DÖNEM
: 22 CİLT : 65 YASAMA YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
22 nci Birleşim
25 Kasım 2004 Perşembe
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Gündemdişi Konuşmalar
1. - Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp'in,
Irak'ta yaşanan olaylara ilişkin gündemdışı
konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in
cevabı
2. - Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan
Yerlikaya'nın, Tunceli İlinde son zamanlarda yaşanan olaylara ilişkin
gündemdışı konuşması
3. - İstanbul Milletvekili Halide
İncekara'nın, Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü münasebetiyle gündemdışı
konuşması
B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi
Önergelerı
1. - Aydın Milletvekili Mehmet Mesut
Özakcan ve 36 milletvekilinin, pamuk üretimi ve üreticisinin sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/231)
2. - Kastamonu Milletvekili Musa
Sıvacıoğlu ve 24 milletvekilinin, Kastamonu-Küre-Aşıköy Maden Ocağında meydana
gelen iş kazası ile ülkemizdeki iş kazalarının nedenlerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/232)
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - Samsun Milletvekili Mustafa Çakır'ın
yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve
Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden
kurulu Karma Komisyon
Raporu (3/342) (S. Sayısı: 556)
2. - Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı
ile Kayseri Milletvekili Adem Baştürk'ün yasama dokunulmazlıklarının
kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/343) (S. Sayısı: 557)
3. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi
ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/344) (S.
Sayısı: 558)
4. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat
Melik'in yasama dokunulmazlığının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu
(3/345) (S. Sayısı: 559)
5. - Şanlıurfa Milletvekili Mahmut
Yıldız'ın yasama dokunulmazlığının
kaldırılması hakkında
Başbakanlık tezkeresi ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu Karma Komisyon Raporu (3/346)
(S. Sayısı: 560)
6. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet
Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici
Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/212) (S. Sayısı: 305)
7. - Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş
Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile İçişleri ve
Dışişleri Komisyonları Raporları (1/896) (S. Sayısı: 679)
8. - Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü
Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları
Raporları (1/880) (S. Sayısı: 684)
9. - Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve
Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları
(1/841) (S. Sayısı: 653)
V. -
ÖNERİLER
A) Danişma Kurulu Önerılerı
1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI. -
SORULAR VE CEVAPLAR
A) Yazili Sorular ve Cevaplari
1. - İstanbul Milletvekili Gürsoy EROL'un,
Millî Saraylar bünyesindeki müze ve kafeteryaların tanıtımına ve
ziyaretçilerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Vekili
İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/4040)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
altı oturum yaptı.
Giresun Milletvekili Hasan Aydın,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce,
24 Kasım Öğretmenler Gününe;
Batman Milletvekili Mehmet Ali Suçin,
pamuk bitkisinin sanayideki önemine, pamuk üreticilerinin sorunlarına ve
alınması gereken tedbirlere;
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Ağrı Milletvekili Naci Aslan'ın (3/337)
(S. Sayısı: 551),
İstanbul Milletvekili Mehmet Sekmen'in
(3/338) (S. Sayısı: 552),
Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in
(3/339, 3/340, 3/341) (S. Sayıları: 553, 554, 555),
Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına
gerek bulunmadığı hakkında Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon raporları okundu; 10 gün içerisinde itiraz edilmediği takdirde
raporların kesinleşeceği açıklandı.
Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve 20
milletvekilinin, Bitlis'te balcılık ve arıcılığın (10/229),
Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar ve
33 milletvekilinin, Millî Emlak Genel Müdürlüğü ve diğer kamu kurumlarınca
yapılan arsa tahsislerinin usulüne uygun olup olmadığının ve tahsislerin
amacına uygun kullanılıp kullanılmadığının (10/230),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel
Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve
öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz
gelmediğinden, ertelendi.
2 nci sırasında bulunan ve görüşmeleri bu
birleşimde tamamlanan Aile Hekimliği Pilot Uygulaması Hakkında Kanun
Tasarısının (1/855) (S.Sayısı: 680), elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan
sonra;
3 üncü sırasında bulunan, Polis Vazife ve
Selahiyet Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısının (1/837) (S. Sayısı: 639) görüşmelerini müteakiben,
Kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.
25 Kasım 2004 Perşembe günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 23.06'da son verildi.
Sadık Yakut
Başkanvekili
|
Bayram Özçelik |
Yaşar Tüzün |
|
Burdur |
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
Ahmet
Küçük |
|
|
Çanakkale |
|
|
Kâtip Üye |
|
|
No. : 29
II. - GELEN KÂĞITLAR
25 Kasım 2004 Perşembe
Raporlar
1.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/260) (S. Sayısı: 514'e 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)
2.- Kocaeli Milletvekilleri Nevzat Doğan ve
Osman Pepe'nin Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporları ve Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu ve 15 Milletvekilinin
İçtüzüğün 133 üncü Maddesine Göre Raporlara İtirazı (3/274) (S. Sayısı: 522'ye
1 inci Ek) (Dağıtma tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)
3.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/276) (S. Sayısı: 523'e 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)
4.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/277) (S. Sayısı: 524'e 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)
5.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/278) (S. Sayısı: 525'e 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)
6.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/279) (S. Sayısı: 526'ya 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)
7.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve
Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/280) (S. Sayısı: 527'ye 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)
8.- Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonun
Kovuşturmanın Milletvekilliği Sıfatının Sona Ermesine Kadar Ertelenmesine Dair
Raporu ve Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in İçtüzüğün 133 üncü
Maddesine Göre Rapora İtirazı (3/281) (S. Sayısı: 528'e 1 inci Ek) (Dağıtma
tarihi: 25.11.2004) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Adıyaman Milletvekili
Şevket GÜRSOY'un, enerji desteğinin uygulanmasına ve ödemelerin ne zaman
yapılacağına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/1342) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.11.2004)
2.- Manisa Milletvekili Ufuk
ÖZKAN'ın, organ nakline ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1343)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
3.- Mersin Milletvekili
Ersoy BULUT'un, Mersin-Gülnar-Bereket Köyü Sağlık Ocağına ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/1344) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Samsun Milletvekili
Haluk KOÇ'un, Samsun Kız Yetiştirme Yurdunda sendikaya ait yazıların bir
milletvekili tarafından panodan indirildiği iddiasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/4151) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
2.- İstanbul Milletvekili
Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkanlarının aylık gelirlerine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4152) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
3.- İstanbul Milletvekili
Güldal OKUDUCU'nun, trenlerde meydana gelen kapkaç olayları ve alınacak
tedbirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4153) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.11.2004)
4.- İstanbul Milletvekili
Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı unvanlarda çalışanlar arasındaki ücret
farklılıklarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4154) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.11.2004)
5.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Ali ÖZPOLAT'ın, Küçükçekmece Gölündeki kirliliğe ve ıslah çalışmalarına
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/4155) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.11.2004)
6.- İstanbul Milletvekili
Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığa bağlı bazı kurumların başkan ve genel
müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4156) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
7.- Yozgat Milletvekili
Emin KOÇ'un, TRT tarafından kurum dışında yaptırılan programlara ve ödenen
ücrete ilişkin Devlet Bakanından (Beşir ATALAY) yazılı soru önergesi (7/4157)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
8.- Yozgat Milletvekili
Emin KOÇ'un, TRT'de yayınlanan Alaturca programının sunucularına ödenen ücrete
ilişkin Devlet Bakanından (Beşir ATALAY) yazılı soru önergesi (7/4158)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
9.- İstanbul Milletvekili
Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel müdürlerinin aylık
gelirlerine ilişkin Devlet Bakanından (Beşir ATALAY) yazılı soru önergesi
(7/4159) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
10.- Ardahan Milletvekili
Ensar ÖĞÜT'ün, Ardahan-Göle-Gülistan Köyünün içme suyunun temizlenmesine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4160) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.11.2004)
11.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığa bağlı bazı kurumların genel
müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4161) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
12.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Diyanet İşleri Başkanının gelirine ilişkin
Devlet Bakanından (Mehmet AYDIN) yazılı soru önergesi (7/4162) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.11.2004)
13.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığının ve bağlı bazı kurumların
müsteşar, başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4163) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
14.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığının ve bağlı bazı kurumların
müsteşar, başkan ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Maliye
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4164) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
15.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürünün
aylık gelirine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4165)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
16.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların başkan
ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4166) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
17.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların başkan
ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4167) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
18.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların başkan
ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4168) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
19.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların müsteşar
ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanından (Ali BABACAN)
yazılı soru önergesi (7/4169) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
20.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel
müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı soru önergesi (7/4170) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.11.2004)
21.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel
müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanından (Güldal AKŞİT) yazılı
soru önergesi (7/4171) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
22.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı kurumların başkan ve genel
müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(Abdüllatif ŞENER) yazılı soru önergesi (7/4172) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.11.2004)
23.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların başkan
ve genel müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4173) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
24.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Bakanlığına bağlı bazı kurumların genel
müdürlerinin aylık gelirlerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4174) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
25.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Savunma Sanayi Müsteşarının aylık gelirine
ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/4175) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.11.2004)
26.- İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, bazı müsteşar ve genel müdürlerinin aylık
gelirlerine ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru önergesi
(7/4176) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2004)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Aydın Milletvekili
Mehmet Mesut Özakcan ve 36 Milletvekilinin, pamuk üretimi ve üreticisinin
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/231) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.11.2004)
2.- Kastamonu
Milletvekili Musa Sıvacıoğlu ve 24 Milletvekilinin, Kastamonu-Küre-Aşık maden
ocağında meydana gelen iş kazası ile ülkemizdeki iş kazalarının nedenlerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/232) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2004)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 15.00
25 Kasım 2004
Perşembe
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
22 nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Irak'ta yaşanan
olaylarla ilgili söz isteyen, Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp'e aittir.
Buyurun Sayın Alp. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Gündemdişi Konuşmalar
1. - Bursa
Milletvekili Abdulmecit Alp'in, Irak'ta yaşanan olaylara ilişkin gündemdışı
konuşması ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı
ABDULMECİT ALP (Bursa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Irak'ta yaşanan olaylarla ilgili olarak gündemdışı söz
almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi, sizleri,
hafızalarınızı tazelemeye çağırıyorum.
Irak'ın işgal edilmesi, nükleer silahların varlığı ve daha fazla demokrasi mazeretine
dayandırılmıştır. İşin belki en büyük komedisi burada yatmaktadır. ABD ve
koalisyon güçleri, her anlamıyla meşru olmaktan uzak bir kirli savaş
yürütmektedirler. Öyle bir kirli savaş ki, ne çocuk ne kadın ne cami ne de
mabet dinlemektedir. Tüm dünya televizyonları, Amerika askerlerinin, camilere
girerek, sivil ve silahsız yaralıları nasıl öldürdüğünü göstermektedir.
İnsanlık duygularımız bunun hesabını sormasa bile, tarih, mutlaka, bir gün
bunları hatırlatacak ve hesap soracaktır.
Hemen yanıbaşımızda bir insanlık suçu
işleniyor. Bütün Filistinliler, bütün Iraklılar terörist kabul ediliyor. Bu
arada, binlerce masum insanın ölmesi önem taşımıyor; koca bir şehirde, halka
karşı toplu kıyım yaşanıyor. Mağrur ve mazlum Felluce işgale uğramış, yağmalanmış,
kana bulanmış, medeniyet denilen arsız yalanın simgesi haline dönüşmüştür.
Halkı ise, bütün dünyanın gözleri önünde, caddelerde, cami köşelerinde, okul
bahçelerinde ceset olarak yatmaktadır. Hiçbir kutsal değere saygı duyulmadan,
ramazan, bayram demeden, Yüce Yadatanın evinde can çekişen masum insanları
görüyoruz. Amerikan güçlerinin acımasızca saldırılarına karşı, tüm milletimizin
nefret ve kınama duygularının kabardığı bir dönemde yaşıyoruz.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Hükümet de
kınasın, hükümet de kınasın.
ABDULMECİT ALP (Devamla) - Üstelik, her
akşam izlediğimiz bu haberler, insanın psikolojisini bozarak, sanki, insan
öldürmeyi normal bir olaymış gibi göstermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Irak işgali devam ederken, her gün, Irak'ın başka bir yöresinde, vicdan kabul
etmez saldırılar neticesinde kaç masum insanın öldüğü dahi meçhul kalmaktadır.
ABD güçleri, gerek hapishanelerde Iraklı esirlere yaptıklarıyla gerekse üstün
ateş gücüyle doğrudan saldırıları en basitinden insafdışı olup insan haklarına
da aykırıdır.
Bunların haricinde ise, ekmek parası için
tehlikeli yollara gitmek zorunda kalan şoförlerimiz ve aileleri büyük ıstırap
çekmektedir. Bu şoförlerden 50-60 kadarının Irak'ta çeşitli grupların
saldırıları neticesinde öldürülmüş olması, özellikle aileleri başta olmak
üzere, bizleri derinden yaralamaktadır.
Herkes, artık, gerçeği görmek zorundadır.
Amerikalıların Irak'a ya da başka bir yere özgürlük, demokrasi ve insan hakları
getirme gibi bir derdi ve lüksü yoktur ve asla olmayacaktır. Amerikalılar,
böyle, halkların insanlık değerini yok etmek istemektedirler. Burada asıl
sorun, Amerika'nın demokrasi ve özgürlük adına işlediği cinayetlerin boyutuyla
sınırlı değil; insanlık adına daha ürkütücü olan, işlenen cinayetler maddî
olarak çok acı verici olsa da, bunlardan bağımsız olarak izlenen politikaların
ahlakî boyutunun görmezlikten gelinmesidir. Amerika'nın ve onunla suç ortaklığı
yapan büyük güçlerin Ortadoğu'ya evrensel değer pazarlamaya kalkmaları,
insanlık tarihine yeni bir yüzsüzlük örneği olarak geçecektir.
Hatırlayın, millî mücadelede, işgalci
güçler yaklaşırken sivil halkımız camilere sığınmış; Ege'de birçok yerdeki
camiler, içindeki insanlarla birlikte yakılmıştı. Şimdi, Amerikan güçleri,
Irak'ta, o gün işgalcilerin icra ettiği vahşeti tekrarlıyor.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Vekilim,
hükümet nerede? Sayın Başbakanı çağırıyoruz buraya. (CHP sıralarından alkışlar)
ABDULMECİT ALP (Devamla) - ABD, Irak'ta
Saddam'ın diktatörlüğüne son vermek isterken, Ortadoğu halklarını yeni bir bataklığa
atmıştır ve korunmasız bırakmıştır.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Hükümetin ortaya
çıkıp açıklama yapmasını istiyoruz.
ABDULMECİT ALP (Devamla) - Bu ortamın
bedelini, hiç hak etmedikleri halde yabancılar da ödüyor.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Meclise şikâyet
etmekle olmaz.
BAŞKAN - Sayın Alp, bir saniye...
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Ne diyor şimdi bu
arkadaşımız?!
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Ben, milletvekili
olarak, bu konuda açıklama yapılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Milletvekili, lütfen...
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Bu konuda
konuşmak için Genel Başkanımıza söz verilmedi.
BAŞKAN - Sayın Akdemir... Sayın Akdemir...
MUSTAFA ATAŞ (İstanbul) - Hükümeti bırak,
sen ne yapıyorsun?
BAŞKAN - Lütfen ama... Sayın Akdemir, niye
rahatsız oluyorsunuz?!
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - DYP Genel
Başkanına söz verilmedi. Milletvekili olarak hükümeti kime şikâyet
ediyorsunuz?!
BAŞKAN - Buyurun Sayın Alp.
ABDULMECİT ALP (Devamla) - Irak'ta,
Bağdat'ta, Felluce, Ramadi, Basra, Musul ve Kerkük kuşatmalarının ve
katliamlarının ortaçağ Haçlı Seferlerinden ne farkı var allahaşkına?! Kentin
elektriği, suyu kesik; insanlar aç, insanlar hastalıktan kırılıyor; halk, çil
yavrusu gibi dağılıp yaralılarını ölüme terk ediyor. Ceset torbaları silah
zoruyla taşınıyor. Ne Birleşmiş Milletlerden ne ABD'den ne de sivil
kuruluşlardan bir tepki var; hiçbir tepki yok. ABD'nin bütün enformasyon
yalanlarına rağmen, Felluce halkının açlıktan ölümle yüz yüze kaldığına,
hastaneler ve ilaçlar yok edildiği için yaralıların yavaş yavaş öldüğüne, ana
babaların gözlerinin önünde ölen çocuklarını evlerinin bahçesine gömdüklerine,
kentten kaçtığı söylenen yüzbinlerce insanın nerede olduğunu kimsenin
sormadığına, Felluce diye bir kentin artık bulunmadığına, ancak, kentin enkazı
arasında gelecekte bütün medeniyetin merkezlerinden biri olan Ortadoğu
coğrafyasını sarsacak direnişin devam ettiğine dair haberlerin dünyadan
gizlendiği bilinmektedir.
Kısaca, insan ırkına karşı nefretin ve
aşağılanmanın her türlüsünün Felluce'de yaşandığını ibretle izliyoruz. Böyle
bir soykırım, böyle bir dehşet, hiçbir siyasî gerekçeyi meşrulaştıramaz. Dağda,
ormanda kuşların, böceklerin ölmesine tepki koyanlar, bu katliamı sadece
seyrediyorlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Felluce infazının Cenevre Sözleşmesine göre savaş suçu oluşturduğu açıktır;
ancak, daha vahim olan, ABD'nin Irak'ta direnişi kırma gerekçesiyle Felluce'den
sonra Musul'a yönelmesi ve kentleri sırayla haritadan silme operasyonuyla
Irak'ı tümüyle hayalete çevirme niyetidir. Savaştan çok cinayetlerden söz
edebiliriz. Şiddet şiddeti körüklüyor. Evet, Irak'ta istikrar ve barış umudu
giderek zayıflıyor. Sadece bu mu; ya İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi?..
Maalesef, bugün için, Irak Halkı, Saddam dönemini arar duruma gelmiştir.
Bu savaş, uluslararası yasaları çiğneyen
bir savaştır. Ayrıca, bu yasadışılık, bundan sonra, tüm dünyanın ABD'ye karşı
elinde tutacağı bir koz olacaktır. Savaşın ABD gerekçelerine halkların çok azı
inanmaktadır. Asıl gerekçenin petrol olduğu hemen herkesçe bilinmektedir. Büyük
güçler ve onların destekçileri, dünya halklarını oyalamanın sanatını çoktan
öğrenmişlerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Alp, toparlar mısınız.
Buyurun.
ABDULMECİT ALP (Devamla) - Böyle bir
ortamda, dünyadaki güçlerin egemenliğinin acımasız ve hunharca uygulanması
sürdürülürken, bunlar karşısında güç birliği yapması gerekenler, başta
Müslümanlar olmak üzere, bundan çok uzak şekilde, hâlâ, birbirleriyle uğraşmaya
devam ediyorlar.
Türkiye, jeopolitik öneminin farkına
vararak, bu işin bayraktarlığını yaparak, komşu ülkelere, tüm İslam dünyasına
ve insanlığa örnek bir ülke olarak, insanları bu barış çerçevesi içine
çekmelidir.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Alp.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan,
yerimden söz almak istiyorum.
BAŞKAN - Hangi konuda Sayın Akdemir?
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Bu konuda.
BAŞKAN - Lütfen, Sayın Akdemir...
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın
Milletvekilimize teşekkür ederim...
BAŞKAN - Sayın Akdemir, size söz verilmedi
ki...
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın
Milletvekilimiz, konuyu çok güzel gündeme getirdiler; ama, bu konunun muhatabı
hükümettir, Başbakanın cevap vermesi gerekir.
BAŞKAN - Gündemdışı konuşmaya, Başbakan
Yardımcısı Mehmet Ali Şahin cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Irak'ta yaşananlarla ilgili olarak, biraz önce gündemdışı konuşmayla görüşlerini
ifade eden Bursa Milletvekili Abdulmecit Alp arkadaşımıza teşekkür ediyorum.
Tüm dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu Irak'ta yaşananlarla ilgili şahsî
düşüncelerini Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden ifade ettiler. Bu,
kendilerinin en doğal hakkıdır bir milletvekili olarak. Yanılmıyorsam, salı
günü de, yine aynı konuda, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu arkadaşımız
düşüncelerini ifade etmişti.
Değerli arkadaşlarım, hepinizin bildiği
gibi, komşumuz Irak'taki gelişmeleri üzüntü ve endişe içerisinde izlemekteyiz.
Irak'ın geleceği, gerek ikili düzeyde gerekse Ortadoğu bölgesinde ve daha geniş
planda, uluslararası barış ve istikrarı etkileyecek önemdedir. Bölgesinde
demokratik değerlere bağlı ve tüm komşularıyla barışçı ilişkiler geliştirmeyi
amaçlayan, bir istikrar kaynağı olan Türkiye, Irak'ın bir an önce huzur,
güvenlik ve istikrara kavuşmasını, dışpolitikasının en önemli hedefleri arasına
yerleştirmiştir.
Irak Geçici Hükümeti kuvvetlerinin ve
Amerika Birleşik Devletleri önderliğindeki koalisyon güçlerinin yürütmekte
oldukları harekâtlar, sivil halkın günlük yaşamına çok olumsuz şekilde
yansımakta, âdeta -maalesef- bir katliam görüntüsü arz etmektedir.
Müttefiklerimizi bu konuda uyarmak, onları itidal ve teenniye davet etmek,
ilişkileri germek değil, tam aksine, ilişkilere sağduyuyu hâkim kılmanın bir
şartıdır. Türkiye, bir yandan diplomatik kanallardan soruna duyarlılığını
ortaya koyarken, komşu, dost ve kardeş Irak Halkına yönelik olarak insanî
görevlerini de yerine getirmenin gayreti ve çabası içerisindedir. Hepinizin
bildiği gibi, Türkiye, bir süre önce, Telafer'deki operasyonlardan zarar gören
soydaş ve diğer Irak vatandaşlarına Kızılay eliyle yardım ulaştırmış ve bu
operasyon sırasında, bir insanî yardım görevlimiz de hayatını yitirmiştir.
ATİLA EMEK (Antalya) - Üçüncü sıradayız
can kaybında! Şoförlerimiz öldürülüyor!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Irak Halkına hiçbir ayırım yapmaksızın
ulaştırmakta olduğumuz yardımlar çerçevesinde, önümüzdeki haftalarda, Telafer'e
ikinci bir Kızılay konvoyu gönderilecektir.
ATİLA EMEK (Antalya) - Üçüncü sırada kayıp
veriyoruz. Hükümet ne durumda?! Böyle şey olur mu canım!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Kızılay Derneğinin, Irak Kızılayıyla işbirliği
halinde, Felluce operasyonunda mağdur olan Iraklı sivil halkın ihtiyaçlarının
karşılanmasına yönelik yeni bir yardım konvoyunun daha hazırlıkları içerisinde
olduğunu huzurunuzda belirtmek istiyorum.
Irak'ın, kendisi ve halkıyla barışık, temsil
yeteneği olan, evrensel değerlere saygılı, uluslararası toplumla dengeli
ilişkiler sürdürecek bir yönetime bir an önce kavuşması gerekmektedir
düşüncesindeyiz. Tarih boyunca bir arada yaşadığımız, yakın tarihimizde de
karşılıklı saygı ve menfaat birlikteliği içerisinde istikrarlı ilişkiler
sürdürmeyi amaçladığımız komşu Irak Halkının, belirsizlik, anarşi, kaos ve
şiddet ortamına sürüklenmemesini, ulusal birliğinin çözülmemesini ve toprak
bütünlüğünün zedelenmemesini sağlamaları en büyük temennimizdir.
Değerli arkadaşlarım, Irak'ın siyasî,
ekonomik ve sosyal alanlarda süratle yeniden yapılandırılabilmesi için zorunlu
olan güvenlik ortamının tesis edilebildiğini söylemek, maalesef, bugün için
mümkün değildir. Aksine, egemenliğin Geçici Irak Hükümetine devrinden bu yana,
Irak'ta başgösteren direniş ve şiddet hareketleri yaygınlaşma eğilimi
göstermektedir. Kardeş Irak Halkı, hem farklı muhalif unsurların eylemlerinden
hem de bunlara karşı çokuluslu güç ve Irak güvenlik kuvvetlerinin sürdürdüğü
operasyonlardan mutazarrır olmaktadır. Devam eden şiddet fırtınası, ayırım
yapmadan, insanî yardım hizmetlilerini, uluslararası kuruluşların memurlarını,
işadamlarını, işçi ve kamyon şoförlerini ve sokaktaki sade insanları hedef
almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, Irak'ta kuvvet
bulundurmadığı halde, barış ve istikrara kavuşmasına stratejik önem atfettiği
komşusu Irak'ta ekonomik hayatın felce uğramasına izin vermemeye kararlıdır.
Irak'a temel ihtiyaç ve insanî yardım maddeleri sevkıyatıyla devam eden imar ve
bayındırlık çalışmalarını, tüm imkânlarımızla desteklemekteyiz. Zira, Irak'ta
normal hayata dönülmediği ve şiddet eylemlerinin önü alınamadığı takdirde,
güvenlik sorununun uygulanmaya çalışılan siyasî süreci ve geçici yönetim
düzenlemelerini tehlikeye düşürmesinden ve bugünkünden çok daha vahim koşullara
sürüklenmesinden ciddî endişe duymaktayız.
Türkiye, halihazırda, pek çok sektörde mal
ve hizmet arzı yoluyla, Irak'ın can damarı haline gelmiştir. Irak Halkının
temel ihtiyaçları ile Irak'ın imarı için gerekli olan malzeme ve altyapı
hizmetlerinin temininde, içinde bulunduğumuz konumu muhafaza etmemiz
gerekmektedir. Irak'ta hüküm süren olumsuz güvenlik koşullarına rağmen,
ekonomik ve ticarî ilişkilerimiz son bir yıl içinde büyük ivme kazanmıştır.
2004 yılı ocak-eylül döneminde Irak'a ihracatımız 1 400 000 000 dolara
ulaşmıştır. Bu rakamı ilk planda 2 milyar dolara yükseltmeyi hedeflemekteyiz;
ancak, değerli arkadaşlarım, saldırılarla, Türkiye'nin Irak'taki menfaatları
haleldar edilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle, ortam, ticarî ve ekonomik
ilişkilerimizin daha da süratli bir şekilde geliştirilmesine müsait olduğu
halde, imkân ve fırsatlar tam olarak değerlendirilememekte, bu ülkeye giden
müteşebbislerimiz ve vatandaşlarımız hayatî risklerle karşılaşmakta, güvenlik
tehdidi altında çalışmaktadırlar.
Son dönemde artan saldırılar neticesinde,
maalesef, 60'ın üzerinde vatandaşımızın hayatını kaybettiği, bazı
vatandaşlarımızın ise rehin alındığı veya akıbetlerinin meçhul olduğu doğrudur;
ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Hükümetinin, bu gelişmeler karşısında
çaresiz ve atalet içerisinde olmadığını da, bu vesileyle, Yüce Meclisin
dikkatlerine getirmeyi zorunlu görmekteyim.
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Aynen öyleyiz,
aynen öyleyiz Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Dışişleri Bakanlığımız, tüm ilgili teşkilat ve
kuruluşlarımızla eşgüdüm içerisinde, devletin tüm imkânlarıyla
vatandaşlarımızın Irak'taki ekonomik faaliyetlerini daha güvenli bir şekilde
sürdürmelerini sağlamaya çalışmaktadır. Kaybolan veya kaçırılan
vatandaşlarımızın bulunması amacıyla, mevcut bütün kanallar ve imkânlar sonuna
kadar kullanılmaktadır.
Vatandaşlarımızın can güvenliklerinin
sağlanmasına yönelik önlemler, Irak makamları ve koalisyon güçleri de dahil
olmak üzere, tüm ilgili kuruluşlar düzeyinde sürekli izlenmekte ve bilhassa,
konvoylarımızın saha ve yol güvenliğinin artırılması doğrultusunda
teşebbüslerde bulunulmaktadır. Buna paralel olarak, vatandaşlarımızın da
Irak'ta faaliyet gösterirken, kendi güvenlikleri için risk azaltıcı tedbirlere
riayet etmeleri gerektiği değerlendirilmektedir. Bu amaçla, izlenmesi gereken
yöntem ve alınabilecek ilave tedbirleri açıklayan duyurular yayınlanmış,
Başbakanlık direktifiyle Habur sınır kapımızda tüm ilgili kurum ve kuruluşların
temsilcilerinin bulunduğu bir bilgilendirme ve koordinasyon merkezi
kurulmuştur.
Hükümetimiz, Amerika Birleşik Devletleri
makamlarına ve Irak Geçici Hükümetine nakliye güvenliği konusunda kolektif
olarak daha müessir önlemler alabilmek ve işbirliği yapmak amacıyla, yüksek
seviyeli üçlü bir diyalog süreci önermiş olup, bu görüşmelerin kasım ayının
sonunda başlatılması kararlaştırılmıştır.
Değerli arkadaşlarım, geçimlerini idame
ettirmekten başka gayeleri bulunmayan onlarca masum nakliyecimizin, kamyon şoförümüzün,
müteahhidimizin ve işçimizin Irak'ta tehlikeli koşullarda çalışmalarından ve
bunlardan bazılarının hayatlarını kaybetmelerinden, kuşkusuz ki, herkes gibi
biz de büyük üzüntü duymaktayız. Kayıplarımızın Irak'ta asker bulunduran bazı
ülkelerin kayıplarının dahi üzerine çıktığı bir vakıadır; arkadaşlarımız da onu
ifade ettiler. Bununla beraber, komşumuzdaki yangının söndürülmemesi ve
istikrarsızlığın kalıcı hale gelmesi durumunda, ülkemizin çok daha vahim
kayıplarla ve ulusal güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kalabileceğinin de
bilinci içerisinde, Irak'a yönelik ekonomik faaliyetlerimizin kesintiye
uğratılmasına izin vermeme kararlılığımızı koruyoruz. Hükümetimiz, alınan
önlemleri yeterli görmemiş, ulusal ekonomimizin ve ülkemizin kurduğu barış, dostluk
ve istikrar köprüsünün Irak'taki uzantısı haline gelmiş vatandaşlarımızdan bu
ülkede hayatlarını kaybedenlerin acılı ailelerinin kederini paylaşmanın yanı
sıra, uğradıkları felaket neticesinde karşılaştıkları zaruret koşullarının hiç
olmazsa bir nebze hafifletilmesi için alınabilecek önlemleri tezekkür etmiştir
ve etmektedir.
Sayın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri
Bakanımızın hafta sonunda ana hatlarıyla kamuoyumuza iletmiş oldukları gibi,
Dışişleri Bakanlığımız ve ilgili kuruluşlarımız, halen Hükümetimizin de
destekleyeceği can kaybına uğrayan mağdur ailelere yönelik bir sosyal yardım ve
dayanışma formülü üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.
Irak'ta devam eden siyasî geçiş süreci,
sadece bu önemli komşumuzun ulusal birlik ve bütünlüğünden taviz verilmeden,
meşru ve demokratik bir yönetime kavuşması bakımından değil, 20 nci Yüzyıl
boyunca savaş ve ihtilaflar nedeniyle büyük zarar görmüş olan Ortadoğu
bölgesinde özlenen barış ve istikrarın tesisi bakımından da büyük önem
taşımaktadır. Nitekim, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de, aynı anlayışla,
1546 sayılı Kararında siyasî sürece ilişkin temel prensipleri ortaya koymuş,
uygulanması öngörülen geçiş takvimini de onaylamıştır. Bu takvime göre, siyasî
geçiş sürecinin kısa vadedeki en önemli aşaması, 2005 yılının ocak ayında
yapılması öngörülen seçimler olacaktır. Türkiye olarak biz de, uluslararası
toplumun kararlarıyla uyum içerisinde, seçimlerin Birleşmiş Milletlerin yardımı
ve rehberliğiyle, şeffaf ve tüm Irak Halkının katılımına açık bir şekilde gerçekleştirilmesini
desteklemekteyiz.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Bakan,
Birleşmiş Milletler nerede?! Orada insanlar ölüyor! Birleşmiş Milletler seçim
yapacak... Yapma allahını seversen!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bu hedefe ulaşılması doğrultusunda, başta Geçici
Irak Hükümeti olmak üzere, Irak toplumunun en geniş katmanlarını temsil eden
birçok siyasî parti, grup ve liderle doğrudan temaslarımızı sürdürmekte,
işbirliği kapılarımızı Irak'ın barış ve istikrarına katkıda bulunabileceğine
inandığımız tüm ülke ve unsurlara açık tutmakta, görüşmelerimizde temsilcileri
vasıtasıyla Irak Halkını sürece sahip çıkmaya ve mümkün olan en geniş şekilde
seçimlere katılmaya teşvik etmekteyiz.
Değerli arkadaşlarım, Irak'ta, bölgecilik
görüntüsü altında, grup menfaatlarının, ırk ve mezhep ayrılıklarının önplana
çıkarılarak, ülkedeki hassas dengelerin sarsılmasının uygun olmayacağını,
Irak'ın siyasî geçiş sürecinin istisnasız ülkedeki tüm kesimleri kapsaması
gerektiğini ve Irak Halkının tamamının ülkenin doğal kaynak ve
zenginliklerinden eşit şartlarda ve adil bir biçimde yararlanmasının sağlanması
gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Irak Halkının tüm kesimleriyle, tarihten,
akrabalıktan ve aynı coğrafyayı paylaşmamızdan kaynaklanan yakın bağlarımızı
korumaya ve daha da geliştirmeye kararlıyız. Irak Halkını oluşturan tüm
kesimlerin ellerindeki fırsatı değerlendirerek, ülkelerinin geleceğini ahenk
içinde birlikte inşa ettiklerini görebilmeyi arzu ve temenni ediyoruz.
Bu çerçevede, Irak'ın kurucu unsurlarından
biri olan ve tarih boyunca daima ülkenin birlik ve beraberliği doğrultusunda
hareket etmiş olan Türkmen soydaşlarımızın da, Irak toplumunu oluşturan diğer
unsurlar gibi, ülkelerinin siyasî geleceğinin şekillenmesinde hak ettikleri yeri
almalarına büyük önem atfetmekteyiz.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
basından da izlemekte olduğunuz gibi, bu hafta başından itibaren bugüne kadar,
Irak'ın geleceği bakımından çok önemli sonuçlar doğurabilecek bir dizi
uluslararası toplantı gerçekleştirilmektedir. Bunlardan birincisi, Sayın
Dışişleri Bakanımızın iki gün önce, Mısır'ın Şarm El Şeyh kentinde katılmış
olduğu Irak'a Komşu Ülkeler Toplantısıdır.
Irak'ın komşularının dışişleri bakanlarını
ilk kez, 2003 yılında Türkiye bir araya getirmiştir. Bugüne kadar 8 toplantı
gerçekleşmiş ve bu toplantıların tümünde Irak'ın birlik ve bütünlüğünün
korunması, kalıcı barış ve istikrarın sağlanması doğrultusunda gerek Irak
Halkına ve siyasî liderlerine gerekse uluslararası topluma güçlü mesajlar verilmiştir.
İkinci önemli toplantı ise, yine, Mısır'da
gerçekleştirilmektedir. Bu toplantıya Irak ve komşularının yanı sıra, G-8
olarak adlandırılan gelişmiş ülkeler platformu, Birleşmiş Milletler, Avrupa
Birliği, İslam Konferansı Örgütü ve Arap Ligi gibi bölgesel ve uluslararası
toplulukların yüksek temsilcileri katılmaktadır.
Bu toplantıların amacı, Irak'ın istikrara
kavuşması, siyasî sürecin kesintisiz olarak devam etmesi, seçimler yoluyla
temsil kabiliyeti olan demokratik bir hükümetin işbaşına gelmesi, Irak'tan veya
dışarıdan kaynaklanan her türlü terörizm tehlikesiyle etkili bir şekilde
mücadele edilmesi doğrultusunda görüş ve irade birliği sağlanmasıdır. Bu
konferanslar, uluslararası toplumun bölgesel ve küresel barış ve işbirliği için
zorunlu asgarî müşterekler üzerinde mutabakat sağlamalarına katkıda bulunmakta,
istikrarı bozucu gizli gündemlerin de güçlü mesajlarla caydırılmasını
amaçlamaktadır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Türkiye
Cumhuriyeti, bölge ülkelerinin yanı sıra, başta ABD olmak üzere, NATO, Avrupa
Birliği ve İslam Konferansı Örgütünün ileri gelen üyeleriyle de Irak'ın
geleceği konusunda danışmalarını ve işbirliğini kesintisiz olarak sürdürmeye
kararlıdır.
Birbirinden çok farklı rejim, coğrafya,
siyasî kültür ve değerlere sahip devlet topluluklarını bir araya getiren bu
uluslararası toplantının tümünde ülkemizin saygın ve etkili bir konuma sahip
olduğundan ve savunmakta olduğumuz ilke ve hedeflerin tüm muhataplarımızın
ilgi, takdir ve desteğini topladığından da bahsetmeden geçemeyeceğim.
Irak'taki güçlüklerin bilincindeyiz, bu
güçlüklerin kolayca ve birdenbire aşılamayacağını da idrak ediyoruz. Başta
kardeş Irak Halkı olmak üzere, dost ve müttefiklerimizle elbirliği yaparak,
uluslararası toplumla dayanışma içinde hareket ederek, bölgemizde kalıcı barış
ve istikrarı temin edebileceğimize olan inanç ve kararlılığımızıysa hâlâ
koruyoruz, korumaya devam edeceğiz.
Her iki milletvekili arkadaşıma,
Hükümetimizin ve devletimizin Irak'ta yaşananlarla ilgili görüşlerini sizlerle
paylaşma imkânı sağladıkları için teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Gündemdışı ikinci söz, Tunceli İlinde son
zamanlarda yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya'ya
aittir.
Buyurun Sayın Yerlikaya. (CHP sıralarından
alkışlar)
2. -
Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Tunceli İlinde son zamanlarda
yaşanan olaylara ilişkin gündemdışı konuşması
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Tunceli) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; sizleri en iyi dileklerimle selamlıyorum.
Az önce Irak konusunda yaşanan olayları
dile getiren arkadaşımıza teşekkür ediyorum. Emperyalist güçlerin Irak'ta
insanlık âlemine yaşattıkları bu insanlıkdışı manzaraları bize seyrettirenleri
ve bunları yapanları şiddetle kınıyorum, lanetliyorum.
Sayın Bakanım iki arkadaşımıza teşekkür
etti, asıl teşekkür edilmesi gereken Cumhuriyet Halk Partisidir ve onun Genel
Başkanıdır. 1 Mart 2003 tarihinde şu kürsüden yaptığı birbuçuk saatlik
konuşmayı hepiniz can kulağıyla dinlediniz. Bugünkü ortamı, bugünkü
manzaraları, bugünkü resimleri kare kare âdeta çekmişti o gün.
Değerli arkadaşlarım, işte, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun tam desteği ve bu konuşmaya kulak veren kimi AKP'li
milletvekillerimizin sayesinde Türkiye bu bataklığa girmedi, bu manzaralarla
karşılaşmadı ve Türkiye bu suça ortak olmadı. Şimdi yapılacak şey şiddetle buna
karşı konulmasıdır ve buradaki insanlıkdışı manzaraların sona erdirilmesi için
bu Meclisin ve Türkiye Cumhuriyetinin elinden geleni yapmasıdır. Öyle,
Kızılayın birkaç kamyonuyla bu işler çözülmez değerli arkadaşlar.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Ne yapılması gerekiyor?!
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, dün Öğretmenler Günüydü; tabiî, sözümüz olmadığı için dün
kutlayamadık. Ben, tüm öğretmen arkadaşlarımın Öğretmenler Gününü kutluyorum.
Yozgat'ta bir kazada hayatını kaybeden değerli öğretmenlerimize Allah'tan
rahmet, yakınlarına ve eğitim camiasına başsağlığı dileklerimi sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu konuşmamın amacı,
Tunceli'yle ilgili duyduğum sıkıntıları, rahatsızlıkları burada size
anlatmaktır.
Biliyorsunuz, Tunceli, yirmi yıldan beri
terörle iç içe yaşadı. Tabiî, terör olunca, dolayısıyla, terörle mücadele de vardı.
Bir yandan terör, bir yandan terörle mücadele, 180 000 - 200 000 civarında olan
Tunceli nüfusunu 80 000'lere, 70 000'lere çekti. Çok uzun bir zaman yayla
yasağı getirildi, insanlar yaylalara çıkamadı. Yine, uzun bir müddet gıda
ambargosu uygulandı, insanlarımız evlerine, köylerine yeteri kadar gıda
götüremediler. Yine, 200'e yakın köyümüz boşalttırıldı, kimisi yakıldı, göç
ettirildi ve bu acılar gittikçe çoğaldı; ama, Tunceli halkı, bu acılara rağmen,
hiçbir zaman, teröre prim vermedi değerli arkadaşlarım; laik, demokratik
Atatürk çizgisinden hiçbir zaman kopmadı ve kopmayacaktır.
Değerli arkadaşlarım, son zamanlarda, plak
tersine çevrilmeye başlanıyor, aynı plak tekrar ortaya konulmak isteniyor.
Biliyorsunuz, biz, Meclis olarak, burada çok iyi niyetle çalışıyoruz. Belki
hükümet de, elinden geldiği kadarıyla, doğu ve güneydoğuya bazı ekonomik
imkânlar, kimi sosyal imkânlar, kültürel imkânlar götürmek istiyor. Çok iyi
hatırlarsınız, geceyarısı bir yasa çıkardık; olağanüstü bölgelerde terör ve
terörden zarar gören vatandaşlarımızın bu zararlarının ödenmesiyle ilgili,
hakikaten, tarihî bir yasa çıkardık ki, o yasanın çıkması, gecenin geç
saatlerine kadar, taa sabahın saat 03.00'üne, 03.30'una kadar sürmüştü;
Meclisimiz buna itibar etmişti. Yine, hepimiz, burada, hem terörün son bulması
hem o bölgenin daha iyi bir seviyeye gelmesi için, iyi niyetli gayretlerimizi
sarf ediyoruz. Bundan da, hiçbir zaman, hiç kimseye şikâyet etmiyorum.
Değerli arkadaşlarım, son zamanlarda,
biliyorsunuz, bu Kuzey Irak'tan birtakım terörist gruplar, tekrar doğu ve
güneydoğuya gelmeye, dağlarda yavaş yavaş tekrar çoğalmaya başladılar.
Herhalde, bunları Kuzey Irak'tan Tunceli'ye kadar Tunceli halkı getirmedi,
güneydoğu halkı da getirmedi. Bunları taa Kuzey Irak'ın dağlarından, işte,
Tunceli'nin Munzur Dağlarına, Bingöl Dağlarına herhalde o insanlar getirmedi;
bu da çok iyi biliniyor. Şimdi, orada, tabiî, çatışma ortamı tekrar yavaş yavaş
başlıyor, başladı da; birkısım askerlerimiz şehit oldu; hakikaten, yüreğimiz
yandı. Burada, şehit düşen askerlerimize, emniyet güçlerimize, kamu
görevlilerimize Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı diliyorum,
sabır diliyorum, metanet diliyorum, kolay değil, bunlar bizim şehitlerimiz;
ama, değerli arkadaşlarım, bunlar olurken, o operasyonlar yapılırken, orada, bu
işe bulaşmamış, bu işle yakından ve uzaktan hiç alakası olmamış insanlara baskı
yapmak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Sayın
Başkan, birkaç dakika daha...
BAŞKAN - Sayın Yerlikaya, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Sayın
Başkan, toparlayacağım; ama, derdimiz çok büyük.
Yani, bunları bezdirmek, tekrar
köylerinden mahallelerinden göç ettirmek, büyük varoşların ummanlarına, büyük
varoşların o derin mahallelerine kapkaççı, hırsız, şu bu gibi sokmanın bir
âlemi yok.
Şimdi, bakınız, bir iki aydan beri,
Tunceli'de, yine, yasal olmayan şeyler oluyor. Bakınız, benim niyetim burada
kimilerini suçlamak değildir. Böyle bir milletvekili değilim. Ben, deneyimli,
tecrübeli, bir partinin de yetkili bir insanıyım; yani, amacım, burada hiç
kimseyi karalamak, onlara suç isnat etmek değildir; ama, bazı gerçekleri de
burada söylemezsek, o da bizim vicdanımıza ters düşer değerli arkadaşlar.
Şimdi, bundan bir iki ay önce yine
ormanlar yakılmaya başlandı; meşe ormanlarını yakmaya başladılar. Neymiş; işte,
orada meşeler gürdür, orada teröristler geziyor, görünmüyor, dolayısıyla
bulunmuyor denilerek büyük bir alan yakıldı arkadaşlar; hakikaten, güç koşullar
altında söndürüldü. Yazık, bu bizim millî servetimiz; yani, geçmişte de böyle
oldu; ama, hiçbir şeye benzemedi, hiçbir şeye yaramadı.
Yine, bu operasyonlar neticesinde
Tunceli'ye yakın bir Çiçekli Mezraı vardır, eski ismi Robaik diye bir mezra
vardır. Bu mezrada yoksul insanlarımız oturuyor. Orada Tayan Ailesi vardır;
baba Ali Tayan, oğlu Kazım; bunların başına gelmeyen kalmadı değerli
arkadaşlar. Onların yakınlarında bir çatışma olmuş, bu çatışmadan dolayı,
çatışma bittikten sonra bu insanlar büyük işkencelere maruz bırakılmış, evleri
çok kötü şekilde aranmış, kışlık için hazırladığı eşyalar, yiyecekler dökülmüş;
yani, bunlar iyi manzaralar değil.
Yine, hemen akabinde Geysu dediğimiz bir
beldemiz vardır, orada ormana gidip kışlık odunlarını temin etmek isteyen
vatandaşlarımız da tekrar aynı durumlarla karşı karşıya gelmişler, dövülmüşler,
dişleri kırılmış, kolları kırılmış; velhasıl, olacak iş değil bunlar değerli
arkadaşlarım. Fakat, beni burada konuşturmaya zorlayan son noktayı da size
açıklamadan geçemeyeceğim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Yerlikaya.
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Bakınız
değerli arkadaşlarım, 10 Kasım günü Hozat'ta Kaymakamlıkta bir toplantı
yapılıyor. Orada Hozat'ın bütün köy muhtarları toplantıya iştirak ediyor.
Bakınız, burada 28 muhtarın imzası ve tuttuğu tutanak var. Arkadaşlar, orada
alay komutanının konuştuğu lafları ben şurada okumak istemiyorum. Askerimizi bu
kadar şey yapmak istemiyorum. Çünkü, bu işin içinde askerimizin tamamı yoktur.
Birkısım görevli arkadaşlarımızın bana göre iyi niyetli olmayan hareketleri
olarak görüyorum. Ben bu tutanağı burada okumak istemiyorum. Ben bunu ve diğer
tutanakları Sayın İçişleri Bakanımıza göndereceğim. Bunlar iyi şeyler değildir.
İnsanları bezdirmek, insanları oradan göç ettirmek, insanları yok saymak mümkün
değildir arkadaşlar. Tunceli'nin ne kabahati var.
Geçen gün bir Cumhuriyet Yürüyüşü yapıldı.
Cumhuriyet Yürüyüşüne Tunceli'nin tümü katıldı. Fakat daha sonra birkısım
korucuları getirdiler. Tunceli sanki ölenleri şehit kabul etmiyor, sanki
Tunceli vatanın bölünmesini istiyor gibi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Yerlikaya.
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, Tunceli halkı adına şunu söylüyorum, diyorum ki: Tabiî ki,
elbette ki şehitler ölmez, elbette ki vatan bölünmez. Bunu hepimiz söylüyoruz;
göğsümüzü kabarta kabarta söylüyoruz; ama, bize bu görünen sıkıntıları yaşatmak
da iyi bir şey değildir.
Tunceli halkı yıllardır yoksulluk içinde
çile çekiyor, zulüm içinde çile çekiyor, taa 1938'lere varan sıkıntılar
yaşanıyor; bölgemizde, şehrimizde altyapı tarumar olmuş, ekonomik yoksulluk diz
boyu, işsizlik diz boyu, gelin bunlarla uğraşalım, bunları çözelim.
Vatandaşımızın gücünü, güvenini arkamıza alalım değerli arkadaşlarım.
İlgililere ben bunu burada bir hatırlatma
olarak söylüyorum. Elimdeki belgeleri Sayın Bakanıma ulaştıracağım.
Hepinize teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Yerlikaya.
Gündemdışı üçüncü söz, Kadına Yönelik Şiddeti
Önleme Günü münasebetiyle söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Halide
İncekara'ya aittir.
Buyurun Sayın İncekara. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
3. -
İstanbul Milletvekili Halide İncekara'nın, Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü
münasebetiyle gündemdışı konuşması
HALİDE İNCEKARA (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü
dolayısıyla, gündemdışı söz almış bulunmaktayım.
Hepimiz biliriz ki, şiddet, güçlüden
zayıfa karşı yönlenen bir davranış biçimidir. Bazen, güçlendiremediğimiz
kadınımızda veya çocuğumuzda ya da kendini daha güçlü olanlara karşı
koruyamayan Irak, Çeçenistan, Filistin gibi sivil halkta bulur kendisini ve
gösterir. Demokrasinin, barışın bu kadar çok konuşulduğu, tartışıldığı, barış
üzerine bu kadar çok anlaşmaların yapıldığı dünya, maalesef, güçsüz olanı
şiddete karşı koruyamamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün, Kadına Yönelik Şiddeti Önleme Günü dolayısıyla karşınızdayım. Kadına
yönelik şiddet, ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadının
fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik açıdan zarar görmesine ve acı çekmesine
yol açan, kadının temel hak ve özgürlüklerini, onurunu zedeleyen bir eylemdir.
Kadına yönelik şiddet olaylarına,
işyerinde, sokakta, okulda, gözaltında, savaşta rastlanmaktadır; ama, ne yazık
ki, kadınlara, korunduğu yer diye düşünülen aile içinde de, hatta, daha yaygın
bir şekilde şiddet uygulanmaktadır. Yanıbaşımızdaki anamız, kızımız ve eşimiz
olan kadını bile koruyamadığımız, zayıf bıraktığımız bir düzlemde, dünyada
şiddete karşı ortak bir tavır sergilememiz zor olacaktır. Yalnız ülkemde değil,
bütün dünyada, başlıkları değişse bile, kadın, bu şiddet davranışlarıyla ya
ailede ya işyerinde ya da sosyal hayatın içinde karşı karşıya kalmaktadır. Aile
içinde sahip olunacak çocuğun cinsiyet tercihiyle ötelenmeye başlayan kadın,
kendisine karşı şiddeti, yetişme döneminde toplum ve kültürel baskı karşısında,
evlilik hayatında da, maalesef, en büyük şiddeti eşi tarafından görmektedir.
Dayak, tecavüz, namus cinayetleri, başlık parası ve bütün bunlardan daraldığı
ve sıkıştığı zaman koşturduğu kamu kurumlarında gördüğü tavırlar, maalesef,
kadını, şiddet karşısında güçsüz bırakmaktadır. Ailede başlayan şiddetin
gerekçesine eğitimsizlik diyebilirsiniz. Lakin, gelişmiş ülkelerde yapılan
araştırmalarda da, kadınlarımızın üçte 2'sinin eşleri tarafından dövüldüğü
beyan edilmektedir.
Kişiler, şiddetin en küçüğünü, en küçük
yapısı ailede, büyüdükçe de toplumda, haklı gerekçeler üreterek iş hayatında da
sürdürmektedirler. Bazen şiddetin nedeni, küçük gruplarda ya da kişilerde
inanç, gelenek görenek, töre olarak görülmekte, güçler ve alanlar büyüdükçe,
özellikle uluslararası arenada, şiddet, kendini, maalesef, demokrasi, insan
hakları ve barış sözcüklerinin altına gizlemektedir.
Kişi, şiddetine, caniliğine kutsal
ifadeler ekleyerek, haklı hale getirmek çabasındadır. Zaman zaman taraftarları,
konu başlıkları, tarafları değişse bile, biz biliyoruz ki, değişmeyen şiddet ve
bu şiddetin merkezinde, maalesef, çoğunlukla kadın bulunmaktadır.
Beri tarafta, siyasî söylemlerin içinde en
çok yerini bulan kadın, maalesef, kendi tercihlerinden dolayı -bu tercihleri
zaman zaman inanç, zaman zaman gelenek görenek- ama, yine, siyasî söylemlerin
içinde aynı kadınlarımız ötelenmekte ve yok sayılmaktadır.
Ailede ve iş hayatında karşı cinsleri
tarafından şiddete maruz kalan kadın, üzülerek söylüyorum ki, politik
söylemlerde hemcinsleri tarafından da sözlü ve psikolojik şiddete muhatap
olmaktadır.
İş hayatında da aynı emeğe daha az ücret
alan kadın, aynı zamanda, cinsel tacizle de karşılaşmaktadır. Kadına şiddeti
daha ileriki yıllarda konuşmamamız için, yaptığımız uluslararası anlaşmaları iç
hukukumuza ve günlük yaşamımıza hızla yerleştirmek zorundayız.
Yazılı ve görsel basında şiddet içeren
sahneleri önlemeliyiz.
Silah kontrolüne yönelik çalışmalar
yapmalı, okullarda yapılan eğitimlerde şiddeti önleyen eğitim alanlarına ve
uygulamalarına yer vermeliyiz.
Şiddete karşı hazırlanan yayınları,
oyunları, yazılı ve görsel basında kadına yönelik şiddete karşı
gerçekleştirilen faaliyetleri mutlaka desteklemeliyiz.
Erkeklerin kadınlara uyguladıkları şiddet
konusunda eğitilen erkek gruplarının sayılarını artırmalı ve mutlaka
desteklemeliyiz.
Ağır tahrik sayılan küfrün içerisinden
kadın unsurunu temizlemeli, küfür sözcükleri içerisinde kadını aşağılayan
kavramları söyleyenlere daha da ağır cezalar verilmesini sağlamalıyız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın İncekara, toparlayabilir
misiniz.
Buyurun.
HALİDE İNCEKARA (Devamla) - Ama, bu arada,
boş durmadan ülkemizde yaptığımız gelişmeleri saymak istiyorum.
Uyum yasaları çerçevesinde uzun süre ceza
indirimleri söz konusu olan namus cinayetleriyle ilgili indirimler
kaldırılmıştır.
Yine, Avrupa Birliğine uyum çerçevesinde
İş Kanununda yapılan değişikliklerle, 20 Mayıs 2003 tarihinde kabul edilen İş
Kanununun 24 üncü maddesinde, işyerinde cinsel tacizin işçinin iş sözleşmesinin
derhal feshedilebilmesi için haklı neden oluşturduğu kabul edilmiştir.
Yeni Belediyeler Kanununun 14 üncü
maddesinin ikinci fıkrasında "kadınlar ve çocuklar için korunma evleri
açar" ibaresi eklenerek, bu durum belediyelerin aslî görevleri arasına
alınmıştır. Arzu ederiz ki, kadınlarımız, şiddete maruz kalıp buralara müracaat
etmek zorunda kalmasınlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime son verirken, gerekçesi ne olursa olsun, ister din, ister dil, ister
ırk, ister çağdaşlık, kadına karşı ayırımcılığın yok olması ve kadına karşı
uygulanan şiddetin giderilmesi için, bütün söylemlerimizde ve
uygulamalarımızda, biz yasa koyucular kadar uygulayıcılarımıza, yazarlarımıza,
senaristlerimize, din adamlarımıza ve eğitimcilerimize büyük görevler
düştüğüne, ancak el ele ve güç birliğiyle bunları aşacağımıza inanıyorum.
Şu anda, dünya kamuoyunun önünde Irak'ta,
Çeçenistan'da, Filistin'de sivil halka, kadına ve çocuklara gösterilen şiddeti,
bütün kadınlar adına kınıyorum. Herkes bilmeli ki, adaletini yitiren hiçbir
güç, güç değildir ve güç olarak varlığını sürdüremez.
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın İncekara.
Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden
kurulu karma komisyonun, bazı sayın milletvekillerinin yasama dokunulmazlıkları
hakkında 5 adet raporu vardır; sırasıyla okutup, bilgilerinize sunacağım.
Kâtip Üyenin sunuşları oturduğu yerden
okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. - Samsun
Milletvekili Mustafa Çakır'ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/342) (S. Sayısı: 556) (x)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
3167 sayılı Çek Kanununa muhalefet suçunu
işlediği iddia olunan Samsun Milletvekili Mustafa Çakır hakkında düzenlenen
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya
hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004
tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Samsun Milletvekili Mustafa Çakır
Komisyonda sözlü olarak savunmasını yapmıştır.
Karma Komisyonumuz isnat olunan eylemin
niteliğini dikkate alarak Samsun Milletvekili Mustafa Çakır hakkındaki
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
vermiştir.
(x) 556 S. Sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir.
Raporumuz, Genel Kurulun bilgilerine arz
edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Karşı Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü
maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki
tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin
Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri
düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka
bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan
sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve
kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin
düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise,
seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin
Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini,
tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün
üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktır.
Geçici dokunulmazlık TBMM
kararıyla kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın
amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede
geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin
dışında kalmıştır.
Bu durum, geçici
dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol
açmıştır.
Son zamanlarda kimi
vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı
olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği
yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının
olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin
önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen
taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle
kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan
dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin
yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve
değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük
boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin
değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir.
Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında
topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle
bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili
dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir
husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden
olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle,
komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.
Uğur Aksöz (Adana) ve
arkadaşları
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
2. - Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı ile Kayseri
Milletvekili Adem Baştürk'ün Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/343) (S. Sayısı : 557) (x)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görevi ihmal suçunu
işlediği iddia olunan Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı hakkında düzenlenen
yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya
hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004
tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Erzurum Milletvekili
Mustafa Ilıcalı Komisyonumuza yazılı olarak savunmasını göndermiştir.
Karma Komisyonumuz, isnat
olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı
hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Karşı
Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü
maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki
tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin
Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri
düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka
bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu
tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve kaldırılması
söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin düşüncelerini
serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise,
seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin
Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini,
tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün
üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktır.
Geçici dokunulmazlık TBMM
kararıyla kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın
amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede
geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin
dışında kalmıştır.
Bu durum, geçici
dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol
açmıştır.
(x) 557 S. Sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir.
Son zamanlarda kimi
vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı
olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği
yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının
olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin
önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen
taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle
kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan
dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin
yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve
değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük
boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin
değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir.
Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında topluma
taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle
bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili
dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir
husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden
olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle,
komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.
Uğur
Aksöz (Adana) ve arkadaşları
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görevi ihmal suçunu işlediği
iddia olunan Kayseri Milletvekili Adem Baştürk hakkında düzenlenen yasama
dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya
hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004
tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Kayseri Milletvekili Adem
Baştürk Komisyonumuza yazılı olarak savunmasını göndermiştir.
Karma Komisyonumuz isnat
olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Kayseri Milletvekili Adem Baştürk
hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Karşı
Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü
maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki
tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin
Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri
düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka
bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan
sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve
kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin
düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise,
seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin
Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini,
tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün
üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.
Geçici dokunulmazlık TBMM
kararıyla kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın
amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnadları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede
geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin
dışında kalmıştır.
Bu durum, geçici
dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol
açmıştır.
Son zamanlarda kimi
vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı
olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği
yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının
olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin
önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen
taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle
kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan
dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin
yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve
değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük
boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin
değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir.
Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında
topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle
bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili
dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir
husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden
olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle,
komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.
Uğur
Aksöz (Adana) ve arkadaşları
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
3. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/344) (S.
Sayısı: 558) (x)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görevi kötüye kullanma
suçunu işlediği iddia olunan Kocaeli Milletvekili M. Sefa Sirmen hakkında
düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi
ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26
Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Karma Komisyonumuz isnat
olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Kocaeli Milletvekili M. Sefa Sirmen
hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Karşı
Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü
maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki
tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin
Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri
düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka
bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan
sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve
kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin
düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise,
seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin
Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini,
tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün
üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktır.
Geçici dokunulmazlık TBMM
kararıyla kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın
amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede
geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin
dışında kalmıştır.
Bu durum, geçici
dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol
açmıştır.
Son zamanlarda kimi
vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı
olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği
yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının
olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin
önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
(x) 558 S. Sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir.
Milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen
taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle
kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan
dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin
yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve
değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük
boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin
değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir.
Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında
topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle
bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili
dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir husus
haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden
olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle,
komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesi yolundaki kararına katılmıyoruz.
Uğur
Aksöz (Adana) ve arkadaşları
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
4. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/345) (S.
Sayısı: 559) (x)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Kamu Kurumunu dolandırmak
ve evrakta sahtekârlık suçlarını işlediği iddia olunan Şanlıurfa Milletvekili
Mehmet Vedat Melik hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına
dair başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık komisyonu raporu,
Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında görüşülmüştür.
Karma Komisyonumuz isnat
olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat
Melik hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Karşı
Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü
maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki
tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin
Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri
düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka
bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan
sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve
kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin
düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
(x) 559 S. Sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir.
Geçici dokunulmazlık ise,
seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin
Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini,
tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün
üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.
Geçici dokunulmazlık TBMM
kararıyla kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın
amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede
geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin
dışında kalmıştır.
Bu durum, geçici
dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol
açmıştır.
Son zamanlarda kimi
vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı
olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği
yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının
olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin
önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen
taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle
kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
Diğer yandan
dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin
yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve
değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük
boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin
değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir.
Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında
topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle
bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili
dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir
husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden
olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle,
komisyonun, kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi
yolundaki kararına katılmıyoruz.
Uğur
Aksöz (Adana) ve arkadaşları
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Diğer raporu okutuyorum:
5. - Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/346) (S.
Sayısı: 560) (x)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Evrakta sahtekârlık ve
kamu kurumlarını dolandırmak suçunu işlediği iddia olunan Şanlıurfa
Milletvekili Mahmut Yıldız hakkında düzenlenen yasama dokunulmazlığının
kaldırılmasına dair Başbakanlık tezkeresi ve eki dosya hakkındaki hazırlık
komisyonu raporu, Karma Komisyonumuzun 26 Mayıs 2004 tarihli toplantısında
görüşülmüştür.
Karma Komisyonumuz isnat
olunan eylemin niteliğini dikkate alarak Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız
hakkındaki kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar
ertelenmesine karar vermiştir.
Raporumuz, Genel Kurulun
bilgilerine arz edilmek üzere Yüksek Başkanlığa saygıyla sunulur.
Burhan
Kuzu
İstanbul
Komisyon
Başkanı ve üyeler
Karşı
Oy Yazısı
Anayasamızın 83 üncü
maddesinde yasama dokunulmazlığı başlığı altında mutlak ve geçici anlamda iki
tür dokunulmazlık düzenlenmiştir. Mutlak dokunulmazlık, milletvekillerinin
Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri
düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka
bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan
sorumlu tutulmamalarını sağlamaktadır. Mutlak dokunulmazlık adı verilen ve
kaldırılması söz konusu olmayan bu dokunulmazlığın amacı, milletvekillerinin
düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımaktır.
Geçici dokunulmazlık ise,
seçimden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin
Meclisin kararı olmadıkça tutulamamasını, sorguya çekilememesini,
tutuklanamamasını ve yargılanamamasını; hakkında verilmiş olan ceza hükmünün
üyelik sıfatı sona erinceye kadar yerine getirilmemesini sağlamaktadır.
Geçici dokunulmazlık TBMM
kararıyla kaldırılabilmektedir.
Geçici dokunulmazlığın
amacı, milletvekillerinin yasama çalışmalarına katılımının tutuklanma, sorguya
çekilme, yargılanma veya tutulma gibi nedenlerle engellenmemesi ve siyasî
iktidarın keyfîleşebilecek suç isnatları veya ceza kovuşturmalarına karşı
korunmasıdır.
Günümüzde pek çok ülkede
geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltıldığı görülmektedir.
Türkiye ise bu gelişimin
dışında kalmıştır.
Bu durum, geçici
dokunulmazlığın toplum tarafından giderek bir ayrıcalık olarak görülmesine yol
açmıştır.
Son zamanlarda kimi
vatandaşlarımızda yolsuzluk olaylarının bir bölümünün siyasetçiyle bağlantılı
olduğu ve dokunulmazlık nedeniyle bu yolsuzlukların takibinin güçleştiği
yolunda bir kanı oluşmaya başlamıştır. Bu kanı, parlamentonun saygınlığının
olumsuzca etkilenmesine ve dokunulmazlıkların hukuk devletinin gerçekleşmesinin
önündeki bir engel olarak görülmesine neden olmaktadır.
Milletvekillerinin
dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda yargı organlarından gelen
taleplerin sonuca bağlanmasının uzun zaman alması veya Meclisçe genellikle
kovuşturmanın milletvekili sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesine karar
verilmesi, toplumun adalet duygusunu da zedelemektedir.
(x) 560 S. Sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir.
Diğer yandan
dokunulmazlığının kaldırılmaması, hakkında suç isnadı bulunan milletvekilinin
yargılanma hakkından yararlanmasına da imkân bırakmamaktadır.
Bütün bu kanı ve
değerlendirmelerin siyasal yaşantımızdaki olumsuz etkilerinin daha büyük
boyutlara ulaşmasını engellemek için Anayasamızın 83 üncü maddesinin
değiştirilmesi ve geçici dokunulmazlığın kapsamının daraltılması gerekmektedir.
Bu konuda CHP ve siyasî partilerimizin pek çoğu 2002 seçimleri sırasında
topluma taahhütte bulunmuştur.
Ancak şu ana kadar böyle
bir Anayasa değişikliği gerçekleştirilmemiştir.
Bu durumda, milletvekili
dokunulmazlığının hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmesini güçleştirici bir
husus haline dönüşmemesi, TBMM'nin saygınlığını zedeleyecek eleştirilere neden
olmaması ve milletvekillerinin yargılanarak aklanma hakkından yararlanmalarını
engellememesi için bir tek çözüm kalmıştır; o da, hakkında dokunulmazlığının
kaldırılması istemi bulunan milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasına
karar verilmesidir.
Bu nedenlerle, Komisyonun,
kovuşturmanın milletvekilliği sıfatının sona ermesine kadar ertelenmesi
yolundaki kararına katılmıyoruz.
Uğur
Aksöz (Adana) ve arkadaşları
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
2 adet Meclis araştırması
önergesi vardır; okutuyorum:
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi
Önergelerı
1. - Aydın
Milletvekili Mehmet Mesut Özakcan ve 36 milletvekilinin, pamuk üretimi ve
üreticisinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/231)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Ülkemizin lokomotif
sektörü olan tekstil sanayimizin stratejik hammaddesi pamuktur. Pamuk, ülke
ekonomisine sağladığı katmadeğerle, yaklaşık 6 000 000 kişinin geçimini
sağladığı bir endüstri bitkisidir. Tekstil sektörümüzün gelişmesine rağmen,
dünyaca ünlü kalitesiyle Türk pamuğunun üretiminin her yıl düşmesi ise
düşündürücüdür.
24 il, 676 ilçe ve 12 000
köyde ekimi yapılarak yaklaşık 6 000 000 kişinin geçimini sağlayan pamuğun
üretimi, Akdeniz Bölgesinde yok denecek kadar azalmış, özellikle Ege Bölgesinde
pamuk ekim alanları yaklaşık yüzde 30'lar kadar azalarak yerini başka ürünlere
bırakmıştır.
Başta Amerika Birleşik
Devletleri olmak üzere, Avrupa Birliği üyesi ülkeler, üreticilere güçlü
desteklemeler uygulamaya devam ederek gelişmekte olan ülkelerde tarımın
çöküşünü hızlandırmaktadır. Ülkemiz pamuk üreticileri, yeterli destek
alamamanın etkisiyle pamuk ekiminden vazgeçmeye başlamışlardır. Ülkemiz tekstil
sektöründe, 1 300 000 ton lif pamuk üretimine karşılık 800 000 ton üretim
gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, her yıl 500 000-600 000 ton civarında pamuk
ithal edilmek durumunda kalınmaktadır.
Ülkemiz pamuk çiftçisi,
mazotu, gübreyi ve ilacı dünya fiyatlarının çok üzerinde kullanmakta, ürettiği
pamuğu dünyaya satma şansını bulamamaktadır. Girdi maliyetlerinin yüksekliği
nedeniyle yeterli gelir elde edememektedir.
Tohumluk, ilaç, gübre,
elektrik, mazot gibi girdi kalemlerinde ödenen ve üreticiye geri ödemesi
yapılmayan KDV oranları düşürülmelidir.
Girdilerin en büyük
kalemi olan işçilik maliyetlerinin düşürülmesi bakımından makineli hasat
yapılması bir gerekliliktir.
Pamuk üretiminin devamını
sağlamak bakımından, pamuk üreticisinin yeterli düzeyde desteklenmesi
zorunludur.
Bütçeden tarıma ayrılan
kaynağın dağıtımı konusunda üretime dayalı planlama yapılmalı ve üretici
çiftçi, sanayici ve tekstil sektörüne katkısı sağlanmalıdır.
İşte, bu nedenlerden
dolayı, pamuk ve pamuk üreticisinin sorunlarının ortaya çıkarılması, pamuk
üretiminin desteklenmesine katkıda bulunmak amacıyla, Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını
arz ederiz.8.11.2004
Saygılarımızla.
1- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
2- Özlem Çerçioğlu (Aydın)
3- Hüseyin Ekmekcioğlu (Antalya)
4- Osman Coşkunoğlu (Uşak)
5- Abdulaziz Yazar (Hatay)
6- Muharrem Kılıç (Malatya)
7- İzzet Çetin (Kocaeli)
8- Necati Uzdil (Osmaniye)
9- Mehmet Ziya Yergök (Adana)
10- Mehmet Boztaş (Aydın)
11- Ali Arslan (Muğla)
12- Orhan Eraslan (Niğde)
13- Ufuk Özkan (Manisa)
14- Kemal Sağ (Adana)
15- Muhsin Koçyiğit (Diyarbakır)
16- Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
17- Nurettin Sözen (Sivas)
18- Bayram Ali Meral (Ankara)
19- Enis Tütüncü (Tekirdağ)
20- Türkân Miçooğulları (İzmir)
21- Yüksel Çorbacıoğlu (Artvin)
22- Atila Emek (Antalya)
23- Uğur Aksöz (Adana)
24- Tacidar Seyhan (Adana)
25- Abdurrezzak Erten (İzmir)
26- Tuncay Ercenk (Antalya)
27- Yılmaz Kaya (İzmir)
28- Ali Oksal (Mersin)
29- Vahit Çekmez (Mersin)
30- Mehmet Yıldırım (Kastamonu)
31- Halil Akyüz (İstanbul)
32- Zekeriya Akıncı (Ankara)
33- Ahmet Yılmazkaya (Gaziantep)
34- Mehmet Semerci (Aydın)
35- İnal Batu (Hatay)
36- Feridun Ayvazoğlu (Çorum)
37- Atilla Kart (Konya)
BAŞKAN - Önerge gündemde
yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
2. -
Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu ve 24 milletvekilinin,
Kastamonu-Küre-Aşıköy Maden Ocağında meydana gelen iş kazası ile ülkemizdeki iş
kazalarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/232)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
8 Eylül 2004 tarihinde Kastamonu
İli Küre İlçesinde işletilen Aşıköy yeraltı bakır madeninde yangın meydana
gelmiş, bu yangın sonucu 19 işçimiz hayatını kaybederken, 19 kişi de
yaralanmıştır. Ülkemizde, bundan sonra meydana gelebilecek bu ve buna benzer iş
kazalarının önüne geçilebilmesi, ne tür tedbirlerin alınması gerektiği yönünde
Anayasanın 98 inci, Meclis İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca
Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
Gerekçe:
İş kazaları, ülkemizde ve
dünyada en sık, kömür madenciliği, dokuma ve gıda maddeleri sanayileri, taş,
toprak, kil, kum vesaire imalatı, metal endüstrisi makine imalatı, nakil
araçları imalatı, inşaat, nakliyat, toptan ve perakende ticaret faaliyet
gruplarında meydana gelmekte olup, bunların dışında; katı madde patlamaları,
kimyasal madde patlamaları, akaryakıt yangınları, grizu (metan gazı)
patlamaları, SPG (sıvılaştırılmış petrol gazları) patlamaları, doğalgaz
kazaları, sınaî gaz patlamaları, basınç patlamaları, inşaat kazaları şeklinde
gerçekleşmektedir.
Dünyada her yıl; 27 000
000 iş kazası meydana gelmekte olup, bu iş kazaları sonucu 330 000 kişi
hayatını kaybetmekte ve 160 000 000 kişi de ya yaralanmakta ya da meslek
hastalığına maruz kalmaktadır.
Ülkemizde ise; SSK
verilerine göre, 1994-2003 yıllarını kapsayan on yıllık dönemde, ortalama her
82,4 iş kazasının biri ölümle sonuçlanmış, meydana gelen 831 248 iş kazasında,
10 084 kişi hayatını kaybetmiştir.
İş kazalarının
nedenlerine baktığımızda ise; işyeri güvenliğinin yetersiz olması, çalışma
saatlerinin 12-13 saatlere çıkarılması, az ücretle işçi çalıştırmak amacıyla
vasıfsız ve çocuk yaşta insanların vasıflı işçi olarak çalıştırılması,
özellikle maden kazalarında, kazaların önleme ve kurtarma konularında
üniversitelerdeki eğitim dışında eğitim verilmemesi, meslekiçi eğitime
yeterince önem verilmemesi, yeraltında kullanılan ve işçi güvenliğini doğrudan
ilgilendiren malzemelerin standardı ve eksikliği konusunda tedbirler alınmaması
gibi nedenlerdir.
Meydana gelen iş
kazalarında ortaya çıkan yangın sonucu meydana gelen maden kazaları her ülkede
yaşanmaktadır. Bu kazaları tamamen bitirmek mümkün görünmese de azaltılması,
kazaya sebebiyet verebilecek nedenlerin ortadan kaldırılması ve asgarîye
indirilmesi mümkün olabilir.
Araştırma önergesiyle,
Küre İlçemizde yaşanan elim iş kazasıyla gündeme gelen iş kazalarının
önlenmesi, alınabilecek tedbirlerin araştırılması ve değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
1- Musa Sıvacıoğlu (Kastamonu)
2- Sinan Özkan (Kastamonu)
3- Ahmet Çağlayan (Uşak)
4- Mehmet Ceylan (Karabük)
5- Mehmet Çiçek (Yozgat)
6- Alim Tunç (Uşak)
7- Yahya Akman (Şanlıurfa)
8- Ömer Özyılmaz (Erzurum)
9- İlyas Arslan (Yozgat)
10- İmdat Sütlüoğlu (Rize)
11- Turhan Çömez (Balıkesir)
12- Nevzat Doğan (Kocaeli)
13- Ayhan Sefer Üstün (Sakarya)
14- Hüseyin Tanrıverdi (Manisa)
15- Fazlı Erdoğan (Zonguldak)
16- Cüneyit Karabıyık (Van)
17- Agâh Kafkas (Çorum)
18- Vahit Kiler (Bitlis)
19- Cevdet Erdöl (Trabzon)
20- Mehmet Yüksektepe (Denizli)
21- Zafer Hıdıroğlu (Bursa)
22- Şükrü Önder (Yalova)
23- Mustafa Dündar (Bursa)
24- Mehmet Güner (Bolu)
25- Fahrettin Poyraz (Bilecik)
BAŞKAN - Önerge gündemde
yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
V. - ÖNERİLER
A) Danişma Kurulu Önerılerı
1. -
Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
Ê
Danışma Kurulu Önerisi
No. : 109
Tarihi: 25.11.2004
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 34
üncü sırasında yer alan 679 sıra sayılı Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş
Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının bu kısmın 2
nci sırasına, 96 ncı sırasında yer alan 684 sıra sayılı Dünya Sağlık Örgütü
Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısının 3 üncü sırasına alınmasının ve gündemin 6 ncı sırasına kadar
olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma
süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun
görülmüştür.
İsmail
Alptekin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Vekili
|
Faruk Çelik |
Haluk Koç |
|
AK Parti Grubu Başkanvekili |
CHP Grubu Başkanvekili |
BAŞKAN - Öneri üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam
ediyoruz.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
6. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî
Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geri
alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu henüz gelmediğinden, teklifin
müzakeresini erteliyoruz.
Uluslararası Göç Örgütü
Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile
İçişleri ve Dışişleri Komisyonları raporlarının müzakerelerine başlıyoruz.
7. - Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile İçişleri ve Dışişleri
Komisyonları Raporları (1/896) (S. Sayısı: 679) (x)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 679 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Öymen, konuşma
süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN
(İstanbul)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Göç Örgütü
Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış
bulunuyorum; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar,
Uluslararası Göç Örgütü, son derece önemli işlevi olan, görevi olan bir
kuruluştur. Dünyadaki göçmenlerin çeşitli sorunlarına çare bulmak için
kurulmuştur ve bu örgütü kuran çalışmalar 1951 yılında başlamıştır. 1951
yılında Uluslararası Göç Konferansı toplanmış, ondan sonra da bu örgüt
kurulmuştur. Bu Uluslararası Göç Konferansına o zaman 16 ülke katılmıştır. O 16
ülkeden biri Türkiye'dir ve bugün bu Uluslararası Göç Örgütünün 102 üyesi
vardır; ama, bu 102 üyesinden biri Türkiye değildir maalesef, henüz. Burada
büyük bir gecikme var; Türkiye, uzun yıllardan beri gözlemci olarak bu örgütün
çalışmalarına katılıyor; oysa, göç meseleleri Türkiye'yi çok yakından
ilgilendiriyor. Biraz gecikmeyle de olsa, bu örgüte Türkiye'nin katılma kararı
almış olması bizim açımızdan da çok olumludur ve bunu destekliyoruz.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; bugün dünyada 23 000 000 insan göçmen durumundadır. 23 000
000 insan demek, İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya'nın toplam nüfusu kadar
insan demektir. Bu kadar insan, dünyanın çeşitli ülkelerinde göçmen olarak
yaşıyor ve bu göçmenlerin çok çeşitli sorunları var, sıkıntıları var.
Türkiye de göç kabul eden
bir ülkedir, göç alan bir ülkedir. Tarih boyunca çok sayıda insan, güvenlikleri
için, baskılardan kurtulmak için Türkiye'yi seçmişlerdir ve Türkiye'ye göçmen
olarak gelmişlerdir. Bunların büyük bir bölümü Türkiye'de kalmış ve Türk
unsurunun, Türk ülkesinin, Türk milletinin bir parçası olmuşlardır.
(x) 679 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
1923 ile 1997 yılları
arasında Türkiye'ye gelen göçmenlerin sayısı 1 600 000 kişidir, bu kadar çok
insan Türkiye'ye göç etmiştir. Dikkat çekici nokta, bu, göç edenlerin bir
bölümünü, batı Avrupa'dan, o dönemde iki dünya savaşı arasındaki dönemde
zulümden kaçarak, baskıdan kaçarak, özellikle Almanya'daki Nazi zulmünden
kaçarak Türkiye'ye gelen aydınların oluşturmasıdır, Türkiye'ye gelen üniversite
profesörlerinin oluşturmasıdır. Türkiye, o devirde, barış adası, güvenlik
adası, özgürlük adası, demokrasi adası olarak görülmüştür ve bu insanlar
Türkiye'de huzur içinde yaşamışlardır. Bunun evveliyatı da var; daha, Türkiye,
1492 yılında İspanya'da engizisyon zulmünden kaçmak isteyen Yahudilere ev
sahipliği yapmıştır, onları Türkiye'ye getirmiştir ve onların Türkiye'de
güvenlik içinde yaşamalarını sağlamıştır. İşte, bazılarının ve en son Avrupa
Birliği Uyum Komisyonunun, farklı dinlere, kültürlere mensup insanlara karşı
yeterince hoşgörü göstermediği için eleştirdikleri Türkiye böyle bir ülkedir. O
bakımdan, biz, bu gibi eleştirileri kabul etmiyoruz. Türkiye, yüzyıllardan
beri, farklı dinlere, farklı kültürlere mensup insanların bir arada yaşadıkları
bir ülke olmanın gururunu taşımaktadır.
Değerli arkadaşlar,
Uluslararası Göç Örgütünün çalışmaları arasında, göçmenlere yardımcı olmak
vardır, sığınmacılara yardımcı olmak vardır, ülkesine geri dönmek isteyen
insanlara yardımcı olmak vardır.
Şimdi, biz de, bu
Uluslararası Göç Örgütünden, kendimizi ilgilendiren, ülkemizi, vatandaşlarımızı
ilgilendiren konularda destek istemek durumundayız ve buna hakkımız var. Hele,
şimdi, üye olduktan sonra, zannediyorum ki, bu örgütle daha sıkı işbirliği
yapacağız.
Şu anda göç alanında
bizim son derece ciddî, son derece önemli sorunlarımız var; bunlardan bir
örneği Yüce Heyetinize arz etmek istiyorum: Terörün çok yoğun olarak yaşandığı
1990'lı yılların ortalarında, terör örgütü, Türkiye'den, 10 000'den fazla
vatandaşımızı zorla, tehditle, kandırarak Kuzey Irak'a kaçırmıştı. Bunlar Atruş
bölgesinde yerleştirilmişlerdi ve bu vatandaşlarımız orada PKK'nın baskısı
altında yaşamak zorunda kalmışlardı. O devirde, Birleşmiş Milletler Yüksek
Komiserliği bunlara çeşitli yardımlar yapmıştı; gıda yardımı yapmıştı, bunları
beslemişti, barındırmıştı ve Birleşmiş Milletler Bayrağını da bu üssün üzerine
çekmişti, bu kampın üzerine çekmişti. O devirdeki Türk Hükümeti çok ciddî
girişimler yaptı, bu kampın terör örgütünün girişimiyle kurulduğunu kanıtladı
ve Birleşmiş Milletlerin bunlara yardımcı olmasına son verdi. Birleşmiş
Milletler Bayrağı kaldırıldı ve bu vatandaşlarımızın Atruş'ta PKK terör
örgütünün baskısı altında yaşamalarına engel olmak için gayret sarf edildi.
Daha sonra, bu vatandaşlarımız oradan Irak'ın başka bir bölgesine, Mahmura
bölgesine nakledildiler.
Değerli arkadaşlar, biz,
defalarca hükümeti uyardık; fakat, maalesef, hükümetten henüz bir cevap
alabilmiş değiliz. Eğer, bugün, Sayın Bakanın elinde bilgi var da Yüce Meclisi
aydınlatırsa çok seviniriz. Bu vatandaşlarımız hâlâ oradadır, hâlâ Mahmura'dadır.
Evvelce, bunların içinden Türkiye'ye kaçanlar, büyük baskı altında
yaşadıklarını; terör örgütünün, bunların çocuklarını dağa kaldırdığını,
terörist haline getirdiğini söylediler. Şimdi, soruyoruz: Bu insanlarımızın
Türkiye'ye geri getirilmesini sağlamak için, hükümetimiz, nasıl bir çalışma
içerisindedir? Bunları kaderlerine terk edebilir miyiz? Hangi ülke, yabancı bir
ülkeye zorla kaçırılan, kandırılarak kaçırılan vatandaşlarının akıbetine karşı
kayıtsız kalabilir? İşte, bu konuyu Yüce Meclisin gündemine getirmek istiyoruz.
Uluslararası Göç Örgütünden de yararlanarak, onların çalışmalarından da
yararlanarak, bu vatandaşlarımızdan Türkiye'ye kendi özgür iradeleriyle dönmek
isteyenlerin, güvenlik içerisinde, Türkiye'ye geri getirilmelerinin sağlanmasını
hükümetten rica ediyoruz. Bu, son derece önemli bir konudur ve bu konunun
üzerinde durmaya devam edeceğiz. Bazıları, Kürt asıllı vatandaşlarımızın
haklarını koruduklarını iddia ediyorlar yurt içinde ve yurt dışında. Bu
çevrelerden, Mahmura'da bulunan ve teröristler tarafından kaçırılmış bulunan bu
vatandaşlarımızın kaderiyle ilgili herhangi bir söz söylediklerini duymuş
değiliz. Türkiye'yi ziyaret eden bazı yabancı politikacıların ve insan hakları
örgütlerinin de bundan bahsettiğini duymuş değiliz. İşte, Yüce Meclisin
huzuruna bu konuyu getiriyoruz ve hükümetten, bu konuda duyarlı bir davranış
içerisine girmesini bekliyoruz. Kürt asıllı bu vatandaşlarımız, devletin her
türlü korumasından yararlanmalıdırlar ve biz, Yüce Meclis olarak, onların
kaderine sahip çıkmalıyız.
Değerli arkadaşlar, bu
vesileyle bir hususa daha değinmek istiyorum. Uluslararası Göç Örgütünün
görevlerinden biri de, başka ülkelerde sığınmacı olarak kabul edilmeyenlerin,
siyasî mülteci olarak kabul edilmeyenlerin, ülkelerine geri gönderilmelerini
sağlamaktır. Şimdi, bu konuda da Türkiye'nin çok ciddî sorunları var. 1980'li
yıllardan bu yana, terör örgütünün örgütlediği bir insan ticareti cereyan
etmektedir. Ülkemizden, insanları, çalışmak için Almanya'ya götürüyorlar ve
bunları, siyasî mülteci adı altında Almanya'ya sokuyorlar ve bunların orada
gayrimeşru bir şekilde yaşamalarını örgütlüyorlar. Şimdi, bu da, son derece
önemli bir konudur. Dünyada 1 yılda 800 000 ilâ 900 000 insan bu şekilde insan
ticaretine maruz kalıyor ve bunlardan bir bölümü de, ne yazık ki, bizim
vatandaşlarımızdır.
Burada bizim soracağımız
çok soru var. Avrupa Birliğine resmen aday yapılan ve birkaç gün sonra üyelik
müzakerelerine başlaması -ümit ediyoruz- kabul edilecek olan bir ülkeden, bir
Avrupa Birliği ülkesinin siyasî mülteci kabul etmesi normal midir, doğal mıdır?
Bu Avrupa Birliği ülkeleri siyasî mülteci kabul edilemeyecek ülkelerin
listesini çıkarıyorlar. Bu listede bütün Avrupa ülkeleri var, Avrupa Birliği
üyesi olmayan Avrupa ülkeleri de var, bazı Asya ülkeleri var, bazı Afrika
ülkeleri var; ama, Türkiye yok. Türkiye'nin, bugün, siyasî mülteci kabul
edilebilecek ülkelerden biri olmasını içimize sindirebilir miyiz? İşte, bu
konuda da hükümetimizin girişimde bulunmasını bekliyoruz ve Türkiye'nin,
Almanya'da ve diğer Avrupa ülkelerinde siyasî mülteci kabul edilemeyecek
ülkeler listesine dahil edilmesini istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
siyasî mülteci adı altında bu ülkelere giden vatandaşlarımız perişan
durumdadırlar. Bunların yaklaşık yüzde 90'ının talepleri reddediliyor; ama,
çeşitli çevrelerin baskısıyla talebi reddedilen insanlarımız ülkemize
gönderilmiyor. Bunlar, oradaki büyükelçiliğimize, başkonsolosluklarımıza
başvurarak pasaport istiyorlar bizden. "Bizim siyasetle alakamız yok, biz
çalışmak için geldik, bazı örgütler bizi buraya getirdi para
karşılığında..." Adam başına 2 500 euro karşılığında bunları oraya
götürüyorlar, ondan sonra, orada kaderlerine terk ediyorlar. Bunlar kaçak
işlerde çalışıyor, günlük hayatlarını, geçimlerini sağlamaktan mahrumdurlar;
bunlara da mutlaka sahip çıkmamız gerekiyor. Bizim, hükümet olarak, Meclis
olarak bu vatandaşlarımıza da sahip çıkmamız gerekiyor. Bunlara, yılda ortalama
olarak 5 000 pasaport veriyoruz. Bu insanların siyasî mülteci sıfatını
taşımaları şu anda mümkün değildir, doğru da değildir ve bu, Türkiye'nin
itibarını zedeliyor. Bizim elimizdeki rakamlara göre, Almanya'ya yapılan siyasî
başvurular listesinde, Türkiye, maalesef, hâlâ birinci sırada yer almaktadır;
bunu, kabul edemeyiz. O bakımdan, bu meseleye, Uluslararası Göç Örgütüyle
işbirliği halinde mutlaka çare bulunmasını istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
yine, bu konuyla ilgili olarak bir hususa daha değinmek istiyorum. Avrupa
Birliği Komisyonunun 6 Ekimde yayımladığı Türkiye raporunda göç konularına da
değiniliyor.
Şimdi, burada dikkat
çekici birkaç nokta var, onu dikkatinize getirmek istiyorum. Bir tanesi şudur:
Deniliyor ki, Türkiye, göçmen kabulünde hiçbir coğrafî sınırlama kabul
etmemelidir, bütün coğrafî sınırlamaları kaldırmalıdır. Biz, uluslararası
anlaşmalarda, güneyden, güneydoğu sınırlarımızdan gelecek göçmenlerle ilgili
olarak belli rezervler koymuş bulunuyoruz. Bunun sebepleri de gayet açıktır;
birinci Körfez savaşı sırasında, onbeş gün içerisinde, 450 000 Kürt asıllı
Iraklı göçmen ülkemize gelmiştir ve bu, bize çok büyük bir maliyete yol
açmıştır. Bunlar için sadece devlet bütçesinden ödediğimiz para 225 000 000
doları bulmuştur. Ayrıca, bunların içine sızan teröristler, uzun yıllar,
Güneydoğu Anadoluda başımıza büyük bir terör sıkıntısı yaratmıştır. İşte, o
bakımdan, Türkiye'nin doğudan ve güneyden gelecek göç hareketlerine karşı belli
koruyucu tedbirler almasının makul sebepleri vardır; bunu, Avrupa Birliğine çok
iyi anlatmamız lazım.
Yalnız, raporda sadece bu
söylenmiyor, raporda bizim açımızdan ilginç bazı şeyler de söyleniyor. Mesela
deniliyor ki, Türkiye, üye olduktan sonra bile, uzunca bir süre Schengen
Anlaşmasına katılmayacaktır. Niye katılmayacaktır; çünkü, Türkiye'ye, çeşitli
ülkelerden göçmenler geliyor ve bunlar, Avrupa Birliği için ciddî bir tehdit
oluşturabilir; onun için, biz, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sınırları
uzunca bir süre kaldıramayız.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, bir taraftan deniliyor ki, bütün coğrafî tahditleri kaldırın,
gelmek isteyen göçmenlere engel olmayın; bir taraftan da deniliyor ki,
Türkiye'ye çok fazla göçmen geliyor, bunların Avrupa Birliğine girmelerine
engel olamıyoruz; o yüzden, Türkiye üye olsa da, Türkiye'ye bazı kısıtlamalar
getireceğiz. Şimdi, burada bir çelişki görmüyor musunuz?! Bu konunun üzerine
gitmek gerekmiyor mu?! Türkiye'nin, bunu, Avrupa Birliğine anlatması gerekmiyor
mu?!
Şimdi, burada can alıcı
nokta şudur: Başka ülkeler söz konusu olduğunda, diğer aday ülkelerin hepsine
-son olarak Bulgaristan ve Romanya da dahil olmak üzere- vize mecburiyetini
kaldırdılar; hepsine vize mecburiyeti kalktı; fakat, Türkiye'ye kalkmadığı gibi
bugün, yarın üyelik müzakerelerine başlandıktan sonra da kaldırılmayacağı
anlaşılıyor; hatta -raporda yazıldığına göre- Türkiye tam üye olduktan sonra
bile vize yükümlülüğü tam olarak kaldırılmayacak.
Değerli arkadaşlar,
Avrupa Birliğinde bunun örneği var mıdır?! Buna benzer bir durum hiç yaşanmış
mıdır?! Avrupa Birliğine üye olduktan sonra, hâlâ, vize yükümlülüğüne tabi
olanlar var mıdır?!
O bakımdan, biz, bu
konuların hükümetimizce çok ciddî bir şekilde ele alınmasını tavsiye ediyoruz
ve bu konuların, mutlaka, üzerine gidilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Almanya'daki
vatandaşlarımızın statüsünü de bu çerçevede düşünmek lazımdır. Bunlardan,
yaklaşık 800 000 vatandaşımız Alman vatandaşlığına geçmiştir; fakat, daha
henüz, Alman vatandaşlığına geçmeyen, yaklaşık 1 500 000 insanımız vardır.
Bunların haklarının ve çıkarlarının korunması ve Almanya'daki statülerinin ve
haklarının güvence altına alınması lazımdır.
Değerli arkadaşlarım, bu
insanlarımızdan yüzde 23'ü işsizdir. Almanya'da ortalama işsizlik oranı yüzde
10 iken, Almanya'daki Türkler arasında işsizlik oranı yüzde 23'tür; buna,
mutlaka çare bulmak lazımdır. Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Yüce
Meclisin kararıyla, biliyorsunuz, bir komisyon kurduk; yurtdışındaki
vatandaşlarımızın sorunlarını incelemek üzere bir komisyon kurduk ve bu
komisyon çok değerli bir çalışma yaptı, bir rapor hazırladı; fakat, üzülerek
görüyoruz ki, bu raporumuz hiçbir yere ulaşmış değildir. Biz, yurtdışındaki
temsilciliklerimize soruyoruz, Almanya'daki büyükelçiliğimize,
başkonsolosluklarımıza soruyoruz, hiçbirinin elinde bu rapor yok. Almanya'daki
derneklerimize soruyoruz, hiçbirine bu rapor ulaşmamış. Değerli Meclis
Başkanımızdan rica ediyoruz, lütfen, bu raporun ilgili bütün kuruluşlarımıza,
yalnız hükümete değil, yurt dışındaki ilgili bütün kuruluşlarımıza,
derneklerimize, vatandaşlarımıza ulaştırılması için bir çaba gösteriniz ve bu
raporun ulaşmasını sağlayalım.
Bu raporda sözünü ettiğim
sorunlara ilaveten oradaki vatandaşlarımızın pek çok sorunu var. Yalnız
Almanya'da 30 000 çocuğumuz özürlüler okuluna gidiyor. Büyük çoğunluğu özürlü
olmadıkları halde, dilbilgisi eksikliği, anaokuluna gidememeleri gibi
gerekçelerle özürlüler okuluna gidiyor. İşte, bu ve buna benzer ciddî
sorunlarımız vardır. Bu sorunların çözümünde, eğer, ikili ilişkilerimizle
netice alamıyorsak, sonuç alamıyorsak, o zaman Uluslararası Göç Örgütü gibi
kuruluşların aracılığıyla sonuç almaya çalışmalıyız. Bunlar, netice itibariyle,
bizim insanlarımızdır, bizim vatandaşlarımızdır, şu veya bu şekilde göçmen
olmuşlardır; ama, onların haklarını ve çıkarlarını korumak da zannediyorum ki,
bizim en önemli görevlerimiz arasındadır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; burada dile getirdiğimiz konulara hükümetimizin özenle eğileceğini
ümit ediyoruz. Bu konular, ülkemizin insanlarını çok yakından ilgilendiren
konulardır ve ümit ediyoruz ki, Sayın Bakan, bu konuda Yüce Meclise bilgi
verecektir, eğer, şu anda elinde yeterince bilgi yoksa, daha sonra ilk fırsatta
Meclisi bilgilendirecektir.
Biz, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasını bu düşüncelerle, bu
anlayışla onaylıyoruz, destekliyoruz; bu vesileyle, Yüce Meclise, tekrar,
saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Öymen.
Tasarının tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Mustafa Dündar; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MUSTAFA DÜNDAR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası
Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Uluslararası Göç Örgütü,
5.12.1951 tarihinde Türkiye'nin de içinde bulunduğu 16 ülkenin katılımıyla
Brüksel'de toplanan Uluslararası Göç Konferansını takiben kurulan
Hükümetlerarası Göç Komitesinin devamıdır.
Örgüt, 1989 yılından
itibaren Uluslararası Göç Örgütü adını almış olup, merkezi Cenevre'dedir.
Örgüte Kasım 2003
itibariyle 102 ülke üyedir. Ülkemizin de içinde bulunduğu 29 ülke ise, gözlemci
statüsünü haizdir.
Komisyonumuzca, örgütün
2004 Kasım ayı sonunda yapılacak toplantısından önce üye olmamızı teminen
tasarının İçtüzüğün 52 nci maddesine göre öncelikle görüşülmesine karar
verilmiştir. Söz konusu anlaşmaya katılmamızla örgütteki gözlemci statüsü asıl
üyeliğe dönüşecektir.
Örgüt göç hareketlerinin
yasal ve düzenli bir biçimde gerçekleşmesini sağlamaya yönelik hizmet veren bir
kurum olup, genel olarak, mültecilerin yerleşim işlemlerine yardımcı olmakta,
özellikle sorunlu bölgelerdeki mültecilerin veya uluslararası koruma altına
alınması gerek görülmeyip sığınma başvurusu reddedilenlerin geri gönderilmeleri
veya başka ülkelere nakillerinde rol oynamaktadır. Dünya çapında göç
hareketlerinin düzgün akışını sağlamak, göçmenlerin gittikleri ülkeye en iyi
koşullarda yerleşmeleri, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısına entegre olmalarını
kolaylaştırmak açısından, göçle ilgili hizmetlerin uluslararası boyutta
sağlanmasının çoğu zaman gerekli olduğu görülmektedir.
Göç ve mülteciler
konularında devletler, uluslararası kuruluşlar, hükümet kuruluşları ve sivil
toplum kuruluşları arasında sıkı işbirliği ve eşgüdüm olması gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri,
Türkiye, mazlumlara kucak açan bir ülkedir. Seçim ilim Bursa da dışgöçlerin
yoğun olduğu bir ildir. Balkan ülkelerinden, özellikle Yunanistan, Bulgaristan,
Makedonya, Arnavutluk ve Kosova'dan büyük göç almaktadır. Bunların, pek tabiî
ki, gerek Türkiye'de idarî sorunları ve gerekse gelmiş oldukları ülkelerle
ilgili sorunları bulunmaktadır. Ben, sizlerle, sadece Bulgaristan'dan
gelenlerin bir sorununu paylaşmak istiyorum.
1989 zorunlu göçüyle,
Bulgaristan'dan Türkiye'ye 400 000 civarında soydaşımız gelmiştir. Bu şekilde
veya diğer yollarla ülkemize gelen soydaşlarımızın sosyal güvenlik haklarıyla
ilgili sorunları vardır.
Bulgaristan'da geçen
hizmet sürelerinin Türkiye'ye aktarılması ve hizmet sürelerinin
birleştirilmesi, soydaşlarımızın en önemli sorunlarıdır. Bulgaristan, 1989
göçünde, Türkiye dışında, göç alan diğer ülkelerle bu anlaşmayı yapmıştır ve
oraya giden Bulgar vatandaşlarının sosyal haklarını vermektedir; fakat,
Türkiye'ye gelen soydaşımız çok fazla olduğu için, Bulgaristan bu konuda ayak
diremekte ve sosyal güvenlik anlaşması yapmaya pek yanaşmamaktadır. Bu konuyla
ilgili Bursa'daki sivil toplum örgütleri, hem Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanına hem de -Bulgaristan'a giderek- Bulgaristan'ın bakanına
bu kişilerin imzalı dilekçelerini sunmuşlardır ve eğer bu konu iki ülke
arasında anlaşmayla çözülemiyorsa -sivil toplum örgütlerinin düşüncesi- bu
konuyu Avrupa Birliğine taşıyacaklarını söylemektedirler.
Bunun dışında, Türkiye
ile Bulgaristan arasında 4 Kasım 1998 tarihinde Ankara'da imzalanan ve 1 Mart
1999 tarihinde yürürlüğe giren, Bulgaristan emekli maaşlarının Türkiye'de
ödenmesine ilişkin bir anlaşma vardır ve bu anlaşmaya göre, Bulgaristan'da
emekli olan soydaşların maaşları Türkiye'ye transfer edilmektedir. Tabiî, bunun
da kendine göre bazı şartları vardır. Yılda iki defa, burada yaşayan kişiler,
yaşam belgelerini SSK aracılığıyla ibraz ettirdiklerinde maaşları Türkiye'ye
gelmektedir. Bulgaristan tarafı bu evrakı çok sıkı bir incelemeye tabi tutarak,
elinden geldiğince bu ödemeleri ötelemeyi düşünmektedir. Tabiî, bu kişiler
yaşlı; bir kişi ölse, bir kişi bir kişidir, kâr düşüncesindedir. Bizim yapmış
olduğumuz tespitlere göre, derneklerimizin bize söylediklerine göre, bu şekilde
maaş alan 40 000 civarında kişiden 11 000 küsurunun maaş ödemesi, Bulgaristan
tarafından iade edilmiştir. Bu 11 000 civarındaki maaş iadesinin 6 000 küsuru
da, burada bizim memurlarımızın yapmış olduğu hatalardan kaynaklanmaktadır. Bu
konu, beni üzmüştür ve bu konuyla ilgili durumu, Bakanımıza yazılı olarak
ilettim, bu konuyla ilgili bilgi istedim. Şimdi, insan ister istemez düşünüyor;
yani, Bulgaristan vermemek için direniyor, bazı nedenler buluyor; biz neden
bunlara alet oluyoruz, biz neden bu işi daha ciddî incelemiyoruz?! Bu da,
aslında çok büyük
bir para olmamakla birlikte -kişi başına gelen maaş 30 ilâ 50 eurodur- o
kişinin bu paraya ihtiyacı vardır. İnşallah, Bakanlığımız, bu konuda gerekli
hassasiyeti göstererek bu sorunu çözecektir diye düşünüyorum. Yeri gelmişken,
uluslararası göçü konuşurken, bunu da, burada bilgi olarak kamuoyuna arz
ediyorum.
Geçici göç, dönüş göçü ve
bölge içinde yapılan göçler için de bu hizmetlerin yapılması gerekmektedir.
Uluslararası Göç Örgütü, çalışmalarında, ilgili hükümet ve hükümetdışı
kuruluşlarla yakın işbirliği yaparak, uluslararası faaliyetlerin eşgüdümünü
sağlamaktadır. Örgüt, göçmenlerin kabul şartlarının ve sayılarının devletlerin
ulusal egemenlik alanlarına ait bir konu olduğunu kabul etmekte ve görevlerini
yerine getirirken ilgili devletlerin mevzuatına uymaktadır.
Türkiye'nin 1999 yılından
bu yana gözlemci olarak katıldığı Uluslararası Göç Örgütünün ülkemizdeki
görevlerini daha iyi koordine edebilmek amacıyla devamlı temsilcilik açma
başvurusu, 1991 yılında uygun görülmüştür. Bu çerçevede, Uluslararası Göç
Örgütünün ülkemizdeki mevcudiyetinin belli bir hukukî statüye bağlanması, görev
alanındaki katkılarını daha etkin bir şekilde yürütebileceği hukuksal durumun,
ayrıcalık ve bağışıklıkların belirlenmesi amacıyla bir anlaşma yapılması
kararlaştırılmıştır. 16.11.1995 tarihinde Ankara'da imzalanan 16.12.2003
tarihli ve 4984 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunan söz konusu anlaşma
26.12.2003 tarihli ve 2003/6684 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe
girmiştir. Üye olmadığımız halde ülkemiz ile Uluslararası Göç Örgütü arasında
yakın bir işbirliği sürdürülmekte ve ülkemizdeki sığınmacıların üçüncü ülkelere
nakillerinde Uluslararası Göç Örgütü önemli katkılarda bulunmaktadır. Söz
konusu teşkilata üye olunması, mevcut işbirliğinin artırılması ve Uluslararası
Göç Örgütünün ülkemizde daha fazla proje gerçekleştirmesine olanak
sağlayacaktır. Bu bağlamda iltica ve göçle ilgili eğitim programları ve insan
kaçakçılığıyla mücadele konularında teknik yardım sağlanması gibi hususlarda
Uluslararası Göç Örgütünün kaynaklarına ilaveten üçüncü taraf kaynakların
artırılması sağlanacak; ülkemizin, göç, insan kaçakçılığı gibi konulara ilişkin
çalışmaları yönlendirme konusunda daha fazla katkıda bulunması mümkün
olabilecektir. Bu suretle, özellikle insan kaçakçılığı gibi konularda ülkemize
bazı çevrelerce yöneltilen eleştirilere de yanıt verilmiş olunacaktır.
Öte yandan, Avrupa
Birliğine katılım sürecinde, insan kaçakçılığı gibi sorunlarla mücadele
konusunda ve göç bağlantılı bazı kriterlerin yerine getirilmesinde anılan kuruluşla
daha yakın ve kapsamlı işbirliğine gidilebilecek ve bundan yarar
sağlanabilecektir.
Tasarıya AK Parti Grubu
olarak kabul oyu vereceğimizi beyan eder, hepinizi saygıyla selamlarım.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Dündar.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
UluslararasI Göç Örgütü Kuruluş
AnlaşmasIna KatIlmamIzIn Uygun
Bulunduğuna Daİr Kanun TasarIsI
MADDE 1.- Uluslararası
Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına katılmamız uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tasarının tümü
açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre
vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy
kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy
pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Uluslararası Göç Örgütü Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 249
Kabul :
249 (x)
Böylece, tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır.
Birleşime 10 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 16.55
(x) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın
sonuna eklidir.
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.10
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere, kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Dünya Sağlık Örgütü Tütün
Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları
raporlarının müzakerelerine başlıyoruz.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
8. - Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/880) (S.
Sayısı: 684) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 684 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Ufuk Özkan;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Özkan, konuşma
süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA UFUK
ÖZKAN (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sıra sayısı
684 olan Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısıyla ilgili Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Dünya Sağlık Örgütünün,
aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 171 üyesi, insan ve kamu sağlığının
korunması amacıyla yapılan ilk uluslararası sözleşme niteliğini taşıyan, Tütün
Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin nihaî metni üzerinde mutabık kalmışlar ve anılan
sözleşme, Dünya Sağlık Asamblesinin 21 Mayıs 2003 tarihinde yapılan genel kurul
toplantısında kabul edilmiştir.
Sözleşme, tütün ve tütün
mamullerinin vergilendirilmesi ve fiyatlandırılması, sigara ve diğer tütün
mamullerinin kullanımının önlenmesi ve tedavisi, tütün ve tütün mamullerinin
yasadışı ticaretinin önlenmesi, reklam, sponsorluk ve promosyonlar ile paket ve
etiketlemeyi de içerecek şekilde ürün düzenlemelerine ilişkin hükümler
içermektedir. Sözleşmenin 36 ncı maddesi uyarınca, 40 ülkenin onaylamasını
takiben doksan gün içerisinde yürürlüğe girecektir. 2004 Haziran ayı
itibariyle, sözleşme 143 ülke tarafından imzalanmış, 21 ülke tarafından
onaylanmıştır.
Türkiye'de 1996 yılında
çıkarılan 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanunda
öngörülen hususlarla paralel olması nedeniyle, sözleşme, söz konusu kanunun
uygulanması esnasında sonradan ortaya çıkan birtakım eksikliklerin
giderilmesine de yardımcı olacaktır.
Tütünün insan sağlığı
üzerindeki olumsuz etkileri, Türkiye'de halihazırda 2 720 000 000 Amerikan
Doları tutarında ekonomik kayba neden olmakta. Yaklaşık 100 000 kişi, sigara
nedeniyle, her yıl erken ölümle yaşamını yitirmektedir. Gelişmiş ülkelerde
tütün tüketimi hızla düşerken, ülkemizde son yirmi yılda yüzde 80 oranında
artış göstermiş, sigaraya başlama yaşı da giderek küçülmüştür. Bu gerçekten
hareketle, tali komisyon olan Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
raporundan bazı tespitleri aktarmak istiyorum.
(x) 684 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
4.11.2004 tarihli
toplantıda, sözleşmenin ülkemize kazandıracağı maddî kazanımların ötesinde
insana ilişkin çok yararlı hükümler içerdiği, sigara üreten şirketlerin pazar
peşinde koştukları ve en iyi pazarların genç nüfusa sahip ülkeler olduğu,
ülkemizin genç nüfusa sahip olduğu ve bu nedenle sigara üreticileri için iyi
bir pazar olduğu, 4207 sayılı Kanunda yasaklanmasına rağmen küçüklere sigara
satıldığı, para cezasının uygulanmadığı, ülkemizde her gün yüzlerce insanın
sigara nedeniyle ölmekte olduğu; bu nedenle de, sözleşmenin, bir an önce onaylanmasının,
hem maddî hem de insan yaşamı bakımından yararlar sağlayacağı ifade edilmiştir.
Esas komisyon olan
Dışişleri Komisyonunun 11 Kasım 2004 tarihli toplantısında, sorunun sağlık
boyutu yanında ekonomik boyutunun da ihmal edilmemesi gerektiği vurgulanmış ve
tütün yetiştiren kesimin durumuna hassasiyet gösterilmesinin önemi üzerinde
durulmuştur.
Bu sözleşme, halk
sağlığını koruma haklarına öncelik verme kararlılığını taşıyarak, tütün
salgınının yayılmasının, halk sağlığı için ciddî sonuçları olan ve etkin, uygun
ve kapsamlı bir uluslararası tepki verilmesinde mümkün olan en geniş
uluslararası işbirliğini ve tüm ülkelerin katılımını gerektiren küresel bir
sorun olduğunu kabul ediyor.
Bilimsel kanıtların,
tütün tüketiminin ve tütün dumanına maruz kalmanın ölüme, hastalıklara ve
sakatlıklara neden olduğunu, sigara ve diğer tütün mamullerine maruz kalma ile
tütüne bağlı hastalıkların ortaya çıkması arasında belli bir zaman aralığı
olduğunu gösteriyor ve kabul ediyor.
Ayrıca, yüksek düzeyde
işlenmiş olan sigara ve tütün içeren diğer bazı ürünlerin bağımlılığa ve bu
bağımlılığın devam etmesine yol açtığını ve bunların içerdiği bileşiklerin
çoğunun ve oluşturdukları dumanın farmakolojik olarak aktif, toksik, mutajenik
ve kanserojen olduğunu kabul ediyor.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, doğum öncesi dönemde tütün dumanına maruz kalmanın, çocuğun
sağlığına ve gelişimine olumsuz etkilerde bulunacağıyla ilgili açık bilimsel
veriler olduğunu tespit ediyor. Tüm dünyada çocukların ve ergenlerin sigara kullanımlarındaki,
özellikle giderek erken yaşlarda sigara içilmesindeki artıştan endişe duyuyor.
Sigara ve diğer tütün
ürünlerinin kaçakçılık, yasadışı imalat ve sahte üretim gibi her türlü kanunsuz
ticaretinin önlenmesinde ortak hareket etmenin önemini vurguluyor.
Bazı gelişmekte olan ve
ekonomileri geçiş sürecinde olan ülkelerde tütün kontrol programının orta ve
uzun vadede doğurabileceği sosyal ve ekonomik zorlukları gözönünde tutarak, bu
ülkelerin sürdürülebilir kalkınma için, ulusal olarak geliştirilmiş stratejiler
bağlamında teknik ve finansal desteğe olan ihtiyacını kabul ediyor.
Bu noktada, ülkemiz
tütünü ve tütüncüsü açısından bu sözleşmenin önemini vurgulamak istiyorum.
Yıllardır yanlış tütün politikalarıyla tükenmek üzere olan Türk tütünü ve
tütüncüsünün geleceği için bu sözleşmeyi son derece önemsiyorum. Herkesin
ulaşılabilir en yüksek fiziksel ve ruhsal sağlık standartlarında yaşama hakkını
belirten, 16 Aralık 1966 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul
edilen Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinin 12 nci
maddesine atıfta bulunarak, 20 Kasım 1989 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel
Kurulunda kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesinin, sözleşmeye taraf olan
devletlerin, çocukların mümkün olan en yüksek sağlık standartlarında yaşama
haklarını tanımaları gerektiğini belirtiyor. Sözleşmenin maddelerinden bazı
bölümleri aktarmak istiyorum.
Önce, amaç nedir, ona bir
bakalım. Bu sözleşmeyle, tütün kullanımı ve tütün dumanına maruz kalmanın
yaygınlığını ve sürekli özlü bir şekilde azaltmak için, tarafların ulusal,
bölgesel ve uluslararası düzeylerde uygulayacakları bir tütün kontrol önlemleri
çerçevesi sağlamak suretiyle, mevcut ve gelecek nesilleri tütün tüketimi ve
tütün dumanına maruz kalmanın yıkıcı sağlık, sosyal, çevresel ve ekonomik
sonuçlarından korumaktır.
Gelişmekte olan ve
ekonomileri geçiş sürecinde olan ülkelerdeki tütün kontrol programlarının bir
sonucu olarak, geçimleri olumsuz etkilenen tütün yetiştiricilerine ve
işçilerine teknik ve malî destek sağlanmasının önemi kabul edilmeli ve ulusal
olarak geliştirilen sürdürülebilir kalkınma stratejileri kapsamında ele
alınmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözleşmeyle bir değişiklik yapılıyor. Uluslararası seyahat
eden yoluculara tütün ürünlerinin vergisiz ve gümrüksüz satışını yasaklama ve
sınırlandırma getiriliyor. Sözleşmenin "tütün dumanından korunma"
bölümü şunu ifade ediyor: Her bir taraf, kapalı işyerlerinde, toplutaşıma
araçlarında, kapalı kamu alanlarında ve gerektiğinde kamuya açık diğer yerlerde
tütün dumanına maruz kalmayı engellemek için ulusal yasalarla belirlenen mevcut
resmî yetki alanlarında etkin, yasal, icraî, idarî ve diğer önlemleri alacak ve
uygulayacak ve bu önlemlerin yetkisine giren diğer düzeylerde de kabulü ve
uygulanmasını etkin bir şekilde teşvik edecektir.
Sözleşme yürürlüğe
girdikten sonraki üç yıllık süre içinde, tütün ürünlerinin paketlenmesi veya
etiketlenmesinde, bir tütün ürününün özellikleri, sağlığa etkileri, tehlikeleri
ve emisyonlarıyla ilgili yanlış, aldatıcı, yanıltıcı veya hatalı izlenim
oluşturacak ve belirli bir tütün ürününün doğrudan veya dolaylı olarak diğer
tütün ürünlerinden daha az zararlı olduğu izlenimini uyandıracak düşük
katranlı, hafif, ultra hafif ya da yumuşak ve bunun gibi tanım, ticarî marka,
figür veya başka işaretler kullanılamaz yasaklamasını getiriyor.
Eğitim kurumları, sağlık
hizmeti veren kurumlar, işyerleri ve spor merkezleri gibi yerlerde tütün
kullanımının bırakılması, özendirici, etkin programların oluşturulması ve
uygulamasını, tütün bağımlılığının teşhisi, danışma, önleme ve tedavisi için
sağlık kurumlarında ve rehabilitasyon merkezlerinde program oluşturulmasını
öngörüyor.
Tütün ürünlerinin market
raflarında doğrudan ulaşılabilir yerlerde satılmasının yasaklanması, küçüklere
hitap eden şeker, çerez, oyuncak veya başka nesnelerin tütün ürünleri şeklinde
üretilmesi veya satılmasını yasaklıyor.
Üzerinde ısrarla durduğum
tütüncümüz ve çalışanlarımız için madde 17 aynen şu ifadeyi kullanıyor:
"Taraflar, gerekirse, birbirleriyle ve uluslararası ve bölgesel uzmanlık
kuruluşlarıyla işbirliği içinde, tütün işçileri ve yetiştiricileri, eğer varsa
bireysel satıcılar için ekonomik olarak varlıklarını sürdürebilecekleri
alternatifler geliştireceklerdir."
Yine, tütüncümüze yönelik
20 nci maddenin (a) bendinin son cümlesi aynen şöyle: "Tütüne alternatif
ürünleri belirlemeye yönelik araştırmaları geliştirecek ve teşvik
edecektir."
Sözleşmenin 22/ 1 (b) ii
maddesinde, tütün yetiştiricileri ve işçileri için, şu ifade yer almıştır:
"Tütün işçilerine, gerektiğinde, ekonomik ve yasal açıdan sürdürülebilir
alternatif geçim yollarının geliştirilmesinde yardımcı olunması." Bu
maddeyi okumuşken, hemen bayram öncesi Tekelden çıkarılan 70 kadar işçimizi de
burada anmak, anımsatmak ve yetkililerden, Tekelden çıkarılan ve mağdur olan
işçilerimizin haklarının korunmasını talep ediyorum. 1 (b) iii maddesinde de
"Tütün yetiştiricilerine, gerektiğinde, ekonomik olarak sürdürülebilir
alternatif tarım ürünleri üretimine geçmelerinde yardımcı olunması"
denilmektedir.
Altı çizilmesi gereken
hususları sizlerle paylaştım. Sağlıklı geleceğin tarafları yanında, sektör
çalışanlarının ve Tütün Eksperleri Derneğinin de katıldığı sözleşmeyi,
komisyonda yapmış olduğumuz dikkatli çalışma sonucu bu sözleşmenin
onaylanmasına dair kanun tasarısını, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak kabul
edeceğimizi beyan ediyor; şahsım ve Grubum adına, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özkan.
Tasarının tümü üzerinde,
AK Parti Grubu adına söz isteyen, Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt
konuşacaklardır.
Buyurun Sayın Gülyurt.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MUZAFFER GÜLYURT (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya
Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısıyla ilgili olarak AK Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Heyetinizi hem AK Parti Grubu hem de şahsım adına saygıyla
selamlıyorum.
Konuşmama başlamadan
önce, dün idrak etmiş olduğumuz Öğretmenler Gününün ülkemize ve tüm
öğretmenlerimize hayırlı olmasını diliyorum. Ayrıca, yine içinde bulunduğumuz
Ağız ve Diş Sağlığı Haftası münasebetiyle, ülkemizin tüm insanlarına sağlıklı
günler ve tüm meslektaşlarıma da mesleklerinde
başarılar diliyorum.
Değerli milletvekilleri,
bugün üzerinde görüştüğümüz Dünya Sağlık Örgütünün hazırlamış olduğu Tütün
Kontrolü Çerçeve Sözleşmesiyle ilgili olarak tarihî bir boyuta baktığımız
zaman, uzun zamandan beri, gerçekten, tütün ve tütün mamullerinin uluslararası
arenada küresel bir sorun oluşturduğunu görmekteyiz.
Tarih itibariyle
baktığımız zaman, Avrupa'da 16 ncı Yüzyıla kadar tütün tanınmamaktadır. Amerika
Kıtası coğrafî olarak keşfedildikten sonra Avrupa'da tütün üretimi başlamış ve
oradan alınarak, tütün üretimi ve kullanımına yönelik çalışmalar Avrupa'da da
yürütülmüştür.
Osmanlı Devletine
baktığımız zaman, Osmanlıda da 17 nci
Yüzyılın başlarına kadar tütünle ilgili herhangi bir tanışmanın olmadığını
görüyoruz. O tarihten sonra, Avrupa ticaret gemileriyle Osmanlı topraklarına
gelen tacirler, tütünle ilgili birtakım
üretimler getirmişler ve Osmanlı topraklarında yaşayan insanların da tütün
alışkanlıkları ortaya çıkmıştır.
Tütünün keyif verici
olması, alışkanlık yapması gibi sebeplerle yasaklanma işlemleri taa o zamandan
başlamış ve bir türlü önü de alınamamıştır. Osmanlı Devleti zamanında,
Osmanlının Düyunu Umumiye İdaresi ve Avrupa'daki üç banka, uluslararası manada
bir sözleşme yaparak ortak bir şirket kurmuşlar ve Reji Şirketi adıyla tütün
tarımı ve ticareti konusunu kontrol altına alma girişimlerini taa o tarihte
başlatmışlardır.
Bu tarihlerde, tütün
üreticileri, yabancı bir sermaye kuruluşu olan Rejiyle yüz yüze gelmiş ve
böylece tütün konusunda uluslararası bir uygulamayla karşı karşıya
bulunmuşlardır. Cumhuriyetin kurulmasıyla Reji Şirketi kaldırılmış, Türkiye'de,
tütün ve tütün mamulleriyle ilgili üretim ve bununla ilgili çalışmalar bugünkü
Tekel İdaresine bırakılmıştır.
Tütünün uluslararası
boyutuna baktığımız zaman, dört alanda kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz.
Bunlar, sağlık alanı, sosyal alan, ekonomik alan ve çevresel sonuçları
itibariyle dünya çapında ele alındığı çevresel alandır.
Sağlık alanı konusunda,
tütün ve tütünden elde edilen sigara konusunda, aslında, çok fazla bir şey
söylememize gerek yoktur. Zira, tütünün ve tütün mamulü olan sigaranın insan
sağlığı için ne kadar zararlı olduğunu buradan ifade etmeme gerek yok; çünkü,
herkes bu konuda gerekli yeterli bilgiye sahiptir. Dünyada 1 250 000 000 insan
sigara içmektedir; bugünkü rakam itibariyle, 1 250 000 000 insan. Buna
karşılık, bu sigara içen insanların içerisinde, dünyada, bir günde 11 000
insan, yılda da toplam 4 000 000 insan sigaradan ileri gelen hastalıklar sonucu
hayatını kaybetmektedir. Ülkemizde ise, yılda 100 000 insanımız sigaradan ve
sigaraya bağlı olan hastalıklardan dolayı maalesef hayatını kaybetmektedir.
Yine bu noktada yapılan
sağlıkla ilgili çalışmalarda şunları ifade edebilirim: Koroner kalp
hastalıklarından ölen 40-50 yaş arasındaki genç diyebileceğimiz erkeklerde
hastalık nedeni, yüzde 80 sigara ve ona bağlı olan hastalıklardır. Sigara içen
babaların çocukları, kanseri önleyici genden mahrumdur; bunlar, bilimsel birer
tespittir. Ayrıca, hamile iken sigara kullanan annelerin doğan bebekleri, yüzde
10-15 oranında hem kilo eksiğiyle dünyaya gelmekte hem de yine yüzde 10-15
oranında zekâ eksikliği göstermektedir.
Ülkemizde, yetişkin
nüfusun yüzde 52'si sigara içmektedir. Halbuki, bu oran, Avrupa'da ve
Amerika'da yüzde 20 civarındadır. Genç nüfus, maalesef, erken dönemde, 15 yaşın
altında sigara alışkanlığına maruz kalmaktadır. Ülkemizde, bununla ilgili
olarak, 1996 yılında, 4207 sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine
Dair Kanun çıkarılmıştır; ancak, bu Kanun, bilindiği üzere, çok iyi
uygulanmamaktadır. Toplumu ilgilendiren birçok kurumda "burada 4207 sayılı
Yasaya göre sigara içilmesi yasaktır ve cezası da -günün rayicine göre- şu
kadardır" diye yazan tabelalar görürüz; ama, bugüne kadar, henüz, bir
kişinin sigaradan dolayı cezalandırıldığını görmedim.
Tabiî, burada, ekonomik
yönden bakıldığında da, ülkemizde, tütün ve sigaranın birtakım olumsuz
yönlerinin olduğunu ifade etmek istiyorum. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde,
o ülkede yaşayan insanların yüzde 75'i, yıllık gelirlerinin yüzde 4-5'ini
sigaraya ayırmaktadırlar. Tütünün insan sağlığına olan zararları ve bunun için
alınan tedbirler, yapılan tedaviler sonucu, ülkemizde, yılda 2 720 000 000
dolar para harcanmaktadır ki, bu da, ekonomik açıdan, ülkemiz adına oldukça
büyük bir kayıptır.
Sağlık Bakanlığımız, 2003
yılında, bu konuyla ilgili bir araştırma yapmıştır. İlköğretim ve lise
öğrencileri üzerinde yapılan bu araştırmada, ilköğretim 7 ve 8 inci sınıfları
ile lise 1'de okuyan öğrencilerin yüzde 29,3'ü en az bir kere sigara içmeyi
denediklerini ifade etmişlerdir ve bunların da 10 yaş öncesinde başladıkları
görülmüştür. Ayrıca, yine bu öğrencilerin yüzde 9,1'i halen sigara içmekte
olduklarını ifade etmişlerdir. Yine bu çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda,
10 çocuktan 6'sı, televizyon programlarında sigara karşıtı mesajların olduğunu;
ancak, yüzde 50'si ise, sigara reklamlarıyla karşılaştıklarını ifade
etmişlerdir. Aynı şekilde, yine, dergilerde, gazetelerde ve bazı yayınlardaki
reklamların sigarayı özendirici manada olduğunu burada söylemek istiyorum.
Çocukların yüzde 86,7'si,
marketlerden sigara almak istediklerinde, yaşlarından dolayı herhangi bir
sorunla karşılaşmadıklarını ifade etmişlerdir. Yani, hangi yaşta olurlarsa
olsunlar, sigara almak istediklerinde, âdeta sakız, çiklet alır gibi,
kendilerine sigaranın rahatlıkla verildiğini ifade etmişlerdir.
Tabiî, tütünün ve
sigaranın insan sağlığına ne kadar zararlı olduğunu burada daha fazla ifade
etmek istemiyorum.
Bütün bunlara baktığımız
zaman, tütün kullanımının dünya çapında sağılığı tehdit etmesi, tütün şirketlerinin
özellikle gelişmekte olan ülkelere pazar oluşturma konusundaki stratejik
uygulamaları, uluslararası alanda bir düzenleme ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.
Dünya Sağlık Örgütü öncülüğünde hazırlanan bu sözleşmeyle, tütünün zararları
önlenmeye çalışılmaktadır ve bu çalışma 1999 yılında başlamış bulunmaktadır.
2000 yılında,
hükümetlerarası organda Türk Hükümeti de yer almış ve Dünya Sağlık Örgütüne üye
olan 191 -gerçi bu kanun tasarısında 171 ülke olarak söyleniyor; ama, aldığım
son rakama göre 191- ülke arasında Türkiye de bulunmaktadır. 21 Mayıs 2003'te,
Dünya Sağlık Asamblesinde bu sözleşme kabul edilmiş ve nihayet, 28 Nisan 2004
tarihinde de Sayın Sağlık Bakanımız tarafından, Amerika'da, New York'ta
imzalanmıştır.
Ülkemizde sigarayla olan
mücadele konusunda 4207 sayılı Kanundan sonra, tütünle mücadelede en önemli
adım, bu sözleşmenin imzalanması olmuştur. Sözleşme ne getirmektedir, şöyle
kısaca sıralayacak olursam; tütün ve tütün mamullerini azaltmak amacıyla ve ona
yönelen talepleri de ortadan kaldırmak amacıyla, vergilendirmenin ve
fiyatlandırmanın yeniden düzenlenmesi; sigara ve sigaraya benzer diğer tütün
ürünlerinin kullanımının önlenmesi ve tüketiminin azaltılması; yasadışı
ticaretinin önlenmesi; kaçakçılığının ortadan kaldırılması; reklamı, sponsorluğu
veya promosyonları konusunda yeni bir düzenleme getirilmesi; ayrıca, sigara
paketlerinin ve etiketlenmelerinin yeni bir düzenlemeyle piyasaya sürülmesi.
Sözleşmenin, ülkemize
kazandıracağı maddî kazanımların yanı sıra, insana ilişkin çok yararlı hükümler
içerdiğini de burada ifade etmek istiyorum. Bu nedenle, Grubumuz tarafından
olumlu olarak karşılanmaktadır ve oylarımız kabul olacak tarzdadır.
Değerli milletvekilleri,
tütünün ve üretiminin kontrol altına alınmasına bağlı olarak bazı endişelerimi
de, burada, ifade etmeden geçemeyeceğim. Bugün, ülkemizde, 400 000 civarında
aile tütün üretimi yapmaktadır. Bu 400 000 aile her bir aileyi 5 kişi olarak
hesaplarsak, 2 000 000 nüfus etmektedir. Dolayısıyla, tütün üretiminin
engellenmesi karşısında, hükümetimizin, bu insanların alternatif birtakım
ekonomik kazanımlar elde edecekleri şekilde bir çalışma içerisinde olmasının
gerekliliğini burada belirtmek istiyorum. Bu arada, hükümetimizin, özellikle
güneydoğuda bu manada çalışmaları vardır. Güneydoğuda tütün alanlarının
daraltılması yoluna gidilmiş, teşvik verilmiş, yem bitkileri, yağlı tohumlar,
meyve ve sebze gibi alternatif ürünlerin ekilmesi teşvik edilmiştir ve bu
manada da çiftçilere -üreticilere- dekar başına 80 dolar teşvik verilmektedir.
Sözlerimi bitirmeden önce
şunları da ifade etmek istiyorum: Sigaranın bağımlılık yapıcı özelliklerini de
içeren ve sağlık risklerini belirten, onları ifade eden, etkili ve kapsamlı
eğitici çalışmaların yapılması lazım. Bu programların da yaygın bir şekilde
bütün insanlarımıza, çocuklarımıza kadar ulaştırılması gerekir. Bu manada,
sağlık çalışanları, kamu işçileri, sosyal hizmetler görevlileri, medya
mensupları, eğitimciler, yöneticiler, karar vericiler, herkes bu eğitimi almalı
ve duyarlılık içerisinde bilinçlendirilmeli ve bu programlar bütün
insanlarımıza ulaştırılmalıdır. Bu amaçla, 4207 sayılı Tütün Mamullerinin
Zararlarının Önlenmesine Dair Yasa konusunda yeni bir düzenleme ve ilgili
maddelerinin yeniden yazılması şeklinde bir çalışmanın yapılması da uygun
olacaktır diye düşünmekteyim. Ayrıca, eğitim kurumlarımız, okullarımız, sağlık
hizmeti veren kurumlarımız, işyerleri ve spor merkezleri gibi yerler ile
eğlence merkezlerinde tütün kullanımını bırakmayı özendirici etkin uygulamalar
yapılmalıdır ve insanlarımız, bu tür yerlerde göreceği yazılı veya görsel
birtakım mesajlarla tütün ve sigaranın zararları konusunda aydınlatılmalı ve bu
manada kendilerinin tütünden uzak durması için gayret gösterilmelidir.
Ben, bu manada
hazırlanmış olan ve küresel bir sorun olarak karşımıza çıkan tütün ve tütün
mamulleriyle ilgili olarak Dünya Sağlık Örgütünün hazırlamış olduğu ve bizim
hükümetimizin de, Sayın Bakanımızın da imzaladığı bu sözleşmenin uygun
olacağını düşünüyorum ve olumlu oy kullanacağımızı burada ifade etmek
istiyorum.
Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Gülyurt.
Tasarın tümü üzerinde,
şahsı adına, Trabzon Milletvekili Sayın Cevdet Erdöl; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
CEVDET ERDÖL (Trabzon) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Diş Hekimliği
Haftası nedeniyle kıymetli meslektaşlarımın bu güzel gününü kutluyor,
kendilerine başarılı çalışmalar temenni ediyorum.
Ben, iki önemli terör
konusundan bugün bahsetmek istiyorum sizlere. Birincisi, maalesef, sporda
gördüğümüz terör, tribün terörü. Bunun acısını kısa bir süre önce yaşadık.
Bunun maalesef, işte, başını hiçbir şey olmadığı halde saran, sahtekârlık yapan
sporcudan tutun, yöneticiye kadar pek çok hazırlayıcı etmeni var. Statlarımızda
bir kişi öldü, çok üzüldük; başsağlığı diliyorum ailesine. Fakat, daha önemli
bir terör, tütün terörü. Düşünün, Türkiye'deki 300 statta her gün bir kişi
ölse, bu nasıl bir terör olur?.. Maalesef, terör boyutunda düşündüğümüz zaman,
günde 300 kişi, yılda yaklaşık 100 000 kişi sigara nedeniyle erken ölmektedir.
Bu gözle baktığınız zaman, sigaranın ne kadar korkunç bir illet olduğunu, ne
kadar mücadele edilmesi gerektiğini, zannediyorum daha iyi anlayabiliriz ve
yaklaşık 3 milyar dolar olarak giden paramız artık cabası.
Peki, sigara ne yapıyor?
Netice itibariyle, biliyoruz ki, akciğer kanserinin ve gırtlak kanserinin çok
önemli bir miktarı sigaraya bağlı. Kalp hastalıklarına yol açıyor, koroner kalp
hastalıkları. Bacaklarda tıkanma nedeniyle belki yılda yüzlerce hastanın bacağı
kesiliyor. Felçlere yol açıyor, yatalak bırakıyor hastaları. Velhasılıkelam çok
ciddî boyutta sağlık sorunlarına yol açıyor. Buna rağmen, insanlarımız gidiyor,
hastalığı parasıyla satın alıyorlar. Kişilere yüklediği malî boyutu hiç
saymıyorum; ama, sağlık boyutunda çok ciddî bir problemle, toplum sağlığı
problemiyle karşı karşıyayız. Düşünün ki, sadece sigara içen, bu tütün terörüne
maruz kalmıyor; yanında sigara içilen kişi de buna maruz kalıyor. Hiçbir suçu,
günahı olmadığı halde, maalesef, sigara içen birinin yanında çalışmak zorunda
kalan bir kişi veyahut da sigara içen bir anne babanın evladı olarak bir çocuk
veya sigara içen, yanında sigara içilen bir anne adayının karnındaki bebek,
aynen bu sigaranın zararlarına maruz kalıyor. Bunu yapmaya aslında hiç kimsenin
ama hiç kimsenin hakkı yok. Gerçekten, bu, çok çok önemli soruna Dünya Sağlık
Örgütü -biraz önce de arkadaşlarımın söylediği şekliyle- 1999'da çok ciddî bir
neşter vurdu; toplanan 191 ülkenin temsilcilerinden oluşan temsilciler grubu,
burada, tütünle ilgili ciddî bir adım attılar. Burada, Türkiye, Avrupa Birliği
ülkelerinin de dahil olduğu 54 ülkenin temsilcisi olarak, sözcüsü olarak,
başkan yardımcısı olarak görev yaptı ve bundan dolayı da çok önemli bir misyonu
üstlendi. Şu anda, bugün itibariyle, 23 Kasım itibariyle, 168 ülke bu
sözleşmeyi imzalamış, 36 ülkeyse onaylamıştır. Bundan şu manayı çıkarmanızı
istiyorum; 40 ülke onayladığı zaman, sözleşmenin 23 üncü maddesi gereği, bu,
doksan gün sonra yürürlüğe girecek. Bu kadar emek sarf eden Türkiye'nin -36
ülke de onaylamış, kalmış 4 ülke- bu son 4 ülke arasında yer alması çok üzücü
olurdu. Onun için, bunun, Meclisin Genel Kuruluna indirilmesinde aceleci
davranan, gerek Sağlık Komisyonumuzun kıymetli üyelerine gerek Dışişleri
Komisyonumuzun değerli başkan ve üyelerine, grup başkanvekillerine ve Meclis
Başkanlık Divanına da hassaten teşekkürlerimi arz ediyorum.
Peki, bu neyi getiriyor;
arkadaşlarımız söylediler; ama, ben, kısaca şunu arz etmek istiyorum: Özellikle
gençleri ve çocukları korumayı amaçlıyor. İstatistiklere baktığımız zaman,
sigaraya başlama yaşının, yüzde 85 olguda 22 yaş ve altında olduğunu görüyoruz.
Bu demektir ki, çocukları ve gençleri sigaraya başlamaktan alıkoyduğumuz zaman,
bu sigara, tütün terörünün önüne geçmiş oluruz. Bunda herkese ama herkese görev
düşmektedir. İşte, bu çerçeve sözleşme, kapalı ortamlarda sigara içilmesinin
veya tütün mamullerinin içilmesinin engellenmesini getiriyor. Sigaranın
üzerinde yazıyor "light", "ultra light" ve sair gibi,
"bu az zararlı" gibi, insanları aldatıcı bir noktada yazılar
yazılmasını bu sözleşme engelliyor. Kişilerin direkt market raflarından
uzanarak almasını engelliyor. Efendim, çocuklara yönelik, sakız, çiklet, çerez
benzeri şekilde tütün mamulleri üretilmesini yasaklıyor. Aynı zamanda, en çok
mustarip olduğumuz gençlerin sigaraya alıştırılmalarında bir metot olan tek tek
sigara satışı yapılmasını da bu sözleşme engelliyor. Daha pek çok faydaları
var; ama, bunların hepsini tek tek saymak istemiyorum.
Burada, tabiî, 4207
sayılı Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanundan da bahsetmemiz
gerekiyor. Değerli dostum Dr. Ahmet Feyzi İnceöz ve arkadaşları olarak
imzalanmış olan bu kanun teklifi kanunlaştı ve çok şey getirdi; fakat, maalesef
uygulanamadı. Nerelerde uygulanamadı; hiçbir yerde. Meclisimizde bile halen
uygulanamıyor bu Kanun maalesef. "Sigara içilemez" levhalarının
altında değerli dostlarımız, milletvekillerimiz güzelce oturup sigara
içiyorlar. Yani, Mecliste bile uygulama alanı bulmayan bir Kanunu demek ki
bizim revize etmemiz gerekiyor.
Bu tütün çerçeve
sözleşmesi bugün kabul edildikten sonra, altı aydır arkadaşlarımızla revizyonu
için uğraştığımız 4207 sayılı Kanunu sizlerin kıymetli imzalarına açacağız.
İnşallah, bu teklifimizi uygun görür, kabul ederseniz, Türkiye'de, tütün ve
tütün mamullerinin zararlarının önlenmesine yönelik çok önemli bir adımı daha
atmış olacağız hep birlikte.
Tabiî, bu arada, tütün
üreticilerini de düşünmemek olmaz. Onlar için de Tarım ve Köyişleri
Bakanlığımızın alternatif ürünler gündeme getirmesi gerekiyor. Bir sağlık
mensubu olarak, kendimin bundan biraz affedilmemi istiyorum.
Tabiî, tarım açısından
baktığımız zaman, tütüne alternatif bulunabilir arkadaşlar; ama, sağlığın
alternatifi yoktur. Onun için, bu çerçeve sözleşmeye emeği geçen herkesi
kutluyorum. Kısa süre sonra sizlerin imzasına sunmayı planladığımız 4207 sayılı
Yasada yapılacak olan değişikliğe de desteğinizi bekliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Erdöl.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ TÜTÜN KONTROLÜ ÇERÇEVE SÖZLEŞMESİNİN
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. - Dünya Sağlık Örgütünün 21 Mayıs 2003 tarihinde
yapılan 56 ncı Dünya Sağlık Asamblesi Toplantısında kabul edilen ve Türkiye
adına 28 Nisan 2004 tarihinde New York'ta imzalanan "Dünya Sağlık Örgütü
Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi"nin onaylanması uygun bulunmuştur.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına söz isteyen Denizli
Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 15
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA
GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Grubum adına ve
kişisel olarak tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Dünya
Sağlık Örgütünün hazırladığı tütün ve tütün ürünlerini denetlemeyle ilgili bir
uluslararası sözleşmeyi görüşüyoruz. Bizim Grubumuz adına genel olarak konuşan
arkadaşımız da, bu sözleşmeye olumlu oy vereceğimizi söyledi.
Gerçekten de, sigaranın
zararlarını görmemek olanaksız. Türkiye'de sigaradan yılda ortalama 100 000'e
yakın insan ölüyor ve bir sigara insan yaşamından 5,5 dakika alıp götürüyor.
Dünyada da yılda yaklaşık 5 000 000 insan sigaradan ölüyor; bu, savunulamaz bir
şey ve giderek de Türkiye'de sigara tüketimi -gelişmiş ülkelerde azalırken-
artıyor. Örneğin, Birleşmiş Milletlerin, Kasım 2004'te, 6 000'in üzerinde lise
2 nci sınıf öğrencisi üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye'de sigara
içen gençlerin oranı şöyle: Birinci sırada Diyarbakır yüzde 57; ikinci sırada
Ankara yüzde 53,7; üçüncü sırada İzmir yüzde 50,1; dördüncü sırada İstanbul
yüzde 48,3, beşinci sırada Adana yüzde 41,9. Türkiye'de 28 000 000 insan sigara
tüketicisi. Çocuklarımız, gençlerimiz de bu sigaradan olumsuz etkileniyor.
Bütün bunlar doğru. Ulusal önlemler de alınmalıdır, uluslararası bu tür
anlaşmalara da destek olunmalıdır; ama, ben, işin bir başka yönü üzerinde
durmak istiyorum. Tütün üreticilerinin durumunu arkadaşlarımız da söyledi.
Yaklaşık 400 000 aile tütünden geçimini sağlıyor. Şimdi, sigara zararlı,
içindeki nikotin açısından yabancı sigara yerliden daha çok zararlı. Türkiye'de
birçok alanda olduğu gibi, tütün üreticisinin eli kolu bağlandı, yabancı sigara
tekellerine teşvik geldi; yani, kendi tütünümüzden içmeyelim, yabancı tütünü
teşvik edelim!.. Tabiî, yasada böyle bir şey yazmıyor; ama, sigara tekellerinin
Türkiye pazarında yıllardır oynadıkları oyun buraya geliyor.
Değerli arkadaşlar,
bakın, Türkiye reji düzeninden ulusal tekel düzenine geçti. Reji, türkülerimize
konu olmuştur. Kendi ülkemizde, yabancılar, tütün kaçakçısını ve yerli sigara
içiyor diye insanları öldürmüşlerdir, yaralamışlardır. Devlet, vergisini
toplayamaz bir duruma gelmiştir ve bakın, onun üzerine Tekel kurulmuştur.
Geldiğimiz noktada Tekeli özelleştiriyoruz, hatta, sigara bölümünü
yabancılaştırıyoruz; geçen sefer kaleden döndü. Tekelin içki bölümü gitti,
şimdi, sigara bölümü altın tabak üzerinde sunulacak.
Değerli arkadaşlar,
sigara zararlı, gerçekten zararlı; ama, 400 000 üretici aileden 200 000'i benim
memleketimde, Ege'de yaşamaktadır ve örneğin, Güney İlçesinde insanların yüzde
90'ı bu tütün işiyle uğraşmaktadır. Onlar, tütünü sigara olarak görmezler,
geçim olarak görürler; ekmek kapısıdır. Yani, onun için tütün yaşamdır,
geçimdir; onun için tütün, çocuk okutmaktır, eve ekmek almaktır...
Seçenek ürün
diyorsunuz... Değerli arkadaşlar, Türk tütünleri küçük yapraklı, altın gibi
tütünlerdir; kıraç arazilerde ve taşlı topraklarda yetişir. Bakın, bizim
sulanmayan toprakta yetişen iki ürünümüz var; biri tütün, ikincisi üzüm; yani,
bağ. İkisi de ekmektir, ikisinin de üreticisi şu anda perişandır.
Biz ne yaptık? Bakın,
80'li yıllarda önce sigara kaçakçılığını önleme gerekçesiyle Türkiye'nin
kapılarını açtık yabancı sigara üreticilerine. Hatta, Tekele dedik ki: En küçük
kasabalara, köylere bile bunları dağıtın -80'li yıllar, Özal yıllarını düşünün-
ve sigara alışkanlığı yaratıldı halkımızda, damak ve dudak zevki yaratıldı.
Kendi elimizle, kendi ulusal kuruluşumuzla, İstanbul'da birkaç otelde yapılan
sigara kaçakçılığını önleme gerekçesiyle yabancı sigaraların dağıtımı yapıldı.
O zaman da bas bas bağırmıştık. Ben 70'li yıllarda milletvekili olduğumda
"sigarada yenileşme" adı altında yabancı sigara geliyordu. Bir genel
görüşme istemiştik arkadaşlarımızla. Bu sefer de milletvekili olur olmaz
arkadaşlarımızla birlikte Şubat 2003'te tütün konusunda bir araştırma önergesi
verdik; ama, maalesef, şu Meclise Tütün Yasası, tütün üreticileri konusu
getirilemiyor, getirilmiyor. Özellikle de yapılıyor. Yabancılara, önce dışarıya
satmak kaydıyla burada sigara yapılabilir denildi, sonra da, hem içeride hem
dışarıda satabilirsiniz denildi.
Bakın, 90'lı yıllara
geldik. 1993'te kota koyduk, sınır koyduk, yasak koyduk. Değerli arkadaşlar,
tütüne, toprağın durumuna bakılmadan, tütünün niteliğine bakılmadan, kalitesine
bakılmadan yasak koymak çok yanlıştı. Kota konulabilir. Kota nereye konulur;
sulak arazilerde, topraklarda Virginia ve Burley tipi geniş yapraklı yabancı
tütünler Türkiye'de üretilmeye çalışılıyor ya da tütünler, kıraç topraklarda
değil, başka ürünlerin yetiştirildiği sulak yerlerde yetiştiriliyor. Bize,
bunu, öğretmen okulunda "toprak kültürünü değiştirme" diye
öğretmişlerdi. Türkiye'nin toprak kültürü, böyle, kendi kültürü içerisinde
yetişen ürünü -bir moda deyim- seçenek ürün... Seçenek ürün de, o taşlı, kıraç
yerde tütünden ve bağdan başka bir şey olmuyor. O da geçim, o da ekmek değerli
arkadaşlar.
Şimdi, 1993'te de, o yıl
180 000 ton oldu diye, yarı yarıya bütün Türkiye'de inecek denildi ve yasak
konuldu; askerdeyse, dönüşünde tütün diktirilmedi. Ben, böyle, göçe zorlanan
insanlar gördüm memleketimde; yani, ekmeksiz kaldıkları için, ekemedikleri
için, dikemedikleri için, tütüncülük yapamadıkları için göç edip gittiler
memleketlerinden.
Değerli arkadaşlar,
şimdi, bakın, Tekeli de özelleştirdiğimiz zaman, tütün üreticisi, tamamen
tüccarın insafına kalacak. İki yıldır Türkiye'de sözleşmeli tütün dikimi
yapılıyor.
Burada yasası çıktı;
kendi tütün üreticimiz yasaklandığı gibi, kendi tütününden sigara yapmaya da
yasak vardır fiilen. 2 milyarın üzerinde, 2 milyar adet sigara yapamıyorsanız,
hiçbir firma sigara üretemez. Bu, ne kadar yanlış bir şey!.. İlle devlet
yapmasın; ama, hiç olmazsa, kendi üreticilerimiz yapsın.
Bakın, Türk tipi
tütünler, şark tipi tütünler, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve
Türkiye'dedir. Yıllarca söyledik, bu tütün üreticisi ülkeler işbirliği
yapmalıdır. Neye karşı; Virginia ve Burley tipi tütünleri yetiştirenlere karşı.
Böyle dayanışmalar, uluslararası anlaşmalar yapılmalıdır. Çocuklara, elbette
sigara içirtilmemelidir; toplu yerde içilmemelidir; ama, 28 000 000 insan
durmadan sigara içiyorsa Türkiye'de ve dünyada milyarlarca insan sigara
içiyorsa, kendi tütününü öldüreceksin, toprağın kültürünü değiştireceksin,
yarın Tekel de ortadan kalktığı zaman, fiyatlar da bir ölçüde alıp başını
gidecek. Toprağı bizim, içeni bizim, kazananı yabancıların olacak. İşte bu
olmadı!.. Elbette, sağlık açısından yapılan uluslararası bu anlaşmalara destek
vermek doğrudur; ama, Türk tütüncüsünü, üreticisini korumak gerekir. Tekelde
yaklaşık 30 000 kişi çalışıyor şu anda. Bayram öncesi yaklaşık 70 kişi kapıya
bırakıldı.
Şimdi, değerli
arkadaşlar, o Tekel ki, hazineye gelir getiriyor. Bakın, en büyük 500 firmadan
biri, altın yumurtlayan tavuk. Siz, bunu... Keşke yerlilere verilse, yerliler
de, şimdi, gazetelerden okuyoruz, "biz daha fazla para vereceğiz"
diyorlar. Şimdi, ben AKP'yi bir kere daha testten geçireceğim. (AK Parti
sıralarından "AK Parti, AK Parti" sesleri)
Hayır, sözlükte AKP'dir,
biliyorsunuz. (AK Parti sıralarından "AK Parti" sesleri)
Peki, peki... Benim
fikrime bakın, yani, AK'ı, AKP'si değil, benim söylediğim doğru mu yanlış mı
ona bakın.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir)
- Ne dersen de!..
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale)
- Siz de "CHP" diyorsunuz, biz alınıyor muyuz?!
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Yani, öyle laf atmak, oradan oturduğun yerden, çok doğru olmuyor. Sen acaba,
seçim bölgende tütün üreticisinin karşısında, yani, o tütün üreticisini
koruyacak bir şey yapabiliyor musun?! Buraya muhtarlar geldi, Türkiye'nin her
yerinden, Türk-İşte toplantı yaptı. Hatırlıyorum ben, bütün partilerin
muhtarları karşı çıkıyordu. Şimdi, siz geldiniz, Tütün Yasasını
kaldıracaktınız, söz verdiniz. Hani nerede?! Hani nerede?! İki yıl geçti
aradan. Tamam, uluslararası sözleşmeleri kabul edelim, insan sağlığına zararlı
diyelim...
Değerli arkadaşlar, geçen
yıl 1 000 000 liraya tütün satıldı, bakın. Açık artırma yöntemiyle tütün satışı
var Türkiye'de şu anda. Tütün Kurulu, kâğıt üzerinde, oturmuş, sizin de etkiniz
yok, efendim, "açık artırmada alıcı bulunmamıştır." Böyle bir açık
artırma yapılmıyor, yapılmadı benim memleketimde. Ben, Başbakana Beyağaç'tan
telgraf çektim, bakın, burada açık artırma falan yapılmıyor dedim ve elde kalan
tütünleri, eğer sözleşme yapamamışsa, zavallı tütün üreticisi ne denildiyse onu
yapıyor.
Değerli arkadaşlar,
sigara elbette sağlığa zararlı. Tütün ürünlerini çocuklarımız içmesin,
insanlarımız içmesin, onları koruyalım; ama, Türkiye büyük bir pazar olup
yabancı sigara tekellerine açılacaksa, kendi tütüncülüğümüzü öldürüp, onun
yerine yabancı sigara tekellerinin ürünleri satılacaksa, bu yanlıştır. O zaman,
tarih de bizden hesap sorar, toprak da hesap sorar, üretici de hesap sorar.
Bugün gelinen nokta odur. Bakın, Türkiye, tütün satarken, sigara satarken,
tütün alan ve sigara alan ülke durumuna geldi. Amerika Birleşik Devletleri
kendi ülkesinde tütün dikimine sınır getiriyor, birtakım önlemler koyuyor,
benim ülkemde pompalıyor.
Ben size daha acı bir şey
söyleyeyim. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisine çocuklarınızla gittiğinizde
kapıda bir levhayla karşılaşırsınız. O levhada "buranın onarımı ve yapımı
-bir yabancı sigara tekeli tarafından- Philip Morris tarafından
yapılmıştır" deniliyor. Çok acı bir durum değerli arkadaşlar! Bakın,
Türkiye'nin geldiği, getirildiği nokta... O Kurtuluş Savaşı ki, emperyalizme
karşı ve reji düzenine karşı verilmiştir. Oranın onarımını bir yabancı sigara
tekeli yapıyor ve levha da orada duruyor. Bu bizim için ayıptır!
Sigaranın zararları
konusunda iki grup birbirinden ayrı düşünmüyor zaten, hiç kimse düşünmüyor;
ama, sorun, tütün üreticisi, Türk tütününün dünya pazarlarında satılması, Türk
sigara sanayiinin yaşatılması. Bu konuda ne yapılıyor, önemli olan bu.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı,
toparlar mısınız.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla)
- Sayın Başkanım, bitiriyorum.
Değerli arkadaşlar, Türk
tütüncülüğü öldürülmektedir. Türk Tekeli, Maliye Bakanının bu kafasıyla
yabancılara satılacaktır; bir tehlike çanı vardır. Üreticiler, gerçekten
perişandır. Bakın, 70 kişi kapıya atıldığı gibi, yakında, orada çalışan 30 000
kişi dışarıya atılacak; belki, bu 400 000 aile daha da perişan hale
getirilecektir. Gelin, önlem alacaksak, gerçekten alalım.
Burada, komisyondaki
arkadaşlarım konuşmuşlar; bir komisyon raporunda "her gün, bir uçak dolusu
adam ölüyor" denilmiş. Türkçede böyle bir deyim var mı?! Türk üreticisi,
tütüncüsü, uçağa falan binemiyor ki, uçak dolusu adam... İyi ki, halk, bizi,
tam, böyle, bu komisyonda yazanları, burada yazanları... Bu rapora bakın;
"uçak dolusu..." Ben Türkçe öğretmeniyim; Türkçede böyle bir deyim
olmaz; "uçak dolusu adam ölüyor..."Uçak kaç kişilik; büyük uçak mı,
küçük uçak mı?!. Bırakın arkadaşlar!..
Onun için, ulusal
tütüncülüğümüze, tütünümüze, sigara sanayiimize sahip çıkalım; uluslararası
sözleşmeleri sağlık açısından kabul edelim; ama, yabancı tekellere Türkiye'yi
boğdurmayalım diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Gazalcı.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2.- Bu kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3.- Bu kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
şahsı adına söz isteyen, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.
Buyurun Sayın
Aslanoğlu.(CHP sıralarından alkışlar)
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU
(Malatya) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sağlık, insan için en
yüce değerlerden biridir. İnsan sağlığını düşünüyoruz.
Peki, size bir soru
soruyorum: Dünyada, tütün üretimi kaldırılıyor mu; yani, dünyada, tütün üretimi
yok mu ediliyor? Eğer, dünyada yok ediliyorsa, Türkiye'de de insan sağlığı
açısından yok ediliyorsa, hepimiz buna saygı duyalım. Dünyada, tütün üretimini
kontrol edemeyeceksin, onlara bir sınırlama getirmeyeceksin, sen, burada insan
sağlığı açısından uluslararası sözleşmelere uyacaksın; ama, kendileri
uymayacak. Sonuçta, kendi insanını aç bırakacaksın. Bu, Türk insanını aç
bırakmaktır. Tütün bizim bir değerimiz, bu ülkenin katmadeğer yaratan bir
ürünü; 400 000 aileyi geçindiriyor. Bunlara alternatif bulmadan...
Peki, yine soruyorum:
Dünyada tütün üretimi eksiliyor mu? Torbalı'daki sigara fabrikasının tütünleri
nereden geliyor? 1980'li yıllarda, İzmir'den, sadece İzmir'den, Ege Bölgesi
tütünlerinden 1 milyar dolarlık tütün ihraç edilirdi; yılda 1 milyar
dolarlık... Türkiye'nin ihracatının 3 milyar olduğu dönemde, 1 milyar dolarlık
tütün ihracatımız vardı bizim. Buradaki herkes yok oldu, tüm ihracatçıları yok
ettiler. Bu, Türk tütüncüsünün, Türk üreticisinin katliamıdır. Biz, her türlü
anlaşmaya imza atıyoruz; bunun ekonomik boyutunu, benim insanım ne yiyecek diye
düşünmüyoruz, biz uyuyoruz; ama, yabancı sigara şirketleri, kendi Amerikan
tütününü Torbalı'ya getiriyor. Torbalı'da işlenen tütünün hemen hemen yüzde
90'ı Amerikan tütünü. Peki, benim ülkemde, benim köylümün emeği, alınteri yok
olacak; ama, Amerikan köylüsünün tütününü burada işleteceksin. Bu, ayıptır! Bu
anlaşmaya insan sağlığı açısından saygı duyuyorum. Bu, tütün üreticisini aç
bırakmaktır. Ayak seslerini söylüyorum size; yarın, Tekeli kapatacaktır
gelenler. Hele bir yabancının eline geçince, iki sene sonra Tekel Türkiye'den
yok olacaktır, yabancı sigaralar artık Türkiye'de satılacaktır. Senin bir tek
gramlık tütününü kimse almayacaktır. Bunun alternatifini bulmadan, buna hiçbir
hazırlık yapmadan kendi insanını aç bırakacaksan, bu ayıp bize yeter.
Bu açıdan... Biz kota
uyguluyoruz; tamam... Şunu yapsınlar: Dünyada tütün üretimi ne kadar;
Türkiye'nin hakkına bu kadar düşüyor. Bu kadar kotayla, dünya sigara
üretiminde, Türk tütünü de şu kadar gelsin desinler, tamam. Ekonomik hiçbir
boyutuna bakmayacaksın, sen tüm tütün üretimini yasaklayacaksın, onlar satacak.
Ayıptır, haksızlıktır!
Türkiye'de tütün üretimi
serbest diyorlar. Tütünü kim alıyor; Tekelin almadığı bir tütünü bir üretici
istediği kadar üretsin. Tek bir alıcısı var; Tekel. Tekelin almadığı tütünü
köylü ne yapacak; yakıyor. Büyük bir emek... Türk köylüsü, hâlâ, başka bir
ürüne geçmedi. Onun için, bu anlaşma, sağlık açısından çok önemli bir anlaşma;
saygı duyuyorum. İnsan sağlığı hepimiz için çok önemli; ama, bu anlaşmalar,
uluslararası tekellerin senin köylünü yok etme anlaşmasının bir parçasıdır.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu,
teşekkür ediyorum.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.
Açıkoylamanın şekli
hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.
Açıkoylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Oylama için 3 dakika süre
vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Ayrıca, vekâleten oy kullanacak
sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini
ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama
için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica
ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Dünya Sağlık Örgütü Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu
açıklıyorum.
Kullanılan oy sayısı : 241
Kabul : 236
Ret
: 3
Çekimser : 2 (x)
Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
4 üncü sıraya alınan
Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Tarım, Orman ve
Köyişleri Komisyonları raporlarının müzakeresine başlıyoruz.
9. - Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/841) (S. Sayısı: 653)
(xx)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Komisyon raporu 653 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Sayın Fahrettin Üstün.
(CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Üstün.
CHP GRUBU ADINA FAHRETTİN
ÜSTÜN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Organik Tarım Kanunu
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere
söz aldım; Yüce Heyeti saygıyla selamlarım.
Organik tarım, ekolojik
sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya
yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, sentetik,
kimyasal ilaçlar ve gübrelerin kullanımının yasaklanmasının yanında, organik ve
yeşil gübreleme, ekim nöbeti, toprağın muhafazası, bitkinin direncini artırma,
parazit ve predatörlerden yararlanmayı tavsiye eden, bütün bu olanakların
kapalı bir sistemde oluşturulmasını talep eden, üretimde miktar artışını değil
ürünün kalitesinin yükselmesini amaçlayan bir üretim şeklidir.
(x) Açıkoylama
kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.
(xx) 653 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Ülkemizde, tarım, birçok
bölgede organik üretim şartlarında yapılmasına rağmen, kontrol ve sertifikasyon
sistemine dahil olmadığı için, organik ürün olarak pazarlanamamaktadır. Ülkemiz,
uygun ekolojisi, toprak ve su gibi doğal kaynaklarının henüz kirlenmemiş olması
nedeniyle, organik tarım açısından çok avantajlı konumdadır.
Kontrol ve sertifikasyon,
organik tarımın en önemli basamaklarından biridir. Ürünün iç ve dışpazarlara organik
olarak sunulabilmesi için, organik ürün sertifikasına sahip olması
gerekmektedir. Sertifika sistemi, ürünlerin organik standartlara göre
üretildiğinin, işletildiğinin, paketlendiğinin garantisidir. Bu da, tüketiciye
güvence vermenin yanında, üreticileri ve firmaları haksız rekabete karşı
korumaktadır.
Organik ürünler, organik
tarımın ilkeleri ve uygulamalarına ilişkin yönetmelik hükümlerine göre, Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yetkilendirilen bağımsız kontrol ve
sertifikasyon kuruluşları tarafından kontrol edilerek
sertifikalandırılmaktadır.
Mevcut mevzuatlar,
organik tarıma ilişkin yasal bir çerçeve yokken hazırlandığından, hukukî
dayanaktan yoksundur. Organik tarımın geliştirilmesine sağlam bir hukuksal
temel kazandırılması, organik tarımda dünya standartlarının yakalanabilmesi
amacıyla, halen yürürlükte bulunan yönetmelikte yer alamayan yaptırım ve cezaî
hükümleri içeren Organik Tarım Kanunu Tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük
Millet Meclisine sevk edilmiş ve görüşülmektedir.
Dünya üzerinde 120 ülkede
ve 24 100 000 hektar alanda, 462 475 işletmede organik üretim yapılmaktadır.
Avrupa Birliği ülkelerinde, 2005-2010 yılları arasında, toplam alanın yüzde
40'ının organik tarıma çevrilmesi planlanmaktadır. İsveç, tarım arazisinin
yüzde 10'unu organik üretime ayırma yasasını çıkarmıştır.
Ülkemizde organik üretim
yapan üretici sayısı, üretim miktarı, üretim alanları ve ürün çeşitliliği
yıllar içerisinde artış göstermiş olup, 2003 yılı için üretici sayısı 13 044
iken, üretim alanı 103 190 hektar, üretim miktarı 291 876 ton, ürün çeşidi 179,
ihracat miktarı 21 083 ton, ihracat değeri 36 932 995 dolara ulaşmıştır.
İhracat yaptığımız ülke sayısı 35 civarında olup, Avrupa Birliği ülkeleri, en
önemli ihracatçı ülkeler konumundadır. Avrupa Birliği ülkeleri dışında ABD,
Kanada ve Japonya, diğer ihracat yaptığımız ülkeler arasında yer almaktadır.
Türkiye, 20 milyar
dolarlık dünya organik ürün pazarında, yaklaşık 37 000 000 dolarlık paya
sahiptir. Ülkemiz, sahip olduğu ekolojik özellikler nedeniyle, organik tarımsal
üretim açısından önemli üstünlüklere sahiptir; ancak, dünya pazarlarından
aldığı pay çok düşüktür.
Organik tarımsal üretimde
kültüre alınan bitkilerin yanı sıra, doğada kendiliğinden yetişen kuşburnu,
böğürtlen, ahududu, kekik gibi ürünlerin toplanması ve organik olarak
değerlendirilmesi açısından da ülkemiz büyük potansiyele sahiptir.
Organik tarım, bitkisel
ve hayvansal üretimi birlikte içeren karma bir sistem olmakla birlikte,
bitkisel üretim lehine gelişme göstermiştir. Gelişmiş ülkelerin, bazı bulaşıcı
hastalıkları bahane ederek Türkiye'den canlı hayvan ve hayvansal ürün ithal
etmemeleri, organik hayvancılığın gelişmesini olumsuz yönde etkilemiştir.
Organik tarımın
geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına imkân tanıyan uygun destekleme politikalarının
olmayışı, fiyatların doğru yansıtılmaması, yerel tüketiciler için yüksek
fiyatlar, pazar sıkıntısı, iç ve dışpazarın dengeli olarak gelişmemesi; üretici
için maliyet, düşük verimlilik, etkili kontrol ve sertifikasyon sisteminin
eksikliği, kontrol ve sertifikasyon maliyetlerinin yüksekliği; ülkemizde
kalıntı, katkı, mikotoksin ve benzeri analizleri yapacak laboratuvarların
akreditasyon işlemlerinin tamamlanmamış olması; çiftçi düzeyinde bilinç ve
bilgi eksikliği, danışmanlık sisteminin gelişmemesi; organik tarımda kullanılan
girdilerin büyük bir kısmının içpiyasada bulunmaması ve dışa bağımlılık;
organik üretim sektöründeki kamu ve özel kurumlar arasında koordinasyon
eksikliği; hastalık ve zararlılara karşı dayanıklı çeşitlerin mevcut
olmaması...
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde organik tarım uygulamaları 1986 yılında ihracata
yönelik olarak başlamıştır. Başlangıçta ithalatçı ülkelerin mevzuatına uygun
olarak yapılan üretim ve ihracat, 1991 yılında Avrupa Birliği konsey tüzüğünün
yürürlüğe girmesiyle, söz konusu tüzük esas alınarak yapılanmaya devam edilmiş,
Avrupa Birliği ülkelerine organik ürün ihraç eden ülkelerin kendi mevzuatlarını
oluşturma zorunluluğu getirilmiş, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının çeşitli kurum
ve kuruluşlarla işbirliğiyle, 1994 yılında bir yönetmelik hazırlanarak
yürürlüğe girmiş, Avrupa Birliği mevzuatında yapılan değişiklikleri içerecek
şekilde 2002 yılında güncellenmiş ve ülkemizde organik tarım yapılmaya
başlanmıştır.
Değerli milletvekilleri,
653 sıra sayısıyla bugün gündemimizde olan Organik Tarım Kanunu Tasarısını,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak destekliyoruz; fakat, aralık ayında Avrupa
Birliği yeni organik tarım yönetmeliği yayımlanacağı bildirilmektedir. Bizim de
bu yönetmeliğe uygun bir yasa çıkarmamız için, yasayı, Avrupa Birliğinin
çıkaracağı yönetmeliğe kadar bekletmekte büyük yarar olacağı düşüncesindeyiz.
Bu konuyu takdirlerinize sunuyorum.
Organik tarım üretiminin
son yıllarda öne çıkmasındaki en büyük etkenler, ziraî ilaç kalıntıları,
organik ve inorganik kalıntıların insan sağlığına olan etkileridir. Bir yandan,
iklim değişiklikleri ve çevre kirliliği, bir yandan da canlı sağlığına zarar
veren girdilerin kullanımıyla, birçok bitki ve hayvan türü yok olma
tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Bunun sonucunda, tüm dünyada ve Avrupa
Birliğinde organik tarımın geliştirilmesi için yardım ve teşvik programları
uygulanmıştır.
Tarım kesiminin yıllardır
ihmal edilmiş olması ve girdilerin artması nedeniyle, artık, çiftçimiz, ilaç ve
gübre kullanmaktan kaçınmaktadır. Bunun sonucunda, ülkemiz, geniş ve
kirlenmemiş tarımsal alanlara sahiptir. Ülkemizde yapılan tarımda her alanda
denetim ve sertifikasyon yapılamadığından, dünya ticaretinde önemli pazarı olan
organik tarım kısıtlı olarak yapılmaktadır. Bu olumsuzlukların düzeltilmesi ve
dünya ticaretinde ve Avrupa Birliğinde organik tarımsal üretimde söz sahibi
olabilmek için belli yasal düzenlemelerin yapılması şarttır. Yasa da buna
yönelik bir çalışma olup, emeği geçen Bakanlık bürokratları ve Tarım, Orman ve
Köyişleri Komisyonu üyelerine teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; organik tarımla iştigal eden gerek üreticileri gerek aracı ve
satıcıları, hükümetin çıkardığı kararnameyle, normal ziraî faizin yüzde 60'ı
kadar düşük faizle destekleme kararı çıktı. Bundan kim yararlandı; hiç kimse.
Bunlar göz boyamaktan öteye gitmemekte. Bu krediden yararlanmak isteyenlere
neden bu 2 kredi kullandırılmıyor? Organik üretime destek sağlayan kuruluşlar
desteklenecek mi? Üretici desteklenecek mi? Bunlar, açıkta kalan sorular.
Organik tarım yaptırırken
kredi ve fiyat yönüyle desteklenerek özendirilmeli; ekolojik tarım sertifikası
veren kuruluş sayısının artırılması, hizmetin ucuzlatılması sağlanmalı;
ekolojik tarım girdilerinin ucuzlatılması ve yaygınlaştırılması sağlanmalı;
pilot bölgeler tespit edilmeli, bölgeye uygun ürün deseni önerilmeli; ürün
bazında birlikler kurularak, birlik denetiminde ekolojik tarım
yapılabilmelidir. Ülkemiz, özellikle, zeytin ve zeytinyağı için uygun ekolojik
alanlara sahiptir.
Organik tarımın
geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için ulusal düzeyde bir yayın politikası
ve stratejisinin belirlenmesi, organik tarım konusunda araştırma, uygulama ve
teknolojiyi kullanan kuruluşlar arasında organizasyon sağlanarak yapılan
araştırma sonuçlarının uygulamaya aktarılması gerekir.
Organik tarım konusunda
doğru politikaların belirlenmesi için güncel ve güvenli verilere ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu nedenle, ülke çapında sağlıklı bir veri ağının oluşturulması
şarttır. Tarım Bakanlığının yeniden yapılanma sürecinde organik tarımla ilgili
bütün faaliyetlerin aynı çatı altında toplanması ve yürütülmesi şarttır.
Organik tarım girdilerinin sübvanse edilmesi; organik tarımın ormancılık,
turizm gibi ilginç sektörlerle entegrasyonunu sağlayacak, üreticilere ekonomik
katmadeğer yaratacak projelerin hazırlanması ve geliştirilmesi; geleneksel
ürünlerde markalaşmaya gidilerek Türk markasının tanıtılması; organik üretime
uygun tür ve çeşitlerin geliştirilmesine yönelik ıslah ve adaptasyon
çalışmalarına öncelik verilmesi; organik tarımda kullanılabilecek yerli kökenli
bitki koruma ürünleri, hayvan, su ürünleri sağlığı preparatlarının ve alternatif mücadele yöntemlerinin
belirlenmesi için araştırma çalışmalarına öncelik verilmesi; Avrupa Birliğinin
organik tarımın geliştirilmesine yönelik fonlarından yararlanılması; baraj
havzaları, koruma alanları ve hazine arazileri gibi organik tarım açısından
avantajlı ve öncelikli olan bölgelerin tespit edilerek, buralardaki organik
tarımın geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına yönelik projelerin hazırlanması
şarttır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; organik tarım, kimyasal girdi ve ilaç kullanmadan,
yönetmelikler çerçevesinde izin verilen girdilerin kullanımıyla yapılan,
eğitimden tüketime kadar her aşaması kontrollü ve sertifikalı üretim
sistemidir. Organik tarım yapmanın amacı, toprak ve su kaynakları ile havayı
kirletmeden çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını azamî derecede korumak
olduğu gibi, dinamik ve sağlıklı nesillerin yetişmesini sağlamaktır.
Organik tarım, aynı
zamanda çevre dostluğudur. Ülkemizde, 1985-1986 yıllarında dış ülkelerden gelen
taleplerle başlanılmış ve buna bağlı olarak gelişmiştir. Ülkemiz de organik
tarım açısından avantajlı bir duruma sahiptir. Gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerdeki kirliliğe rağmen, ülkemiz az kirlenmiş çevreye sahiptir.
Bugün, gelişmiş ülkelerin
organik tarımsal gıdaya olan talebi, toplam gıda tüketiminin yüzde 25'idir;
ancak, bunun yüzde 5'lik ve yüzde 10'luk bir kısmı karşılanabilmektedir.
Organik tarım derken,
ülkemiz tarımının sorunlarına değinmeden geçmek... Ülkemiz çiftçisine ve
üreticisine yapılan büyük haksızlıkların önlenmesi ve unutulan çiftçimize sahip
çıkılması şarttır. Doğrudan gelir ödemelerine bir an önce başlanılmalıdır. Bir
yıl geriden başlayan ödemeler çiftçilerimizi mağdur etmektedir. Çiftçilerin
Ziraat Bankası, tarım kredi kooperatifleri ve Bağ-Kura olan borçlarına ve
faizlerine bir çözüm bulunmalıdır.
Tarımsal üretimde
kullanılan elektrik borçlarının ödenmesinde mutlaka kolaylıklar sağlanmalıdır.
Yeşil mazot, mavi mazot
ve kırmızı mazot -her ne ise, her ne renkse- çiftçimize verilmelidir. Turizmde
rekabet açısından yatçılara verilen 600 000-700 000 liralık mazotun, Türk
çiftçisinin de Avrupa çiftçisiyle rekabeti açısından önemli olduğu unutulmamalıdır.
Çiftçi, hâlâ yeşil mazotu beklemekte; Ankara'dan yola çıktı mı, bizim haberimiz
yok mu, bilmiyorum.
Üreticinin elinde kalan
tütünün alınması, şekerpancarı kotasının hafifletilmesi, fındıkta dondan
kaynaklanan zararın telafisi sağlanmalıdır.
Tekelin özelleştirilmesi:
Özelleştirme, bir zamanların Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu ve Yem
Sanayiini bugün aratır duruma getirmişse, ileride de Tekeli aratacaktır.
Doğu Anadoluda
hayvancılık bitirilmiştir. Bu bölgenin en kısa zamanda besi hayvancılığı
bölgesi olarak ilan edilmesi ve desteklenmesi şarttır. Yine, Marmara, Ege,
Akdeniz süt hayvancılığı bölgesi olarak, İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu küçükbaş
hayvancılık bölgesi olarak ilan edilmeli ve desteklenmelidir.
Türk tarımının
desteklendiği dönemlerde, Türkiye'de makroekonomik dengelerin fevkalade
olduğunu; ama, Türk tarımının ve hayvancılığının desteklenmediği durumlarda da
Türk ekonomisinin felç olduğunu bilmelisiniz.
Primler: Geçen yılki
primler son derece yetersizdir. 85 000 liralık kütlü pamuğa verilen, soyaya,
kanolaya verilen 90 000 lira prim gerçekten yetersizdir. Avrupa Birliğinde
hayvancılığa yapılan destek yılda 8 600 dolar, ülkemizde 50 dolardır. Geçen yıl
zeytinyağının kilogramı 3 200 000 Türk Lirasına satılırken bu yıl 2 800 000
Türk Lirasıdır.
Ramazan bayramı öncesi ve
sonrası, seçim bölgemde köylere yaptığım ziyaretlerde çok ağa gördüm. Ne ağası
mı; züğürt ağalar! Pamuk ağalarının hepsi kan ağlıyor. 1 200 000 Türk Lirasına
mal olan pamuk, 800 000 liradan satılıyor. Pamuk çok, para yok. Zarar,
kilogramda en az 400 000 Türk Lirası. Bu durum, Milas'ta, Söke'de, Çine'de,
Nazilli'de, Ödemiş'te, Tire'de, Ege'de, Akdeniz'de, Doğu ve Güneydoğu Anadoluda
hep aynı. Pamukta geçen yıla göre ekim alanlarında yüzde 30 daralma var.
Bugün, Urfa, Diyarbakır,
Mardin ve Iğdır'da pamuğun kilogramının 500 000 Türk Lirasına satıldığını
biliyor musunuz? "Çiftçinin gözünü kara toprak doyursun" diyen, Doğu
Anadoluda çiftçilikten para kazanamadığını söyleyen bir çiftçiye "git,
şehirde bakkal dükkânı aç" diyen ve bu sözleri bu ülkede çiftçiye en son
söylemesi gereken, aslında söylememesi gereken sizin Tarım Bakanınız değil mi?!
"1 000 köye 1 000
tarımcı" dediniz, iyi ettiniz; işsiz ziraat mühendisi ve veteriner
hekimlere iş bulundu; ama, 1 000'ine; geri kalan 30 000 genç ziraat mühendisi
ve veteriner hekim hâlâ işsiz, diğer üniversite mezunlarının olduğu gibi. 1 000
köye 1 000 tarımcı verdiniz; ama, o 1 000 köydeki milyonlarca çiftçi sayenizde
kan ağlıyor, kan!
Siz, kendi pamukçunuza
destek vermezken, yanıbaşımızdaki Yunanistan, üreticisine kilo başına 960 000
Türk Lirası destek vermekte, ABD de 525 000 Türk Lirası destek vermekte. Siz ne
yapıyorsunuz?! "Tütün kotalarını azaltacağız" dediniz; çok şükür,
tütünü bitirdiniz. Şimdi, Yunanistan'dan tütün ve pamuk ithal edip Yunanistan
çiftçisine destek çıkıyorsunuz. Yoksa, oyu Yunan çiftçisinden mi aldınız?!
Son yıllarda lif pamuk
ithalatı yılda ortalama 450 000 tonu aşmış durumda. Bu yıl, şimdiden, döviz
açığımız 10 milyar doları aştı. Bütün bunların mantığı var mı?! Eğer pamukta prim bu yıl 400 000 Türk Lirası
olmazsa, gelecek yıl pamuk ekecek çiftçi bulamayacaksınız. Amacınız bu mu?
AKP seçimlerde verdiği
sözlerini yerine getirmiyor, getiremiyor. Şu Kızılderili atasözünü
hatırlıyorum: "Beni bir kere aldatırsan ayıp sana, beni ikinci kez
aldatırsan ayıp bana." Ama, benim masum çiftçim sözlere inanıp elli yıldır
siz ve sizin gibileri bu ülkede iktidar yaptı. Tabelalar değişti, harfler
değişti; ama, zihniyet hiç değişmedi. Belli gruplara ve belli ülkelere çalışan
iktidarlar geldi ve ülkeyi bu hale getirdiler. Siz de aynısını yapmaya devam
ediyorsunuz.
İktidara gelmeden önce
"tarımcının yüzü gülecek" diyen siz AKP'liler, iktidara gelince bakın
neler yaptınız: 320 000 dönüm tarım arazisini yabancılara sattınız. 150'nin üzerinde
Toprak Mahsulleri Ofisi ajansını kapattınız. Meraları yapılaşmaya açtınız.
Fethiye Arıcılık Üretme İstasyonunu, Fethiye Tekel İşletmesi gibi birçok tekel
işletmesini kapattınız. Meyvecilik araştırma enstitülerini kapattınız.
Balkanların ve Ortadoğu'nun en büyük aşı üretim merkezi olan Manisa Tavukçuluk
Araştırma Enstitüsünü kapattınız. TİGEM'i özelleştirmeye çalışıyorsunuz. Ette
teşvik vermemek için iki ay önceden kayıt altına alınma şartı getirdiniz ve
primi 1 000 000'dan, 500 000 Türk Lirasına düşürdünüz. Prim ödemelerini hâlâ
yapmadınız. İktidara gelmeden önce "mazotu çiftçi ucuz kullanacak"
dediniz; ama, iktidara geldiğinizde, 1 200 000 Türk Lirası olan mazotu bugün 1
800 000 Türk Lirasının üzerine çıkardınız. Antalya'da, Fethiye'de, Sivas'ta, Tokat'ta,
Amasya'da üreticiler ellerindeki elmaları satamazken, Arjantin'den elma ithal
ettiniz. Akdenizde muz üreticisi elindeki ürünü satamazken, çikita muz ithal
ettiniz. Arpa, buğday, pamuk, ayçiçeği, zeytinyağı, kanola, soya ve sera
üreticisini kaderiyle baş başa bıraktınız. Hindistan'dan Türkiye'ye kaçak
hayvan girişlerine göz yumdunuz. İran'dan bal, ceviz, karpuz, nar girişine
engel olamadınız. Organik ürünlerden birisi olan balın bu sezon 30 kilogram
olan tenekesini 65 000 000-70 000 000'dan satan üreticilerimizin, bu arıyı
beslemek için aldığı 50 kilogram olan bir çuval şekeri 90 000 000'a çıkardınız.
Çiftçinin tüm girdileri, ilaç, yem, gübre, mazot fiyatları artarken, ürettiği
her şey ucuzladı; yani, çiftçinin ürettiği her şeyin fiyatı düştü, satın aldığı
her şeyin fiyatı arttı. Birim alanda en fazla ürün alınan yer seralardır. Geçen
yaz bir kasa domates 1 000 000'a satılırken seyrettiniz. Şimdi de seracılara
tutturduğunuz defterden sera başına 10 000 000 Türk Lirası ücret alıyorsunuz.
Peki, seracılara ne verdiniz de karşılığında bu parayı istiyorsunuz? Çiftçinin
en kötü durumu ne olabilir; elbette ki doğal afetler. Doğal afetlerden,
2001'den 26 Mayıs 2004'e kadar çiftçinin alması gereken zarar tutarı 266
trilyonken, bunun ancak 132 trilyonunu ödediniz. Bu mu çiftçinin yanında
olmak?!
Ey çiftçim, seni
bitirmeyi göze alan elli yıllık zihniyeti AKP devam ettiriyor. Amaç sizi
bitirmek ve üretemez hale getirmek, yabancıların istediği gibi at oynatabilmesi
için... Şunu iyi bil ki, Cumhuriyet Halk Partisi, halkın gerçek partisidir.
Bu ülkenin kalkınmasının
öncelikli şartı, üretimdir ve ülkemiz için de ilk sektör tarımdır. Bu tarım
kesiminin ve tarım kesiminin üretim yapabilmesinin vazgeçilmez unsuru,
desteklemedir. "Nereden bulacağız" demeyin, kayıt altına giren
ürünler ekonominin motoru olacaktır, bunu unutmayın.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tarımda kıyamet yakın. Tarım ve Köyişleri Bakanlığında emanet
ehil ellerde değildir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığında birbuçuk yıldır yapılan
atamalarda, emanetin ehline verilmesi ilkesini görmek mümkün olmuyor.
Bakanlıkta yapılan üst düzey atamalarla başlayan keşmekeşlik, halen taşrada
yapılan atamalarla işin çivisinin çıktığını ifade edecek noktaya geldi.
Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı Müsteşarlığına birbuçuk yıldır uygun adam bulunamadı, vekaletle
yürütülüyor. 5 müsteşar yardımcılığı kadrosunda 8 kişi çalışıyor. Kim yetkili,
kim sorumlu, belli değil. Müsteşar yardımcıları, uzun süreli, Ankara dışında
görevlendiriliyor; yerlerine, idarî ve meslekî sorumluluğu olmayan kişiler
yetkili kılınıyor. Meslekî ve yetkili sorumluluğu olanlara idarî yetki yok.
Müsteşar yardımcılarından meslekî ehliyeti olanlara görev verilmiyor.
Meslekdışı kişiler etkin ve yetkili görülüyor.
Veteriner hekim olan 2
müsteşar yardımcısı, göstermelik bir proje için Ankara dışında
görevlendiriliyor. Özel sektörden getirilerek vekalet verilen ilgili ve sorumlu
genel müdürlüğü devredışı bırakarak gıda mevzuatı hazırlanıyor. Enerji İşleri
Genel Müdür Yardımcılığından gelen Müsteşar Yardımcısı, Müsteşarlığa vekalet
ediyor. Devlet Planlama Teşkilatı eğitim uzmanlığından gelen Müsteşar
Yardımcısı işleri yürütüyor. Enstitü Müdürlüğünden gelen Araştırma Genel
Müdürü, enstitüleri kapatarak, müsteşar muavinliğine yükseliyor.
Genel müdürlüklerde ise,
genel müdürlerin yetkileri ve konumları tartışma konusu olurken, sorumluluğu
olmayan yetkililerce Bakanlıkta işler yürütülüyor. Tarım ve Köyişleri
Bakanlığında, Gıda Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığına Asayiş Şube Müdürü
bakıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Üstün,
toparlar mısınız.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla)
- Şahsım adına da söz talebim vardı Sayın Başkan.
BAŞKAN - Ancak, AK Parti
Grubundan da grup adına konuşacaklar.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama, şahsım adına alacağım sözde
devam edeceğim.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu olarak bu tasarıyı desteklediğimizi belirtir, Yüce Heyeti saygıyla
selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Üstün.
Sayın Üstün, şahsınız
adına söz talebiniz var; ama, sizden önce iki arkadaşın müracaatı var.
AK Parti Grubu adına söz
isteyen, Edirne Milletvekili Sayın Necdet Budak; buyurun. (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler,
"yazıklar olsun!" sesleri, alkışlar [!])
ATİLA EMEK (Antalya) -
Emaneti iade et!.. Bu partinin oylarıyla geldin!
AK PARTİ GRUBU ADINA
NECDET BUDAK (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Organik Tarım
Kanunu Tasarı hakkında söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Emaneti iade et!
TEVHİT KARAKAYA
(Erzincan) - Sarıgül hemşerim geliyor!..
(CHP Grubu
milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk ettiler)
NECDET BUDAK (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, organik tarım, üretimde kimyasal girdi
ve ilaç kullanmadan, mevzuatlar içerisinde izin verilen girdilerin kullanımıyla
yapılan, üretimden tüketime her aşaması kontrollü ve sertifikalı olan bir
tarımsal üretimdir. Başka bir ifadeyle, organik tarım, çevreye dost olan bir
üretim modelidir. Organik tarım sisteminde, kimyasal ilaçlar, hormonlar ve
mineral gübrelerin kullanımı yasaktır. Bunların yerine, organik ve yeşil
gübreler ile münavebe, toprak muhafaza ve dayanıklı çeşitlerin kullanımı söz
konusudur.
Organik tarımın gelişimi:
Organik tarım, insanoğlunun daha sağlıklı ürünlerle beslenmeye ve kaliteye önem
vermesiyle ortaya çıkmıştır. İnsanoğlu, yaşamını daha iyi sürdürebilmek için
hep arayış içerisinde olmuştur; zorunluluklar ise bunu koşullandırmıştır.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, hızlı nüfus artışıyla beraber,
insanoğlu ucuz gıdayla öncelikli olarak karnını doyurmaya çalışmıştır. Üretmek
ve sadece karnını doyurmak, burada amaç olmuştur; ancak, yine, bilim ve aklın
yardımıyla, bitki ıslahı ve gübre kullanımıyla -ki, bu, tarihte "yeşil
devrim" olarak adlandırılıyor- verimde büyük artışlar elde edilmiş; ancak,
aşırı gübre ve ilaç kullanımıyla beraber, 1970'lere, 1980'lere doğru, bu aşırı
girdi kullanımının insan ve hayvan sağlığını tehdit ettiği ortaya çıkmıştır. Bu
nedenlerle, aslında, uygulaması 1910'lara dayanan organik tarım, Avrupa'da
1970'lerde ticarî boyut kazanmış ve 1972'de -özellikle altını çizerek
söylüyorum- Avrupa'daki bilinçli üreticiler bir araya gelerek, ekolojik tarımda
hareketliliği ortaya koymuşlardır. İşte, bu ekolojik tarım hareketliliğiyle
birlikte, Avrupa'da, organik tarıma ilişkin kanunî düzenlemeler ortaya çıkmış
ve son olarak, 2000 yılında organik tarım yönetmeliği, hayvansal üretimi de
içine alacak bir şekilde yayımlanmıştır. Ülkemizde ise, Avrupa'dakinin tam
tersine, Avrupalı firmaların ülkemizin organik ürünlerine olan ilgisi üzerine,
18 Aralık 1994 tarihinde Bitkisel ve Hayvansal Tarım Ürünlerinin Ekolojik
Metotlarla Üretilmesine İlişkin Yönetmelik ile yine, 11 Temmuz 2002 tarihinde
Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik yürürlüğe
konulmuştur.
Peki, neden organik
tarım; sağlıklı ve uzun yaşam, doğal gıdaların tüketilmesiyle mümkündür. Ortaya
çıkan hastalıkların üçte 2'sinin yediğimiz gıdalardan kaynaklandığını
düşünürsek, organik tarımın önemini çok kolayca anlarız. Konvansiyonel tarımda,
yoğun gübre ve ilaç kullanımı ve genetik sayesinde gıda üretimi artmakta;
ancak, çevre, toprak, su ve atmosfer oldukça kirlenmekte ve sonuçta, insan
yaşamı olumsuz etkilenmektedir. Bunu, birçok örnekle doğrulayabiliriz. Örneğin,
ne kadar iyi koşullarda uygulanırsa uygulansın, kullanılan kimyasal ilaçların
yüzde 70'i israf edilmektedir. Yine, bir başka örnek; dünyaya erken gelen
bebeklerde DDT gibi benzeri ilaçların kalıntısı, normal doğumla dünyaya gelen
bebeklere göre çok daha fazladır. Ülkemizden bir başka örnek; kelaynak
kuşlarının yok olması da, bu bölgede aşırı tarımsal ilacın kullanımındandır.
Yine bölgemizden bir başka örnek -Niğdeli ve Nevşehirli milletvekillerimiz daha
iyi bilecekler- bu bölgede patatesle beslenen hayvanlarda körlüğe
rastlanmaktadır; bunun nedeni ise, patateste aşırı azot kullanımındandır. Besin
maddesi olarak faydalandığımız hayvanları hastalıklardan korumak için
kullandığımız ilaçlar, antibiyotikler insana da geçmekte, insanlar da
hastalandığında aldıkları antibiyotikler etkisiz kalmakta ve vücudun direnci
kaybolmaktadır. Kanserle ilgili olgularda da yine, kanserin yüzde 35 oranında
beslenme alışkanlıklarıyla ilgili olduğu saptanmıştır ve dünyada da, genelde,
gübre ya da ilaçtan olsun, yaklaşık 3 000 000 insanın zehirlendiği ve 200
000'inin ölümle sonuçlandığı saptanmıştır.
Amerika Birleşik
Devletlerinde, üç gün süreyle konvansiyonel ve organik ürünlerle beslenen
çocukların idrarlarında yapılan testlerde, konvansiyonel ürünlerle beslenen
çocukların idrarlarında 6-9 kat daha fazla kimyevî madde saptanmıştır ki, bu
nedenle, Amerika Birleşik Devletlerinde, 0-2 yaş grubu çocuklara, çocuk
mamalarının imalinde organik ürünlerin kullanılmasını zorunlu tutan yasa
çıkarılmıştır.
Herkes tarafından, en saf
ve temiz gıda olarak bilinen anne sütünün dahi, başta klorlu bileşikler olmak
üzere 100'ün üzerinde kimyasal kirlilik taşıdığı saptanmıştır. Yine, normal
içmesuyunda da 600 civarında kimyasal madde bulunmaktadır. İşte bütün bu
nedenlerle, organik tarıma tüm dünyada ihtiyaç duyulmaktadır. Aslında, bütün bu
anlattıklarımızı Kanunî Sultan Süleyman şöyle bir sözle özetlemiştir ve
demiştir ki: "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." İnsanoğlu
bir nefes için her şeyini vermeye hazırdır; ki, veririz.
Gelir ve bilinç düzeyi
yüksek toplumlarda, kimyasallardan arınmış ve güvenli bir doğal çevrede
yetiştirilmiş ürünler çok daha fazla talep edilmektedir. İşte bu nedenledir ki,
Avrupa'da ve Amerika'da organik gıda pazarı hızla büyümektedir. Tabiî ki, tarım
konusu, siyasî olarak çok kolay manüple edilen bir konu, nüfus ve oy oranının
da fazla olması nedeniyle her konuda çok kolay suçlamalar yapılabilecek bir
konu; ancak, Edirne için ben şunu söyleyeyim: Edirne'de il genel meclisi
üyeleri oylarında bu durum açık ve net bir şekilde ortaya çıkıyor, ki,
Türkiye'de, son zamanlarda -bunda geçtiğimiz hükümetlerin de katkısı var,
hizmeti olanlara da teşekkür etmeliyiz- birçok üründe giderek iyileşmeye varan
çalışmalar var. Şunu söylemek istiyorum: Esasen, bizim, uluslararası alanda
küreselleşme sürecinde nasıl rekabet edeceğimizi ortaya koymamız lazım. İşte,
Türkiye olarak bu küreselleşme sürecinde rekabet edeceğimiz alanlardan birisi
de organik tarımdır.
Organik tarımın dünyada
pazar değeri 30 milyar dolardır. Avrupa Birliğindeki pazarın değeri ise,
yaklaşık 8-10 milyar dolardır. Ülkemizin aldığı pay ise, sadece 37 000 000
dolardır. Ülkemiz, 28 ülkeye -Avrupa Birliği ağırlıklı- ihracat yapmaktadır.
Son dört beş yılda organik gıda satışları, Amerika'da yüzde 128 artarak 8
milyar dolarlık bir pazar, Japonya'da yüzde 150 artarak 2 500 000 000 dolarlık
bir pazar, Kanada'da yüzde 135 artarak yaklaşık 1 milyar dolarlık bir pazar
oluşturmuştur. Gelişmiş ülkelerdeki pazar fırsatları, gelişmekte olan bizim
gibi ülkeler için de bir fırsattır.
Bizi dinleyen üreticiler
açısından da organik tarımın ne gibi özellikleri olduğunu, burada, sizlerle
paylaşmak istiyorum. Organik tarım, aslında, her çiftçimizin kendi başına
yapabileceği bir tarım şekli değildir. Organik tarım, sözleşmeli tarım esasına
dayanmaktadır. Ayrıca, çiftçiye, üretimin nasıl yapılacağı konusunda yardımcı
olacak teknik bir ziraat mühendisine ihtiyaç vardır ki, sözleşmeli tarım
içerisinde ilgili şirketin görevlendirdiği ziraat mühendisiyle çiftçimiz
organik tarım yapabilmektedir.
Organik tarım, belli
tekniklerle donanmış bir üretim şeklidir. Organik tarım, en yüksek verimi elde
etmeyi hedeflemez; organik tarımda esas olan, kalitedir. Organik tarımda, gübre
ve tarım ilacı kullanılması yasaktır. Organik tarımda, genetik olarak
değiştirilmiş tohumların kullanımı mümkün değildir. Organik tarımda, kimyevî
ilaç ve gübrenin kullanılmaması nedeniyle maliyet düşüktür; ancak, çıkarılan
organik ürün, normal ürünlere göre, ürününe göre değişmekle beraber 3-4 kat
daha fazla fiyatla satılabilmektedir.
Organik tarımda ilk üç
yılda başka bir ürün ekilmemesi gerekmektedir. Bu nedenle, çiftçilerimiz
organik tarıma sıcak bakmayabilmektedir. Organik tarımda makine, kimyasal gübre
olmadığından ve işgücüne ihtiyaç duyulduğundan dolayı istihdam sağlar;
çiftçimiz için, köylerdeki işsiz insanlarımız için gizli istihdam kaynağıdır.
Organik tarımın ekoturizme ve turizme katkısı vardı.
Organik tarımdaki
üretimin her aşaması kontrollüdür. Organik tarımda ortaya çıkan ürün
sertifikalandırılır. Sertifikalandırılan her üründe kalıntı maddesi, hayvansal
olsun bitkisel ürün olsun, sıfırdır. Bu anlamda Türkiye'de yetkilendirilmiş
firmalar vardır; 6 firma ki, bunun 4 tanesi yabancıdır.
Şimdi, çiftçilerimiz için
organik tarımla ilgili 25 Şubat 2004 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla, organik
tarımsal ürünleri ve girdileri üreten müteşebbislere, tarımsal kredilere
uygulanan cari faiz oranının yüzde 50-60 indirimli olarak, azamî üç yıl vadeli
yatırım ve bir yıl vadeli işletme kredisi kullanma imkânı sağlanmıştır.
Organik tarımın
uygulanacağı yerler, reaktörlerden, yine enerji santrallarından, sanayi
tesislerinden, maden işletmelerinden ve kentsel atıkların bulunduğu alandan 3
kilometre uzak olması gerekir ve ana yollardan da 1 kilometre uzakta olması
gerekir.
Dünya ticaretine konu
olan organik tarım ürünleri, genel anlamda yaş meyve sebzeler, dondurulmuş
gıdalar, su ürünleri, şeker ve şekerli ürünler, kuru ve sert kabuklu meyveler,
bakliyat, baharatlar, tıbbî bitkiler, yağlar, et ürünleri, özellikle ülkemiz
için bal, peynir, un ve unlu mamuller gibi gıda ürünleridir; yine, bunların
içerisinde kahve ve çay ile meyvesuları vardır.
Ülkemiz, özellikle Ege
Bölgesi, Güneydoğu ve Akdeniz Bölgesi organik tarıma inanılmaz elverişlidir;
diğer bölgelerde de uygunluk söz konusudur. Bu konuştuğumuz yasa birçok
çiftçimizi yakından ilgilendirmektedir. 2003 yılı resmî olmayan rakamlarına
göre, yaklaşık 16 000 çiftçi ailesi tarafından, 103 000 hektar alanda, 90 çeşit
üründe 300 000 ton organik ürün ve 80 000 adet organik fidan üretilmiştir.
Dünyada, 1999 yılı
verilerine göre, 16 000 000 hektar alanda organik tarım yapılmaktadır. AB'de
ise, 4 000 000 hektar alanda organik tarım yapılmaktadır.
Türkiye'de organik tarım,
normal tarım içerisinde yaklaşık yüzde 1'in altında bir pay almaktadır. Avrupa
Birliğinde bu oran yüzde 5'tir ve Avrupa Birliğinin 2010 yılı hedefi, bunu
yüzde 10'lara çekmek ve daha sonra yüzde 30-40'lara çıkarmaktır.
Avrupa Birliği
ülkelerindeki sertifikalı organik üretim yapan işletme sayısı, yaklaşık 120
000'dir, Türkiye'de ise, yaklaşık 12 000 civarındadır. Ülkemizde organik
üretim, ağırlıklı olarak yüzde 61 oranında kuru ve kurutulmuş meyve, yüzde 21'i
tarla bitkileri ve diğerleri yaşmeyve ve sebzeden ibarettir.
Ülkemizde organik
hayvansal üretim istenilen düzeyde değildir. Ayrıca, hayvancılıktaki
dezavantajlarımızı avantaja dönüştürme şansımız ve küçük çiftçinin gelir
düzeyinin artırılması, köyden kente göçün önlenmesi de, ülkemizdeki organik
tarım ve hayvancılığın yaygınlaştırılmasıyla mümkün olacaktır.
Almanya'da, sadece
organik süt üretiminin pazar payı 500 000 000 eurodur. Farklı iklim koşullarını
bir arada barındıran, organik tarım açısından da büyük potansiyele sahip
ülkemizde organik tarım yapılması, üretici gelirini ortalama yüzde 10
artıracaktır.
Ayrıca, sözleşmeli tarım
ve ziraat mühendisi çalıştırma koşulu nedeniyle de, ziraat mühendislerine yeni
istihdam sahaları açılabilecektir.
Önümüzdeki yıllarda
Avrupa ülkelerinde organik tarım talepleri katlanarak artacak. AB içerisinde
Türkiye'nin en güçlü olacağı konu, unutmayınız ki, tarıma dayalı sanayi
ürünleri olacaktır ve bence, Türkiye, Batı'nın organik tarım üssü olabilecek
konumdadır.
Organik ürünlerimizin
ihracatının yanı sıra, iç piyasada da tüketiminin artırılması, insanlarımızın
sağlığı açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle de, tüketici bilincini
önemsemeliyiz, önemsiyoruz. Tüketici bilincinin artmasına paralel olarak,
organik ürünlere olan talep artacak, pazara yönelik endişeler azalacak, pazar
kanalları çeşitlenecek ve sonuçta da organik üretim talebi gelişecektir.
Organik tarım üretimi, işleme ve pazarlama faaliyetlerinin her geçen gün daha
karmaşık bir hal aldığı bir üretim şeklidir; bu nedenle bu yasaya ihtiyaç
vardır. İnanıyorum ki, bu yasa, iyi çalışılmış, kapsamlı, anlaşılır,
uygulanabilir, etkinliği ve yaptırım gücü olan, hem ülke içi faaliyetler hem de
uluslararası AB mevzuatıyla uyumlu yasal bir güce sahiptir. Bu nedenle, bu
yasanın çıkarılması zorunludur ve bu yasa, iktidar ve muhalefet milletvekilleri
tarafından desteklenen bir yasadır.
AHMET YENİ (Samsun) -
Muhalefet yok!
NECDET BUDAK (Devamla) -
Söz konusu kanunla, tüketiciye, kaliteli, güvenilir, sağlıklı ürünler
sunulabilecektir; bunun için, organik tarımsal üretimdeki kontrol,
sertifikasyon ve denetime ilişkin esaslar belirlenecektir.
Bu yasayla, ayrıca,
tüketicinin ve üreticinin hakları korunacaktır. Bu kanunla, Bakanlık tarafından
yetkilendirilen, organik üretimin her aşamasını kontrol eden ve ürünü
sertifikalandıran kuruluşların faaliyeti, çalışma izni, kuruluşu, yetkileri ve
personel istihdamı hükme bağlanmıştır. Organik tarım komitesi, organik tarım
ulusal yönlendirme komitesi ve diğer altkomitelerin kurulmaları, görevleri ve
çalışma esaslarına düzenlemeler getirilmiştir.
Bu kanunla, organik
tarımı geliştirmek amacıyla, üretimin belli usul ve esaslara uygun olarak
yapılmasını temin etmek için ceza hükümlerine yer verilmiştir. Bu itibarla,
sertifikalandırılmamış ürünlerin veya girdilerin ürün adı altında sunulmasına
cezalar getirilmiştir; böylece, tüketicinin haklarını bu yasa koruyacaktır.
Bu yasayla ilgili
söylenecek çok konu var, tarımla ilgili söylenecek çok konu var; ama, bugünkü
konumuz organik tarım; organik tarıma emeği geçen tüm Tarım Bakanlığı
yetkililerine ve Tarım Komisyonunun iktidar ve muhalefet üyelerine teşekkür
ediyorum.
Bu inançla ve özveriyle
hazırlanmış bulunan bu kanunun ülkemize hayırlı olması dileğiyle, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Budak.
Tasarının tümü üzerinde,
şahsı adına, Konya Milletvekili Özkan Öksüz söz istemiştir.
Buyurun Sayın Öksüz. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 653 sıra sayılı Organik Tarım Kanunu
Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi ve
muhalefetteki arkadaşları selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz yasa
tasarısı, hem dünyada hem de ülkemizde, her geçen gün önemi, potansiyeli ve
kapsamı artan organik tarım yöntemini belirli bir esasa bağlamaktadır.
Günümüzde, çevre
bilincinin uyanmasıyla, doğal çevrenin ve kaynakların korunması ve bozulan
ekolojik dengenin yeniden tesisi, sürdürülebilir tarım, toprağın yaşatılması,
flora ve faunanın korunması, biyolojik çeşitliliğin devamı ve kimyasal kirlilik
ile zehirli kalıntının da sonlandırılması temel amaç olmuştur.
Günümüzde, tüm dünyada,
çevrenin, insan ve toplum sağlığının korunması konusunda, ülkelere göre farklı
düzeylerde olmakla birlikte, büyük gelişmeler meydana gelmektedir.
Bugün konvansiyonel
tarımın üretim artışına yönelik aşırı miktarda sentetik ve kimyasal girdi
kullanımı sonucu çevre kirliliği önemli boyutlara ulaşmıştır. Tarım
alanlarındaki kirlilik, doğal dengenin bozulmasına neden olurken, çevre
kirliliği ve besin zinciriyle tüm canlılara ulaşabilen hayatî tehlikeye de yol
açmaktadır.
Konvansiyonel tarımda
ürünün kalitesinin ikinci plana atılması, ekonomik üretim yapmak için
mekanizasyonun artırılması ve özellikle bilinçsiz uygulamalar, toprağın canlı
tabakasını yok etmiştir. Toprakta oluşan sert tabakalar sıkışmalar yaratarak,
erozyonu teşvik etmiştir. Verim artışı sağlanırken, üretimde ekolojik denge
bozulmuş, iyi tarım toprakları elden çıkmış ve toprağın canlı kısmı ölmüştür.
Topraktan kaybolan bu maddelerin tekrar telafisi çok pahalıya mal olmaya
başlamış ve bazen de imkânsız hale gelmiştir.
Dünya nüfusunun artması
ve modern tarımın yaygınlaştırılması, birim başına düşen verimin ve dolayısıyla
üretimin artırılması için sağlanan teşvikler ve aşırı destekler sonucu,
1970'te, pestisitlerin ve kimyasal gübrenin keşfiyle, yeşil devrim olarak
adlandırılan tarımsal üretimin artırılma çabalarının dünyadaki açlık sorununa
çözüm olamadığı, aksine, doğal dengeyi ve insan sağlığını sürekli bozduğu
tespit edilmiştir.
Bu olumsuz koşullar
karşısında, gelir düzeyi yüksek olan ülkeler başta olmak üzere, birçok ülkede
bilinçlenerek örgütlenen üretici ve tüketiciler, doğayı tahrip etmeyen
yöntemlerle, insanlarda zehirli etki yapmayan tarımsal ürünleri üretmeyi ve
tüketmeyi tercih etmişlerdir. Bu nedenle, yeni bir üretim tarzı olan ekolojik
veya organik tarım ortaya çıkmıştır.
Değerli milletvekilleri,
organik tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan dengeyi
yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte
olup, esas olarak, sentetik kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve mineral
gübrelerin kullanımını yasaklaması yanında, organik ve yeşil gübreleme,
toprağın muhafazasını, bitkinin direncini artıran, doğal düşmanlardan
faydalanmayı tavsiye eden, bütün bu olanakların kapalı bir sistemde
oluşturulmasını öneren, üretimde sadece miktar artışını değil, aynı zamanda,
ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan alternatif bir üretim şeklidir.
Organik tarım, toprak
erozyonunu önlemek, su kalitesini korumak, enerji tasarrufu yapmak,
kimyasalların insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek, çiftçilerin ve
tarımsal işletmelerde çalışan insanların sağlığını korumak, küçük çiftçilere
yardım etmek, ekonomiyi desteklemek, daha nitelikli ürün elde etmek, gelecek
nesilleri korumak için gereklidir.
Günümüzde dünyada 130'dan
fazla ülke organik tarımla uğraşmaktadır. Bu ülkelerden 90'ı gelişmekte olan
ülkeler, 15'i ise az gelişmiş ülkelerdir. Dünyada organik tarım alanlarının
genişliği 24 000 000 hektar civarındadır. Avustralya ve Latin Amerika ülkeleri
başta olmak üzere, AB ülkeleri 5 500 000 hektarla, organik tarım yapılan alan
bakımından ikinci önemli ülke grubunu oluşturmaktadır.
Dünyada organik tarım
ticaretinin parasal boyutu da hızla büyümekte olup, 25 milyar Amerikan Doları
olan organik gıda satışlarının on yıl içerisinde 100 milyar Amerikan Doları
civarında olacağı tahmin edilmektedir.
Avrupa Birliği, gelişme
potansiyeli yüksek bir sektör olarak değerlendirilen organik tarımın, 2005
yılına kadar, tarım alanlarının yüzde 5'inde yapılmasını hedeflemektedir.
Bir yandan iklim
değişiklikleri ve çevre kirliliği, bir yandan canlı sağlığına zarar veren
girdilerin kullanımıyla birçok bitki ve hayvan türü yok olma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır. Bunun sonucunda, Avrupa Birliğinde, gıda güvenilirliğini ve
bio çeşitliliğini korumak için, çevreye dost üretim şekli olan organik tarımın
geliştirilmesi amacıyla yardım ve teşvik programları uygulanmaktadır.
Ülkemizde organik tarım,
1985 ve 1986 yıllarında, dünyada organik tarımın gelişimine ve yurt dışından
gelen organik ürün talebine bağlı olarak sistemsiz bir şekilde başlamış ve
sağlıklı gıdaların tüketimine yönelik dünyadaki değişmelere paralel olarak
gelişmiştir. Başlangıçta sadece 1985 yılında 8 ürüne yönelik olarak yapılan üretim,
günümüzde 179 ürüne ulaşmış bulunmaktadır. Fındık, ceviz, antepfıstığı,
kuruincir, kurukayısı, kuruüzüm, baklagiller, tıbbî aromatik bitkiler, pamuk,
üzümsü meyveler ile yaşmeyve ve sebzenin organik tarım metotlarına uygun olarak
üretimi yapılmaktadır.
Türkiye'de organik
üretim, toplam tarımsal üretim içinde henüz binde 1 seviyelerindedir; ancak,
dünyada ve özellikle Avrupa'da yaygınlaşan organik ürün tüketimindeki artıştan
dolayı, ülkemizin iyi bir pazar payı elde edebilme fırsatı bulunmaktadır. Önümüzdeki
on yıl içinde 100 milyar dolar olacağı tahmin edilen bu pazarda bizim payımız
da mutlaka artırılmalıdır.
Türkiye, topraklarında
çok yoğun girdi kullanılmasının avantajı, tarımsal üretim yönünden ürün
çeşitliliği, farklı ekosistemlerin varlığı, organik tarım içindeki gerekli
işgücü açısından tarımsal nüfusun fazlalığı dikkate alındığında, organik
tarımsal üretim ve ihracatı açısından önemli potansiyele sahip olan bir ülke
konumundadır; ancak, birçok insanımıza ekmek kapısı olacak bu potansiyel tam olarak
harekete geçirilmemiştir.
Ülkemizde organik tarım
yapılan alanlar, 2003 yılı itibariyle, bölgeler bazında incelendiğinde, Ege
Bölgesi başta olmak üzere, sırasıyla, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Akdeniz
Bölgesi ilk üç sırada yer almaktadır. Ekonomik gelişmede dezavantajlı
bölgelerden olan Karadeniz Bölgesinin iç kesimleri, İç Anadolu, Doğu Anadolu
gibi bölgeler organik tarımda avantajlı bölgeler olarak değerlendirilmektedir.
Ülkemizde organik üretim
yapan üretici sayısı, üretim miktarı, üretim alanları ve ürün çeşitliliği
yıllar içinde artış göstermektedir. 1999 yılında 1 947 olan üretici sayısı,
2002 yılında 12 428, 2003 yılında 13 044'e ulaşmıştır.
Üretim alanları
itibariyle; 1996 yılında 9 786 hektar olan üretim alanı, 2002 yılında 89 000
hektar alana, 2003 yılında ise 103 190 hektara yükselmiştir.
Üretim miktarı olarak
1996 yılında 10 304 ton olan üretim miktarı, 2002 yılında 310 125, 2003 yılında
ise 291 879 ton olarak gerçekleştirilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Öksüz,
toparlar mısınız.
Buyurun.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Devamla)-
Toparlıyorum.
Toplam ürün çeşidi 1996
yılında 26, 2002 yılında 150, 2003 yılında ise 179'a çıkmıştır. Organik
tarımsal üretimde ülkemiz, kültüre alınan bitkilerin yanı sıra, doğada
kendiliğinden yetişen kuşburnu, böğürtlen, ahududu, kekik gibi ürünlerin
toplanması ve organik olarak değerlendirilmesi açısından da büyük potansiyele
sahiptir.
İhracat yaptığımız ülke
sayısı 35 civarındadır. Avrupa Birliği ülkeleri en önemli ithalatçı ülkeler
konumundadır. Türkiye, 20 milyar dolarlık dünya organik ürün pazarında 37 000
000 dolarlık bir paya sahiptir. Dünya pazarında ve ülkemiz tarım ürünleri
ihracatında da gelmemiz gereken noktanın oldukça gerisinde bulunmaktadır.
Türkiye'de organik tarım
uygulamaları 1986 yılında ihracata yönelik olarak başlamıştır. Başlangıçta
ithalatçı ülkelerin mevzuatına uygun olarak üretim ve ihracat yapılırken, 1991
yılında Avrupa Birliği Konsey Tüzüğünün yürürlüğe girmesiyle, söz konusu tüzük
esas alınarak yapılmaya devam edilmiştir.
Söz konusu yönetmelik,
daha sonra, Avrupa Birliği mevzuatında 1991 yılından sonra yapılan
değişiklikleri içerecek şekilde güncellenmiş ve 2002 yılında Resmî Gazetede
yayımlanan Organik Tarımın Esasları ve Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik çerçevesinde
ülkemizde organik tarım yapılmaya başlanılmıştır.
Ülkemizde organik tarım
yapan işletmelerin küçüklüğü, yetersiz örgütlenme, yetersiz bilgi düzeyi,
yüksek maliyet, düşük verimlilik, ülkemizde kalıntı, katkı, mikrotoksin ve bu
analizleri yapacak laboratuvarların Akreditasyon işlemlerinin tamamlanmamış
olması, sağlıklı kontrol ve denetim için gerekli olan kayıt sistemi veri
tabanının oluşturulmayışı gibi pek çok unsur bulunmaktadır.
Bu vesileyle, hepinize
saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Öksüz.
Tasarının tümü üzerinde,
Hükümet adına söz isteyen, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Sami Güçlü; buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
UFUK ÖZKAN (Manisa) -
Sayın Bakan, toptan cevap verseydiniz daha iyi olurdu.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Olur.
ATİLA EMEK (Antalya) -
Eleştirilecek daha çok şey var Sayın Bakan.
BAŞKAN - Sayın Bakan,
buyurun lütfen. Sayın Bakan, bunu Başkanlık Divanı takdir eder.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, saygıdeğer arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bugün, Meclisimizin iki
grubunun -Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Parti Grubunun- Tarım Komisyonunda,
birlikte, ahenkli bir çalışma sergileyerek ve Hükümetimizden gelen teklifi daha
da iyileştirerek kabul ettikleri Organik Tarım Kanunu Tasarısını Genel Kurulda
görüşeceğiz ve dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın
Fahrettin Üstün'ün de ifade ettiği gibi, Grubun da desteğini alarak, bugün, bu
kanun tasarısını burada, birlikte, bu iki grup adına geçireceğiz.
Dolayısıyla, ben,
başlangıçta, tarımın bu çok önemli teknik konusunda verecekleri destekler için
kendilerine teşekkür ediyorum ve tasarının özüne yönelik değerlendirmelerini de
dikkatle takip edeceğimizi belirtiyorum, uygulamaya da olumlu sonuçların
yansımasını temenni ediyorum.
Grup adına konuşan Sayın
Fahrettin Üstün, bu tasarıyla ilgili değerlendirmeleri yaptıktan sonra,
Bakanlığımız hakkında ve Tarım Bakanı hakkında değerlendirmelerde bulundu; ben,
onlarla ilgili çok kısa bazı açıklamalar yapacağım.
Bana, Plan ve Bütçe
Komisyonunda salı günkü Tarım Bakanlığı bütçesi sanki devam ediyor gibi geldi;
bir anda, çok geniş bir eleştiri sundu ve âdeta, 2004 yılı için çok karamsar
bir tablo çizdi. Tabiî, bunun bu kadar olmadığını kendisi de biliyor hepimiz de
biliyoruz. Tarım sektörünün genel karakteri itibariyle, sorunlarından
arındırılması çok zor. Özellikle, bu sene, işte, afetler başta olmak üzere,
bazı olumsuzlukları hep birlikte yaşadık, ona karşı tedbirler almaya çalıştık. Bugün,
Karadeniz Bölgemize yapmış olduğumuz bu desteğin, uygulamadan sonra da bazı
eksikliklerinin, aksaklıklarının çıktığını o bölgenin milletvekilleri de
biliyorlar. Yani, dolayısıyla, gerçekten bir hadiseyi çözmeye yönelik adımlar
da beraberinde ek şeyler doğurabiliyor bu konuda. Hatta, bazı bölgelerimizdeki
rahatsızlıklara da şahidiz; ama, onu iyileştirmeye yönelik bir adım attığımızı
biliyoruz.
Tabiî, afetlerden başka,
bunun dışında, tarımın bir karakteri, üretim fazlası olduğunda da sorun
çıkıyor. İşte, geçen yıl patates üreticilerimizin durumu, bu sene devam eden
hal ve tahılda meydana gelen durum. Tahılda üretimimiz yüzde 20'ye yakın bir
artış gösterdi; ama, bu artış, üreticilerimizi başka sektörlerde memnun
ederken, bizim sektörümüzde aleyhe bir gelişme olacağını hepimiz biliyoruz ve
nitekim, arzu ettiğimiz gelişme olmadı. Piyasadan çok miktarda buğday almamıza
rağmen, geçen yıl aldığımız buğdayın 3 katı buğday almamıza rağmen fiyatlar
genel seviyesi geçen seneki durumunda kaldı; ama, toplam üretimdeki artış,
çiftçi gelirlerinin toplam gelirinde bir azalmayı önledi. Toplam gelir, belki
nispî olarak az arttı, ama, azalmadı. Şimdi, dolayısıyla, tahıldaki bu
gelişmenin bu olumlu yönünü de görmeliyiz.
Başka önemli bir iki
husus var, o da şu: Kalite çok iyi oldu tahılda. Bunun çok iyi olduğuna dair
ifadeyi de çok net söylemek istiyorum. Bu yıl, yaz aylarından itibaren, ihracat
amaçlı buğday ithalatını da bir bakıma yasakladık. Bu, liberal politikalara çok
uygun değil belki, ama, şu anda, makarna ihraç eden, irmik ve un ihraç eden
sanayicilerimiz, yurt dışından, dünya piyasalarından buğday ithal etme imkânına
sahip değiller. Bunu kendi kurumumuz veriyor. Evvela, kendi kurumumuz,
maliyetine katlandığı için vermiyor; arzu ettikleri kalitede buğdayı verebildiğimiz
için alıyorlar ve dolayısıyla, Türkiye'de meydana gelen bu gelişme, evet,
üreticilerimizi, ürettikleri ürünün miktarı kadar onların gelirlerinde bir
yansımaya sebep olmadı; ama, Türkiye açısından çok önemli bir gelişme oldu;
yani, Türkiye, kaliteli buğday üretmenin bir yolunu ve yöntemini fark etti.
Dolayısıyla, bu konuda çiftçilerimizin üçte 1'ini ilgilendiren kesimle ilgili
hadiseyi değerlendirirken, olumlu tarafını, olumsuz tarafını birlikte
düşünmeliyiz.
Ben, geçen hafta pazar
günü Trakya'dan geldim; ayçiçeği üreticileriyle beraberdim, Trakyabirlikle
beraberdim, Rasim Beyle beraberdik. Biz, çiftçilerin, ayçiçeği üretiminden çok
şikâyet ettiklerine şahit olmadık, bana ulaşmadı. 515 000 lira fiyat ödendi,
tamamı ödendi, primi bekliyorlar. Dolayısıyla bu konuda olumlu taraflar da var;
pirinç üreticilerinin, çeltik üreticilerinin bu yıl Türkiye'de çok güzel bir
dönem geçirdiklerini hepimiz biliyoruz; ama, gerek İktidar Partimizden gerekse
Anamuhalefet Partimizden bir arkadaşımız da, çıkıp, çeltik üreticilerinin
durumu bu sene iyidir demiyor. Bizim bunu duymaya da ihtiyacımız var, biz de
iltifata muhatap olmak isteriz elbette. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ERDAL KARADEMİR (İzmir) -
Ayçiçeği üreticisinden çok şikâyet geliyor; ama, size ulaşamıyorlar. Sizin
etrafınızda koruma zinciri var.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Müsaade eder misiniz...
Ben cümlemi şöyle
tamamlamak istiyorum: Burada bu söylediğimiz husus şu: Burada düşüncelerimizi
karşılıklı söylüyoruz. Elbette o kesimin de vardır.
Değerli arkadaşlarım, bu
olumsuz gelişmeler elbette var, yok demiyorum. Bu sene, biraz önce dediğim
gibi, patateste, narenciyede, beyaz ette bir müddet önce yaşadık,
pamukta... Pamukla ilgili konuyu
hepimiz biliyoruz. Pamuk konusunda dünya fiyatlarındaki düşme, bizi etkiliyor.
ALİ ARSLAN (Muğla) -
Pamuk çiftçisini etkilemiyor Sayın Bakan!
BAŞKAN - Lütfen sayın
milletvekilleri...
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) - Bir saniye arkadaşım...
Buna yönelik olarak şu
anda Tarım Bakanlığı bütçesi görüşülürken, orada... (CHP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, henüz tasarının tümü üzerinde görüşülüyor. Maddeleri üzerinde
görüşülürken kürsüye gelirsiniz, konuşursunuz.
ERDAL KARADEMİR (İzmir) -
Konuşacağız zaten.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakanım.
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI
SAMİ GÜÇLÜ (Devamla) -Plan ve Bütçe Komisyonunda, zaten bu konuda bir adım
atıldı; oradaki arkadaşlarımız biliyor; 100 trilyonluk bir ek kaynağın prim
hesabına nakledildiğini biliyoruz. Bu, gelişmeyi pozitif olarak etkileyecek bir
hadise. Yine, oradaki arkadaşlarımızın kendi ifadesi ve hazırlıkları, aynı
çalışmanın Maliye bütçesi görüşülürken de yapılacağı şeklinde ve dolayısıyla,
en başta, Hükümetimizin ekonomik işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı
Abdüllatif Şener Beyin başkanlığında, bu konuda -iyileştirme konusunda- bir
arayış sürüyor; yani, biz, pamuk üreticilerimizin içinde bulunduğu durumu
telafi edecek, iyileştirecek, bu üretimi sürdürülebilir yapacak bir gelişmenin
arayışı içerisindeyiz. Dolayısıyla, bu konuda, hadiseye duyarsız kalmak,
ilgisiz kalmak gibi bir tutum içerisinde olmamız zaten düşünülemez. En temel
sanayi hammaddemizi ve Türkiye'nin rekabet gücü olan bir sektörünün
hammaddesini, bu ülkede, biz, üretmeye ve üretimini artırmaya devam etmeliyiz.
Ben, anafikir olarak
birkaç hususta daha şöyle demek istiyorum: Efendim, 2004 yılında, biz,
tohumculuk konusunda, çok kayda değer bir çalışma yaptık. Ziraî mücadele
konusunda, özellikle tahılda yaptığımız çalışmayı hatırlıyorum. Sebze
tohumculuğundaki hadise... Hayvancılık sektörüne 550 trilyonluk bir kaynak
aktarıyoruz. Hayvan kaçakçılığı konusundaki mücadelemizi, lütfen,
arkadaşlarımız, dikkate alsınlar ve takip etsinler. Şu anda çok kesin olarak
söylüyoruz; büyükbaş hayvan kaçakçılığının piyasayı etkilemesi söz konusu
değil. Böyle bir kaçakçılığı önleyici tüm tedbirlerin devamlı olarak sağlanması
konusunda, ilgili tüm güvenlik kuruluşlarıyla işbirliği içerisindeyiz. En büyük
desteği askerlerimizden alıyoruz ve bu konudaki yaklaşım tarzları itibariyle,
inanın, bizim, bir ihtisas kurumu olarak verdiğimiz önem kadar olayın içindeler
ve Türkiye'deki hayvan hastalıklarının önlenmesi için gerekli olduğunu
söyleyebiliyorlar. Yani, dolayısıyla, ekonomik yönden daha çok hayvan
hastalıkları kısmını... Dolayısıyla, önümüzdeki günlerde -yani, 4 Aralıkta-
Diyarbakır'da, yine, ülkenin sınır bölgesi valileriyle toplanarak, bu
kaçakçılığı mutlaka önlemek ve bu mücadeleyi sürdürmekteki kararlılığımızı
göstereceğiz.
Tarımsal krediler
konusunda, ilk defa, 2004 yılında bir
sistem işlemeye başladı; iyi işlemedi; 2 katrilyon hedefledik, ancak 500
trilyon civarında olacak; ama, bir sistem yürürlüğe girdi; bunu büyütmek,
olumsuzluklarını gidermek daha kolay.
Gıda konusundaki
sorumluluğu üzerimize aldık ve bu ülkede gıda denetimiyle ilgili konularda
düzenleyici, kontrol edici bir kurum olarak topluma karşı sorumluluklarımızın
çok farkındayız ve 2005 sonbaharında, herkesin görebileceği bir iyileştirmeyi
hayata geçireceğiz inşallah.
Onun dışında, benim
söyleyeceğim diğer bir husus, bu organik tarım konusu. Dünyada hızla gelişen,
Türkiye'de de belki olması gerekenden daha çok toplumda bir beklenti uyandıran
ve bu sebeple de, belki, kontrol etmezsek, pazarlamayla, araştırmayla, piyasa
genişlemesiyle ilgisini kurmazsak birkısım hayal kırıklıkları da
yaşayabileceğimiz bir alandır. Dolayısıyla, pazarlamayla birlikte gelişmesi
gereken bir alandır. Türkiye'deki üretimin, üreticinin, alanların genişlediğini
arkadaşlarımız uzun uzun ifade ettiler.
Ben, bu kanun tasarısının
hazırlanmasında emeği geçen çok sayıda sivil toplum kuruluşuna,
üniversitelerimize, kamu kuruluşlarımızın temsilcilerine ve sivil toplum
örgütlerinin yaklaşık 1 200 katılımcısının görüşünü alarak, bu konuda, âdeta
toplumsal bir mutabakat sağlayarak bu hale getiren Bakanlığımın ilgili
birimlerine ve Tarım Komisyonunda katkı veren her iki gruba mensup
arkadaşlarıma ve sonunda, yine, birlikte Meclis Genel Kuruluna getirilmesine
imkân verdikleri için teşekkür ediyorum. Bugün, yine, bu Kurulda, bu konuyu
görüşerek, müştereken değerlendirerek yasalaştırma hususundaki çalışmalarımızın
hayırlı olmasını diliyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Tasarının tümü üzerinde,
şahsı adına söz isteyen Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan; buyurun.(CHP
sıralarından alkışlar)
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Organik Tarım Kanunu Tasarısı üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan
önce, özellikle bu kanun tasarısının Meclis Genel Kuruluna kadar gelmesinde
katkısı olan bütün kişi, kurum ve kuruluşlara huzurlarınızda şükranlarımı
sunmak istiyorum.
Dünyada, son derece önem
verilen, insanların, yeni yetişecek neslin sağlıklı yetişmesi ve büyümesi için
hayatî derecede önemli olan organik tarımın Türkiye'de geçirdiği evreleri
benden önce konuşan milletvekillerimiz anlattılar; organik tarımın, Türkiye
için, dünya için ne kadar önemli olduğunu ifade ettiler. Ben de, bu konuyla
ilgili olarak, özellikle 1980'li yıllardan sonra dünyanın gündemine oturan ve
1990'lı yıllardan itibaren de Türkiye'de yer bulan organik tarımın içinde
bulunduğu sıkıntılar ve bunların çözüm yollarıyla ilgili kısa bilgiler sunmak
istiyorum.
Öncelikle, organik
tarımla ilgili ulusal bir politikanın olmadığı ve kısa ve uzun vadeli
hedeflerin bulunmadığı hepimizin malumudur. Organik tarım gibi, gelişmiş
ülkelerin son derece önem verdiği bir konuda, gelişmekte olan bir ülkenin, bu
konuya, en az onlar kadar önem vermesinin zarurî olduğu açıktır. Üreticilerin
organik tarımla ilgili yeterli bilgi birikimine sahip olmaması, onların
yeterince eğitilmemesi, ülkemizdeki organik tarımı olumsuz olarak etkileyen
faktörlerin başında gelmektedir. Yine, maalesef, bu konuyla ilgili danışmanlık
hizmetlerinin yeterince yapılamaması, üreticilerin desteklenmemesi, organik
tarımdaki handikaplarımızdandır. Örneğin, Avusturya'da hektar başına 325 euro
olan destek, İsviçre'de 840 eurodur; ancak, ülkemizde organik tarımla ilgili
henüz herhangi bir destekleme söz konusu değildir.
Yine, organik tarımla
ilgili olarak laboratuvarlarımızın da yeterli olmadığını ifade edebiliriz.
Organik tarımla uğraşan çiftçilerimizin üretimde kullandığı girdilerin son
derece pahalı olduğu, bu son derece pahalı olan girdilerle yapılan üretimin
dünya pazarlarındaki organik tarım ürünleriyle rekabet edemediği de, yine, çok
açık bir gerçek olarak karşımızdadır.
Organik tarımla ilgili
kontrol ve sertifikasyon kuruluşlarının az olması da bir diğer handikaptır. Bu
konuda 5 yabancı ve 2 yerli kuruluşun olması, bu sahada üretim yapmaya çalışan
üreticilerimizin mağdur olmasına sebebiyet vermektedir.
Yine, Türkiye'de organik
tarımla uğraşan çiftçilerimizin, üretim yaptıkları parselleri son derece küçük
olduğu için, birim başına yapılan maliyet artmakta ve birim başına elde edilen
ürün de o ölçüde azalmaktadır.
Organik tarım ürünleriyle
ilgili iç talebin yetersiz olduğunu da ifade edebiliriz. İç talebin yetersiz
olmasının sebeplerinden birisi olarak, maalesef, bunları satın alabilecek
vatandaşların gelir düzeyinin düşük olduğunu ifade edebiliriz. Buna mukabil,
bununla ilgili aracıların, bu ürünleri, fahiş fiyatlarla, alıp piyasalara
sunması da, üreticileri sıkıntıya sokan faktörlerin başındadır. Tabiî,
üreticiler bu konuda son derece örgütsüzdür.
Organik tarımla ilgili
olarak, devletin kurumlarında olması gereken veriler de yetersizdir. Buna,
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı da dahildir.
Maliyetler
-biraz sonra geleceğim- tarımın diğer problemlerinden dolayı, maalesef, yüksek
olduğu için, organik tarım üretimi yapan çiftçilerimizin yeterli verimi
aldıklarını da söylememiz mümkün değildir.
İşte, bütün bu şartları
gözönüne alacak olursak, böyle bir kanun tasarısının Meclis gündemine gelmesini
olumlu olarak görüyor, bu kanun tasarısını desteklediğimi ifade ediyorum;
ancak, biraz önce sıraladığım eksikliklerin ve aksaklıkların da, bu kanun
tasarısı kanunlaştıktan sonra, mutlaka, hükümetimizce değerlendirilmesi, Tarım
Bakanlığımız tarafından da bu konunun ciddî bir şekilde takip edilmesi ve bu
konuyla ilgili üretim yapan üreticilerimize sahip çıkılması gerekmektedir.
Biraz önce, Sayın Tarım
Bakanımız geldi, burada CHP'li bir arkadaşımızın konuşması üzerine "çok
karamsar bir tablo çizdi; ancak, durum o kadar da kötü değil" şeklinde de
bir ifade kullandı; yani, Sayın Tarım Bakanımız kötü olduğunu kabul ediyor da,
çok karamsar, çok kötü olduğunu kabul etmiyor; ama, biraz sonra söyleyeceğim
rakamlarla, tarımın nereden nereye geldiğini sizlerin huzurunda tüm
vatandaşlarıma bu kürsüden duyurmak istiyorum.
Bu sene alınan bir
kararla, besiciliği teşvikle ilgili olarak, 1 000 000 liralık uygulama,
maalesef, 500 000 liraya indirilmiştir ve yine, açıklandığı üzere, mazot
desteğinin 2005 yılında kaldırılacağı ifade edilmiştir. Büyük bir propagandayla
gündeme getirilen, ancak önümüzdeki yıl kaldırılacağı söylenen mazot desteğinin
kaldırılması halinde, Avrupa'da, dönüm başına 400 dolar civarında olan
desteklemenin, Türkiye'de 60-70 dolarlara düşeceği çok açıktır; bu kadar az
destekle, Türk çiftçisinin, dünyadaki diğer çiftçilerle yarışmasının, rekabet
etmesinin de mümkün olmadığı çok açık bir gerçektir.
Yine, ilk defa, geçen
sene, Türkiye'de 500 000 hektar tarım arazisi boş kalmıştır sevgili
milletvekilleri. Boş kalmasının sebebi nedir?! Artık, vatandaşın tarlasını
ekmesi, üretim yapması, ona herhangi bir artı değer sağlamadığı için, en
azından boş bırakarak zararına satış yapmanın önüne geçme düşüncesiyle,
Türkiye'de ilk defa bu kadar tarım arazisi boş bırakılmıştır.
Yine, biraz önce, Sayın
Tarım Bakanımız, Trakya'daki ayçiçeği üreticilerinin memnun olduğunu ifade
ettiler. Biz de, yaklaşık iki ay önce, Sayın Genel Başkanımızla beraber, Trakya
Malkara'da çiftçi mitingindeydik. Bir ilçe şartlarının çok üzerinde, en az 10
000 çiftçi Malkara Meydanını doldurmuştu. Malkara Meydanında, o çiftçilerden
feryatlar yükseliyordu. Eğer, o çiftçiler, ayçiçeği üreticileri, buğday
üreticileri memnunsa, buyurun Sayın Tarım Bakanım, siz de Malkara'ya gidin, bir
çiftçi mitingi düzenleyin, 100 kişiyi toplayabilecek misiniz görün!
Çiftçi kan ağlıyor. Geçenlerde
Polatlı'daydım. Polatlı'daki soğan üreticileri, soğanlarını tarlada
bırakıyorlar. Aydıncık İlçesindeki soğan festivaline katıldım. Orada,
vatandaşlar gözyaşı döküyordu; soğanın acı suyundan değildi o gözyaşı, soğan
üreticisinin düşmüş olduğu o zor durumun neticesi olarak gözlerinden yaşlar
akıyordu.
Gelip, burada,
Trakya'daki tarım üreticisinin memnun olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz?! Ben
Denizli'deydim, Denizli milletvekilimiz de burada, pamuk üreticileri
pamuklarını yaktılar bu sene Denizli'de. Yunanistan'daki fiyatlar belli,
Amerika Birleşik Devletlerindeki fiyatlar belli; Türk çiftçisi, Türk pamuk
üreticisi nasıl rekabet edecek, nasıl pamuk üretecek?! Pamuğa ödenecek olan
prim henüz belli değil. Geçen sene, Yunanistan, pamuk üreticisine 45 sent
destek verirken, Türkiye'de, pamuk üreticisine 5 sent destek verildi. Türkiye,
daha önceki yıllarda, pamuk üretiminde bir hayli ön sıralarda olan bir ülke
olmasına rağmen, bugün, Yunanistan'dan pamuk ithal eder duruma gelmişsek, bu,
yıllarca dünyanın kendi kendine yeten 7 tarım ülkesinden birisi olan
Türkiye'nin bir ayıbıdır. Bu uygulamalara bir an önce son verilmesi ve mutlaka,
tarımın, çiftçinin desteklenmesi lazım.
Geçenlerde, Sayın
Başbakan, 2002 yılındaki satın alma gücü ile 2004 yılındaki satın alma gücünü
karşılaştırdı. 2002 yılı, Türkiye'de, çok kötü bir yıldır; ama, ben de şimdi
bazı rakamları karşılaştıracağım; 1997 yılı ile 2004 yılının rakamlarını
birlikte karşılaştıralım: 1997 yılında, Türk çiftçisi, 2,8 kilogram buğday
satarak 1 litre mazot alabilirken, 2004 yılında, 5,2 kilogram buğday satarak 1
litre mazot almaktadır. Mazot fiyatının, yılbaşından beri artış oranı yüzde
32'dir sevgili arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SERACETTİN KARAYAĞIZ
(Muş) - Dünyada arttı, ne yapalım.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
toparlayabilir misiniz.
Buyurun.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Dünyada artıyor; ama, Avrupa'daki mazot fiyatlarına bakalım, Avrupa'daki
çiftçinin desteklenmesine bakalım, oradaki prim sistemine bakalım, oradaki
maliyetleri karşılaştıralım. Onları bir kenara bırakarak bunları söylersek
yanlış olur.
Yine, 1997'de 34 kilogram
buğdayla 12 kilogram tüpgaz alınabilirken, bugün, 62 kilogram buğdayla 12
kilogram tüpgaz alınmaktadır. Yine, 3,5 kilogram buğday satılarak 1 kilogram
şeker alınabilirken 1997 yılında, 2004 yılında, 5,5 kilogram buğday satılarak 1
kilogram şeker alınmaktadır. Yine, 0,36 kilogram buğdayla 1 kilogram
amonyumnitrat gübresi alınabilirken, şimdi, 0,75 kilogram buğdayla
alınmaktadır.
Yine, ne acıdır ki,
Türkiye'de ilk defa -bakınız, elimde rakamlar var; yine, bir yıl istisna- tarım
ithalatı, tarım ihracatından çok fazla. İşte, 2003 yılındaki rakamlar: İhracat
2 400 000 000 dolar, ithalat 2 500 000 000 dolar. Bakınız, ithalat, ihracattan
daha fazla ve bu seneki rakam çok daha kötü. Bu seneki rakam -8 aylık rakamları
veriyorum- 1 990 000 000 dolar ithalat, 1 575 000 000 dolar ihracat. 8 aylık
veri, Türkiye'nin tarımdaki kötüye gidişinin çok açık bir rakamı; 400 000 000
dolar, ihracatımız, ithalatımızdan daha az. Bütün bu şartlar altında,
Türkiye'de tarımın iyiye gittiğini, tarımın iyi olduğunu nasıl söyleyebiliriz.
Yine, bakınız, elimde,
yıllar itibariyle ürün fiyatları ve girdi fiyatları var. Bakın, 2003 yılı ile
2004 yılını şöyle bir karşılaştırmak istiyorum: Çekirdeksiz kuruüzümde fiyat
yüzde 28,6 daha az geçen seneye göre,
kurusoğanda yüzde 63 daha az
arkadaşlar, 2003 yılına göre; patateste
yüzde 25 daha düşük fiyatlar. Elmada yüzde 31,4; mandalinada yüzde 50 ve
bunların...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
lütfen teşekkür edin.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Sayın Başkan, lütfen... İstirham edeyim... Zaten söz hakkımız sınırlı,
kısıtlı. Tarımla ilgili bir konu görüşülüyor. Çiftçimizin, köylümüzün derdine
derman olmaya çalışıyoruz. Onların düşüncelerini, isteklerini, arzularını
Meclis aracılığıyla hükümete, kamuoyuna duyurmak için, lütfen, 1-2 dakika daha
istirham edeyim.
BAŞKAN - Sayın Kandoğan,
Tüzüğün tanıdığı hakkı sonuna kadar kullandırıyoruz.
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Bu arada, girdi fiyatlarındaki artışlara bakalım. Sadece 2003 ile 2004'ü
karşılaştırıyorum. Bakınız, yem fiyatları yüzde 36 artmış, gübre yüzde 20
artmış, mazot yüzde 34 artmış, sulamada masraflar yüzde 20 artmış, tarımsal
elektrik fiyatındaki artış yüzde 32, tarımda asgarî ücretteki artış yüzde 45.
Şimdi, bunları yan yana koyarsak, Türk çiftçisinin hangi durum içerisinde
olduğu hepimizin malumudur. Böyle bir ortamda organik tarımla ilgili kanun
tasarısını görüşüyoruz.
Bu tasarıyı burada
kanunlaştıracağız; ancak, bu tasarı kanunlaştıktan sonra, yarın, çiftçimize,
köylümüze bu kanunla ne vereceğiz? Tarımın içinde bulunduğu durum bu iken, bu
kanun tasarısı kanunlaştıktan sonra çiftçimizin, köylümüzün durumu daha mı
iyileşecek?!
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür eder
misiniz Sayın Kandoğan...
ÜMMET KANDOĞAN (Devamla)
- Peki.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kandoğan.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.
BAŞKAN - Arayacağım Sayın
Koç.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı
yoktur.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati : 19.32
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.40
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
9. - Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum
ile Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/841) (S. Sayısı: 653)
(Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
653 sıra sayılı kanun
tasarısının maddelerine geçilmesinin oylanmasında karar yetersayısı
bulunamamıştı.
Şimdi, tekrar, maddelere
geçilmesini oya sunup karar yetersayısını arayacağım.
Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati : 19.41
DÖRDÜNCÜ
OTURUM
Açılma Saati: 19.47
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Bayram ÖZÇELİK (Burdur)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum.
653 sıra sayılı kanun
tasarısının müzakerelerine devam edeceğiz.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
9.- Organik Tarım Kanunu Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonları Raporları (1/841) (S. Sayısı: 653)
(Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
653 sıra sayılı kanun
tasarısının maddelerine geçilmesinin oylanmasında karar yetersayısı
bulunamamıştı.
Şimdi, tekrar, maddelerine
geçilmesini oya sunup, karar yetersayısını arayacağım.
Kabul edenler...
Sayın milletvekilleri,
Kâtip Üyeler arasında anlaşmazlık olduğu için, oylamayı elektronik cihazla
yapacağız.
Oylama için 3 dakika süre
vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden
yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy
pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Oylama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın Beşir
Atalay'a vekâleten Sayın Sami Güçlü oy kullanmıştır.
Sayın Hasan Kara?.. Yok.
Sayın Öner Ergenç?..
Burada.
Sayın Ali Yüksel
Kavuştu?.. Yok.
Sayın Şükrü Önder?.. Yok.
Sayın Mehmet Eraslan?..
Yok.
Sayın Mehmet Daniş?..
Yok.
Sayın İbrahim Köşdere?..
Yok.
Sayın milletvekilleri,
üçüncü kez yapılan oylamada da karar yetersayısı bulunamamıştır.
Sayın milletvekilleri,
Başkanlık Divanı olarak, bugün UEFA Kupasında ülkemizi temsil edecek olan
Beşiktaş Spor Kulübüne, Steaua Bükreş karşısında başarılar diliyor, ülkemize
millî heyecanı yaşatmasını temenni ediyoruz. (Alkışlar)
Üçüncü kez yapılan
oylamada da karar yetersayısı bulunamadığı için, sözlü soru önergeleri ile
diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 30 Kasım 2004 Salı günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 19.56
VI. -
SORULAR VE CEVAPLAR
A) Yazili Sorular ve Cevaplari
1. -
İstanbul Milletvekili Gürsoy EROL'un, Millî Saraylar bünyesindeki müze ve
kafeteryaların tanıtımına ve ziyaretçilerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Vekili İsmail ALPTEKİN'in cevabı (7/4040)