BIM 2 5 2005-01-13T13:29:00Z 2005-01-13T13:29:00Z 50 34806 198396 TBMM 1653 396 243644 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM: 22             CİLT: 68              YASAMA YILI: 3

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

32 nci Birleşim

14 Aralık 2004 Salı

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Balıkesir Milletvekili Ali Aydınlıoğlu'nun, zeytin ve zeytinyağı üretim sektörünün ülkemiz ekonomisindeki önemi ile sektörün sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı

2.- Eskişehir Milletvekili Mehmet Vedat Yücesan'ın, Eskişehir İli sınırları içerisindeki Frigya Vadisinde bulunan Frig Medeniyetine ait tarihî eserlerin korunması ve bu eserlerin ülke turizmine kazandırılması için alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Isparta Milletvekili Mehmet Emin Murat Bilgiç'in, Türkiye'de el halıcılığının sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Lübnan Meclis Başkanı Nabih Berry ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/715)

2.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, 3067 Sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/235) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/231)

3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 10/A Maddesine Bir Fıkra İlave Edilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/186) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/232)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Aydın Milletvekili Mehmet Boztaş ve 22 milletvekilinin, Büyük Menderes Nehri ve Havzasındaki kirliliğin çevreye ve insan sağlığına verdiği zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/239)

2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 22 milletvekilinin, yapılması planlanan nükleer santralların ülkemiz şartlarına uygunluğunun ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/240)

D) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Lübnan Meclis Başkanı Nabih Berry'e, Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/467) (S. Sayısı: 597)

2.- Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar'ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/468) (S. Sayısı: 598)

3.- Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/480) (S. Sayısı: 599)

4.- Mersin Milletvekili Vahit Çekmez'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/494) (S. Sayısı: 600)

V.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- Genel Kurulun 14.12.2004 Salı günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri, İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17)

2.- Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18)

VII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Bir siyasî parti grubu ve iki bağımsız üyenin Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlamasıyla ilgili hazırladıkları deklarasyonun oturum başkanınca işleme konulup konulmaması konusunda

VIII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Konya Milletvekili Atilla KART'ın, tarımsal sulamada kullanılan elektrik borçlanmasına ve elektriğe uygulanan KDV'ye ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/3798)

* Ek cevap

2.- Antalya Milletvekili Nail KAMACI'nın, Ziraat Bankasında kullanılan yazılım programının verdiği zarara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali BABACAN'ın cevabı (7/3936)

3.- Antalya Milletvekili Atila EMEK'in, Merkezî Uzlaşma Komisyonu tarafından vergi borçları silinen bazı kişi ve firmalara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/4005)

4.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, İmar Bankasının izinsiz hazine bonosu satışının sorumlularına ve mağdurlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/4074)

5.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, BDDK'nın Northway temsilcileriyle yaptığı toplantıya ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/4082)

6.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Vergi Usul Kanunu 9 uncu madde hükmünün uygulanıp uygulanmadığına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal UNAKITAN'ın cevabı (7/4142)

7.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/4172)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 10.00'da açılarak dört oturum yaptı.

Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlamasıyla ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

2005 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2003 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarının Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci, 2 nci, 3 üncü ve 4 üncü sıralarında yer almasına; bütçe görüşmelerine 20.12.2004 Pazartesi günü saat 11.00'de başlanmasına ve bitimine kadar, resmî tatil günleri dahil, her gün saat 11.00'den 13.00'e ve 14.00'ten günlük programın tamamlanmasına kadar çalışmalara devam olunmasına ve görüşmelerin dokuz günde tamamlanmasına; başlangıçta, bütçenin tümü üzerinde gruplar ve hükümet adına yapılacak konuşmaların (hükümetin sunuş konuşması hariç) 1'er saat (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir), kişisel konuşmaların 10'ar dakikayla sınırlandırılmasına; bakanlık ve daire bütçeleri üzerindeki görüşmelerin 13 turda tamamlanmasına, 13 üncü turun bitiminden sonra bütçe kanunu tasarılarının maddelerinin oylanmasına; İçtüzüğün 72 nci maddesi gereğince yapılacak görüşmelerde her turda gruplar ve hükümet adına yapılacak konuşmaların 45'er dakika (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir) kişisel konuşmaların 10'ar dakika olmasına; kişisel konuşmalarda, her turda, İçtüzüğün 61 inci maddesine göre, biri lehte, biri aleyhte olmak üzere iki üyeye söz verilmesine ve bir üyenin birden fazla turda söz kaydı yaptırmamasına;  bütçe görüşmelerinde soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulmasına ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakika ile sınırlandırılmasına; bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve hükümete 1'er saat süre ile söz verilmesine (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir) İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre yapılacak kişisel konuşmaların 10'ar dakika olmasına;

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 108 inci sırasında yer alan 710 sıra sayılı Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına alınmasına ve 13.12.2004 tarihli Birleşimde 4 üncü sıraya kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına; gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 196 ncı sırasında yer alan (8/17) esas numaralı Avrupa Birliği Komisyonu raporu ışığında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak kararlardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusundaki genel görüşme önergesi ile 13.12.2004 tarihli gelen kâğıtlarda yayımlanan aynı konudaki (8/18) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin Genel Kurulun 14.12.2004 Salı günkü Birleşiminde ve birlikte yapılmasına; görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına;

İlişkin Danışma Kurulu önerileri kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden,

2 nci sırasında bulunan, Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu Tasarısının (1/821)          (S. Sayısı: 701), görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;

Ertelendi.

3 üncü sırasına alınan, Ceza ve Tedbirlerin İnfazı Hakkında Kanun Tasarısının (1/933)             (S. Sayısı: 710) görüşmelerini müteakiben, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

14 Aralık 2004 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.40'ta son verildi.

 

 

 

Nevzat Pakdil

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Bayram Özçelik

 

Türkân Miçooğulları

 

Burdur

 

İzmir

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

     No. : 42

II. - GELEN KÂĞITLAR

14 Aralık 2004 Salı

Teklif

1.- Zonguldak Milletvekili Harun Akın ve 69 Milletvekilinin; Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununun 10 uncu Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/356) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.12.2004)

Rapor

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunun Millî Saraylar Daire Başkanlığı ve Ona Bağlı Saray, Köşk, Kasır ve Fabrikaların 2004 Yılı Faaliyetleri Hakkında İçtüzüğün 177 ve Müteakip Maddeleri Gereğince Yaptığı Denetimle İlgili Rapor (5/6) (S. Sayısı: 673) (Dağıtma tarihi: 14.12.2004) (GÜNDEME)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Aydın Milletvekili Mehmet Boztaş ve 23 Milletvekilinin, Büyük Menderes Nehri ve Havzasındaki kirliliğin, çevreye ve insan sağlığına verdiği zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/239) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.12.2004)

2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 22 Milletvekilinin, yapılması planlanan nükleer santrallerin ülkemiz şartlarına uygunluğunun ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/240) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.12.2004)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

14 Aralık 2004 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, zeytin ve zeytinyağı üretimiyle ilgili söz isteyen Balıkesir Milletvekili Ali Aydınlıoğlu'na aittir.

Sayın Aydınlıoğlu, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Balıkesir Milletvekili Ali Aydınlıoğlu'nun, zeytin ve zeytinyağı üretim sektörünün ülkemiz ekonomisindeki önemi ile sektörün sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı

ALİ AYDINLIOĞLU (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün, ülkemizdeki 400 000 civarında aileyi yakından ilgilendiren, yarattığı istihdamla 1 000 000 tarım işçisine iş, sanayiden pazarlamaya kadar alanları da toplarsak 8 000 000'a yakın kişinin geçimine katkı sağlayan, ülkemiz ekonomisinde önemli bir yer sahibi olan zeytin ve zeytinyağı sektörünün sorunlarını gündeme getirmek için gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, hepimizin sofrasından eksik olmayan, sağlığımızın bir numaralı dostu zeytin ve zeytinyağı; anavatanı olan Anadolu'dan misafir gittiği İspanya, İtalya, Yunanistan gibi ülkelerde baş tacı edilen; ancak, ülkemizde, yani kendi evinde korunmaya muhtaç duruma düşen zeytin ağacı, binlerce yıldan bu yana üretmiş olduğu zeytin, zeytinyağı ve yan ürünleriyle Akdeniz ülkeleri insanının temel geçim kaynağı ve yaşam biçimi olmuştur.

Ege, Marmara ve Akdeniz Bölgeleri başta olmak üzere, 90 000 000 zeytin ağacına sahibiz. 2003 yılında, 140 000 ton olan üretimimizin ancak 30 000-35 000 tonu ülkemizde tüketilmekte olup, geçen yıldan, 110 000 ton civarında ihtiyaç fazlası yağımız bulunmaktadır. Dünya tüketimi 2 100 000 ton olup, zeytinyağı ihracat ve pazarlamasında yapacağımız atılımla bu yağları satmamız hiç de zor olmayacaktır. Örnek verecek olursak, 2002 yılında, İspanya 750 000 ton, Yunanistan 320 000 ton, İtalya 250 000 ton, Türkiye 185 000 ton, Suriye 150 000 ton, Portekiz 40 000 ton, Tunus 40 000 ton zeytinyağı üretimi gerçekleştirmiştir.

Zeytin ağacının anavatanı Anadolu'dur; yani, bizimdir. Akdeniz ve Kıbrıs üzerinden Güney Avrupa ve Kuzey Afrika'ya yayılarak, bugün, yüzde 98'i Akdeniz ülkelerinde olan, yaklaşık 900 000 000 adede ulaşmıştır. Ancak ne hazindir ki, otuzdokuzbin yıl önce Anadolu'dan ilk olarak gittiği komşumuz Yunanistan yaklaşık 200 000 000, İspanya 400 000 000 ağaç sayısına ulaşılırken, yurdumuz, sadece 90 000 000 zeytin ağacı varlığıyla, önce Yunanistan'ın, sonra Tunus'un gerisine düşmüştür, şimdi de, her yıl 10 000 000 zeytin ağacı diken Suriye'nin gerisine düşmek üzeredir.

Zeytinyağı, öncelikle hiçbir kimyasal işleme tabi tutulmadan yenilebilen tek bitkisel yağ; âdeta bir meyve suyu, özelliğinden kaynaklanan doğal ve içeriğinde bulunan birçok vitamin ve koruyucu maddeleriyle sağlıklı beslenmede çok çok önemlidir.

Değerli arkadaşlarım, petrolden sonra en önemli döviz ödemesinin gerçekleştirildiği bitkisel yağ ithalatı gözönünde tutulmak suretiyle, özkaynaklarımızın, hem de dünyanın en sağlıklı yağı olan zeytinyağı üretiminin teşvik edilmesi ve ülke insanımızın mucizevî zeytinyağıyla beslenmesinin sağlanması ulusal bir görev sayılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, zeytin üreticisi olan ülkemizde ve özellikle zeytinyağının yüzde 95'ini üreten Balıkesir'in Havran, Edremit, Burhaniye, Gömeç ve Ayvalık İlçelerinde yaşayan halkımızın çoğunluğu, geçimini zeytin ve zeytinyağı üretimiyle sürdürmekte olup, zeytin ve zeytinyağı üretiminden pazarlanmasına kadar önemli sorunlar bulunmakta ve bu sorunlar acil çözüm beklemektedir.

1- Ülke olarak bu konudaki hedefimiz ne olmalıdır? Bu konuda ulusal bir strateji belirlenmeli. Biz, yağımızı içpiyasada mı değerlendirmeliyiz? Tüketimini teşvik mi etmeliyiz? Yurtdışına ambalajlı zeytinyağı mı satmalıyız? Yurtdışına dökme olarak zeytinyağı mı ihraç etmeliyiz? Fiyat dışındaki faktörleri mi tespit etmeliyiz, yoksa, üretimin kalitesini mi artırmalıyız.

2- Üreticinin korunması ve gelir düzeyinin artırılması için, mutlak surette, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi, sağlıklı ve istikrarlı bir üretimin sigortası olan, ayrıca ürüne iç ve dışpiyasalarda rekabet ve satış imkânı sağlanması açısından da büyük önem taşıyan zeytinyağı destekleme primlerinin en geç ekim ayında açıklanması ve 60 sent olarak ödenmesi gerekmektedir. Ayrıca, primin kaynağı, Tarım Bakanlığının yaptığı hesaba göre, yüzde 80 kayıtdışı ekonominin kayıt içine alınmasıyla, kendi içinden sağlanmaktadır. Ayrıca, prim faturaya verildiğinden, üreticiye, ürününü sattığı yaz aylarında; yani, eylül, ekim aylarında ödeneceğinden, acilen kaynak ihtiyacı duyulmamaktadır.

3- Primler zamanında ödenmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Aydınlıoğlu.

ALİ AYDINLIOĞLU (Devamla) - Ayrıca, zeytine de, mutlaka, kilogram başına prim ödenmeli ve zeytin de kayıt altına alınmalıdır.

4- "Ulusal Zeytinyağı Konseyi" mutlaka kurulmalı ve bu amaçla hazırlanan kanun teklifi bir an önce Meclise sevk edilmelidir.

5- Uluslararası alanda belirlenen fiyat politikalarında ve pazarlamada söz sahibi olabilmemiz için, mutlaka, tekrar, Uluslararası Zeytinyağı Konseyine aktif üye olunmalıdır. Bu konuda sevindirici bir gelişme olarak, 29 Kasım 2004'te, Tarım Bakanlığı mensupları, zeytinyağı ve zeytin birliklerimizin de katıldığı Madrid Uluslararası Zeytin Konseyinde tekrar Uluslararası Zeytin Konseyine üyeliğimiz kabul edilmiş olup, şimdi, biz de, bu konuda üzerimize düşeni mutlaka yapmalıyız.

6- Dökme (ham) zeytinyağı ihracatı mutlaka serbest bırakılmalı, üreticinin elinde kalan ve düşük fiyat politikasından dolayı bekletilen zeytinyağlarımız değerini bularak satılmalı, bir taraftan da, ambalajlı zeytinyağı ihracatı teşvik edilmeli ve zaman içerisinde bu oran dengelenmelidir.

7- Özellikle her türlü kalp ve damar hastalıklarını önleyerek, insan sağlığı için son derece önemli bir yeri olan zeytinyağı tüketimimiz içpiyasada özendirilmeli ve mutlak surette teşvik edilmelidir.

8- Zeytin ve zeytinyağının, üretiminden satışına kadar, her yönden üreticiye destek olan modern pazarlama ve üretim teknikleriyle de adından söz ettiren ve dünyanın ünlü mağaza ve otellerinde çok zarif ve şık ambalajlar içinde zeytinyağlarımızı satışa sunan, son olarak da Türk Hava Yollarıyla anlaşarak, uluslararası uçuşlarda Türk Hava Yolları uçaklarında, yemeklerin yanında küçük 15'er gramlık ambalajlar içinde Tariş zeytinyağı sunarak zeytinyağımızın pazarlanmasında büyük bir gayretin içinde olan Tariş Zeytinyağı Birliği her zaman desteklenmelidir.

2004 Aralık ayında 10 trilyon, 2005 Ocak ayında 10 trilyon ve 2005 Şubat ayında 10 trilyon olmak üzere, toplam 30 trilyon liralık DFİF kredisinin Tariş Zeytinyağı Birliğine ödenmek üzere Hazine tarafından imzalanmış olması da sevindirici bir gelişmedir.

9- Özellikle, Avrupa Birliği müzakere sürecinde, zeytinyağımız, tıpkı İtalya, Yunanistan ve İspanya'nın yaptığı gibi, müzakerelerde pazarlık için mutlaka masaya konulmalı ve satışı sağlanmalıdır.

Bakanlığın Dış Ticaret Müsteşarlığıyla yaptığı çalışmalarla, Türkiye-Avrupa Birliği Gümrük Birliği Anlaşmasında tarım ürünü olarak kabul edilen zeytinyağının, sanayi ürünü olarak düzeltilmesi ve bu kapsama alınması için ortak tarım politikaları mekanizmalarına uyum çalışmaları hızlandırılmalıdır.

10- 2003 yılı kış sezonunda 17 derece soğuklara dayanamayarak bir kısmı kuruyan zeytin ve mandalina ağaçlarının tekrar kazanılması için, üreticilere, mutlaka Tarım Bakanlığımız tarafından destek verilmeli, ilçe tarım müdürlüklerinin yapacağı tespitler doğrultusunda ücretsiz zeytin ve mandalina fidanı dağıtılmalıdır.

Zeytin ağaçlarında görülen zeytin solgunluğu ve zeytin kanseri gibi hastalıklarla ilgili olarak Bakanlığın yaptığı çalışma bir an önce sonuçlandırılıp gerekli tedbirler mutlaka alınmalıdır.

Her yıl Edremit Körfezinin bir ilçesinde yapılan ve 16 Ağustos 2003 tarihinde de Burhaniye İlçemizde düzenlenen 2003 Yılı Zeytin ve Zeytinyağı Paneliyle de gündeme getirilen bahsettiğim konulardaki Bakanlığımızın desteklerini bekliyoruz.

9 Aralık 2004 Perşembe günü İzmir'de düzenlenen zeytin ve zeytinyağıyla ilgili panel büyük bir ilgi görmüş olup, Sayın Tarım Bakanımız, bürokratlarıyla birlikte bu panelde başlangıcından sonuna kadar bulunmuş ve üreticilerin ve birliklerin büyük takdirini kazanmıştır.

Sayın Bakanımıza ben de teşekkürlerimi arz ederken, kalp-damar hastalıklarından uzak kalmak ve sağlıklı yaşamak için zeytinyağı yiyelim diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Aydınlıoğlu.

Sayın Aydınlıoğlu'nun yapmış olduğu gündemdışı konuşmaya Sayın Bakanımız cevap verecektir.

Buyurun Sayın Bakanım.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI ALİ COŞKUN (İstanbul)- Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşımızın zeytinyağı gibi önemli bir konuda gösterdiği hassasiyete ilaveten, cevaptan çok tamamlayıcı bilgi olur diye, kısacık bazı bilgileri takdirlerinize sunmak istiyorum.

Ülkemizde tarım alanlarının yüzde 4'ünü zeytinlikler oluşturmakta ve mahsul veren yaklaşık 92 000 000 zeytin ağacı bulunmaktadır. Türkiye, dünya zeytinyağı üretiminde dördüncü sırada yer almakta; ama, zeytin ağacının bir yıl ürün verip, bir yıl ürün vermemesi nedeniyle, üreticilerimiz, yeterli ve düzenli bir gelir düzeyini yakalayamamaktadır.

Ülkemizde, yıllık ortalama 115 000 ton zeytinyağı üretimi gerçekleşmekte ve bunun 65 000-70 000 tonu içtüketimde kullanılmaktadır. Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliğince, üretilen zeytinyağının ortalama yüzde 20'si (20 000-30 000 ton arasında) alınmakta, sofralık zeytin üretimimiz ise, yıllık yaklaşık 160 000 ton olup, üretimin büyük bir kısmı içpiyasada satılmaktadır. Marmarabirlik, sofralık zeytin üretimimizin ortalama yüzde 20'sini (30 000-40 000 ton) karşılamaktadır.

2004-2005 döneminde ürün alımlarının finansmanı için Destekleme Fiyat İstikrar Fonu kaynaklarından kasım ve aralık aylarında kullanılmak üzere, Tariş Zeytinyağı Birliğine 30 trilyon lira, Marmarabirlik’e de 20 trilyon lira kredi tahsis edilmiştir.

Marmarabirlikçe, yeni sezon ürünü, Gemlik tipi 220 dane sofralık zeytin alım fiyatı 3 650 000 Türk Lirası/kilogram açıklanmış olup, 9.12.2004 tarihi itibariyle, 26 102 ton sofralık zeytin alımı yapılmıştır.

Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birlik tarafından, henüz zeytinyağı alım fiyatları açıklanmamıştır. Birlikçe 1 656 ton zeytinyağı alımı yapılmıştır. Mevcut durumda içpiyasa fiyatları, baz ürün 5 asit zeytinyağında 2 800 000 ila 3 200 000 lira/kg civarındadır. İçpiyasa fiyatları, ihracat fiyatlarına göre şekillenmekte olup, geçen hafta FOB olarak 2 000 euro/ton olan natürel dökme zeytinyağı ihraç fiyatı bu hafta 2 150 euro/tona çıkmıştır.

Rafine zeytinyağı ihraç fiyatlarıysa, FOB 2 000-2 100 euro/ton seviyesinde oluşmaktadır. Tariş Zeytin Ve Zeytinyağı Birliğince ihraç fiyatları takip edilerek, geçen yılki 3 200 000 TL/kg başına 5 asit ham yağ fiyatının altında kalmayacak bir alım fiyatının açıklanması planlanmaktadır.

Ülkemizde, içtüketimden fazla olan zeytinyağının ihracatla eritilmesi gerekmektedir. Son yıllarda, ambalajlı zeytinyağı ihracatı 10 000 ton seviyelerinde bulunmakta olup, ihracatımız, büyük ölçüde Avrupa Birliğinden gelen dökmeyağ taleplerine endekslenmiş durumdadır. Katmadeğeri yüksek kutulu veya işlenmiş zeytinyağı ihracatının artırılması için özellikle natürel 1 yemeklik ve ham zeytinyağlarının ihracatı izne tabi tutulmakta ve ihracatçılarımız, rafine zeytinyağı ihracatına yönlendirilmektedir.

Mevcut durum itibariyle Dış Ticaret Müsteşarlığından alınan bilgilere göre, sızma zeytinyağı 1 asit, natürel zeytinyağı 1-2 asit, riviera zeytinyağı ve rafine zeytinyağının kutulu, varilli ve dökme olarak ihracatıyla, natürel 1 yemeklik, 2 ilâ 3,3 asit zeytinyağının varilli halde ihracatı bütün ülkelere serbest olarak yapılmaktadır. Natürel 1, yemeklik 2 ilâ 3,3 asit zeytinyağının dökme olarak ihracatı ile ham zeytinyağının varilli veya dökme ihracatıysa Dış Ticaret Müsteşarlığının izniyle yapılabilmektedir.

Diğer taraftan, zeytinyağı üretiminde yok yılının yaşandığı dönemlerde ihracatın azalmaması ve kazanılmış dışpazarların kaybedilmemesi için, dahilde işleme rejimi kapsamında, zeytinyağı ithalatına geçmiş yıllarda izin verilmiştir; ancak, bu şekilde yapılan zeytinyağı ithalatının yerli üretime zarar vermemesi için gerekli tedbirler de alınmıştır.

Dünya ve ülkemiz fiyatlarındaki düşüş, yüksek üretim maliyetleri ve satış sorunları karşısında üreticinin tatmini, aynı zamanda, zeytinyağı ihracatçısının ve sanayicisinin rekabet edebilir fiyatlarda zeytinyağı alabilmesini sağlamak amacıyla 1998 yılında başlanan destekleme primi ödemelerine devam edilmektedir. 2003 yılı üretimi zeytinyağının satışı karşılığında üreticilere 200 000 Türk Lirası, kilogram başına destekleme primi ödenmiştir. 2004 yılı ürünü zeytinyağının satışı karşılığında üreticilere destekleme primi ödenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararı ve uygulama tebliği yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ödenecek prim miktarlarının tespitine yönelik çalışmalarımız Tarım Bakanlığınca devam etmektedir.

Zeytin ve zeytinyağı sektöründe üretimden tüketime birçok sorunun tartışıldığı, çözüm önerilerinin üretildiği ulusal ve uluslararası örgütlenmelere Bakanlık olarak sıcak bakmaktayız. Bu kapsamda, merkezi Madrid'te bulunan Uluslararası Zeytinyağı ve Sofralık Zeytin Anlaşmasının idaresinden sorumlu kuruluş olan Uluslararası Zeytinyağı Konseyine ülkemizin yeniden üye olması için Konsey nezdinde gerekli girişimde bulunulmuştur.

Uluslararası Zeytinyağı Konseyinin 1 Aralık 2004 tarihinde Madrid'te gerçekleştirdiği genel kurul toplantısında ülkemizin Konseye yeniden üye olması yönündeki talebi oybirliğiyle kabul edilmiştir. Maalesef, geçmiş yıllarda, ödenek zorluğu dolayısıyla bu Konseyden çıkarılmışız ve bizim talebimizle çıkmışız; dolayısıyla, dünyada, çok önde zeytinyağı üreticisi olduğumuz halde sıkıntılı yılları da beraber yaşamışız.

Konsey, uluslararası zeytinyağı ticaretinin kurallarının belirlenmesi, teknik çalışmalar yürüterek yüksek kalitede zeytinyağı üretiminin gerçekleştirilmesinin garantiye alınması, bilimsel araştırmalar ve kalite kontrolleri için standartların ortaya konulması, dünya yağ piyasalarında zeytinyağının kalitesi ile sahip olduğu üstünlüğün promosyon çalışmalarıyla korunması ve artırılması, zeytinyağı ve sofralık zeytin laboratuvarlarına uluslararası akreditasyon verilmesi gibi oldukça önemli konularda dünya zeytin ve zeytinyağı üreticilerine ve tüketicilerine hizmet sunmaktadır.

Ülkemiz, daha önceden üye olduğu Konseyden, ülkemizin Konseyin promosyon ve teknikeğitim faaliyetlerinden yeterince yararlanamaması, diğer ülkelerin üretim miktarları ülkemize oranla daha fazla arttığı halde üyelik aidatlarının yeniden gözden geçirilmemesi gibi nedenleri gözönünde bulundurarak -daha önce belirttiğim gibi- 22 Mayıs 1998 tarihinde ayrılmak zorunda kalmıştır.

Bu defa, Konseyle yapılan görüşmelerde ve 2005 yılında yürürlüğe girmesi beklenen yeni Uluslararası Zeytinyağı ve Sofralık Zeytin Anlaşmasında, ülkemizin tereddütlü olduğu konuların giderilmesi yönünde olumlu gelişmeler elde edilmiştir. Konseyin çalışmalarının yeniden düzenlendiği, fazla istihdamın giderilerek personel yapısının yeniden yapılandırıldığı ve harcamalarının denetim altına alındığı gözlemlenerek, ülkemizin Konseye yeniden üye olması temin edilmiştir.

Mevcut durumda, Konseye gözlemci kuruluş statüsünde Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği ve Marmarabirlik katılmakta; ancak, Konseyin karar alma sürecinde oy kullanamamakta ve Konseyin teknik projelerinden yararlanamamaktadırlar. Konseye ülkemizin üyeliğiyle birlikte, bu birlikler, Konseyin teknik projelerinden de yararlanma imkânına kavuşarak, Avrupa Birliğine uyum sürecinde, zeytin ve zeytinyağı üreticisi olan ortaklarına daha iyi hizmet sunabilecek bir kapasiteye ulaşmıştır.

Bakanlığımızca yürütülen Ürün Borsalarını Geliştirme Projesi çerçevesinde oluşturmaya çalıştığımız ve yarın Yüce Mecliste görüşülmesi muhtemel lisanslı depoculuk sistemine zeytin ve zeytinyağını da dahil etmek amacıyla önemli bir proje daha hazırlanmıştır.

Tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin depoculuk kapasitesinin geliştirilmesi ve bu depolara lisans verilmesine yönelik olarak hazırlanan ve Dünya Bankası finansman katkısıyla gerçekleştirilecek bu yeni projemize ilişkin yatırım programları, tamamlanma aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Oluşturacağımız lisanslı depoların ve laboratuvarların yapımında, Uluslararası Zeytinyağı Konseyinin standart oluşturmaya yönelik çalışmalarından, teknikeğitim faaliyetlerinden ve kalite kontrol programlarından yararlanılması, lisanslı depoculuk sisteminin gelişimi ve tanıtılması için büyük önem arz etmektedir.

Beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Ayrıca, arkadaşımızın önerileri, önümüzdeki günlerdeki çalışmalarda dikkate alınacaktır.

Arz ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Gündemdışı ikinci söz, Eskişehir İli sınırları içerisindeki Frigya Vadisinde bulunan Frig Medeniyetine ait tarihî eserlerin korunması ve bu eserlerin ülke turizmine kazandırılması hakkında söz isteyen Eskişehir Milletvekili Mehmet Vedat Yücesan'a aittir.

Sayın Yücesan, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Eskişehir Milletvekili Mehmet Vedat Yücesan'ın, Eskişehir İli sınırları içerisindeki Frigya Vadisinde bulunan Frig Medeniyetine ait tarihî eserlerin korunması ve bu eserlerin ülke turizmine kazandırılması için alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET VEDAT YÜCESAN (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Eskişehir İl sınırları içerisindeki Frigya Vadisinde bulunan Frig Medeniyetine ait eserlerin korunması ve ülke turizmine kazandırılması hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Farklı uygarlıkların, kültürlerin, dinlerin, dillerin ve ırkların bütünleşerek birbiri içerisinde sentezlendiği ve bir yerleşim yeri olan Anadolu, bünyesinde sayısız uygarlıkların çok değerli kültür hazinelerini barındırmaktadır. Bu kültür değerlerine gereken önemin verildiğini ifade etmek, maalesef, mümkün değildir.

Doğanın çetin şartlarına rağmen, meydan okurcasına günümüze kadar gelen birbirinden değerli eserlerin büyük bir kısmı koruma altına alınmamış, kaderleriyle başbaşa bırakılmışlardır.

Ayrıca, bu kültür değerlerinin ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtımı iyi şekilde yapılmadığından, çoğumuz bu değerlerin varlığından ve öneminden bihaber bulunmaktayız. Bu vesileyle, dikkatinizi, Frig Medeniyetine ait görkemli anıtların ve eserlerin bulunduğu Frig Vadisine çekmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önemli bir yol kavşağı olmasının yanı sıra, sahip olduğu doğal ve kültürel zenginlikleri nedeniyle tarihin ilk çağlarından bu yana kesintisiz iskân edilmiş bir yöre olan Eskişehir, bünyesinde var olmuş pek çok medeniyetin silinmez izlerini taşımaktadır. Bu medeniyetlerin en önemlilerinden biri İç ve İç Batı Anadoluda kurulan ve Ortadoğu'dan Balkanlar'a, Yunanistan'a dek mitolojileri etkileyen Frig Medeniyetidir. M.Ö. birinci bin yıllık dönemde Anadolu'nun siyasî ve kültürel tarihine damgasını vurmuş olan Frigler, Anadolu topraklarında çok geniş bir bölgeye yayılmışlardır. En yoğun olarak yaşadıkları alan ise Eskişehir, Kütahya ve Afyon İlleri arasında kalan bölge olmuştur. Bu nedenle, Friglere ait birçok önemli eser, bu iller sınırları içerisinde, özellikle de Eskişehir İl sınırı içerisindeki Dağlık Frigya'da Frig Vadisi olarak adlandırılan bölgede bulunmaktadır.

Kendilerine özgü görkemli kaya anıtları, kutsal alanları, kaya mezarları olan Frig yapıtları, tarihçiler ve arkeologlar tarafından ulusal ve uluslararası platformlarda eşsiz kültürel miraslar olarak tanımlanmaktadır. Bu muhteşem eserlerin en önemlileri arasında Yazılıkaya-Midas Şehri ve Anıtı, Bitmemiş Anıt, Sümbüllü Anıt ve Bahşayiş Anıtını sayabiliriz. Anıtların yanı sıra Friglerin kale tipi yerleşimleri, Friglerin kültür ve sanatının ve kale mimarisinin en çarpıcı ve hayranlık uyandırıcı örneklerini oluşturmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, dünyanın en etkili ve çarpık antik yerleşim merkezlerinden olan Yazılıkaya-Midas Kenti, anıtsal yapılarıyla ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Kentteki Midas Anıtı, 17 metre yüksekliği ve 16,5 metre genişliğiyle Frig anıtlarının en görkemlilerinden olup, dünyada sayılı büyük anıtlardan biridir. Maalesef, bu anıt, ortasında başlayan ve giderek derinleşen, genişleyen çatlak nedeniyle ciddî bir tehlikeyle karşı karşıya bulunmaktadır. Uzmanlar, herhangi bir tedbir alınmaması halinde, görkemli anıtın kırk veya elli yıl sonra devrilebileceğini söylemektedir.

Kutsal bir miras olarak gelecek kuşaklara aktarmakla yükümlü olduğumuz kültür hazinelerimizin, ilgisizlik nedeniyle yok olmaya yüz tutması üzüntü verici bir durumdur. Anadolu'daki kültür ve sanat mozaiğinin eşsiz eserlerinden olan bu yapıtların, içerisinde bulundukları doğayla birlikte koruma altına alınmasının zamanı çoktan gelmiştir. Bu değerleri korumak için, toplumu oluşturan tüm kurum ve kuruluşların desteğiyle, ulusal çapta bir seferberlik başlatılmalıdır. Bu hususta herkesin üzerine düşen önemli sorumluluklar bulunmaktadır. Huzurunuzda, tüm ilgilileri ve kamuoyunu duyarlı olmaya davet ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET VEDAT YÜCESAN (Devamla) - Tamamlıyorum efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yücesan.

MEHMET VEDAT YÜCESAN (Devamla) - Bu seferberliğin ilk adımı olarak da, Anadolu'da derin izler bırakan Frig Vadisindeki kültürel varlıkların, çevresindeki doğayla bütünleşerek, gelecek nesillere aktarılması ve ulusumuz tarafından bile yeterince tanınmayan bölgenin ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtımının yapılabilmesi maksadıyla, Frig Vadisinin tarihî millî park olarak ilan edilmesini talep ediyorum.

Frig Vadisinin, Frigler dışında, Hitit, Lidya, Pers, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı-Türk uygarlıklarına ait tarihî ve kültürel değerlere sahip olduğu gözönüne alındığında, bu alanın tarihî millî park ilan edilerek, koruma altına alınması, hem ülkemiz hem de dünya kültürel değerlerine sahip çıkılması açısından evrensel bir sorumluluk taşımaktadır.

Değerli arkadaşlarım, Frig Vadisinin tarihî millî park kapsamına alınması, tarihî değerlere, kültürel zenginliklere duyarlılığın bir göstergesi olmanın yanı sıra, hem bölge illerinin ve yöre halkının ekonomik, kültürel yaşamına büyük hareket getirecek hem de ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacaktır. Ayrıca, turizm portföyümüzü, sadece deniz ve güneş odaklı mevsimlik yaklaşımlarla sınırlamak yerine, yerli ve yabancı turistleri her zaman cezbedecek, inanç ve kültür turizmi türünden alternatif yaklaşımlarla zenginleştirmemiz yönünden de önemli bir atılım olacaktır. Bu bağlamda, çeşitli uygarlıklara mekân olmuş diğer kentlerimizin turizm potansiyellerinin değerlendirilmesinin de büyük bir önem arz ettiğini yinelemek istiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Eskişehir milletvekilleri olarak, gizli kalmış hazinelerimizden biri olan Frig eserlerinin korunması ve ülke ekonomimize kazandırılması amacıyla, Frig Vadisinin tarihî millî park kapsamına alınması hususunda bir kanun teklifi hazırladık. Önümüzdeki günlerde Meclis Başkanlığımıza sunacağımız, kültürel değerlerimizi korumak amaçlı bu seferberliğin ilk adımı olan bu teklifin gündeme alınması ve görüşülmesi sürecinde desteğinizi esirgemeyeceğinize inanıyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, kültür varlıklarımızın tümüne gereken önemin verilmesi temennisiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yücesan.

Gündemdışı üçüncü söz, Türkiye'de el halıcılığının sorunları ve çözüm yolları hakkında söz isteyen, Isparta Milletvekili Mehmet Emin Murat Bilgiç'e aittir.

Sayın Bilgiç, buyurun.(AK Parti sıralarından alkışlar)

3.- Isparta Milletvekili Mehmet Emin Murat Bilgiç'in, Türkiye'de el halıcılığının sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı

MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Isparta) - Türkiye'nin dünyadaki en önemli sanat dalı sayılabilecek el halıcılığının, el halısını tarihte ilk defa üretmiş bir milletin mensubu olarak, bugün içinde bulunduğu çeşitli sorunlara değinerek, bunların çözüm yolları hakkında bir konuşma yapacağım. Bu çerçevede, sözlerime başlarken, öncelikle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği üzere, arkeolojik bulgularda, millattan önceki yıllara ait ilk el halısı Türk şehirlerinde -Doğu Türkistan'da- bulunmuştur ve eğer, dünyada patent sahibi olmakla övünebileceğimiz ilk eser varsa, bu da Türk el halısıdır. Ancak, bugün, el halıcılığının içerisinde bulunduğu çok çeşitli sorunlar vardır ve bu sorunlara ivedilikle çözüm bulunması gerekmektedir.

Bu sorunların başında istihdam meselesi gelmektedir. Türkiye'de 2 000 000 metrekare civarında bir el halısı üretimi söz konusuyken, bugün, bu miktar, özellikle 1996'daki Gümrük Birliği Anlaşmasından sonra 1 500 000 metrekarenin altına inmiştir.

Bu sektörde, özellikle 1980'lerde yaklaşık 500 000 insan istihdam edilirken, üretim faaliyetinde bulunurken, bugün, bu sayı, 200 000'e kadar inmiştir. İstihdam yönünden ve sosyal sonuçları itibariyle bunun getirdiği çok önemli meseleler vardır ve bu meseleler acilen çözüm beklemektedir.

Türkiye'de, şu sıralarda, 1 500 000 metrekare civarında bir üretim yapılmaktadır ve bu üretimin 950 000 metrekare civarında bir bölümü ihracata gitmektedir; ancak, aynı miktarda bir bölüm de yurt dışından ithal edilmektedir. Özellikle 1996'da gümrük birliğine girdikten sonra bu miktar hızla artmış ve demin zikrettiğim miktara ulaşmıştır. Bunun parasal karşılığı, bugün, 25 000 000 dolardır.

Türkiye'nin, bir yandan, üretimle, istihdamla ilgili çeşitli sıkıntıları varken, bir yandan da, el halısı sektöründe istihdam kaybını önleyici yeni politikalar uygulamaya başlaması gerekmektedir. Hükümetimiz, geçtiğimiz yıldan başlayarak, bu yönde çalışmalar başlatmıştır. Bu çalışmaları zikretmek gerekirse; bir tanesi, el halısı ihtisas gümrüğünün kurulmuş olmasıdır. Bu şekilde, Türkiye'de, ihraç edilen ve ithal edilen tüm el halıları, bir tek ihtisas gümrüğünden geçerek millileştirilmekte veya yurt dışına gönderilmektedir. İkinci olarak da, yine, geçtiğimiz yılın ortalarında, hükümetimiz, bir referans fiyatı uygulaması başlatarak, özellikle, Uzakdoğu'dan, haksız rekabete sebep olacak şekilde ucuz fiyatla ülkemize gönderilen el halılarının ithalatını kısıtlayıcı bir politika içerisine girmiştir.

Şüphesiz, bunlar, son derece olumlu çalışmalardır; ancak, daha yapılması gereken çalışmalar vardır. Özetle bunlar üzerinde durmak istiyorum ve millî bir el halısı üretim, ihracat, pazarlama politikasının gerekliliği üzerinde de durmak istiyorum. Bu da, sektörel bir anlayışın, dünyanın bazı ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de ikame edilmesini, hayata geçirilmesini gerekli kılan bir durumdur. Aksi takdirde, Türkiye'de, korkarız ki, el halıcılığı, bize ait olan en önemli sanatlardan, üretim dallarından birinin kaybedildiğini gelecek yıllarda görmek zorunda kalabiliriz. O yüzden de, bugün, aciliyetle ve ivedilikle bu politikaların hızla hayata geçirilmesi gerektiğine işaret etmek istiyorum. Bunları da şu şekilde özetleyebilirim:

Bir tanesi, Türkiye'de çok sayıda kamu kurum ve kuruluşu, el halıcılığı alanında faaliyette bulunma çabasındadır; bunların birbirleriyle hiçbir koordinesi yoktur, ortak bir çalışma düzeni içerisinde hareket edilmemektedir. Bunun doğal sonucu olarak da, Millî Saraylar Dairesi Başkanlığının Hereke Halı Fabrikasından başlamak üzere, belediyelere kadar, üniversiteler, Adalet Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, her biri birbirinden ayrı ve bağımsız biçimde üretim faaliyetinde bulunmaktadır ve sonuçta da, kalite ölçülerinde yeterli olmayan, verimlilikten uzak bir üretim alanı ortaya çıkmıştır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla) - ...ve bu kamu kurumlarının bütün depoları bol miktarda kalitesiz el halısı ile doludur ve satılamamaktadır. Bir kere, bunların, kamunun yeniden yapılandırılması ve bir başlık altında toplanması gerekiyor. Bu da, Sümer Halı olarak tespit edilebilir. Türkiye'de bu alanda en önemli, hem desen geliştirme hem patent hem üretim noktasında kendisini ispatlamış bir kurum olan Sümer Halı bünyesinde -hatta, Sümer Halı'yı da, bir fabrika olmaktan öte, bir halıcılık enstitüsüne dönüştürerek- Türkiye'deki kamu kurumlarının bir tek çatı altında toplanması ve standart, kaliteli bir üretim anlayışını hayata geçirmesini beklemekteyiz. Bu yönde çalışmalar olduğunu biliyoruz; ama, bu çalışmaların hızlandırılması gerektiğini de hatırlatmak istiyoruz.

İkincisi; İran'ın 8 milyar dolarlık dünya ticaretinden aldığı yüzde 27'lik, yani, 2 milyar doları aşan bir pay var. Bunun da ana sebebi şudur: İran halısı bir kalite olarak dünyanın her tarafında aynı biçimde pazarlanmaktadır. Eğer kalitesiz ise, İran gümrükleri kalitesiz halıyı gümrük noktasında yakmaktadır, çıkışına izin vermemektedir. Türkiye'de de, mutlaka ve mutlaka, kaliteye çok önem vermek zorundayız; kalitenin geliştirilmesine ve bunun bir markaya dönüştürülmesine gayret etmek zorundayız.

Üçüncü sorun, hammadde ve boyar madde sorunudur. Özellikle özel sektörde kalitesiz hammadde kullanımı giderek önemli bir problem haline gelmiştir ve bunun da gene bir enstitü başlığı altında yeniden düzenlenmesi ve iç pazarın yeniden kontrolü ve yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu da, ancak devletin öncülüğünde ortaya çıkarılacak standartlarla, özel sektörle birlikte yapılabilecek çalışmalarla, mutlaka, derhal ve behemehal harekete geçirilmelidir ve kalite meselesi de giderilmelidir.

Gene, özellikle Uzakdoğu'da üretim yaptıran önemli sayıda üreticimiz vardır ve bunlar, gerek Türkiye'ye yapılan ithalatta gerek "Türk halısı" adı altında Uzakdoğu'da üretilmiş malların Avrupa'ya ihracatında sorumludurlar. Bu noktada da alınması gereken, özellikle gümrük birliği kapsamında alınması gereken tedbirler vardır. Bu tedbirler arasında, Avrupa Birliğine karşı telafi edici uygulamalara geçilmesi gereği de vardır. Zira, Türkiye, gümrük birliğinin üyesi olurken, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde hiçbir şekilde el halısı üretimi, kilim, vesaire olmadığı için, bu noktada Avrupa Birliği, ortak gümrük tarifesini çok düşük tutmuştur. Halbuki, Türkiye, gümrük birliği kapsamında, Avrupa Birliğinin belirlediği tarifeler üzerinde de herhangi bir söz sahibi olamamıştır. Bu nedenle, Avrupa Birliğinden, behemehal, özellikle bu haklarımızın geri talep edilmesi, kaybedilen pazarın ve üretimin yeniden Türkiye'ye iadesinin talep edilmesi imkânı vardır, mümkündür.

BAŞKAN - Sayın Bilgiç, sürenizi epey aştınız; lütfen, tamamlayınız.

MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla) - Tamamlıyorum efendim.

Özellikle, bu noktada Avrupa Birliği nezdinde açılabilecek davalar söz konusudur; ama, öncelikle, Avrupa'nın çeşitli komisyonlarında, geleneksel el sanatları komisyonlarında Türk el halıcılık sektörünün de temsil edilmesi ve bu çerçevede, gerek bundan sonra ve gerekse daha önceki zararların telafi edilmesi yönünde de çalışmaların behemehal başlatılması ve gerekiyorsa, Avrupa Konseyi Adalet Divanında davaların da açılması lazımdır.

Ayrıca, yine, 4958 sayılı sigorta zorunluluğu hakkındaki kanun, daha önce olmadığı biçimde, el halıcılığı sektöründe çalışan insanların da yüzde 19,5 oranında sigortalanması mecburiyetini getirmiştir. Halbuki, bu sektörde çalışanlar büyük ölçüde ev hanımlarıdır.

BAŞKAN - Sayın Bilgiç, süreniz 2 katına ulaştı; lütfen, son cümlelerinizi alayım.

MEHMET EMİN MURAT BİLGİÇ (Devamla) - Tabiî, hemen toparlıyorum Sayın Başkanım.

Özellikle, getirilen bu ekstra prim yükü ortadan kaldırılmalıdır. Son olarak da, yüzde 18 düzeyinde uygulanan KDV'nin yüzde 8'e indirilmesiyle kayıtdışı ekonomi kontrol altına alınmış olacaktır. Aynı şekilde, özellikle, devlet önemli vergi kazançları elde edecektir ve sonuçta da, şu anda 200 000'e kadar inmiş olan el halısı üretim sektöründe çalışan insan sayısı, kısa sürede, yeniden 300 000'e kadar çıkarılabilecektir.

Bu vesileyle, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bilgiç.

Gündemdışı konuşmaya Sanayi Bakanımız Sayın Ali Coşkun Bey cevap verecektir. Buyurun Sayın Bakanım..

SANAYİ VE TİCARET BAKANI ALİ COŞKUN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; kültürümüzün önemli bir unsuru olan halıcılığımızla ilgili Emin Bilgiç arkadaşımızın yaptığı gündemdışı konuşmayı aydınlatıcı mahiyette, kısacık bir bilgi arz etmek istiyorum.

12 nci Yüzyıldan itibaren Anadolulu olan Türkmen boy ya da oymaklarının, her bir beldede yüzyıllardır dokumaya devam ettiği rengârenk halı ve kilimlerimiz, kesintisiz bir kronoloji içinde yüzyılımıza kadar devam ederek, bugün, vakıf camilerinin, bütün Türkiye ve dünya müze koleksiyonlarının en değerli ve pahalı eserleri arasında yerini almıştır. Yüzyılların birikimiyle günümüze ulaşmış olan Türkmen halılarının bu kriterleri, günümüzde Sümer Halının araştırma grubuyla, deneyimli halı uzman ve teknisyenleriyle, daha önemlisi, cefakâr dokuyucularımızın yoğun emeğiyle, günümüzde de yaşatılmaya çalışılmaktadır.

Sümer Halı, Yüksek Planlama Kurulu kararıyla, Türk el halıcılığına sahip çıkılarak, Türk el halıcılığının uğradığı dejenerasyonun önlenmesi ve el halıcılığı faaliyetlerinin, devletin gözetiminde ve devlet desteğiyle yürütülmesi gayesiyle, özelleştirme kapsamında bulunan Sümerbank Holding AŞ bünyesinden ayrılarak, 18.11.1988 tarihinde ayrı bir genel müdürlük olarak kurulmuştur. Özelleştirme Yüksek Kurulunun 18.9.1997 tarih 97/43 sayılı Kararıyla el emeği yoğun bir işkolu olan ve diğer sektörlere oranla büyük sermaye gerektirmeksizin yerinde istihdam sağlayan halıcılık ve el sanatları faaliyetleriyle ülke ekonomisine devletin kültür, eğitim ve istihdam politikasına sağladığı katkılar nedeniyle 4046 sayılı Kanunun 2 nci maddesine istinaden millî güvenlik ve kamu yararı gözönünde bulundurularak özelleştirme kapsamından çıkarılmış ve Bakanlar Kurulunca 25.2.1998 tarihinde Sanayi Bakanlığının ilgili kuruluşu olarak kamu iktisadî devlet teşekkülü haline getirilmiştir.

İçpazar da dahil olmak üzere dünya halı ticaretinde dengelerin ülkemiz aleyhine gelişmesine neden olan faktörlerin bir ayağını ihracat, diğerini ise ithalat uygulamaları oluşturmaktadır. Türk el halıları, dünya pazarlarında dünya markası niteliğinde yer alamadığı gibi, bir kalite belgelendirme işlemine de tabi tutulmaksızın, şimdiye kadar gelişigüzel bir şekilde ihraç edilmiştir. Bunun sonucu olarak dünya halı pazarında her geçen gün Türk halısı imajı zedelenmekte ve pazar payı içindeki satış düzeyi azalmaktadır.

Diğer taraftan, işçiliğin ucuz olduğu, başta Çin olmak üzere, birçok ülkede Türk el halı ve kilimlerinin isim ve desenleri taklit edilmek suretiyle kültürel ve ticarî haklarımıza tecavüz edilmektedir. Ekonomik, sosyal ve kültürel boyutları ve ülkemiz için önem arz eden bu konuda kuruluşumuzca, öncelikle reel sektör ortamına uyumun sağlanması açısından, kendi bünyemizde bir seri çalışmalar başlatılmış olup, 21 geleneksel el halımızın ve 3 geleneksel kilimimizin coğrafî işaret tescili Patent Enstitüsü tarafından yaptırılmıştır. İlk defa, uluslararası düzeyde, kendi desenlerimiz ve coğrafî işaretlerimiz tescil edilmiş bulunmaktadır.

Kurum ve kuruluşlar nezdinde çözüme kavuşturulması gereken hususlarda ise, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Gümrük Müsteşarlığı ve Bakanlığımızca ortak işbirliği devam ettirilmektedir. Uzakdoğu'dan ithal edilen ucuz el halılarının, aynı zamanda kalitesiz el halılarının yarattığı haksız rekabet ortamı, Isparta'da faaliyete başlayan halı ihtisas gümrüğü, gümrükte tarafımızca yapılan ekspertiz işlemleri ve ithalatta referans fiyat uygulamasına geçilmesi önlemleriyle önemli ölçüde kontrol altına alınmıştır.

Sümer Halının kurulu kapasitesi 100 000 metrekare el halısıdır. Sümer Halı, 2000 yılında        42 000, 2001 yılında 49 000, 2002 yılında 63 000, 2003 yılında 26 000, 2004 yılı ekim ayı sonu itibariyle ise 15 000 metrekare fiilî imalat gerçekleştirmiş olup, 2005 yılında ise 44 000 metrekare üretim yapılması programlanmıştır. İthal halılar nedeniyle meydana gelen haksız rekabet ortamı ve talep daralması tam kapasite kullanımını engellemekle birlikte, sektörel bazdaki sorunların aşılmasıyla birlikte kapasite kullanımının artırılmasına çalışılmaktadır. Ancak, geçen yıllardan, özellikle güneydoğuda istihdamı sağlamak için aşırı miktarda üretilen halının stok olarak elde kalması ve Sümer Halı Genel Müdürlüğünün bilançosundaki olumsuzluklar nedeniyle iflasın eşiğine gelmesi dolayısıyla bu tedbirler alınmış bulunmaktadır.

1 Ocak-30 Kasım 2004 itibariyle Sümer Halıda satışlarımız, Uzakdoğu'dan ithal halılara rağmen, iyi bir düzeye gelebilmiştir. El halısı toplam satışı 619 metrekare, perakende satış 15 000 metrekare, bayi satışı 32 000 metrekare, fason halı üretim satışı 9 000 metrekare -küsuratları söylemiyorum- toptan el halısı satışları 54 000 metrekare, küçük el sanatları satışı 733 adet, fabrika halı iplik satışı 15 ton olarak gerçekleşmiş; dolayısıyla, stoklar büyük ölçüde eritilerek, nakde çevrilmiştir. Sümer Halı, temmuz ayından bu yana, Hazine Müsteşarlığından, ilk defa yardım almamaktadır. Şu anda, ekim ayı sonu itibariyle elde edilen ciro 10 669 193 000 000 liradır. Eskiden stokta bekletildiği için, cari giderleri için bile, Hazineden devamlı borçlanılmaktaydı. 30 Kasım 2004 itibariyle, Sümer Halı, yaklaşık 118 000 metrekarelik halı stokunu, böylece 45 000 metrekareye düşürmüş bulunmaktadır.

Türkiye'nin geçmiş yıllarda el halısı üretimi ortalama 2 400 000 metrekare/yıl iken, 2000 yılından itibaren giderek artan ithal halı nedeniyle, bu miktarın yüzde 40 civarında azaldığı ve yaklaşık 1 500 000 metrekare/yıla gerilediği tahmin edilmektedir.

Dünya el halısı ticareti, 2003 yılı için yaklaşık 8 milyar dolardır. 2003 yılında, Türkiye, 72 000 000 dolarlık ihracatıyla, bu pazarda, ancak yüzde 0,8'lik küçük bir pay alabilmiştir. Bu ihracat faaliyetleri, daha çok, kaybolan Türk halı imajının kazanılması için yapılmaktadır.

Türkiye'nin el halısı ihracatının yüzde 34'ü Atatürk Hava Limanı Serbest Bölgesinden çeşitli ülkelere yapılmış olup, doğrudan yapılan ihracatta ise en çok paya sahip ülkeler yüzde 27'yle Almanya ve yüzde 15'le Amerika Birleşik Devletleridir. Türkiye, 2000 yılında, değer olarak, 98 740 647 dolar tutarında 713 258 metrekare ve 2002 yılında 77 812 175 Amerikan Doları tutarında 948 306 metrekare el halısı ihracatı gerçekleştirmiştir.

Üretimde meydana gelen gerilemenin en büyük nedeni, başta Çin olmak üzere, Uzakdoğu ülkelerinden kaynaklanan ithalattaki artıştır. Türkiye'nin el halısı ithalatında en çok paya sahip ülkeler, sırasıyla, yüzde 44'le Çin, yüzde 16'yla Pakistan, yüzde 8'le Hindistan ve yüzde 8'le İran'dır. Gümrük Birliği Anlaşmasından önce bu ülkelerden kayda değer bir ithalat yapılmazken, gümrük birliğinden sonra bu ülkelerden yapılan ithalat önemli ölçüde artmıştır. Söz konusu ithalatın çoğunluğu ise, Avrupa Birliği üyesi Almanya ve İtalya üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Türkiye, 57.01 gümrük tarife pozisyonundan olmak üzere, 2000 yılında, değer olarak, 25 000 000 Amerikan Doları tutarında 445 389 metrekare; 2001 yılında, 27 000 000 Amerikan Doları tutarında 510 000 metrekare; 2002, yılında 25 000 000 Amerikan Doları tutarında 934 483 metrekare el halısı ithalatı gerçekleştirmiştir. Bu değerlerden de görüleceği gibi, Türkiye'nin el halısı ithalatı miktarında büyük bir artış kaydedilmesine karşın, parasal değer olarak da rekabet şansımızı fevkalade olumsuz yönde etkilemektedir.

Değerli arkadaşlar, Emin Beyin de söylediği gibi, aslında, halıcılığımızın korunması bakımından çeşitli bakanlıklarımızda, kuruluşlarımızda bu işler yürütülmektedir. Bizim de Bakanlık olarak hedefimiz, halıcılığı rasyonel çalışan, verimli çalışan bir duruma getirdikten sonra, bir enstitü ya da Kültür ve Turizm Bakanlığı veyahut Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde bir yerde toplamaktır. Zira, Çevre ve Orman Bakanlığımızda, valiliklerimizde ve halk eğitim merkezlerinde bu işler yürütülmekte; fakat, parça parça yürütüldüğü için sonuç alınamamaktadır. Bizim bugüne kadar gayretlerimiz, kötü giden bir işi üzerimizden atma durumuna düşmemektir. Şu anda, büyük ölçüde verimli bir hale getirilmiştir, Hazineden pay almadan yürümektedir; daha da güzelleştikten sonra ya özelleştirilecek ya da bir bakanlığa devredilecektir.

Bugün, özel kesime, atölye üretiminin öncülüğünü, kalitenin yükselmesinin gerekliliğini, dokuyucunun ekonomik ve sosyal seviyesinin iyileştirilmesinin yararlılığını, eğitimin önemini, uygulamalarıyla örnekleyen Sümer Halı, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu önerisine uygun biçimde, katma bütçeli bir idare olarak, dönersermayeli örgütlenmesiyle, üretim ve satışta öncü rolü ve kalitenin üstünlüğünü belgeleyerek, kamudaki tek yapılanmayı gerçekleştirebilen, halı sektörünün dünya pazarındaki payının yükselmesini sağlayıcı önlemler almaya yönelen, desen tescili yapabilen, araştırma, ürün geliştirme, belgelendirme yapabilen, kalite kontrol, denetim ve kalite belgelendirme laboratuvarları aşamalarında faaliyet gösterebilen, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımıza bağlı, halı ve el sanatları enstitüsü olarak görevini etkin bir şekilde sürdürebilmesi için, yeniden, çalışmalar sürdürülmektedir ya da bunu, tabiî, diğer ilgili bakanlıklarla görüşerek, başka bir bakanlık emrinde yürütülmesini sağlayacağız.

Bugün kamu ve özel kesimde çokbaşlı ve planlamasız biçimde devam edegelen halıcılık ve el sanatları faaliyetini, dünya pazarındaki payının yükselmesini sağlayıcı, planlayıcı ve gözetleyici, sektörün önünü açıcı politikalar ortaya koyabilen bir yeniden yapılanmayla çözümleyebilmek mümkündür. Geleneksel Türk el halı, kilim ve diğer el sanatlarının, araştırma, geliştirme, belgelendirme, destekleme ve kalite kontrolü ile yurtdışı denetim aşamalarında faaliyet gösterebilecek, kamuda tek çatı olabilecek ve özel sektörü teşvik edebilecek bir yapıya kavuşturulması zorunludur. Türk halı ve el sanatları enstitüsünün, yukarıda arz ettiğimiz bütün sorunları bir ölçüde çözümleyebileceğine ve böylece, devlete yük olmadan, kültürümüzün önemli bir parçası olan halıcılığımızı devam ettirebileceğine inanmaktayız; çalışmalarımız bu doğrultudadır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu karma komisyonun, bazı sayın milletvekillerinin yasama dokunulmazlıkları hakkında 4 adet raporu vardır, sırasıyla okutup, bilgilerinize sunacağım.

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/467) (S. Sayısı: 597) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Hırsızlık ve hizmet nedeniyle emniyeti suiistimal suçunu işlediği iddia olunan Mardin Milletvekili Muharrem Doğan hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Mardin Milletvekili Muharrem Doğan, Komisyonumuza yazılı olarak dokunulmazlığının kaldırılması talebini iletmiştir.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Mardin Milletvekili Muharrem Doğan hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

   Burhan Kuzu

           İstanbul

       Komisyon Başkanı ve üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde "Yasama dokunulmazlığı" başlığı altında, mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, Parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

 

Uğur Aksöz

Mehmet Ziya Yergök

Halil Ünlütepe

 

 

Adana

Adana

Afyon

 

 

Yüksel Çorbacıoğlu

Oya Araslı

Feridun F. Baloğlu

 

 

Artvin

Ankara

Antalya

 

 

Tuncay Ercenk

Atila Emek

Feridun Ayvazoğlu

 

 

Antalya

Antalya

Çorum

 

 

Yılmaz Kaya

Muharrem Kılıç

Orhan Eraslan

 

 

İzmir

Malatya

Niğde

 

 

 

İ. Sezai Önder

 

 

 

 

Samsun

 

 

 

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

2.- Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/468) (S. Sayısı: 598) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet suçunu işlediği iddia olunan Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar Komisyonumuza yazılı olarak dokunulmazlığının kaldırılması talebini iletmiştir.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                  Burhan Kuzu

                                           İstanbul                               

                        Komisyon Başkanı ve Üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının, tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, Parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

 

Uğur Aksöz

Mehmet Ziya Yergök

Halil Ünlütepe

 

 

Adana

Adana

Afyon

 

 

Yüksel Çorbacıoğlu

Oya Araslı

Feridun F. Baloğlu

 

 

Artvin

Ankara

Antalya

 

 

Tuncay Ercenk

Atila Emek

Feridun Ayvazoğlu

 

 

Antalya

Antalya

Çorum

 

 

Yılmaz Kaya

Muharrem Kılıç

Orhan Eraslan

 

 

İzmir

Malatya

Niğde

 

 

 

İ. Sezai Önder

 

 

 

 

Samsun

 

 

 

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

3.- Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/480) (S. Sayısı: 599) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görevi kötüye kullanma suçunu işlediği iddia olunan Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir Komisyonumuza yazılı olarak dokunulmazlığının kaldırılması talebini iletmiştir.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Yozgat Milletvekili Mehmet Erdemir hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

   Burhan Kuzu

           İstanbul

       Komisyon Başkanı ve Üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının, tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, Parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, Komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

 

Uğur Aksöz

Mehmet Ziya Yergök

Halil Ünlütepe

 

 

Adana

Adana

Afyon

 

 

Yüksel Çorbacıoğlu

Oya Araslı

Feridun F. Baloğlu

 

 

Artvin

Ankara

Antalya

 

 

Tuncay Ercenk

Atila Emek

Feridun Ayvazoğlu

 

 

Antalya

Antalya

Çorum

 

 

Yılmaz Kaya

Muharrem Kılıç

Orhan Eraslan

 

 

İzmir

Malatya

Niğde

 

 

 

İ. Sezai Önder

 

 

 

 

Samsun

 

 

 

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

4.- Mersin Milletvekili Vahit Çekmez'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/494) (S. Sayısı: 600) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gerçeğe aykırı beyanda bulunmak suçunu işlediği iddia olunan Mersin Milletvekili Vahit Çekmez hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Mersin Milletvekili Vahit Çekmez hakkındaki kovuşturmanın Milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

   Burhan Kuzu

           İstanbul

       Komisyon Başkanı ve Üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının, tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfileşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

 

Uğur Aksöz

Mehmet Ziya Yergök

Halil Ünlütepe

 

 

Adana

Adana

Afyon

 

 

Yüksel Çorbacıoğlu

Oya Araslı

Feridun F. Baloğlu

 

 

Artvin

Ankara

Antalya

 

 

Tuncay Ercenk

Atila Emek

Feridun Ayvazoğlu

 

 

Antalya

Antalya

Çorum

 

 

Yılmaz Kaya

Muharrem Kılıç

Orhan Eraslan

 

 

İzmir

Malatya

Niğde

 

 

 

İ. Sezai Önder

 

 

 

 

Samsun

 

 

 

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Lübnan Meclis Başkanı Nabih Berry ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/715)

13 Aralık 2004

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 8 Aralık 2004 tarih ve 57 sayılı Kararıyla Lübnan Meclis Başkanı Nabih Berry ve beraberindeki heyetin 12-17 Aralık 2004 tarihleri arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunması uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

2 adet Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Aydın Milletvekili Mehmet Boztaş ve 22 milletvekilinin, Büyük Menderes Nehri ve Havzasındaki kirliliğin çevreye ve insan sağlığına verdiği zararların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/239)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ege Bölgesinde bulunan Büyük Menderes Havzası, Türkiye'nin önemli havzalarından biridir. Bir yılda birkaç ürünün alınabildiği bereketli topraklara sahip olan Büyük Menderes Havzası, bölgenin can damarını oluşturmaktadır. Bu bereketli tarım alanlarında çoğu tarımsal ihraç ürünlerimiz olan üzüm, incir, zeytin, pamuk ve tütün olmak üzere zengin bir ürün dokusu bulunmaktadır. Havza alanı sulanabilir tarım için bulunmaz bir konumdadır. Büyük Menderes Havzası tarım için önemli olan mikro iklim özellikleri yönünden de doğanın en büyük nimetini barındırmaktadır. Aynı zamanda ülkemizin önemli nehir havzalarından biri olan Menderes Havzası, tarih ve kültürel zenginliklere bağlı olarak tarım ve sanayie merkez olmuştur.

Büyük Menderes Havzası doğuda Nazilli-Feslek Ovasından başlayıp, batıda Söke Ovasıyla Ege Denizine kadar uzanan tarım potansiyeli çok geniş ovaları kapsamaktadır. Havza sınırları içerisinde Uşak, Denizli ve Aydın il merkezleri ile Söke, Nazilli, Çine, Yatağan, Tavas, Buldan, Eşme, Banaz, Çal, Dinar ve Sandıklı gibi ilçe merkezleri bulunmaktadır.

Büyük Menderes Havzasının yaşam kaynağı olan Büyük Menderes Nehri, Dinar İlçesinin kuzeydoğusundan doğmakta ve Sandıklı Ovasını çeviren yüksek dağlardan inen derelerin birleşmesiyle oluşan iki kolla birleşerek Çivril Ovasında Büyük Menderes adını almaktadır. Nehir, Çal'da üçüncü kolu olan Banaz Çayıyla Adıgüzel Barajında birleşmektedir. Daha sonra Honaz Dağı eteklerini izleyerek gelen Honaz Çayını alarak Akçay ve Çine Çaylarıyla birleşmekte ve Bafa Gölünün batısından denize dökülmektedir. Nehrin toplam uzunluğu 580 kilometredir. Drenaj alanı 23 873 000 kilometre genişliğindedir. Büyük Menderes Havzası doğu-batı doğrultusunda yaklaşık 200 kilometre boyunca uzanmakta, genişliği doğudan batıya gidildikçe artmaktadır.

Havza genelinde tarımsal ve endüstriyel etkinliklerin yoğunluğu nedeniyle önemli oranda göç almıştır. Havzada yapılan tarım genel olarak sulu tarıma dayanmaktadır. Havzada bulunan yoğun nüfus ve bunun üretime yansıttığı tarım ve sanayi etkinlikleri beraberinde kirliliğe de neden olmaktadır. Havza genelinde yapılan bilinçsiz tarım ve plansız sanayileşme, su, toprak ve hava kirliliğinin etkenleri olmaktadır. Havzada kirlenmeye neden olan sanayi atıkları, evsel atıklar ve kanalizasyon atıkları Büyük Menderes Havzasında ciddî boyutlara varan kirlenme yaratmaktadır. Bu durum, havza alanında yaşayan insanlarımızı ve insanların aşı, ekmeği olan tarımı tehdit eder duruma gelmektedir.

Uşak'ta özellikle deri sektörünün ve Denizli İlimizde tekstile dayalı sanayiin atıksuları ve arıtma sistemlerinin bulunmaması ya da yetersiz oluşu yine küçüklü, büyüklü pek çok yerleşim alanının atıkları Büyük Menderes Nehri ve Havzasının kirlenmesine neden olmaktadır. Ayrıca, bölgenin yeraltı kaynaklarından bor elementi ve jeotermal suların da nehir ve havza kirlenmesinde bir etken olduğu da gerçektir. Büyük Menderes Nehrinin kirliliğinde en büyük payı Uşak İlimizde bulunan deri sanayii ve evsel atıksuları yer almaktadır. Denizli İli tekstil sanayii ve evsel atıksularıyla kirliliği bir katı daha artırdıktan sonra, zaten kirlenmiş olarak ilimiz sınırları içine giren Büyük Menderes Nehri, ilimiz sınırları içerisinde de özellikle evsel atıksular vasıtasıyla kirletilmeye devam ederek Ege Denizine kadar olan yolculuğunu tamamlamaktadır. Jeotermal sular Büyük Menderes Nehrinde suyun sıcaklığını artırdığı gibi, tuzluluk, sodyum ve özellikle bor minerali artışına neden olmaktadır. Bor elementli sularla sulanan topraklardaki bor ve tuzluluğun yoğunluğu tarımda ürün kaybına ve üründe kalite düşüklüğüne neden olmaktadır.

Büyük Menderes Nehri ve Havzasında neden olunan kirlilik, havzada yaşayan canlı türlerinin yok olmasına, tarım alanlarının verimsizleşmesine ve ürün kalitesinin düşmesine, havzada yaşayan insanlarımızın sağlığına yönelik ciddî tehditlere neden olmakta ve denizdeki kirlenmeden dolayı da turizmimiz için sorunlar teşkil etmektedir.

Bütün bu nedenlerden dolayı, Büyük Menderes havzasında meydana gelen bu kirliliğin nedenlerinin belirlenmesi, alınacak önlemlerin tespit edilmesi, ıslah çalışmalarının yapılması ve Büyük Menderes havzasındaki kirliliğin önlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1 - Mehmet Boztaş                                (Aydın)

2 - Mehmet Mesut Özakcan                                 (Aydın)

3 - Canan Arıtman                                 (İzmir)

4 - Mehmet Nuri Saygun                                (Tekirdağ)

5 - Kemal Sağ                                 (Adana)

6 - Nadir Saraç                                 (Zonguldak)

7 - Vezir Akdemir                                 (İzmir)

8 - Nurettin Sözen                                 (Sivas)

9 - Bihlun Tamaylıgil                                 (İstanbul)

10 - Mustafa Gazalcı                                 (Denizli)

11 - Mehmet Ziya Yergök                                 (Adana)

12 - Muharrem Kılıç                                 (Malatya)

13 - Ali Cumhur Yaka                                 (Muğla)

14 - Ufuk Özkan                                 (Manisa)

15 - Ahmet Ersin                                 (İzmir)

16 - N. Gaye Erbatur                                 (Adana)

17 - Kemal Demirel                                 (Bursa)

18 - İsmail Değerli                                 (Ankara)

19 - Sedat Pekel                                 (Balıkesir)

20 - Mehmet U. Neşşar                                (Denizli)

21 - Sedat Uzunbay                                 (İzmir)

22 - Osman Coşkunoğlu                                 (Uşak)

23 - Nuri Çilingir                                 (Manisa)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 22 milletvekilinin, yapılması planlanan nükleer santralların ülkemiz şartlarına uygunluğunun ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/240)

  6 Aralık 2004

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Enerji, birçok yönüyle ekonominin ve toplumsal yaşamın kilit sektörüdür.

Ülkemiz, dünya enerji yollarının kesişme noktasında bulunuyor. Yeraltı ve yerüstü enerji kaynakları tam olarak değerlendirilemiyor. Ülkemizde enerji pahalıdır, kaçak kullanım yaygındır ve bu sektör, üretimden dağıtıma ve son kullanıma kadar sağlıklı bir yönetim yapısına kavuşturulamamıştır.

Bu ortamda, hükümet, nükleer santral yapımını yeniden ve çok hızlı bir biçimde gündeme getirmektedir. Sonuncusu 2000'de olmak üzere, daha önce üç kez ihaleye çıkılmasına karşın vazgeçilen nükleer santral yapılmasıyla ilgili gelişmelerin ayrıntılı bir biçimde incelenerek kamuoyunun aydınlatılması büyük önem taşımaktadır.

Bu çerçevede:

1 - Türkiye, su, kömür, rüzgâr ve güneş başta olmak üzere, enerji doğal kaynaklarının kullanım durumu nedir?

2- Ülkemizin enerji üretim ve kullanımının gelecek yıllara yönelik öngörüleri yapılmış mıdır ve bunlar ne ölçüde sağlıklıdır?

3- Diğer ülkeler, özellikle de kimi AB ülkeleri, yeni nükleer santral yapımından tamamıyla vazgeçmekte ve eldeki santraları programlı bir biçimde kapatma yoluna gitmekteyken, Türkiye'nin nükleer enerjiye yönelmesinin:

a- Özellikle nükleer atık sorununun teknolojik olarak çözüme kavuşmamış olması; yani, çevre sağlığı;

b- Nükleer santralların yapım masraflarının nasıl karşılanacağı; yani, ekonomik açıdan yapılabilirlik boyutları açıklık kazanmalıdır.

4- Ülkemiz nükleer teknolojide çağın gerisine düşmemelidir. Bu amaçla neler yapılabilir?

Sorularına yanıt bulmak amacıyla, Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 üncü ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını istiyoruz.

Saygılarımızla.

1- Yakup Kepenek                                 (Ankara)

2- Vezir Akdemir                                 (İzmir)

3- Canan Arıtman                                 (İzmir)

4- Muharrem Kılıç                                 (Malatya)

5- Mehmet Nuri Saygun                                 (Tekirdağ)

6- Nurettin Sözen                                 (Sivas)

7- Nadir Saraç                                 (Zonguldak)

8- Bihlun Tamaylıgil                                 (İstanbul)

9- Mehmet Ziya Yergök                                 (Adana)

10- Ali Cumhur Yaka                                 (Muğla)

11- Ahmet Ersin                                 (İzmir)

12- Kemal Sağ                                 (Adana)

13- N. Gaye Erbatur                                 (Adana)

14- Kemal Demirel                                 (Bursa)

15- Mehmet Mesut Özakcan                                 (Aydın)

16- Birgen Keleş                                 (İstanbul)

17- Ufuk Özkan                                 (Manisa)

18- Mustafa Gazalcı                                 (Denizli)

19- İsmail Değerli                                 (Ankara)

20- Sedat Pekel                                 (Balıkesir)

21- Mehmet U. Neşşar                                 (Denizli)

22- Sedat Uzunbay                                 (İzmir)

23- Osman Coşkunoğlu                                 (Uşak)

Gerekçe:

Enerji, ekonomik ve toplumsal yaşamın önemli sektörüdür. Enerji konusu, niteliği gereği, kamu eliyle çözümü gerekli bir sorun sayılmıştır. Son yılların tüm özelleştirme ve özel girişimcili eğilimleri de, enerjinin kamusal niteliğini değiştirmiyor. En azından planlanması ve piyasa yapısı olmak üzere, önemli yönleriyle enerji sektörü kamusal özelliğini koruyor.

Türkiye, özellikle son yıllarda, büyük enerji sorunları yaşamış bulunuyor. Doğalgaz dışalımından boru hatlarına, petrolden nükleer santrala dek enerjinin en önemli alt alanlarında ekonomik ve teknik sorunlar yaşanıyor. Türkiye hükümetlerinin enerji sektörünü etkin yönettikleri söylenemez. Enerji sektöründe, AKP Hükümeti döneminde kimi düzeltmeler yapılmak istenmesine karşın, yapısal bir bozukluk yaşanıyor.

Nükleer santral yapımı tam da bu bozuk yapının üzerine konulmak isteniyor.

Meclisin ve kamuoyunun, nükleer santral yapımını teknolojik, ekonomik, siyasal ve toplumsal boyutlarıyla bilmesi gerekiyor.

Ülkenin diğer enerji kaynaklarını tam olarak kullanıp kullanmadığı, santral kurmadan da nükleer teknoloji alanında gelişme olanağının bulunup bulunmadığı; nükleer atık sorunu ve santralların kuruluş yerinin seçimi ve çevreye olası etkileri; diğer ülkelerin yeni nükleer santral yapımına nasıl baktıkları; özellikle, hidrolik ve rüzgâr enerjisinden yararlanmada ülkenin durumu; diğer teknolojik gelişmeler, örneğin, hidrojen yakıtı karşısında nükleer enerjinin konumunun ne olacağı; Türkiye'nin ağır dışborç yükü karşısında her biri 5 milyar dolara mal olacak olan nükleer santralların yüksek maliyeti ve olası getirisi; ülkenin TAEK gibi kurumları ve teknik personeli açılarından böyle bir yatırım için ne ölçüde hazır olduğu; nükleer santrallarda kullanılacak hammaddenin hangi kanallardan sağlanacağı; nükleer santral ihalesinin ABD-AB-Rusya bağlamında bir siyasal boyutunun bulunup bulunmadığı ve benzeri konuların Meclis tarafından araştırılması ve kamuoyunun bilgilendirilmesi, öncelikli olarak ele alınmalıdır.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündem yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

V.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- Genel Kurulun 14.12.2004 Salı günkü birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No. : 119   Tarihi:14.12.2004

Genel Kurulun 14.12.2004 Salı günkü (bugünkü) birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

 

Sadullah Ergin

Haluk Koç

 

AK Parti Grubu Başkanvekili

CHP Grubu Başkanvekili

 

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş 2 adet doğrudan gündeme alınma önergesi vardır; ayrı ayrı okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

2.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın; 3067 Sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/235) doğrudan Gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/231)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

14.1.2004 günü verdiğim "3067 Sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" 2/235 E. Sayı ile 13.1.2004 tarihinde Plan ve Bütçe Komisyonuna havale edilmiş, ancak, havale gününden itibaren 45 gün içinde sonuçlandırılmamıştır.

Anılan kanun teklifinin TBMM İçtüzüğünün 37 nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını arz ederim. 14.4.2004

           Ertuğrul Yalçınbayır

               Bursa

BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, konuşacak mısınız efendim?

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Evet efendim.

BAŞKAN - İçtüzük gereği Sayın Yalçınbayır'a söz veriyorum; buyurun.

Süreniz 5 dakika.

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce okunduğu üzere, 3067 sayılı Kalkınma Planlarının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun bazı maddelerinde değişiklik teklifinde bulundum. Ancak, süresi içinde görüşülmedi, üzerinden bir yıl geçti ve ben de İçtüzüğün tanıdığı hakkı, imkânı kullanarak, doğrudan Genel Kurul gündemine alınmasını Sayın Başkanın takdirlerine arz ettim.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, Türkiye'de planlı kalkınma anlayışı 1961 Anayasasıyla geldi ve 1961 Anayasasının özgürlükçü havası, demokratik yollarla gerçekleştirilmek üzere, iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı devletin ödevi olarak öngördü ve bu kapsamda Devlet Planlama Teşkilatının görevleri de belirlendi.

Bu anlayış, 1982 Anayasasının 166 ncı maddesine de yansıdı. 166 ncı maddeyi hatırlatmakta yarar umuyorum: "Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirmesini yaparak verimli bir şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir. Kalkınma planlarının hazırlanmasına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir" denildi ve 3067 sayılı Kanun, 1982 Anayasasından sonra 1984 yılında çıkarılarak yürürlüğe konuldu.

Bu kanunun en önemli hususu, benim değişiklik teklifini verdiğim husus şudur: Kanunun 2 nci maddesinde "Kalkınma planları Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülür" deniliyor. Biz, buna daha fazla demokratik nitelik vermek durumundayız. Sadece Plan ve Bütçe Komisyonunda değil, planların bölümleri itibariyle ilgili komisyonlarında da görüşülmesini öngörüyoruz.

Aynı anlayışı bütçe için de öngörmüştük. Yine bir yıl önce verilen İçtüzük değişiklik teklifi, süresinde görüşülmemiş ve Genel Kurulun tensipleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun gündemine alınmıştı. Kısa bir süre sonra bütçe görüşmelerini yapacağız. Bu görüşmelerde, 5 ve 10 dakikalık sürelerle ne kadar denetleyebileceğimizi hep birlikte göreceğiz. Orada da öngörümüz, ilgili ihtisas komisyonlarına bütçenin havalesiydi.

Yine, kalkınma planı itibariyle de, aynı görüşü tekrarlıyoruz. Kalkınma planlarının yapılması kanunla düzenlendiği için kanunda değişiklik öngörüldü. Bilindiği gibi, Türkiye, planını yapan ilk ülkelerden biri. 1929 buhranından sonra 1930'ları hatırlayalım; Atatürk'ün, İnönü'nün ve Celal Bayar'ın bu planın hazırlanması konusundaki katkılarını hep birlikte analım.

Bilindiği üzere, bugüne kadar 3 tane uzun vadeli kalkınma planı çıkarıldı. Bunlardan sonuncusu, Türkiye Cumhuriyetinin 100 üncü yıl stratejisi ve kalkınma planları, beş yıllık orta vadeli kalkınma planlarına yayıldı ve burada da bugüne kadar 8 kalkınma planı çıkarıldı. 2005'te, dokuzuncu beş yıllık kalkınma planını hazırlayacağız. Hepimizin bildiği gibi, eğer sizin bir planınız yoksa, başkalarının planlarının parçası olursunuz. Bu planı demokratik biçimde hazırlamak durumundayız; teklifimiz bunu içermektedir. Şu anda, Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde yeterince çalışmanın olmadığını görüyoruz. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planını bu Mecliste yaptık. O zaman, bu süreçte, 100'ün üzerinde veya 100'e yakın özel ihtisas komisyonu toplantıları yapıldı, raporları düzenlendi ve Meclis Genel Kuruluna geldi. Bunların birçoğu bürokratik çalışmalardır; bunlara demokratik niteliği vuracak olan, komisyon çalışmalarıdır. Komisyonların, etkili biçimde hem bütçede hem de kalkınma planında rol almaları gerekir, teklifimiz bunu içeriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, buyurun.

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Bugün, çok önemli bir konuyu görüşeceğiz. Kalkınma planı arifesinde, herhalde, uyumu da dikkate alarak bazı düzenlemeler yapacağız. 3067 sayılı Kanunda belki değişiklikler yapılabilir. Bu değişiklikler sırasında, Meclis komisyonlarına önem verilmesini, planların demokratik niteliklerinin önplana çıkarılmasını takdirlerinize arz ederim.

Saygılarımla. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yalçınbayır.

Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

3.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 10/A Maddesine Bir Fıkra İlave Edilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/186) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/232)

3 Haziran 2004

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Konu: 9.3 tarih 149 sayılı CHP Grup Başkanlığı yazısı

9 Ekim 2003 tarihinde 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Kanununun 10/A maddesine bir fıkra ilave edilmesi hakkındaki kanun teklifi 45 gün içerisinde komisyonlarda görüşülmediğinden, İçtüzük hükümlerinin 37 nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurulda gündeme alınmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

           Malatya

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, konuşacak mısınız?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Aslanoğlu.

Süreniz 5 dakika.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; daha önce verdiğim kanun teklifi, tüketici kredileri ve kredi kartlarıyla ilgiliydi. Birkaç rakam vereceğim, sonra özünü anlatacağım.

31.12.2003'te, Türkiye'deki toplam tüketici kredisi, kredi kartı kredisi toplamı 12 katrilyon lira iken, şu anda 32 katrilyona yükselmiş; Türkiye'de toplam kredi kartı sayısı ise 16 000 000'dan 21 000 000'a yükselmiş.

Birkaç rakam da kredi kartı faizleriyle ilgili olarak vermek istiyorum. Yaklaşık 10 bankanın verileri var elimde -yabancı bankalarınkini söylemiyorum; çünkü, onlarınki bunun 1,5 kat fazlası- yüzde 107, yüzde 100, yüzde 100 -yıllık kompauntunu söylüyorum- yüzde 79, yüzde 79, yüzde 107, yüzde 107, yüzde 124 ve yüzde 107.

Türkiye gibi mevduat faizinin, hazine bonosu faizinin yüzde 22 olduğu bir ülkede, tamamen tüketim toplumu yaratılan bir ülkede, hiçbir disipline tabi tutulmayan kredi kartları bu şekilde devam ettiği sürece, biz, insanları soyduruyoruz. Tüketici kredisi ile kredi kartının faiz farkını söyleyeyim- ikisi de aynıdır, ikisi de tüketime yöneliktir; bir ihtiyacınız var, gidiyorsunuz "bana araba kredisi ver" diyorsunuz- sayın milletvekilleri, bankalar aylık yüzde 2 faiz tatbik ediyor, burada ise aylık yüzde 6,25. Öbürü ise, yine bir ihtiyacınızı kredi kartıyla alıyorsunuz ve ondan geçiriyorsunuz. Bir tek farkı var, bir defalık takas komisyonu ödeniyor; ama, o bir defalık ödediği takas komisyonunu, aylık yüzde 6,25; yüzde 7'lerle, 24 ay vadeyle bu insanların sırtına vurmak haksızlıktır; bu, insanları soydurmaktır. Benim dediğim o.

Türkiye'de kredi kartı sistemini disipline edelim. Bu Yüce Meclis tarafından tüketici kredileri disipline edildi ve o günden bugüne kadar da pek sorun doğmuyor. Bir tek farkı, aylık bir defa ödenen takas komisyonunun dışında, eğer, kredi kartı müşterisi talep ederse, bunu, normal tüketici kredisi gibi kredilendirmenin şart olduğunu söylüyorum.

Sayın milletvekilleri, bu ülke bizim. Dünyanın hiçbir yerinde böyle fahiş bir faiz sistemi yok. Artı, dünyanın hiçbir yerinde bu kadar makine mezarlığı yok. Gidin bir esnafa, 8-10 bankanın cihazını görürsünüz. Yazıktır!.. Biz bunların hepsini ithal ediyoruz; yazıktır bu ülkeye!.. Türkiye, oturup, bu konuda, bir makineden tüm bankalara hizmet verecek ortak bir noktayı bulamaz mı? Bunların hepsinin değerini biliyor musunuz Sayın milletvekilleri?! Yazıktır bu ülkeye... En ücra köşedeki bakkala kadar, artık, her yerde bu makinelerden var. Eğer, bu sistem disiplin altına alınmazsa... Türkiye'de, bir tüketim toplumu yaratıyoruz. Türkiye'de, geçen yıldan bu yıla kadar üretime verilen krediler artmadı, hep tüketime verilen krediler arttı.

Sayın milletvekilleri, son derece hassas bir durum. Eğer bu sistem disiplin altına alınmazsa, bu insanlar, yarın, aldıkları kredilerin hiçbirini ödeyemeyecek. 3 milyar lira borçlu olan bir insan, asgarî, minimum tutarı olarak ayda 250 000 000 lira ödüyor. Yazıktır...

Ben, bu kanun teklifini, bu kanunun normal tüketici kredisi kapsamı içerisine alınması için verdim. Bunu hepinizin takdirlerine sunuyorum. Türkiye'de, 21 000 000 adet kredi kartı var, bu, 21 000 000 insanı ilgilendiriyor. Yazıktır bu insanlara, günahtır... Bunu hepinizin takdirlerine bırakıyorum.

Teşekkür ederim; sağ olun, var olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 196 ncı sırasında yer alan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında üyelik müzakerelerinin başlamasıyla ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda; 200 üncü sırasında yer alan, Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 Milletvekilinin, yine aynı konuda, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergelerinin öngörüşmelerine başlıyoruz.

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına, Grup Başkanvekilleri, İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda  genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17)

2.- Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 Milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda  genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Genel görüşme önergeleri, sırasıyla, Genel Kurulun 2.12.2004 tarihli 25 inci ve 13.12.2004 tarihli 31 inci Birleşimlerinde okunduklarından tekrar okutmuyorum.

İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahibine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Hükümet adına Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül, AK Parti Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Zekeriya Akçam, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal; önerge sahipleri adına İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen ve Düzce Milletvekili Sayın Yaşar Yakış.

İlk söz, Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül'e aittir.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce, Hükümetimiz adına hepinize saygılar sunuyorum.

Bugün, Türkiye'nin Avrupa Birliğine ilk başvurusunun üzerinden kırkbeş sene geçmiş, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilgili ilk anlaşmayı imzaladığı 1963 yılından bu yana da kırkbir yıl geçmiştir. Bu süre içerisinde birçok inişler çıkışlar olmuştur ve nihayet, 1999 yılında, Türkiye, Helsinki Zirvesinde Avrupa Birliğine tam üyelik için aday olmuş ve Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri yeni bir yörüngeye oturmuş, yeni bir yatağa girmiş, akıma; yani, yeni bir istikâmete girmiş. Daha sonra, 2002 yılında, bizim de katıldığımız Kopenhag Zirvesinde yeni bir karar alınmış. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında müzakereye başlama kararı alınmış; ama, başlama kararı, tam net tarih olarak ortaya çıkmamış, şartlı olarak çıkmış ve o kararda, 2004 yılının sonunda "Türkiye, Kopenhag Kriterlerini yerine getirirse, vakit geçirmeden Avrupa Birliğiyle müzakerelere başlanır" kararı verilmiş. 2002 yılından sonra her altı ayda bir toplanan Avrupa Birliği zirve toplantılarında, liderler, 2002 yılında aldıkları kararları bir kez daha onaylamışlar ve her zirvede bu karara yer vermişler ve bugünkü noktaya gelinmiştir.

Değerli arkadaşlar, şimdi, 17 Aralık Zirvesinde, Avrupa Birliği, Türkiye'yle ilgili çok tarihî bir karar verecektir; kendisiyle ilgili çok tarihî bir karar verecektir ve genişlemenin altıncısını gerçekleştirecektir, bununla ilgili önemli bir adım atacaktır.

Avrupa Birliği açısından ne kadar önemliyse Türkiye açısından da çok önemli bir olaydır bu. Bunun için, Hükümetimiz, önce, Türkiye içerisinde, kendi içimizde bütün hazırlıklarını yapmış, daha sonra Sayın Cumhurbaşkanımızla istişare etmiş, onun başkanlığında yapılan toplantıda geniş bir istişare yapılmış, Anamuhalefet Partimiz Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal ve arkadaşlarıyla bir araya gelinmiş, yine, çok geniş, samimî istişarelerde bulunulmuş; bugün de Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konu enine boyuna tartışılacak, görüşülecek ve bütün buralardan aldığımız fikirlerle, Hükümetimiz, politikasını oluşturup, Brüksel'e, 17 Aralık için, hazırlıklı, kararlı bir şekilde gidecektir. O bakımdan, bugünkü toplantıyı, Hükümet olarak çok faydalı ve değerli buluyoruz.

Değerli arkadaşlar, hepimizin arzusu, Türkiye'nin, Avrupa Birliğiyle başarılı bir entegrasyonu gerçekleştirmesi, Türkiye'nin, başarılı bir şekilde Avrupa Birliğine katılması; bunun, hem Türkiye için kazançlar getirmesi hem Avrupa Birliği için kazançlar getirmesi hem de dünyanın istikrarına katkıda bulunmasıdır. Bunun için, tam üyelik günü geldiğinde, Türkiye'nin en iyi şartlarda hazır olması gerekir. Türkiye, Avrupa Birliğine tam üye olurken, müzakereler inşallah başlar, ondan sonra geçen süreyi başarılı bir şekilde bitirir ve Avrupa Birliğine tam üye olduğunda, bunun neticeleri hem Avrupa Birliği için hem Türkiye için çok faydalı olur. Bütün gayretlerimiz ve bütün çalışmalarımız bunun içindir.

Müzakerelere başlayabilmek için sadece bir kriter vardır; bu da, Kopenhag siyasî kriterlerini gerçekleştirmektir. Bunlar, genellikle siyasî içerikli kriterler olduğu için, Hükümetimiz, bizden önceki hükümetler büyük bir gayret sarf etmişlerdir; ama, bütün dünya şunu bilmektedir ki, son iki sene içerisinde, iktidarıyla muhalefetiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi kararlı bir şekilde çalışmış, halkımızın desteğini arkamızda bulmuşuz, bütün sivil toplum örgütleri, basın, aydınlar, herkes büyük bir destek vermiş ve Türkiye, âdeta sessiz bir devrimi gerçekleştirmiştir. Bununla hepimiz büyük bir onur duyuyoruz; çünkü, bütün bu yaptıklarımızı, hep beraber inanarak yaptık, bunlar Türk Halkının çıkarına olduğu için yaptık ve bunları hiçbir zaman Avrupa Birliğine bir taviz şeklinde düşünmedik. O bakımdan, bu reformlar, muhakkak ki, müzakerelere başlandıktan sonra da devam edecektir. Mükemmelliğin bir sınırı yoktur. Çıkardığımız kanunları uygulamak için üstün bir gayret sarf ediyoruz, çok daha fazla gayret sarf edeceğiz. Sıfır işkence toleransını sonuna kadar devam ettireceğiz. Halkımıza, vatandaşımıza kötü muameleyi asla, hiçbir zaman kendimize yakıştıramadığımız için sıkı bir şekilde takip edeceğiz. Dolayısıyla, Kopenhag Siyasî Kriterleri diye özetlenen kriterleri "Ankara Kriterleri" diye adlandırırken Sayın Başbakan, bu çerçeve içerisinde meseleyi yerine oturtmuştur.

Değerli arkadaşlar, müzakerelere hazırlık dönemini tamamladık; buna inanıyoruz. Onun için, müzakere aşamasına gelmiştir Türkiye. Bu yapılırken de, önce siyasî kriterler yerine getirilmiştir, Anayasa değişiklikleri yapılmıştır, 8 reform paketi geçirilmiştir, demokrasi çok daha güçlü hale getirilmiştir Türkiye'de ve ne gerekirse yapılmıştır.

Kopenhag Siyasî Kriterlerinin hiçbir şekilde içine girmeyen, ama, bazı çevrelerin sürekli istismar ettiği Kıbrıs meselesi de tamamen ayrı bir şekilde ele alınmış, sadece, Ada'da kalıcı bir çözüm bulma gayretimizi göstermek için Türkiye yeni politikalar geliştirmiş, Ada'da referandum yapılmış, neticede, Türk Halkının haklılığı bir kez daha bütün dünyaya ispatlanmış ve çözümün önündeki engelin Kıbrıs Rum yönetimi olduğu da bütün dünyaya gösterilmiştir.

Bütün bunların neticesi olarak, Avrupa Birliği Komisyonu 6 Ekimde bir rapor açıklamıştır. Bu rapor, bildiğiniz gibi, çok tafsilatlı bir rapor olmuştur ve bu raporun neticesinde, Türkiye'nin Kopenhag Siyasî Kriterlerini yerine getirdiği açıkça duyurulmuş ve bu tespitler üzerine, Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlaması tavsiye edilmiştir. Bu, bize, Avrupa Birliğiyle müzakereye başlama garantisini getiren bir karar değildir; ama, çok önemli bir karardır. Şu açıdan da çok önemlidir. 2002 yılındaki AB zirve kararı ortaya çıktığında, AB'ye üye -daha sonraki katılımla birlikte- 25 ülkeyi iki sınıfa ayırabiliriz. Bunlardan bir kısmı, başından beri, her halükârda, Türkiye'yle müzakerelerin başlanmasını destekleyen ve bunu açıkça deklare eden ülkeler; geri kalan diğer ikinci kısım ise "biz, kararımızı, Komisyonun vereceği rapora göre oluşturacağız; dolayısıyla, raporu bekleyeceğiz; şayet rapor olumlu olursa, biz de olumlu tavır alacağız" diyen ülkelerdir. Şimdi, Komisyonun kararı olumlu olarak ortaya çıktığına göre, o ülkelerin de kararlarının, tabiî, olumlu olması gerekir.

İşte, bu çerçeve içerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, reform sürecine devam etmiş, 6 yeni kanunu çıkarmış, dün gece, son olarak, Ceza İnfaz Yasasını çıkarmış ve üstüne düşen her şeyi yerine getirmiştir; dolayısıyla, Avrupa Birliği tarafından, Türkiye'ye "şu eksik kaldı, Türkiye şu sözünü yerine getiremedi" denebilecek hiçbir husus geride kalmamıştır. Üstelik, Hükümetimiz, bu reform sürecinin bundan sonra da devam edeceğini kararlılıkla kamuoyuna duyurmuştur ve uygulamanın en iyi şekilde devam edeceğini de -demin bir kez daha ifade ettiğim gibi- duyurmuşuzdur.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Türkiye'nin beklentisi vardır. Türkiye'nin beklentisi nedir; Türkiye'nin 17 Aralıktan beklentisi gayet açık ve nettir; Avrupa Birliğinin daha önce attığı imzalara sadık kalmasıdır, ahde vefayı göstermesidir, açıkçası, imzalarını şereflendirmeleridir. Bu, Türkiye'nin, tabiî ki, haklı bir beklentisidir, meşru bir beklentisidir; çünkü, 17 Aralıkta alınacak karar, müzakerelere başlama kararı, yeni bir dönem oluşturacaktır ve bu karar, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında, âdeta, bir anayasa niteliği taşıyacaktır. Bundan sonraki bütün olaylarda referans, 17 Aralıkta alınacak karara yapılacaktır; şimdiye kadar alınmış kararlar hep geride kalacaktır. O bakımdan, bu kararın açık, dürüst, şeffaf, objektif, Avrupa Birliğinin hukukuna uygun, ruhuna uygun, felsefesine uygun, meşru olmasına çok önem veriyoruz; bunu beklemek, muhakkak ki, Türkiye'nin hakkıdır ve inanıyoruz ki, böyle olacaktır. Nasıl, Türkiye "bizim bazı sıkıntılarımız var, bizim bazı özel şartlarımız var, lütfen, bu özel şartlarımızı anlayışla karşılayın" demiyorsa, Avrupa Birliğinin de, bu noktadan sonra, bize karşı, açık, dürüst, şeffaf ve meşru taleplerle gelmesi gerekir, meşru olmayan hiçbir talepte bulunmaması gerekir ve bir zamanlar "özel şartlarımız, özel hukukumuz, özel bazı gerekçelerimiz var" dediğimiz hususları biz nasıl terk ettiysek, Avrupa Birliğinin de bunları kesinlikle yapmaması gerekir.

Değerli arkadaşlar, bu kararın temiz, açık, şeffaf, dürüst, meşru olmasının çok daha başka önemi vardır. Bu karar çıktıktan sonra, her iki tarafın da niyeti nedir; neticede kaç sene sonraysa, Türkiye'nin performansına uygun olarak başarılı bir birleşmenin olmasıdır. Bu müzakere sürecinin başarılı olabilmesi, birçok zorlukların aşılabilmesi için, heyecanın, motivasyonun olabilmesi için, kararın temiz çıkması gerekir. Ayrıca, stratejik açıdan, dış politikadan iç politikaya kadar stratejik vizyonun muhafaza edilebilmesi ve bunun Avrupa Birliği paralelinde olabilmesi için, iç politikada istikrarın sonuna kadar devam edebilmesi için, Türkiye'nin ekonomik açıdan çok cazip bir hale gelebilmesi için, bu kararın temiz çıkması gerekir. Ancak o zaman müzakere süreci başarılı olur ve kaç sene sonraysa, Türkiye, müzakere sürecini bitirdiğinde, çok farklı bir ülke, çok daha güçlü, kuvvetli bir ülke haline gelir. Tam üyeliğe girerken, güçlü bir Türkiye görmek Avrupa Birliğinin de hedefi olmalıdır. O açıdan bu karara çok önem veriyoruz.

Şimdi, o zaman, beklentilerimiz nelerdir; bunları, çok daha müşahhas bir şekilde, somut bir şekilde sizlerle paylaşmak istiyorum.

Buradaki birinci beklentimiz, bu müzakerelerin tam üyelikle ilgili olmasıdır. Zaten, başından beri tam üyeliktir söz konusu olan, bunun dışında hiçbir alternatif düşünülmemiştir. Dolayısıyla, müzakerelerin bu istikamette, bu mecrada devam etmesi gerekir. Tam üyelik hedefini, perspektifini gölgeleyecek veya onu çığırından çıkaracak herhangi bir düzenlemeyi Türkiye'nin kabul etmesi asla mümkün değildir. Bu, bizim için ne kadar önemliyse Avrupa Birliği için de çok önemlidir. Kafalarda, müzakereye başlayınca, herhangi bir karışıklığın, yanlış imajın kesinlikle ortaya çıkmaması lazım, her şeyin tam üyelikle ilgili olduğunu herkesin bilmesi lazım.

Şüphesiz ki, tabiatı gereği, tam üyeliğe başlayınca, bu, otomatik olarak gerçekleşecek bir husus değildir; müzakere süreci içerisinde başarılı olabilirsiniz, başarısız olabilirsiniz veyahut da müzakere sürecini başarılı bir şekilde tamamlarsınız, Norveç'in yaptığı gibi, o gün "hayır, ben katılmak istemiyorum" diyebilirsiniz; halkınız o gün farklı düşünebilir. Bütün bunlar, zaten, işin tabiatında vardır; bunların hepsinin farkındayız. Başarısız olursak da, biz, ille de tam üye olacağız diye bir iddia içerisinde olamayız; bunların hepsi bilinmektedir; ama, herhangi bir şekilde tam üyeliğe alternatif gösterilebilecek -bazı Avrupa Birliği siyasetçilerinin, hatta devlet adamlarının, parti başkanlarının, siyasî grupların ileri sürdüğü özel statüler, özel üyelikler, kuvvetlendirilmiş özel statü şeklinde- çeşitli şekiller de sunulabilir; bunların hiçbiri bizim için kabul edilemez. Bunlar, Türkiye'de hiçbir hükümetin, bizim veya başka bir hükümetin, hiçbir zaman kabul etmeyeceği hususlardır; bunun altını, burada, bir kez daha çiziyorum.

Ayrıca, müzakereler başarısız olursa veyahut da başka bir sebeple müzakereler sona ererse, o zaman, Türkiye'nin yerinin ne olacağı hususu -Avrupa Birliğinin yörüngesi mi olacak, başka bir yer mi olacak- bugün verilecek bir karar değildir. O, o zamanki siyasetçilerin, o zamanki Türkiye'yi yönetenlerin, o zamanki Türk Halkının temsilcilerinin karar vereceği bir husustur. Dolayısıyla, bu konuların, çok açık seçik, net bir şekilde bilinmesi gerekir.

Şüphesiz ki, bütün amacımız, bu sürecin başarılı olmasıdır. Büyük bir arzu Türkiye'de de Avrupa Birliğinde de vardır. Bunun için bu kadar yol beraber gelinmiştir. Burada, muhakkak ki, iyimserliğimizi muhafaza ediyoruz; ama, her şeyin açık, net bilinmesi, şüphesiz ki, alınacak kararlara çok katkı sağlayacaktır.

Türkiye'nin çok önem verdiği başka bir konu da şudur: 17 Aralıkta, açık, net bir tarihin, müzakereye başlama tarihinin zikredilmesidir; bunun da 2005 yılının içerisinde olmasıdır ve bu kararın, ikinci bir toplantıya, ikinci bir karara, ikinci bir zirve buluşmasına gerek kalmayacak şekilde verilmesidir. Bu konuda da Türkiye kesinlikle çok kararlıdır; gerek iktidar gerek muhalefet gerek Türk Halkının beklentisi bu yöndedir.

Değerli arkadaşlar, başka önemli bir konu da şudur: Bahsettiğim bu konular, henüz, ortaya çıkan taslaklarda yoktur. Bunlar, son güne bırakılmıştır ve liderler arasında karar verilecek hususlardır. Bunun dışında birçok konu ortaya çıkan taslaklarda mevcuttur ki, şimdiye kadar üç taslak yayımlanmıştır Dönem Başkanlığı tarafından.

Önem verdiğimiz başka bir konu şudur: "Daimî koruma" diye ifade edilen bazı tedbirlerin alınmasıdır. Yani, Türkiye müzakereye başladığında bunlar düşünülebilir diyorlar. Bunlar, her ne kadar, bugünün konusu değil, tam üyelik gerçekleşirken, Türkiye'nin kabulüyle ancak kabul edilebilecek ve geçerli olacak hususlar olsa bile, bugünden bu konuları zikretmenin, yanlış zikretmenin kesinlikle karşısındayız. Bu nedir; bir ülke Avrupa Birliğine üye olunca, çeşitli olumsuzluklar söz konusu olabilir. Bu olumsuzluklara karşı üye ülkelerin ve üyelerin tedbir alma imkânları vardır. Bu, Avrupa Birliği hukuku içerisinde meşrudur.

Geçiş süreleri vardır. Bazı istisnalar vardır bu geçiş süreleriyle ilgili; ama, bütün bunların hepsi belirli sürelerle ilgilidir. Bu geçiş süreleri uzun olabilir, kısa olabilir; bunlar, hep müzakerelerle, işin boyutuyla, ebadıyla ilgili konulardır. Büyük bir ülke için farklı olabilir, küçük bir ülke için farklı olabilir; ama, bunların hiçbiri, asla "ilelebet, daima, sürekli olarak, ne olursa olsun Birliğin sonuna kadar daimî bir koruma olacak" diye kabul edilemez. Bunlar meşru talepler de değildir.

Bu konularda yoğun bir tartışma devam etmektedir zaten ve Avrupa Birliği içerisinde de bunların meşru olmadığını iddia eden birçok ülke vardır ve bunlar, bunları konuşmaktadırlar, bunlarla ilgili birçok hukuk çalışmaları yapılmaktadır; bunlarla ilgili olarak, daha önce, bildiğiniz gibi, daimî korumalara Komisyon raporunda yer verilmiş ve "bu, sürekli, daimî, ilelebet bir koruma değildir, daimî imkân dahilinde olan bir korumadır" şeklinde ifade edilmişse de bunların açıklığa kavuşması gerekir ve bunların kabulü mümkün değildir.

Bunların değiştirilmesiyle ilgili diğer önemli bir konu, müzakere sürecinin sürdürülebilir olmasıdır; çünkü, burada, hoşumuza giden veyahut da gitmeyen birçok husus vardır. Bu konuların hepsini, müzakere sürecinin sürdürülebilir olmasıyla ilgili sınıflandırıyorum ve demin saydığım veyahut da saymadığım, çok detay olarak tespit ettiğimiz bütün bu konularla ilgili itirazlarımızı, başta Dönem Başkanlığıyla -çünkü, nihaî paragraf, Dönem Başkanı Hollanda tarafından yazılacaktır- paylaşıyoruz. Onlara, bütün itirazlarımızı yazılı bir şekilde ilettik, sözlü bir şekilde paylaştık. Avrupa Birliğinin birçok dışişleri bakanıyla, başbakanıyla bu süre içerisinde bir araya geldik, onlara bütün bu kaygılarımızı, onlara bütün bu itirazlarımızı ilettik.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bunlar son dakikaya kadar devam edecektir. Bu, Avrupa Birliğinin yapısı; müzakereler hep bu şekilde olmuş. Tahminimiz odur ki, son dakikaya kadar -ayın 16'sında zirve toplanacaktır, 17'sinde karar vereceklerdir- bu görüşmeler devam edecektir. Yalnız, şunu biliyoruz: Avrupa Birliği, şimdiye kadar beş kez genişlemiş. Her genişlemenin Avrupa Birliğine getirdiği çeşitli tecrübeler var, bazı olumsuzluklar var. Bu olumsuzlukları dikkate alarak, yeni stiller, yeni öneriler getiriyorlar.

Bunları anlayışla karşılamak mümkündür iyi niyetli olarak baktığınızda; ama, bütün bu hususların -genişleme süreci içerisinde elde edilen tecrübelerden dolayı yeni genişlemede ortaya çıkarılan bütün hususların- kabul edilebilmesi için, meşru olması gerekir, dürüst olması gerekir; Avrupa Birliğinin felsefesine, hukukuna, müktesebatına uygun olması gerekir. Bunun dışında herhangi bir talep söz konusu olursa, bu taleplerin kabulü kesinlikle mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, sözlerimi bitirmeden önce, Kıbrıs da söz konusu olduğu için, bu konuya da değinmek istiyorum.

Kıbrıs söz konusu olduğu için, Hükümetimiz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ı, Başbakan Sayın Mehmet Ali Talat'ı ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Serdar Denktaş'ı davet etti; oturduk, kendileriyle de istişare ettik ve daha sonra da, bütün kamuoyuna, bir deklarasyonla, neler düşündüğümüzü yansıttık.

Kıbrıs sorunu, ne yazık ki çözülmemiştir; çözülmesini çok arzu ederdik. Akdeniz'de huzurun, istikrarın oluşması hepimizin lehinedir; ama, eğer ortada bir çözümsüzlük varsa, bu çözümsüzlüğün mesulü Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türkleri değildir. Her iki taraf da üstüne düşeni yapmıştır. Ne yazık ki, Avrupa Birliği, hata ederek, sorun çözülmeden, Rum kesimini içerisine almıştır. Halbuki, Avrupa Birliğinin bir prensibi vardır; bütün sınır problemleri önce çözülsün, daha sonra yeni üyeler Birliğin içine girsin; problemler, sıkıntılar Birliğin içerisine taşınmasın diye bir prensibi vardır. Bu prensibini, ne yazık ki, tutamamıştır ve Ada'da sorun çözülmeden, Rum tarafı, Avrupa Birliğine tam üye olmuştur. Tam üye olduktan sonra, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine verdiği sözleri de yerine getirememiştir. Dolayısıyla, problem devam etmektedir.

Biz, Kıbrıs probleminin çözümünü ve Kıbrıs'ın tanınmasını, kalıcı bir çözümün bir parçası olarak görüyoruz. Kalıcı bir çözüm ortaya çıkmadan, herhangi bir tanıma, kesinlikle, asla, söz konusu olamaz.

Bu çözümün yeri de Birleşmiş Milletlerdir, Avrupa Birliği değildir. Avrupa Birliği, bunu çözebilecek güç, mekân ve platform değildir. Bunu Avrupa Birliği de bilmektedir; dolayısıyla, yer, Birleşmiş Milletlerdir.

Birleşmiş Milletlerde kalıcı bir çözümün sağlanabilmesi için, Türkiye, geçenlerde yayımladığımız deklarasyon çerçevesinde aktif olmaya devam edecektir; yani, bir çözüm olsun diye, biz, iyi niyetimizi koruyacağız; ama, bu olmadan, Kıbrıs'ı herhangi bir şekilde, açık veya dolaylı bir tanıma söz konusu olamaz. Bunu şunun için söylüyorum; diplomaside açık tanıma vardır, dolaylı tanıma vardır; dolaylı bir tanıma da, Türkiye için, asla, söz konusu olamaz. Bunu herkesin bilmesi gerekir. Bunu herkese söyleyeyim.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bu çerçevede, kamuoyunda tartışılan başka bir konu daha var; bununla ilgili de Türkiye Büyük Millet Meclisini bilgilendirmem gerekir. Uyum protokolüyle ilgili konular nedir; biliyorsunuz, Avrupa Birliğinin son genişleme dalgası çerçevesinde, 10 yeni ülke, 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine tam üye olmuştur. Bu üyeliğin hukukî temeli 16 Nisan 2003 tarihli Katılım Anlaşmasıdır. Katılım Anlaşmasının 6 ncı maddesi, Avrupa Topluluğunun evvelce üçüncü ülkelerle imzalamış olduğu anlaşmaları yeni üyelerin de otomatik olarak kabul edeceği çerçevesindedir ve "AB'nin, diğer, üçüncü ülkelerle yapmış olduğu anlaşmalar yeni üyeleri de bağlar" deniliyor. Böylece, aralarında Güney Kıbrıs Rum yönetiminin de bulunduğu 10 yeni ülke, Avrupa Birliği ile ülkemiz arasında mevcut Ankara Anlaşması ve mevcut Gümrük Birliği Anlaşması hükümlerine uymayı otomatik olarak üstlenmiş bulunuyor.

Aynı katılım anlaşmasının 6 ncı maddesi, yeni üyelerin Avrupa Birliğinin evvelce yapmış olduğu anlaşmalara katılımlarının, Avrupa Birliği adına Konseyin diğer ülkelerle imzalayacağı protokollerle gerçekleşeceğini de belirtmektedir. Yine aynı maddeye göre, bu protokollerin müzakeresini Komisyon yapacaktır. İşte bu çerçevede, 10 yeni ülkenin 1 Mayıs 2004'te katılımını takiben, AB Konseyi, geçen haziran ayında yapılan zirve sonunda yayımlanan bildirisinde Türkiye'ye de böyle bir protokolü müzakere ederek sonuçlandırma çağrısında bulunmuştur. Buna göre, Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerinin temelini oluşturan Ankara Anlaşmasının ve bunun ekini oluşturan Gümrük Birliği Anlaşmasının, genişlemeyi dikkate alarak 25 üyeye şamil edilmesi söz konusudur.

Bu defa, 17 Aralık zirvesinin karar taslağına, Türkiye'nin, Konseyin hazirandaki çağrısına olumlu cevap vererek uyum protokolünü imzalamaya karar verdiği varsayılarak, bundan duyulan memnuniyete dair bir cümle ilave edilmek istenmektedir.

Türkiye, esasen, 10 yeni ülkenin aramızdaki Gümrük Birliği Anlaşmasını uygulamayı taahhüt etmiş olmasını da dikkate alarak, 2 Ekimde çıkardığı bir Bakanlar Kurulu kararıyla gümrük birliğinin coğrafî alanını -yeni üye ülkelerle- genişletmiştir. Bu çerçeve içerisinde 25 ülkeyle... Ki, bunların biri de Güney Kıbrıs Rum yönetimidir. Kendi hâkim oldukları topraklar ve kendi nüfusları çerçevesinde gümrük birliği çalışmaktadır zaten. Ancak, Avrupa Birliği Komisyonu, bu tek taraflı işlemin aktî bir ilişki için hukuken yeterli olmadığını belirterek, bir uyum protokolünün gerekli olduğunu, tarafımıza bir mektupla bildirmiştir. Bir protokol taslağını da, ekim ayında tarafımıza göndermiş bulunmaktadır. Söz konusu mektup ve protokol taslağı halen incelenmektedir, hukukçularımız inceliyorlar.

Bu hususta, bazı hususları burada vurgulamak isterim; çünkü, görevim, Meclisi bilgilendirmektir.

Söz konusu uyum protokolü taslağı, kamuoyumuzun bazı kesimlerinde de, sadece Güney Kıbrıs Rum yönetimini ilgilendiren ve onlarla imzalanacak bir belgeymiş gibi -yani, bizim kararımızı biraz sonra söyleyeceğim; ama, algılamayı ifade etmek istiyorum- sanki, Rum kesimi ile Türkiye arasında imzalanacak bir belgeymiş gibi biliniyor; bu böyle değildir. Bu taslak, 25 üye ülkeyi kapsamaktadır. Taslağın içeriği ise, Güney Kıbrıs Rum yönetimini, AB üyesi ülkeler arasında zikretmekten ibarettir; çünkü, tam üye olmuştur.

Taslağa göre, protokol, üye ülkelerle değil, Komisyonla müzakere edilebilir; eğer edilirse, ancak Komisyonla müzakere edilebilir. Eğer, protokolün müzakereleri başarılı olursa... Çünkü, bir anlaşmayı imzalamak için önce müzakere etmek gerekir; müzakere edilir, müzakere neticeye varmaz veya müzakere neticeye varabilir. O zaman da, bunun, Avrupa Birliği Konseyiyle imzalanması söz konusudur. Müzakerelerin sonuçlanmasına, Avrupa Birliği taraflarının da, tabiî, oybirliğiyle karar vermesi gerekiyor müzakereye evet demek için.

Ayrıca, şunu da ifade etmek isterim: Viyana Anlaşması Hukukî Sözleşmesine göre, bu tür protokollere, daima, isteyen taraf çekince koyabilir. Nasıl, birçok sözleşmeler var, protokoller var, bunları imzalıyoruz; ama, şu şu çekincelerle, denildiği gibi -biz veya başka ülkeler- bu şekilde yapılabilir. Ayrıca, tabiî, böyle bir şey olsa bile, böyle bir şeyin Meclisin onayından geçmesi gerekir.

Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Avrupa Birliğine tam üye olduğunu, 1 Mayısta Hükümetimiz adına yapılan açıklamada, Kıbrıs'ta iki ayrı halk ve onların hükümetlerinin olduğunu, iki ayrı yönetimin olduğunu teyit edip, Kıbrıs Rum kesimini tanımadığımızı ve Kıbrıs Rum kesiminin, bütün Ada'yı temsil eden bir yönetim olmadığını, bütün bu sözleşmelerden gelen haklarımızı kullanarak hep açıklamışızdır. Bununla ilgili açıklamalar yapılmıştır. Dolayısıyla, hiçbir şekilde, Türkiye'nin, Rum kesimini tanıması söz konusu değildir. Ayrıca, Hükümetimiz, gümrük birliğinin Güney Kıbrıs Rum Yönetimine de teşmil edilmesi vesilesiyle yaptığı açıklamada, bunun bir idarî, teknik tasarruf olduğunu ve tanıma anlamına asla gelmeyeceğini ve tanımadığımızı da sarahatle ortaya koymuştur.

Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği Komisyonunun önerdiği taslakla ilgili mevcut tutumumuz ise şu noktadadır: Komisyonun mektubunun ve taslağının hukukî ve teknik boyutları hâlâ incelenmektedir. Bu taslağı müzakere etmeye henüz karar vermiş değiliz. Dolayısıyla, henüz müzakere edilmemiş bir anlaşmayı imzalama kararımız da söz konusu değildir; bunu açıklıkla burada belirtmek isterim. Bütün bu işlemlerin, Avrupa Birliğine üyelik sürecimizle de herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin tanınması gibi hukukî, siyasî bir işlemle de hiçbir ilgisi yoktur ve asla da olmayacaktır; bunu bir kez daha bütün dünyaya duyuruyorum.

Bildiğiniz gibi, Hükümetimiz ile -geçen 4 Aralık günü- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakanı, Sayın Dışişleri Bakanıyla yapılan istişarelerden sonra yapılan açıklamada, Kıbrıs sorununun Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde nihaî ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulmasını savunduğumuzu ve bu yönde aktif çaba göstereceğimizi, tanıma meselesini de ancak böyle bir çözümün parçası ve sonucu olarak gördüğümüzü de ilan etmiş bulunuyoruz. Bütün bu hukukî ve siyasî gerçeklere rağmen, Kıbrıs Rum Liderliği, içsiyasî çıkarları bakımından uyum protokolü konusunu bir tanıma konusu gibi sunma yoluna varan, hiçbir tutarlılığı olmayan, hiçbir hukukî ve siyasî temele bağlanmayan bir söylem içerisinde de olabilirler; ki, bugün böyle bir söylem içerisindeler; ama, bir kez daha, bu konuda açık seçik bir şekilde tavrımızı açıklıyorum. Bu tanımada, dolaylı bir tanıma söz konusu olduğu gibi, dolaysız bir tanıma da söz konusu olabilir. Bunların her ikisi de kesinlikle mümkün olmayacaktır Adada kalıcı bir çözüm bulunana kadar. Bir an önce Adada kalıcı bir çözümün bulunması için de elimizden gelenleri yapacağız.

BAŞKAN - Sayın Bakan, bir dakika efendim.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

D) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Lübnan Meclis Başkanı Nabih Berry'e, Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denilmesi

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Bülent Arınç'ın resmî konuğu olarak ülkemizi ziyaret etmekte olan Lübnan Meclis Başkanı Nabih Berry, şu anda Meclisimizi teşrif etmiş bulunuyorlar; kendilerine Yüce Meclisimiz adına hoşgeldiniz diyorum. (Alkışlar)

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Adına, Grup Başkanvekilleri, İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17) (Devam)

2.- Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 Milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18) (Devam)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi bitirmeden, bir kez daha şunu tekrarlamak istiyorum: Türkiye dürüst bir şekilde üstüne düşen her şeyi yapmıştır, Kopenhag Siyasî Kriterlerini yerine getirmiştir, uygulamaya başlamıştır, çıkan her kanun uygulanmaktadır, çok daha titiz bir şekilde bu uygulamalar devam edecektir. Kamuoyumuz bilgilendirilmiştir. İktidarıyla, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle hep beraber bir destek içerisinde kanunlar çıkarılmıştır ve Türkiye müzakerelere hazır hale getirilmiştir.

Dışişleri Bakanlığımızın değerli diplomatları büyük bir özveriyle, gece gündüz çalışmışlardır, son dakikaya kadar çalışılacaktır. Sayın Başbakanımız, ben, diğer arkadaşlarımız bu süre içerisinde herkesle görüştük. Birliğe yeni üye olan 10 ülkenin 6'sı ziyaret edilmiş, diğer 2'si Türkiye'ye davet edilmiş ve Malta ile de dışarıda buluşulmuştur. Dolayısıyla, son dakikaya kadar herkes üstüne düşeni yapmıştır ve kararlı bir şekilde ne isteyeceğimizi bilerek, sizlerin desteğini alarak Brüksel'e gidiyoruz.

İnanıyoruz ki, burada, iyi bir karar çıkar. Biz, olumlu yaklaşıyoruz; olumlu olması için de, üzerimize düşen her şeyi yapıyoruz; ama, hepimizin beklentisi şudur; Türkiye'nin Avrupa Birliği liderlerinden de beklentisi şudur: Bu zirvede, küçük, konjonktürel saiklerle hareket etmemeleri, büyük bir vizyonla, stratejik bir vizyonla, Türkiye'nin müzakerelere başlamasına yaklaşmaları, stratejik vizyonu gözardı edecek küçük mülahazalarla asla hareket etmemeleri ve neticede, daha güçlü bir Avrupa'nın ortaya çıkmasına, daha güçlü bir Avrupa Birliğinin ortaya çıkmasına, dünya olaylarında daha büyük rol alabilecek bir Avrupa Birliğinin ortaya çıkmasına yol açmalarıdır. Ümit ediyoruz ki, karar, bu çerçeve içerisinde olacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.

AK Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili Zekeriya Akçam; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ZEKERİYA AKÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iki yılı aşkın bir süredir, Yüce Meclisin bir temsilcisi olarak, oluşturulma çabalarına karınca kararınca iştirak ettiğim Avrupa Anlaşmasını hazırlamak üzere toplanan Avrupa Kurultayında ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği konularında görev almış birisi olarak son değerlendirmeyi Meclis Grubum adına bu kürsüden yapmak, benim için ayrı bir bahtiyarlık teşkil etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, kırk yılı aşan bir zaman dilimi içerisinde, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde, bugün, artık, bir dönüm noktasındayız. Taşıdığı büyük ve tarihî anlam sebebiyle, bu karar, yalnızca Avrupa ve Türkiye'de yaşayanları ve onların devlet ve hükümetlerini değil, aynı zamanda, iki tarafla tarihî bir geçmişe sahip ve geleceğini de bu iki tarafın barış, istikrar ve işbirliği içerisinde sürdürmesine bağlamış her devlet ve millet için bir dönüm noktasıdır.

Böyle tarihî bir günde, Yüce Meclisin çatısı altında, 12 Eylül 1963 tarihli, Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında bir ortaklık yaratan Antlaşmayı neticelendirme başarısı gösteren o dönemin Meclis ve hükümet üyelerini saygı ve minnetle anıyorum.

Ankara Antlaşması, o zamanlar adı Avrupa Ekonomik Topluluğu olan ve Maastricht Anlaşmasından sonra siyasî bir birlik haline gelen Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin hukuksal temelini oluşturmaktadır. Antlaşmayla kurulan Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu da, bu çerçevede kurulmuş en eski Parlamento komisyonumuzdur.

Bugün, ilişkilerimizin geldiği boyutu değerlendirmeye geçmeden önce, bu ilişkilerin bundan kırkbir yıl önce, niçin ve hangi niyetle başlatıldığı hususunu Yüce Meclisin bilgisine sunmak istiyorum. Bu husus, bizim için bir hatırlatma; ancak, kırk yılı aşkındır ortaklığa verilmiş olan emeği ve umudu unutmuş gibi görünen bazı Avrupalı dostlarımız için ise güçlü bir teyit ve tekit anlamı taşıyacaktır.

Avrupa Ekonomik Topluluğunu kuran Roma Anlaşmasının 1958 yılında yürürlüğe girmesinin hemen ardından, 15 Temmuz 1959 tarihinde Yunanistan, onbeş gün sonra da Türkiye, Topluluğa katılmak için müracaat etmiştir.

1963 tarihli Ankara Antlaşmasının dibacesinde ve ilgili maddesinde, özetle, şu amaçların mevcudiyeti ifade edilmiştir: Hızlandırılmış bir ekonomik kalkınma ve uyumlu bir biçimde ticaretin artırılmasıyla, Türk ekonomisi ve Topluluk üyesi devletler ekonomileri arasındaki mevcut uçurumu hızla kapatmak, Türk Halkı ile Avrupa Topluluğuna üye ülke vatandaşları arasında sıkı bağlar kurmak, Türk Halkının hayat seviyesinin yükseltilmesi çabasına destek vermek suretiyle Türkiye'nin ileride Topluluğa tam üye olmasını kolaylaştırmak ve Roma Anlaşmasının esinlenmiş olduğu ülküyü birlikte izleyerek, barış ve hürriyet güvencesini pekiştirmek.

Antlaşmada, Türk ekonomisinin kalkınmasına yardımcı olmak üzere, Topluluğun, belli bir sürede, Türkiye'ye ekonomik yardımda bulunmasının gerekliliği de ayrıca vurgulanmıştır.

6 Avrupa devletinden oluşan Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasında bir ortaklık kuran Antlaşmanın imzalandığı gün, devrin Başbakanı Sayın İnönü, Topluluğu, beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur bir eser olarak takdim etmiştir.

Başlangıçta bu kuruluşun aleyhinde olan İngiltere, Norveç, Danimarka gibi Avrupa ülkeleri, daha sonra ısrarlı bir şekilde Topluluğa müracaat etmişlerdir.

Hükümet, Meclisten antlaşmanın ivedilik ve öncelikle müzakere edilmesini talep etmiş ve bu talep, zamanın bütün partileri tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır.

Tarihin ilginç hadiselerinden biri de, antlaşmanın imzalandığı yıl Dönem Başkanı, yine bugün olduğu gibi Hollanda ve anlaşmayı bizim Meclisimizden önce onaylayan meclis, bugün müzakerelere başlamamız konusunda nihaî kararda bizi en çok endişelendiren ülke olan Fransız Meclisidir.

Antlaşma görüşülürken Mecliste yapılan konuşmalarda, Türkiye ile Avrupa'yı birleştiren ortak zihniyet, yüzde 100 realist, makul, aydın, aydın tutum, modern ilmin metotlu kullanılışı, öğretim ve eğitime verilen önem, ilerleme yolunda kararlı dinamizm ve vasıtaların seçiminde kayıtsız pragmatizmdir. Bugün de eğer bir değerlendirme yapmak istersek, en başta partimiz ve Sayın Başbakanımızla birlikte hükümetimiz ve Mecliste bulunan bütün siyasî partilere mensup veya herhangi bir partiye mensup olmayan milletvekilleri arasında Avrupa Birliği hususunda sürdürülen üstün gayretlerin arkasında, hep aynı heyecan, aynı azim ve aynı niyeti görmekteyiz. Bu tablo, cumhuriyetin ve Atatürkçülüğün hedefi olan uygarlık projesinin ne kadar içselleştirildiğinin en somut göstergesidir de aynı zamanda.

Türkiye'nin AB'yle bütünleşmesi konusundaki ikinci büyük adım, Nisan 1987'de başlayan ve Şubat 1990'da sonuçlanan Türkiye'nin Avrupa Topluluğuna tam üyelik için yapmış olduğu başvuruyla başlanan süreçtir. Bu adımla, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır. Türkiye'nin başvurusuna cevaben Avrupa Komisyonu raporunda Türkiye'nin Topluluğa katılmaya ehil olduğu ifade edilmiş; ancak, o sırada Topluluğun ve Türkiye'nin katılım müzakerelerine başlamaya henüz hazır olmadığı hususu önemle vurgulanmıştır. Buna ek olarak, iki tarafın karşılıklı bağımlılık ve bütünleşmesinin güçlendirilmesi imkânını sağlayacak gümrük birliğinin tamamlanması, malî işbirliğinin ihyası ve yoğunlaştırılması gibi bir seri somut önlemler de tavsiye edilmiştir. Ancak, Komisyon görüşünde, bir yandan Katma Protokol gereği gümrük birliğinin tamamlanması öngörülürken, diğer yandan, katılım müzakerelerine başlamaya Türkiye'nin hazır olmadığının belirtilmesi tam bir çelişkiydi. Halbuki, İspanya ve Portekiz, gümrük birliğini, tam üyelik süreci içerisinde gerçekleştirmişlerdir; başka bir ifadeyle, gümrük birliğini, üye olduktan sonra tamamlamışlardır.

Türkiye, Kasım 1992'de yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında, Toplulukla ilişkilerini tam üyelik başvurusu doğrultusunda geliştirmek amacı taşıdığını, bu çerçevede, 1995 yılı itibariyle tamamlanması hedeflenen gümrük birliğine ilişkin yükümlülüklerini yerine getireceğini de beyan etmiştir. Gümrük birliğinden sonraki süreçte, Lüksemburg Avrupa Birliği Konseyinde, Türkiye'ye, diğer ülkelerin aksine, aday ülke statüsü verilmemiş; ancak, siyasî ilişkiler Türkiye tarafından tek taraflı olarak askıya alınmış olmasına rağmen, Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye hakkındaki süreci, diğer aday ülkelere paralel bir şekilde yürütmüştür. Bu noktada bir hatırlatma yapmak gerekirse, ekim ayından bu yana hepimizin gündemini yoğun bir şekilde meşgul eden Avrupa Birliği Komisyonu raporu, o tarihten bu yana, her yıl aynı zamanda yayımlanan raporların da beşincisidir.

Helsinki Avrupa Birliği Konseyi, Türkiye'yi, 1999 yılından 2004 yılı sonuna kadar, Kıbrıs ve Ege sorunlarını çözmesi şartına bağlı olarak, resmen aday ülke ilan etmiştir. Diğer aday ülkelere benzer şekilde, 1993 Kopenhag Zirvesinde, Kopenhag Kriterleri olarak konulan kriterleri karşılaması halinde, Türkiye'yle müzakerelerin gecikmeden başlatılacağına dair karar ise 2002 yılı Kopenhag Avrupa Birliği Konseyinde alınmıştır.

Bizden önceki hükümetler tarafından başlatılan reform süreci, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi başta olmak üzere, Meclisin tamamı tarafından büyük bir azim ve cesaretle sürdürülmüş, bu konuda, Türk Milletinin Avrupa ile bütünleşme kararlılığı, çok güçlü bir şekilde, her zaman teyit edilmiştir. 2002 yılı seçimlerinin sonucu teşekkül eden bu Meclis, hem fert fert milletin temsilcileri hem de partiler olarak, yıllardır bir elit projesi olarak takdim edilen Birliğe tam üyelik projesini Türk Milletinin bir projesi haline dönüştürerek, bu projenin demokratik meşruiyeti ve başarısı açısından en büyük katkıyı yapmıştır. Bu tarihî dönüşüm sayesindedir ki, iki yıl içerisinde, Türkiye'de, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması, hukuk devleti ilkelerinin yerleşmesi ve demokrasinin perçinlenmesi alanlarında, âdeta, sessiz bir devrim gerçekleştirilebilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Komisyonunun yaklaşık iki ay önce yayımlamış olduğu Türkiye hakkındaki ilerleme raporu ve diğer belgelerin içeriğinde yer alan birkısım olumsuz hususlar zaman zaman üzüldüğümüz, umutsuzluğa kapıldığımız, hatta bu iş olmayacak dediğimiz anlar yaşattı bize. Hükümet ve Meclisimizin değerli üyeleri âdeta bir seferberlik halinde, bizim, Türk Devleti ve Milleti olarak hiçbir şekilde kabul edemeyeceğimiz unsurların; yani başka bir ifadeyle millî pozisyonumuzun hükümet ve devlet başkanları zirvesinde dikkate alınması konusunda lüzum eden her şeyin fazlasının yapıldığına şahit olduk ve olmaktayız, bundan dolayı da herkese müteşekkiriz.

17 Aralığa kadar devam edecek olan müzakerelerin, bizim resmen eşit bir taraf olarak masada henüz yer almadığımız bir zeminde sürdüğünü unutmamalıyız. Dolayısıyla, bizim hakkımızda alınacak nihaî kararın, bizimle onlar arasında bir müzakere olduğu kadar, üye devletlerin kendi aralarında ve aynı zamanda Avrupa kurumları arasında da bir müzakere olduğunu hep bir realite olarak değerlendirmelerimizde hatırda tutmamız gerektiğini düşünüyorum.

Komisyon raporu ve tavsiyesiyle zirveden çıkacak nihaî karar Avrupa milletlerinin, millî devletlerin ve Avrupa kurumlarının her aşamasında yer aldığı ve katkı sağladığı, istediklerini maksimize etmeye çalıştıkları bir sürecin sonunda oluşmuş ve oluşacak bir karardır.

Komisyonun görüşleri açıklandıktan sonra, ne yazık ki, devletimizin bazı vatandaşları, hükümetin ve Meclisin tanımış olduğu hakları farklı anlamışlardır. Üzüntüyle karşıladığımız bu durumun mümessillerini bu kürsüden sağduyuya davet etmenin hepimizin görevi olduğuna inanıyorum. Karşı takımın ceza sahasına girince forma değiştirmenin ne takım, ne maç anlayışıyla bağdaştığını, ne de seyirci tarafından tasvip edileceğini; ne bu maçın, ne de bundan sonraki maçların neticesine tesir edeceğini bilmeleri gerektiğini de hatırlatmak istiyorum.

Avrupa Birliğine girmemizin anlamının trene, uçağa, otobüse binip topyekûn vatanı terk etmek olmadığını, yine bu adreste, aynı vatanda, aynı devletin çatısı altında yaşayacağımızı bir değil bin kez hatırlatmak istiyorum.

Son günlerde benzeri olaylarla şahit olduklarımız ve neticeleri, uzun zamandan beri Kopenhag Kriterlerinin Türkiye için yorumunda giderek belirgin bir şekilde yer almaya başlayan bir felsefenin -ki bu felsefe bizi çok üzen bir felsefedir- ipuçlarını da hatırlattı bize. Biliyorsunuz, 1993 Zirvesinde, Kopenhag'ta ilan edilen kriterlerin Avrupa Birliğine aday ülkeler için zımnen takibi, Strasburg'ta, Avrupa Konseyinde, üye olan, ancak esasen aday ülkeleri hedef alan bir denetim mekanizması getirilmesi suretiyle çözüme kavuşturuldu. Aday ülkelerin, önce burada denetim mekanizmasından geçmeleri istenildi. Kopenhag Siyasî Kriterlerinin yerine getirildiği teyidi, ancak böyle bir mekanizmayla sağlandı.

1949 yılında kurucu ortak olarak yer alan Türkiye, 1996 yılında, insan hakları ve demokrasi açısından Avrupa Konseyi tarafından denetlenmesi gereken ülkeler arasına alındı. Geçen haziran ayındaki genel kurul oturumunda Türkiye hem Avrupa Birliğine aday hem de denetlenen ülke olma durumundan kurtulmuş oldu.

Bu bilgiyi şunun için vermek istedim: Avrupa Birliği sürecindeki gecikmeler, hızla değişen ve yeni üyeleriyle yeni sorunlar yaşayan Avrupa Birliğinin Türkiye için de benzeri korkuları yaşamasına sebep olmaktadır. Avrupa Birliğinin ürettiği her yeni formülün, biz benzeyelim veya benzemeyelim, bize de uygulanmasına doğru gidilmektedir. Bunun sebebi de, bazılarının, millet olarak yaşadığımız tarihî ve siyasî tecrübeyi, ısrarla, Avrupa'nın, sonra da totaliter rejimlerden gelen Avrupa Birliğinin yeni üyesi milletlerin tarihiyle özdeşleştirme çabalarıdır. Bu önyargılı tutumu yenmek, bizim birinci vazifemiz olmalıdır.

Türk Milleti, bugünkü Avrupa bütünleşmesinin en büyük motive edici gücü olan İkinci Dünya Savaşının dışında kalmıştır; yani, Türk Devleti ve Milleti o acıları yaşamamış, toplumdaki farklılıkları yok etmek için de herhangi bir soykırım yapmamıştır. İkinci olarak, Türk Devleti ve Milleti, çok kısa süreli kesintiler istisna, yarım asrı geçen totaliter rejimler altında da yaşamamıştır.

Dün Fransa tarafından son anda ortaya atılan sözde Ermeni soykırımının tanınması hadisesi, onlardan bazılarının, lobilerin de baskısıyla, işlenmeyen bir günahı politik amaçlarla ikrar ettirip, bu milletin tarihini bir şekilde başkalarının tarihleriyle özdeşleştirme gayretidir.

Bu noktada bir hatırlatma yapmak istiyorum: Avrupa Birliği Anayasası Anlaşmasının dibacesine konulmak istenilen ve daha sonra konulamayan, Avrupa'nın bir İbrani-Hıristiyan geçmişten geldiğine atıf yapılması ibaresi, sanıldığı gibi, konvansiyon üyelerinin ya da Avrupa'nın dine karşı olmalarından dolayı değil, bilakis, bu noktanın Avrupa tarihinde hatırlanmasında hiçbir fayda görülmeyen, hatta bazı hatıraları canlandıracağı için zararlı olacağına ve dolayısıyla sessiz kalınmasının daha faydalı olacağına dair görüşün ağır basmasından kaynaklanmıştır. Yoksa, 51 inci maddeyle, dinî hayat ve kiliselerle ilgili hükümler, ilk kez en yüksek belge olan anayasal anlaşmada yer alamazdı.

Bu noktada şunu belirtmek istiyorum: Bu geminin içinde bulunan herkesin, bu süreçte son derece dikkatli olması gerektiği, gemiye ve onun içindekilere olan güvenlerinin her zamankinden daha fazla olmasının, geminin topyekûn güvenliği ve itibarlı olmasını sağlayacağı ve bunun da herkesin faydasına ve hayrına olacağı ve sonuçta herkesi daha güçlü kılacağı gerçeğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

Buradan, ayrıca, Avrupalı dostlarımız tarafından önemsenmediği farz edilerek, onlar tarafından ziyaret edilmeyen vatandaşlarımıza da seslenmek istiyorum: Hiç merak ve endişeye kapılmasınlar, Türkiye, devleti ve milletiyle birlikte bir bütün olarak AB'ye girecektir; çünkü, Avrupa Birliği, meşruiyetini, onu teşekkül ettiren devletlerin ve o devletlerin meclislerinin ve hükümetlerinin meşruiyetinden alır ve yeni anayasada da bu böyle olmaya devam edecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın son bölümünde, Yüce Meclisi, Avrupa'yı kuran anayasal anlaşmayı hazırlamak üzere toplanan Avrupa Konvansiyonu Meclisinde temsil etmiş bir milletvekili olarak, Avrupa'nın gelecekteki siyasî yapısının bizim tam üyelik sürecine etkisi konusunda fikirlerimi ifade etmek istiyorum.

Bizlerin de, temsilci olarak, geçen yıl Selanik Zirvesi öncesinde taslak olarak Yüce Meclis adına imza koyduğumuz Avrupa Birliği Anayasası Anlaşması, hükümetler tarafından son şekli verilerek imzalanmış ve şu anda üye devletler tarafından onay aşamasındadır. Daha önce cari olan bütün anlaşmaların yerine geçen bu anlaşmanın hükümleri ve kazanımları, anlaşma daha onaylanmadan, fiilî olarak yürürlüğe konulmuş durumdadır. Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra oluşacak Parlamento kompozisyonunun, Komisyon Başkanını, yani Avrupa Başbakanını belirleyeceği görüşü, bu yeni anlayışla anayasal anlaşmaya yansımış ve Belçika Başbakanı en güçlü aday olmasına rağmen, Parlamentodaki en büyük grubun adayı Sayın Barosso, Avrupa Birliği Başbakanı olmuştur.

Türkiye hakkındaki komisyon raporunda da, özellikle müzakerelerin yöntemi konusunda anayasal anlaşmaya doğrudan atıflar vardır. Peki, bu anayasal anlaşma, bizi doğrudan etkileyecekse,bu çerçevede öngörülecek politika enstrümanları nasıl çalışacaktır, şimdi, bu soruyu cevaplandıralım.

Avrupa'nın daha demokratik ve daha meşru olması hususu, Avrupa Birliği Anayasasının en temel amacıydı. Birliğin karar alma mekanizmasında yapılan, oybirliğinden nitelikli oyçokluğuna geçiş, kurumsal çerçevede ise Avrupa Birliği Parlamentosu karşısında millî parlamentoların rolünün artırılması ve şimdi uygulanmakta olan 6'şar aylık rotasyon biçimindeki başkanlıktan, 2,5'ar yıllık ve bir kez yenilenmek üzere yenilenebilir bir daimî başkanlık sistemine geçiş en köklü değişikliklerdir.

Peki, bu ne anlama gelmektedir; bundan böyle, Avrupa, daha siyasî bir Avrupa olacaktır. Tek tek hükümetlerin, dönem başkanlığı kozunu kullanarak, içpolitikalarını Avrupa Birliği politikası haline getirmeleri önlenecektir. Bilakis, bugün, şu aşamada, ikna etmek için mücadele ve müzakere etmek zorunda kaldığımız pek çok husus Avrupa'da hükümetlerin birer içsiyaset malzemesidir. Mesela, dönem başkanlığı Yunanistan'da olduğunda Avrupa'nın önceliklerinin önüne Yunanistan'ın öncelikleri geçemeyecektir artık. Özetle, Türkiye için kabul edilmesi çok zor olan pek çok mesele, Avrupa'nın önceliği değil, çoğu zaman, millî hükümetlerin siyasî öncelik olarak addettiği meselelerdir. Dolayısıyla, daha çok Avrupa fikrinin yerleşmesi, bizim için son derece kolaylaştırıcı bir zemin de hazırlayacaktır. En azından, bizim de sivil diplomasi yollarını kullanarak bunu aşmamız ve lehimize çevirmemiz daha kolay olacaktır.

Size son iki yıl içerisinde yaşadığımız çok önemli bir vakıayı hatırlatmak istiyorum. Anayasal anlaşmanın hazırlanmasının konvansiyon sürecinde, Meclisimiz ve hükümetimiz diğer aday ülkelerle birlikte temsil edildi. Ancak, iki yıl önceki Kopenhag Zirvesi kararında, söz konusu anlaşmanın "hükümetlerarası konferans" dediğimiz nihaî aşamasına, sadece müzakereye başlanmış aday ülkelerin -yani, Romanya ve Bulgaristan kastedilerek- katılabileceği ifadesi vardı. Bu açık hükme rağmen, Meclisin ve hükümetin başarısı gözönüne alınarak, Selanik Zirvesinde -hem de Yunanistan'ın dönem başkanı olduğu bir zirvede- Türkiye'nin de, müzakereye başlanmış aday ülke gibi, hükümetlerarası konferansa davet edilmesine karar verilmiştir.

Sonuç olarak, Avrupa daha Avrupa oldukça Türkiye'nin de katkısı giderek artacaktır. Daha çok Avrupa siyaseti doğrultusunda gelişecek Avrupa anlayışı, bugün iki taraf arasında görülen pek çok sıkıntıyı da bertaraf edecektir. 1963'te başlayan ruh ve anlayış, daha büyük bir heyecanla devam edecektir. Bu ruh ve anlayışın bize yansıması ise, başta devlet ve siyaset kurumları olmak üzere, demokratik meşruiyeti güçlendirilmiş ve Avrupa kurumlarıyla, sadece ekonomik değil, aynı zamanda demokratik olarak da rekabet edebilecek bir siyasal sistemin topyekûn herkes tarafından desteklenmesi olmak zorundadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ankara Antlaşmasının dibacesinde ortaya konulan amaçları hatırlatarak sözlerime başlamıştım; sonuç bölümünde, Avrupa Birliği Anayasası Anlaşmasının dibacesinden birkaç alıntı yapmam hususunda müsaadelerinizi istirham ediyorum.

Dibace, bir alıntıyla başlamaktadır: "Anayasamıza 'demokrasi' adı verilir; çünkü, iktidar, azınlığın değil, çoğunluğun elindedir." Devam ediyor: "En zayıfı ve en yoksunu da dahil olmak üzere, tüm sakinlerinin iyiliği için, bütünleşmiş Avrupa'nın bu uygarlık, ilerleme ve refah yönünde yol alma niyetinde; kültüre, öğrenmeye ve toplumsal ilerlemeye açık bir kıta olarak kalma isteğinde ve kamu yaşamının demokratik ve şeffaf yapısını geliştirme ve tüm dünyada barış, adalet ve dayanışma için gayret gösterme arzusunda olduğu inancıyla, Avrupa halklarının, kendi ulusal kimliklerinden ve tarihlerinden gurur duyarak, geçmişteki bölünmelerini aşmaya ve her zamandan daha yakın bir şekilde, ortak bir kaderi paylaşmaya kararlı olduklarına kani olarak..."

Avrupa ülkeleri ve vatandaşlarının, iyi ve gereken biçimde kurulmuş tüm yetkilerini karşılıklı birbirine teslim etmiş oldukları hususlar vurgulanmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ZEKERİYA AKÇAM (Devamla) - Anayasal anlaşmaların amaçlarından en önemlisi de şudur: "Birlik, diğer ülkeler ile ilişkilerinde kendi değerlerini ve çıkarlarını savunur ve destekler. Barışa, güvenliğe, dünyanın sürdürülebilir kalkınmasına, kişiler arasındaki karşılıklı saygı ve dayanışmaya, özgür ve adil ticarete, yoksulluğun ortadan kaldırılmasına, özellikle çocuk hakları başta olmak üzere, insan haklarının korunmasına ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının ilkelerine saygı gösterilmesi de dahil olmak üzere, uluslararası hukuka harfiyen uyulmasına ve geliştirilmesine katkıda bulunur."

Değerli milletvekilleri, inanıyorum ki, Türk Milletinin daha demokratik olma inancı ve azmi, Avrupa Birliği üyeliği çerçevesinde perçinleşecek, Türk Devleti ve Milleti, Avrupa Birliğinin en güçlü devleti ve milleti haline gelecektir. Tarihe şöyle bir baktığımızda, her milletin, onları diğer milletlerden öne çıkaran mümeyyiz bir vasfı vardır. Bu milletin ve devlet geleneğinin en mümeyyiz vasfı da yönetim konusunda göstermiş olduğu tarihî başarıdır. Bu tarihî mirastan hareketle, en büyük medeniyetlerden birinin temsilcisi olarak, bizlerin, barış ve huzura yönelecek en büyük tehdide karşı en sadık müttefikler olduğumuzu ve medeniyetler arasında kurulacak her türlü dayanışmanın da en yılmaz savunucuları olacağımızı bu kürsüden hatırlatmak istiyorum.

Sonuç olarak, başta hükümetimiz olmak üzere, Mecliste ve Meclis dışında bu yolda emek harcayan herkese müteşekkir olduğumuzu ifade ederek, Türk Milletinin hükümetine ve Meclisine karşı destek ve güveninin her zamankinden daha güçlü bir şekilde devam ettiği inancımı herkesle paylaşmak istiyorum ve tekrarlamak istiyorum.

Hepinize çok teşekkür ediyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Akçam, çok teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal; buyurun. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet tarihimizin en önemli dönüm noktalarından birisinde bulunuyoruz. Üç gün sonra toplanacak olan Avrupa Birliği zirvesinde ülkemizle ilgili olarak alınacak olan karar, yalnız bugün için değil, ülkemizin geleceği, gelecek kuşaklarımızın refahı, saadeti ve güvenliği açısından da çok büyük önem taşıyacaktır. O bakımdan, bu konuyu günlük politika düşüncelerini tamamen bir tarafa bırakarak, iktidarıyla muhalefetiyle, tam bir millî görev ve sorumluluk anlayışı içinde değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün tarihî bir görev yapacaktır. Umuyorum, bu görüşmelerimizin sonucunda, Yüce Meclisimizin ortak iradesini yansıtacak bir metin üzerinde görüş birliğine varmamız ve Meclisin iradesini dünyaya ilan etmemiz mümkün olacaktır, olmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği, bu süreç, cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana sergilediğimiz çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak hedefimizin ve bu yolda harcadığımız çabaların bir ürünüdür. Cumhuriyetimizi kuranların başlattığı büyük reform hamlesi, ülkemizin Avrupa Birliği üyeliği sürecine sokulmasının temel harcını, omurgasını hazırlamıştır. Atatürk döneminde yapılan köklü reformlar olmasaydı, Türkiye'nin, bugün, Avrupa Birliğine aday olması bile söz konusu olamazdı.

Şimdi, bizim, Parlamento olarak yaptığımız, çağdaş, laik ve demokratik bir cumhuriyet olan Türkiye'nin, uzun bir süreden beri olmuş olan Türkiye'nin mevzuatını Avrupa normlarına ve Avrupa Birliğinin kurallarına uydurmaktır. Bu çalışmayı yürütürken, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, gelmiş geçmiş bütün hükümetlere ve bütün parlamentolara destek verdik; çünkü, biz, inanıyoruz ki, Türkiye'nin Avrupa'yla bütünleşmesi, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürdürdüğümüz çağdaşlaşma sürecinin en son halkasını oluşturacaktır.

Biz, 1963 yılında, ülkemizin tam üyeliği hedefine de açıkça yer veren Ortaklık Anlaşmasını İsmet İnönü'nün Başbakanlığı döneminde imzalarken, Avrupa ailesiyle bütünleşme irademizi de ortaya koymuştuk. Avrupa da, aynı şekilde, tam üyelik koşullarını yerine getirdiğimiz takdirde, Türkiye'ye tam üyelik verme iradesini açıkça belirtmişti. O tarihten bu yana, Avrupa liderlerinin Türkiye'ye verdikleri mesaj daima şu olmuştur: Tam üyelik sizin elinizdedir. Siz, gerekli reformları yaparsanız, Avrupa'nın kapıları size açık olacaktır.

Şimdi ne görüyoruz; şimdi, bazı Avrupalı liderler, Türkiye hazır olsa da, bizi tam üye yapmaya arzulu olmadıkları izlenimini veriyorlar. Bize, tam üyeliğin altında özel statü veya imtiyazlı ortaklık denilen bir statü vermeye çalışıyorlar. Bazıları daha ileri giderek, topraklarının çoğu Asya'da olan bir ülke Avrupa Birliğine giremez diyorlar.

Şimdi, onlara sormak gerekir; 1963 yılında tam üyeliğimizi öngören anlaşmayı imzalarken, Türkiye'nin coğrafî konumundan haberdar değil miydiniz?! 1949 yılında Türkiye'yi Avrupa Konseyine, daha sonra Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütüne alırken, Türkiye'nin haritadaki yerini bilmiyor muydunuz?! Daha birkaç ay önce Güney Kıbrıs'ı üye yaparken, bu Ada'nın coğrafî açıdan Avrupa kıtasında olmadığını fark etmediniz mi?!

Bu iddiaların ciddiye alınacak tarafı yoktur; ancak, açıkça anlaşılıyor ki, bazı Avrupalı önemli siyasî şahsiyetlerde, önemli siyasî partilerde, hatta bazı Avrupa Birliği üyesi ülkelerin hükümetlerinde, Türkiye'nin tam üyeliği yolunda yeterli siyasî irade henüz tam oluşmamıştır. İşte, Türkiye'nin üyelik süreci, böyle elverişsiz bir siyaset ortamında Avrupa'nın gündemine girmiştir.

Gün geçmiyor ki, bir Avrupalı siyasî yetkilinin ağzından veya Avrupa'nın önemli bir gazetesinin köşeyazarının kaleminden, ülkemizi küçültücü, halkımızı incitici sözler duymayalım. Biz, Türkiye'nin Avrupa üyeliğini kuvvetle destekliyoruz. Bunun için Avrupa hukukunun gerektirdiği adımları atmaya da hazırız; ama, devletimizin itibarını, milletimizin haysiyetini feda etmeye hazır değiliz. O bakımdan, hükümetten, bu gibi yakışıksız, küçültücü, itibar kırıcı sözlere, davranışlara anında hak ettiği cevabı vermesini bekliyoruz. Türkiye, 17 Aralıkta, bir tarih alma uğruna her şeyini feda etmeye hazır bir ülke olarak gözükmemelidir.

Biz, aynı hassasiyeti, Türkiye'nin üyelik süreciyle ilgili raporların, belgelerin, metinlerin hazırlanması sırasında da göstermeliyiz. Bu konuda elimizdeki en önemli belgelerden biri olan Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle üyelik sürecini, 17 Aralıktaki zirve toplantısını şekillendiren temel belgeyi, yani, Avrupa Birliği Komisyonunun hazırladığı raporu bu açıdan ayrıntılı bir şekilde inceleme ihtiyacı vardır. Bu rapor hazırlanmadan önce, Komisyonun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen defalarca Türkiye'yi ziyaret etti, hükümet yetkilileriyle konuştu, başka temaslarda da bulundu. Her defasında verdiği mesaj şu oldu: Eğer Avrupa Birliğine üye olmak istiyorsanız, şu şu kanunları çıkarmalısınız, şu uygulamalara dikkat etmelisiniz, sizden beklenen şu adımları atmalısınız. Bu temasların hiçbirinde Verheugen, Türkiye'ye, bütün bunları yapsanız bile, size ancak özel bir statü verilebileceği ihtimaline hazır olmalısınız dememişti.

Türkiye, üzerine düşen bütün yükümlülükleri yerine getirmiştir. Bundan önceki hükümet döneminde başlatılan anayasa ve yasa değişiklikleri son iki yılda daha ileri götürülmüş ve Türkiye'den beklenen her şey yerine getirilmiştir. Verheugen, Türkiye'ye yaptığı son ziyarette bu çabalarımızdan dolayı övgü dolu sözler söylemiştir, Türkiye'nin önüne yeni koşullar çıkarılmayacağını belirtmiştir, Güney Kıbrıs'ın tanınması gibi bir koşulun olmadığını resmen söylemiştir ve çok iyimser bir havanın yaratılmasına katkı vermiştir; ama, aynı zatın, raporun yayımlanmasından birkaç gün önce yabancı basında yayımlanan bir demecinde, raporda Türkiye'nin çok zor hazmedebileceği koşullar bulunduğunu açıkladığını da anımsıyoruz. Bu arada ne oldu; ne değişti de, Türkiye'nin çok lehine gözüken bu hava birdenbire olumsuz bir mecraya girdi?.. Sadece, Avrupa Birliği Komisyonunun genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen'in sözlerinden değil, çok sayıda Avrupalı devlet adamının demeçlerinden de, Avrupa'da, Türkiye'nin üyeliği konusunda olumlu rüzgârlar estiğini görüyorduk. Birdenbire ne oldu; şu oldu: Maalesef, hükümet, durup dururken, hiç gerek yokken, zinanın suç sayılmasını öngören bir yasa değişikliği önerisiyle ortaya çıktı. Kendilerini uyardık. Bunun hiçbir Avrupa ülkesinin mevzuatında olmadığını söyledik. Avrupa'dan büyük tepki çekeceğimizi anlattık; ne yazık ki, dinletemedik. Hükümeti bu yanlış adımından döndürmek için, Parlamentonun tatile girmesini geciktirmeyi önerdik. Hükümete hatasını düzeltmesi için bir fırsat yaratmak istedik; ama, maalesef, Sayın Başbakan o tarihte mesajımızı alamadı, uyarılarımıza kulak vermedi, Avrupa'dan gelen bazı eleştirilere de kulaklarını tıkadı, hatta, daha ileriye giderek "biz Türküz, böyle baskılara boyun eğmeyiz" diye, hamaset kokan açıklamalar yaptı.

Aslında, Sayın Başbakanın, geçmiş iki yıllık iktidarları döneminde bu sözleri söylemesini gerektiren pek çok baskılarla karşılaşmıştık. Bunların başında Kıbrıs konusunda yapılan baskılar geliyordu. Sayın Başbakan, o baskılar karşısında sergilemediği o tavrı zina konusunda sergiledi ve bu tavrını da, dinimizin bir icabını yerine getirdiği izlenimini vererek yaptı. Bu, Avrupa'da büyük tepki yarattı. Brüksel'e yaptığı bir ziyaret sırasında Sayın Başbakan bu tutumunda direnemeyeceğini gördü ve geri adım attı. Zinayı suç sayma girişiminden vazgeçti, biz Türküz, baskılara boyun eğmeyiz sözünü unuttu; ama, Türkiye, bu işten büyük yara aldı ve bu yeni oluşan hava, 6 Ekimde yayımlanan Komisyon raporunun Türkiye bakımında çok sakıncalı bir biçimde şekillenmesine en büyük katkıyı yaptı.

AKP'li ve CHP'li üyelerden oluşan Parlamento heyetlerimiz, Avrupa ülkelerinde yaptıkları temaslarda, yabancı parlamenterlerden sık sık şu sözleri dinlediler: "Her şey olumlu giderken, kendi ayağınıza ateş ettiniz. O zamana kadar sesini çıkaramayan Türkiye aleyhtarı gruplara koz verdiniz. Dostlarınızı sizi savunma imkânından yoksun bıraktınız. Bugün bu öneriyi yapan Türk Hükümetinin, yarın dinî düşüncelerle, Avrupa normlarıyla bağdaşmayan yeni öneriler getirmeyeceğinden nasıl emin olabiliriz..."

Yani, değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın zina konusundaki yanlış tutumu, ülkemize duyulan güveni azalttı ve Türkiye'yi Avrupa Birliği üyeliğine götürecek süreci zora soktu. İşte, bu hava içinde, evvelce çok daha olumlu ifadeler içereceğini beklediğimiz Avrupa Komisyonu raporu, bizim açımızdan hiçbir şekilde kabul edilemeyecek bazı koşullarla ve kısıtlamalarla dolu olarak çıktı.

1999 Aralığındaki Helsinki Zirvesinde, Türkiye'ye diğer adaylarla eşit kriterlerin uygulanacağı, yani, eşit muamele yapılacağı yolunda bir karar alınmıştı. Oysa, Komisyon raporu, Türkiye'ye tamamen farklı kurallar getirmekte ve hiçbir aday ülke için öngörülmeyen kısıtlamalar içermektedir.

Örneğin, Türkiye'yle yapılacak müzakerelerin ucunun açık olduğu söyleniyor. Bazı iyimser yorumcular, bunun, zaman açısından değerlendirmesini yaparak, müzakerelerin ne zaman biteceğinin belli olmadığı şeklinde yorumlanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Oysa, başta Fransa Devlet Başkanı ve Avusturya Başbakanı olmak üzere pek çok Avrupalı devlet adamı, Türkiye'ye tam üyeliğin dışında çözümler de önerilebileceğini, özel bir statü verilebileceğini açıkça ifade ettiler. Fransa daha ileri gitti; Cumhurbaşkanı Chirac, eğer müzakereler tam üyelikle sonuçlanırsa, üyelik anlaşmasını Fransız Halkının onayına sunacağını söyledi; yani, siz her konuda anlaşsanız, istenilen bütün tavizleri verseniz bile, sonunda Fransız Halkının yüzde 51'i olumsuz oy kullandığı takdirde, Türkiye üye olamayacak; işte, verilen mesaj budur.

Komisyon raporunda, ayrıca, Türkiye'ye başka hiçbir üye için öngörülmeyen, hatta, Avrupa Birliğini meydana getiren yasalarla taban tabana zıt olan kısıtlamaların da uygulanabileceği yazılmış bulunuyor. Komisyon raporunun "Konseye Tavsiyeler" bölümünde, Türk işçilerinin serbest dolaşımının sürekli olarak kısıtlanabileceği söyleniyor. Eğer bu yola gidilirse, Türkiye tam üye olamayacak demektir. Zira, hiçbir Avrupa Birliği üyesi, Avrupa Birliğinin dört temel unsurundan biri olan insanların serbest dolaşım hakkından sürekli olarak mahrum edilmiş değildir. Bu, Avrupa Birliğinin temel felsefesine de aykırıdır; ama, bizim için bu öneriliyor. Ayrıca, müzakerelerin askıya alınması, müzakere edilecek her bölüm için ayrıca kriterlerin tespiti, kriterlerin müzakerelere başlarken önerilebileceği gibi, müzakereler aşamasında, müzakere bittikten sonra da önerilebileceği gibi, başka ülkeler için uygulanmayan bir anlayışa bu raporlarda yer veriliyor. Bununla da kalmıyor, Lozan Antlaşmasına açıkça aykırı olan bazı öneriler ve beklentiler dile getiriliyor.

Lozan'da azınlık olarak tanınmayan bazı dinî ve etnik grupların azınlık statüsüne alınması isteniyor. Gene, Lozan'da tanınmayan patriğin ekümenik statüsünün kabulü talep ediliyor.

Raporda, Ermenistan'la ilgili beklentiler de yer alıyor. Türk-Ermeni sınırı açılmalıymış ve Türkiye ile Ermenistan -onların tabiriyle söylüyorum- 1915-1916 yıllarında yaşanan trajik olaylar konusunda uzlaşmaya varmalıymış! Ermenistan'ın, mevcut sınırı tanımadığından, Türkiye'den toprak talebinde bulunmaya devam ettiğinden raporda bahis yoktur. "Geçmişteki trajik olaylarla ilgili uzlaşmaya varın" sözleri de, sözde soykırımı tanıyın talebinin üstü kapalı bir biçimde ifade edilmesi anlamına geliyor.

Ayrıca, Dicle ve Fırat Havzalarındaki barajların ve sulama sistemlerinin Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğinden sonra uluslararası yönetime sokulabileceğinden söz ediliyor. Avrupa hukukunda bunun yeri var mı; yok; ama, bizden isteniyor.

Güney Kıbrıs'ı "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak tanımamız, gene diplomatik bir dille öneriliyor.

Öcalan'ın yeniden yargılanması için, yasalarımızın değiştirilmesi isteniyor. Buna benzer daha birçok talep raporda yer alıyor.

İşin üzücü tarafı şu ki, bu rapor yayımlandıktan birkaç saat sonra, Sayın Başbakanımız, verdiği bir demeçte, bu raporu olumlu ve dengeli bulduğunu söylemiştir. Bu, Türk siyasî tarihinde yapılmış en büyük gaflardan birisidir. (CHP sıralarından alkışlar) Siz, ülkenize tam üyeliğin altında çözümler öneren, diğer hiçbir adaya reva görülmeyen, sürekli kısıtlamalar isteyen, Lozan'a ters düşen, seksen yıllık dışpolitikamıza aykırı hususlar içeren bir raporu, nasıl olumlu ve dengeli bir metin olarak nitelendirebilirsiniz?! Üstelik, belli ki, bu raporu tam inceleyememişsiniz, inceleyecek vaktiniz olmamış. Bu rapor, daha tercüme edilip önünüze konulmamış. Bu açıklama, raporun açıklanmasından birbuçuk saat sonra yapılıyor. Böyle alelacele olumlu bir beyanda bulunmaya niçin ihtiyaç duydunuz? Raporu inceleyelim, görüşümüzü kamuoyuna daha sonra açıklayacağız demek çok mu zordu?!

Değerli arkadaşlarım, içpolitika kaygılarıyla, içeriye "bir başarı kazandık, beklenen rapor olumlu çıktı, istediğimiz gibi rapor alabildik" mesajını verebilmek için, rapor buna hiç elverişli bir nitelik taşımadığı halde, siz, alelacele böyle bir beyanda bulunursanız, sadece yanlış bir değerlendirme yapmış olmakla kalmazsınız, aynı zamanda bu rapor karşısında ülkemizin vermek zorunda olduğu mücadeleye en büyük zararı getirirsiniz. Herkesin tepkiyle karşılanacağından kaygı duyduğu, Verheugen'in "zor hazmederler bunları" dediği raporu siz kolayca hazmettiğiniz mesajını verirseniz, tam üyelik dışında bir statüye gönüllü olduğunuz izlenimini, intibaını, umudunu yabancılara verirsiniz; bu da, Türkiye'nin müzakere sürecine verilebilecek en büyük zararı oluşturur.

Biz, daha rapor yayımlanır yayımlanmaz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bir komisyon kurduk, raporu satır satır inceledik ve biraz önce bazı örneklerini verdiğim sakıncaları, ülkemiz açısından hiçbir koşulda kabul edilmeyecek hususları saptadık. Bu konuda hükümeti uyardık. Bu tespitlerimizi arkadaşlarımız, Meclis Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda Sayın Dışişleri Bakanına bizzat duyurdular, ayrıca, Plan ve Bütçe Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken aynı uyarıları bir kez daha yaptık. Bu manzara karşısında Türkiye'nin tutumu ne oldu, bunu öğrenmeye çalıştık. Sonunda ortaya çıktı ki, Sayın Dışişleri Bakanımız, gördüğü bazı eksiklikleri, mektupla, Avrupa Birliği üyesi Dışişleri Bakanlarına bildirmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin bu rapor karşısında takınmış olduğu bu tavrın bu şekilde ortaya çıkmış olması bile, Türkiye'nin Avrupa Birliği karşısında takınmak zorunda olduğu tavrı takınmadığının en ciddî ifadesidir.

17'sinde zirve toplanacak Brüksel'de. Zirvede, devlet başkanları, hükümet başkanları var. Türkiye'nin, daha, bizim şikâyetlerimiz sonucunda geçen hafta gerçekleştirilen toplantılar yapılıncaya kadar, Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, resmen hükümetimizin, devletin temel kurumlarının ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bu rapor ve bu anlayış karşısında, tarihimizin en önemli dönüm noktasına giderken, nasıl bir değerlendirme yaptığını öğrenme fırsatı olmamıştı. Sanki, bize neyi münasip görürlerse onunla yetinmeye hazır olduğumuz izlenimini veriyorduk. Sadece görevimizi, bize verilecek olan kararı olabildiğince iyimser yorumlarla kendi kamuoyumuza aktarmaktan ibaret bir görevle yükümlü olduğumuzu düşünüyorduk; böyle bir yaklaşım içindeydik. O kararı değiştirmeye, bu yanlış tutumu düzeltmeye yönelik etkin bir mücadele, Türkiye son bir haftaya gelinceye kadar verilmemiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yani, önce, zina kriziyle raporun olumsuz çıkmasına neden olunmuştur, arkasından, bu rapor olumlu bir rapor diye ilan edilerek ve yapılacak hiçbir şey yokmuş gibi, bize, doğal olarak ne vereceklerse onu kabul etmeye mecburmuşuz gibi bir anlayış içerisinde, Türkiye, pasif, edilgen, teslimiyetçi bir yaklaşımla bu süreci geçirmiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak büyük tepki gösterdik, herkesin görüşünü açıklaması, Türkiye'nin devlet politikasının ortaya konulması gerektiğini ifade etmeye gayret ettik. Eksik olmasınlar, Sayın Cumhurbaşkanına, Başbakan ve Dışişleri Bakanımız, Dışişleri Bakanlığımız yetkilileri giderek, bilgi verdiler ve devlet zirvesinden bir ses duymak olanağını elde ettik. Daha sonra bizi ziyaret ettiler, o ziyaret vesilesiyle, değerlendirmelerimizi anlattık. Hükümetin de bu değerlendirmeleri paylaştığını gördük; ama, bunlara karşı gerekli, etkin tavrı kamuoyunda açık bir biçimde söyleme konusunda tereddütler içinde olduğunu müşahede ettik ve bundan da üzüntü duyduk; ama, biz, yine, değerlendirmelerimizi, olabildiğince yüksek bir sesle anlatmaya, ifade etmeye çalıştık.

Son günlerde Avrupa Birliğinde, hükümetin bu pasif tutumu ne olursa olsun, tam üyeliğin dışında bir ilişki biçimini Türkiye'nin kabul etmeyeceği konusunda bir teşhisin yavaş yavaş yapılmaya başlandığını memnuniyetle görüyoruz. Türkiye'nin, gerçekten, bu konuda kendisine ne sunulursa onu kabul etmeye hazır olmadığını bütün dünyanın bilmesi gerekiyor ve bunu hep birlikte anlatmak durumundayız.

Bakın, şu gerçekleştirdiğimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantısı dahi, olağanüstü güç koşullarda ve çok da gönüllü olmadan gerçekleştirilmiş bir toplantıdır. Cumhuriyet Halk Partisinin ısrarı ve yakın takibiyle bu gerçekleşmiştir. Düşünebiliyor musunuz, geleceğimizi en derinden etkileyecek olan bu büyük olayın gerçekleşmesine şunun şurasında bir haftadan az süre kalmış, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda bir tavır takınması ihtiyacını daha kimse hissetmemiş! Bu, üzüntü verici bir manzaradır. Hatta, şimdi, bu toplantının dahi gerçekleştirilmesi, acaba, bizi, Avrupa Birliğinde bir ayak bağı oluşturarak engellerle karşı karşıya bırakır mı kaygısıyla değerlendirmelerin yapıldığını üzüntüyle görüyorum.

Bir karar tasarısı çıkaralım diyoruz; bir hazırlık yaptık, bunu da ülkenin mücadelesine oldukça yardımcı olacağı düşüncesi içinde hazırladık, herhangi bir engel çıkarmamaya özen göstererek bunu gerçekleştirdik; bunu çıkarıp çıkaramayacağımız, şu dakika itibariyle belli değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplanacak -dört gün sonra zirve var- Türkiye Büyük Millet Meclisi, belki, bir karar alamadan, anlayışını ortaya koyamadan gidecek.

Değerli arkadaşlarım, bu, doğru bir yaklaşım değildir. İşte, bu yaklaşım, Türkiye'nin Avrupa Birliği konusunda içine girdiği sıkıntılara katkı getirmektedir. Bu sıkıntılar bizim tutumumuzdan kaynaklanıyor demiyorum, hükümetin bu konuda iyi niyetle gayret gösterdiğini biliyorum, mümkünse en iyi şekilde tam üyeliği gerçekleştirme arayışı içinde olduğunu görüyorum; ama, buna karşı, var olan engelleri aşma konusunda bir kararlılık, bir heyecan, bir çalışma içinde olduğu kanaatinde değilim "ne verilirse, aman, bozmayalım, kimseyi kırmayalım, verilenle yetinelim" yaklaşımı içinde olduklarını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, biz, bu tutumu yadırgıyoruz. Devlet sorumluluğu taşıyanlar, ülkemize karşı bir haksızlık yapıldığı zaman, çifte standart uygulandığı zaman, derhal tepki göstermelidir; maalesef bu yapılmamıştır.

Şimdi, Avrupa Birliği Dönem Başkanı Hollanda tarafından hazırlanan zirve karar tasarısı metinlerine bakıyoruz; ikinci aşama, 6 Ekim raporundan sonraki metinler... Üslup olarak biraz ağırlaştırılmış; ama, özü itibariyle, bu metinlerde yer alan hususlar, Komisyon raporundaki ifadelerdir.

Şunu herkesin bilmesini istiyorum ki, bugün pek çok çevrenin -hükümet dahil- tepkisini çeken o taslaklar, aslında, Sayın Başbakanın "olumlu ve dengeli" dediği 6 Ekim raporunun özünü yansıtmaktadır. Bu taslaklarda ortaya çıkan bütün olumsuzlukların tümü, 6 Ekimde "olumlu" denilen raporun içinde vardır ve Türkiye, o 6 Ekim raporu karşısında bir büyük heyecan içine, coşku içine girmeye yönlendirilmiştir, büyük sevinç çığlıkları atılmıştır, düğün bayram yaşanmıştır, sonuç alındı havasına girilmiştir; şimdi, işin iç yüzü yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır.

AB Dönem Başkanlığının zirve kararına esas teşkil edecek bir karar tasarısı geçenlerde basına sızdırıldı; daha sonra, ikinci bir tasarının hazırlandığı anlaşıldı, geçen hafta, üçüncü bir tasarı elimize geçti. Bazı kelime değişiklikleri yapılmakla birlikte, her üç tasarının özü aynıdır ve Komisyon raporundan esinlenmiştir. Ne deniliyor Başkanlığın kâğıtlarında; "Türkiye'yle ucu açık müzakerelerin yapılacağı" söyleniyor.

Değerli arkadaşlarım, bu "ucu açık" sözüne dikkat edelim. 25 Avrupa Birliği üyesi var ve bu üyelerin hiçbiriyle, müzakere başlarken, o müzakerenin ucu açık olduğuna dair bir açıklama yapılmamıştır. Şimdi, ilk kez ve tek olarak, Türkiye ile başlayacak olan müzakerenin ucu açık olduğu ısrarla, inatla ifade edilmek isteniyor. Bu ucu açık sözü ne anlama geliyor, ne demektir, ne var bu ucu açık şifresinin altında?.. Açıkça söylenmeyen bir şey var. Bir parola bu. Nedir bu ucu açık sözü, bununla ne söylenmek isteniyor; kısa vadede bir çözüm yok, ucu açık, zaman çok uzayacak mı denilmek isteniyor? Zaten on yıldan önce olmayacak diye, 2014'ten önce yok diye resmen ifadeler var; on yıldan sonrası için de mi ucu açık, bu mu söylenmek isteniyor? Ya da, bu ucu açık sözüyle, hedefi belirsiz mi denilmek isteniyor? Yani, bunun tam üyeliğe dönüşmesi zorunlu değildir mi denilmek isteniyor? Ya da, ucu açık sözüyle, bunun başarıyla sonuçlanması zorunlu değildir, müzakere edeceğiz, müzakere boyunca umutla bir ilişki bekleyişi içinde çalışmalarımızı sürdüreceğiz; ama, bu, ucu açık olmaya devam edecek mi deniyor? Ya da, hangi haklı, meşru ihtiyaca cevap vermek için bu ucu açıklık ilk kez Türkiye'yle müzakerede ifade ediliyor? Bunu aydınlığa kavuşturmak ihtiyacı vardır. Cuma günü çıkacak olan zirve açıklamasında da, bu ucu açık sözünü görmek istemiyoruz. Ucu açıklık, siz başkasınız demektir, sizinle müzakerenin nereye varacağını bilmiyoruz, ne kadar süreceğini bilmiyoruz, sonuçlanıp sonuçlanmayacağını bilmiyoruz demektir. Eğer, bu doğruysa, bu uygun değildir, kabul edilebilir değildir, iş buralardan başlıyor.

Türkiye'yi tam üyeliğe götürmeyebilecek, ülkemize özel bir statü verilmesiyle sonuçlanabilecek bir müzakere ima ediliyor. Bunun ne anlama geldiğini Fransa Cumhurbaşkanı Chirac açıkladı. "Üç senaryo var; ya müzakereler sonuçsuz kalır ve kesilir veya Türkiye ile AB tam üyeliğin dışında bir işbirliği modelinde, yani, özel statü üzerinde anlaşırlar veya müzakereler tam üyelikle sonuçlandırılır; ancak, bu takdirde de, bu olursa da, Fransız Halkının onayını isterim" diyor. Yani, üç yoldan ikisi bizi tam üyeliğe götürmüyor, üçüncüsü de Fransız Halkının referandumuna bağlı oluyor.

Komisyonun tavsiyelerinde, işçilerin sürekli dolaşımının kısıtlanabileceği söyleniyordu; Başkanlığın kâğıtlarında Komisyonun önerisi daha da ağırlaştırılmış, işçilerin serbest dolaşımı yerine "insanların serbest dolaşımı sürekli olarak kısıtlanabilir" denilmiştir; yani, Türkiye, üye olduktan sonra da, Türk vatandaşları -çalışmak için gidecek olanlar değil- Avrupa Birliğine vizeyle girecek.

Değerli arkadaşlarım, böyle üyelik olur mu?! Bu, kabul edilebilir mi?!

Avrupa Birliği dediğimiz, dört temel sütuna dayanıyor; bunlardan birisi Avrupa Birliği içinde yer alan ülkelerin vatandaşlarının tüm mallarının serbest dolaşımıdır; ikinci sütun hizmetlerin serbest dolaşımıdır; üçüncüsü sermayenin serbest dolaşımıdır; dördüncüsü de insanların serbest dolaşımıdır.

Türkiye, Avrupa Birliğine girecek; fakat, Türkiye vatandaşları Avrupa ülkelerine gitmek için vize kuyruklarında beklemeye devam edecek, böyle bir öneriyi biz tam üyeliği öngörüyor diye kabul edeceğiz!.. Böyle bir şey kesinlikle söz konusu olamaz.

Son metinde açıkça "özel statü" ifadesi yer almasa bile, bu kısıtlayıcı hükümlere yer verilirse, biliniz ki, öngörülen model, adı konulmamış bir özel statüdür. Yani, Türkiye'ye özel statü verildiğinin açıkça ilan edilmesine ihtiyaç yoktur, kurulan ilişkinin, özel bir ilişki olması, Türkiye için sürekli kısıtlamaların yürürlüğe sokulmuş olması, Türkiye'yle kurulan ilişkinin özel statü olduğu anlamına gelir, gelmelidir. O nedenle, biz, tam üyelik ısrarımızı sadece sözcüklerde değil, önerilen modelin içeriğinde, muhtevasında da aramak durumundayız.

Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız dönemde Türkiye çok büyük gayretler gösterdi. Bundan önceki Parlamento çok önemli anayasa değişiklikleri yaptı, biz önemli anayasa değişiklikleri yaptık, kanunları değiştirdik; bütün bu çabalar, kırk yıldır hak edilmiş bir sonuca kimse itiraz edemesin diye yapılıyor ve bütün bunları herkesin teslim etmesinin kaçınılmaz olduğu bir noktaya geldik. Bugün, şimdi, Avrupa Birliğinin, Türkiye bu kadar ciddî çabalar sergiledikten sonra, bize tam üyelikten farklı bir statüyü önermesi, hiçbir şart altında kabul edilebilir değildir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu konuda büyük gayret gösterdi, Parlamentosunu çalıştırdı, yasaları değiştirdi, Kopenhag Kriterlerini uygulamak için gereken her şeyi yaptı; bununla da yetinilmedi. Basın haberlerine bakılırsa, çekingen davranan bazı ülkeleri ikna etmek için, milyarlarca dolarlık uçak alım anlaşması imzaladık. Başka ülkeler, böyle büyük alımlar yaptıkları zaman, pek çok avantaj elde ederler; devlet başkanları o ülkeleri ziyaret eder, bu alımı telafi edici ekonomik tavizler istenir, siyasî alanda o ülkelerin çıkarları doğrultusunda tavırlar sergilenir. Bizde ne oldu? Bu alım sözleşmesinin imzalanmasından sonra, ilgili ülkelerin başkanları ortak bir basın toplantısı bile yapmaya yanaşmadılar. Öngörülen basın toplantısı, Türkiye'ye haber bile verilmeden iptal edildi. Berlin toplantısına gitmek üzereyken havaalanında basın toplantısı düzenleyen Sayın Başbakan "basın toplantısının iptal edildiğinden haberim yok" diyordu. Demek ki, bize haber bile vermeye ihtiyaç duymadan, kendiliklerinden, bu toplantıyı iptal etmişlerdi. Peki, siyasî açıdan ne yaptılar? Ertesi gün Paris'e dönen Fransa Cumhurbaşkanı, biraz önce sözünü ettiğim üç senaryoyu dile getirdi; bunlardan ikisi Türkiye'nin üyeliğini dışlayan, biri de Fransız Halkının insafına bırakan senaryolar. Şimdi, merak ediyorum; o uçak alım anlaşması konusunda hükümetimizin yaklaşımında bir değişme var mıdır yok mudur?

Bu arada, Avrupa Parlamentosu bir karar tasarısı hazırladı, bugün son şekli veriliyor ve oylanıyor. Orada ne deniliyor: "Türkiye'nin üyeliği, bütün şartlar yerine getirilse bile, Avrupa'nın hazmetme kabiliyetine bağlıdır" deniliyor. Yani, öyle bir müzakere içerisine giriyoruz ki, on yıl boyunca müzakere edeceğiz, olağanüstü özel engelleri, güçlükleri aşacağız, en sonunda, müzakere sürecini belki başarıyla sonuçlandıracağız, bize, müzakere başarıyla sonuçlandı; ama, teşekkür ederiz, biz bir kenara çekilelim, kendi aramızda, Türkiye'yi Avrupa Birliğinin hazmetme, taşıma kapasitesi var mı yok mu bunu ayrıca değerlendirelim, sonucu size duyururuz diyecekler. Dengeli olmayan, simetrik olmayan bir müzakere süreci, sonu belirsiz bir müzakere süreci, on yıl boyunca sizi bir umutla koşturup, on yılın sonunda, hayır deme, meşru olarak hayır deme seçeneğini, müzakereyi başarıyla bitirseniz dahi, elinde tutan bir tavır. Onu aşsanız, Fransız Halkının referandumu. Bugün, Fransız Halkının referandumu, yarın, belki, başka ülkelerin aynı uygulamaya yönelmesi ve referandumlarla Türkiye'nin kuşatılması olasılığı.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Parlamentosunun karar tasarısında bu hazmetme kapasitesi bir potansiyel engel olarak ortaya konuluyor. Verilen mesaj şudur: Siz üzerinize düşen her şeyi yapsanız bile, eğer, biz, siyasî, ekonomik veya başka açılardan hazır değilsek sizi üye yapmayız.

Değerli arkadaşlarım, dahası var; kararda Kürt güçlerinden bahsediliyor. Değerli arkadaşlar, ne zamandan beri bir terör örgütünün eşkiyalarından, sanki bir devletin ordusu gibi, güçler sıfatıyla söz ediliyor?! İspanyol terör örgütü ETA mensuplarına Bask güçleri mi diyorsunuz?! IRA militanlarına Kuzey İrlanda'daki Katolik güçler mi diyorsunuz?! Bunlar için söylemiyorsunuz; ama, Türkiye'ye gelince, hiçbir ölçünüz, endazeniz kalmıyor; çünkü, biliyorlar ki, Türk Hükümeti buna tepki göstermeyecek, hak ettiği cevabı vermeyecek. Nitekim öyle oldu; bu ifadelere karşı hükümetten hiçbir ses çıkmadı.

Raporda, bundan başka, Kürt siyasî partilerinin Mecliste temsilinden bahsediliyor. Türk Anayasasına göre etnik veya dinî esasa dayalı siyasî parti kurulamayacağını bilmiyorlar veya biliyorlar, ama, umursamıyorlar.

Ayrıca, raporda Kürtçe ve Ermeniceden azınlık dilleri olarak bahsediliyor.

Değerli arkadaşlarım, Kürtler bir azınlık mıdır?! Kürtlerin bu ülkenin aslî bir unsuru olduğunu, bunlara, hâlâ, niye anlatamadık?!

Bununla da kalmıyor, Güney Kıbrıs'ın Kıbrıs cumhuriyeti olarak tanınmasını istiyorlar.

Ermeni sınırının açılmasını istiyorlar.

Atatürk Barajının inşa edilmesinin komşularımıza verilen suyu azalttığından şikâyet ediyorlar.

Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasını istiyorlar.

Yunanistan'la ihtilaflarımızın Adalet Divanına gönderilmesinden söz ediyorlar.

Parlamentonun karar tasarısında buna benzer pek çok ifade yer alıyor. Bütün bunlara hükümetimizin tepkisi ne olmuştur, bileniniz var mı?! Avrupalı parlamenterlerle bir araya gelen iktidar ve muhalefete mensup milletvekillerimiz tepki gösteriyorlar; peki, hükümet ne yapıyor; hükümetten ses yok. Muhalefet olarak biz tepki gösteriyoruz, iktidar olarak, iktidarı bu tepkinin yanında göremiyoruz; hükümetten ses yok. Bu kadar ciddî konularda, büyük mücadele gerektiren konularda sadece mektup yazmakla görevimizi yapmış sayılamayız.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak, biz, bu tepkilerin yeterli olmadığını ifade ettik; Sayın Cumhurbaşkanının başkanlığında bir devlet zirvesi toplanmasını önerdik; hükümetin daha kararlı bir tutum sergilemesini istedik; Mecliste bir genel görüşme yapılarak, milletimizin düşünce ve duygularına tercüman olacak ortak bir deklarasyon yayımlanmasını talep ettik, etmeye de devam ediyoruz.

Memnuniyetle görüyoruz ki, bir anlamda, devlet zirvesi toplanmıştır; oradan, Türkiye'nin genel beklentilerini yansıtan bir açıklama yapılmıştır. Sayın Başbakan, biraz gecikerek de olsa, nihayet, bazı haksız talepleri kabul edemeyeceğimizi belirtmiştir. Ancak, Sayın Başbakanın ifadelerinde yine de bir çekingenlik havası seziyoruz; bazı haksızlıklara tepki gösteriyor; ama, Avrupa Birliği bu haksızlıklarda ısrar ederse, tam üyelik dışındaki seçeneklere açık bir müzakere önerisi yaparsa, Türkiye'nin nasıl bir tavır alacağını hâlâ açıklıkla söylemiyor; bize ikinci sınıf bir üyelik verilmesini öngören bir karar alırsanız, ikinci sınıf bir devlet muamelesi yaparsanız sizinle masaya oturmayız diyemiyor. 1997 Lüksemburg Zirvesinde Türkiye'ye yapılan haksızlık karşısında o zamanki Türk Hükümetinin gösterdiği kararlı tavrı bugünkü hükümet sergileyemiyor. Belli ki, Türkiye'yi avutacak bir iki kelime oyunuyla metinde ufak tefek değişiklik yapılırsa, bunu halka takdim etme şansı vardır diye düşünüp, masaya oturma ihtimalini herkesin önüne koyuyorlar.

Hükümeti her türlü tavizi vererek masaya oturtmaya çalışan bazı iş ve medya çevrelerinin telkinlerinden hükümetin kendini kurtarabildiğinin bir işareti, maalesef, hâlâ yoktur. Biz, aynı tecrübeyi, bu yılın başlarında Kıbrıs meselesinde de yaşadık. Umarım ki, şimdi, hükümet geçmişten ders alarak daha kararlı bir tutum izleyecektir; umarım ki, Sayın Başbakan, son günlerde iç ve dış basına söylediği sözlerin arkasında durabilecektir; umarım ki, 18 Aralık günü Türk Milletini mahcup edecek bir durumun yaratılmasına izin vermeyecektir. Bu baskılar ve haksızlıklar sürerse, o gün, kalkacak, biz Türküz, baskılara boyun eğmeyiz diyebilecektir. Bunu yaparsanız, biz de sizin yanınızda yer alacağız. (CHP sıralarından alkışlar)

Ülkemize yapılan haksızlıkların ve ayırımcılığın sonucunda istediğimiz neticeyi alamazsak ve gelişmeler bizi ikinci sınıf bir devlet durumuna düşürecek olursa, hükümet de, AB'yi sorumluluğuyla baş başa bırakıp, bu koşullarda masaya oturmam derse, hiç kimse kuşku duymasın ki, biz, Cumhuriyet Halk Partililer olarak, hükümeti değil, Türkiye'yi bu duruma düşürenleri suçlarız ve onlara karşı elbirliğiyle mücadelemizi yaparız.

Bu düşüncelerle, Yüce Meclisin onayına bir karar tasarısı sunacağız. Cumhurbaşkanının Başkanlığındaki zirveden çıkan karar doğrultusundaki bu tasarıyı Yüce Meclisin oybirliğiyle onaylayacağını ümit ediyoruz. Bu tasarı, hükümete güç verecektir, destek verecektir, Türkiye'nin itibarını yükseltecektir. Bugün, parti menfaatlarını, kişisel kaygıları bir tarafa bırakarak, millî bir davada birleşmek zorundayız; hepimiz bu davada tek bir yumruk gibi birlik olmalıyız diye düşünüyorum; cuma günü alınacak olan karara yönelik son çabalarında hükümete başarılar diliyorum.

Her türlü çaba sergilenmelidir. Bu çabalarda, biraz önce Sayın Dışişleri Bakanının burada yaptığı konuşmada da ifade ettiği gibi, temel hedef, tam üyelik dışında, lafzıyla dışında, içeriğiyle, muhtevasıyla dışında bir önerinin kesinlikle kabul edilemez olduğunu herkesin net bir şekilde anlamasını sağlamak olmalıdır. Avrupa Birliği zirvesinde yer alacak olan bütün devlet başkanları bilmelidirler ki, tam üyelik dışında bir ilişkiyi ima eden bir karar, hiçbir şekilde bizim için kabul edilebilir değildir; bunun ortaya konulması fevkalade önemlidir diye düşünüyorum.

"Ucu açık" ifadesi de bu çerçeve içerisinde önemli bir yer tutuyor. Bu ilişkinin, bu müzakerenin ucu açık olmamalıdır; herkesin yaptığı gibi bir müzakere olması sağlanmalıdır. Normal bir müzakere yapmalıyız. Hemen bitecek değildir. On yıl diyorlar, peki on yıl; ama, sonunda, tam üyeliği sıkıntıya sokacak bir peşin angajmana kimse girmesin. On yıl da bekleriz, on yıl da sabrederiz; ama, sonunda, mutlaka tam üyelik olabilmelidir. Tam üyelik dışında, onun içeriğini boşaltacak bir düzenleme olmamalıdır; yani, serbest dolaşımın sürekli olarak kısıtlanabilmesi Türkiye için söz konusu olmamalıdır; Komisyon raporundaki bu ifade mutlaka değişmelidir. Eğer o olursa, Türkiye, hiçbir zaman vatandaşları Avrupalı sayılmayan, coğrafyasıyla, sermayesiyle, belki işgücüyle değer taşıyan, pazarıyla değer taşıyan bir ülke olarak anlaşılmış olacaktır; bu "insanınla değil, pazarınla, sermayenle, doğal kaynaklarınla ilgi çekicisin, stratejik konumunla ilgi çekicisin" demenin bir yolu olacaktır. Biz, sadece coğrafyamızın değil, bütün insanlarımızın da Avrupa Birliği içerisine girmesi hakkını elde etmek istiyoruz; bu da, en temel noktalardan biri olmalıdır.

Ayrıca, tabiî, cuma günü alınacak olan kararda "özel koruma ve derogasyon" sözlerine çok dikkat etmeliyiz; yani, derogasyon dedikleri zaman, bunun altında ne var bakmalıyız. Derogasyon dedikleri, hakkın askıya alınması. Hak var; ama, kullanmanız askıya alınıyor. Size verilmiş gibi gözüküyor; ama, kullanılamaz hale getiriliyor. Türkiye'yle ilgili derogasyon konusu, makul sayılabilecek bir geçiş döneminin şartları dışında, kesinlikle söz konusu olmamalıdır. Elbette, bir geçiş döneminin şartları içerisinde geçici düzenlemeler yapılabilir, hatta, bu, serbest dolaşım ilkesiyle ilgili olarak da yapılabilir; ama, kalıcı bir düzenlemeyi hazmetmek, içimize sindirmek kesinlikle mümkün olmamalıdır.

Yine aynı şekilde, Kıbrıs konusunun hiçbir şekilde önümüze getirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Sayın Dışişleri Bakanına, bu konuda yaptığı açıklamalar için teşekkür ediyorum. Gerçekten, Kıbrıs konusu ile Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği konusu, birbirine karıştırılamayacak kadar iki ayrı önemli, devasa konudur. Kendi koşulları içerisinde ele alınıp çözülmesi gereken bu konuları birbiriyle irtibatlandırıp, birbirinin etkisi altına sokmak, bunların her birini sıkıntıya sürüklemeyi kabul etmek demektir. Aralarında hiçbir ilişki de yoktur.

Kırk yılı aşkın bir süreden beri, dünya, Kıbrıs sorununa bir çözüm arıyor. Geldiğimiz noktada, açık bir gerçektir ki, Kıbrıs, iki ayrı milletin, iki ayrı toplumun, iki ayrı dinin, iki ayrı dilin, iki ayrı kültürün bir arada yaşadığı bir coğrafyadır ve o insanların, kendilerine özgü, ayrılmış toprakları vardır. Onların bir araya gelmelerinin şartları, elbette, müzakereyle sağlanacaktır. Bu müzakereye, Türkiye, daima katkı yapmıştır; en temel noktalarda haklarımızı askıya alma pahasına, Türkiye katkı yapmıştır. Annan Planı Rumların oylarıyla reddedilmiştir. Türkler, çıkarlarına tam uygun olmadığı halde, kabul etme kararını almışlardır. Avrupa Birliği, şimdi, bu noktada, Türkiye'ye "Güney Kıbrıs'ı tanı, seninle öyle müzakere yaparım" diyecek olursa, bu hiçbir şekilde ne hukukun şartlarına ne siyasetin gereklerine ne ahde vefa anlayışına sığar; hiçbir şeye sığdırılamaz. O nedenle, bu irtibatı reddetme konusunda kararlılığı sonuna kadar götürmek gerektiğine inanıyorum.

Kıbrıs sorununun çözümü için, elbette, uyum ve işbirliği anlayışı sürdürülebilir, onu anlamak mümkündür, onun şartları vardır; ama, Avrupa Birliği ile Türkiye'nin üyelik müzakeresine başlamasının şartı olarak bunun önerilmesi ve Türkiye tarafından hazmedilebilmesi kesinlikle mümkün değildir. Hükümetin bu konudaki açıklamalarını da bir teminat olarak kabul ediyorum. Biz de, muhalefet olarak, aynı anlayıştayız. Avrupa Birliğinin de, bu konuda, Türkiye'ye gerekli saygıyı göstermesi gerektiğini düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, cuma günü alınacak olan kararın Avrupa Birliği için de, Türkiye için de hayırlı olmasını diliyorum. Bu karar, bilinmelidir ki, sadece, Türkiye'ye bir lütuf olmayacaktır; bu, Avrupa Birliğinin kendisini dünya gerçekleriyle, Avrupa gerçekleriyle kaynaştırması ve uzlaştırması anlamına gelecektir. Dünyanın geleceği bakımından, Avrupa'nın geleceği bakımından bu karar fevkalade önemli sonuçlar doğuracaktır. Avrupa'nın, geleceği gören devlet adamlarının, vizyonu olan insanlarının bunu kavrayacağına güveniyorum. Türkiye'yi dışlayarak ya da ikinci sınıf bir ülke konumuna iterek, bu ilişkiyi kurmanın mümkün olmadığını herkesin takdir etmesini diliyorum, hükümete de 17 Aralık tarihindeki çalışmaları için şimdiden başarılar diliyorum, sizlere de sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 18.21

 

 

 

 

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.34

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Genel görüşme önergesinin öngörüşmelerine devam ediyoruz.

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekilleri, İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda  genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17) (Devam)

2.- Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18) (Devam)

BAŞKAN - Hükümet?.. Yerinde.

Şimdi, söz sırası, önerge sahiplerinden İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen ve Düzce Milletvekili Sayın Yaşar Yakış'ta.

Sayın Öymen ve Sayın Yakış konuşmalarını yaparken süre konusunda kendilerine hoşgörülü davranacağım; ama, Sayın Bakan ve Sayın Baykal'ın ucu açık konuşmaları gibi bir zehaba kapılmamalarını istirham ediyorum.

Sayın Öymen, buyurun.

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin bugün ulaştığı aşama hakkında, Sayın Genel Başkanımız Partimizin görüşlerini Yüce Heyete sundular; ben de, bazı noktalara bu vesileyle değinmek istiyorum.

Sayın Dışişleri Bakanımızın demin yaptığı konuşmayı büyük bir dikkatle dinledik; kendisine, verdiği bilgiler için teşekkür ediyoruz. Hangi konularda hükümetin ısrarlı davranacağını söylediler, hangi konularda Türkiye'nin taviz vermeyeceğini düşündüler; bunları olumlu bir şart olarak not ediyoruz. Yalnız, bir şey söylemediler. Neyi kabul edemeyeceğimiz belli; şunu şunu kabul edemeyiz diyorsunuz. Öyle anlaşılıyor ki, bizim kabul edemeyeceğimizi söylediğimiz sözler, önümüze getirilecek metinde yer alacaktır 17 Aralık günü.

Dördüncü taslak elimize geçti. Dördüncü taslağın daha önceki taslaklardan özde bir farkı yoktur. Belli ki, Avrupa Birliği, bu genel çizgisini değiştirecek değildir.

Şimdi, Sayın Bakana sormak istiyoruz. Bu sizin kabul edemeyeceğinizi söylediğiniz unsurlar masaya gelirse, önünüzdeki taslakta olursa ne yapacaksınız -esas bizim merak ettiğimiz budur- tavrınız ne olacak? Hükümetin görüşünü anladık, tavrını henüz anlayamadık. Yani, şunu mu yapacaksınız; bu metinde kabul etmediğimiz pek çok unsur var; ama, yine de masaya oturuyoruz, bunları zaman içerisinde iyileştirmeye çalışacağız mı diyeceksiniz? Yoksa, bunlar bizim için o kadar önemlidir, o kadar hayatîdir ki, Türkiye'nin hiçbir zaman kabul edemeyeceği bu unsurlarla masaya oturmam mı diyeceksiniz? Bunun cevabını alabilmiş değiliz. Eğer, Sayın Bakan bir kere daha söz alacaksa, lütfedip, bu konuların cevabını verirse çok mutlu olacağız; çünkü, bizim en çok merak ettiğimiz budur; Türkiye ne yapacak, Türkiye'nin tavrı ne olacak?

Değerli arkadaşlar, Türkiye, geçmişte, bu gibi sıkıntılara, baskılara karşı direnmesini çok iyi bilmiş bir ülkedir. Geçmişimizde bunun çok örneği var. Burada teker teker hatırlatıp vaktinizi almayacağım; ama, şunu size söylemek istiyorum: Avrupa Birliği Dönem Başkanı Sayın Bernard Bot, Türkiye, şunları kabul edemeyiz diye kırmızı çizgilerden filan bahsedince "Avrupa Birliğinin kitabında kırmızı çizgi yoktur" demiş. Biz de diyoruz ki, Türkiye'nin kitabında baskılara boyun eğmek yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) O bakımdan, hiç kimse, Türkiye'yi önüne uzatılacak her belgeyi gözü kapalı kabul edecek ve onunla masaya oturacak bir ülke gibi görmemelidir. İşte, bu noktada, biraz önce Sayın Genel Başkanımız da söyledi, biz iktidarla tek bir yumruk gibi çıkmasını biliriz ortaya; yeter ki, iktidar bu direnci göstersin. Ümit ediyorum ki, gösterecektir; bu umudu taşıyoruz.

Şimdi, şu hususu hatırlatmak istiyorum: Avrupa Birliği, şimdiye kadar, kırk yıldan beri, değerli arkadaşlar, Türkiye'yle ilgili pek çok karar almıştır; ama, bu kararların hiçbirinde Türkiye'ye tam üyeliğin altında, tam üyeliğin gerisinde bir statü verilebileceğine dair bir işaret yoktur. Hiçbirinde yoktur. Bırakın Türkiye'yi, aday ülkelerle ilgili olarak alınan kararların hiçbirinde özel statü kavramı yok. O zaman bunu nereden çıkarıyorlar?! Alman Hıristiyan Demokratları birkaç ay önce bu kavramı icat etti. Muazzam bir kampanya yaptılar. Hıristiyan Demokrat Partisinin Genel Başkanı, gitti, Fransa'da Cumhurbaşkanı Chirac'la görüştü, başka temaslar yaptı ve bu kampanyanın sonucunda bu özel statü, ucu açık müzakereler kavramı, Avrupa'nın gündemine yerleşti. Şimdi, buna karşı biz yeterince tepkiyi zamanında gösterebildik mi? Bugün, evet, Başbakanımız demeçler veriyor, Sayın Dışişleri Bakanımız demeçler veriyor, biz de onu memnuniyetle karşılıyoruz; ama, şunu açıkça ifade edelim ki, bu işte çok geç kaldık arkadaşlar, bu tepkiyi göstermekte çok geç kalmışızdır. Başlangıçta bu tepkiyi gösterseydik, bu fikir ortaya ilk atıldığında bu tepkiyi gösterseydik, belki önümüze bu metinler gelmeyecekti. "Deneme balonu" derler diplomaside; bir konuda bir haberi yayarsınız basına, karşı taraf ne tepki gösterecek, onu ölçersiniz. Bize karşı bunu yaptılar. Çeşitli vesilelerle yaptılar, Türkiye'den zamanında tepki gelmeyince "nasıl olsa Türkler bunu kabul ederler, başka seçenekleri yok" dediler ve giderek ağırlaştırılmış metinleri karşımıza çıkardılar. Şimdiki sıkıntımız budur. Onun için biz diyoruz ki, şu noktada, bugün, bu akşam yapabileceğimiz bir şey vardır, bu belki son şansımızdır Türkiye olarak; o da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini ortaya koymaktır. Bu konuda bir karar tasarısı hazırladık. Doğru Yol Partisine mensup arkadaşlarımız, Sayın Genel Başkanı ve bazı bağımsız arkadaşlarımız da, zannediyorum, görüşlerimizi paylaşıyorlar. Eğer Adalet ve Kalkınma Partisi de bu görüşü paylaşırsa, bugün, bu akşam buradan dünyaya, Türkiye'nin neyi kabul edebileceğini, neye hayır diyeceğini ilan edeceğiz. Bunu yapacak cesaretin Adalet ve Kalkınma Partisinde olduğuna inanmak istiyoruz. Bunu yaptığınız takdirde çok şey değişecektir -daha önce çok yaptık bunu- ve hükümet diyecektir ki: Bizde en yüksek makam Meclistir. Meclisin hükümete verdiği talimat budur. Bunun bir adım ötesine geçemem.

Nedir o talimat; gayet basit, özü itibariyle çok basit. Talimat şu, Meclisten çıkacak karar şu olacak; denilecek ki, biz diğer adaylardan farklı muamele kabul etmiyoruz. Biz ucu açık müzakere kabul etmiyoruz. Biz, Avrupa Birliğinin hukukuna, müktesebatına saygılıyız. Bu çerçevede Avrupa Birliğine tam üye olmaya hazırız; ama, bize ikinci sınıf bir devlet muamelesi yapmanıza hazır değiliz, Güney Kıbrısı Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımaya hazır değiliz.

Bu Meclisin bu akşam böyle bir mesaj vermesi, değerli arkadaşlarımız, emin olunuz, çok şey değiştirecektir; Türkiye'de çok şey değiştirecektir, Avrupa'da da çok şey değiştirecektir. Ben, vakit çok geç olmadan tavsiye ediyorum Sayın Dışişleri Bakanımıza; bu elimizi tutunuz, uzattığımız bu eli tutunuz ve ellerimizi bir araya getirerek Türkiye'nin gücünü kanıtlayalım; çünkü, arkadaşlar, Türkiye, hiç hak etmediği bir muameleye maruz kalmaktadır.

Alman Bavyera Eyalet Başbakanı ve şu anda Anamuhalefet Partisi olan ve iktidara aday olan Hıristiyan Demokratların kardeş partisinin başkanı "biz 2006 yılında iktidar olacağız ve Fransa'yla el ele vererek Türkiye'yi Avrupa Birliğine sokmayacağız; Avrupa Birliğinden dışlayacağız" diyor. Değerli arkadaşlarım, bu cesareti nereden buluyorsunuz; bu cesareti size kim veriyor?! Bu bize harp ilanıdır; yani, bizi Avrupa'dan dışlamaya ant içmişseniz, bu, Türkiye'ye de -oradaki derneklerimizin başkanı olan bir arkadaşımızın dediği gibi- Almanya'daki Türklere de bir savaş ilanıdır. Bunu nasıl yaparsınız?!

Fransa Başbakanı "bugün Türkiye'yi üye yapmaya hazır değiliz, Türkiye de üye olmaya hazır değil; yarın da Türkiye'yi üye yapmaya hazır olmayacağız, yarın da Türkiye hazır olmayacak. Bu işi tarihe bırakalım" diyor. Kim diyor; Fransa Başbakanı. Başka ne diyor; "efendim, dünya politikalarında, dünya dengelerinde Türkiye'nin önemli yeri vardır, olabilir; ama, Avrupa'nın inşaında yeri yoktur." Bunları sineye mi çekeceğiz arkadaşlar, bu sözleri sineye mi çekeceğiz?!

Fransa eski Cumhurbaşkanı, Avrupa Anayasasını hazırlamakla görevli konvansiyonun başkanı Valery Giscard d'Estaing diyor ki:"Türkiye'nin üye olacağı gün Avrupa Birliğinin son günü olacaktır. "

Değerli arkadaşlar, bunları sineye çekecek durumda değiliz. En azından, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, ülkemize, milletimize yönelik, küçültücü, aşağılayıcı, haysiyet kırıcı bu sözlerin tümünü reddediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Genel Başkanımız Kıbrıs'la ilgili düşüncelerimizi ifade etti. Bir noktaya daha, müsaade buyurursanız, işarette bulunayım. Güney Kıbrıs Rum yönetimi diyor ki: "Bizi tanımazsanız, askerlerinizi çekmezseniz, sizi veto ederiz, veto edebiliriz." Demokles'in kılıcı gibi elinde veto silahını tutuyor. Bu silaha nasıl kavuştu Kıbrıslı Rumlar? Kıbrıslı Rumların ne işi vardı Avrupa Birliğinde?

Değerli arkadaşlar, Kıbrıs Devletini kuran, 1960 Londra ve Zürih Anlaşmalarında çok açık hüküm var; deniliyor ki,"Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan'ın aynı zamanda üye olmadığı bir milletlerarası kuruluşa üye olamaz."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öymen, size 5 dakikalık eksüre vereceğim; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Şimdi, bunu teyit eden uluslararası hukukçuların raporları var. İngiliz Kraliyet Hukukçusu Mendelson'un raporu var -iki defa rapor yazdı- meşhur Alman Hukukçu Profesör Heinze'nin raporu var, başka raporlar var. Yani, Türkiye üye olmadan Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine girmesi, Kıbrıs Devletini kuran anlaşmaların açık bir ihlalidir. Eski Alman Dışişleri Bakanı Kinkel "bu koşullarda, benim cesedimi çiğnemeden kimse Kıbrıs'ı alamaz"dedi Avrupa Birliğine; o zaman, Chirac da karşı çıktı. Sonra ne oldu; Yunanistan Başbakanı Simitis "Kıbrıs'ı almazsanız, ben bütün genişleme sürecini veto ediyorum" dedi ve bu koşullar altında Kıbrıs'ı üye yaptılar. Şimdi, kalkıyor karşımıza, diyor ki: "Beni tanımazsanız, sizi veto ederim."

Peki bu koşullar altında, anlaşmaları ihlal ederken Türkiye ne yaptı; anlaşmaları ihlal ederek Kıbrıs'ı  üye yapmaya çalışırken Türkiye ne yaptı? Üzülerek söylüyorum değerli arkadaşlarım, maalesef, Türkiye, hiçbir şey yapmamıştır, hiçbir şey söylememiştir, otuz yıldan beri savunduğumuz politikaları, maalesef, bir tarafa bırakmıştır ve Kıbrıslı Rumların üyeliğine hiçbir itirazda bulunmamışızdır. Çok hazindir.

Niçin bulunmadık; efendim, işte, Türkiye'nin üyeliğini belki zorlaştırır karşı çıkarsak diye bir endişe içine kapıldık. Başka ne oldu; başka şu oldu: Kofi Annan Planını -burada konuştuk daha önce, tekrarlamayacağım- gözü kapalı kabul ettik. O zaman, dedik ki, eğer, bu Planı kabul edersek, Türkler "evet" derse, Rumlar da "hayır" derse büyük bir avantaj kazanacağız. Neymiş o avantaj; efendim, işte ambargoları kaldırtacağız. Değerli arkadaşlar, üzerinden bir seneye yakın vakit geçti; bir tek ambargo kalktı mı?! Sayın Dışişleri Bakanımız, Plan ve Bütçe Komisyonunda, çok haklı olarak "Kıbrıslı Türkler hayal kırıklığı içindedir" dedi, doğrudur; ama, Kıbrıslı Türkleri bu hayal kırıklığı içine düşüren kimdir, kendi kendilerine mi düştüler! Bunları çok iyi düşünmemiz lazım.

Şimdi, bu Kıbrıs, kalkıyor "Türkiye'nin üyeliğini veto edebilirim" diyor. Sayın Başbakanımız diyordu ki "efendim, biz bu politikayı yapmakla çok başarılı olduk; çünkü, artık kimse bizden bir şey isteyemeyecek; reddeden onlar, herkes onlara baskı yapacak." Şimdi ne görüyoruz; herkes bizden istiyor. Elimizdeki dördüncü taslağa bakın; dördüncü taslakta, sanki Türkiye Güney Kıbrıs'ı tanımayı kabul etmiş gibi, parantez içinde "Türkiye'nin bu konudaki kararını memnunlukla karşılarız" deniliyor; biz karar vermişiz de, onlar da memnuniyetlerini ifade edecekler. 17 Aralıktan önce kabul edeceğimize o kadar eminler ki, bunu böyle yazmışlar metne; dört metnin dördünde de böyle yazılı.

Şimdi, Sayın Dışişleri Bakanımızın biraz önce söylediği sözler yüreğimize su serpti; inşallah biz yanlış anlamamışızdır; çünkü "dolaylı yoldan da olsa tanımayacağız" dedi; ama, bir taraftan da "bu konularda biz Avrupa Birliğiyle müzakere edebiliriz" diyor. Yani, Kıbrıs'la değil de Avrupa Birliğiyle bir anlaşma imzalayarak, dolaylı olarak Rumları tatmin ederiz demek istememiştir inşallah; inşallah, biz yanlış anladık. Sayın Başbakan ne diyor; "efendim, biz tanıyamayız Kıbrıslı Rumları, Avrupa Birliğiyle alakası yok; ama, Birleşmiş Milletlerden bir talep gelirse düşünürüz." Yani, o zaman kabul edecek misiniz; bu ne demektir?! Siz, o amaçla söylememişseniz -ki söylenmediği anlaşılıyor- ne anlama geldiğini çok iyi düşünmek lazım. Eğer, Birleşmiş Milletlerden talep gelirse kabul ederiz izlenimini verirseniz, sizin peşinizi hiç bırakmazlar.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitiriyorum; yalnız, bitirirken şu hususu bir kere daha belirtmek istiyorum: Bu metin, bizim peşimizi hiç bırakmayacaktır. Bu metinle masaya oturduğunuz andan itibaren, yıllarca, bize "işte bu ifadeleri kabul etmişsinizdir" diyeceklerdir. Bunun çok tecrübesini yaşadık. Onun için, masaya oturmadan önce, ileride pişman olacağımız bir metnin önümüze konulmamasına dikkat etmeliyiz. Eğer, mutlaka böyle bir metin önümüze konulacaksa, belki, o zaman, yeni bir zirveye kadar, müzakereleri birkaç ay bizim ertelememiz ve bu süre içinde yeniden müzakere etmemiz daha hayırlı olabilir. Aksi takdirde, Türkiye'nin tam üyeliği, maalesef, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir hedef olarak kalabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öymen, lütfen, son cümlenizi alayım.

Buyurun.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Avrupa'da, Türkiye'yi üye yapmamak isteyenlerin mevcudiyeti artık bir sır olmaktan çıktı. Onlara koz vermeyelim, onlara fırsat vermeyelim ve Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, önerdiğimiz tasarıyı kabul edelim ve Türkiye'nin gücünü ve kararlılığını, hep birlikte, bütün dünyaya ilan edelim.

Bu düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.

Önerge sahipleri adına, Düzce Milletvekili Sayın Yaşar Yakış; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

YAŞAR YAKIŞ (Düzce) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin Avrupa Birliğine katılım sürecinin en önemli dönemeçlerinden birine yaklaşmış bulunuyoruz; üç günümüz kaldı. Böyle önemli bir dönemeçte, önerge veren arkadaşlar adına sizlere hitap etmek için huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Avrupa Birliği Konseyinde kabul edilmesi öngörülen karar taslağının ilk metni -daha önce de belirtildiği üzere- önce basına sızdırıldı, sonra üye ve aday ülkelere gönderildi, ondan sonra ikinci taslak çıktı, üçüncü taslak çıktı ve üçüncü taslaktan sonra da, biraz daha iyileştirmek, imla hatalarını düzeltmek için bir dördüncü taslak ortaya çıktı. Türk medyası, bu taslakları, tüm ayrıntılarıyla kamuoyunun bilgisine sundu; onun için, fazla ayrıntısına girmeyeceğim.

İlk taslağın, defalarca değişmiş olmasına rağmen, nihai metnin ne olacağı halen belli değil. Nihai metin ortaya çıkıncaya kadar gelişmeleri dikkatli, fakat, heyecan ve duygusallıktan arınmış bir ilgiyle izlemek durumundayız. Avrupa Birliği Konseyinin alacağı karar 25 ülkenin ortak kararı olacaktır. Bu, bir ülkenin başka bir ülkeye empoze edeceği bir karar olmayacaktır. Dolayısıyla, bu ülkelerden her birinin Türkiye'ye bakış açısının da aynı zamanda yansıması olacaktır ve 25 ülkenin uzlaşı metni olacaktır.

Bu 25 ülkenin her birinin Türkiye'ye bakış açısı arasında farklar vardır. Bazıları, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesini kuvvetle desteklemekte, bazıları sadece desteklemektedir; öteki bazıları, çeşitli düzeylerde olmak üzere, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesine karşıdırlar. 17 Aralıkta alınacak olan karar, işte, bu geniş yelpazedeki tüm eğilimlerin buluşma yeri, uzlaşma yeri olacaktır. Uluslararası ilişkilerin doğasında uzlaşı vardır, bunu hepimiz biliyoruz; bu karar da, işte böyle bir uzlaşının ürünü olacaktır. Karar metni, muhtemelen, 25 ülkeden hiçbirini yüzde yüz tatmin etmeyecektir. Bunun böyle olduğunu tahmin etmek için bu konularda çok fazla bilgili olmaya gerek yoktur. 25 ülke bir araya gelir de bir metin üzerinde anlaşmaya çalışırsa, pek tabiî ki, hepsinin beklentilerinden bir parça olacak; ama, metin, hiçbirinin beklentilerinin tamamını kapsayan bir metin olamaz. Aynı şekilde, o kararı alanlar arasında yer almayan Türkiye'nin de, kararda, tüm beklentilerinin bulunmaması doğaldır. Türkiye'de maksimalist, yani, en fazlacı yaklaşım taraftarı olanlar şöyle düşünebilirler: Bizim tüm beklentilerimiz karşılanmamıştır, öyleyse, AB'yle müzakere masasına oturmayalım diyebilirler; ancak, maksimalist olmanız, sizi gerçekleri görmekten alıkoyuyorsa, o zaman size zararı da dokunabilir; çok daha fazlasını elde etmeyi hedeflerken, makul olanı dahi almaktan mahrum kalabilirsiniz. Tarih, gerçekçi olmayı başarmış ve başaramamış siyasî liderlerin örnekleriyle doludur.

Türkiye, 17 Aralık günü Konsey kararını değerlendirirken, kendisine muhtemelen şu soruyu soracaktır: Benim beklentilerimin tümü kararda yok; ama, bu karar, acaba benim temel beklentilerimi karşılıyor mu? Eğer karşıladığı sonucuna varırsa müzakereye oturacak, yoksa müzakereye oturmayacaktır.

Hükümetimiz, karar öncesinde, yani, şu aşamada, karar taslağını beklentilerimiz doğrultusunda şekillendirmek için elinden gelenin azamîsini yapmaktadır. Biliyorsunuz "sessiz diplomasi" diye bir kavram vardır. Hükümetimiz de, sessiz diplomasinin imkân verdiği ölçüde, yaptıklarını kamuoyuyla paylaşmaktadır; ancak, yetkililerimizin, yabancı ülkelerde yaptıkları tüm temasların ayrıntılarını kamuoyuyla paylaşmasını bekleyemeyiz. Böyle bir uygulama dünyanın hiçbir yerinde de yoktur.

Avrupa Birliğinin Türkiye'den beklentileri, şimdiye kadar yayımlanan çeşitli belgelerde yer almıştır. Bunlar, Komisyonun belgeleri, Konseyin belgeleri, Avrupa Parlamentosunun belgeleri şeklindedir. Bu belgelerden bazılarında, Türkiye'nin kabul edemeyeceği birçok beklentiler vardır. Bunların bir kısmına Sayın Dışişleri Bakanımız, bir kısmına da muhalefetin değerli sözcüleri değindiler; yani, Ermeni soykırımının tanınması, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin tanınması, işçilerin serbest dolaşımına kalıcı önlemler getirilmesi vesaire gibi.

Hükümetimiz, Avrupa Birliğinin çeşitli kurumları nezdinde girişimde bulunarak, bu tür konuların resmî Avrupa Birliği belgelerinde yer almasından duyduğumuz rahatsızlığı en güçlü biçimde Avrupa Birliği makamlarının dikkatine getirmiştir ve şu anda da getirmektedir.

Gerek Avrupa Parlamentosu üyeleri nezdinde gerekse ulusal parlamentolardaki parlamenterler nezdinde veya Avrupa Birliğine üye ülkelerin ulusal makamları nezdinde yaptığımız girişimlerde, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli milletvekilleri de hükümetin bu çabalarına aktif katkılarda bulunmuşlardır; bunun için kendilerine teşekkür ediyoruz. Ancak, bu belgelere bakarak, yani, gerek Avrupa Parlamentosunun gerek Konseyin veya Komisyonun belgelerine bakarak, bu belgelerde yer alan hususlar sanki Türkiye'den resmen talep edilmiş ve Türk Hükümeti de bunları kabul etmiş gibi bir hava yaratılması doğru değildir; çünkü, her şeyden önce, böyle bir durum yoktur; yani, hükümetimiz, şimdiye kadar Avrupa Birliği yolunda Türkiye'yi yüklenim altına sokacak hiçbir işlem yapmış değildir; bu birincisi. Fakat, daha önemlisi, bu belgelerde yer alan hususlar, talep değil, onların tespitidir. Gerek Sayın Baykal gerek Sayın Öymen, bu belgelerde yer alan hususların hepsi sanki Türkiye'den talepmiş gibi konuyu vazettiler ve Türkiye de bunları kabul etmiş gibi bir hava verdiler. Örneğin, Parlamentonun kabul ettiği belgelerden çok sayıda alıntılar yaptılar. Biliyorsunuz, Avrupa Parlamentosu bir icra organı değildir; çıkardığı belgeler tavsiye niteliğindedir, bir bağlayıcılığı yoktur. O tavsiyeler Avrupa Birliği Konseyi tarafından benimsendiği ve Türkiye'nin karşısına talep olarak çıkarıldığı takdirde ve Türkiye de bunu kabul ederse, işte, bağlayıcılık o zaman başlar.

Şimdi, 17 Aralıkta yapılacak zirveye dönmek istiyorum. Türkiye bu zirveden ne beklemektedir? Türkiye'nin ne beklediğini,  Dışişleri Bakanımız ve Başbakan Yardımcımız Sayın Gül biraz önce ayrıntılarıyla anlattı; yani, müzakerelere başlamak için kesin bir tarih bekliyoruz, üyelik hedefinin açık olması lazımdır ve Kopenhag Kriterleri dışında başka kriterler getirilmemesi lazımdır.

Ben, üç gün sonra, 17 Aralık günü Avrupa Birliği Konseyinden bu beklentilerimizi içeren bir karar çıkabileceği konusunda ümitliyim. Böylelikle, 1959 yılında başlayan, 1963'te, rahmetle andığımız İnönü'nün Başbakanlığı zamanında ortaklık anlaşmasıyla devam eden, 1987'de, rahmetli Özal'ın tam üyelik müracaatı yapması suretiyle kuvvetlenen bir süreç tamamlanmış olacaktır, sürecin birinci aşaması tamamlanmış olacaktır. Fakat, konsey kararının bu beklentilerimizi içermesi yeterli olacak mıdır; belki, yeterli olmayacaktır. Önce, kararın nasıl kaleme alınmış olduğuna bakmamız gerekecektir. O metni görmeden hüküm vermek ihtiyatsızlık olur. Kararı gördükten sonra da ne zafer naraları atmaya hazırlanıyoruz ne de ağıt kurmaya hazırlanıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yakış, size de 5 dakikalık eksüre vereceğim; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - Hükümetimiz, kararı gördükten sonra soğukkanlılıkla onu değerlendirecek ve müzakereye oturup oturmayacağımıza ondan sonra karar verecektir. Asıl zorluk, işte, ondan sonra başlayacaktır; çünkü, şimdiye kadar çeşitli Avrupa Birliği belgelerine yansıyan beklentiler ve -muhalefet milletvekillerimizin ve Anamuhalefetin Parti Başkanının da belirttiği gibi- o çeşitli belgelerde yer alan hususlar, işte, o müzakereler sırasında teker teker bizim karşımıza çıkarılacaktır. Onların üzerinde zorlu müzakereler cereyan edecektir. O zaman, yürütülecek müzakereler de, yine, sessiz diplomasinin imkân sağladığı ölçüde, Yüce Meclisimizle, öteki siyasî partilerle ve ilgili tüm kurumlarla paylaşılmak suretiyle yürütülecektir. 31 başlık altında yürütülecek müzakerelerin her başlığının kapatılması, Avrupa Birliğinin mutabakatına bağlı olduğu kadar, Türkiye'nin de mutabakatına bağlıdır. Dolayısıyla, hükümetimizin, Türkiye'nin kabul edemeyeceği yüklenimler altına girip girmediği o zaman belli olacaktır. Müzakereler tamamlandıktan sonra da varılan mutabakat, ancak, o tarihte Yüce Meclisimizin o mutabakatı uygun görmesi halinde kabul edilmiş olacaktır. 17 Aralık tarihini, bu nedenle, katılım müzakerelerini tamamladığı, Türkiye'nin alacağını aldığı, vereceğini verdiği bir süreç olarak, bir tarih olarak görmemek gerekir. 17 Aralıktan sonra müzakerelere daha yeni başlıyor olacağız. Avrupa Birliğinin Türkiye'den beklentileri olarak çeşitli belgelere yansıttığı hususları ancak o tarihte, müzakereye başlayacağız ve bazılarını, belki müzakere etmeyi dahi kabul etmeyeceğiz. O aşamada da, öteki siyasî partilerin değerli katkılarından mümkün olan en geniş ölçüde faydalanmaya devam edeceğiz. Bu kadar önemli bir konuda, hükümetin Meclisteki sandalye sayısı ne kadar yüksek olursa olsun, sorumluluğu yalnız başına yüklenmesinin doğru olmayacağına samimî olarak inanıyoruz.

Şu anda Türkiye'nin önünde iki yoldan birini seçme seçeneği vardır. Birinci yol; Avrupa Birliğinin, gelecekte, örneğin, 2007, 2008 veya 2010 yılında ileri süreceği talepleri, o tarihte nasıl olsa karşılayamam diye, bugünden müzakerelere oturmayı reddetmesidir; bu, birinci senaryo. İkinci senaryo, ikinci yol; müzakerelere başlaması, iyi niyetle müzakereleri sürdürmesi ve örneğin, 2008 yılında Avrupa Birliği Türkiye'nin şimdi çekindiği talepleri gerçekten de o tarihte gündeme getirirse, o talepleri karşılamasının mümkün olup olmayacağını o tarihteki koşullara göre değerlendirmesidir. Ben, makul olanın, bu ikinci yol olduğu kanaatindeyim ve hükümetimizin de bu yolu seçmesini temenni ediyorum; çünkü, Avrupa Birliği belgelerine yansıyan beklentiler yıllar sonraki siyasî ortamı ilgilendirmektedir. Siyasette bir hafta bile ebediyet kadar uzun bir süredir. Yıllar sonra, Türkiye nereye gelmiş olacaktır, dünyanın durumu ne olacaktır, dünyadaki dengeler ne olacaktır, Avrupa Birliği ne olacaktır, Türkiye o tarihte Avrupa Birliğine girmeyi isteyecek midir; bunları bilmeden bugünden ahkâm kesmeye gerek yoktur. Bunları görmeden yürütülen yargılar, ister istemez birer spekülasyon, birer tahmin olarak kalmak zorundadır.

Müzakereler başladıktan sonra, Türkiye'de, yepyeni bir siyasî manzara ortaya çıkacak, yeni dinamikler oluşacaktır. Ekonomide bir sıçrama gerçekleşecek ve ülke daha uzun süreli istikrara kavuşacaktır. Bu gerçekleşince, Avrupa Birliği ülkelerinde şu anda mevcut olan tereddütler büyük ölçüde dağılacak ve o zaman, Türkiye'nin üyeliğinin asıl talepkar tarafı muhtemelen Avrupa Birliği olacaktır. Böyle bir senaryo, bana hiç de ihtimal dışı görünmüyor.

Bu iyimser öngörüyle konuşmama son veriyorum. Üç gün sonra Avrupa Birliği Konseyinin, Türkiye'yle müzakerelerin başlaması için kabul edebileceğimiz bir karar vermesini temenni ediyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yakış, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, 60 ıncı maddeye göre genel başkanımız söz istiyor.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Önemli hallerde yerinden söz verme maddesi.

MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, 60 ıncı maddeye göre yerimden söz hakkı istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Ağar, bu hususta size söz veremiyorum; çünkü, İçtüzükte böyle bir husus yok.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, 60 ıncı madde örneği uygulamada vardır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, 60 ıncı maddeye...

BAŞKAN - Efendim, lütfen, dinlerseniz...

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda, özellikle dışpolitika konularında, İçtüzüğümüzde bir kural olmamakla birlikte, zaman zaman, Parlamentoda mevcut bütün siyasî parti gruplarımız ve bazen de bağımsız üyelerin katılımıyla verilmiş olan deklarasyon veya bildiriler okunmuş ve Başkanlığımızca bunların gereği yapılmıştır. Ancak, bugün görüştüğümüz konuyla ilgili olarak, sadece Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve iki bağımsız üye tarafından hazırlanıp imzalanmış bir deklarasyon Başkanlığımıza verilmiş bulunmaktadır.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Doğru Yol Partisinin Genel Başkanının imzası var orada.

BAŞKAN - Sayın Topuz, gayet iyi bilirsiniz ki, grubu bulunmayan milletvekilleri bağımsız üye olarak tavsif edilmektedir. Söz konusu deklarasyon, sadece...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bağımsız üye olmaz onlar.

BAŞKAN - Müsaade ederseniz... Genel Kurulu yönetme yetkisi Başkanvekiline aittir. Lütfen, sözümü kesmeyin.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bir partinin genel başkanına nasıl  bağımsız milletvekili muamelesi yaparsınız?!

BAŞKAN - Sayın Topuz, ben, İçtüzüğün hükümlerini okuyorum.

İSMET ATALAY (İstanbul) - Bağımsız diyorsunuz ama...

BAŞKAN - Evet, grubu olmayan üyeler bağımsız olarak tavsif ediliyor efendim.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, Mecliste olan bir parti DYP.

HALUK KOÇ (Samsun) - Hata üstüne hata yapıyorsunuz.

BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Ağar, evet...

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Bağımsız değil, Mecliste grubu olmayan bir partidir DYP.

BAŞKAN - Söz konusu deklarasyon, sadece bir siyasî parti grubu tarafından ve grubu olmayan bir siyasî partinin genel başkanı tarafından ve bir bağımsız üye tarafından imzalanmış olması nedeniyle, bugüne kadar oluşmuş uygulamalara ve teamüllere uygun olmadığı için, işleme koymam mümkün olmamaktadır.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, tutumunuz hakkında söz istiyorum. 63 üncü madde, usul hakkında.

BAŞKAN - Tutumum...

HALUK KOÇ (Samsun) - Bir dakika efendim.

BAŞKAN - Evet...

HALUK KOÇ (Samsun) - Burada takdir hakkınız yok efendim. 63 üncü maddeyi okuyun lütfen.

BAŞKAN - Sayın Koç, tutumum İçtüzüğe uygundur, İçtüzüğe uygun olarak devam ediyorum.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Uygun değil efendim.

HALUK KOÇ (Samsun) - Siz karar veremezsiniz buna.

Sayın Başkan, 63 üncü maddeyi lütfen okuyun; İçtüzük hatası yapmayın.

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen, yerinize oturur musunuz... İstirham ediyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır, oturmuyorum...

BAŞKAN - Oturmazsanız durun ayakta.

HALUK KOÇ (Samsun) - 63 üncü madde çok açık Sayın Başkan.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Neyi, kimden kaçırıyorsunuz?!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, genel görüşme önergeleri üzerinde...

HALUK KOÇ (Samsun) - 63 üncü madde çok açık; lütfen okuyun.

BAŞKAN - Hayır, benim tutumumda bir şey yok ki, ben, İçtüzüğe uygun hareket ediyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Buna siz karar veremezsiniz. 63 üncü maddeyi okuyun.

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Koç... Lütfen...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Takdir hakkınız yok.

BAŞKAN - Genel görüşme üzerindeki...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yangından mal mı kaçırıyorsun?!

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen yerinize oturur musunuz...

HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır efendim...

63 üncü madde çok açık... Takdir hakkınız yok...

BAŞKAN - Ben burada...

HALUK KOÇ (Samsun) - Daha önce de hata yaptınız. Sizi uyarıyorum.

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen yerinize oturur musunuz!..

HALUK KOÇ (Samsun) - Oturmuyorum...

BAŞKAN - Oturmazsanız durun ayakta.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Yetmiş milyondan neyi kaçırıyorsunuz?! Bırakın konuşsun!

HALUK KOÇ (Samsun) - 63 üncü madde usul hakkında. Tutumunuz hakkında söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen oturur musunuz yerinize!..

HALUK KOÇ (Samsun) - Tutumunuz hakkında söz istiyorum.

BAŞKAN - Kürsüyü mü işgal edeceksiniz Sayın Koç?! Lütfen buyurun...

HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır... Gerekirse ederim.

BAŞKAN - Hayır... Edemezsiniz. Lütfen oturun.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Tutumunuz hakkında söz istiyor.

HALUK KOÇ (Samsun) - Usul hakkında... Tutumunuz hakkında...

BAŞKAN - Önce, lütfen yerinize oturun! (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) - Bakın, usul hakkında söz istiyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Söz vermek zorundasınız.

BAŞKAN - Lütfen, önce yerinize oturun Sayın Koç! Lütfen... (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) - Oturmuyorum... Oturmuyorum... Usul hakkında söz istiyorum.

BAŞKAN - Oturacaksınız efendim!.. Oturun!..

HALUK KOÇ (Samsun) - Oturmuyorum...

BAŞKAN - Hayır; böyle üslup olmaz Sayın Koç. Lütfen... Böyle üslup olmaz...

HALUK KOÇ (Samsun) - Takdiriniz dahilinde değil. Lütfen 63 üncü maddeyi okuyun.

MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Bağırarak çağırarak olmaz...

BAŞKAN - Böyle üslup olmaz Sayın Koç. Lütfen oturun yerinize. Yerinize oturun, ben açıklamama devam edeceğim.

HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır... Oylamaya geçeceksiniz...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - 63 üncü maddeye göre söz vermek zorundasınız Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Topuz, lütfen oturun...

Sayın Koç, lütfen yerinize oturur musunuz...

HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, usul hakkında söz istiyorum. 63 üncü madde...

BAŞKAN - Benim burada Başkan olarak bir açıklamam var. Lütfen yerinize oturur musunuz efendim.

HALUK KOÇ (Samsun) - Bu, Başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usullerine uymaya davet, efendim.

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen yerinize oturur musunuz efendim...

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Ülkenin kaderiyle AK Parti baş başa kalmış oluyor Sayın Başkan. Birlik ve bütünlük için bu söz hakkını vermeniz lazım.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - 10 dakikalık konuşmadan niye çekiniyorsunuz?!

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri...

Sayın Koç, yerinize oturmamakta ısrar mı ediyorsunuz efendim?!

HALUK KOÇ (Samsun) - Yerimdeyim... Orada da ayakta olanlar var, ben de ayaktayım. Meclis İdare Amiri ayakta...

BAŞKAN - Sayın Koç, sayın milletvekilleri; bakınız, burada saat 15.00'ten itibaren, ne şekilde ve gayet hoşgörülü bir şekilde Genel Kurulu yönettiğimi hepiniz gayet iyi biliyorsunuz.

HALUK KOÇ (Samsun) - Olması gereken zaten...

BAŞKAN - Müsamaha sınırlarını zorlayarak bu hususların hepsini yerine getirdim. Lütfen... (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) - Hakkın müsamahası olur mu Sayın Başkan?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Burada müsamaha yok Sayın Başkan. Takdir hakkınız yok.

BAŞKAN - Sayın Anadol, açıklamama izin verir misiniz.

Bakınız, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, daha önce, Sayın Denktaş'ın ziyareti sırasında bu şekildeki bir deklarasyon Başkanlığa verilmiştir. Genel Kurulu o gün yöneten Sayın Başkanvekili bu konuyla ilgili olarak görüşme açmış ve sonunda, verilen önergeyi oylamaya koymamıştır -tutanaklar hazırdır, buradadır- bunu da, hepiniz gayet iyi biliyorsunuz. Ben, geçmişte uygulanmış olan bir usulü burada uyguluyorum, İçtüzük hükümlerine uygun hareket ediyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - Bu doğru değil; bunu tartışmak istiyoruz; usul dediğimiz bu.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan...Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen oturun.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, işte bunu tartışmak için söz istiyor arkadaşımız.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bunu tartışmaya gerek yok efendim, her şey açık.

BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, oturur musunuz lütfen...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Oturur musunuz efendim siz.

Ben sözümü bitirmedim Sayın Kandoğan, lütfen oturun.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Müsaade edin...

BAŞKAN - Hayır, ben konuşmamı bitirmedim. Lütfen...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Daha önce de böyle, Mecliste aynı uygulama yapıldı. Genel görüşme konuları görüşülürken, orada da Sayın Genel Başkanımız yerinden çok kısa bir konuşma yapmıştı. İki ay önce böyle bir uygulama yapıldı.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen oturun yerinize. Lütfen oturun...

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Aynı uygulama yapıldı; bugün niye yaptırmıyorsunuz?.. Daha önce aynı uygulama yapıldı burada.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Siz, Meclis çalışmalarını sabote ediyorsunuz Sayın Başkan. Böyle yaşamsal bir konuda söz hakkı vermiyorsunuz; çok ayıp!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oturumu, İçtüzük kurallarına uygun olarak yönettiğim kanaatini taşıyorum ve yönetiyorum.

HALUK KOÇ (Samsun) - O, sizin yargınız.

BAŞKAN - Sayın Koç...

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, takdir...

BAŞKAN - Sayın Koç...

HALUK KOÇ (Samsun) - Bir dakika dinleyin efendim. Sizin takdir hakkınız yok bu konuda. Siz kendi kendinizi değerlendiremezsiniz; usul tartışmasının amacı o.

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Sayın Başkan, tarafsız olun, tarafsız... Avrupa Birliğinden mi korkuyorsunuz?!

BAŞKAN - Sayın Koç, siz Grup Başkanvekilisiniz, ben de Meclis Başkanvekiliyim. Eğer, siz, her iki görevi birden yürütme hakkını kendinizde görüyorsanız, ayrı. Böyle bir hakkınız yok. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) - Hayır, hayır... Usulüne göre yönetin.

BAŞKAN - Bakınız, Sayın Koç...

HALUK KOÇ (Samsun) - Öyle bir niyetim yok.

BAŞKAN - Bakınız, konuşmamı tamamlamama fırsat vermiyorsunuz.

Konuşmamı tamamlıyorum; benim söylediğim hususlar gayet açıktır. Benim konuşmalarım da açık, tutanaklara da geçmiştir. Bunun dışında sizin söylemek istediğiniz bir husus varsa...

HALUK KOÇ (Samsun) - Evet.

BAŞKAN - Evet, ne söyleyeceksiniz; buyurun. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Şunu baştan verseydin de yormasaydın bizi!

BAŞKAN - Buyurun... Benim söylediklerim dışında ne diyorsunuz; buyurun.

VII.- USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1.- Bir siyasî parti grubu ve iki bağımsız üyenin Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlamasıyla ilgili hazırladıkları deklarasyonun Oturum Başkanınca işleme konulup konulmaması konusunda

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Grup Başkanvekilliği görevi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekilliği görevini karıştırıyor değilim. Ben, Grup Başkanvekili olarak, Grubumun hakkını koruyarak, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisini yöneten Başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmalarında usule davet etme noktasında, 63 üncü maddeden söz hakkı istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, lütfen dinleyin, bakın, 63 üncü maddeye bakacak olursanız, burada, Sayın Başkanın takdir yetkisi yok. O, kendisinin İçtüzüğe uygun davrandığını kendisi takdir ediyor. 63'te böyle bir takdir yetkisi yok, çok açık;  bunu anlatmaya çalışıyorum. Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekilliğinin görev sahasına hiçbir zaman tecavüzde bulunmadım; bunu düzeltmek istiyorum.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - O zaman her seferinde 63'e göre söz isteyin ve konuşun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Siz kalkar konuşursunuz.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Ne konuşayım; bu mümkün değil ki! Gerekçesi yok ki!

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Müsaade ederse...

Değerli arkadaşlarım, bakın, geleneklerden bahsedildi, teamülden bahsedildi. Her geleneğin bir başlangıcı vardır. Türkiye için önemli günlerden geçiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, Türkiye için son derece önemli günlerden geçiyoruz. Şimdi, bir tespiti yapmama, lütfen, müsaade edin. Bakın, Türkiye'yi ilgilendiren son derece önemli gündem maddeleri olduğunda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu duyarlılığı biz Türkiye Büyük Millet Meclisinde çeşitli denetim mekanizmaları içerisinde aktarıyoruz, bunu önemsemiyorsunuz -bunun örneklerini çoğaltabilirim-daha sonra, gündem kızıştığında, gündem o konuya yoğunlaştığında, bunun görüşülmesi gerektiğine inanıyorsunuz ve ondan sonra, siz de benzer bir yol kullanıyorsunuz ve önergeler birleştirilerek görüşülüyor.

Bakın, bu, daha önce Avrupa Birliği sürecinde yaşadığımız bir olay. Şimdi, Sayın Genel Başkan söyledi, sözcüler söyledi; yani, iki gün sonra görüşme var, zirve yapılacak. Bu genel görüşme kabul edilse bile, İçtüzüğe göre 48 saat ile 7 gün arasında görüşülmesi gerekecek; yani, zaten kabul edilse bile zirveye yetişmiyor. O zaman, bizler, bir deklarasyon hazırladık ve burada, Adalet ve Kalkınma Partisinin duyarlı milletvekillerinin hiçbirinin, bu hazırladığımız deklarasyondaki sözlerimizin arkasında durmamasını gerektirecek hiçbir şey yok.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - AK Partide duyarsız milletvekili yok!

HALUK KOÇ (Devamla) - Bakın, Sayın Bakanın söylediği ve tutanaklara geçen sözleri burada yer alıyor ve şunu düşünün değerli arkadaşlarım; bunu, aranızda birçok arkadaşım paylaşıyor, kulislerde de konuştuk...

ASIM AYKAN (Trabzon) - O bizim takdirimiz.

HALUK KOÇ (Devamla) - ...yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin...

MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Bunların hepsi konuşuldu, sözcünüz hepsini söyledi!

BAŞKAN - Sayın Özmen, lütfen...

HALUK KOÇ (Devamla) - ...iradesini arkasına alarak, hükümetinizin Brüksel'deki zirveye gitmesi uygun bir davranış değil mi?!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Lütfen, usulü konuşalım!

HALUK KOÇ (Devamla) - Türkiye Büyük Millet Meclisinin tümünün iradesini alarak, böyle bir deklarasyonla bu zirveye katılması uygun değil mi, doğru değil mi, haklı değil mi?!

Değerli arkadaşlarım, ne diyoruz burada; burada, bakın, söylüyoruz: "Avrupa'nın ortak değerlerini benimseyen Türkiye, Avrupa Birliğinden çıkacak adil ve yapıcı bir karar çerçevesinde üyelik müzakerelerine başlamaya ve en kısa zamanda Avrupa Birliğinin tam üyeliğini kazanmak için üzerine düşen adımları atmaya hazırdır." Katılmıyor musunuz buna; katılıyorsunuz.

MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Sayın Başkan, usul hakkında konuşacaktı.

HALUK KOÇ (Devamla) - 17 Aralık 2004 tarihinde toplanacak...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Lütfen... Usul hakkında söz almıştınız!

HALUK KOÇ (Devamla) - Gacır gucur konuşmayın canım! (AK Parti sıralarından gürültüler)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Burası deklarasyon açıklama yeri değil!

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

HALUK KOÇ (Devamla) - 17 Aralık 2004 tarihinde toplanacak...

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, usul hakkında söz verdiniz; hata yapıyorsunuz.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Kacır... Sayın Kacır...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Usul hakkında konuşacaktı; lütfen...

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Otur yerine!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Usul hakkında söz aldı.

BAŞKAN - Sayın Özmen, lütfen...

HALUK KOÇ (Devamla) - Şimdi, bakın "Türkiye'ye doğrudan veya dolaylı yollarla tam üyeliğin dışında bir statü verilmesini öngören herhangi bir önerinin tarafımızdan kabul edilmesi mümkün değildir." Bu önerinin altına, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, şu anda milletvekilliği görevi yapan hangi arkadaşım imza atmaz?! Hangi arkadaşım imza atmaz buna?! (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım "Avrupa Birliği Komisyonu ile Avrupa Parlamentosu raporlarında yer alan ve Türkiye Cumhuriyetinin temel taşını teşkil eden..." (AK Parti sıralarından gürültüler)

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan!.. Sayın Başkan!..

HALUK KOÇ (Devamla) - "...Lozan Antlaşmasıyla bağdaşmayan önerileri benimsememiz mümkün değildir." Bunlar, Sayın Dışişleri Bakanının söylediği sözler değerli arkadaşlarım. (AK Parti sıralarından gürültüler)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bu, usul hakkında konuşma mı Sayın Başkan?!

HALUK KOÇ (Devamla) - Yapmayın!.. Hayır, bunu söylüyorum; böyle bir iradenin arkasına niye hükümetimizi almayalım, niye hükümetimizin arkasına böyle bir Meclis iradesi vermeyelim...

BAŞKAN - Sayın Koç... Sayın Koç...

HALUK KOÇ (Devamla) - ... bu iradeyle onu güçlendirerek, donatarak yollamayalım!

BAŞKAN - Sayın Koç...

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, ne yapıyorsunuz?! Böyle usul olur mu?!

BAŞKAN - Sayın Koç...

HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım...

BAŞKAN - Sayın Koç...

MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı) - Sayın Başkan, böyle usul mü olur?!

HALUK KOÇ (Devamla) - "Güney Kıbrıs yönetiminin 'Kıbrıs Cumhuriyeti' olarak tanınması sonucunu verebilecek öneriler..." (AK Parti sıralarından gürültüler)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Siz, Başkanın tutumu hakkında söz aldınız...

BAŞKAN - Sayın Koç... Sayın Koç...

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, konuşma mı yapıyor, usulü mü tartışıyor?! Böyle usul yok!.. 

BAŞKAN - Sayın Koç...

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Böyle istismar olmaz! Yanlış yapılıyor!

HALUK KOÇ (Devamla) - "...Kıbrıs devletini kuran uluslararası anlaşmalara ve Ada'daki gerçeklere aykırı olduğu için..."

BAŞKAN - Sayın Koç, dinler misiniz...

HALUK KOÇ (Devamla) - "...Türkiye tarafından kabul edilemez" sözünü hanginiz imzalamaz?! Böyle bir şey bir şey olmaz mı?!. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Koç...

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Yanlış yapılıyor Sayın Başkan...

HALUK KOÇ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Koç... Sayın Koç...

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Böyle usul mü olur?!

BAŞKAN - Sayın Koç, tutumum hakkında söz istemiştiniz, deklarasyonu okudunuz.

Buyurun... Tamamlandı mı konuşmanız efendim?

HALUK KOÇ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Koç, lütfen... Lütfen...

Buyurun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, sizleri rahatsız edecek herhangi bir söylem yok burada.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Konuşmadan bir rahatsızlığımız yok; ama, yanlış yapılmasından rahatsızlığımız var.

HALUK KOÇ (Devamla) - Bizim bütün isteğimiz, hükümetimizin, 17 Aralık zirvesine giderken Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm iradesini arkasına alarak gitmesidir.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bu Meclis hükümetin arkasındadır...

HALUK KOÇ (Devamla) - Bunun için bu önergeyi hazırladık. Yani, bunu "teamüllerde yok, böyle bir uygulama yok" şeklinde...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Bu Meclis hükümetin arkasındadır, güvenoyu da vermiştir...

HALUK KOÇ (Devamla) - Böyle bir uygulamaya neden karşı çıkıyorsunuz, ben onu anlamıyorum.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hükümete de güveniyoruz, Sayın Dışişleri Bakanına da güveniyoruz...

HALUK KOÇ (Devamla) - Bu bildiri elinize geçecek; eğer, bunun altına imza atılmasını sakıncalı görenleriniz varsa, ben, hiçbir şey söyleyemiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, burada, Sayın Dışişleri Bakanının söyledikleri tutanaklara geçmiştir.

AHMET ÇAĞLAYAN (Uşak) - Bildiriyi okumak için mi söz aldın?!

HALUK KOÇ (Devamla) - Tarih ve millet önünde...

BAŞKAN - Sayın Koç... Sayın Koç...

HALUK KOÇ (Devamla) - Adalet ve Kalkınma Partisi, sorumluluğunu yerine getirmezse, tarih ve millet önünde, önümüzdeki orta, kısa ve uzun erimde bunun hesabını verecektir.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan...

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Kapusuz, buyurun.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, tutumunuz hakkında söz almak istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım...

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Sayın Başkan, sizin patronunuz gibi davranıyor; lütfen, buna müdahale edin. Elini kolunu sallayarak gidiyor adam!..

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - ... her şeyden önce, biz, bu Parlamentonun birer üyeleri olarak, hele sorumluluk makamında bulunan, grupları adına yönetimde bulunan arkadaşlarımızın, bir hususa, bundan sonrası için bile olsa, bu ikazı yapmayı kendime hak görüyorum, bu İçtüzüğe uygun hareket edilmesini hepimiz önemsemeliyiz.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Sizin şu yaptığınız İçtüzüğe uygun mu?

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Eğer bu İçtüzükte bir hüküm varsa, bu hükmü kullanmak, bu hakkı kullanmak, elbette bütün üyelerin, bütün partilerin hakkıdır; ama, olmayan bir şeyi varmış gibi ileri sürerek, bundan istifadeyle, kendi amacınıza yönelik kullanmaya kalkarsanız, bunun, bir hakkın suiistimali olduğunu siz de biliyorsunuz, herkes de bunu görüyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) - Ne istifadesi?!

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Evet, ben, Sayın Başkanın tutumu hakkında söz aldım, onu konuşacağım, bu söylediğime uygun olarak.

Evet, başlangıç itibariyle Sayın Başkanın ifade etmiş olduğu, bugüne kadar 17 nci Dönemden 22 nci Dönemin bugününe kadar yapılmış olan bütün, özellikle dışpolitikayla ilgili olarak Meclisin ittifak ettiği belirli konular var ki, hep, deklarasyonlar, o mutabakat üzerine yapılmış ve okunmuştur. Bu konular da belirli konulardır. Nedir diye sorarsanız; ana birkaç başlığını söyleyeyim: Kıbrıs, Çeçenistan, Ermenistan soykırımı, Kosova, terör ve benzeri birtakım dışpolitikayla ilgili hususlar, mutabakat metni halinde, bir bildiri şeklinde imzalanmış ve buradan okunmuştur. Şu an itibariyle önümüzde kritik bir süreç var. Bununla ilgili olarak Meclis Başkanlığı, mutabakat sağlanmamış bir metni, geçmişteki uygulamalardan da hareketle, ne yaptı; evet "ben işleme alamam" dedi.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sen de, Başkanvekilliği görevini karıştırdın!

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Burada, usul olarak doğru yaptı; fakat, daha sonra...

ERDAL KARADEMİR (İzmir) - Sen, metinde neye itiraz ettiğini söyle.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - ...İçtüzüğün 63 üncü maddesine göre değerli bir grup başkanvekili arkadaşımızın, çıkıp da, hiç alakası olmayan, kendine göre doğru olduğunu kabul ettiği bir metni burada okumasını fırsat olarak kullandırmış olması, usul noktasından doğru olmamıştır.

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Bize göre doğru olan, size göre yanlış!..

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Dolayısıyla, ben, bir kez daha hatırlatmak istiyorum ki, biz, bu İçtüzüğe göre ne kadar uygun hareket edersek, bu Genel Kurul çalışmalarında mutabakata uygun bir adım atmış ve eylem yapmış oluruz.

Sayın Başkan, şayet bunda mutabakat sağlamadığınız, değişiklik istediğiniz hususlar varsa, buyurun, İçtüzük hususunda beraber bir komisyon kuralım, istediklerimizi de değiştirelim.

Ben, usul yönünden, Başkanlığın bu deklarasyonun yayımlanmaması noktasındaki tavrını doğru buluyorum ve bununla ilgili olarak sadece şunu söylüyorum; diyorum ki: Eğer, bir mutabakat yoksa, olmayan bir mutabakatı zorla buraya taşımak doğru değildir. Yoksa, bizim, hiç kimsenin düşüncesini, konuşmasını engellemek gibi bir niyetimiz yok; sadece, İçtüzük... Sayın Dışişleri Bakanımız "acaba konuşabilir miyim" diye sordu, ben, İçtüzüğe göre, konuşamazsınız dedim. Onun için, Başkanlık, doğru uygulama yapmıştır.

Bu genel görüşmenin öngörüşmesinde konuşmacılar bellidir; gruplar konuşur, hükümet konuşur, bir de önerge sahipleri adına bir milletvekili konuşur. Bunun dışında bir konuşma fırsatı ve imkânı yoktur. İçtüzüğün uygun olan hükmü budur ve buna uymak durumundayız.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, 63 üncü maddeye göre -lehinde söz verdiniz- iki kişiye daha söz vermek durumundasınız; söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Anadol, aleyhte mi söz istiyorsunuz?

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, Sayın Genel Başkanımız 63 üncü maddeye göre söz istiyor.

MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, tutumunuzla ilgili söz istiyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Söz hakkımı Sayın Ağar'a devrediyorum.

BAŞKAN - Buyurun. (Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tabiî, konu, keşke, hiç bu mecraya gelmemiş olsaydı. Çok geç kalmış bir genel görüşmedir. 6 Ekim raporundan makul bir zaman sonra, bu görüşmenin, bu Mecliste yapılması lazım idi.

Söylenecek çok şey var; ama, şunu üzülerek ifade etmek gerekiyor ki, bu Meclisin bir geleneği, bir teamülü var -doğrudur bütün bunların hepsi- bir de, bir bakış açısı olması lazım.

Türkiye'de herkesin çok önemsediği bir konu bu ve bu konuyla ilgili olarak, sizi zorlamamak kaydıyla, 60 ıncı madde gereğince, yerimizden, kısa da olsa, konuya bir katkıda bulunmak istedik; ancak, bunu bile uygun görmediniz. Milyonlarca oy almış bir partidir Doğru Yol Partisi, yıllarca devlet yönetiminde kalmıştır, milletin vicdanının da sesidir.

Şimdi, iktidar anlayışına uygun olarak, sivil toplum örgütlerine baskı, medyaya baskı, her kesime baskı, şimdi de Mecliste baskının kabul edilebilir tarafı yoktur. (DYP sıralarından alkışlar) Bizi burada konuşturmazsanız, biz, gideriz, milletle her platformda konuşuruz; konuşacağımız şeyler vardır. Hepimizin amacı, Türkiye için fevkalade önemi olan bir konuya, elbette ki, olumlu katkılarda bulunmaktır; yani, hükümet burada belli ölçülerde de eleştirilecektir. Muhalefetin varlığı, iktidarı, daha önemli, daha ciddî konularda daha doğru kararlar almaya doğru yöneltmektir. Nihayetinde, Türkiye'nin menfaatı tektir. Bu menfaatı farklı şekilde savunmak isteyenler bu salonda olur, savunamayanlar zaten bu salonda olmaz. Kaldı ki, bu Meclisin kuruluşu 1920'dir. 1920'nin dünya tarihinde önemi vardır; Versailles'in kucağımıza bıraktığı Sevr'i yırtıp atıp, dört sene sonra Lozan'ı yapan bir Meclistir burası. (DYP, CHP ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar) Bu iradeye sahip olan bir Meclistir ve bu Meclis, tarihin bu döneminde de, elbette Türkiye'nin şanlı tarihine yaraşır bir bakış içerisinde, modern dünyanın gerektirdiği değişimi sağlayacak fikir bütünlüğünü ve beraberliğini de burada açık bir platformda tartışmalıdır.

Bizim gönlümüz arzu ederdi ki, bir yandan hükümet, bir yandan parti grupları, bir yandan da şahsı adına olduğunda hiç olmazsa bir sözün de bizim tarafımızdan kullanılmasına zemin sağlansın. Bizce, yakışan ve yaraşan buydu. Olabilir, düşünülmemiş olabilir, aşırı yoğunluktan ihmal edilmiş olabilir; ama, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre kısa bir söz süresinin tarafınızca tanınması suretiyle bu konudaki fikirlerimizi söyleyebilirdik.

Sizin İçtüzüğü uygulamaktaki bu kararlılığınızı daha fazla zorlamak istemiyorum. Milletimle bu duyguları paylaştım. Yarın Büyük Millet Meclisinde geniş ve kapsamlı bir basın toplantısı yapmak suretiyle, biz, milletle paylaşacak zemini, sokakta da, tarlada da, miting meydanında da, Meclis basın salonunda da buluruz; bu salonu kapatmanız bir şey ifade etmiyor bize.

Saygılar sunarım. (Bağımsızlar ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Ağar.

Sayın milletvekilleri, sayın hatiplerin konuşması muvacehesinde de görülmüştür  ki, Başkanlık, İçtüzüğe uygun olarak hareket etmiştir.

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

1.- Cumhuriyet Halk Partisi, Grup Başkanvekilleri, İstanbul Milletvekili Ali Topuz, İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17) (Devam)

2.- Düzce Milletvekili Yaşar Yakış ve 22 milletvekilinin, Avrupa Birliği Komisyonu Raporu ışığında Türkiye ile AB arasında üyelik müzakerelerinin başlaması ile ilgili olarak alınacak karardan önce Türkiye'nin izleyeceği tutum konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/18) (Devam)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre verilmiş olan bir önerge vardır; önergeyi görüşmesiz oylatacağım; dikkatlerinize arz ediyorum.

ALİ TOPUZ (İstanbul)- Niye görüşmesiz?..

BAŞKAN- Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Genel görüşmenin bir tur daha yapılmasını İçtüzüğün 72 nci maddesi gereğince arz ve teklif ederiz.

 

Ali Topuz

Halil Akyüz

K. Kemal Anadol

 

İstanbul

İstanbul

İzmir

 

Ali Rıza Bodur

 

Haşim Oral

 

İzmir

 

Denizli

 

BAŞKAN- Önergeyi görüşmesiz olarak oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Neden görüşmesiz?..

ALİ TOPUZ (İstanbul)- Sayın Başkan, İçtüzüğün hangi maddesine göre görüşmesiz oyluyorsunuz?

BAŞKAN- Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

ALİ TOPUZ (İstanbul)- Sayın Başkan, önerge görüşmesiz oylanabilir mi?..

BAŞKAN- Sayın Başkanım, bugüne kadarki teamüller böyledir.

ALİ TOPUZ (İstanbul)- Evet, oy çoğunluğuyla gerçeklerin üzerini kapatacaksınız!..

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, genel görüşme önergeleri üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.

Genel görüşme açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... (CHP sıralarından alkışlar [!]) Sayın milletvekilleri, genel görüşme açılması kabul edilmemiştir.

K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Kaçaklar!..

BAŞKAN- Sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 15 Aralık 2004 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 19.32