul edilmiş olup, şimdi, biz
de, bu konuda üzerimize düşeni mutlaka yapmalıyız.
6- Dökme (ham) zeytinyağı ihracatı mutlaka
serbest bırakılmalı, üreticinin elinde kalan ve düşük fiyat politikasından
dolayı bekletilen zeytinyağlarımız değerini bularak satılmalı, bir taraftan da,
ambalajlı zeytinyağı ihracatı teşvik edilmeli ve zaman içerisinde bu oran
dengelenmelidir.
7- Özellikle her türlü kalp ve damar
hastalıklarını önleyerek, insan sağlığı için son derece önemli bir yeri olan
zeytinyağı tüketimimiz içpiyasada özendirilmeli ve mutlak surette teşvik
edilmelidir.
8- Zeytin ve zeytinyağının, üretiminden
satışına kadar, her yönden üreticiye destek olan modern pazarlama ve üretim
teknikleriyle de adından söz ettiren ve dünyanın ünlü mağaza ve otellerinde çok
zarif ve şık ambalajlar içinde zeytinyağlarımızı satışa sunan, son olarak da
Türk Hava Yollarıyla anlaşarak, uluslararası uçuşlarda Türk Hava Yolları
uçaklarında, yemeklerin yanında küçük 15'er gramlık ambalajlar içinde Tariş
zeytinyağı sunarak zeytinyağımızın pazarlanmasında büyük bir gayretin içinde
olan Tariş Zeytinyağı Birliği her zaman desteklenmelidir.
2004 Aralık ayında 10 trilyon, 2005 Ocak
ayında 10 trilyon ve 2005 Şubat ayında 10 trilyon olmak üzere, toplam 30
trilyon liralık DFİF kredisinin Tariş Zeytinyağı Birliğine ödenmek üzere Hazine
tarafından imzalanmış olması da sevindirici bir gelişmedir.
9- Özellikle, Avrupa Birliği müzakere
sürecinde, zeytinyağımız, tıpkı İtalya, Yunanistan ve İspanya'nın yaptığı gibi,
müzakerelerde pazarlık için mutlaka masaya konulmalı ve satışı sağlanmalıdır.
Bakanlığın Dış Ticaret Müsteşarlığıyla
yaptığı çalışmalarla, Türkiye-Avrupa Birliği Gümrük Birliği Anlaşmasında tarım
ürünü olarak kabul edilen zeytinyağının, sanayi ürünü olarak düzeltilmesi ve bu
kapsama alınması için ortak tarım politikaları mekanizmalarına uyum çalışmaları
hızlandırılmalıdır.
10- 2003 yılı kış sezonunda 17 derece
soğuklara dayanamayarak bir kısmı kuruyan zeytin ve mandalina ağaçlarının
tekrar kazanılması için, üreticilere, mutlaka Tarım Bakanlığımız tarafından
destek verilmeli, ilçe tarım müdürlüklerinin yapacağı tespitler doğrultusunda
ücretsiz zeytin ve mandalina fidanı dağıtılmalıdır.
Zeytin ağaçlarında görülen zeytin
solgunluğu ve zeytin kanseri gibi hastalıklarla ilgili olarak Bakanlığın
yaptığı çalışma bir an önce sonuçlandırılıp gerekli tedbirler mutlaka
alınmalıdır.
Her yıl Edremit Körfezinin bir ilçesinde
yapılan ve 16 Ağustos 2003 tarihinde de Burhaniye İlçemizde düzenlenen 2003
Yılı Zeytin ve Zeytinyağı Paneliyle de gündeme getirilen bahsettiğim
konulardaki Bakanlığımızın desteklerini bekliyoruz.
9 Aralık 2004 Perşembe günü İzmir'de
düzenlenen zeytin ve zeytinyağıyla ilgili panel büyük bir ilgi görmüş olup,
Sayın Tarım Bakanımız, bürokratlarıyla birlikte bu panelde başlangıcından
sonuna kadar bulunmuş ve üreticilerin ve birliklerin büyük takdirini
kazanmıştır.
Sayın Bakanımıza ben de teşekkürlerimi arz
ederken, kalp-damar hastalıklarından uzak kalmak ve sağlıklı yaşamak için
zeytinyağı yiyelim diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Aydınlıoğlu.
Sayın Aydınlıoğlu'nun yapmış olduğu
gündemdışı konuşmaya Sayın Bakanımız cevap verecektir.
Buyurun Sayın Bakanım.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ALİ COŞKUN
(İstanbul)- Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşımızın zeytinyağı gibi önemli
bir konuda gösterdiği hassasiyete ilaveten, cevaptan çok tamamlayıcı bilgi olur
diye, kısacık bazı bilgileri takdirlerinize sunmak istiyorum.
Ülkemizde tarım alanlarının yüzde 4'ünü
zeytinlikler oluşturmakta ve mahsul veren yaklaşık 92 000 000 zeytin ağacı
bulunmaktadır. Türkiye, dünya zeytinyağı üretiminde dördüncü sırada yer
almakta; ama, zeytin ağacının bir yıl ürün verip, bir yıl ürün vermemesi
nedeniyle, üreticilerimiz, yeterli ve düzenli bir gelir düzeyini
yakalayamamaktadır.
Ülkemizde, yıllık ortalama 115 000 ton
zeytinyağı üretimi gerçekleşmekte ve bunun 65 000-70 000 tonu içtüketimde
kullanılmaktadır. Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliğince, üretilen zeytinyağının
ortalama yüzde 20'si (20 000-30 000 ton arasında) alınmakta, sofralık zeytin
üretimimiz ise, yıllık yaklaşık 160 000 ton olup, üretimin büyük bir kısmı
içpiyasada satılmaktadır. Marmarabirlik, sofralık zeytin üretimimizin ortalama
yüzde 20'sini (30 000-40 000 ton) karşılamaktadır.
2004-2005 döneminde ürün alımlarının
finansmanı için Destekleme Fiyat İstikrar Fonu kaynaklarından kasım ve aralık
aylarında kullanılmak üzere, Tariş Zeytinyağı Birliğine 30 trilyon lira,
Marmarabirlik’e de 20 trilyon lira kredi tahsis edilmiştir.
Marmarabirlikçe, yeni sezon ürünü, Gemlik
tipi 220 dane sofralık zeytin alım fiyatı 3 650 000 Türk Lirası/kilogram
açıklanmış olup, 9.12.2004 tarihi itibariyle, 26 102 ton sofralık zeytin alımı
yapılmıştır.
Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birlik
tarafından, henüz zeytinyağı alım fiyatları açıklanmamıştır. Birlikçe 1 656 ton
zeytinyağı alımı yapılmıştır. Mevcut durumda içpiyasa fiyatları, baz ürün 5
asit zeytinyağında 2 800 000 ila 3 200 000 lira/kg civarındadır. İçpiyasa
fiyatları, ihracat fiyatlarına göre şekillenmekte olup, geçen hafta FOB olarak
2 000 euro/ton olan natürel dökme zeytinyağı ihraç fiyatı bu hafta 2 150
euro/tona çıkmıştır.
Rafine zeytinyağı ihraç fiyatlarıysa, FOB
2 000-2 100 euro/ton seviyesinde oluşmaktadır. Tariş Zeytin Ve Zeytinyağı
Birliğince ihraç fiyatları takip edilerek, geçen yılki 3 200 000 TL/kg başına 5
asit ham yağ fiyatının altında kalmayacak bir alım fiyatının açıklanması
planlanmaktadır.
Ülkemizde, içtüketimden fazla olan
zeytinyağının ihracatla eritilmesi gerekmektedir. Son yıllarda, ambalajlı
zeytinyağı ihracatı 10 000 ton seviyelerinde bulunmakta olup, ihracatımız,
büyük ölçüde Avrupa Birliğinden gelen dökmeyağ taleplerine endekslenmiş
durumdadır. Katmadeğeri yüksek kutulu veya işlenmiş zeytinyağı ihracatının
artırılması için özellikle natürel 1 yemeklik ve ham zeytinyağlarının ihracatı
izne tabi tutulmakta ve ihracatçılarımız, rafine zeytinyağı ihracatına
yönlendirilmektedir.
Mevcut durum itibariyle Dış Ticaret
Müsteşarlığından alınan bilgilere göre, sızma zeytinyağı 1 asit, natürel
zeytinyağı 1-2 asit, riviera zeytinyağı ve rafine zeytinyağının kutulu, varilli
ve dökme olarak ihracatıyla, natürel 1 yemeklik, 2 ilâ 3,3 asit zeytinyağının
varilli halde ihracatı bütün ülkelere serbest olarak yapılmaktadır. Natürel 1,
yemeklik 2 ilâ 3,3 asit zeytinyağının dökme olarak ihracatı ile ham
zeytinyağının varilli veya dökme ihracatıysa Dış Ticaret Müsteşarlığının
izniyle yapılabilmektedir.
Diğer taraftan, zeytinyağı üretiminde yok
yılının yaşandığı dönemlerde ihracatın azalmaması ve kazanılmış dışpazarların
kaybedilmemesi için, dahilde işleme rejimi kapsamında, zeytinyağı ithalatına
geçmiş yıllarda izin verilmiştir; ancak, bu şekilde yapılan zeytinyağı
ithalatının yerli üretime zarar vermemesi için gerekli tedbirler de alınmıştır.
Dünya ve ülkemiz fiyatlarındaki düşüş,
yüksek üretim maliyetleri ve satış sorunları karşısında üreticinin tatmini,
aynı zamanda, zeytinyağı ihracatçısının ve sanayicisinin rekabet edebilir
fiyatlarda zeytinyağı alabilmesini sağlamak amacıyla 1998 yılında başlanan
destekleme primi ödemelerine devam edilmektedir. 2003 yılı üretimi
zeytinyağının satışı karşılığında üreticilere 200 000 Türk Lirası, kilogram
başına destekleme primi ödenmiştir. 2004 yılı ürünü zeytinyağının satışı
karşılığında üreticilere destekleme primi ödenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu
kararı ve uygulama tebliği yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ödenecek prim
miktarlarının tespitine yönelik çalışmalarımız Tarım Bakanlığınca devam
etmektedir.
Zeytin ve zeytinyağı sektöründe üretimden
tüketime birçok sorunun tartışıldığı, çözüm önerilerinin üretildiği ulusal ve
uluslararası örgütlenmelere Bakanlık olarak sıcak bakmaktayız. Bu kapsamda,
merkezi Madrid'te bulunan Uluslararası Zeytinyağı ve Sofralık Zeytin Anlaşmasının
idaresinden sorumlu kuruluş olan Uluslararası Zeytinyağı Konseyine ülkemizin
yeniden üye olması için Konsey nezdinde gerekli girişimde bulunulmuştur.
Uluslararası Zeytinyağı Konseyinin 1
Aralık 2004 tarihinde Madrid'te gerçekleştirdiği genel kurul toplantısında
ülkemizin Konseye yeniden üye olması yönündeki talebi oybirliğiyle kabul
edilmiştir. Maalesef, geçmiş yıllarda, ödenek zorluğu dolayısıyla bu Konseyden
çıkarılmışız ve bizim talebimizle çıkmışız; dolayısıyla, dünyada, çok önde
zeytinyağı üreticisi olduğumuz halde sıkıntılı yılları da beraber yaşamışız.
Konsey, uluslararası zeytinyağı
ticaretinin kurallarının belirlenmesi, teknik çalışmalar yürüterek yüksek
kalitede zeytinyağı üretiminin gerçekleştirilmesinin garantiye alınması,
bilimsel araştırmalar ve kalite kontrolleri için standartların ortaya
konulması, dünya yağ piyasalarında zeytinyağının kalitesi ile sahip olduğu
üstünlüğün promosyon çalışmalarıyla korunması ve artırılması, zeytinyağı ve
sofralık zeytin laboratuvarlarına uluslararası akreditasyon verilmesi gibi
oldukça önemli konularda dünya zeytin ve zeytinyağı üreticilerine ve
tüketicilerine hizmet sunmaktadır.
Ülkemiz, daha önceden üye olduğu
Konseyden, ülkemizin Konseyin promosyon ve teknikeğitim faaliyetlerinden
yeterince yararlanamaması, diğer ülkelerin üretim miktarları ülkemize oranla
daha fazla arttığı halde üyelik aidatlarının yeniden gözden geçirilmemesi gibi
nedenleri gözönünde bulundurarak -daha önce belirttiğim gibi- 22 Mayıs 1998
tarihinde ayrılmak zorunda kalmıştır.
Bu defa, Konseyle yapılan görüşmelerde ve
2005 yılında yürürlüğe girmesi beklenen yeni Uluslararası Zeytinyağı ve
Sofralık Zeytin Anlaşmasında, ülkemizin tereddütlü olduğu konuların giderilmesi
yönünde olumlu gelişmeler elde edilmiştir. Konseyin çalışmalarının yeniden
düzenlendiği, fazla istihdamın giderilerek personel yapısının yeniden
yapılandırıldığı ve harcamalarının denetim altına alındığı gözlemlenerek,
ülkemizin Konseye yeniden üye olması temin edilmiştir.
Mevcut durumda, Konseye gözlemci kuruluş
statüsünde Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği ve Marmarabirlik katılmakta;
ancak, Konseyin karar alma sürecinde oy kullanamamakta ve Konseyin teknik
projelerinden yararlanamamaktadırlar. Konseye ülkemizin üyeliğiyle birlikte, bu
birlikler, Konseyin teknik projelerinden de yararlanma imkânına kavuşarak,
Avrupa Birliğine uyum sürecinde, zeytin ve zeytinyağı üreticisi olan
ortaklarına daha iyi hizmet sunabilecek bir kapasiteye ulaşmıştır.
Bakanlığımızca yürütülen Ürün Borsalarını
Geliştirme Projesi çerçevesinde oluşturmaya çalıştığımız ve yarın Yüce Mecliste
görüşülmesi muhtemel lisanslı depoculuk sistemine zeytin ve zeytinyağını da
dahil etmek amacıyla önemli bir proje daha hazırlanmıştır.
Tarım satış kooperatifleri ve
birliklerinin depoculuk kapasitesinin geliştirilmesi ve bu depolara lisans
verilmesine yönelik olarak hazırlanan ve Dünya Bankası finansman katkısıyla
gerçekleştirilecek bu yeni projemize ilişkin yatırım programları, tamamlanma
aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Oluşturacağımız lisanslı depoların ve
laboratuvarların yapımında, Uluslararası Zeytinyağı Konseyinin standart
oluşturmaya yönelik çalışmalarından, teknikeğitim faaliyetlerinden ve kalite
kontrol programlarından yararlanılması, lisanslı depoculuk sisteminin gelişimi
ve tanıtılması için büyük önem arz etmektedir.
Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür
ediyorum.
Ayrıca, arkadaşımızın önerileri,
önümüzdeki günlerdeki çalışmalarda dikkate alınacaktır.
Arz ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Gündemdışı ikinci söz, Eskişehir İli
sınırları içerisindeki Frigya Vadisinde bulunan Frig Medeniyetine ait tarihî
eserlerin korunması ve bu eserlerin ülke turizmine kazandırılması hakkında söz
isteyen Eskişehir Milletvekili Mehmet Vedat Yücesan'a aittir.
Sayın Yücesan, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
2.-
Eskişehir Milletvekili Mehmet Vedat Yücesan'ın, Eskişehir İli sınırları
içerisindeki Frigya Vadisinde bulunan Frig Medeniyetine ait tarihî eserlerin
korunması ve bu eserlerin ülke turizmine kazandırılması için alınması gereken
önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması
MEHMET VEDAT YÜCESAN (Eskişehir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Eskişehir İl sınırları içerisindeki Frigya
Vadisinde bulunan Frig Medeniyetine ait eserlerin korunması ve ülke turizmine
kazandırılması hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Farklı uygarlıkların, kültürlerin,
dinlerin, dillerin ve ırkların bütünleşerek birbiri içerisinde sentezlendiği ve
bir yerleşim yeri olan Anadolu, bünyesinde sayısız uygarlıkların çok değerli
kültür hazinelerini barındırmaktadır. Bu kültür değerlerine gereken önemin
verildiğini ifade etmek, maalesef, mümkün değildir.
Doğanın çetin şartlarına rağmen, meydan
okurcasına günümüze kadar gelen birbirinden değerli eserlerin büyük bir kısmı
koruma altına alınmamış, kaderleriyle başbaşa bırakılmışlardır.
Ayrıca, bu kültür değerlerinin ulusal ve
uluslararası düzeyde tanıtımı iyi şekilde yapılmadığından, çoğumuz bu
değerlerin varlığından ve öneminden bihaber bulunmaktayız. Bu vesileyle,
dikkatinizi, Frig Medeniyetine ait görkemli anıtların ve eserlerin bulunduğu
Frig Vadisine çekmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
önemli bir yol kavşağı olmasının yanı sıra, sahip olduğu doğal ve kültürel
zenginlikleri nedeniyle tarihin ilk çağlarından bu yana kesintisiz iskân
edilmiş bir yöre olan Eskişehir, bünyesinde var olmuş pek çok medeniyetin
silinmez izlerini taşımaktadır. Bu medeniyetlerin en önemlilerinden biri İç ve
İç Batı Anadoluda kurulan ve Ortadoğu'dan Balkanlar'a, Yunanistan'a dek
mitolojileri etkileyen Frig Medeniyetidir. M.Ö. birinci bin yıllık dönemde
Anadolu'nun siyasî ve kültürel tarihine damgasını vurmuş olan Frigler, Anadolu
topraklarında çok geniş bir bölgeye yayılmışlardır. En yoğun olarak yaşadıkları
alan ise Eskişehir, Kütahya ve Afyon İlleri arasında kalan bölge olmuştur. Bu
nedenle, Friglere ait birçok önemli eser, bu iller sınırları içerisinde,
özellikle de Eskişehir İl sınırı içerisindeki Dağlık Frigya'da Frig Vadisi
olarak adlandırılan bölgede bulunmaktadır.
Kendilerine özgü görkemli kaya anıtları,
kutsal alanları, kaya mezarları olan Frig yapıtları, tarihçiler ve arkeologlar
tarafından ulusal ve uluslararası platformlarda eşsiz kültürel miraslar olarak
tanımlanmaktadır. Bu muhteşem eserlerin en önemlileri arasında Yazılıkaya-Midas
Şehri ve Anıtı, Bitmemiş Anıt, Sümbüllü Anıt ve Bahşayiş Anıtını sayabiliriz.
Anıtların yanı sıra Friglerin kale tipi yerleşimleri, Friglerin kültür ve
sanatının ve kale mimarisinin en çarpıcı ve hayranlık uyandırıcı örneklerini
oluşturmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, dünyanın en etkili
ve çarpık antik yerleşim merkezlerinden olan Yazılıkaya-Midas Kenti, anıtsal
yapılarıyla ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Kentteki Midas Anıtı, 17 metre
yüksekliği ve 16,5 metre genişliğiyle Frig anıtlarının en görkemlilerinden
olup, dünyada sayılı büyük anıtlardan biridir. Maalesef, bu anıt, ortasında
başlayan ve giderek derinleşen, genişleyen çatlak nedeniyle ciddî bir
tehlikeyle karşı karşıya bulunmaktadır. Uzmanlar, herhangi bir tedbir
alınmaması halinde, görkemli anıtın kırk veya elli yıl sonra devrilebileceğini
söylemektedir.
Kutsal bir miras olarak gelecek kuşaklara
aktarmakla yükümlü olduğumuz kültür hazinelerimizin, ilgisizlik nedeniyle yok
olmaya yüz tutması üzüntü verici bir durumdur. Anadolu'daki kültür ve sanat
mozaiğinin eşsiz eserlerinden olan bu yapıtların, içerisinde bulundukları
doğayla birlikte koruma altına alınmasının zamanı çoktan gelmiştir. Bu
değerleri korumak için, toplumu oluşturan tüm kurum ve kuruluşların desteğiyle,
ulusal çapta bir seferberlik başlatılmalıdır. Bu hususta herkesin üzerine düşen
önemli sorumluluklar bulunmaktadır. Huzurunuzda, tüm ilgilileri ve kamuoyunu
duyarlı olmaya davet ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET VEDAT YÜCESAN (Devamla) -
Tamamlıyorum efendim.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Yücesan.
MEHMET VEDAT YÜCESAN (Devamla) - Bu
seferberliğin ilk adımı olarak da, Anadolu'da derin izler bırakan Frig
Vadisindeki kültürel varlıkların, çevresindeki doğayla bütünleşerek, gelecek
nesillere aktarılması ve ulusumuz tarafından bile yeterince tanınmayan bölgenin
ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtımının yapılabilmesi maksadıyla, Frig
Vadisinin tarihî millî park olarak ilan edilmesini talep ediyorum.
Frig Vadisinin, Frigler dışında, Hitit,
Lidya, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı-Türk uygarlıklarına ait tarihî ve
kültürel değerlere sahip olduğu gözönüne alındığında, bu alanın tarihî millî
park ilan edilerek, koruma altına alınması, hem ülkemiz hem de dünya kültürel değerlerine
sahip çıkılması açısından evrensel bir sorumluluk taşımaktadır.
Değerli arkadaşlarım, Frig Vadisinin
tarihî millî park kapsamına alınması, tarihî değerlere, kültürel zenginliklere
duyarlılığın bir göstergesi olmanın yanı sıra, hem bölge illerinin ve yöre
halkının ekonomik, kültürel yaşamına büyük hareket getirecek hem de ülke
ekonomisine büyük katkı sağlayacaktır. Ayrıca, turizm portföyümüzü, sadece
deniz ve güneş odaklı mevsimlik yaklaşımlarla sınırlamak yerine, yerli ve
yabancı turistleri her zaman cezbedecek, inanç ve kültür turizmi türünden
alternatif yaklaşımlarla zenginleştirmemiz yönünden de önemli bir atılım
olacaktır. Bu bağlamda, çeşitli uygarlıklara mekân olmuş diğer kentlerimizin
turizm potansiyellerinin değerlendirilmesinin de büyük bir önem arz ettiğini
yinelemek istiyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Eskişehir
milletvekilleri olarak, gizli kalmış hazinelerimizden biri olan Frig
eserlerinin korunması ve ülke ekonomimize kazandırılması amacıyla, Frig
Vadisinin tarihî millî park kapsamına alınması hususunda bir kanun teklifi
hazırladık. Önümüzdeki günlerde Meclis Başkanlığımıza sunacağımız, kültürel
değerlerimizi korumak amaçlı bu seferberliğin ilk adımı olan bu teklifin
gündeme alınması ve görüşülmesi sürecinde desteğinizi esirgemeyeceğinize
inanıyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, kültür
varlıklarımızın tümüne gereken önemin verilmesi temennisiyle, hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yücesan.
Gündemdışı üçüncü söz, Türkiye'de el
halıcılığının sorunları ve çözüm yolları hakkında söz isteyen, Isparta
Milletvekili Mehmet Emin Murat Bilgiç'e aittir.
Sayın Bilgiç, buyurun.(AK Parti
sıralarından alkışlar)
3.- Isparta
Milletvekili Mehmet Emin Murat Bilgiç'in, Türkiye'de el halıcılığının
sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve
Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Isparta) -
Türkiye'nin dünyadaki en önemli sanat dalı sayılabilecek el halıcılığının, el
halısını tarihte ilk defa üretmiş bir milletin mensubu olarak, bugün içinde
bulunduğu çeşitli sorunlara değinerek, bunların çözüm yolları hakkında bir
konuşma yapacağım. Bu çerçevede, sözlerime başlarken, öncelikle, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği üzere, arkeolojik bulgularda, millattan
önceki yıllara ait ilk el halısı Türk şehirlerinde -Doğu Türkistan'da-
bulunmuştur ve eğer, dünyada patent sahibi olmakla övünebileceğimiz ilk eser
varsa, bu da Türk el halısıdır. Ancak, bugün, el halıcılığının içerisinde
bulunduğu çok çeşitli sorunlar vardır ve bu sorunlara ivedilikle çözüm
bulunması gerekmektedir.
Bu sorunların başında istihdam meselesi
gelmektedir. Türkiye'de 2 000 000 metrekare civarında bir el halısı üretimi söz
konusuyken, bugün, bu miktar, özellikle 1996'daki Gümrük Birliği Anlaşmasından
sonra 1 500 000 metrekarenin altına inmiştir.
Bu sektörde, özellikle 1980'lerde yaklaşık
500 000 insan istihdam edilirken, üretim faaliyetinde bulunurken, bugün, bu
sayı, 200 000'e kadar inmiştir. İstihdam yönünden ve sosyal sonuçları itibariyle
bunun getirdiği çok önemli meseleler vardır ve bu meseleler acilen çözüm
beklemektedir.
Türkiye'de, şu sıralarda, 1 500 000
metrekare civarında bir üretim yapılmaktadır ve bu üretimin 950 000 metrekare
civarında bir bölümü ihracata gitmektedir; ancak, aynı miktarda bir bölüm de
yurt dışından ithal edilmektedir. Özellikle 1996'da gümrük birliğine girdikten
sonra bu miktar hızla artmış ve demin zikrettiğim miktara ulaşmıştır. Bunun
parasal karşılığı, bugün, 25 000 000 dolardır.
Türkiye'nin, bir yandan, üretimle,
istihdamla ilgili çeşitli sıkıntıları varken, bir yandan da, el halısı
sektöründe istihdam kaybını önleyici yeni politikalar uygulamaya başlaması
gerekmektedir. Hükümetimiz, geçtiğimiz yıldan başlayarak, bu yönde çalışmalar
başlatmıştır. Bu çalışmaları zikretmek gerekirse; bir tanesi, el halısı ihtisas
gümrüğünün kurulmuş olmasıdır. Bu şekilde, Türkiye'de, ihraç edilen ve ithal
edilen tüm el halıları, bir tek ihtisas gümrüğünden geçerek millileştirilmekte
veya yurt dışına gönderilmektedir. İkinci olarak da, yine, geçtiğimiz yılın
ortalarında, hükümetimiz, bir referans fiyatı uygulaması başlatarak, özellikle,
Uzakdoğu'dan, haksız rekabete sebep olacak şekilde ucuz fiyatla ülkemize
gönderilen el halılarının ithalatını kısıtlayıcı bir politika içerisine
girmiştir.
Şüphesiz, bunlar, son derece olumlu
çalışmalardır; ancak, daha yapılması gereken çalışmalar vardır. Özetle bunlar
üzerinde durmak istiyorum ve millî bir el halısı üretim, ihracat, pazarlama
politikasının gerekliliği üzerinde de durmak istiyorum. Bu da, sektörel bir
anlayışın, dünyanın bazı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de ikame
edilmesini, hayata geçirilmesini gerekli kılan bir durumdur. Aksi takdirde,
Türkiye'de, korkarız ki, el halıcılığı, bize ait olan en önemli sanatlardan, üretim
dallarından birinin kaybedildiğini gelecek yıllarda görmek zorunda kalabiliriz.
O yüzden de, bugün, aciliyetle ve ivedilikle bu politikaların hızla hayata
geçirilmesi gerektiğine işaret etmek istiyorum. Bunları da şu şekilde
özetleyebilirim:
Bir tanesi, Türkiye'de çok sayıda kamu
kurum ve kuruluşu, el halıcılığı alanında faaliyette bulunma çabasındadır;
bunların birbirleriyle hiçbir koordinesi yoktur, ortak bir çalışma düzeni
içerisinde hareket edilmemektedir. Bunun doğal sonucu olarak da, Millî Saraylar
Dairesi Başkanlığının Hereke Halı Fabrikasından başlamak üzere, belediyelere
kadar, üniversiteler, Adalet Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, her biri
birbirinden ayrı ve bağımsız biçimde üretim faaliyetinde bulunmaktadır ve
sonuçta da, kalite ölçülerinde yeterli olmayan, verimlilikten uzak bir üretim
alanı ortaya çıkmıştır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla) - ...ve
bu kamu kurumlarının bütün depoları bol miktarda kalitesiz el halısı ile
doludur ve satılamamaktadır. Bir kere, bunların, kamunun yeniden
yapılandırılması ve bir başlık altında toplanması gerekiyor. Bu da, Sümer Halı
olarak tespit edilebilir. Türkiye'de bu alanda en önemli, hem desen geliştirme
hem patent hem üretim noktasında kendisini ispatlamış bir kurum olan Sümer Halı
bünyesinde -hatta, Sümer Halı'yı da, bir fabrika olmaktan öte, bir halıcılık
enstitüsüne dönüştürerek- Türkiye'deki kamu kurumlarının bir tek çatı altında
toplanması ve standart, kaliteli bir üretim anlayışını hayata geçirmesini
beklemekteyiz. Bu yönde çalışmalar olduğunu biliyoruz; ama, bu çalışmaların
hızlandırılması gerektiğini de hatırlatmak istiyoruz.
İkincisi; İran'ın 8 milyar dolarlık dünya
ticaretinden aldığı yüzde 27'lik, yani, 2 milyar doları aşan bir pay var. Bunun
da ana sebebi şudur: İran halısı bir kalite olarak dünyanın her tarafında aynı
biçimde pazarlanmaktadır. Eğer kalitesiz ise, İran gümrükleri kalitesiz halıyı
gümrük noktasında yakmaktadır, çıkışına izin vermemektedir. Türkiye'de de,
mutlaka ve mutlaka, kaliteye çok önem vermek zorundayız; kalitenin
geliştirilmesine ve bunun bir markaya dönüştürülmesine gayret etmek zorundayız.
Üçüncü sorun, hammadde ve boyar madde
sorunudur. Özellikle özel sektörde kalitesiz hammadde kullanımı giderek önemli
bir problem haline gelmiştir ve bunun da gene bir enstitü başlığı altında
yeniden düzenlenmesi ve iç pazarın yeniden kontrolü ve yönlendirilmesi
gerekmektedir. Bu da, ancak devletin öncülüğünde ortaya çıkarılacak
standartlarla, özel sektörle birlikte yapılabilecek çalışmalarla, mutlaka,
derhal ve behemehal harekete geçirilmelidir ve kalite meselesi de
giderilmelidir.
Gene, özellikle Uzakdoğu'da üretim
yaptıran önemli sayıda üreticimiz vardır ve bunlar, gerek Türkiye'ye yapılan
ithalatta gerek "Türk halısı" adı altında Uzakdoğu'da üretilmiş
malların Avrupa'ya ihracatında sorumludurlar. Bu noktada da alınması gereken,
özellikle gümrük birliği kapsamında alınması gereken tedbirler vardır. Bu
tedbirler arasında, Avrupa Birliğine karşı telafi edici uygulamalara geçilmesi
gereği de vardır. Zira, Türkiye, gümrük birliğinin üyesi olurken, Avrupa
Birliği üyesi ülkelerde hiçbir şekilde el halısı üretimi, kilim, vesaire
olmadığı için, bu noktada Avrupa Birliği, ortak gümrük tarifesini çok düşük
tutmuştur. Halbuki, Türkiye, gümrük birliği kapsamında, Avrupa Birliğinin
belirlediği tarifeler üzerinde de herhangi bir söz sahibi olamamıştır. Bu
nedenle, Avrupa Birliğinden, behemehal, özellikle bu haklarımızın geri talep
edilmesi, kaybedilen pazarın ve üretimin yeniden Türkiye'ye iadesinin talep
edilmesi imkânı vardır, mümkündür.
BAŞKAN - Sayın Bilgiç, sürenizi epey
aştınız; lütfen, tamamlayınız.
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla) -
Tamamlıyorum efendim.
Özellikle, bu noktada Avrupa Birliği
nezdinde açılabilecek davalar söz konusudur; ama, öncelikle, Avrupa'nın çeşitli
komisyonlarında, geleneksel el sanatları komisyonlarında Türk el halıcılık
sektörünün de temsil edilmesi ve bu çerçevede, gerek bundan sonra ve gerekse
daha önceki zararların telafi edilmesi yönünde de çalışmaların behemehal
başlatılması ve gerekiyorsa, Avrupa Konseyi Adalet Divanında davaların da
açılması lazımdır.
Ayrıca, yine, 4958 sayılı sigorta
zorunluluğu hakkındaki kanun, daha önce olmadığı biçimde, el halıcılığı
sektöründe çalışan insanların da yüzde 19,5 oranında sigortalanması
mecburiyetini getirmiştir. Halbuki, bu sektörde çalışanlar büyük ölçüde ev
hanımlarıdır.
BAŞKAN - Sayın Bilgiç, süreniz 2 katına
ulaştı; lütfen, son cümlelerinizi alayım.
MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla) -
Tabiî, hemen toparlıyorum Sayın Başkanım.
Özellikle, getirilen bu ekstra prim yükü
ortadan kaldırılmalıdır. Son olarak da, yüzde 18 düzeyinde uygulanan KDV'nin
yüzde 8'e indirilmesiyle kayıtdışı ekonomi kontrol altına alınmış olacaktır.
Aynı şekilde, özellikle, devlet önemli vergi kazançları elde edecektir ve
sonuçta da, şu anda 200 000'e kadar inmiş olan el halısı üretim sektöründe
çalışan insan sayısı, kısa sürede, yeniden 300 000'e kadar çıkarılabilecektir.
Bu vesileyle, hepinize saygı ve
sevgilerimi sunuyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bilgiç.
Gündemdışı konuşmaya Sanayi Bakanımız
Sayın Ali Coşkun Bey cevap verecektir. Buyurun Sayın Bakanım..
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ALİ COŞKUN
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; kültürümüzün önemli bir unsuru
olan halıcılığımızla ilgili Emin Bilgiç arkadaşımızın yaptığı gündemdışı
konuşmayı aydınlatıcı mahiyette, kısacık bir bilgi arz etmek istiyorum.
12 nci Yüzyıldan itibaren Anadolulu olan
Türkmen boy ya da oymaklarının, her bir beldede yüzyıllardır dokumaya devam
ettiği rengârenk halı ve kilimlerimiz, kesintisiz bir kronoloji içinde
yüzyılımıza kadar devam ederek, bugün, vakıf camilerinin, bütün Türkiye ve
dünya müze koleksiyonlarının en değerli ve pahalı eserleri arasında yerini
almıştır. Yüzyılların birikimiyle günümüze ulaşmış olan Türkmen halılarının bu
kriterleri, günümüzde Sümer Halının araştırma grubuyla, deneyimli halı uzman ve
teknisyenleriyle, daha önemlisi, cefakâr dokuyucularımızın yoğun emeğiyle,
günümüzde de yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Sümer Halı, Yüksek Planlama Kurulu
kararıyla, Türk el halıcılığına sahip çıkılarak, Türk el halıcılığının uğradığı
dejenerasyonun önlenmesi ve el halıcılığı faaliyetlerinin, devletin gözetiminde
ve devlet desteğiyle yürütülmesi gayesiyle, özelleştirme kapsamında bulunan
Sümerbank Holding AŞ bünyesinden ayrılarak, 18.11.1988 tarihinde ayrı bir genel
müdürlük olarak kurulmuştur. Özelleştirme Yüksek Kurulunun 18.9.1997 tarih
97/43 sayılı Kararıyla el emeği yoğun bir işkolu olan ve diğer sektörlere
oranla büyük sermaye gerektirmeksizin yerinde istihdam sağlayan halıcılık ve el
sanatları faaliyetleriyle ülke ekonomisine devletin kültür, eğitim ve istihdam
politikasına sağladığı katkılar nedeniyle 4046 sayılı Kanunun 2 nci maddesine
istinaden millî güvenlik ve kamu yararı gözönünde bulundurularak özelleştirme
kapsamından çıkarılmış ve Bakanlar Kurulunca 25.2.1998 tarihinde Sanayi
Bakanlığının ilgili kuruluşu olarak kamu iktisadî devlet teşekkülü haline
getirilmiştir.
İçpazar da dahil olmak üzere dünya halı
ticaretinde dengelerin ülkemiz aleyhine gelişmesine neden olan faktörlerin bir
ayağını ihracat, diğerini ise ithalat uygulamaları oluşturmaktadır. Türk el
halıları, dünya pazarlarında dünya markası niteliğinde yer alamadığı gibi, bir
kalite belgelendirme işlemine de tabi tutulmaksızın, şimdiye kadar gelişigüzel
bir şekilde ihraç edilmiştir. Bunun sonucu olarak dünya halı pazarında her
geçen gün Türk halısı imajı zedelenmekte ve pazar payı içindeki satış düzeyi azalmaktadır.
Diğer taraftan, işçiliğin ucuz olduğu,
başta Çin olmak üzere, birçok ülkede Türk el halı ve kilimlerinin isim ve
desenleri taklit edilmek suretiyle kültürel ve ticarî haklarımıza tecavüz
edilmektedir. Ekonomik, sosyal ve kültürel boyutları ve ülkemiz için önem arz
eden bu konuda kuruluşumuzca, öncelikle reel sektör ortamına uyumun sağlanması
açısından, kendi bünyemizde bir seri çalışmalar başlatılmış olup, 21 geleneksel
el halımızın ve 3 geleneksel kilimimizin coğrafî işaret tescili Patent Enstitüsü
tarafından yaptırılmıştır. İlk defa, uluslararası düzeyde, kendi desenlerimiz
ve coğrafî işaretlerimiz tescil edilmiş bulunmaktadır.
Kurum ve kuruluşlar nezdinde çözüme
kavuşturulması gereken hususlarda ise, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Gümrük Müsteşarlığı
ve Bakanlığımızca ortak işbirliği devam ettirilmektedir. Uzakdoğu'dan ithal
edilen ucuz el halılarının, aynı zamanda kalitesiz el halılarının yarattığı
haksız rekabet ortamı, Isparta'da faaliyete başlayan halı ihtisas gümrüğü,
gümrükte tarafımızca yapılan ekspertiz işlemleri ve ithalatta referans fiyat
uygulamasına geçilmesi önlemleriyle önemli ölçüde kontrol altına alınmıştır.
Sümer Halının kurulu kapasitesi 100 000
metrekare el halısıdır. Sümer Halı, 2000 yılında 42 000, 2001 yılında 49 000, 2002 yılında 63 000, 2003
yılında 26 000, 2004 yılı ekim ayı sonu itibariyle ise 15 000 metrekare fiilî
imalat gerçekleştirmiş olup, 2005 yılında ise 44 000 metrekare üretim yapılması
programlanmıştır. İthal halılar nedeniyle meydana gelen haksız rekabet ortamı
ve talep daralması tam kapasite kullanımını engellemekle birlikte, sektörel
bazdaki sorunların aşılmasıyla birlikte kapasite kullanımının artırılmasına
çalışılmaktadır. Ancak, geçen yıllardan, özellikle güneydoğuda istihdamı
sağlamak için aşırı miktarda üretilen halının stok olarak elde kalması ve Sümer
Halı Genel Müdürlüğünün bilançosundaki olumsuzluklar nedeniyle iflasın eşiğine
gelmesi dolayısıyla bu tedbirler alınmış bulunmaktadır.
1 Ocak-30 Kasım 2004 itibariyle Sümer
Halıda satışlarımız, Uzakdoğu'dan ithal halılara rağmen, iyi bir düzeye
gelebilmiştir. El halısı toplam satışı 619 metrekare, perakende satış 15 000
metrekare, bayi satışı 32 000 metrekare, fason halı üretim satışı 9 000
metrekare -küsuratları söylemiyorum- toptan el halısı satışları 54 000
metrekare, küçük el sanatları satışı 733 adet, fabrika halı iplik satışı 15 ton
olarak gerçekleşmiş; dolayısıyla, stoklar büyük ölçüde eritilerek, nakde
çevrilmiştir. Sümer Halı, temmuz ayından bu yana, Hazine Müsteşarlığından, ilk
defa yardım almamaktadır. Şu anda, ekim ayı sonu itibariyle elde edilen ciro 10
669 193 000 000 liradır. Eskiden stokta bekletildiği için, cari giderleri için
bile, Hazineden devamlı borçlanılmaktaydı. 30 Kasım 2004 itibariyle, Sümer
Halı, yaklaşık 118 000 metrekarelik halı stokunu, böylece 45 000 metrekareye
düşürmüş bulunmaktadır.
Türkiye'nin geçmiş yıllarda el halısı
üretimi ortalama 2 400 000 metrekare/yıl iken, 2000 yılından itibaren giderek
artan ithal halı nedeniyle, bu miktarın yüzde 40 civarında azaldığı ve yaklaşık
1 500 000 metrekare/yıla gerilediği tahmin edilmektedir.
Dünya el halısı ticareti, 2003 yılı için
yaklaşık 8 milyar dolardır. 2003 yılında, Türkiye, 72 000 000 dolarlık
ihracatıyla, bu pazarda, ancak yüzde 0,8'lik küçük bir pay alabilmiştir. Bu ihracat
faaliyetleri, daha çok, kaybolan Türk halı imajının kazanılması için
yapılmaktadır.
Türkiye'nin el halısı ihracatının yüzde
34'ü Atatürk Hava Limanı Serbest Bölgesinden çeşitli ülkelere yapılmış olup,
doğrudan yapılan ihracatta ise en çok paya sahip ülkeler yüzde 27'yle Almanya
ve yüzde 15'le Amerika Birleşik Devletleridir. Türkiye, 2000 yılında, değer
olarak, 98 740 647 dolar tutarında 713 258 metrekare ve 2002 yılında 77 812 175
Amerikan Doları tutarında 948 306 metrekare el halısı ihracatı gerçekleştirmiştir.
Üretimde meydana gelen gerilemenin en
büyük nedeni, başta Çin olmak üzere, Uzakdoğu ülkelerinden kaynaklanan
ithalattaki artıştır. Türkiye'nin el halısı ithalatında en çok paya sahip
ülkeler, sırasıyla, yüzde 44'le Çin, yüzde 16'yla Pakistan, yüzde 8'le
Hindistan ve yüzde 8'le İran'dır. Gümrük Birliği Anlaşmasından önce bu
ülkelerden kayda değer bir ithalat yapılmazken, gümrük birliğinden sonra bu
ülkelerden yapılan ithalat önemli ölçüde artmıştır. Söz konusu ithalatın
çoğunluğu ise, Avrupa Birliği üyesi Almanya ve İtalya üzerinden
gerçekleştirilmiştir.
Türkiye, 57.01 gümrük tarife pozisyonundan
olmak üzere, 2000 yılında, değer olarak, 25 000 000 Amerikan Doları tutarında
445 389 metrekare; 2001 yılında, 27 000 000 Amerikan Doları tutarında 510 000
metrekare; 2002, yılında 25 000 000 Amerikan Doları tutarında 934 483 metrekare
el halısı ithalatı gerçekleştirmiştir. Bu değerlerden de görüleceği gibi,
Türkiye'nin el halısı ithalatı miktarında büyük bir artış kaydedilmesine
karşın, parasal değer olarak da rekabet şansımızı fevkalade olumsuz yönde
etkilemektedir.
Değerli arkadaşlar, Emin Beyin de
söylediği gibi, aslında, halıcılığımızın korunması bakımından çeşitli
bakanlıklarımızda, kuruluşlarımızda bu işler yürütülmektedir. Bizim de Bakanlık
olarak hedefimiz, halıcılığı rasyonel çalışan, verimli çalışan bir duruma
getirdikten sonra, bir enstitü ya da Kültür ve Turizm Bakanlığı veyahut Millî
Eğitim Bakanlığı bünyesinde bir yerde toplamaktır. Zira, Çevre ve Orman
Bakanlığımızda, valiliklerimizde ve halk eğitim merkezlerinde bu işler
yürütülmekte; fakat, parça parça yürütüldüğü için sonuç alınamamaktadır. Bizim
bugüne kadar gayretlerimiz, kötü giden bir işi üzerimizden atma durumuna
düşmemektir. Şu anda, büyük ölçüde verimli bir hale getirilmiştir, Hazineden
pay almadan yürümektedir; daha da güzelleştikten sonra ya özelleştirilecek ya
da bir bakanlığa devredilecektir.
Bugün, özel kesime, atölye üretiminin
öncülüğünü, kalitenin yükselmesinin gerekliliğini, dokuyucunun ekonomik ve
sosyal seviyesinin iyileştirilmesinin yararlılığını, eğitimin önemini,
uygulamalarıyla örnekleyen Sümer Halı, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu
önerisine uygun biçimde, katma bütçeli bir idare olarak, dönersermayeli
örgütlenmesiyle, üretim ve satışta öncü rolü ve kalitenin üstünlüğünü
belgeleyerek, kamudaki tek yapılanmayı gerçekleştirebilen, halı sektörünün
dünya pazarındaki payının yükselmesini sağlayıcı önlemler almaya yönelen, desen
tescili yapabilen, araştırma, ürün geliştirme, belgelendirme yapabilen, kalite
kontrol, denetim ve kalite belgelendirme laboratuvarları aşamalarında faaliyet
gösterebilen, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımıza bağlı, halı ve el sanatları
enstitüsü olarak görevini etkin bir şekilde sürdürebilmesi için, yeniden,
çalışmalar sürdürülmektedir ya da bunu, tabiî, diğer ilgili bakanlıklarla
görüşerek, başka bir bakanlık emrinde yürütülmesini sağlayacağız.
Bugün kamu ve özel kesimde çokbaşlı ve
planlamasız biçimde devam edegelen halıcılık ve el sanatları faaliyetini, dünya
pazarındaki payının yükselmesini sağlayıcı, planlayıcı ve gözetleyici, sektörün
önünü açıcı politikalar ortaya koyabilen bir yeniden yapılanmayla
çözümleyebilmek mümkündür. Geleneksel Türk el halı, kilim ve diğer el
sanatlarının, araştırma, geliştirme, belgelendirme, destekleme ve kalite
kontrolü ile yurtdışı denetim aşamalarında faaliyet gösterebilecek, kamuda tek
çatı olabilecek ve özel sektörü teşvik edebilecek bir yapıya kavuşturulması
zorunludur. Türk halı ve el sanatları enstitüsünün, yukarıda arz ettiğimiz
bütün sorunları bir ölçüde çözümleyebileceğine ve böylece, devlete yük olmadan,
kültürümüzün önemli bir parçası olan halıcılığımızı devam ettirebileceğine
inanmaktayız; çalışmalarımız bu doğrultudadır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, Anayasa ve Adalet
Komisyonları üyelerinden kurulu karma komisyonun, bazı sayın milletvekillerinin
yasama dokunulmazlıkları hakkında 4 adet raporu vardır, sırasıyla okutup,
bilgilerinize sunacağım.
IV.- KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Mardin
Milletvekili Muharrem Doğan'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/467) (S. Sayısı: 597) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Hırsızlık ve hizmet nedeniyle emniyeti
suiistimal suçunu işlediği iddia olunan Mardin Milletvekili Muharrem Doğan
hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık
tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma
Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Mardin Milletvekili Muharrem Doğan,
Komisyonumuza yazılı olarak dokunulmazlığının kaldırılması talebini iletmiştir.
Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin
niteliğini dikkate alarak Mardin Milletvekili Muharrem Doğan hakkındaki
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz
edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan Kuzu
İstanbul
Komisyon Başkanı ve üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü maddesinde
"Yasama dokunulmazlığı" başlığı altında, mutlak ve geçici anlamda iki
tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin
Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri
düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka
bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu
tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması
söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini
serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce
veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı
olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve
yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona
erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.
Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla
kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın amacı,
milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin dışında
kalmıştır.
Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum
tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.
Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda
yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve
dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı
oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, Parlamentonun saygınlığının olumsuzca
etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki
bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca
bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın
milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi,
toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan dokunulmazlığının
kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma
hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin
siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını
engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî
partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa
değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının
hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline
dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve
milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına
katılmıyoruz.
|
Uğur Aksöz |
Mehmet Ziya Yergök |
Halil Ünlütepe |
|
|
Adana |
Adana |
Afyon |
|
|
Yüksel Çorbacıoğlu |
Oya Araslı |
Feridun F. Baloğlu |
|
|
Artvin |
Ankara |
Antalya |
|
|
Tuncay Ercenk |
Atila Emek |
Feridun Ayvazoğlu |
|
|
Antalya |
Antalya |
Çorum |
|
|
Yılmaz Kaya |
Muharrem Kılıç |
Orhan Eraslan |
|
|
İzmir |
Malatya |
Niğde |
|
|
|
İ. Sezai Önder |
|
|
|
|
Samsun |
|
|
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
2.- Elazığ
Milletvekili Mehmet Kemal Ağar'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması
Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden
Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/468) (S. Sayısı: 598) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanununa muhalefet suçunu işlediği iddia olunan Elazığ Milletvekili
Mehmet Kemal Ağar hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu,
Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar
Komisyonumuza yazılı olarak dokunulmazlığının kaldırılması talebini iletmiştir.
Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin
niteliğini dikkate alarak Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar hakkındaki
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz
edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve Üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama
dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık
düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o
oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar
alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu
tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması
söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini
serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce
veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı
olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve
yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona
erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.
Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla
kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın amacı,
milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının, tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin dışında
kalmıştır.
Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum
tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.
Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda
yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve
dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı
oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, Parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine
ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel
olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca
bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın
milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi,
toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan dokunulmazlığının
kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma
hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin
siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını
engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî
partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa
değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının
hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline
dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve
milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına
katılmıyoruz.
|
Uğur Aksöz |
Mehmet Ziya Yergök |
Halil Ünlütepe |
|
|
Adana |
Adana |
Afyon |
|
|
Yüksel Çorbacıoğlu |
Oya Araslı |
Feridun F. Baloğlu |
|
|
Artvin |
Ankara |
Antalya |
|
|
Tuncay Ercenk |
Atila Emek |
Feridun Ayvazoğlu |
|
|
Antalya |
Antalya |
Çorum |
|
|
Yılmaz Kaya |
Muharrem Kılıç |
Orhan Eraslan |
|
|
İzmir |
Malatya |
Niğde |
|
|
|
İ. Sezai Önder |
|
|
|
|
Samsun |
|
|
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
3.- Yozgat
Milletvekili Mehmet Erdemir'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/480) (S. Sayısı: 599) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görevi kötüye kullanma suçunu işlediği
iddia olunan Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir hakkında düzenlenen yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya
hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004
tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir
Komisyonumuza yazılı olarak dokunulmazlığının kaldırılması talebini iletmiştir.
Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin
niteliğini dikkate alarak Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir hakkındaki
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz
edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan Kuzu
İstanbul
Komisyon Başkanı ve Üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama
dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık
düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis
çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o
oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar
alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu
tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması
söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini
serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce
veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı
olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve
yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona
erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.
Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla
kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın amacı,
milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının, tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.
Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum
tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.
Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda
yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve
dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı
oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, Parlamentonun saygınlığının olumsuzca
etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki
bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca
bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın
milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi,
toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan dokunulmazlığının
kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma
hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin
siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını
engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî
partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa
değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının
hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline
dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve
milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle, Komisyonun, kovuşturmanın
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına
katılmıyoruz.
|
Uğur Aksöz |
Mehmet Ziya Yergök |
Halil Ünlütepe |
|
|
Adana |
Adana |
Afyon |
|
|
Yüksel Çorbacıoğlu |
Oya Araslı |
Feridun F. Baloğlu |
|
|
Artvin |
Ankara |
Antalya |
|
|
Tuncay Ercenk |
Atila Emek |
Feridun Ayvazoğlu |
|
|
Antalya |
Antalya |
Çorum |
|
|
Yılmaz Kaya |
Muharrem Kılıç |
Orhan Eraslan |
|
|
İzmir |
Malatya |
Niğde |
|
|
|
İ. Sezai Önder |
|
|
|
|
Samsun |
|
|
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
4.- Mersin
Milletvekili Vahit Çekmez'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/494) (S. Sayısı: 600) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suçunu
işlediği iddia olunan Mersin Milletvekili Vahit Çekmez hakkında düzenlenen
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya
hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004
tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin
niteliğini dikkate alarak Mersin Milletvekili Vahit Çekmez hakkındaki
kovuşturmanın Milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz
edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan Kuzu
İstanbul
Komisyon Başkanı ve Üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce
veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı
olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve
yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona
erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.
Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla
kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın amacı,
milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının, tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfileşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin dışında
kalmıştır.
Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum
tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.
Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda
yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve
dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı
oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının olumsuzca
etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki
bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca
bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın
milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun
adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan dokunulmazlığının
kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma
hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin
siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını
engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici
dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî
partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa
değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının
hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline
dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve
milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın
milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına
katılmıyoruz.
|
Uğur Aksöz |
Mehmet Ziya Yergök |
Halil Ünlütepe |
|
|
Adana |
Adana |
Afyon |
|
|
Yüksel Çorbacıoğlu |
Oya Araslı |
Feridun F. Baloğlu |
|
|
Artvin |
Ankara |
Antalya |
|
|
Tuncay Ercenk |
Atila Emek |
Feridun Ayvazoğlu |
|
|
Antalya |
Antalya |
Çorum |
|
|
Yılmaz Kaya |
Muharrem Kılıç |
Orhan Eraslan |
|
|
İzmir |
Malatya |
Niğde |
|
|
|
İ. Sezai Önder |
|
|
|
|
Samsun |
|
|
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
bir tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım:
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Lübnan
Meclis Başkanı Nabih Berry ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/715)
13 Aralık 2004
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanının 8 Aralık 2004 tarih ve 57 sayılı Kararıyla Lübnan Meclis Başkanı
Nabih Berry ve beraberindeki heyetin 12-17 Aralık 2004 tarihleri arasında
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın konuğu olarak
ülkemize resmî ziyarette bulunması uygun bulunmuştur.
Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620
sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
2 adet Meclis araştırması önergesi vardır;
okutuyorum:
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Aydın
Milletvekili Mehmet Boztaş ve 22 milletvekilinin, Büyük Menderes Nehri ve
Havzasındaki kirliliğin çevreye ve insan sağlığına verdiği zararların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/239)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ege Bölgesinde bulunan Büyük Menderes
Havzası, Türkiye'nin önemli havzalarından biridir. Bir yılda birkaç ürünün
alınabildiği bereketli topraklara sahip olan Büyük Menderes Havzası, bölgenin
can damarını oluşturmaktadır. Bu bereketli tarım alanlarında çoğu tarımsal
ihraç ürünlerimiz olan üzüm, incir, zeytin, pamuk ve tütün olmak üzere zengin
bir ürün dokusu bulunmaktadır. Havza alanı sulanabilir tarım için bulunmaz bir
konumdadır. Büyük Menderes Havzası tarım için önemli olan mikro iklim
özellikleri yönünden de doğanın en büyük nimetini barındırmaktadır. Aynı
zamanda ülkemizin önemli nehir havzalarından biri olan Menderes Havzası, tarih
ve kültürel zenginliklere bağlı olarak tarım ve sanayie merkez olmuştur.
Büyük Menderes Havzası doğuda
Nazilli-Feslek Ovasından başlayıp, batıda Söke Ovasıyla Ege Denizine kadar
uzanan tarım potansiyeli çok geniş ovaları kapsamaktadır. Havza sınırları
içerisinde Uşak, Denizli ve Aydın il merkezleri ile Söke, Nazilli, Çine,
Yatağan, Tavas, Buldan, Eşme, Banaz, Çal, Dinar ve Sandıklı gibi ilçe
merkezleri bulunmaktadır.
Büyük Menderes Havzasının yaşam kaynağı
olan Büyük Menderes Nehri, Dinar İlçesinin kuzeydoğusundan doğmakta ve Sandıklı
Ovasını çeviren yüksek dağlardan inen derelerin birleşmesiyle oluşan iki kolla
birleşerek Çivril Ovasında Büyük Menderes adını almaktadır. Nehir, Çal'da
üçüncü kolu olan Banaz Çayıyla Adıgüzel Barajında birleşmektedir. Daha sonra
Honaz Dağı eteklerini izleyerek gelen Honaz Çayını alarak Akçay ve Çine
Çaylarıyla birleşmekte ve Bafa Gölünün batısından denize dökülmektedir. Nehrin toplam
uzunluğu 580 kilometredir. Drenaj alanı 23 873 000 kilometre genişliğindedir.
Büyük Menderes Havzası doğu-batı doğrultusunda yaklaşık 200 kilometre boyunca
uzanmakta, genişliği doğudan batıya gidildikçe artmaktadır.
Havza genelinde tarımsal ve endüstriyel
etkinliklerin yoğunluğu nedeniyle önemli oranda göç almıştır. Havzada yapılan
tarım genel olarak sulu tarıma dayanmaktadır. Havzada bulunan yoğun nüfus ve
bunun üretime yansıttığı tarım ve sanayi etkinlikleri beraberinde kirliliğe de
neden olmaktadır. Havza genelinde yapılan bilinçsiz tarım ve plansız
sanayileşme, su, toprak ve hava kirliliğinin etkenleri olmaktadır. Havzada
kirlenmeye neden olan sanayi atıkları, evsel atıklar ve kanalizasyon atıkları
Büyük Menderes Havzasında ciddî boyutlara varan kirlenme yaratmaktadır. Bu
durum, havza alanında yaşayan insanlarımızı ve insanların aşı, ekmeği olan
tarımı tehdit eder duruma gelmektedir.
Uşak'ta özellikle deri sektörünün ve
Denizli İlimizde tekstile dayalı sanayiin atıksuları ve arıtma sistemlerinin bulunmaması
ya da yetersiz oluşu yine küçüklü, büyüklü pek çok yerleşim alanının atıkları
Büyük Menderes Nehri ve Havzasının kirlenmesine neden olmaktadır. Ayrıca,
bölgenin yeraltı kaynaklarından bor elementi ve jeotermal suların da nehir ve
havza kirlenmesinde bir etken olduğu da gerçektir. Büyük Menderes Nehrinin
kirliliğinde en büyük payı Uşak İlimizde bulunan deri sanayii ve evsel
atıksuları yer almaktadır. Denizli İli tekstil sanayii ve evsel atıksularıyla
kirliliği bir katı daha artırdıktan sonra, zaten kirlenmiş olarak ilimiz
sınırları içine giren Büyük Menderes Nehri, ilimiz sınırları içerisinde de
özellikle evsel atıksular vasıtasıyla kirletilmeye devam ederek Ege Denizine
kadar olan yolculuğunu tamamlamaktadır. Jeotermal sular Büyük Menderes Nehrinde
suyun sıcaklığını artırdığı gibi, tuzluluk, sodyum ve özellikle bor minerali
artışına neden olmaktadır. Bor elementli sularla sulanan topraklardaki bor ve
tuzluluğun yoğunluğu tarımda ürün kaybına ve üründe kalite düşüklüğüne neden
olmaktadır.
Büyük Menderes Nehri ve Havzasında neden
olunan kirlilik, havzada yaşayan canlı türlerinin yok olmasına, tarım
alanlarının verimsizleşmesine ve ürün kalitesinin düşmesine, havzada yaşayan
insanlarımızın sağlığına yönelik ciddî tehditlere neden olmakta ve denizdeki
kirlenmeden dolayı da turizmimiz için sorunlar teşkil etmektedir.
Bütün bu nedenlerden dolayı, Büyük
Menderes havzasında meydana gelen bu kirliliğin nedenlerinin belirlenmesi,
alınacak önlemlerin tespit edilmesi, ıslah çalışmalarının yapılması ve Büyük
Menderes havzasındaki kirliliğin önlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, TBMM
İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz.
1 - Mehmet Boztaş (Aydın)
2 - Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
3 - Canan Arıtman (İzmir)
4 - Mehmet Nuri Saygun (Tekirdağ)
5 - Kemal Sağ (Adana)
6 - Nadir Saraç (Zonguldak)
7 - Vezir Akdemir (İzmir)
8 - Nurettin Sözen (Sivas)
9 - Bihlun Tamaylıgil (İstanbul)
10 - Mustafa Gazalcı (Denizli)
11 - Mehmet Ziya Yergök (Adana)
12 - Muharrem Kılıç (Malatya)
13 - Ali Cumhur Yaka (Muğla)
14 - Ufuk Özkan (Manisa)
15 - Ahmet Ersin (İzmir)
16 - N. Gaye Erbatur (Adana)
17 - Kemal Demirel (Bursa)
18 - İsmail Değerli (Ankara)
19 - Sedat Pekel (Balıkesir)
20 - Mehmet U. Neşşar (Denizli)
21 - Sedat Uzunbay (İzmir)
22 - Osman Coşkunoğlu (Uşak)
23 - Nuri Çilingir (Manisa)
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Diğer önergeyi okutuyorum:
2.- Ankara
Milletvekili Yakup Kepenek ve 22 milletvekilinin, yapılması planlanan nükleer
santralların ülkemiz şartlarına uygunluğunun ve çevreye etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/240)
6 Aralık 2004
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Enerji, birçok yönüyle ekonominin ve
toplumsal yaşamın kilit sektörüdür.
Ülkemiz, dünya enerji yollarının kesişme
noktasında bulunuyor. Yeraltı ve yerüstü enerji kaynakları tam olarak
değerlendirilemiyor. Ülkemizde enerji pahalıdır, kaçak kullanım yaygındır ve bu
sektör, üretimden dağıtıma ve son kullanıma kadar sağlıklı bir yönetim yapısına
kavuşturulamamıştır.
Bu ortamda, hükümet, nükleer santral
yapımını yeniden ve çok hızlı bir biçimde gündeme getirmektedir. Sonuncusu
2000'de olmak üzere, daha önce üç kez ihaleye çıkılmasına karşın vazgeçilen
nükleer santral yapılmasıyla ilgili gelişmelerin ayrıntılı bir biçimde
incelenerek kamuoyunun aydınlatılması büyük önem taşımaktadır.
Bu çerçevede:
1 - Türkiye, su, kömür, rüzgâr ve güneş
başta olmak üzere, enerji doğal kaynaklarının kullanım durumu nedir?
2- Ülkemizin enerji üretim ve kullanımının
gelecek yıllara yönelik öngörüleri yapılmış mıdır ve bunlar ne ölçüde
sağlıklıdır?
3- Diğer ülkeler, özellikle de kimi AB
ülkeleri, yeni nükleer santral yapımından tamamıyla vazgeçmekte ve eldeki
santraları programlı bir biçimde kapatma yoluna gitmekteyken, Türkiye'nin
nükleer enerjiye yönelmesinin:
a- Özellikle nükleer atık sorununun
teknolojik olarak çözüme kavuşmamış olması; yani, çevre sağlığı;
b- Nükleer santralların yapım
masraflarının nasıl karşılanacağı; yani, ekonomik açıdan yapılabilirlik boyutları
açıklık kazanmalıdır.
4- Ülkemiz nükleer teknolojide çağın
gerisine düşmemelidir. Bu amaçla neler yapılabilir?
Sorularına yanıt bulmak amacıyla,
Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 üncü ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis
araştırması açılmasını istiyoruz.
Saygılarımızla.
1- Yakup Kepenek (Ankara)
2- Vezir Akdemir (İzmir)
3- Canan Arıtman (İzmir)
4- Muharrem Kılıç (Malatya)
5- Mehmet Nuri Saygun (Tekirdağ)
6- Nurettin Sözen (Sivas)
7- Nadir Saraç (Zonguldak)
8- Bihlun Tamaylıgil (İstanbul)
9- Mehmet Ziya Yergök (Adana)
10- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
11- Ahmet Ersin (İzmir)
12- Kemal Sağ (Adana)
13- N. Gaye Erbatur (Adana)
14- Kemal Demirel (Bursa)
15- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
16- Birgen Keleş (İstanbul)
17- Ufuk Özkan (Manisa)
18- Mustafa Gazalcı (Denizli)
19- İsmail Değerli (Ankara)
20- Sedat Pekel (Balıkesir)
21- Mehmet U. Neşşar (Denizli)
22- Sedat Uzunbay (İzmir)
23- Osman Coşkunoğlu (Uşak)
Gerekçe:
Enerji, ekonomik ve toplumsal yaşamın
önemli sektörüdür. Enerji konusu, niteliği gereği, kamu eliyle çözümü gerekli
bir sorun sayılmıştır. Son yılların tüm özelleştirme ve özel girişimcili
eğilimleri de, enerjinin kamusal niteliğini değiştirmiyor. En azından
planlanması ve piyasa yapısı olmak üzere, önemli yönleriyle enerji sektörü
kamusal özelliğini koruyor.
Türkiye, özellikle son yıllarda, büyük
enerji sorunları yaşamış bulunuyor. Doğalgaz dışalımından boru hatlarına,
petrolden nükleer santrala dek enerjinin en önemli alt alanlarında ekonomik ve
teknik sorunlar yaşanıyor. Türkiye hükümetlerinin enerji sektörünü etkin
yönettikleri söylenemez. Enerji sektöründe, AKP Hükümeti döneminde kimi
düzeltmeler yapılmak istenmesine karşın, yapısal bir bozukluk yaşanıyor.
Nükleer santral yapımı tam da bu bozuk yapının
üzerine konulmak isteniyor.
Meclisin ve kamuoyunun, nükleer santral
yapımını teknolojik, ekonomik, siyasal ve toplumsal boyutlarıyla bilmesi
gerekiyor.
Ülkenin diğer enerji kaynaklarını tam
olarak kullanıp kullanmadığı, santral kurmadan da nükleer teknoloji alanında
gelişme olanağının bulunup bulunmadığı; nükleer atık sorunu ve santralların
kuruluş yerinin seçimi ve çevreye olası etkileri; diğer ülkelerin yeni nükleer
santral yapımına nasıl baktıkları; özellikle, hidrolik ve rüzgâr enerjisinden
yararlanmada ülkenin durumu; diğer teknolojik gelişmeler, örneğin, hidrojen
yakıtı karşısında nükleer enerjinin konumunun ne olacağı; Türkiye'nin ağır
dışborç yükü karşısında her biri 5 milyar dolara mal olacak olan nükleer
santralların yüksek maliyeti ve olası getirisi; ülkenin TAEK gibi kurumları ve
teknik personeli açılarından böyle bir yatırım için ne ölçüde hazır olduğu;
nükleer santrallarda kullanılacak hammaddenin hangi kanallardan sağlanacağı;
nükleer santral ihalesinin ABD-AB-Rusya bağlamında bir siyasal boyutunun
bulunup bulunmadığı ve benzeri konuların Meclis tarafından araştırılması ve
kamuoyunun bilgilendirilmesi, öncelikli olarak ele alınmalıdır.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündem yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır;
okutup, oylarınıza sunacağım.
V.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.- Genel
Kurulun 14.12.2004 Salı günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No. : 119 Tarihi:14.12.2004
Genel Kurulun 14.12.2004 Salı günkü
(bugünkü) birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına
sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
|
Sadullah Ergin |
Haluk Koç |
|
AK Parti Grubu Başkanvekili |
CHP Grubu Başkanvekili |
BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş 2 adet doğrudan gündeme alınma önergesi vardır; ayrı ayrı okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
2.- Bursa
Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın; 3067 Sayılı Kalkınma Planlarının
Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/235) doğrudan Gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/231)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
14.1.2004 günü verdiğim "3067 Sayılı
Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında
Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" 2/235
E. Sayı ile 13.1.2004 tarihinde Plan ve Bütçe Komisyonuna havale edilmiş,
ancak, havale gününden itibaren 45 gün içinde sonuçlandırılmamıştır.
Anılan kanun teklifinin TBMM İçtüzüğünün
37 nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ederim.
14.4.2004
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, konuşacak
mısınız efendim?
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Evet
efendim.
BAŞKAN - İçtüzük gereği Sayın
Yalçınbayır'a söz veriyorum; buyurun.
Süreniz 5 dakika.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce okunduğu üzere, 3067 sayılı
Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında
Kanunun bazı maddelerinde değişiklik teklifinde bulundum. Ancak, süresi içinde
görüşülmedi, üzerinden bir yıl geçti ve ben de İçtüzüğün tanıdığı hakkı, imkânı
kullanarak, doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını Sayın Başkanın
takdirlerine arz ettim.
Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi,
Türkiye'de planlı kalkınma anlayışı 1961 Anayasasıyla geldi ve 1961
Anayasasının özgürlükçü havası, demokratik yollarla gerçekleştirilmek üzere,
iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı devletin ödevi olarak öngördü ve bu
kapsamda Devlet Planlama Teşkilatının görevleri de belirlendi.
Bu anlayış, 1982 Anayasasının 166 ncı
maddesine de yansıdı. 166 ncı maddeyi hatırlatmakta yarar umuyorum:
"Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın
yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının
döküm ve değerlendirmesini yaparak verimli bir şekilde kullanılmasını
planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir. Kalkınma
planlarının hazırlanmasına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir"
denildi ve 3067 sayılı Kanun, 1982 Anayasasından sonra 1984 yılında çıkarılarak
yürürlüğe konuldu.
Bu kanunun en önemli hususu, benim
değişiklik teklifini verdiğim husus şudur: Kanunun 2 nci maddesinde
"Kalkınma planları Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda
görüşülür" deniliyor. Biz, buna daha fazla demokratik nitelik vermek durumundayız.
Sadece Plan ve Bütçe Komisyonunda değil, planların bölümleri itibariyle ilgili
komisyonlarında da görüşülmesini öngörüyoruz.
Aynı anlayışı bütçe için de öngörmüştük.
Yine bir yıl önce verilen İçtüzük değişiklik teklifi, süresinde görüşülmemiş ve
Genel Kurulun tensipleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun
gündemine alınmıştı. Kısa bir süre sonra bütçe görüşmelerini yapacağız. Bu
görüşmelerde, 5 ve 10 dakikalık sürelerle ne kadar denetleyebileceğimizi hep
birlikte göreceğiz. Orada da öngörümüz, ilgili ihtisas komisyonlarına bütçenin
havalesiydi.
Yine, kalkınma planı itibariyle de, aynı
görüşü tekrarlıyoruz. Kalkınma planlarının yapılması kanunla düzenlendiği için
kanunda değişiklik öngörüldü. Bilindiği gibi, Türkiye, planını yapan ilk
ülkelerden biri. 1929 buhranından sonra 1930'ları hatırlayalım; Atatürk'ün,
İnönü'nün ve Celal Bayar'ın bu planın hazırlanması konusundaki katkılarını hep
birlikte analım.
Bilindiği üzere, bugüne kadar 3 tane uzun
vadeli kalkınma planı çıkarıldı. Bunlardan sonuncusu, Türkiye Cumhuriyetinin
100 üncü yıl stratejisi ve kalkınma planları, beş yıllık orta vadeli kalkınma
planlarına yayıldı ve burada da bugüne kadar 8 kalkınma planı çıkarıldı.
2005'te, dokuzuncu beş yıllık kalkınma planını hazırlayacağız. Hepimizin bildiği
gibi, eğer sizin bir planınız yoksa, başkalarının planlarının parçası
olursunuz. Bu planı demokratik biçimde hazırlamak durumundayız; teklifimiz bunu
içermektedir. Şu anda, Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde yeterince
çalışmanın olmadığını görüyoruz. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planını bu
Mecliste yaptık. O zaman, bu süreçte, 100'ün üzerinde veya 100'e yakın özel
ihtisas komisyonu toplantıları yapıldı, raporları düzenlendi ve Meclis Genel
Kuruluna geldi. Bunların birçoğu bürokratik çalışmalardır; bunlara demokratik
niteliği vuracak olan, komisyon çalışmalarıdır. Komisyonların, etkili biçimde
hem bütçede hem de kalkınma planında rol almaları gerekir, teklifimiz bunu
içeriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, buyurun.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Bugün,
çok önemli bir konuyu görüşeceğiz. Kalkınma planı arifesinde, herhalde, uyumu
da dikkate alarak bazı düzenlemeler yapacağız. 3067 sayılı Kanunda belki
değişiklikler yapılabilir. Bu değişiklikler sırasında, Meclis komisyonlarına
önem verilmesini, planların demokratik niteliklerinin önplana çıkarılmasını
takdirlerinize arz ederim.
Saygılarımla. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Yalçınbayır.
Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
İkinci önergeyi okutuyorum:
3.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanunun 10/A Maddesine Bir Fıkra İlave Edilmesi Hakkında Kanun
Teklifinin (2/186) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/232)
3 Haziran 2004
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Konu: 9.3 tarih 149 sayılı CHP Grup
Başkanlığı yazısı
9 Ekim 2003 tarihinde 4077 sayılı
Tüketicinin Korunması Kanununun 10/A maddesine bir fıkra ilave edilmesi
hakkındaki kanun teklifi 45 gün içerisinde komisyonlarda görüşülmediğinden,
İçtüzük hükümlerinin 37 nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurulda gündeme
alınmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu
Malatya
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, konuşacak
mısınız?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Evet
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Aslanoğlu.
Süreniz 5 dakika.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın
Başkan, çok değerli milletvekilleri; daha önce verdiğim kanun teklifi, tüketici
kredileri ve kredi kartlarıyla ilgiliydi. Birkaç rakam vereceğim, sonra özünü
anlatacağım.
31.12.2003'te, Türkiye'deki toplam
tüketici kredisi, kredi kartı kredisi toplamı 12 katrilyon lira iken, şu anda
32 katrilyona yükselmiş; Türkiye'de toplam kredi kartı sayısı ise 16 000
000'dan 21 000 000'a yükselmiş.
Birkaç rakam da kredi kartı faizleriyle
ilgili olarak vermek istiyorum. Yaklaşık 10 bankanın verileri var elimde
-yabancı bankalarınkini söylemiyorum; çünkü, onlarınki bunun 1,5 kat fazlası-
yüzde 107, yüzde 100, yüzde 100 -yıllık kompauntunu söylüyorum- yüzde 79, yüzde
79, yüzde 107, yüzde 107, yüzde 124 ve yüzde 107.
Türkiye gibi mevduat faizinin, hazine
bonosu faizinin yüzde 22 olduğu bir ülkede, tamamen tüketim toplumu yaratılan bir
ülkede, hiçbir disipline tabi tutulmayan kredi kartları bu şekilde devam ettiği
sürece, biz, insanları soyduruyoruz. Tüketici kredisi ile kredi kartının faiz
farkını söyleyeyim- ikisi de aynıdır, ikisi de tüketime yöneliktir; bir
ihtiyacınız var, gidiyorsunuz "bana araba kredisi ver" diyorsunuz-
sayın milletvekilleri, bankalar aylık yüzde 2 faiz tatbik ediyor, burada ise
aylık yüzde 6,25. Öbürü ise, yine bir ihtiyacınızı kredi kartıyla alıyorsunuz
ve ondan geçiriyorsunuz. Bir tek farkı var, bir defalık takas komisyonu
ödeniyor; ama, o bir defalık ödediği takas komisyonunu, aylık yüzde 6,25; yüzde
7'lerle, 24 ay vadeyle bu insanların sırtına vurmak haksızlıktır; bu, insanları
soydurmaktır. Benim dediğim o.
Türkiye'de kredi kartı sistemini disipline
edelim. Bu Yüce Meclis tarafından tüketici kredileri disipline edildi ve o
günden bugüne kadar da pek sorun doğmuyor. Bir tek farkı, aylık bir defa ödenen
takas komisyonunun dışında, eğer, kredi kartı müşterisi talep ederse, bunu,
normal tüketici kredisi gibi kredilendirmenin şart olduğunu söylüyorum.
Sayın milletvekilleri, bu ülke bizim.
Dünyanın hiçbir yerinde böyle fahiş bir faiz sistemi yok. Artı, dünyanın hiçbir
yerinde bu kadar makine mezarlığı yok. Gidin bir esnafa, 8-10 bankanın cihazını
görürsünüz. Yazıktır!.. Biz bunların hepsini ithal ediyoruz; yazıktır bu
ülkeye!.. Türkiye, oturup, bu konuda, bir makineden tüm bankalara hizmet
verecek ortak bir noktayı bulamaz mı? Bunların hepsinin değerini biliyor
musunuz Sayın milletvekilleri?! Yazıktır bu ülkeye... En ücra köşedeki bakkala
kadar, artık, her yerde bu makinelerden var. Eğer, bu sistem disiplin altına
alınmazsa... Türkiye'de, bir tüketim toplumu yaratıyoruz. Türkiye'de, geçen
yıldan bu yıla kadar üretime verilen krediler artmadı, hep tüketime verilen krediler
arttı.
Sayın milletvekilleri, son derece hassas
bir durum. Eğer bu sistem disiplin altına alınmazsa, bu insanlar, yarın,
aldıkları kredilerin hiçbirini ödeyemeyecek. 3 milyar lira borçlu olan bir
insan, asgarî, minimum tutarı olarak ayda 250 000 000 lira ödüyor. Yazıktır...
Ben, bu kanun teklifini, bu kanunun normal
tüketici kredisi kapsamı içerisine alınması için verdim. Bunu hepinizin
takdirlerine sunuyorum. Türkiye'de, 21 000 000 adet kredi kartı var, bu, 21 000
000 insanı ilgilendiriyor. Yazıktır bu insanlara, günahtır... Bunu hepinizin
takdirlerine bırakıyorum.
Teşekkür ederim; sağ olun, var olun.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, teşekkür
ediyorum.
Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Alınan karar gereğince, sözlü soruları
görüşmüyor ve gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına
Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 196 ncı sırasında yer alan,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili
Ali Topuz, İzmir Milletvekili Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un,
Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında
üyelik müzakerelerinin başlamasıyla ilgili olarak alınacak karardan önce
Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda; 200 üncü sırasında yer alan, Düzce
Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 Milletvekilinin, yine aynı konuda, Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına
ilişkin önergelerinin öngörüşmelerine başlıyoruz.
VI.- GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.-
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına, Grup Başkanvekilleri, İstanbul
Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun
Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile
AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak
karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17)
2.- Düzce
Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 Milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu
ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili
olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi
(8/18)
BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.
Genel görüşme önergeleri, sırasıyla, Genel
Kurulun 2.12.2004 tarihli 25 inci ve 13.12.2004 tarihli 31 inci Birleşimlerinde
okunduklarından tekrar okutmuyorum.
İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp
açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve
önergelerdeki birinci imza sahibine veya onların göstereceği bir diğer imza
sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için
20'şer dakika, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.
Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum: Hükümet adına Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah
Gül, AK Parti Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Zekeriya Akçam, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal; önerge
sahipleri adına İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen ve Düzce Milletvekili
Sayın Yaşar Yakış.
İlk söz, Hükümet adına, Dışişleri Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül'e aittir.
Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Kayseri)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
sözlerime başlamadan önce, Hükümetimiz adına hepinize saygılar sunuyorum.
Bugün, Türkiye'nin Avrupa Birliğine ilk
başvurusunun üzerinden kırkbeş sene geçmiş, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle
ilgili ilk anlaşmayı imzaladığı 1963 yılından bu yana da kırkbir yıl geçmiştir.
Bu süre içerisinde birçok inişler çıkışlar olmuştur ve nihayet, 1999 yılında,
Türkiye, Helsinki Zirvesinde Avrupa Birliğine tam üyelik için aday olmuş ve
Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri yeni bir yörüngeye oturmuş, yeni bir
yatağa girmiş, akıma; yani, yeni bir istikâmete girmiş. Daha sonra, 2002
yılında, bizim de katıldığımız Kopenhag Zirvesinde yeni bir karar alınmış.
Türkiye ile Avrupa Birliği arasında müzakereye başlama kararı alınmış; ama,
başlama kararı, tam net tarih olarak ortaya çıkmamış, şartlı olarak çıkmış ve o
kararda, 2004 yılının sonunda "Türkiye, Kopenhag Kriterlerini yerine
getirirse, vakit geçirmeden Avrupa Birliğiyle müzakerelere başlanır"
kararı verilmiş. 2002 yılından sonra her altı ayda bir toplanan Avrupa Birliği
zirve toplantılarında, liderler, 2002 yılında aldıkları kararları bir kez daha
onaylamışlar ve her zirvede bu karara yer vermişler ve bugünkü noktaya
gelinmiştir.
Değerli arkadaşlar, şimdi, 17 Aralık
Zirvesinde, Avrupa Birliği, Türkiye'yle ilgili çok tarihî bir karar verecektir;
kendisiyle ilgili çok tarihî bir karar verecektir ve genişlemenin altıncısını
gerçekleştirecektir, bununla ilgili önemli bir adım atacaktır.
Avrupa Birliği açısından ne kadar
önemliyse Türkiye açısından da çok önemli bir olaydır bu. Bunun için,
Hükümetimiz, önce, Türkiye içerisinde, kendi içimizde bütün hazırlıklarını yapmış,
daha sonra Sayın Cumhurbaşkanımızla istişare etmiş, onun başkanlığında yapılan
toplantıda geniş bir istişare yapılmış, Anamuhalefet Partimiz Cumhuriyet Halk
Partisinin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal ve arkadaşlarıyla bir araya
gelinmiş, yine, çok geniş, samimî istişarelerde bulunulmuş; bugün de Türkiye
Büyük Millet Meclisinde bu konu enine boyuna tartışılacak, görüşülecek ve bütün
buralardan aldığımız fikirlerle, Hükümetimiz, politikasını oluşturup,
Brüksel'e, 17 Aralık için, hazırlıklı, kararlı bir şekilde gidecektir. O
bakımdan, bugünkü toplantıyı, Hükümet olarak çok faydalı ve değerli buluyoruz.
Değerli arkadaşlar, hepimizin arzusu,
Türkiye'nin, Avrupa Birliğiyle başarılı bir entegrasyonu gerçekleştirmesi,
Türkiye'nin, başarılı bir şekilde Avrupa Birliğine katılması; bunun, hem
Türkiye için kazançlar getirmesi hem Avrupa Birliği için kazançlar getirmesi
hem de dünyanın istikrarına katkıda bulunmasıdır. Bunun için, tam üyelik günü
geldiğinde, Türkiye'nin en iyi şartlarda hazır olması gerekir. Türkiye, Avrupa
Birliğine tam üye olurken, müzakereler inşallah başlar, ondan sonra geçen
süreyi başarılı bir şekilde bitirir ve Avrupa Birliğine tam üye olduğunda,
bunun neticeleri hem Avrupa Birliği için hem Türkiye için çok faydalı olur.
Bütün gayretlerimiz ve bütün çalışmalarımız bunun içindir.
Müzakerelere başlayabilmek için sadece bir
kriter vardır; bu da, Kopenhag siyasî kriterlerini gerçekleştirmektir. Bunlar,
genellikle siyasî içerikli kriterler olduğu için, Hükümetimiz, bizden önceki
hükümetler büyük bir gayret sarf etmişlerdir; ama, bütün dünya şunu bilmektedir
ki, son iki sene içerisinde, iktidarıyla muhalefetiyle Türkiye Büyük Millet
Meclisi kararlı bir şekilde çalışmış, halkımızın desteğini arkamızda bulmuşuz,
bütün sivil toplum örgütleri, basın, aydınlar, herkes büyük bir destek vermiş
ve Türkiye, âdeta sessiz bir devrimi gerçekleştirmiştir. Bununla hepimiz büyük
bir onur duyuyoruz; çünkü, bütün bu yaptıklarımızı, hep beraber inanarak
yaptık, bunlar Türk Halkının çıkarına olduğu için yaptık ve bunları hiçbir
zaman Avrupa Birliğine bir taviz şeklinde düşünmedik. O bakımdan, bu reformlar,
muhakkak ki, müzakerelere başlandıktan sonra da devam edecektir. Mükemmelliğin
bir sınırı yoktur. Çıkardığımız kanunları uygulamak için üstün bir gayret sarf
ediyoruz, çok daha fazla gayret sarf edeceğiz. Sıfır işkence toleransını sonuna
kadar devam ettireceğiz. Halkımıza, vatandaşımıza kötü muameleyi asla, hiçbir
zaman kendimize yakıştıramadığımız için sıkı bir şekilde takip edeceğiz.
Dolayısıyla, Kopenhag Siyasî Kriterleri diye özetlenen kriterleri "Ankara
Kriterleri" diye adlandırırken Sayın Başbakan, bu çerçeve içerisinde
meseleyi yerine oturtmuştur.
Değerli arkadaşlar, müzakerelere hazırlık
dönemini tamamladık; buna inanıyoruz. Onun için, müzakere aşamasına gelmiştir
Türkiye. Bu yapılırken de, önce siyasî kriterler yerine getirilmiştir, Anayasa
değişiklikleri yapılmıştır, 8 reform paketi geçirilmiştir, demokrasi çok daha
güçlü hale getirilmiştir Türkiye'de ve ne gerekirse yapılmıştır.
Kopenhag Siyasî Kriterlerinin hiçbir
şekilde içine girmeyen, ama, bazı çevrelerin sürekli istismar ettiği Kıbrıs
meselesi de tamamen ayrı bir şekilde ele alınmış, sadece, Ada'da kalıcı bir
çözüm bulma gayretimizi göstermek için Türkiye yeni politikalar geliştirmiş,
Ada'da referandum yapılmış, neticede, Türk Halkının haklılığı bir kez daha
bütün dünyaya ispatlanmış ve çözümün önündeki engelin Kıbrıs Rum yönetimi
olduğu da bütün dünyaya gösterilmiştir.
Bütün bunların neticesi olarak, Avrupa
Birliği Komisyonu 6 Ekimde bir rapor açıklamıştır. Bu rapor, bildiğiniz gibi,
çok tafsilatlı bir rapor olmuştur ve bu raporun neticesinde, Türkiye'nin
Kopenhag Siyasî Kriterlerini yerine getirdiği açıkça duyurulmuş ve bu tespitler
üzerine, Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlaması tavsiye edilmiştir.
Bu, bize, Avrupa Birliğiyle müzakereye başlama garantisini getiren bir karar
değildir; ama, çok önemli bir karardır. Şu açıdan da çok önemlidir. 2002
yılındaki AB zirve kararı ortaya çıktığında, AB'ye üye -daha sonraki katılımla
birlikte- 25 ülkeyi iki sınıfa ayırabiliriz. Bunlardan bir kısmı, başından
beri, her halükârda, Türkiye'yle müzakerelerin başlanmasını destekleyen ve bunu
açıkça deklare eden ülkeler; geri kalan diğer ikinci kısım ise "biz,
kararımızı, Komisyonun vereceği rapora göre oluşturacağız; dolayısıyla, raporu
bekleyeceğiz; şayet rapor olumlu olursa, biz de olumlu tavır alacağız"
diyen ülkelerdir. Şimdi, Komisyonun kararı olumlu olarak ortaya çıktığına göre,
o ülkelerin de kararlarının, tabiî, olumlu olması gerekir.
İşte, bu çerçeve içerisinde, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, reform sürecine devam etmiş, 6 yeni kanunu çıkarmış, dün gece,
son olarak, Ceza İnfaz Yasasını çıkarmış ve üstüne düşen her şeyi yerine
getirmiştir; dolayısıyla, Avrupa Birliği tarafından, Türkiye'ye "şu eksik
kaldı, Türkiye şu sözünü yerine getiremedi" denebilecek hiçbir husus
geride kalmamıştır. Üstelik, Hükümetimiz, bu reform sürecinin bundan sonra da
devam edeceğini kararlılıkla kamuoyuna duyurmuştur ve uygulamanın en iyi
şekilde devam edeceğini de -demin bir kez daha ifade ettiğim gibi-
duyurmuşuzdur.
Değerli arkadaşlar, şimdi, Türkiye'nin
beklentisi vardır. Türkiye'nin beklentisi nedir; Türkiye'nin 17 Aralıktan
beklentisi gayet açık ve nettir; Avrupa Birliğinin daha önce attığı imzalara
sadık kalmasıdır, ahde vefayı göstermesidir, açıkçası, imzalarını
şereflendirmeleridir. Bu, Türkiye'nin, tabiî ki, haklı bir beklentisidir, meşru
bir beklentisidir; çünkü, 17 Aralıkta alınacak karar, müzakerelere başlama
kararı, yeni bir dönem oluşturacaktır ve bu karar, Türkiye ile Avrupa Birliği
arasında, âdeta, bir anayasa niteliği taşıyacaktır. Bundan sonraki bütün
olaylarda referans, 17 Aralıkta alınacak karara yapılacaktır; şimdiye kadar
alınmış kararlar hep geride kalacaktır. O bakımdan, bu kararın açık, dürüst,
şeffaf, objektif, Avrupa Birliğinin hukukuna uygun, ruhuna uygun, felsefesine
uygun, meşru olmasına çok önem veriyoruz; bunu beklemek, muhakkak ki,
Türkiye'nin hakkıdır ve inanıyoruz ki, böyle olacaktır. Nasıl, Türkiye
"bizim bazı sıkıntılarımız var, bizim bazı özel şartlarımız var, lütfen,
bu özel şartlarımızı anlayışla karşılayın" demiyorsa, Avrupa Birliğinin
de, bu noktadan sonra, bize karşı, açık, dürüst, şeffaf ve meşru taleplerle
gelmesi gerekir, meşru olmayan hiçbir talepte bulunmaması gerekir ve bir zamanlar
"özel şartlarımız, özel hukukumuz, özel bazı gerekçelerimiz var"
dediğimiz hususları biz nasıl terk ettiysek, Avrupa Birliğinin de bunları
kesinlikle yapmaması gerekir.
Değerli arkadaşlar, bu kararın temiz,
açık, şeffaf, dürüst, meşru olmasının çok daha başka önemi vardır. Bu karar
çıktıktan sonra, her iki tarafın da niyeti nedir; neticede kaç sene sonraysa,
Türkiye'nin performansına uygun olarak başarılı bir birleşmenin olmasıdır. Bu
müzakere sürecinin başarılı olabilmesi, birçok zorlukların aşılabilmesi için,
heyecanın, motivasyonun olabilmesi için, kararın temiz çıkması gerekir. Ayrıca,
stratejik açıdan, dış politikadan iç politikaya kadar stratejik vizyonun
muhafaza edilebilmesi ve bunun Avrupa Birliği paralelinde olabilmesi için, iç
politikada istikrarın sonuna kadar devam edebilmesi için, Türkiye'nin ekonomik
açıdan çok cazip bir hale gelebilmesi için, bu kararın temiz çıkması gerekir.
Ancak o zaman müzakere süreci başarılı olur ve kaç sene sonraysa, Türkiye,
müzakere sürecini bitirdiğinde, çok farklı bir ülke, çok daha güçlü, kuvvetli
bir ülke haline gelir. Tam üyeliğe girerken, güçlü bir Türkiye görmek Avrupa
Birliğinin de hedefi olmalıdır. O açıdan bu karara çok önem veriyoruz.
Şimdi, o zaman, beklentilerimiz nelerdir;
bunları, çok daha müşahhas bir şekilde, somut bir şekilde sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Buradaki birinci beklentimiz, bu
müzakerelerin tam üyelikle ilgili olmasıdır. Zaten, başından beri tam üyeliktir
söz konusu olan, bunun dışında hiçbir alternatif düşünülmemiştir. Dolayısıyla,
müzakerelerin bu istikamette, bu mecrada devam etmesi gerekir. Tam üyelik
hedefini, perspektifini gölgeleyecek veya onu çığırından çıkaracak herhangi bir
düzenlemeyi Türkiye'nin kabul etmesi asla mümkün değildir. Bu, bizim için ne
kadar önemliyse Avrupa Birliği için de çok önemlidir. Kafalarda, müzakereye
başlayınca, herhangi bir karışıklığın, yanlış imajın kesinlikle ortaya
çıkmaması lazım, her şeyin tam üyelikle ilgili olduğunu herkesin bilmesi lazım.
Şüphesiz ki, tabiatı gereği, tam üyeliğe
başlayınca, bu, otomatik olarak gerçekleşecek bir husus değildir; müzakere
süreci içerisinde başarılı olabilirsiniz, başarısız olabilirsiniz veyahut da
müzakere sürecini başarılı bir şekilde tamamlarsınız, Norveç'in yaptığı gibi, o
gün "hayır, ben katılmak istemiyorum" diyebilirsiniz; halkınız o gün
farklı düşünebilir. Bütün bunlar, zaten, işin tabiatında vardır; bunların
hepsinin farkındayız. Başarısız olursak da, biz, ille de tam üye olacağız diye
bir iddia içerisinde olamayız; bunların hepsi bilinmektedir; ama, herhangi bir
şekilde tam üyeliğe alternatif gösterilebilecek -bazı Avrupa Birliği
siyasetçilerinin, hatta devlet adamlarının, parti başkanlarının, siyasî
grupların ileri sürdüğü özel statüler, özel üyelikler, kuvvetlendirilmiş özel
statü şeklinde- çeşitli şekiller de sunulabilir; bunların hiçbiri bizim için
kabul edilemez. Bunlar, Türkiye'de hiçbir hükümetin, bizim veya başka bir
hükümetin, hiçbir zaman kabul etmeyeceği hususlardır; bunun altını, burada, bir
kez daha çiziyorum.
Ayrıca, müzakereler başarısız olursa
veyahut da başka bir sebeple müzakereler sona ererse, o zaman, Türkiye'nin
yerinin ne olacağı hususu -Avrupa Birliğinin yörüngesi mi olacak, başka bir yer
mi olacak- bugün verilecek bir karar değildir. O, o zamanki siyasetçilerin, o
zamanki Türkiye'yi yönetenlerin, o zamanki Türk Halkının temsilcilerinin karar
vereceği bir husustur. Dolayısıyla, bu konuların, çok açık seçik, net bir
şekilde bilinmesi gerekir.
Şüphesiz ki, bütün amacımız, bu sürecin
başarılı olmasıdır. Büyük bir arzu Türkiye'de de Avrupa Birliğinde de vardır.
Bunun için bu kadar yol beraber gelinmiştir. Burada, muhakkak ki,
iyimserliğimizi muhafaza ediyoruz; ama, her şeyin açık, net bilinmesi, şüphesiz
ki, alınacak kararlara çok katkı sağlayacaktır.
Türkiye'nin çok önem verdiği başka bir
konu da şudur: 17 Aralıkta, açık, net bir tarihin, müzakereye başlama tarihinin
zikredilmesidir; bunun da 2005 yılının içerisinde olmasıdır ve bu kararın,
ikinci bir toplantıya, ikinci bir karara, ikinci bir zirve buluşmasına gerek
kalmayacak şekilde verilmesidir. Bu konuda da Türkiye kesinlikle çok
kararlıdır; gerek iktidar gerek muhalefet gerek Türk Halkının beklentisi bu
yöndedir.
Değerli arkadaşlar, başka önemli bir konu
da şudur: Bahsettiğim bu konular, henüz, ortaya çıkan taslaklarda yoktur. Bunlar,
son güne bırakılmıştır ve liderler arasında karar verilecek hususlardır. Bunun
dışında birçok konu ortaya çıkan taslaklarda mevcuttur ki, şimdiye kadar üç
taslak yayımlanmıştır Dönem Başkanlığı tarafından.
Önem verdiğimiz başka bir konu şudur:
"Daimî koruma" diye ifade edilen bazı tedbirlerin alınmasıdır. Yani,
Türkiye müzakereye başladığında bunlar düşünülebilir diyorlar. Bunlar, her ne
kadar, bugünün konusu değil, tam üyelik gerçekleşirken, Türkiye'nin kabulüyle
ancak kabul edilebilecek ve geçerli olacak hususlar olsa bile, bugünden bu
konuları zikretmenin, yanlış zikretmenin kesinlikle karşısındayız. Bu nedir;
bir ülke Avrupa Birliğine üye olunca, çeşitli olumsuzluklar söz konusu
olabilir. Bu olumsuzluklara karşı üye ülkelerin ve üyelerin tedbir alma
imkânları vardır. Bu, Avrupa Birliği hukuku içerisinde meşrudur.
Geçiş süreleri vardır. Bazı istisnalar
vardır bu geçiş süreleriyle ilgili; ama, bütün bunların hepsi belirli sürelerle
ilgilidir. Bu geçiş süreleri uzun olabilir, kısa olabilir; bunlar, hep
müzakerelerle, işin boyutuyla, ebadıyla ilgili konulardır. Büyük bir ülke için
farklı olabilir, küçük bir ülke için farklı olabilir; ama, bunların hiçbiri,
asla "ilelebet, daima, sürekli olarak, ne olursa olsun Birliğin sonuna
kadar daimî bir koruma olacak" diye kabul edilemez. Bunlar meşru talepler
de değildir.
Bu konularda yoğun bir tartışma devam
etmektedir zaten ve Avrupa Birliği içerisinde de bunların meşru olmadığını
iddia eden birçok ülke vardır ve bunlar, bunları konuşmaktadırlar, bunlarla ilgili
birçok hukuk çalışmaları yapılmaktadır; bunlarla ilgili olarak, daha önce,
bildiğiniz gibi, daimî korumalara Komisyon raporunda yer verilmiş ve "bu,
sürekli, daimî, ilelebet bir koruma değildir, daimî imkân dahilinde olan bir
korumadır" şeklinde ifade edilmişse de bunların açıklığa kavuşması gerekir
ve bunların kabulü mümkün değildir.
Bunların değiştirilmesiyle ilgili diğer
önemli bir konu, müzakere sürecinin sürdürülebilir olmasıdır; çünkü, burada,
hoşumuza giden veyahut da gitmeyen birçok husus vardır. Bu konuların hepsini,
müzakere sürecinin sürdürülebilir olmasıyla ilgili sınıflandırıyorum ve demin
saydığım veyahut da saymadığım, çok detay olarak tespit ettiğimiz bütün bu
konularla ilgili itirazlarımızı, başta Dönem Başkanlığıyla -çünkü, nihaî paragraf,
Dönem Başkanı Hollanda tarafından yazılacaktır- paylaşıyoruz. Onlara, bütün
itirazlarımızı yazılı bir şekilde ilettik, sözlü bir şekilde paylaştık. Avrupa
Birliğinin birçok dışişleri bakanıyla, başbakanıyla bu süre içerisinde bir
araya geldik, onlara bütün bu kaygılarımızı, onlara bütün bu itirazlarımızı
ilettik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bunlar son dakikaya kadar devam
edecektir. Bu, Avrupa Birliğinin yapısı; müzakereler hep bu şekilde olmuş.
Tahminimiz odur ki, son dakikaya kadar -ayın 16'sında zirve toplanacaktır,
17'sinde karar vereceklerdir- bu görüşmeler devam edecektir. Yalnız, şunu
biliyoruz: Avrupa Birliği, şimdiye kadar beş kez genişlemiş. Her genişlemenin
Avrupa Birliğine getirdiği çeşitli tecrübeler var, bazı olumsuzluklar var. Bu
olumsuzlukları dikkate alarak, yeni stiller, yeni öneriler getiriyorlar.
Bunları anlayışla karşılamak mümkündür iyi
niyetli olarak baktığınızda; ama, bütün bu hususların -genişleme süreci
içerisinde elde edilen tecrübelerden dolayı yeni genişlemede ortaya çıkarılan
bütün hususların- kabul edilebilmesi için, meşru olması gerekir, dürüst olması
gerekir; Avrupa Birliğinin felsefesine, hukukuna, müktesebatına uygun olması
gerekir. Bunun dışında herhangi bir talep söz konusu olursa, bu taleplerin
kabulü kesinlikle mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi bitirmeden
önce, Kıbrıs da söz konusu olduğu için, bu konuya da değinmek istiyorum.
Kıbrıs söz konusu olduğu için,
Hükümetimiz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Sayın Rauf
Denktaş'ı, Başbakan Sayın Mehmet Ali Talat'ı ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Serdar Denktaş'ı davet etti; oturduk, kendileriyle de istişare
ettik ve daha sonra da, bütün kamuoyuna, bir deklarasyonla, neler düşündüğümüzü
yansıttık.
Kıbrıs sorunu, ne yazık ki çözülmemiştir;
çözülmesini çok arzu ederdik. Akdeniz'de huzurun, istikrarın oluşması hepimizin
lehinedir; ama, eğer ortada bir çözümsüzlük varsa, bu çözümsüzlüğün mesulü
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türkleri değildir. Her iki taraf da üstüne düşeni
yapmıştır. Ne yazık ki, Avrupa Birliği, hata ederek, sorun çözülmeden, Rum
kesimini içerisine almıştır. Halbuki, Avrupa Birliğinin bir prensibi vardır;
bütün sınır problemleri önce çözülsün, daha sonra yeni üyeler Birliğin içine
girsin; problemler, sıkıntılar Birliğin içerisine taşınmasın diye bir prensibi
vardır. Bu prensibini, ne yazık ki, tutamamıştır ve Ada'da sorun çözülmeden,
Rum tarafı, Avrupa Birliğine tam üye olmuştur. Tam üye olduktan sonra, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetine verdiği sözleri de yerine getirememiştir.
Dolayısıyla, problem devam etmektedir.
Biz, Kıbrıs probleminin çözümünü ve
Kıbrıs'ın tanınmasını, kalıcı bir çözümün bir parçası olarak görüyoruz. Kalıcı
bir çözüm ortaya çıkmadan, herhangi bir tanıma, kesinlikle, asla, söz konusu
olamaz.
Bu çözümün yeri de Birleşmiş Milletlerdir,
Avrupa Birliği değildir. Avrupa Birliği, bunu çözebilecek güç, mekân ve platform
değildir. Bunu Avrupa Birliği de bilmektedir; dolayısıyla, yer, Birleşmiş
Milletlerdir.
Birleşmiş Milletlerde kalıcı bir çözümün
sağlanabilmesi için, Türkiye, geçenlerde yayımladığımız deklarasyon
çerçevesinde aktif olmaya devam edecektir; yani, bir çözüm olsun diye, biz, iyi
niyetimizi koruyacağız; ama, bu olmadan, Kıbrıs'ı herhangi bir şekilde, açık
veya dolaylı bir tanıma söz konusu olamaz. Bunu şunun için söylüyorum;
diplomaside açık tanıma vardır, dolaylı tanıma vardır; dolaylı bir tanıma da,
Türkiye için, asla, söz konusu olamaz. Bunu herkesin bilmesi gerekir. Bunu
herkese söyleyeyim.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bu çerçevede,
kamuoyunda tartışılan başka bir konu daha var; bununla ilgili de Türkiye Büyük
Millet Meclisini bilgilendirmem gerekir. Uyum protokolüyle ilgili konular
nedir; biliyorsunuz, Avrupa Birliğinin son genişleme dalgası çerçevesinde, 10
yeni ülke, 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine tam üye olmuştur. Bu
üyeliğin hukukî temeli 16 Nisan 2003 tarihli Katılım Anlaşmasıdır. Katılım Anlaşmasının
6 ncı maddesi, Avrupa Topluluğunun evvelce üçüncü ülkelerle imzalamış olduğu
anlaşmaları yeni üyelerin de otomatik olarak kabul edeceği çerçevesindedir ve
"AB'nin, diğer, üçüncü ülkelerle yapmış olduğu anlaşmalar yeni üyeleri de
bağlar" deniliyor. Böylece, aralarında Güney Kıbrıs Rum yönetiminin de
bulunduğu 10 yeni ülke, Avrupa Birliği ile ülkemiz arasında mevcut Ankara
Anlaşması ve mevcut Gümrük Birliği Anlaşması hükümlerine uymayı otomatik olarak
üstlenmiş bulunuyor.
Aynı katılım anlaşmasının 6 ncı maddesi,
yeni üyelerin Avrupa Birliğinin evvelce yapmış olduğu anlaşmalara
katılımlarının, Avrupa Birliği adına Konseyin diğer ülkelerle imzalayacağı
protokollerle gerçekleşeceğini de belirtmektedir. Yine aynı maddeye göre, bu
protokollerin müzakeresini Komisyon yapacaktır. İşte bu çerçevede, 10 yeni
ülkenin 1 Mayıs 2004'te katılımını takiben, AB Konseyi, geçen haziran ayında
yapılan zirve sonunda yayımlanan bildirisinde Türkiye'ye de böyle bir protokolü
müzakere ederek sonuçlandırma çağrısında bulunmuştur. Buna göre, Avrupa Birliği
ile Türkiye ilişkilerinin temelini oluşturan Ankara Anlaşmasının ve bunun ekini
oluşturan Gümrük Birliği Anlaşmasının, genişlemeyi dikkate alarak 25 üyeye
şamil edilmesi söz konusudur.
Bu defa, 17 Aralık zirvesinin karar
taslağına, Türkiye'nin, Konseyin hazirandaki çağrısına olumlu cevap vererek
uyum protokolünü imzalamaya karar verdiği varsayılarak, bundan duyulan
memnuniyete dair bir cümle ilave edilmek istenmektedir.
Türkiye, esasen, 10 yeni ülkenin
aramızdaki Gümrük Birliği Anlaşmasını uygulamayı taahhüt etmiş olmasını da
dikkate alarak, 2 Ekimde çıkardığı bir Bakanlar Kurulu kararıyla gümrük
birliğinin coğrafî alanını -yeni üye ülkelerle- genişletmiştir. Bu çerçeve
içerisinde 25 ülkeyle... Ki, bunların biri de Güney Kıbrıs Rum yönetimidir.
Kendi hâkim oldukları topraklar ve kendi nüfusları çerçevesinde gümrük birliği
çalışmaktadır zaten. Ancak, Avrupa Birliği Komisyonu, bu tek taraflı işlemin
aktî bir ilişki için hukuken yeterli olmadığını belirterek, bir uyum protokolünün
gerekli olduğunu, tarafımıza bir mektupla bildirmiştir. Bir protokol taslağını
da, ekim ayında tarafımıza göndermiş bulunmaktadır. Söz konusu mektup ve
protokol taslağı halen incelenmektedir, hukukçularımız inceliyorlar.
Bu hususta, bazı hususları burada
vurgulamak isterim; çünkü, görevim, Meclisi bilgilendirmektir.
Söz konusu uyum protokolü taslağı,
kamuoyumuzun bazı kesimlerinde de, sadece Güney Kıbrıs Rum yönetimini
ilgilendiren ve onlarla imzalanacak bir belgeymiş gibi -yani, bizim kararımızı biraz
sonra söyleyeceğim; ama, algılamayı ifade etmek istiyorum- sanki, Rum kesimi
ile Türkiye arasında imzalanacak bir belgeymiş gibi biliniyor; bu böyle
değildir. Bu taslak, 25 üye ülkeyi kapsamaktadır. Taslağın içeriği ise, Güney
Kıbrıs Rum yönetimini, AB üyesi ülkeler arasında zikretmekten ibarettir; çünkü,
tam üye olmuştur.
Taslağa göre, protokol, üye ülkelerle
değil, Komisyonla müzakere edilebilir; eğer edilirse, ancak Komisyonla müzakere
edilebilir. Eğer, protokolün müzakereleri başarılı olursa... Çünkü, bir
anlaşmayı imzalamak için önce müzakere etmek gerekir; müzakere edilir, müzakere
neticeye varmaz veya müzakere neticeye varabilir. O zaman da, bunun, Avrupa
Birliği Konseyiyle imzalanması söz konusudur. Müzakerelerin sonuçlanmasına,
Avrupa Birliği taraflarının da, tabiî, oybirliğiyle karar vermesi gerekiyor
müzakereye evet demek için.
Ayrıca, şunu da ifade etmek isterim:
Viyana Anlaşması Hukukî Sözleşmesine göre, bu tür protokollere, daima, isteyen
taraf çekince koyabilir. Nasıl, birçok sözleşmeler var, protokoller var,
bunları imzalıyoruz; ama, şu şu çekincelerle, denildiği gibi -biz veya başka
ülkeler- bu şekilde yapılabilir. Ayrıca, tabiî, böyle bir şey olsa bile, böyle
bir şeyin Meclisin onayından geçmesi gerekir.
Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Avrupa
Birliğine tam üye olduğunu, 1 Mayısta Hükümetimiz adına yapılan açıklamada,
Kıbrıs'ta iki ayrı halk ve onların hükümetlerinin olduğunu, iki ayrı yönetimin
olduğunu teyit edip, Kıbrıs Rum kesimini tanımadığımızı ve Kıbrıs Rum
kesiminin, bütün Ada'yı temsil eden bir yönetim olmadığını, bütün bu
sözleşmelerden gelen haklarımızı kullanarak hep açıklamışızdır. Bununla ilgili
açıklamalar yapılmıştır. Dolayısıyla, hiçbir şekilde, Türkiye'nin, Rum kesimini
tanıması söz konusu değildir. Ayrıca, Hükümetimiz, gümrük birliğinin Güney
Kıbrıs Rum Yönetimine de teşmil edilmesi vesilesiyle yaptığı açıklamada, bunun
bir idarî, teknik tasarruf olduğunu ve tanıma anlamına asla gelmeyeceğini ve
tanımadığımızı da sarahatle ortaya koymuştur.
Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği
Komisyonunun önerdiği taslakla ilgili mevcut tutumumuz ise şu noktadadır:
Komisyonun mektubunun ve taslağının hukukî ve teknik boyutları hâlâ
incelenmektedir. Bu taslağı müzakere etmeye henüz karar vermiş değiliz.
Dolayısıyla, henüz müzakere edilmemiş bir anlaşmayı imzalama kararımız da söz
konusu değildir; bunu açıklıkla burada belirtmek isterim. Bütün bu işlemlerin,
Avrupa Birliğine üyelik sürecimizle de herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi,
Güney Kıbrıs Rum yönetiminin tanınması gibi hukukî, siyasî bir işlemle de
hiçbir ilgisi yoktur ve asla da olmayacaktır; bunu bir kez daha bütün dünyaya
duyuruyorum.
Bildiğiniz gibi, Hükümetimiz ile -geçen 4
Aralık günü- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın
Başbakanı, Sayın Dışişleri Bakanıyla yapılan istişarelerden sonra yapılan
açıklamada, Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet
misyonu çerçevesinde nihaî ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulmasını
savunduğumuzu ve bu yönde aktif çaba göstereceğimizi, tanıma meselesini de
ancak böyle bir çözümün parçası ve sonucu olarak gördüğümüzü de ilan etmiş
bulunuyoruz. Bütün bu hukukî ve siyasî gerçeklere rağmen, Kıbrıs Rum Liderliği,
içsiyasî çıkarları bakımından uyum protokolü konusunu bir tanıma konusu gibi
sunma yoluna varan, hiçbir tutarlılığı olmayan, hiçbir hukukî ve siyasî temele
bağlanmayan bir söylem içerisinde de olabilirler; ki, bugün böyle bir söylem
içerisindeler; ama, bir kez daha, bu konuda açık seçik bir şekilde tavrımızı
açıklıyorum. Bu tanımada, dolaylı bir tanıma söz konusu olduğu gibi, dolaysız
bir tanıma da söz konusu olabilir. Bunların her ikisi de kesinlikle mümkün
olmayacaktır Adada kalıcı bir çözüm bulunana kadar. Bir an önce Adada kalıcı
bir çözümün bulunması için de elimizden gelenleri yapacağız.
BAŞKAN - Sayın Bakan, bir dakika efendim.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
D) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1.- Genel
Kurulu ziyaret eden Lübnan Meclis Başkanı Nabih Berry'e, Başkanlıkça
"Hoşgeldiniz" denilmesi
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın resmî konuğu olarak ülkemizi
ziyaret etmekte olan Lübnan Meclis Başkanı Nabih Berry, şu anda Meclisimizi
teşrif etmiş bulunuyorlar; kendilerine Yüce Meclisimiz adına hoşgeldiniz
diyorum. (Alkışlar)
VI.- GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A)
ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
1.-
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına, Grup Başkanvekilleri, İstanbul
Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun
Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile
AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak
karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına
ilişkin önergesi (8/17) (Devam)
2.- Düzce
Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 Milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu
ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili
olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18) (Devam)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi
bitirmeden, bir kez daha şunu tekrarlamak istiyorum: Türkiye dürüst bir şekilde
üstüne düşen her şeyi yapmıştır, Kopenhag Siyasî Kriterlerini yerine
getirmiştir, uygulamaya başlamıştır, çıkan her kanun uygulanmaktadır, çok daha
titiz bir şekilde bu uygulamalar devam edecektir. Kamuoyumuz
bilgilendirilmiştir. İktidarıyla, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle hep
beraber bir destek içerisinde kanunlar çıkarılmıştır ve Türkiye müzakerelere
hazır hale getirilmiştir.
Dışişleri Bakanlığımızın değerli
diplomatları büyük bir özveriyle, gece gündüz çalışmışlardır, son dakikaya
kadar çalışılacaktır. Sayın Başbakanımız, ben, diğer arkadaşlarımız bu süre
içerisinde herkesle görüştük. Birliğe yeni üye olan 10 ülkenin 6'sı ziyaret
edilmiş, diğer 2'si Türkiye'ye davet edilmiş ve Malta ile de dışarıda
buluşulmuştur. Dolayısıyla, son dakikaya kadar herkes üstüne düşeni yapmıştır
ve kararlı bir şekilde ne isteyeceğimizi bilerek, sizlerin desteğini alarak
Brüksel'e gidiyoruz.
İnanıyoruz ki, burada, iyi bir karar
çıkar. Biz, olumlu yaklaşıyoruz; olumlu olması için de, üzerimize düşen her
şeyi yapıyoruz; ama, hepimizin beklentisi şudur; Türkiye'nin Avrupa Birliği
liderlerinden de beklentisi şudur: Bu zirvede, küçük, konjonktürel saiklerle
hareket etmemeleri, büyük bir vizyonla, stratejik bir vizyonla, Türkiye'nin
müzakerelere başlamasına yaklaşmaları, stratejik vizyonu gözardı edecek küçük
mülahazalarla asla hareket etmemeleri ve neticede, daha güçlü bir Avrupa'nın
ortaya çıkmasına, daha güçlü bir Avrupa Birliğinin ortaya çıkmasına, dünya
olaylarında daha büyük rol alabilecek bir Avrupa Birliğinin ortaya çıkmasına
yol açmalarıdır. Ümit ediyoruz ki, karar, bu çerçeve içerisinde olacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.
AK Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili
Zekeriya Akçam; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ZEKERİYA AKÇAM
(İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iki yılı aşkın bir süredir,
Yüce Meclisin bir temsilcisi olarak, oluşturulma çabalarına karınca kararınca
iştirak ettiğim Avrupa Anlaşmasını hazırlamak üzere toplanan Avrupa
Kurultayında ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde, Türkiye'nin Avrupa
Birliğine üyeliği konularında görev almış birisi olarak son değerlendirmeyi
Meclis Grubum adına bu kürsüden yapmak, benim için ayrı bir bahtiyarlık teşkil
etmektedir.
Değerli arkadaşlarım, kırk yılı aşan bir
zaman dilimi içerisinde, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde, bugün, artık,
bir dönüm noktasındayız. Taşıdığı büyük ve tarihî anlam sebebiyle, bu karar,
yalnızca Avrupa ve Türkiye'de yaşayanları ve onların devlet ve hükümetlerini
değil, aynı zamanda, iki tarafla tarihî bir geçmişe sahip ve geleceğini de bu
iki tarafın barış, istikrar ve işbirliği içerisinde sürdürmesine bağlamış her
devlet ve millet için bir dönüm noktasıdır.
Böyle tarihî bir günde, Yüce Meclisin
çatısı altında, 12 Eylül 1963 tarihli, Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu
arasında bir ortaklık yaratan Antlaşmayı neticelendirme başarısı gösteren o
dönemin Meclis ve hükümet üyelerini saygı ve minnetle anıyorum.
Ankara Antlaşması, o zamanlar adı Avrupa
Ekonomik Topluluğu olan ve Maastricht Anlaşmasından sonra siyasî bir birlik
haline gelen Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin hukuksal temelini
oluşturmaktadır. Antlaşmayla kurulan Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento
Komisyonu da, bu çerçevede kurulmuş en eski Parlamento komisyonumuzdur.
Bugün, ilişkilerimizin geldiği boyutu
değerlendirmeye geçmeden önce, bu ilişkilerin bundan kırkbir yıl önce, niçin ve
hangi niyetle başlatıldığı hususunu Yüce Meclisin bilgisine sunmak istiyorum.
Bu husus, bizim için bir hatırlatma; ancak, kırk yılı aşkındır ortaklığa
verilmiş olan emeği ve umudu unutmuş gibi görünen bazı Avrupalı dostlarımız
için ise güçlü bir teyit ve tekit anlamı taşıyacaktır.
Avrupa Ekonomik Topluluğunu kuran Roma
Anlaşmasının 1958 yılında yürürlüğe girmesinin hemen ardından, 15 Temmuz 1959
tarihinde Yunanistan, onbeş gün sonra da Türkiye, Topluluğa katılmak için
müracaat etmiştir.
1963 tarihli Ankara Antlaşmasının
dibacesinde ve ilgili maddesinde, özetle, şu amaçların mevcudiyeti ifade edilmiştir:
Hızlandırılmış bir ekonomik kalkınma ve uyumlu bir biçimde ticaretin
artırılmasıyla, Türk ekonomisi ve Topluluk üyesi devletler ekonomileri
arasındaki mevcut uçurumu hızla kapatmak, Türk Halkı ile Avrupa Topluluğuna üye
ülke vatandaşları arasında sıkı bağlar kurmak, Türk Halkının hayat seviyesinin
yükseltilmesi çabasına destek vermek suretiyle Türkiye'nin ileride Topluluğa
tam üye olmasını kolaylaştırmak ve Roma Anlaşmasının esinlenmiş olduğu ülküyü
birlikte izleyerek, barış ve hürriyet güvencesini pekiştirmek.
Antlaşmada, Türk ekonomisinin kalkınmasına
yardımcı olmak üzere, Topluluğun, belli bir sürede, Türkiye'ye ekonomik
yardımda bulunmasının gerekliliği de ayrıca vurgulanmıştır.
6 Avrupa devletinden oluşan Avrupa
Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında bir ortaklık kuran Antlaşmanın
imzalandığı gün, devrin Başbakanı Sayın İnönü, Topluluğu, beşeriyet tarihi
boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur bir eser olarak takdim
etmiştir.
Başlangıçta bu kuruluşun aleyhinde olan
İngiltere, Norveç, Danimarka gibi Avrupa ülkeleri, daha sonra ısrarlı bir
şekilde Topluluğa müracaat etmişlerdir.
Hükümet, Meclisten antlaşmanın ivedilik ve
öncelikle müzakere edilmesini talep etmiş ve bu talep, zamanın bütün partileri
tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır.
Tarihin ilginç hadiselerinden biri de,
antlaşmanın imzalandığı yıl Dönem Başkanı, yine bugün olduğu gibi Hollanda ve
anlaşmayı bizim Meclisimizden önce onaylayan meclis, bugün müzakerelere
başlamamız konusunda nihaî kararda bizi en çok endişelendiren ülke olan Fransız
Meclisidir.
Antlaşma görüşülürken Mecliste yapılan
konuşmalarda, Türkiye ile Avrupa'yı birleştiren ortak zihniyet, yüzde 100
realist, makul, aydın, aydın tutum, modern ilmin metotlu kullanılışı, öğretim
ve eğitime verilen önem, ilerleme yolunda kararlı dinamizm ve vasıtaların
seçiminde kayıtsız pragmatizmdir. Bugün de eğer bir değerlendirme yapmak
istersek, en başta partimiz ve Sayın Başbakanımızla birlikte hükümetimiz ve
Mecliste bulunan bütün siyasî partilere mensup veya herhangi bir partiye mensup
olmayan milletvekilleri arasında Avrupa Birliği hususunda sürdürülen üstün
gayretlerin arkasında, hep aynı heyecan, aynı azim ve aynı niyeti görmekteyiz.
Bu tablo, cumhuriyetin ve Atatürkçülüğün hedefi olan uygarlık projesinin ne
kadar içselleştirildiğinin en somut göstergesidir de aynı zamanda.
Türkiye'nin AB'yle bütünleşmesi
konusundaki ikinci büyük adım, Nisan 1987'de başlayan ve Şubat 1990'da
sonuçlanan Türkiye'nin Avrupa Topluluğuna tam üyelik için yapmış olduğu başvuruyla
başlanan süreçtir. Bu adımla, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yeni bir
dönem başlamıştır. Türkiye'nin başvurusuna cevaben Avrupa Komisyonu raporunda
Türkiye'nin Topluluğa katılmaya ehil olduğu ifade edilmiş; ancak, o sırada
Topluluğun ve Türkiye'nin katılım müzakerelerine başlamaya henüz hazır olmadığı
hususu önemle vurgulanmıştır. Buna ek olarak, iki tarafın karşılıklı bağımlılık
ve bütünleşmesinin güçlendirilmesi imkânını sağlayacak gümrük birliğinin
tamamlanması, malî işbirliğinin ihyası ve yoğunlaştırılması gibi bir seri somut
önlemler de tavsiye edilmiştir. Ancak, Komisyon görüşünde, bir yandan Katma
Protokol gereği gümrük birliğinin tamamlanması öngörülürken, diğer yandan,
katılım müzakerelerine başlamaya Türkiye'nin hazır olmadığının belirtilmesi tam
bir çelişkiydi. Halbuki, İspanya ve Portekiz, gümrük birliğini, tam üyelik
süreci içerisinde gerçekleştirmişlerdir; başka bir ifadeyle, gümrük birliğini,
üye olduktan sonra tamamlamışlardır.
Türkiye, Kasım 1992'de yapılan Ortaklık
Konseyi toplantısında, Toplulukla ilişkilerini tam üyelik başvurusu
doğrultusunda geliştirmek amacı taşıdığını, bu çerçevede, 1995 yılı itibariyle
tamamlanması hedeflenen gümrük birliğine ilişkin yükümlülüklerini yerine
getireceğini de beyan etmiştir. Gümrük birliğinden sonraki süreçte, Lüksemburg
Avrupa Birliği Konseyinde, Türkiye'ye, diğer ülkelerin aksine, aday ülke
statüsü verilmemiş; ancak, siyasî ilişkiler Türkiye tarafından tek taraflı
olarak askıya alınmış olmasına rağmen, Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye hakkındaki
süreci, diğer aday ülkelere paralel bir şekilde yürütmüştür. Bu noktada bir
hatırlatma yapmak gerekirse, ekim ayından bu yana hepimizin gündemini yoğun bir
şekilde meşgul eden Avrupa Birliği Komisyonu raporu, o tarihten bu yana, her
yıl aynı zamanda yayımlanan raporların da beşincisidir.
Helsinki Avrupa Birliği Konseyi,
Türkiye'yi, 1999 yılından 2004 yılı sonuna kadar, Kıbrıs ve Ege sorunlarını
çözmesi şartına bağlı olarak, resmen aday ülke ilan etmiştir. Diğer aday
ülkelere benzer şekilde, 1993 Kopenhag Zirvesinde, Kopenhag Kriterleri olarak
konulan kriterleri karşılaması halinde, Türkiye'yle müzakerelerin gecikmeden
başlatılacağına dair karar ise 2002 yılı Kopenhag Avrupa Birliği Konseyinde
alınmıştır.
Bizden önceki hükümetler tarafından
başlatılan reform süreci, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi başta olmak üzere,
Meclisin tamamı tarafından büyük bir azim ve cesaretle sürdürülmüş, bu konuda,
Türk Milletinin Avrupa ile bütünleşme kararlılığı, çok güçlü bir şekilde, her
zaman teyit edilmiştir. 2002 yılı seçimlerinin sonucu teşekkül eden bu Meclis,
hem fert fert milletin temsilcileri hem de partiler olarak, yıllardır bir elit
projesi olarak takdim edilen Birliğe tam üyelik projesini Türk Milletinin bir
projesi haline dönüştürerek, bu projenin demokratik meşruiyeti ve başarısı
açısından en büyük katkıyı yapmıştır. Bu tarihî dönüşüm sayesindedir ki, iki
yıl içerisinde, Türkiye'de, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin garanti
altına alınması, hukuk devleti ilkelerinin yerleşmesi ve demokrasinin perçinlenmesi
alanlarında, âdeta, sessiz bir devrim gerçekleştirilebilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Avrupa Komisyonunun yaklaşık iki ay önce yayımlamış olduğu Türkiye hakkındaki
ilerleme raporu ve diğer belgelerin içeriğinde yer alan birkısım olumsuz
hususlar zaman zaman üzüldüğümüz, umutsuzluğa kapıldığımız, hatta bu iş
olmayacak dediğimiz anlar yaşattı bize. Hükümet ve Meclisimizin değerli üyeleri
âdeta bir seferberlik halinde, bizim, Türk Devleti ve Milleti olarak hiçbir
şekilde kabul edemeyeceğimiz unsurların; yani başka bir ifadeyle millî
pozisyonumuzun hükümet ve devlet başkanları zirvesinde dikkate alınması
konusunda lüzum eden her şeyin fazlasının yapıldığına şahit olduk ve
olmaktayız, bundan dolayı da herkese müteşekkiriz.
17 Aralığa kadar devam edecek olan
müzakerelerin, bizim resmen eşit bir taraf olarak masada henüz yer almadığımız
bir zeminde sürdüğünü unutmamalıyız. Dolayısıyla, bizim hakkımızda alınacak
nihaî kararın, bizimle onlar arasında bir müzakere olduğu kadar, üye devletlerin
kendi aralarında ve aynı zamanda Avrupa kurumları arasında da bir müzakere
olduğunu hep bir realite olarak değerlendirmelerimizde hatırda tutmamız
gerektiğini düşünüyorum.
Komisyon raporu ve tavsiyesiyle zirveden
çıkacak nihaî karar Avrupa milletlerinin, millî devletlerin ve Avrupa
kurumlarının her aşamasında yer aldığı ve katkı sağladığı, istediklerini
maksimize etmeye çalıştıkları bir sürecin sonunda oluşmuş ve oluşacak bir
karardır.
Komisyonun görüşleri açıklandıktan sonra,
ne yazık ki, devletimizin bazı vatandaşları, hükümetin ve Meclisin tanımış
olduğu hakları farklı anlamışlardır. Üzüntüyle karşıladığımız bu durumun
mümessillerini bu kürsüden sağduyuya davet etmenin hepimizin görevi olduğuna
inanıyorum. Karşı takımın ceza sahasına girince forma değiştirmenin ne takım,
ne maç anlayışıyla bağdaştığını, ne de seyirci tarafından tasvip edileceğini;
ne bu maçın, ne de bundan sonraki maçların neticesine tesir edeceğini bilmeleri
gerektiğini de hatırlatmak istiyorum.
Avrupa Birliğine girmemizin anlamının trene,
uçağa, otobüse binip topyekûn vatanı terk etmek olmadığını, yine bu adreste,
aynı vatanda, aynı devletin çatısı altında yaşayacağımızı bir değil bin kez
hatırlatmak istiyorum.
Son günlerde benzeri olaylarla şahit
olduklarımız ve neticeleri, uzun zamandan beri Kopenhag Kriterlerinin Türkiye
için yorumunda giderek belirgin bir şekilde yer almaya başlayan bir felsefenin
-ki bu felsefe bizi çok üzen bir felsefedir- ipuçlarını da hatırlattı bize.
Biliyorsunuz, 1993 Zirvesinde, Kopenhag'ta ilan edilen kriterlerin Avrupa
Birliğine aday ülkeler için zımnen takibi, Strasburg'ta, Avrupa Konseyinde, üye
olan, ancak esasen aday ülkeleri hedef alan bir denetim mekanizması getirilmesi
suretiyle çözüme kavuşturuldu. Aday ülkelerin, önce burada denetim mekanizmasından
geçmeleri istenildi. Kopenhag Siyasî Kriterlerinin yerine getirildiği teyidi,
ancak böyle bir mekanizmayla sağlandı.
1949 yılında kurucu ortak olarak yer alan
Türkiye, 1996 yılında, insan hakları ve demokrasi açısından Avrupa Konseyi
tarafından denetlenmesi gereken ülkeler arasına alındı. Geçen haziran ayındaki
genel kurul oturumunda Türkiye hem Avrupa Birliğine aday hem de denetlenen ülke
olma durumundan kurtulmuş oldu.
Bu bilgiyi şunun için vermek istedim:
Avrupa Birliği sürecindeki gecikmeler, hızla değişen ve yeni üyeleriyle yeni
sorunlar yaşayan Avrupa Birliğinin Türkiye için de benzeri korkuları yaşamasına
sebep olmaktadır. Avrupa Birliğinin ürettiği her yeni formülün, biz benzeyelim
veya benzemeyelim, bize de uygulanmasına doğru gidilmektedir. Bunun sebebi de,
bazılarının, millet olarak yaşadığımız tarihî ve siyasî tecrübeyi, ısrarla,
Avrupa'nın, sonra da totaliter rejimlerden gelen Avrupa Birliğinin yeni üyesi
milletlerin tarihiyle özdeşleştirme çabalarıdır. Bu önyargılı tutumu yenmek,
bizim birinci vazifemiz olmalıdır.
Türk Milleti, bugünkü Avrupa
bütünleşmesinin en büyük motive edici gücü olan İkinci Dünya Savaşının dışında
kalmıştır; yani, Türk Devleti ve Milleti o acıları yaşamamış, toplumdaki
farklılıkları yok etmek için de herhangi bir soykırım yapmamıştır. İkinci
olarak, Türk Devleti ve Milleti, çok kısa süreli kesintiler istisna, yarım asrı
geçen totaliter rejimler altında da yaşamamıştır.
Dün Fransa tarafından son anda ortaya
atılan sözde Ermeni soykırımının tanınması hadisesi, onlardan bazılarının,
lobilerin de baskısıyla, işlenmeyen bir günahı politik amaçlarla ikrar ettirip,
bu milletin tarihini bir şekilde başkalarının tarihleriyle özdeşleştirme
gayretidir.
Bu noktada bir hatırlatma yapmak
istiyorum: Avrupa Birliği Anayasası Anlaşmasının dibacesine konulmak istenilen
ve daha sonra konulamayan, Avrupa'nın bir İbrani-Hıristiyan geçmişten geldiğine
atıf yapılması ibaresi, sanıldığı gibi, konvansiyon üyelerinin ya da Avrupa'nın
dine karşı olmalarından dolayı değil, bilakis, bu noktanın Avrupa tarihinde
hatırlanmasında hiçbir fayda görülmeyen, hatta bazı hatıraları canlandıracağı
için zararlı olacağına ve dolayısıyla sessiz kalınmasının daha faydalı
olacağına dair görüşün ağır basmasından kaynaklanmıştır. Yoksa, 51 inci
maddeyle, dinî hayat ve kiliselerle ilgili hükümler, ilk kez en yüksek belge
olan anayasal anlaşmada yer alamazdı.
Bu noktada şunu belirtmek istiyorum: Bu
geminin içinde bulunan herkesin, bu süreçte son derece dikkatli olması
gerektiği, gemiye ve onun içindekilere olan güvenlerinin her zamankinden daha
fazla olmasının, geminin topyekûn güvenliği ve itibarlı olmasını sağlayacağı ve
bunun da herkesin faydasına ve hayrına olacağı ve sonuçta herkesi daha güçlü
kılacağı gerçeğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Buradan, ayrıca, Avrupalı dostlarımız
tarafından önemsenmediği farz edilerek, onlar tarafından ziyaret edilmeyen
vatandaşlarımıza da seslenmek istiyorum: Hiç merak ve endişeye kapılmasınlar,
Türkiye, devleti ve milletiyle birlikte bir bütün olarak AB'ye girecektir;
çünkü, Avrupa Birliği, meşruiyetini, onu teşekkül ettiren devletlerin ve o
devletlerin meclislerinin ve hükümetlerinin meşruiyetinden alır ve yeni
anayasada da bu böyle olmaya devam edecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmamın son bölümünde, Yüce Meclisi, Avrupa'yı kuran anayasal anlaşmayı
hazırlamak üzere toplanan Avrupa Konvansiyonu Meclisinde temsil etmiş bir
milletvekili olarak, Avrupa'nın gelecekteki siyasî yapısının bizim tam üyelik
sürecine etkisi konusunda fikirlerimi ifade etmek istiyorum.
Bizlerin de, temsilci olarak, geçen yıl
Selanik Zirvesi öncesinde taslak olarak Yüce Meclis adına imza koyduğumuz
Avrupa Birliği Anayasası Anlaşması, hükümetler tarafından son şekli verilerek
imzalanmış ve şu anda üye devletler tarafından onay aşamasındadır. Daha önce
cari olan bütün anlaşmaların yerine geçen bu anlaşmanın hükümleri ve
kazanımları, anlaşma daha onaylanmadan, fiilî olarak yürürlüğe konulmuş
durumdadır. Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra oluşacak Parlamento
kompozisyonunun, Komisyon Başkanını, yani Avrupa Başbakanını belirleyeceği
görüşü, bu yeni anlayışla anayasal anlaşmaya yansımış ve Belçika Başbakanı en
güçlü aday olmasına rağmen, Parlamentodaki en büyük grubun adayı Sayın Barosso,
Avrupa Birliği Başbakanı olmuştur.
Türkiye hakkındaki komisyon raporunda da,
özellikle müzakerelerin yöntemi konusunda anayasal anlaşmaya doğrudan atıflar
vardır. Peki, bu anayasal anlaşma, bizi doğrudan etkileyecekse,bu çerçevede
öngörülecek politika enstrümanları nasıl çalışacaktır, şimdi, bu soruyu
cevaplandıralım.
Avrupa'nın daha demokratik ve daha meşru
olması hususu, Avrupa Birliği Anayasasının en temel amacıydı. Birliğin karar
alma mekanizmasında yapılan, oybirliğinden nitelikli oyçokluğuna geçiş,
kurumsal çerçevede ise Avrupa Birliği Parlamentosu karşısında millî
parlamentoların rolünün artırılması ve şimdi uygulanmakta olan 6'şar aylık
rotasyon biçimindeki başkanlıktan, 2,5'ar yıllık ve bir kez yenilenmek üzere
yenilenebilir bir daimî başkanlık sistemine geçiş en köklü değişikliklerdir.
Peki, bu ne anlama gelmektedir; bundan
böyle, Avrupa, daha siyasî bir Avrupa olacaktır. Tek tek hükümetlerin, dönem
başkanlığı kozunu kullanarak, içpolitikalarını Avrupa Birliği politikası haline
getirmeleri önlenecektir. Bilakis, bugün, şu aşamada, ikna etmek için mücadele
ve müzakere etmek zorunda kaldığımız pek çok husus Avrupa'da hükümetlerin birer
içsiyaset malzemesidir. Mesela, dönem başkanlığı Yunanistan'da olduğunda
Avrupa'nın önceliklerinin önüne Yunanistan'ın öncelikleri geçemeyecektir artık.
Özetle, Türkiye için kabul edilmesi çok zor olan pek çok mesele, Avrupa'nın
önceliği değil, çoğu zaman, millî hükümetlerin siyasî öncelik olarak addettiği
meselelerdir. Dolayısıyla, daha çok Avrupa fikrinin yerleşmesi, bizim için son
derece kolaylaştırıcı bir zemin de hazırlayacaktır. En azından, bizim de sivil
diplomasi yollarını kullanarak bunu aşmamız ve lehimize çevirmemiz daha kolay
olacaktır.
Size son iki yıl içerisinde yaşadığımız
çok önemli bir vakıayı hatırlatmak istiyorum. Anayasal anlaşmanın hazırlanmasının
konvansiyon sürecinde, Meclisimiz ve hükümetimiz diğer aday ülkelerle birlikte
temsil edildi. Ancak, iki yıl önceki Kopenhag Zirvesi kararında, söz konusu
anlaşmanın "hükümetlerarası konferans" dediğimiz nihaî aşamasına,
sadece müzakereye başlanmış aday ülkelerin -yani, Romanya ve Bulgaristan
kastedilerek- katılabileceği ifadesi vardı. Bu açık hükme rağmen, Meclisin ve
hükümetin başarısı gözönüne alınarak, Selanik Zirvesinde -hem de Yunanistan'ın
dönem başkanı olduğu bir zirvede- Türkiye'nin de, müzakereye başlanmış aday
ülke gibi, hükümetlerarası konferansa davet edilmesine karar verilmiştir.
Sonuç olarak, Avrupa daha Avrupa oldukça
Türkiye'nin de katkısı giderek artacaktır. Daha çok Avrupa siyaseti
doğrultusunda gelişecek Avrupa anlayışı, bugün iki taraf arasında görülen pek
çok sıkıntıyı da bertaraf edecektir. 1963'te başlayan ruh ve anlayış, daha
büyük bir heyecanla devam edecektir. Bu ruh ve anlayışın bize yansıması ise,
başta devlet ve siyaset kurumları olmak üzere, demokratik meşruiyeti güçlendirilmiş
ve Avrupa kurumlarıyla, sadece ekonomik değil, aynı zamanda demokratik olarak
da rekabet edebilecek bir siyasal sistemin topyekûn herkes tarafından
desteklenmesi olmak zorundadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Ankara Antlaşmasının dibacesinde ortaya konulan amaçları hatırlatarak sözlerime
başlamıştım; sonuç bölümünde, Avrupa Birliği Anayasası Anlaşmasının
dibacesinden birkaç alıntı yapmam hususunda müsaadelerinizi istirham ediyorum.
Dibace, bir alıntıyla başlamaktadır:
"Anayasamıza 'demokrasi' adı verilir; çünkü, iktidar, azınlığın değil,
çoğunluğun elindedir." Devam ediyor: "En zayıfı ve en yoksunu da
dahil olmak üzere, tüm sakinlerinin iyiliği için, bütünleşmiş Avrupa'nın bu
uygarlık, ilerleme ve refah yönünde yol alma niyetinde; kültüre, öğrenmeye ve
toplumsal ilerlemeye açık bir kıta olarak kalma isteğinde ve kamu yaşamının
demokratik ve şeffaf yapısını geliştirme ve tüm dünyada barış, adalet ve
dayanışma için gayret gösterme arzusunda olduğu inancıyla, Avrupa halklarının,
kendi ulusal kimliklerinden ve tarihlerinden gurur duyarak, geçmişteki
bölünmelerini aşmaya ve her zamandan daha yakın bir şekilde, ortak bir kaderi
paylaşmaya kararlı olduklarına kani olarak..."
Avrupa ülkeleri ve vatandaşlarının, iyi ve
gereken biçimde kurulmuş tüm yetkilerini karşılıklı birbirine teslim etmiş
oldukları hususlar vurgulanmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ZEKERİYA AKÇAM (Devamla) - Anayasal
anlaşmaların amaçlarından en önemlisi de şudur: "Birlik, diğer ülkeler ile
ilişkilerinde kendi değerlerini ve çıkarlarını savunur ve destekler. Barışa,
güvenliğe, dünyanın sürdürülebilir kalkınmasına, kişiler arasındaki karşılıklı
saygı ve dayanışmaya, özgür ve adil ticarete, yoksulluğun ortadan
kaldırılmasına, özellikle çocuk hakları başta olmak üzere, insan haklarının
korunmasına ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının ilkelerine saygı gösterilmesi
de dahil olmak üzere, uluslararası hukuka harfiyen uyulmasına ve
geliştirilmesine katkıda bulunur."
Değerli milletvekilleri, inanıyorum ki, Türk
Milletinin daha demokratik olma inancı ve azmi, Avrupa Birliği üyeliği
çerçevesinde perçinleşecek, Türk Devleti ve Milleti, Avrupa Birliğinin en güçlü
devleti ve milleti haline gelecektir. Tarihe şöyle bir baktığımızda, her
milletin, onları diğer milletlerden öne çıkaran mümeyyiz bir vasfı vardır. Bu
milletin ve devlet geleneğinin en mümeyyiz vasfı da yönetim konusunda göstermiş
olduğu tarihî başarıdır. Bu tarihî mirastan hareketle, en büyük medeniyetlerden
birinin temsilcisi olarak, bizlerin, barış ve huzura yönelecek en büyük tehdide
karşı en sadık müttefikler olduğumuzu ve medeniyetler arasında kurulacak her
türlü dayanışmanın da en yılmaz savunucuları olacağımızı bu kürsüden
hatırlatmak istiyorum.
Sonuç olarak, başta hükümetimiz olmak
üzere, Mecliste ve Meclis dışında bu yolda emek harcayan herkese müteşekkir
olduğumuzu ifade ederek, Türk Milletinin hükümetine ve Meclisine karşı destek
ve güveninin her zamankinden daha güçlü bir şekilde devam ettiği inancımı
herkesle paylaşmak istiyorum ve tekrarlamak istiyorum.
Hepinize çok teşekkür ediyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Akçam, çok teşekkür
ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına,
Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal; buyurun. (CHP sıralarından ayakta
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet tarihimizin en önemli dönüm
noktalarından birisinde bulunuyoruz. Üç gün sonra toplanacak olan Avrupa
Birliği zirvesinde ülkemizle ilgili olarak alınacak olan karar, yalnız bugün
için değil, ülkemizin geleceği, gelecek kuşaklarımızın refahı, saadeti ve
güvenliği açısından da çok büyük önem taşıyacaktır. O bakımdan, bu konuyu
günlük politika düşüncelerini tamamen bir tarafa bırakarak, iktidarıyla
muhalefetiyle, tam bir millî görev ve sorumluluk anlayışı içinde
değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün tarihî
bir görev yapacaktır. Umuyorum, bu görüşmelerimizin sonucunda, Yüce
Meclisimizin ortak iradesini yansıtacak bir metin üzerinde görüş birliğine
varmamız ve Meclisin iradesini dünyaya ilan etmemiz mümkün olacaktır,
olmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin Avrupa
Birliği üyeliği, bu süreç, cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana sergilediğimiz
çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak hedefimizin ve bu yolda harcadığımız
çabaların bir ürünüdür. Cumhuriyetimizi kuranların başlattığı büyük reform
hamlesi, ülkemizin Avrupa Birliği üyeliği sürecine sokulmasının temel harcını,
omurgasını hazırlamıştır. Atatürk döneminde yapılan köklü reformlar olmasaydı,
Türkiye'nin, bugün, Avrupa Birliğine aday olması bile söz konusu olamazdı.
Şimdi, bizim, Parlamento olarak
yaptığımız, çağdaş, laik ve demokratik bir cumhuriyet olan Türkiye'nin, uzun
bir süreden beri olmuş olan Türkiye'nin mevzuatını Avrupa normlarına ve Avrupa
Birliğinin kurallarına uydurmaktır. Bu çalışmayı yürütürken, biz, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak, gelmiş geçmiş bütün hükümetlere ve bütün parlamentolara
destek verdik; çünkü, biz, inanıyoruz ki, Türkiye'nin Avrupa'yla bütünleşmesi,
cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürdürdüğümüz çağdaşlaşma sürecinin en son
halkasını oluşturacaktır.
Biz, 1963 yılında, ülkemizin tam üyeliği
hedefine de açıkça yer veren Ortaklık Anlaşmasını İsmet İnönü'nün Başbakanlığı
döneminde imzalarken, Avrupa ailesiyle bütünleşme irademizi de ortaya
koymuştuk. Avrupa da, aynı şekilde, tam üyelik koşullarını yerine getirdiğimiz
takdirde, Türkiye'ye tam üyelik verme iradesini açıkça belirtmişti. O tarihten
bu yana, Avrupa liderlerinin Türkiye'ye verdikleri mesaj daima şu olmuştur: Tam
üyelik sizin elinizdedir. Siz, gerekli reformları yaparsanız, Avrupa'nın
kapıları size açık olacaktır.
Şimdi ne görüyoruz; şimdi, bazı Avrupalı
liderler, Türkiye hazır olsa da, bizi tam üye yapmaya arzulu olmadıkları
izlenimini veriyorlar. Bize, tam üyeliğin altında özel statü veya imtiyazlı
ortaklık denilen bir statü vermeye çalışıyorlar. Bazıları daha ileri giderek,
topraklarının çoğu Asya'da olan bir ülke Avrupa Birliğine giremez diyorlar.
Şimdi, onlara sormak gerekir; 1963 yılında
tam üyeliğimizi öngören anlaşmayı imzalarken, Türkiye'nin coğrafî konumundan
haberdar değil miydiniz?! 1949 yılında Türkiye'yi Avrupa Konseyine, daha sonra
Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütüne alırken, Türkiye'nin haritadaki yerini
bilmiyor muydunuz?! Daha birkaç ay önce Güney Kıbrıs'ı üye yaparken, bu Ada'nın
coğrafî açıdan Avrupa kıtasında olmadığını fark etmediniz mi?!
Bu iddiaların ciddiye alınacak tarafı
yoktur; ancak, açıkça anlaşılıyor ki, bazı Avrupalı önemli siyasî
şahsiyetlerde, önemli siyasî partilerde, hatta bazı Avrupa Birliği üyesi
ülkelerin hükümetlerinde, Türkiye'nin tam üyeliği yolunda yeterli siyasî irade
henüz tam oluşmamıştır. İşte, Türkiye'nin üyelik süreci, böyle elverişsiz bir
siyaset ortamında Avrupa'nın gündemine girmiştir.
Gün geçmiyor ki, bir Avrupalı siyasî
yetkilinin ağzından veya Avrupa'nın önemli bir gazetesinin köşeyazarının
kaleminden, ülkemizi küçültücü, halkımızı incitici sözler duymayalım. Biz,
Türkiye'nin Avrupa üyeliğini kuvvetle destekliyoruz. Bunun için Avrupa
hukukunun gerektirdiği adımları atmaya da hazırız; ama, devletimizin itibarını,
milletimizin haysiyetini feda etmeye hazır değiliz. O bakımdan, hükümetten, bu
gibi yakışıksız, küçültücü, itibar kırıcı sözlere, davranışlara anında hak
ettiği cevabı vermesini bekliyoruz. Türkiye, 17 Aralıkta, bir tarih alma uğruna
her şeyini feda etmeye hazır bir ülke olarak gözükmemelidir.
Biz, aynı hassasiyeti, Türkiye'nin üyelik
süreciyle ilgili raporların, belgelerin, metinlerin hazırlanması sırasında da
göstermeliyiz. Bu konuda elimizdeki en önemli belgelerden biri olan Türkiye'nin
Avrupa Birliğiyle üyelik sürecini, 17 Aralıktaki zirve toplantısını
şekillendiren temel belgeyi, yani, Avrupa Birliği Komisyonunun hazırladığı
raporu bu açıdan ayrıntılı bir şekilde inceleme ihtiyacı vardır. Bu rapor
hazırlanmadan önce, Komisyonun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen defalarca
Türkiye'yi ziyaret etti, hükümet yetkilileriyle konuştu, başka temaslarda da
bulundu. Her defasında verdiği mesaj şu oldu: Eğer Avrupa Birliğine üye olmak
istiyorsanız, şu şu kanunları çıkarmalısınız, şu uygulamalara dikkat
etmelisiniz, sizden beklenen şu adımları atmalısınız. Bu temasların hiçbirinde
Verheugen, Türkiye'ye, bütün bunları yapsanız bile, size ancak özel bir statü
verilebileceği ihtimaline hazır olmalısınız dememişti.
Türkiye, üzerine düşen bütün
yükümlülükleri yerine getirmiştir. Bundan önceki hükümet döneminde başlatılan
anayasa ve yasa değişiklikleri son iki yılda daha ileri götürülmüş ve
Türkiye'den beklenen her şey yerine getirilmiştir. Verheugen, Türkiye'ye
yaptığı son ziyarette bu çabalarımızdan dolayı övgü dolu sözler söylemiştir,
Türkiye'nin önüne yeni koşullar çıkarılmayacağını belirtmiştir, Güney Kıbrıs'ın
tanınması gibi bir koşulun olmadığını resmen söylemiştir ve çok iyimser bir
havanın yaratılmasına katkı vermiştir; ama, aynı zatın, raporun
yayımlanmasından birkaç gün önce yabancı basında yayımlanan bir demecinde,
raporda Türkiye'nin çok zor hazmedebileceği koşullar bulunduğunu açıkladığını
da anımsıyoruz. Bu arada ne oldu; ne değişti de, Türkiye'nin çok lehine gözüken
bu hava birdenbire olumsuz bir mecraya girdi?.. Sadece, Avrupa Birliği
Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen'in sözlerinden değil, çok
sayıda Avrupalı devlet adamının demeçlerinden de, Avrupa'da, Türkiye'nin
üyeliği konusunda olumlu rüzgârlar estiğini görüyorduk. Birdenbire ne oldu; şu
oldu: Maalesef, hükümet, durup dururken, hiç gerek yokken, zinanın suç
sayılmasını öngören bir yasa değişikliği önerisiyle ortaya çıktı. Kendilerini
uyardık. Bunun hiçbir Avrupa ülkesinin mevzuatında olmadığını söyledik.
Avrupa'dan büyük tepki çekeceğimizi anlattık; ne yazık ki, dinletemedik.
Hükümeti bu yanlış adımından döndürmek için, Parlamentonun tatile girmesini
geciktirmeyi önerdik. Hükümete hatasını düzeltmesi için bir fırsat yaratmak
istedik; ama, maalesef, Sayın Başbakan o tarihte mesajımızı alamadı,
uyarılarımıza kulak vermedi, Avrupa'dan gelen bazı eleştirilere de kulaklarını
tıkadı, hatta, daha ileriye giderek "biz Türküz, böyle baskılara boyun
eğmeyiz" diye, hamaset kokan açıklamalar yaptı.
Aslında, Sayın Başbakanın, geçmiş iki
yıllık iktidarları döneminde bu sözleri söylemesini gerektiren pek çok
baskılarla karşılaşmıştık. Bunların başında Kıbrıs konusunda yapılan baskılar
geliyordu. Sayın Başbakan, o baskılar karşısında sergilemediği o tavrı zina
konusunda sergiledi ve bu tavrını da, dinimizin bir icabını yerine getirdiği
izlenimini vererek yaptı. Bu, Avrupa'da büyük tepki yarattı. Brüksel'e yaptığı
bir ziyaret sırasında Sayın Başbakan bu tutumunda direnemeyeceğini gördü ve
geri adım attı. Zinayı suç sayma girişiminden vazgeçti, biz Türküz, baskılara
boyun eğmeyiz sözünü unuttu; ama, Türkiye, bu işten büyük yara aldı ve bu yeni
oluşan hava, 6 Ekimde yayımlanan Komisyon raporunun Türkiye bakımında çok
sakıncalı bir biçimde şekillenmesine en büyük katkıyı yaptı.
AKP'li ve CHP'li üyelerden oluşan
Parlamento heyetlerimiz, Avrupa ülkelerinde yaptıkları temaslarda, yabancı
parlamenterlerden sık sık şu sözleri dinlediler: "Her şey olumlu giderken,
kendi ayağınıza ateş ettiniz. O zamana kadar sesini çıkaramayan Türkiye
aleyhtarı gruplara koz verdiniz. Dostlarınızı sizi savunma imkânından yoksun
bıraktınız. Bugün bu öneriyi yapan Türk Hükümetinin, yarın dinî düşüncelerle,
Avrupa normlarıyla bağdaşmayan yeni öneriler getirmeyeceğinden nasıl emin
olabiliriz..."
Yani, değerli arkadaşlarım, Sayın
Başbakanın zina konusundaki yanlış tutumu, ülkemize duyulan güveni azalttı ve
Türkiye'yi Avrupa Birliği üyeliğine götürecek süreci zora soktu. İşte, bu hava
içinde, evvelce çok daha olumlu ifadeler içereceğini beklediğimiz Avrupa
Komisyonu raporu, bizim açımızdan hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bazı
koşullarla ve kısıtlamalarla dolu olarak çıktı.
1999 Aralığındaki Helsinki Zirvesinde,
Türkiye'ye diğer adaylarla eşit kriterlerin uygulanacağı, yani, eşit muamele
yapılacağı yolunda bir karar alınmıştı. Oysa, Komisyon raporu, Türkiye'ye
tamamen farklı kurallar getirmekte ve hiçbir aday ülke için öngörülmeyen
kısıtlamalar içermektedir.
Örneğin, Türkiye'yle yapılacak
müzakerelerin ucunun açık olduğu söyleniyor. Bazı iyimser yorumcular, bunun,
zaman açısından değerlendirmesini yaparak, müzakerelerin ne zaman biteceğinin
belli olmadığı şeklinde yorumlanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Oysa, başta
Fransa Devlet Başkanı ve Avusturya Başbakanı olmak üzere pek çok Avrupalı
devlet adamı, Türkiye'ye tam üyeliğin dışında çözümler de önerilebileceğini,
özel bir statü verilebileceğini açıkça ifade ettiler. Fransa daha ileri gitti;
Cumhurbaşkanı Chirac, eğer müzakereler tam üyelikle sonuçlanırsa, üyelik
anlaşmasını Fransız Halkının onayına sunacağını söyledi; yani, siz her konuda
anlaşsanız, istenilen bütün tavizleri verseniz bile, sonunda Fransız Halkının
yüzde 51'i olumsuz oy kullandığı takdirde, Türkiye üye olamayacak; işte,
verilen mesaj budur.
Komisyon raporunda, ayrıca, Türkiye'ye
başka hiçbir üye için öngörülmeyen, hatta, Avrupa Birliğini meydana getiren
yasalarla taban tabana zıt olan kısıtlamaların da uygulanabileceği yazılmış
bulunuyor. Komisyon raporunun "Konseye Tavsiyeler" bölümünde, Türk
işçilerinin serbest dolaşımının sürekli olarak kısıtlanabileceği söyleniyor.
Eğer bu yola gidilirse, Türkiye tam üye olamayacak demektir. Zira, hiçbir
Avrupa Birliği üyesi, Avrupa Birliğinin dört temel unsurundan biri olan
insanların serbest dolaşım hakkından sürekli olarak mahrum edilmiş değildir.
Bu, Avrupa Birliğinin temel felsefesine de aykırıdır; ama, bizim için bu
öneriliyor. Ayrıca, müzakerelerin askıya alınması, müzakere edilecek her bölüm
için ayrıca kriterlerin tespiti, kriterlerin müzakerelere başlarken
önerilebileceği gibi, müzakereler aşamasında, müzakere bittikten sonra da
önerilebileceği gibi, başka ülkeler için uygulanmayan bir anlayışa bu
raporlarda yer veriliyor. Bununla da kalmıyor, Lozan Antlaşmasına açıkça aykırı
olan bazı öneriler ve beklentiler dile getiriliyor.
Lozan'da azınlık olarak tanınmayan bazı
dinî ve etnik grupların azınlık statüsüne alınması isteniyor. Gene, Lozan'da
tanınmayan patriğin ekümenik statüsünün kabulü talep ediliyor.
Raporda, Ermenistan'la ilgili beklentiler
de yer alıyor. Türk-Ermeni sınırı açılmalıymış ve Türkiye ile Ermenistan
-onların tabiriyle söylüyorum- 1915-1916 yıllarında yaşanan trajik olaylar
konusunda uzlaşmaya varmalıymış! Ermenistan'ın, mevcut sınırı tanımadığından,
Türkiye'den toprak talebinde bulunmaya devam ettiğinden raporda bahis yoktur.
"Geçmişteki trajik olaylarla ilgili uzlaşmaya varın" sözleri de,
sözde soykırımı tanıyın talebinin üstü kapalı bir biçimde ifade edilmesi
anlamına geliyor.
Ayrıca, Dicle ve Fırat Havzalarındaki
barajların ve sulama sistemlerinin Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinden sonra
uluslararası yönetime sokulabileceğinden söz ediliyor. Avrupa hukukunda bunun
yeri var mı; yok; ama, bizden isteniyor.
Güney Kıbrıs'ı "Kıbrıs
Cumhuriyeti" olarak tanımamız, gene diplomatik bir dille öneriliyor.
Öcalan'ın yeniden yargılanması için,
yasalarımızın değiştirilmesi isteniyor. Buna benzer daha birçok talep raporda
yer alıyor.
İşin üzücü tarafı şu ki, bu rapor
yayımlandıktan birkaç saat sonra, Sayın Başbakanımız, verdiği bir demeçte, bu
raporu olumlu ve dengeli bulduğunu söylemiştir. Bu, Türk siyasî tarihinde
yapılmış en büyük gaflardan birisidir. (CHP sıralarından alkışlar) Siz,
ülkenize tam üyeliğin altında çözümler öneren, diğer hiçbir adaya reva
görülmeyen, sürekli kısıtlamalar isteyen, Lozan'a ters düşen, seksen yıllık
dışpolitikamıza aykırı hususlar içeren bir raporu, nasıl olumlu ve dengeli bir
metin olarak nitelendirebilirsiniz?! Üstelik, belli ki, bu raporu tam
inceleyememişsiniz, inceleyecek vaktiniz olmamış. Bu rapor, daha tercüme edilip
önünüze konulmamış. Bu açıklama, raporun açıklanmasından birbuçuk saat sonra
yapılıyor. Böyle alelacele olumlu bir beyanda bulunmaya niçin ihtiyaç duydunuz?
Raporu inceleyelim, görüşümüzü kamuoyuna daha sonra açıklayacağız demek çok mu
zordu?!
Değerli arkadaşlarım, içpolitika
kaygılarıyla, içeriye "bir başarı kazandık, beklenen rapor olumlu çıktı,
istediğimiz gibi rapor alabildik" mesajını verebilmek için, rapor buna hiç
elverişli bir nitelik taşımadığı halde, siz, alelacele böyle bir beyanda
bulunursanız, sadece yanlış bir değerlendirme yapmış olmakla kalmazsınız, aynı
zamanda bu rapor karşısında ülkemizin vermek zorunda olduğu mücadeleye en büyük
zararı getirirsiniz. Herkesin tepkiyle karşılanacağından kaygı duyduğu,
Verheugen'in "zor hazmederler bunları" dediği raporu siz kolayca
hazmettiğiniz mesajını verirseniz, tam üyelik dışında bir statüye gönüllü
olduğunuz izlenimini, intibaını, umudunu yabancılara verirsiniz; bu da,
Türkiye'nin müzakere sürecine verilebilecek en büyük zararı oluşturur.
Biz, daha rapor yayımlanır yayımlanmaz,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir komisyon kurduk, raporu satır satır
inceledik ve biraz önce bazı örneklerini verdiğim sakıncaları, ülkemiz
açısından hiçbir koşulda kabul edilmeyecek hususları saptadık. Bu konuda
hükümeti uyardık. Bu tespitlerimizi arkadaşlarımız, Meclis Avrupa Birliği Uyum
Komisyonunda Sayın Dışişleri Bakanına bizzat duyurdular, ayrıca, Plan ve Bütçe
Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken aynı uyarıları bir kez
daha yaptık. Bu manzara karşısında Türkiye'nin tutumu ne oldu, bunu öğrenmeye
çalıştık. Sonunda ortaya çıktı ki, Sayın Dışişleri Bakanımız, gördüğü bazı
eksiklikleri, mektupla, Avrupa Birliği üyesi Dışişleri Bakanlarına
bildirmiştir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bu rapor
karşısında takınmış olduğu bu tavrın bu şekilde ortaya çıkmış olması bile,
Türkiye'nin Avrupa Birliği karşısında takınmak zorunda olduğu tavrı
takınmadığının en ciddî ifadesidir.
17'sinde zirve toplanacak Brüksel'de.
Zirvede, devlet başkanları, hükümet başkanları var. Türkiye'nin, daha, bizim
şikâyetlerimiz sonucunda geçen hafta gerçekleştirilen toplantılar yapılıncaya
kadar, Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, resmen hükümetimizin, devletin temel
kurumlarının ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bu rapor ve bu anlayış
karşısında, tarihimizin en önemli dönüm noktasına giderken, nasıl bir
değerlendirme yaptığını öğrenme fırsatı olmamıştı. Sanki, bize neyi münasip
görürlerse onunla yetinmeye hazır olduğumuz izlenimini veriyorduk. Sadece
görevimizi, bize verilecek olan kararı olabildiğince iyimser yorumlarla kendi
kamuoyumuza aktarmaktan ibaret bir görevle yükümlü olduğumuzu düşünüyorduk;
böyle bir yaklaşım içindeydik. O kararı değiştirmeye, bu yanlış tutumu
düzeltmeye yönelik etkin bir mücadele, Türkiye son bir haftaya gelinceye kadar
verilmemiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yani, önce, zina
kriziyle raporun olumsuz çıkmasına neden olunmuştur, arkasından, bu rapor
olumlu bir rapor diye ilan edilerek ve yapılacak hiçbir şey yokmuş gibi, bize,
doğal olarak ne vereceklerse onu kabul etmeye mecburmuşuz gibi bir anlayış
içerisinde, Türkiye, pasif, edilgen, teslimiyetçi bir yaklaşımla bu süreci
geçirmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak büyük tepki
gösterdik, herkesin görüşünü açıklaması, Türkiye'nin devlet politikasının
ortaya konulması gerektiğini ifade etmeye gayret ettik. Eksik olmasınlar, Sayın
Cumhurbaşkanına, Başbakan ve Dışişleri Bakanımız, Dışişleri Bakanlığımız
yetkilileri giderek, bilgi verdiler ve devlet zirvesinden bir ses duymak
olanağını elde ettik. Daha sonra bizi ziyaret ettiler, o ziyaret vesilesiyle,
değerlendirmelerimizi anlattık. Hükümetin de bu değerlendirmeleri paylaştığını
gördük; ama, bunlara karşı gerekli, etkin tavrı kamuoyunda açık bir biçimde
söyleme konusunda tereddütler içinde olduğunu müşahede ettik ve bundan da
üzüntü duyduk; ama, biz, yine, değerlendirmelerimizi, olabildiğince yüksek bir
sesle anlatmaya, ifade etmeye çalıştık.
Son günlerde Avrupa Birliğinde, hükümetin
bu pasif tutumu ne olursa olsun, tam üyeliğin dışında bir ilişki biçimini
Türkiye'nin kabul etmeyeceği konusunda bir teşhisin yavaş yavaş yapılmaya
başlandığını memnuniyetle görüyoruz. Türkiye'nin, gerçekten, bu konuda
kendisine ne sunulursa onu kabul etmeye hazır olmadığını bütün dünyanın bilmesi
gerekiyor ve bunu hep birlikte anlatmak durumundayız.
Bakın, şu gerçekleştirdiğimiz Türkiye
Büyük Millet Meclisi toplantısı dahi, olağanüstü güç koşullarda ve çok da
gönüllü olmadan gerçekleştirilmiş bir toplantıdır. Cumhuriyet Halk Partisinin
ısrarı ve yakın takibiyle bu gerçekleşmiştir. Düşünebiliyor musunuz,
geleceğimizi en derinden etkileyecek olan bu büyük olayın gerçekleşmesine şunun
şurasında bir haftadan az süre kalmış, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda
bir tavır takınması ihtiyacını daha kimse hissetmemiş! Bu, üzüntü verici bir
manzaradır. Hatta, şimdi, bu toplantının dahi gerçekleştirilmesi, acaba, bizi,
Avrupa Birliğinde bir ayak bağı oluşturarak engellerle karşı karşıya bırakır mı
kaygısıyla değerlendirmelerin yapıldığını üzüntüyle görüyorum.
Bir karar tasarısı çıkaralım diyoruz; bir
hazırlık yaptık, bunu da ülkenin mücadelesine oldukça yardımcı olacağı
düşüncesi içinde hazırladık, herhangi bir engel çıkarmamaya özen göstererek
bunu gerçekleştirdik; bunu çıkarıp çıkaramayacağımız, şu dakika itibariyle
belli değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanacak -dört gün sonra zirve
var- Türkiye Büyük Millet Meclisi, belki, bir karar alamadan, anlayışını ortaya
koyamadan gidecek.
Değerli arkadaşlarım, bu, doğru bir
yaklaşım değildir. İşte, bu yaklaşım, Türkiye'nin Avrupa Birliği konusunda
içine girdiği sıkıntılara katkı getirmektedir. Bu sıkıntılar bizim tutumumuzdan
kaynaklanıyor demiyorum, hükümetin bu konuda iyi niyetle gayret gösterdiğini
biliyorum, mümkünse en iyi şekilde tam üyeliği gerçekleştirme arayışı içinde
olduğunu görüyorum; ama, buna karşı, var olan engelleri aşma konusunda bir
kararlılık, bir heyecan, bir çalışma içinde olduğu kanaatinde değilim "ne
verilirse, aman, bozmayalım, kimseyi kırmayalım, verilenle yetinelim"
yaklaşımı içinde olduklarını düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, biz, bu tutumu
yadırgıyoruz. Devlet sorumluluğu taşıyanlar, ülkemize karşı bir haksızlık
yapıldığı zaman, çifte standart uygulandığı zaman, derhal tepki göstermelidir;
maalesef bu yapılmamıştır.
Şimdi, Avrupa Birliği Dönem Başkanı
Hollanda tarafından hazırlanan zirve karar tasarısı metinlerine bakıyoruz;
ikinci aşama, 6 Ekim raporundan sonraki metinler... Üslup olarak biraz
ağırlaştırılmış; ama, özü itibariyle, bu metinlerde yer alan hususlar, Komisyon
raporundaki ifadelerdir.
Şunu herkesin bilmesini istiyorum ki,
bugün pek çok çevrenin -hükümet dahil- tepkisini çeken o taslaklar, aslında,
Sayın Başbakanın "olumlu ve dengeli" dediği 6 Ekim raporunun özünü
yansıtmaktadır. Bu taslaklarda ortaya çıkan bütün olumsuzlukların tümü, 6
Ekimde "olumlu" denilen raporun içinde vardır ve Türkiye, o 6 Ekim
raporu karşısında bir büyük heyecan içine, coşku içine girmeye
yönlendirilmiştir, büyük sevinç çığlıkları atılmıştır, düğün bayram
yaşanmıştır, sonuç alındı havasına girilmiştir; şimdi, işin iç yüzü yavaş yavaş
ortaya çıkmaktadır.
AB Dönem Başkanlığının zirve kararına esas
teşkil edecek bir karar tasarısı geçenlerde basına sızdırıldı; daha sonra,
ikinci bir tasarının hazırlandığı anlaşıldı, geçen hafta, üçüncü bir tasarı
elimize geçti. Bazı kelime değişiklikleri yapılmakla birlikte, her üç tasarının
özü aynıdır ve Komisyon raporundan esinlenmiştir. Ne deniliyor Başkanlığın
kâğıtlarında; "Türkiye'yle ucu açık müzakerelerin yapılacağı"
söyleniyor.
Değerli arkadaşlarım, bu "ucu
açık" sözüne dikkat edelim. 25 Avrupa Birliği üyesi var ve bu üyelerin
hiçbiriyle, müzakere başlarken, o müzakerenin ucu açık olduğuna dair bir
açıklama yapılmamıştır. Şimdi, ilk kez ve tek olarak, Türkiye ile başlayacak
olan müzakerenin ucu açık olduğu ısrarla, inatla ifade edilmek isteniyor. Bu
ucu açık sözü ne anlama geliyor, ne demektir, ne var bu ucu açık şifresinin
altında?.. Açıkça söylenmeyen bir şey var. Bir parola bu. Nedir bu ucu açık
sözü, bununla ne söylenmek isteniyor; kısa vadede bir çözüm yok, ucu açık,
zaman çok uzayacak mı denilmek isteniyor? Zaten on yıldan önce olmayacak diye,
2014'ten önce yok diye resmen ifadeler var; on yıldan sonrası için de mi ucu
açık, bu mu söylenmek isteniyor? Ya da, bu ucu açık sözüyle, hedefi belirsiz mi
denilmek isteniyor? Yani, bunun tam üyeliğe dönüşmesi zorunlu değildir mi
denilmek isteniyor? Ya da, ucu açık sözüyle, bunun başarıyla sonuçlanması
zorunlu değildir, müzakere edeceğiz, müzakere boyunca umutla bir ilişki
bekleyişi içinde çalışmalarımızı sürdüreceğiz; ama, bu, ucu açık olmaya devam
edecek mi deniyor? Ya da, hangi haklı, meşru ihtiyaca cevap vermek için bu ucu
açıklık ilk kez Türkiye'yle müzakerede ifade ediliyor? Bunu aydınlığa
kavuşturmak ihtiyacı vardır. Cuma günü çıkacak olan zirve açıklamasında da, bu
ucu açık sözünü görmek istemiyoruz. Ucu açıklık, siz başkasınız demektir,
sizinle müzakerenin nereye varacağını bilmiyoruz, ne kadar süreceğini
bilmiyoruz, sonuçlanıp sonuçlanmayacağını bilmiyoruz demektir. Eğer, bu
doğruysa, bu uygun değildir, kabul edilebilir değildir, iş buralardan başlıyor.
Türkiye'yi tam üyeliğe götürmeyebilecek,
ülkemize özel bir statü verilmesiyle sonuçlanabilecek bir müzakere ima
ediliyor. Bunun ne anlama geldiğini Fransa Cumhurbaşkanı Chirac açıkladı.
"Üç senaryo var; ya müzakereler sonuçsuz kalır ve kesilir veya Türkiye ile
AB tam üyeliğin dışında bir işbirliği modelinde, yani, özel statü üzerinde
anlaşırlar veya müzakereler tam üyelikle sonuçlandırılır; ancak, bu takdirde
de, bu olursa da, Fransız Halkının onayını isterim" diyor. Yani, üç yoldan
ikisi bizi tam üyeliğe götürmüyor, üçüncüsü de Fransız Halkının referandumuna
bağlı oluyor.
Komisyonun tavsiyelerinde, işçilerin
sürekli dolaşımının kısıtlanabileceği söyleniyordu; Başkanlığın kâğıtlarında
Komisyonun önerisi daha da ağırlaştırılmış, işçilerin serbest dolaşımı yerine
"insanların serbest dolaşımı sürekli olarak kısıtlanabilir"
denilmiştir; yani, Türkiye, üye olduktan sonra da, Türk vatandaşları -çalışmak
için gidecek olanlar değil- Avrupa Birliğine vizeyle girecek.
Değerli arkadaşlarım, böyle üyelik olur
mu?! Bu, kabul edilebilir mi?!
Avrupa Birliği dediğimiz, dört temel
sütuna dayanıyor; bunlardan birisi Avrupa Birliği içinde yer alan ülkelerin
vatandaşlarının tüm mallarının serbest dolaşımıdır; ikinci sütun hizmetlerin
serbest dolaşımıdır; üçüncüsü sermayenin serbest dolaşımıdır; dördüncüsü de
insanların serbest dolaşımıdır.
Türkiye, Avrupa Birliğine girecek; fakat,
Türkiye vatandaşları Avrupa ülkelerine gitmek için vize kuyruklarında beklemeye
devam edecek, böyle bir öneriyi biz tam üyeliği öngörüyor diye kabul
edeceğiz!.. Böyle bir şey kesinlikle söz konusu olamaz.
Son metinde açıkça "özel statü"
ifadesi yer almasa bile, bu kısıtlayıcı hükümlere yer verilirse, biliniz ki,
öngörülen model, adı konulmamış bir özel statüdür. Yani, Türkiye'ye özel statü
verildiğinin açıkça ilan edilmesine ihtiyaç yoktur, kurulan ilişkinin, özel bir
ilişki olması, Türkiye için sürekli kısıtlamaların yürürlüğe sokulmuş olması,
Türkiye'yle kurulan ilişkinin özel statü olduğu anlamına gelir, gelmelidir. O
nedenle, biz, tam üyelik ısrarımızı sadece sözcüklerde değil, önerilen modelin
içeriğinde, muhtevasında da aramak durumundayız.
Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız
dönemde Türkiye çok büyük gayretler gösterdi. Bundan önceki Parlamento çok
önemli anayasa değişiklikleri yaptı, biz önemli anayasa değişiklikleri yaptık,
kanunları değiştirdik; bütün bu çabalar, kırk yıldır hak edilmiş bir sonuca
kimse itiraz edemesin diye yapılıyor ve bütün bunları herkesin teslim etmesinin
kaçınılmaz olduğu bir noktaya geldik. Bugün, şimdi, Avrupa Birliğinin, Türkiye
bu kadar ciddî çabalar sergiledikten sonra, bize tam üyelikten farklı bir
statüyü önermesi, hiçbir şart altında kabul edilebilir değildir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu konuda
büyük gayret gösterdi, Parlamentosunu çalıştırdı, yasaları değiştirdi, Kopenhag
Kriterlerini uygulamak için gereken her şeyi yaptı; bununla da yetinilmedi.
Basın haberlerine bakılırsa, çekingen davranan bazı ülkeleri ikna etmek için,
milyarlarca dolarlık uçak alım anlaşması imzaladık. Başka ülkeler, böyle büyük
alımlar yaptıkları zaman, pek çok avantaj elde ederler; devlet başkanları o
ülkeleri ziyaret eder, bu alımı telafi edici ekonomik tavizler istenir, siyasî
alanda o ülkelerin çıkarları doğrultusunda tavırlar sergilenir. Bizde ne oldu?
Bu alım sözleşmesinin imzalanmasından sonra, ilgili ülkelerin başkanları ortak
bir basın toplantısı bile yapmaya yanaşmadılar. Öngörülen basın toplantısı,
Türkiye'ye haber bile verilmeden iptal edildi. Berlin toplantısına gitmek
üzereyken havaalanında basın toplantısı düzenleyen Sayın Başbakan "basın
toplantısının iptal edildiğinden haberim yok" diyordu. Demek ki, bize
haber bile vermeye ihtiyaç duymadan, kendiliklerinden, bu toplantıyı iptal
etmişlerdi. Peki, siyasî açıdan ne yaptılar? Ertesi gün Paris'e dönen Fransa
Cumhurbaşkanı, biraz önce sözünü ettiğim üç senaryoyu dile getirdi; bunlardan
ikisi Türkiye'nin üyeliğini dışlayan, biri de Fransız Halkının insafına bırakan
senaryolar. Şimdi, merak ediyorum; o uçak alım anlaşması konusunda
hükümetimizin yaklaşımında bir değişme var mıdır yok mudur?
Bu arada, Avrupa Parlamentosu bir karar
tasarısı hazırladı, bugün son şekli veriliyor ve oylanıyor. Orada ne deniliyor:
"Türkiye'nin üyeliği, bütün şartlar yerine getirilse bile, Avrupa'nın
hazmetme kabiliyetine bağlıdır" deniliyor. Yani, öyle bir müzakere
içerisine giriyoruz ki, on yıl boyunca müzakere edeceğiz, olağanüstü özel
engelleri, güçlükleri aşacağız, en sonunda, müzakere sürecini belki başarıyla
sonuçlandıracağız, bize, müzakere başarıyla sonuçlandı; ama, teşekkür ederiz,
biz bir kenara çekilelim, kendi aramızda, Türkiye'yi Avrupa Birliğinin
hazmetme, taşıma kapasitesi var mı yok mu bunu ayrıca değerlendirelim, sonucu size
duyururuz diyecekler. Dengeli olmayan, simetrik olmayan bir müzakere süreci,
sonu belirsiz bir müzakere süreci, on yıl boyunca sizi bir umutla koşturup, on
yılın sonunda, hayır deme, meşru olarak hayır deme seçeneğini, müzakereyi
başarıyla bitirseniz dahi, elinde tutan bir tavır. Onu aşsanız, Fransız
Halkının referandumu. Bugün, Fransız Halkının referandumu, yarın, belki, başka
ülkelerin aynı uygulamaya yönelmesi ve referandumlarla Türkiye'nin kuşatılması
olasılığı.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Parlamentosunun
karar tasarısında bu hazmetme kapasitesi bir potansiyel engel olarak ortaya
konuluyor. Verilen mesaj şudur: Siz üzerinize düşen her şeyi yapsanız bile,
eğer, biz, siyasî, ekonomik veya başka açılardan hazır değilsek sizi üye
yapmayız.
Değerli arkadaşlarım, dahası var; kararda
Kürt güçlerinden bahsediliyor. Değerli arkadaşlar, ne zamandan beri bir terör
örgütünün eşkiyalarından, sanki bir devletin ordusu gibi, güçler sıfatıyla söz
ediliyor?! İspanyol terör örgütü ETA mensuplarına Bask güçleri mi diyorsunuz?!
IRA militanlarına Kuzey İrlanda'daki Katolik güçler mi diyorsunuz?! Bunlar için
söylemiyorsunuz; ama, Türkiye'ye gelince, hiçbir ölçünüz, endazeniz kalmıyor;
çünkü, biliyorlar ki, Türk Hükümeti buna tepki göstermeyecek, hak ettiği cevabı
vermeyecek. Nitekim öyle oldu; bu ifadelere karşı hükümetten hiçbir ses
çıkmadı.
Raporda, bundan başka, Kürt siyasî
partilerinin Mecliste temsilinden bahsediliyor. Türk Anayasasına göre etnik
veya dinî esasa dayalı siyasî parti kurulamayacağını bilmiyorlar veya
biliyorlar, ama, umursamıyorlar.
Ayrıca, raporda Kürtçe ve Ermeniceden
azınlık dilleri olarak bahsediliyor.
Değerli arkadaşlarım, Kürtler bir azınlık
mıdır?! Kürtlerin bu ülkenin aslî bir unsuru olduğunu, bunlara, hâlâ, niye
anlatamadık?!
Bununla da kalmıyor, Güney Kıbrıs'ın
Kıbrıs cumhuriyeti olarak tanınmasını istiyorlar.
Ermeni sınırının açılmasını istiyorlar.
Atatürk Barajının inşa edilmesinin
komşularımıza verilen suyu azalttığından şikâyet ediyorlar.
Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasını istiyorlar.
Yunanistan'la ihtilaflarımızın Adalet
Divanına gönderilmesinden söz ediyorlar.
Parlamentonun karar tasarısında buna
benzer pek çok ifade yer alıyor. Bütün bunlara hükümetimizin tepkisi ne
olmuştur, bileniniz var mı?! Avrupalı parlamenterlerle bir araya gelen iktidar
ve muhalefete mensup milletvekillerimiz tepki gösteriyorlar; peki, hükümet ne
yapıyor; hükümetten ses yok. Muhalefet olarak biz tepki gösteriyoruz, iktidar
olarak, iktidarı bu tepkinin yanında göremiyoruz; hükümetten ses yok. Bu kadar
ciddî konularda, büyük mücadele gerektiren konularda sadece mektup yazmakla
görevimizi yapmış sayılamayız.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, bu
tepkilerin yeterli olmadığını ifade ettik; Sayın Cumhurbaşkanının başkanlığında
bir devlet zirvesi toplanmasını önerdik; hükümetin daha kararlı bir tutum
sergilemesini istedik; Mecliste bir genel görüşme yapılarak, milletimizin
düşünce ve duygularına tercüman olacak ortak bir deklarasyon yayımlanmasını
talep ettik, etmeye de devam ediyoruz.
Memnuniyetle görüyoruz ki, bir anlamda,
devlet zirvesi toplanmıştır; oradan, Türkiye'nin genel beklentilerini yansıtan
bir açıklama yapılmıştır. Sayın Başbakan, biraz gecikerek de olsa, nihayet,
bazı haksız talepleri kabul edemeyeceğimizi belirtmiştir. Ancak, Sayın Başbakanın
ifadelerinde yine de bir çekingenlik havası seziyoruz; bazı haksızlıklara tepki
gösteriyor; ama, Avrupa Birliği bu haksızlıklarda ısrar ederse, tam üyelik
dışındaki seçeneklere açık bir müzakere önerisi yaparsa, Türkiye'nin nasıl bir
tavır alacağını hâlâ açıklıkla söylemiyor; bize ikinci sınıf bir üyelik
verilmesini öngören bir karar alırsanız, ikinci sınıf bir devlet muamelesi
yaparsanız sizinle masaya oturmayız diyemiyor. 1997 Lüksemburg Zirvesinde
Türkiye'ye yapılan haksızlık karşısında o zamanki Türk Hükümetinin gösterdiği
kararlı tavrı bugünkü hükümet sergileyemiyor. Belli ki, Türkiye'yi avutacak bir
iki kelime oyunuyla metinde ufak tefek değişiklik yapılırsa, bunu halka takdim
etme şansı vardır diye düşünüp, masaya oturma ihtimalini herkesin önüne
koyuyorlar.
Hükümeti her türlü tavizi vererek masaya
oturtmaya çalışan bazı iş ve medya çevrelerinin telkinlerinden hükümetin
kendini kurtarabildiğinin bir işareti, maalesef, hâlâ yoktur. Biz, aynı
tecrübeyi, bu yılın başlarında Kıbrıs meselesinde de yaşadık. Umarım ki, şimdi,
hükümet geçmişten ders alarak daha kararlı bir tutum izleyecektir; umarım ki,
Sayın Başbakan, son günlerde iç ve dış basına söylediği sözlerin arkasında
durabilecektir; umarım ki, 18 Aralık günü Türk Milletini mahcup edecek bir durumun
yaratılmasına izin vermeyecektir. Bu baskılar ve haksızlıklar sürerse, o gün,
kalkacak, biz Türküz, baskılara boyun eğmeyiz diyebilecektir. Bunu yaparsanız,
biz de sizin yanınızda yer alacağız. (CHP sıralarından alkışlar)
Ülkemize yapılan haksızlıkların ve
ayırımcılığın sonucunda istediğimiz neticeyi alamazsak ve gelişmeler bizi
ikinci sınıf bir devlet durumuna düşürecek olursa, hükümet de, AB'yi
sorumluluğuyla baş başa bırakıp, bu koşullarda masaya oturmam derse, hiç kimse
kuşku duymasın ki, biz, Cumhuriyet Halk Partililer olarak, hükümeti değil,
Türkiye'yi bu duruma düşürenleri suçlarız ve onlara karşı elbirliğiyle
mücadelemizi yaparız.
Bu düşüncelerle, Yüce Meclisin onayına bir
karar tasarısı sunacağız. Cumhurbaşkanının Başkanlığındaki zirveden çıkan karar
doğrultusundaki bu tasarıyı Yüce Meclisin oybirliğiyle onaylayacağını ümit
ediyoruz. Bu tasarı, hükümete güç verecektir, destek verecektir, Türkiye'nin
itibarını yükseltecektir. Bugün, parti menfaatlarını, kişisel kaygıları bir
tarafa bırakarak, millî bir davada birleşmek zorundayız; hepimiz bu davada tek
bir yumruk gibi birlik olmalıyız diye düşünüyorum; cuma günü alınacak olan
karara yönelik son çabalarında hükümete başarılar diliyorum.
Her türlü çaba sergilenmelidir. Bu
çabalarda, biraz önce Sayın Dışişleri Bakanının burada yaptığı konuşmada da
ifade ettiği gibi, temel hedef, tam üyelik dışında, lafzıyla dışında,
içeriğiyle, muhtevasıyla dışında bir önerinin kesinlikle kabul edilemez
olduğunu herkesin net bir şekilde anlamasını sağlamak olmalıdır. Avrupa Birliği
zirvesinde yer alacak olan bütün devlet başkanları bilmelidirler ki, tam üyelik
dışında bir ilişkiyi ima eden bir karar, hiçbir şekilde bizim için kabul
edilebilir değildir; bunun ortaya konulması fevkalade önemlidir diye düşünüyorum.
"Ucu açık" ifadesi de bu çerçeve
içerisinde önemli bir yer tutuyor. Bu ilişkinin, bu müzakerenin ucu açık
olmamalıdır; herkesin yaptığı gibi bir müzakere olması sağlanmalıdır. Normal
bir müzakere yapmalıyız. Hemen bitecek değildir. On yıl diyorlar, peki on yıl;
ama, sonunda, tam üyeliği sıkıntıya sokacak bir peşin angajmana kimse girmesin.
On yıl da bekleriz, on yıl da sabrederiz; ama, sonunda, mutlaka tam üyelik
olabilmelidir. Tam üyelik dışında, onun içeriğini boşaltacak bir düzenleme
olmamalıdır; yani, serbest dolaşımın sürekli olarak kısıtlanabilmesi Türkiye
için söz konusu olmamalıdır; Komisyon raporundaki bu ifade mutlaka
değişmelidir. Eğer o olursa, Türkiye, hiçbir zaman vatandaşları Avrupalı
sayılmayan, coğrafyasıyla, sermayesiyle, belki işgücüyle değer taşıyan,
pazarıyla değer taşıyan bir ülke olarak anlaşılmış olacaktır; bu
"insanınla değil, pazarınla, sermayenle, doğal kaynaklarınla ilgi
çekicisin, stratejik konumunla ilgi çekicisin" demenin bir yolu olacaktır.
Biz, sadece coğrafyamızın değil, bütün insanlarımızın da Avrupa Birliği
içerisine girmesi hakkını elde etmek istiyoruz; bu da, en temel noktalardan
biri olmalıdır.
Ayrıca, tabiî, cuma günü alınacak olan
kararda "özel koruma ve derogasyon" sözlerine çok dikkat etmeliyiz;
yani, derogasyon dedikleri zaman, bunun altında ne var bakmalıyız. Derogasyon
dedikleri, hakkın askıya alınması. Hak var; ama, kullanmanız askıya alınıyor.
Size verilmiş gibi gözüküyor; ama, kullanılamaz hale getiriliyor. Türkiye'yle
ilgili derogasyon konusu, makul sayılabilecek bir geçiş döneminin şartları
dışında, kesinlikle söz konusu olmamalıdır. Elbette, bir geçiş döneminin
şartları içerisinde geçici düzenlemeler yapılabilir, hatta, bu, serbest dolaşım
ilkesiyle ilgili olarak da yapılabilir; ama, kalıcı bir düzenlemeyi hazmetmek,
içimize sindirmek kesinlikle mümkün olmamalıdır.
Yine aynı şekilde, Kıbrıs konusunun hiçbir
şekilde önümüze getirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Sayın Dışişleri
Bakanına, bu konuda yaptığı açıklamalar için teşekkür ediyorum. Gerçekten, Kıbrıs
konusu ile Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği konusu, birbirine
karıştırılamayacak kadar iki ayrı önemli, devasa konudur. Kendi koşulları
içerisinde ele alınıp çözülmesi gereken bu konuları birbiriyle irtibatlandırıp,
birbirinin etkisi altına sokmak, bunların her birini sıkıntıya sürüklemeyi
kabul etmek demektir. Aralarında hiçbir ilişki de yoktur.
Kırk yılı aşkın bir süreden beri, dünya,
Kıbrıs sorununa bir çözüm arıyor. Geldiğimiz noktada, açık bir gerçektir ki,
Kıbrıs, iki ayrı milletin, iki ayrı toplumun, iki ayrı dinin, iki ayrı dilin,
iki ayrı kültürün bir arada yaşadığı bir coğrafyadır ve o insanların,
kendilerine özgü, ayrılmış toprakları vardır. Onların bir araya gelmelerinin
şartları, elbette, müzakereyle sağlanacaktır. Bu müzakereye, Türkiye, daima
katkı yapmıştır; en temel noktalarda haklarımızı askıya alma pahasına, Türkiye
katkı yapmıştır. Annan Planı Rumların oylarıyla reddedilmiştir. Türkler,
çıkarlarına tam uygun olmadığı halde, kabul etme kararını almışlardır. Avrupa
Birliği, şimdi, bu noktada, Türkiye'ye "Güney Kıbrıs'ı tanı, seninle öyle
müzakere yaparım" diyecek olursa, bu hiçbir şekilde ne hukukun şartlarına
ne siyasetin gereklerine ne ahde vefa anlayışına sığar; hiçbir şeye
sığdırılamaz. O nedenle, bu irtibatı reddetme konusunda kararlılığı sonuna
kadar götürmek gerektiğine inanıyorum.
Kıbrıs sorununun çözümü için, elbette,
uyum ve işbirliği anlayışı sürdürülebilir, onu anlamak mümkündür, onun şartları
vardır; ama, Avrupa Birliği ile Türkiye'nin üyelik müzakeresine başlamasının şartı
olarak bunun önerilmesi ve Türkiye tarafından hazmedilebilmesi kesinlikle
mümkün değildir. Hükümetin bu konudaki açıklamalarını da bir teminat olarak
kabul ediyorum. Biz de, muhalefet olarak, aynı anlayıştayız. Avrupa Birliğinin
de, bu konuda, Türkiye'ye gerekli saygıyı göstermesi gerektiğini düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, cuma günü alınacak
olan kararın Avrupa Birliği için de, Türkiye için de hayırlı olmasını
diliyorum. Bu karar, bilinmelidir ki, sadece, Türkiye'ye bir lütuf
olmayacaktır; bu, Avrupa Birliğinin kendisini dünya gerçekleriyle, Avrupa
gerçekleriyle kaynaştırması ve uzlaştırması anlamına gelecektir. Dünyanın
geleceği bakımından, Avrupa'nın geleceği bakımından bu karar fevkalade önemli
sonuçlar doğuracaktır. Avrupa'nın, geleceği gören devlet adamlarının, vizyonu
olan insanlarının bunu kavrayacağına güveniyorum. Türkiye'yi dışlayarak ya da
ikinci sınıf bir ülke konumuna iterek, bu ilişkiyi kurmanın mümkün olmadığını
herkesin takdir etmesini diliyorum, hükümete de 17 Aralık tarihindeki çalışmaları
için şimdiden başarılar diliyorum, sizlere de sevgiler, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından ayakta alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika
ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 18.21
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati : 18.34
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER : Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 32 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Genel görüşme önergesinin öngörüşmelerine
devam ediyoruz.
VI.- GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A)
ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)
1.-
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri, İstanbul Milletvekili Ali Topuz,
İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa
Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik
müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin
izleyeceği tutum konusunda genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17) (Devam)
2.- Düzce
Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu
ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili
olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18) (Devam)
BAŞKAN - Hükümet?.. Yerinde.
Şimdi, söz sırası, önerge sahiplerinden
İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen ve Düzce Milletvekili Sayın Yaşar
Yakış'ta.
Sayın Öymen ve Sayın Yakış konuşmalarını
yaparken süre konusunda kendilerine hoşgörülü davranacağım; ama, Sayın Bakan ve
Sayın Baykal'ın ucu açık konuşmaları gibi bir zehaba kapılmamalarını istirham
ediyorum.
Sayın Öymen, buyurun.
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin bugün ulaştığı
aşama hakkında, Sayın Genel Başkanımız Partimizin görüşlerini Yüce Heyete
sundular; ben de, bazı noktalara bu vesileyle değinmek istiyorum.
Sayın Dışişleri Bakanımızın demin yaptığı
konuşmayı büyük bir dikkatle dinledik; kendisine, verdiği bilgiler için
teşekkür ediyoruz. Hangi konularda hükümetin ısrarlı davranacağını söylediler,
hangi konularda Türkiye'nin taviz vermeyeceğini düşündüler; bunları olumlu bir
şart olarak not ediyoruz. Yalnız, bir şey söylemediler. Neyi kabul
edemeyeceğimiz belli; şunu şunu kabul edemeyiz diyorsunuz. Öyle anlaşılıyor ki,
bizim kabul edemeyeceğimizi söylediğimiz sözler, önümüze getirilecek metinde
yer alacaktır 17 Aralık günü.
Dördüncü taslak elimize geçti. Dördüncü
taslağın daha önceki taslaklardan özde bir farkı yoktur. Belli ki, Avrupa
Birliği, bu genel çizgisini değiştirecek değildir.
Şimdi, Sayın Bakana sormak istiyoruz. Bu
sizin kabul edemeyeceğinizi söylediğiniz unsurlar masaya gelirse, önünüzdeki
taslakta olursa ne yapacaksınız -esas bizim merak ettiğimiz budur- tavrınız ne
olacak? Hükümetin görüşünü anladık, tavrını henüz anlayamadık. Yani, şunu mu
yapacaksınız; bu metinde kabul etmediğimiz pek çok unsur var; ama, yine de
masaya oturuyoruz, bunları zaman içerisinde iyileştirmeye çalışacağız mı
diyeceksiniz? Yoksa, bunlar bizim için o kadar önemlidir, o kadar hayatîdir ki,
Türkiye'nin hiçbir zaman kabul edemeyeceği bu unsurlarla masaya oturmam mı
diyeceksiniz? Bunun cevabını alabilmiş değiliz. Eğer, Sayın Bakan bir kere daha
söz alacaksa, lütfedip, bu konuların cevabını verirse çok mutlu olacağız;
çünkü, bizim en çok merak ettiğimiz budur; Türkiye ne yapacak, Türkiye'nin
tavrı ne olacak?
Değerli arkadaşlar, Türkiye, geçmişte, bu
gibi sıkıntılara, baskılara karşı direnmesini çok iyi bilmiş bir ülkedir.
Geçmişimizde bunun çok örneği var. Burada teker teker hatırlatıp vaktinizi
almayacağım; ama, şunu size söylemek istiyorum: Avrupa Birliği Dönem Başkanı
Sayın Bernard Bot, Türkiye, şunları kabul edemeyiz diye kırmızı çizgilerden
filan bahsedince "Avrupa Birliğinin kitabında kırmızı çizgi yoktur"
demiş. Biz de diyoruz ki, Türkiye'nin kitabında baskılara boyun eğmek yoktur.
(CHP sıralarından alkışlar) O bakımdan, hiç kimse, Türkiye'yi önüne uzatılacak
her belgeyi gözü kapalı kabul edecek ve onunla masaya oturacak bir ülke gibi
görmemelidir. İşte, bu noktada, biraz önce Sayın Genel Başkanımız da söyledi,
biz iktidarla tek bir yumruk gibi çıkmasını biliriz ortaya; yeter ki, iktidar
bu direnci göstersin. Ümit ediyorum ki, gösterecektir; bu umudu taşıyoruz.
Şimdi, şu hususu hatırlatmak istiyorum:
Avrupa Birliği, şimdiye kadar, kırk yıldan beri, değerli arkadaşlar,
Türkiye'yle ilgili pek çok karar almıştır; ama, bu kararların hiçbirinde
Türkiye'ye tam üyeliğin altında, tam üyeliğin gerisinde bir statü
verilebileceğine dair bir işaret yoktur. Hiçbirinde yoktur. Bırakın Türkiye'yi,
aday ülkelerle ilgili olarak alınan kararların hiçbirinde özel statü kavramı
yok. O zaman bunu nereden çıkarıyorlar?! Alman Hıristiyan Demokratları birkaç
ay önce bu kavramı icat etti. Muazzam bir kampanya yaptılar. Hıristiyan
Demokrat Partisinin Genel Başkanı, gitti, Fransa'da Cumhurbaşkanı Chirac'la
görüştü, başka temaslar yaptı ve bu kampanyanın sonucunda bu özel statü, ucu
açık müzakereler kavramı, Avrupa'nın gündemine yerleşti. Şimdi, buna karşı biz
yeterince tepkiyi zamanında gösterebildik mi? Bugün, evet, Başbakanımız
demeçler veriyor, Sayın Dışişleri Bakanımız demeçler veriyor, biz de onu
memnuniyetle karşılıyoruz; ama, şunu açıkça ifade edelim ki, bu işte çok geç
kaldık arkadaşlar, bu tepkiyi göstermekte çok geç kalmışızdır. Başlangıçta bu
tepkiyi gösterseydik, bu fikir ortaya ilk atıldığında bu tepkiyi gösterseydik,
belki önümüze bu metinler gelmeyecekti. "Deneme balonu" derler
diplomaside; bir konuda bir haberi yayarsınız basına, karşı taraf ne tepki
gösterecek, onu ölçersiniz. Bize karşı bunu yaptılar. Çeşitli vesilelerle
yaptılar, Türkiye'den zamanında tepki gelmeyince "nasıl olsa Türkler bunu
kabul ederler, başka seçenekleri yok" dediler ve giderek ağırlaştırılmış
metinleri karşımıza çıkardılar. Şimdiki sıkıntımız budur. Onun için biz diyoruz
ki, şu noktada, bugün, bu akşam yapabileceğimiz bir şey vardır, bu belki son
şansımızdır Türkiye olarak; o da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini
ortaya koymaktır. Bu konuda bir karar tasarısı hazırladık. Doğru Yol Partisine
mensup arkadaşlarımız, Sayın Genel Başkanı ve bazı bağımsız arkadaşlarımız da,
zannediyorum, görüşlerimizi paylaşıyorlar. Eğer Adalet ve Kalkınma Partisi de
bu görüşü paylaşırsa, bugün, bu akşam buradan dünyaya, Türkiye'nin neyi kabul
edebileceğini, neye hayır diyeceğini ilan edeceğiz. Bunu yapacak cesaretin
Adalet ve Kalkınma Partisinde olduğuna inanmak istiyoruz. Bunu yaptığınız
takdirde çok şey değişecektir -daha önce çok yaptık bunu- ve hükümet diyecektir
ki: Bizde en yüksek makam Meclistir. Meclisin hükümete verdiği talimat budur.
Bunun bir adım ötesine geçemem.
Nedir o talimat; gayet basit, özü
itibariyle çok basit. Talimat şu, Meclisten çıkacak karar şu olacak; denilecek
ki, biz diğer adaylardan farklı muamele kabul etmiyoruz. Biz ucu açık müzakere
kabul etmiyoruz. Biz, Avrupa Birliğinin hukukuna, müktesebatına saygılıyız. Bu
çerçevede Avrupa Birliğine tam üye olmaya hazırız; ama, bize ikinci sınıf bir
devlet muamelesi yapmanıza hazır değiliz, Güney Kıbrısı Kıbrıs Cumhuriyeti
olarak tanımaya hazır değiliz.
Bu Meclisin bu akşam böyle bir mesaj
vermesi, değerli arkadaşlarımız, emin olunuz, çok şey değiştirecektir; Türkiye'de
çok şey değiştirecektir, Avrupa'da da çok şey değiştirecektir. Ben, vakit çok
geç olmadan tavsiye ediyorum Sayın Dışişleri Bakanımıza; bu elimizi tutunuz,
uzattığımız bu eli tutunuz ve ellerimizi bir araya getirerek Türkiye'nin gücünü
kanıtlayalım; çünkü, arkadaşlar, Türkiye, hiç hak etmediği bir muameleye maruz
kalmaktadır.
Alman Bavyera Eyalet Başbakanı ve şu anda
Anamuhalefet Partisi olan ve iktidara aday olan Hıristiyan Demokratların kardeş
partisinin başkanı "biz 2006 yılında iktidar olacağız ve Fransa'yla el ele
vererek Türkiye'yi Avrupa Birliğine sokmayacağız; Avrupa Birliğinden
dışlayacağız" diyor. Değerli arkadaşlarım, bu cesareti nereden
buluyorsunuz; bu cesareti size kim veriyor?! Bu bize harp ilanıdır; yani, bizi
Avrupa'dan dışlamaya ant içmişseniz, bu, Türkiye'ye de -oradaki derneklerimizin
başkanı olan bir arkadaşımızın dediği gibi- Almanya'daki Türklere de bir savaş
ilanıdır. Bunu nasıl yaparsınız?!
Fransa Başbakanı "bugün Türkiye'yi
üye yapmaya hazır değiliz, Türkiye de üye olmaya hazır değil; yarın da
Türkiye'yi üye yapmaya hazır olmayacağız, yarın da Türkiye hazır olmayacak. Bu
işi tarihe bırakalım" diyor. Kim diyor; Fransa Başbakanı. Başka ne diyor;
"efendim, dünya politikalarında, dünya dengelerinde Türkiye'nin önemli
yeri vardır, olabilir; ama, Avrupa'nın inşaında yeri yoktur." Bunları
sineye mi çekeceğiz arkadaşlar, bu sözleri sineye mi çekeceğiz?!
Fransa eski Cumhurbaşkanı, Avrupa
Anayasasını hazırlamakla görevli konvansiyonun başkanı Valery Giscard d'Estaing
diyor ki:"Türkiye'nin üye olacağı gün Avrupa Birliğinin son günü
olacaktır. "
Değerli arkadaşlar, bunları sineye çekecek
durumda değiliz. En azından, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, ülkemize,
milletimize yönelik, küçültücü, aşağılayıcı, haysiyet kırıcı bu sözlerin tümünü
reddediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Genel
Başkanımız Kıbrıs'la ilgili düşüncelerimizi ifade etti. Bir noktaya daha,
müsaade buyurursanız, işarette bulunayım. Güney Kıbrıs Rum yönetimi diyor ki:
"Bizi tanımazsanız, askerlerinizi çekmezseniz, sizi veto ederiz, veto
edebiliriz." Demokles'in kılıcı gibi elinde veto silahını tutuyor. Bu
silaha nasıl kavuştu Kıbrıslı Rumlar? Kıbrıslı Rumların ne işi vardı Avrupa
Birliğinde?
Değerli arkadaşlar, Kıbrıs Devletini
kuran, 1960 Londra ve Zürih Anlaşmalarında çok açık hüküm var; deniliyor
ki,"Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan'ın aynı zamanda üye olmadığı bir
milletlerarası kuruluşa üye olamaz."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öymen, size 5 dakikalık
eksüre vereceğim; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Şimdi, bunu teyit eden uluslararası
hukukçuların raporları var. İngiliz Kraliyet Hukukçusu Mendelson'un raporu var
-iki defa rapor yazdı- meşhur Alman Hukukçu Profesör Heinze'nin raporu var,
başka raporlar var. Yani, Türkiye üye olmadan Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine
girmesi, Kıbrıs Devletini kuran anlaşmaların açık bir ihlalidir. Eski Alman
Dışişleri Bakanı Kinkel "bu koşullarda, benim cesedimi çiğnemeden kimse
Kıbrıs'ı alamaz"dedi Avrupa Birliğine; o zaman, Chirac da karşı çıktı.
Sonra ne oldu; Yunanistan Başbakanı Simitis "Kıbrıs'ı almazsanız, ben
bütün genişleme sürecini veto ediyorum" dedi ve bu koşullar altında
Kıbrıs'ı üye yaptılar. Şimdi, kalkıyor karşımıza, diyor ki: "Beni
tanımazsanız, sizi veto ederim."
Peki bu koşullar altında, anlaşmaları
ihlal ederken Türkiye ne yaptı; anlaşmaları ihlal ederek Kıbrıs'ı üye yapmaya çalışırken Türkiye ne yaptı?
Üzülerek söylüyorum değerli arkadaşlarım, maalesef, Türkiye, hiçbir şey
yapmamıştır, hiçbir şey söylememiştir, otuz yıldan beri savunduğumuz
politikaları, maalesef, bir tarafa bırakmıştır ve Kıbrıslı Rumların üyeliğine
hiçbir itirazda bulunmamışızdır. Çok hazindir.
Niçin bulunmadık; efendim, işte, Türkiye'nin
üyeliğini belki zorlaştırır karşı çıkarsak diye bir endişe içine kapıldık.
Başka ne oldu; başka şu oldu: Kofi Annan Planını -burada konuştuk daha önce,
tekrarlamayacağım- gözü kapalı kabul ettik. O zaman, dedik ki, eğer, bu Planı
kabul edersek, Türkler "evet" derse, Rumlar da "hayır"
derse büyük bir avantaj kazanacağız. Neymiş o avantaj; efendim, işte
ambargoları kaldırtacağız. Değerli arkadaşlar, üzerinden bir seneye yakın vakit
geçti; bir tek ambargo kalktı mı?! Sayın Dışişleri Bakanımız, Plan ve Bütçe
Komisyonunda, çok haklı olarak "Kıbrıslı Türkler hayal kırıklığı
içindedir" dedi, doğrudur; ama, Kıbrıslı Türkleri bu hayal kırıklığı içine
düşüren kimdir, kendi kendilerine mi düştüler! Bunları çok iyi düşünmemiz
lazım.
Şimdi, bu Kıbrıs, kalkıyor "Türkiye'nin
üyeliğini veto edebilirim" diyor. Sayın Başbakanımız diyordu ki
"efendim, biz bu politikayı yapmakla çok başarılı olduk; çünkü, artık
kimse bizden bir şey isteyemeyecek; reddeden onlar, herkes onlara baskı
yapacak." Şimdi ne görüyoruz; herkes bizden istiyor. Elimizdeki dördüncü
taslağa bakın; dördüncü taslakta, sanki Türkiye Güney Kıbrıs'ı tanımayı kabul
etmiş gibi, parantez içinde "Türkiye'nin bu konudaki kararını memnunlukla
karşılarız" deniliyor; biz karar vermişiz de, onlar da memnuniyetlerini
ifade edecekler. 17 Aralıktan önce kabul edeceğimize o kadar eminler ki, bunu
böyle yazmışlar metne; dört metnin dördünde de böyle yazılı.
Şimdi, Sayın Dışişleri Bakanımızın biraz
önce söylediği sözler yüreğimize su serpti; inşallah biz yanlış anlamamışızdır;
çünkü "dolaylı yoldan da olsa tanımayacağız" dedi; ama, bir taraftan
da "bu konularda biz Avrupa Birliğiyle müzakere edebiliriz" diyor.
Yani, Kıbrıs'la değil de Avrupa Birliğiyle bir anlaşma imzalayarak, dolaylı
olarak Rumları tatmin ederiz demek istememiştir inşallah; inşallah, biz yanlış
anladık. Sayın Başbakan ne diyor; "efendim, biz tanıyamayız Kıbrıslı
Rumları, Avrupa Birliğiyle alakası yok; ama, Birleşmiş Milletlerden bir talep
gelirse düşünürüz." Yani, o zaman kabul edecek misiniz; bu ne demektir?!
Siz, o amaçla söylememişseniz -ki söylenmediği anlaşılıyor- ne anlama geldiğini
çok iyi düşünmek lazım. Eğer, Birleşmiş Milletlerden talep gelirse kabul ederiz
izlenimini verirseniz, sizin peşinizi hiç bırakmazlar.
Değerli arkadaşlarım, sözlerimi
bitiriyorum; yalnız, bitirirken şu hususu bir kere daha belirtmek istiyorum: Bu
metin, bizim peşimizi hiç bırakmayacaktır. Bu metinle masaya oturduğunuz andan
itibaren, yıllarca, bize "işte bu ifadeleri kabul etmişsinizdir"
diyeceklerdir. Bunun çok tecrübesini yaşadık. Onun için, masaya oturmadan önce,
ileride pişman olacağımız bir metnin önümüze konulmamasına dikkat etmeliyiz.
Eğer, mutlaka böyle bir metin önümüze konulacaksa, belki, o zaman, yeni bir
zirveye kadar, müzakereleri birkaç ay bizim ertelememiz ve bu süre içinde
yeniden müzakere etmemiz daha hayırlı olabilir. Aksi takdirde, Türkiye'nin tam
üyeliği, maalesef, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hedef olarak kalabilir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öymen, lütfen, son
cümlenizi alayım.
Buyurun.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Avrupa'da,
Türkiye'yi üye yapmamak isteyenlerin mevcudiyeti artık bir sır olmaktan çıktı.
Onlara koz vermeyelim, onlara fırsat vermeyelim ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
olarak, önerdiğimiz tasarıyı kabul edelim ve Türkiye'nin gücünü ve
kararlılığını, hep birlikte, bütün dünyaya ilan edelim.
Bu düşüncelerle, Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.
Önerge sahipleri adına, Düzce Milletvekili
Sayın Yaşar Yakış; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
YAŞAR YAKIŞ (Düzce) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılım sürecinin en
önemli dönemeçlerinden birine yaklaşmış bulunuyoruz; üç günümüz kaldı. Böyle
önemli bir dönemeçte, önerge veren arkadaşlar adına sizlere hitap etmek için
huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Avrupa Birliği Konseyinde kabul edilmesi
öngörülen karar taslağının ilk metni -daha önce de belirtildiği üzere- önce
basına sızdırıldı, sonra üye ve aday ülkelere gönderildi, ondan sonra ikinci
taslak çıktı, üçüncü taslak çıktı ve üçüncü taslaktan sonra da, biraz daha
iyileştirmek, imla hatalarını düzeltmek için bir dördüncü taslak ortaya çıktı.
Türk medyası, bu taslakları, tüm ayrıntılarıyla kamuoyunun bilgisine sundu;
onun için, fazla ayrıntısına girmeyeceğim.
İlk taslağın, defalarca değişmiş olmasına
rağmen, nihai metnin ne olacağı halen belli değil. Nihai metin ortaya çıkıncaya
kadar gelişmeleri dikkatli, fakat, heyecan ve duygusallıktan arınmış bir
ilgiyle izlemek durumundayız. Avrupa Birliği Konseyinin alacağı karar 25
ülkenin ortak kararı olacaktır. Bu, bir ülkenin başka bir ülkeye empoze edeceği
bir karar olmayacaktır. Dolayısıyla, bu ülkelerden her birinin Türkiye'ye bakış
açısının da aynı zamanda yansıması olacaktır ve 25 ülkenin uzlaşı metni
olacaktır.
Bu 25 ülkenin her birinin Türkiye'ye bakış
açısı arasında farklar vardır. Bazıları, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesini
kuvvetle desteklemekte, bazıları sadece desteklemektedir; öteki bazıları,
çeşitli düzeylerde olmak üzere, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesine
karşıdırlar. 17 Aralıkta alınacak olan karar, işte, bu geniş yelpazedeki tüm
eğilimlerin buluşma yeri, uzlaşma yeri olacaktır. Uluslararası ilişkilerin doğasında
uzlaşı vardır, bunu hepimiz biliyoruz; bu karar da, işte böyle bir uzlaşının
ürünü olacaktır. Karar metni, muhtemelen, 25 ülkeden hiçbirini yüzde yüz tatmin
etmeyecektir. Bunun böyle olduğunu tahmin etmek için bu konularda çok fazla
bilgili olmaya gerek yoktur. 25 ülke bir araya gelir de bir metin üzerinde
anlaşmaya çalışırsa, pek tabiî ki, hepsinin beklentilerinden bir parça olacak;
ama, metin, hiçbirinin beklentilerinin tamamını kapsayan bir metin olamaz. Aynı
şekilde, o kararı alanlar arasında yer almayan Türkiye'nin de, kararda, tüm
beklentilerinin bulunmaması doğaldır. Türkiye'de maksimalist, yani, en fazlacı
yaklaşım taraftarı olanlar şöyle düşünebilirler: Bizim tüm beklentilerimiz
karşılanmamıştır, öyleyse, AB'yle müzakere masasına oturmayalım diyebilirler;
ancak, maksimalist olmanız, sizi gerçekleri görmekten alıkoyuyorsa, o zaman
size zararı da dokunabilir; çok daha fazlasını elde etmeyi hedeflerken, makul
olanı dahi almaktan mahrum kalabilirsiniz. Tarih, gerçekçi olmayı başarmış ve
başaramamış siyasî liderlerin örnekleriyle doludur.
Türkiye, 17 Aralık günü Konsey kararını
değerlendirirken, kendisine muhtemelen şu soruyu soracaktır: Benim
beklentilerimin tümü kararda yok; ama, bu karar, acaba benim temel
beklentilerimi karşılıyor mu? Eğer karşıladığı sonucuna varırsa müzakereye
oturacak, yoksa müzakereye oturmayacaktır.
Hükümetimiz, karar öncesinde, yani, şu
aşamada, karar taslağını beklentilerimiz doğrultusunda şekillendirmek için
elinden gelenin azamîsini yapmaktadır. Biliyorsunuz "sessiz diplomasi"
diye bir kavram vardır. Hükümetimiz de, sessiz diplomasinin imkân verdiği
ölçüde, yaptıklarını kamuoyuyla paylaşmaktadır; ancak, yetkililerimizin,
yabancı ülkelerde yaptıkları tüm temasların ayrıntılarını kamuoyuyla
paylaşmasını bekleyemeyiz. Böyle bir uygulama dünyanın hiçbir yerinde de
yoktur.
Avrupa Birliğinin Türkiye'den
beklentileri, şimdiye kadar yayımlanan çeşitli belgelerde yer almıştır. Bunlar,
Komisyonun belgeleri, Konseyin belgeleri, Avrupa Parlamentosunun belgeleri
şeklindedir. Bu belgelerden bazılarında, Türkiye'nin kabul edemeyeceği birçok
beklentiler vardır. Bunların bir kısmına Sayın Dışişleri Bakanımız, bir kısmına
da muhalefetin değerli sözcüleri değindiler; yani, Ermeni soykırımının
tanınması, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin tanınması, işçilerin serbest dolaşımına
kalıcı önlemler getirilmesi vesaire gibi.
Hükümetimiz, Avrupa Birliğinin çeşitli
kurumları nezdinde girişimde bulunarak, bu tür konuların resmî Avrupa Birliği
belgelerinde yer almasından duyduğumuz rahatsızlığı en güçlü biçimde Avrupa
Birliği makamlarının dikkatine getirmiştir ve şu anda da getirmektedir.
Gerek Avrupa Parlamentosu üyeleri nezdinde
gerekse ulusal parlamentolardaki parlamenterler nezdinde veya Avrupa Birliğine
üye ülkelerin ulusal makamları nezdinde yaptığımız girişimlerde, Cumhuriyet
Halk Partisinin değerli milletvekilleri de hükümetin bu çabalarına aktif
katkılarda bulunmuşlardır; bunun için kendilerine teşekkür ediyoruz. Ancak, bu
belgelere bakarak, yani, gerek Avrupa Parlamentosunun gerek Konseyin veya Komisyonun
belgelerine bakarak, bu belgelerde yer alan hususlar sanki Türkiye'den resmen
talep edilmiş ve Türk Hükümeti de bunları kabul etmiş gibi bir hava yaratılması
doğru değildir; çünkü, her şeyden önce, böyle bir durum yoktur; yani,
hükümetimiz, şimdiye kadar Avrupa Birliği yolunda Türkiye'yi yüklenim altına
sokacak hiçbir işlem yapmış değildir; bu birincisi. Fakat, daha önemlisi, bu
belgelerde yer alan hususlar, talep değil, onların tespitidir. Gerek Sayın
Baykal gerek Sayın Öymen, bu belgelerde yer alan hususların hepsi sanki
Türkiye'den talepmiş gibi konuyu vazettiler ve Türkiye de bunları kabul etmiş
gibi bir hava verdiler. Örneğin, Parlamentonun kabul ettiği belgelerden çok
sayıda alıntılar yaptılar. Biliyorsunuz, Avrupa Parlamentosu bir icra organı
değildir; çıkardığı belgeler tavsiye niteliğindedir, bir bağlayıcılığı yoktur.
O tavsiyeler Avrupa Birliği Konseyi tarafından benimsendiği ve Türkiye'nin
karşısına talep olarak çıkarıldığı takdirde ve Türkiye de bunu kabul ederse,
işte, bağlayıcılık o zaman başlar.
Şimdi, 17 Aralıkta yapılacak zirveye
dönmek istiyorum. Türkiye bu zirveden ne beklemektedir? Türkiye'nin ne
beklediğini, Dışişleri Bakanımız ve
Başbakan Yardımcımız Sayın Gül biraz önce ayrıntılarıyla anlattı; yani,
müzakerelere başlamak için kesin bir tarih bekliyoruz, üyelik hedefinin açık
olması lazımdır ve Kopenhag Kriterleri dışında başka kriterler getirilmemesi
lazımdır.
Ben, üç gün sonra, 17 Aralık günü Avrupa
Birliği Konseyinden bu beklentilerimizi içeren bir karar çıkabileceği konusunda
ümitliyim. Böylelikle, 1959 yılında başlayan, 1963'te, rahmetle andığımız
İnönü'nün Başbakanlığı zamanında ortaklık anlaşmasıyla devam eden, 1987'de,
rahmetli Özal'ın tam üyelik müracaatı yapması suretiyle kuvvetlenen bir süreç
tamamlanmış olacaktır, sürecin birinci aşaması tamamlanmış olacaktır. Fakat,
konsey kararının bu beklentilerimizi içermesi yeterli olacak mıdır; belki,
yeterli olmayacaktır. Önce, kararın nasıl kaleme alınmış olduğuna bakmamız
gerekecektir. O metni görmeden hüküm vermek ihtiyatsızlık olur. Kararı
gördükten sonra da ne zafer naraları atmaya hazırlanıyoruz ne de ağıt kurmaya
hazırlanıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yakış, size de 5 dakikalık
eksüre vereceğim; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - Hükümetimiz,
kararı gördükten sonra soğukkanlılıkla onu değerlendirecek ve müzakereye oturup
oturmayacağımıza ondan sonra karar verecektir. Asıl zorluk, işte, ondan sonra
başlayacaktır; çünkü, şimdiye kadar çeşitli Avrupa Birliği belgelerine yansıyan
beklentiler ve -muhalefet milletvekillerimizin ve Anamuhalefetin Parti
Başkanının da belirttiği gibi- o çeşitli belgelerde yer alan hususlar, işte, o
müzakereler sırasında teker teker bizim karşımıza çıkarılacaktır. Onların
üzerinde zorlu müzakereler cereyan edecektir. O zaman, yürütülecek müzakereler
de, yine, sessiz diplomasinin imkân sağladığı ölçüde, Yüce Meclisimizle, öteki
siyasî partilerle ve ilgili tüm kurumlarla paylaşılmak suretiyle
yürütülecektir. 31 başlık altında yürütülecek müzakerelerin her başlığının
kapatılması, Avrupa Birliğinin mutabakatına bağlı olduğu kadar, Türkiye'nin de
mutabakatına bağlıdır. Dolayısıyla, hükümetimizin, Türkiye'nin kabul
edemeyeceği yüklenimler altına girip girmediği o zaman belli olacaktır. Müzakereler
tamamlandıktan sonra da varılan mutabakat, ancak, o tarihte Yüce Meclisimizin o
mutabakatı uygun görmesi halinde kabul edilmiş olacaktır. 17 Aralık tarihini,
bu nedenle, katılım müzakerelerini tamamladığı, Türkiye'nin alacağını aldığı,
vereceğini verdiği bir süreç olarak, bir tarih olarak görmemek gerekir. 17
Aralıktan sonra müzakerelere daha yeni başlıyor olacağız. Avrupa Birliğinin
Türkiye'den beklentileri olarak çeşitli belgelere yansıttığı hususları ancak o
tarihte, müzakereye başlayacağız ve bazılarını, belki müzakere etmeyi dahi
kabul etmeyeceğiz. O aşamada da, öteki siyasî partilerin değerli katkılarından
mümkün olan en geniş ölçüde faydalanmaya devam edeceğiz. Bu kadar önemli bir
konuda, hükümetin Meclisteki sandalye sayısı ne kadar yüksek olursa olsun,
sorumluluğu yalnız başına yüklenmesinin doğru olmayacağına samimî olarak
inanıyoruz.
Şu anda Türkiye'nin önünde iki yoldan
birini seçme seçeneği vardır. Birinci yol; Avrupa Birliğinin, gelecekte,
örneğin, 2007, 2008 veya 2010 yılında ileri süreceği talepleri, o tarihte nasıl
olsa karşılayamam diye, bugünden müzakerelere oturmayı reddetmesidir; bu,
birinci senaryo. İkinci senaryo, ikinci yol; müzakerelere başlaması, iyi
niyetle müzakereleri sürdürmesi ve örneğin, 2008 yılında Avrupa Birliği Türkiye'nin
şimdi çekindiği talepleri gerçekten de o tarihte gündeme getirirse, o talepleri
karşılamasının mümkün olup olmayacağını o tarihteki koşullara göre
değerlendirmesidir. Ben, makul olanın, bu ikinci yol olduğu kanaatindeyim ve
hükümetimizin de bu yolu seçmesini temenni ediyorum; çünkü, Avrupa Birliği
belgelerine yansıyan beklentiler yıllar sonraki siyasî ortamı
ilgilendirmektedir. Siyasette bir hafta bile ebediyet kadar uzun bir süredir.
Yıllar sonra, Türkiye nereye gelmiş olacaktır, dünyanın durumu ne olacaktır,
dünyadaki dengeler ne olacaktır, Avrupa Birliği ne olacaktır, Türkiye o tarihte
Avrupa Birliğine girmeyi isteyecek midir; bunları bilmeden bugünden ahkâm
kesmeye gerek yoktur. Bunları görmeden yürütülen yargılar, ister istemez birer
spekülasyon, birer tahmin olarak kalmak zorundadır.
Müzakereler başladıktan sonra, Türkiye'de,
yepyeni bir siyasî manzara ortaya çıkacak, yeni dinamikler oluşacaktır.
Ekonomide bir sıçrama gerçekleşecek ve ülke daha uzun süreli istikrara
kavuşacaktır. Bu gerçekleşince, Avrupa Birliği ülkelerinde şu anda mevcut olan
tereddütler büyük ölçüde dağılacak ve o zaman, Türkiye'nin üyeliğinin asıl
talepkar tarafı muhtemelen Avrupa Birliği olacaktır. Böyle bir senaryo, bana
hiç de ihtimal dışı görünmüyor.
Bu iyimser öngörüyle konuşmama son
veriyorum. Üç gün sonra Avrupa Birliği Konseyinin, Türkiye'yle müzakerelerin
başlaması için kabul edebileceğimiz bir karar vermesini temenni ediyor;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Yakış, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan,
60 ıncı maddeye göre genel başkanımız söz istiyor.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Önemli hallerde
yerinden söz verme maddesi.
MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan,
60 ıncı maddeye göre yerimden söz hakkı istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Ağar, bu hususta size söz
veremiyorum; çünkü, İçtüzükte böyle bir husus yok.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, 60
ıncı madde örneği uygulamada vardır.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, görüşmeler
tamamlanmıştır.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, 60
ıncı maddeye...
BAŞKAN - Efendim, lütfen, dinlerseniz...
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunda, özellikle dışpolitika konularında, İçtüzüğümüzde bir kural olmamakla
birlikte, zaman zaman, Parlamentoda mevcut bütün siyasî parti gruplarımız ve
bazen de bağımsız üyelerin katılımıyla verilmiş olan deklarasyon veya
bildiriler okunmuş ve Başkanlığımızca bunların gereği yapılmıştır. Ancak, bugün
görüştüğümüz konuyla ilgili olarak, sadece Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve iki
bağımsız üye tarafından hazırlanıp imzalanmış bir deklarasyon Başkanlığımıza
verilmiş bulunmaktadır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Doğru Yol
Partisinin Genel Başkanının imzası var orada.
BAŞKAN - Sayın Topuz, gayet iyi bilirsiniz
ki, grubu bulunmayan milletvekilleri bağımsız üye olarak tavsif edilmektedir.
Söz konusu deklarasyon, sadece...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bağımsız üye olmaz
onlar.
BAŞKAN - Müsaade ederseniz... Genel Kurulu
yönetme yetkisi Başkanvekiline aittir. Lütfen, sözümü kesmeyin.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bir partinin genel
başkanına nasıl bağımsız milletvekili
muamelesi yaparsınız?!
BAŞKAN - Sayın Topuz, ben, İçtüzüğün
hükümlerini okuyorum.
İSMET ATALAY (İstanbul) - Bağımsız
diyorsunuz ama...
BAŞKAN - Evet, grubu olmayan üyeler
bağımsız olarak tavsif ediliyor efendim.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan,
Mecliste olan bir parti DYP.
HALUK KOÇ (Samsun) - Hata üstüne hata
yapıyorsunuz.
BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Genel Başkanı
Sayın Mehmet Ağar, evet...
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Bağımsız değil,
Mecliste grubu olmayan bir partidir DYP.
BAŞKAN - Söz konusu deklarasyon, sadece
bir siyasî parti grubu tarafından ve grubu olmayan bir siyasî partinin genel
başkanı tarafından ve bir bağımsız üye tarafından imzalanmış olması nedeniyle,
bugüne kadar oluşmuş uygulamalara ve teamüllere uygun olmadığı için, işleme
koymam mümkün olmamaktadır.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan... Sayın
Başkan...
BAŞKAN - Buyurun.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan,
tutumunuz hakkında söz istiyorum. 63 üncü madde, usul hakkında.
BAŞKAN - Tutumum...
HALUK KOÇ (Samsun) - Bir dakika efendim.
BAŞKAN - Evet...
HALUK KOÇ (Samsun) - Burada takdir
hakkınız yok efendim. 63 üncü maddeyi okuyun lütfen.
BAŞKAN - Sayın Koç, tutumum İçtüzüğe uygundur,
İçtüzüğe uygun olarak devam ediyorum.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Uygun değil
efendim.
HALUK KOÇ (Samsun) - Siz karar
veremezsiniz buna.
Sayın Başkan, 63 üncü maddeyi lütfen
okuyun; İçtüzük hatası yapmayın.
BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen, yerinize
oturur musunuz... İstirham ediyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır, oturmuyorum...
BAŞKAN - Oturmazsanız durun ayakta.
HALUK KOÇ (Samsun) - 63 üncü madde çok
açık Sayın Başkan.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Neyi, kimden
kaçırıyorsunuz?!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, genel
görüşme önergeleri üzerinde...
HALUK KOÇ (Samsun) - 63 üncü madde çok
açık; lütfen okuyun.
BAŞKAN - Hayır, benim tutumumda bir şey
yok ki, ben, İçtüzüğe uygun hareket ediyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Buna siz karar
veremezsiniz. 63 üncü maddeyi okuyun.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Koç... Lütfen...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Takdir hakkınız
yok.
BAŞKAN - Genel görüşme üzerindeki...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yangından mal mı
kaçırıyorsun?!
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen yerinize oturur
musunuz...
HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır efendim...
63 üncü madde çok açık... Takdir hakkınız
yok...
BAŞKAN - Ben burada...
HALUK KOÇ (Samsun) - Daha önce de hata
yaptınız. Sizi uyarıyorum.
BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen yerinize oturur
musunuz!..
HALUK KOÇ (Samsun) - Oturmuyorum...
BAŞKAN - Oturmazsanız durun ayakta.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Yetmiş milyondan
neyi kaçırıyorsunuz?! Bırakın konuşsun!
HALUK KOÇ (Samsun) - 63 üncü madde usul
hakkında. Tutumunuz hakkında söz istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen oturur musunuz
yerinize!..
HALUK KOÇ (Samsun) - Tutumunuz hakkında
söz istiyorum.
BAŞKAN - Kürsüyü mü işgal edeceksiniz
Sayın Koç?! Lütfen buyurun...
HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır... Gerekirse
ederim.
BAŞKAN - Hayır... Edemezsiniz. Lütfen
oturun.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Tutumunuz hakkında
söz istiyor.
HALUK KOÇ (Samsun) - Usul hakkında...
Tutumunuz hakkında...
BAŞKAN - Önce, lütfen yerinize oturun! (AK
Parti sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Bakın, usul hakkında
söz istiyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Söz vermek
zorundasınız.
BAŞKAN - Lütfen, önce yerinize oturun
Sayın Koç! Lütfen... (AK Parti sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Oturmuyorum...
Oturmuyorum... Usul hakkında söz istiyorum.
BAŞKAN - Oturacaksınız efendim!..
Oturun!..
HALUK KOÇ (Samsun) - Oturmuyorum...
BAŞKAN - Hayır; böyle üslup olmaz Sayın
Koç. Lütfen... Böyle üslup olmaz...
HALUK KOÇ (Samsun) - Takdiriniz dahilinde
değil. Lütfen 63 üncü maddeyi okuyun.
MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Bağırarak
çağırarak olmaz...
BAŞKAN - Böyle üslup olmaz Sayın Koç.
Lütfen oturun yerinize. Yerinize oturun, ben açıklamama devam edeceğim.
HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır... Oylamaya
geçeceksiniz...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - 63 üncü maddeye
göre söz vermek zorundasınız Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Topuz, lütfen oturun...
Sayın Koç, lütfen yerinize oturur
musunuz...
HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, usul
hakkında söz istiyorum. 63 üncü madde...
BAŞKAN - Benim burada Başkan olarak bir
açıklamam var. Lütfen yerinize oturur musunuz efendim.
HALUK KOÇ (Samsun) - Bu, Başkanı Türkiye
Büyük Millet Meclisinin çalışma usullerine uymaya davet, efendim.
BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen yerinize oturur
musunuz efendim...
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Ülkenin kaderiyle
AK Parti baş başa kalmış oluyor Sayın Başkan. Birlik ve bütünlük için bu söz
hakkını vermeniz lazım.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - 10 dakikalık
konuşmadan niye çekiniyorsunuz?!
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri...
Sayın Koç, yerinize oturmamakta ısrar mı ediyorsunuz
efendim?!
HALUK KOÇ (Samsun) - Yerimdeyim... Orada
da ayakta olanlar var, ben de ayaktayım. Meclis İdare Amiri ayakta...
BAŞKAN - Sayın Koç, sayın milletvekilleri;
bakınız, burada saat 15.00'ten itibaren, ne şekilde ve gayet hoşgörülü bir şekilde
Genel Kurulu yönettiğimi hepiniz gayet iyi biliyorsunuz.
HALUK KOÇ (Samsun) - Olması gereken
zaten...
BAŞKAN - Müsamaha sınırlarını zorlayarak
bu hususların hepsini yerine getirdim. Lütfen... (AK Parti sıralarından
alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Hakkın müsamahası
olur mu Sayın Başkan?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Burada müsamaha
yok Sayın Başkan. Takdir hakkınız yok.
BAŞKAN - Sayın Anadol, açıklamama izin
verir misiniz.
Bakınız, saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, daha önce, Sayın Denktaş'ın ziyareti sırasında bu şekildeki bir
deklarasyon Başkanlığa verilmiştir. Genel Kurulu o gün yöneten Sayın
Başkanvekili bu konuyla ilgili olarak görüşme açmış ve sonunda, verilen
önergeyi oylamaya koymamıştır -tutanaklar hazırdır, buradadır- bunu da, hepiniz
gayet iyi biliyorsunuz. Ben, geçmişte uygulanmış olan bir usulü burada
uyguluyorum, İçtüzük hükümlerine uygun hareket ediyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - Bu doğru değil; bunu
tartışmak istiyoruz; usul dediğimiz bu.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın
Başkan...Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen oturun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan,
işte bunu tartışmak için söz istiyor arkadaşımız.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bunu tartışmaya
gerek yok efendim, her şey açık.
BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, oturur musunuz
lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Oturur musunuz efendim siz.
Ben sözümü bitirmedim Sayın Kandoğan,
lütfen oturun.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Müsaade edin...
BAŞKAN - Hayır, ben konuşmamı bitirmedim.
Lütfen...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Daha önce de
böyle, Mecliste aynı uygulama yapıldı. Genel görüşme konuları görüşülürken,
orada da Sayın Genel Başkanımız yerinden çok kısa bir konuşma yapmıştı. İki ay
önce böyle bir uygulama yapıldı.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen oturun
yerinize. Lütfen oturun...
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Aynı uygulama
yapıldı; bugün niye yaptırmıyorsunuz?.. Daha önce aynı uygulama yapıldı burada.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Siz, Meclis
çalışmalarını sabote ediyorsunuz Sayın Başkan. Böyle yaşamsal bir konuda söz
hakkı vermiyorsunuz; çok ayıp!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oturumu,
İçtüzük kurallarına uygun olarak yönettiğim kanaatini taşıyorum ve yönetiyorum.
HALUK KOÇ (Samsun) - O, sizin yargınız.
BAŞKAN - Sayın Koç...
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan,
takdir...
BAŞKAN - Sayın Koç...
HALUK KOÇ (Samsun) - Bir dakika dinleyin
efendim. Sizin takdir hakkınız yok bu konuda. Siz kendi kendinizi
değerlendiremezsiniz; usul tartışmasının amacı o.
ENVER ÖKTEM (İzmir) - Sayın Başkan,
tarafsız olun, tarafsız... Avrupa Birliğinden mi korkuyorsunuz?!
BAŞKAN - Sayın Koç, siz Grup
Başkanvekilisiniz, ben de Meclis Başkanvekiliyim. Eğer, siz, her iki görevi
birden yürütme hakkını kendinizde görüyorsanız, ayrı. Böyle bir hakkınız yok.
(AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır, hayır...
Usulüne göre yönetin.
BAŞKAN - Bakınız, Sayın Koç...
HALUK KOÇ (Samsun) - Öyle bir niyetim yok.
BAŞKAN - Bakınız, konuşmamı tamamlamama
fırsat vermiyorsunuz.
Konuşmamı tamamlıyorum; benim söylediğim
hususlar gayet açıktır. Benim konuşmalarım da açık, tutanaklara da geçmiştir.
Bunun dışında sizin söylemek istediğiniz bir husus varsa...
HALUK KOÇ (Samsun) - Evet.
BAŞKAN - Evet, ne söyleyeceksiniz;
buyurun. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Şunu baştan
verseydin de yormasaydın bizi!
BAŞKAN - Buyurun... Benim söylediklerim
dışında ne diyorsunuz; buyurun.
VII.- USUL
HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1.- Bir
siyasî parti grubu ve iki bağımsız üyenin Avrupa Birliği Komisyonu Raporu
ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlamasıyla ilgili
hazırladıkları deklarasyonun Oturum Başkanınca işleme konulup konulmaması
konusunda
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle, Grup Başkanvekilliği görevi ile Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanvekilliği görevini karıştırıyor değilim. Ben, Grup
Başkanvekili olarak, Grubumun hakkını koruyarak, burada, Türkiye Büyük Millet
Meclisini yöneten Başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarında usule
davet etme noktasında, 63 üncü maddeden söz hakkı istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, lütfen dinleyin,
bakın, 63 üncü maddeye bakacak olursanız, burada, Sayın Başkanın takdir yetkisi
yok. O, kendisinin İçtüzüğe uygun davrandığını kendisi takdir ediyor. 63'te
böyle bir takdir yetkisi yok, çok açık;
bunu anlatmaya çalışıyorum. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanvekilliğinin görev sahasına hiçbir zaman tecavüzde bulunmadım; bunu
düzeltmek istiyorum.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - O zaman her
seferinde 63'e göre söz isteyin ve konuşun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Siz kalkar
konuşursunuz.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Ne konuşayım; bu
mümkün değil ki! Gerekçesi yok ki!
BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen konuşmanızı
tamamlayınız.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Müsaade ederse...
Değerli arkadaşlarım, bakın, geleneklerden
bahsedildi, teamülden bahsedildi. Her geleneğin bir başlangıcı vardır. Türkiye
için önemli günlerden geçiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, Türkiye
için son derece önemli günlerden geçiyoruz. Şimdi, bir tespiti yapmama, lütfen,
müsaade edin. Bakın, Türkiye'yi ilgilendiren son derece önemli gündem maddeleri
olduğunda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu duyarlılığı biz Türkiye
Büyük Millet Meclisinde çeşitli denetim mekanizmaları içerisinde aktarıyoruz,
bunu önemsemiyorsunuz -bunun örneklerini çoğaltabilirim-daha sonra, gündem
kızıştığında, gündem o konuya yoğunlaştığında, bunun görüşülmesi gerektiğine
inanıyorsunuz ve ondan sonra, siz de benzer bir yol kullanıyorsunuz ve
önergeler birleştirilerek görüşülüyor.
Bakın, bu, daha önce Avrupa Birliği
sürecinde yaşadığımız bir olay. Şimdi, Sayın Genel Başkan söyledi, sözcüler
söyledi; yani, iki gün sonra görüşme var, zirve yapılacak. Bu genel görüşme
kabul edilse bile, İçtüzüğe göre 48 saat ile 7 gün arasında görüşülmesi
gerekecek; yani, zaten kabul edilse bile zirveye yetişmiyor. O zaman, bizler,
bir deklarasyon hazırladık ve burada, Adalet ve Kalkınma Partisinin duyarlı
milletvekillerinin hiçbirinin, bu hazırladığımız deklarasyondaki sözlerimizin
arkasında durmamasını gerektirecek hiçbir şey yok.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - AK Partide
duyarsız milletvekili yok!
HALUK KOÇ (Devamla) - Bakın, Sayın Bakanın
söylediği ve tutanaklara geçen sözleri burada yer alıyor ve şunu düşünün
değerli arkadaşlarım; bunu, aranızda birçok arkadaşım paylaşıyor, kulislerde de
konuştuk...
ASIM AYKAN (Trabzon) - O bizim takdirimiz.
HALUK KOÇ (Devamla) - ...yani, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin...
MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Bunların hepsi
konuşuldu, sözcünüz hepsini söyledi!
BAŞKAN - Sayın Özmen, lütfen...
HALUK KOÇ (Devamla) - ...iradesini
arkasına alarak, hükümetinizin Brüksel'deki zirveye gitmesi uygun bir davranış
değil mi?!
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Lütfen, usulü
konuşalım!
HALUK KOÇ (Devamla) - Türkiye Büyük Millet
Meclisinin tümünün iradesini alarak, böyle bir deklarasyonla bu zirveye
katılması uygun değil mi, doğru değil mi, haklı değil mi?!
Değerli arkadaşlarım, ne diyoruz burada;
burada, bakın, söylüyoruz: "Avrupa'nın ortak değerlerini benimseyen
Türkiye, Avrupa Birliğinden çıkacak adil ve yapıcı bir karar çerçevesinde
üyelik müzakerelerine başlamaya ve en kısa zamanda Avrupa Birliğinin tam
üyeliğini kazanmak için üzerine düşen adımları atmaya hazırdır."
Katılmıyor musunuz buna; katılıyorsunuz.
MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Sayın Başkan,
usul hakkında konuşacaktı.
HALUK KOÇ (Devamla) - 17 Aralık 2004
tarihinde toplanacak...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Lütfen... Usul
hakkında söz almıştınız!
HALUK KOÇ (Devamla) - Gacır gucur
konuşmayın canım! (AK Parti sıralarından gürültüler)
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Burası deklarasyon
açıklama yeri değil!
BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız.
HALUK KOÇ (Devamla) - 17 Aralık 2004 tarihinde
toplanacak...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan,
usul hakkında söz verdiniz; hata yapıyorsunuz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Kacır... Sayın Kacır...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Usul hakkında
konuşacaktı; lütfen...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Otur yerine!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Usul hakkında
söz aldı.
BAŞKAN - Sayın Özmen, lütfen...
HALUK KOÇ (Devamla) - Şimdi, bakın
"Türkiye'ye doğrudan veya dolaylı yollarla tam üyeliğin dışında bir statü
verilmesini öngören herhangi bir önerinin tarafımızdan kabul edilmesi mümkün
değildir." Bu önerinin altına, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, şu anda
milletvekilliği görevi yapan hangi arkadaşım imza atmaz?! Hangi arkadaşım imza
atmaz buna?! (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım "Avrupa Birliği
Komisyonu ile Avrupa Parlamentosu raporlarında yer alan ve Türkiye
Cumhuriyetinin temel taşını teşkil eden..." (AK Parti sıralarından
gürültüler)
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan!.. Sayın
Başkan!..
HALUK KOÇ (Devamla) - "...Lozan
Antlaşmasıyla bağdaşmayan önerileri benimsememiz mümkün değildir." Bunlar,
Sayın Dışişleri Bakanının söylediği sözler değerli arkadaşlarım. (AK Parti
sıralarından gürültüler)
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bu, usul hakkında
konuşma mı Sayın Başkan?!
HALUK KOÇ (Devamla) - Yapmayın!.. Hayır,
bunu söylüyorum; böyle bir iradenin arkasına niye hükümetimizi almayalım, niye
hükümetimizin arkasına böyle bir Meclis iradesi vermeyelim...
BAŞKAN - Sayın Koç... Sayın Koç...
HALUK KOÇ (Devamla) - ... bu iradeyle onu
güçlendirerek, donatarak yollamayalım!
BAŞKAN - Sayın Koç...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, ne
yapıyorsunuz?! Böyle usul olur mu?!
BAŞKAN - Sayın Koç...
HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım...
BAŞKAN - Sayın Koç...
MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Sayın Başkan,
böyle usul mü olur?!
HALUK KOÇ (Devamla) - "Güney Kıbrıs
yönetiminin 'Kıbrıs Cumhuriyeti' olarak tanınması sonucunu verebilecek
öneriler..." (AK Parti sıralarından gürültüler)
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Siz, Başkanın
tutumu hakkında söz aldınız...
BAŞKAN - Sayın Koç... Sayın Koç...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan,
konuşma mı yapıyor, usulü mü tartışıyor?! Böyle usul yok!..
BAŞKAN - Sayın Koç...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Böyle istismar
olmaz! Yanlış yapılıyor!
HALUK KOÇ (Devamla) - "...Kıbrıs
devletini kuran uluslararası anlaşmalara ve Ada'daki gerçeklere aykırı olduğu
için..."
BAŞKAN - Sayın Koç, dinler misiniz...
HALUK KOÇ (Devamla) - "...Türkiye
tarafından kabul edilemez" sözünü hanginiz imzalamaz?! Böyle bir şey bir
şey olmaz mı?!. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Yanlış yapılıyor
Sayın Başkan...
HALUK KOÇ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın
Başkan...
BAŞKAN - Sayın Koç... Sayın Koç...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Böyle usul mü
olur?!
BAŞKAN - Sayın Koç, tutumum hakkında söz
istemiştiniz, deklarasyonu okudunuz.
Buyurun... Tamamlandı mı konuşmanız
efendim?
HALUK KOÇ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen... Lütfen...
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, sizleri rahatsız edecek herhangi bir söylem yok burada.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Konuşmadan bir
rahatsızlığımız yok; ama, yanlış yapılmasından rahatsızlığımız var.
HALUK KOÇ (Devamla) - Bizim bütün
isteğimiz, hükümetimizin, 17 Aralık zirvesine giderken Türkiye Büyük Millet
Meclisinin tüm iradesini arkasına alarak gitmesidir.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bu Meclis
hükümetin arkasındadır...
HALUK KOÇ (Devamla) - Bunun için bu
önergeyi hazırladık. Yani, bunu "teamüllerde yok, böyle bir uygulama
yok" şeklinde...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bu Meclis
hükümetin arkasındadır, güvenoyu da vermiştir...
HALUK KOÇ (Devamla) - Böyle bir uygulamaya
neden karşı çıkıyorsunuz, ben onu anlamıyorum.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hükümete de
güveniyoruz, Sayın Dışişleri Bakanına da güveniyoruz...
HALUK KOÇ (Devamla) - Bu bildiri elinize
geçecek; eğer, bunun altına imza atılmasını sakıncalı görenleriniz varsa, ben,
hiçbir şey söyleyemiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakın, burada, Sayın
Dışişleri Bakanının söyledikleri tutanaklara geçmiştir.
AHMET ÇAĞLAYAN (Uşak) - Bildiriyi okumak
için mi söz aldın?!
HALUK KOÇ (Devamla) - Tarih ve millet
önünde...
BAŞKAN - Sayın Koç... Sayın Koç...
HALUK KOÇ (Devamla) - Adalet ve Kalkınma
Partisi, sorumluluğunu yerine getirmezse, tarih ve millet önünde, önümüzdeki
orta, kısa ve uzun erimde bunun hesabını verecektir.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan...
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Kapusuz, buyurun.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan,
tutumunuz hakkında söz almak istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Sayın Başkan,
sizin patronunuz gibi davranıyor; lütfen, buna müdahale edin. Elini kolunu sallayarak
gidiyor adam!..
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - ... her şeyden
önce, biz, bu Parlamentonun birer üyeleri olarak, hele sorumluluk makamında
bulunan, grupları adına yönetimde bulunan arkadaşlarımızın, bir hususa, bundan
sonrası için bile olsa, bu ikazı yapmayı kendime hak görüyorum, bu İçtüzüğe
uygun hareket edilmesini hepimiz önemsemeliyiz.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Sizin şu
yaptığınız İçtüzüğe uygun mu?
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Eğer bu
İçtüzükte bir hüküm varsa, bu hükmü kullanmak, bu hakkı kullanmak, elbette
bütün üyelerin, bütün partilerin hakkıdır; ama, olmayan bir şeyi varmış gibi
ileri sürerek, bundan istifadeyle, kendi amacınıza yönelik kullanmaya
kalkarsanız, bunun, bir hakkın suiistimali olduğunu siz de biliyorsunuz, herkes
de bunu görüyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Ne istifadesi?!
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Evet, ben, Sayın
Başkanın tutumu hakkında söz aldım, onu konuşacağım, bu söylediğime uygun
olarak.
Evet, başlangıç itibariyle Sayın Başkanın
ifade etmiş olduğu, bugüne kadar 17 nci Dönemden 22 nci Dönemin bugününe kadar
yapılmış olan bütün, özellikle dışpolitikayla ilgili olarak Meclisin ittifak
ettiği belirli konular var ki, hep, deklarasyonlar, o mutabakat üzerine
yapılmış ve okunmuştur. Bu konular da belirli konulardır. Nedir diye
sorarsanız; ana birkaç başlığını söyleyeyim: Kıbrıs, Çeçenistan, Ermenistan
soykırımı, Kosova, terör ve benzeri birtakım dışpolitikayla ilgili hususlar,
mutabakat metni halinde, bir bildiri şeklinde imzalanmış ve buradan okunmuştur.
Şu an itibariyle önümüzde kritik bir süreç var. Bununla ilgili olarak Meclis
Başkanlığı, mutabakat sağlanmamış bir metni, geçmişteki uygulamalardan da
hareketle, ne yaptı; evet "ben işleme alamam" dedi.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sen de,
Başkanvekilliği görevini karıştırdın!
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Burada, usul
olarak doğru yaptı; fakat, daha sonra...
ERDAL KARADEMİR (İzmir) - Sen, metinde
neye itiraz ettiğini söyle.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - ...İçtüzüğün 63
üncü maddesine göre değerli bir grup başkanvekili arkadaşımızın, çıkıp da, hiç
alakası olmayan, kendine göre doğru olduğunu kabul ettiği bir metni burada
okumasını fırsat olarak kullandırmış olması, usul noktasından doğru olmamıştır.
RASİM ÇAKIR (Edirne) - Bize göre doğru
olan, size göre yanlış!..
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Dolayısıyla,
ben, bir kez daha hatırlatmak istiyorum ki, biz, bu İçtüzüğe göre ne kadar
uygun hareket edersek, bu Genel Kurul çalışmalarında mutabakata uygun bir adım
atmış ve eylem yapmış oluruz.
Sayın Başkan, şayet bunda mutabakat
sağlamadığınız, değişiklik istediğiniz hususlar varsa, buyurun, İçtüzük
hususunda beraber bir komisyon kuralım, istediklerimizi de değiştirelim.
Ben, usul yönünden, Başkanlığın bu
deklarasyonun yayımlanmaması noktasındaki tavrını doğru buluyorum ve bununla
ilgili olarak sadece şunu söylüyorum; diyorum ki: Eğer, bir mutabakat yoksa,
olmayan bir mutabakatı zorla buraya taşımak doğru değildir. Yoksa, bizim, hiç
kimsenin düşüncesini, konuşmasını engellemek gibi bir niyetimiz yok; sadece,
İçtüzük... Sayın Dışişleri Bakanımız "acaba konuşabilir miyim" diye
sordu, ben, İçtüzüğe göre, konuşamazsınız dedim. Onun için, Başkanlık, doğru
uygulama yapmıştır.
Bu genel görüşmenin öngörüşmesinde
konuşmacılar bellidir; gruplar konuşur, hükümet konuşur, bir de önerge sahipleri
adına bir milletvekili konuşur. Bunun dışında bir konuşma fırsatı ve imkânı
yoktur. İçtüzüğün uygun olan hükmü budur ve buna uymak durumundayız.
Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, 63
üncü maddeye göre -lehinde söz verdiniz- iki kişiye daha söz vermek
durumundasınız; söz istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Anadol, aleyhte mi söz
istiyorsunuz?
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan,
Sayın Genel Başkanımız 63 üncü maddeye göre söz istiyor.
MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan,
tutumunuzla ilgili söz istiyorum.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Söz hakkımı
Sayın Ağar'a devrediyorum.
BAŞKAN - Buyurun. (Bağımsızlar
sıralarından alkışlar)
MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; tabiî, konu, keşke, hiç bu mecraya gelmemiş olsaydı. Çok
geç kalmış bir genel görüşmedir. 6 Ekim raporundan makul bir zaman sonra, bu
görüşmenin, bu Mecliste yapılması lazım idi.
Söylenecek çok şey var; ama, şunu üzülerek
ifade etmek gerekiyor ki, bu Meclisin bir geleneği, bir teamülü var -doğrudur
bütün bunların hepsi- bir de, bir bakış açısı olması lazım.
Türkiye'de herkesin çok önemsediği bir
konu bu ve bu konuyla ilgili olarak, sizi zorlamamak kaydıyla, 60 ıncı madde
gereğince, yerimizden, kısa da olsa, konuya bir katkıda bulunmak istedik;
ancak, bunu bile uygun görmediniz. Milyonlarca oy almış bir partidir Doğru Yol
Partisi, yıllarca devlet yönetiminde kalmıştır, milletin vicdanının da sesidir.
Şimdi, iktidar anlayışına uygun olarak,
sivil toplum örgütlerine baskı, medyaya baskı, her kesime baskı, şimdi de
Mecliste baskının kabul edilebilir tarafı yoktur. (DYP sıralarından alkışlar)
Bizi burada konuşturmazsanız, biz, gideriz, milletle her platformda konuşuruz;
konuşacağımız şeyler vardır. Hepimizin amacı, Türkiye için fevkalade önemi olan
bir konuya, elbette ki, olumlu katkılarda bulunmaktır; yani, hükümet burada
belli ölçülerde de eleştirilecektir. Muhalefetin varlığı, iktidarı, daha
önemli, daha ciddî konularda daha doğru kararlar almaya doğru yöneltmektir.
Nihayetinde, Türkiye'nin menfaatı tektir. Bu menfaatı farklı şekilde savunmak
isteyenler bu salonda olur, savunamayanlar zaten bu salonda olmaz. Kaldı ki, bu
Meclisin kuruluşu 1920'dir. 1920'nin dünya tarihinde önemi vardır;
Versailles'in kucağımıza bıraktığı Sevr'i yırtıp atıp, dört sene sonra Lozan'ı
yapan bir Meclistir burası. (DYP, CHP ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar) Bu
iradeye sahip olan bir Meclistir ve bu Meclis, tarihin bu döneminde de, elbette
Türkiye'nin şanlı tarihine yaraşır bir bakış içerisinde, modern dünyanın
gerektirdiği değişimi sağlayacak fikir bütünlüğünü ve beraberliğini de burada
açık bir platformda tartışmalıdır.
Bizim gönlümüz arzu ederdi ki, bir yandan
hükümet, bir yandan parti grupları, bir yandan da şahsı adına olduğunda hiç
olmazsa bir sözün de bizim tarafımızdan kullanılmasına zemin sağlansın. Bizce,
yakışan ve yaraşan buydu. Olabilir, düşünülmemiş olabilir, aşırı yoğunluktan
ihmal edilmiş olabilir; ama, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre kısa bir söz
süresinin tarafınızca tanınması suretiyle bu konudaki fikirlerimizi
söyleyebilirdik.
Sizin İçtüzüğü uygulamaktaki bu
kararlılığınızı daha fazla zorlamak istemiyorum. Milletimle bu duyguları
paylaştım. Yarın Büyük Millet Meclisinde geniş ve kapsamlı bir basın toplantısı
yapmak suretiyle, biz, milletle paylaşacak zemini, sokakta da, tarlada da,
miting meydanında da, Meclis basın salonunda da buluruz; bu salonu kapatmanız
bir şey ifade etmiyor bize.
Saygılar sunarım. (Bağımsızlar ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Ağar.
Sayın milletvekilleri, sayın hatiplerin
konuşması muvacehesinde de görülmüştür
ki, Başkanlık, İçtüzüğe uygun olarak hareket etmiştir.
VI.- GENSORU, GENEL
GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI (Devam)
A) ÖNGÖRÜŞMELER
(Devam)
1.-
Cumhuriyet Halk Partisi, Grup Başkanvekilleri, İstanbul Milletvekili Ali Topuz,
İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa
Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin
başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum
konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17) (Devam)
2.- Düzce
Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu
ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili
olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18) (Devam)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre verilmiş olan bir önerge vardır;
önergeyi görüşmesiz oylatacağım; dikkatlerinize arz ediyorum.
ALİ TOPUZ (İstanbul)- Niye görüşmesiz?..
BAŞKAN- Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Genel görüşmenin bir tur daha yapılmasını
İçtüzüğün 72 nci maddesi gereğince arz ve teklif ederiz.
|
Ali Topuz |
Halil Akyüz |
K. Kemal Anadol |
|
İstanbul |
İstanbul |
İzmir |
|
Ali Rıza Bodur |
|
Haşim Oral |
|
İzmir |
|
Denizli |
BAŞKAN- Önergeyi görüşmesiz olarak
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Neden
görüşmesiz?..
ALİ TOPUZ (İstanbul)- Sayın Başkan,
İçtüzüğün hangi maddesine göre görüşmesiz oyluyorsunuz?
BAŞKAN- Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
ALİ TOPUZ (İstanbul)- Sayın Başkan, önerge
görüşmesiz oylanabilir mi?..
BAŞKAN- Sayın Başkanım, bugüne kadarki
teamüller böyledir.
ALİ TOPUZ (İstanbul)- Evet, oy
çoğunluğuyla gerçeklerin üzerini kapatacaksınız!..
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, genel
görüşme önergeleri üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması
hususunu oylarınıza sunacağım.
Genel görüşme açılmasını kabul edenler...
Kabul etmeyenler... (CHP sıralarından alkışlar [!]) Sayın milletvekilleri,
genel görüşme açılması kabul edilmemiştir.
K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Kaçaklar!..
BAŞKAN- Sözlü soru önergeleri ile kanun
tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 15 Aralık 2004 Çarşamba günü
saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati : 19.32