BIM BIM 2 9 2004-12-15T13:18:00Z 2004-12-15T13:18:00Z 49 33235 189441 TBMM 1578 378 232646 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 65       YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

22 nci Birleşim

25 Kasım 2004 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Gündemdişi Konuşmalar

1. - Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp'in, Irak'ta yaşanan olaylara ilişkin gündemdışı  konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı

2. - Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Tunceli İlinde son zamanlarda yaşanan olaylara ilişkin gündemdışı konuşması

3. - İstanbul Milletvekili Halide İncekara'nın, Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi Önergelerı

1. - Aydın Milletvekili Mehmet Mesut Özakcan ve 36 milletvekilinin, pamuk üretimi ve üreticisinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/231)

2. - Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu ve 24 milletvekilinin, Kastamonu-Küre-Aşıköy Maden Ocağında meydana gelen iş kazası ile ülkemizdeki iş kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/232)

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - Samsun Milletvekili Mustafa Çakır'ın yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi  ve  Anayasa  ve  Adalet Komisyonları  üyelerinden  kurulu  Karma  Komisyon  Raporu  (3/342) (S. Sayısı: 556)

2. - Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı ile Kayseri Milletvekili Adem Baştürk'ün yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/343) (S. Sayısı: 557)

3. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması  hakkında Başbakanlık tezkeresi  ve  Anayasa  ve  Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/344) (S. Sayısı: 558)

4. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/345) (S. Sayısı: 559)

5. - Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın yasama dokunulmazlığının  kaldırılması  hakkında Başbakanlık tezkeresi  ve  Anayasa  ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/346) (S. Sayısı: 560)

6. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

7. - Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile İçişleri ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/896) (S. Sayısı: 679)

8. - Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı  ile  Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/880) (S. Sayısı: 684)

9. - Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/841) (S. Sayısı: 653)

V. - ÖNERİLER

A) Danişma Kurulu Önerılerı

1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) Yazili Sorular ve Cevaplari

1. - İstanbul Milletvekili Gürsoy EROL'un, Millî Saraylar bünyesindeki müze ve kafeteryaların tanıtımına ve ziyaretçilerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Vekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/4040)

 


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak altı oturum yaptı.

Giresun Milletvekili Hasan Aydın,

Yalova Milletvekili Muharrem İnce,

24 Kasım Öğretmenler Gününe;

Batman Milletvekili Mehmet Ali Suçin, pamuk bitkisinin sanayideki önemine, pamuk üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere;

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Ağrı Milletvekili Naci Aslan'ın (3/337) (S. Sayısı: 551),

İstanbul Milletvekili Mehmet Sekmen'in (3/338) (S. Sayısı: 552),

Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in (3/339, 3/340, 3/341) (S. Sayıları: 553, 554, 555),

Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına gerek bulunmadığı hakkında Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları okundu; 10 gün içerisinde itiraz edilmediği takdirde raporların kesinleşeceği açıklandı.

Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve 20 milletvekilinin, Bitlis'te balcılık ve arıcılığın (10/229),

Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar ve 33 milletvekilinin, Millî Emlak Genel Müdürlüğü ve diğer kamu kurumlarınca yapılan arsa tahsislerinin usulüne uygun olup olmadığının ve tahsislerin amacına uygun kullanılıp kullanılmadığının (10/230),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden, ertelendi.

2 nci sırasında bulunan ve görüşmeleri bu birleşimde tamamlanan Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun Tasarısının (1/855) (S.Sayısı: 680), elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra;

3 üncü sırasında bulunan, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/837) (S. Sayısı: 639) görüşmelerini müteakiben,

Kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

25 Kasım 2004 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 23.06'da son verildi.

Sadık Yakut

Başkanvekili

 

Bayram Özçelik

Yaşar Tüzün

 

Burdur

Bilecik

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

Ahmet Küçük

 

 

Çanakkale

 

 

Kâtip Üye

 

 

No. : 29

II. - GELEN KÂĞITLAR

25  Kasım 2004  Perşembe

Raporlar

1.-        Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/260) (S. Sayısı: 514'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)

2.-        Kocaeli Milletvekilleri Nevzat Doğan ve Osman Pepe'nin Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporları ve Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu ve 15 Milletvekilinin İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Raporlara İtirazı (3/274) (S. Sayısı: 522'ye 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)

3.-        Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/276) (S. Sayısı: 523'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)

4.-        Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/277) (S. Sayısı: 524'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)

5.-        Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/278) (S. Sayısı: 525'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)

6.-        Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/279) (S. Sayısı: 526'ya 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)

7.-        Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/280) (S. Sayısı: 527'ye 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)

8.-        Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/281) (S. Sayısı: 528'e 1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Adıyaman Milletvekili Şevket GÜRSOY'un, enerji desteğinin uygulanmasına ve ödemelerin ne zaman yapılacağına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/1342) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

2.- Manisa Milletvekili Ufuk ÖZKAN'ın, organ nakline ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1343) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

3.- Mersin Milletvekili Ersoy BULUT'un, Mersin-Gülnar-Bereket Köyü Sağlık Ocağına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1344) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Samsun Milletvekili Haluk KOÇ'un, Samsun Kız Yetiştirme Yurdunda sendikaya ait yazıların bir milletvekili tarafından panodan indirildiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4151) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

2.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkanlarının aylık gelirlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4152) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

3.- İstanbul Milletvekili Güldal OKUDUCU'nun, trenlerde meydana gelen kapkaç olayları ve alınacak tedbirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4153) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

4.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı unvanlarda çalışanlar arasındaki ücret farklılıklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4154) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

5.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ali ÖZPOLAT'ın, Küçükçekmece Gölündeki kirliliğe ve ıslah çalışmalarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/4155) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

6.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığa bağlı bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/4156) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

7.- Yozgat Milletvekili Emin KOÇ'un, TRT tarafından kurum dışında yaptırılan programlara ve ödenen ücrete ilişkin Devlet Bakanından (Beşir ATALAY) yazılı soru önergesi (7/4157) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

8.- Yozgat Milletvekili Emin KOÇ'un, TRT'de yayınlanan Alaturca programının sunucularına ödenen ücrete ilişkin Devlet Bakanından (Beşir ATALAY) yazılı soru önergesi (7/4158) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

9.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanından (Beşir ATALAY) yazılı soru önergesi (7/4159) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

10.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan-Göle-Gülistan Köyünün içme suyunun temizlenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4160) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

11.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığa bağlı bazı kurumların genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4161) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

12.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Diyanet İşleri Başkanının gelirine ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet AYDIN) yazılı soru önergesi (7/4162) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

13.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığının ve bağlı bazı kurumların müsteşar, başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4163) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

14.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığının ve bağlı bazı kurumların müsteşar, başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/4164) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

15.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürünün aylık gelirine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4165) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

16.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4166) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

17.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4167) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

18.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4168) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

19.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların müsteşar ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanından (Ali BABACAN) yazılı soru önergesi (7/4169) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

20.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı soru önergesi (7/4170) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

21.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanından (Güldal AKŞİT) yazılı soru önergesi (7/4171) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

22.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif ŞENER) yazılı soru önergesi (7/4172) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

23.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/4173) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

24.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/4174) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

25.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Savunma Sanayi Müsteşarının aylık gelirine ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4175) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

26.- İstanbul Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı müsteşar ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru önergesi (7/4176) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Aydın Milletvekili Mehmet Mesut Özakcan ve 36 Milletvekilinin, pamuk üretimi ve üreticisinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/231) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)

2.- Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu ve 24 Milletvekilinin, Kastamonu-Küre-Aşık maden ocağında meydana gelen iş kazası ile ülkemizdeki iş kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/232) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2004)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

25 Kasım 2004 Perşembe

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Irak'ta yaşanan olaylarla ilgili söz isteyen, Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp'e aittir.

Buyurun Sayın Alp. (AK Parti sıralarından alkışlar)

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Gündemdişi Konuşmalar

1. - Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp'in, Irak'ta yaşanan olaylara ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı

ABDULMECİT ALP (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Irak'ta yaşanan olaylarla ilgili olarak gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, sizleri, hafızalarınızı  tazelemeye çağırıyorum. Irak'ın işgal edilmesi, nükleer silahların varlığı ve daha fazla demokrasi mazeretine dayandırılmıştır. İşin belki en büyük komedisi burada yatmaktadır. ABD ve koalisyon güçleri, her anlamıyla meşru olmaktan uzak bir kirli savaş yürütmektedirler. Öyle bir kirli savaş ki, ne çocuk ne kadın ne cami ne de mabet dinlemektedir. Tüm dünya televizyonları, Amerika askerlerinin, camilere girerek, sivil ve silahsız yaralıları nasıl öldürdüğünü göstermektedir. İnsanlık duygularımız bunun hesabını sormasa bile, tarih, mutlaka, bir gün bunları hatırlatacak ve hesap soracaktır.

Hemen yanıbaşımızda bir insanlık suçu işleniyor. Bütün Filistinliler, bütün Iraklılar terörist kabul ediliyor. Bu arada, binlerce masum insanın ölmesi önem taşımıyor; koca bir şehirde, halka karşı toplu kıyım yaşanıyor. Mağrur ve mazlum Felluce işgale uğramış, yağmalanmış, kana bulanmış, medeniyet denilen arsız yalanın simgesi haline dönüşmüştür. Halkı ise, bütün dünyanın gözleri önünde, caddelerde, cami köşelerinde, okul bahçelerinde ceset olarak yatmaktadır. Hiçbir kutsal değere saygı duyulmadan, ramazan, bayram demeden, Yüce Yadatanın evinde can çekişen masum insanları görüyoruz. Amerikan güçlerinin acımasızca saldırılarına karşı, tüm milletimizin nefret ve kınama duygularının kabardığı bir dönemde yaşıyoruz.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Hükümet de kınasın, hükümet de kınasın.

ABDULMECİT ALP (Devamla) - Üstelik, her akşam izlediğimiz bu haberler, insanın psikolojisini bozarak, sanki, insan öldürmeyi normal bir olaymış gibi göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Irak işgali devam ederken, her gün, Irak'ın başka bir yöresinde, vicdan kabul etmez saldırılar neticesinde kaç masum insanın öldüğü dahi meçhul kalmaktadır. ABD güçleri, gerek hapishanelerde Iraklı esirlere yaptıklarıyla gerekse üstün ateş gücüyle doğrudan saldırıları en basitinden insafdışı olup insan haklarına da aykırıdır.

Bunların haricinde ise, ekmek parası için tehlikeli yollara gitmek zorunda kalan şoförlerimiz ve aileleri büyük ıstırap çekmektedir. Bu şoförlerden 50-60 kadarının Irak'ta çeşitli grupların saldırıları neticesinde öldürülmüş olması, özellikle aileleri başta olmak üzere, bizleri derinden yaralamaktadır.

Herkes, artık, gerçeği görmek zorundadır. Amerikalıların Irak'a ya da başka bir yere özgürlük, demokrasi ve insan hakları getirme gibi bir derdi ve lüksü yoktur ve asla olmayacaktır. Amerikalılar, böyle, halkların insanlık değerini yok etmek istemektedirler. Burada asıl sorun, Amerika'nın demokrasi ve özgürlük adına işlediği cinayetlerin boyutuyla sınırlı değil; insanlık adına daha ürkütücü olan, işlenen cinayetler maddî olarak çok acı verici olsa da, bunlardan bağımsız olarak izlenen politikaların ahlakî boyutunun görmezlikten gelinmesidir. Amerika'nın ve onunla suç ortaklığı yapan büyük güçlerin Ortadoğu'ya evrensel değer pazarlamaya kalkmaları, insanlık tarihine yeni bir yüzsüzlük örneği olarak geçecektir.

Hatırlayın, millî mücadelede, işgalci güçler yaklaşırken sivil halkımız camilere sığınmış; Ege'de birçok yerdeki camiler, içindeki insanlarla birlikte yakılmıştı. Şimdi, Amerikan güçleri, Irak'ta, o gün işgalcilerin icra ettiği vahşeti tekrarlıyor.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Vekilim, hükümet nerede? Sayın Başbakanı çağırıyoruz buraya. (CHP sıralarından alkışlar)

ABDULMECİT ALP (Devamla) - ABD, Irak'ta Saddam'ın diktatörlüğüne son vermek isterken, Ortadoğu halklarını yeni bir bataklığa atmıştır ve korunmasız bırakmıştır.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Hükümetin ortaya çıkıp açıklama yapmasını istiyoruz.

ABDULMECİT ALP (Devamla) - Bu ortamın bedelini, hiç hak etmedikleri halde yabancılar da ödüyor.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Meclise şikâyet etmekle olmaz.

BAŞKAN - Sayın Alp, bir saniye...

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Ne diyor şimdi bu arkadaşımız?!

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Ben, milletvekili olarak, bu konuda açıklama yapılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen...

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Bu konuda konuşmak için Genel Başkanımıza söz verilmedi.

BAŞKAN - Sayın Akdemir... Sayın Akdemir...

MUSTAFA ATAŞ (İstanbul) - Hükümeti bırak, sen ne yapıyorsun?

BAŞKAN - Lütfen ama... Sayın Akdemir, niye rahatsız oluyorsunuz?!

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - DYP Genel Başkanına söz verilmedi. Milletvekili olarak hükümeti kime şikâyet ediyorsunuz?!

BAŞKAN - Buyurun Sayın Alp.

ABDULMECİT ALP (Devamla) - Irak'ta, Bağdat'ta, Felluce, Ramadi, Basra, Musul ve Kerkük kuşatmalarının ve katliamlarının ortaçağ Haçlı Seferlerinden ne farkı var allahaşkına?! Kentin elektriği, suyu kesik; insanlar aç, insanlar hastalıktan kırılıyor; halk, çil yavrusu gibi dağılıp yaralılarını ölüme terk ediyor. Ceset torbaları silah zoruyla taşınıyor. Ne Birleşmiş Milletlerden ne ABD'den ne de sivil kuruluşlardan bir tepki var; hiçbir tepki yok. ABD'nin bütün enformasyon yalanlarına rağmen, Felluce halkının açlıktan ölümle yüz yüze kaldığına, hastaneler ve ilaçlar yok edildiği için yaralıların yavaş yavaş öldüğüne, ana babaların gözlerinin önünde ölen çocuklarını evlerinin bahçesine gömdüklerine, kentten kaçtığı söylenen yüzbinlerce insanın nerede olduğunu kimsenin sormadığına, Felluce diye bir kentin artık bulunmadığına, ancak, kentin enkazı arasında gelecekte bütün medeniyetin merkezlerinden biri olan Ortadoğu coğrafyasını sarsacak direnişin devam ettiğine dair haberlerin dünyadan gizlendiği bilinmektedir.

Kısaca, insan ırkına karşı nefretin ve aşağılanmanın her türlüsünün Felluce'de yaşandığını ibretle izliyoruz. Böyle bir soykırım, böyle bir dehşet, hiçbir siyasî gerekçeyi meşrulaştıramaz. Dağda, ormanda kuşların, böceklerin ölmesine tepki koyanlar, bu katliamı sadece seyrediyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Felluce infazının Cenevre Sözleşmesine göre savaş suçu oluşturduğu açıktır; ancak, daha vahim olan, ABD'nin Irak'ta direnişi kırma gerekçesiyle Felluce'den sonra Musul'a yönelmesi ve kentleri sırayla haritadan silme operasyonuyla Irak'ı tümüyle hayalete çevirme niyetidir. Savaştan çok cinayetlerden söz edebiliriz. Şiddet şiddeti körüklüyor. Evet, Irak'ta istikrar ve barış umudu giderek zayıflıyor. Sadece bu mu; ya İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi?.. Maalesef, bugün için, Irak Halkı, Saddam dönemini arar duruma gelmiştir.

Bu savaş, uluslararası yasaları çiğneyen bir savaştır. Ayrıca, bu yasadışılık, bundan sonra, tüm dünyanın ABD'ye karşı elinde tutacağı bir koz olacaktır. Savaşın ABD gerekçelerine halkların çok azı inanmaktadır. Asıl gerekçenin petrol olduğu hemen herkesçe bilinmektedir. Büyük güçler ve onların destekçileri, dünya halklarını oyalamanın sanatını çoktan öğrenmişlerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Alp, toparlar mısınız.

Buyurun.

ABDULMECİT ALP (Devamla) - Böyle bir ortamda, dünyadaki güçlerin egemenliğinin acımasız ve hunharca uygulanması sürdürülürken, bunlar karşısında güç birliği yapması gerekenler, başta Müslümanlar olmak üzere, bundan çok uzak şekilde, hâlâ, birbirleriyle uğraşmaya devam ediyorlar.

Türkiye, jeopolitik öneminin farkına vararak, bu işin bayraktarlığını yaparak, komşu ülkelere, tüm İslam dünyasına ve insanlığa örnek bir ülke olarak, insanları bu barış çerçevesi içine çekmelidir.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Alp.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, yerimden söz almak istiyorum.

BAŞKAN - Hangi konuda Sayın Akdemir?

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Bu konuda.

BAŞKAN - Lütfen, Sayın Akdemir...

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Milletvekilimize teşekkür ederim...

BAŞKAN - Sayın Akdemir, size söz verilmedi ki...

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Milletvekilimiz, konuyu çok güzel gündeme getirdiler; ama, bu konunun muhatabı hükümettir, Başbakanın cevap vermesi gerekir.

BAŞKAN - Gündemdışı konuşmaya, Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Irak'ta yaşananlarla ilgili olarak, biraz önce gündemdışı konuşmayla görüşlerini ifade eden Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp arkadaşımıza teşekkür ediyorum. Tüm dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu Irak'ta yaşananlarla ilgili şahsî düşüncelerini Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden ifade ettiler. Bu, kendilerinin en doğal hakkıdır bir milletvekili olarak. Yanılmıyorsam, salı günü de, yine aynı konuda, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu arkadaşımız düşüncelerini ifade etmişti.

Değerli arkadaşlarım, hepinizin bildiği gibi, komşumuz Irak'taki gelişmeleri üzüntü ve endişe içerisinde izlemekteyiz. Irak'ın geleceği, gerek ikili düzeyde gerekse Ortadoğu bölgesinde ve daha geniş planda, uluslararası barış ve istikrarı etkileyecek önemdedir. Bölgesinde demokratik değerlere bağlı ve tüm komşularıyla barışçı ilişkiler geliştirmeyi amaçlayan, bir istikrar kaynağı olan Türkiye, Irak'ın bir an önce huzur, güvenlik ve istikrara kavuşmasını, dışpolitikasının en önemli hedefleri arasına yerleştirmiştir.

Irak Geçici Hükümeti kuvvetlerinin ve Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki koalisyon güçlerinin yürütmekte oldukları harekâtlar, sivil halkın günlük yaşamına çok olumsuz şekilde yansımakta, âdeta -maalesef- bir katliam görüntüsü arz etmektedir. Müttefiklerimizi bu konuda uyarmak, onları itidal ve teenniye davet etmek, ilişkileri germek değil, tam aksine, ilişkilere sağduyuyu hâkim kılmanın bir şartıdır. Türkiye, bir yandan diplomatik kanallardan soruna duyarlılığını ortaya koyarken, komşu, dost ve kardeş Irak Halkına yönelik olarak insanî görevlerini de yerine getirmenin gayreti ve çabası içerisindedir. Hepinizin bildiği gibi, Türkiye, bir süre önce, Telafer'deki operasyonlardan zarar gören soydaş ve diğer Irak vatandaşlarına Kızılay eliyle yardım ulaştırmış ve bu operasyon sırasında, bir insanî yardım görevlimiz de hayatını yitirmiştir.

ATİLA EMEK (Antalya) - Üçüncü sıradayız can kaybında! Şoförlerimiz öldürülüyor!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Irak Halkına hiçbir ayırım yapmaksızın ulaştırmakta olduğumuz yardımlar çerçevesinde, önümüzdeki haftalarda, Telafer'e ikinci bir Kızılay konvoyu gönderilecektir.

ATİLA EMEK (Antalya) - Üçüncü sırada kayıp veriyoruz. Hükümet ne durumda?! Böyle şey olur mu canım!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Kızılay Derneğinin, Irak Kızılayıyla işbirliği halinde, Felluce operasyonunda mağdur olan Iraklı sivil halkın ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik yeni bir yardım konvoyunun daha hazırlıkları içerisinde olduğunu huzurunuzda belirtmek istiyorum.

Irak'ın, kendisi ve halkıyla barışık, temsil yeteneği olan, evrensel değerlere saygılı, uluslararası toplumla dengeli ilişkiler sürdürecek bir yönetime bir an önce kavuşması gerekmektedir düşüncesindeyiz. Tarih boyunca bir arada yaşadığımız, yakın tarihimizde de karşılıklı saygı ve menfaat birlikteliği içerisinde istikrarlı ilişkiler sürdürmeyi amaçladığımız komşu Irak Halkının, belirsizlik, anarşi, kaos ve şiddet ortamına sürüklenmemesini, ulusal birliğinin çözülmemesini ve toprak bütünlüğünün zedelenmemesini sağlamaları en büyük temennimizdir.

Değerli arkadaşlarım, Irak'ın siyasî, ekonomik ve sosyal alanlarda süratle yeniden yapılandırılabilmesi için zorunlu olan güvenlik ortamının tesis edilebildiğini söylemek, maalesef, bugün için mümkün değildir. Aksine, egemenliğin Geçici Irak Hükümetine devrinden bu yana, Irak'ta başgösteren direniş ve şiddet hareketleri yaygınlaşma eğilimi göstermektedir. Kardeş Irak Halkı, hem farklı muhalif unsurların eylemlerinden hem de bunlara karşı çokuluslu güç ve Irak güvenlik kuvvetlerinin sürdürdüğü operasyonlardan mutazarrır olmaktadır. Devam eden şiddet fırtınası, ayırım yapmadan, insanî yardım hizmetlilerini, uluslararası kuruluşların memurlarını, işadamlarını, işçi ve kamyon şoförlerini ve sokaktaki sade insanları hedef almaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, Irak'ta kuvvet bulundurmadığı halde, barış ve istikrara kavuşmasına stratejik önem atfettiği komşusu Irak'ta ekonomik hayatın felce uğramasına izin vermemeye kararlıdır. Irak'a temel ihtiyaç ve insanî yardım maddeleri sevkıyatıyla devam eden imar ve bayındırlık çalışmalarını, tüm imkânlarımızla desteklemekteyiz. Zira, Irak'ta normal hayata dönülmediği ve şiddet eylemlerinin önü alınamadığı takdirde, güvenlik sorununun uygulanmaya çalışılan siyasî süreci ve geçici yönetim düzenlemelerini tehlikeye düşürmesinden ve bugünkünden çok daha vahim koşullara sürüklenmesinden ciddî endişe duymaktayız.

Türkiye, halihazırda, pek çok sektörde mal ve hizmet arzı yoluyla, Irak'ın can damarı haline gelmiştir. Irak Halkının temel ihtiyaçları ile Irak'ın imarı için gerekli olan malzeme ve altyapı hizmetlerinin temininde, içinde bulunduğumuz konumu muhafaza etmemiz gerekmektedir. Irak'ta hüküm süren olumsuz güvenlik koşullarına rağmen, ekonomik ve ticarî ilişkilerimiz son bir yıl içinde büyük ivme kazanmıştır. 2004 yılı ocak-eylül döneminde Irak'a ihracatımız 1 400 000 000 dolara ulaşmıştır. Bu rakamı ilk planda 2 milyar dolara yükseltmeyi hedeflemekteyiz; ancak, değerli arkadaşlarım, saldırılarla, Türkiye'nin Irak'taki menfaatları haleldar edilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle, ortam, ticarî ve ekonomik ilişkilerimizin daha da süratli bir şekilde geliştirilmesine müsait olduğu halde, imkân ve fırsatlar tam olarak değerlendirilememekte, bu ülkeye giden müteşebbislerimiz ve vatandaşlarımız hayatî risklerle karşılaşmakta, güvenlik tehdidi altında çalışmaktadırlar.

Son dönemde artan saldırılar neticesinde, maalesef, 60'ın üzerinde vatandaşımızın hayatını kaybettiği, bazı vatandaşlarımızın ise rehin alındığı veya akıbetlerinin meçhul olduğu doğrudur; ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Hükümetinin, bu gelişmeler karşısında çaresiz ve atalet içerisinde olmadığını da, bu vesileyle, Yüce Meclisin dikkatlerine getirmeyi zorunlu görmekteyim.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Aynen öyleyiz, aynen öyleyiz Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Dışişleri Bakanlığımız, tüm ilgili teşkilat ve kuruluşlarımızla eşgüdüm içerisinde, devletin tüm imkânlarıyla vatandaşlarımızın Irak'taki ekonomik faaliyetlerini daha güvenli bir şekilde sürdürmelerini sağlamaya çalışmaktadır. Kaybolan veya kaçırılan vatandaşlarımızın bulunması amacıyla, mevcut bütün kanallar ve imkânlar sonuna kadar kullanılmaktadır.

Vatandaşlarımızın can güvenliklerinin sağlanmasına yönelik önlemler, Irak makamları ve koalisyon güçleri de dahil olmak üzere, tüm ilgili kuruluşlar düzeyinde sürekli izlenmekte ve bilhassa, konvoylarımızın saha ve yol güvenliğinin artırılması doğrultusunda teşebbüslerde bulunulmaktadır. Buna paralel olarak, vatandaşlarımızın da Irak'ta faaliyet gösterirken, kendi güvenlikleri için risk azaltıcı tedbirlere riayet etmeleri gerektiği değerlendirilmektedir. Bu amaçla, izlenmesi gereken yöntem ve alınabilecek ilave tedbirleri açıklayan duyurular yayınlanmış, Başbakanlık direktifiyle Habur sınır kapımızda tüm ilgili kurum ve kuruluşların temsilcilerinin bulunduğu bir bilgilendirme ve koordinasyon merkezi kurulmuştur.

Hükümetimiz, Amerika Birleşik Devletleri makamlarına ve Irak Geçici Hükümetine nakliye güvenliği konusunda kolektif olarak daha müessir önlemler alabilmek ve işbirliği yapmak amacıyla, yüksek seviyeli üçlü bir diyalog süreci önermiş olup, bu görüşmelerin kasım ayının sonunda başlatılması kararlaştırılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, geçimlerini idame ettirmekten başka gayeleri bulunmayan onlarca masum nakliyecimizin, kamyon şoförümüzün, müteahhidimizin ve işçimizin Irak'ta tehlikeli koşullarda çalışmalarından ve bunlardan bazılarının hayatlarını kaybetmelerinden, kuşkusuz ki, herkes gibi biz de büyük üzüntü duymaktayız. Kayıplarımızın Irak'ta asker bulunduran bazı ülkelerin kayıplarının dahi üzerine çıktığı bir vakıadır; arkadaşlarımız da onu ifade ettiler. Bununla beraber, komşumuzdaki yangının söndürülmemesi ve istikrarsızlığın kalıcı hale gelmesi durumunda, ülkemizin çok daha vahim kayıplarla ve ulusal güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kalabileceğinin de bilinci içerisinde, Irak'a yönelik ekonomik faaliyetlerimizin kesintiye uğratılmasına izin vermeme kararlılığımızı koruyoruz. Hükümetimiz, alınan önlemleri yeterli görmemiş, ulusal ekonomimizin ve ülkemizin kurduğu barış, dostluk ve istikrar köprüsünün Irak'taki uzantısı haline gelmiş vatandaşlarımızdan bu ülkede hayatlarını kaybedenlerin acılı ailelerinin kederini paylaşmanın yanı sıra, uğradıkları felaket neticesinde karşılaştıkları zaruret koşullarının hiç olmazsa bir nebze hafifletilmesi için alınabilecek önlemleri tezekkür etmiştir ve etmektedir.

Sayın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanımızın hafta sonunda ana hatlarıyla kamuoyumuza iletmiş oldukları gibi, Dışişleri Bakanlığımız ve ilgili kuruluşlarımız, halen Hükümetimizin de destekleyeceği can kaybına uğrayan mağdur ailelere yönelik bir sosyal yardım ve dayanışma formülü üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.

Irak'ta devam eden siyasî geçiş süreci, sadece bu önemli komşumuzun ulusal birlik ve bütünlüğünden taviz verilmeden, meşru ve demokratik bir yönetime kavuşması bakımından değil, 20 nci Yüzyıl boyunca savaş ve ihtilaflar nedeniyle büyük zarar görmüş olan Ortadoğu bölgesinde özlenen barış ve istikrarın tesisi bakımından da büyük önem taşımaktadır. Nitekim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de, aynı anlayışla, 1546 sayılı Kararında siyasî sürece ilişkin temel prensipleri ortaya koymuş, uygulanması öngörülen geçiş takvimini de onaylamıştır. Bu takvime göre, siyasî geçiş sürecinin kısa vadedeki en önemli aşaması, 2005 yılının ocak ayında yapılması öngörülen seçimler olacaktır. Türkiye olarak biz de, uluslararası toplumun kararlarıyla uyum içerisinde, seçimlerin Birleşmiş Milletlerin yardımı ve rehberliğiyle, şeffaf ve tüm Irak Halkının katılımına açık bir şekilde gerçekleştirilmesini desteklemekteyiz.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Bakan, Birleşmiş Milletler nerede?! Orada insanlar ölüyor! Birleşmiş Milletler seçim yapacak... Yapma allahını seversen!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bu hedefe ulaşılması doğrultusunda, başta Geçici Irak Hükümeti olmak üzere, Irak toplumunun en geniş katmanlarını temsil eden birçok siyasî parti, grup ve liderle doğrudan temaslarımızı sürdürmekte, işbirliği kapılarımızı Irak'ın barış ve istikrarına katkıda bulunabileceğine inandığımız tüm ülke ve unsurlara açık tutmakta, görüşmelerimizde temsilcileri vasıtasıyla Irak Halkını sürece sahip çıkmaya ve mümkün olan en geniş şekilde seçimlere katılmaya teşvik etmekteyiz.

Değerli arkadaşlarım, Irak'ta, bölgecilik görüntüsü altında, grup menfaatlarının, ırk ve mezhep ayrılıklarının önplana çıkarılarak, ülkedeki hassas dengelerin sarsılmasının uygun olmayacağını, Irak'ın siyasî geçiş sürecinin istisnasız ülkedeki tüm kesimleri kapsaması gerektiğini ve Irak Halkının tamamının ülkenin doğal kaynak ve zenginliklerinden eşit şartlarda ve adil bir biçimde yararlanmasının sağlanması gerektiğini vurgulamak istiyorum.

Irak Halkının tüm kesimleriyle, tarihten, akrabalıktan ve aynı coğrafyayı paylaşmamızdan kaynaklanan yakın bağlarımızı korumaya ve daha da geliştirmeye kararlıyız. Irak Halkını oluşturan tüm kesimlerin ellerindeki fırsatı değerlendirerek, ülkelerinin geleceğini ahenk içinde birlikte inşa ettiklerini görebilmeyi arzu ve temenni ediyoruz.

Bu çerçevede, Irak'ın kurucu unsurlarından biri olan ve tarih boyunca daima ülkenin birlik ve beraberliği doğrultusunda hareket etmiş olan Türkmen soydaşlarımızın da, Irak toplumunu oluşturan diğer unsurlar gibi, ülkelerinin siyasî geleceğinin şekillenmesinde hak ettikleri yeri almalarına büyük önem atfetmekteyiz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, basından da izlemekte olduğunuz gibi, bu hafta başından itibaren bugüne kadar, Irak'ın geleceği bakımından çok önemli sonuçlar doğurabilecek bir dizi uluslararası toplantı gerçekleştirilmektedir. Bunlardan birincisi, Sayın Dışişleri Bakanımızın iki gün önce, Mısır'ın Şarm El Şeyh kentinde katılmış olduğu Irak'a Komşu Ülkeler Toplantısıdır.

Irak'ın komşularının dışişleri bakanlarını ilk kez, 2003 yılında Türkiye bir araya getirmiştir. Bugüne kadar 8 toplantı gerçekleşmiş ve bu toplantıların tümünde Irak'ın birlik ve bütünlüğünün korunması, kalıcı barış ve istikrarın sağlanması doğrultusunda gerek Irak Halkına ve siyasî liderlerine gerekse uluslararası topluma güçlü mesajlar verilmiştir.

İkinci önemli toplantı ise, yine, Mısır'da gerçekleştirilmektedir. Bu toplantıya Irak ve komşularının yanı sıra, G-8 olarak adlandırılan gelişmiş ülkeler platformu, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, İslam Konferansı Örgütü ve Arap Ligi gibi bölgesel ve uluslararası toplulukların yüksek temsilcileri katılmaktadır.

Bu toplantıların amacı, Irak'ın istikrara kavuşması, siyasî sürecin kesintisiz olarak devam etmesi, seçimler yoluyla temsil kabiliyeti olan demokratik bir hükümetin işbaşına gelmesi, Irak'tan veya dışarıdan kaynaklanan her türlü terörizm tehlikesiyle etkili bir şekilde mücadele edilmesi doğrultusunda görüş ve irade birliği sağlanmasıdır. Bu konferanslar, uluslararası toplumun bölgesel ve küresel barış ve işbirliği için zorunlu asgarî müşterekler üzerinde mutabakat sağlamalarına katkıda bulunmakta, istikrarı bozucu gizli gündemlerin de güçlü mesajlarla caydırılmasını amaçlamaktadır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti, bölge ülkelerinin yanı sıra, başta ABD olmak üzere, NATO, Avrupa Birliği ve İslam Konferansı Örgütünün ileri gelen üyeleriyle de Irak'ın geleceği konusunda danışmalarını ve işbirliğini kesintisiz olarak sürdürmeye kararlıdır.

Birbirinden çok farklı rejim, coğrafya, siyasî kültür ve değerlere sahip devlet topluluklarını bir araya getiren bu uluslararası toplantının tümünde ülkemizin saygın ve etkili bir konuma sahip olduğundan ve savunmakta olduğumuz ilke ve hedeflerin tüm muhataplarımızın ilgi, takdir ve desteğini topladığından da bahsetmeden geçemeyeceğim.

Irak'taki güçlüklerin bilincindeyiz, bu güçlüklerin kolayca ve birdenbire aşılamayacağını da idrak ediyoruz. Başta kardeş Irak Halkı olmak üzere, dost ve müttefiklerimizle elbirliği yaparak, uluslararası toplumla dayanışma içinde hareket ederek, bölgemizde kalıcı barış ve istikrarı temin edebileceğimize olan inanç ve kararlılığımızıysa hâlâ koruyoruz, korumaya devam edeceğiz.

Her iki milletvekili arkadaşıma, Hükümetimizin ve devletimizin Irak'ta yaşananlarla ilgili görüşlerini sizlerle paylaşma imkânı sağladıkları için teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Gündemdışı ikinci söz, Tunceli İlinde son zamanlarda yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya'ya aittir.

Buyurun Sayın Yerlikaya. (CHP sıralarından alkışlar)

2. - Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Tunceli İlinde son zamanlarda yaşanan olaylara ilişkin gündemdışı konuşması

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sizleri en iyi dileklerimle selamlıyorum.

Az önce Irak konusunda yaşanan olayları dile getiren arkadaşımıza teşekkür ediyorum. Emperyalist güçlerin Irak'ta insanlık âlemine yaşattıkları bu insanlıkdışı manzaraları bize seyrettirenleri ve bunları yapanları şiddetle kınıyorum, lanetliyorum.

Sayın Bakanım iki arkadaşımıza teşekkür etti, asıl teşekkür edilmesi gereken Cumhuriyet Halk Partisidir ve onun Genel Başkanıdır. 1 Mart 2003 tarihinde şu kürsüden yaptığı birbuçuk saatlik konuşmayı hepiniz can kulağıyla dinlediniz. Bugünkü ortamı, bugünkü manzaraları, bugünkü resimleri kare kare âdeta çekmişti o gün.

Değerli arkadaşlarım, işte, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun tam desteği ve bu konuşmaya kulak veren kimi AKP'li milletvekillerimizin sayesinde Türkiye bu bataklığa girmedi, bu manzaralarla karşılaşmadı ve Türkiye bu suça ortak olmadı. Şimdi yapılacak şey şiddetle buna karşı konulmasıdır ve buradaki insanlıkdışı manzaraların sona erdirilmesi için bu Meclisin ve Türkiye Cumhuriyetinin elinden geleni yapmasıdır. Öyle, Kızılayın birkaç kamyonuyla bu işler çözülmez değerli arkadaşlar.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Ne yapılması gerekiyor?!

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, dün Öğretmenler Günüydü; tabiî, sözümüz olmadığı için dün kutlayamadık. Ben, tüm öğretmen arkadaşlarımın Öğretmenler Gününü kutluyorum. Yozgat'ta bir kazada hayatını kaybeden değerli öğretmenlerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına ve eğitim camiasına başsağlığı dileklerimi sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu konuşmamın amacı, Tunceli'yle ilgili duyduğum sıkıntıları, rahatsızlıkları burada size anlatmaktır.

Biliyorsunuz, Tunceli, yirmi yıldan beri terörle iç içe yaşadı. Tabiî, terör olunca, dolayısıyla, terörle mücadele de vardı. Bir yandan terör, bir yandan terörle mücadele, 180 000 - 200 000 civarında olan Tunceli nüfusunu 80 000'lere, 70 000'lere çekti. Çok uzun bir zaman yayla yasağı getirildi, insanlar yaylalara çıkamadı. Yine, uzun bir müddet gıda ambargosu uygulandı, insanlarımız evlerine, köylerine yeteri kadar gıda götüremediler. Yine, 200'e yakın köyümüz boşalttırıldı, kimisi yakıldı, göç ettirildi ve bu acılar gittikçe çoğaldı; ama, Tunceli halkı, bu acılara rağmen, hiçbir zaman, teröre prim vermedi değerli arkadaşlarım; laik, demokratik Atatürk çizgisinden hiçbir zaman kopmadı ve kopmayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, son zamanlarda, plak tersine çevrilmeye başlanıyor, aynı plak tekrar ortaya konulmak isteniyor. Biliyorsunuz, biz, Meclis olarak, burada çok iyi niyetle çalışıyoruz. Belki hükümet de, elinden geldiği kadarıyla, doğu ve güneydoğuya bazı ekonomik imkânlar, kimi sosyal imkânlar, kültürel imkânlar götürmek istiyor. Çok iyi hatırlarsınız, geceyarısı bir yasa çıkardık; olağanüstü bölgelerde terör ve terörden zarar gören vatandaşlarımızın bu zararlarının ödenmesiyle ilgili, hakikaten, tarihî bir yasa çıkardık ki, o yasanın çıkması, gecenin geç saatlerine kadar, taa sabahın saat 03.00'üne, 03.30'una kadar sürmüştü; Meclisimiz buna itibar etmişti. Yine, hepimiz, burada, hem terörün son bulması hem o bölgenin daha iyi bir seviyeye gelmesi için, iyi niyetli gayretlerimizi sarf ediyoruz. Bundan da, hiçbir zaman, hiç kimseye şikâyet etmiyorum.

Değerli arkadaşlarım, son zamanlarda, biliyorsunuz, bu Kuzey Irak'tan birtakım terörist gruplar, tekrar doğu ve güneydoğuya gelmeye, dağlarda yavaş yavaş tekrar çoğalmaya başladılar. Herhalde, bunları Kuzey Irak'tan Tunceli'ye kadar Tunceli halkı getirmedi, güneydoğu halkı da getirmedi. Bunları taa Kuzey Irak'ın dağlarından, işte, Tunceli'nin Munzur Dağlarına, Bingöl Dağlarına herhalde o insanlar getirmedi; bu da çok iyi biliniyor. Şimdi, orada, tabiî, çatışma ortamı tekrar yavaş yavaş başlıyor, başladı da; birkısım askerlerimiz şehit oldu; hakikaten, yüreğimiz yandı. Burada, şehit düşen askerlerimize, emniyet güçlerimize, kamu görevlilerimize Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum, sabır diliyorum, metanet diliyorum, kolay değil, bunlar bizim şehitlerimiz; ama, değerli arkadaşlarım, bunlar olurken, o operasyonlar yapılırken, orada, bu işe bulaşmamış, bu işle yakından ve uzaktan hiç alakası olmamış insanlara baskı yapmak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Sayın Başkan, birkaç dakika daha...

BAŞKAN - Sayın Yerlikaya, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Sayın Başkan, toparlayacağım; ama, derdimiz çok büyük.

Yani, bunları bezdirmek, tekrar köylerinden mahallelerinden göç ettirmek, büyük varoşların ummanlarına, büyük varoşların o derin mahallelerine kapkaççı, hırsız, şu bu gibi sokmanın bir âlemi yok.

Şimdi, bakınız, bir iki aydan beri, Tunceli'de, yine, yasal olmayan şeyler oluyor. Bakınız, benim niyetim burada kimilerini suçlamak değildir. Böyle bir milletvekili değilim. Ben, deneyimli, tecrübeli, bir partinin de yetkili bir insanıyım; yani, amacım, burada hiç kimseyi karalamak, onlara suç isnat etmek değildir; ama, bazı gerçekleri de burada söylemezsek, o da bizim vicdanımıza ters düşer değerli arkadaşlar.

Şimdi, bundan bir iki ay önce yine ormanlar yakılmaya başlandı; meşe ormanlarını yakmaya başladılar. Neymiş; işte, orada meşeler gürdür, orada teröristler geziyor, görünmüyor, dolayısıyla bulunmuyor denilerek büyük bir alan yakıldı arkadaşlar; hakikaten, güç koşullar altında söndürüldü. Yazık, bu bizim millî servetimiz; yani, geçmişte de böyle oldu; ama, hiçbir şeye benzemedi, hiçbir şeye yaramadı.

Yine, bu operasyonlar neticesinde Tunceli'ye yakın bir Çiçekli Mezraı vardır, eski ismi Robaik diye bir mezra vardır. Bu mezrada yoksul insanlarımız oturuyor. Orada Tayan Ailesi vardır; baba Ali Tayan, oğlu Kazım; bunların başına gelmeyen kalmadı değerli arkadaşlar. Onların yakınlarında bir çatışma olmuş, bu çatışmadan dolayı, çatışma bittikten sonra bu insanlar büyük işkencelere maruz bırakılmış, evleri çok kötü şekilde aranmış, kışlık için hazırladığı eşyalar, yiyecekler dökülmüş; yani, bunlar iyi manzaralar değil.

Yine, hemen akabinde Geysu dediğimiz bir beldemiz vardır, orada ormana gidip kışlık odunlarını temin etmek isteyen vatandaşlarımız da tekrar aynı durumlarla karşı karşıya gelmişler, dövülmüşler, dişleri kırılmış, kolları kırılmış; velhasıl, olacak iş değil bunlar değerli arkadaşlarım. Fakat, beni burada konuşturmaya zorlayan son noktayı da size açıklamadan geçemeyeceğim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yerlikaya.

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Bakınız değerli arkadaşlarım, 10 Kasım günü Hozat'ta Kaymakamlıkta bir toplantı yapılıyor. Orada Hozat'ın bütün köy muhtarları toplantıya iştirak ediyor. Bakınız, burada 28 muhtarın imzası ve tuttuğu tutanak var. Arkadaşlar, orada alay komutanının konuştuğu lafları ben şurada okumak istemiyorum. Askerimizi bu kadar şey yapmak istemiyorum. Çünkü, bu işin içinde askerimizin tamamı yoktur. Birkısım görevli arkadaşlarımızın bana göre iyi niyetli olmayan hareketleri olarak görüyorum. Ben bu tutanağı burada okumak istemiyorum. Ben bunu ve diğer tutanakları Sayın İçişleri Bakanımıza göndereceğim. Bunlar iyi şeyler değildir. İnsanları bezdirmek, insanları oradan göç ettirmek, insanları yok saymak mümkün değildir arkadaşlar. Tunceli'nin ne kabahati var.

Geçen gün bir Cumhuriyet Yürüyüşü yapıldı. Cumhuriyet Yürüyüşüne Tunceli'nin tümü katıldı. Fakat daha sonra birkısım korucuları getirdiler. Tunceli sanki ölenleri şehit kabul etmiyor, sanki Tunceli vatanın bölünmesini istiyor gibi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yerlikaya.

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Tunceli halkı adına şunu söylüyorum, diyorum ki: Tabiî ki, elbette ki şehitler ölmez, elbette ki vatan bölünmez. Bunu hepimiz söylüyoruz; göğsümüzü kabarta kabarta söylüyoruz; ama, bize bu görünen sıkıntıları yaşatmak da iyi bir şey değildir.

Tunceli halkı yıllardır yoksulluk içinde çile çekiyor, zulüm içinde çile çekiyor, taa 1938'lere varan sıkıntılar yaşanıyor; bölgemizde, şehrimizde altyapı tarumar olmuş, ekonomik yoksulluk diz boyu, işsizlik diz boyu, gelin bunlarla uğraşalım, bunları çözelim. Vatandaşımızın gücünü, güvenini arkamıza alalım değerli arkadaşlarım.

İlgililere ben bunu burada bir hatırlatma olarak söylüyorum. Elimdeki belgeleri Sayın Bakanıma ulaştıracağım.

Hepinize teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yerlikaya.

Gündemdışı üçüncü söz, Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Halide İncekara'ya aittir.

Buyurun Sayın İncekara. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3. - İstanbul Milletvekili Halide İncekara'nın, Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması

HALİDE İNCEKARA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü dolayısıyla, gündemdışı söz almış bulunmaktayım.

Hepimiz biliriz ki, şiddet, güçlüden zayıfa karşı yönlenen bir davranış biçimidir. Bazen, güçlendiremediğimiz kadınımızda veya çocuğumuzda ya da kendini daha güçlü olanlara karşı koruyamayan Irak, Çeçenistan, Filistin gibi sivil halkta bulur kendisini ve gösterir. Demokrasinin, barışın bu kadar çok konuşulduğu, tartışıldığı, barış üzerine bu kadar çok anlaşmaların yapıldığı dünya, maalesef, güçsüz olanı şiddete karşı koruyamamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü dolayısıyla karşınızdayım. Kadına yönelik şiddet, ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadının fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik açıdan zarar görmesine ve acı çekmesine yol açan, kadının temel hak ve özgürlüklerini, onurunu zedeleyen bir eylemdir.

Kadına yönelik şiddet olaylarına, işyerinde, sokakta, okulda, gözaltında, savaşta rastlanmaktadır; ama, ne yazık ki, kadınlara, korunduğu yer diye düşünülen aile içinde de, hatta, daha yaygın bir şekilde şiddet uygulanmaktadır. Yanıbaşımızdaki anamız, kızımız ve eşimiz olan kadını bile koruyamadığımız, zayıf bıraktığımız bir düzlemde, dünyada şiddete karşı ortak bir tavır sergilememiz zor olacaktır. Yalnız ülkemde değil, bütün dünyada, başlıkları değişse bile, kadın, bu şiddet davranışlarıyla ya ailede ya işyerinde ya da sosyal hayatın içinde karşı karşıya kalmaktadır. Aile içinde sahip olunacak çocuğun cinsiyet tercihiyle ötelenmeye başlayan kadın, kendisine karşı şiddeti, yetişme döneminde toplum ve kültürel baskı karşısında, evlilik hayatında da, maalesef, en büyük şiddeti eşi tarafından görmektedir. Dayak, tecavüz, namus cinayetleri, başlık parası ve bütün bunlardan daraldığı ve sıkıştığı zaman koşturduğu kamu kurumlarında gördüğü tavırlar, maalesef, kadını, şiddet karşısında güçsüz bırakmaktadır. Ailede başlayan şiddetin gerekçesine eğitimsizlik diyebilirsiniz. Lakin, gelişmiş ülkelerde yapılan araştırmalarda da, kadınlarımızın üçte 2'sinin eşleri tarafından dövüldüğü beyan edilmektedir.

Kişiler, şiddetin en küçüğünü, en küçük yapısı ailede, büyüdükçe de toplumda, haklı gerekçeler üreterek iş hayatında da sürdürmektedirler. Bazen şiddetin nedeni, küçük gruplarda ya da kişilerde inanç, gelenek görenek, töre olarak görülmekte, güçler ve alanlar büyüdükçe, özellikle uluslararası arenada, şiddet, kendini, maalesef, demokrasi, insan hakları ve barış sözcüklerinin altına gizlemektedir.

Kişi, şiddetine, caniliğine kutsal ifadeler ekleyerek, haklı hale getirmek çabasındadır. Zaman zaman taraftarları, konu başlıkları, tarafları değişse bile, biz biliyoruz ki, değişmeyen şiddet ve bu şiddetin merkezinde, maalesef, çoğunlukla kadın bulunmaktadır.

Beri tarafta, siyasî söylemlerin içinde en çok yerini bulan kadın, maalesef, kendi tercihlerinden dolayı -bu tercihleri zaman zaman inanç, zaman zaman gelenek görenek- ama, yine, siyasî söylemlerin içinde aynı kadınlarımız ötelenmekte ve yok sayılmaktadır.

Ailede ve iş hayatında karşı cinsleri tarafından şiddete maruz kalan kadın, üzülerek söylüyorum ki, politik söylemlerde hemcinsleri tarafından da sözlü ve psikolojik şiddete muhatap olmaktadır.

İş hayatında da aynı emeğe daha az ücret alan kadın, aynı zamanda, cinsel tacizle de karşılaşmaktadır. Kadına şiddeti daha ileriki yıllarda konuşmamamız için, yaptığımız uluslararası anlaşmaları iç hukukumuza ve günlük yaşamımıza hızla yerleştirmek zorundayız.

Yazılı ve görsel basında şiddet içeren sahneleri önlemeliyiz.

Silah kontrolüne yönelik çalışmalar yapmalı, okullarda yapılan eğitimlerde şiddeti önleyen eğitim alanlarına ve uygulamalarına yer vermeliyiz.

Şiddete karşı hazırlanan yayınları, oyunları, yazılı ve görsel basında kadına yönelik şiddete karşı gerçekleştirilen faaliyetleri mutlaka desteklemeliyiz.

Erkeklerin kadınlara uyguladıkları şiddet konusunda eğitilen erkek gruplarının sayılarını artırmalı ve mutlaka desteklemeliyiz.

Ağır tahrik sayılan küfrün içerisinden kadın unsurunu temizlemeli, küfür sözcükleri içerisinde kadını aşağılayan kavramları söyleyenlere daha da ağır cezalar verilmesini sağlamalıyız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın İncekara, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

HALİDE İNCEKARA (Devamla) - Ama, bu arada, boş durmadan ülkemizde yaptığımız gelişmeleri saymak istiyorum.

Uyum yasaları çerçevesinde uzun süre ceza indirimleri söz konusu olan namus cinayetleriyle ilgili indirimler kaldırılmıştır.

Yine, Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde İş Kanununda yapılan değişikliklerle, 20 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilen İş Kanununun 24 üncü maddesinde, işyerinde cinsel tacizin işçinin iş sözleşmesinin derhal feshedilebilmesi için haklı neden oluşturduğu kabul edilmiştir.

Yeni Belediyeler Kanununun 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında "kadınlar ve çocuklar için korunma evleri açar" ibaresi eklenerek, bu durum belediyelerin aslî görevleri arasına alınmıştır. Arzu ederiz ki, kadınlarımız, şiddete maruz kalıp buralara müracaat etmek zorunda kalmasınlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken, gerekçesi ne olursa olsun, ister din, ister dil, ister ırk, ister çağdaşlık, kadına karşı ayırımcılığın yok olması ve kadına karşı uygulanan şiddetin giderilmesi için, bütün söylemlerimizde ve uygulamalarımızda, biz yasa koyucular kadar uygulayıcılarımıza, yazarlarımıza, senaristlerimize, din adamlarımıza ve eğitimcilerimize büyük görevler düştüğüne, ancak el ele ve güç birliğiyle bunları aşacağımıza inanıyorum.

Şu anda, dünya kamuoyunun önünde Irak'ta, Çeçenistan'da, Filistin'de sivil halka, kadına ve çocuklara gösterilen şiddeti, bütün kadınlar adına kınıyorum. Herkes bilmeli ki, adaletini yitiren hiçbir güç, güç değildir ve güç olarak varlığını sürdüremez.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın İncekara.

Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu karma komisyonun, bazı sayın milletvekillerinin yasama dokunulmazlıkları hakkında 5 adet raporu vardır; sırasıyla okutup, bilgilerinize sunacağım.

Kâtip Üyenin sunuşları oturduğu yerden okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - Samsun Milletvekili Mustafa Çakır'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/342) (S. Sayısı: 556) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

3167 sayılı Çek Kanununa muhalefet suçunu işlediği iddia olunan Samsun Milletvekili Mustafa Çakır hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Samsun Milletvekili Mustafa Çakır Komisyonda sözlü olarak savunmasını yapmıştır.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Samsun Milletvekili Mustafa Çakır hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

                         

(x) 556 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                  Burhan Kuzu

                                           İstanbul

                        Komisyon Başkanı ve üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

Uğur Aksöz (Adana) ve arkadaşları

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

2. - Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı ile Kayseri Milletvekili Adem Baştürk'ün Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/343) (S. Sayısı : 557) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görevi ihmal suçunu işlediği iddia olunan Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı Komisyonumuza yazılı olarak savunmasını göndermiştir.

Karma Komisyonumuz, isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                  Burhan Kuzu

                                           İstanbul

                        Komisyon Başkanı ve üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla  kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

                         

(x) 557 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

                        Uğur Aksöz (Adana) ve arkadaşları

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görevi ihmal suçunu işlediği iddia olunan Kayseri Milletvekili Adem Baştürk hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Kayseri Milletvekili Adem Baştürk Komisyonumuza yazılı olarak savunmasını göndermiştir.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Kayseri Milletvekili Adem Baştürk hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                  Burhan Kuzu

                                           İstanbul

                        Komisyon Başkanı ve üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla  kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnadları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

                        Uğur Aksöz (Adana) ve arkadaşları

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

3. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/344) (S. Sayısı: 558) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görevi kötüye kullanma suçunu işlediği iddia olunan Kocaeli Milletvekili M. Sefa Sirmen hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Kocaeli Milletvekili M. Sefa Sirmen hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                  Burhan Kuzu

                                           İstanbul

                        Komisyon Başkanı ve üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

                          

(x) 558 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

                        Uğur Aksöz (Adana) ve arkadaşları

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

4. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/345) (S. Sayısı: 559) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kamu Kurumunu dolandırmak ve evrakta sahtekârlık suçlarını işlediği iddia olunan Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                  Burhan Kuzu

                                           İstanbul

                        Komisyon Başkanı ve üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

                         

(x) 559 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

                        Uğur Aksöz (Adana) ve arkadaşları

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer raporu okutuyorum:

 

 

 

5. - Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/346) (S. Sayısı: 560) (x)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Evrakta sahtekârlık ve kamu kurumlarını dolandırmak suçunu işlediği iddia olunan Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.

Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar vermiştir.

Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.

                                  Burhan Kuzu

                                           İstanbul

                        Komisyon Başkanı ve üyeler

Karşı Oy Yazısı

Anayasamızın 83 üncü maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.

Geçici dokunulmazlık ise, seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini, tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.

Geçici dokunulmazlık TBMM kararıyla kaldırılabilmektedir.

Geçici dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı korunmasıdır.

Günümüzde pek çok ülkede geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.

Türkiye ise bu gelişimin dışında kalmıştır.

Bu durum, geçici dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol açmıştır.

Son zamanlarda kimi vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.

Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.

                         

(x) 560 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Diğer yandan dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.

Bütün bu kanı ve değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir. Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma taahhütte bulunmuştur.

Ancak şu ana kadar böyle bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.

Bu durumda, milletvekili dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesidir.

Bu nedenlerle, Komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.

                        Uğur Aksöz (Adana) ve arkadaşları

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

2 adet Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi Önergelerı

1. - Aydın Milletvekili Mehmet Mesut Özakcan ve 36 milletvekilinin, pamuk üretimi ve üreticisinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/231)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizin lokomotif sektörü olan tekstil sanayimizin stratejik hammaddesi pamuktur. Pamuk, ülke ekonomisine sağladığı katmadeğerle, yaklaşık 6 000 000 kişinin geçimini sağladığı bir endüstri bitkisidir. Tekstil sektörümüzün gelişmesine rağmen, dünyaca ünlü kalitesiyle Türk pamuğunun üretiminin her yıl düşmesi ise düşündürücüdür.

24 il, 676 ilçe ve 12 000 köyde ekimi yapılarak yaklaşık 6 000 000 kişinin geçimini sağlayan pamuğun üretimi, Akdeniz Bölgesinde yok denecek kadar azalmış, özellikle Ege Bölgesinde pamuk ekim alanları yaklaşık yüzde 30'lar kadar azalarak yerini başka ürünlere bırakmıştır.

Başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, Avrupa Birliği üyesi ülkeler, üreticilere güçlü desteklemeler uygulamaya devam ederek gelişmekte olan ülkelerde tarımın çöküşünü hızlandırmaktadır. Ülkemiz pamuk üreticileri, yeterli destek alamamanın etkisiyle pamuk ekiminden vazgeçmeye başlamışlardır. Ülkemiz tekstil sektöründe, 1 300 000 ton lif pamuk üretimine karşılık 800 000 ton üretim gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, her yıl 500 000-600 000 ton civarında pamuk ithal edilmek durumunda kalınmaktadır.

Ülkemiz pamuk çiftçisi, mazotu, gübreyi ve ilacı dünya fiyatlarının çok üzerinde kullanmakta, ürettiği pamuğu dünyaya satma şansını bulamamaktadır. Girdi maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle yeterli gelir elde edememektedir.

Tohumluk, ilaç, gübre, elektrik, mazot gibi girdi kalemlerinde ödenen ve üreticiye geri ödemesi yapılmayan KDV oranları düşürülmelidir.

Girdilerin en büyük kalemi olan işçilik maliyetlerinin düşürülmesi bakımından makineli hasat yapılması bir gerekliliktir.

Pamuk üretiminin devamını sağlamak bakımından, pamuk üreticisinin yeterli düzeyde desteklenmesi zorunludur.

Bütçeden tarıma ayrılan kaynağın dağıtımı konusunda üretime dayalı planlama yapılmalı ve üretici çiftçi, sanayici ve tekstil sektörüne katkısı sağlanmalıdır.

İşte, bu nedenlerden dolayı, pamuk ve pamuk üreticisinin sorunlarının ortaya çıkarılması, pamuk üretiminin desteklenmesine katkıda bulunmak amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.8.11.2004

Saygılarımızla.

  1- Mehmet Mesut Özakcan                                (Aydın)

  2- Özlem Çerçioğlu                                (Aydın)

  3- Hüseyin Ekmekcioğlu                                (Antalya)

  4- Osman Coşkunoğlu                                (Uşak)

  5- Abdulaziz Yazar                                (Hatay)

  6- Muharrem Kılıç                                (Malatya)

  7- İzzet Çetin                                (Kocaeli)

  8- Necati Uzdil                                (Osmaniye)

  9- Mehmet Ziya Yergök                                (Adana)

10- Mehmet Boztaş                                (Aydın)

11- Ali Arslan                                (Muğla)

12- Orhan Eraslan                                (Niğde)

13- Ufuk Özkan                                (Manisa)

14- Kemal Sağ                                (Adana)

15- Muhsin Koçyiğit                                (Diyarbakır)

16- Ramazan Kerim Özkan                                (Burdur)

17- Nurettin Sözen                                (Sivas)

18- Bayram Ali Meral                                (Ankara)

19- Enis Tütüncü                                (Tekirdağ)

20- Türkân Miçooğulları                                (İzmir)

21- Yüksel Çorbacıoğlu                                (Artvin)

22- Atila Emek                                (Antalya)

23- Uğur Aksöz                                (Adana)

24- Tacidar Seyhan                                (Adana)

25- Abdurrezzak Erten                                (İzmir)

26- Tuncay Ercenk                                (Antalya)

27- Yılmaz Kaya                                 (İzmir)

28- Ali Oksal                                (Mersin)

29- Vahit Çekmez                                (Mersin)

30- Mehmet Yıldırım                                (Kastamonu)

31- Halil Akyüz                                (İstanbul)

32- Zekeriya Akıncı                                (Ankara)

33- Ahmet Yılmazkaya                                (Gaziantep)

34- Mehmet Semerci                                (Aydın)

35- İnal Batu                                (Hatay)

36- Feridun Ayvazoğlu                                (Çorum)

37- Atilla Kart                                (Konya)

BAŞKAN - Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2. - Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu ve 24 milletvekilinin, Kastamonu-Küre-Aşıköy Maden Ocağında meydana gelen iş kazası ile ülkemizdeki iş kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/232)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

8 Eylül 2004 tarihinde Kastamonu İli Küre İlçesinde işletilen Aşıköy yeraltı bakır madeninde yangın meydana gelmiş, bu yangın sonucu 19 işçimiz hayatını kaybederken, 19 kişi de yaralanmıştır. Ülkemizde, bundan sonra meydana gelebilecek bu ve buna benzer iş kazalarının önüne geçilebilmesi, ne tür tedbirlerin alınması gerektiği yönünde Anayasanın 98 inci, Meclis İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

Gerekçe:

İş kazaları, ülkemizde ve dünyada en sık, kömür madenciliği, dokuma ve gıda maddeleri sanayileri, taş, toprak, kil, kum vesaire imalatı, metal endüstrisi makine imalatı, nakil araçları imalatı, inşaat, nakliyat, toptan ve perakende ticaret faaliyet gruplarında meydana gelmekte olup, bunların dışında; katı madde patlamaları, kimyasal madde patlamaları, akaryakıt yangınları, grizu (metan gazı) patlamaları, SPG (sıvılaştırılmış petrol gazları) patlamaları, doğalgaz kazaları, sınaî gaz patlamaları, basınç patlamaları, inşaat kazaları şeklinde gerçekleşmektedir.

Dünyada her yıl; 27 000 000 iş kazası meydana gelmekte olup, bu iş kazaları sonucu 330 000 kişi hayatını kaybetmekte ve 160 000 000 kişi de ya yaralanmakta ya da meslek hastalığına maruz kalmaktadır.

Ülkemizde ise; SSK verilerine göre, 1994-2003 yıllarını kapsayan on yıllık dönemde, ortalama her 82,4 iş kazasının biri ölümle sonuçlanmış, meydana gelen 831 248 iş kazasında, 10 084 kişi hayatını kaybetmiştir.

İş kazalarının nedenlerine baktığımızda ise; işyeri güvenliğinin yetersiz olması, çalışma saatlerinin 12-13 saatlere çıkarılması, az ücretle işçi çalıştırmak amacıyla vasıfsız ve çocuk yaşta insanların vasıflı işçi olarak çalıştırılması, özellikle maden kazalarında, kazaların önleme ve kurtarma konularında üniversitelerdeki eğitim dışında eğitim verilmemesi, meslekiçi eğitime yeterince önem verilmemesi, yeraltında kullanılan ve işçi güvenliğini doğrudan ilgilendiren malzemelerin standardı ve eksikliği konusunda tedbirler alınmaması gibi nedenlerdir.

Meydana gelen iş kazalarında ortaya çıkan yangın sonucu meydana gelen maden kazaları her ülkede yaşanmaktadır. Bu kazaları tamamen bitirmek mümkün görünmese de azaltılması, kazaya sebebiyet verebilecek nedenlerin ortadan kaldırılması ve asgarîye indirilmesi mümkün olabilir.

Araştırma önergesiyle, Küre İlçemizde yaşanan elim iş kazasıyla gündeme gelen iş kazalarının önlenmesi, alınabilecek tedbirlerin araştırılması ve değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

1- Musa Sıvacıoğlu                                (Kastamonu)

2- Sinan Özkan                                (Kastamonu)

3- Ahmet Çağlayan                                (Uşak)

4- Mehmet Ceylan                                 (Karabük)

5- Mehmet Çiçek                                (Yozgat)

6- Alim Tunç                                (Uşak)

  7- Yahya Akman                                (Şanlıurfa)

  8- Ömer Özyılmaz                                (Erzurum)

  9- İlyas Arslan                                (Yozgat)

10- İmdat Sütlüoğlu                                (Rize)

11- Turhan Çömez                                (Balıkesir)

12- Nevzat Doğan                                (Kocaeli)

13- Ayhan Sefer Üstün                                (Sakarya)

14- Hüseyin Tanrıverdi                                (Manisa)

15- Fazlı Erdoğan                                (Zonguldak)

16- Cüneyit Karabıyık                                (Van)

17- Agâh Kafkas                                (Çorum)

18- Vahit Kiler                                (Bitlis)

19- Cevdet Erdöl                                (Trabzon)

20- Mehmet Yüksektepe                                (Denizli)

21- Zafer Hıdıroğlu                                (Bursa)

22- Şükrü Önder                                (Yalova)

23- Mustafa Dündar                                (Bursa)

24- Mehmet Güner                                (Bolu)

25- Fahrettin Poyraz                                (Bilecik)

BAŞKAN - Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

V. - ÖNERİLER

A) Danişma Kurulu Önerılerı

1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Ê

Danışma Kurulu Önerisi

No. : 109                                                                                 Tarihi: 25.11.2004

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 34 üncü sırasında yer alan 679 sıra sayılı Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının bu kısmın 2 nci sırasına, 96 ncı sırasında yer alan 684 sıra sayılı Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının 3 üncü sırasına alınmasının ve gündemin 6 ncı sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                               İsmail Alptekin

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                 Başkanı Vekili

 

Faruk Çelik

Haluk Koç

 

AK Parti Grubu Başkanvekili

CHP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Öneri üzerinde söz talebi?.. Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu henüz gelmediğinden, teklifin müzakeresini erteliyoruz.

Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile İçişleri ve Dışişleri Komisyonları raporlarının müzakerelerine başlıyoruz.

7. - Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile İçişleri ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/896) (S. Sayısı: 679) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu 679 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Öymen, konuşma süreniz 20 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Uluslararası Göç Örgütü, son derece önemli işlevi olan, görevi olan bir kuruluştur. Dünyadaki göçmenlerin çeşitli sorunlarına çare bulmak için kurulmuştur ve bu örgütü kuran çalışmalar 1951 yılında başlamıştır. 1951 yılında Uluslararası Göç Konferansı toplanmış, ondan sonra da bu örgüt kurulmuştur. Bu Uluslararası Göç Konferansına o zaman 16 ülke katılmıştır. O 16 ülkeden biri Türkiye'dir ve bugün bu Uluslararası Göç Örgütünün 102 üyesi vardır; ama, bu 102 üyesinden biri Türkiye değildir maalesef, henüz. Burada büyük bir gecikme var; Türkiye, uzun yıllardan beri gözlemci olarak bu örgütün çalışmalarına katılıyor; oysa, göç meseleleri Türkiye'yi çok yakından ilgilendiriyor. Biraz gecikmeyle de olsa, bu örgüte Türkiye'nin katılma kararı almış olması bizim açımızdan da çok olumludur ve bunu destekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;  bugün dünyada  23 000 000 insan göçmen durumundadır. 23 000 000 insan demek, İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya'nın toplam nüfusu kadar insan demektir. Bu kadar insan, dünyanın çeşitli ülkelerinde göçmen olarak yaşıyor ve bu göçmenlerin çok çeşitli sorunları var, sıkıntıları var.

Türkiye de göç kabul eden bir ülkedir, göç alan bir ülkedir. Tarih boyunca çok sayıda insan, güvenlikleri için, baskılardan kurtulmak için Türkiye'yi seçmişlerdir ve Türkiye'ye göçmen olarak gelmişlerdir. Bunların büyük bir bölümü Türkiye'de kalmış ve Türk unsurunun, Türk ülkesinin, Türk milletinin bir parçası olmuşlardır.

                      

(x) 679 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

1923 ile 1997 yılları arasında Türkiye'ye gelen göçmenlerin sayısı 1 600 000 kişidir, bu kadar çok insan Türkiye'ye göç etmiştir. Dikkat çekici nokta, bu, göç edenlerin bir bölümünü, batı Avrupa'dan, o dönemde iki dünya savaşı arasındaki dönemde zulümden kaçarak, baskıdan kaçarak, özellikle Almanya'daki Nazi zulmünden kaçarak Türkiye'ye gelen aydınların oluşturmasıdır, Türkiye'ye gelen üniversite profesörlerinin oluşturmasıdır. Türkiye, o devirde, barış adası, güvenlik adası, özgürlük adası, demokrasi adası olarak görülmüştür ve bu insanlar Türkiye'de huzur içinde yaşamışlardır. Bunun evveliyatı da var; daha, Türkiye, 1492 yılında İspanya'da engizisyon zulmünden kaçmak isteyen Yahudilere ev sahipliği yapmıştır, onları Türkiye'ye getirmiştir ve onların Türkiye'de güvenlik içinde yaşamalarını sağlamıştır. İşte, bazılarının ve en son Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun, farklı dinlere, kültürlere mensup insanlara karşı yeterince hoşgörü göstermediği için eleştirdikleri Türkiye böyle bir ülkedir. O bakımdan, biz, bu gibi eleştirileri kabul etmiyoruz. Türkiye, yüzyıllardan beri, farklı dinlere, farklı kültürlere mensup insanların bir arada yaşadıkları bir ülke olmanın gururunu taşımaktadır.

Değerli arkadaşlar, Uluslararası Göç Örgütünün çalışmaları arasında, göçmenlere yardımcı olmak vardır, sığınmacılara yardımcı olmak vardır, ülkesine geri dönmek isteyen insanlara yardımcı olmak vardır.

Şimdi, biz de, bu Uluslararası Göç Örgütünden, kendimizi ilgilendiren, ülkemizi, vatandaşlarımızı ilgilendiren konularda destek istemek durumundayız ve buna hakkımız var. Hele, şimdi, üye olduktan sonra, zannediyorum ki, bu örgütle daha sıkı işbirliği yapacağız.

Şu anda göç alanında bizim son derece ciddî, son derece önemli sorunlarımız var; bunlardan bir örneği Yüce Heyetinize arz etmek istiyorum: Terörün çok yoğun olarak yaşandığı 1990'lı yılların ortalarında, terör örgütü, Türkiye'den, 10 000'den fazla vatandaşımızı zorla, tehditle, kandırarak Kuzey Irak'a kaçırmıştı. Bunlar Atruş bölgesinde yerleştirilmişlerdi ve bu vatandaşlarımız orada PKK'nın baskısı altında yaşamak zorunda kalmışlardı. O devirde, Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği bunlara çeşitli yardımlar yapmıştı; gıda yardımı yapmıştı, bunları beslemişti, barındırmıştı ve Birleşmiş Milletler Bayrağını da bu üssün üzerine çekmişti, bu kampın üzerine çekmişti. O devirdeki Türk Hükümeti çok ciddî girişimler yaptı, bu kampın terör örgütünün girişimiyle kurulduğunu kanıtladı ve Birleşmiş Milletlerin bunlara yardımcı olmasına son verdi. Birleşmiş Milletler Bayrağı kaldırıldı ve bu vatandaşlarımızın Atruş'ta PKK terör örgütünün baskısı altında yaşamalarına engel olmak için gayret sarf edildi. Daha sonra, bu vatandaşlarımız oradan Irak'ın başka bir bölgesine, Mahmura bölgesine nakledildiler.

Değerli arkadaşlar, biz, defalarca hükümeti uyardık; fakat, maalesef, hükümetten henüz bir cevap alabilmiş değiliz. Eğer, bugün, Sayın Bakanın elinde bilgi var da Yüce Meclisi aydınlatırsa çok seviniriz. Bu vatandaşlarımız hâlâ oradadır, hâlâ Mahmura'dadır. Evvelce, bunların içinden Türkiye'ye kaçanlar, büyük baskı altında yaşadıklarını; terör örgütünün, bunların çocuklarını dağa kaldırdığını, terörist haline getirdiğini söylediler. Şimdi, soruyoruz: Bu insanlarımızın Türkiye'ye geri getirilmesini sağlamak için, hükümetimiz, nasıl bir çalışma içerisindedir? Bunları kaderlerine terk edebilir miyiz? Hangi ülke, yabancı bir ülkeye zorla kaçırılan, kandırılarak kaçırılan vatandaşlarının akıbetine karşı kayıtsız kalabilir? İşte, bu konuyu Yüce Meclisin gündemine getirmek istiyoruz. Uluslararası Göç Örgütünden de yararlanarak, onların çalışmalarından da yararlanarak, bu vatandaşlarımızdan Türkiye'ye kendi özgür iradeleriyle dönmek isteyenlerin, güvenlik içerisinde, Türkiye'ye geri getirilmelerinin sağlanmasını hükümetten rica ediyoruz. Bu, son derece önemli bir konudur ve bu konunun üzerinde durmaya devam edeceğiz. Bazıları, Kürt asıllı vatandaşlarımızın haklarını koruduklarını iddia ediyorlar yurt içinde ve yurt dışında. Bu çevrelerden, Mahmura'da bulunan ve teröristler tarafından kaçırılmış bulunan bu vatandaşlarımızın kaderiyle ilgili herhangi bir söz söylediklerini duymuş değiliz. Türkiye'yi ziyaret eden bazı yabancı politikacıların ve insan hakları örgütlerinin de bundan bahsettiğini duymuş değiliz. İşte, Yüce Meclisin huzuruna bu konuyu getiriyoruz ve hükümetten, bu konuda duyarlı bir davranış içerisine girmesini bekliyoruz. Kürt asıllı bu vatandaşlarımız, devletin her türlü korumasından yararlanmalıdırlar ve biz, Yüce Meclis olarak, onların kaderine sahip çıkmalıyız.

Değerli arkadaşlar, bu vesileyle bir hususa daha değinmek istiyorum. Uluslararası Göç Örgütünün görevlerinden biri de, başka ülkelerde sığınmacı olarak kabul edilmeyenlerin, siyasî mülteci olarak kabul edilmeyenlerin, ülkelerine geri gönderilmelerini sağlamaktır. Şimdi, bu konuda da Türkiye'nin çok ciddî sorunları var. 1980'li yıllardan bu yana, terör örgütünün örgütlediği bir insan ticareti cereyan etmektedir. Ülkemizden, insanları, çalışmak için Almanya'ya götürüyorlar ve bunları, siyasî mülteci adı altında Almanya'ya sokuyorlar ve bunların orada gayrimeşru bir şekilde yaşamalarını örgütlüyorlar. Şimdi, bu da, son derece önemli bir konudur. Dünyada 1 yılda 800 000 ilâ 900 000 insan bu şekilde insan ticaretine maruz kalıyor ve bunlardan bir bölümü de, ne yazık ki, bizim vatandaşlarımızdır.

Burada bizim soracağımız çok soru var. Avrupa Birliğine resmen aday yapılan ve birkaç gün sonra üyelik müzakerelerine başlaması -ümit ediyoruz- kabul edilecek olan bir ülkeden, bir Avrupa Birliği ülkesinin siyasî mülteci kabul etmesi normal midir, doğal mıdır? Bu Avrupa Birliği ülkeleri siyasî mülteci kabul edilemeyecek ülkelerin listesini çıkarıyorlar. Bu listede bütün Avrupa ülkeleri var, Avrupa Birliği üyesi olmayan Avrupa ülkeleri de var, bazı Asya ülkeleri var, bazı Afrika ülkeleri var; ama, Türkiye yok. Türkiye'nin, bugün, siyasî mülteci kabul edilebilecek ülkelerden biri olmasını içimize sindirebilir miyiz? İşte, bu konuda da hükümetimizin girişimde bulunmasını bekliyoruz ve Türkiye'nin, Almanya'da ve diğer Avrupa ülkelerinde siyasî mülteci kabul edilemeyecek ülkeler listesine dahil edilmesini istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, siyasî mülteci adı altında bu ülkelere giden vatandaşlarımız perişan durumdadırlar. Bunların yaklaşık yüzde 90'ının talepleri reddediliyor; ama, çeşitli çevrelerin baskısıyla talebi reddedilen insanlarımız ülkemize gönderilmiyor. Bunlar, oradaki büyükelçiliğimize, başkonsolosluklarımıza başvurarak pasaport istiyorlar bizden. "Bizim siyasetle alakamız yok, biz çalışmak için geldik, bazı örgütler bizi buraya getirdi para karşılığında..." Adam başına 2 500 euro karşılığında bunları oraya götürüyorlar, ondan sonra, orada kaderlerine terk ediyorlar. Bunlar kaçak işlerde çalışıyor, günlük hayatlarını, geçimlerini sağlamaktan mahrumdurlar; bunlara da mutlaka sahip çıkmamız gerekiyor. Bizim, hükümet olarak, Meclis olarak bu vatandaşlarımıza da sahip çıkmamız gerekiyor. Bunlara, yılda ortalama olarak 5 000 pasaport veriyoruz. Bu insanların siyasî mülteci sıfatını taşımaları şu anda mümkün değildir, doğru da değildir ve bu, Türkiye'nin itibarını zedeliyor. Bizim elimizdeki rakamlara göre, Almanya'ya yapılan siyasî başvurular listesinde, Türkiye, maalesef, hâlâ birinci sırada yer almaktadır; bunu, kabul edemeyiz. O bakımdan, bu meseleye, Uluslararası Göç Örgütüyle işbirliği halinde mutlaka çare bulunmasını istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, yine, bu konuyla ilgili olarak bir hususa daha değinmek istiyorum. Avrupa Birliği Komisyonunun 6 Ekimde yayımladığı Türkiye raporunda göç konularına da değiniliyor.

Şimdi, burada dikkat çekici birkaç nokta var, onu dikkatinize getirmek istiyorum. Bir tanesi şudur: Deniliyor ki, Türkiye, göçmen kabulünde hiçbir coğrafî sınırlama kabul etmemelidir, bütün coğrafî sınırlamaları kaldırmalıdır. Biz, uluslararası anlaşmalarda, güneyden, güneydoğu sınırlarımızdan gelecek göçmenlerle ilgili olarak belli rezervler koymuş bulunuyoruz. Bunun sebepleri de gayet açıktır; birinci Körfez savaşı sırasında, onbeş gün içerisinde, 450 000 Kürt asıllı Iraklı göçmen ülkemize gelmiştir ve bu, bize çok büyük bir maliyete yol açmıştır. Bunlar için sadece devlet bütçesinden ödediğimiz para 225 000 000 doları bulmuştur. Ayrıca, bunların içine sızan teröristler, uzun yıllar, Güneydoğu Anadoluda başımıza büyük bir terör sıkıntısı yaratmıştır. İşte, o bakımdan, Türkiye'nin doğudan ve güneyden gelecek göç hareketlerine karşı belli koruyucu tedbirler almasının makul sebepleri vardır; bunu, Avrupa Birliğine çok iyi anlatmamız lazım.

Yalnız, raporda sadece bu söylenmiyor, raporda bizim açımızdan ilginç bazı şeyler de söyleniyor. Mesela deniliyor ki, Türkiye, üye olduktan sonra bile, uzunca bir süre Schengen Anlaşmasına katılmayacaktır. Niye katılmayacaktır; çünkü, Türkiye'ye, çeşitli ülkelerden göçmenler geliyor ve bunlar, Avrupa Birliği için ciddî bir tehdit oluşturabilir; onun için, biz, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sınırları uzunca bir süre kaldıramayız.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bir taraftan deniliyor ki, bütün coğrafî tahditleri kaldırın, gelmek isteyen göçmenlere engel olmayın; bir taraftan da deniliyor ki, Türkiye'ye çok fazla göçmen geliyor, bunların Avrupa Birliğine girmelerine engel olamıyoruz; o yüzden, Türkiye üye olsa da, Türkiye'ye bazı kısıtlamalar getireceğiz. Şimdi, burada bir çelişki görmüyor musunuz?! Bu konunun üzerine gitmek gerekmiyor mu?! Türkiye'nin, bunu, Avrupa Birliğine anlatması gerekmiyor mu?!

Şimdi, burada can alıcı nokta şudur: Başka ülkeler söz konusu olduğunda, diğer aday ülkelerin hepsine -son olarak Bulgaristan ve Romanya da dahil olmak üzere- vize mecburiyetini kaldırdılar; hepsine vize mecburiyeti kalktı; fakat, Türkiye'ye kalkmadığı gibi bugün, yarın üyelik müzakerelerine başlandıktan sonra da kaldırılmayacağı anlaşılıyor; hatta -raporda yazıldığına göre- Türkiye tam üye olduktan sonra bile vize yükümlülüğü tam olarak kaldırılmayacak.

Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliğinde bunun örneği var mıdır?! Buna benzer bir durum hiç yaşanmış mıdır?! Avrupa Birliğine üye olduktan sonra, hâlâ, vize yükümlülüğüne tabi olanlar var mıdır?!

O bakımdan, biz, bu konuların hükümetimizce çok ciddî bir şekilde ele alınmasını tavsiye ediyoruz ve bu konuların, mutlaka, üzerine gidilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Almanya'daki vatandaşlarımızın statüsünü de bu çerçevede düşünmek lazımdır. Bunlardan, yaklaşık 800 000 vatandaşımız Alman vatandaşlığına geçmiştir; fakat, daha henüz, Alman vatandaşlığına geçmeyen, yaklaşık 1 500 000 insanımız vardır. Bunların haklarının ve çıkarlarının korunması ve Almanya'daki statülerinin ve haklarının güvence altına alınması lazımdır.

Değerli arkadaşlarım, bu insanlarımızdan yüzde 23'ü işsizdir. Almanya'da ortalama işsizlik oranı yüzde 10 iken, Almanya'daki Türkler arasında işsizlik oranı yüzde 23'tür; buna, mutlaka çare bulmak lazımdır. Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Yüce Meclisin kararıyla, biliyorsunuz, bir komisyon kurduk; yurtdışındaki vatandaşlarımızın sorunlarını incelemek üzere bir komisyon kurduk ve bu komisyon çok değerli bir çalışma yaptı, bir rapor hazırladı; fakat, üzülerek görüyoruz ki, bu raporumuz hiçbir yere ulaşmış değildir. Biz, yurtdışındaki temsilciliklerimize soruyoruz, Almanya'daki büyükelçiliğimize, başkonsolosluklarımıza soruyoruz, hiçbirinin elinde bu rapor yok. Almanya'daki derneklerimize soruyoruz, hiçbirine bu rapor ulaşmamış. Değerli Meclis Başkanımızdan rica ediyoruz, lütfen, bu raporun ilgili bütün kuruluşlarımıza, yalnız hükümete değil, yurt dışındaki ilgili bütün kuruluşlarımıza, derneklerimize, vatandaşlarımıza ulaştırılması için bir çaba gösteriniz ve bu raporun ulaşmasını sağlayalım.

Bu raporda sözünü ettiğim sorunlara ilaveten oradaki vatandaşlarımızın pek çok sorunu var. Yalnız Almanya'da 30 000 çocuğumuz özürlüler okuluna gidiyor. Büyük çoğunluğu özürlü olmadıkları halde, dilbilgisi eksikliği, anaokuluna gidememeleri gibi gerekçelerle özürlüler okuluna gidiyor. İşte, bu ve buna benzer ciddî sorunlarımız vardır. Bu sorunların çözümünde, eğer, ikili ilişkilerimizle netice alamıyorsak, sonuç alamıyorsak, o zaman Uluslararası Göç Örgütü gibi kuruluşların aracılığıyla sonuç almaya çalışmalıyız. Bunlar, netice itibariyle, bizim insanlarımızdır, bizim vatandaşlarımızdır, şu veya bu şekilde göçmen olmuşlardır; ama, onların haklarını ve çıkarlarını korumak da zannediyorum ki, bizim en önemli görevlerimiz arasındadır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; burada dile getirdiğimiz konulara hükümetimizin özenle eğileceğini ümit ediyoruz. Bu konular, ülkemizin insanlarını çok yakından ilgilendiren konulardır ve ümit ediyoruz ki, Sayın Bakan, bu konuda Yüce Meclise bilgi verecektir, eğer, şu anda elinde yeterince bilgi yoksa, daha sonra ilk fırsatta Meclisi bilgilendirecektir.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasını bu düşüncelerle, bu anlayışla onaylıyoruz, destekliyoruz; bu vesileyle, Yüce Meclise, tekrar, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.

Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Mustafa Dündar; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA DÜNDAR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Uluslararası Göç Örgütü, 5.12.1951 tarihinde Türkiye'nin de içinde bulunduğu 16 ülkenin katılımıyla Brüksel'de toplanan Uluslararası Göç Konferansını takiben kurulan Hükümetlerarası Göç Komitesinin devamıdır.

Örgüt, 1989 yılından itibaren Uluslararası Göç Örgütü adını almış olup, merkezi Cenevre'dedir.

Örgüte Kasım 2003 itibariyle 102 ülke üyedir. Ülkemizin de içinde bulunduğu 29 ülke ise, gözlemci statüsünü haizdir.

Komisyonumuzca, örgütün 2004 Kasım ayı sonunda yapılacak toplantısından önce üye olmamızı teminen tasarının İçtüzüğün 52 nci maddesine göre öncelikle görüşülmesine karar verilmiştir. Söz konusu anlaşmaya katılmamızla örgütteki gözlemci statüsü asıl üyeliğe dönüşecektir.

Örgüt göç hareketlerinin yasal ve düzenli bir biçimde gerçekleşmesini sağlamaya yönelik hizmet veren bir kurum olup, genel olarak, mültecilerin yerleşim işlemlerine yardımcı olmakta, özellikle sorunlu bölgelerdeki mültecilerin veya uluslararası koruma altına alınması gerek görülmeyip sığınma başvurusu reddedilenlerin geri gönderilmeleri veya başka ülkelere nakillerinde rol oynamaktadır. Dünya çapında göç hareketlerinin düzgün akışını sağlamak, göçmenlerin gittikleri ülkeye en iyi koşullarda yerleşmeleri, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısına entegre olmalarını kolaylaştırmak açısından, göçle ilgili hizmetlerin uluslararası boyutta sağlanmasının çoğu zaman gerekli olduğu görülmektedir.

Göç ve mülteciler konularında devletler, uluslararası kuruluşlar, hükümet kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları arasında sıkı işbirliği ve eşgüdüm olması gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, mazlumlara kucak açan bir ülkedir. Seçim ilim Bursa da dışgöçlerin yoğun olduğu bir ildir. Balkan ülkelerinden, özellikle Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Arnavutluk ve Kosova'dan büyük göç almaktadır. Bunların, pek tabiî ki, gerek Türkiye'de idarî sorunları ve gerekse gelmiş oldukları ülkelerle ilgili sorunları bulunmaktadır. Ben, sizlerle, sadece Bulgaristan'dan gelenlerin bir sorununu paylaşmak istiyorum.

1989 zorunlu göçüyle, Bulgaristan'dan Türkiye'ye 400 000 civarında soydaşımız gelmiştir. Bu şekilde veya diğer yollarla ülkemize gelen soydaşlarımızın sosyal güvenlik haklarıyla ilgili sorunları vardır.

Bulgaristan'da geçen hizmet sürelerinin Türkiye'ye aktarılması ve hizmet sürelerinin birleştirilmesi, soydaşlarımızın en önemli sorunlarıdır. Bulgaristan, 1989 göçünde, Türkiye dışında, göç alan diğer ülkelerle bu anlaşmayı yapmıştır ve oraya giden Bulgar vatandaşlarının sosyal haklarını vermektedir; fakat, Türkiye'ye gelen soydaşımız çok fazla olduğu için, Bulgaristan bu konuda ayak diremekte ve sosyal güvenlik anlaşması yapmaya pek yanaşmamaktadır. Bu konuyla ilgili Bursa'daki sivil toplum örgütleri, hem Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına hem de -Bulgaristan'a giderek- Bulgaristan'ın bakanına bu kişilerin imzalı dilekçelerini sunmuşlardır ve eğer bu konu iki ülke arasında anlaşmayla çözülemiyorsa -sivil toplum örgütlerinin düşüncesi- bu konuyu Avrupa Birliğine taşıyacaklarını söylemektedirler.

Bunun dışında, Türkiye ile Bulgaristan arasında 4 Kasım 1998 tarihinde Ankara'da imzalanan ve 1 Mart 1999 tarihinde yürürlüğe giren, Bulgaristan emekli maaşlarının Türkiye'de ödenmesine ilişkin bir anlaşma vardır ve bu anlaşmaya göre, Bulgaristan'da emekli olan soydaşların maaşları Türkiye'ye transfer edilmektedir. Tabiî, bunun da kendine göre bazı şartları vardır. Yılda iki defa, burada yaşayan kişiler, yaşam belgelerini SSK aracılığıyla ibraz ettirdiklerinde maaşları Türkiye'ye gelmektedir. Bulgaristan tarafı bu evrakı çok sıkı bir incelemeye tabi tutarak, elinden geldiğince bu ödemeleri ötelemeyi düşünmektedir. Tabiî, bu kişiler yaşlı; bir kişi ölse, bir kişi bir kişidir, kâr düşüncesindedir. Bizim yapmış olduğumuz tespitlere göre, derneklerimizin bize söylediklerine göre, bu şekilde maaş alan 40 000 civarında kişiden 11 000 küsurunun maaş ödemesi, Bulgaristan tarafından iade edilmiştir. Bu 11 000 civarındaki maaş iadesinin 6 000 küsuru da, burada bizim memurlarımızın yapmış olduğu hatalardan kaynaklanmaktadır. Bu konu, beni üzmüştür ve bu konuyla ilgili durumu, Bakanımıza yazılı olarak ilettim, bu konuyla ilgili bilgi istedim. Şimdi, insan ister istemez düşünüyor; yani, Bulgaristan vermemek için direniyor, bazı nedenler buluyor; biz neden bunlara alet oluyoruz, biz neden bu işi daha ciddî incelemiyoruz?!  Bu da,  aslında  çok  büyük  bir para olmamakla birlikte -kişi başına gelen maaş 30 ilâ 50 eurodur- o kişinin bu paraya ihtiyacı vardır. İnşallah, Bakanlığımız, bu konuda gerekli hassasiyeti göstererek bu sorunu çözecektir diye düşünüyorum. Yeri gelmişken, uluslararası göçü konuşurken, bunu da, burada bilgi olarak kamuoyuna arz ediyorum.

Geçici göç, dönüş göçü ve bölge içinde yapılan göçler için de bu hizmetlerin yapılması gerekmektedir. Uluslararası Göç Örgütü, çalışmalarında, ilgili hükümet ve hükümetdışı kuruluşlarla yakın işbirliği yaparak, uluslararası faaliyetlerin eşgüdümünü sağlamaktadır. Örgüt, göçmenlerin kabul şartlarının ve sayılarının devletlerin ulusal egemenlik alanlarına ait bir konu olduğunu kabul etmekte ve görevlerini yerine getirirken ilgili devletlerin mevzuatına uymaktadır.

Türkiye'nin 1999 yılından bu yana gözlemci olarak katıldığı Uluslararası Göç Örgütünün ülkemizdeki görevlerini daha iyi koordine edebilmek amacıyla devamlı temsilcilik açma başvurusu, 1991 yılında uygun görülmüştür. Bu çerçevede, Uluslararası Göç Örgütünün ülkemizdeki mevcudiyetinin belli bir hukukî statüye bağlanması, görev alanındaki katkılarını daha etkin bir şekilde yürütebileceği hukuksal durumun, ayrıcalık ve bağışıklıkların belirlenmesi amacıyla bir anlaşma yapılması kararlaştırılmıştır. 16.11.1995 tarihinde Ankara'da imzalanan 16.12.2003 tarihli ve 4984 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan söz konusu anlaşma 26.12.2003 tarihli ve 2003/6684 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe girmiştir. Üye olmadığımız halde ülkemiz ile Uluslararası Göç Örgütü arasında yakın bir işbirliği sürdürülmekte ve ülkemizdeki sığınmacıların üçüncü ülkelere nakillerinde Uluslararası Göç Örgütü önemli katkılarda bulunmaktadır. Söz konusu teşkilata üye olunması, mevcut işbirliğinin artırılması ve Uluslararası Göç Örgütünün ülkemizde daha fazla proje gerçekleştirmesine olanak sağlayacaktır. Bu bağlamda iltica ve göçle ilgili eğitim programları ve insan kaçakçılığıyla mücadele konularında teknik yardım sağlanması gibi hususlarda Uluslararası Göç Örgütünün kaynaklarına ilaveten üçüncü taraf kaynakların artırılması sağlanacak; ülkemizin, göç, insan kaçakçılığı gibi konulara ilişkin çalışmaları yönlendirme konusunda daha fazla katkıda bulunması mümkün olabilecektir. Bu suretle, özellikle insan kaçakçılığı gibi konularda ülkemize bazı çevrelerce yöneltilen eleştirilere de yanıt verilmiş olunacaktır.

Öte yandan, Avrupa Birliğine katılım sürecinde, insan kaçakçılığı gibi sorunlarla mücadele konusunda ve göç bağlantılı bazı kriterlerin yerine getirilmesinde anılan kuruluşla daha yakın ve kapsamlı işbirliğine gidilebilecek ve bundan yarar sağlanabilecektir.

Tasarıya AK Parti Grubu olarak kabul oyu vereceğimizi beyan eder, hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Dündar.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

UluslararasI Göç Örgütü Kuruluş AnlaşmasIna KatIlmamIzIn Uygun

Bulunduğuna Daİr Kanun TasarIsI

MADDE 1.- Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına katılmamız uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı               : 249

Kabul       : 249 (x)

Böylece, tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.55

                      

(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.10

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere, kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları raporlarının müzakerelerine başlıyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

8. - Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/880) (S. Sayısı: 684) (x)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporu 684 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Ufuk Özkan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Özkan, konuşma süreniz 20 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA UFUK ÖZKAN (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sıra sayısı 684 olan Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Dünya Sağlık Örgütünün, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 171 üyesi, insan ve kamu sağlığının korunması amacıyla yapılan ilk uluslararası sözleşme niteliğini taşıyan, Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin nihaî metni üzerinde mutabık kalmışlar ve anılan sözleşme, Dünya Sağlık Asamblesinin 21 Mayıs 2003 tarihinde yapılan genel kurul toplantısında kabul edilmiştir.

Sözleşme, tütün ve tütün mamullerinin vergilendirilmesi ve fiyatlandırılması, sigara ve diğer tütün mamullerinin kullanımının önlenmesi ve tedavisi, tütün ve tütün mamullerinin yasadışı ticaretinin önlenmesi, reklam, sponsorluk ve promosyonlar ile paket ve etiketlemeyi de içerecek şekilde ürün düzenlemelerine ilişkin hükümler içermektedir. Sözleşmenin 36 ncı maddesi uyarınca, 40 ülkenin onaylamasını takiben doksan gün içerisinde yürürlüğe girecektir. 2004 Haziran ayı itibariyle, sözleşme 143 ülke tarafından imzalanmış, 21 ülke tarafından onaylanmıştır.

Türkiye'de 1996 yılında çıkarılan 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanunda öngörülen hususlarla paralel olması nedeniyle, sözleşme, söz konusu kanunun uygulanması esnasında sonradan ortaya çıkan birtakım eksikliklerin giderilmesine de yardımcı olacaktır.

Tütünün insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, Türkiye'de halihazırda 2 720 000 000 Amerikan Doları tutarında ekonomik kayba neden olmakta. Yaklaşık 100 000 kişi, sigara nedeniyle, her yıl erken ölümle yaşamını yitirmektedir. Gelişmiş ülkelerde tütün tüketimi hızla düşerken, ülkemizde son yirmi yılda yüzde 80 oranında artış göstermiş, sigaraya başlama yaşı da giderek küçülmüştür. Bu gerçekten hareketle, tali komisyon olan Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporundan bazı tespitleri aktarmak istiyorum.

                      

(x) 684 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

4.11.2004 tarihli toplantıda, sözleşmenin ülkemize kazandıracağı maddî kazanımların ötesinde insana ilişkin çok yararlı hükümler içerdiği, sigara üreten şirketlerin pazar peşinde koştukları ve en iyi pazarların genç nüfusa sahip ülkeler olduğu, ülkemizin genç nüfusa sahip olduğu ve bu nedenle sigara üreticileri için iyi bir pazar olduğu, 4207 sayılı Kanunda yasaklanmasına rağmen küçüklere sigara satıldığı, para cezasının uygulanmadığı, ülkemizde her gün yüzlerce insanın sigara nedeniyle ölmekte olduğu; bu nedenle de, sözleşmenin, bir an önce onaylanmasının, hem maddî hem de insan yaşamı bakımından yararlar sağlayacağı ifade edilmiştir.

Esas komisyon olan Dışişleri Komisyonunun 11 Kasım 2004 tarihli toplantısında, sorunun sağlık boyutu yanında ekonomik boyutunun da ihmal edilmemesi gerektiği vurgulanmış ve tütün yetiştiren kesimin durumuna hassasiyet gösterilmesinin önemi üzerinde durulmuştur.

Bu sözleşme, halk sağlığını koruma haklarına öncelik verme kararlılığını taşıyarak, tütün salgınının yayılmasının, halk sağlığı için ciddî sonuçları olan ve etkin, uygun ve kapsamlı bir uluslararası tepki verilmesinde mümkün olan en geniş uluslararası işbirliğini ve tüm ülkelerin katılımını gerektiren küresel bir sorun olduğunu kabul ediyor.

Bilimsel kanıtların, tütün tüketiminin ve tütün dumanına maruz kalmanın ölüme, hastalıklara ve sakatlıklara neden olduğunu, sigara ve diğer tütün mamullerine maruz kalma ile tütüne bağlı hastalıkların ortaya çıkması arasında belli bir zaman aralığı olduğunu gösteriyor ve kabul ediyor.

Ayrıca, yüksek düzeyde işlenmiş olan sigara ve tütün içeren diğer bazı ürünlerin bağımlılığa ve bu bağımlılığın devam etmesine yol açtığını ve bunların içerdiği bileşiklerin çoğunun ve oluşturdukları dumanın farmakolojik olarak aktif, toksik, mutajenik ve kanserojen olduğunu kabul ediyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, doğum öncesi dönemde tütün dumanına maruz kalmanın, çocuğun sağlığına ve gelişimine olumsuz etkilerde bulunacağıyla ilgili açık bilimsel veriler olduğunu tespit ediyor. Tüm dünyada çocukların ve ergenlerin sigara kullanımlarındaki, özellikle giderek erken yaşlarda sigara içilmesindeki artıştan endişe duyuyor.

Sigara ve diğer tütün ürünlerinin kaçakçılık, yasadışı imalat ve sahte üretim gibi her türlü kanunsuz ticaretinin önlenmesinde ortak hareket etmenin önemini vurguluyor.

Bazı gelişmekte olan ve ekonomileri geçiş sürecinde olan ülkelerde tütün kontrol programının orta ve uzun vadede doğurabileceği sosyal ve ekonomik zorlukları gözönünde tutarak, bu ülkelerin sürdürülebilir kalkınma için, ulusal olarak geliştirilmiş stratejiler bağlamında teknik ve finansal desteğe olan ihtiyacını kabul ediyor.

Bu noktada, ülkemiz tütünü ve tütüncüsü açısından bu sözleşmenin önemini vurgulamak istiyorum. Yıllardır yanlış tütün politikalarıyla tükenmek üzere olan Türk tütünü ve tütüncüsünün geleceği için bu sözleşmeyi son derece önemsiyorum. Herkesin ulaşılabilir en yüksek fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarında yaşama hakkını belirten, 16 Aralık 1966 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinin 12 nci maddesine atıfta bulunarak, 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesinin, sözleşmeye taraf olan devletlerin, çocukların mümkün olan en yüksek sağlık standartlarında yaşama haklarını tanımaları gerektiğini belirtiyor. Sözleşmenin maddelerinden bazı bölümleri aktarmak istiyorum.

Önce, amaç nedir, ona bir bakalım. Bu sözleşmeyle, tütün kullanımı ve tütün dumanına maruz kalmanın yaygınlığını ve sürekli özlü bir şekilde azaltmak için, tarafların ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeylerde uygulayacakları bir tütün kontrol önlemleri çerçevesi sağlamak suretiyle, mevcut ve gelecek nesilleri tütün tüketimi ve tütün dumanına maruz kalmanın yıkıcı sağlık, sosyal, çevresel ve ekonomik sonuçlarından korumaktır.

Gelişmekte olan ve ekonomileri geçiş sürecinde olan ülkelerdeki tütün kontrol programlarının bir sonucu olarak, geçimleri olumsuz etkilenen tütün yetiştiricilerine ve işçilerine teknik ve malî destek sağlanmasının önemi kabul edilmeli ve ulusal olarak geliştirilen sürdürülebilir kalkınma stratejileri kapsamında ele alınmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözleşmeyle bir değişiklik yapılıyor. Uluslararası seyahat eden yoluculara tütün ürünlerinin vergisiz ve gümrüksüz satışını yasaklama ve sınırlandırma getiriliyor. Sözleşmenin "tütün dumanından korunma" bölümü şunu ifade ediyor: Her bir taraf, kapalı işyerlerinde, toplutaşıma araçlarında, kapalı kamu alanlarında ve gerektiğinde kamuya açık diğer yerlerde tütün dumanına maruz kalmayı engellemek için ulusal yasalarla belirlenen mevcut resmî yetki alanlarında etkin, yasal, icraî, idarî ve diğer önlemleri alacak ve uygulayacak ve bu önlemlerin yetkisine giren diğer düzeylerde de kabulü ve uygulanmasını etkin bir şekilde teşvik edecektir.

Sözleşme yürürlüğe girdikten sonraki üç yıllık süre içinde, tütün ürünlerinin paketlenmesi veya etiketlenmesinde, bir tütün ürününün özellikleri, sağlığa etkileri, tehlikeleri ve emisyonlarıyla ilgili yanlış, aldatıcı, yanıltıcı veya hatalı izlenim oluşturacak ve belirli bir tütün ürününün doğrudan veya dolaylı olarak diğer tütün ürünlerinden daha az zararlı olduğu izlenimini uyandıracak düşük katranlı, hafif, ultra hafif ya da yumuşak ve bunun gibi tanım, ticarî marka, figür veya başka işaretler kullanılamaz yasaklamasını getiriyor.

Eğitim kurumları, sağlık hizmeti veren kurumlar, işyerleri ve spor merkezleri gibi yerlerde tütün kullanımının bırakılması, özendirici, etkin programların oluşturulması ve uygulamasını, tütün bağımlılığının teşhisi, danışma, önleme ve tedavisi için sağlık kurumlarında ve rehabilitasyon merkezlerinde program oluşturulmasını öngörüyor.

Tütün ürünlerinin market raflarında doğrudan ulaşılabilir yerlerde satılmasının yasaklanması, küçüklere hitap eden şeker, çerez, oyuncak veya başka nesnelerin tütün ürünleri şeklinde üretilmesi veya satılmasını yasaklıyor.

Üzerinde ısrarla durduğum tütüncümüz ve çalışanlarımız için madde 17 aynen şu ifadeyi kullanıyor: "Taraflar, gerekirse, birbirleriyle ve uluslararası ve bölgesel uzmanlık kuruluşlarıyla işbirliği içinde, tütün işçileri ve yetiştiricileri, eğer varsa bireysel satıcılar için ekonomik olarak varlıklarını sürdürebilecekleri alternatifler geliştireceklerdir."

Yine, tütüncümüze yönelik 20 nci maddenin (a) bendinin son cümlesi aynen şöyle: "Tütüne alternatif ürünleri belirlemeye yönelik araştırmaları geliştirecek ve teşvik edecektir."

Sözleşmenin 22/ 1 (b) ii maddesinde, tütün yetiştiricileri ve işçileri için, şu ifade yer almıştır: "Tütün işçilerine, gerektiğinde, ekonomik ve yasal açıdan sürdürülebilir alternatif geçim yollarının geliştirilmesinde yardımcı olunması." Bu maddeyi okumuşken, hemen bayram öncesi Tekelden çıkarılan 70 kadar işçimizi de burada anmak, anımsatmak ve yetkililerden, Tekelden çıkarılan ve mağdur olan işçilerimizin haklarının korunmasını talep ediyorum. 1 (b) iii maddesinde de "Tütün yetiştiricilerine, gerektiğinde, ekonomik olarak sürdürülebilir alternatif tarım ürünleri üretimine geçmelerinde yardımcı olunması" denilmektedir.

Altı çizilmesi gereken hususları sizlerle paylaştım. Sağlıklı geleceğin tarafları yanında, sektör çalışanlarının ve Tütün Eksperleri Derneğinin de katıldığı sözleşmeyi, komisyonda yapmış olduğumuz dikkatli çalışma sonucu bu sözleşmenin onaylanmasına dair kanun tasarısını, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak kabul edeceğimizi beyan ediyor; şahsım ve Grubum adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.

Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına söz isteyen, Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt konuşacaklardır.

Buyurun Sayın Gülyurt. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUZAFFER GÜLYURT (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısıyla ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi hem AK Parti Grubu hem de şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce, dün idrak etmiş olduğumuz Öğretmenler Gününün ülkemize ve tüm öğretmenlerimize hayırlı olmasını diliyorum. Ayrıca, yine içinde bulunduğumuz Ağız ve Diş Sağlığı Haftası münasebetiyle, ülkemizin tüm insanlarına sağlıklı günler ve tüm meslektaşlarıma da mesleklerinde  başarılar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün üzerinde görüştüğümüz Dünya Sağlık Örgütünün hazırlamış olduğu Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesiyle ilgili olarak tarihî bir boyuta baktığımız zaman, uzun zamandan beri, gerçekten, tütün ve tütün mamullerinin uluslararası arenada küresel bir sorun oluşturduğunu görmekteyiz.

Tarih itibariyle baktığımız zaman, Avrupa'da 16 ncı Yüzyıla kadar tütün tanınmamaktadır. Amerika Kıtası coğrafî olarak keşfedildikten sonra Avrupa'da tütün üretimi başlamış ve oradan alınarak, tütün üretimi ve kullanımına yönelik çalışmalar Avrupa'da da yürütülmüştür.

Osmanlı Devletine baktığımız zaman,  Osmanlıda da 17 nci Yüzyılın başlarına kadar tütünle ilgili herhangi bir tanışmanın olmadığını görüyoruz. O tarihten sonra, Avrupa ticaret gemileriyle Osmanlı topraklarına gelen tacirler,  tütünle ilgili birtakım üretimler getirmişler ve Osmanlı topraklarında yaşayan insanların da tütün alışkanlıkları ortaya çıkmıştır.

Tütünün keyif verici olması, alışkanlık yapması gibi sebeplerle yasaklanma işlemleri taa o zamandan başlamış ve bir türlü önü de alınamamıştır. Osmanlı Devleti zamanında, Osmanlının Düyunu Umumiye İdaresi ve Avrupa'daki üç banka, uluslararası manada bir sözleşme yaparak ortak bir şirket kurmuşlar ve Reji Şirketi adıyla tütün tarımı ve ticareti konusunu kontrol altına alma girişimlerini taa o tarihte başlatmışlardır.

Bu tarihlerde, tütün üreticileri, yabancı bir sermaye kuruluşu olan Rejiyle yüz yüze gelmiş ve böylece tütün konusunda uluslararası bir uygulamayla karşı karşıya bulunmuşlardır. Cumhuriyetin kurulmasıyla Reji Şirketi kaldırılmış, Türkiye'de, tütün ve tütün mamulleriyle ilgili üretim ve bununla ilgili çalışmalar bugünkü Tekel İdaresine bırakılmıştır.

Tütünün uluslararası boyutuna baktığımız zaman, dört alanda kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz. Bunlar, sağlık alanı, sosyal alan, ekonomik alan ve çevresel sonuçları itibariyle dünya çapında ele alındığı çevresel alandır.

Sağlık alanı konusunda, tütün ve tütünden elde edilen sigara konusunda, aslında, çok fazla bir şey söylememize gerek yoktur. Zira, tütünün ve tütün mamulü olan sigaranın insan sağlığı için ne kadar zararlı olduğunu buradan ifade etmeme gerek yok; çünkü, herkes bu konuda gerekli yeterli bilgiye sahiptir. Dünyada 1 250 000 000 insan sigara içmektedir; bugünkü rakam itibariyle, 1 250 000 000 insan. Buna karşılık, bu sigara içen insanların içerisinde, dünyada, bir günde 11 000 insan, yılda da toplam 4 000 000 insan sigaradan ileri gelen hastalıklar sonucu hayatını kaybetmektedir. Ülkemizde ise, yılda 100 000 insanımız sigaradan ve sigaraya bağlı olan hastalıklardan dolayı maalesef hayatını kaybetmektedir.

Yine bu noktada yapılan sağlıkla ilgili çalışmalarda şunları ifade edebilirim: Koroner kalp hastalıklarından ölen 40-50 yaş arasındaki genç diyebileceğimiz erkeklerde hastalık nedeni, yüzde 80 sigara ve ona bağlı olan hastalıklardır. Sigara içen babaların çocukları, kanseri önleyici genden mahrumdur; bunlar, bilimsel birer tespittir. Ayrıca, hamile iken sigara kullanan annelerin doğan bebekleri, yüzde 10-15 oranında hem kilo eksiğiyle dünyaya gelmekte hem de yine yüzde 10-15 oranında zekâ eksikliği göstermektedir.

Ülkemizde, yetişkin nüfusun yüzde 52'si sigara içmektedir. Halbuki, bu oran, Avrupa'da ve Amerika'da yüzde 20 civarındadır. Genç nüfus, maalesef, erken dönemde, 15 yaşın altında sigara alışkanlığına maruz kalmaktadır. Ülkemizde, bununla ilgili olarak, 1996 yılında, 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun çıkarılmıştır; ancak, bu Kanun, bilindiği üzere, çok iyi uygulanmamaktadır. Toplumu ilgilendiren birçok kurumda "burada 4207 sayılı Yasaya göre sigara içilmesi yasaktır ve cezası da -günün rayicine göre- şu kadardır" diye yazan tabelalar görürüz; ama, bugüne kadar, henüz, bir kişinin sigaradan dolayı cezalandırıldığını görmedim.

Tabiî, burada, ekonomik yönden bakıldığında da, ülkemizde, tütün ve sigaranın birtakım olumsuz yönlerinin olduğunu ifade etmek istiyorum. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, o ülkede yaşayan insanların yüzde 75'i, yıllık gelirlerinin yüzde 4-5'ini sigaraya ayırmaktadırlar. Tütünün insan sağlığına olan zararları ve bunun için alınan tedbirler, yapılan tedaviler sonucu, ülkemizde, yılda 2 720 000 000 dolar para harcanmaktadır ki, bu da, ekonomik açıdan, ülkemiz adına oldukça büyük bir kayıptır.

Sağlık Bakanlığımız, 2003 yılında, bu konuyla ilgili bir araştırma yapmıştır. İlköğretim ve lise öğrencileri üzerinde yapılan bu araştırmada, ilköğretim 7 ve 8 inci sınıfları ile lise 1'de okuyan öğrencilerin yüzde 29,3'ü en az bir kere sigara içmeyi denediklerini ifade etmişlerdir ve bunların da 10 yaş öncesinde başladıkları görülmüştür. Ayrıca, yine bu öğrencilerin yüzde 9,1'i halen sigara içmekte olduklarını ifade etmişlerdir. Yine bu çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda, 10 çocuktan 6'sı, televizyon programlarında sigara karşıtı mesajların olduğunu; ancak, yüzde 50'si ise, sigara reklamlarıyla karşılaştıklarını ifade etmişlerdir. Aynı şekilde, yine, dergilerde, gazetelerde ve bazı yayınlardaki reklamların sigarayı özendirici manada olduğunu burada söylemek istiyorum.

Çocukların yüzde 86,7'si, marketlerden sigara almak istediklerinde, yaşlarından dolayı herhangi bir sorunla karşılaşmadıklarını ifade etmişlerdir. Yani, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, sigara almak istediklerinde, âdeta sakız, çiklet alır gibi, kendilerine sigaranın rahatlıkla verildiğini ifade etmişlerdir.

Tabiî, tütünün ve sigaranın insan sağlığına ne kadar zararlı olduğunu burada daha fazla ifade etmek istemiyorum.

Bütün bunlara baktığımız zaman, tütün kullanımının dünya çapında sağılığı tehdit etmesi, tütün şirketlerinin özellikle gelişmekte olan ülkelere pazar oluşturma konusundaki stratejik uygulamaları, uluslararası alanda bir düzenleme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Dünya Sağlık Örgütü öncülüğünde hazırlanan bu sözleşmeyle, tütünün zararları önlenmeye çalışılmaktadır ve bu çalışma 1999 yılında başlamış bulunmaktadır.

2000 yılında, hükümetlerarası organda Türk Hükümeti de yer almış ve Dünya Sağlık Örgütüne üye olan 191 -gerçi bu kanun tasarısında 171 ülke olarak söyleniyor; ama, aldığım son rakama göre 191- ülke arasında Türkiye de bulunmaktadır. 21 Mayıs 2003'te, Dünya Sağlık Asamblesinde bu sözleşme kabul edilmiş ve nihayet, 28 Nisan 2004 tarihinde de Sayın Sağlık Bakanımız tarafından, Amerika'da, New York'ta imzalanmıştır.

Ülkemizde sigarayla olan mücadele konusunda 4207 sayılı Kanundan sonra, tütünle mücadelede en önemli adım, bu sözleşmenin imzalanması olmuştur. Sözleşme ne getirmektedir, şöyle kısaca sıralayacak olursam; tütün ve tütün mamullerini azaltmak amacıyla ve ona yönelen talepleri de ortadan kaldırmak amacıyla, vergilendirmenin ve fiyatlandırmanın yeniden düzenlenmesi; sigara ve sigaraya benzer diğer tütün ürünlerinin kullanımının önlenmesi ve tüketiminin azaltılması; yasadışı ticaretinin önlenmesi; kaçakçılığının ortadan kaldırılması; reklamı, sponsorluğu veya promosyonları konusunda yeni bir düzenleme getirilmesi; ayrıca, sigara paketlerinin ve etiketlenmelerinin yeni bir düzenlemeyle piyasaya sürülmesi.

Sözleşmenin, ülkemize kazandıracağı maddî kazanımların yanı sıra, insana ilişkin çok yararlı hükümler içerdiğini de burada ifade etmek istiyorum. Bu nedenle, Grubumuz tarafından olumlu olarak karşılanmaktadır ve oylarımız kabul olacak tarzdadır.

Değerli milletvekilleri, tütünün ve üretiminin kontrol altına alınmasına bağlı olarak bazı endişelerimi de, burada, ifade etmeden geçemeyeceğim. Bugün, ülkemizde, 400 000 civarında aile tütün üretimi yapmaktadır. Bu 400 000 aile her bir aileyi 5 kişi olarak hesaplarsak, 2 000 000 nüfus etmektedir. Dolayısıyla, tütün üretiminin engellenmesi karşısında, hükümetimizin, bu insanların alternatif birtakım ekonomik kazanımlar elde edecekleri şekilde bir çalışma içerisinde olmasının gerekliliğini burada belirtmek istiyorum. Bu arada, hükümetimizin, özellikle güneydoğuda bu manada çalışmaları vardır. Güneydoğuda tütün alanlarının daraltılması yoluna gidilmiş, teşvik verilmiş, yem bitkileri, yağlı tohumlar, meyve ve sebze gibi alternatif ürünlerin ekilmesi teşvik edilmiştir ve bu manada da çiftçilere -üreticilere- dekar başına 80 dolar teşvik verilmektedir.

Sözlerimi bitirmeden önce şunları da ifade etmek istiyorum: Sigaranın bağımlılık yapıcı özelliklerini de içeren ve sağlık risklerini belirten, onları ifade eden, etkili ve kapsamlı eğitici çalışmaların yapılması lazım. Bu programların da yaygın bir şekilde bütün insanlarımıza, çocuklarımıza kadar ulaştırılması gerekir. Bu manada, sağlık çalışanları, kamu işçileri, sosyal hizmetler görevlileri, medya mensupları, eğitimciler, yöneticiler, karar vericiler, herkes bu eğitimi almalı ve duyarlılık içerisinde bilinçlendirilmeli ve bu programlar bütün insanlarımıza ulaştırılmalıdır. Bu amaçla, 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Yasa konusunda yeni bir düzenleme ve ilgili maddelerinin yeniden yazılması şeklinde bir çalışmanın yapılması da uygun olacaktır diye düşünmekteyim. Ayrıca, eğitim kurumlarımız, okullarımız, sağlık hizmeti veren kurumlarımız, işyerleri ve spor merkezleri gibi yerler ile eğlence merkezlerinde tütün kullanımını bırakmayı özendirici etkin uygulamalar yapılmalıdır ve insanlarımız, bu tür yerlerde göreceği yazılı veya görsel birtakım mesajlarla tütün ve sigaranın zararları konusunda aydınlatılmalı ve bu manada kendilerinin tütünden uzak durması için gayret gösterilmelidir.

Ben, bu manada hazırlanmış olan ve küresel bir sorun olarak karşımıza çıkan tütün ve tütün mamulleriyle ilgili olarak Dünya Sağlık Örgütünün hazırlamış olduğu ve bizim hükümetimizin de, Sayın Bakanımızın da imzaladığı bu sözleşmenin uygun olacağını düşünüyorum ve olumlu oy kullanacağımızı burada ifade etmek istiyorum.

Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gülyurt.

Tasarın tümü üzerinde, şahsı adına, Trabzon Milletvekili Sayın Cevdet Erdöl; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Diş Hekimliği Haftası nedeniyle kıymetli meslektaşlarımın bu güzel gününü kutluyor, kendilerine başarılı çalışmalar temenni ediyorum.

Ben, iki önemli terör konusundan bugün bahsetmek istiyorum sizlere. Birincisi, maalesef, sporda gördüğümüz terör, tribün terörü. Bunun acısını kısa bir süre önce yaşadık. Bunun maalesef, işte, başını hiçbir şey olmadığı halde saran, sahtekârlık yapan sporcudan tutun, yöneticiye kadar pek çok hazırlayıcı etmeni var. Statlarımızda bir kişi öldü, çok üzüldük; başsağlığı diliyorum ailesine. Fakat, daha önemli bir terör, tütün terörü. Düşünün, Türkiye'deki 300 statta her gün bir kişi ölse, bu nasıl bir terör olur?.. Maalesef, terör boyutunda düşündüğümüz zaman, günde 300 kişi, yılda yaklaşık 100 000 kişi sigara nedeniyle erken ölmektedir. Bu gözle baktığınız zaman, sigaranın ne kadar korkunç bir illet olduğunu, ne kadar mücadele edilmesi gerektiğini, zannediyorum daha iyi anlayabiliriz ve yaklaşık 3 milyar dolar olarak giden paramız artık cabası.

Peki, sigara ne yapıyor? Netice itibariyle, biliyoruz ki, akciğer kanserinin ve gırtlak kanserinin çok önemli bir miktarı sigaraya bağlı. Kalp hastalıklarına yol açıyor, koroner kalp hastalıkları. Bacaklarda tıkanma nedeniyle belki yılda yüzlerce hastanın bacağı kesiliyor. Felçlere yol açıyor, yatalak bırakıyor hastaları. Velhasılıkelam çok ciddî boyutta sağlık sorunlarına yol açıyor. Buna rağmen, insanlarımız gidiyor, hastalığı parasıyla satın alıyorlar. Kişilere yüklediği malî boyutu hiç saymıyorum; ama, sağlık boyutunda çok ciddî bir problemle, toplum sağlığı problemiyle karşı karşıyayız. Düşünün ki, sadece sigara içen, bu tütün terörüne maruz kalmıyor; yanında sigara içilen kişi de buna maruz kalıyor. Hiçbir suçu, günahı olmadığı halde, maalesef, sigara içen birinin yanında çalışmak zorunda kalan bir kişi veyahut da sigara içen bir anne babanın evladı olarak bir çocuk veya sigara içen, yanında sigara içilen bir anne adayının karnındaki bebek, aynen bu sigaranın zararlarına maruz kalıyor. Bunu yapmaya aslında hiç kimsenin ama hiç kimsenin hakkı yok. Gerçekten, bu, çok çok önemli soruna Dünya Sağlık Örgütü -biraz önce de arkadaşlarımın söylediği şekliyle- 1999'da çok ciddî bir neşter vurdu; toplanan 191 ülkenin temsilcilerinden oluşan temsilciler grubu, burada, tütünle ilgili ciddî bir adım attılar. Burada, Türkiye, Avrupa Birliği ülkelerinin de dahil olduğu 54 ülkenin temsilcisi olarak, sözcüsü olarak, başkan yardımcısı olarak görev yaptı ve bundan dolayı da çok önemli bir misyonu üstlendi. Şu anda, bugün itibariyle, 23 Kasım itibariyle, 168 ülke bu sözleşmeyi imzalamış, 36 ülkeyse onaylamıştır. Bundan şu manayı çıkarmanızı istiyorum; 40 ülke onayladığı zaman, sözleşmenin 23 üncü maddesi gereği, bu, doksan gün sonra yürürlüğe girecek. Bu kadar emek sarf eden Türkiye'nin -36 ülke de onaylamış, kalmış 4 ülke- bu son 4 ülke arasında yer alması çok üzücü olurdu. Onun için, bunun, Meclisin Genel Kuruluna indirilmesinde aceleci davranan, gerek Sağlık Komisyonumuzun kıymetli üyelerine gerek Dışişleri Komisyonumuzun değerli başkan ve üyelerine, grup başkanvekillerine ve Meclis Başkanlık Divanına da hassaten teşekkürlerimi arz ediyorum.

Peki, bu neyi getiriyor; arkadaşlarımız söylediler; ama, ben, kısaca şunu arz etmek istiyorum: Özellikle gençleri ve çocukları korumayı amaçlıyor. İstatistiklere baktığımız zaman, sigaraya başlama yaşının, yüzde 85 olguda 22 yaş ve altında olduğunu görüyoruz. Bu demektir ki, çocukları ve gençleri sigaraya başlamaktan alıkoyduğumuz zaman, bu sigara, tütün terörünün önüne geçmiş oluruz. Bunda herkese ama herkese görev düşmektedir. İşte, bu çerçeve sözleşme, kapalı ortamlarda sigara içilmesinin veya tütün mamullerinin içilmesinin engellenmesini getiriyor. Sigaranın üzerinde yazıyor "light", "ultra light" ve sair gibi, "bu az zararlı" gibi, insanları aldatıcı bir noktada yazılar yazılmasını bu sözleşme engelliyor. Kişilerin direkt market raflarından uzanarak almasını engelliyor. Efendim, çocuklara yönelik, sakız, çiklet, çerez benzeri şekilde tütün mamulleri üretilmesini yasaklıyor. Aynı zamanda, en çok mustarip olduğumuz gençlerin sigaraya alıştırılmalarında bir metot olan tek tek sigara satışı yapılmasını da bu sözleşme engelliyor. Daha pek çok faydaları var; ama, bunların hepsini tek tek saymak istemiyorum.

Burada, tabiî, 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanundan da bahsetmemiz gerekiyor. Değerli dostum Dr. Ahmet Feyzi İnceöz ve arkadaşları olarak imzalanmış olan bu kanun teklifi kanunlaştı ve çok şey getirdi; fakat, maalesef uygulanamadı. Nerelerde uygulanamadı; hiçbir yerde. Meclisimizde bile halen uygulanamıyor bu Kanun maalesef. "Sigara içilemez" levhalarının altında değerli dostlarımız, milletvekillerimiz güzelce oturup sigara içiyorlar. Yani, Mecliste bile uygulama alanı bulmayan bir Kanunu demek ki bizim revize etmemiz gerekiyor.

Bu tütün çerçeve sözleşmesi bugün kabul edildikten sonra, altı aydır arkadaşlarımızla revizyonu için uğraştığımız 4207 sayılı Kanunu sizlerin kıymetli imzalarına açacağız. İnşallah, bu teklifimizi uygun görür, kabul ederseniz, Türkiye'de, tütün ve tütün mamullerinin zararlarının önlenmesine yönelik çok önemli bir adımı daha atmış olacağız hep birlikte.

Tabiî, bu arada, tütün üreticilerini de düşünmemek olmaz. Onlar için de Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın alternatif ürünler gündeme getirmesi gerekiyor. Bir sağlık mensubu olarak, kendimin bundan biraz affedilmemi istiyorum.

Tabiî, tarım açısından baktığımız zaman, tütüne alternatif bulunabilir arkadaşlar; ama, sağlığın alternatifi yoktur. Onun için, bu çerçeve sözleşmeye emeği geçen herkesi kutluyorum. Kısa süre sonra sizlerin imzasına sunmayı planladığımız 4207 sayılı Yasada yapılacak olan değişikliğe de desteğinizi bekliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdöl.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ TÜTÜN KONTROLÜ ÇERÇEVE SÖZLEŞMESİNİN

ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - Dünya  Sağlık Örgütünün 21 Mayıs 2003 tarihinde yapılan 56 ncı Dünya Sağlık Asamblesi Toplantısında kabul edilen ve Türkiye adına 28 Nisan 2004 tarihinde New York'ta imzalanan "Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi"nin onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Denizli Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 15 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Grubum adına ve kişisel olarak tümünüzü saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Dünya Sağlık Örgütünün hazırladığı tütün ve tütün ürünlerini denetlemeyle ilgili bir uluslararası sözleşmeyi görüşüyoruz. Bizim Grubumuz adına genel olarak konuşan arkadaşımız da, bu sözleşmeye olumlu oy vereceğimizi söyledi.

Gerçekten de, sigaranın zararlarını görmemek olanaksız. Türkiye'de sigaradan yılda ortalama 100 000'e yakın insan ölüyor ve bir sigara insan yaşamından 5,5 dakika alıp götürüyor. Dünyada da yılda yaklaşık 5 000 000 insan sigaradan ölüyor; bu, savunulamaz bir şey ve giderek de Türkiye'de sigara tüketimi -gelişmiş ülkelerde azalırken- artıyor. Örneğin, Birleşmiş Milletlerin, Kasım 2004'te, 6 000'in üzerinde lise 2 nci sınıf öğrencisi üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye'de sigara içen gençlerin oranı şöyle: Birinci sırada Diyarbakır yüzde 57; ikinci sırada Ankara yüzde 53,7; üçüncü sırada İzmir yüzde 50,1; dördüncü sırada İstanbul yüzde 48,3, beşinci sırada Adana yüzde 41,9. Türkiye'de 28 000 000 insan sigara tüketicisi. Çocuklarımız, gençlerimiz de bu sigaradan olumsuz etkileniyor. Bütün bunlar doğru. Ulusal önlemler de alınmalıdır, uluslararası bu tür anlaşmalara da destek olunmalıdır; ama, ben, işin bir başka yönü üzerinde durmak istiyorum. Tütün üreticilerinin durumunu arkadaşlarımız da söyledi. Yaklaşık 400 000 aile tütünden geçimini sağlıyor. Şimdi, sigara zararlı, içindeki nikotin açısından yabancı sigara yerliden daha çok zararlı. Türkiye'de birçok alanda olduğu gibi, tütün üreticisinin eli kolu bağlandı, yabancı sigara tekellerine teşvik geldi; yani, kendi tütünümüzden içmeyelim, yabancı tütünü teşvik edelim!.. Tabiî, yasada böyle bir şey yazmıyor; ama, sigara tekellerinin Türkiye pazarında yıllardır oynadıkları oyun buraya geliyor.

Değerli arkadaşlar, bakın, Türkiye reji düzeninden ulusal tekel düzenine geçti. Reji, türkülerimize konu olmuştur. Kendi ülkemizde, yabancılar, tütün kaçakçısını ve yerli sigara içiyor diye insanları öldürmüşlerdir, yaralamışlardır. Devlet, vergisini toplayamaz bir duruma gelmiştir ve bakın, onun üzerine Tekel kurulmuştur. Geldiğimiz noktada Tekeli özelleştiriyoruz, hatta, sigara bölümünü yabancılaştırıyoruz; geçen sefer kaleden döndü. Tekelin içki bölümü gitti, şimdi, sigara bölümü altın tabak üzerinde sunulacak.

Değerli arkadaşlar, sigara zararlı, gerçekten zararlı; ama, 400 000 üretici aileden 200 000'i benim memleketimde, Ege'de yaşamaktadır ve örneğin, Güney İlçesinde insanların yüzde 90'ı bu tütün işiyle uğraşmaktadır. Onlar, tütünü sigara olarak görmezler, geçim olarak görürler; ekmek kapısıdır. Yani, onun için tütün yaşamdır, geçimdir; onun için tütün, çocuk okutmaktır, eve ekmek almaktır...

Seçenek ürün diyorsunuz... Değerli arkadaşlar, Türk tütünleri küçük yapraklı, altın gibi tütünlerdir; kıraç arazilerde ve taşlı topraklarda yetişir. Bakın, bizim sulanmayan toprakta yetişen iki ürünümüz var; biri tütün, ikincisi üzüm; yani, bağ. İkisi de ekmektir, ikisinin de üreticisi şu anda perişandır.

Biz ne yaptık? Bakın, 80'li yıllarda önce sigara kaçakçılığını önleme gerekçesiyle Türkiye'nin kapılarını açtık yabancı sigara üreticilerine. Hatta, Tekele dedik ki: En küçük kasabalara, köylere bile bunları dağıtın -80'li yıllar, Özal yıllarını düşünün- ve sigara alışkanlığı yaratıldı halkımızda, damak ve dudak zevki yaratıldı. Kendi elimizle, kendi ulusal kuruluşumuzla, İstanbul'da birkaç otelde yapılan sigara kaçakçılığını önleme gerekçesiyle yabancı sigaraların dağıtımı yapıldı. O zaman da bas bas bağırmıştık. Ben 70'li yıllarda milletvekili olduğumda "sigarada yenileşme" adı altında yabancı sigara geliyordu. Bir genel görüşme istemiştik arkadaşlarımızla. Bu sefer de milletvekili olur olmaz arkadaşlarımızla birlikte Şubat 2003'te tütün konusunda bir araştırma önergesi verdik; ama, maalesef, şu Meclise Tütün Yasası, tütün üreticileri konusu getirilemiyor, getirilmiyor. Özellikle de yapılıyor. Yabancılara, önce dışarıya satmak kaydıyla burada sigara yapılabilir denildi, sonra da, hem içeride hem dışarıda satabilirsiniz denildi.

Bakın, 90'lı yıllara geldik. 1993'te kota koyduk, sınır koyduk, yasak koyduk. Değerli arkadaşlar, tütüne, toprağın durumuna bakılmadan, tütünün niteliğine bakılmadan, kalitesine bakılmadan yasak koymak çok yanlıştı. Kota konulabilir. Kota nereye konulur; sulak arazilerde, topraklarda Virginia ve Burley tipi geniş yapraklı yabancı tütünler Türkiye'de üretilmeye çalışılıyor ya da tütünler, kıraç topraklarda değil, başka ürünlerin yetiştirildiği sulak yerlerde yetiştiriliyor. Bize, bunu, öğretmen okulunda "toprak kültürünü değiştirme" diye öğretmişlerdi. Türkiye'nin toprak kültürü, böyle, kendi kültürü içerisinde yetişen ürünü -bir moda deyim- seçenek ürün... Seçenek ürün de, o taşlı, kıraç yerde tütünden ve bağdan başka bir şey olmuyor. O da geçim, o da ekmek değerli arkadaşlar.

Şimdi, 1993'te de, o yıl 180 000 ton oldu diye, yarı yarıya bütün Türkiye'de inecek denildi ve yasak konuldu; askerdeyse, dönüşünde tütün diktirilmedi. Ben, böyle, göçe zorlanan insanlar gördüm memleketimde; yani, ekmeksiz kaldıkları için, ekemedikleri için, dikemedikleri için, tütüncülük yapamadıkları için göç edip gittiler memleketlerinden.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bakın, Tekeli de özelleştirdiğimiz zaman, tütün üreticisi, tamamen tüccarın insafına kalacak. İki yıldır Türkiye'de sözleşmeli tütün dikimi yapılıyor.

Burada yasası çıktı; kendi tütün üreticimiz yasaklandığı gibi, kendi tütününden sigara yapmaya da yasak vardır fiilen. 2 milyarın üzerinde, 2 milyar adet sigara yapamıyorsanız, hiçbir firma sigara üretemez. Bu, ne kadar yanlış bir şey!.. İlle devlet yapmasın; ama, hiç olmazsa, kendi üreticilerimiz yapsın.

Bakın, Türk tipi tütünler, şark tipi tütünler, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve Türkiye'dedir. Yıllarca söyledik, bu tütün üreticisi ülkeler işbirliği yapmalıdır. Neye karşı; Virginia ve Burley tipi tütünleri yetiştirenlere karşı. Böyle dayanışmalar, uluslararası anlaşmalar yapılmalıdır. Çocuklara, elbette sigara içirtilmemelidir; toplu yerde içilmemelidir; ama, 28 000 000 insan durmadan sigara içiyorsa Türkiye'de ve dünyada milyarlarca insan sigara içiyorsa, kendi tütününü öldüreceksin, toprağın kültürünü değiştireceksin, yarın Tekel de ortadan kalktığı zaman, fiyatlar da bir ölçüde alıp başını gidecek. Toprağı bizim, içeni bizim, kazananı yabancıların olacak. İşte bu olmadı!.. Elbette, sağlık açısından yapılan uluslararası bu anlaşmalara destek vermek doğrudur; ama, Türk tütüncüsünü, üreticisini korumak gerekir. Tekelde yaklaşık 30 000 kişi çalışıyor şu anda. Bayram öncesi yaklaşık 70 kişi kapıya bırakıldı.

Şimdi, değerli arkadaşlar, o Tekel ki, hazineye gelir getiriyor. Bakın, en büyük 500 firmadan biri, altın yumurtlayan tavuk. Siz, bunu... Keşke yerlilere verilse, yerliler de, şimdi, gazetelerden okuyoruz, "biz daha fazla para vereceğiz" diyorlar. Şimdi, ben AKP'yi bir kere daha testten geçireceğim. (AK Parti sıralarından "AK Parti, AK Parti" sesleri)

Hayır, sözlükte AKP'dir, biliyorsunuz. (AK Parti sıralarından "AK Parti" sesleri)

Peki, peki... Benim fikrime bakın, yani, AK'ı, AKP'si değil, benim söylediğim doğru mu yanlış mı ona bakın.

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Ne dersen de!..

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Siz de "CHP" diyorsunuz, biz alınıyor muyuz?!

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Yani, öyle laf atmak, oradan oturduğun yerden, çok doğru olmuyor. Sen acaba, seçim bölgende tütün üreticisinin karşısında, yani, o tütün üreticisini koruyacak bir şey yapabiliyor musun?! Buraya muhtarlar geldi, Türkiye'nin her yerinden, Türk-İşte toplantı yaptı. Hatırlıyorum ben, bütün partilerin muhtarları karşı çıkıyordu. Şimdi, siz geldiniz, Tütün Yasasını kaldıracaktınız, söz verdiniz. Hani nerede?! Hani nerede?! İki yıl geçti aradan. Tamam, uluslararası sözleşmeleri kabul edelim, insan sağlığına zararlı diyelim...

Değerli arkadaşlar, geçen yıl 1 000 000 liraya tütün satıldı, bakın. Açık artırma yöntemiyle tütün satışı var Türkiye'de şu anda. Tütün Kurulu, kâğıt üzerinde, oturmuş, sizin de etkiniz yok, efendim, "açık artırmada alıcı bulunmamıştır." Böyle bir açık artırma yapılmıyor, yapılmadı benim memleketimde. Ben, Başbakana Beyağaç'tan telgraf çektim, bakın, burada açık artırma falan yapılmıyor dedim ve elde kalan tütünleri, eğer sözleşme yapamamışsa, zavallı tütün üreticisi ne denildiyse onu yapıyor.

Değerli arkadaşlar, sigara elbette sağlığa zararlı. Tütün ürünlerini çocuklarımız içmesin, insanlarımız içmesin, onları koruyalım; ama, Türkiye büyük bir pazar olup yabancı sigara tekellerine açılacaksa, kendi tütüncülüğümüzü öldürüp, onun yerine yabancı sigara tekellerinin ürünleri satılacaksa, bu yanlıştır. O zaman, tarih de bizden hesap sorar, toprak da hesap sorar, üretici de hesap sorar. Bugün gelinen nokta odur. Bakın, Türkiye, tütün satarken, sigara satarken, tütün alan ve sigara alan ülke durumuna geldi. Amerika Birleşik Devletleri kendi ülkesinde tütün dikimine sınır getiriyor, birtakım önlemler koyuyor, benim ülkemde pompalıyor.

Ben size daha acı bir şey söyleyeyim. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisine çocuklarınızla gittiğinizde kapıda bir levhayla karşılaşırsınız. O levhada "buranın onarımı ve yapımı -bir yabancı sigara tekeli tarafından- Philip Morris tarafından yapılmıştır" deniliyor. Çok acı bir durum değerli arkadaşlar! Bakın, Türkiye'nin geldiği, getirildiği nokta... O Kurtuluş Savaşı ki, emperyalizme karşı ve reji düzenine karşı verilmiştir. Oranın onarımını bir yabancı sigara tekeli yapıyor ve levha da orada duruyor. Bu bizim için ayıptır!

Sigaranın zararları konusunda iki grup birbirinden ayrı düşünmüyor zaten, hiç kimse düşünmüyor; ama, sorun, tütün üreticisi, Türk tütününün dünya pazarlarında satılması, Türk sigara sanayiinin yaşatılması. Bu konuda ne yapılıyor, önemli olan bu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, toparlar mısınız.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.

Değerli arkadaşlar, Türk tütüncülüğü öldürülmektedir. Türk Tekeli, Maliye Bakanının bu kafasıyla yabancılara satılacaktır; bir tehlike çanı vardır. Üreticiler, gerçekten perişandır. Bakın, 70 kişi kapıya atıldığı gibi, yakında, orada çalışan 30 000 kişi dışarıya atılacak; belki, bu 400 000 aile daha da perişan hale getirilecektir. Gelin, önlem alacaksak, gerçekten alalım.

Burada, komisyondaki arkadaşlarım konuşmuşlar; bir komisyon raporunda "her gün, bir uçak dolusu adam ölüyor" denilmiş. Türkçede böyle bir deyim var mı?! Türk üreticisi, tütüncüsü, uçağa falan binemiyor ki, uçak dolusu adam... İyi ki, halk, bizi, tam, böyle, bu komisyonda yazanları, burada yazanları... Bu rapora bakın; "uçak dolusu..." Ben Türkçe öğretmeniyim; Türkçede böyle bir deyim olmaz; "uçak dolusu adam ölüyor..."Uçak kaç kişilik; büyük uçak mı, küçük uçak mı?!. Bırakın arkadaşlar!..

Onun için, ulusal tütüncülüğümüze, tütünümüze, sigara sanayiimize sahip çıkalım; uluslararası sözleşmeleri sağlık açısından kabul edelim; ama, yabancı tekellere Türkiye'yi boğdurmayalım diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gazalcı.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.

Buyurun Sayın Aslanoğlu.(CHP sıralarından alkışlar)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sağlık, insan için en yüce değerlerden biridir. İnsan sağlığını düşünüyoruz.

Peki, size bir soru soruyorum: Dünyada, tütün üretimi kaldırılıyor mu; yani, dünyada, tütün üretimi yok mu ediliyor? Eğer, dünyada yok ediliyorsa, Türkiye'de de insan sağlığı açısından yok ediliyorsa, hepimiz buna saygı duyalım. Dünyada, tütün üretimini kontrol edemeyeceksin, onlara bir sınırlama getirmeyeceksin, sen, burada insan sağlığı açısından uluslararası sözleşmelere uyacaksın; ama, kendileri uymayacak. Sonuçta, kendi insanını aç bırakacaksın. Bu, Türk insanını aç bırakmaktır. Tütün bizim bir değerimiz, bu ülkenin katmadeğer yaratan bir ürünü; 400 000 aileyi geçindiriyor. Bunlara alternatif bulmadan...

Peki, yine soruyorum: Dünyada tütün üretimi eksiliyor mu? Torbalı'daki sigara fabrikasının tütünleri nereden geliyor? 1980'li yıllarda, İzmir'den, sadece İzmir'den, Ege Bölgesi tütünlerinden 1 milyar dolarlık tütün ihraç edilirdi; yılda 1 milyar dolarlık... Türkiye'nin ihracatının 3 milyar olduğu dönemde, 1 milyar dolarlık tütün ihracatımız vardı bizim. Buradaki herkes yok oldu, tüm ihracatçıları yok ettiler. Bu, Türk tütüncüsünün, Türk üreticisinin katliamıdır. Biz, her türlü anlaşmaya imza atıyoruz; bunun ekonomik boyutunu, benim insanım ne yiyecek diye düşünmüyoruz, biz uyuyoruz; ama, yabancı sigara şirketleri, kendi Amerikan tütününü Torbalı'ya getiriyor. Torbalı'da işlenen tütünün hemen hemen yüzde 90'ı Amerikan tütünü. Peki, benim ülkemde, benim köylümün emeği, alınteri yok olacak; ama, Amerikan köylüsünün tütününü burada işleteceksin. Bu, ayıptır! Bu anlaşmaya insan sağlığı açısından saygı duyuyorum. Bu, tütün üreticisini aç bırakmaktır. Ayak seslerini söylüyorum size; yarın, Tekeli kapatacaktır gelenler. Hele bir yabancının eline geçince, iki sene sonra Tekel Türkiye'den yok olacaktır, yabancı sigaralar artık Türkiye'de satılacaktır. Senin bir tek gramlık tütününü kimse almayacaktır. Bunun alternatifini bulmadan, buna hiçbir hazırlık yapmadan kendi insanını aç bırakacaksan, bu ayıp bize yeter.

Bu açıdan... Biz kota uyguluyoruz; tamam... Şunu yapsınlar: Dünyada tütün üretimi ne kadar; Türkiye'nin hakkına bu kadar düşüyor. Bu kadar kotayla, dünya sigara üretiminde, Türk tütünü de şu kadar gelsin desinler, tamam. Ekonomik hiçbir boyutuna bakmayacaksın, sen tüm tütün üretimini yasaklayacaksın, onlar satacak. Ayıptır, haksızlıktır!

Türkiye'de tütün üretimi serbest diyorlar. Tütünü kim alıyor; Tekelin almadığı bir tütünü bir üretici istediği kadar üretsin. Tek bir alıcısı var; Tekel. Tekelin almadığı tütünü köylü ne yapacak; yakıyor. Büyük bir emek... Türk köylüsü, hâlâ, başka bir ürüne geçmedi. Onun için, bu anlaşma, sağlık açısından çok önemli bir anlaşma; saygı duyuyorum. İnsan sağlığı hepimiz için çok önemli; ama, bu anlaşmalar, uluslararası tekellerin senin köylünü yok etme anlaşmasının bir parçasıdır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, teşekkür ediyorum.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum.

Kullanılan oy sayısı      : 241

Kabul                          : 236

Ret            :    3

Çekimser                     :    2 (x)

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

4 üncü sıraya alınan Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları raporlarının müzakeresine başlıyoruz.

9. - Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/841) (S. Sayısı: 653) (xx)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporu 653 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Sayın Fahrettin Üstün. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Üstün.

CHP GRUBU ADINA FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Organik Tarım Kanunu Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz aldım; Yüce Heyeti saygıyla selamlarım.

Organik tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, sentetik, kimyasal ilaçlar ve gübrelerin kullanımının yasaklanmasının yanında, organik ve yeşil gübreleme, ekim nöbeti, toprağın muhafazası, bitkinin direncini artırma, parazit ve predatörlerden yararlanmayı tavsiye eden, bütün bu olanakların kapalı bir sistemde oluşturulmasını talep eden, üretimde miktar artışını değil ürünün kalitesinin yükselmesini amaçlayan bir üretim şeklidir.

                      

  (x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

(xx) 653 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Ülkemizde, tarım, birçok bölgede organik üretim şartlarında yapılmasına rağmen, kontrol ve sertifikasyon sistemine dahil olmadığı için, organik ürün olarak pazarlanamamaktadır. Ülkemiz, uygun ekolojisi, toprak ve su gibi doğal kaynaklarının henüz kirlenmemiş olması nedeniyle, organik tarım açısından çok avantajlı konumdadır.

Kontrol ve sertifikasyon, organik tarımın en önemli basamaklarından biridir. Ürünün iç ve dışpazarlara organik olarak sunulabilmesi için, organik ürün sertifikasına sahip olması gerekmektedir. Sertifika sistemi, ürünlerin organik standartlara göre üretildiğinin, işletildiğinin, paketlendiğinin garantisidir. Bu da, tüketiciye güvence vermenin yanında, üreticileri ve firmaları haksız rekabete karşı korumaktadır.

Organik ürünler, organik tarımın ilkeleri ve uygulamalarına ilişkin yönetmelik hükümlerine göre, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yetkilendirilen bağımsız kontrol ve sertifikasyon kuruluşları tarafından kontrol edilerek sertifikalandırılmaktadır.

Mevcut mevzuatlar, organik tarıma ilişkin yasal bir çerçeve yokken hazırlandığından, hukukî dayanaktan yoksundur. Organik tarımın geliştirilmesine sağlam bir hukuksal temel kazandırılması, organik tarımda dünya standartlarının yakalanabilmesi amacıyla, halen yürürlükte bulunan yönetmelikte yer alamayan yaptırım ve cezaî hükümleri içeren Organik Tarım Kanunu Tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiş ve görüşülmektedir.

Dünya üzerinde 120 ülkede ve 24 100 000 hektar alanda, 462 475 işletmede organik üretim yapılmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde, 2005-2010 yılları arasında, toplam alanın yüzde 40'ının organik tarıma çevrilmesi planlanmaktadır. İsveç, tarım arazisinin yüzde 10'unu organik üretime ayırma yasasını çıkarmıştır.

Ülkemizde organik üretim yapan üretici sayısı, üretim miktarı, üretim alanları ve ürün çeşitliliği yıllar içerisinde artış göstermiş olup, 2003 yılı için üretici sayısı 13 044 iken, üretim alanı 103 190 hektar, üretim miktarı 291 876 ton, ürün çeşidi 179, ihracat miktarı 21 083 ton, ihracat değeri 36 932 995 dolara ulaşmıştır. İhracat yaptığımız ülke sayısı 35 civarında olup, Avrupa Birliği ülkeleri, en önemli ihracatçı ülkeler konumundadır. Avrupa Birliği ülkeleri dışında ABD, Kanada ve Japonya, diğer ihracat yaptığımız ülkeler arasında yer almaktadır.

Türkiye, 20 milyar dolarlık dünya organik ürün pazarında, yaklaşık 37 000 000 dolarlık paya sahiptir. Ülkemiz, sahip olduğu ekolojik özellikler nedeniyle, organik tarımsal üretim açısından önemli üstünlüklere sahiptir; ancak, dünya pazarlarından aldığı pay çok düşüktür.

Organik tarımsal üretimde kültüre alınan bitkilerin yanı sıra, doğada kendiliğinden yetişen kuşburnu, böğürtlen, ahududu, kekik gibi ürünlerin toplanması ve organik olarak değerlendirilmesi açısından da ülkemiz büyük potansiyele sahiptir.

Organik tarım, bitkisel ve hayvansal üretimi birlikte içeren karma bir sistem olmakla birlikte, bitkisel üretim lehine gelişme göstermiştir. Gelişmiş ülkelerin, bazı bulaşıcı hastalıkları bahane ederek Türkiye'den canlı hayvan ve hayvansal ürün ithal etmemeleri, organik hayvancılığın gelişmesini olumsuz yönde etkilemiştir.

Organik tarımın geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına imkân tanıyan uygun destekleme politikalarının olmayışı, fiyatların doğru yansıtılmaması, yerel tüketiciler için yüksek fiyatlar, pazar sıkıntısı, iç ve dışpazarın dengeli olarak gelişmemesi; üretici için maliyet, düşük verimlilik, etkili kontrol ve sertifikasyon sisteminin eksikliği, kontrol ve sertifikasyon maliyetlerinin yüksekliği; ülkemizde kalıntı, katkı, mikotoksin ve benzeri analizleri yapacak laboratuvarların akreditasyon işlemlerinin tamamlanmamış olması; çiftçi düzeyinde bilinç ve bilgi eksikliği, danışmanlık sisteminin gelişmemesi; organik tarımda kullanılan girdilerin büyük bir kısmının içpiyasada bulunmaması ve dışa bağımlılık; organik üretim sektöründeki kamu ve özel kurumlar arasında koordinasyon eksikliği; hastalık ve zararlılara karşı dayanıklı çeşitlerin mevcut olmaması...

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde organik tarım uygulamaları 1986 yılında ihracata yönelik olarak başlamıştır. Başlangıçta ithalatçı ülkelerin mevzuatına uygun olarak yapılan üretim ve ihracat, 1991 yılında Avrupa Birliği konsey tüzüğünün yürürlüğe girmesiyle, söz konusu tüzük esas alınarak yapılanmaya devam edilmiş, Avrupa Birliği ülkelerine organik ürün ihraç eden ülkelerin kendi mevzuatlarını oluşturma zorunluluğu getirilmiş, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının çeşitli kurum ve kuruluşlarla işbirliğiyle, 1994 yılında bir yönetmelik hazırlanarak yürürlüğe girmiş, Avrupa Birliği mevzuatında yapılan değişiklikleri içerecek şekilde 2002 yılında güncellenmiş ve ülkemizde organik tarım yapılmaya başlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, 653 sıra sayısıyla bugün gündemimizde olan Organik Tarım Kanunu Tasarısını, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak destekliyoruz; fakat, aralık ayında Avrupa Birliği yeni organik tarım yönetmeliği yayımlanacağı bildirilmektedir. Bizim de bu yönetmeliğe uygun bir yasa çıkarmamız için, yasayı, Avrupa Birliğinin çıkaracağı yönetmeliğe kadar bekletmekte büyük yarar olacağı düşüncesindeyiz. Bu konuyu takdirlerinize sunuyorum.

Organik tarım üretiminin son yıllarda öne çıkmasındaki en büyük etkenler, ziraî ilaç kalıntıları, organik ve inorganik kalıntıların insan sağlığına olan etkileridir. Bir yandan, iklim değişiklikleri ve çevre kirliliği, bir yandan da canlı sağlığına zarar veren girdilerin kullanımıyla, birçok bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bunun sonucunda, tüm dünyada ve Avrupa Birliğinde organik tarımın geliştirilmesi için yardım ve teşvik programları uygulanmıştır.

Tarım kesiminin yıllardır ihmal edilmiş olması ve girdilerin artması nedeniyle, artık, çiftçimiz, ilaç ve gübre kullanmaktan kaçınmaktadır. Bunun sonucunda, ülkemiz, geniş ve kirlenmemiş tarımsal alanlara sahiptir. Ülkemizde yapılan tarımda her alanda denetim ve sertifikasyon yapılamadığından, dünya ticaretinde önemli pazarı olan organik tarım kısıtlı olarak yapılmaktadır. Bu olumsuzlukların düzeltilmesi ve dünya ticaretinde ve Avrupa Birliğinde organik tarımsal üretimde söz sahibi olabilmek için belli yasal düzenlemelerin yapılması şarttır. Yasa da buna yönelik bir çalışma olup, emeği geçen Bakanlık bürokratları ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu üyelerine teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; organik tarımla iştigal eden gerek üreticileri gerek aracı ve satıcıları, hükümetin çıkardığı kararnameyle, normal ziraî faizin yüzde 60'ı kadar düşük faizle destekleme kararı çıktı. Bundan kim yararlandı; hiç kimse. Bunlar göz boyamaktan öteye gitmemekte. Bu krediden yararlanmak isteyenlere neden bu 2 kredi kullandırılmıyor? Organik üretime destek sağlayan kuruluşlar desteklenecek mi? Üretici desteklenecek mi? Bunlar, açıkta kalan sorular.

Organik tarım yaptırırken kredi ve fiyat yönüyle desteklenerek özendirilmeli; ekolojik tarım sertifikası veren kuruluş sayısının artırılması, hizmetin ucuzlatılması sağlanmalı; ekolojik tarım girdilerinin ucuzlatılması ve yaygınlaştırılması sağlanmalı; pilot bölgeler tespit edilmeli, bölgeye uygun ürün deseni önerilmeli; ürün bazında birlikler kurularak, birlik denetiminde ekolojik tarım yapılabilmelidir. Ülkemiz, özellikle, zeytin ve zeytinyağı için uygun ekolojik alanlara sahiptir.

Organik tarımın geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için ulusal düzeyde bir yayın politikası ve stratejisinin belirlenmesi, organik tarım konusunda araştırma, uygulama ve teknolojiyi kullanan kuruluşlar arasında organizasyon sağlanarak yapılan araştırma sonuçlarının uygulamaya aktarılması gerekir.

Organik tarım konusunda doğru politikaların belirlenmesi için güncel ve güvenli verilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle, ülke çapında sağlıklı bir veri ağının oluşturulması şarttır. Tarım Bakanlığının yeniden yapılanma sürecinde organik tarımla ilgili bütün faaliyetlerin aynı çatı altında toplanması ve yürütülmesi şarttır. Organik tarım girdilerinin sübvanse edilmesi; organik tarımın ormancılık, turizm gibi ilginç sektörlerle entegrasyonunu sağlayacak, üreticilere ekonomik katmadeğer yaratacak projelerin hazırlanması ve geliştirilmesi; geleneksel ürünlerde markalaşmaya gidilerek Türk markasının tanıtılması; organik üretime uygun tür ve çeşitlerin geliştirilmesine yönelik ıslah ve adaptasyon çalışmalarına öncelik verilmesi; organik tarımda kullanılabilecek yerli kökenli bitki koruma ürünleri, hayvan, su ürünleri sağlığı preparatlarının  ve alternatif mücadele yöntemlerinin belirlenmesi için araştırma çalışmalarına öncelik verilmesi; Avrupa Birliğinin organik tarımın geliştirilmesine yönelik fonlarından yararlanılması; baraj havzaları, koruma alanları ve hazine arazileri gibi organik tarım açısından avantajlı ve öncelikli olan bölgelerin tespit edilerek, buralardaki organik tarımın geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına yönelik projelerin hazırlanması şarttır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; organik tarım, kimyasal girdi ve ilaç kullanmadan, yönetmelikler çerçevesinde izin verilen girdilerin kullanımıyla yapılan, eğitimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı üretim sistemidir. Organik tarım yapmanın amacı, toprak ve su kaynakları ile havayı kirletmeden çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını azamî derecede korumak olduğu gibi, dinamik ve sağlıklı nesillerin yetişmesini sağlamaktır.

Organik tarım, aynı zamanda çevre dostluğudur. Ülkemizde, 1985-1986 yıllarında dış ülkelerden gelen taleplerle başlanılmış ve buna bağlı olarak gelişmiştir. Ülkemiz de organik tarım açısından avantajlı bir duruma sahiptir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kirliliğe rağmen, ülkemiz az kirlenmiş çevreye sahiptir.

Bugün, gelişmiş ülkelerin organik tarımsal gıdaya olan talebi, toplam gıda tüketiminin yüzde 25'idir; ancak, bunun yüzde 5'lik ve yüzde 10'luk bir kısmı karşılanabilmektedir.

Organik tarım derken, ülkemiz tarımının sorunlarına değinmeden geçmek... Ülkemiz çiftçisine ve üreticisine yapılan büyük haksızlıkların önlenmesi ve unutulan çiftçimize sahip çıkılması şarttır. Doğrudan gelir ödemelerine bir an önce başlanılmalıdır. Bir yıl geriden başlayan ödemeler çiftçilerimizi mağdur etmektedir. Çiftçilerin Ziraat Bankası, tarım kredi kooperatifleri ve Bağ-Kura olan borçlarına ve faizlerine bir çözüm bulunmalıdır.

Tarımsal üretimde kullanılan elektrik borçlarının ödenmesinde mutlaka kolaylıklar sağlanmalıdır.

Yeşil mazot, mavi mazot ve kırmızı mazot -her ne ise, her ne renkse- çiftçimize verilmelidir. Turizmde rekabet açısından yatçılara verilen 600 000-700 000 liralık mazotun, Türk çiftçisinin de Avrupa çiftçisiyle rekabeti açısından önemli olduğu unutulmamalıdır. Çiftçi, hâlâ yeşil mazotu beklemekte; Ankara'dan yola çıktı mı, bizim haberimiz yok mu, bilmiyorum.

Üreticinin elinde kalan tütünün alınması, şekerpancarı kotasının hafifletilmesi, fındıkta dondan kaynaklanan zararın telafisi sağlanmalıdır.

Tekelin özelleştirilmesi: Özelleştirme, bir zamanların Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu ve Yem Sanayiini bugün aratır duruma getirmişse, ileride de Tekeli aratacaktır.

Doğu Anadoluda hayvancılık bitirilmiştir. Bu bölgenin en kısa zamanda besi hayvancılığı bölgesi olarak ilan edilmesi ve desteklenmesi şarttır. Yine, Marmara, Ege, Akdeniz süt hayvancılığı bölgesi olarak, İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu küçükbaş hayvancılık bölgesi olarak ilan edilmeli ve desteklenmelidir.

Türk tarımının desteklendiği dönemlerde, Türkiye'de makroekonomik dengelerin fevkalade olduğunu; ama, Türk tarımının ve hayvancılığının desteklenmediği durumlarda da Türk ekonomisinin felç olduğunu bilmelisiniz.

Primler: Geçen yılki primler son derece yetersizdir. 85 000 liralık kütlü pamuğa verilen, soyaya, kanolaya verilen 90 000 lira prim gerçekten yetersizdir. Avrupa Birliğinde hayvancılığa yapılan destek yılda 8 600 dolar, ülkemizde 50 dolardır. Geçen yıl zeytinyağının kilogramı 3 200 000 Türk Lirasına satılırken bu yıl 2 800 000 Türk Lirasıdır.

Ramazan bayramı öncesi ve sonrası, seçim bölgemde köylere yaptığım ziyaretlerde çok ağa gördüm. Ne ağası mı; züğürt ağalar! Pamuk ağalarının hepsi kan ağlıyor. 1 200 000 Türk Lirasına mal olan pamuk, 800 000 liradan satılıyor. Pamuk çok, para yok. Zarar, kilogramda en az 400 000 Türk Lirası. Bu durum, Milas'ta, Söke'de, Çine'de, Nazilli'de, Ödemiş'te, Tire'de, Ege'de, Akdeniz'de, Doğu ve Güneydoğu Anadoluda hep aynı. Pamukta geçen yıla göre ekim alanlarında yüzde 30 daralma var.

Bugün, Urfa, Diyarbakır, Mardin ve Iğdır'da pamuğun kilogramının 500 000 Türk Lirasına satıldığını biliyor musunuz? "Çiftçinin gözünü kara toprak doyursun" diyen, Doğu Anadoluda çiftçilikten para kazanamadığını söyleyen bir çiftçiye "git, şehirde bakkal dükkânı aç" diyen ve bu sözleri bu ülkede çiftçiye en son söylemesi gereken, aslında söylememesi gereken sizin Tarım Bakanınız değil mi?!

"1 000 köye 1 000 tarımcı" dediniz, iyi ettiniz; işsiz ziraat mühendisi ve veteriner hekimlere iş bulundu; ama, 1 000'ine; geri kalan 30 000 genç ziraat mühendisi ve veteriner hekim hâlâ işsiz, diğer üniversite mezunlarının olduğu gibi. 1 000 köye 1 000 tarımcı verdiniz; ama, o 1 000 köydeki milyonlarca çiftçi sayenizde kan ağlıyor, kan!

Siz, kendi pamukçunuza destek vermezken, yanıbaşımızdaki Yunanistan, üreticisine kilo başına 960 000 Türk Lirası destek vermekte, ABD de 525 000 Türk Lirası destek vermekte. Siz ne yapıyorsunuz?! "Tütün kotalarını azaltacağız" dediniz; çok şükür, tütünü bitirdiniz. Şimdi, Yunanistan'dan tütün ve pamuk ithal edip Yunanistan çiftçisine destek çıkıyorsunuz. Yoksa, oyu Yunan çiftçisinden mi aldınız?!

Son yıllarda lif pamuk ithalatı yılda ortalama 450 000 tonu aşmış durumda. Bu yıl, şimdiden, döviz açığımız 10 milyar doları aştı. Bütün bunların mantığı var mı?!  Eğer pamukta prim bu yıl 400 000 Türk Lirası olmazsa, gelecek yıl pamuk ekecek çiftçi bulamayacaksınız. Amacınız bu mu?

AKP seçimlerde verdiği sözlerini yerine getirmiyor, getiremiyor. Şu Kızılderili atasözünü hatırlıyorum: "Beni bir kere aldatırsan ayıp sana, beni ikinci kez aldatırsan ayıp bana." Ama, benim masum çiftçim sözlere inanıp elli yıldır siz ve sizin gibileri bu ülkede iktidar yaptı. Tabelalar değişti, harfler değişti; ama, zihniyet hiç değişmedi. Belli gruplara ve belli ülkelere çalışan iktidarlar geldi ve ülkeyi bu hale getirdiler. Siz de aynısını yapmaya devam ediyorsunuz.

İktidara gelmeden önce "tarımcının yüzü gülecek" diyen siz AKP'liler, iktidara gelince bakın neler yaptınız: 320 000 dönüm tarım arazisini yabancılara sattınız. 150'nin üzerinde Toprak Mahsulleri Ofisi ajansını kapattınız. Meraları yapılaşmaya açtınız. Fethiye Arıcılık Üretme İstasyonunu, Fethiye Tekel İşletmesi gibi birçok tekel işletmesini kapattınız. Meyvecilik araştırma enstitülerini kapattınız. Balkanların ve Ortadoğu'nun en büyük aşı üretim merkezi olan Manisa Tavukçuluk Araştırma Enstitüsünü kapattınız. TİGEM'i özelleştirmeye çalışıyorsunuz. Ette teşvik vermemek için iki ay önceden kayıt altına alınma şartı getirdiniz ve primi 1 000 000'dan, 500 000 Türk Lirasına düşürdünüz. Prim ödemelerini hâlâ yapmadınız. İktidara gelmeden önce "mazotu çiftçi ucuz kullanacak" dediniz; ama, iktidara geldiğinizde, 1 200 000 Türk Lirası olan mazotu bugün 1 800 000 Türk Lirasının üzerine çıkardınız. Antalya'da, Fethiye'de, Sivas'ta, Tokat'ta, Amasya'da üreticiler ellerindeki elmaları satamazken, Arjantin'den elma ithal ettiniz. Akdenizde muz üreticisi elindeki ürünü satamazken, çikita muz ithal ettiniz. Arpa, buğday, pamuk, ayçiçeği, zeytinyağı, kanola, soya ve sera üreticisini kaderiyle baş başa bıraktınız. Hindistan'dan Türkiye'ye kaçak hayvan girişlerine göz yumdunuz. İran'dan bal, ceviz, karpuz, nar girişine engel olamadınız. Organik ürünlerden birisi olan balın bu sezon 30 kilogram olan tenekesini 65 000 000-70 000 000'dan satan üreticilerimizin, bu arıyı beslemek için aldığı 50 kilogram olan bir çuval şekeri 90 000 000'a çıkardınız. Çiftçinin tüm girdileri, ilaç, yem, gübre, mazot fiyatları artarken, ürettiği her şey ucuzladı; yani, çiftçinin ürettiği her şeyin fiyatı düştü, satın aldığı her şeyin fiyatı arttı. Birim alanda en fazla ürün alınan yer seralardır. Geçen yaz bir kasa domates 1 000 000'a satılırken seyrettiniz. Şimdi de seracılara tutturduğunuz defterden sera başına 10 000 000 Türk Lirası ücret alıyorsunuz. Peki, seracılara ne verdiniz de karşılığında bu parayı istiyorsunuz? Çiftçinin en kötü durumu ne olabilir; elbette ki doğal afetler. Doğal afetlerden, 2001'den 26 Mayıs 2004'e kadar çiftçinin alması gereken zarar tutarı 266 trilyonken, bunun ancak 132 trilyonunu ödediniz. Bu mu çiftçinin yanında olmak?!

Ey çiftçim, seni bitirmeyi göze alan elli yıllık zihniyeti AKP devam ettiriyor. Amaç sizi bitirmek ve üretemez hale getirmek, yabancıların istediği gibi at oynatabilmesi için... Şunu iyi bil ki, Cumhuriyet Halk Partisi, halkın gerçek partisidir.

Bu ülkenin kalkınmasının öncelikli şartı, üretimdir ve ülkemiz için de ilk sektör tarımdır. Bu tarım kesiminin ve tarım kesiminin üretim yapabilmesinin vazgeçilmez unsuru, desteklemedir. "Nereden bulacağız" demeyin, kayıt altına giren ürünler ekonominin motoru olacaktır, bunu unutmayın.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarımda kıyamet yakın. Tarım ve Köyişleri Bakanlığında emanet ehil ellerde değildir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığında birbuçuk yıldır yapılan atamalarda, emanetin ehline verilmesi ilkesini görmek mümkün olmuyor. Bakanlıkta yapılan üst düzey atamalarla başlayan keşmekeşlik, halen taşrada yapılan atamalarla işin çivisinin çıktığını ifade edecek noktaya geldi.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Müsteşarlığına birbuçuk yıldır uygun adam bulunamadı, vekaletle yürütülüyor. 5 müsteşar yardımcılığı kadrosunda 8 kişi çalışıyor. Kim yetkili, kim sorumlu, belli değil. Müsteşar yardımcıları, uzun süreli, Ankara dışında görevlendiriliyor; yerlerine, idarî ve meslekî sorumluluğu olmayan kişiler yetkili kılınıyor. Meslekî ve yetkili sorumluluğu olanlara idarî yetki yok. Müsteşar yardımcılarından meslekî ehliyeti olanlara görev verilmiyor. Meslekdışı kişiler etkin ve yetkili görülüyor.

Veteriner hekim olan 2 müsteşar yardımcısı, göstermelik bir proje için Ankara dışında görevlendiriliyor. Özel sektörden getirilerek vekalet verilen ilgili ve sorumlu genel müdürlüğü devredışı bırakarak gıda mevzuatı hazırlanıyor. Enerji İşleri Genel Müdür Yardımcılığından gelen Müsteşar Yardımcısı, Müsteşarlığa vekalet ediyor. Devlet Planlama Teşkilatı eğitim uzmanlığından gelen Müsteşar Yardımcısı işleri yürütüyor. Enstitü Müdürlüğünden gelen Araştırma Genel Müdürü, enstitüleri kapatarak, müsteşar muavinliğine yükseliyor.

Genel müdürlüklerde ise, genel müdürlerin yetkileri ve konumları tartışma konusu olurken, sorumluluğu olmayan yetkililerce Bakanlıkta işler yürütülüyor. Tarım ve Köyişleri Bakanlığında, Gıda Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığına Asayiş Şube Müdürü bakıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Üstün, toparlar mısınız.

FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) - Şahsım adına da söz talebim vardı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Ancak, AK Parti Grubundan da grup adına konuşacaklar.

FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama, şahsım adına alacağım sözde devam edeceğim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu tasarıyı desteklediğimizi belirtir, Yüce Heyeti saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Üstün.

Sayın Üstün, şahsınız adına söz talebiniz var; ama, sizden önce iki arkadaşın müracaatı var.

AK Parti Grubu adına söz isteyen, Edirne Milletvekili Sayın Necdet Budak; buyurun. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler, "yazıklar olsun!" sesleri, alkışlar [!])

ATİLA EMEK (Antalya) - Emaneti iade et!.. Bu partinin oylarıyla geldin!

AK PARTİ GRUBU ADINA NECDET BUDAK (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Organik Tarım Kanunu Tasarı hakkında söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

ATİLA EMEK (Antalya) - Emaneti iade et!

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Sarıgül hemşerim geliyor!..

(CHP Grubu milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk ettiler)

NECDET BUDAK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, organik tarım, üretimde kimyasal girdi ve ilaç kullanmadan, mevzuatlar içerisinde izin verilen girdilerin kullanımıyla yapılan, üretimden tüketime her aşaması kontrollü ve sertifikalı olan bir tarımsal üretimdir. Başka bir ifadeyle, organik tarım, çevreye dost olan bir üretim modelidir. Organik tarım sisteminde, kimyasal ilaçlar, hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımı yasaktır. Bunların yerine, organik ve yeşil gübreler ile münavebe, toprak muhafaza ve dayanıklı çeşitlerin kullanımı söz konusudur.

Organik tarımın gelişimi: Organik tarım, insanoğlunun daha sağlıklı ürünlerle beslenmeye ve kaliteye önem vermesiyle ortaya çıkmıştır. İnsanoğlu, yaşamını daha iyi sürdürebilmek için hep arayış içerisinde olmuştur; zorunluluklar ise bunu koşullandırmıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, hızlı nüfus artışıyla beraber, insanoğlu ucuz gıdayla öncelikli olarak karnını doyurmaya çalışmıştır. Üretmek ve sadece karnını doyurmak, burada amaç olmuştur; ancak, yine, bilim ve aklın yardımıyla, bitki ıslahı ve gübre kullanımıyla -ki, bu, tarihte "yeşil devrim" olarak adlandırılıyor- verimde büyük artışlar elde edilmiş; ancak, aşırı gübre ve ilaç kullanımıyla beraber, 1970'lere, 1980'lere doğru, bu aşırı girdi kullanımının insan ve hayvan sağlığını tehdit ettiği ortaya çıkmıştır. Bu nedenlerle, aslında, uygulaması 1910'lara dayanan organik tarım, Avrupa'da 1970'lerde ticarî boyut kazanmış ve 1972'de -özellikle altını çizerek söylüyorum- Avrupa'daki bilinçli üreticiler bir araya gelerek, ekolojik tarımda hareketliliği ortaya koymuşlardır. İşte, bu ekolojik tarım hareketliliğiyle birlikte, Avrupa'da, organik tarıma ilişkin kanunî düzenlemeler ortaya çıkmış ve son olarak, 2000 yılında organik tarım yönetmeliği, hayvansal üretimi de içine alacak bir şekilde yayımlanmıştır. Ülkemizde ise, Avrupa'dakinin tam tersine, Avrupalı firmaların ülkemizin organik ürünlerine olan ilgisi üzerine, 18 Aralık 1994 tarihinde Bitkisel ve Hayvansal Tarım Ürünlerinin Ekolojik Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik ile yine, 11 Temmuz 2002 tarihinde Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik yürürlüğe konulmuştur.

Peki, neden organik tarım; sağlıklı ve uzun yaşam, doğal gıdaların tüketilmesiyle mümkündür. Ortaya çıkan hastalıkların üçte 2'sinin yediğimiz gıdalardan kaynaklandığını düşünürsek, organik tarımın önemini çok kolayca anlarız. Konvansiyonel tarımda, yoğun gübre ve ilaç kullanımı ve genetik sayesinde gıda üretimi artmakta; ancak, çevre, toprak, su ve atmosfer oldukça kirlenmekte ve sonuçta, insan yaşamı olumsuz etkilenmektedir. Bunu, birçok örnekle doğrulayabiliriz. Örneğin, ne kadar iyi koşullarda uygulanırsa uygulansın, kullanılan kimyasal ilaçların yüzde 70'i israf edilmektedir. Yine, bir başka örnek; dünyaya erken gelen bebeklerde DDT gibi benzeri ilaçların kalıntısı, normal doğumla dünyaya gelen bebeklere göre çok daha fazladır. Ülkemizden bir başka örnek; kelaynak kuşlarının yok olması da, bu bölgede aşırı tarımsal ilacın kullanımındandır. Yine bölgemizden bir başka örnek -Niğdeli ve Nevşehirli milletvekillerimiz daha iyi bilecekler- bu bölgede patatesle beslenen hayvanlarda körlüğe rastlanmaktadır; bunun nedeni ise, patateste aşırı azot kullanımındandır. Besin maddesi olarak faydalandığımız hayvanları hastalıklardan korumak için kullandığımız ilaçlar, antibiyotikler insana da geçmekte, insanlar da hastalandığında aldıkları antibiyotikler etkisiz kalmakta ve vücudun direnci kaybolmaktadır. Kanserle ilgili olgularda da yine, kanserin yüzde 35 oranında beslenme alışkanlıklarıyla ilgili olduğu saptanmıştır ve dünyada da, genelde, gübre ya da ilaçtan olsun, yaklaşık 3 000 000 insanın zehirlendiği ve 200 000'inin ölümle sonuçlandığı saptanmıştır.

Amerika Birleşik Devletlerinde, üç gün süreyle konvansiyonel ve organik ürünlerle beslenen çocukların idrarlarında yapılan testlerde, konvansiyonel ürünlerle beslenen çocukların idrarlarında 6-9 kat daha fazla kimyevî madde saptanmıştır ki, bu nedenle, Amerika Birleşik Devletlerinde, 0-2 yaş grubu çocuklara, çocuk mamalarının imalinde organik ürünlerin kullanılmasını zorunlu tutan yasa çıkarılmıştır.

Herkes tarafından, en saf ve temiz gıda olarak bilinen anne sütünün dahi, başta klorlu bileşikler olmak üzere 100'ün üzerinde kimyasal kirlilik taşıdığı saptanmıştır. Yine, normal içmesuyunda da 600 civarında kimyasal madde bulunmaktadır. İşte bütün bu nedenlerle, organik tarıma tüm dünyada ihtiyaç duyulmaktadır. Aslında, bütün bu anlattıklarımızı Kanunî Sultan Süleyman şöyle bir sözle özetlemiştir ve demiştir ki: "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." İnsanoğlu bir nefes için her şeyini vermeye hazırdır; ki, veririz.

Gelir ve bilinç düzeyi yüksek toplumlarda, kimyasallardan arınmış ve güvenli bir doğal çevrede yetiştirilmiş ürünler çok daha fazla talep edilmektedir. İşte bu nedenledir ki, Avrupa'da ve Amerika'da organik gıda pazarı hızla büyümektedir. Tabiî ki, tarım konusu, siyasî olarak çok kolay manüple edilen bir konu, nüfus ve oy oranının da fazla olması nedeniyle her konuda çok kolay suçlamalar yapılabilecek bir konu; ancak, Edirne için ben şunu söyleyeyim: Edirne'de il genel meclisi üyeleri oylarında bu durum açık ve net bir şekilde ortaya çıkıyor, ki, Türkiye'de, son zamanlarda -bunda geçtiğimiz hükümetlerin de katkısı var, hizmeti olanlara da teşekkür etmeliyiz- birçok üründe giderek iyileşmeye varan çalışmalar var. Şunu söylemek istiyorum: Esasen, bizim, uluslararası alanda küreselleşme sürecinde nasıl rekabet edeceğimizi ortaya koymamız lazım. İşte, Türkiye olarak bu küreselleşme sürecinde rekabet edeceğimiz alanlardan birisi de organik tarımdır.

Organik tarımın dünyada pazar değeri 30 milyar dolardır. Avrupa Birliğindeki pazarın değeri ise, yaklaşık 8-10 milyar dolardır. Ülkemizin aldığı pay ise, sadece 37 000 000 dolardır. Ülkemiz, 28 ülkeye -Avrupa Birliği ağırlıklı- ihracat yapmaktadır. Son dört beş yılda organik gıda satışları, Amerika'da yüzde 128 artarak 8 milyar dolarlık bir pazar, Japonya'da yüzde 150 artarak 2 500 000 000 dolarlık bir pazar, Kanada'da yüzde 135 artarak yaklaşık 1 milyar dolarlık bir pazar oluşturmuştur. Gelişmiş ülkelerdeki pazar fırsatları, gelişmekte olan bizim gibi ülkeler için de bir fırsattır.

Bizi dinleyen üreticiler açısından da organik tarımın ne gibi özellikleri olduğunu, burada, sizlerle paylaşmak istiyorum. Organik tarım, aslında, her çiftçimizin kendi başına yapabileceği bir tarım şekli değildir. Organik tarım, sözleşmeli tarım esasına dayanmaktadır. Ayrıca, çiftçiye, üretimin nasıl yapılacağı konusunda yardımcı olacak teknik bir ziraat mühendisine ihtiyaç vardır ki, sözleşmeli tarım içerisinde ilgili şirketin görevlendirdiği ziraat mühendisiyle çiftçimiz organik tarım yapabilmektedir.

Organik tarım, belli tekniklerle donanmış bir üretim şeklidir. Organik tarım, en yüksek verimi elde etmeyi hedeflemez; organik tarımda esas olan, kalitedir. Organik tarımda, gübre ve tarım ilacı kullanılması yasaktır. Organik tarımda, genetik olarak değiştirilmiş tohumların kullanımı mümkün değildir. Organik tarımda, kimyevî ilaç ve gübrenin kullanılmaması nedeniyle maliyet düşüktür; ancak, çıkarılan organik ürün, normal ürünlere göre, ürününe göre değişmekle beraber 3-4 kat daha fazla fiyatla satılabilmektedir.

Organik tarımda ilk üç yılda başka bir ürün ekilmemesi gerekmektedir. Bu nedenle, çiftçilerimiz organik tarıma sıcak bakmayabilmektedir. Organik tarımda makine, kimyasal gübre olmadığından ve işgücüne ihtiyaç duyulduğundan dolayı istihdam sağlar; çiftçimiz için, köylerdeki işsiz insanlarımız için gizli istihdam kaynağıdır. Organik tarımın ekoturizme ve turizme katkısı vardı.

Organik tarımdaki üretimin her aşaması kontrollüdür. Organik tarımda ortaya çıkan ürün sertifikalandırılır. Sertifikalandırılan her üründe kalıntı maddesi, hayvansal olsun bitkisel ürün olsun, sıfırdır. Bu anlamda Türkiye'de yetkilendirilmiş firmalar vardır; 6 firma ki, bunun 4 tanesi yabancıdır.

Şimdi, çiftçilerimiz için organik tarımla ilgili 25 Şubat 2004 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla, organik tarımsal ürünleri ve girdileri üreten müteşebbislere, tarımsal kredilere uygulanan cari faiz oranının yüzde 50-60 indirimli olarak, azamî üç yıl vadeli yatırım ve bir yıl vadeli işletme kredisi kullanma imkânı sağlanmıştır.

Organik tarımın uygulanacağı yerler, reaktörlerden, yine enerji santrallarından, sanayi tesislerinden, maden işletmelerinden ve kentsel atıkların bulunduğu alandan 3 kilometre uzak olması gerekir ve ana yollardan da 1 kilometre uzakta olması gerekir.

Dünya ticaretine konu olan organik tarım ürünleri, genel anlamda yaş meyve sebzeler, dondurulmuş gıdalar, su ürünleri, şeker ve şekerli ürünler, kuru ve sert kabuklu meyveler, bakliyat, baharatlar, tıbbî bitkiler, yağlar, et ürünleri, özellikle ülkemiz için bal, peynir, un ve unlu mamuller gibi gıda ürünleridir; yine, bunların içerisinde kahve ve çay ile meyvesuları vardır.

Ülkemiz, özellikle Ege Bölgesi, Güneydoğu ve Akdeniz Bölgesi organik tarıma inanılmaz elverişlidir; diğer bölgelerde de uygunluk söz konusudur. Bu konuştuğumuz yasa birçok çiftçimizi yakından ilgilendirmektedir. 2003 yılı resmî olmayan rakamlarına göre, yaklaşık 16 000 çiftçi ailesi tarafından, 103 000 hektar alanda, 90 çeşit üründe 300 000 ton organik ürün ve 80 000 adet organik fidan üretilmiştir.

Dünyada, 1999 yılı verilerine göre, 16 000 000 hektar alanda organik tarım yapılmaktadır. AB'de ise, 4 000 000 hektar alanda organik tarım yapılmaktadır.

Türkiye'de organik tarım, normal tarım içerisinde yaklaşık yüzde 1'in altında bir pay almaktadır. Avrupa Birliğinde bu oran yüzde 5'tir ve Avrupa Birliğinin 2010 yılı hedefi, bunu yüzde 10'lara çekmek ve daha sonra yüzde 30-40'lara çıkarmaktır.

Avrupa Birliği ülkelerindeki sertifikalı organik üretim yapan işletme sayısı, yaklaşık 120 000'dir, Türkiye'de ise, yaklaşık 12 000 civarındadır. Ülkemizde organik üretim, ağırlıklı olarak yüzde 61 oranında kuru ve kurutulmuş meyve, yüzde 21'i tarla bitkileri ve diğerleri yaşmeyve ve sebzeden ibarettir.

Ülkemizde organik hayvansal üretim istenilen düzeyde değildir. Ayrıca, hayvancılıktaki dezavantajlarımızı avantaja dönüştürme şansımız ve küçük çiftçinin gelir düzeyinin artırılması, köyden kente göçün önlenmesi de, ülkemizdeki organik tarım ve hayvancılığın yaygınlaştırılmasıyla mümkün olacaktır.

Almanya'da, sadece organik süt üretiminin pazar payı 500 000 000 eurodur. Farklı iklim koşullarını bir arada barındıran, organik tarım açısından da büyük potansiyele sahip ülkemizde organik tarım yapılması, üretici gelirini ortalama yüzde 10 artıracaktır.

Ayrıca, sözleşmeli tarım ve ziraat mühendisi çalıştırma koşulu nedeniyle de, ziraat mühendislerine yeni istihdam sahaları açılabilecektir.

Önümüzdeki yıllarda Avrupa ülkelerinde organik tarım talepleri katlanarak artacak. AB içerisinde Türkiye'nin en güçlü olacağı konu, unutmayınız ki, tarıma dayalı sanayi ürünleri olacaktır ve bence, Türkiye, Batı'nın organik tarım üssü olabilecek konumdadır.

Organik ürünlerimizin ihracatının yanı sıra, iç piyasada da tüketiminin artırılması, insanlarımızın sağlığı açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle de, tüketici bilincini önemsemeliyiz, önemsiyoruz. Tüketici bilincinin artmasına paralel olarak, organik ürünlere olan talep artacak, pazara yönelik endişeler azalacak, pazar kanalları çeşitlenecek ve sonuçta da organik üretim talebi gelişecektir. Organik tarım üretimi, işleme ve pazarlama faaliyetlerinin her geçen gün daha karmaşık bir hal aldığı bir üretim şeklidir; bu nedenle bu yasaya ihtiyaç vardır. İnanıyorum ki, bu yasa, iyi çalışılmış, kapsamlı, anlaşılır, uygulanabilir, etkinliği ve yaptırım gücü olan, hem ülke içi faaliyetler hem de uluslararası AB mevzuatıyla uyumlu yasal bir güce sahiptir. Bu nedenle, bu yasanın çıkarılması zorunludur ve bu yasa, iktidar ve muhalefet milletvekilleri tarafından desteklenen bir yasadır.

AHMET YENİ (Samsun) - Muhalefet yok!

NECDET BUDAK (Devamla) - Söz konusu kanunla, tüketiciye, kaliteli, güvenilir, sağlıklı ürünler sunulabilecektir; bunun için, organik tarımsal üretimdeki kontrol, sertifikasyon ve denetime ilişkin esaslar belirlenecektir.

Bu yasayla, ayrıca, tüketicinin ve üreticinin hakları korunacaktır. Bu kanunla, Bakanlık tarafından yetkilendirilen, organik üretimin her aşamasını kontrol eden ve ürünü sertifikalandıran kuruluşların faaliyeti, çalışma izni, kuruluşu, yetkileri ve personel istihdamı hükme bağlanmıştır. Organik tarım komitesi, organik tarım ulusal yönlendirme komitesi ve diğer altkomitelerin kurulmaları, görevleri ve çalışma esaslarına düzenlemeler getirilmiştir.

Bu kanunla, organik tarımı geliştirmek amacıyla, üretimin belli usul ve esaslara uygun olarak yapılmasını temin etmek için ceza hükümlerine yer verilmiştir. Bu itibarla, sertifikalandırılmamış ürünlerin veya girdilerin ürün adı altında sunulmasına cezalar getirilmiştir; böylece, tüketicinin haklarını bu yasa koruyacaktır.

Bu yasayla ilgili söylenecek çok konu var, tarımla ilgili söylenecek çok konu var; ama, bugünkü konumuz organik tarım; organik tarıma emeği geçen tüm Tarım Bakanlığı yetkililerine ve Tarım Komisyonunun iktidar ve muhalefet üyelerine teşekkür ediyorum.

Bu inançla ve özveriyle hazırlanmış bulunan bu kanunun ülkemize hayırlı olması dileğiyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Budak.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Konya Milletvekili Özkan Öksüz söz istemiştir.

Buyurun Sayın Öksüz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 653 sıra sayılı Organik Tarım Kanunu Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi ve muhalefetteki arkadaşları selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı, hem dünyada hem de ülkemizde, her geçen gün önemi, potansiyeli ve kapsamı artan organik tarım yöntemini belirli bir esasa bağlamaktadır.

Günümüzde, çevre bilincinin uyanmasıyla, doğal çevrenin ve kaynakların korunması ve bozulan ekolojik dengenin yeniden tesisi, sürdürülebilir tarım, toprağın yaşatılması, flora ve faunanın korunması, biyolojik çeşitliliğin devamı ve kimyasal kirlilik ile zehirli kalıntının da sonlandırılması temel amaç olmuştur.

Günümüzde, tüm dünyada, çevrenin, insan ve toplum sağlığının korunması konusunda, ülkelere göre farklı düzeylerde olmakla birlikte, büyük gelişmeler meydana gelmektedir.

Bugün konvansiyonel tarımın üretim artışına yönelik aşırı miktarda sentetik ve kimyasal girdi kullanımı sonucu çevre kirliliği önemli boyutlara ulaşmıştır. Tarım alanlarındaki kirlilik, doğal dengenin bozulmasına neden olurken, çevre kirliliği ve besin zinciriyle tüm canlılara ulaşabilen hayatî tehlikeye de yol açmaktadır.

Konvansiyonel tarımda ürünün kalitesinin ikinci plana atılması, ekonomik üretim yapmak için mekanizasyonun artırılması ve özellikle bilinçsiz uygulamalar, toprağın canlı tabakasını yok etmiştir. Toprakta oluşan sert tabakalar sıkışmalar yaratarak, erozyonu teşvik etmiştir. Verim artışı sağlanırken, üretimde ekolojik denge bozulmuş, iyi tarım toprakları elden çıkmış ve toprağın canlı kısmı ölmüştür. Topraktan kaybolan bu maddelerin tekrar telafisi çok pahalıya mal olmaya başlamış ve bazen de imkânsız hale gelmiştir.

Dünya nüfusunun artması ve modern tarımın yaygınlaştırılması, birim başına düşen verimin ve dolayısıyla üretimin artırılması için sağlanan teşvikler ve aşırı destekler sonucu, 1970'te, pestisitlerin ve kimyasal gübrenin keşfiyle, yeşil devrim olarak adlandırılan tarımsal üretimin artırılma çabalarının dünyadaki açlık sorununa çözüm olamadığı, aksine, doğal dengeyi ve insan sağlığını sürekli bozduğu tespit edilmiştir.

Bu olumsuz koşullar karşısında, gelir düzeyi yüksek olan ülkeler başta olmak üzere, birçok ülkede bilinçlenerek örgütlenen üretici ve tüketiciler, doğayı tahrip etmeyen yöntemlerle, insanlarda zehirli etki yapmayan tarımsal ürünleri üretmeyi ve tüketmeyi tercih etmişlerdir. Bu nedenle, yeni bir üretim tarzı olan ekolojik veya organik tarım ortaya çıkmıştır.

Değerli milletvekilleri, organik tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, esas olarak, sentetik kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımını yasaklaması yanında, organik ve yeşil gübreleme, toprağın muhafazasını, bitkinin direncini artıran, doğal düşmanlardan faydalanmayı tavsiye eden, bütün bu olanakların kapalı bir sistemde oluşturulmasını öneren, üretimde sadece miktar artışını değil, aynı zamanda, ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan alternatif bir üretim şeklidir.

Organik tarım, toprak erozyonunu önlemek, su kalitesini korumak, enerji tasarrufu yapmak, kimyasalların insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek, çiftçilerin ve tarımsal işletmelerde çalışan insanların sağlığını korumak, küçük çiftçilere yardım etmek, ekonomiyi desteklemek, daha nitelikli ürün elde etmek, gelecek nesilleri korumak için gereklidir.

Günümüzde dünyada 130'dan fazla ülke organik tarımla uğraşmaktadır. Bu ülkelerden 90'ı gelişmekte olan ülkeler, 15'i ise az gelişmiş ülkelerdir. Dünyada organik tarım alanlarının genişliği 24 000 000 hektar civarındadır. Avustralya ve Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere, AB ülkeleri 5 500 000 hektarla, organik tarım yapılan alan bakımından ikinci önemli ülke grubunu oluşturmaktadır.

Dünyada organik tarım ticaretinin parasal boyutu da hızla büyümekte olup, 25 milyar Amerikan Doları olan organik gıda satışlarının on yıl içerisinde 100 milyar Amerikan Doları civarında olacağı tahmin edilmektedir.

Avrupa Birliği, gelişme potansiyeli yüksek bir sektör olarak değerlendirilen organik tarımın, 2005 yılına kadar, tarım alanlarının yüzde 5'inde yapılmasını hedeflemektedir.

Bir yandan iklim değişiklikleri ve çevre kirliliği, bir yandan canlı sağlığına zarar veren girdilerin kullanımıyla birçok bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bunun sonucunda, Avrupa Birliğinde, gıda güvenilirliğini ve bio çeşitliliğini korumak için, çevreye dost üretim şekli olan organik tarımın geliştirilmesi amacıyla yardım ve teşvik programları uygulanmaktadır.

Ülkemizde organik tarım, 1985 ve 1986 yıllarında, dünyada organik tarımın gelişimine ve yurt dışından gelen organik ürün talebine bağlı olarak sistemsiz bir şekilde başlamış ve sağlıklı gıdaların tüketimine yönelik dünyadaki değişmelere paralel olarak gelişmiştir. Başlangıçta sadece 1985 yılında 8 ürüne yönelik olarak yapılan üretim, günümüzde 179 ürüne ulaşmış bulunmaktadır. Fındık, ceviz, antepfıstığı, kuruincir, kurukayısı, kuruüzüm, baklagiller, tıbbî aromatik bitkiler, pamuk, üzümsü meyveler ile yaşmeyve ve sebzenin organik tarım metotlarına uygun olarak üretimi yapılmaktadır.

Türkiye'de organik üretim, toplam tarımsal üretim içinde henüz binde 1 seviyelerindedir; ancak, dünyada ve özellikle Avrupa'da yaygınlaşan organik ürün tüketimindeki artıştan dolayı, ülkemizin iyi bir pazar payı elde edebilme fırsatı bulunmaktadır. Önümüzdeki on yıl içinde 100 milyar dolar olacağı tahmin edilen bu pazarda bizim payımız da mutlaka artırılmalıdır.

Türkiye, topraklarında çok yoğun girdi kullanılmasının avantajı, tarımsal üretim yönünden ürün çeşitliliği, farklı ekosistemlerin varlığı, organik tarım içindeki gerekli işgücü açısından tarımsal nüfusun fazlalığı dikkate alındığında, organik tarımsal üretim ve ihracatı açısından önemli potansiyele sahip olan bir ülke konumundadır; ancak, birçok insanımıza ekmek kapısı olacak bu potansiyel tam olarak harekete geçirilmemiştir.

Ülkemizde organik tarım yapılan alanlar, 2003 yılı itibariyle, bölgeler bazında incelendiğinde, Ege Bölgesi başta olmak üzere, sırasıyla, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi ilk üç sırada yer almaktadır. Ekonomik gelişmede dezavantajlı bölgelerden olan Karadeniz Bölgesinin iç kesimleri, İç Anadolu, Doğu Anadolu gibi bölgeler organik tarımda avantajlı bölgeler olarak değerlendirilmektedir.

Ülkemizde organik üretim yapan üretici sayısı, üretim miktarı, üretim alanları ve ürün çeşitliliği yıllar içinde artış göstermektedir. 1999 yılında 1 947 olan üretici sayısı, 2002 yılında 12 428, 2003 yılında 13 044'e ulaşmıştır.

Üretim alanları itibariyle; 1996 yılında 9 786 hektar olan üretim alanı, 2002 yılında 89 000 hektar alana, 2003 yılında ise 103 190 hektara yükselmiştir.

Üretim miktarı olarak 1996 yılında 10 304 ton olan üretim miktarı, 2002 yılında 310 125, 2003 yılında ise 291 879 ton olarak gerçekleştirilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Öksüz, toparlar mısınız.

Buyurun.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla)- Toparlıyorum.

Toplam ürün çeşidi 1996 yılında 26, 2002 yılında 150, 2003 yılında ise 179'a çıkmıştır. Organik tarımsal üretimde ülkemiz, kültüre alınan bitkilerin yanı sıra, doğada kendiliğinden yetişen kuşburnu, böğürtlen, ahududu, kekik gibi ürünlerin toplanması ve organik olarak değerlendirilmesi açısından da büyük potansiyele sahiptir.

İhracat yaptığımız ülke sayısı 35 civarındadır. Avrupa Birliği ülkeleri en önemli ithalatçı ülkeler konumundadır. Türkiye, 20 milyar dolarlık dünya organik ürün pazarında 37 000 000 dolarlık bir paya sahiptir. Dünya pazarında ve ülkemiz tarım ürünleri ihracatında da gelmemiz gereken noktanın oldukça gerisinde bulunmaktadır.

Türkiye'de organik tarım uygulamaları 1986 yılında ihracata yönelik olarak başlamıştır. Başlangıçta ithalatçı ülkelerin mevzuatına uygun olarak üretim ve ihracat yapılırken, 1991 yılında Avrupa Birliği Konsey Tüzüğünün yürürlüğe girmesiyle, söz konusu tüzük esas alınarak yapılmaya devam edilmiştir.

Söz konusu yönetmelik, daha sonra, Avrupa Birliği mevzuatında 1991 yılından sonra yapılan değişiklikleri içerecek şekilde güncellenmiş ve 2002 yılında Resmî Gazetede yayımlanan Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik çerçevesinde ülkemizde organik tarım yapılmaya başlanılmıştır.

Ülkemizde organik tarım yapan işletmelerin küçüklüğü, yetersiz örgütlenme, yetersiz bilgi düzeyi, yüksek maliyet, düşük verimlilik, ülkemizde kalıntı, katkı, mikrotoksin ve bu analizleri yapacak laboratuvarların Akreditasyon işlemlerinin tamamlanmamış olması, sağlıklı kontrol ve denetim için gerekli olan kayıt sistemi veri tabanının oluşturulmayışı gibi pek çok unsur bulunmaktadır.

Bu vesileyle, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öksüz.

Tasarının tümü üzerinde, Hükümet adına söz isteyen, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Sami Güçlü; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

UFUK ÖZKAN (Manisa) - Sayın Bakan, toptan cevap verseydiniz daha iyi olurdu.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Olur.

ATİLA EMEK (Antalya) - Eleştirilecek daha çok şey var Sayın Bakan.

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun lütfen. Sayın Bakan, bunu Başkanlık Divanı takdir eder.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, saygıdeğer arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Meclisimizin iki grubunun -Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Parti Grubunun- Tarım Komisyonunda, birlikte, ahenkli bir çalışma sergileyerek ve Hükümetimizden gelen teklifi daha da iyileştirerek kabul ettikleri Organik Tarım Kanunu Tasarısını Genel Kurulda görüşeceğiz ve dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Fahrettin Üstün'ün de ifade ettiği gibi, Grubun da desteğini alarak, bugün, bu kanun tasarısını burada, birlikte, bu iki grup adına geçireceğiz.

Dolayısıyla, ben, başlangıçta, tarımın bu çok önemli teknik konusunda verecekleri destekler için kendilerine teşekkür ediyorum ve tasarının özüne yönelik değerlendirmelerini de dikkatle takip edeceğimizi belirtiyorum, uygulamaya da olumlu sonuçların yansımasını temenni ediyorum.

Grup adına konuşan Sayın Fahrettin Üstün, bu tasarıyla ilgili değerlendirmeleri yaptıktan sonra, Bakanlığımız hakkında ve Tarım Bakanı hakkında değerlendirmelerde bulundu; ben, onlarla ilgili çok kısa bazı açıklamalar yapacağım.

Bana, Plan ve Bütçe Komisyonunda salı günkü Tarım Bakanlığı bütçesi sanki devam ediyor gibi geldi; bir anda, çok geniş bir eleştiri sundu ve âdeta, 2004 yılı için çok karamsar bir tablo çizdi. Tabiî, bunun bu kadar olmadığını kendisi de biliyor hepimiz de biliyoruz. Tarım sektörünün genel karakteri itibariyle, sorunlarından arındırılması çok zor. Özellikle, bu sene, işte, afetler başta olmak üzere, bazı olumsuzlukları hep birlikte yaşadık, ona karşı tedbirler almaya çalıştık. Bugün, Karadeniz Bölgemize yapmış olduğumuz bu desteğin, uygulamadan sonra da bazı eksikliklerinin, aksaklıklarının çıktığını o bölgenin milletvekilleri de biliyorlar. Yani, dolayısıyla, gerçekten bir hadiseyi çözmeye yönelik adımlar da beraberinde ek şeyler doğurabiliyor bu konuda. Hatta, bazı bölgelerimizdeki rahatsızlıklara da şahidiz; ama, onu iyileştirmeye yönelik bir adım attığımızı biliyoruz.

Tabiî, afetlerden başka, bunun dışında, tarımın bir karakteri, üretim fazlası olduğunda da sorun çıkıyor. İşte, geçen yıl patates üreticilerimizin durumu, bu sene devam eden hal ve tahılda meydana gelen durum. Tahılda üretimimiz yüzde 20'ye yakın bir artış gösterdi; ama, bu artış, üreticilerimizi başka sektörlerde memnun ederken, bizim sektörümüzde aleyhe bir gelişme olacağını hepimiz biliyoruz ve nitekim, arzu ettiğimiz gelişme olmadı. Piyasadan çok miktarda buğday almamıza rağmen, geçen yıl aldığımız buğdayın 3 katı buğday almamıza rağmen fiyatlar genel seviyesi geçen seneki durumunda kaldı; ama, toplam üretimdeki artış, çiftçi gelirlerinin toplam gelirinde bir azalmayı önledi. Toplam gelir, belki nispî olarak az arttı, ama, azalmadı. Şimdi, dolayısıyla, tahıldaki bu gelişmenin bu olumlu yönünü de görmeliyiz.

Başka önemli bir iki husus var, o da şu: Kalite çok iyi oldu tahılda. Bunun çok iyi olduğuna dair ifadeyi de çok net söylemek istiyorum. Bu yıl, yaz aylarından itibaren, ihracat amaçlı buğday ithalatını da bir bakıma yasakladık. Bu, liberal politikalara çok uygun değil belki, ama, şu anda, makarna ihraç eden, irmik ve un ihraç eden sanayicilerimiz, yurt dışından, dünya piyasalarından buğday ithal etme imkânına sahip değiller. Bunu kendi kurumumuz veriyor. Evvela, kendi kurumumuz, maliyetine katlandığı için vermiyor; arzu ettikleri kalitede buğdayı verebildiğimiz için alıyorlar ve dolayısıyla, Türkiye'de meydana gelen bu gelişme, evet, üreticilerimizi, ürettikleri ürünün miktarı kadar onların gelirlerinde bir yansımaya sebep olmadı; ama, Türkiye açısından çok önemli bir gelişme oldu; yani, Türkiye, kaliteli buğday üretmenin bir yolunu ve yöntemini fark etti. Dolayısıyla, bu konuda çiftçilerimizin üçte 1'ini ilgilendiren kesimle ilgili hadiseyi değerlendirirken, olumlu tarafını, olumsuz tarafını birlikte düşünmeliyiz.

Ben, geçen hafta pazar günü Trakya'dan geldim; ayçiçeği üreticileriyle beraberdim, Trakyabirlikle beraberdim, Rasim Beyle beraberdik. Biz, çiftçilerin, ayçiçeği üretiminden çok şikâyet ettiklerine şahit olmadık, bana ulaşmadı. 515 000 lira fiyat ödendi, tamamı ödendi, primi bekliyorlar. Dolayısıyla bu konuda olumlu taraflar da var; pirinç üreticilerinin, çeltik üreticilerinin bu yıl Türkiye'de çok güzel bir dönem geçirdiklerini hepimiz biliyoruz; ama, gerek İktidar Partimizden gerekse Anamuhalefet Partimizden bir arkadaşımız da, çıkıp, çeltik üreticilerinin durumu bu sene iyidir demiyor. Bizim bunu duymaya da ihtiyacımız var, biz de iltifata muhatap olmak isteriz elbette. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ERDAL KARADEMİR (İzmir) - Ayçiçeği üreticisinden çok şikâyet geliyor; ama, size ulaşamıyorlar. Sizin etrafınızda koruma zinciri var.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Müsaade eder misiniz...

Ben cümlemi şöyle tamamlamak istiyorum: Burada bu söylediğimiz husus şu: Burada düşüncelerimizi karşılıklı söylüyoruz. Elbette o kesimin de vardır.

Değerli arkadaşlarım, bu olumsuz gelişmeler elbette var, yok demiyorum. Bu sene, biraz önce dediğim gibi, patateste, narenciyede, beyaz ette bir müddet önce yaşadık, pamukta...  Pamukla ilgili konuyu hepimiz biliyoruz. Pamuk konusunda dünya fiyatlarındaki düşme, bizi etkiliyor.

ALİ ARSLAN (Muğla) - Pamuk çiftçisini etkilemiyor Sayın Bakan!

BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekilleri...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Bir saniye arkadaşım...

Buna yönelik olarak şu anda Tarım Bakanlığı bütçesi görüşülürken, orada... (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, henüz tasarının tümü üzerinde görüşülüyor. Maddeleri üzerinde görüşülürken kürsüye gelirsiniz, konuşursunuz.

ERDAL KARADEMİR (İzmir) - Konuşacağız zaten.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) -Plan ve Bütçe Komisyonunda, zaten bu konuda bir adım atıldı; oradaki arkadaşlarımız biliyor; 100 trilyonluk bir ek kaynağın prim hesabına nakledildiğini biliyoruz. Bu, gelişmeyi pozitif olarak etkileyecek bir hadise. Yine, oradaki arkadaşlarımızın kendi ifadesi ve hazırlıkları, aynı çalışmanın Maliye bütçesi görüşülürken de yapılacağı şeklinde ve dolayısıyla, en başta, Hükümetimizin ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener Beyin başkanlığında, bu konuda -iyileştirme konusunda- bir arayış sürüyor; yani, biz, pamuk üreticilerimizin içinde bulunduğu durumu telafi edecek, iyileştirecek, bu üretimi sürdürülebilir yapacak bir gelişmenin arayışı içerisindeyiz. Dolayısıyla, bu konuda, hadiseye duyarsız kalmak, ilgisiz kalmak gibi bir tutum içerisinde olmamız zaten düşünülemez. En temel sanayi hammaddemizi ve Türkiye'nin rekabet gücü olan bir sektörünün hammaddesini, bu ülkede, biz, üretmeye ve üretimini artırmaya devam etmeliyiz.

Ben, anafikir olarak birkaç hususta daha şöyle demek istiyorum: Efendim, 2004 yılında, biz, tohumculuk konusunda, çok kayda değer bir çalışma yaptık. Ziraî mücadele konusunda, özellikle tahılda yaptığımız çalışmayı hatırlıyorum. Sebze tohumculuğundaki hadise... Hayvancılık sektörüne 550 trilyonluk bir kaynak aktarıyoruz. Hayvan kaçakçılığı konusundaki mücadelemizi, lütfen, arkadaşlarımız, dikkate alsınlar ve takip etsinler. Şu anda çok kesin olarak söylüyoruz; büyükbaş hayvan kaçakçılığının piyasayı etkilemesi söz konusu değil. Böyle bir kaçakçılığı önleyici tüm tedbirlerin devamlı olarak sağlanması konusunda, ilgili tüm güvenlik kuruluşlarıyla işbirliği içerisindeyiz. En büyük desteği askerlerimizden alıyoruz ve bu konudaki yaklaşım tarzları itibariyle, inanın, bizim, bir ihtisas kurumu olarak verdiğimiz önem kadar olayın içindeler ve Türkiye'deki hayvan hastalıklarının önlenmesi için gerekli olduğunu söyleyebiliyorlar. Yani, dolayısıyla, ekonomik yönden daha çok hayvan hastalıkları kısmını... Dolayısıyla, önümüzdeki günlerde -yani, 4 Aralıkta- Diyarbakır'da, yine, ülkenin sınır bölgesi valileriyle toplanarak, bu kaçakçılığı mutlaka önlemek ve bu mücadeleyi sürdürmekteki kararlılığımızı göstereceğiz.

Tarımsal krediler konusunda, ilk defa,  2004 yılında bir sistem işlemeye başladı; iyi işlemedi; 2 katrilyon hedefledik, ancak 500 trilyon civarında olacak; ama, bir sistem yürürlüğe girdi; bunu büyütmek, olumsuzluklarını gidermek daha kolay.

Gıda konusundaki sorumluluğu üzerimize aldık ve bu ülkede gıda denetimiyle ilgili konularda düzenleyici, kontrol edici bir kurum olarak topluma karşı sorumluluklarımızın çok farkındayız ve 2005 sonbaharında, herkesin görebileceği bir iyileştirmeyi hayata geçireceğiz inşallah.

Onun dışında, benim söyleyeceğim diğer bir husus, bu organik tarım konusu. Dünyada hızla gelişen, Türkiye'de de belki olması gerekenden daha çok toplumda bir beklenti uyandıran ve bu sebeple de, belki, kontrol etmezsek, pazarlamayla, araştırmayla, piyasa genişlemesiyle ilgisini kurmazsak birkısım hayal kırıklıkları da yaşayabileceğimiz bir alandır. Dolayısıyla, pazarlamayla birlikte gelişmesi gereken bir alandır. Türkiye'deki üretimin, üreticinin, alanların genişlediğini arkadaşlarımız uzun uzun ifade ettiler.

Ben, bu kanun tasarısının hazırlanmasında emeği geçen çok sayıda sivil toplum kuruluşuna, üniversitelerimize, kamu kuruluşlarımızın temsilcilerine ve sivil toplum örgütlerinin yaklaşık 1 200 katılımcısının görüşünü alarak, bu konuda, âdeta toplumsal bir mutabakat sağlayarak bu hale getiren Bakanlığımın ilgili birimlerine ve Tarım Komisyonunda katkı veren her iki gruba mensup arkadaşlarıma ve sonunda, yine, birlikte Meclis Genel Kuruluna getirilmesine imkân verdikleri için teşekkür ediyorum. Bugün, yine, bu Kurulda, bu konuyu görüşerek, müştereken değerlendirerek yasalaştırma hususundaki çalışmalarımızın hayırlı olmasını diliyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına söz isteyen Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.(CHP sıralarından alkışlar)

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Organik Tarım Kanunu Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, özellikle bu kanun tasarısının Meclis Genel Kuruluna kadar gelmesinde katkısı olan bütün kişi, kurum ve kuruluşlara huzurlarınızda şükranlarımı sunmak istiyorum.

Dünyada, son derece önem verilen, insanların, yeni yetişecek neslin sağlıklı yetişmesi ve büyümesi için hayatî derecede önemli olan organik tarımın Türkiye'de geçirdiği evreleri benden önce konuşan milletvekillerimiz anlattılar; organik tarımın, Türkiye için, dünya için ne kadar önemli olduğunu ifade ettiler. Ben de, bu konuyla ilgili olarak, özellikle 1980'li yıllardan sonra dünyanın gündemine oturan ve 1990'lı yıllardan itibaren de Türkiye'de yer bulan organik tarımın içinde bulunduğu sıkıntılar ve bunların çözüm yollarıyla ilgili kısa bilgiler sunmak istiyorum.

Öncelikle, organik tarımla ilgili ulusal bir politikanın olmadığı ve kısa ve uzun vadeli hedeflerin bulunmadığı hepimizin malumudur. Organik tarım gibi, gelişmiş ülkelerin son derece önem verdiği bir konuda, gelişmekte olan bir ülkenin, bu konuya, en az onlar kadar önem vermesinin zarurî olduğu açıktır. Üreticilerin organik tarımla ilgili yeterli bilgi birikimine sahip olmaması, onların yeterince eğitilmemesi, ülkemizdeki organik tarımı olumsuz olarak etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Yine, maalesef, bu konuyla ilgili danışmanlık hizmetlerinin yeterince yapılamaması, üreticilerin desteklenmemesi, organik tarımdaki handikaplarımızdandır. Örneğin, Avusturya'da hektar başına 325 euro olan destek, İsviçre'de 840 eurodur; ancak, ülkemizde organik tarımla ilgili henüz herhangi bir destekleme söz konusu değildir.

Yine, organik tarımla ilgili olarak laboratuvarlarımızın da yeterli olmadığını ifade edebiliriz. Organik tarımla uğraşan çiftçilerimizin üretimde kullandığı girdilerin son derece pahalı olduğu, bu son derece pahalı olan girdilerle yapılan üretimin dünya pazarlarındaki organik tarım ürünleriyle rekabet edemediği de, yine, çok açık bir gerçek olarak karşımızdadır.

Organik tarımla ilgili kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının az olması da bir diğer handikaptır. Bu konuda 5 yabancı ve 2 yerli kuruluşun olması, bu sahada üretim yapmaya çalışan üreticilerimizin mağdur olmasına sebebiyet vermektedir.

Yine, Türkiye'de organik tarımla uğraşan çiftçilerimizin, üretim yaptıkları parselleri son derece küçük olduğu için, birim başına yapılan maliyet artmakta ve birim başına elde edilen ürün de o ölçüde azalmaktadır.

Organik tarım ürünleriyle ilgili iç talebin yetersiz olduğunu da ifade edebiliriz. İç talebin yetersiz olmasının sebeplerinden birisi olarak, maalesef, bunları satın alabilecek vatandaşların gelir düzeyinin düşük olduğunu ifade edebiliriz. Buna mukabil, bununla ilgili aracıların, bu ürünleri, fahiş fiyatlarla, alıp piyasalara sunması da, üreticileri sıkıntıya sokan faktörlerin başındadır. Tabiî, üreticiler bu konuda son derece örgütsüzdür.

Organik tarımla ilgili olarak, devletin kurumlarında olması gereken veriler de yetersizdir. Buna, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı da dahildir.

Maliyetler -biraz sonra geleceğim- tarımın diğer problemlerinden dolayı, maalesef, yüksek olduğu için, organik tarım üretimi yapan çiftçilerimizin yeterli verimi aldıklarını da söylememiz mümkün değildir.

İşte, bütün bu şartları gözönüne alacak olursak, böyle bir kanun tasarısının Meclis gündemine gelmesini olumlu olarak görüyor, bu kanun tasarısını desteklediğimi ifade ediyorum; ancak, biraz önce sıraladığım eksikliklerin ve aksaklıkların da, bu kanun tasarısı kanunlaştıktan sonra, mutlaka, hükümetimizce değerlendirilmesi, Tarım Bakanlığımız tarafından da bu konunun ciddî bir şekilde takip edilmesi ve bu konuyla ilgili üretim yapan üreticilerimize sahip çıkılması gerekmektedir.

Biraz önce, Sayın Tarım Bakanımız geldi, burada CHP'li bir arkadaşımızın konuşması üzerine "çok karamsar bir tablo çizdi; ancak, durum o kadar da kötü değil" şeklinde de bir ifade kullandı; yani, Sayın Tarım Bakanımız kötü olduğunu kabul ediyor da, çok karamsar, çok kötü olduğunu kabul etmiyor; ama, biraz sonra söyleyeceğim rakamlarla, tarımın nereden nereye geldiğini sizlerin huzurunda tüm vatandaşlarıma bu kürsüden duyurmak istiyorum.

Bu sene alınan bir kararla, besiciliği teşvikle ilgili olarak, 1 000 000 liralık uygulama, maalesef, 500 000 liraya indirilmiştir ve yine, açıklandığı üzere, mazot desteğinin 2005 yılında kaldırılacağı ifade edilmiştir. Büyük bir propagandayla gündeme getirilen, ancak önümüzdeki yıl kaldırılacağı söylenen mazot desteğinin kaldırılması halinde, Avrupa'da, dönüm başına 400 dolar civarında olan desteklemenin, Türkiye'de 60-70 dolarlara düşeceği çok açıktır; bu kadar az destekle, Türk çiftçisinin, dünyadaki diğer çiftçilerle yarışmasının, rekabet etmesinin de mümkün olmadığı çok açık bir gerçektir.

Yine, ilk defa, geçen sene, Türkiye'de 500 000 hektar tarım arazisi boş kalmıştır sevgili milletvekilleri. Boş kalmasının sebebi nedir?! Artık, vatandaşın tarlasını ekmesi, üretim yapması, ona herhangi bir artı değer sağlamadığı için, en azından boş bırakarak zararına satış yapmanın önüne geçme düşüncesiyle, Türkiye'de ilk defa bu kadar tarım arazisi boş bırakılmıştır.

Yine, biraz önce, Sayın Tarım Bakanımız, Trakya'daki ayçiçeği üreticilerinin memnun olduğunu ifade ettiler. Biz de, yaklaşık iki ay önce, Sayın Genel Başkanımızla beraber, Trakya Malkara'da çiftçi mitingindeydik. Bir ilçe şartlarının çok üzerinde, en az 10 000 çiftçi Malkara Meydanını doldurmuştu. Malkara Meydanında, o çiftçilerden feryatlar yükseliyordu. Eğer, o çiftçiler, ayçiçeği üreticileri, buğday üreticileri memnunsa, buyurun Sayın Tarım Bakanım, siz de Malkara'ya gidin, bir çiftçi mitingi düzenleyin, 100 kişiyi toplayabilecek misiniz görün!

Çiftçi kan ağlıyor. Geçenlerde Polatlı'daydım. Polatlı'daki soğan üreticileri, soğanlarını tarlada bırakıyorlar. Aydıncık İlçesindeki soğan festivaline katıldım. Orada, vatandaşlar gözyaşı döküyordu; soğanın acı suyundan değildi o gözyaşı, soğan üreticisinin düşmüş olduğu o zor durumun neticesi olarak gözlerinden yaşlar akıyordu.

Gelip, burada, Trakya'daki tarım üreticisinin memnun olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz?! Ben Denizli'deydim, Denizli milletvekilimiz de burada, pamuk üreticileri pamuklarını yaktılar bu sene Denizli'de. Yunanistan'daki fiyatlar belli, Amerika Birleşik Devletlerindeki fiyatlar belli; Türk çiftçisi, Türk pamuk üreticisi nasıl rekabet edecek, nasıl pamuk üretecek?! Pamuğa ödenecek olan prim henüz belli değil. Geçen sene, Yunanistan, pamuk üreticisine 45 sent destek verirken, Türkiye'de, pamuk üreticisine 5 sent destek verildi. Türkiye, daha önceki yıllarda, pamuk üretiminde bir hayli ön sıralarda olan bir ülke olmasına rağmen, bugün, Yunanistan'dan pamuk ithal eder duruma gelmişsek, bu, yıllarca dünyanın kendi kendine yeten 7 tarım ülkesinden birisi olan Türkiye'nin bir ayıbıdır. Bu uygulamalara bir an önce son verilmesi ve mutlaka, tarımın, çiftçinin desteklenmesi lazım.

Geçenlerde, Sayın Başbakan, 2002 yılındaki satın alma gücü ile 2004 yılındaki satın alma gücünü karşılaştırdı. 2002 yılı, Türkiye'de, çok kötü bir yıldır; ama, ben de şimdi bazı rakamları karşılaştıracağım; 1997 yılı ile 2004 yılının rakamlarını birlikte karşılaştıralım: 1997 yılında, Türk çiftçisi, 2,8 kilogram buğday satarak 1 litre mazot alabilirken, 2004 yılında, 5,2 kilogram buğday satarak 1 litre mazot almaktadır. Mazot fiyatının, yılbaşından beri artış oranı yüzde 32'dir sevgili arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SERACETTİN KARAYAĞIZ (Muş) - Dünyada arttı, ne yapalım.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, toparlayabilir misiniz.

Buyurun.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Dünyada artıyor; ama, Avrupa'daki mazot fiyatlarına bakalım, Avrupa'daki çiftçinin desteklenmesine bakalım, oradaki prim sistemine bakalım, oradaki maliyetleri karşılaştıralım. Onları bir kenara bırakarak bunları söylersek yanlış olur.

Yine, 1997'de 34 kilogram buğdayla 12 kilogram tüpgaz alınabilirken, bugün, 62 kilogram buğdayla 12 kilogram tüpgaz alınmaktadır. Yine, 3,5 kilogram buğday satılarak 1 kilogram şeker alınabilirken 1997 yılında, 2004 yılında, 5,5 kilogram buğday satılarak 1 kilogram şeker alınmaktadır. Yine, 0,36 kilogram buğdayla 1 kilogram amonyumnitrat gübresi alınabilirken, şimdi, 0,75 kilogram buğdayla alınmaktadır.

Yine, ne acıdır ki, Türkiye'de ilk defa -bakınız, elimde rakamlar var; yine, bir yıl istisna- tarım ithalatı, tarım ihracatından çok fazla. İşte, 2003 yılındaki rakamlar: İhracat 2 400 000 000 dolar, ithalat 2 500 000 000 dolar. Bakınız, ithalat, ihracattan daha fazla ve bu seneki rakam çok daha kötü. Bu seneki rakam -8 aylık rakamları veriyorum- 1 990 000 000 dolar ithalat, 1 575 000 000 dolar ihracat. 8 aylık veri, Türkiye'nin tarımdaki kötüye gidişinin çok açık bir rakamı; 400 000 000 dolar, ihracatımız, ithalatımızdan daha az. Bütün bu şartlar altında, Türkiye'de tarımın iyiye gittiğini, tarımın iyi olduğunu nasıl söyleyebiliriz.

Yine, bakınız, elimde, yıllar itibariyle ürün fiyatları ve girdi fiyatları var. Bakın, 2003 yılı ile 2004 yılını şöyle bir karşılaştırmak istiyorum: Çekirdeksiz kuruüzümde fiyat yüzde 28,6 daha az geçen seneye göre,  kurusoğanda yüzde  63 daha az arkadaşlar,  2003 yılına göre; patateste yüzde 25 daha düşük fiyatlar. Elmada yüzde 31,4; mandalinada yüzde 50 ve bunların...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, lütfen teşekkür edin.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, lütfen... İstirham edeyim... Zaten söz hakkımız sınırlı, kısıtlı. Tarımla ilgili bir konu görüşülüyor. Çiftçimizin, köylümüzün derdine derman olmaya çalışıyoruz. Onların düşüncelerini, isteklerini, arzularını Meclis aracılığıyla hükümete, kamuoyuna duyurmak için, lütfen, 1-2 dakika daha istirham edeyim.

BAŞKAN - Sayın Kandoğan, Tüzüğün tanıdığı hakkı sonuna kadar kullandırıyoruz.

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Bu arada, girdi fiyatlarındaki artışlara bakalım. Sadece 2003 ile 2004'ü karşılaştırıyorum. Bakınız, yem fiyatları yüzde 36 artmış, gübre yüzde 20 artmış, mazot yüzde 34 artmış, sulamada masraflar yüzde 20 artmış, tarımsal elektrik fiyatındaki artış yüzde 32, tarımda asgarî ücretteki artış yüzde 45. Şimdi, bunları yan yana koyarsak, Türk çiftçisinin hangi durum içerisinde olduğu hepimizin malumudur. Böyle bir ortamda organik tarımla ilgili kanun tasarısını görüşüyoruz.

Bu tasarıyı burada kanunlaştıracağız; ancak, bu tasarı kanunlaştıktan sonra, yarın, çiftçimize, köylümüze bu kanunla ne vereceğiz? Tarımın içinde bulunduğu durum bu iken, bu kanun tasarısı kanunlaştıktan sonra çiftçimizin, köylümüzün durumu daha mı iyileşecek?!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür eder misiniz Sayın Kandoğan...

ÜMMET KANDOĞAN (Devamla) - Peki.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kandoğan.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN - Arayacağım Sayın Koç.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 19.32

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.40

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

9. - Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/841) (S. Sayısı: 653) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

653 sıra sayılı kanun tasarısının maddelerine geçilmesinin oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, tekrar, maddelere geçilmesini oya sunup karar yetersayısını arayacağım.

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 19.41


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.47

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

653 sıra sayılı kanun tasarısının müzakerelerine devam edeceğiz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

9.- Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/841) (S. Sayısı: 653) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

653 sıra sayılı kanun tasarısının maddelerine geçilmesinin oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, tekrar, maddelerine geçilmesini oya sunup, karar yetersayısını arayacağım.

Kabul edenler...

Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için, oylamayı elektronik cihazla yapacağız.

Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın Beşir Atalay'a vekâleten Sayın Sami Güçlü oy kullanmıştır.

Sayın Hasan Kara?.. Yok.

Sayın Öner Ergenç?.. Burada.

Sayın Ali Yüksel Kavuştu?.. Yok.

Sayın Şükrü Önder?.. Yok.

Sayın Mehmet Eraslan?.. Yok.

Sayın Mehmet Daniş?.. Yok.

Sayın İbrahim Köşdere?.. Yok.

Sayın milletvekilleri, üçüncü kez yapılan oylamada da karar yetersayısı bulunamamıştır.

Sayın milletvekilleri, Başkanlık Divanı olarak, bugün UEFA Kupasında ülkemizi temsil edecek olan Beşiktaş Spor Kulübüne, Steaua Bükreş karşısında başarılar diliyor, ülkemize millî heyecanı yaşatmasını temenni ediyoruz. (Alkışlar)

Üçüncü kez yapılan oylamada da karar yetersayısı bulunamadığı için, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 30 Kasım 2004 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 19.56

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) Yazili Sorular ve Cevaplari

1. - İstanbul Milletvekili Gürsoy EROL'un, Millî Saraylar bünyesindeki müze ve kafeteryaların tanıtımına ve ziyaretçilerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Vekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/4040)