BIM BIM 2 7 2004-08-29T13:04:00Z 2004-08-29T13:04:00Z 80 62576 356687 TBMM 2972 713 438036 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        YASAMA YILI : 2

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 56

 

114 üncü Birleşim

13 Temmuz 2004 Salı

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa'da voltaj düzensizliği nedeniyle elektrikle çalışan araçlarda meydana gelen arızalardan kaynaklanan sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

2. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Kansu'nun, Bosna-Hersek'te Hırvat milislerce yıkılan Mostar Köprüsünün tarihî, sanatsal değeri, sembolik anlamı ile yeniden inşa edilerek insanlığın hizmetine açılacak olmasına ilişkin gündemdışı konuşması

3. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, bir soru önergesinin düşündürdüklerine ve yasama denetiminin uygulanabilirliğine ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - 5197 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun bazı maddelerinin bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/621)

2. - Romanya Senato Başkanı Nicolae Vacaroiu ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/622)

3. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/623)

4. - Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın (6/1146) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/210)

IV.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri iddiasıyla eski Başbakan A.Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/5, 6) (S.Sayısı: 621)

2. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 64 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin Bakanlığı sırasında enerji ve doğalgaz anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı, Devlet alım satımına fesat karıştırdığı iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer ile ayrıca bakanlıkları sırasında uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarında ilgili kurum ve kuruluşların uyarılarını dikkate almayarak kamuyu zarara uğrattıkları, DSİ Genel Müdürlüğünde usulsüz uygulamalara onay verdikleri ve bu suretle görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma fiillerini işledikleri iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/4,7) (S.Sayısı: 622)

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - İzmir Milletvekili Kemal ANADOL'un, Türkiye'de işkence merkezleri olduğu iddiasına ve Türkiye'nin Irak politikasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/2684)

2. - Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın, 1999 yılında yapılan ve 2004  yılında yapılacak KPS sınavlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/2783)

3. - Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, Adana'da iki spor kulübüne tahsisli arsaların işletme hakkının iptaline ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/2792)

4. - İstanbul Milletvekili Mehmet Ali ÖZPOLAT'ın, İstanbul'a 3 üncü köprü yapılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/2847)

5. - Kırıkkale Milletvekili Halil TİRYAKİ'nin, yurtdışında katıldığı bir konferansa ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/2857)

6. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, SSK'ya ait gayrimenkullere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/2860)

7. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, Iğdır Havaalanı inşaatına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/2861)

8. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, Karadeniz Bölgesinde kanser vakalarının artış nedenine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/2879)

9. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, Devlet hastanelerinin MR cihazı ihtiyacına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/2918)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, işsizlik ve istihdam sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu cevap verdi.

Konya Milletvekili Harun Tüfekçi, Uluslararası Nasreddin Hoca Şenlikleri ve anma törenleri ile bu kapsamda yapılan çalışmalara,

Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün, Ankara-İstanbul arasında seferlere başlayan hızlı trenin Bilecik İlinde de durmasına ve ilin sorunlarına,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'ın (6/1167),

Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun (6/1152 ve 6/1153),

Esas numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına ilişkin önergeleri okundu, soruların geri verildiği bildirildi.

Dilekçe Komisyonu Başkanlığının, TBMM'nin tatilde olduğu süre içerisinde Komisyonun çalışmalarına devam etmesine ilişkin tezkeresi kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146),

2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523) (S. Sayısı: 152),

3 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305),

Görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden;

4 üncü sırasında bulunan, Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması (1/731) (S. Sayısı: 349),

5 inci sırasında bulunan, Özel Gelir ve Özel Ödeneklerin Düzenlenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması (1/827) (S. Sayısı: 618),

Hakkında Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;

Ertelendi.

6 ncı sırasında bulunan, Büyükşehir Belediyesi Kanunu Tasarısının (1/768) (S. Sayısı: 619) görüşmelerini müteakiben, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

13 Temmuz 2004 Salı günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te, toplanmak üzere birleşime 01.09'da son verildi.

 

Nevzat Pakdil

 

 

Başkanvekili

 

 

Suat Kılıç

Yaşar Tüzün

 

Samsun

Bilecik

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

Mehmet Daniş

 

 

Çanakkale

 

 

Kâtip Üye

 

 

No. : 167

II. - GELEN KÂĞITLAR

12 Temmuz 2004 Pazartesi

Tasarılar

1. - Türkiye Cumhuriyeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/850) (Plan ve Bütçe ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2004)

2. - Ticari Karayolu Taşıtlarının Geçici İthaline İlişkin Gümrük Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/851) (Plan ve Bütçe ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2004)

3. - Terörizmin Önlenmesi Avrupa Sözleşmesi Tadil Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/852) (İçişleri ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2004)

4. - Millî Eğitim Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/853) (Plan ve Bütçe ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2004)

5. - Dernekler Kanunu Tasarısı (1/854) (Adalet ve İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.7.2004)

Teklifler

1. - İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in; Her Yıl Ekim Ayının İlk Haftasının Uyuşturucu ile Mücadele ve Eğitimi Haftası Olması Hakkında Kanun Teklifi (2/308) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.7.2004)

2. - Ankara Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun; 1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/309) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.7.2004)

Raporlar

1. - Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/848, 2/175) (S. Sayısı: 641) (Dağıtma tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)

2. - Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet Tarafından Karşılanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/832) (S. Sayısı: 642) (Dağıtma tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)

3. - Kozmetik Kanunu Tasarısı ile Avrupa Birliği Uyum ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/844) (S. Sayısı: 643) (Dağıtma tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)

 

 

 

 

 

No. : 168

13 Temmuz 2004 Salı

Raporlar

1. - Kültür Yatırımları ve Girişimlerini Teşvik Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/847) (S. Sayısı: 644) (Dağıtma tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)

2. - Elektrik Piyasası Kanunu, Doğal Gaz Piyasası Kanunu ve Petrol Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/834) (S. Sayısı: 647) (Dağıtma tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)

3. - Pamukbank Türk Anonim Şirketinin Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketine Devri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/843) (S. Sayısı: 648) (Dağıtma tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)

4. - Bazı Kanunlarda ve 178 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/840) (S. Sayısı: 645) (Dağıtma tarihi: 13.7.2004) (GÜNDEME)

5. - Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/846) (S. Sayısı: 646) (Dağıtma tarihi: 13.7.2004) (GÜNDEME)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

13 Temmuz 2004 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER : Enver YILMAZ (Ordu), Mevlüt AKGÜN (Karaman)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 114 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Şanlıurfa İlinin elektrik sorunlarıyla ilgili söz isteyen, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Vedat Melik'e aittir.

Buyurun Sayın Melik. (CHP sıralarından alkışlar)

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa'da voltaj düzensizliği nedeniyle elektrikle çalışan araçlarda meydana gelen arızalardan kaynaklanan sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şanlıurfa İlinin elektrik enerjisiyle ilgili sorunlarını dile getirmek amacıyla gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi saygılarımla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, medeniyet ve üretim... Elbette ki, bu iki kavramın çok değişik ve uzun açıklamaları yapılabilir; ancak, değil 21 inci Yüzyılda, 20 nci Yüzyılda medeniyet ve üretimden bahsediyorsak, bu, öncelikle, su ve buna bağlı olarak, insanlık tarihinin ateş ve yazıdan sonra en büyük buluşu olan elektrik enerjisi demektir. Bir toplumda, bir ilde veya bir ülkede, hele olanaklarınız çok genişse ve siz, hâlâ elektrik enerjisini düzenli bir şekilde sağlayamıyorsanız, o bölgede medeniyetten ve sudan; dolayısıyla, çağdaş üretimden bahsetmeniz mümkün değildir. Bu şartlarda, olsa olsa ilkellikten bahsedebiliriz.

Değerli arkadaşlar, bakın, Türkiye'nin yılda yaklaşık 1 200 000 ton pamuğa ihtiyacı vardır. İhtiyaç duyduğumuz pamuğun yaklaşık 600 000 tonu, yani yarısı Urfa İlinde üretilmektedir. Pamuk, hepinizin bildiği gibi, sıcak iklimlerde; ancak, su olmadan yetişmeyen bir bitkidir. GAP Projesi kapsamında sulama sadece Harran Ovasında yapılmaktadır; fakat, bugüne kadar, Harran Ovasının dahi tamamı sulanamamıştır. Harran Ovasında devlet imkânlarıyla sulanabilen arazi miktarı 1 400 000 dekardır. O halde, geriye kalan pamuk nasıl üretilmektedir; geriye kalan pamuk ise, Viranşehir, Siverek, Hilvan, Ceylanpınar ve Akçakale-Pekmezli bölgesinde, vatandaşların kendi imkânlarıyla açtıkları 200-300 metrelik derin kuyulardan çektikleri suyla üretilmektedir. Urfa İlinde, tarımsal sulama amacıyla açılan kuyu sayısı yaklaşık 10 000'dir; ama, bu suyun çekilebilmesi için düzenli ve sürekli elektrik enerjisinin sağlanabilmesi gerekir; çünkü, suyu çekmek veya basmak için kullanılan aletler hem çok hassas hem de çok pahalıdır.

Peki, insanların büyük bir özveriyle, devletten bir tek kuruş almadan; ancak, devletin sözüne güvenerek açtıkları bu kuyular yüzünden, şu anda, ne durumda olduklarına bakalım.

Sulama sezonu başladığından bu yana -ki, henüz sezonun ortasına gelinmemiştir- elektrik voltajındaki düzensizlikten dolayı, her çiftçi, en az bir kez dalgıç onarımı yaptırmıştır, sezon sonuna kadar da kaç kez yaptıracağını kestirememektedir. Her dalgıç onarımı 2 500 000 000 Türk Lirasını geçmektedir. Ortalama her 14 dakikada bir elektrik kesilmektedir. Müessese Müdürlüğü, bazı hatlarda sırayla günde 12 saate varan kısıntılara giderek, kendince bir elektrik sırası yapmaya çalışmakta; ancak, yine de, olayın üstesinden gelememektedir. Urfa tarihinde ilk defa, bir grup çiftçi, dün vilayete ve TEDAŞ Müessese Müdürlüğüne yürüyerek tepkilerini ortaya koymaya çalışmışlardır. Hadise, giderek, bir sulama meselesinden çıkarak asayiş meselesine dönüşmeye başlamıştır. Bu arada, Mardin'in Kızıltepe Ovası çiftçilerinin de aynı durumda olduklarını unutmayalım.

Değerli milletvekilleri, bir il merkezi düşünün ki, yaz aylarında ortalama gece sıcaklığı 35 derece olsun, nüfusu da 500 000'den fazla olsun; ama, bu şehirde, bazen 24 saate yakın elektrik kesintisi olsun ve hastalar, röntgen filmi çektirmek için bile, saatlerce beklesin ve bu il merkezinde, yani Şanlıurfa'da elektrikli ev aleti yanmayan bir tek ev olmasın!..

Değerli arkadaşlar, 6 Mayıs 2003 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına başvurarak, Şanlıurfa İlinde yıllardır yaşanan elektrik enerjisi sorununun sıradan bir sorun olmadığını, dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuyu araştırma üzere bir komisyon oluşturması gerektiği isteminde bulunmuştuk ki, bu Meclis araştırma önergemiz hâlâ sıra beklemektedir.

Yine, 27 Mayıs 2003 tarihinde, ben, aynı, bu konuyla ilgili olarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Melik, sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - ...gündemdışı söz almış ve şimdiki konuşmama benzer bir konuşma yapmıştım. Konuşmamda, Şanlıurfa'daki problemin, TEDAŞ Şanlıurfa Müessese Müdürlüğünün baş edemeyeceği kadar büyük ve ciddî olduğunu, dolayısıyla, Bakanlığın, acilen, özel olarak Şanlıurfa ile ilgilenmesi ve çözüm bulması gerektiğini söylemiş; yoksa, Şanlıurfa'daki sistemin çökebileceğini belirtmiştim.

Değerli arkadaşlar, ben, size, Türkiye'nin küçük bir köyündeki sıkıntılardan bahsetmiyorum; ben, size, 20 000 kilometrekarelik bir ilden bahsediyorum; ben, burada, size, 1 500 000 insanın yaşadığı bir ilden bahsediyorum ve ben, size, devasa bir proje olarak iftiharla dünyaya sunduğumuz, sözde, GAP Projesinin merkezi kabul edilen ve ülke ekonomisine 100 000 000'larca dolarlık katkı sağlayan Şanlıurfa İlinin perişan ve çağdışı halde yaşayan insanlarının durumundan bahsediyorum!..

Biraz sonra, belki de bir sayın bakan bana cevap verirken, bir taşra milletvekili, Meclisin kapanmasına yakın, önemsiz yerel konularla ilgili olarak seçmenine mesaj vermek istiyor düşüncesiyle, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığındaki Şanlıurfa İli ile ilgili rakamları sıralayacak ve belki de 27 Mayıs 2003 tarihinde bana cevap veren Sayın Bakanın dediği gibi, Şanlıurfa'daki sorunu getirip, kaçak elektrik konusuna bağlayıp, çekip gidecektir; ancak, büyük bir ihtimalle, Şanlıurfa TRT vericisinin bulunduğu bölgede elektrik olmayacağı için, bu konuşmayı hiç kimse izleyemeyecektir; fakat, unutmayınız ki, kaçak elektrik bahanesinin maddî bir temeli yoktur. Bunu iddia eden insanların, Urfa elektrik şebekesi kurulduğu günden bu yana, şebekelerin veya iletim hatlarının yenilenmesi hususunda ne gibi çalışmalar olduğundan haberleri var mıdır?.. Ayrıca, devletin görevi, çağımızın gerektirdiği ve ülkenin olanaklarının elverdiği temel hizmetleri vatandaşına götürebilmek değil midir?..

Değerli arkadaşlar, bu konuyla ilgili olarak, Şanlıurfa İli, derhal, olağanüstü bölge ilan edilmeli ve devletin tüm imkânları seferber edilerek, ciddî anlamda kaynak aktarılmalıdır ki, bu çok önemli sorunun çözümüne bir yerden başlanılmış olsun ve yerel yöneticiler ile vatandaşlar yüz yüze gelmesin. Sağlayamadığı elektrik enerjisinin parasını dahi, kat kat, milletten almaya çalışan, onu hırsızlıkla suçlayan ve onu hapse attıran zihniyet, bu yıl muhatap olacağı ve belki de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerine kadar uzanacak tazminat davalarından, hiç olmazsa, önümüzdeki yıllarda kurtulmak için derhal tedbir almalıdır.

Yalnız, üzülerek belirtmeliyim ki, ben, bu hükümetin bu sorunu çözebileceğine inanmıyorum; çünkü, cuma günü Genel Kuruldan geçen Büyükşehir Belediyeleri Yasasının 26 ncı maddesini önerge vererek tamamen değiştiren zihniyet için, anlatmaya çalıştığım bu konu, bir hikâyeden ibarettir.

Yüce Meclisi saygılarımla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Melik.

Sayın milletvekilleri, gündemdışı ikinci söz, Bosna-Hersek'te bulunan Mostar Köprüsünün tarihî, sanatsal değeri, sembolik anlamı ve yeniden hayata geçirilmesi hakkında söz isteyen, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu'ya aittir.

Buyurun Sayın Kansu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Kansu'nun, Bosna-Hersek'te Hırvat milislerce yıkılan Mostar Köprüsünün tarihî, sanatsal değeri, sembolik anlamı ile yeniden inşa edilerek insanlığın hizmetine açılacak olmasına ilişkin gündemdışı konuşması

HÜSEYİN KANSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bosna bağımsızlık savaşı sırasında, 9 Kasım 1993 tarihinde Hırvat milislerce yıkılan tarihî Mostar Köprüsünün yeniden inşa edilmiş olması ve 23 Temmuz 2004 tarihinde birçok devlet liderinin katılacağı uluslararası bir seremoniyle, tekrar, insanlığın hizmetine açılacak olması münasebetiyle, "Mostar Köprüsü, tarihî, sanatsal değeri, sembolik anlamı ve yeniden hayata geçmesi" konulu, şahsım adına bir konuşma yapmak üzere söz almış bulunuyorum; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlarken, içinde bulunduğu kente ismini veren ve ona tarihî kimliğini kazandıran Mostar Köprüsü, bölge halkının talebine ve Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanına dayanılarak, dünyaca üncü Osmanlı mimarı Koca Sinan'ın talebesi olan Mimar Hayrettin tarafından 1566 yılında inşa edilmişti. Bosna'yı Osmanlı egemenliğine katan Fatih Sultan Mehmet zamanında Neretva Nehri üzerinde yapılan zincir halatlar üzerindeki hayli ilkel, ahşap köprünün yerine yapılan bu köprü, mimarî ve mühendislik ve teknolojik açıdan gerçekten bir şaheser olup, yüksek estetik yapısıyla, 16 ncı Asır Osmanlı mimarisinin en nadide eserlerinden biri olarak bilinmekteydi. Tek kemerden oluşan köprünün ayakları arasındaki açıklık 28 metre 70 santim olup, bu özelliğiyle Avrupa'da bilinen en büyük ayak açıklığına sahip tek köprüydü. Taşıdığı buna benzer birçok özellikle asrını aşan köprü, tarih boyu birçok gezgini ve bilimadamını kendine hayran bırakmış, "taştan dondurulmuş bir hilal", "gökkuşağı", "kudret kemeri" gibi ifadelerle güzelliği ve görkemi yüzyıllardan beri nesilden nesle anlatılmış ve övülmüştür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütün bu fiziksel özelliklerinin yanı sıra, köprü, çok önemli sembolik bir anlama da sahiptir. İnsan öncelikli bir mimarî felsefeyi benimseyen Mostar Köprüsü, sadece iki yakanın, iki insanın birleşmesi değildir; o, aynı zamanda iki kültürün buluşmasıdır. Bir medeniyeti diğer bir medeniyetle basit, tek bir kemerle buluşturan köprü, medeniyetlerin, özünde, birbirine ne kadar yakın ve uzlaşabilir olduğunu göstermiştir. Bosna-Hersek'te, yüzyıllar boyu barış, istikrar ve hoşgörünün simgesi olmuştur. Asırlardır kozmopolit bir özellik taşıyan bölge insanının bir arada, barış içerisinde yaşama iradesinin somutlaştığı yapı ve tüm Bosna ve Hersek'in anlam ve ruhunu tecessüm ettiren bir eser olarak, nice tabiî afet ve savaşa dayanmış ve Bosna-Hersek'in bağımsızlık savaşı sırasında, 9 Kasım 1993 tarihinde, farklı medeniyetlerin kavşak noktasında bulunan bölgenin bu dengeli yapısını bozmaya ve bölgeyi tek kutupluluğa sürükleyerek istikrarı zedelemeye çalışan Bosna'daki Hırvat milisler tarafından açılan top ateşi sonucu yıkılmıştı. Köprünün yıkılışı, başka hiçbir sivil veya kurumsal zararda olmadığı kadar Bosna halkını derinden yaralamış, âdeta, onun, tarihin derinliğine giden bağlarını sarsmış ve dolayısıyla, köprünün yıkılmasıyla birlikte Bosna-Hersek halkı da yıkılmıştı.

Mostar Köprüsünün yıkılışı, Balkanlarda hâlâ yaşayan Osmanlı-Türk hoşgörüsünün son izlerinin de ortadan kaldırılması demekti. Bosna savaşında her yeri yakıp yıkan anlayışın bir sembolle taçlandırılması gerekiyordu. Nitekim, köprünün yıkılışı, o ilkel zihniyetin temsilcilerine bunu sağladı. Ancak, tarihin birçok döneminde olduğu gibi, halkın toplumsal hafızası barış ve kardeşlik duygularını harekete geçirmiş, demokrasi ve bir arada yaşama iradesi kolektif gücü tahrik ederek, istikrar karşıtı kesimin her türlü teknolojik ve silah üstünlüğüne galebe çalmıştır. Öyle ki, tarihte belki hiçbir mimarî esere nasip olmayacak şekilde Mostar Köprüsü, birçok ülkenin ve ülkelerden resmî ve sivil kuruluşların katıldığı bir proje ve imar çalışmasıyla yeniden yapılmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği üzere, UNESCO'nun gözetiminde ve Dünya Bankasının malî desteğiyle aslına uygun olarak inşa edilen köprüde, Türkiye'nin hem malî hem de bilgi desteği baştan beri var olmuştur. Ülkemiz, imar projesine, Kültür Bakanlığı aracılığıyla 1 000 000 dolar yardımda bulunmuş, projenin teknik danışmanlığını Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihî Köprüler Şube Müdürlüğü üstlenmiş, yapımında birden fazla Türk inşaat şirketi yer almış ve onlarca vatandaşımız bu inşaatta istihdam edilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlar mısınız Sayın Kansu.

HÜSEYİN KANSU (Devamla) - Teşekkür ederim.

Ecdadımızın, dört asır önce, bölgeye, barış, istikrar ve kalkınma götürmek maksadıyla dünyada benzeri görülmedik bir tarzda inşa ettikleri köprünün yeniden inşaının her kademesinde Türkiye'nin, ilgili kurum ve kuruluşlarıyla, devlet ve sivil örgütleriyle bulunmasından daha doğal bir şey beklenemezdi. Bu anlamda ülkemiz, Bosna halkıyla var olan derin ve ayrılmaz tarihî bağlarını daha da pekiştirme fırsatı bulmuş, bölgenin huzur ve istikrarı için vazgeçilmez uluslararası bir aktör olduğunu bütün dünyaya bir kez daha göstermiştir.

Köprünün büyük zorluklarla yeniden inşaı, savaştan medet uman ilkel, çatışmacı zihniyetin etkisini kaybettiğinin; bunun karşısında, tabiî, insanî değerlerin kazandığının bir göstergesi olmuştur. Mostar Köprüsünün yeniden doğuşu, tüm insanlık adına bir kazançtır. Köprü, Neretva Nehri üzerine atılmış bir imza gibi, hak, hürriyet ve barış abidesi olarak inşallah, ilelebet, kıyamete kadar yaşayacak ve insanlığa hizmet edecektir.

Bu duygularla Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kansu.

Sayın milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, bir soru önergesinin düşündürdükleri ve yasama denetiminin uygulanabilirliğiyle ilgili söz isteyen, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart'a aittir.

Buyurun Sayın Kart.

3. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, bir soru önergesinin düşündürdüklerine ve yasama denetiminin uygulanabilirliğine ilişkin gündemdışı konuşması

ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir soru önergesinin düşündürdükleri ve bağlı olarak yasama denetiminin uygulanabilirliği konusunda görüşlerimi beyan etmek üzere gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Seydişehir Eti Alüminyum Tesislerinin özelleştirilmesi sürecinde, yasal özelleştirme başlamadan evvel belli bazı sermaye gruplarıyla hukukdışı ilişkiler içine girildiği yolunda tarafımıza ciddî ve dayanaklı belgeler ulaştırıldı. Bu belgelere göre, diğer iddiaların yanında, dünya alüminyum pazarında büyük pay sahibi olan Sual Holding ve bu holdingin Türkiye'deki temsilcisi olan Rixos Hoteller yetkililerine "bilgi odası" kapsamındaki gizli bilgiler verilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu olaylar Nisan 2003'te olmuştur. Sayın Başbakanın da Nisan 2003'te Sual Holding Başkanı Vekselberg'le görüşme yaptığı yolunda bilgiler basına yansımıştır.

Sayın milletvekilleri, işte, bu süreç ve tarafımıza ulaşan diğer bilgilere dayanarak, iddiaların tahkiki amacıyla Meclis araştırması yapılması için verdiğimiz araştırma önergesi Ekim 2003'ten bu yana Genel Kurul gündeminde beklemektedir, bekletilmektedir. Bu arada, Mart 2003'ten Mayıs 2004'e kadar aradan geçen 14 aylık süre içinde Sayın Başbakana 7 adet soru önergesi verildi. Bu soru önergelerinin tamamına da Sayın Başbakan adına Sayın Maliye Bakanı cevap verdi.

Bu soru önergelerinde, diğer iddiaların dışında, Eti Alüminyum Tesislerinin özelleştirilmesi aşamasında, Sayın Başbakanın, Sual Holding Başkanı Vekselberg'le yaptığı görüşmelerin içeriği soruldu. Ayrıca, Rixos Hotel yetkililerinin, alüminyum tesislerini -altını çizerek belirtiyorum- sahte plakalı araçlarla ziyaretlerine ilişkin bilgiler, iddialar dile getirildi. Bu kişilere hangi gerekçeyle "bilgi odası" kapsamındaki bilgilerin, dokümanların verildiği soruldu.

Rixos Hotellerle ilgili iddialara bugüne kadar hiçbir cevap verilmedi sayın milletvekilleri.

Sayın Vekselberg'le yapılan görüşmelere ilişkin sorulara ise, Sayın Maliye Bakanı aynen şu cevabı verdi, birkaç defa şu cevabı verdi: "Vekselberg ile Başbakanın görüşme yaptıklarına dair, Özelleştirme İdaresi kayıtlarında herhangi bir bilgi ve belge yoktur."

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakana sorulan soru son derece açıktır. Sual Holding Başkanıyla, hangi ortamlarda, hangi görüşmeleri yaptığı sorulmaktadır. Bu görüşme ve kayıtların Özelleştirme İdaresi kayıtlarında bulunup bulunmadığını sormuyorum; bu görüşmelerin nerede yapıldığı, görüşmelerin içeriği ve kamuoyuna neden açıklanmak istenilmediği, neden gizlenmek istenildiği sorulmaktadır. Önerge, böylesine açık, böylesine somut bir önerge. Hal böyle olmasına rağmen, Sayın Başbakan ve görevlendirdiği Sayın Maliye Bakanı, böylesine önemli bir konuyu neden geçiştirmek istemektedir? Açıklanmasından rahatsız oldukları veya olacakları bir husus mu vardır? Bu görüşmelerin devlet sırrı niteliği teşkil eden bir yönü varsa, bu gerekçeyle cevap vermeyebilirler; bunu da açıklamaları gerekir, bunun açıklanması ve bu konuda bilgi verilmesi gerekir; ancak, böyle bir niteliği olmadığı halde, bu görüşme ve gelişmeler kamuoyundan neden gizleniyor?

Değerli arkadaşlarım, demokrasinin özü, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve hesap verilmesi esasına dayanır. Avrupa Birliği konjonktürü içerisinde, yasal ve şeklî düzenlemelerle, Bilgi Edinme Yasası gibi birtakım mevzuat değişiklikleri yapıp, en başta hükümet olarak bunun gereği yapılmıyorsa; orada, dramatik, tutarsız ve gayri samimî bir kamu yönetimi anlayışı var demektir; orada, kamuoyundan gizlenmek ve kamuoyu denetiminden kaçırılmak istenilen bir şeyler var demektir; orada, haksız kazanç ilişkilerinin veya hazırlıklarının varlığı noktasında ciddî kuşkular var demektir. Esrarengiz ilişkilerin olduğu yerde ise, haksız kazanç ilişkilerinden, doğal olarak, kuşku duyulur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) - Tekrar ifade ediyorum; böyle bir gayri ciddîlik olamaz. Bu ilişki ve görüşme neden gizleniyor? Gizlemek ihtiyacı neden duyuluyor? Neden ısrarla gerçeğe aykırı cevaplar veriliyor? Böyle bir süreç içerisinde gelişen özelleştirme olaylarından kuşku duyulması gayet doğaldır.

Değerli arkadaşlarım, idarî ve adlî denetim mekanizmaları içerisindeki birtakım müdahalelerin eleştirisini bu aşamada yapmıyorum. Yine, kadrolaşma amacıyla, niteliksiz yapılanmaların gerçekleştirilmesi, kurumların içerisinin boşaltılması ve kurumların işlevini kaybetmesi tartışmalarına bu aşamada girmek istemiyorum; ama, milletvekili olarak, bu aşamada mutlaka değerlendirmem gereken bir konu var. Milletvekili olarak yasama denetimi görevini yapmamız engelleniyor, sürüncemede bırakılıyor, soru önergeleri geçiştirilmek isteniyorsa, orada, demokrasi adına ve milletvekilliği sorumluluğu adına düşünmemiz, sorgulamamız gereken çok şey var demektir. İnanıyorum ki, bu Meclis, bu sorumluluk anlayışına sahiptir. Sonuçta, bu sağduyuya ve sorumluluk anlayışına hepimizin sahip olduğuna yürekten inanıyorum.

Ben, bu düşünce ve değerlendirmelerle, Genel Kurulun ve kamuoyunun huzurunda Sayın Başbakana bir defa daha soruyorum, huzurunuzda soruyorum:

Sayın Başbakan, Sual Holding Başkanı Vekselberg ile hangi tarihlerde ve nerede görüşme yaptınız? Başbakanlık makamı dışında gayri resmî ortamlarda da görüşme yaptınız mı? Bu görüşmelerin içeriği nedir?

Müteaddit soru önergelerimize rağmen bu görüşmeler hakkında neden bilgi verilmiyor? Bu görüşmelerin açıklanmamasını gerektiren nasıl bir gerekçe vardır? Bu görüşmelerin "devlet sırrı" niteliği taşıyan bir içeriği var mıdır?

Fettah Tamince'nin sahibi ve yetkilisi olduğu Rixos Hoteller yetkililerine, bilgi odası kapsamındaki dokümanlar, yasal özelleştirme süreci başlamadan hangi gerekçeyle verilmiştir?

Değerli arkadaşlarım, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi, hukuk dışı ilişkilere yönelik iddiaların tahkiki ve milletvekilliği görevi ve sorumluluğumuzun gereği adına, demokratik sistemin özü adına, yasama denetimi görevimizin özü adına, bu sorumluluğumuz adına bütün bu hususların cevaplandırılması gereğini bir defa daha dile getiriyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Sunuşları, Divan Üyemizin, yerinde oturarak Genel Kurula arz etmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - 5197 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun bazı maddelerinin bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/621)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: 25.6.2004 günlü A.01.0.GNS.0.10.00.02-4880/16868 sayılı yazınız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca 24.6.2004 gününde kabul edilen 5197 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu incelenmiştir.

1- İncelenen yasanın 3,6,7,10,11,13,15,18,25,35,45,47,52 ve geçici 1 inci maddelerinde;

-İl özel yönetimi tanımlanırken, il halkı yanında, ilin yerel ortak gereksinmelerinin de bu yönetimlerce karşılanacağına yer verilerek, il özel yönetimleri farklı bir boyuta taşınmakta,

-Yine bu tanımda, il özel yönetimlerine ilk kez idarî ve malî özerklik tanınmakta; bunlarla ilgili olarak diğer maddelerde, il özel yönetimleri, merkezî yönetimin onayına bağlı olmadan;

Gerçek ve tüzelkişilere izin ve ruhsat vermek,

Yasak koymak ve uygulamak,

Taşınır ve taşınmaz malları almak, satmak, kiralamak, kiraya vermek, takas etmek, bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesis etmek,

İç ve dışborç almak,

Özelleştirme yapmak,

Yurtiçi ve dışındaki yerel yönetimler ve birlikleriyle işbirliği yapmak,

Sermaye şirketleri kurmak,

Gibi görev ve yetkilerle donatılmakta,

-İl özel yönetiminin görev ve yetkileri, belirgin ve sınırlı biçimde tek tek sayılmak yerine hizmet alanları belirtilmekte; yasalarla açıkça başka kurum ve kuruluşlara verilmeyen yerel nitelikteki her türlü görev ve hizmetin il özel yönetimlerince yerine getirileceği genel ve soyut biçimde öngörülmekte; bu arada, il özel yönetiminin hangi hizmet alanlarında il genelinde, hangi hizmet alanlarında belediye sınırları dışında yetkili olacağı vurgulanmakta,

-Valiliğin organlar içindeki yeri son sıraya düşürülüp, valilerin il genel meclisi başkanlığı görevine son verilmekte; il genel meclisi tek karar organı olarak  düzenlenip, başkanını kendi üyeleri arasından seçmesi, meclis gündemini başkanın belirlemesi, yılda iki kez yerine her ay toplanması öngörülmekte; meclis kararlarının kesinleşmesi için valiliğin onayına sunulma zorunluluğu kaldırılmakta; valinin hazırladığı yıllık etkinlik raporunun yetersiz görülmesi durumunda yetersizlik kararının "gereği yapılmak üzere" İçişleri Bakanlığına gönderileceği belirtilerek, özerklikten öte bağımsız niteliğe kolayca dönüşebilecek yerel bir meclis oluşturulmakta,

-İl özel yönetimi örgütlenmesinde genel sekreterlik oluşturulup, il özel yönetimi hizmetlerinin genel sekreterce yürütüleceği, genel sekreterin valiye karşı sorumlu olacağı, in encümenine valinin bulunmaması durumunda genel sekreterin başkanlık yapacağı vurgulanarak, vali yardımcılarının yerel organlardaki yetkisi kaldırılmakta; dolayısıyla, vali ve kaymakamlara bu organlardaki görevleri nedeniyle yapılan ödemeler sürdürülüp, vali yardımcılarının ödeneği kesilmekte, böylece mesleki malî statü yönünden hiyerarşik yapı bozulmakta,

-Bütçenin ve kesinhesabın kabulünde ve kesinleşmesinde il genel meclisi kararı yeterli görülmekte.

-İl özel yönetimleri "genel yetkili" organlara dönüştürülmektedir.

İl özel yönetimlerinin yapılanması ve işleyişine yönelik köklü değişiklikler getiren incelenen Yasanın anılan düzenlemelerinin hukukun genel ilkelerine, anayasal kurallara ve kamu yararına uygun düşüp düşmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bunun için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetiminin yapılanmasında esas olan anayasal ilkeleri ortaya koymak; ulus devletin düşünsel temellerine ve tekil devlet modelinde örgütlenmeye egemen olan "merkeziyetçilik" ve "yerinden yönetim" ilkeleriyle bunları tamamlayan "idarenin bütünlüğü" ve "idarî vesayet" kavramları üzerinde durmak gerekli görülmüştür.

2- Anayasanın Başlangıç bölümünde, bu Anayasanın Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirlediği, hiçbir etkinliğin Türk ulusal çıkarları, Türk varlığı, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esası karşısında koruma göremeyeceği belirtilmiş; 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin Başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan bir devlet olduğu vurgulanmış; 5 inci maddesinde de, Türk Ulusunun bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.

Bu kurallar, Anayasada "tekil devlet" modelinin kabul edildiğini göstermektedir. Tekil devlet modeli, merkeziyetçi yapıyı ve ancak onun denetim ve gözetiminde merkez dışı örgütlenmeyi olanaklı kılmaktadır.

Anayasada, hem yasama, yürütme ve yargı erki merkeze bağlanarak siyasal, hem de yönetim düzeneğinde merkez esas alınarak yönetsel yönden merkeziyetçililik benimsenmiştir.

Anayasanın 123 üncü maddesinde, yönetimin,

-Kuruluş ve görevleriyle bir "bütün" olduğu,

-Merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı,

kuralına yer verilmiştir.

Merkezî yönetim Anayasanın 126 ncı, yerel yönetimler ise 127 nci maddelerinde düzenlenmiştir.

126 ncı maddeye göre,

-Türkiye, merkezî yönetim kuruluşu yönünden coğrafya durumuna, ekonomik koşullara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere, iller de diğer kademeli bölümlere ayrılmakta,

-İllerin yönetimi "yetki genişliği" esasına dayanmaktadır.

127 nci maddeye göre de,

-Yerel yönetimler; il, belediye ya da köy halkının yerel ortak gereksinimlerini karşılamak üzere, kuruluş ilkeleri yasayla belirlenen, yasada gösterilen karar organları seçmenlerce seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.

-Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri "yerinden yönetim" ilkesine uygun olarak yasayla düzenlenecektir.

-Merkezî yönetim, yerel yönetimler üzerinde,

· Yerel hizmetlerin yönetimin bütünlüğü ilkesine uygun biçimde yürütülmesi,

· Kamu görevlerinde birliğin sağlanması,

· Toplum yararının korunması,

· Yerel gereksinimlerin gereği karşılanması,

amacıyla, yasada belirtilen esas ve usuller çerçevesinde "idarî vesayet" yetkisine sahiptir.

Görüldüğü gibi, Anayasada, tekil devlet modelinin yönetsel örgütlenmedeki temel ilkeleri "merkezden yönetim", "yerinden yönetim" ve bunları tamamlayan "idarenin bütünlüğü" olarak belirlenmiştir.

Ayrıca, yönetsel örgütlenme,

-Merkez-taşra ilişkisi yönünden "yetki genişliği",

-Merkezî yönetim-yerel yönetim ilişkisi yönünden "idarî vesayet",

ilkelerine dayanmaktadır.

Merkezî yönetim ve yerel yönetimler, devlet iktidarının örgütlenmesinde hizmeti ve coğrafyayı esas alarak iki temel parçayı oluşturmaktadır. Bu iki parçalı yapının yönetsel örgütlenmede farklı sonuçlara yol açmaması için, Anayasada "idarenin bütünlüğü" ilkesine yer verilmiş ve yerinden yönetim, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği ve yönetimin tümlüğü ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.

"İdarenin bütünlüğü" ilkesi, tekil devlet modelinde yönetim alanında öngörülen temel ilkedir. Bu ilke, yönetsel işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların "bir bütün" oluşturduğunu anlatmaktadır.

Tekil devlet modelinde, tek bir egemenlik vardır ve devlet tek yetkilidir. Devletin örgütsel yapısı parçalı bir görünüm sergilese ve devlet yetkisini kullanan birçok kamu tüzelkişisi olsa da, bunların arasındaki birlikteliği "idarenin bütünlüğü" ilkesi sağlamaktadır.

Parçalı yapıda olan yönetimde, "bütünlüğü" sağlamaya yönelik iki hukuksal araç "hiyerarşi" ve "idarî vesayet"tir. Hiyerarşi, başka bir deyişle "yetki genişliği" ilkesi, tek bir tüzelkişilik içinde yer alan çeşitli örgüt ve birimler, idarî vesayet ise, merkezî yönetim ile yerinden yönetim kuruluşları arasındaki "bütünleşmeyi" sağlamaktadır.

"İdarenin bütünlüğü" ilkesi, merkezin denetimi ve gözetimiyle yaşama geçirilmektedir. Genel yönetimin taşra örgütlenmesi üzerindeki denetimi "hiyerarşik denetim"; yerinden yönetimler üzerindeki denetimi ise "vesayet denetimi"dir.

Yerinden yönetimin en önemli sakıncası, devletin birliğini ve kamu hizmetlerinin tutarlılığını bozabilmesidir. Bu sakıncayı önlemek için devlete ve onu temsil eden merkezî yönetime, yerinden yönetim kuruluşlarının eylem ve işlemlerini denetlemek ve gerektiğinde bozabilmek yetkisi tanınmıştır. Bu yetki "idarî vesayet" kavramıyla Anayasada yerini almıştır.

"İdarî vesayet"i, kamu düzenini ve ülke bütünlüğünü sağlamak için, kamu yararı amacıyla, yasaların verdiği yetkiye dayanarak, merkezî yönetim örgütünün, yerel yönetim ile kamu hizmeti yönetimi tüzelkişilerinin organları, işlemleri ve parasal kaynakları üzerindeki denetimi olarak tanımlamak olanaklıdır. Bu yönüyle idarî vesayet yetkisi, yerinden yönetim kuruluşlarına tanınan özerkliğin ayrıklığını oluşturmaktadır.

Anayasanın 127 nci maddesine göre idarî vesayet, hukuksallık denetimi yanında yerindelik denetimini de içermektedir.

İdarî vesayet yetkisi, il özel yönetimlerinin tüm eylem, işlem ve etkinliklerinin merkezî yönetimin denetiminde olmasını; bu bağlamda, yasada belirtilen il genel meclisi kararlarının valinin onayına bağlı tutulmasını gerektirmektedir. İncelenen Yasadaki düzenleme bu gereğe uygun düşmemektedir.

İncelenen Yasayla il özel yönetimindeki yetkileri zayıflatılan vali, devletin ve hükümetin ildeki temsilcisi olmasına karşın gücünü ve etkisini yitirmektedir.

Ayrıca, pek çok maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca kabul edilen Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yasa Tasarısında, merkezî yönetimin il örgütlerinin çoğunun kaldırılması, kimilerinin de yerel yönetimlere devredilmesi öngörülerek valinin il genel yönetimindeki yetkileri de azaltılmaktadır.

Bu düzenlemeler, amaçlanmasa da, Anayasada öngörülmeyen bir yönetim sistemine geçilmesine neden olabilecek niteliktedir.

İncelenen Yasanın yukarıda yer verilen maddelerinin,

-Tekil devlet modelinden "yerel" ağırlıklı devlet modeline geçişe olanak sağlayan,

-Güçlü merkezî yönetim yerine güçlü yerel yönetimlere yer veren,

-İl özel yönetimlerini, il genel yönetimini de kapsayacak biçimde genel yetkili duruma getiren,

 İçerikleriyle, Anayasanın "tekil devlet modeli"ne, "idarenin bütünlüğü", "yetki genişliği", "idarî vesayet" ilkelerine ve kamu yararına uygun düşmediği görülmektedir.

3- Yukarıdaki değerlendirmeler dışında kimi konular üzerinde ayrıca durulması gerekli görülmüştür:

a- İncelenen Yasanın 3 üncü maddesinin (a) bendinde, il özel idaresi tanımlanırken "İlin ve il sınırları içindeki halkın mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan..." anlatımı kullanılarak, "il halkı" yanında "il" ayrıca belirtilmiştir.

Bu ayrımla, il özel idaresi, il genel yönetimini de içerecek biçimde illerin genel yetkili yönetim birimi gibi tanımlanmış olmaktadır.

Anayasanın 126 ve 127 nci maddelerine göre, illerde, merkezî yönetimin uzantısı olan ve "yetki genişliği" esasına göre oluşturulan il genel yönetimi ile bir yerel yönetim örgütlenmesi olan ve "idarî vesayet" ilkesine göre oluşturulan il özel yönetimi bulunmaktadır.

İl halkının ortak yerel gereksinmelerinin karşılanması il özel idaresinin, il halkının ortak yerel gereksinmeleri dışında kalanlar ile "il"in tüm hizmetlerinin karşılanması da il genel yönetiminin görev alanına girmektedir.

Anayasanın yerel yönetimleri düzenleyen 127 nci maddesinde, yerel yönetimlerin "il... halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere..." kurulacakları açık biçimde belirtilmiştir.

Bu nedenle, incelenen Yasanın 3 üncü maddesinin (a) bendindeki tanım Anayasanın 126 ve 127 nci maddeleriyle bağdaşmamaktadır.

b- İncelenen Yasanın 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında,

"İl özel idaresi kanunlarla başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen mahallî müşterek nitelikteki her türlü görev ve hizmeti yapar, gerekli kararları alır, uygular ve denetler"

denilmektedir.

Anayasanın 126 ncı maddesinde, merkezî yönetiminin örgütlenmesine ilişkin ölçütler "coğrafya durumu, ekonomik koşullar ve kamu hizmetlerinin gerekleri" olarak sayılmıştır. Maddede, merkezî yönetimin görevlerini belirginleştiren ya da sınırlayan bir düzenleme yapılmamıştır.

Buna karşın, Anayasanın 127 nci maddesinde, yerel yönetimlerin örgütlenmesi hem "coğrafya" hem "konu" yönünden sınırlandırılmıştır. Maddeye göre, yerel yönetimler, ancak yöresel olarak örgütlenebilmekte ve yalnızca yerel ortak gereksinimlerin karşılanması yönünden görevlendirilebilmektedir.

Anayasaya göre merkezî yönetim, devlet iktidarını ve tüm kamu hizmetlerini ülke genelinde örgütlerken, yerel yönetimler, sınırlı bir coğrafyada ortak yerel gereksinimlerin karşılanması gibi sınırlı bir konuda örgütlenebilmektedir.

Buna göre, yönetsel örgütlenmede, merkezî yönetim konu yönünden genel, yerel yönetimler ise özel görevlidir. Başka bir anlatımla, yasalarda merkezî yönetimin görevleri soyut ve genel, yerel yönetimlerin görevleri somut ve belirgin biçimde düzenlenmelidir.

İl özel yönetiminin görev ve yetkileri incelenen yasanın 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş; bu görevlerden kimilerinin hangi coğrafî sınırlar içerisinde yerine getirileceği de ikinci fıkrasında kurala bağlanmıştır.

Maddenin birinci fıkrasıyla, il özel yönetimi, "yasalarla başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen", "mahallî müşterek nitelikteki" her türlü görev ve hizmeti yapmak, gerekli kararları almak, uygulamak ve denetlemekle görevlendirilmiş, başka bir anlatımla kamu hizmetlerinin yürütülmesi yönünden "genel görevli" kılınmıştır.

Maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde sayılan hizmetlerin il sınırları içerisinde; (b) bendinde sayılan konuların ise belediye sınırları dışında il özel yönetimince yürütüleceği kurala bağlanarak, kimi görevler yönünden yetkinin sınırları, konu yönünden değil, yalnızca yer yönünden çizilmektedir.

Yapılan düzenlemede, her ne kadar "yasalarla başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen" ve "mahallî müşterek nitelikteki" görevlerden söz edilerek konu yönünden sınır getirilmiş izlenimi yaratılmaya çalışılmış ise de, bu ölçütler soyut olup, il özel yönetimlerini "genel görevli" konumdan çıkarmaya yetmemektedir.

Çünkü, merkezî yönetim örgütlenmesinde yer alan kamu kurum ve kuruluşlarının görevi kapsamında sayılmayan ya da genel görevli bir kamu kurum ya da kuruluşunun görev alanında yer almakta iken, yapılacak bir yasal düzenleme ile o kurum ya da kuruluşun görev kapsamından çıkarılan her türlü kamusal hizmet bu madde nedeniyle başkaca bir yasal düzenlemeye gerek kalmaksızın il özel idarelerinin görev alanına girecektir.

Ayrıca, çoğu maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda kabul edilen, ancak, kimi maddeleri üzerindeki görüşmeleri tamamlanmadığı için henüz yasalaşmayan Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısında yer verilen ilgili kurallara kısaca değinilmesi, konunun açıklığa kavuşturulması yönünden gerekli görülmüştür.

Yasa tasarısının 7 nci maddesinde, merkezî yönetimce yürütülecek görevler sayılarak sınırlandırılmış; 8 inci maddesinde ise, yerel ortak gereksinimlere ilişkin tüm görev, yetki ve sorumlulukların yerel yönetimlerce yerine getirileceğinin belirtilmesi yeterli görülmüştür.

Madde gerekçelerinde de, merkezî yönetimler ile yerel yönetimlerin görev, yetki ve sorumluluklarının, getirilen yeni kamu yönetimi anlayışına uygun olarak ele alındığı; merkezî yönetimin görev ve yetkilerinin sayılarak sınırlandırıldığı, bunlar dışında kalanların yerel yönetimlerce yürütülmesinin öngörüldüğü belirtilmiştir.

Bu yasa tasarısının 7 ve 8 inci maddeleri ile incelenen yasanın 6 ncı maddesinin birlikte değerlendirilmesinden, yerel yönetimlerin, bu bağlamda il özel idarelerinin, kamu hizmetlerinin görülmesinde genel görevli örgüt durumuna getirildiği görülmektedir.

Öte yandan, yürürlükteki İl Özel İdaresi Yasasının 78 inci maddesine 3360 sayılı Yasayla eklenen 13 üncü bendin ikinci tümcesindeki "İl özel idarelerinin görevli olduğu mahallî ve müşterek ihtiyaçların kapsamı ve sınırı Bakanlar Kurulunca tespit olunur" kuralının iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 günlü, E.1987/18, K.1988/23 sayılı kararında,

"Yerel yönetimlere ilişkin temel kavramlar üzerinde yapılan bu açıklamalar da göstermektedir ki, yerel yönetimlerin kuruluş esasları, karar organlarının oluşumu, görev ve yetkilerinin belirlenmesi, merkezî yönetimle bağ ve ilgileri, bunlar üzerinde uygulanacak idarî vesayet yetkisi yasal bir düzenlemeyi gerektirmekte, "yasallık" vazgeçilmez bir koşul olmaktadır. Anayasanın 123 ve 127 nci maddeleri bu koşulu açık seçik vurgulamaktadır. O halde:

1-İl Özel İdaresi Kanununun (İUVKM) 78 inci maddesine 3360 sayılı Yasanın 2 nci maddesiyle eklenen 13 üncü bendin ikinci tümcesiyle "il özel idarelerinin görevli olduğu mahallî ve müşterek ihtiyaçların kapsamı ve sınırı..."nın saptanması yetkisinin Bakanlar Kuruluna verilmesi yasallık ilkesiyle çatışmaktadır. Burada Bakanlar Kurulu kararı, yasa yerini almaktadır.

2-Bakanlar Kuruluna bu yetkinin yasayla verilmiş olması da, Anayasa açısından yasal düzenleme koşulunun yerine getirildiği biçimde yorumlanamaz. Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin kararlarında ortaya koyduğu ölçütlere göre, yasa koyucu, genel kuralları koyarak yönetime, takdir yetkisine göre düzenleyebileceği bir alan bırakırken, Anayasanın öngördüğü yönetimin yargısal denetiminin etkinliğini engellemeyecek nesnel kurallara bağlamalıdır"

denilerek, yasallık ilkesi gereği, il özel yönetimlerinin görevlerinin yasada sayılması gerektiği kabul edilmiştir.

Yasama organının, her şeyden önce bir hizmetin yerel mi, yoksa ülke düzeyinde mi olduğunu belirlemesi; yerel düzeyde görülen hizmetlerin yasada sayılması gerekmektedir.

Tersi durumda, yurttaşlara standart bir kamu hizmeti sunma olanaksızlaşacak, hizmetler yönünden bölgesel ve yerel dengesizlikler artacaktır.

İncelenen yasanın 6 ncı maddesinde il özel yönetimlerinin görevlerinin sınırlı ve belirgin değil, genel ve soyut kavramlar kullanılarak düzenlendiği görülmektedir. Bu genel ve soyut kavramların içeriğinin belirginleştirilmesinde il özel yönetimlerinin yetkili organlarının etkili olması kaçınılmazdır. Bu durumda, Anayasa Mahkemesinin yukarıda açıklanan kararıyla Bakanlar Kurulu yönünden Anayasa uygun görülmeyen bir yetkinin il özel yönetimlerine tanındığı sonucuna varılmaktadır ki, bunun olanaksızlığı açıktır.

Bu nedenle de, incelenen yasanın 6 ncı maddesi Anayasanın 126 ve 127 nci maddesindeki ilkelerle bağdaşmamaktadır.

c- İncelenen yasanın 6 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde, il özel yönetimlerinin il sınırları içinde yapmakla görevli ve yetkili oldukları konular arasında "eğitim" hizmetleri de sayılmıştır.

Bentteki, "Eğitim(e)... ilişkin hizmetleri il sınırları içinde... yapmakla görevli ve yetkilidir" anlatımından,

-İlköğretim ya da ortaöğretim ayrımı yapılmadan,

-Yapım ve yönetim sınırlaması getirilmeden,

eğitime ilişkin tüm hizmetlerin il özel yönetimlerinin görevi içine alındığı görülmektedir.

Yürürlükteki İl Özel İdare Yasasının 78 inci maddesinin 9 uncu bendinde, ilkokulların tesis ve yapımı ile bunların yönetim ve gözetim görevi il özel yönetimlerine verilmiş iken, incelenen yasada, "Eğitim(e) ilişkin hizmetler" düzenlemesinin getirilmesi, yukarıdaki anlayışı geçerli kılmaktadır.

aa- Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi, coğrafî ve siyasal yönden tekil devlet yapısını, tam bağımsızlık ilkesini; yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini; ekonomik, sosyal, kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir.

Atatürk devriminin amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır. Bu amaç, Anayasanın başlangıcında "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak",174 üncü maddesinde de "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak" biçiminde anlatımını bulmuştur.

Çağdaş yönetim anlayışında, devletin temel görevlerine çekilmesi gerektiği savunulurken, bu görevler, adalet, savunma, eğitim ve sağlık olarak sayılmakta, ülke olanaklarının bu alanlara özgülenmesiyle başarının yakalanacağı vurgulanmaktadır.

Özellikle eğitim konusunda başarılı olamayan ülkelerin geleceklerini tehlikeye atacakları kuşkusuzdur; çünkü, eğitim, diğer tüm başarıların temelini, altyapısını ve kaynağını oluşturmaktadır.

Çocuklarımızın, ülkemizin gerçekleri ve gereksinimleri yönünde, gelişen ve değişen dünya gereklerine uygun çağdaş bir eğitim ortamı içinde yetiştirilmesi, çağı yakalamanın zorunlu koşuludur.

Anayasanın çağdaş bir eğitim ve öğrenim öngörülen 40 ıncı maddesinde,

- Kimsenin eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamayacağı,

- Eğitim ve öğretimin, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı,

- Eğitim ve öğretim özgürlüğünün Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı,

- İlköğretimin kız ve erkek tüm yurttaşlar için zorunlu ve devlet okullarında parasız olacağı,

belirtilmiştir.

Anayasada eğitim ve öğretim, birey yönünden hak olarak tanınırken, devletin de başta gelen ödevlerinden sayılmıştır.

Devletin bu ödevleri yerine getirmesinin yolu, kuşkusuz, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, aklın egemenliğine dayanan çağdaş eğitim ve öğretim kurumları oluşturması, varolanları geliştirmesidir.

Eğitim ve öğretim hizmetlerine, devletçe önemli ağırlık verilmesi, çağın ve Anayasanın gereğidir. Bu gerek, eğitim ve öğretim hizmetlerinin merkezî yönetimin görevleri arasında kalmasını zorunlu kılmaktadır.

Çağdaşlaşma yolunda böylesine büyük önemi bulunan eğitim hizmetlerinin, il özel yönetimlerine bırakılması, toplumsal yarar yönünden uygun düşmemektedir.

bb- Anayasa koyucu, Atatürk devrimlerinin temel felsefesinin önemini, devrim yasalarını 174 üncü maddesiyle korumaya alarak vurgulamıştır.

Anayasanın 174 üncü maddesinde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laik niteliğini koruma amacını güden devrim yasaları tek tek sayılarak anayasal güvenceye alınmıştır.

Bu yasalar, maddede de belirtildiği gibi, laiklik ilkesiyle doğrudan ilgili bulunmakta, cumhuriyetimizin laik niteliğini somutlaştırmakta ve ona içerik kazandırmaktadır. Bu nedenle, Anayasanın 174 üncü maddesi, başlangıcı ile 2 nci ve 24 üncü maddelerinden ayrı düşünülemez ve onları tamamlayıcı niteliktedir.

Ülkemizde laik öğretime geçiş, Anayasanın 174 üncü maddesiyle korumaya alınan 3 Mart 1924 günlü, 430 sayılı Öğretim Birliği Yasasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu yasayla, Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile vakıflarca yönetilen medreseler ve dinî eğitim veren okullar kapatılmış, Türkiye'deki tüm okullar, Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.

Öğretim birliği ilkesinin amacı, eğitimi tek elden uygulanan bir devlet politikası durumuna getirerek, akla ve bilime dayalı programlarla çağdaş uygarlık hedefine yönelmiş yurttaşlar yaratmaktadır.

Başka bir anlatımla, Türk millî eğitiminin genel amacı, Türk Ulusunun tüm bireylerini, Atatürk ilke ve devrimlerine ve Anayasada anlatımını bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Anayasanın Başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları yaşamında uygulayan yurttaşlar olarak, yetiştirmektir.

Yasakoyucu, kişiler yönünden hak, devlet yönünden ödev olan eğitim ve öğrenim hakkını düzenlerken, toplumun gereksinim duyduğu insan gücünün yetiştirilmesi, böylece toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmanın sağlanması gibi hususları gözetmek zorundadır. Bunun merkezî planlama, programlama ve uygulamayı gerektireceği açıktır.

Eğitimde, planlama ve program kadar belki ondan da daha fazla önemli olan uygulamadır. Uygulamada illere göre yaşanacak sapmalar laik eğitim ve ulusal birlik yönünden aykırılıklara neden olacaktır.

Eğitim hizmetlerinin yurt düzeyinde ve ulusal düzeyde, ülkedeki tüm yurttaşlara fırsat ve olanak eşitliği sunacak biçimde merkezî yönetimin genel sorumluluğu altında yürütülmesi gerekmektedir.

Bunun tersine, eğitim hizmetlerinin il özel yönetimlerine bırakılması, eğitimin laikleşmesini ve tek elden yürütülmesini amaçlayan öğretim birliği ilkesiyle, ulusal birlik amacıyla, demokratik, laik, eşitlikçi, adil, işlevsel ve bilimsel temellere dayalı eğitim anlayışıyla, Anayasanın Atatürk ilke ve devrimlerini temel alan ruhuyla bağdaşmamaktadır.

cc- Ayrıca birçok maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca kabul edilen Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yasa Tasarısının 7 nci maddesinin (d) bendinde "millî eğitimle ilgili görev ve hizmetler" merkezî yönetimce yürütülecek görev ve hizmetler arasında sayılmıştır.

İncelenen Yasada eğitimle ilgili tüm hizmetlerin il özel yönetimlerine bırakılması iki düzenleme arasında uyumsuzluk yaratmaktadır.

d- İncelenen Yasanın 10 uncu maddesinin (k) bendinde "halk denetçisini seçmek" il genel meclisinin görev ve yetkileri arasında sayılmıştır.

Yürürlükteki kurallarda "halk denetçiliği" kurumu bulunmamaktadır. Bu kuruma henüz yasalaşmayan Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yasa Tasarısında yer verildiği bilinmektedir.

Yürürlüğe girmemiş bir düzenlemeye dayanılarak il genel meclisine görev ve yetki verilmesi, yasa yapma tekniğine uygun düşmemekte, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Ayrıca, belirtmek gerekir ki, halk denetçiliği kurumu Anayasada düzenlenmemiştir.

Anayasaya göre, idarî işlem ve eylemlerin hukuka uygunluk denetimi idarî yargı yerlerince yapılmaktadır. Bu sistemin önüne, Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yasa Tasarısının incelenmesinden anlaşıldığı üzere, yine hukuka uygunluk denetimi yapan bir birimin eklenmesi anayasal sorun yaratacak niteliktedir. Çünkü, kararlar arasındaki çelişkinin yoğunlaşması yargıya karşı güven bunalımına neden olacaktır.

Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5197 sayılı "İl Özel İdaresi Kanunu", 3, 6, 7, 10, 11, 13, 15, 18, 25, 35, 45, 47, 52 ve geçici 1 inci maddelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi için, Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.

Ahmet Necdet Sezer

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım:

2. - Romanya Senato Başkanı Nicolae Vacaroiu ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/622)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanının 6.7.2004 tarih ve 45 sayılı Kararı ile Romanya Senato Başkanı Nicolae Vacaroiu ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunması kararlaştırılmıştır.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Başbakanlığın bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

3. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/623)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İLGİ: a) 13.03.2003 tarih ve B.02.0.PPG.0.12-310-4297 sayılı yazımız.

b) Adalet Bakanlığının 22.06.2004 tarih ve B.03.0.CİG.0.00.00.02-1.128.17.2003-28944 sayılı yazısı.

Basın yoluyla sövme suçunu işlediği iddia olunan Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen hakkında tanzim edilen soruşturma dosyası ile Adalet Bakanlığının yazısının sureti ilgi (a) yazımız ekinde gönderilmişti.

Bu defa; söz konusu soruşturma dosyasının Yargıtaya gönderileceğinden bahisle iade edilmesine ilişkin Adalet Bakanlığının ilgi (b) yazısının sureti ve ekleri ilişikte gönderilmiştir.

Gereğini arz ederim.

Recep Tayyip Erdoğan

         Başbakan

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Dosya, hükümete geri verilmiştir.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir tezkere vardır; okutuyorum:

4. - Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın (6/1146) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/210)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 485 sırasında yer alan (6/1146) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

            Ümmet Kandoğan

             Denizli

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

IV.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No: 89                                Tarihi:13.7.2004

Genel Kurulun 13.7.2004 Salı günkü (bugün) birleşiminde, 621 ve 622 sıra sayılı Meclis soruşturması komisyonları raporlarının görüşülmesinden sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi, 14.7.2004 Çarşamba günkü birleşimde ise sözlü soruların görüşülmemesi,

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının; 10 uncu sırasında yer alan 636 sıra sayılı, 41 inci sırasında yer alan 638 sıra sayılı, 40 ıncı sırasında yer alan 637 sıra sayılı, 43 üncü sırasında yer alan 640 sıra sayılı, 11 inci sırasında yer alan 635 sıra sayılı, kanun tasarıları ve teklifinin bu kısmın 8, 9, 11, 12 ve 16 ncı sıralarına alınması, daha önce gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve dağıtılmış bulunan 642, 644, 641, 645, 648, 647 ve 646 sıra sayılı kanun tasarılarının ise 48 saat geçmeden bu kısmın 10, 13, 14, 15, 17, 18 ve 19 uncu sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Bugünkü birleşimde çalışma süresinin 641 sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar uzatılması, 14.7.2004 Çarşamba günkü birleşimde ise Genel Kurulun saat 11.00'de toplanması ve 646 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasının,

Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

 

Bülent Arınç

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

 

 

Salih Kapusuz

Ali Topuz

 

AK Parti Grubu Başkanvekili

CHP Grubu Başkanvekili

 

BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Meclis Soruşturması Raporları" kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın birinci sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin, Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan A. Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve (9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri iddiasıyla eski Başbakan A.Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/5, 6) (S.Sayısı: 621) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Meclis Soruşturması Komisyonunun 621 sıra sayılı raporu daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski bakanlara gönderilmiştir.

Rapor üzerindeki görüşmelerde, komisyona, şahısları adına 6 milletvekiline ve haklarında soruşturma açılması istenilen eski Başbakan ve eski Bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, komisyon için 20 dakika, şahısları adına söz alan milletvekilleri için 10'ar dakikadır. Son söz, haklarında soruşturma açılması istenilen eski Başbakan ve Bakana ait olup, konuşma süresi sınırsızdır.

Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: İstanbul Milletvekili İsmet Atalay, Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır, Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü, Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can.

İlk söz Sayın İsmet Atalay'ın.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

İSMET ATALAY (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 22 nci Dönem İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekiliı, yine Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekili tarafından, Türkbank ihalesiyle ilgili verilen önergeler komisyonda görüşülmüş, sonuçta rapor Yüce Heyetin huzurlarına gelmiştir. Eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz ile Devlet eski Bakanı Sayın Güneş Taner'in Yüce Divana sevkleri yönünde karar verilmiştir. Bu vesileyle söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, konuşmama başlarken, özellikle bir konuya değinmek istiyorum. 81 yıllık cumhuriyet tarihimizde, ilk kez bir başbakan hakkında Meclis soruşturması istenmiş ve soruşturma açılması yönünden komisyonca bir karar verilmiştir. Bu, çok önemli bir konudur. Bu konuda üyelerin dikkatli davranacaklarını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde son zamanlarda üzerinde durulan en önemli sorunlardan birisi, temiz toplumdur; yolsuzluğa, hortuma veyahut haksızlığa bulaşmış kişilerin üzerine tarafsız olarak gidilmesi öngörülmektedir. Bunu, hükümetimiz de, Meclisimiz de birinci sorun olarak ele almaktadır; ancak, yolsuzlukların üzerine gidebilmenin ilk koşulu, siyasetçi, özellikle bakan veyahut milletvekili eğer yolsuzluğa veya hortuma bulaşmışsa, buradan başlamak gerekir diye düşünüyorum; ama, geçtiğimiz dönemlere ve bugüne baktığımız zaman, sayın bakanlar ile milletvekilleri, Anayasanın 83 ve 100 üncü maddelerindeki dokunulmazlık zırhına bürünmüş olduklarından, bu yol işlememekte, siyasetçilerle ilgili davalar yargıya intikal etmemektedir. Hassasiyetle üzerinde durulan konu budur. Eğer, gerçekten, bu arz ettiğim iki madde olmamış olsaydı, yani sayın milletvekillerinin ve bakanların dokunulmazlığı olmamış olsaydı, bu komisyonun kurulmasına ve bugün burada bu konuları tartışmamızın gereği veyahut da anlamı kalmayacaktı diye düşünüyorum.

Sayın Başbakanımız, seçimlerden önce, Anayasanın 83 üncü ve 100 üncü maddelerinin değiştirilmesi konusunda, halkın huzurunda söz vermiştir; ama, bugüne kadar, dokunulmazlığın kaldırılmasıyla ilgili en ufak bir çalışmanın olmadığını üzülerek görmekteyiz. Bırakınız, dokunulmazlığın kaldırılmasını, bazı dokunulmazlık dosyalarında suç teşkil edecek eylemlerin suç olmaktan çıkarılması için bir çabanın içerisinde olduğunuzu görüyorum. Bununla ilgili, Yolsuzlukla Mücadele Kanunu Tasarısını örnek gösterebilirim, bununla ilgili 618 sıra sayılı tasarıyı örnek gösterebilirim; çünkü, bu tasarıların kanunlaşması halinde, burada, dokunulmazlığı bulunan birçok üyenin üzerine gidilemeyecek. Aslında, bu üyelere de haksızlık yapılmış olacağı inancını taşımaktayım; çünkü, yargıya intikal ettiği zaman, haksız ithamdan kurtulma imkânı da kendilerine sağlanmış olacaktır.

Bu vesileyle, dokunulmazlıkların üzerinde durulması, hiç olmazsa bu dönemde, bu meseleyi çözmemiz gerekiyor. Yoksa, geçmiş dönemlerde olduğu gibi, bu dönem de dokunulmazlık zırhına bürünen bakanlarımızın, milletvekillerimizin, Meclisin dışına çıktıktan sonra haklarında soruşturma açılmasının doğru olmayacağına inanıyorum; bu vesileyle, tekrar sizleri selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkbank olayı önemli bir olaydır. 20 nci Dönemde bu mesele gündeme gelmiştir, bir hükümet bu vesileyle düşürülmüştür; ama, dokunulmazlık zırhı olduğu için, o dönemin Başbakanı ve Hazineden sorumlu olan Devlet Bakanı yargılanamamışlardır.

Türkbank olayı nedir? Türkbank, 2.9.1994 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Bankalar Kanununun 64 üncü maddesi kapsamına alınmıştır; yani, banka, iyi yönetilmediği için denetime alınmıştır. 26.5.1997 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmiştir. 11.12.1997 tarihinde, Merkez Bankası meclisi, Türkbankın satışı için ilgili devlet bakanlığına onay vermiştir. 4.5.1998 tarihinde ihaleye çıkarılmış, bankanın satışına karar verilmiştir. Bu ihaleye katılmak için 25 firma müracaat etmiş; ancak, bu firmalardan 5 tanesi ihaleye girmek için dosya almıştır.

İhale aşamasında, basında ve medyada, mafyanın bu işle ilgilendiğinden, özellikle Çakıcı - Korkmaz Yiğit ilişkisinden söz edilmiş; emniyet ve istihbarat dairesinden gelen bilgi notlarına dayalı olarak, Başbakan Mesut Yılmaz, o tarihlerde Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner'e, mafyanın bu işle ilgilendiği ve Korkmaz Yiğit'in ihaleye sokulmaması yönünde gerekli talimatları vermiştir.

Daha sonra, ihale aşaması yaklaştığında, Korkmaz Yiğit, bazı siyasetçileri devreye sokarak Başbakanla görüşmüş. Başbakanla görüştükten sonra, Başbakan, bizzat, Hazineden sorumlu Devlet Bakanını arayarak "biz adama haksızlık yapmayalım. Korkmaz Yiğit'in Çakıcı'yla ilişkisinin olmadığını tespit etmiş bulunuyoruz. İhaleye girmesinde bir mahzur yoktur" diye talimat vermiştir. Bu talimattan sonra, Korkmaz Yiğit, ihaleye dahil olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, ihalenin başından sonuna kadar, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner ve Başbakan, ihaleyle bizzat ilgilenmişlerdir; hatta, Başbakana sorulduğunda, Başbakan "bu bankanın durumunun düzelttik, içerisine çok para koyduk, 500 000 000 dolardan fazla para koyduk" diyerek,  ilk olarak, bu fiyattan aşağıya satılmaması için bir çabanın içerisinde olduğunu; ikinci olarak da, özellikle bu işe mafyanın dahil olmaması, mafyanın ihaleye girecek firmaları tehdit ederek serbest rekabeti önlememesi için gerekli çabanın içerisinde olduğunu beyan etmişlerdir.

İhalenin yapılacağı gün, özellikle o gece, 1998 yılının 3 Ağustos gününü 4 Ağustos gününe bağlayan gece saat 01.00'de Başbakan, konutta, ihaleye girecek firmalardan Zorlu Grubuyla görüşüyor, bankayı "500 000 000 dolardan aşağı satmam" diye beyanda bulunuyor. Aynı gece, bir başka yerde bulunan Korkmaz Yiğit ile Kâmuran Çörtük, bir başka pazarlığın içerisinde, Genç-TV'nin pazarlığını yaparken, Kâmuran Çörtük konuta çağrılıyor, konuta gidiyor işadamı. Soruyorum, değerli arkadaşlar; sizler, İktidar Partisine mensup milletvekillerisiniz; gece saat 01.00'de, 02.00'de, o saatlerde Başbakanın evine, konutuna giderek, bir konuyu aktarmanız mümkün müdür; hayır; ama, bu ihalede, her nedense, Kâmuran Çörtük böyle bir girişimde bulunuyor ve konuta kabul ediliyor.

Kâmuran Çörtük'e bu konu sorulduğunda, kendisini Başbakanın çağırdığını, çağırma nedeni olarak da, kendisinin, o dönemde, Pakistan'da taahhütlerinin bulunduğunu, bu taahhütler nedeniyle bazı zorlukların çıktığını, bu zorlukları aşabilmek için, o tarihlerde Türkiye'ye gelecek Pakistan Devlet Başkanıyla kendi konumunu görüşmek üzere Başbakandan talepte bulunmak üzere randevu istediğini ve o nedenle gittiğini beyan ediyor; ama, komisyonumuzun bu konuda yapmış olduğu araştırmada, komisyonun raporunu incelediğinizde, o tarihlerde Pakistan Devlet Başkanının Türkiye'ye gelmediği ve Türkiye'ye gelmeyeceği açıkça belirtilmektedir. Pakistan Devlet Başkanının gelmediği bir ortamda, Kâmuran Çörtük'ün, sadece bu banka ihalesiyle ilgili olarak Başbakanın konutuna gittiği açıkça anlaşılmaktadır. Gerek Başbakan gerekse Çörtük, birlikte görüştüklerini bu şekilde beyan etmişlerdir.

Kâmuran Çörtük, Başbakanla görüştükten sonra, kendisini beklemekte olan Korkmaz Yiğit'le görüşmek üzere, kaldığı otele gidiyor. Orada Korkmaz Yiğit'le yapmış olduğu görüşmelerde, ihaleye 5 grubun gireceğini, bu girecek gruplardan Erol Aksoy ile Balkaner'in dosyalarının Güneş Taner'de mevcut olduğunu ve bu nedenle, bu 2 firmanın ihaleye girmeyeceklerini veya ihalede asılmayacaklarını açıkça beyan ediyor; ancak, Başbakanın ifadelerine göre, Zorlu Grubunun 500 000 000 doların üzerine çıkacağını, eğer Korkmaz Yiğit bankayı satın almak istiyorsa, onun da 510 000 000'un üzerinde bir bedeli ödemesi veyahut o miktarı vermesi gerektiğini kendisine söylüyor.

Ertesi gün ihale olduğu zaman, Korkmaz Yiğit ihaleye katılıyor, Zorlu Grubuyla yarışıyor ve 585 000 000-600 000 000 dolara bankayı almak zorunda kalıyor, ihale Korkmaz Yiğit'te kalıyor. İhale yükselirken Korkmaz Yiğit müsaade istiyor, Balkaner'e teklifte bulunuyor: "Umduğum gibi çıkmadı, bana ortak ol, bu şeyi alalım..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Atalay, buyurun; sözlerinizi tamamlar mısınız...

İSMET ATALAY (Devamla) - Korkmaz Yiğit bir başka kişiyle de görüşüyor. Görüştüğü tespit edilmiş; ama, kiminle konuştuğunu ifade etmiyor; herhalde Başbakanla veyahut da kendisine ihalenin kalması konusunda söz veren kişilerle görüştüğü bir gerçek.

Bu şekilde, aynı gün ihale Korkmaz Yiğit'te kalıyor. Korkmaz Yiğit'te ihale kaldığı andan itibaren Hazineye onay için başvuruda bulunuluyor, Merkez Bankası Hazineye yazıyor. Hazinede, özellikle kambiyoda çalışan bürokratlar, paraflı olarak bir onay yazısı yazıyorlar. Banka sahibi olan Korkmaz Yiğit'in hukukî açıdan banka almasında sakınca görülmemekle birlikte, Korkmaz Yiğit'in ekonomik durumunun, malî durumunun iyi olmadığını, Korkmaz Yiğit'in 600 000 000 dolar civarında sermayeyle gazete, medya kuruluşlarına girdiğini, banka için 600 000 000 dolar ve bankanın iyileştirilmesi için 500 000 000-600 000 000 dolar para koyacağını, bu sermayeyi bulamayacağını ve sakıncalı bulunduğunu belirten bir onay yazısı, altı da paraflanarak, Hazine Müsteşarlığı ve ilgili Bakana gönderiliyor; ancak, Bakan ve Hazine Müsteşarlığı bu onayı onaylamıyorlar, geri gönderiyorlar "bu olmamıştır" diyorlar. Bu onay yazısı iki defa, üç defa, Hazinedeki özellikle Kambiyo Genel Müdürlüğü ve orada çalışanlar tarafından istedikleri şekilde yazılmadığı için, yeniden bir onay yazısı istiyorlar. Banka bürokratları, Hazine bürokratları, bu onay yazısını yazıyorlar; ancak, altına paraf atmıyorlar sorumluluk almamak için. Özellikle de ikinci paragrafta zikredilen Korkmaz Yiğit'in finans durumunun iyi olmadığı konularını yazmadan, o yazıdan çıkararak, onaysız, parafsız bir yazıyı, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı ile Hazine Müsteşarlığına gönderiyorlar. Hazine Müsteşarı ile Devlet Bakanı, ihalenin, hisselerin Korkmaz Yiğit'e devri konusunda onay veriyorlar.

Bu aşamadan sonra, tabiî, basına, medyaya, Korkmaz Yiğit ile Alaattin Çakıcı arasındaki ilişkiler yansıyor. Emniyetten gelen yazılar, aynı gün Başbakanlığa gitmiş olmasına rağmen, Merkez Bankasına gitmiş olmasına rağmen, dikkate alınmıyor. Özellikle, Başbakanın Özel Kalem Müdürlüğünü yapan hanımefendi, komisyonda vermiş olduğu ifadelerde "bize gelen acil ve kozmik önemi olan yazılar anında Başbakana iletilir" demiş olmasına rağmen, Başbakanın bu yazıdan haberinin olmaması mümkün değildir. Bu yazıdan haberi olmuş olmasına rağmen Korkmaz Yiğit'i ihaleye sokmuş olması ve Hazineden sorumlu Devlet Bakanının  da, özellikle Hazinede çalışan Kambiyo Genel Müdürlüğündeki kişilerin parafsız yazılarını onaylayarak bu şahsın komisyona katılmasını sağlamasıyla ihaleye fesat karıştırdıkları açıkça  ortadadır; çünkü, ihaleyi yapan, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonudur; Başbakanın ve Hazineden sorumlu Devlet Bakanının bu olayla hiçbir ilişkisi yoktur; ancak, ihalenin başlangıcından sonuna kadar, son ana kadar Başbakan ile Hazineden sorumlu Devlet Bakanı müdahil olmuşlardır, ihaleye girenleri baskı altına almışlardır, ihalenin Korkmaz Yiğit'te kalmasını özellikle temin etmeye çalışmışlardır. Yine, Korkmaz Yiğit'i, gerek Başbakan gerekse Hazineden sorumlu Devlet Bakanı medya ve basına yönlendirmiş; Korkmaz Yiğit, Genç-TV'yi, Kanal-6'yı, ETV'yi satın almış, Yeni Yüzyıl Gazetesini, Ateş Gazetesini ve Milliyet Gazetesini satın alarak medyada bir güç oluşturmak ve siyasî açıdan Başbakan Mesut Yılmaz'a bağlı olarak çalışmak için bir çabanın içerisinde bulunmuştur. Dosyadaki tüm anlatımlar bu yoldadır. Hatta, Korkmaz Yiğit, kendisine yardımcı olan Kâmuran Çörtük'e, Genç-TV'yi, aynı gece, aldığı fiyatla satmıştır. Bunun parasının ödenip ödenmediği, yaptığımız soruşturmalarda, araştırmalarda açıklığa kavuşmamıştır. Bu paralar, her iki bankanın birbirine açmış olduğu kredilerle ödenmiştir. Daha sonra yapılan incelemelerde, Korkmaz Yiğit tarafından verilen senetlerin ve sözleşmelerin altındaki imzaların Korkmaz Yiğit'e ait olmadığı da anlaşılmıştır.

Bu vesileyle, gerek Başbakanın gerekse Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner'in bu olaya başından sonuna kadar karıştıkları, ihaleye fesat karıştırdıkları açıkça anlaşılmaktadır. Bunların Yüce Divana sevk edilmesi gerekir inancını taşımaktayım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Atalay.

İkinci söz, Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır'ın.

Buyurun Sayın Yalçınbayır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 621 sıra sayılı Meclis soruşturması komisyonu raporu üzerine söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği gibi, komisyon raporuna konu olan işler, 20 nci Dönemde (9/43) esas numaralı Meclis soruşturması önergesi ve yine 21 inci Dönemde meclis soruşturması önergesine konu olan işlerdi. 20 inci Dönemde bu iş 21 inci Döneme devretti. Bilindiği gibi, Meclis İçtüzüğünün 77 nci maddesi, soruşturma komisyonu raporlarının dönemden sonra devamını öngörüyor, onlar kadük olmuyor. 21 inci Dönemde ise, 22.6.2000 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülerek, Yüce Divana sevkine gerek olmadığına karar verilmişti. Bu defa, yine aynı fiille ilgili olarak, birkaç unsur değiştirilmek suretiyle -örneğin, 240 ıncı maddeden istenirken, bu defa 205 inci maddeden istendi- yeni delil adı altında birtakım hususlar daha ilave edilmek suretiyle Meclis soruşturması komisyonu kuruldu ve komisyon, raporunu, Yüce Divana sevk yönünde verdi.

Ben, Yüce Divana sevke gerek olmadığı hususundaki görüşümü arz edeceğim; ancak, herhangi bir iltibasa yer vermemek için şunları arz etmek istiyorum:

Yolsuzlukla mücadele ve bu mücadelenin başarılı olabilmesi için, Meclisteki çalışma süremce, ondan önceki meslek hayatımı ifa sürecinde bunlarla yoğun bir şekilde mücadele etmiş bir kişiyim. Herhangi bir şekilde fiilleri savunmak mümkün değildir. Yolsuzlukla mücadele, hepimizin önemli hedefidir, bütün hükümet programlarında da yer alan bir konudur. Yolsuzluğu oluşturan koşulların ortadan kaldırılması, yozlaşmanın ve yoksulluğun önlenmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yasamanın, yürütmenin, yargının, sivil toplum örgütlerinin en önemli görevlerindendir.

Bir tarafta 3 Y; yozlaşma, yolsuzluk ve yoksulluk. Öbür tarafta 3 Y; yasama, yürütme ve yargı. Yasama, yürütme ve yargı arasında medenî işbirliği ve işbölümü var ve bunların birbiri arasında üstünlükleri, belki yasamanın sadece kurucu unsurları ve yürütmenin ve yargının uygulayacağı kuralları koymasından geliyor; ama, yasamaya ağırlıklı olarak herhangi bir müdahale, siyasette yozlaşmayı ve yolsuzluğu ve güvensizliği doğuruyor.

Lider sultası, Meclisin üzerinde yürütmenin etkisini doğuruyor. Bu, özgür milletvekillerini değil, aksine, tabi milletvekillerini yaratıyor, partiler arasında barışı zedeliyor partilerin programları bir tarafa, yönetimlerin baskıcı tutum ve davranışları, sadece o partiler içinde değil, toplumda da siyasete olan güveni azaltıyor. O nedenle, 3 Y arasındaki ilişkilere fevkalade dikkat etmek gerekiyor. Yasama, yürütme ve yargı ve bunlar arasındaki ilişki.

Hepimiz lider sultasından şikâyet etmedik mi?! AK Parti o nedenle doğmadı mı ve diğer milletvekilleri ve diğer partiler, hep şikâyet edilmedi mi? Ancak, iktidara gelince, muhalefette söylenenler unutuluyor ve özgürlükler çeşitli nedenlerle kısıtlanıyor. Partiler kapatılıyor, şikâyet ediyoruz; ama, partilerin içindeki milletvekillerinin veya üyelerinin söz söyleme hakları sınırlandırıldığı zaman, buna hiç ses çıkarmıyoruz. Düşünce özgürlüğüne, hoşgörüye inancımız ve bu konudaki uygulamalarımız, Türk demokrasisini geliştirecektir. Partilerden kopma yerine, onların parti içinde bireysel olarak sözlerini söyleyebilmeleri ve bir mücadele zemini bulabilmeleri ve de parti içinde azlık görüş sahiplerinin hukukunun korunması, Türk demokrasisini geliştirecektir. Bundan, umarım ki, bütün siyasî partilerimiz nasibini alır.

3 Y üzerinde en önemli hadise, hukukun üstünlüğü ve hukuka bağlılık anlayışının yerleştirilmesidir, yargı kararlarının uygulanmasıdır. Bu, toplumda güveni sağlar. Bakın, Yatağanlılar feryat ediyor, Bursa Orhanelililer aynı şekilde feryat ediyor, Bergamalılar feryat ediyor. Yürütmenin eylem ve işlemi için yargıya sığındılar ve biz, yasama olarak, bu yargı kararlarının bağlayıcılığını koyduk; ama, uygulanmadı diye isyan ediliyor, toplumsal barış bozuluyor.

Siyasetteki yozlaşmayı önlemek, yolsuzluğu önlemekle eşdeğerdedir. Yolsuzluk, yozlaşmanın özel bir şeklidir. Asıl olan, yozlaşmanın üzerine gitmektir, bu konuda hukukun üstünlüğünü, hem usul olarak hem esas olarak ortaya koymaktır. Yaptığımız birtakım düzenlemelerle bu halka umut verdik, kamu yönetiminde saydamlığın sağlanması konusunda özel çalışmalarımız oldu. Bunları tamamlamamız, alınan kararlara kişilerin katılabilmesinin sağlanması için, idarî usul yasasını, sırlarla ilgili devlet sırrını, ticarî sırrı ve ombudsmanlığı bu Meclisten geçirmek durumundayız.

Hesap vermek ve hesap sormak, denetim... Muhalefetteyken muhalefet milletvekilleri, fevkalade denetim içinde bulunuyor. İktidarda susuluyor; oysa, denetim her zaman gerekli. Denetim, sadece bakanı sıkıştırmak değildir, halkı bilgilendirmektir, bürokratı denetlemektir.

Bakınız, Bursa'da 200 000 emlak sahibiyle ilgili hukuka apaçık aykırı Maliye Bakanlığı işlemiyle, tapu kadastro yenileme harçları alınıyor; Türkiye'de 1 000 000' un üzerindeki kişi... Açıkça, hukuka aykırılığını delillerle ortaya koyduk; ama, hiç dinleyen olmadı. Yazdık, yine dinleyen olmadı. Şükür ki, yargı var. Dün, Danıştay kararını verdi ve yürütmeyi durdurdu. Bireyin hukukunu, yargının güvence altına aldığını hepimiz bilmek durumundayız ve bu konuda araştırma komisyonunun önerilerine katılmamak mümkün değil. Katılımcılığı, hukukun üstünlüğünü, saydamlığı, hesap verebilmeyi sağlamak durumundayız; velhâsıl, kaliteli yönetimi sağlamak durumundayız, yönetişim anlayışını ortaya koymak durumundayız.

Yasamada üzerimize düşen ne; yasama dokunulmazlıklarını sınırlandırmaktır, soruşturmalarla ilgili siyasî etkilerin olduğuna dair görüşleri ortadan kaldırmaktır, güveni sağlamaktır. Bu konuda araştırma komisyonunun raporuna aynen katılıyorum.

Meclisin saygınlığı itibariyle şunu ifade etmek istiyorum: Bazı gazetelerde, bugün, Van Milletvekili Sayın Mustafa Bayram'ın dokunulmazlığının kaldırılmadığı ve Meclisin bunları gözardı ettiği yazılıydı. 20 nci Dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi, 547 sıra sayıyla, Anayasa ve Adalet Komisyonlarından oluşan karma komisyonun raporunu görüştü, 21.7.1998'de dokunulmazlığını kaldırdı. Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mustafa Bayram'la ilgili olarak, 21 inci Dönemde 271 sıra sayılı komisyon raporunu görüştü, 27 Mart 2001'de dokunulmazlığını kaldırdı. Bizim, bu konularla ilgili hassasiyetimizi her yerde sürdürmemiz ve kamuoyunu doğru bilgilendirmemiz gerekiyor.

Konuya geldiğimizde, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli kararlarından birini alacağız. İlk defa, bir başbakanla ilgili soruşturma süreci işletiliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yalçınbayır, sözlerinizi tamamlar mısınız.

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Soruşturma konusu, Anayasada özel olarak düzenlendi ve İçtüzükte de özel hükümler var. Anayasada kesin süre konulmasının sebebi, işi savsaklamamak, uzun süre kişileri soruşturma tehdidi altında tutmamak ve bir an önce adil yargılanma haklarına kavuşturarak, kamuoyunu da tatmin etmektir.

Bu işlemdeki süreye bakın: 20 nci Dönemden 22 nci Döneme... O dönemlerde, aynı zamanda siyasî sorumluluk gerektiren bu işte ve benzeri işlerde, gensorulara ret oyunu verenler, soruşturmalara evet oyu vererek, acaba, siyaseti ne kadar kirlettiklerini bir kere düşünebilirler mi?!

Meclis soruşturmalarında, o dönem, toplu müdafaa, toplu hücum dönemiydi. Grup kararları alınmaz; ama, kayıtdışı siyasetin gereği, gruplar, neredeyse tümüyle aynı davrandı. Anayasa Mahkemesinin otoyollar davasında, partilerin karar defterlerinde grup kararı alındığına dair herhangi bir hüküm yok; bu nedenle, sanığın bu konudaki iddialarını dikkate almadı. Kayıtdışı siyasette kayda girilir mi, karar alınır mı?!

Hepimiz biliyoruz, çeşitli nedenlerle, siyaseten verilen önergeler oldu, aralarında gerçekten karışanlar da olmuştur; ama, bunları tefrik edebilmek o kadar zor oldu ki. Toplu müdafaa, toplu hücum; hedef, iktidar; hedef, daha çok oy; nerede hukuk, nerede hukukun üstünlüğü?!

Değerli milletvekilleri, Meclis soruşturması nedir; Meclis burada ne yapıyor; Meclis, bir karar alıyor. Bu karar, aldığı karar, şeklen, Anayasa Mahkemesinin de denetimine tabi; çünkü, bakıldığında, Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve içtüzüklerin yapılmasıyla ilgili işlemler hakkında karar veriyor; ama, eylemli içtüzük, içtüzük ihdası niteliğindeki işlemler hakkında da karar veriyor. Konuya bakıldığında, Meclis, bununla ilgili ne yapacak; bir yargılama faaliyeti yapacak. Bu yargılama faaliyeti, ya Yüce Divana sevk yönünde olacak; Yüce Divana sevk yönünde olunca, bu karardan geri dönmek mümkün mü; hayır, ben hata ettim, bunu sevk etmiyorum diyebilir misiniz veya Yüce Divana sevk etmeme kararı alacak; peki, bundan da dönebilir misiniz; dönebiliyorsanız, bu, siyaseten verilmiş bir karardır, hukuken verilmiş bir karar değildir. Meclis, bununla ilgili daha önce kararını verdi. Ben, burada, işin usulünü konuşuyorum. Usul, esastan daha önemli; usul, işin güvencesi, işin teminatı, özgürlüklerin güvencesi, adil yargılanma hakkının güvencesi.

HALUK İPEK (Ankara) - Yargı karar verir...

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Siz, farklı düşünebilirsiniz; ben, düşüncemi arz ediyorum. Hoşgörü, bu Meclisin en önemli kuralıdır.

Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin, içtüzük ihdası niteliğindeki bu işlemle ilgili yargısal denetimi olacaktır. Bilemiyorum, kişiler bu konuyla ilgili dava açarlar mı; ama, biten bir işi, yeni bir delil olmadıkça, nasıl gündeme getirebilirsiniz?! Bir nevi takipsizlik kararı veya meni muhakeme kararı verilen bir işi, ısıtıp ısıtıp nasıl getirebilirsiniz?! Eğer, siz, geçen dönemin Meclis kararlarına saygı duymuyorsanız, bir gün gelir, bu dönemin de Meclis kararlarına saygı duyulmayabilir.

BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, toparlar mısınız.

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Bu, siyasetin en önemli riskidir. Burada yaptığımız iş, Yüce Divana sevkle ilgili bir iddianame ortaya koymaktır. Bakın, geçen defa da ifade ettim, Danışma Meclisi görüşmelerinde, komisyon başkanı, Anayasanın ruhunu şöyle açıklıyor: "Meclis soruşturması açılıp Mecliste karara bağlandıktan sonra, eğer herhangi bir tahkikat yahut Yüce Divana sevk kararı verilmezse, bu karar kesindir." Aslında, müessese, o dönemki başkanın tespiti gibi, Türkiye'de dejenere olmuştur. Bunun yeniden daha fazla dejenere olmasını önlemek gerekir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Parlamento hukukunun en önemli kaynaklarından birisi, teamüldür. 1924'ten bu yana, görüşülüp hakkında karar verilen hiçbir soruşturma dosyası, yeniden Yüce Divana sevk için gelmemiştir; bir kez teşebbüs edilmiş, Tansu Çiller'in mal varlığında Meclis Genel Kurulu konuyu reddetmiştir.

Değerli milletvekilleri, Cumhur Ersümer dosyasında da konuşacağım.

BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, şimdi, rica edeyim; sözlerinizi toparlar mısınız.

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Diğerlerini de o dosyaya saklıyorum ve ben, Meclisin saygınlığı, usul hükümleri gereği, böyle bir hataya düşülmemesini önemle rica ediyorum. Bakın, buradaki soruşturma önergesinde ne deniliyor: "...güdümlerinde bir medya düzeni kurmak için..." Ben uyarıyorum, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu da, yönetimindeki ve denetimindeki medya kuruluşlarını lütfen elden çıkarsın; yarın öbür gün, bu nedenle, burada hiç kimse muaheze edilmesin.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yalçınbayır.

Üçüncü söz sırası, Çorum Milletvekili Sayın Muzaffer Külcü'nün.

Buyurun Sayın Külcü. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türk Ticaret Bankasının özelleştirilmesi ihalesi sürecine ilişkin olarak dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz ve ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Güneş Taner haklarında ihaleye fesat karıştırdıkları iddiasıyla kurulan soruşturma komisyonunun raporu üzerinde görüşlerimi beyan etmek üzere söz aldım; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün görüşmekte olduğumuz konu, esasında sadece Türkbank ihalesinde değil, bir döneme damgasını vuran bir ilişkiler ağının sadece küçük bir karesidir. Hepimizin hatırlayacağı gibi, o 1998 yılında Türkbank süreci konuşulmaya başlanınca toplumda bir infial meydana geldi ve o gün hafızalarda oluşan intibalar, düşünceler, hâlâ bugün bir şekilde toplumsal hafızada izlerini muhafaza etmeye de devam ediyor. Şüphe yok ki, bütün yolsuzluk iddiaları toplumda rahatsızlık meydana getirir; ama, bu Türkbank konusunun, bütün yolsuzlukların içinde bence, ayrıca bir önemi vardır. Niye; çünkü, ülkeyi yönetme adına en önemli noktada bulunan, ülkenin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz bu işin içerisinde çokça konuşulmuştur. Âdeta, bütün kapıların kendisine açıldığı, bütün yolların kendisine çıktığı tek kişi durumuna gelmiştir dönemin Sayın Başbakanı Mesut Yılmaz. Bir başbakan olarak böyle bir konuya adının en son karışması gereken kişiydi belki; ama, ne yazık ki, bu sürecin bütün senaryosunu Sayın Mesut Yılmaz yazmış, senaryonun başrol oyunculuğunu kendisine vermiş ve kendisine ayakbağı olmayacak şekilde de başkalarına küçük küçük roller dağıtmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Türkbank sürecinde yaşananlar, bu ülkeyi derinden yaralayan siyasetçi, mafya, bürokrat ve işadamı denkleminin belki de tarihimizdeki en kötü, en çirkin örneklerinden birisi olarak anılacaktır. Her geçen gün milletten biraz daha uzaklaşan, milletten destek bularak siyaset yapma imkânı kalmayan bir grubun, bu ihale sonrasında elde etmeye çalıştığı bir finans gücüyle ve o finansla oluşturulacak olan bir medya desteğiyle ayakta kalma çabasından başka hiçbir şey değildir.

İşin ilginç olan bir yanı daha var ki, sürecin başından sonuna kadar Sayın Yılmaz ve Sayın Güneş Taner birlikte hareket ediyor gibi görünseler de, fırsatını buldukça birbirlerinden ayrı hareket etme ve birbirlerine karşı da güç kazanmak gibi özel bir çabanın içerisine girmişlerdir. Yani, işin hulâsası şudur ki, sürecin başından sonuna kadar her ikisi de kendi nam ve hesaplarına çalışmışlardır. Ne yazık ki, bu ihalenin sonrasında kârlı çıkacağını düşünen, bu ihaleden bir banka sahibi olarak çıkacağını düşünen Sayın Korkmaz Yiğit de, bu ihalenin, bu senaryonun, bu denklemin en etkisiz elemanlarından, en küçük aktörlerinden birisi olarak kullanılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bir hukuk devletinde, bir işin nasıl yapılacağı, bir ihalenin nasıl yapılacağı kurallara bağlanmıştır. O işin bir yolu vardır, yöntemi vardır. Bu bağlamda, bir banka ihalesinin de nasıl yapılacağı yazılı kurallara bağlıdır; kimlerin katılabileceği, kimlerin katılamayacağı yazılı olarak belirlenmiştir. Bu şartları taşıyanlar ihaleye girerler, sürece dahil olurlar; o şartları taşımayanlar ise, bu sürecin, ihalenin dışında kalırlar; ama, ülkenin Başbakanı Mesut Yılmaz ise, o ülkede kimlerin ihaleye katılacağı yazılı kurallara bağlı değildir; Sayın Yılmaz kimleri istiyorsa onlar ihaleye katılırlar, kimleri istemiyorsa onlar da ihaleye kabul edilmezler. İşte, bu Türkbank ihalesi de aynen böyle olmuştur. Korkmaz Yiğit'in ihaleye katılacağını öğrenen Sayın Başbakan "Korkmaz Yiğit'in mafyayla, çetelerle ilişkisi olduğu yönünde istihbarî bilgiler var. Bu sebeple, Korkmaz Yiğit'i ihaleye sokmayın" demiştir.

Bilmiyorum, o dönemde bankayı başkasına vermek mi vardı aklında; çünkü, bir süre sonra, aynı istihbarî bilgilere inanmayan dönemin Sayın Başbakanı "yok, her ne kadar ben öyle söylemiş olsam da, gelen bilgiler öyle ki, Korkmaz Yiğit'in mafyayla ilgisi yokmuş, iyi çocukmuş, Korkmaz Yiğit'i ihaleye sokun" diyor.

Değerli arkadaşlarım, burası bir kabile devleti mi yahut burası bir aile şirketi mi?! Kimin ihaleye girip girmeyeceği Başbakanlık makamından tespit edilir mi?! İşte, film burada başlamıştır.(AK Parti sıralarından alkışlar)

Yasal şartları taşıyan herkes ihaleye girebilir ve devletin görevi de, kişilerin bu hukukunu korumak, kişilerin bu hukukunu muhafaza etmektir diye inanıyorum. Olabilir, ihalenin kendisine verilmesi, bankanın satılması uygun olmayan birisi en yüksek teklifi verebilir; o zaman, son imza makamı olarak imzayı atmazsınız ve kamunun menfaatini korursunuz.

Değerli arkadaşlarım, biz, Türkbank soruşturması komisyonu olarak, inanıyorum ki, hem AK Partiye mensup arkadaşlarım hem de Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşlarım, her türlü siyasî mülahazalarını bir tarafa bırakarak, tam bir hukuk zemininde güzel bir çalışma örneği sergiledik. Keşke, bugün, üzerinden altı yıl geçtikten sonra, bizim yapmaya çalıştığımız bu çalışmaları altı yıl önce, âdeta, birbirlerini temizlercesine, o zamanın siyasî partileri yapmasaydılar, o zaman, gerekli çalışmalar hukuk anlayışı içerisinde, hukuk devletine saygınlık içerisinde yürütülseydi de, biz, altı yıl sonra, bunları, burada, yeniden konuşmak zorunda kalmasaydık. Her fırsatta, bankayı, 250 000 000 dolar, 300 000 000 dolar daha fazlaya sattıklarını "500 000 000 dolardan aşağıya vermem" diyerek, kamunun menfaatini koruduklarını iddia edenler, esasında, hiç de doğru söylememektedirler; gerçek böyle değildir.

Öyleyse, bakınız, gerçek nedir: Değerli arkadaşlarım, bu bankaya, ihale sürecinden önce, Hazine tarafından, hem bono olarak hem de nakit kredi olarak 500 000 000 dolar civarında bir kredi desteği sağlanmış ve bu ihaleye, eğer, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın rızası hilafına Zorlu Grubu katılmış olmasaydı, bu banka -halk ifadesiyle söylüyorum- öldü parasına Genç-TV karşılığında Korkmaz Yiğit'e verilecekti. Yapılan hesaplar tutmamıştır ve Zorlu Grubu, bu ihaleye girerek, o çirkin ağın bozulmasına sebep olmuştur.

Anlaşılan o ki, bu Türkbankın Korkmaz Yiğit'e verilmesi için ve bir şekilde kendi ellerinde tutabilmeleri için her şeyi göze almışlardı; çünkü, Korkmaz Yiğit'in mafyayla ve çetelerle ilişkisi olduğuna dair Sayın Başbakana defaatle bilgi sunulmuştur. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Bilican, en az üç defa şifahî olarak söylediğini ve mahkeme kararıyla telefonlar dinlendikten sonra da kendisine yazılı olarak bu bilgileri verdiğini; ama, ne yazık ki, ihalenin iptal edileceği kanaatine ulaştığı halde bu ihalenin yapıldığını söylemiştir.

Bakınız, yapmaya nasıl cesaret etmişlerse "kişiye özel" ve "gizli" ibaresiyle Sayın Mesut Yılmaz'ın özel kalemine teslim edilen yazı, özel kalemde kaybolmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Külcü, sözlerinizi tamamlar mısınız; buyurun.

MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, kısmete bakın ki, devletin gizli ve kişiye özel yazısını kaybeden özel kalem müdürü, Mesut Yılmaz tarafından terfi ettirilerek de ödüllendirilmiştir. Neyse ki, vatanını, milletini seven ve bugün, sadece 800 000 000 liraya çalıştığı halde milletin 1 lirasına halel gelmesine gönlü razı olmayan polis memuru olduğunu düşündüğüm bir değerli vatandaşımız, o malum kaseti, meşhur kaseti Fikri Sağlar Beye getirmiş ve Sayın Sağlar'ın açıklamasıyla birlikte de bu film bir son bulmuştur.

Değerli arkadaşlarım, Korkmaz Yiğit, bu ihaleye katılırken zaten bir bankanın sahibiydi. Bankekspres Korkmaz Yiğit'in elindeydi ve bankalar yeminli murakıpları tarafından hazırlanan raporlara göre bu bankanın içi boşaltılmıştı; yani, Sayın Mesut Yılmaz'ın "girsin" ya da "girmesin" demesi yerine, eğer, devletin elindeki raporlar esas alınsaydı, onlara göre bir karar verilecek olsaydı Korkmaz Yiğit'in bu ihaleye hiçbir şekilde katılmaması gerekiyordu ve ikinci yüksek teklifi bu ihalede 595 milyon dolarla Zorlu Grubu vermiştir.

Değerli arkadaşlarım, iki teklifin arasında sadece 5 milyon dolarlık bir fark var. Şimdi, Sayın Yılmaz ve Sayın Güneş Taner'e soruyorum: "500 milyon dolardan aşağıya satmam" diyerek, eğer kamunun menfaatını korumaya çalışıyor idiyseniz, iki teklifin arasında 5 milyon dolarlık bir fark var; birisi, bankasının içini boşaltmış olan bir adam; birisi, 2003 yılının Türkiye ihracat şampiyonu. Adama sormazlar mı niye Zorlu Grubuna vermediniz diye. Aynı ekip, POAŞ ihalesinde birinciye vermedi, ikinciye de vermedi, üçüncüyü tercih ederek ihaleyi ona vermiştir. Ben, bu anlayışın sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Bizim üzerimize de milletvekilleri olarak bunun düştüğüne inanıyorum; çünkü, milletimiz 3 Kasım günü bunlardan bir hesap sormuştur. O gün, bir milat tarihi olmuştur. Şimdi bizim görevimiz ise, bu ilişkilerin tamamını siyasî mülahazalarımızdan da arınarak, bir hukuk zemini içerisinde sorguya çekmek ve herkesten de bunun hesabını sormaktır.

Değerli arkadaşlarım, bunu yapmak zorundayız; çünkü, bu çirkin çarkın dişleri milletimizin yaşama sevincini yok etmiştir. Ülkemizin çok hızlı büyüyebileceği birkaç yılının, hatta on yılının kaybolmasına sebep olmuştur. Türkbank özelinde 1 milyar dolarlık bir fatura, BDDK ve TMSF çalışmaları göstermiştir ki, toplamda ise 76 milyar dolarlık bir faturayı, milletimiz, hiç de hak etmediği halde ödemek zorunda kalmıştır.

BAŞKAN- Sayın Külcü, sözlerinizi toparlar mısınız.

MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla)- Tamamlıyorum Sayın Başkanım.

Elbette, biz, hâkim ya da savcılar değiliz. Burada vereceğimiz karar bir nihai karar da değildir; ama, kim ne yapmışsa, milletin parasını, milletin malını, fakirin, fukaranın hakkını kim gasbetmişse, kime peşkeş çekmişse, bunların hepsinin hesabını sormak hem bizim görevimiz hem de yargının görevidir.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, 3 Kasımdan sonra siyaset kurumuna olan, siyasetçilere olan güven artmıştır. Allah'a şükürler olsun ki, o günler artık geride kalmıştır. Bu Meclis, bugün milletimizin en çok güvendiği kurumların başında gelmektedir; bu, bizim iki yıla yakın süredir, Cumhuriyet Halk Partisinin muhalefet sorumluluğuyla, bizim de AK Parti olarak iktidardaki bilinçli sorumluluğumuza sahip çıkan tavrımızla bugüne gelmiştir. Artık, anmaktan imtina ettiğimiz o günler geride kalmıştır; ama, herkes de yaptıklarının hesabını vermek zorundadır.

Değerli arkadaşlarım, son olarak, Türkbankla ilgili bu konular konuşulmaya başlanıp, dönemin Başbakanı Sayın Yılmaz'a ilişkin gensoru verildiğinde, o dönemde grup adına konuşan kişinin sözlerini sizlere aktarmak istiyorum. Bakınız ne diyor: "Aslında, bankayı 200 000 000 dolar daha pahalıya sattığı için Sayın Yılmaz'a teşekkür edilmesi gerekir; çünkü, Sayın Yılmaz'ın politikada tek bayrağı vardır, nedir o bayrak; dürüstlüğü. Aylardır, yıllardır, hele bu hükümet kurulduğundan beri, çamur topuyla, katran topuyla bu dürüstlüğe endaht eylediler." Bu sözler, 23 Kasım 1998 tarihinde ANAP Grubu adına bu kürsüden söylenmiştir. Bu sözlerin sahibiyse, bir süre sonra kendisi de Mesut Yılmaz'ı ve şirketleşmiş Anavatan Partisini terk eden Agâh Oktay Güner'dir.

BAŞKAN - Sayın Külcü, toparlar mısınız lütfen.

MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) - Son cümlelerin Sayın Başkanım.

İnanıyorum ki, bugün, bizim komisyonumuzun ulaştığı bilgi ve belgelere, o gün, Agâh Oktay Güner ulaşmış olsaydı, "çamurun üzerinde oturmam" diyen Sayın Mesut Yılmaz'ın boylu boyunca çamura battığını söylerdi.

Bunları, hem bize hem de bizden sonraki siyaset kuşağına bir ibret olsun diye aktarıyorum.

Değerli arkadaşlarım, inanıyorum ki, şimdi, bizim üzerimize düşen şey, toplumda infial meydana getiren bu olayların failleriyle ilgili yargı yolunu açmak ve bunları Yüce Divana sevk etmektir. Bu, siyasî bir hesaplaşmanın ya da bir linç düşüncesinin ifadesi değildir. Bizim çalışmalarımızı detayıyla inceleyen herkes görecek ki, bu soruşturma komisyonu bir hukuk zemininde hareket etmiştir; bir aklama ya da karalama komisyonu olmaktan kendisini kurtarıp, siyaseti aklamaya çalışan bir komisyon olarak görevini tamamlamıştır.

Bu düşüncelerle, vereceğiniz kararın ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum, içinde bulunduğum ve sözcüsü olarak görev yaptığım komisyonun "Yüce Divana sevk" yönündeki kararını destekliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Külcü.

Sayın milletvekilleri, dördüncü söz, Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Küçükaşık'ın.

Buyurun Sayın Küçükaşık. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 621 sıra sayılı İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan A.Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve (9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu hakkında söz almış bulunmaktayım; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Bugün, burada, Türkiye'nin yolsuzluklarla ilgili en önemli kilometre taşlarından biri olan Türkbank ihalesini ve bu ihale esnasında sorumluluk üstlenmiş siyasetçilerimizin sorumluluğunu konuşuyoruz.

Bugün, burada, uygulanan ekonomik politikalarla ülkemizin yirmi yıllık yolsuzluk batağına sürüklenişinin öyküsünü konuşuyoruz.

Bugün, burada, siyasetçi-işadamı-mafya üçgeniyle ülkemizin yolsuzluk ve yoksulluk batağına nasıl saplandığını konuşuyoruz.

Bugün, burada, siyasetçi-bürokrat-işadamı-medya patronu çıkar ilişkilerinin ülkeyi ne hale getirdiğini konuşuyoruz.

Bugün, burada, medya-siyasetçi ilişkilerinin, medya patronu olmanın devlet üzerindeki etkinliğini, Türk siyasetini nasıl yönlendirdiğini, medya patronluğu, banka sahipliği ve devlet ihalelerinin nasıl paylaşıldığını konuşuyoruz.

Bugün, burada, siyasî iktidarların, özelleştirme adı altında kendi yandaşlarına kamu kaynaklarını nasıl peşkeş çektiklerini konuşuyoruz.

Bugün, burada, siyasî iktidarların kendilerine bağımlı bir sermaye grubu yaratmak uğruna ülkenin nasıl talan edildiğini konuşuyoruz.

Yine, bugün, burada, siyasî iktidarların kendilerine bağımlı bir medya grubu yaratmak uğruna, kamu bankalarının, kamu kaynaklarının nasıl insafsızca kullanıldığını konuşuyoruz.

Bugün, burada, siyasal iktidar-hukuk ilişkilerinin ne kadar yozlaştığını, siyasal iktidarların hukuk tanımazlığının ülkeyi sürüklediği yolsuzluk uçurumunu konuşuyoruz.

Bugün, burada, siyasetçinin ve siyaset kurumunun birbirini aklama ve paklama operasyonlarıyla halkın gözünde ve tüm dünyada nasıl itibar kaybettiğini konuşuyoruz.

Kısacası, bugün, burada, ülkemizin, yirmi yıl boyunca nasıl talan edildiğini, nasıl yolsuzluk ve yoksulluk batağına saplandığını, niçin dışfinans kuruluşlarına boyun eğmek zorunda kaldığını, 250 milyar dolar iç ve dış borcun halkımızın omuzlarına nasıl yükletildiğini, ulusal onurumuzun nasıl ayaklar altına alındığını konuşuyoruz; Türkbank aynasında, yirmi yıllık siyasal geçmişimizi, yirmi yıllık yolsuzluk ve yoksulluk serüvenimizi konuşuyoruz. Bu aynanın karşısında bugün biz oturuyoruz. Bu aynaya bakıp, geçmişten çok ders çıkarmak zorundayız; en fazla dersi de siyasal iktidarın çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki, bu aynaya benzer lekelerin düşmeye başladığını görmek, hem bizi hem de Türk Halkını yaralayacaktır.

Bizler, Türkbank Soruşturma Komisyonu üyeleri olarak, dört aya yakın bir süre, gerçekten de çok titiz bir çalışma yapmaya çalıştık. Bu çalışmalar esnasında gördüklerimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım.

İlk gördüğümüz, Türkbank'ın, Hazine kanalıyla siyasal iktidarlar tarafından karşılıksız kredi açılarak özsermayesinin nasıl tüketildiğini; mevcut siyasal iktidarın, Türkbankı ele geçirebilmek için Bankalar Kanununu nasıl hiçe saydığını, yasada nasıl değişiklikler yaptığını; Bankalar Kanununun hiçe sayılarak Ticaret Kanunu hükümlerine göre bankanın hazineye nasıl devredildiğini gördük. Bankadaki hazine hisselerinin satışı için çıkarılan her iki ihalede, mafyanın siyasal iktidardan daha güçlü olduğunu; ihaleyi kazananın, tıpkı Aydın Bolak gibi,  mafya korkusundan bırakınız kazandığı ihaleyi almayı, 5 000 000 dolar teminatını da yakmayı göze aldığını gördük. Bazı saygın işadamlarımızın, organize suç örgütü şeflerinin bir telefonuyla milyon dolarlar ödediğini, ihaleye girebilmek için onlardan izin aldığını gördük. Geçmiş başbakanlarımızın bazılarının veya onların izniyle en yakın adamlarının, organize suç örgütü liderleriyle her şeyi paylaştığını, onlardan siyasî yardım aldığını gördük. Kamu ihalelerine girecek işadamlarını ve ihale bedellerini, organize suç örgütü liderlerinin belirlediği, onların gücü yetmediğinde, bakanların, başbakanın belirlediğini, ikna ettiğini; yetmediğinde de, tehdit ettiklerini gördük. Başbakanlarımızı, devletin resmî istihbarat birimlerinin  raporlarının ikna etmediğini, onlara güvenemediklerini; işadamı dostlarının, danışmanlarının duyumlarının onlar için daha önemli olduğunu gördük. Bakanlarımızın, başbakanımızın devletle iş ilişkisi olan günün popüler işadamlarıyla çok önceden samimi olduklarını, otel lobilerinde, evlerinde, işadamı her istediğinde hemen görüşebildiklerini gördük. Emniyet istihbarat birimlerinin, ihaleye giren firmaların kimliklerini, organize suç örgütleriyle ilişkilerini, ihaleyi kimin kazanacağını, ihaleden iki ay önce tüm ilgili makamlara bildirdiğini, ihalenin tam da onların dediği gibi yapıldığını görünce isyan ettiklerini gördük. Başbakanlarımıza yakın işadamlarının ihaleye nasıl yön verdiğini, komisyon olarak televizyon kanalı aldıklarını, devlet resmî makamlarına nasıl bilgi verdiklerini; bir arabanın bile satışı için noterde resmî satış şartı arınıyorken, milyonlarca dolarlık televizyon kanalı hisselerinin, gazete hisselerinin satışı için, peçete kâğıdına benzer ikili sözleşmelerle, milyonlarca dolarlık gazetelerin, televizyon kanallarının el değiştirdiğini, bunun, bugün bile aynı şekilde devam ettiğini, medyadaki gizli patronların var olmaya devam ettiğini gördük.

Devlet Bakanının ve Hazine Müsteşarının, alt bürokratların onay vermedikleri, yazmadıkları onay yazısını üç kez değiştirerek, onların "bu yanlıştır, biz, bu onaya imza atmayız" demelerine rağmen, o kadar gözü kara bir biçimde onu imzaladıklarını ve Türkbankın devrine onay verdiklerini gördük.

Güneş Taner'in Komisyonumuzda "bu evrakı ben veya Hazinedeki arkadaşlarımız görmüş olsaydık, biz, bu önizni vermezdik; bu, bizim için, gerek Hazine gerekse Merkez Bankası bürokrasisi için, maalesef, kara bir leke olmuştur" dediği belgeyi (Emniyetin gizli belgesini) bir başbakanın, kader birliği yaptığı Bakanlar Kurulundan, koalisyon ortaklarından; bir Merkez Bankası Başkanının, iki ay, bağlı olduğu bakandan sakladığını ve ondan sonra da, yine, görevinde kaldığını, koalisyon ortaklarının da bir şey demediğini gördük.

Başbakanımızın, ihaleyi kazanan işadamına, televizyon genel müdürlüğü, gazete genel yayın yönetmenliği önerdiğini, tüm bu olaylar olurken her şeyden haberi olan bürokrasinin, siyasîlerin ve tüm medyanın nasıl sessiz kaldıklarını gördük.

Televizyonlardan, bizzat Başbakanın ağzından, Arena Programında, organize suç örgütü liderinin ihaleyi kazanacak her iş adamından yüzde 5 pay alacağını duyduk; inanamadık; nereden biliyorsun diye de soramadık.

Seçim dönemi geldiğinde, tüm medyamızın, suçlanan siyasetçimize sahip çıktığını "burada yolsuzluk var, ben, bu olaya destek vererek sessiz kalamam" diyerek hükümeti düşüren siyasetçimizin, siyasal partimizin "istikrarı niye bozuyorsunuz" diye suçlandığını gördük; inanamadık.

1998 Ekiminde üç bankaya el konulmuş, 2,5 milyar dolar halkın omuzlarına yüklenmişken, bu soruna dikkat çeken "önlem alın" diye bağıranların seslerinin kısıldığını, suçlandığını; sonuçta 23 bankaya el konulduğunu, halkın omuzlarına 48 milyar dolar yük bindiğini gördük.

Sonuçta, ülkenin, cumhuriyet tarihinin en büyük krizine sürüklendiğini, ülkede yaşayan herkesin mal varlığının üçte 2'sini kaybettiğini gördük. Ülkemizin, tüm dünyada gelir dağılımı en bozuk üç ülkeden biri olduğunu, dünya yolsuzluk sıralamasında üçüncü sırada olduğumuzu gördük ve kahrolduk.

Kısacası, Türkbank, sadece bir banka ihalesi değil, devrin Başbakanı ve siyasal kadrosunun, Türkbank kaynaklarını kullanarak, kendine ait bir medya yaratma uğruna, siyasetçi-işadamı-mafya işbirliği içerisinde, herkesin kendisine bir çıkar sağladığı, hem ekonomik hem de siyasal çıkarlar sağlamaya yönelik bir organizasyondur.

Hazırlanmış olan komisyon raporu ve eklerinde, bugüne kadar ortaya çıkmamış tanık beyanlarını, devletin resmî belgelerini ve bilirkişi raporlarını okuduğumuzda, ülkemizin yirmi yıllık geçmişinin bir film şeridi gibi karşımızda durduğunu görüyoruz.

Türkbank, bence, bir ibret aynasıdır; hepimizin, tüm ülkemizin bu aynaya bakarak ibret alması ve bir daha benzer olayların yaşanmaması dileğiyle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Küçükaşık.

Sayın milletvekilleri, şimdi, söz, Kırıkkale Milletvekili Sayın Ramazan Can'ın.

Buyurun Sayın Can. (AK Parti sıralarından alkışlar)

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 621 sıra sayılı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu hakkında söz almış bulunuyorum; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gönül isterdi ki, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinde başbakanlık yapmış, bakanlık yapmış siyasetçilerin Yüce Divana sevkini ihtiva eden bu rapor üzerinde müzakere yapmasaydık. Gönül isterdi ki, Mecliste, bu konuda, araştırma komisyonu, soruşturma komisyonu kurulmasın. Yine gönül isterdi ki, Meclis İçtüzüğünde, kanunlarda ve Anayasamızda bu konuda denetim sistemleri olmasın. Daha doğrusu, ülkemizde, bu denetim fonksiyonlarını harekete geçirecek ortamlar olmasın. Ancak, ülkemizde yaklaşık onbeş yıl süren bu ortam, siyaset kurumunun itibarını bitirmiş, siyasetçiyi halktan koparmış, siyasetçi-mafya-işadamı üçgeninde, yolsuzluklar, soygunlar, talanlar ülkemizi karanlığa sürüklemiştir.

Tabiî ki, bir ülkede yolsuzluk varsa, hukuk kuralları içerisinde yaptırımı ve denetimi olmak zorundadır. Yolsuzluklar Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarına çok büyük bir darbe vurmuştur. Milletvekilliği makamı, kendisine şaibe ile bakılan bir makam olmuştur. Gerek Türkiye Büyük Millet Meclisine gerekse milletvekilliği makamına itibar kazandırmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin aslî görevidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yolsuzluk, sosyal adalet duygusunu altüst etmiş, yaşanan süreçte ülkemizin onlarca milyar doları peşkeş çekilmiştir. Kamuoyuna mal olmuş skandallar ile ülkemizi iki büyük ekonomik kriz batağına sokan yolsuzluklardan biri de Türkbank ihalesidir. Türkbank ihalesi, siyasetçi-mafya-işadamı üçgeninde organize gerçekleştirilen yolsuzluklar yumağına tipik bir örnektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzerine düşen görev, yolsuzluklar varsa, siyasî boyutunu aydınlatmak, sorumluları bağımsız yargıya havale etmektir. Meclis, bu görevi, Türkbank ihalesiyle ilgili kurulan soruşturma komisyonunda olduğu gibi, hukuk kuralları içerisinde, kimseye önyargılı olmadan, hukuk ile vicdan ikileminde karara bağlayacaktır. Bu görev, hem siyasî hem hukukî hem de ahlakî bir görevdir. Zira, Türk siyaseti üzerine düşen karalekenin temizlenmesi, hem soruşturulan siyasetçiler için hem de buna vesile olan siyasetçiler için elzemdir. Zira, yıpranan siyaset kurumu ve siyasetçilerdir.

Soruşturma Komisyonumuz, konularında uzman, önyargısız, kimseyi itham etmeden, tamamen hukukun üstünlüğünü esas alarak, tarafsız çalışan, mağduriyeti korumakla birlikte, savunma hakkını alabildiğince veren, savunma hakkını teminat altına alan anlayışa sahip ve bunu soruşturma sürecinde icra etmiş üyelerden kurulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Yalçınbayır'ın beyanlarına kısmen katılamıyorum. Zira, Meclis soruşturma komisyonlarının hazırladığı rapor, Meclisin onayı, yargı kararı değildir. Kararı verecek makam Anayasa Mahkemesidir. Soruşturma komisyonu raporu, bir nevi hazırlık tahkikatı üzerine delillerin toplanmasıdır. Bu hadiseyi Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda, savcının hazırlık tahkikatı üzerine, yeterli deliller elde ettiğinde kamu davası açmasına benzetebiliriz.

Diğer yandan, yargı kararları kaziyeî muhkeme teşkil etse dahi, iadeî muhakemeye sebep olabilecek yeni deliller elde edildiğinde yargılama yeniden başlatılabilecektir. Bu nedenle de Sayın Yalçınbayır'ın beyanlarına iştirak edemiyoruz. Diğer yandan, yeni delillerin elde edildiğine dair bir örnek verecek olur isek, Devlet Denetleme Kurulu raporu yeni bir delildir. Zira, (9/43) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporundan sonra verilen bir rapordur. Ayrıca, Komisyonumuzda yapılan tahkikat neticesinde elde edilen yeni deliller vardır. Bu yeni deliller muvacehesinde de yargılama her zaman yapılabilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demin de beyan ettiğim gibi, delillerin takdir ve münakaşası Yüce Divana ait olduğu gibi, hüküm verecek makam Yüce Divan makamı sıfatıyla Anayasa Mahkemesidir. Komisyonumuz, hazırlık tahkikatını tamamlayarak, hukuk-vicdan ikileminde -tamamen bağımsız irademizle- oybirliğiyle Yüce Divana sevke dair karar almıştır.

Komisyonumuza gelen dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz, eğer şov yapmadıysa "beni Yüce Divana gönderin, aklanayım" demiştir ve sözlü savunma talebini geri çevirmiştir. Kamuoyunda mahkûm olduğuna inanan Sayın Mesut Yılmaz'ın Yüce Divana gönderilme talebi, bizim tahkikat sürecimize ve Yüce Divana gönderilmesi kararı almamıza asla etki etmemiştir. Ancak, şartları oluşsaydı, bu talebe rağmen aksi karar da oluşabilirdi. Yani, Komisyonda şartları oluşan, Yüce Divana gönderilmesine gerek olmadığına dair bir karar ortaya çıkmış olsaydı Sayın Mesut Yılmaz ve Sayın Güneş Taner'in yargılanma hakkı olamayacaktı. Karar bu yönüyle de bu talebi karşılamaktadır. Aksi bir durumda Sayın Mesut Yılmaz mağdur olacaktı diye düşünüyorum. Bu kararla, bu anlamda mağduriyeti de giderilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 20 nci Dönemde kurulan (9/43) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu, neticede, 8'e 7 oyçokluğuyla Sayın Mesut Yılmaz'ın Yüce Divana gönderilmesi talebini reddetmiştir. Bu rapordan sonraki rapor ise, aynen "dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ile Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in söz ve eylemlerinin ihaleye açıkça müdahale anlamı taşıdığını, karara muhalefet eden üyelerin gerekçelerinin daha haklı olduğunu; elde edilen yeni delillerin yanında, Başbakan Mesut Yılmaz'ın kusurlu olduğunu, Başbakan ve Bakanın '500 000 000 dolardan aşağı verirseniz, ihaleyi iptal ederim' demek suretiyle, ihaleye direkt müdahalede bulunduklarını, ihaleye katılanların biri hariç herkesle görüştüklerini, birinden aldıkları bilgiyi diğerine aktardıklarını, devlet malı olduğundan kuşku duyulmayan TMSF'ye ait Türkbankın satışında 'ihale sürecinde malı satmak ve değerinde fesat oluşturmak' eylemleriyle Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesini ihlal etmiştir" denilen Devlet Denetleme Kurulu raporudur.

Sayın Yalçınbayır'ın eleştirilerine, Devlet Denetleme Kurulunun vermiş olduğu bu rapor da yeni delil mahiyetindedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakan Mesut Yılmaz'ın başkanlık yaptığı, Sayın Güneş Taner'in üye olduğu Özelleştirme Yüksek Kurulunun 15.7.1998 tarihli toplantısında, beklenmedik bir şekilde POAŞ ihalesini alan Hayyam Garipoğlu'nun sahip olduğu Akmaya-Orteks Grubu, devredışı bırakılarak, ikinci sırada olan firmayla görüşülmeden üçüncü sıradaki konsorsiyuma ihale verilmiştir.

Bu olay için, komisyonumuzda, aynen, "orada, yanlış hatırlamıyorsam, ya Maliye Bakanı ya da Başbakan, Hayyam Garipoğlu hakkında, devletin elinde, kendisinin karakter ve uğraşlarıyla ilgili böyle bir şeye sahip olmaması gerektiği yönünde bilgi ve belgeler olduğunu ifade ettiler. Maliye Bakanlığında karaparayla ilgili dosyalar vardı. Tabiî, bu gibi olaylarda bulunan kişilerin banka sahibi olmaları sakıncalı görünüyordu" diyen Sayın Güneş Taner'in açıklamaları sonunda, Sayın Külcü'nün de dediği gibi, sormak gerekmiyor mu Sayın Mesut Yılmaz ve Güneş Taner'e; Korkmaz Yiğit ile Alaattin Çakıcı arasındaki ilişkiyle ilgili, somut olarak, Emniyet Genel Müdürlüğünün yazıları ve bilgi notları iletildiği halde, Hayyam Garipoğlu için gösterilen hassasiyet, niçin Korkmaz Yiğit için gösterilmemiştir? Sormak gerekmiyor mu; POAŞ ihalesinde sakıncalı durum var denilerek, üçüncü sıradaki konsorsiyuma ihale verilirken, Türkbank ihalesinde sakıncalı durum olduğu halde, malî durumu iyi olan ve 5 000 000 dolar eksiğiyle 595 000 000 dolar teklif veren Zorlu Grubuna niçin ihale verilmemiştir?

Öte yandan, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün, Emniyet Genel  Müdürlüğüne, 13.5.1998 tarihli 7956 sayılı yazısında, aralarında ilişkileri eski döneme dayanan Korkmaz Yiğit, Alaattin Çakıcı'nın Türkbank ihalesi için anlaştıkları, ihalede Korkmaz Yiğit'in yalnız kalmasını ve nihayetinde, bankanın Korkmaz Yiğit'in olmasını sağlayacak girişimlerde bulunarak, Alaattin Çakıcı'nın ve benzeri örgütlerin gerek yurtiçi gerekse yurtdışı ticarî ve sosyal alanları artırarak, para transferi yapmak için, Türkbankın, Korkmaz Yiğit'çe alınmasını temin etmek için ihaleye katılan kuruluşlara tehdit, şantaj, hatta, korkutma maksadıyla silahlı eylemlere tevessül edileceği bildirilmiştir. Ayrıca, 4.6.1998 tarihli yazıyla da bu hususları teyit eder bilgiler ilgililere ulaştırılmıştır.

19 Haziran 1998 tarihli Sabah ve Hürriyet Gazetelerinde yer alan haberlerde, ihaleye teklif veren yatırımcılardan bazılarının, ihaleye katılmamaları için tehdit edildiklerini, yatırımcılara karşı suikast girişiminde bulunacakları iddia edilen iki kişinin İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yakalandıklarına dair haberler üzerine, TMSF, Emniyet Genel Müdürlüğüne hitaben 24.6.1998 tarihli yazısıyla, aynen "söz konusu haberler gerçeği yansıtıyor ise, ülkemiz ekonomisi ve bankacılık sistemi yönünden büyük önem arz eden Türkbank ihalesinin spekülasyonlardan uzak, şeffaf bir biçimde gerçekleştirilmesini teminen konunun araştırılarak, tarafımıza bilgi verilmesini arz ve talep ederiz" denilmiştir. Ancak, bu yazıya cevap gelmeden TMSF, ihaleyi yapmıştır. Madem, ciddî bir durum var ise, yazının cevabı niçin beklenmemiştir? Yazının cevabı gelmediyse, niçin tekit edilmemiştir? Bunlar tamamen suiistimale yönelik eylemlerdir diye düşünüyorum sayın milletvekilleri.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca, TMSF'nin 24.6.1998 tarihli yazısına, Emniyet Genel Müdürlüğü, 4.8.1998 tarihinde, geç cevap verilmesiyle ilgili olarak, bu bilgilerin süreç dahilinde elde edildiği, iş ve işlemlerde delilleri ilgililere ulaştırmada gecikme olmadığını beyan etmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Can.

Buyurun, sözlerinizi tamamlar mısınız.

RAMAZAN CAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım

İhalenin Korkmaz Yiğit lehine sonuçlandırılması için, diğer firmaların, bazı organize suç liderleri ve elemanlarınca baskıya maruz kaldıkları yönünde ciddî deliller bulunduğu, hal böyle olunca, ihaleye fesat karıştırma suçunun Korkmaz Yiğit lehine işlendiğine dair çok ciddî karineler bulunan bu yazının, Merkez Bankasında saklanarak Hazine Müsteşarlığına gönderilmemesi, akabinde bu kişinin banka sahibi olması... Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Sema Erdem'in beyanlarında, gelen her türlü yazının Başbakana ulaştırıldığını, hizmet süresinde bunun aksinin olmadığını, istisnanın dahi olmadığını, dolayısıyla Emniyetten gelen yazının Başbakana ulaştırıldığını kabul etmiştir. Buna rağmen ihaleye iptal girişiminde bulunulmaması düşündürücüdür.

Daha ihale öncesinde Emniyetten gelen bilgilerde, Alaattin Çakıcı'nın yaptığı telefon görüşmelerinde Türkbank ihalesine dair telkinlerde bulunanların olduğunu, bazı kişileri ihaleye girmekten caydırmak... Kendisine Korkmaz Yiğit'in Türkbankı almasını desteklediğine dair bilgilerin ulaştığını, Sayın Mesut Yılmaz 9/43 esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda bizzat kendi beyanıyla açıklamıştır ve Güneş Taner'e hitaben, böyle bir bilgi olduğu, bu hususta bu şahsın hiçbir şekilde ihaleye alınmaması gerektiği yönünde talimat vermiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakanın bu açıklamaları gösteriyor ki, Sayın Başbakan Türkbank sürecinde Emniyetten gelen her türlü yazıdan haberdardır. Bunu kendi beyanıyla teyit ediyor. Mefhumu muhalifinden bakıldığında, her türlü bilgi ve belgeye rağmen Korkmaz Yiğit'in ihaleyi alması ve Sayın Başbakanın tavrının ihalenin Korkmaz Yiğit'e verilmesi yönünde... Nüfuzunu, yetkisini aşarak ihaleye fesat karıştırıldığını kendi beyanlarıyla açıklamıştır. Nitekim, Sayın Mesut Yılmaz, 11.11.1998 tarihli Arena programında, Korkmaz Yiğit'le görüştükten sonra kafasının karıştığını, adamın samimî olduğunu, beyanlarıyla kendisini ikna ettiğini ve Güneş Taner'i arayarak "yahu, adamın hakkını yemişiz, teklif versin" dediğini...  Dikkat ederseniz, Sayın Mesut Yılmaz, Emniyetten kendisine gelen somut delilleri muhtevi bilgilere rağmen bunlara itibar etmiyor, Korkmaz Yiğit'in beyanlarına itibar ediyor. Sayın Mesut Yılmaz devlet makamlarının bilgisine itibar etmiyor; ancak, her nasılsa Korkmaz Yiğit'in beyanlarına itibar ediyor.

Ayrıca, Sayın Başbakan, Türkbankın kaça satılacağına dair bilgiyi, fiyatı, ihaleye katılacak olan Nazif Zorlu'ya ve Korkmaz Yiğit'e iletilmek üzere Kamuran Çörtük'e bildirmiştir. İhaleye saatler kala verilen bu bilgiler ihaleye fesat karıştırma suçunu alenen oluşturmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Mesut Yılmaz ve Sayın Güneş Taner'in, Korkmaz Yiğit'in basın açıklamaları üzerine açmış oldukları manevî tazminat davasında, özellikle bu hususu altını çizerek ifade ediyorum, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi aynen  "davaya konu olan bu işte, davacının bu tür yayının yapılmasına kendi eylemiyle neden olduğu ve olay tarihindeki konumu ile manevî tazminatın fazla olduğu" Güneş Taner için ise "olayın gösterdiği tüm özellikler, davacının siyasî kişiliği, görevi ile yapılan konuşmanın içeriği hep birlikte değerlendirildiğinde, ihale konusunda söz  sahibi konumdaki davacının ihaleye girecek olan kişilerle fiyat oluşumunu etkileyecek nitelikte görüşmeler ve konuşmalar yaptığının anlaşılması karşısında, böyle bir durumun doğmasına kendi kusuruyla neden olduğundan, davanın reddine karar verilmesi lazımdır" diyerek, gerekçesinde de, aynen, Başbakan ve Bakanın, ihaleye fesat karıştırma suçunun fiillerini ika ettiklerine dair yargı kararını açıklamıştır; yani, ihaleye fesat karıştırma suçunu işlediklerine dair mahkeme kararı da vardır; bu konudaki Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararını demin arz ettim.

BAŞKAN - Sayın Can, toparlar mısınız.

RAMAZCAN CAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; komisyonumuz, tamamen hukuk kuralları ve mevzuatı içerisinde delillerin toplanmasını sağlamış, savunma hakkına önem vermiş, sanıkları dinlemiş, hüküm makamı olmadığını bilerek, maddî gerçeğin ortaya çıkmasına çaba göstermiştir. Komisyonumuz, yolsuzlukların ortaya çıkarılmasında zaruret olduğu gerçeği karşısında, savunma hakkı kutsaldır ve beraatı zimmet asıldır ilkesine de uygun davranarak çalışmasını tamamlamıştır.

İnşallah, ülkemizin kaynaklarının peşkeş çekilmediği, yolsuzlukların olmadığı, neticede bakanların ve başbakanların Yüce Divana gönderilmelerine neden olan ortamların olmadığı, temiz toplum, temiz siyaset zemininde, ülkemizin aydınlık yarınlara ulaşması temennisiyle, hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Can.

Komisyon adına, Komisyon Başkanı Samsun Milletvekili Sayın Mustafa Demir; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

(9/5,6) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekili arkadaşının verdikleri soruşturma önergeleri doğrultusunda Yüce Meclisin verdiği karar neticesinde (9/5,6) esas numaralı ve -bugün de Meclisimizde görüşülmekte olan- 621 sıra sayılı Komisyon raporumuz hakkında söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, ben esas konuşma bölümüne geçmeden önce... Çok değerli hocamız Sayın Yalçınbayır'ı dinledim. Soruşturma önergesine konu olan eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz'ın kendi ağzından daha önceki bir komisyonda verdiği ifadesini nakletmek istiyorum: "Ama kendi aralarında arkadaşlarımız, komisyon üyeleri, grup başkanvekilleri istişare etmişler ve bu meselenin bir siyasî istismar konusu yapıldığını, siyasî polemik malzemesi olarak kullanılacağını... Tam seçimler öncesinde buna mahal vermeme konusunda anlaşmışlar ve dediğiniz gibi hakikaten karşılıklı olarak oy kullanmak suretiyle bu komisyonların o şekilde karar almasını sağlamışladır. Bunda benim ne bilgim oldu, ne dahlim oldu" şeklinde bir beyanı söz konusudur. Zannediyorum yalnızca bu beyan dahi, o zamanki Meclis soruşturması komisyonunun... Meclisin aldığı kararın üzerinde, denetleme konusundaki büyük bir gölgeyi bu çalışmayla birlikte bu Meclis inşallah kaldırmış olacaktır.

Değerli arkadaşlar, Türk Ticaret Bankası Türkiye'de mevcut konumu itibariyle Merkez Bankasına bağlı olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna geçip, yani Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kaynaklarından para aktarılarak Merkez Bankasına geçmiş olan bankanın ilk kez özelleştirilmesidir; yani bundan önce böyle bir örnek yaşanmamıştır, ondan sonra da yaşanmamıştır. Aslında Türkbank üzerindeki tartışmaların belki en büyük sebebi burada yatmaktadır.

Benden önceki konuşmacı arkadaşlarım da bahsetti, daha önce Türkbank iki kez özelleştirme süreci deneyimi yaşadı; birinde tehditler neticesinde, diğerinde de yaralamaya varan bir olay neticesinde, ne yazık ki, satışı, özelleşmesi gerçekleşmemiştir; çünkü, büyük bir çoğunluğu Munzam Sandığa ait olan bir banka, yine siyasîlerin, yine o zamanki politik söz sahibi olan insanların etkisi nedeniyle, ne yazık ki, batma noktasına gelmiş, zor duruma düşmüş olan bir banka...

Türk Ticaret Bankasına, 1987 yılı içerisinde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan kaynak aktarılarak -Bankalar Kanununun 64 ve 65 inci maddeleriyle yetki kullanılarak- Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu sahip oluyor. Munzam Sandığın dava açması neticesinde, idare mahkemesi yürütmeyi durduruyor ve akabinde, konu Anayasa Mahkemesine intikal ediyor, Bankalar Kanununun 64 ve 65 inci maddeleri iptal ediliyor. Peki, ondan  sonra ne oluyor; Merkez Bankasına ait olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Yönetmenliğinin 12 nci maddesinde bir değişiklik yapılarak      -Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği maddelerin aynıyla- ve Türk Ticaret Kanunu -benden önceki arkadaşlarım da bahsetti- kullanılarak, Türk Ticaret Bankasına, tekrar Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu sahip oluyor.

Değerli arkadaşlar, konuşmamın ilerleyen bölümlerini izlemenize katkı sağlaması açısından şunun bilinmesini arzu ediyorum: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna dahil olan Türk Ticaret Bankasına aktarılan paranın şekliyle ilgili olarak, Güneş Taner'in, Komisyonumuza verdiği savunmada bir ifadesi var, bunu hafızalarınızda tutmanızı arzu ediyorum. Sayın Taner diyor ki: "Türk Ticaret Bankasına konulan, içinde kullanılabilen 500 000 000 dolar, hazine kâğıdı ve o parayı kullanma yetkisi vermediğimiz, kredi de kullandıramayan bir yönetim; ama, gecikmiş tahsilatları, kredi tahsilatlarını sağlayan bir yönetim ve o 500 000 000 dolarlık hazine kâğıdının bir veya üç aylık geliriyle bankayı çeviren bir yönetim söz konusu." Sayın Taner, bu neyi ifade ediyor diye sorduğumuzda "bu, bankayı satın alan şahsın, devraldıktan sonra, içerisinde, eğer arzu ederse, eğer hedef tutarsa, 500 000 000 dolarlık hazine kâğıdını Hazineye, Merkez Bankasına getirdiği zaman, 500 000 000 dolarlık bir kaynağı, taze parayı, tabiri caizse keş parayı kullanabilecek olan bir Türk Ticaret Bankası var önümüzde. Bankaya böyle bakın" diyor.

Değerli arkadaşlar, bu çerçeve içerisinde, zamanın da kıtlığı nedeniyle -arkadaşlarımız da birçok konudan bahsettiler- çok detaylara girmeden arz edeceğim. Dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz, günün birinde, haziran ayı içerisinde Sayın Taner'i arıyor "Korkmaz Yiğit'i bu ihaleye sokmayın, hakkında organize suç örgütü liderleriyle ilişki var, sokmayın" talimatını veriyor. Bu talimatı verdikten sonra, daha önce Güneş Taner ve Gazi Erçel ile çeşitli vesilelerle görüşmüş olan Korkmaz Yiğit ile Sayın Taner, bir gün Akmerkezde Bankalar Birliğinin Lokalinde karşılaşıyorlar. Güneş Taner, Korkmaz Yiğit'i azarlıyor -çünkü daha önce katılabilirsiniz demişlerdi- "Senin suç örgütleriyle ilişkin var, bu ihaleye katılamazsın, bunu sana vermeyiz" dedikten sonra, Korkmaz Yiğit'in morali bozuluyor -kendi ifadesiyle- teklif vermeme noktasında bir karar aşamasına geldiğini anlıyoruz.

Yine Sayın Başbakanın ifadeleriyle birlikte, Sayın Yiğit arayışlara giriyor; Sayın Yılmaz'ın tanıdığı, çevresinde... Hatta kardeşleri de dahil olmak üzere, araya insanlar sokuyor. Sayın Yılmaz, görüşmediğini söylüyor; ama, ne zaman Sayın Yiğit gidiyor, Cefi Kamhi ile Hüsamettin Cindoruk ile görüşüyor, onları ikna ediyor ve Sayın Yılmaz'dan randevu alıyor; 30 Haziran. Değerli arkadaşlar, 30 Haziran, Türk Ticaret Bankasında bir milattır; çünkü, 30 Hazirana kadar, 3 Martta, 13 Mayısta, 6 Haziranda İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinin Emniyet Genel Müdürlüğüne yazdığı yazılarda -13 Mayısta ve 6 Hazirandaki yazılarında- Korkmaz Yiğit lehine Alaattin Çakıcı'nın etki yaptığı, belli katılımcıları, girişimcileri tehdit ettiği ihaleyi Korkmaz Yiğit'in alması noktasında etki ettiği... Hatta 8 Haziranda aynen "ihaleyi alacaklarından emin oldukları" şeklinde, devletin resmî makamlarının, Emniyet teşkilatının, Emniyet genel müdürlerine bir yazısı var. Tabiî, bunların Sayın Yılmaz'a ulaştığını anlıyoruz. Nereden anlıyoruz değerli arkadaşlar? Arena programında Sayın Yılmaz'ın bir ifadesi var. Sayın Taner'i aradığında, Emniyetten kendisine gelen bilgilere -ki, bunların arasında 2-3 tane de telefon görüşmesi kayıtları vardı- baktığında, suç örgütü liderleriyle Sayın Yiğit'in direkt ilişkisi olduğu ve Yiğit lehine etkide bulunduklarını bizzat kendisi ifade ediyor; ama, tüm bu bilgilere ve bulgulara rağmen, Sayın Yiğit'in Yılmaz'la görüşmesinde, çoluk çocuğunun üzerine, başının üzerine yemin etmesi, tüm o bilgileri geçersiz kılıyor. Bir tesadüftür ki, ayrıca, 30 Haziranda, Sayın Yılmaz'la ilgili Meclisteki bir soruşturma komisyonu önergesinin kabul edilmesinden hemen sonra, çıktığında, Sayın Yiğit'e "ihaleye girebilirsiniz, teklifinizi verin" diyor ve Sayın Taner'i arıyor "ihaleye girebilir, belki haksızlık yapabiliriz" şeklinde bir mazeretle birlikte, daha önce girememesi noktasındaki kararını bu şekilde değiştirmiş oluyor.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkbank ihale süreci bu şekilde farklı bir safhaya girmiş oluyor. Burada, arkadaşlarım da bahsetti. Korkmaz Yiğit'in suç örgütleriyle ilişkileri olduğu konusunda, aslında en ufak bir tereddüt yok.

Ayrıca, hemen akabinde, 1 Temmuz sabahı, Sayın Yiğit, Sheraton Otelde, Sayın Sedat Ergin adlı gazeteciyle birlikte bir kahvaltı yapıyor. Hemen ertesi gün sabahı, aynen Sedat Ergin'den ayrılırken söylediği bir ifade var: "Ben, Türkbank ihalesine giriyorum, onu alacağım, medya alanında büyüyeceğim, beni izlemeye devam edin."

Aynı günün akşamı, OSTİM şubesinin açılışında, Sayın Çörtük'ün kendisini aradığını "malum şahısla görüşmüşsün, akşam Tarabya Otelinde, İstanbul'da görüşelim" dediğini ifade ediyor, bu görüşme gerçekleşiyor değerli arkadaşlarım ve süreç işliyor.

Değerli arkadaşlar, çok fazla detaya girmekten ziyade, ana hatlarıyla dönüm noktalarına gelmek istiyorum. Bu arada, ihale gerçekleşene kadar, olayın Kâmuran Çörtük'le ilgili belki en önemli safhalarından birisi olan Genç-TV'yi Korkmaz Yiğit'in alması ve ihaleye üç gün kala Kâmuran Çöktük'e satış sürecini birlikte yaşıyoruz. Bu süreç içerisinde, Sayın Kâmuran Çörtük Korkmaz Yiğit'le görüştüğünde "ben zaten bir televizyon alacaktım, onunla birlikte bu pazarlığa girdik; o da Genç-TV'yi almıştı, bana sattı" diye ifade ediyor; ama, Korkmaz Yiğit aynen şunu söylüyor: "Ben Genç-TV'yi Kâmuran Çörtük'e bedelsiz verdim."

Komisyon raporu incelendiğinde görülür; yine, Korkmaz Yiğit "Kâmuran Çörtük'ün söylediğini Başbakanın sözü gibi algılıyorum" diyor; çünkü, Başbakana sorduğunu ifade ediyor "Çörtük'ün sözü benim sözümdür" ifadesiyle birlikte işleyişlerine devam ediyorlar.

Değerli arkadaşlar, altıncı ayın 2'sinde, Kanal-E'yi, Korkmaz Yiğit, 27 000 000 dolara satın alıyor ve yedinci ayın 14'ünde Genç-TV'yi 41 200 000 dolara satın alıyor. Bu arada ilginç bir süreç daha yaşanıyor, 30.7.1998 tarihinde yerel ve genel seçim kararı alınıyor ve bu karar sürecinde medyaya girmesiyle, Türkbank sürecinde çok büyük etki sahibi oluyor.

Değerli arkadaşlar, ihale gününe geldiğimizde -arkadaşlarımız da bahsetti- Korkmaz Yiğit'in ifadesine göre Kâmuran Çörtük'ün, ihale sürecini şekillendirme yönündeki "Zorlu Grubu Başbakanın sözünden çıkmaz, Erol Aksoy da Güneş Taner'in sözünden çıkmaz" ifadesinin neşvü nema bulduğunu o akşam görüyoruz.

Yine Korkmaz Yiğit, Kâmuran Çörtük'ün, kendisine, Erol Aksoy'la ilgili dosyaların bulunduğunu, bunu televizyonda yayınla dediğini ve kendisinin "ben bunu yayınlayamam" dediğini ifade ediyor, Kâmuran Çörtük bunu yalanlıyor.

Ama, daha önceki ifadeyle şu örtüşüyor: Güneş Taner, ihale gecesi Erol Aksoy'u arıyor, kendisinde bir dosya olduğundan bahsediyor, ihale konusunda fiyat görüşmeleri yapıyorlar. Aynı gece, Sayın Yılmaz, kendi evinde, Zorlu Grubuyla fiyat konusunda görüşmeler yapıyor ve Zorlu Grubunun, Korkmaz Yiğit'in Alaattin Çakıcı ile ilişkisi olduğuna dair sözlerini ve bunu bütün İstanbul'un bildiğini kendisine ifade ediyor. Sayın Yılmaz Kâmuran Çörtük'ü arıyor. Kendi ifadesiyle söylüyorum: "O arada Korkmaz Yiğit ile berabermiş. Televizyon pazarlığı yapıyorlarmış. Onu çağırdım ve Zorlu'nun söylediklerini kendisine aktardım. Korkmaz Yiğit'e söyle; eğer, ilişkisi varsa bu ihaleye girmesin." Bu, Sayın Yılmaz'ın ifadesi. Fakat, Sayın Yiğit'in ifadesi: "Çörtük benimle beraberdi akşam 8'den itibaren. Biz biliyorduk Zorlu'nun Başbakanın evinde görüşme yaptığını. Görüşmeden sonra, bizi, Kâmuran Çörtük'ü çağırdı ve nitekim gece saat 2'den sonra Kâmuran Çörtük geldi." Zorlu Grubunun, Başbakanın "500'den aşağı vermeyiz" ifadesine göre "ben 505 vereceğim" ifadesini Korkmaz Yiğit'e aktardığını söylüyor; yani, orada, Korkmaz Yiğit'in Alaattin Çakıcı ile ilişkisi konusunda herhangi bir ifadesi olmadığını beyan ediyor.

Değerli arkadaşlar, çok önemli bir nokta daha... Kâmuran Çörtük, Başbakanla o gece görüşmesini Pakistan'daki işlerine bağlıyor ve daha önceki ifadelerinde Sayın Yılmaz ile Kâmuran Çörtük'ün kendisini ziyaretini aynı ifadelere bağlıyor; ama, komisyonumuzun Dışişleri Bakanlığına yazdığı yazı neticesinde aldığı cevapta görüyoruz ki, o yıl, Pakistan'dan Türkiye'ye Başbakanlık düzeyinde bir ziyaretin olmayacağı... Olacağı şeklinde, bir görüşme yapacağını beyan etmişti Kâmuran Çörtük ve Sayın Yılmaz da. Üstelik, Sayın Yılmaz, ifadelerinde, Zorlu ile görüştükten sonra Kâmuran Çörtük'ü ararken... Böyle bir randevusu vardı, ne o bahsediyor ne Çörtük bahsediyor ne de Korkmaz Yiğit bahsediyor... Değerli arkadaşlar, bu, alenen, düpedüz, çok açık bir şekilde, bir gün sonra, on saat sonra yapılacak olan bir ihalenin olgunlaştırılması, kime verileceğinin belirlenmesidir.

Nihayet ihale günü geliyor ve ihale gerçekleşiyor. İhalede üç grup yarışıyor; Zorlu Grubu ikinci geliyor, Aksoy Grubu üçüncü geliyor ve Korkmaz Yiğit'te ihale kalıyor. Korkmaz Yiğit, beklenen rakamdan yukarı çıkınca Ali Balkaner'i aradığını "benimle ortak olur musun" diye söylediğini komisyonumuzda ifade ediyor. Ayrıca  "fiyat çok yükselince, malum şahısla görüştüm" diyor. Komisyonumuza ifade etmedi; ama, anladığımız kadarıyla diğer tanık ifadelerinden, Sayın Taner veya Sayın Yılmaz'ı aradığını "çık, al" diye kendisine ifade edildiğini beyan etmiş bulunuyor.

Değerli arkadaşlar, Korkmaz Yiğit'te ihale kalıyor. Raporumuz incelendiğinde görülecektir ki, Zorlu Grubunun dışında diğer grupların bankalarının sıkıntılı olduğu, bu ihaleye girebilecek malî yapıya sahip olmadıkları, Korkmaz Yiğit'in alenen Sayın Yılmaz'ın da bilgisinde olarak, suç örgütleriyle ilişkisi olduğu resmî belgelerle kesin olduğu halde, mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemesinden alınan izinle dinlenen telefon kayıtlarına sahip olduğu halde, 2.7.1998 tarihli, MİT'in gönderdiği bir yazıda, Hayyam Gariboğlu hakkında oradan gelen bilgiler çerçevesinde POAŞ ihalesi Hayyam Gariboğlu'na verilmiyor, üçüncü gelen firmaya veriliyor. Oradaki mahzurlar, Hayyam Gariboğlu hakkında var olduğu halde, tekrar Türkbank ihalesine sokulması... Şunu anlıyoruz ki, bu ihalenin önceden planlandığı, söylendiği şeklinde, Emniyetin 8 Haziran tarihli yazısında belirtildiği gibi, Korkmaz Yiğit ve ilişki içerisinde olduğu örgütler, ihaleyi alacağını kesin görüyorlardı ve ihale kesinleşmiş oldu.

Değerli arkadaşlar, ihaleden hemen bir akşam önce -bugüne kadar çok fazla gündemde tutulmayan bir bilgi notu- Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Şubesi tarafından -yani, ayın 4'ünde ihale yapılıyor- ayın 3'ünde İçişleri Bakanlığına ve Başbakanlığa bir bilgi notu gönderiliyor. Özetle, son paragrafını okuyorum: "Makamlarına arz edilen bilgi notlarında Bankekspres sahibi ve İnşaat Müteahhidi Korkmaz Yiğit'in Türk Ticaret Bankası ihalesini alması için Alaattin Çakıcı'nın birtakım girişimlerde bulunduğu bildirilmişti -daha önceki bilgi notlarında bildirilmişti diyor- konuyla ilgili olarak son alınan bilgilere göre, bahse konu ihaleye katılacak olan Hayyam Gariboğlu'na, Alaattin Çakıcı, bu ihalenin kendisini ölüme götürebileceği, ihaleye katılması; ancak, fiyatı da artırmaması yönünde tehdit ve telkinde bulunulmuştur" deniyor. Sayın Yılmaz'ın daha önceki komisyona verdiği ifadelerde, ayın 4'ündeki, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna gereği için gönderilen, bilgi için Başbakanlığa gönderilen yazının kaybolduğu ifade ediliyor.

Değerli arkadaşlar, Başbakanlıkta kaybolduğu iddia edilen yazı, iki tanedir, bir tane değil ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Başbakanlıkta ilk defa, bir gün arayla, çok gizlilik derecesinde iki tane yazı kaybolmuş oluyor ve tabiî ki, aslında kaybolmuş olmuyor; çünkü, kaybolması, kozmik büroya, Sayın Başbakana ulaştırılan yazının dönmemesine istinaden; Sayın Başbakanın ifadesiyle bunu anlıyoruz; ama, dinlediğimiz tanıklardan şunu anlıyoruz ki, kozmik büroya dönmemesi, gönderilen yazının Başbakana ulaştığı, ama kendisinde kaldığı şeklindedir.

Değerli arkadaşlar, ihale günü akşamı, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna -Emniyet Genel Müdürlüğünün gönderdiği- İçişleri Bakanlığından giden bir yazı, ihale neticesinde bu tür ilişkileri açığa çıkaran yazı, akşam saat 6 civarında, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Başkanına ulaşıyor; heyecanla yazıyı alıyor Sayın Gazi Erçel'e çıkarıyor; bir toplantı anında hemen yazıyı kendisine takdim ediyor ve -Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Başkanının ifadesi aynen tutanaklarda vardır değerli arkadaşlar: "Bu yazı Merkez Bankasına bomba gibi düştü."- Sayın Erçel bu konuda bir işlem yapmıyor. Sayın Fon Başkanının ısrarı üzerine, yazının üzerine not düşerek, bilgi için Başbakanlığa gittiğini gerekçe gösterip yazının gereğini yapmıyor.

Değerli arkadaşlar, ihale süreci içerisinde... Halbuki, bu yazı geldiğinde, ihale şartnamesinin 15 inci maddesine göre, ihaleyi dilediğine verip vermemekte serbest olan, hiçbir gerekçe göstermeksizin iptal etme yetkisini haiz olan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Demir, sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

(9/5, 6) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan, konuşacak çok şey var; ama, süre yetmedi anlaşılan. Benim kısa kesmem gerekiyorsa, biraz daha sonuna gelmek istiyorum.

Evet, ihale süreci devam ediyor değerli arkadaşlar. Devir süreci içerisinde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun yazdığı yazıya onay vermesi için, Hazine bürokratlarının, Korkmaz Yiğit'in suç örgütleriyle olan ilişkilerini ve bankayı satın alacağı o meblağı, bankanın içine konulacak olan sermayeyi sağlayabileceği endişesini içeren onay taslağını hazırlıyorlar ve onay taslağında, "hukukî sakınca olmamakla birlikte" çekincelerini koymaları neticesinde, üç kez aynı rapor hazırlanıyor ve Sayın Güneş Taner'den geri dönüyor. Daha sonra, bildiğimiz gibi, Sayın Başbakanın ifadeleriyle birlikte, MİT'ten aldığı bilgi çerçevesinde, bu konuda MİT'te bilgi yoktur şekliyle birlikte, suç örgütleriyle ilişki konusunda sakıncaların giderildiğini düşünüp, kendi müsteşarıyla birlikte sorumluluğu alıp, onay taslağını hazırlıyor; ama, atladığı bir şey var; malî yapı konusunda hiçbir araştırma yapmaya gerek duymuyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu süreci de geçiyoruz. Bildiğiniz gibi, daha sonra Milliyet Gazetesinin satın alınması devreye girince, basına yansıyınca, Sayın DSP kanadı, Ecevit'in başkanlığında olayı araştırmaya giriyorlar, Hüsamettin Özkan'la görüşmelerini yapıyorlar. Hüsamettin Özkan'la birlikte yaptığı toplantılarda, Amerika'ya giden Başbakanın dönüşünde, İstanbul'da Sayın Özkan, ayın 2'sinde Başbakanla görüşüyor, akabinde Korkmaz Yiğit'le görüşüyor "gazeteyi bırak, ihaleyi almaktan da vazgeç" diyor ve Korkmaz Yiğit ihaleyi almaktan vazgeçme temayülü gösteriyor. O arada, Hüsamettin Özkan, Ecevit'i arıyor, Korkmaz Yiğit'in gazeteyi almaktan vazgeçtiğini, banka ihalesinden de vazgeçme temayülü olduğunu Sayın Ecevit'e bildiriyor. Akabinde, vazgeçme olayı gerçekleşmiyor.

Sayın Başbakan Ankara'ya döndüğünde -biliyorsunuz, 30 Haziranda da Kutlu Aktaş, Korkmaz Yiğit'le görüşmesini kayda alıyor- hemen ertesi günü -30 Eylül veya 2 Eylül civarında; tarihi net değil- Sayın Başbakana ilettiğini, ayın 2'sinde, Sayın Ecevit ile Hüsamettin Özkan'ın yaptığı toplantıda Kutlu Aktaş'ın o dinleme kasetinin de görüşüldüğünü görüyoruz. Bu çerçevede, hâlâ Sayın Yılmaz'ın herhangi bir işlem yapmaması neticesinde, 5 Ekimde, Ankara'da, Sayın Ecevit kendi kurmaylarıyla bir toplantı yapıyor, hemen akabinde Sayın Mesut Yılmaz'ın başkanlığında bir toplantı yapıyor ve ihalenin iptal edilmesi gerektiği şeklinde, koalisyon kararı şeklinde, karar aldıklarını söylüyorlar.

Sayın Mesut Yılmaz, Amerika'daki Güneş Taner'i aradığını, ihalenin iptal edileceğini ilettiğini söylüyor ve yine, Sayın Yılmaz, Aydın Doğan'ı arayıp, gazeteyi satmayın dediğini ifade ediyor; ama, gelip görüyoruz ki, 10 Eylülde satın alınan gazetenin 6 Ekimde sözleşmesi yapılıyor. Yani, buradan, Sayın Yılmaz'ın, Korkmaz Yiğit'e "bu ihaleden vazgeçiyoruz, iptal ediyoruz" şeklindeki ifadesinin doğru olmadığı kanaatine ulaşıyoruz. Eğer bu doğru olsaydı, daha önce satın alınmış, parası ödenmiş; ama, sözleşmesi yapılmamış olan bir Milliyet Gazetesinin 6 Ekimde sözleşmesi yapılmazdı.

Değerli arkadaşlar, Amerika'daki Güneş Taner'in kendisine bu bilgi geldikten sonra, kendi Müsteşarını ve yetkililerini aradığını, nasıl iptal edilebileceğini istişare ettiğini beyan ediyor; ama, Sayın Güneş Taner, ayın 11'inde Amerika'dan döndüğünde, Korkmaz Yiğit ısrarlı bir şekilde kendisine görüşmek isteğini iletiyor ve Sayın Taner "ben çok yorgunum, Ankara'da görüşelim" demesine rağmen, Korkmaz Yiğit geliyor, Güneş Taner'in evinde Güneş Taner'le görüşüyor. "Sayın Taner bu görüşmeye neden engel olamadınız" dediğimizde, "kurtulamıyoruz ki" diyor ve o görüşmede, Güneş Taner, iptalden herhangi bir şekilde Korkmaz Yiğit'e bahsetmiyor.

BAŞKAN - Sayın Demir, sözlerinizi, lütfen, tamamlar mısınız...

(9/5, 6) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

Değerli arkadaşlar, ayın 11'inde bu görüşmede iptal eğilimi gündeme gelmemişken, ayın 13'ünde Fikri Sağlar'ın kaseti yayınlandığında, Hazine Müsteşarı Yener Dinçmen, hemen, kaseti duyar duymaz bir iptal metni hazırlıyor ve kendi ifadesiyle birlikte, Güneş Taner'e henüz ulaşamadıklarını, aynı günün öğlen saatlerinde kendisinin, kendilerini aradığında iptal metnini hazırladığını öğreniyor. Halbuki, Güneş Taner'in, iptal metni konusunda "ben, Müsteşarım ve ilgililerle görüştüm" dediğinin de doğru olmadığı ortaya çıkıyor.

Değerli arkadaşlar, aslında, şöyle bir manzarayla karşı karşıyaydık: Eğer kaset yayınlanmasıydı, iptal gerçekleşmeyecekti. Nereye doğru gideceğini, yaşanmadığı için bilmiyoruz. Zaman kısa olduğu için çok detaylara giremiyoruz; ama, komisyon çalışmalarımızda edindiğimiz, ulaştığımız kanaat, raporumuzda mevcuttur.

Türk Ticaret Bankasının, kamu malı olduğundan şüphe olmayan bir finans kuruluşunun, Anayasaya aykırı değişikliklerle birlikte Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna geçirilmesi, içerisine yüksek düzeyde para konulması, ihale sürecinin planlanarak yönlendirilmesi, belli bir şahıs üzerinde ihalenin kalmasını temin ederek medya alanındaki alımlarının desteklenmesi -ki, Milliyet Gazetesi 100 000 000 dolarlık bir meblağ ediyorken, 273 000 000 dolara alınmış- Yeni Yüzyıl Gazetesi, Kanal 6, Kanal E ile medya dünyasında bir güç yaratılmak istenerek, alınan seçim kararı arifesinde, Sayın Yılmaz ve Sayın Taner'in müştereken, bütün bilgi ve bulgular dahilinde bu olaya destek verdikleri, önünü açtıkları, Korkmaz Yiğit'in her türlü kredi taleplerinde görüşmeler yaptıkları ve bütün bilgi ve bulgulara rağmen, Korkmaz Yiğit'i destekledikleri, korudukları anlaşılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, son olarak şunu söylemek istiyorum: Bu ihale süreci içerisinde, 3.2.1998'deki İstanbul Emniyet Müdürlüğünün yazısı, 13.5.1998'deki İstanbul Emniyetinin yazısı, 8.6.1998'deki İstanbul Emniyetinin Genel Müdürlüğe yazdığı yazısı, 19.6.1998'de lav silahlarıyla Pamukbanka saldırı düzenleyen iki şahsın yakalanması; ki, Türkbank olayıyla alakalı, bu gazetelere yansıyor o gün. 26.6.1998'de, yakalananların ifadeleri İstanbul Emniyeti tarafından Ankara'ya gönderiliyor. 17.8.1998'de Çakıcı Fransa'da yakalanıyor. 19.8.1998'de Sedat Peker Romanya'dan Türkiye'ye geliyor ve 21.8.1998'de, Sedat Peker'in ifadesi, Ankara'ya resmî yoldan gönderiliyor. 26.8.1998'de, Sedat Peker'in ifadesi, Hürriyet Gazetesinde "şok ifade" şeklinde manşet oluyor, Akşam Gazetesinde yer alıyor, Cumhuriyet Gazetesinde yer alıyor. Kutlu Aktaş-Korkmaz Yiğit görüşmesi kayda alınıyor.

Değerli arkadaşlar, 5.10.1998'de, koalisyon kararı alınıyor. 8.10.1998'de, Tuncay Özkan, Fikri Sağlar'a ulaşan kaseti Başbakana aktarıyor -ki, aktardığı sırada Kamuran Çörtük de orada- ve ne yazık ki, iptal konusunda, kaset yayınlanana kadar, en ufak bir girişimde bulunulmuyor; tam tersi, sürecin işleyişi, devam edilmesi noktasında, Sayın Taner ve Sayın Yılmaz tarafından destekleniyor, göğüsleniyor.

Değerli arkadaşlar, komisyonumuz, 10 Şubat 2004'te çalışmasına başladı. 49 tanık dinlendi ve daha önceki komisyonların incelediği belgelerden eksik kalanların temin edilip, üç aylık bir çalışma neticesinde, bir aylık değerlendirme ve rapor yazımıyla birlikte, komisyonumuz raporunu tamamlamış, Yüce Meclisimize sunmuştur.

Bahsedilen gerekçelerle birlikte, söz konusu önergede, Türkbank ihalesiyle birlikte Sayın Taner ve Sayın Yılmaz'ın ihaleye fesat karıştırıp, kendi güdümlerinde bir medya gücü, kuvveti oluşturma noktasında büyük gayret sarf ettikleri ve bunu büyük ölçüde başardıkları ve dolayısıyla, Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesi kapsamındaki fiili işledikleri kanaatine ulaşmış, Yüce Meclise takdim etmiştir. Karar, siz değerli Yüce Meclis üyelerinindir.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinize en derin saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Demir.

Sayın milletvekilleri, soruşturma önergesine konu olan Devlet eski Bakanı Sayın Güneş Taner, Başkanlığımıza başvurarak, şu gerekçeyle, aşağıdaki metnin okunmasını talep etmiştir.

Gerekçesi şu: "621 sıra sayılı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler esnasında, aşağıdaki metnin, Meclis İçtüzüğünün 60 ıncı maddesinin beşinci fıkrası gereği okunmasını arz ederim."

İçtüzüğümüzün 60 ıncı maddesinin beşinci fıkrasında "yazılı bir konuşmanın, kürsüden okunması veya Başkanın izni ile bir kâtip üyeye okutturulması mümkündür" denilmektedir. Yani, böyle bir şeyin okunabilmesi için, Başkanlığımızın izin vermesi gerekir; ancak, ben, bu maddenin de gerekçesini çıkararak, acaba, hangi koşullarda böyle bir yazılı konuşma talebinin gündeme gelebileceğini inceledim. 1973 yılında kabul edilen İçtüzüğümüzün 60 ıncı maddesinin beşinci fıkrasının gerekçesinde, süreli konuşmalar, yani 10 ve 20 dakikayla sınırlandırılan konuşmalar kastedilerek şöyle denilmektedir: "Böyle bir sınırlama, hem milletvekilini daha öz, daha esaslı konuşmaya teşvik edecek ve hem de dinleyen milletvekillerinin konu üzerinde ilgilerinin dağılmamasına zemin hazırlayacaktır. Her milletvekilinin, düşündüklerini daha teferruatlı olarak yazmaları ve bunu zapta geçirmeleri imkânı kapanmamıştır. Konuşmasını bu madde içerisinde yazılı süreye sığdırma kabiliyetinden mahrum veya böyle bir çaba için yeteri zamana sahip milletvekili, istediği genişlikte, fikirlerini yazıyla ifade edebilir ve bunu Meclis zaptına ekleyebilir."

Yine, milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılması konusunda, dokunulmazlığı kaldırılmak istenen sayın milletvekilinin savunma hakkını düzenleyen 134 üncü maddede şunlar belirtilmektedir: "Dokunulmazlığının kaldırılması istenen milletvekili isterse hazırlık komisyonunda, Karma Komisyonda ve Genel Kurulda kendini savunur veya bir üyeye savundurur. Savunma için çağrıda bulunulan milletvekili davete uymazsa evrak üzerinde karar verilir."

Şimdi, o nedenle, Sayın eski Bakanın görüşmeler sırasında okunmasını istediği metni, bizim, İçtüzüğümüzün 60 ıncı maddesi içinde değerlendirme olanağımız yoktur. Şu anda, bizim yapmakta olduğumuz, açılmış bulunan bir soruşturma önergesinin sonuçlandırılmasıdır. Nasıl sonuçlandırılacağını da İçtüzüğümüzün 112 nci maddesi hükme bağlamaktadır. İçtüzüğümüzün 112 nci maddesinin ikinci fıkrası bu görüşmelerin nasıl sonuçlandırılacağını şöyle açıklamaktadır: "Bu görüşmede, komisyona, şahısları adına altı milletvekiline ve o sırada görevde bulunsun veya bulunmasın hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakana söz verilir. Son söz, hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakana aittir ve süresi sınırlandırılamaz."

Görüleceği üzere, söz hakkı, buraya bizzat gelip söz talebinde bulunan sayın eski bakan veya başbakana verilebilmektedir. Yazılı konuşma konusu da süreli konuşmalar için, o da, Genel Kuruldaki normal çalışmalar için söz konusudur; oysa, bizim şu anda yaptığımız, İçtüzüğümüze ve Anayasamıza göre, özel bir işlemdir, açılmış bulunan bir soruşturma önergesinin sonuçlandırılmasıdır. O nedenle, Sayın Taner'in bu talebini işleme koyamıyorum.

Sayın milletvekilleri, Meclis Soruşturması Komisyonunun raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Komisyon raporunda, eski Başbakan Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in Yüce Divana sevki istenmektedir.

Şimdi, eski Başbakan Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in Yüce Divana sevkini isteyen komisyon raporunu oylarınıza sunacağım.

Anayasanın 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında "Yüce Divana sevk ancak üye tamsayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla alınır" hükmü, İçtüzüğün 112 nci maddesinin altıncı fıkrasında da "Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt çoğunluğu ile alınır" hükmü yer almaktadır.

Bu nedenle, oylamayı gizli oylama şeklinde yapacağız ve raporun kabul edilmesi için 276 oyu arayacağız.

Toplantı yetersayısı olmak kaydıyla, gizli oylamada kabul oyu 276'nın altında olduğu takdirde Yüce Divana sevk kabul edilmemiş olacaktır.

Gizli oylamanın ne şekilde yapılacağını arz ediyorum:

Komisyon ve hükümet sıralarında yer alan kâtip üyelerden komisyon sırasındaki kâtip üye, Adana'dan başlayarak İzmir'e kadar, hükümet sırasındaki kâtip üye ise, İzmir ile Zonguldak dahil, adı okunan milletvekiline biri beyaz, biri yeşil, biri de kırmızı olmak üzere üç yuvarlak pul ile mühürlü zarf verecek, pul ve zarf verilen milletvekilini ad defterinde işaretleyecektir.

Milletvekilleri, belirlenmiş bulunan yerlerden başka yerde oylarını kullanamayacaklardır. Vekâleten oy kullanacak bakanlar da, yerine oy kullanacakları bakanın ilinin bulunduğu bölümde oylarını kullanacaklardır.

Bildiğiniz üzere, bu pullardan beyaz olanı kabul, kırmızı olanı ret, yeşil olanı ise çekimser oyu ifade etmektedir.

Oyunu kullanacak sayın üye, kâtip üyeden üç yuvarlak pul ile mühürlü zarfı aldıktan ve adını ad defterine işaretlettikten sonra kapalı oy verme yerine girecek, oy olarak kullanacağı pulu burada zarfın içerisine koyacak, diğer iki pulu ise ıskarta kutusuna atacaktır. Bilahara, oy verme yerinden çıkacak olan üye, oy pulunun bulunduğu zarfı, Başkanlık Divanı kürsüsünün önüne konulan oy kutusuna atacaktır.

Oylamada adı okunmayan milletvekiline pul ve zarf verilmeyecektir.

Şimdi, gizli oylamaya Adana ilinden başlıyoruz.

(Oylar toplanıldı)

BAŞKAN - Genel Kurul Salonunda oyunu kullanmayan sayın milletvekili var mı? Yok.

Oylama işlemi tamamlanmıştır; kupalar kaldırılsın.

(Oyların ayırımı yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, eski Başbakan Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında kurulan (9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun 621 sıra sayılı raporunun gizli oylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı                                : 447

Kabul                                : 429

Ret                                : 15

Çekimser                                : 3

Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre, Meclis soruşturması komisyonunun raporu kabul edilmiş; yani, eski Başbakan Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in Yüce Divana sevkine karar verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 17.33


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.44

BAŞKAN : Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Enver YILMAZ (Ordu)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 114 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2 nci sırada yer alan, İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 64 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin, Bakanlığı sırasında enerji ve doğalgaz anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı, devlet alım satımına fesat karıştırdığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesine uyduğu iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer ile ayrıca bakanlıkları sırasında uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarında ilgili kurum ve kuruluşların uyarılarını dikkate almayarak kamuyu zarara uğrattıkları, DSİ Genel Müdürlüğünde usulsüz uygulamalara onay verdikleri ve bu suretle görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma fiillerini işledikleri ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230, 240 ve 366 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla  Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 64 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin Bakanlığı sırasında enerji ve doğalgaz anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı, Devlet alım satımına fesat karıştırdığı iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer ile ayrıca bakanlıkları sırasında uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarında ilgili kurum ve kuruluşların uyarılarını dikkate almayarak kamuyu zarara uğrattıkları, DSİ Genel Müdürlüğünde usulsüz uygulamalara onay verdikleri ve bu suretle görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma fiillerini işledikleri iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/4,7) (S. Sayısı: 622) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Meclis Soruşturması Komisyonunun 622 sıra sayılı raporu daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski bakanlara gönderilmiştir.

Komisyon raporunda, İzmir Milletvekili Sedat Uzunbay ile Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'in oylamaya katılmadığı yazılıdır. Bu iki sayın üye, aynı zamanda son toplantıya da katılmamışlardır.

Rapor üzerindeki görüşmelerde, Komisyona, şahısları adına 6 milletvekiline ve haklarında soruşturma açılması istenen eski bakanlara söz verilecektir.

Konuşma süreleri Komisyon için 20 dakika, şahısları adına söz alan milletvekilleri için 10'ar dakikadır. Son söz, haklarında soruşturma açılması istenen eski bakanlara ait olup, konuşma süreleri sınırsızdır.

Rapor üzerinde söz alan üyelerin isimlerini okuyorum: Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır, Gaziantep Milletvekili Fatma Şahin, Ordu Milletvekili Kâzım Türkmen, Sivas Milletvekili Selami Uzun, Bolu Milletvekili Mehmet Güner, Manisa Milletvekili Nuri Çilingir.

İlk söz, Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır'ın.

Buyurun Sayın Yalçınbayır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 622 sıra sayılı komisyon raporu üzerine söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

621 sıra sayılı rapor üzerinde görüşlerimi arz etmiştim. O kadar teferruatlı olmamakla beraber, en azından tutanaklara geçmesi itibariyle yeniden söz aldım.

622 sıra sayılı rapor, bilindiği gibi, geçen dönem (9/3) esas numaralı komisyon çalışmalarıyla ilgili rapordur. Geçen dönem, hakkında karar verilmiştir. Bu dönem, yeni deliller ileri sürülmek ve yeni bir kişi -Sayın Çakan- katılmak suretiyle yeni bir soruşturma önergesi verilmiş ve süreç işletilmiştir.

Bilindiği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, çalışmalarını, kendi yaptığı İçtüzük hükümlerine göre yürütmektedir. Soruşturmayla ilgili konular da İçtüzük hükümleri uyarınca yapılmaktadır. Anayasada bazı hükümler olmakla beraber, İçtüzükte de onu tamamlayıcı hükümler vardır. Örneğin, eski bakanlar ile eski başbakan hakkında soruşturmanın nasıl yapılacağı konusunda Anayasada hüküm olmamakla beraber, İçtüzükte böyle bir hüküm vardır. İçtüzük, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gizli anayasasıdır ve İçtüzüğün yapılması, yayımlanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ayrıcalığıdır, bağımsızlığıdır, varlık sebebidir. İçtüzük, hiç kimsenin imzasına tabi olmaksızın, onayına tabi olmaksızın -ne Cumhurbaşkanına ne Bakanlar Kuruluna- hiçbir yere gitmeksizin, doğrudan doğruya resmî gazetede yayımlanır. Bu İçtüzük, milletvekillerinin ve partilerin demokratik taleplerini de karşılar nitelikte olmak durumundadır.

Benim burada konuşmam, belki, siyaseten uygun görülmeyebilir; ama, benimle beraber birçok arkadaşımızın özgür milletvekilliğiyle ilgili canlarının nasıl attığını biliyorum. Özgür milletvekilliğini, bu özgür kürsüyü kullanmak suretiyle, özgür Parlamentoyu yaratmak suretiyle, hukukun üstünlüğünü hâkim kılmak suretiyle ancak biz yaratabiliriz ve özgür toplumu ancak biz yaratacağız. Özgür toplumun en önemli vasıtası da demokrasidir, düşünce özgürlüğüdür, bunların kullanılmasıdır, parti içi demokrasilerdir. Grupların tesir ve baskısı, şüphesiz ki, programları ve tüzükleri doğrultusunda olacaktır. Bunlar siyasetin gereğidir; ama, siyaset, sadece partiler eliyle değil, milletvekilleri eliyle, bağımsızlar eliyle de yapılır. Bunları söylememdeki maksat, herhangi bir partiye, herhangi bir lidere atıfta bulunmak değildir; özgürlüğün nimetlerini hep birlikte tatmaktır.

Değerli milletvekilleri, bundan önceki konuşmamda, daha önceki kararın kesin olduğunu, men'i muhakeme niteliğinde olduğunu, takipsizlik niteliğinde olduğunu ifade etmiştim. Hatta, araştırma komisyonunun bu kararlarla ilgili değerlendirmesi, bir nevi beraat kararıdır. Peki, siz bu değerlendirmelerdeyken, bu işten elinizi çekmişken, nasıl olur da yeniden el atabilirsiniz?! Ancak ve ancak, yeni delil, neticeye etki edecek delil, sonucu değiştirecek delil ve inceleme yapıldığı zaman elde edilmesi mümkün olmayan bir delil olduğu takdirde, siz, yeni bir soruşturma önergesi verip, komisyonu kurup değerlendirme yapabilirsiniz.

Kesin karara, dosyadan el çekmeye, daha önce karar verilmiş olmasının soruşturma engeli olduğuna işaret ettik ve teamülleri ortaya koyduk. Türkiye Büyük Millet Meclisinin, parlamento hukukunun kaynakları arasında, teamüller, en önemli yeri alır. Teamüllü bir hukukun oluşabilmesi için, sürekli uygulamanın olması, ilgililerin tutumlarının aynı tür olaylarda sürekli olarak tekrarlanması gerekir. Bundan önceki soruşturma önergelerinde, soruşturma komisyonu raporlarının görüşülmesinde, 1924'ten beri aynı usul cereyan etmiştir. Bu, yazılı değildir; bu, sözlüdür. Sözlü olması, centilmenliğin de önemli bir işaretidir. Eğer bunun yazılı hale getirilmesini istiyorsak, yeniden İçtüzük yapmakta yarar vardır; İçtüzüğe yeni ilavelerin yapılmasında yarar vardır. Her Parlamento, her dönem kendi İçtüzüğünü yapma hakkına sahiptir. Eğer bu iradesini koymadıysa, eski İçtüzük hükümleri uygulanmaktadır. Eski İçtüzük hükümlerine ve Anayasaya bakıldığında, hakkında karar verilen bir olayla ilgili yeniden karar verilmesi hususunda herhangi bir düzenleme yoktur; bir boşluk vardır. Bu boşluğu teamüller doldurmuştur ve bu geleneğe uyulma zorunluluğu da vardır. Bu, Parlamentonun itibarı için, saygınlığı için de önemlidir. Yarın öbür gün, sizin de aldığınız ve kesindir diyebildiğiniz kararları, bir başka dönem parlamentosunun değiştirmesini ister misiniz; olabilir mi böyle bir şey?! Bu psikolojik nedene, manevî unsura özen göstermek gerektiğini düşünüyorum. Boşluk doldurucu bir rol oynuyor. Örneğin, yeni güvenoyu almış olan bir hükümetle ilgili hemen güvenoyu isteminde bulunuyor mu muhalefet; hayır. Bu konuda öteden beri yerleşik kurallar var; herkes bunlara uydu. Soruşturmalar da aynı nitelikte ve bunlar, yazılı kurallara da aykırı olan, yazılı kuralları da değiştirecek hususlar değildir.

Anayasa Komisyonunda görev yürütürken, İçtüzük üzerinde 51 maddelik bir değişiklik hazırladık. Bunlardan birisi de soruşturmalarla ilgiliydi. Bilindiği gibi, Anayasa değiştikten sonra, İçtüzük Anayasaya uyarlanmadı. İçtüzük değişikliğine zaruret var. Doğrudan Anayasa hükümleri uygulanabildiği için uygulanıyor; ancak, birtakım boşluklar var. Bu dönem soruşturma önergesi verildi, görüşülemedi; önümüzdeki dönem ne olacak? Soruşturma önergesindeki imza sahiplerinin imzalarını geri çekmesi de mümkün değil. O zaman, bunlara devam ediliyor. 77 nci madde bu mahiyetteydi veya o imzalara tekabbül edilebilir. Bunun için bir değişiklik olabilir ve yine şu değişiklik de önemlidir: Hakkında karar verilmiş olan bir konuyla ilgili, soruşturmayla ilgili yeniden önerge verilmesinin şartları düzenlenebilir. Biz, daha kaliteli bir Parlamentoyla, tüm haklarımızın, demokratik haklarımızın da güvence altına alınmasını istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, biraz önce bahsetmiş olduğum tapu kadastro harçlarıyla ilgili bir konu, şu nedenle de önemli; hukukun üstünlüğü, temiz siyasetle ilgili. Bakın, biraz önce, Danıştayın konuyla ilgili verdiği karar ve biz, bu konuda, Başbakanı, Maliye Bakanını, Bayındırlık ve İskân Bakanını uyardık ve Meclis Başkanına da bilgi verdik; dedik ki: Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler ancak kanunla konulur; bu da Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisi içindedir; siz, yönetmelikle harç ihdas edemezsiniz; bu, Meclisin yetkilerine el atmaktır; lütfen bunları dikkate alın. Uzun yazışmalar oldu ve çok uzun. Hatta, bunlardan sonra, burada kabul edilen bir kanunla "1.1.2004'ten sonra kadastro yenileme harcı alınmayacaktır" diye bir kuralı da vazetti bu Meclis. Öyle bir kural yoktu ki yeniden alınsın. Bunları bas bas bağırdık ve Danıştay şu kararı verdi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun; sözlerinizi tamamlar mısınız.

ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Bunu yarın etraflıca anlatacağım.

Harçlar Kanununda yenileme harcı alınacağına ilişkin bir düzenleme olmadığından, yönetmelikle böyle bir harç ihdas edilemeyeceğinden, değerli milletvekilleri, önce, Meclisin yetkilerine elbirliğiyle ve özgürce sahip çıkalım. Bu, parti içi demokrasiyi, denetimi ve hukukun üstünlüğünü beraberinde getirecektir. Hukuk devleti, her türlü eylem ve işlemin her safhada hukuka uygunluğunun sağlandığı devlettir; devletin hukuku değildir.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yalçınbayır.

Sayın milletvekilleri, ikinci sırada söz talebinde bulunan Gaziantep Milletvekili Sayın Fatma Şahin, söz hakkını, Samsun Milletvekili Sayın İlyas Sezai Önder'e devretmiştir.

Buyurun Sayın Önder (CHP sıralarından alkışlar)

İLYAS SEZAİ ÖNDER (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlıkları sırasında enerji ve doğalgaz anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı, devlet alım satımlarına fesat karıştırdığı iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer ile ayrıca Bakanlıkları sırasında uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarıyla devleti zarara uğratarak, Türk Ceza Kanununun 230, 240 ve 366 ncı maddelerini ihlal ettikleri iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında kurulan (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu konusunda şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, özellikle 1998 yılından sonra uygulanan enerji politikalarındaki çarpıklığı, siyaset ve bürokrasideki kokuşmuşluğu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren soruşturma komisyonu başkan ve üyelerine, raporun hazırlanmasında katkıda bulunan tüm uzmanlara teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, soruşturma önergesinin başlığındaki bir ibareye dikkatinizi çekmek istiyorum: "Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı..." Bunu yapan kim, bu isnadın muhatabı kim; Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine sonuçlandığı bugün daha açıkça görülen, çocuklarımızın geleceğini karartan, devletin büyük bir zarara uğramasına, geleceğin ipotek altına sokulmasına neden olan kim; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bakan veya bakanları, enerji bürokratları.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Genel Başkanımız, bu çarpıklıkları, devletteki talan anlayışını 1998 yılında görmüştür ve bu anlayışa destek olmamak için, o zamanki hükümetten desteğini çekerek, ülkeyi erken seçime götürmüştür. Hükümeti bozduğumuz savıyla çok tenkide maruz kaldık, yetmedi, 1999 yılında yapılan genel seçimlerde Meclis dışında kaldık. Ancak, daha sonra gelişen olaylar, Cumhuriyet Halk Partisini ve onun Sayın Genel Başkanını haklı çıkardı. 3,5 milyar dolarlık banka batıkları, hortumları 40-50 milyar dolara, enerji alanındaki sorumsuz politikalar, daha hızlı bir şekilde devam etti; buna bağlı devlet zararları da katlanarak arttı.

Sayın milletvekilleri, 10 dakikalık bir konuşma sırasında, böyle kapsamlı bir konuda düşünce belirtmek, olayın detaylarına inmek zor; ancak, ben, raporla ilişkili olarak, Samsun'da kurulu 100+100 megavat gücündeki mobil santrallardan bahsetmek istiyorum. Bilindiği gibi, bu konuda verilen (10/29,31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporumuz, Meclis Genel Kurulunda görüşüldü. Ben de, o komisyonun bir üyesiyim. Raporun sonuç kısmında, bu iki Sayın Bakan hakkında soruşturma komisyonu kurulması, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bürokratları hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulması talebinde bulunmuştuk. Bu raporun ilgili soruşturma komisyonu kurulmadı; ancak, bu konuda, kısmen de olsa, görüştüğümüz soruşturma komisyonu raporunda bahsedilmektedir. Raporun 413 üncü sayfasında, (10/29,31) esas numaralı Araştırma Komisyonu raporunun tespitlerine aynen iştirak edildiği belirtilmekle birlikte, esasında müstakil bir soruşturma konusu olması gereken olay hakkında bazı bölümlerde tekrar bahsedilmektedir.

Sayın milletvekilleri, Samsun'da kurulu, adı mobil santral olan, ancak, çok katlı yapılardan oluşan, mobil özelliği olmayan, 100+100 megavat gücündeki santralların, Bartın-Cide, Fethiye-Dalaman bölgelerinde kurulması planlanmış; ancak, bu bölgelerdeki yoğun kamuoyu baskısı, valilik ve belediyelerin olumsuz görüşleri nedeniyle, sözleşmeleri yapılmış, ilgili firmalarca yerleri satın alınmış olmasına rağmen, santrallar buralara kurulamamış, TEAŞ Yönetim Kurulu projelerden vazgeçme aşamasındayken, temsil ettiği halka karşı çarpıcı bir sorumsuzluk örneği gösteren Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı, 31.5.2001 tarihli meşhur ve malum yazısıyla Bartın santralını Samsun'a davet etmiş, ihaleyi alan iki firmaya devlet bütçesinden ödül vermek isteyen TEAŞ Yönetim Kurulu, bu teklifi de hemen kabul ettiği gibi, Dalaman'daki santralı da Samsun'a nakledivermiştir.

Türkiye'de hiçbir ilin kabul etmediği santrallar Samsun'a nasıl gelmiştir; Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı, davet yazısını yazmadan önce bu firmalardan birisinin yetkilisiyle belediyede görüştüğünü komisyonda verdiği ifadede belirtmektedir. Ayrıca, soruşturma komisyonu raporunun 414 üncü sayfasında tanık Muzaffer Selvi'nin çarpıcı bir beyanı vardır. Tanık, bu beyanında, Ankara Esenboğa santral ihalesini Aksa Elektriğin kazandığını, ihaleden sonra Enerji Bakanı Ersümer'in kendisini makamına çağırarak, ihaleyi üçüncü sırada kazanan Park Holdinge vermesini istediğini, arkadaşlarının bunu kabul etmediğini; bunun üzerine, Aksa Elektrik Yönetim Kurulu Başkanını çağırıp  konuştuğunu, sonuçta, Aksa Elektrikle sözleşme imzalandığını; Park Holdingin "Ankara Elektrik" isminde bir şirket kurduğunu, Aksa Elektriğin hisselerini bu şirkete devrettiğini söylemiştir. Yani, sonuçta, dolaylı olarak Sayın Bakanın isteği olmuş ve Ankara Esenboğa santral ihalesi, hisse devirleri suretiyle Ankara Elektrik ve dolayısıyla Park Holding üzerinde kalmıştır. Aksa Elektriğin yaptığı, tabiri caizse, bu fedakârlık ortada kalmamış, anladığım kadarıyla Aksa Elektrik firması sahipleri yeni bir şirket kurmuşlar ve bu şirketin adı da Aksa Enerji Üretim AŞ olmuştur. Bu şirketi de ödüllendirmek için, Samsun'da kurulması planlanan mobil santrallardan biri bu şirkete verilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, esasında, belirttiğim gibi, Samsun Büyükşehir Belediyesinin yazısı, sadece Bartın-Cide'de kurulması planlanan santralın Samsun'a nakledilmesi konusunda; ama, aralanan bu kapıdan, Enerji Bakanlığınca ödüllendirilmek istenilen Aksa Enerji Üretim AŞ de girmiş ve onun Fethiye-Dalaman'da kurması gereken santral da Samsun'a getirilmiştir.

Olay bununla da bitmemiş, Samsun'a getirilen bu santralların ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesindeki -bilindiği gibi, ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesi, kurulu gücü 150 megavatın üzerindeki termik santralların ÇED sürecine tabi olmasını emretmektedir- süreci aşmak için, kanuna karşı hile kullanılmış ve 100+100 megavat gücündeki, toplam gücü 200 megavat olan ve yan yana, birbirinin simetriği olan iki santral, ayrı ayrı 100'er megavat gücünde kabul edilerek ÇED Yönetmeliğinin hükümleri de askıya alınmıştır.

Santralların ismi mobildir; ancak, burada da kanuna karşı hile vardır; çünkü, santralların mobil özelliği yoktur, çok katlı binalardan oluşmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun; sözlerinizi tamamlar mısınız.

İLYAS SEZAİ ÖNDER (Devamla) - Bu hususu, dönemin Enerji Bakanlığı bürokratları, TEAŞ bürokratları, dönemin Enerji Bakanı Sayın Zeki Çakan çok iyi bilmektedir, bilmemesine imkân yoktur. Mobil santral olarak sözleşme yapılan ve literatürde tamamen değişik bir konumda olması gereken mobil santrallarla ilgili olarak, Cengiz Firması yetkilileri, 18.4.2001 tarihinde, yer değişikliği talebiyle ilgili olarak yazılan yazıda: "350 ton ağırlığında olan makinelerin deniz kenarından başka bir yere nakli mümkün değildir" denilmektedir. Bu yazı dahi, santralların literatürdeki mobil tanımına uymadığı, buna rağmen, Sayın Bakanın, yer değişikliği talibine olur verdiği anlaşılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, sadece Samsun'da kurulu, adı mobil, kendileri sabit santrallardaki sorumlulukları, şu anda çalışmayan; ancak, her iki santrala düzenli olarak ödenen aylık 2 400 000 dolar tutarındaki devlet zararı ve ayrıca kiralama yöntemiyle kurulan bu santrallar için beş yıl sonunda, devletin, bu firmalara yüzlerce milyon dolar kira bedeli ödemek zorunda kaldığında, sayın bakanların bu işteki sorumlulukları açıkça görülmektedir.

Samsun, devlet yatırımlarından çok az pay alan, işsizliğin çok yüksek boyutlarda olduğu, eskiden göç alırken şimdilerde göç veren, yıllardır Samsun'da kurulu devlet kuruluşlarını, hakkaniyet kurallarına aykırı bir biçimde, başka illere kaptıran, etrafındaki tüm iller 4325 sayılı Yasa kapsamındayken, nasıl hesaplandığı karışık bir millî gelir hesabıyla yasa kapsamı dışına çıkarılan bir güzide ilimizdir.

Samsun'a, son yıllarda  bir şey yapılmamıştır; hal böyleyken, Samsun halkının geleceğini karartan, çevreyi felakete sürükleyecek, günde 1 000 ton 6 numaralı fuel-oil yakacak bu santralların Samsun'dan bir an önce kaldırılmalarını, Samsun halkının bir temsilcisi olarak istirham ediyorum; bu duygularla Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Önder.

Üçüncü söz, Ordu Milletvekili Sayın Kâzım Türkmen'e ait.

Buyurun Sayın Türkmen. 

KÂZIM TÜRKMEN (Ordu) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 622 sıra sayılı Meclis soruşturması komisyonu raporuna ilişkin görüşlerimi açıklamak için söz almış bulunuyorum; bu duygularla, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Mustafa Cumhur Ersümer, bakanlığı sırasında, enerji ve doğalgaz anlaşmalarında, Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı, devlet alım ve satımına fesat karıştırdığı; ayrıca, Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan'ın, bakanlıkları sırasında uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarıyla, ilgili kurum ve kuruluşların uyarılarını dikkate almayarak, kamuyu zarara uğrattıkları, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünde usulsüz uygulamalara onay verdikleri ve bu suretle görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma fiillerini işledikleri; komisyonumuzun, titizlikle yürüttüğü ve gerektiğinde altkomisyonlar oluşturup, uzmanlardan yararlandığı, gerektiğinde mahallinde tespit ve değerlendirmelerde bulunduğu çalışmalar sonucunda anlaşılmıştır. Yapılan çalışmalarda, soruşturma konusu, enerji boyutu, BOTAŞ boyutu, Devlet Su İşleri ve uluslararası ikili anlaşmalar boyutu olmak üzere, üç boyutta sürdürülmüş, tesis edilen eylem ve işlemlerin her bir boyutu ayrı ayrı ele alınarak belirlenen evrelerde gerçekleştirilmiştir.

Yaptığımız çalışmalarda, başta, enerji ve özellikle Mavi Akım Projesi olmak üzere, devletin olumsuzluğu adına, birkısım somut veriler elde edilmiştir.

Mavi Akım, Türk-Rus ilişkileri içerisinde, özellikle Rusya açısından önemli bir projedir; fakat, Türkiye'nin, daha çok Rusya lehine olan bu projelerin anlaşmasını imzalarken, gerekli pazarlıkları yapmadığı görülmüştür. Türkiye'nin, Mavi Akım karşılığında pazarlık yapabileceği unsurlar yeterince mevcuttur. Bu hususlar, Rusya'nın Bakü-Ceyhan'a katılımının sağlanması veya Trans-Hazar hattına Rusya'nın karşı çıkışının engellenmesi olabileceği gibi, aynı zamanda, Rusya lehine olan dışticaret dengemizi daha da bozacak olan bu tablonun düzeltilmesi için Rusya'yla daha elverişli ticaret yapma şartlarının getirilebileceği açıktır; ancak, gözüken o ki, bu pazarlıkların hiçbirisi yapılamadığı gibi, Türk doğalgaz politikası da Rusya'nın etkisi altına sokulmuştur.

Rusya Federasyonunun sürdürdüğü doğalgaz lobicilik faaliyetlerinin başarıya ulaşmasıyla, Rusya, sadece Türkiye doğalgaz pazarının yüzde 60'ından fazlasını ele geçirmekle kalmamış, aynı zamanda, Türkiye'ye doğalgaz satmak isteyen Türkmenistan'ı da, ne yazık ki, devredışı bırakmıştır. Rusya, bununla, ayrıca, anlaşmaları imzalanan Azerbaycan ve İran gazının da Türk pazarında sıkıştırılmasına sebep olmuş ve Türkmenleri, doğalgazlarını ucuz fiyatla Rusya'ya satmak zorunda bırakmıştır. Rusya'nın, Türkmen gazını, Kazak sınırında 54 dolar/1 000 metreküpe alıp, aynı miktarı 120 dolardan Avrupa'ya ve başta da Türkiye'ye satabileceği, İstanbul'da gerçekleştirilen "doğalgaz" konulu konferansta ortaya konulmuştur.

BOTAŞ verilerine göre, 2005 yılından itibaren yeni anlaşmalar yapılamaması durumunda, Türkiye, doğalgazda sürekli artan bir açıkla karşı karşıya kalacaktır. Türkiye'nin doğalgaz talebinin bir artış dinamiği içerisinde olacağı doğrudur; ancak, bu miktarın BOTAŞ tarafından belirlenen oranda artması mümkün görülmemektedir. BOTAŞ'ın talep senaryosu hazırlanırken, Türkiye'deki elektrik santrallarının birçoğunun, fabrikaların bir kısmının ve meskenlerin tamamına yakınının doğalgaza geçirilmesi düşünülmüştür; ancak, kendi su kaynaklarına dayanarak elektrik üretimi yapan santralların dahi dışarıdan alınan doğalgaza dönüştürülmesinin stratejik sakıncalarıyla beraber ekonomik olarak da yanlışlığı kesinlikle ortadadır. Diğer yandan, daha, yol, kanalizasyon gibi temel altyapı hizmetlerinden yoksun olan ve doğalgaz altyapı çalışmalarının ne zaman yapılacağı meçhul olan birçok yerleşim biriminin talep hesaplaması içerisinde değerlendirilmesi de son derece hatalı olmuştur.

Bütün bunlardan daha vahim olanı, dışarıdan daha fazla doğalgaz alımının zeminini, altyapısını oluşturmak ve kamuoyuna enerji bunalımı olduğunu benimsetmek adına, barajların boşaltılıp, tam kapasiteyle çalıştırılmasının önlenmiş olduğu, yapılan soruşturmalarda bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır. Yani, Türkiye'nin ihtiyacı olan daha çok doğalgazın alınabilmesi konusunda barajların suyunun boşaltıldığı bile bu araştırmalarda ortaya çıkmıştır.

Uluslararası Enerji Ajansının hazırladığı bir raporda da, Türkiye'nin, ihtiyacından çok daha fazla doğalgaz alımına gittiği kesinleşmiştir.

Soruşturmanın Devlet Su İşleri uygulamaları boyutunda da, Mavi Akımdaki aynı olumsuzluğun izlerini görmek mümkündür. Yapılan uygulamalarla, devletin, o günkü kur ve değer üzerinden en az 2 milyar dolar zarar ettirildiği hesaplanmaktadır.

İstisnasız bütün işlerde yüksek oranda keşif artışı yapılmıştır. Keşif artışları barajlarda yüzde 400-696'lara varmıştır. Bazı projelere 2002 yılı keşfi dolmadan ilave keşif artışı verilmesinin sebeplerinin tümüyle politik olduğu düşünülmüştür. Yüzde 30 üzeri keşif artışlarının, temel, tünel gibi zorunlu hallerde verilmesi gerekirken, Proje ve İnşaat Dairesinin 57, İçme Suyu ve Kanalizasyon Dairesinin 20, Barajlar ve Hidroelektrik Santrallar Dairesinin 56 işinde yüksek oranlarda keşif artışı yapılmış ve bazı müteahhitlere ilave işler verilmiştir.

Yapılan işlerin kasıtlı olduğunun en büyük göstergesi, artışların  keşif süresi dolduktan sonra verilmesi gerekirken, çoğu ihalede işe başlandıktan hemen sonra yapılmasıdır.

Sayın milletvekilleri, yani, keşif artışları, daha işe başlamadan, ihale hemen sonra yapılmıştır. Nitekim, keşif artışlarında, özellikle müteahhitlere büyük rant sağlayan, kamunun da bir ölçüde zarara uğramasına yol açan kalemlerin  poz numaraları değiştirilmiştir..

Örneğin, Erzurum içmesuyu isale tünel inşaatı kapsamında verilen keşif artışı olurları ve bunların dayanağı mukayeseli keşif özetinde, kaya blonu ve akranj deliği açılması pozu değiştirilerek, yeni pozların artış miktarıyla 17 ilâ 30 kat daha pahalıya mal olmuştur. Sadece Erzurum içmesuyunda poz değişikliğinden dolayı ödenen paranın miktarı 40 trilyonun üzerindedir.

Eğer, bu keşif artışları kapsamındaki işler ihaleli olarak yapılmış olsaydı, ihaleli işlerin indirim oranlarının yüzde 40-50  civarında olduğu gözönüne alındığında, devlet en az 2 milyar dolar zarar etmemiş olacaktı

29 baraj ve hidroelektrik santralı inşaatı ihalesiz verilmiştir. Baraj deneyimi hiç olmayan firmalara iş verilmiştir.

Devlet Su İşleri, gerçek verileri ve maliyetleri yansıtmayan keşiflere dayanarak öngörülmeyen giderler kaleminden, su boşaltma ve ağaç kesme gibi işlere ve bu kalemde yer alan miktarın çok üstünde ödemeler yapılmıştır. Temel sondajları ve jeolojik etütler yetersiz olduğundan, firmalar, balçık zeminlerle, yeraltı sularıyla karşılaşıldığı, heyelan yaşandığı gerekçesiyle keşif artışı almışlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Türkmen, sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurun.

KÂZIM TÜRKMEN (Devamla) - Baraj inşaatından etkilenen karayolu, demiryolu, enerji nakil hattı, PTT hattı gibi tesis ve yapılar projelerde gösterilmemiş olmasına karşın, bu işler keşif artışına konu edilmiştir. Kamulaştırma haritaları bile müteahhitlere yaptırılmıştır.

Kürtün, Çine ve Cindere Barajları ile Dodurga projesinde yapı tipi değiştirilmiş, Bahçelik ve Çat Barajlarında göçük ve heyelan dolayısıyla ilave kazı ve nakliye bedeli ödenmiştir.

İşin başında malzemelerin yeterliliği ve kalitesinin uygunluğu iyi etüt edilmemiştir. Bu nedenle, Bahçelik, Belkaya, Çat ve Deliçay Barajlarında olduğu gibi, malzemeler çok uzak mesafelerdeki ocaklardan sağlanarak, maliyet yükseltilmiştir.

Projede olmadığı halde Belkaya Barajında regülatör ve kanal, Atasu'da ise regülatör yapımı sonradan projeye ilave edilerek, ek paralar ödenmiştir.

Devlet Su İşlerinin keşif artışları, 1998-2002 döneminde âdeta patlamıştır. 1990 yılında yalnızca 2 olan ve 1997'de 6'ya çıkan keşif artışı sayısı 1998'de 16'ya, 2002'de ise 25'e yükselmiştir.

Keşif artışları miktarı 2002 yılında rekorla kapanmıştır. 1990'da 83 411 000 dolar olan keşif artışları miktarı, 1998'de 277 884 786 dolar, 2000 yılında 658 000 000 dolara çıkmıştır. 2001 yılında 157 170 000 dolarlık keşif artışı yapılırken, bu miktar, seçime gidilen 2002 yılında tam 1 117 000 000 dolara yükselmiştir.

Uluslararası ikili anlaşmalarda yukarıda açıklanan Mavi Akım Projesi dışında çok somut olumsuzluklar gözlenmemekle beraber, genelde aynı ülkenin firmalarıyla, rekabet ortamı yaratılmaksızın protokoller yapılması ve hatta, bazılarının, Devlet Planlama Teşkilatının oluru bile alınmaksızın yaşama geçirilmiş olması, saptanan net olumsuzluklar arasındadır.

Haklarında soruşturma açılması istenilen sayın bakanların "verdikleri olurlarla devleti zarara uğrattıkları" savına karşı "konunun teknik bir konu olduğu, hangi pozların, hangi şartlar altında verildiğini bilemeyecekleri" şeklinde kendilerini savundukları görülmektedir; ancak, böyle bir savunma, yasal dayanaktan son derece yoksundur.

3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev Esasları Hakkında Kanunun 21 inci maddesine göre "bakanlık kuruluşunun en üst amiri" sıfatıyla, en azından Anayasanın 129 uncu maddesinde belirtilen "diğer kamu görevlisi" olduğu şüphesiz olan bakanın, kusurlu olmak koşuluyla, görevini yerine getirirken doğan zararlarda tazminat ödemekle sorumlu olduğu da açıktır.

BAŞKAN - Sayın Türkmen, tamamlar mısınız sözlerinizi.

KÂZIM TÜRKMEN (Devamla) - Bitiriyorum.

Diğer taraftan, 3154 sayılı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 5 inci maddesinde, bakanın, emri altındakilerin tüm faaliyetlerinden sorumlu olduğu çok açıkça belirtilmiştir. Buna rağmen, yapılan soruşturmalarda alınan ifadelerde, sayın bakanlar, sadece önlerine gelen keşifleri teknik olduğu için onayladıklarını, bunlardan ise sorumlu olmadıklarını söylemektedirler.

Bu nedenle, verdiği olurların teknik olduğunu söylemiş olmak, hiçbir bakanı, hiç kimseyi sorumluluktan kurtaramayacağı düşüncesindeyim.

Bu duygularla, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkmen.

Şimdi, söz, Sivas Milletvekili Sayın Selami Uzun'un.

Buyurun Sayın Uzun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SELAMİ UZUN (Sivas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 64 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin, Bakanlığı sırasında enerji ve doğalgaz anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı, devlet alım satımına fesat karıştırdığı ve bu eylemlerinin suç teşkil ettiği hususundaki (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerinde söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, elektriğin, daha sonra ortaya çıkacak bir talebi karşılamak üzere depolanması, mevcut teknolojilerle mümkün değildir. Bu nedenle, elektrik talebi oluştuğu anda, üretim imkânının da hazır bulunması; yani, üretim ile talebin en uygun şekilde senkronize edilmesi gerekmektedir.

Modern yaşamın ve sanayi faaliyetlerinin sürdürülebilirliği için, elektrik talebinin, sürekli, kesintisiz ve en düşük maliyetlerle karşılanması esas alınmalıdır. Elektriğin yetersizliği ya da pahalı olması, sanayi üretimi için, ekonomik kalkınma için, dünyanın gerisinde kalmak anlamına gelir.

Elektrik üretim projeleri, santrallara, gelişmiş teknolojiye, yüksek finansmana ve uzun yatırım sürelerine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle, ileriye dönük talebin karşılanması için, yıllar öncesinden kararın verilmesi, finansman arayışına girilmesi, programlanması gerekmektedir.

Elektrik sektöründe planlı hareket, ihtiyaçtan öte, bir şart olarak ortaya çıkmaktadır. Peki, bu planı kim yapacaktır; bu planı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı yapacaktır. İşte, 1980'li yıllarda, elektrik sektörüne, özel yerli ve yabancı yatırımcının çekilmesine gerek duyulmuş, bu amaçla 3096 sayılı Kanun çıkarılmıştır.

3096 sayılı Kanun çerçevesinde, yap-işlet-devret modeline işlerlik ve hayatiyet kazandırılabilmesi için özel şirket projelerine öncelik ve ağırlık verilmiştir; fakat, anayasal ve hukukî engeller, bürokratik sorunlar nedeniyle yap-işlet-devret projelerinin yürümemesi ve elektrik açığı riskinin büyümesi nedeniyle alternatif çözümler aranmıştır. Aynı paralelde, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 yılında yap-işlet modelini, 4283 sayılı Kanunla gündeme getirmiştir. Bu dönemde, Bakanlık, yaklaşık 12 000 megavat kurulu güce ve 70 milyar kilovat/saat üretim kapasitesine sahip, 120 projenin onaylanması için DPT'ye müracaat ediyor.

Bu dönemden başlayarak DPT tarafından, ihtiyaçların çok üzerinde kapasite oluşturmaya yönelik, enerji alım ve ödeme garantili santral projelerinin de bu gelişime paralel olarak sürdürülen doğalgaz ithal bağlantılarının ortaya çıkaracağı sorunlarla ilgili olarak Bakanlığa çok sayıda yazılı açıklama ve uyarılarda bulunulmuştur.

3096 sayılı Kanun gereğince, öncelikle alınması gereken, DPT'nin olumlu görüşü olmaksızın, şirketlerden teminatlar alınmış, önanlaşmalar yapılmış, izinler alınmış, görüşmeler, şirketlere tazminat talebi hakkı doğuracak ileri aşamalara götürülmüştür.

Bakanlıkça, yüksek proje tutarları, ihalesiz proje uygulamaları, ikili görüşmelerle bağlanan aşırı yüksek tarifeler, plansız yaklaşımlar, arz fazlası yaratacak aşırı proje paketiyle çalışma gibi konularda TEAŞ ve DPT tarafından yapılan uyarılar dikkate alınmamış, tersi tutum ve uygulamalar ısrarla devam ettirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, elimde DPT'nin 30 Haziran 1999 tarihli bir yazısı var. Bu yazısında, DPT, Enerji Bakanlığını, birtakım delillerle ve çalışmalarıyla uyarıyor. Buna karşılık, Enerji Bakanlığı, DPT'nin bu uyarısına, 15 Temmuz 1999 tarihinde cevap veriyor. Bakın, o cevapta Enerji Bakanlığı ne diyor: "Özellikle Ekim 1998'den sonra yoğunlaşan yazışmalar, bilgi ve görüş aktarımları ve müzakereler sonucu konunun Müsteşarlığınızca bugün getirildiği nokta Bakanlığımızca son derece yadırgayıcı, yanıltıcı ve ülkemizin elektrik enerjisi geleceği için vahim bulunmuştur. Böylece, ulaşılan olumsuz tablodan, önümüzdeki yıllarda elektrik enerjisi sektöründen kaynaklanan ülke genelinde ortaya çıkması kuvvetle muhtemel ekonomik ve sosyal sorunların sorumlusu, kuşkusuz Bakanlığımız olmayacaktır. Yani, Devlet Planlama Teşkilatını suçluyor ve devamında diyor ki: "Bu projelerle ilgili olarak -yani, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından kabul edilmeyen projelerle ilgili olarak- fizibilite çalışmaları yapılmış, teminatlar alınmış, önanlaşmalar, bağlantılar sağlanmış, birkısım izinler, onaylar gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, önemli düzeyde masraf yapılmıştır. Bu noktadan geri dönülmesi, önemli tazminat konularını gündeme getirmesi bir yana, bu alanda atılmış adımları, oluşturulan ulusal ve uluslararası ilgiyi ortadan kaldıracaktır."

Sevgili arkadaşlar, 3096 sayılı Kanuna göre, hiçbir anlaşmaya izin verilemezken, Devlet Planlama Teşkilatının olumlu görüşü olmadan -işte, Enerji Bakanlığının itirafıdır bu- ve hiç kimseye danışmadan izinler alınıyor, onaylar çıkarılıyor, Türkiye yükümlülük altına sokuluyor ve ulusal ve uluslararası adımlar atılıyor. Bu, Enerji Bakanlığının itirafıdır ve 15 Temmuz 1999 tarihlidir. Cumhur Ersümer Bakan, imza Yurdakul Yiğitgüden.

Kıymetli arkadaşlar, yine aynı meşhur yazıda şöyle deniliyor: "Mevcut proje portföyüne göre uluslararası gaz anlaşmaları yapılmış -arkadaşlar, dikkatinizi çekiyorum- ve gaz alım miktarları cezaî müeyyideler içeren ticarî kontratlara bağlanmıştır. Kontrata bağlanan gaz miktarları alınamadığı takdirde Türkiye ticarî yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır." Türkiye'yi bağlamışlar arkadaşlar. Daha, devletin diğer kademelerinin görüşü olmadan, o tarihte, Türkiye'yi bağladıklarını itiraf ediyorlar. Enerji Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatına 120 projeyi gönderiyor; bu projeler sanki onaylanmış gibi, sanki olumlu görüş verilmiş gibi, bu projeleri gerekçe göstererek Rusya'yla gaz anlaşması yapıyor; yani, Türkiye'nin geleceğini ipotek altına alıyor ve Devlet Planlama Teşkilatı, bu santrallarla ilgili anlaşmaların büyük çoğunluğunu geri çeviriyor. Henüz anlaşma yapılmamış, henüz ihalesi yapılmamış, henüz projesi onaylanmamış, sadece müracaat aşamasında olan 120 projeyi ve diğer projeleri gerekçe göstererek, uluslararası gaz anlaşması yapıyorlar.

İşte, Bakanlık, aşırı kapasitede proje uygulamasına zemin hazırlamak amacıyla, kalkınma planlarında verilen hedeflere aykırı olarak aşırı yüksek elektrik talep projeksiyonlarına başlamıştır. Yani, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 1998 yılında 187 milyar kilovat/saat olarak öngörülen 2005 yılı elektrik talebine karşılık, Enerji Bakanlığı 200 ilâ 206 milyar kilovat/saat aralığında rakam vermiştir. Bakanlıkça değerlendirmeye alınan ve proje portföyüne dahil edilen projelerle, 2005 yılında 306 milyar kilovat/saatlik bir üretimin hedeflendiği tespit edilmiştir. İşte, burada, henüz DPT görüşü alınmamıştır. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen müracaatlar aşamasında, doğalgaz yakıtlı tüm projelere gaz temini konusunda BOTAŞ'a talimat verilmiştir. BOTAŞ da, bu talimatlar doğrultusunda doğalgaz ithal bağlantıları gerçekleştirmiştir. 1998 yılında BOTAŞ tarafından hazırlanan elektrik enerjisi için kullanılacak doğalgaz talep tahmin tabloları incelendiğinde, bu listede, Bakanlık listesinde yer alan toplam 3 591 megavat kurulu güçte birçok santralın, TEAŞ tarafından 1997'de hazırlanan Elektrik Enerjisi Üretim Planlama Raporunda yer almadığı görülmüştür.

TEAŞ raporuna göre 2008 yılında devreye girecek olan -arkadaşlar, yine, bu çok önemli- Çanakkale Santralı ve Denizli Santralı 2003 ve 2004 yıllarında devreye alınıyor. Yani, Devlet Planlama Teşkilatında, TEAŞ'ta 2008 yılına kadar planlama yapılıyor ve 2007 yılına kadar devreye ancak girebilecek bir santral sekiz ayda devreye sokuluyor. Yani, Türkiye...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

Sözlerinizi tamamlayın.

SELAMİ UZUN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Yani, yap-işlet modeliyle gündeme getirilen ilk 6 projenin, altı yıllık bir zaman dilimi içerisinde kademeli olarak işletmeye girmesi planlanmış olmasına rağmen, ihale ve sözleşme aşamasında proje kapasiteleri ve işletmeye giriş tarihleri ileriye alınarak, sekiz aylık bir dönemde işletmeye alınması sonucuna gelinmiştir.

Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeden, müracaat aşamasındaki tüm doğalgaz yakıtlı özel santral projeleri, proje portföylerine dahil edilmiş ve bu santrallara gaz temini konusunda, BOTAŞ'ça gaz ithali anlaşmalarına geçilmiştir.

Ayrıca, Mavi Akım Projesi ve doğalgaz planlaması önemli hatalardan birisidir. 1986 yılından bu yana yapılan çalışmaların, Sayın Cumhur Ersümer'in Bakanlığa geldiği 1997 yılına kadar, uygun bir artış seyri içerisinde geliştiğini görüyoruz. Ancak, 1997 yılı içerisinde yapılan yeni talep çalışmalarıyla, doğalgaz talep projeksiyonlarında 2 katlık bir artış görülüyor. Mesela, 2020 yılında 47 milyar metreküp civarında olan talep, 83 milyar metreküpe yükseliyor. Çok kısa bir süre içinde, 2010 ve 2020 yılları doğalgaz taleplerinin 2 katı büyümesini, plancılık anlamında kabul edilebilir bulmak mümkün değildir.

Bunun, sözleşme aşamasına gelen Mavi Akım Anlaşmasına gerekçe oluşturduğu görülmektedir. Çünkü, bu tarih itibariyle, daha önceden yapılmış gaz bağlantıları toplam 20 milyar metreküp düzeyindedir. Yine, bu tarih itibariyle, BOTAŞ'ça öngörülen ilave gaz ihtiyacının 8 milyar metreküp düzeyinde olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık, talep projeksiyonlarında yapılan değişiklikler de kullanılarak, Aralık 1997 tarihinde Mavi Akımdan 16 milyar metreküplük, Şubat 1998'de batı hattından ilave 8 milyar metreküplük gaz alım anlaşması yapılmıştır. Böylece, gerçek ihtiyacın 16 milyar metreküp üzerinde Rusya'ya yüzde 65 oranında bağımlı hale gelinmiştir. Ülke, toplam gaz bağlantısı 45 milyar metreküpe ulaşmıştır. 2003 yılında gerçekleşen gaz tüketimi 21 milyar metreküpken, 1997 yılında yapılan talep projeksiyonu 41 milyar metreküptür.

Değerli arkadaşlar, 2005 yılında, Bakanlıkça, gaz tüketiminin 47 milyar metreküpe ulaşacağı öngörülmüş olmasına rağmen, bugün beklenilen değer 25 milyar metreküptür.

Sonuç olarak, Mavi Akım Projesiyle, Rusya'nın önemli bir strateji oyunu ortaya koyduğu, Türkiye gaz pazarını ele geçirdiği görülmektedir. Maalesef, ilgili Bakan ve Bakanlık kuruluşlarının bu oyunun bir parçası haline geldiği görülmüştür. Böylece, Türkmen gazının Türkiye üzerinden çıkışı engellenmiş, Türkmen gazı Rusların eline geçmiştir, Azerbaycan gazı engellenmiştir. ABD engellemesi bulunduğu dedikodusuyla, İran gazı engellenmeye çalışılmıştır.

Sevgili arkadaşlar, yapılan yanlışları iyi niyetle yorumlamak mümkün görülmemektedir. Yapılan hatalar, nesiller boyu bizi etkileyecektir. Bugün, elektrik sektöründe atıl kapasite sorununun 2007 yılına kadar devam etmesi beklenmektedir.

Doğalgaz ve elektrik sektöründe aşırı yüksek arz fazlası, aynı zamanda, elektrik maliyetlerinin aşırı bir şekilde yükselmesine neden olmuştur. Sistemin ortalama üretim maliyeti, son iki-üç yılda 3,7 sentten 5,5 sent kilovat/saat düzeyine yükselmiştir. Bu yüksek maliyet, en az 2010 yılına kadar etkisini sürdürecektir. Bu maliyetten Türk sanayii olumsuz etkilenecek, vatandaş pahalı elektrik kullanacak, uluslararası rekabet gücümüz azalacaktır. Fazla kapasiteyle çalışan doğalgaz santralları ve bunlardan sağlanan elektriğin mecburen satın alınması, dolayısıyla, kamu santrallarının da düşük kapasiteyle çalışması sonucunu getirmiştir.

BAŞKAN - Sayın Uzun, sözlerinizi toparlar mısınız.

SELAMİ UZUN (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Bundan da hem Elektrik Üretim AŞ hem Türkiye Kömür İşletmeleri hem de Hazine olumsuz etkilenmiş, büyük zararlara sebebiyet verilmiştir.

Türkiye'de, o dönemde görev başında bulunan iktidar grubunun Bakanı Sayın Cumhur Ersümer, Rus gazından daha ucuz olan Türkmen ve Azeri gazının ülkemize giriş imkânını ortadan kaldırmıştır. Bakan Zeki Çakan ise, döneminde, eline fırsat geçtiği halde anlaşmayı iptal etmemiştir; yeterli olmayan düzeyde indirim anlaşmasına gitmiştir.

Evet, Zeki Çakan döneminde, doğalgaz indirim anlaşması yapılmıştır Rusya'yla; yani, bu da, Cumhur Ersümer'in bu anlaşmayı gerçekten çok pahalı yaptığını göstermektedir; ama, o dönemde, anlaşma iptal edilmesi gerekirken, indirime gidilmiştir.

Sonuç olarak, enerji sektörüyle ilgili, iyi planlama yapılmamış, kurum ve kuruluşların görüşleri dikkate alınmamış; yanlış arz-talep tahminleri yapılarak, plansız olarak santral inşaat taahhüdüne gidilmiş, devlet adına gaz alım taahhüdünde bulunulmuş; anlaşmalar yapılmış, elektrik üretiminde, hem doğalgaza bağımlılık artmış hem de enerjide dışa bağımlılığımız artmıştır; elektrik enerjisi fazlası nedeniyle, Elektrik Üretim AŞ üretimleri düşürmüş, TKİ ve TTK'nın malî yapısı bozulmuştur; yüksek fiyatlarla elektrik alınması durumunda kalınarak, hazinenin yükleri artmıştır; bunların tamamı, eski Bakan Cumhur Ersümer'in döneminde -ya imzalarıyla olmuş ya da Bakanlığın yetkisi dahilinde- gerçekleşmiştir.

Tüm bunlar gözönüne alınarak, eski Bakan Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan'ın, bakanlıkları döneminde görevlerini suiistimal ettikleri ve yetkilerini aşıp salahiyetlerini amaçdışı kullanarak, kanun ve yönetmelik hükümlerine aykırı davranıp devletin alım satımına ve yapımına fesat karıştırarak kamu zararlarına yol açtıkları kanaatleriyle, Yüce Divana sevk edilmelerini talep ediyorm.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Uzun.

Beşinci söz sırası, Bolu Milletvekili Sayın Mehmet Güner'in; buyurun.

MEHMET GÜNER (Bolu) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 622 sıra sayılı (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporuyla ilgili, şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, soruşturma önergelerinde yer alan iddialardan önemli bir bölümünün doğalgaz alım anlaşmalarıyla ilgili olduğu ve BOTAŞ'ın muhatabı olduğu bu anlaşmalar konusunda genel bir bilgi vermek gerektiğini düşünerek sözlerime başlıyorum.

Eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ile 14 Şubat 1986 yılında imzalanan doğalgaz alım-satım anlaşması sonucunda, Türkiye, 1987 yılında, ilk kez doğalgazla tanışmış oldu. Plato döneminde Ruslarla yapılan bu anlaşmada 6 milyar metreküp/yıl doğalgaz alınması kararlaştırıldı ve bu anlaşmanın 2011 yılına kadar sürmesi uygun görüldü. Daha sonraki yıllarda doğalgaz gibi bir enerjinin kullanım kolaylığı olması, çevre dostu olması, fiyat açısından da diğer yakıt türlerinden daha ucuz olması sebebiyle, günün idarecileri daha fazla doğalgaz alabilmek için yabancı ülkelerle birtakım doğalgaz alım satım anlaşmaları imzalamışlardır.

Bu anlaşmalara şöyle bir göz atacak olursak, 14 Şubat 1988 tarihinde Cezayir'le önce 2 200 000 000 metreküp/yıl, 1995 yılında da yeni bir zeyilname ile 4 400 000 000 metreküp/yıl doğalgaz, LNG olarak alınmıştır; bu gaz arzı 1994'te başlamış, halen daha devam etmektedir.

Bir başka anlaşma da BOTAŞ ve Trusgaz arasında 18.2.1998 tarihinde imzalanmıştır. Bu anlaşma başlangıçta 10 Aralık 1996'da 2 milyar metreküp olarak başlamış olup, tartışmalı bir ek mektupla, side letter ile 8 milyar metreküp olarak devam etmektedir.

Bir diğer anlaşma da 8 Ağustos 1996 tarihinde BOTAŞ ve İran Ulusal Gaz Şirketi arasında imzalanmış, bu anlaşmayla gaz sevkıyatının 1999 yılında 3 milyar metreküple başlayarak 2005 yılında 10 milyar metreküpe çıkması uygun görülmüştür.

Bir başka anlaşma da 9 Kasım 1995 tarihinde Nijerya LNG firması ile BOTAŞ arasında yaklaşık 1 200 000 000 metreküp doğalgaz eşdeğeri LNG alımı için yirmiiki yıllık imzalanmıştır ve LNG sevkıyatı da 1999 yılında başlamıştır.

Değerli arkadaşlar, en çok tartışılan ve en önemli bir anlaşma da, BOTAŞ ile Gazeksport arasında 15 Aralık 1997 tarihinde, 25 yıl süreli, 16 milyar metreküp/yıl olarak imzalanan Mavi Akım Anlaşmasıdır. Bu doğalgaz anlaşması da 1 Nisan 1998 tarihinde Mecliste kabul edilerek ikili bir anlaşma olarak Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

Tartışılan bir konu da Türkmen gazıdır. 29 Ekim 1998 tarihinde Türkiye ile Türkmenistan arasında imzalanmış, söz konusu anlaşma doğrultusunda Türkmenistan'dan otuz yıl süreyle 16 milyar metreküp doğalgaz ithaline yönelik görüşmeler başlamıştır. 21 Mayıs 1999 tarihinde BOTAŞ ile Türkmenistan arasında bir anlaşma daha imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre, gaz arzı 2002-2004 yılında başlayacaktı; ancak, başlayamamış; iyi ki başlayamamış; eğer bu anlaşma da gerçekleşmiş olsaydı, elimizde çok fazla miktarda bir gaz olacaktı, bu gaz da, bizde biraz şişkinlik yaratacaktı.

Ekim 2000'de başlayan müzakereler sonucunda, 12 Mart 2001 tarihinde Azerbaycan doğalgazının Türkiye'ye sevkine ilişkin, onbeş yıl süreli, ilk yıl olan 2004 yılında 2 milyar metreküple başlaması ve plato periyodunda da 6,6, milyar metreküpe ulaşması öngörülmektedir. Bu doğalgazın da, şu anda Türkiye'de kullanma şansımız olmadığı için, önümüzdeki günlerde -BOTAŞ yetkililerinden aldığımız bilgiye göre-Yunanistan'a sevki uygun görülmüştür.

Değerli arkadaşlar, hakkında kısaca bilgi vermiş olduğum bu gaz alım anlaşmalarının en önemli özelliklerinden biri de uzun süreli olması ve bu nedenle de alım fiyatının büyük önem arz etmesidir.

2004 yılı itibariyle bakacak olursak, bu anlaşmalar çerçevesinde, şu anda toplam 29 milyar metreküp/yıl gaz almamız gerekiyor; ancak, bu yıl bizim tüketimimizin ise -yine BOTAŞ yetkililerinden aldığımız bilgilere göre- 21 milyar metreküpte kalacağı görülmektedir.

Kontrat miktarlarına göre, şu anda bizim 7 700 000 000 metreküplük bir gaz fazlamız vardır ve bunların take or pay indirimlerine (yani al ya da öde miktarlarına) baktığımız zaman, şu anda 1 milyar metreküplük civarında bir cezaî duruma girmemiz söz konusudur. Önümüzdeki günlerde, herhalde bu 1 milyar metreküplük gazın -eğer bir formül bulunamazsa- parasını ödemek zorundayız, yapılan yanlış anlaşmalardan dolayı.

Değerli arkadaşlar, iki defa fiyat revizyon görüşmeleri ve miktar görüşmeleri yapılmış; 2002 yılında Zeki Çakan döneminde ve 2003 yılında, şu anki Bakanımız Hilmi Güler zamanında. Eğer bu anlaşmalar yapılmamış olsaydı, bu take or pay indirimleri alınmamış olsaydı... Ben, geçenlerde BOTAŞ'a gittiğim zaman, arkadaşlara, eğer bu anlaşmalar yapılmamış olsaydı, bu indirimler alınmamış olsaydı, bizim durumumuz ne olacaktı diye sorduğumda, arkadaşlarımız bana bir çizelge hazırlamışlardı. Bu çizelgeye baktığımız zaman, 2020 yılına kadar, bizim, yapılan anlaşmalardan dolayı, 121 600 000 000 metreküplük bir gaz fazlamız olacaktı; eğer bu take or pay indirimi yapılmış olsaydı. Bunları da, bugünkü fiyatlara endeksleyecek olursak, aşağı yukarı 16 milyar dolar gibi bir rakam ediyor. Bunların yüzde 75'i olan take or pay miktarlarına baktığımız zaman da, bizim, 2020 yılına kadar, fazladan, almadığımız gazın parası olarak, 12 milyar dolar gibi bir para ödemek durumunda kalacaktık.

Tabiî ki, bu gaz anlaşmaları yapılırken, Türkiye'de çok kârlı bir iş olarak görülen doğalgaz çevrim santrallarının kurulması hesaplanmış hep. Bu dönemde çok sayıda doğalgaz çevrim santralı anlaşması yapılmış, bunların bazıları hayata geçirilmiştir. Şimdi, bunların ne kadar kârlı olduğu noktasında sizlere kısa bir bilgi, örnekleme vermek istiyorum.

1993 yılında Devlet Planlama Teşkilatından onay alan ve daha sonra 1998 yılında faaliyete geçen, 1999'da faaliyete geçen yap-işlet-devret modeli doğalgaz santralları var. Bizim, bu doğalgaz santrallarından elektrik alım fiyatımız, bu yıl itibariyle, 9,6 sent arkadaşlar. Bir de yap-işlet modeli elektrik santrallarımız var; bunlardan da biz elektrik alıyoruz; almış olduğumuz fiyat 5,2 sent. Baktığımız zaman, ikisinin arasında, aşağı yukarı 4,2 sent gibi bir fark var. Bu farkları değerlendirdiğimiz zaman -bir örnek verecek olursak- Ünimar adında bir doğalgaz çevrim santralımız var, yılda 3 600 000 000 kilovat/saat elektrik üretiyor; bu santral, yap-işlet-devret değil de, yap-işlet modeli olsaydı, aradaki farkı hesapladığımız zaman, bir yılda, aşağı yukarı 155 000 000 dolar gibi bir rakam ediyor. Ancak, bu yap-işlet-devret modellerinde biz yirmi yıl süreyle bu santrallardan elektrik alacağız. Daha önceki yıllarda da 9,6 sent değil, 10-12 sentlerden başladı bu doğalgaz santrallarından alımlar. Dolayısıyla bu, çok kârlı bir iş olarak görüldüğü için, ülkemiz, işte, bu noktalardan dolayı elektriğe çok fazla fiyat ödemek zorunda kaldı.

Şimdi, bunu gören birçok firma da, doğalgaz çevrim santralı kurmak için Bakanlığa çok ciddî müracaatlarda bulundu. Bu müracaatlardan bir kısmı kabul edildi, bir kısmı ise kabul edilmedi. Bir arkadaşımız da bu konularda söz söyledi. Çok fazla detaya girmek istemiyorum; ancak, baktığımız zaman, Konya-Ilgın'da bir elektrik santralı kurulması düşünüldü; ancak, bu gerçekleştirilemedi iptal edildi; Kırklareli'de bir doğalgaz santralı müracaatı yapıldı, kabul edildi; fakat, bu da gerçekleştirilemedi. Konya-Ilgın için 300 000 000 dolar ve Kırklareli için de 400 000 000 dolar kâr kayıpları söz konusu şu anda; tahkim vasıtasıyla bu zararları bizden talep etmektedirler.

Sayın Ersümer, 4500 sayılı Tahkim Yasasının geriye doğru işletilmesini sağlayacak geçici bir madde ihdas ederek, devletin güçlü olduğu imtiyaz sözleşmelerine tahkim hakkı verilmesine neden olmuş; devletin tazminat ödemesine sebep olmuştur. Bakanlık, 8.6.2004 tarihine 29 milyon dolarlık bir tazminat ödemiştir.

Bunun dışında, yine, ayrıca Sakarya Bolu Elektrik Dağıtım A.Ş'yle imzalanmış olan özel hukuk hükümlerinin gereği yerine getirilmediği için 30 yıllık kâr kaybı olarak 24 197 762 dolar tazminat ödenecektir. 7 adet tahkim davasında da devlet aleyhine 1 200 000 000 dolar tazminat davası açılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Güner, sözlerinizi toparlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET GÜNER (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım; hoşgörünüze sığınarak kısa sürede bitirmeye çalışacağım.

Rusya Federasyonundan 6 milyar metreküp ilave doğalgaz alımı anlaşması 19.7.1994 tarihinde, iki ülke Başbakan Yardımcıları tarafından, bir protokolle ilave edilerek, imzalanmış; ancak, ne hikmetse, Ruslar, Mavi Akım Anlaşması yapılıncaya kadar batı hattından ilave gaz vermeye hiçbir zaman yanaşmamışlardır. Daha sonra, 1996 yılında karşılıklı bir anlaşma yapılmış; bu anlaşma yapılırken de fiyat formülü FO1 parametresi kullanılarak yapılmış. Bu FO1 Parametresini, inşallah, daha sonra açıklama çalışacağım. Burada, Rus tarafı, Gasprom Şirketi, Türkiye'ye doğrudan doğruya gaz satmayı pek uygun görmeyerek, bir özel şirket kurmasını arzu etmiş ve dolayısıyla, daha Turusgaz tüzelkişiliği oluşmadan, taraflar böyle bir şirketin varlığını kabul etmişlerdir.

Ayrıca, 28.4.1997 tarihinde imzalanan bir protokolle de, bu gazın sınır teslim fiyatına, alınacak miktara bağlı olarak, 1 000 metreküp başına 10 ile 12 dolar arasında, (K) faktörü olarak tanımlanan bir ilave ödemenin yapılacağı ve bu faktörün de, bu fiyat prensibinin, 397 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kaldırıldığı zaman, değişiklik yapılması halinde, bu düzenlemenin de ortadan kalkacağı öngörülmüştür.

1996 yılında imzalanan anlaşma gereğince, 18 Şubat 1998 tarihinde, Turusgaz-BOTAŞ anlaşmasında da, bu formüle (K) faktörünün ekleneceği ve BOTAŞ'a, gazın bu fiyattan satılacağı hükmüne yer verilmiştir; ancak, aynı tarihte; yani, 18.2.1998 tarihinde, Turusgaz-BOTAŞ arasında imzalanan bir yıl süreli anlaşmanın ayrılmaz bir parçası olmak üzere bir ek mektup imzalanmıştır.

Bu ekmektupla, taraflardan, 397 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede bir değişiklik yapılması veya bir hukukî düzenleme yapılması durumunda, Turusgaz'a bağımsız olarak gaz ithal etme veya satış yapma hakkı verilecektir; yani, burada, ikinci bir tekel -Turusgaz vasıtasıyla- BOTAŞ yerine gelecek.

Yine, bu ek mektupta mutabık kalınan husus da, Turusgaz'ın, bu sözleşmelerin sona ermesi üzerine... Çünkü, BOTAŞ, her yıl periyodik olarak, özelleştirme kapsamında olduğu için kontrat devirleri yapacaktı, kontrat devirlerini yaptığı müşterilere de, gaz satmaya, Turusgaz devam edecekti. Ekmektupta bunlar konulmuş.

Bunun dışında, 10.12.1996 tarihli Gazexport-Turusgaz kontratında, fiyat formülünün paydasında FO1 var iken, FO sıfırlı parametreye dönüştürülmüş. Bu yapılırken de, kontrat numarası zikredilerek, 1996 yılı yazılmıştır.

Değerli arkadaşlar, buradaki fiyat formülünden doğalgaz alım fiyat formülü biraz karmaşıktır. Yalnız, burada, bir paydada, FO sıfır, diğerinde de FO1 parametresi kullanılıyor. Şimdi, 1996 yılında, bu paydaya FO1 parametresi konulurken, şu andaki BOTAŞ yetkililerinden aldığımız bilgilere göre... Sayın Bakanın savunmasında bunlar da vardı; yanlışlıkla yazıldığını söylemişlerdi.

FO1 parametresi kullanıldığı zaman, petrol fiyatları düştüğünde, FO1 parametresi, satıcı tarafından avantajlıydı. 1996 yılına doğru gelirken, o yıllarda, herhalde petrol fiyatlarındaki düşüş dikkate alındığı için, FO1'li parametre yazıldı ve 1998 yılına kadar da hiç ses çıkarılmadı bu konuda. FO sıfırlı formül "side letter"la bu sözleşmeye konuldu. Dolayısıyla, buradan da ülke çok ciddî bir zarara uğradı; çünkü, daha sonraki yıllarda petrol fiyatları sürekli yükseldiğinden, ülkemiz aleyhine ciddî miktarda bir zarar söz konusu oldu.

Değerli arkadaşlar, yine bu ekmektupta, ilave olarak, çok önemli bir ibare vardır. BOTAŞ ile Turusgaz arasındaki anlaşma, bir yıl süreli bir anlaşmadır; ancak, hiçbir doğalgaz anlaşması bir yıl süreli değildir. Genelde, doğalgaz anlaşmalarının süresi yirmi - yirmibeş yıl olarak belirlenir, asgarisi yirmi yıldır. Burada sözleşme bir yıl olarak yapılmıştır.

Yine, sözleşmeye ilave olarak, taraflar -yani, BOTAŞ ve Turusgaz- bu ekmektupla, kontrat süresini otomatik olarak birer yıl uzatmayı kararlaştırmış ve kontratı sonlandırmak veya iptal etmekle ilgili tüm haklarından, kesin ve geri dönülmez bir şekilde feragat etmeyi de kabul etmişlerdir. Bunun sebebi de şudur: Bu anlaşmalardaki miktarlar oldukça yüksek olduğu için, anlaşmalarda önplana çıkan damga vergisi çok büyük rakamlar tutmaktadır.

BAŞKAN - Sayın Güner, toparlar mısınız lütfen.

MEHMET GÜNER (Devamla) - Sayın Başkanım toparlamaya çalışıyorum.

Burada, damga vergisine baktığımız zaman; yirmibeş yıl süreli damga vergisi hesaplandığında, damga vergisinin aslı 45,9 trilyon lira, ödemediklerinden dolayı cezası da 91,9 trilyon liradır. Ancak, daha sonra bir kanunî düzenleme yapılmış ve uzlaşmaya gidilmiş; damga vergisinin aslı 1,8 trilyon liraya, cezası da 11,5 trilyon liraya düşürülmüştür. Bu para da, şu ana kadar ödenmemiştir.

Burada, Turusgaz'ın durumuna da bakmak gerekir. Başlangıçta Ruslar ile BOTAŞ arasında bu anlaşmalar yapılırken, Turusgaz şirketi kurulurken, başlangıçta yüzde 50 yüzde 50 ortaklık payı düşünülmekteydi; ancak, ne hikmetse, daha sonra bu ortaklık payları tamamen değişti. Bu ortaklık payına baktığımız zaman, burada yüzde 45 oranında Gazprom hisse aldı, yüzde 35 oranında BOTAŞ'a hisse verildi; nereden çıktığı bilinmiyor; ama, yüzde 15,6 hisse de Gama şirketine verildi; bunun dışında, yüzde 4,4'lük pay da hamiline olarak yazıldı. Bu hamiline hisselerin her ne kadar bazı Ruslara ait olduğu söylense de, bu hisselerin tamamı da Gama şirketi tarafından ciro edildi.

Değerli arkadaşlar, burada, Soruşturma Komisyonunda gündeme gelen bir konu da, Samsun-Ankara boru hattının ihalesiz olarak verilmesidir. Burada, 1 Nisan 1998 tarihinde Mavi Akım anlaşması imzalanırken, Meclisten çıkan metinde, Samsun-Ankara boru hattının bir Rus şirketi olan Stroystransgaz'a ihalesiz verileceği belirtilmiş ve onun müstakbel Türk ortakları, yani konsorsiyuma girecek ortaklar olarak da bahsedilmiştir. Daha sonra, Öztaş ve Haznedaroğlu firmaları bu konsorsiyuma ortak edilmiş; ancak, henüz ihale şartları hazırlanmadan, önce 1 500 000 dolar, daha sonra da 50 000 000 dolar teminatsız olarak avans ödenmiştir ve boru hattına baktığımız zaman da, diğer boru hatlarına göre daha pahalıya mal olmuştur bu boru hattı. Bu konu yargıda olduğu için, bu konuda çok fazla detaya girmek istemiyorum.

Değerli arkadaşlar, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Sayın Cumhur Ersümer döneminde, 1999 yılı sonunda ve 2000 yılı başında bir elektrik sıkıntısı ortaya çıkmıştır.

BAŞKAN - Sayın Güner, 7 dakika oldu, lütfen...

MEHMET GÜNER (Devamla) - Sayın Başkanım, hoşgörünüze sığınıyorum, çok özür diliyorum; kısaltmaya çalışacağım.

BAŞKAN - Rica edeyim; son cümlelerinizi alayım Sayın Güner.

MEHMET GÜNER (Devamla) - Neyse... O zaman, kısaltarak devam edeyim Sayın Başkanım.

125 000 000 dolar, doğalgaz santrallarına ilave yakıt parası ödenmiştir

Burada bir önemli husus da fiyat revizyonlarıdır. Fiyat revizyonlarında, dönemin BOTAŞ Genel Müdürü müracaat etmiştir 2000 yılında; ancak, daha sonra göreve gelen Gökhan Bildacı ise "henüz fiyat şartları oluşmadı" diyerek, 2002 yılına kadar, bu fiyat revizyon taleplerini bekletmiştir; bundan dolayı da, BOTAŞ ciddî bir miktarda zarar etmiştir.

Bunun yanında, Turusgaz anlaşmasında da (K) faktörünün yeni Doğalgaz Yasası çıktığı zaman kalkması gerekirdi. Burada, biz, 1 000 metreküp başına 10 dolar para ödüyoruz. Dolayısıyla, bu anlaşmalardan, bu (K) faktörünün kalkması gerekirdi. Bundan dolayı da ülkemiz ciddî miktarda zarara uğramıştır.

Değerli arkadaşlar, kısaca tamamlamaya çalışıyorum. Komisyon raporunda yer alan diğer sorumlulukların dışında, burada sözünü ettiğimiz iki ayrı Bakanın iki ayrı döneme ilişkin sorumluluklarını gerektiren bu uygulamaları şöylece özetleyecek olursak: 18.2.1998 tarihinde BOTAŞ ile Turusgaz arasında bir yıl için imzalanan 8 milyar metreküplük gaz alım anlaşmasının ayrılmaz bir parçası veya mütemmimi mahiyetinde bir sideletter imzalanarak ilk anlaşma olan 10.12.1996 tarihli anlaşmada fiyat formülünün bu sideletter ile değiştirilmesi suretiyle 257 000 000 dolar, yaklaşık olarak, ülke zararına sebebiyet verilmiştir.

BAŞKAN - Sayın Güner, ikinci 10 dakikanız da bitti. Lütfen, rica ediyorum, selamlayın Genel Kurulu.

MEHMET GÜNER (Devamla) - Bir de, Sayın Başkanım, Zeki Çakan dönemine geldiğimiz zaman... Üçüncü fiyat revizyonunda geriye dönük olarak fiyat indiriminde bulunmadığından 120 000 000 dolarlık bir gecikme vardır. Ben, burada konuşmamı kısaca kesmek için işi özetlemek istiyorum. Sayın Başkan, tamamlıyorum; özür diliyorum.

Değerli arkadaşlar, komisyonda konuşurken, Zeki Çakan konusunda bazı arkadaşlarımız çekimser kalmıştı. Yalnız, burada, fiyat revizyon şartları oluşmadı diyerek, geriye dönük şartları oluşturmadığından dolayı ciddî bir zarara uğratılmıştır bu Zeki Çakan döneminde.

Bir de, Mavi Akım anlaşmasına baktığımız zaman, kesin bir hüküm vardır sözleşmede. Talepler, gaz arzını 12 aydan fazla geciktiremezdi; fakat, 2,8 milyar dolarlık bir yatırım yapan Rus tarafı, önce Mavi Akım anlaşmasını 2001'e, daha sonra da 2003'e ötelemiştir. 12 ayı geçtikten sonra sözleşmeyi BOTAŞ'ın tek taraflı feshetme hakkı varken, bu hakkı biz kullanamadık. Elimize geçen en büyük imkân bana göre buydu. Eğer, biz bu şansımızı iyi kullanabilseydik, bugün içinde bulunduğumuz gaz fazlasına mecbur kalmayacaktık.

BAŞKAN - Sayın Güner, lütfen, sözünüzü kesmeye mecbur bırakmayın!..

MEHMET GÜNER (Devamla) - Peki Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlar, bu açıklamalardan sonra hepinize saygılar sunuyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güner.

6 ncı söz sırası, Manisa Milletvekili Sayın Nuri Çilingir'e ait.

Buyurun Sayın Çilingir. (CHP sıralarından alkışlar)

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 622 sıra sayılı Meclis Soruşturması Komisyonu raporuyla ilgili söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

1980-1990 yıllarında dünyada sosyalist blokun çökmesi ve dağılması sonucu, başını Amerika Birleşik Devletlerinin çektiği kapitalist sistem, etkisini dünya genelinde yoğun bir şekilde hissettirmeye başlamıştır. Özellikle, günümüzde yaşanan ve tartışılan küreselleşme ve globalleşme kavramları sonucu, dünya ticareti açısından ülkeler arasındaki sınırlar kalkmaya başlamıştır. Ülkemizde de, liberal piyasa, serbest piyasa ekonomisi ve bunun gibi isimlerle kapitalist sistem, tüm kurum ve kuruluşlarıyla, uzun bir sürecin sonucu olarak karşımıza çıkmıştır. 1980 sonrası ülkemizin yaşadığı bu süreçte kapitalist sistemin para ve sömürü ideolojisi, çağdaşlık ve uyanıklık adına, siyasetçilerin, bürokratların ve gençlerin beynine işlenmiştir. Bu zihniyetle yönetilen ülkemizde insanlarımızın ulusal kimlik ve kişiliklerinin kaybedilmesine, inançlarının yitirilmesine yol açılmıştır.

Yine "paraya ulaşmak için her yol meşrudur" zihniyetinin topluma yerleşmesi sonucu devletin ve kanunların tanınmamasına yol açılmıştır. Yıllarca "benim memurum işini bilir" ve "yapanın yanına kâr kalır" mantığının hâkim olduğu toplumsal ve siyasal yaşantımızda büyük bir ahlakî çöküntü yaşanmıştır. Devlet hazinesini ve halkı çok rahat bir şekilde soyan siyasetçi ve bürokrat çetelerin sayısı hızla artmıştır. İnsanlar, çaldığı paralardan ve yaptığı hırsızlıktan utanmaz hale gelmiştir. Sistemin bütünlüğünün birbirini beslemesi sonucu, yazılı ve görsel basında da sıkça duyulan ve bilinen yolsuzlukların üzerine gidilmemiştir. Halen 200'e yakın bağımsız ülkenin yaşadığı dünyamızda, ülkemizin en çok yolsuzluk yapılan ülkeler arasında 3 üncü sırada yer alması, utanç verici bir durumdur.

Türkiye'de hâlâ soygun yapanlara dokunulacak idarî ve siyasî bir sistem kurulamamış, giderek yolsuzluk bir yaşam biçimi haline gelmiştir; ancak, bütün bu toplumsal ve siyasal ahlak çöküntüsüne rağmen, ulus olarak en büyük zaafımız toplumsal hafızamızın zayıf olmasıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1980'li yıllardan itibaren bugüne kadar gelen süreçte ülkemizin gündeminden hiç düşmeyen, seçim öncesi tüm siyasî partilerin ilk sıradaki propaganda malzemesi yolsuzlukla mücadeledir. Pek çok siyasetçinin birbirini suçladığı yolsuzlukla mücadelenin, bugünkü siyasî ve idarî yapılanma içerisinde başarılı olması mümkün değildir.

Bugün için ülkemizin sorunları sıralandığında, bölücülük, irtica, komşularımızla yaşadığımız sorunlar akla gelmektedir. Yolsuzluk da, en az irtica ve bölücülük kadar mücadele edilmesi gereken bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kamu yönetimi partizanca kadrolaşmalarla yozlaştırılmıştır. Kamuda atamalar, terfiler, objektif kriterler ve ilkeler çerçevesinde yürütülmesi gerekirken, hiçbir yeterlilik, liyakat, kriter aranmadan partizanca atamalar yapılmıştır. Hukuksuz bir biçimde iş başına getirilenler, hukuksuzca iş yapmışlardır. Kamu kurumlarında yolsuzluklar, genellikle bakanların iş başına getirdiği kişiler üzerinden yapılmıştır.

Kamuda ihale rantının paylaşımı, bizzat siyasî sorumlu olanlar tarafından yürütülmektedir. Trilyonları bulan yolsuzlukların, bakanların bilgisi dışında yapılması mümkün değildir. Böyle düşünülse bile, bakanın ihmali söz konusudur; yolsuzluğun yapılmasında önlem almamış ve suça ortak olmuştur.

Bahse konu yolsuzluğun yapıldığı dönemde, siyasîlere yönelik çok sayıda itham ve iddia bulunmasına rağmen, Meclis denetimi aracılığıyla yargılanan tek bir siyasînin bulunmaması düşündürücüdür. O dönemde, Meclis komisyonuna gelen dosyalarla ilgili karşılıklı aklamalar yapılmış; hakkında gensoru verilen bakanların yargıya gitmesi engellenmiştir.

Yine, o dönemde, yolsuzlukla ilgili çok sayıda operasyon yapılmış olması, hükümetin yolsuzlukla mücadele ettiği anlamına gelmemektedir. Kamuda siyasîlerden bağımsız olarak yolsuzluğun yapılmasının mümkün olmadığı bir ortamda, sayısı 30'u bulan yolsuzluk operasyonlarıyla ilgili siyasî bağlantıların ve kişilerin ortaya çıkarılmaması, yolsuzluğu meşru görmek anlamına gelmektedir.

Değerli milletvekilleri, Enerji Bakanlığında yaşanan olaylarla ilgili olarak, 2001 yılında, Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'a yöneltilen soru ve Genel Başkanımızın verdiği cevabı, sizlere, burada, aynen aktarmak istiyorum. Böylece, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, yolsuzlukla ilgili düşüncelerimizi de sizlerle bir kez daha paylaşmak istiyorum.

Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'a, 2001 yılında, belediyelerin sorunlarının ele alındığı belediye başkanları toplantısında şu soru yöneltiliyor: "Enerji Bakanı Cumhur Ersümer istifa etmeli mi?" Genel Başkanımızın bu soruya verdiği cevabı size aynen aktarıyorum: "Daha ne bekleniyor?! Orada ihale ayarlamışlar. Birisi tutmuş, öbürü tecavüz etmiş. Bütün bunlar ortada. Bunlardan Bakanın haberi yok muydu?.. Başbakan Yardımcısının haberi yok muydu?.. Türkiye'de kıyamet kopuyor. Ne hakla duruyorlar?! Ar damarı çatlamış bunların. Soruşturmanın selameti için bir an önce görevinden ayrılması gerekir. Bu gelişmelere sebep olan siyasî kararları onlar aldığı için, ayrılması gerekir. Derhal istifa etmesi lazım ve gerisinin de gelmesi lazım. Türkiye'de bunca yolsuzluğun siyasî bağlantısını görme hakkını taşıyoruz. 'Bu kadar yolsuzluk, hiçbir siyasetçinin aktif katkısı olmadan yaşandı' diye kabul etmemizi kimse bizden beklemesin. Bu, siyasetin katkısıyla şekillenmiştir. Bir önce gereği yapılmalıdır. Bakanın kendi atadığı adamlar suçlanıyor, kendisi yerinde duruyor. Böyle bir şey olamaz."

Değerli arkadaşlar, yapılması gereken her şeyi Genel Başkanımız o zaman söylemiş; ama, bu konuda hiçbir şey yapılmamıştır. Eğer yolsuzluğa adı karışanlar zamanında adalet önüne çıkarılsalar idi, ülkemizin menfaatlarına da bu kadar zarar verilmemiş olurdu diye düşünüyorum.

Görüşmekte olduğumuz soruşturmaya muhatap Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Cumhur Ersümer döneminde, enerji alanında ülkenin geleceğini ciddî şekilde etkileyen kararlar alınmıştır.

Elektrik sektöründe yap-işlet modeli uygulamaya sokulmuştur.

5 büyük santral projesi, TEAŞ tarafından yapılan planlama ve işletmeye giriş tarihleri, atıl kapasite yaratacak şekilde değiştirilmiştir.

Alım ve ödeme garantili yap-işlet ve yap-işlet-devret projelerine işletmede öncelik verilme zorunluluğu nedeniyle kamu santrallarının üretimleri büyük oranda düşürülmüştür.

EÜAŞ ve TKİ büyük işletme zararlarıyla karşı karşıya kalmış, artan enerji maliyetleri ve tarifeleri nedeniyle sanayici ve vatandaş olumsuz şekilde etkilenmiştir.

Enerji planlamasında kullanılan arz-talep tahmin modelleri, doğru olmayan verilerle, doğalgaz santralları lehine yanıltılmış; üretim değerleri bakımından da, gerçek gereksinimlerin üzerinde sonuçlar elde edilmiştir.

Yap-işlet santrallarından, işletme hakkı devredilen santrallardan ve bazı hidrolik santrallardan, fazla üretimin alım zorunluluğu bulunmamasına rağmen, fazla üretim satın alınmıştır. Enerji fazlası, yeni oluşturulmaya çalışılan serbest enerji piyasasının işleyişini de olumsuz biçimde etkilemiştir.

Doğalgaza dayalı elektrik enerjisi santrallarının toplam kurulu güç içindeki ağırlığı nedeniyle doğalgazın yeterli miktarda ve düzenli biçimde sağlanması gerekirdi; gerçek ihtiyaçların çok üzerinde alım anlaşmaları yapılmıştır.

BOTAŞ'ın Rusya'dan aldığı doğalgaza ilişkin üç ayrı anlaşmadaki fiyatlar birbirinden farklıdır.

Yap-işlet-devret projelerinde yapılabilirlik raporlarına özen gösterilmemiştir. Bazı projelerin yapılabilirlik raporu hiç alınmamıştır. Bakanlık, verilmeyen raporları şirketten istemediği gibi, eksik bilgi içeren raporları da kontrol etmemiştir.

Enerji birim fiyatının ana öğelerinden birini oluşturan yatırım tutarları konusunda, hemen bütün uygulamalarda, şirketlerin bildirimlerine itibar edilmiş, bunların doğruluğu araştırılmamıştır. Gerçek miktarının üzerinde bildirilen yatırım tutarları, elektrik tarifelerinin yüksek olmasının en önemli nedenini oluşturmuştur.

Doğalgaz alım anlaşmalarında, alım garantisi anlamına gelen "al ya da öde" yöntemi uygulanmıştır. Bu anlaşmalar kapsamında saptanan fiyat formülü, daha sonra, usulsüz olarak, Türkiye aleyhine değiştirilmiştir.

Mavi Akım hattı, ihalesiz olarak, OHS Konsorsiyumuna verilmiştir. Benzer işlere göre, yaklaşık 75 000 000 dolar daha pahalı yaptırılmasına sebebiyet verilmiştir.

Doğalgaz çevrim santrallarına gaz verilmemesi halinde yüksek ceza ödenmesi öngörülmesine karşılık, Rusya'nın doğalgaz sağlayamaması halinde bu cezaların Rus tarafına yansıtılmaması sonucu kamu zararına yol açılmıştır.

Değerli arkadaşlar, bu komisyonda bulunan bir arkadaşınız olarak ifade ediyorum, yapılan usulsüzlükler, ülkemize, geleceğimize verilen zararlar içler acısıdır. Bunları burada anlatmaya zaman yetmez, birçok konu raporda anlatılmıştır.

Biz diyoruz ki, kim suç işlemişse adalet önünde hesap vermeli, varsa cezasını mutlaka çekmelidir. Hiç kimsenin, bu ülkenin geleceğini karartmaya hakkı yok. Hiç kimsenin, vatandaşlarımızın ödediği vergileri birtakım çıkar çevrelerine peşkeş çekmeye hakkı yok.

Hangi konumda olursa olsun, kim bunları yapıyorsa mutlaka adalet önünde hesap vermeli ve cezasını çekmelidir.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çilingir.

Sayın milletvekilleri, saat 20.15'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 19.16

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 20.20

BAŞKAN : Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Enver YILMAZ (Ordu)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 114 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

622 sıra sayılı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)Ê

2. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 64 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin Bakanlığı sırasında enerji ve doğalgaz anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı, Devlet alım satımına fesat karıştırdığı iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer ile ayrıca bakanlıkları sırasında uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarında ilgili kurum ve kuruluşların uyarılarını dikkate almayarak kamuyu zarara uğrattıkları, DSİ Genel Müdürlüğünde usulsüz uygulamalara onay verdikleri ve bu suretle görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma fiillerini işledikleri iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/4,7) (S.Sayısı: 622) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon yerinde.

Komisyon adına, Başkan, Kastamonu Milletvekili Sayın Musa Sıvacıoğlu konuşacaklar.

Buyurun Sayın Sıvacıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

(9/4,7) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında kurulan (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Başkanı sıfatıyla söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Yalnız, şanssız da bir zaman diyeyim, belki de, çoğu milletvekili arkadaşımız yemek arası dolayısıyla Genel Kurulda bulunamıyor. Ben, süreye de riayet etmek şartıyla, sözlerimi süresi içerisinde tamamlamaya çalışacağım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulun 789 sayılı kararı gereğince, 10 Şubat 2004 tarihinde çalışmalarına başlayan Komisyonumuz, önergelerde yer alan iddiaların çok kapsamlı olması nedeniyle, konularına göre BOTAŞ, enerji ve DSİ olarak üç ayrı çalışma grubu oluşturarak çalışmalarını yürütmüştür. Diğer milletvekili arkadaşlarımızın konuşmalarında da dikkat ettiğiniz gibi, konunun devasa boyutta olması nedeniyle, süresi içerisinde konuşmalarını tamamlayamadılar.

Değerli arkadaşlar, komisyonumuz, çalışma süresi içerisinde 25 toplantı yapmış, konuyla ilgili olarak tanık sıfatıyla 49 kişinin bilgisine başvurmuş, soruşturma konusu bakanların savunmasını alarak kamu ve özel kuruluşlarla 231 yazışma yapmıştır. Komisyonumuz, Sayıştay Başkanlığı, BOTAŞ, DSİ, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Yüksek Denetleme Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, İçişleri ve Adalet Bakanlıkları, Başbakanlık, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ile Hazine Müsteşarlığından 17 uzmanla yoğun ve yüksek tempoda bir çalışma sonucu 21 klasör ekle, 477 sayfadan ibaret raporunu hazırlamıştır.

Komisyonumuz, soruşturma konusu olan enerji alımları politikaları yönünden doğalgaz ve DSİ uygulamalarına yönelik olarak yapılan inceleme ve araştırma sonucu düzenlenen tüm raporları ve kapsamları ile ekleri, toplanan diğer bilgi ve belgeleri de göz önünde bulundurarak titiz, objektif ve detaylı bir tetkikata girişmiş, ulaşılan tüm resmî kayıtlar, bilgiler, tanık anlatımları, açıklamalar, kamu kurumlarının yetkili mercilerince düzenlenmiş raporları ve sair belgeler incelemeye tabi tutulmuş; böylece, komisyonumuz, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in 30.6.1997-12.01.1999 ve 29.05.1999-9.05.2001 tarihleri arasında, keza Sayın Zeki Çakan'ın 9.05.2001-18.11.2002 tarihleri arasında bakanlık yaptıkları zaman dilimlerine hasren çalışma yapmış, öncesine tekabül eden faaliyet ve olgulara değinmekle ve yapılan bir usulsüzlük varsa, sorunları için bunun tespit edilip gereğine tevessül olunmasına dikkat çekilmiştir.

Yine, komisyonumuz, görev sınırları içinde kalmaya azamî surette itina göstermiş, iddialarla alakalı lehte ve aleyhte bütün bilgi ve belgeleri tam bir tarafsızlık ve objektif ölçüler içinde incelemeye tabi tutmuştur. Yeminle dinlenen ve birbirleriyle doğrulanıp tamamlanan tanık anlatımları ile diğer tüm bilgi, belge ve raporlar dikkatle değerlendirilmiş; ilgili bakanlar Sayın Mustafa Cumhur Ersümer ve Sayın Zeki Çakan'ın Komisyonumuzdaki açıklamaları da yine aynı titizlik ve objektif ölçülerle tetkikata tabi tutulmuştur. Soruşturma komisyonunun görevleriyle bağlantısı olması itibariyle, halen derdest olup, Ankara 4. ve 6. Ağır Ceza Mahkemelerinde yürütülmekte olan ve kamuoyunda Beyaz Enerji ve Mavi Akım davaları olarak bilinen dava ve dosyalarının, keza, soruşturma mevzularıyla alakalı diğer davaların da geniş bir özetine raporumuzda yer verilmiştir.

Her iki bakan da, komisyonumuzda yaptıkları yazılı ve sözlü savunmalarında, bir sorumluluk varsa, yönetim kurulları ve bürokratların sorumlu olmaları gerektiği yolunda beyanda bulunmuşlarsa da, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 5 inci maddesindeki "Bakan, Bakanlık kuruluşunun en üst amiridir ve Bakanlık hizmetlerini, mevzuata, hükümetin genel siyasetine, millî güvenlik siyasetine, kalkınma planlarına ve yıllık programlara uygun olarak yürütmekle ve Bakanlığın faaliyet alanlarına giren konularda diğer bakanlıklarla işbirliği ve koordinasyonu sağlamakla görevli ve Başbakana karşı sorumludur. Bakan, emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumlu olup, Bakanlık merkez teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşlarının faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir" hüküm karşısında bir geçerliliği bulunmamaktadır.

Enerji sektöründe bugün yaşanan sorunlar, çok büyük oranda, ilgili bakanların, kanunî görevlerinin aksine plansız ve hesapsız hareket etmelerinden kaynaklanmıştır. Bu, plansız ve hesapsız hareket ve anlaşmalar nedeniyle, bugün, elektrik sektöründe, tarifesi bağıtlanmış, alım ve ödeme garantileri ve Hazine garantisiyle destekli anlaşmalarla aşırı bir özel proje kapasitesi yaratılmış bulunmaktadır. Yapılan anlaşmalar ve tanınan garantiler, üretimi durdurulamayan bu gereksiz projeler nedeniyle, daha düşük maliyetli kamu santralları durdurulmak, yavaşlatılmak durumunda kalınmıştır.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanları Sayın Mustafa Cumhur Ersümer ve Sayın Zeki Çakan'ın zamanında takip edilen, bilime, tekniğe ve kalkınma planlarına aykırı, plansız ve haksız uygulamalarla, ülkeyi, atıl santral ve doğalgaz anlaşmalarıyla milyarlarca dolar mertebesinde büyük kamu zararlarına uğratmanın yanı sıra, elektrik ve doğalgaz sektörlerinde Avrupa Birliği mevzuatına uyum doğrultusunda amaçlanan serbest piyasa sistemine dönüşüm önünde ciddî darboğazlar yaratılmış bulunmaktadır. Bu plansız ve hesapsız yapılan elektrik santralı ve doğalgaz ithal anlaşmaları nedeniyle ortaya çıkan kamu zararları, Devlet Denetleme Kurulu, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Sayıştayca kaleme alınan yazı ve raporlarda, milyarlarca dolar mertebesinde rakamlarla ifade edilmektedir.

Yap-işlet-devret modeli çerçevesinde, Devlet Planlama Teşkilatı onayı olmamasına rağmen, anlaşması yapılan, teminatları alınan, önemli miktarda masrafa sokulan özel şirketler, Bakanlığın yanlış uygulamaları nedeniyle, tazminat talebiyle mahkemeye veya tahkime gitmektedirler. Ülkenin önüne yeni faturaların gelmesi de kaçınılmaz görünmektedir. Enerji arzında doğalgaza aşırı bir yönelim olmuş, doğalgaz temininde, hiçbir ülkede benzeri görülmeyen, yüzde 65 gibi çok yüksek bir oranda, tek başına Rusya'ya bağımlılık sağlanmıştır. Tüm bu değerlendirmeler sonunda, raporun ilgili bölümünde detaylandırıldığı şekliyle, bazı somut olumsuz ve usulsüzlüklere başlıklar halinde değinerek geçmek istiyorum.

Benden önce konuşan değerli milletvekili arkadaşlarım, olayları detaylarıyla, vakitleri nispetinde, anlatmaya çalıştılar. Ben, bunların, belki de müeyyide denilebilecek kısımlarının her birisine, sizlerin hafızalarını tazelemek bakımından, başlıklar halinde kısaca değinmek istiyorum.

Kırklareli Doğalgaz Projesi, ortada hukukî ve fiilî engeller olmasına rağmen, projenin yapımında ısrar ederek yetkisini aşıp, kötüye kullanan dönemin bakanı Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;

İkinci fiyat revizyonu sonucunda, revizyon görüşmeleri sırasında konu edilmesine ve 8 milyar metreküplük doğalgaz alımında 120 714 660, 49 dolar ülke ve kamu zararına sebebiyet verilmesi konusunda, Sayın Zeki Çakan'ın;

7,5 milyar metreküplük Turusgaz anlaşmasında retroaktivite hükmü açık bir biçimde düzenlenmiş bulunmasına rağmen, 58 266 606 dolar tutarında bir alacaktan vazgeçilmesi konusunda Sayın Zeki Çakan'ın;

Mavi Akım Gaz Anlaşmasının iptali koşulları oluştuğu halde anlaşmayı iptal etmeyerek, ülke ve kurumu büyük tutardaki ödemelerle karşı karşıya bırakacak risklerin yaratılmasına neden olmasından dolayı, Sayın Zeki Çakan'ın;

Botaş ile Turusgaz arasında bir yıl için imzalanan 8 milyar metreküplük gaz alım anlaşmasının ayrılmaz parçası ya da mütemmim mahiyetinde bir ek mektup imzalanarak, ilk anlaşma olan 1996 yılındaki anlaşmadaki fiyat formülünün bu ek mektup ile değiştirilmesi suretiyle, 257 895 848 dolar ülke ve kurum zararına sebebiyet verilmesi nedeniyle Sayın Cumhur Ersümer'in;

Damga Vergisinden kaçınmak amacıyla, bir yıl süreli olarak imzalanan gaz alım anlaşmasının süresinin aynı ek mektup ile 23 yıla çıkarılması suretiyle Turusgaz Şirketine çıkar sağlamaktan dolayı, Sayın Cumhur Ersümer'in;

Bakanlar Kurulundan alınmış bir yetkiyle hareket etmesine rağmen, 1998 yılında imzalanmış olan anlaşmalar ile ek mektubun 244 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olarak Resmî Gazetede yayımlanmaması ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulmaması nedeniyle, dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer'in;

Botaş'a mal ve hizmet alımı konularında, yine, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Elektrik Enerjisi Fonundan 117 302 290 dolar yakıt farkı ödenmesine neden olmaktan dolayı, yine, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Doğubeyazıt-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı Projesi kapsamında 40 209 984 dolar kurumun zararına sebebiyet verilmesinden dolayı, Cumhur Ersümer'in;

Yap-işlet ihalelerinde firmalar lehine haksız kazanç sağlandığına yönelik eylemlerinden dolayı, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Çayırhan Termik Santralındaki uygulamalarla ilgili olarak, takdir yetkisinin gayesi dışında kullanılması nedeniyle, yine Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in ve Sayın Zeki Çakan'ın;

Bozcaada Rüzgâr Enerji Santralıyla ilgili olarak, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Alaçatı Rüzgâr Enerjisi Santralıyla ilgili olarak, yine Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Dinar Hidroelektrik Santralındaki usulsüz işlemler neticesinde, Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Çal Hidroelektrik Santralıyla ilgili olarak, şirketin yüksek kârlılık oranlarıyla çalışması sonucunda bugüne kadar kamunun 775 000 dolar tutarında zarara uğraması nedeniyle, Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Yamula Hidroelektrik Santralıyla ilgili olarak, işletme süresinin yirmi yıla çıkarılmasını ve fiyatın artırılmasını değerlendirecek kurum görüşlerini de almadan yasal prosedüre aykırı bir şekilde işlem yapan Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Ilgın Santralıyla ilgili olarak, diğer anlaşmalar tamamlanmadan projeye yasallık kazandırma gayretiyle gayriresmî ve gayrikanunî olarak şirkete yer teslimi yapılması fiilinden dolayı, yine Mustafa Cumhur Ersümer'in;

TEDAŞ işletme hakkı devir ihalesi işlemlerinde, dönemin bürokratları, görevi kötüye kullanma ve ihaleye fesat karıştırma suçlarından dolayı yargılanmalarına rağmen, Bakan olması dolayısıyla soruşturma kapsamı dışında tutulan, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Nükleer santral ihalesiyle ilgili olarak, ihalelere direkt müdahil olması nedeniyle, Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Otoprodüktör uygulamaları konusunda, arz fazlası olduğu halde 39 adet proje için otoprodüktör sözleşmesi imzalanmasında, Sayın Zeki Çakan'ın;

Aktaş ve Kayseri Elektrik AŞ şirketleriyle ilgili olarak, kamuyu ciddî boyutta zarara uğratan Sayın Mustafa Cumhur Ersümer ile yine Sayın Zeki Çakan'ın;

ÇEAŞ ve KEPEZ AŞ'yle ilgili olarak, kamuyu ciddî boyutta zarara uğratan, dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı  Sayın Mustafa Cumhur Ersümer ve Sayın Zeki Çakan'ın;

Bartın Mobil Santralının ihalesinin gerçekleştirilmesi ve santralın Samsun'a naklinde her iki Bakanın da usulsüz işlemlerinden dolayı; Aksu Elektrik Şirketine ait hisse senetlerinin çalışanlara bedelsiz olarak verildiği ve onbeş gün gibi kısa bir süre içerisinde İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında 10 kat değer kazanması olayından dolayı, Mustafa Cumhur Ersümer'in...

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; DSİ uygulamalarıyla ilgili olarak da kısaca bazı konulara değinerek geçmek istiyorum.

Bazı barajlarda keşif artışları oranları:

Özlüce Barajı ve Hidroelektrik Santralı inşaatında yüzde 696,31;

Kürtün Barajı ve Hidroelektrik Santralı inşaatı işinde yüzde 590;

Çat Barajı inşaatında yüzde 455,83;

Çine Barajı ve Hidroelektrik Santralı inşaat işinde yüzde 399,69;

Oranında keşif artışı verilmiştir.

Yıllara göre de keşif artışları: 1997 yılında 8, 1998 yılında 26, 1999 yılında 15, 2000 yılında 24, 2001 yılında 26, 2002 yılında 52 adet keşif artışı verilmiş ve 2002 yılında verilen 52 adet keşif artışının 33 adedinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde erken seçim kararı alındıktan sonra seçime kadarki üç aylık dönemde verilmiş olması dikkate şayandır.

Yine, DSİ uygulamalarıyla ilgili olarak başlıklar halinde hemen kısaca geçmek istiyorum:

Atasu Barajı ve Hidroelektrik Santralı inşaatında, Sayın Zeki Çakan'ın;

Koruluk Barajıyla ilgili olarak usulsüz işlemlerinden dolayı, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Bakırçay sol sahil sulaması inşaatıyla ilgili olarak, Sayın Cumhur Ersümer ile Sayın Zeki Çakan'ın;

Baklan Ovası dördüncü kısım ana kanal inşaatında, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;

Batı Iğdır Ovası yenileme inşaatıyla ilgili olarak, sözleşme kapsamına ilave işler alınması dolayısıyla, Sayın Zeki Çakan'ın;

Yukarı Harran Ovası sulama inşaatında, yine Sayın Zeki Çakan'ın;

Erzurum İçme Suyu Projesiyle ilgili olarak yüzde 336,85 oranında keşif artışı verilmesinden dolayı Sayın Mustafa Cumhur Ersümer ile Sayın Zeki Çakan'ın...

Raporu kısaca bu şekilde özetledikten sonra, komisyonumuz, her iki bakanın da, kanunsuz ve usulsüz bu eylemlerinden dolayı Yüce Divana gönderilmesi konusunda karar vermiştir; bundan sonraki karar, tabiî ki Yüce Meclisindir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yolsuzluklarla ilgili olarak yapılan çeşitli değerlendirmelerden daha üst bir kavram olan yozlaşmanın, her kademedeki kamu görevlilerinin yetkileri dışına çıkarak, kendilerine veya bağlı oldukları gruplara gayri kanunî menfaat sağlaması olarak tanımlandığı görülmekte; neticede, yozlaştırılan kurumun ise devletin kendisi olduğu gerçeği vurgulanmaktadır. Ülkeler açısından, sivil toplumun güçlü, devletin de şeffaf olduğu yerlere kıyasen yurttaş şuurunun kuvvetsiz ve devletin de kapalı ve baskıcı olduğu yerlerde, yozlaşmanın daha çok görülmesi şaşırtıcı olmamaktadır.

Bu izahata ek olarak, devlet, kamu ekonomisinde ağırlıklı halde yer almışsa, bu yapının, anılan türden yasadışı oluşumları da beraberinde getirdiği gözlemlenmektedir. Yolsuzluk üreten nedenlerin büyük bir kısmının yapısal olduğunu söylemek gerekmektedir; bu da, bir bakıma, kaynak yetersizliği, kamu ve özel kesimde çalışanlar arasındaki dengesizlikler ve istihdamdaki liyakati esas almayan yaklaşımlar olarak yansımaktadır. Burada, kuşkusuz, ahlakî yapı, bürokrasinin karmaşıklığı ve hürriyetlerin sınırlarının da, sair etkili unsurları olarak sayılmasında yarar vardır. Dürüst ve verimlilik esaslarına göre iş üretmeyi ilke edinmiş tüm kamu ve özel sektör çalışanlarının faaliyetlerinde hem yasaların ve mevzuatın tayin ettiği usullere ve hem de etik kurallara uygunluğuna içtenlikle itina etmelerinin olumlu katkılar sağlayacağı düşünülmektedir. Bu bakımdan, tüm idarî tasarrufların bütün detaylarının her defasında sorgulanması ve iç denetimden geçirilmesinin güçlükleri, yolsuzlukla mücadelede insan unsurunun önemini ortaya çıkarmaktadır.

Öte yandan, kamu kurum ve kuruluşlarının özerk tarzda çalışma usulleri içinde yapılandırılmaları da önem arz etmektedir. Özellikle yatırımcı kamu kuruluşlarında fizibilite aşamasından başlayan süreç içinde oluşagelen hatalı ve maksatlı tutum ve davranışlar yanında, vuku bulan yetki istismarları ve kasıtlı yanlışlıkların, kıt olan kamu kaynaklarının israfına ve neredeyse zıyaına yol açtığı cesaretle söylenmelidir.

Yönetim kademelerindeki personel ve idareci seçiminde, deneyim, bilimsel ölçüler ve liyakat yanında, mutlaka, etik değerlere sahip olma kriterlerinin de nazara alınmasına olan zaruretin tüm kesimlerce samimiyetle dikkate alınması gerekmektedir.

Bunlara ek olarak, bu mevzudaki yargı kararları içtenlikle kabullenilmeli, kurallara uyma hem hükmî şahıslarca ve hem de gerçek kişilerce hayat tarzı ve hukuk içinde sosyal mevcudiyetin temel şartı olarak benimsenmelidir.

Kamu otoritesini ve yetkisini kullananların, ister nüfuz ticareti yoluyla olsun ister ikna veyahut cebir yoluyla olsun, yasadışı menfaat elde etmesine engel olacak, kamu vicdanını müsterih kılacak bir yaptırıma bağlanmasına olan zaruret de hemen her alanda kendisini göstermektedir.

Denetim mekanizmalarının bağımsızlığına olan ihtiyaç yanında, teftiş faaliyetlerindeki kalite, standart, planlama özerkliği ve kurumsal bilgi desteği, uygulama etkinliğini ve hukukî sınırlarının belirginliğini de beraberinde getirecektir. Bu bakımdan, yolsuzlukların üzerine gidilmesinde, denetimin ehemmiyetini ve müessiriyetini kabul edip vurgulamak mecburiyeti vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun; sözlerinizi tamamlar mısınız...

MUSA SIVACIOĞLU (Devamla) - Denetim prensiplerinin standartlara bağlanıp, süreç içinde, sondaj usullerinden vazgeçilerek, bütüncül, bağımsız ve etkin usullerin tercihine yönelik kurumsal bir yapılanmaya olan ihtiyaç her geçen gün kendini hissettirmektedir.

Aleniyetin ve şeffaflığın yolsuzluklarla mücadelede önemli bir unsur olduğu gerçeğinden hareketle, kamunun bilgi edinmesini kolaylaştırıcı önlemler bağlamında tasarlanıp çıkarılan 4982 sayılı demokratik ve şeffaf bir yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme haklarını kullanmalarına imkân veren Bilgi Edinme Hakkı Kanununa işlerlik kazandıracak açılımlara mutlak surette önem verilmeli ve yasanın amaçları doğrultusunda tatbikatı yaygınlaştırıp kuvvetlendirecek kamu görevlileri teşvik edilmelidir.

Yolsuzluklarla mücadelede, uygar dünyayla entegrasyon sürecinde uluslararası işbirliğine de mutlak surette ihtiyaç olduğu gözardı edilmemelidir.

Devletimizin yolsuzluklarla başa çıkabilmek için gösterdiği kararlılık, umursamazlıklardan sıyrılmış, duyarlı ve hassas bir sivil toplum kesimini de oluşturacağı için, bu doğrultuda inançlı ve sabırlı çabalar kesintisiz olarak sürdürülmelidir; zira, yolsuzluklar, beşikten mezara kadar tüm toplumu mağdur hale getirmektedir. Bu türden olumsuzlukların, devletimizin bekası için olmazsa olmaz nitelikteki siyaset kurumunu da yıprattığı ve cemiyetin tüm katmanlarında güven açısından bunalım, hatta sosyal travma yarattığı da dile getirilmektedir.

Öte yandan, Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesinin 5 Şubat 2004 tarihinde onaylanmış olması da son derece sevindirici bir gelişme olmuştur. Bunun yanında, 5176 sayılı Kamu Görevlileri Etik Kurulu Kurulması Hakkında Kanun da, kamu görevlilerinin uymaları gereken saydamlık, tarafsızlık, dürüstlük, hesap verebilirlik, kamu yararını gözetme gibi etik davranış ilkelerini belirlemek ve uygulamayı gözetmek amacını öngörmüş olup, yasanın mevzuatımıza dahil olması, yine, fayda temin edecek olumlu bir gelişme olarak addedilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin tüm yurttaşları gibi, nihaî hedef olarak bizim de ortak dileğimiz, ülkemizin şeffaf, adil, mutlu ve bütün bireylerinin refah içerisinde yaşamayı gerçekleştireceği iyi bir yönetim içerisinde bulunmasıdır. Ülke kaynaklarının heba edilmesi suretiyle insanımız üzerinde olumsuz etkiler yaratan bu kabil işlemlerin tekrarlanmaması en büyük ve samimî arzumuzdur.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi tekrar saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sıvacıoğlu.

Sayın milletvekilleri, şimdi, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanlarından Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'i kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Ersümer.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, sayın üyeler; öncelikle, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Hakkımda verilen soruşturma önergelerinin TBMM Genel Kurulunda kabulüyle birlikte, bugün raporunu tartışacağımız soruşturma komisyonu kurulmuştur.

Soruşturma komisyonu, isnatla bağlılık kuralını çiğnemiş, doğru yargılanma hakkını ihlal etmiş, yaklaşık 500 sayfa olan raporunu sayın milletvekillerimizin takdirlerine sunmuştur. Çok kısa bir sürede, sayın milletvekillerimizin, haklı olarak, söz konusu raporu okuyup değerlendirmesinin mümkün olduğu kanaatinde değilim.

Soruşturma komisyonu, raporunda, lehimdeki hiçbir kanıtı toplamamış ve toplanmasına fırsat vermemiş; en önemlisi, isnat konusu fiillerle ilgili kendisini de bağlayan kesin hükmü haiz kararları ve Danıştay kararlarının hiçbirini değerlendirme gereği bile duymamıştır. Böylece, komisyon, taraflı olarak ve çoğu yerde siyasî amaçlarla hareket etmiş, dolayısıyla, hakkımdaki isnatları tek taraflı ve maksatlı olarak oluşturmuştur. Bunun kanıtı, uzman kişilerin katkılarıyla hazırlanan raporunda, bireysel ve kamusal savunmaya hiç yer vermemiş olmasıdır.

Sayın milletvekilleri, huzurunuzda, hakkımdaki iddiaları doğru ve gerçeğe uygun olarak açıklamaya ve soruşturma komisyonun raporunun geçersiz ve maksatlı olduğunu ortaya koymaya çalışacağım.

 (9/4, 7) sayılı Meclis soruşturmasına konu her iki soruşturma önergesindeki birkısım iddialara ait fiillerin tamamı, daha önce Meclis soruşturmasına konu olmuştur. TBMM, 22.5.2001 tarihli kararıyla, söz konusu iddialarla ilgili soruşturma talebini reddetmiştir. TBMM'nin bu soruşturma  önergesinin reddi kararı, soruşturma açılmasının kabul edilmediği kararı, siyasal nitelikte değildir. Bu karar, takipsizlik kararı niteliğinde, adlî, yargısal bir karardır

Türkiye Büyük Millet Meclisinin takipsizlik kararı niteliğindeki bu kararı, kesin hüküm niteliği taşımaktadır. Kesin hüküm ilkesi, sayılan bu fiiller hakkında böyle bir soruşturmayı engeller. Belirtilen nedenle sayılan bu fiiller hakkında yeniden ceza kovuşturması yapılamaz.

Soruşturma komisyonunun, bu iddiaları soruşturma şeklinde bir yetkisi de yoktur; çünkü, soruşturma makamları, kesin hüküm itirazını ve bu hususu resen nazara almak zorundadır. İddia edilenin aksine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ret kararına konu fiillerle ilgili olarak soruşturmaya elverişli ve yeterli yeni delil bulmamaktadır.

Hazine Müsteşarlığı raporu, Devlet Denetleme Kurulu raporu, iddianın bilhassa dayanağıdır; yani, iddianın devamıdır. İddia, delil değildir. Her iki rapordaki iddialar ile soruşturma önergesindeki bazı iddialar kanıtlanmış sayılamaz; yani, bu iddiaların hiçbirisi kanıtlanmış değildir. Çünkü, soruşturma komisyonunun idarenin her raporunu kanıt olarak kabulü, sonuçta iddianın kendisinin iddianın kanıtı sayılması gibi bir tehlikeyi ve hukuksal yanlışı içinde taşımaktadır. Aksini kabul, bir iddiayla diğer bir iddiayı kanıtlama sonucunu doğurur.

Soruşturma Komisyonu raporuna bakılırsa; Meclis soruşturma önergesiyle Meclis soruşturması önergesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin takipsizlik kararını soruşturma dosyasına bile getirmemiştir, incelememiştir.

Oysa, komisyon, çağırmış olmak için usulen çağırdığı toplantıda "kesin hüküm" itirazım üzerine, bu taleple ilgili karar vermek için toplantıya ara vermiştir; önergedeki, soruşturma önergesindeki fiillerin ne olduğunu, bu fiillerin yeniden ikinci kez soruşturma konusu yapılmış olduğunu tespit etme gereği duymamıştır. Bu durum, komisyonun tarafsız olmadığının en açık kanıtıdır.

Özellikle, bu konuyla ilgili benden önce konuşma yapan Sayın Yalçınbayır'a teşekkür ediyorum; gerçekten de burada, bizlere ait bir hakkı veyahut yasanın emredici bir hükmünü savunarak, gerçeğin ortaya çıkmasında, hukukî bir yanlışın önlenmesinde katkıda bulunmaya çalışmıştır.

Yine, bir başka önemli husus: Soruşturma önergesinin, isnadın belirlenmesi ve isnadın sınırlılığı ilkesine göre hazırlanacağını düzenlemiştir; soruşturma önergesinde, hangi fiillerin isnat edildiğinin açıkça gösterilmesi zorunludur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün "Meclis soruşturması açılması için önerge" başlıklı 107 nci maddesinde "görevde bulunan veya görevinden ayrılmış olan Başbakan ve bakanlar hakkında Meclis soruşturması açılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği bir önerge ile istenebilir.

Bu önergede; Bakanlar Kurulunun genel siyasetinden veya bakanlıkların görevleriyle ilgili işlerden dolayı hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakanın cezaî sorumluluğu gerektiren fiillerinin -öncelikle- görevleri sırasında işlendiğinden bahsedilmesi; hangi fiillerinin hangi kanun ve nizama aykırı olduğunun gerekçe gösterilmek ve maddesi de yazılmak suretiyle belirtilmesi zorunludur" denilmektedir.

Görüldüğü üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin İçtüzüğüyle de, isnat konusu fiilin Başbakanlık veya bakanlık görevi sırasında işlenmiş olduğunun, hangi fiillerin isnat edildiğinin belirtilmesinin zorunlu olduğu vurgulanmak suretiyle, isnadın açıkça belirli olması gereği hükme bağlanmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun, Meclis soruşturması açılması kararı, soruşturma başlatan bir belgedir. Soruşturma komisyonu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun, soruşturma önergesi üzerine yapmış olduğu adlî yargısal faaliyet sonucunda Meclis soruşturması açılmasına ilişkin kararında belirtilmiş olan isnat konusu fiil ve vakalarla bağlıdır. Gerçekten, yargılanılacak uyuşmazlığın belirtilmesi için, isnada konu fiilin açıkça gösterilmesi gerekir. İsnadı açıkça belirtme, mahkemenin işini azaltmak ve sanığın asılsız ithamlardan korunması maksadıyla yapılan bir görevdir.

Bu nedenle, mesela "resmî evrak üzerinde tahrifat" demek, suçu göstermeye yetmez; hangi evrak üzerinde yapıldığının da belirtilmesi gerekir. Bu, şu demektir: Soruşturma komisyonu, yukarıda açıklanan bağlı yetkisi gereğince, Meclis soruşturması açılmasına ilişkin kararda gösterilen fiil ve vakalar dışında herhangi bir fiil veya vakayı üretemez veya resen soruşturma konusu yapamaz, inceleyemez, özellikle kanıt toplayamaz; böyle bir yetkisi yoktur. Aksi davranış, toplu kovuşturma organı ve üyelerinin yetkisiz işlemi olur ve böyle bir işlem, hukuken "yok" hükmündedir. Aynı nedenle, Genel Kurul da, Meclis soruşturması açılması kararıyla bağımlıdır; yani, soruşturma açılması kararına konu fiiller dışındaki isnat edilen fiilleri karara bağlayamaz. Aksi davranışla vereceği kararlar, hukuken "yok" hükmündedir.

Soruşturma komisyonu ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 107/2 maddesini çiğnemiş, her iki soruşturma önergesindeki iddiaların dışında kendisi de bazı iddialarda bulunmuş, keyfî olarak incelemiş, bu iddialara ait rapor ve belge toplamış, bununla da yetinmemiş, bu iddialarını karara bağlamış ve hakkımda, Türk Ceza Kanununun başta 205 olmak üzere, birçok maddesine onlarca kez aykırı davranmış olduğumu iddia etmiştir. Örneğin, önergelerde "yap-işlet-devret projeleri" denilmiş; ancak, hangi projelerden, hangi fiil ve işlemler nedeniyle suçlanmış olduğum gösterilmemiştir.

Komisyon, belirtilen bu yetkisiz işlemiyle, tarafsızlığını açıkça çiğnemiş, taraf gibi davranmıştır. Üstelik, komisyonun, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 135'e aykırı olarak, lehime olan delilleri toplamamasına karşın, yetkisiz, keyfî olarak, TBMM İçtüzüğü 107/2 ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin Meclis soruşturması açılması kararı dışında, kendi başına iddialarda bulunması ve bu iddialara ait rapor ve belgeleri toplaması, siyasî bir hasım gibi davrandığının açıkça kanıtıdır.

Daha da önemlisi, komisyon, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 143/1'in mutlak emrine aykırı davranmış, soruşturma evrakı ve dosyasında bulunan belgelerin örneklerini kamusal savunma makamına vermemiş, böylece, dosyayı inceletmemiştir.

Komisyon, hukukun emredici hükümlerine açıktan aykırı ve adlî makam üyelerinin yetkisiz bu eylemiyle, Anayasanın 100 üncü maddesi gereğince teminatlı soruşturmaya bağlı tutulan devletin Bakanına, bir hukuk devletinde eşine rastlanmaz bir keyfîlikle, sonucu itibariyle, maalesef, örtülü olarak, Terörle Mücadele Kanununu uygulamıştır. Ben terörist değilim sayın milletvekilleri! Bana uygulanan bu yasa, bu belgelerin savunmama verilmemesinin istisnası, sadece, Terörle Mücadele Yasasında mevcuttur; ama, komisyonun burada sığındığı gerekçe gizliliktir.

Bu savunmanın arkasına sığınmıştır; ama, güya, benden gizli, komisyonda yapılan işler, toplanan deliller, dinlenen tanıklar, gazetelerde, manşetlerde bol bol yer almıştır. Bu nasıl gizliliktir?! "Sanık" diye nitelendirdiğiniz Bakana yasak; ama, basına serbest! Ve bu durum, maalesef, bizim bütün hepimizin hak ve hukukunu korumakla görevli bu komisyonun gizlilik ilkesinin ihlalini önlemekle görevli Meclis Başkanlığının da hiç dikkatini çekmemiştir. 5.6 tarihli Sabah Gazetesi, 6.6 tarihli Zaman Gazetesi, 9.6 tarihli Star Gazetesi, 10.6 tarihli Zaman Gazetesi, Habertürk internet sitesi, Yeni Şafak Gazetesi, daha birçok yerde, bu komisyonun bizden gizlenen tanık beyanları, dayandığı belgeler gazetelerde yer almıştır.

Komisyon, söz konusu kararlarıyla, kamusal savunmanın lehime olan kanıtlarının toplanmış olup olmadığını tespit edebilmesi ve özellikle sorguya hazırlanmamı, isnatlardan bilgi edinmemi sağlama imkânını ve kendimi savunma imkânını da tümden ortadan kaldırmıştır.

Kamusal savunmanın, soruşturmanın her evresinde, soruşturma evrakının ve soruşturma dosyasının tamamını inceleme ve istediği evrakın bir suretini harçsız alma hak ve yetkisi, emredici hukuk hükmü olması nedeniyle, mutlaktır. Komisyon, belirtilen talebin gereğini yerine getirmemiş, bu suretle, emredici hükümler olan, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 135, 159, 160, 163 üncü maddeleri ile her şeyden önemlisi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2'nci maddesini açıkça çiğnemiştir.

Komisyon bu eylemiyle, kamusal savunmanın lehime olan kanıtlarının toplanmış olup olmadığının tespit edilmesini ve özellikle savunmanın hazırlanmasını, isnatlardan bilgi edinmemi sağlama ve kendimi savunma imkânını ortadan kaldırmıştır.

Komisyon, iddia konusu işlemin yedi yıl önce olduğunu... Sayın milletvekilleri, ben yedi yıl önce Bakanlık yaptım. Bana isnat edilen eylemler, yedi yıl önceden başlayan eylemler. Ben, yedi yıl önceki bir iş ve  belge nedeniyle, iş ve olay nedeniyle eğer komisyon tarafından bilgi sahibi edilmezsem, kendimi nasıl savunacağım?! Nitekim, komisyona, savunma sırasında bu konuda diğer soruşturma komisyonlarında uygulanmış olan yazılı sorularını kısa süre içerisinde cevaplayacağımı bildirmeme karşın... Bunu açıkça söyledik; başka komisyonlar bunu yaptı, bize yazılı olarak sorun; süre kazanmak, sizi oyalamak gibi bir ihtiyaç içerisinde değiliz; yazılı sorularınıza da, üzerinde çalışalım, yazılı cevap verelim dedik; ama, komisyon, diğer komisyonlarda uygulanmış olmasına rağmen, bunu, bu imkânı bize tanımadı.

Yine, devamla "savunma imkânı verdik" demiş olmak için, çağırmış olmak için çağrıldığımızı, oraya gittiğimizde daha net bir şekilde anladık ve yine, 136 sayfalık kamusal savunma sunduk; bu 136 sayfalık savunmamızın bir tek kelimesi bile tartışılmamış.

Komisyon, bu hukuka aykırı davranışıyla, eksik soruşturmayla, sadece aleyhime gösterilen ve toplanan kanıtlarla karar vermiştir. Soruşturma komisyonu, kamusal savunmanın gereğince toplanmasını talep etmiş olduğu lehime delilleri toplamamıştır. Buna karşın, yukarıda belirtildiği üzere, yetkisiz ve keyfî olarak, kendi başına bulmuş olduğu iddialarına ait rapor ve belge toplamayı da hiç ihmal etmemiştir.

Soruşturma Komisyonu, raporunda, iddia konusu fiilleri işleyen bürokratlar hakkında verilmiş kesin hüküm niteliğindeki takipsizlik kararlarını belirtmiş; ancak, kasıtlı bir biçimde, bu kararların hukukî sonuçlarını görmezliğe gelmiştir.

Öte yandan, komisyon, sırf bühtanda bulunmak amacıyla, bakanların yargılanamadığını iddia etmiştir. Bakan hakkında nasıl soruşturma yapılacağı, Anayasanın 100 üncü maddesinde gösterilmiştir. Nitekim, hakkımda 2 adet soruşturma önergesi verilmiştir; bu durum, komisyonun, bu konuda bakanlar yargılanamamaktadır şeklindeki iddiasının ne kadar anlamsız olduğunu ortaya koymaktadır.

Yine, ayrıca, Anayasanın 100 üncü maddesinin işletilmesi konusunda cumhuriyet savcısını engelleyen bir hüküm de hukuk düzenimizde mevcut bulunmamaktadır. Bu gerçeği bilmesi gereken Soruşturma Komisyonu, işinin gereğini yapmamış, görevinin sınırlarını aşarak suç isnadında bulunma gayretine girmiştir.

Söz konusu takipsizlik kararları, soruşturma komisyonu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu bağlayan kesin hüküm niteliğini haiz kararlardır. Soruşturma komisyonu, bu kesin hükmü haiz kararlarda yapılmış olan fiillerin nitelendirmesiyle bağlıdır; yani, bu karardaki tavsifi dışında fiilin kendisine bir başka tavsifte bulunamaz. Örneğin, kesin hükmü haiz kararda, fiil, TCK 240 olarak tavsif edilmişse, komisyon, bu fiili, TCK 205 olarak tavsif edemez; aksi davranış, komisyonu, kesin hükmü çiğnemesi demek olur.

Öte yandan, komisyon, kesin hükmü haiz bu kararlarda, fiilin hukuka uygun bulunmasını tespit hükmüyle de bağlıdır. Bu demektir ki, komisyon, aynı fiilden dolayı fiili işleyen bürokratın sorumlu tutulmaması karşısında, aynı fiilden dolayı bakan olarak hakkımda suçlamada bulunamaz; aksi davranış gayri ciddî olur. Nitekim, komisyon raporunda da bu gayriciddî yaklaşım çok kez sergilenmiştir.

Sayın milletvekilleri; tabiî ki, siz aranızdaki sohbeti sürdüreceksiniz, ben de, dilim döndüğü kadar, üzerime atılı suçlamalarla ilgili savunmalarımı sunma çabası içerisinde olacağım. Tabiî, yaptığımız bu işin de, birbirimizi etkilememesi lazım diye düşünüyorum.

Sayın Başkanın da biraz önce belirttiği gibi, komisyonumuz, üç ana başlıkta değerlendirmiştir olayları; enerji arz - talep dengeleri, BOTAŞ ve DSİ.

Şimdi, ben, enerji politikalarıyla ilgili genel bir değerlendirmeye girmeden önce, göreve başladığım dönemi, göreve başladığım günleri, yani 1997 senesinin haziran ayını, Türkiye'nin o günkü enerji durumunu sizlerle biraz paylaşmak istiyorum; yani, bugünü tam anlayabilmemiz için, dünü de iyi kötü bilmemiz lazım. Ben göreve geldiğim zaman, Türkiye böylesine enerji bolluğu içinde değildi; böylesine, elektrikte problemi olmayan, gazda problemi olmayan, bu gazı bir fazla yere nasıl götürürüz çabası içinde koşturmayan bir ülkeydi. O nedenle, kısa kısa, o günkü durumu anlatmaya çalışacağım.

Ben, görevi, Sayın Recai Kutan'dan devraldım. Burada birçok rakam söylendi; tutarlı olması açısından, o anlatım tarzına uygun ifadelerde bulunmaya çalışacağım.

1996 yılında, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda konuşan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Recai Kutan "ülkemiz elektrik enerjisi talebinin 2000 yılında 134 milyar kilovat/saat, 2010 yılında 290 milyar kilovat/saat, 2020 yılında ise 546 milyar kilovat/saat seviyesinde olması beklenmektedir" tarzında bir ifadede bulunmuştur. Yani, benim göreve geldiğimde, benden önceki Bakan arkadaşımın koyduğu hedefler, en son, 2020 yılı itibariyle 546 milyar kilovat/saat seviyesindedir.

Gaza bakarsak; yine, 2000 yılında 27 milyar metreküpe, 2015 yılında ise 50 milyar metreküpe ulaşacağını ifade etmiştir Sayın Recai Kutan.

Şimdi, 1998 yılında, benim, Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmalarımı arz etme çabası içinde olacağım: "Ülkemiz elektrik enerjisi talebinin 2000 yılında 134 milyar kilovat/saat, 2010 yılında 290 milyar kilovat/saat, 2020 yılında 547 milyar kilovat/saat seviyesinde olması beklenmektedir." Yani, 1997'de göreve geliyorum, 1996'da Sayın Recai Kutan'ın koymuş olduğu elektrik ihtiyacıyla ilgili milyar kilovat/saatler, aynen, 1999'da, 2000 yılına girerken benim tarafımdan tekrarlanıyor; yani, kalkıp, burada, gelip de, işte, enerji ihtiyacını fazla gösterdiler demenin hukukî hiçbir mesnedi yoktur.

Şimdi, yine devam ediyorum. 2000 yılında, Cumhurbaşkanı Sayın Demirel konuşmasında şunu ifade ediyor, diyor ki: "2000 yılında 28 000 megavat, 2010 yılında 65 000 megavat, 2020 yılında 109 000 megavat dolaylarına çıkması planlanmaktadır." Her iki bakan olarak bizim belirttiğimiz rakamlarla üst üste gelmektedir. (Gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Ersümer, bir saniye.

Sayın milletvekilleri, salondan yüksek uğultu geliyor; lütfen, sayın milletvekillerinin kendi aralarındaki sohbeti bırakmalarını rica ediyorum.

Buyurun Sayın Ersümer.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - 1 Ekim 2001 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış töreninde konuşan şimdiki Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer "Anayasamızda daha önce gerçekleştirilen değişiklikler doğrultusunda enerji sistemimizi gelişmiş ülkelerdeki sistemlerle bütünleştirebilecek önemli yasal düzenlemeler yapılmıştır. 2001 yılında ülkemizde elektrik tüketiminde ilk kez bir gerileme söz konusudur. Bu durumun büyük ölçüde ekonomik sıkıntıların bir sonucu olduğu bilinmektedir. İleriki yıllarda elektrik arz ve talep dengesinde herhangi bir sorun yaşanmaması için uzun dönemli stratejiler geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, 2002 yılı sonuna kadar devreye alınabilecek 29 elektrik üretim projesinin içerisinde bulunduğu belirsizlik en kısa zamanda giderilmelidir." 2001 yılında, Sayın Cumhurbaşkanımızın TBMM çatısı altındaki beyanlarını arz ettim.

1999 yılında Türkiye bir seçime gidiyordu. Bütün siyasî partiler seçim beyannameleri hazırladılar. Doğru Yol Partisinin seçim beyannamesinde "2010 yılına kadar tüketimi beş kat artacak olan doğalgaz için yeni arz kaynaklarının devreye sokulması, gerekli yatırımların özel sektör katılımıyla gerçekleştirilmesine imkân sağlayacak bir yapılanmaya gidilmesi..."

CHP'nin seçim beyannamesinden bir satır okumak istiyorum: "Türkiye'yi 2000'li yıllara taşıyacak altyapıyı gerçekleştireceğiz, tıkanma noktasına gelen enerji projelerinde uluslararası finansmanın önünü açmak için gerekli çabaları göstereceğiz, ülkeyi enerji darboğazı tehlikesinden kurtaracağız. Ulusal enerji konseyini kuracağız." CHP de aynı ihtiyacı tespit ediyor; vatandaşın önüne çıkarken enerji darboğazından kurtulmayla ilgili vaatlerde bulunuyor.

Fazilet Partisinin seçim beyannamesinde şöyle deniliyor: "Önümüzdeki yıllarda bir elektrik enerjisi darboğazı tehlikesi bizi beklemektedir -hani, ben, tehlike uydurmuşum ya; enerji darboğazı varmış gibi bir komplo teorisi sergileniyor ya; onunla ilgili bunları dile getirmeye çalışıyorum- Fazilet Partisi, ilk aşamada, dünya ortalamasının üstüne çıkmak için 2010 yılına kadar yılda en az 5 milyar dolarlık yatırım yapılmasını hedeflemektedir. Bunun için, gerekli kaynak, yap-işlet-devret, yap-işlet, üretim ve dağıtma işletme hakkı devri, kendi elektriğini kendin üret ve fazlasını sat gibi modellerle sağlanacaktır. Ayrıca, Karadeniz geçişli Mavi Akım boru hattı, Mısır doğalgaz ve Irak doğalgazı boru hattına önem verecektir." Yani, bu yap-işlet-devret modelleri, Mavi Akım gazı, bunların hepsinin bir numaralı müsebbibi Anavatan Partisi ve onun Enerji Bakanı gibi çizilen senaryonun bir parçasında diğer siyasî partilerimizin -yıl da çok önemlidir- 1999 yılındaki seçime girerken seçim beyannamelerindeki hedeflerini size arz etmeye çalışıyorum. Anavatan Partisininkini zaten söylemeye gerek görmüyorum; biz, bu hedefleri gerçekleştirmek için görevimizin başındayız.

Şimdi, bütün bu hatırlatmaları yaptıktan sonra, komisyon raporundaki değerlendirmelere geçmeden önce, yeni, daha 28 Temmuz 2003 tarihli, şu anda görevi başında Enerji İşleri Genel Müdürlüğümüzün, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında bir araştırma komisyonuna göndermiş olduğu ve 1999-2002 yılları arasındaki programlanan tüketim, gerçekleşen üretim ve artışlarla ilgili bilgi notundan bir iki paragraf arz etmeye çalışıyorum: 1998'de tüketim artışı 8,1; 1999'da tüketim artışı 3,9. Niye üçte 1'e düşüyor; 1999'da iki deprem yaşıyor Türkiye; önemli sanayi bölgemizde, sanayiin en ağır olduğu bir bölgede iki deprem yaşıyor Türkiye.

Devam ediyorum: 2000'de 8,3. Zaten son otuz yılın geriye doğru enerji artış talebi 8-9 mertebesinde gerçekleşiyor; normal yıllarda bu hep böyle oluyor. 2001'de eksi 1,1; yani, 8,1'den eksi 1,1'e düşüyor enerji talebi. Bu niye düşüyor; Türkiye yüzde 14 küçülmüş; çok önemli iki kriz yaşanmış Türkiye'de, hâlâ belki de izlerini silemediğimiz çok önemli iki kriz yaşanmış. Bu iki krizin enerji sektöründeki en önemli etkisini net bir şekilde, mevcut Enerji İşleri Genel Müdürümüzün hazırlamış olduğu tabloda görüyoruz. 2002 gelince ne oluyor; 2002'de de -bu 2001'in etkisini sektör üzerinden hızla atamıyor- 4,5 enerji talebi, elektrik talebi.

Sonra da bu tabloyu açıklıyor Sayın Genel Müdür; diyor ki: "1998 yılı için tüketim talebi bir önceki yıla göre yüzde 9 artışla 115 100 000 000 kilovat/saat olarak tahmin edilmişti. Santralların durumları ve normal su gelirleri dikkate alınarak yapılan programa göre 3 500 000 000 kilovat/saatlik açık programlanmıştı." O gün için, ülkenin 3 500 000 000 kilovat/saatlik bir açığının olduğundan bahsediyor. Bu açığı nasıl kapatma çabası içinde olduklarını biraz sonra dinleyeceğiz."Ancak, 1998 yılı fiilî tüketimi 8,1 artışla 114 milyar kilovat/saat olarak gerçekleşmiş olup, yıl içerisinde barajlı hidrolik santrallara gelen sular beklenenin üzerinde olmuş ve enerji açığı fazla gelen suyu da santrallardan karşılanabilmiştir. Hidrolik santralların 1998 yılı için su gelirleri 50 milyar metreküp öngörülmüşken, 65 500 000 000 metreküp olarak gerçekleşmiştir. Elektrik kesintisi olmamış, enerji ucu ucuna karşılanabilmiştir." O yıl, gerçekten, barajlarımızda su gelirlerinin yüksek olması sebebiyle çok fazla üretim oldu. Ben, Atatürk Barajını ziyaret ettim; Atatürk Barajının ürettiği elektriği kendi saatinde 10 milyar kilovat/saat olarak gözümle gördüm.

"1999 yılında 9,6 artışla 125 milyar kilovat/saat talep öngörülmüş olmasına rağmen, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde olan depremler nedeniyle talep düşmüş, 3,9 artışla 118 500 000 000 kilovat/saat olarak gerçekleşmiştir. Buna rağmen, üretim kapasitesinin tüketimi karşılayamaması nedeniyle, yıl içinde, bölgeler itibariyle, miktarı zaman zaman değişen 1 500-2 000 kilovat arasında elektrik kesintisi programı uygulanmış; ayrıca, su santralları minimum göl seviyesinde çalıştırılmıştır." Enerji sektöründe bunun adı nedir biliyor musunuz; buna, biz, arıza gezdirmek diyoruz. Enerjiniz az; ben, kesinti yaptım diyemiyorsunuz. Alıyorsunuz bu programsız kesintiyi, arıza olarak gezdiriyorsunuz. Sayın Genel Müdürün de burada yaptığı tarif bu ve bu baraj santrallarının da minimum göl seviyesinde çalışma zorunluluğunu da açıkça izah ediyor.

"2000 yılında yüzde 7 artışla 126 800 000 000 kilovat/saat olarak öngörülen talep, 8,3 artışla 128 300 000 000 kilovat/saat olmuştur. 2000 yılı kasım ayından itibaren kesinti programı uygulanacakken, kasım ayında başgösteren ekonomik krizden dolayı kesinti uygulanmamış, enerji ucu ucuna karşılanmış ve su santralları minimum göl seviyesinde çalıştırılmıştır" Yani, olumsuz anlamda, enerji sektörünün imdadına kriz yetişmiş.

"2001 yılındaki değerlendirmeleri arz ediyorum. 2001 yılında yüzde 8 artışla 139 700 000 000 kilovat/saat olarak öngörülen tüketim, Kasım 2000 ve 17 Şubat 2001 tarihlerinde oluşan ekonomik krizin etkisiyle -1,1 gerçekleşerek 126 900 000 000 kilovat/saat olmuştur.

2002 yılına gelince; 2001 yılında başlayan ekonomik kriz dikkate alınarak, yüzde 5 artışla 133 300 000 000 kilovat/saat olarak öngörülen tüketim, yüzde 4,5 artışla 132 600 000 000 kilovat/saat olmuş ve devreye yeni giren santrallar ve özellikle de talebin düşmesiyle kapasite fazlalığı oluşmuştur."

Şimdi, hani, bizim dönemimizde olsa, dersiniz ki, bu eskidir. Mevcut, şu anda, Türkiye enerji sektöründe enerji arz-talebini düzenlemekle görevli olan Sayın Genel Müdür bunu nereye göndermiş; Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonunun istediği bilgilerin içinde bunu göndermiş. Buna itibar etmek zorundayız. Bu belgelerin tamamı komisyonumuzun elinde olmasına rağmen, hâlâ, özellikle Komisyon Başkanımızın ve Komisyon üyelerimizin kürsüye gelerek, bunları yok kabul ederek, birtakım suçlamalar üretmelerini anlayabilmiş değilim.

Yine, devam ediyorum. 9 Temmuz 2003 tarihinde, mevcut DPT Müsteşarı Sayın Dr. Ahmet Tıktık, yine, Meclis Başkanlığımıza gönderdiği yazısında bir değerlendirme yapıyor; diyor ki: "Müsteşarlığımızca, bu dönem için beş yıllık plan ve yıllık programlarda hedef alınan ekonomik büyüme hızları baz alınarak yapılan elektrik arz-talep projeksiyonları, daima, 2002 yılı ortasına kadar enerji açığı göstermiştir." Yani, enerji açığı bizim gösterdiğimiz, bizim bulduğumuz bir mefhum değil; mevcut, bugünkü DPT Müsteşarımız Sayın Tıktık ifade ediyorlar. "Bakanlık çalışmalarında bu açık daha yüksek değerlerdedir; ancak, 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz ve sonrası, ekonominin önemli oranda küçülmesi ve durgunluğa girilmesi nedeniyle elektrik talep projeksiyonlarında önemli sapmalar oluşmuş, beklenen talep artışı gerçekleşmemiş, başta, yap- işlet ve mobil santrallar olmak üzere, son dönemde işletmeye giren bütün projeler atıl kapasite yaratır duruma düşmüştür." DPT'nin tespiti de bu.

Tabiî, ekonomik sıkıntılarla ilgili konuları tekrar bu önemli tespitlerden sonra dile getirmek istemiyorum; ama, biraz önce konuşma yapan arkadaşlardan biri, barajlarda su boşa harcanmış, elektrik üretilmemiş diye bahsetti.

Enerji Bakanlığı tam bir hesap kitap yeridir. Enerji Bakanı, sabahleyin masasına geldiğinde, Türkiye'deki termik santrallarında kaç kilovat/saat elektrik üretilmiş, barajlarında kaç kilovat/saat elektrik üretilmiş, ihtiyaç nedir, arızalar nelerdir; bunların hepsini görür. Enerji Bakanlığının bir günlük işleme tablosu vardır, bu tabloda bunların hepsini görürsünüz. Eğer, zaten bunları günlük göremiyorsanız, işte o zaman başınız dertte demektir.

Şimdi, barajlarımızla ilgili de... Biz bu baraj sularını her gün ölçtürüyorduk. Hatta, öyle sıkıştık ki, Erzurum ve Kars platolarındaki karları ölçtürdük. Bu ölçülen karlardan acaba kaç metreküp su Fırat Havzasındaki barajlarımıza gelir de, biz bu suyla ne kadar elektrik üretebiliriz onun peşinde olduk. 1999 yılında Keban Barajının kotu 830 metreyken, 2000 yılında 825 metreye düşüyor; minimum kotu ne kadar biliyor musunuz; 820 metre; son 5 metremizi kullanmışız. Karakaya Barajında 675 metre olan minimum kot, 2000 yılında 676 metre; son 1 metremizi kullanmışız. Yine, Atatürk Barajında 526 metre olan minimum kot, 2000  yılında 526,47 santim; orada, 50 santimimiz kalmış. Barajları işletmekle sorumlu genel müdürlüğümüz, bize "eğer, biz, bu barajları biraz daha çalıştırmaya devam ettirirsek, Türkiye'deki elektrik sistemini çökertiriz ve ayrıca, bu kotlarda, bu barajlarda çalışma yapılırsa,maalesef, türbinlerde ciddî arızalar meydana gelir" dedi. Bunları ben niye anlatıyorum; yani, görevde bulunduğumuz dönem itibariyle "işte, efendim, suları boşa akıttınız, santrallarda gereği gibi üretim yapmadınız" tarzındaki bu komplo teorilerine iyi kötü cevap olsun diye arz etme çabası içinde oluyorum.

Tabiî, bir başka önemli husus: 2001 yılı 11 inci ayında -ben bakan değilim- benden sonraki Sayın Bakanımız ve üç genel müdür -benden sonra ayrıldı- TEİAŞ, TETAŞ, EÜAŞ Genel Müdürleri toplantı yapmışlar. Bu toplantıda, mevcut Sayın Bakana hazırladıkları raporun -artık çok sıkıldınız, daha fazla detaya girmek istemiyorum ama- sadece bir yerini belirtmek istiyorum: Buna göre, yıl sonuna kadar karşılanamayan enerji miktarının 230 000 000 kilovat/saat olacağı belirlenmiştir. Yani, bu açık, 2001 yılının kasım ayında da var ve "önümüzdeki üç ayda da bu açık devam edecektir" diye üç genel müdür tespit yapıyor, Sayın Bakana bildiriyorlar.

Enerji sektörüyle ilgili, bu kısaca sunduğum durum tespitinden sonra, bu politikalar nasıl oluştu, bu politikaların oluşmasında Enerji Bakanlığının rolü nedir, DPT'nin rolü nedir, Bakanlar Kurulunun rolü nedir, bunları kısa kısa anlatmaya çalışacağım; ama, benim söylediklerimin, benim arz etmeye çalışacaklarımın tamamı, yasal mevzuata dayalı, kanun emirlerini içeren hususlardır.

Enerji politikalarının oluşturulma yetki ve görevi Bakanlar Kuruluna aittir. "İktisadi, Sosyal ve Kültürel Hedef ile Politikaların Tespiti" başlıklı 540 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25 inci maddesine göre: "İktisadî, sosyal ve kültürel hedefler ile politikaların belirlenmesine esas teşkil edecek hususlar, Yüksek Planlama Kurulunda görüşülerek tespit edilir. Bu suretle tespit edilen esaslar, Bakanlar Kurulunda öncelikle görüşülerek karara bağlanır. Bakan, enerji ve doğalgaz politikalarını oluşturmaktan sorumlu değildir. Bakanın ve Bakanlığın görevi, Bakanlar Kurulunca tespit edilmiş politikaları uygulamaktır."

Buradan, hemen, komisyon raporunun içerisinde olmasına rağmen, devletin bir evrakı haline gelmesine rağmen, benim kamusal savunmamda bir örneğini arz etmiş olmama rağmen, ne burada konuşan Komisyon Başkanımız ne diğer konuşmacılar tarafından hiç gündeme getirilmeyen ve komisyon raporunda da gereği gibi tartışılmayan bir belge var. Ben, geçen konuşmamda da bu belgeyle ilgili bilgiler arz etmiştim; o da, 27 Mayıs 2000 tarihli bir mutabakat belgesidir. Bu belgeyle, bakanlık çalışmalarının doğru ve yerinde olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle, bakan olarak, Türk Ceza Kanununun 232 nci veya 240 ıncı maddelerine aykırı davranmış olduğum iddiası, hukuksal dayanaktan yoksundur.

Nedir bu 27 Mayıs 2000 tarihli mutabakat belgesi; Sayın Başbakan Bülent Ecevit'in talimatı üzerine, Sayın Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan başkanlığında, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı, DPT Müsteşarı ile Hazine Müsteşarı toplanmışlar, elektrik arz ve talep durumunu değerlendirmişler ve 27 Mayıs 2000 tarihli mutabakat belgesini imzalamışlardır.

"27 Mayıs 2000 tarihli toplantı tutanağı" başlıklı mutabakat belgesine göre: "Enerji konusundaki gelişmeler ve sorunlar, Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan'ın başkanlığında, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve Hazine Müsteşarlığının katılımıyla yapılmış ve toplantıda aşağıdaki hususlar gündeme gelmiş ve kararlar alınmıştır." Yani, biraz önce, burada, işte, Devlet Planlama Teşkilatının yazısı şuydu, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının yazısı şuydu... Bu aradaki tartışmalar vardı, yok değil; ama, bu tartışmaları ortadan kaldırmak üzere, bu ihtiyacı giderebilmemiz için, Sayın Başbakanın talimatıyla üç müsteşar bir araya geldi, enerji sektörünü baştan sona değerlendirdi ve neticede bir karara vardılar. Şimdi, bu üç müsteşarın vardığı karardaki -Başbakan Yardımcımız Sayın Hüsamettin Özkan başkanlığındaki- bazı maddeleri okumaya çalışacağım.

"Madde 1.- Ülkemizin 2000-2002 döneminde enerji açığı yaşayacağı ve bu açığı azaltmak için gerekli tedbirlerin acilen alınması gerektiği..." Bunu kim söylüyor; devletin üç müsteşarı söylüyor; DPT Müsteşarı, Hazine Müsteşarı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı söylüyor. 2000-2002 döneminde enerji açığı yaşanacağını vurguluyorlar. 2003-2004 döneminde, yedekli sistem ihtiyacı üzerinde bir kapasite fazlalılığının da, projelerin devreye giriş tarihlerinin ayarlamasını yapmak suretiyle giderilmesi gerektiğini vurguluyorlar. "Devreye girecek olan projelerin devreye girmesini ayarlayacaksınız" diyorlar.

"Bu çerçevede, DPT tarafından uygun görülmüş yap-işlet-devret projelerinden 2000-2002 döneminde işletmeye girebilecek olanların, bu hususta gerekli teminatlar ve taahhütler alınmak ve anlaşmalara derç edilmek suretiyle, garantili sistem içerisinde yürütülmesi, bu projelerin sayısı ve listesi ekli tabloda takdim edilmiştir" tarzında, 29 yap-işlet-devret projesinin de, yine garanti kapsamı içinde ve 2002'de devreye alınmak şartıyla yapılabileceğini karar altına alıyorlar.

Yine, devamla: "DPT tarafından uygun görüş verilmesi düşünülen projelerden 2000-2002 döneminde işletmeye girebilecek olanların, bu hususta gerekli teminatlar ve taahhütler alınmak suretiyle, garantili sistem içinde yürütülmesi, Hazine garantisi verilmiş olan yap-işlet projelerinden..."

Sayın milletvekilleri, burası çok önemli, ileride...

BAŞKAN - Sayın Ersümer, bir saniyenizi rica edeyim.

Sayın milletvekilleri, Sayın Hatibi dinlemekte, izlemekte zorluk çekiyoruz. Özellikle, salonun sol tarafından çok ses geliyor. Lütfen, sükûnetle dinleyelim.

Buyurun.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

"Hazine garantisi verilmiş olan yap-işlet projelerinden bir kısmının, Haziran 2002'den itibaren işletmeye alınabileceği şeklinde gerekli girişimlerde bulunulması, hazine garantisi verilmiş olan yap-işlet projelerinden 2003-2004 döneminde devreye girmesi öngörülenlerin, bu yıllardaki kapasite fazlalığını giderecek şekilde işletmeye giriş tarihlerinin ayarlanması için çaba gösterilmesi..." devamını okumuyorum. Mutabakata varılarak üç müsteşarı imza altına almışlar. Bu belge tamamıyla geçerli bir idarî işlemdir. 27 Mayıs 2000 tarihli mutabakat belgesi idarî makamların birlikte oluşturdukları bir idarî işlemdir. Devletin üç önemli kurumu, Başbakan adına görevli Başbakan Yardımcısının da katılımıyla, belgenin içerdiği konularla ilgili görüşmüşler, aralarındaki sorunları çözmüşler ve bir karara bağlamışlardır. Dolayısıyla, mutabakat belgesi bir idarî işlem olarak yürürlüktedir ve her idarî işlem gibi içerdiği konular bakımından belgenin taraflarını, konuyla ilgili her türlü kurum ve kişileri üçüncü kişilere bağlayan bir idarî hukukî belgedir. Bu nedenle, idarî işlem olan mutabakat belgesi aynı zamanda soruşturma komisyonunu da bağlar. Öte yandan, önerge sahiplerinin mutabakat belgesi içeriğine aykırı iddiaları hukuksal dayanaktan da tamamen yoksundur. Mutabakat belgesine göre iddia konusu işlemler hukuka uygundur. İdarî bir işlem olan mutabakat belgesinin içerdiği konuların tamamı mevzuatına da uygundur.

Devlet Planlama Teşkilatı "Elektrik Enerjisi Planlama Çalışması" adı altında ilgili Bakanlık ve kamu kurumlarıyla birçok çalışma yapmıştır. Bu çalışmalar üç ayı aşkın bir süre uzun tartışmalarla devam etmiş, çalışmalara Enerji Bakanlığı, Hazine, DPT, DSİ, TEAŞ, BOTAŞ, Enerji İşleri Genel Müdürlüğü yetkilileri ile Cumhurbaşkanlığı Enerji Danışmanın da katılımıyla 17 toplantı yapılmıştır. Yani, devletin enerji sektörünü temsil eden bütün üyeleriyle üç ayı aşkın bir süre toplanılmış, 17 toplantı yapılmıştır. Belirtilen bu çalışmalar, mutabakat belgesine konu son görüşmeyle sonuçlandırılmıştır. Her üç kurum ve Başbakanlık, mutabakat belgesinin içerdiği konular üzerinde anlaşmışlardır. Böylece, bu konular üzerinde olan görüş ayrılıkları sona ermiştir. Özellikle, mutabakat belgesinin 1 inci maddesinde, 2000-2002 döneminde enerji açığı yaşanacağı ve bu açığın azaltılması için gerekli önlemlerin acilen alınması gerektiği; 2 nci maddesinde "2003-2004 dönemi için yedekli sistem ihtiyacı üzerinde kapasite fazlalığının, projelerin devreye girme tarihlerinin ayarlanması suretiyle giderilmesi" denilerek, 2003 döneminde enerji fazlası olacağı kabul edilerek, bu fazlalığın da, projelerin devreye giriş tarihlerinin ayarlanması suretiyle giderileceği belirlenmiş; diğer maddelerinde ise, devreye girmesi gerekli olanların işletmeye alınmasının sağlanmasına yönelik çalışmaların yapılması kabul edilmiştir.

Önerge sahiplerinin, hukuka uygun olan bir işleme karşı yaptıkları iddiaların tamamı geçersizdir. Mevzuata uygun bir konunun hukuka aykırılığı ileri sürülemez. Bu nedenle, mutabakat belgesindeki bir konunun hukuka aykırılığı iddiasının da bir değeri yoktur.

Yukarıda belirtilen nedenlerle, mutabakat belgesine bağlanmış olmayan konuların aksi, belgenin tarafları veya üçüncü kişiler tarafından, örneğin önerge sahipleri veya soruşturma komisyonu üyeleri tarafından iddia edilemez; çünkü, bu idarî işlem, içerdiği konular yönünden herkesi bağlar. Bu nedenle, soruşturma önergesiyle yapılmış olan, Türkiye'nin enerji ve gaz talebinin yüksek hesaplanması, plansız olarak santral inşaat taahhüdüne girilmesi iddiası ve soruşturma komisyonu raporu kararı, hukuksal dayanaktan yoksundur. Bakan olarak, önergenin görüşülmesi sırasında, mutabakat belgesine dayandım ve gerekli açıklamaları da yaptım.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, bakanlığım döneminde, mutabakat belgesiyle kararlaştırılmış hususları tam ve gereği gibi yerine getirmiştir. Kaldı ki, soruşturma önergesinde bu yönde bir iddia da yoktur. Hazine Müsteşarlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü adına, Devlet Bakanı Recep Önal imzalı, 5.6.2000 tarih, 45594 sayılı yazıyla, 27.5.2000 tarihinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın başkanlığında yapılan toplantı sonucunda "2001 ve 2002 yıllarında ortaya çıkacak enerji açığını karşılamak üzere, 2002 yılı itibariyle işletmeye alınabilecek ve bu yıllardaki enerji açığına tekabül edecek sayıda enerji projelerinin tespiti üzerinde durulmuştur. Bu projelerin ilişik listede belirtilen projeler olduğu, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı yetkilileri ile Bakanlığınız yetkililerinin de katılımıyla tespit edilmiştir" denilmiştir.

Yine, yukarıda sözü edilen toplantı ve akabinde hazırlanan toplantı tutanağında "bahse konu projelerin müteahhitlerinden, projelerin 2002 yılında bitirileceğine dair taahhüt ve teminat altına alınması da karara bağlanmıştır. Bilgileri ve konuya ilişkin olarak hazırlanacak olan Yüksek Planlama Kurulu kararına mesnet teşkil etmek üzere, proje sahipleriyle yapılacak görüşmeler neticesinde, 2002 yılına yetiştirilmesi taahhüt edilen projelerin Müsteşarlığımıza bildirilmesi hususunda gereğini arz ederim" denilmektedir; yani, Devlet Bakanı Sayın Recep Önal, Hazine adına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından, bu mutabakattaki belgelerle ilgili müteahhitlerden taahhüt alınmasını istiyor, "siz bu işleri yürütün" diyor; zaten, biz de yürütme çabası içinde olduk.

Ayrıca, bu yazının ekinde, işletmeye girmesi öngörülen santralların, 2001 yılıyla ilgili 9 proje, 2002 yılıyla ilgili 20 proje olmak üzere 29 projenin neler olduğunun da listesini veriyor.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanının -ayrıca bakanlığım döneminde bu yazının gereği de tam olarak yerine getirilmiştir- Türk planlama hukukuna göre, birer ekonomik politika konusu olan doğalgaz kullanımı ve arz talep projeksiyonlarıyla doğalgaz çevrim santrallarına ihtiyacın belirlenmesi yetki ve görevi de Devlet Planlama Teşkilatına aittir. DPT, ekonomik politika ve hedeflerinin oluşturulmasında Bakanlar Kuruluna danışmanlık yapmak ve ilgili kurumlarla eşgüdüm sağlamakla görevlidir.

540 sayılı Devlet Planlama Teşkilatı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5/a maddesinde, Yüksek Planlama Kuruluna verilen görevler şunlardır:

1- İktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı planlamada ve politika hedeflerinin tayininde Bakanlar Kuruluna yardımcı olmak ve hazırlanacak kalkınma planları ile yıllık programları Bakanlar Kurulana sunulmadan önce, belirlenen amaçlara uygunluk ve yeterlilik bakımından incelemek,

2- Ekonomik politika ve hedefler mevzuatına göre, kalkınma planı ve yıllık programlarla somutlaşır.

Yine, 540 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 28 inci maddesinde "yıllık programların hazırlanması ve kabulü ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Buna göre, yıllık programlar Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca hazırlanarak, Yüksek Planlama Kuruluna sunulur. Bu Kurul, programları inceleyerek bir raporla Bakanlar Kuruluna sunar, Bakanlar Kurulunda kabul edilen yıllık programlar kesinleşmiş olur. Yıllık programlar ile birlikte, orta vadeli tahminler de sunulur. Yıllık programlar, bütçeler ile iş programlarından önce hazırlanır. Bütçeler ile iş programlarının hazırlanmasında yıllık programlarla kabul edilmiş olan esaslar dikkate alınır. Bütçelerin Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında, birden fazla yılı kapsayan ve kalkınma planı ve yıllık programların bütününü ilgilendiren yatırım projelerinin programa ilave edilmesinde, Kalkınma Planının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün Korunması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinde yer alan esas ve usullere uyulur. Yıllık programlarda yer alan makro politikaların uyum içerisinde sağlamak amacıyla Bakanlar Kuruluna değerlendirme raporları sunulur" denilmektedir.

DPT, kalkınma planı ve yıllık programları hazırlamakla görevlidir. DPT, hükümetçe belirlenen amaçlar doğrultusunda kalkınma planlarıyla yıllık programları hazırlamakla görevlidir. Bu görev, yasal düzenlemeyle münhasıran DPT'ye verilmiştir. DPT, kendisine verilen yıllık programların makro dengelerini oluşturma, kalkınma planlarının hazırlanmasına katkıda bulunma, konjonktürel gelişmeleri izleme ve değerlendirme görevini eksiksiz bir biçimde yerine getirecektir.

BAŞKAN - Sayın Ersümer, bir saniye.

Sayın milletvekilleri, dakikalar ilerledikçe izleme olanağımız daha da azalıyor. Lütfen, şu kendi aranızdaki konuşmaya bir son verelim, Sayın eski Bakanı dinleyelim.

Buyurun Sayın Ersümer.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - DPT, kalkınma planları ile yıllık programların hazırlamasında ve uygulanmasında kamu kurumlarından gerekli bilgileri toplama ve işbirliği yapma yetkisine sahiptir. Bu nedenle, DPT, iddia konusu ekonomik işlerle ilgili olarak gerekli arz-talep projeksiyonuna konu olan verileri toplayacak, değerlendirecek ve bu verilerden hareketle ihtiyaca konu santralları belirleyecektir.

Bakanlıklar ve diğer kamu kurumları, kalkınma planı ve yıllık programlar yapamazlar. Ancak, bu plan ve programlara alınmış işleri uygulamakla görevlidirler; çünkü, kalkınma planları ve yıllık programlar, kamu kurumları için uyulması kanunen zorunlu olan hukukî belgelerdir, mevzuattır.

İddia konusu doğalgaz kullanımı ve arz talep projeksiyonları ile doğalgaz çevrim santrallarına ihtiyacın belirlenmesi görevi DPT'ye aittir, Bakanlığa ait değildir. DPT, kuruluş mevzuatı gereğince, birer ekonomi politikası konusu olan doğalgaz kullanımına ilişkin hedeflerin belirlenmesine ilişkin yapılması gereken arz-talep projeksiyonlarını yapmak ve bu hedeflerin gerçekleşmesini sağlamak amacıyla kurulması gerekli olan doğalgaz çevrim santrallarına olan ihtiyacı belirlemekle görevlidir.

Gerçekten, 540 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5/c maddesine göre, Yüksek Planlama Kurulu, kalkınma planı ve yıllık programlar çerçevesinde, kamu iktisadî teşebbüsleriyle ilgili her türlü kararları almakla görevlidir. Öte yandan, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 32 nci maddesine göre, DPT, teşebbüslerin uzun vadeli veya yıllık genel yatırım ve finansman programlarını Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığının da görüşünü alarak hazırlar.

Ayrıca, DPT, görüş ve tekliflerde bulunmak suretiyle, BOTAŞ'ın iddia konusu işleri uygulama görevini yerine getirmesine yardımcı olmakla yükümlüdür. DPT, yıllık programların uygulanmasında ilgili kurumlarla eşgüdüm sağlamakla görevlidir. DPT'nin Bakanlığa göndermiş olduğu yazılar, iddianın aksine, DPT'nin, kalkınma planı ve yıllık programları hazırlama, izleme ve uygulamasını sağlama yasal görevini savsamış olduğunu ortaya koymuştur. Gerçekten, DPT'nin izni olmayan yap-işlet-devret santralı var mıdır; hayır. Peki, yap-işlet santralı var mıdır; hayır. Bizim sistemimizde, Devlet Planlama Teşkilatının oluru olmadan, izni olmadan ne yap-işlet santralı yapabilirsiniz ne yap-işlet-devret santralı yapabilirsiniz. Bugün, Enerji Bakanlığının, enerji sektörünün, DPT'nin izni olmayan bir santraldan alabildiği 1 kilovat/saat elektrik bile söz konusu değildir sayın milletvekilleri.

DPT, izniyle yapılan santrallarda üretilen varsa elektrik fazlalığı nedeniyle bakanlığı suçlamaktadır; oysa DPT, iddia yeri değildir, mevzuatı gereğince, bu işleri doğru yapma yeridir.

Soruşturma önergesinde, arz-talep projeksiyonunu etkilediği iddia edilen üretim santralları içerisinde yap-işlet santralları da sayılmaktadır. Bu santrallarla ilgili, yap-işlet santrallarıyla ilgili 27.5.2000 tarihli mutabakat belgesinin 5 inci maddesinde, aynen, Hazine garantisi verilmiş olan yap-işlet projelerden bir kısmının Haziran 2002 tarihinden itibaren işletmeye alınabileceği şekilde gerekli girişimlerde bulunulması hükmüne yer verilmiştir. Yap-işletlerle ilgili program, 27 Mayıs tarihli belgede belirlenmiştir. Aynı belgenin 6 ncı maddesinde de, belirtilen hususlara uyulmuş olsaydı; yani, bu santralların devreye giriş tarihleri yayılarak sağlansaydı, bir başka ifadeyle, 2003, 2004 yıllarındaki kapasite fazlalığı giderilmiş olurdu. Bu belge, bu fazlalığı göstermiş, çaresini de göstermiştir. Bu yap-işlet santrallarının devreye alınmasını zamana yaysaydık, yayılsaydı, yaysalardı bu fazlalığın söz konusu olması mümkün değildi. İddia edilmeye çalışıldığı gibi, herhangi bir arz fazlalığından söz edilmesi imkânı da kalmayacaktı. Bu nedenle, olmayan bir fiilimden sorumluluğumun söz konusu olması mümkün değildir; ben, Bakanlıktan 2001 tarihinde istifaen ayrıldım.

Sayın milletvekilleri, bu yap-işlet santrallarını başından beri değerlendiriyoruz. Komisyon Başkanımız, Komisyon üyelerimiz de bu konudaki tespitlerini, değerlendirmelerini dile getirdiler. Tabiî, ben, her şeyden önce, duyduğum bir mutluluğu dile getirmek istiyorum. Bu, yap-işlet santrallarından biri de, İSKEN Sugözü Enerji Santralıdır, geçtiğimiz günlerde Alman Başbakanı Sayın Schroder'le, Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan'ın birlikte açılışını yaptıkları bir santraldır. Sayın Başbakanımız açılışta şöyle bir tespitte bulunuyorlar : 1980-2002 yılları arasında Türkiye'deki Alman yatırımlarının toplam miktarı 4 milyar olduğu dikkate alındığında, bu santral sayesinde sağlanan yaklaşık 1 500 000 000 dolarlık doğrudan yabancı sermaye yatırımının anlamının daha iyi anlaşılabileceğini söylüyor Sayın Başbakan; doğrudur, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde tek kalemde gelen en büyük yabancı yatırımdır. Bu, yap-işlet-devretler de bir arada düşünüldüğünde, Türkiye'de yapılmış en büyük yabancı yatırımdır. Biz, tabiî, davetli olmasak da, bu santralların açıldığını, hele Sayın Başbakanlarımızca açıldığını gördükçe gurur duyuyoruz, keyif alıyoruz.

Şimdi, bu, yap-işlet modeliyle ilgili kısaca bilgiler vermek istiyorum. 1996 yılında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda konuşan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan "yap-işlet modeli getirilmiş ve uygulamasına geçilmiştir" tarzında ifadede bulunmuştur. Gerçekten de, yap-işlet modeli santrallar, üç aylık dönemde Sayın Hüsnü Doğan'ın bir kararnamesiyle gündeme gelmiş, üç aylık hükümetin gitmesinden sonra kurulan Refahyol Hükümeti döneminde de, Bakanlar Kurulu kararnamesiyle yapılması için çalışmalar başlatılmıştır; ancak, bu kararnamenin iptaliyle ilgili bir dava açılmıştır, açılan dava Danıştayda kabul edilmiştir. O günkü hükümete, Refahyol Hükümetine, siz bu kararnameyle bu santralları yapamazsınız, kanun getirmeniz gerekir denilmiştir. Tabiî, zaman kazanmak bakımından herhalde, yine, o günkü hükümetin grup başkanvekilleri Sayın Salih Kapusuz -bilmiyorum kendileri buradalar mı- ve Sayın Saffet Arıkan Bedük birlikte imzalayarak bir kanun teklifi vermişlerdir Türkiye Büyük Millet Meclisine.

Bunları niye söylüyorum biliyor musunuz? Sakın ola ki, işte, bak, bu yap-işletler kusurluydu, suçluydu da, şimdi alıp, kendinden önceki hükümetin bakanına veya kendinden önceki hükümete bir şeyler atfetme çabası içinde mi oluyorsunuz diye düşünmeyin. Şimdiye kadar hiç öyle bir huyum olmadı, bundan sonra da olmaz; ama, yap-işlet santrallarının tabiî ki bu tarihî gelişimini ve özellikle, yap-işlet santrallarıyla ilgili ihtiyacın belirlenmesi noktasındaki görüşmeleri kısa kısa sizlerin bilginize arz etmek ihtiyacındayım.

Şimdi, önce, bu santrallarla ilgili, 29 Ağustos 1996'da, yani, kararnamenin iptalinden hemen önce Resmî Gazetede ilan ediliyor, deniliyor ki: Adapazarı, doğalgaz, 700 megavat, Gebze, Ankara, İzmir, İskenderun, Tekirdağ, Eskişehir, Çanakkale, Zonguldak olmak üzere, 13 tane yap-işlet santralının yapılması konusunda mevcut hükümet ilana çıkıyor. Bunlardan beş tanesini yapmak üzere teklif alıyorlar, o esnada, tekliflerin değerlendirilmesi esnasında da Danıştay tarafından hükümet kararnamesi iptal ediliyor, akabinde kanun getiriliyor.

Tabiî, kanun geldikten sonra hükümet gitti, hükümet gittikten sonra bizim hükümet kuruldu. Biz göreve geldik, bu kanun ortada duruyor, kadük. Yap-işletle ilgili teklifler alınmış, ihale değerlendirmeleri TEAŞ'ta devam ediyor, netice itibariyle, bizim hükümetimizin de öncelikle sarıldığı ve hızlı bir şekilde çıkarılması için çaba harcadığı kanun da bu oldu.

Bu kanunun gerekçesini de biz aynen kabul ettik. "Elektrik enerjisi talebimiz yıllık ortalama yüzde 10'un üzerinde hızla artmaktadır." Bu, kanunun gerekçesindeki değerlendirme. Şöyle devam ediyor: "Bu hareketle, şu anda 21 000 megavat civarında olan üretim kapasitesinin 2010 yılına kadar, yani, onüç yıl içinde 60 000 megavat olması gerekmektedir. Bir başka deyişle, talebimizin güvenilir bir şekilde karşılanması için 2010 yılına kadar 40 000 megavatlık yeni üretim tesisinin sisteme ilave edilmesi, yani, mevcut sisteme yılda yaklaşık 3 000 megavat kurulu güç eklenmesi zorunludur. Bu, gerekli diğer altyapı yatırımlarıyla birlikte yılda yaklaşık 4 milyar dolarlık, oniki yıllık süre için ise 45-50 milyar dolarlık yatırım demektir. Yıllık yatırım gereksinimin sadece 1 milyar dolarlık kısmı kamu kesimi tarafından bütçe olanaklarıyla karşılanabilmekte, kalan 3 milyar dolarlık kısmın ise yerli veya yabancı özel sektörden karşılanması gerekmektedir.

Enerji talebinin karşılanmasında, son yıllarda meydana gelen santral tesislerindeki gecikmeler nedeniyle, yabancı ülkelerden elektrik ithal edilmek zorunda kalınmaktadır, yabancı ülkelerden elektrik ithal edilmektedir. Enerji sektöründe yaşanan darboğazın hızla aşılabilmesi için, elektrik enerjisinin ucuz, güvenilir ve süratli bir şekilde tüketiciye ulaştırılması için, yerli ve yabancı sermayenin enerji sektöründe etkin bir şekilde katılımının teminiyle bu kanun hazırlanmıştır." Yani, bu kanunun gerekçesine bakarsanız, bizim de aynen katıldığımız ve gerçekleşmesi için çaba harcadığımız hedefleri içermektedir ve özellikle bu kanunun çıkarılmasının amacının da, yabancı sermayenin getirilmesinin önünün açılması olduğu net bir şekilde görülmektedir.

Bu kanunun görüşülmesi sırasında, teklif sahibi Kayseri Milletvekili Sayın Salih Kapusuz, konuşmalarının içerisinde bazı değerlendirmeler yapmıştır. Bu değerlendirmeler o gün de önemliydi, bugün de önemli, bizim için. Sayın Kapusuz şöyle diyor: "Tabiî, siyasî partilerin statüleri farklı olabilir, bazen iktidarda, bazen muhalefette bulunuyor olabilir; ama, ülke yararına olan, ülke menfaatına olan, ülke için faydalı olan çalışmalarla alakalı olarak herkesin ortak bir noktada buluşmuş olması, hepimizin memnuniyet duyduğu bir husustur." Gerçekten, bu kanunla ilgili, Mecliste tam bir konsensüs oluşmuştur ve Mecliste, yap işlet yasası, bu belirtilen gerekçelerle, oybirliğiyle geçmiştir.

Yine devam ediyor Sayın Kapusuz: "Karanlığa düşmemek için, karanlık sıkıntısı yaşamamak için, ülkenin çok önemli ihtiyacı olan böyle bir konunun, elbette, elbirliğiyle çıkarılması, sonuçlandırılması, bu ihtiyacın bir önce halledilmiş olması, hepimizin menfaatınadır."

Devam ediyor Sayın Kapusuz: "Burada bir şeyin altını çizmek istiyorum ki, değerli sözcü, Cumhuriyet Halk Partisi Malatya Milletvekili Ayhan Bey 'hükümetlerin bu konuda dahli vardır; bu konu, on yıldan beri ihmal edilmiştir' diyor; elhak, doğru söylüyor; ben de katılıyorum; ihmal edilmiş olan konudur, ihmal edilmemesi gerekli bir konudur. Bunu, (A) siyasî partisine, (B) siyasî partisine fatura çıkarmak için söylemiyorum; ama, günümüzde, enerji ihtiyacı ve bunun potansiyel olarak karşılanması gerekli olan miktarını, dünya şartlarında diğer ülkelerle kıyaslayacak olursanız, ortalamaların çok çok altında olduğunu -hem üretim hem de tüketim açısından- görmek mümkün. Bunun iyileştirilmesi için, herkes görevini layıkıyla yapmalı."

Devam ediyor: "Bakınız, bu 8 milyar metreküp -yani, 8 milyar metreküp bir gaza ihtiyaç olduğu söyleniyor- Türkiye'de ihtiyacı karşılamanın çok çok gerisinde. Hem ucuz hem de temiz bir enerji. Bu hükümetin hedeflemiş olduğu, 2010 yılı itibariyle altyapısını oluşturduğu, mutabakatını sağlamış olduğu temin edilecek doğalgaz miktarı 60 milyar metreküp olacaktır. Bu, hepimiz için sevindiricidir." Yani, bir yandan elektrikle ilgili durumu tespit ederken, bu yasanın görüşülmesi esnasında, gazla ilgili projeksiyonları da değerlendirme imkânına kavuşuyoruz.

Şöyle devam ediyor: "Bu kış, önümüzdeki günlerde en çok ihtiyaç duyulan budur: Şu anda, Yüksek Planlama Kurulu kararı bile, istihsaline imkân vermeyecek aciliyetten hareketle -yani, Yüksek Planlama Kurulu kararını bile almamıza gerek yok diyor- yeni Bakanımızın da -o yeni Bakan da bendeniz- buna hız vereceğine inanıyorum. Sayın Bakanımız ve yetkili arkadaşlarımız, özellikle, Orta Anadoluyu, Ankara'yı çok yakından ilgilendiren bu doğalgaz hattı için, Ağrı-Erzurum arası..."

BAŞKAN -Sayın Ersümer, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, bazı görevlilerin bir bildiri dağıttığını, basın açıklaması dağıttığını görüyorum... Lütfen o dağıtımı durdurun.

Kimden aldınız o dağıtma görevini... Lütfen yerlerinize geçin, o dağıtımı bırakın.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)- Millî Eğitim Bakanı dağıttırıyor. Zaten, bugünlerde dağıtmaya başladı...

BAŞKAN - Sayın Ersümer, siz buyurun.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Yine devam ediyor Salih Bey: "Bakınız, 1997-1998 yıllarındaki bu elektrik açığını kapatmak üzere -biraz önceki konuşmacılar da bunu ifade etmişlerdir- Türkiye, bu yıl sonunda, önümüzdeki yıllar itibariyle ciddî bir sıkıntı çekeceği için tedbirler alınmaya gayret sarf edilmiştir. İran'dan, Bulgaristan'dan, Gürcistan'dan yılda 2 500 000 000 kilovat/saat elektrik enerjisi ithali için anlaşmalar yapılmıştır. Refahyol Hükümeti döneminde başlatılmış olan bu projelerin, yeni hükümet tarafından ve yeni bakanımız tarafından aksatılmadan devamı temin edilir  ve sonuçlandırılır, memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum" diyor.

Doğru Yol Partisi de aynı şeyleri söylüyor.

CHP'li konuşmacı arkadaşlarımız da "her ne kadar siz bu işlerde, önceki yıllarda geciktiniz; ama, biz, bu ihtiyacı tespit ediyoruz, bunun gerçekleşmesini istiyoruz" diye katkıda bulunuyorlar.

Şimdi, elektrik sektörüyle ilgili, yap-işlet'lerle ilgili bu bilgileri sunduktan sonra, doğalgazla ilgili birkaç hususu da ifade etmek istiyorum.

Doğalgaz ihtiyacıyla ilgili çeşitli değerlendirmeler var. 20 Şubat 1997 tarihinde yine dönemin Enerji Bakanı Sayın Kutan'ın bir değerlendirmesini arz edeceğim. Sayın Bakan, 2000 yılında 27 milyar metreküp, 2010 yılında 50 milyar metreküpü aşacağını ifade ediyor. Tabiî, bu rakamların bizim tarafımızdan şişirildiği iddiaları var; ama, bizim ifade ettiğimiz yıllar itibariyle ihtiyaçlar ile Sayın Bakanın ifade ettiği ihtiyaçlar tamamen birbirine uygun.

Yine devam ediyoruz; Sayın Recai Kutan 15-16 Aralık 1997  tarihinde yapılan III üncü Petrol Şûrasında şu hususu belirtiyor ve 2000 yılındaki gaz talebinin 27 milyar metreküp, 2010 yılındaki gaz talebinin ise 52 milyar metreküp olacağını ifade ediyor.

O günün BOTAŞ Genel Müdürü rahmetli Mustafa Murathan BOTAŞ'ta bir yönetim kurulu toplantısı yapıyor ve o yönetim kurulu toplantısında projeksiyonlarını belirliyorlar. Yine, o gün onların belirlediği projeksiyonda da, 2010 yılında 49 milyar metreküp, 2015 yılında 53 milyar metreküp; yani, bu rakamlar da bizim tespitlerimize uygun.

Yine, devam ediyoruz. Sayın Genel Müdürün, 55 inci Hükümet kurulmadan bir ay önceki; yani, bizim hükümetimiz göreve gelmeden bir ay önceki açıklamaları var: 2006'da 58 milyar metreküpten bahsediyor, yine, yüzde 60'lara yakın bir kısmının da elektrikte kullanılacağından bahsediyor; biz daha göreve gelmemişiz. Yani, bugünkü "siz, elektrikte doğalgazı tercih ettiniz, doğalgaza yüklendiniz" tarzındaki iddialardan bir tanesi de, şurada Genel Müdürün yaptığı tespitlerle ortadan kalkıyor.

Tabiî, ne durumdaydık; onunla ilgili de, Yüce Meclisin ıttılaına, yanlış anlaşılmayacağını ümit ettiğim bir bilgiyi sunmak istiyorum: Tarih, 13 Kasım 2000, Rus Başbakanı Türkiye'yi ziyarete geliyor. Gaz noktasında batı hattından çok büyük sıkıntılarımız var. Gaza, bir yandan, Bulgaristan, Romanya haksız bir şekilde tasallutta bulunuyor; diğer yandan, hava şartları çok ağır, gaz gerekli basınca ulaşamıyor, yeterli gazımız gelmiyor; böyle bir sıkıntı içerisindeyiz. Ben, Sayın Başbakanla görüşme esnasında bunu arz ettim. Sayın Başbakan da, Rus Başbakanına arz etmişler. Sayın Başbakan Rusya'ya döndükten sonra, telefonla Sayın Başbakanımızı arıyor. Yaptıkları görüşmede, Rusya Federasyonunun, batı hattından Türkiye'ye günde verdiği 29 000 000 metreküp doğalgaz miktarını -39 000 000 metreküpe değil; ama, 36 000 000 metreküpe- artırabileceklerini ifade ediyorlar. Yani, sektördeki sıkıntıyı acaba bundan daha iyi ne anlatır?! Yani, Batı hattından gelecek gazı 1 metreküp artırabilmek için iki Sayın Başbakan görüşüyorlar, telefon teatisinde bulunuyorlar.

Şimdi, soruşturma önergesinde ve raporundaki diğer bir başlık da BOTAŞ'la ilgili. BOTAŞ konusundaki değerlendirmelerimi de kısaca sunmak istiyorum.

BOTAŞ'la ilgili tarafıma isnat edilen fiillerin hiçbiri hukuken geçerli değildir, bu isnatlar, bizzat bu konudaki mevzuatın kendisine aykırıdır. BOTAŞ, hak ve fiil ehliyeti tam, tüzelkişiliğe sahip bir teşebbüstür. Soruşturma önergelerinde iddia edilen fiiller, hak ve fiil ehliyetine sahip BOTAŞ'ın bir işlemidir, Bakanlık işlemi değildir. Bakanlığın da bu işlemle bir ilgisi yoktur. Bakanlık, işleme katılmamıştır, işlemin tarafı değildir. Bakanlık, sadece vesayet makamı konumundadır. Bakanlıkların, ilgili kuruluşları ile bakanlıklar arasındaki vesayet ilişkisinin sınırları özel mevzuatla sınırlandırılmıştır. İddia konusu işlem, Bakanlığın vesayet ilişkisi dışında kalan ve özel mevzuata bağlı tutulan bir işlemdir. BOTAŞ, anastatüsüyle belirlenmiş faaliyet ve amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli olan her türlü işlemi yapmak fiil ve ehliyetine tam olarak sahiptir. Bu demektir ki, BOTAŞ, eylemlerini ve işlemlerini yapmak için, aksi kararlaştırılmış olmadıkça, Bakanlığın veya bir başka kurumun onayına veya iznine bağlı değildir. Nitekim, BOTAŞ'ın Bakanlıkla ve diğer kurumlarla olan ilişkileri de yasal mevzuatında açıkça belirlenmiştir.

Rekabet Kurulunun bir değerlendirmesi var. Tabiî, bu değerlendirme, birebir BOTAŞ'la ilgili suçlamalara cevap olacak niteliktedir. Rekabet Kurulu bu değerlendirmeyi yapmış, Resmî Gazetede yayımlanmıştır. Rekabet Kurulu, BOTAŞ'ın pahalı doğalgaz dışalımı yapmış olduğu iddiasını reddetmiş, dışalım fiyatlarının uygun olduğuna karar vermiştir. Rekabet Kurulu, 8.3.2002 tarih, dosya sayısı 2002/1-3 karar sayısıyla, BOTAŞ'ın ithalat tekelini kötüye kullandığı, pahalı doğalgaz alımı yaptığı, hem BOTAŞ'ın hem de doğalgaz dağıtımıyla ilgili diğer kuruluşların, aşırı fiyat uygulamak suretiyle, hâkim durumlarını kötüye kullandıkları iddiasını incelemiş ve aşağıdaki gerekçelerle, fiyatlandırma uygulamaları regülasyon kapsamında olan dağıtım kuruluşları bakımından aşırı fiyatlandırmanın söz konusu olmadığına, BOTAŞ bakımından bir hâkim durumun istismarının bulunmadığına, uygulanan fiyatların da aşırı fiyat olarak değerlendirilmeyeceğine karar vermiştir.

Rekabet Kurulu "BOTAŞ'ın Fiyatlandırma Sistemi" başlığı altında, maliyetler ve kâr oranı ilişkisi bağlamında işletme maliyetlerine yer vermiş, bu arada, özellikle konumuz yönünden önemli olan "doğalgaz dışalımının pahalı yapılması" konusunu irdelemiştir.

Rekabet Kuruluna göre, şikâyet başvurularında, BOTAŞ'ın, sahip olduğu ithalat tekelini kötüye kullandığı, alımda pazarlık unsuruna yeterince önem vermediği, üretici ülkelerden pahalı doğalgaz alımı yaptığı iddia edilmektedir. Buna karşılık, BOTAŞ yetkilileri, ithalatta yalnızca uluslararası petrol ürünleri (hampetrol, gazyağı, ağır ve hafif fuel-oil) fiyatlarının baz alındığını, üç ayda bir yapılan fiyat revizyonlarında son altı aylık fiyat ortalamalarının esas olduğunu belirtmişlerdir.

Yukarıda belirtildiği gibi, işletme maliyetleri, toplam maliyetler içerisinde çok düşük bir paya sahiptir. Bu nedenle, BOTAŞ'ın toplam ve birim maliyetleri, büyük ölçüde, doğalgaz alım fiyatlarıyla bağlıdır.

Önaraştırma çerçevesinde hazırlanan BOTAŞ'ın birim maliyet grafiği petrol ürünlerine ait ortalama fiyat grafiğiyle karşılaştırıldığında, BOTAŞ yetkililerince yapılan açıklamalara paralel sonuçlara ulaşılmıştır. Piyasada fiyat şeffaflığının olmaması nedeniyle, doğalgaz fiyatlarının birebir karşılaştırılabileceği bir pazarın bulunması imkânsızdır; ancak, dosya mevcudu bilgilerden, doğalgaz alım fiyatları ile Avrupa Birliği ülkelerindeki ortalama ithalat fiyatlarının karşılaştırıldığı ve birbirine çok yakın değerlere ulaşıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, gaz alım fiyatları petrol fiyatlarıyla doğru orantılı olarak seyretmekte, genel fiyat düzeyinin yüksek olduğu, diğer bir ifadeyle, BOTAŞ'ın alımda pazarlık unsuruna önem vermediği konusundaki iddiaların da doğru olmadığı kanaatine varılmıştır. Görüldüğü üzere, alınan karar da, iddiaların dayanaksızlığını ortaya koymaktadır.

Öte yandan, iddia konusu doğalgaz dışalım fiyatları, emsallerine uygundur. Gerçekten, Rusya'nın Avrupa ülkelerine doğalgaz satış fiyatlarına bakıldığında, iddia konusu doğalgaz dışalım fiyatlarının, iddianın aksine, emsallerine uygun olduğu görülmektedir. Örneğin, Rusya'nın 1 000 metreküp doğalgaz satış fiyatları, Fransa için 155,13; Almanya için 53,31; İtalya için 151,50 dolardır.

Rekabet Kurulu, iddianın aksine, ithal edilen doğalgazın alım fiyatının uygunluğuna bağlı olarak, dağıtım şirketlerince, sanayi kesimi ile evsel tüketiciye satış fiyatlarının da Avrupa ortalamalarının çok altında olduğuna karar vermiştir. Rekabet Kurulu kararına göre, ithalatçı şirketler hangi fiyatları uygularlarsa uygulasınlar, 1997-2000 yılları arasında nihaî olarak piyasalarda oluşulan perakende satış fiyatlarının karşılaştırılması olanağı mevcuttur. Buna göre, 1999 yılında BOTAŞ yüzde 67-77'lik bir kâr oranına sahip olsa da, Türkiye pazarında oluşan perakende satış fiyatlarının AB ortalamalarının çok altında olduğu görülmektedir.

BOTAŞ tarafından sanayi kesimine uygulanan perakende satış fiyatları ile Avrupa Birliği ortalamaları arasında küçük farklar mevcuttur. Bununla birlikte, Avrupa Birliği ülkelerinde sanayi kesimine satılan doğalgaz üzerinde KDV bulunmadığı, buna karşılık, Türkiye'de sanayi kesimine satışlarda yüzde 8 oranında KDV uygulandığı da gözönüne alındığında, aslında BOTAŞ fiyatlarının Avrupa Birliği ortalamasına çok yakın olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

Evsel tüketimdeki perakende fiyatlar ise, Avrupa Birliği ortalamasının yarısından daha düşüktür. Sayın milletvekilleri, burası çok çarpıcı; evsel tüketimdeki perakende fiyatlar ise, Avrupa Birliği ortalamasının yarısından daha düşüktür. Avrupa Birliği fiyatları konusunda 2001 yılına ilişkin kesin istatistikler bulunmamakla birlikte, bu yıl Türkiye'de ortaya çıkan fiyat artışları sonucunda bile, evsel tüketim açısından Avrupa Birliği ortalamalarının altında bir fiyat düzeyine sahip olunduğu görülmektedir. Bu durumda, BOTAŞ'ın, gerek mevcut durumda gerekse en yüksek kârlılık oranlarına sahip olduğu 1999 yılında aşırı fiyatlandırma yaptığı yolunda değerlendirmede bulunmak mümkün değildir.

Rekabet Kurulu, bu, çok tartışılan "take or pay" yani "al veya öde"yle ilgili anlaşmalarda da bir değerlendirme yapmıştır; ilerleyen konuşmalarımızda da, maalesef, burada, sadece bir yönü anlatılan veyahut gereği gibi izah edilme çabası içerisinde bulunulmayan "take or pay", "al veya öde"yle ilgili hususları da dile getirme çabası içerisinde olacağım.

"Take or pay" yöntemi, sadece Türkiye'de uygulanan bir yöntem değildir. Tüm dünyada, uzun dönemli gaz alım anlaşmaları "take or pay" maddeleriyle imzalanmıştır. Örneğin, İran anlaşmasında da aynı maddeler vardır. Bugüne kadar, sadece ilk doğalgaz almaya başladığımız 1988 yılında 23 000 000 dolar "take or pay" parası ödenmiş; ancak, 1989 yılında, ödediğimiz bu para, yine kontratların ilgili maddeleri gereğince, bedelsiz gaz alınmak suretiyle geri alınmıştır; yani, Rekabet Kurulu, burada "take or pay"in, "al veya öde"nin bir tarifini getiriyor. Fiilî bir olaya dayanarak "take or pay"i tarif ediyor. Ne diyor; 1988 yılında 23 000 000 dolar "take or pay"e girilmiş; ödediğimiz bu para, 1989 yılında, yine kontratların ilgili maddeleri gereğince, bedelsiz gaz alınmak suretiyle geri alınmıştır. Yani, Türkiye'de bir kandırmaca yaşanıyor. "Al veya öde" parasının yanan bir para olduğu, verilince yok olacağı ve netice itibariyle Türkiye'ye zarar verecek bir para olarak değerlendiriliyor. Aslında, alınmayan gaza ödenen bu para, ileride alınacak gaz paralarından mahsup edilen bir paradır; ortada, yok olan, devlete zarar veren bir paranın olması da söz konusu değildir. Bunu, maalesef, burada gelip konuşma yapan Sayın Komisyon Başkanı da biliyor, sayın komisyon üyeleri de biliyor; ama, Yüce Meclisten böyle bir bilgiyi saklamayı, sadece ve sadece bizi suçlamak için gerekli görüyorlar. "Al ya da öde" yöntemi, bu tür anlaşmaların esaslı unsurlarındandır.

Devam ediyorum... Rekabet Kurulunun kararına göre, doğalgaz üretimi, boru hatları, kompresör istasyonları, ölçüm istasyonları, sıvılaştırma tesisleri, tankerler ve gazlaştırma tesisleri gibi yoğun sermaye yatırımları gerektirmektedir. Dünyada, önce uzun vadeli doğalgaz alım-satım anlaşmaları yapılmakta ve takiben, sayılan yatırımların finansmanı ve inşaatı gerçekleştirilmektedir. Büyük sermaye yatırımlarının birim başına maliyetini en aza indirmek, başka bir ifadeyle doğalgaz ticaretinin yapılabilirliğini sağlamak amacıyla doğalgaz alım anlaşmaları yirmi  yirmibeş yıl gibi uzun süreleri kapsayacak şekilde yapılmaktadır. Bu durum, alıcı açısından sözleşme fiyatlarının düşük olarak belirlenmesini doğurduğu kadar, alıcı ve satıcının uzun dönemli yükümlülükler altına girmesine de yol açmaktadır.

Rekabet Kurulu kararına göre, her sözleşme, projenin ve ülkenin şartlarına göre değişiklik göstermekle birlikte, aşağıda belirtilen açılardan birbirine benzer maddeler içermektedir: Teslim noktası, doğalgazın kalitesi, doğalgaz alım miktarı, teslim prosedürü, mücbir sebepler, alım ve teslimat yükümlülükleri, fesih şartları, tahkim şartları, hukukî şartlar ve fiyat gibi müştereklikler vardır. Gerçekten, uzun süreli olması nedeniyle, bu tür anlaşmaların esaslı, yani anlaşmaya özelliğini veren tipiklik unsurlarından biri, satıcının sözleşmede belirlenmiş olan sürelerde alıcının emrine tahsis edeceği kararlaştırılan sözleşme konusu malın miktarının alımının garanti edilecek olmasıdır. Satıcı, anlaşmanın bu esaslı unsuruna güvenerek, sözleşme konusu malı alıcının emrine tahsis edecektir. Bu tür anlaşmalar, dünyada uygulama olanağı fazla olan malların satışına ilişkin değil, aksine, doğalgaz gibi sınırlı miktarda, özellikle devletlere satılabilen mallara ilişkin bir uygulamadır. Satıcının sözleşmede belirlenen sürelerde alıcının emrine tahsis etmiş olduğu belirli malı ya alması ya da alamadığı kısmın parasını ödemesi, anlaşmanın tipiklik unsurudur. Nitekim, alım-satım sözleşmelerindeki fiyat, büyük ölçüde, sözleşmenin diğer şartları dikkate alınarak  belirlenmektedir. Bu çerçevede, alıcının taahhüt ettiği toplam alım miktarı, bu taahhüdün belirli bir kısmını yerine getirme yükümlülüğü, bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde satın alınmayan gazın ücretinin alıcıya yansıtılması, tarafların diğer alanlarda ekonomik ve siyasî işbirliği yapması gibi unsurlar, aynı sağlayıcının çeşitli müşterilere uyguladığı doğalgaz satış fiyatları arasında farklılığın oluşabilmesine yol açmaktadır; ancak, burada unutulmaması gereken bir nokta, önceden peşin olarak parası ödenmiş olan doğalgaz miktarının, satıcı tarafından taraflarca belirlenmiş olan bir tarihte, mutlaka, alıcıya, ayrıca bir bedel söz konusu olmaksızın sağlanacak olmasıdır. Bu nedenle al ya da öde deyiminden hareketle, alıcının peşin ödenmiş olan gaz miktarını tüketememesi ile zamanında alamaması durumunda, parası ödenmiş olan bu gaz üzerindeki hakkını kaybedeceği veya bir daha talepte bulunamayacağı gibi sonuca varmak doğru değildir. Bu nedenle, anlaşmalar usulüne uygun yapılmıştır. Bu karar, Rekabet Kurulunun bir kararıdır.

Emsal uygulamalara konu olan anlaşmalar da, al ya da öde yöntemiyle yapılmıştır. Türkiye'nin bugüne kadar yapmış olduğu tüm doğalgaz anlaşmaları, iddia konusu yapılan al ya da öde (take or pay) yöntemiyle yapılmıştır. Bu uygulamalar, yani İran gazı, Batı hattından alınanlar, LNG, Nijerya gazı, Cezayir gazına ilişkin anlaşmaların tamamı da iddia konusu usulle yapılmıştır. 1999-2003 arasındaki dönemde, take or pay şeklinde yapılmış bir ödeme yoktur. Kamusal savunma, ayrıntılı bir biçimde, Rekabet Kurulu metnini komisyona vermiş ve işlemiştir. Soruşturma Komisyonu ise, raporunda, Rekabet Kurulu kararını kasıtlı olarak görmezlikten gelmiş ve değerlendirmemiştir.

Bir başka husus da, 4646 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesine göre, sözleşmenin 2003 yılında özel sektöre devredilmesiyle ilgili kanun emridir. Bu nedenle, bu tarihten sonra da BOTAŞ'ın bu konuda bir faaliyeti olmayacağından, iddia konusu risklerin oluşması da söz konusu değildir.

Yine, biraz önce burada konuşan komisyon üyesi bir arkadaşımız, işte bu take or pay ile ilgili konuyu izah ediyor. Diğer konuşmacılar da değiniyorlar; ama, hiçbiri, bu mevcut, meri, yürürlükte olan Doğalgaz Yasasının geçici 2 nci maddesinin BOTAŞ'a yüklediği kanun emrinin yerine gelmemesinin sebebini konuşmuyorlar. Ben bunu bir başka türlü ifade edebilirim; şöyle de diyebilirim: Eğer, BOTAŞ, 2003 yılında devretmesi gereken kontratlarını devretmiş olsaydı, bugün burada take or pay ile ilgili herhangi bir şey konuşmamız mümkün olmazdı. Tabiî, bu işin bir başka önemi daha var; o da, doğalgaz piyasasının liberalleşmesiyle ilgili bir konu; onu da ileride arz etme çabası içerisinde olacağım.

1999-2003 tarihleri arasında take or pay şeklinde ödeme yoktur; olmayan bir ödemeden, mevzuata göre, bir sorumluluğum söz konusu olmamakla birlikte, Bakan sorumlu da olmaz. Kaldı ki, 4646 sayılı Yasanın geçici 2 nci maddesi gereğince, ilk yüzde 10 ithalat pay devri 2003 Kasımında yapılması gerekirken bu pay devri yapılamamıştır. Oysa, bu maddeye göre, ithalat sözleşmesinin tamamı, her yıl yüzde 10 oranında olmak üzere, 2009'da tüm devir işlemi tamamlanmış olmalıdır. Bu nedenle, enerji sektörüyle ilgili olarak serbest piyasa düzeninin oluşmasının engellenmiş olduğu iddiasının da hiçbir anlamı yoktur. Şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilen -ben takip ediyorum, komisyonda da görüşüldü, sanırım gündeme geldi- yasayla, enerji piyasasının liberalleşmesini sağlamaya yönelik, elektrik ve gaz piyasasını düzenleyen yasalar ve piyasaların serbestleştirilmesine dair ana fikir ortadan kalkmaktadır.

Şimdi, hükümetimizin Avrupa Birliği yolunda attığı adımları, birçoğunu bizim başlatıp mevcut hükümetimizin devam ettirdiği adımları gerçekten gururla izliyoruz; ama, şunu unutmayın ki, atılan bu adımların hepsi siyasî adımlar. Bu işin bir de ekonomik ayağı var; yani, Avrupa Birliği, siyasî birlikten ziyade ticarî bir birlik ve Avrupa Birliğinin 1996 yılında, 2003 yılında ortaya koyduğu birtakım direktifler var. Türkiye Avrupa Birliğine  girecekse bu direktifleri de yerine getirmek zorunda. Bu hedeflerden birincisi, elektrik ve doğalgaz piyasalarını düzenleyen kurulun bağımsızlığının ve etkinliğinin sağlanmasıdır. Bu getirilen kanunlarla, hem elektrik piyasasının hem doğalgaz piyasasının serbestleştirilmesine önemli bir darbe vurulmaktadır. Yine, ayrıca, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu ciddî bir yara almaktadır, bağımsızlığı noktasında yara almaktadır. Bu kurulun görevlerini etkin bir şekilde sürdürebilmesini sağlamak da, yine, Avrupa Birliği direktiflerinden bir diğeridir. Tekel niteliğindeki elektrik ve doğalgaz piyasalarının rekabete açılarak adil, şeffaf, sürdürülebilir serbest piyasa yapısının oluşturulması yönünde yasal düzenlemelerin yapılması direktifi 1996 direktifidir, biz de bu direktife uygun olarak 2001 yılında bu serbestleşmeyi sağlayacak yasalarımızı TBMM'den geçirdik; ben, Enerji Bakanı olarak bu yasaları takip ettim. Neticede, hem bir yandan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunu oluşturduk hem bir yandan doğalgaz piyasasının, elektrik piyasasının serbestleştirilmesini sağladık. Şimdi, bu getirilen yasalarla -yani, başka önemli yönleri de var da; ama, benim şu an için en çok önemsediğim husus budur- bu serbestliğin önüne engel getirilmektedir.

Şimdi, ben takip ediyorum; BOTAŞ, Avrupa'da -yanılmıyorsam Avusturya'da- gaz satmak üzere uluslararası bir şirket kurdu. Şimdi, bu şirketin Avrupa Birliği normlarına göre Avrupa'da bu gaz satışını gerçekleştirebilmesi için, bu direktiflere uygun hareket edecek bir düzenleyici kurulun olması lazım. Siz Avrupa'nın  bir parçası olmak istiyorsanız, Avrupa'da malınızı satmak istiyorsanız, doğaldır ki, bu kriterlere uymak zorundasınız. O nedenle, bu işi çok önemseyerek Meclisin ıttılaına getirme ihtiyacını duyuyorum. Avrupa  Birliği direktiflerinin önemli bir bölümü bu yasalarla ortadan kaldırılmaktadır veya darbe vurulmaktadır. Bu hususa, Meclisin, bu düzenlemelerin görüşülmesi esnasında daha bir dikkatli bakacağını zannediyorum.

Tabiî, burada getirilen bir başka husus da, kanunun emrettiği, yani, 4646 sayılı Yasanın BOTAŞ'a emrettiği, 2003 yılında kontratlarını devretmeyle ilgili yükümlülük, bu getirilen yasayla ortadan kaldırılmaktadır. Peki, bir yandan "BOTAŞ take or pay'e girecek, çok büyük bir tehlike içindeyiz" diyorsunuz ve bundan dolayı da beni ve dönemimi sorumlu tutma çabası içinde bulunuyorsunuz, o zaman, bırakın, BOTAŞ bu kontratlarını devretsin. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun kapısında bekleyen bir sürü şirket var; bunların kimler olduklarını siz de biliyorsunuz. Bu şirketler bu gazları almak için birbirlerini eziyorlar. Bırakın, BOTAŞ devretsin bu kontratları; take or pay riskinden de kurtulsun; ama, olay o değil. Olay şu: Şimdi, Mavi Akımla ilgili yeni bir anlaşma yapıldı. Sayın Bakanımız "işte, nasıl yapılması gerekirse öyle yaptık" tarzında bir değerlendirmeyle Mavi Akımla ilgili bir anlaşma yaptı. Bu Mavi Akımla ilgili anlaşmanın kamuoyuna yansıyan çok önemli yönleri var. Kaderin cilvesine bakın ki, benimle en çok uğraşan gazeteci bayan Nazlı Ilıcak, bu değerlendirmeleri kendi gazetesinde yaptı. Diyor ki: "Acaba, Enerji Bakanı Hilmi Güler, Mavi Akımın miktarında ve fiyatında indirim sağlarken, karşılığında formülü mü değiştirecek? Öyle yapmayı düşünüyorsa, bence o adımı sakın atmasın." Nazlı Hanım, hâlâ Mavi Akımı pahalı gaz kabul ediyor; Sayın Enerji Bakanımızın yapacağı görüşmelerde de Mavi Akımın fiyatını indirmeyi hedeflediğini sanıyor.

Devam ediyorum... "Adımı atmasın" diyor Nazlı Hanım. Sonra "Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu, Turusgaz'da formül değişikliğine gidenler hakkında suç duyurusunda bulundu. Üstelik, Mavi Akımın formülü ve dolayısıyla fiyatı, Meclis çoğunluğu tarafından tasdik edildi. TBMM'den geçen uluslararası sözleşmede, BOTAŞ ve Gazexport arasında imzalanan doğalgaz alım-satım anlaşması onaylanıyor. Bu anlaşmada yer alan formül de ancak Meclis kararıyla değişebilir" diyor ve "mevcut formülde 1 000 metreküp, 30 dolarlık bir avantajımız var. Rusya'dan elde ettiğimiz indirimler bu 30 doları karşılayacak mı? Kısacası, formül değişikliğiyle 1 000 metreküp doğalgaz fiyatı 120 dolardan 150 dolara çıkacaksa, bunun karşılığında kaç dolarlık tasarruf elde edebiliyoruz" diye soruyor Sayın Ilıcak, Sayın Bakana. Neyse, anlaşma oluyor, geliyor, bir bakıyoruz, Tercüman Gazetesinde manşet: "Dolarlar mavi mavi akacak", "dört ayrı fiyat kalktı", "üç hatta indirim -üç hat; işte, batıdan alınan iki hat, biri de Turusgaz- Mavi Akımda bindirim yapıldı." Hani, bu Mavi Akım en pahalı gazdı?! Hani, bu Mavi Akım Türkiye'ye yapılmış en büyük ihanetti?! Nazlı Hanımın böyle bir şey yazması, gerçekten, beni çok mutlu etti. "Üç hatta indirim, Mavi Akımda bindirim yapıldı." Tek fiyat 123 dolar oldu. Ödenecek para 2,1 milyar dolar arttı. Bu nasıl pazarlık?! Yani, bir yandan gazı ucuzlattık diyeceksiniz, 123 dolara düşürdük diyeceksiniz, diğer yandan da 2,1 milyar dolar para da artıracaksınız. Bunun artırımının da bir maskesi var; onu da söylemeye çalışacağım.

Şimdi, Sayın Bakanımız diyor ki, Türkiye, 2025 yılına kadar ödeyeceği şu kadar take or pay bedelinden kurtuldu. Haa, şimdi, gelip, doğalgaz kontratlarının devriyle burada artan fiyatın karşılandığı veyahut take or pay'den doğacak zarar önlendi diye yapılan iddiayı birleştirdiğinizde, o zaman, doğalgaz kontratlarını niye devretmediğinizi anlamak mümkün değil. Yani, bu kontratları devretseniz take or pay'e girmeyecekseniz. Take or pay'e girmeyecekseniz, 2,1 milyar doları Rusya'ya niye fazladan ödediniz?!

Şimdi, ben, bu soruların cevaplarını -Nazlı Hanım çok ciddî takip eder; bizi DGM'lere kadar şikâyet etti- Nazlı Hanımın köşesinde okuyacağımı ümit ediyordum; ama, yok. Herhalde cevap almadığı için yazmadı. Eğer cevap almadıysa, bunun peşini de bırakmaz. Acaba, ikna mı edildi; düşünüyorum. Ümit ederim... Bu soruların cevaplarını, biz, Sayın Bakandan da alamadık.

Bir başka husus daha var; Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, bu son yapılan doğalgaz düzenlemesini şartlı tasdik etti; yani, Türkiye'nin yapmış olduğu doğalgaz anlaşmaları, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun, yeni kanunu gereğince, tasdikine tabi. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, "bu doğalgaz alım anlaşmalarını ben tasdik ediyorum; ama, hazine zararı yoksa tasdik ediyorum" diyor. Bu da çok dikkat çekici bir husustur.

Ben, netice itibariyle, take or pay işinin, burada, doğalgaz alımıyla ilgili bir umacı olarak gösterildiğini, take or pay'e Türkiye'nin girmesi halinde herhangi bir bedel ödemeyeceğini, ödediği paranın yanmayacağını, yok olmayacağını, ileride alınacak gaz beledilinden mahsup edileceğini, usulünün bu olduğunu belirtiyorum ve Rusya'dan alınacak olan, Mavi Akımdan alınacak olan gazla ilgili de böyle bir hususun mevcut olmadığını açıkça ifade etmek istiyorum; çünkü, gerçekten, kim ne derse desin, şu anda, Türkiye'nin, kullanmakta olduğu her milimetre gaza ihtiyacı vardır ve takip ediyoruz, bundan haz da duyuyoruz.

Biz, 2000 yılı haziran ayında doğalgazın 57 ilimize dağıtılmasıyla ilgili bir programı koymuştuk masanın üzerine; ancak, zor oluyor tabiî, üçlü bir koalisyon hükümetinde böyle bir işlemi gerçekleştirmemiz mümkün olmadı. Bu dağıtım işini, şimdi, hükümetimizin hızlı bir şekilde gerçekleştireceğine inanıyorum. Türkiye hızla büyüyen bir ülke; hele büyüme hızlarımız böyle giderse, çok yakında... Zaten, bizim getirdiğimiz kanunla, biz, BOTAŞ'a doğalgaz ithal etme yasağı getirmiştik; önümüzdeki günlerde Mecliste görüşeceğiniz bir kanunla, BOTAŞ'a getirdiğimiz bu yasak da kaldırılıyor. Anlıyorum ki, yakında BOTAŞ doğalgaz ithal etmeye de başlayacak. İnşallah, bu büyüyen Türkiye'nin içinde, bu kısır çekişmelere, bu uydurma suçlamalara bir daha hiç kimse tevessül etmeyecek.

Şimdi, bu Mavi Akım Projesiyle ilgili de bir şey söylemek istiyorum. Yani, ben, biraz önce, işte, elektrik arz-talebiyle ilgili, yap-işletlerle ilgili tespitlerimi yaparken, doğaldır, ben ne aldım, bakan olduğumda kucağımda ne buldum; bunu ifade etmek ihtiyacını da hissediyorum.

Şimdi, Mavi Akım Projesi, efendim, bizim, sanki akşam evimizden koltuğumuzun altında getirdiğimiz bir projeymiş gibi değerlendirildi ve maalesef -tabiî, bu, siyasetin bir cilvesidir- bu projeyle ilgili, hem şahsım hem partimiz hem hükümetimiz çok haksız ve yersiz suçlamalara hedef oldu.

Şimdi, bir iki hususu hızlıca ifade edeceğim. Bu boru hattıyla ilgili Rus ve Türk yetkililer arasında ilk görüşmeler; yani, Karadenizin altından geçecek boru hattıyla ilgili iki ülke arasında ilk görüşmeler 1996 yılının son çeyreğinde başlamış. Bu çerçevede BOTAŞ, GAMA ve Gasprom arasında ilk toplantı 14.1.1996 tarihinde yapılmış, ikinci toplantı 3 Aralık 1996 tarihinde yapılmış ve yine, bu boru hattıyla ilgili fizibilite yapma görevi 200 000 dolar karşılığında BOTAŞ tarafından, Rusya'nın Gasprom'unun da içinde bulunduğu bir şirkete  verilmiş. Bu toplantılar devam etmiş. Neticede bir protokol imzalanmış. Söz konusu gaz boru hattının başlangıç noktası Rusya Federasyonu Sivastopol bölgesindeki İzobilnoya, bitim noktası ise Ankara Türkiye'dir. Gaz boru hattının Rusya toprakları kısmı ile Karadeniz tabanından geçişin nihaî fizibilitesinin finansmanı Rao Gasprom tarafından yapılacaktır. Bunu yapmak için de ne gibi belgeler lazımdır; Gasprom, BOTAŞ'tan bunları istiyor. Bu protokolün tarihi de -yine bizden önce- 16-18 Ocak 1997'dir.  Tabiî bu çalışmalar basına da yansımış. İşte "Rusya'dan doğalgaz müjdesi" 28.8.1996 tarihli Günaydın ve Zaman Gazetelerinde yer almış. "Enerji açığını Rus doğalgazı çözecek. 1 194 kilometrelik boru hattı Karadenizin altından geçerek izobilnoya'dan Ankara'ya yılda 13 milyar metreküp doğalgaz taşıyacak..." Bu da 21.3.1997 tarihli bir gazete haberi. "Rus doğalgazının güzergâhı Karadeniz" diye Yenişafak'ta yayımlanan bir haber. "BOTAŞ, doğalgazının güzergâhı olarak Karadenizi kullanmayı düşünüyor. Deniz boru hattının karaya göre pahalı olmasına rağmen, kısa mesafeli olduğu için tercih edileceği belirtiliyor. 1997 yılında 8,9 milyar metreküp doğalgaz kullanımına karşın, bu rakamın 2010 yılında 60 milyar metreküpe ulaşacağını söyleyen Murathan,  Türkiye'nin doğalgazla ilgili yatırımlarının basit alım-satımlarına göre düzenlenmesi gerektiğini belirtiyor." Yine, tabiî, bu değerlendirmeler devam ediyor. Sayın Kutan "Rusya'dan doğalgaz alımını sağlamak üzere mevcut doğalgaz boru hattı dışında Karadenizin altına boru döşenmesine ilişkin fizibilite çalışmaları devam etmektedir, ayrıca, Türkiye'nin doğusuna da getirilmesi planlanmaktadır. Karadeniz geçişli boru hattı projesinin, yaklaşık olarak, 3,3 milyar ABD Doları tutarında olması beklenmektedir" diyor. Bu, Sayın Kutan'ın Türkiye Dergisindeki 25.6.1997 tarihli bir değerlendirmesi.

Şimdi, Mavi Akım Projesinin 1996'da başlayıp, netice itibariyle bizim göreve geldiğimiz güne kadar sürdüğü, biz göreve geldikten sonra da, devlette devamlılık ilkesi ve doğru bir proje olması nedeniyle, biz de bunun gerçekleşmesi için çalışmalarımızı sürdürdük. İlk olarak, 29 Ağustos 1997'de Gazprom Başkanı Vyahirev ile ben bir protokol imzaladım, müteakiben 15 Aralık 1997'de alım satım anlaşması imzalandı, 27 Kasım 1999'da hükümetlerarası yapılan bu anlaşmaya ek olarak Türk ve Rus karasularında inşaat ve işletme faaliyetlerinde uygulanacak vergi rejimini belirleyen bir protokol daha imzalandı. Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülerek, bu anlaşmalar ve protokoller kabul edildi. Hükümetler arasındaki anlaşma, 1 Nisan 1998 tarihinde Millet Meclisinde görüşülerek kabul edilmiş; 4 Nisan 1998 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak, 4357 sayılı Yasa olarak, yürürlüğü de girmiştir.

Görüldüğü üzere, Mavi Akım Projesi, 15.2.1997 tarihli anlaşma, bu anlaşmanın onay kanunu olan 4357 sayılı Yasayla oluşan özel yasa mevzuatına bağlı olarak yaptırılacaktır. Özel yasa mevzuatı gereğince, Mavi Akım Projesinin yapımı işi, Rusya tarafına verilmiştir. Burada değerlendirildi, niye verilmiş niye verilmemiş. Şimdi, kısaca anlatma çabası içinde olacağım.

Rusya Federasyonu, Türk-Rus Hükümetleri Arası Karma Ekonomik Komisyonu Üçüncü Dönem Protokolüyle Türkiye'deki projelerin Rus firmalarınca yapılması talebinde bulunmuştur. Türk-Rus Hükümetleri Arası Karma Ekonomik Komisyonu üçüncü dönem toplantısı, 4-7 Kasım 1997 tarihleri arasında Ankara'da yapılmıştır. Toplantılarda, Türk Heyetine Devlet Bakanı Sayın Güneş Taner, Rus Heyetine ise Sağlık Bakanı Sayın Tatiana Dimitriyova başkanlık etmiştir. Karma Ekonomik Kurul Komisyonu üçüncü dönem protokolünde "ekonomik işbirliği" başlığı altında "Taraflar, müteahhitlik hizmetleri alanındaki işbirliğinin dinamik bir şekilde geliştirilmesinden memnuniyet duyduklarını belirtmişlerdir. Taraflar, Türk inşaat şirketlerinin müteahhitlik alanında Rusya'da aktif bir şekilde faaliyette bulunduklarını ve üstlendikleri proje tutarının 6 milyar doları aştığını ifade etmişlerdir." Yani, o tarih itibariyle, Türk şirketlerinin Rusya'daki inşaat işleri 6 000 000 000 dolara tekabül ediyor. "Diğer taraftan, Rus tarafı, Rus inşaat şirketlerinin Türkiye'de üstlendikleri projelerin bedellerinin yaklaşık 100 000 000 dolar olduğunu dile getirmişlerdir. Bununla ilişkili olarak, Rus tarafı, bu alanda mevcut dengesizlikten duyduğu ciddî endişeyi dile getirerek, Rus kuruluşları tarafından Türkiye'de inşa edilmiş olan projelerin modernizasyonu dahil olmak üzere, Rus inşaat kuruluşlarının Türkiye'de proje üstlenmeleri konusunda uygun şartların sağlanmasını, Türk tarafından talep etmiştir. Türk tarafı, Türkiye'de açılacak uluslararası ihalelerde Rus firmalarını görmekten duyacağı memnuniyeti belirtmiştir."

Enerji alanındaki işbirliği ayrı bir başlıktır: Taraflar, enerji alanındaki işbirliğinin, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde büyük bir potansiyele sahip olduğunu belirtmişlerdir. Taraflar, her iki ülkedeki termik ve hidrolik enerji santralları, enerji nakil hatları, doğalgaz boru hatları, doğalgaz depolama tesisleri ve doğalgaz dağıtım şebekeleri gibi tesislerin modernizasyonu ile yenilerinin projelendirilmesi ve inşası alanlarında işbirliğinin geliştirilmesi hususunu ilgili kuruluşlara tavsiye etme hususunda bir mutabakata varmışlardır.

Karma Ekonomik Komisyonu üçüncü dönem protokolünden de anlaşılacağı üzere, Rusya Federasyonunun, inşaat alanında, iki ülke arasındaki Türkiye lehine bozulan dengenin yeniden kurulması amacıyla, Rus inşaat şirketlerinin Türkiye'deki projeleri üstlenmeleri konusunda yoğun bir isteği vardır. Karma Ekonomik Komisyon üçüncü dönem protokolünün sonucu olarak, Mavi Akım Projesi görüşmeleri sırasında, projenin, Gazprom ana inşaat şirketi ile yerli ortaklarından oluşan bir konsorsiyum tarafından inşa edilmesi kararlaştırılmıştır Ekonomik Komisyon toplantısında. 15 Aralık 1997 tarihli anlaşmanın 3 üncü maddesiyle, Mavi Akım Projesinin yapım işi, bir ihaleye bağlı olmaksızın, doğrudan doğruya Gazprom'un anaşirketi ile Türk şirketlerinden oluşacak bir konsorsiyuma verilmiştir.

15 Aralık 1997 tarihli anlaşmayla, projenin Türkiye topraklarındaki kısmının hangi yöntemle inşa edileceği de belirtilmektedir. Anlaşmanın 3 üncü maddesinde, Mavi Akım Projesinin Samsun-Ankara bölümünün Gazprom'un anaşirketi ile Türk şirketlerinden oluşacak bir konsorsiyum tarafından inşa edileceği hükmü de yer almaktadır. Hükümetler arasında imzalanan anlaşma, Türkiye'nin, sadece projenin kendi topraklarındaki kısmının finansmanını gerçekleştireceği; ama, bir bütün olarak inşaat işlerinin Gazprom'un belirlediği konsorsiyumla yapılacağı hükmünü içermektedir.

Anlaşma gereğince, anaşirket Gazprom, konsorsiyumun Türk ortaklarını belirlemiştir. Gazprom, bu anlaşma hükmüne göre, konsorsiyumda, kendi anaşirketi Stroytransgaz'ın Türk ortakları olarak Turan Hazinedaroğlu İnşaat ve Ticaret AŞ ve Öztaş İnşaat ve Ticaret AŞ'nin yer alacağını BOTAŞ'a bildirmiştir. Anlaşmanın 3 üncü maddesi gereğince, Gazprom, söz konusu konsorsiyumda görev alacak anaşirketin Stroytransgaz olduğunu ve şirketin Türk ortaklarının yukarıda belirtilen iki şirket olduğunu 18.12.1997 tarihli yazıyla BOTAŞ'a iletmiştir.

Görüleceği üzere, inşaat firmalarının seçimi tamamen Rusya'nın kendi tercihidir. Bu konuda Türkiye'nin herhangi bir inisiyatif kullanması ve dolayısıyla, herhangi bir kayırmanın olması da zaten mümkün değildir. Anlaşmayla, Mavi Akım Projesinin yapım işinin bir ihaleye bağlı olmaksızın doğrudan doğruya OHS Konsorsiyumuna verilmesi, 4357 sayılı Yasayla onaylanmış ve anlaşmanın 9 uncu maddesi gereğince yürürlüğe girmiştir.

1.4.1998 kabul tarihli 4357 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Rus Doğalgazının Karadeniz Altından Türkiye Cumhuriyetine Sevkıyatına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanunun 1 inci maddesine göre, 15 Aralık 1997 tarihinde Ankara'da imzalanan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Rus Doğalgazının Karadeniz Altından Türkiye Cumhuriyetine Sevkiyatına İlişkin Anlaşmanın onaylanması uygun bulunmuştur. 4357 sayılı onay yasasının TBMM Genel Kurulundaki görüşmeleri, 1.4.1998 tarih 627 sıra sayılı ve (1/716) esas nolu tasarının Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanakları incelenecek olursa, Mavi Akım Anlaşmasının görüşüldüğü Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonunda bulunan 281 milletvekilinden 258 milletvekilinin kabul oyu kullandığı, muhalefet milletvekillerinin dahi ret ve çekimser oy kullanmadığı, sadece 23 milletvekilinin mükerrer oy kullandığı görülecektir. Mükerrer oylar da anlaşmanın kabulü yönünde kullanılmıştır. Yani, Meclisin oybirliğiyle, iktidarı muhalefeti bir araya gelip, oyladığı, onayladığı bir yasa hükmündedir.

Yine, bu tutanaklardan görüleceği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1.4.1998 tarihli birleşiminde yapılan görüşmeleri sırasında, inşaatın hangi firmalar tarafından yapılacağı da Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun bilgisine sunulmuş ve yapılan görüşmeler sonucunda kanun kabul edilmiştir. Özellikle, CHP Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu'nun konuşmasında, söz konusu inşaatın hangi firmalar tarafından yapılacağı adları belirtilmek suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde açıklanmıştır. CHP Grubu adına Algan Hacaloğlu'nun konuşmasında "Değerli arkadaşlarım, bu proje çerçevesinde, daha evvel kısmen ifade edildiği gibi, BOTAŞ ile Rus Gazprom Şirketleri arasında yapılan anlaşma gereğince, Rusya içerisinde 374 kilometrelik yeraltı boru hattı döşenecektir, sonra Samsun'a kadar Karadeniz altından boru döşenecek ve Samsun'dan Ankara'ya gazı iletecek yeraltı boru şebekesi inşa edilecektir. Bu amaçla BOTAŞ, Gazprom ve Hazinedaroğlu İnşaat Şirketi ile Öztaş İnşaat Şirketi arasında imzalanmış olan konsorsiyum Rusya ve Türkiye'deki yeraltı boru şebekesini inşa etmek üzere kendi içlerinde gerekli anlaşmaları tamamlamış, bu anlaşmanın onaylanmasından sonra fiilen inşaat aşamasına geçmek üzere beklemektedir." Yani, Meclisin ıttılaından saklanmış, bilgisi verilmemiş bir oluşum da söz konusu değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1.4.1998 tarihli 74 üncü Birleşim tutanaklarının 364 üncü sayfasında bunları izlememiz mümkündür.

Yine, 15 Aralık 1997 tarihli anlaşma, kanun hükmündedir. 15 Aralık 1997 tarihinde Ankara'da imzalanan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Rus Doğalgazının Karadeniz Altından Türkiye Cumhuriyetine Sevkıyatına İlişkin Anlaşmaya göre, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti, bundan sonra taraflar olarak adlandırılacaktır; eşitlik esasına ve karşılıklı yararlara dayalı işbirliği ilkelerini esas alarak, iki ülke arasındaki ticarî ve ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilmesi ve Türkiye'ye doğalgaz sağlanması amacıyla aşağıdaki konularda mutabakata varmışlardır.

Anayasanın "Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma" başlıklı 90 ıncı maddesinin birinci fıkrasında "Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletler ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır" denilmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mavi Akım Projesine ilişkin 15 Aralık 1997 tarihli anlaşmayı, 1.4.1998 tarihli birleşiminde görüşmüş ve kabul etmiştir; Resmî Gazetede yayımlanmış ve yürürlüğe girmiştir.

Anayasanın 90 ıncı maddesinin son fıkrasında "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz" denilmektedir. Belirtilen nedenle, 15.12.1997 tarihli anlaşma, kanun hükmündedir. 5170 sayılı yasanın 7 nci maddesiyle Anayasanın 90 ıncı maddesinin son fıkrasına eklenen cümlede de "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda da milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır" hükmü de mevcuttur.

15 Aralık 1997 tarihli anlaşmanın 2 nci maddesine göre, Rusya Federasyonundan Türkiye'ye Karadeniz altından döşenecek boru hattıyla, ilave 16 milyar metreküp gaz teslimatı teknik, ticarî, idarî ve uygulama koşulları, 29 Ağustos 1997 tarihli, Rus Doğalgazının Karadeniz Altından Türkiye'ye Teslimatına İlişkin İşbirliği Andlaşması çerçevesinde, BOTAŞ ve Gazexport/RAO Gazprom arasında imzalanan alım-satım kontratıyla belirlenecektir.

Taraflar, kontratın yerine getirilmesi için, tüm şartların, bu anlaşmanın 1 inci maddesinde belirtilen hacimlerde doğalgazı sağlama hususunda kararlı olduklarını teyit etmişlerdir.

Mavi Akım Projesinin yapım işi, kanun hükmünde olan anlaşmayla, bir ihaleye bağlı olmaksızın doğrudan doğruya OHS Konsorsiyumuna verilmiştir. Kanun hükmünde olan 15 Aralık 1997 tarihli anlaşmanın 3 üncü maddesine göre, taraflar Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyetinin topraklarında ve karasularında doğalgaz boru hattı inşa edilmesi ve bu hattın işletilmesi için yürürlükteki mevzuat ve uluslararası anlaşmalar çerçevesinde gerekli hukukî ve idarî düzenlemenin yapılması hususunda yardımcı olacaklardır. Söz konusu doğalgaz boru hattı, Rusya Federasyonunun topraklarında ve Karadeniz altında Gazprom tarafından, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında ise yine Gazpromun ana inşaat şirketi ve Türk şirketlerinden oluşturulan konsorsiyum tarafından inşa edilecektir.

Kuşkusuz, soruşturma komisyonu da, Mavi Akım Projesiyle ilgili iddialara ilişkin Meclis soruşturmasında, kanun hükmünde olan bu özel yasal mevzuatı gözönüne almak ve uygulamak zorundadır. Bu iddiayla ilgili olarak hakkımda Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesinin uygulanmasını isteyen Soruşturma Komisyonu, söz konusu kanunları çiğnemiş, ben değil ama, kendileri, sanırım TCK'nın 240'taki suçunu işlemişlerdir.

Öte yandan, kanun hükmünde olan bir anlaşmanın bir hükmünün, örneğin 4 üncü maddesinin, bir suçun konusunu oluşturduğu iddiası ve komisyonun böyle bir iddiayı suç kabulü bir bilgisizlik ürünü değilse de, bir bakan hakkında siyasî amaçlı ve hasmane davranmanın eşsiz bir örneğidir.

Her şeyden önce, Türkmenistan'la ilgili değerlendirmelere de kısaca değinerek gitmek istiyorum. Türkmenistan doğalgazı, karşı tarafın anlaşmaya konu hükümlerini yerine getirmemiş olması nedeniyle gerçekleşmemiştir. Türkmenistan gazının gerçekleşmemesiyle ilgili Türk tarafına, hükümete, Enerji Bakanına bir kusur söz konusu değildir. Bu nedenle, Türkmenistan doğalgazının Türkiye'ye gelmesinin engellendiği iddiası doğru değildir. Türkmenistan doğalgazı, karşı tarafın anlaşma hükümlerine uymaması ve anlaşma gereğince gazı sınırda teslim edememesi nedeniyle gerçekleşmemiştir. Bir anlaşmanın, diğer tarafın yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle gerçekleşmemesi durumunda anlaşmaya uymayan taraf, anlaşmanın gerçekleşmesini engelleyen karşı taraf olur. Belirtilen nedenle, Türkmenistan gazının anlaşma hükümlerine göre Türkiye'ye getirilmemesi değil, aksine, gelememesi söz konusudur. Bu nedenle, Mavi Akım Projesinin gerçekleşmesinin sağlanması amacıyla, Türkmenistan gazının getirilmesinin engellenmiş olduğu şeklindeki iddia, siyasî amaçlıdır ve gayriciddîdir.

Tabiî, komisyon üyelerimiz, bütün bu projeleri incelediler. Sanırım, gerek Dışişleri Bakanlığının görüşme tutanaklarını gerekse Enerji Bakanlığının görüşme tutanaklarını da inceleme imkânı buldular. Peki, bu projeyi değerlendirirken, acaba, niçin, burada, kürsüde, Meclisimizi eksik bilgilendirdiler? Niçin Türkmenbaşı'nın -Türkmenistan tarafının- önfinans istediğini, önfinans olmazsa, bu işin yapılmasını sağlamadığını, burada belirtmediler?!

Yine, bu, bir konsorsiyum tarafından gerçekleştirilecekti; gazın Türkiye'ye getirilmesi konusunda, Türkiye'nin yüklendiği hiçbir vecibe söz konusu değildi. Zaten, Türkiye, aldığı bütün doğalgazları sınırda teslim alır. Biz, ne Rusya'dan ne İran'dan ne diğer hatlardan aldığımız doğalgazların hiçbirini o ülkede almıyoruz, kendi sınırımızda teslim alıyoruz ve Türkmenistan'la yaptığımız anlaşma da bunlara uygun bir anlaşmadır. Bu gaz, Türkiye sınırına gelip de, Türkiye'nin almaması söz konusu değildir.

Bir başka önemli husus da şudur: Bu boru hattını inşa edecek, Hazar Denizinden geçerek Türkiye'ye gelecek bu boru hattını inşa edecek, daha önceden görevlendirilmiş olan konsorsiyumun görevlendirilmesi, yanılmıyorsam, 2000 şubat veya mart ayında bitmiştir. Türkmen tarafı bu görevlendirmeyi tekrar yapmamıştır. Bu şirket, bu görevlendirmeyi halen beklemektedir.

Yine, kısmen basına yansıdığı için, burada, ifade etmekte bir sakınca duymuyorum. Türkmen tarafı, Türkiye'ye, bu doğalgazın verilmesi halinde, komşuları İran ve Rusya'yla olacak olan birtakım siyasî gerginlikler noktasında ABD'den bir siyasî garanti istemiş; ancak, kendisine, bu garantinin verilemeyeceği de iletilmiştir. Açıkça ifade ediyorum: Bu gazın Türkiye'ye gelememesi konusunda, sınıra getirilememesi konusunda Türkiye'nin hiçbir kusuru yoktur; hele hele "Mavi Akımın yapılmasını sağlamak bakımından bu gaz engellendi" iddiası da tamamen hayalî bir iddiadır, gerçekdışı bir iddiadır, hiçbir bilgiye, hiçbir belgeye, hiçbir delile dayanmayan bir iddiadır.

Şimdi, yine, komisyon raporundaki BOTAŞ'la ilgili suçlamaları şöyle bir incelersek, bu suçlama yapılmasındaki gayri ciddilikleri, dikkatsizlikleri... Yani, siz, bir insanı on yıl hapis cezasıyla cezalandırmak istiyorsunuz "on yıllık bir cezayla cezalandırılmanı istiyoruz" diyorsunuz; ama, bu cezanın önemliliği, vahameti konusunda size yüklenilen titizliği göstermiyorsunuz. Böyle şey olur mu?!

Birkaç örnek vermek istiyorum. Batı hattından alınan 6 milyar metreküplük gaz bedelinin yüzde 70'inin mal karşılığı ödenmesi gerekirken, bunu yapmayarak ülkeyi zarara uğrattığım iddia ediliyor. Halbuki, bu şart 24 Mart 1994'te kaldırılmış ve ben, o tarihte Bakan değilim; yani, 1994'teki hükümetin veya Bakanın yaptığı bir görev nedeniyle, siz, beni nasıl suçlarsınız?!

Yine, devam ediyorum. Turusgazdan, 1000 metrekübü 10-12 dolar daha pahalı olan ilave 8 milyar metreküp gaz alarak ülkeyi zarara uğrattığım iddia ediliyor. İşte, 10.12.1996 tarihinde dönemin BOTAŞ Genel Müdürü Sayın Mustafa Murathan ile GAMA Yönetim Kurulu Başkanı Erol Üçer'in Gazprom Yönetim Kurulu Başkanı Vyahirev ile imzalamış oldukları bir protokol söz konusu. Dönemin Enerji Bakanı Sayın Recai Kutan'ın şahit olarak altında imzası var. Bu protokolle alınacak her 1 000 metreküp gazın fiyatının 10-12 dolar daha pahalı olacağı kabul ediliyor. Bu protokolü ben imzalamamışım, bu protokol benim dönemimde imzalanmamış, benden çok önceki bir dönemde imzalanmış; siz, beni bu protokolle ilgili nasıl suçlarsınız?!

 

Yine, devam ediyorum. Batı hattından alınan gazla ilgili olarak yapılan fiyat revizyonlarında ülkeyi zarara uğrattığımdan bahsediliyor. Halbuki, her iki revizyonun yapıldığı dönemde de ben Bakan değilim. Bu tip iddialara muhatap yapılmam hakikaten çok gayriciddî.

Şimdi, bir başka gayriciddî olayı da yine değerlendireceğim; sanırım siz de bunu merakla bekliyorsunuz: Ekmektupta tanık imzası koyma eylemimle Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesine aykırı davranmış olduğum iddiası siyasî amaçlı, hasmane bir iddiadır. Benim iddia edildiği gibi hukuka aykırı da bir fiilim söz konusu değildir. Dünyanın neresinde görülmüştür tanık olarak atılan imzadan bir bakanın sorumlu tutulması; böyle bir ucubelik olur mu?!

Batı hattından doğalgaz alımı, iki egemen devletin uluslararası hukuka uygun bir biçimde yapmış oldukları hükümetlerarası bir ticarî anlaşmanın konusudur. Bu hukukî değerlendirmeleri yapmak zorunda hissediyorum kendimi; sizleri de çok sıkmak istemiyorum. Bu nedenle, batı hattından doğalgaz alımı, temelinde iki taraflı bir ticarî anlaşma olan, özel, yasal bir mevzuata bağlıdır. İddiada bulunanlar, siyasî amaçla bu özel mevzuatı görmezden gelmiş olabilir; ancak, Komisyon, adlî, yargısal bir makamdır. Görevi gereğince, resen bu özel mevzuatı bilmek, görmek, uygulamakla görevlidir. Kamusal savunmayla bu özel mevzuat gösterilmiş olmasına karşın -yani, savunmalarımızda biz anlattık bunları- Komisyon, kamusal savunmadaki bu açıklamayı da görmemeyi becermiştir. Özel bir mevzuata bağlı uluslararası bir ticarî anlaşma, bir ihale değildir; oysa, kamusal bir ihale, devletin idaresinin, idareye bir iş, hizmet, alım gibi bir iş yapılmasına ilişkin idarî bir işlemidir. Bu nedenle, Türk Ceza Kanununun 205 iddiası tamamen gayriciddîdir. İddia konusu ekmektuba imza koyma eylemi, yetkili merciden verilen emrin yerine getirilmesi icabından olarak, hukuka uygun bir fiildir. Ekmektup, mevzuatına göre Bakanlar Kurulu adına temsilciler aracılığıyla düzenlenmiş, söz konusu ticarî anlaşmanın uygulanmasına ilişkin bir alt hukuk işlemidir. Ekmektuptaki imzam, Bakanlar Kurulu adına bir temsil imzasıdır. Yetkili merci olan Bakanlar Kurulunun emrine uyarak, söz konusu başında bulunduğum heyetle Rusya Federasyonuna gittim, tarafların imzaladığı ekmektupta Bakanlar Kurulunu temsilen aktin yapıldığını gösteren törensel nitelikte bir tespit imzası koydum, fiilim bundan ibarettir. Açıkçası, bu imzanın bu hukukî belgeden çıkarılması halinde bu belge geçersiz hale gelmez. Yani, bu imzalanan belgeden, bu ekmektuptan benim imzamı çıkarın, yok kabul edin, bu belge geçersiz hale gelmez, hukuken yok hükmünde de olmaz, yürürlüğünü de engellemiş olmazsınız. Yani, benim bu imzam, ona, bir hüküm, bir yürürlük vermez. Ayrıca, bu bakan imzası nedeniyle, söz konusu hukukî belgeyle, BOTAŞ tarafına fazladan bir yükümlülük gelmez. Bu belgede benim imzamın olması nedeniyle BOTAŞ fazladan bir yükümlülük altına girmez, hukukî durumu katiyen ağırlaşmaz. Diğer taraftan, diğer tarafın da herhangi bir şekilde lehine fazladan bir hak sağlamaz. Komisyon, savunmamızın bu konudaki açıklamalarını görmezlikten gelmiş, özellikle keyfî uygulamada bulunmak amacıyla, 244 sayılı Kanunu uygulama görevini yerine getirmemiş, yetkili merci olan Bakanlar Kurulunun söz konusu kararının gereğini yerine getirmiş olduğumu kasıtlı bir şekilde görmezden gelmiş, bu fiilin Türk Ceza Kanunu 205'e aykırılık oluşturduğunu iddia etmekten çekinmemiştir.

Bu temsil ve tespit imzasının önceki anlaşmadaki formülün değiştirilmesi eylemiyle de bir ilgisi ve bağı yoktur. Öte yandan -burası çok önemli- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 15.3.2004 tarih, 2003/66397 hazırlık nolu işlemden kaldırma kararı, takipsizlik kararıyla, söz konusu 18.12.1998 tarihli ekmektubu imzalayan kamu görevlileri hakkında, fiili, Türk Ceza Kanunu 240 olarak nitelendirmiş ve takipsizlik kararı vermiştir. Bir başka türlü ifade edersek, bu ekmektubun altında imzası bulunan görevli genel müdür ve daire başkanıyla ilgili bu yasal uygulama yapılarak takipsizlik kararı verilmiştir. Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunun suç duyurusuyla ilgili Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından savcılıkça soruşturma izni istenmiştir; yani, bu konu araştırma komisyonunda da görüşülüyor, araştırma komisyonu başkanlığımız bu side letter'la ilgili, imzası bulunan bürokratlarla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ihbarda bulunuyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da, tabiî ki bu ihbarın değerlendirmesini yapabilmek, soruşturmayı yerine getirebilmek bakımından mevcut Enerji Bakanlığına müracaat ediyor. Enerji Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına Sayın Bakanımız bu işi incele diye görev veriyorlar. Teftiş kurulu işi inceliyor; yaptığı inceleme sonucunda, bu konuyla ilgili daha önce karar verildiği, verilen kararın yürürlükte olduğuna, soruşturmaya gerek olmadığına karar veriyor.

Yine, bugünkü Bakanımız, mevcut Bakanımız, Teftiş Kurulu Başkanlığının bu soruşturmaya gerek olmadığına dair kararını onaylıyor. Onaylanan bu karar, yine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına soruşturmaya izin verilmeme şeklinde gönderiliyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da, soruşturmaya izin verilmemesi talebi aleyhine, yasal mevzuat içinde, Danıştay 2. Dairesine itiraz etme hakkı varken, Bakanlığın gösterdiği gerekçeleri haklı ve yerinde görüyor, Danıştay 2. Dairesine itiraz etmiyor, dosyayı genel müdür bakımından kovuşturmaya yer olmadığı, daire başkanı bakımından da takipsizlik kararıyla işlemden kaldırıyor ve bu karar kesinleşiyor.

Şimdi, düşünebiliyor musunuz, belgenin altında görevli ve yetkili olarak imzası bulunan bürokratlar konusunda Ankara Cumhuriyet Savcılığının kesinleşmiş bu kararıyla herhangi bir işlem yapılmazken ve biz, bu kesinleşmiş takipsizlik ve kovuşturmaya yer olmaması Kararını Komisyon Başkanlığına ibraz etmiş olmamıza rağmen ve bu kararları teker teker komisyonda açıklamış olmamıza rağmen, Sayın Komisyon bunların her birini yerinde olmayan gerekçelerle veya bazısıyla ilgili hiçbir gerekçe göstermeden yok kabul ediyor ve benim TCK 205'e göre bu altında tanık olarak imzam bulunan belge nedeniyle on yıl hapsimi istiyor. Böyle bir şey olur mu?! Böyle bir insafsızlık yapılır mı?!

Bir başka konu da, ikincil yakıta geçme talimatı vermem şeklinde yorumlanan bir iş, bir eylem. Şimdi, izah ederek geliyorum başından beri, tekrar sizleri yormamak için ifade etmek istemiyorum. Türkiye'nin içinde bulunduğu enerji darboğazı, Türkiye'nin enerjiyi bulmakta, üretmekte çektiği sıkıntıları, ağır kış şartları, bir yanda barajlardaki su sıkıntımızı ve şu yaşadığımız olayı bu kapsamda da değerlendirmenize sunmak istiyorum.

Bakan olarak, iddia edildiği gibi, ikincil yakıta geçme talimatı verme şeklinde bir eylemim ve işlemim yoktur. 3 yap-işlet-devret firmasına yapılmış olan ikincil yakıt parası ödemeleri, ilgili yönetmelik 12/b maddesi karşısında mevzuatına uygun ödemelerdir. 18.7.2000 tarih 2000/1057 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, Bakanlar Kurulunun alınan kararına göre, ekli Elektrik Enerjisi Fonu Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin yürürlüğe konulması, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının 21.6.2000 tarihli ve 12228 sayılı yazısı üzerine 4.12.1984 tarihli ve 3096 sayılı Kanunun ek 6 ncı maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 18.7.2000 tarihinde kararlaştırılmıştır. Elektrik Enerjisi Fonu Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, anılan yönetmeliğin 1 inci maddesine göre, 8.6.1995 tarihli 95/7003 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Elektrik Enerjisi Fonu Yönetmeliğinin 12 nci maddesinin (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

Anılan yönetmeliğin 12 nci maddesinin (b) bendine göre, şirketlere yapılan sözleşmeler gereği, mücbir sebep, sel, yangın, deprem, sıcak savaş halleri, ikincil yakıtla çalışabilen doğalgaz santrallarına ikincil yakıta geçmeleri için Bakanlıkça talimat verilmesi gibi, Bakanlığın proje değişikliği talebi ve benzeri sebepler sonucu doğacak maliyet artışları için şirketlere yapılacak ödemeler, anılan yönetmeliğin 2 nci maddesine göre, aynı yönetmeliğe aşağıda geçici maddeyle eklenmiştir. "Geçici Madde 1.- 12 nci maddenin (b) bendinde yapılan değişiklik 1.1.2000 tarihinden itibaren ikincil yakıtla çalışabilen doğalgaz santrallarının ikincil yakıt kullanımından kaynaklanan maliyet artışlarını da kapsar" şeklindedir.

Yukarıda belirtildiği üzere, Bakan olarak da, iddia konusu talimatın varlığı ispat edilmelidir. Bu konudaki haklarımız saklı kalmak üzere, iddia konusu ikincil yakıt ödemeleri, anılan değişiklik yönetmeliğinin geçici 1 inci maddesi gereğince de değişiklik yönetmeliğinin kapsamında olan, yani, mevzuatına uygun ödemelerdir. Mevzuatına uygun yapılan ödemeden hukukî veya cezaî bir sorumluluk doğmaz. Elektrik Enerjisi Fonunun, iddia konusu ödemelerin de arasında bulunduğu 2000 yılına ilişkin işlemleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda incelenmiş, denetlenmiş ve 3346 sayılı Yasanın 7 nci maddesine göre mevzuatına uygun bulunarak ibra edilmiştir.

Şimdi, komisyon, bütün bu geçerli, yürürlükte olan Bakanlar Kurulu kararlarını, değişen ve geçerli yönetmelikleri ve neticede Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu dönemde yapmış olduğu ibrayı yok kabul etmektedir. Peki, yani, bu ibranın yerine ne konulmaktadır? Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesinin getirdiği bu ibra işlemi komisyon iradesiyle ortadan mı kaldırılmaktadır? Daha fazla değerlendirmek istemiyorum, takdirlerinize sunuyorum. 13.1.2004 tarih, 51 sayılı Birleşimde kabul edilmiştir; yani, geçtiğimiz yıl, yine bu dönemin bir kabulüdür. KİT Komisyonunun ibra kararı, söz konusu iddiaları da hukuksal dayanaktan yoksun kılar. Soruşturma komisyonunun, mevzuat olan yönetmeliği, 3346 sayılı Kanunu yok sayması karşısında söylenecek çok şey var; ama, el-insaf diyeceğim artık, başka bir şey diyemeyeceğim.

Bitecek gibi değil, bir başka konu da, soruşturma önergesiyle, yap- işlet-devret, yap-işlet ve işletme hakkı devri modeliyle yapılan projelerle ilgili soyut ve kanıtsız iddialarda bulunulmuştur. Bu iddiaların gayri ciddiliğini, söz konusu modellerle ilgili mevzuatın bizzat kendisi zaten ortaya koymaktadır. Örneğin, bizzat yap-işlet-devret modelinin yasal düzenlemesi, hiçbir yorum gerektirmeden, yapılan iddianın siyasî amaçlı olduğunu ortaya koymaktadır. Yap-işlet-devret ve işletme hakkı devri modeli, 3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı  ve Ticaretiyle Görevlendirilmesi Hakkında Kanunla düzenlenmiştir. 3096 sayılı Kanunun "görevin verilmesi" başlıklı 3 üncü maddesine göre, elektrikle ilgili hizmet vermek üzere kurulmuş olan sermaye şirketlerine Devlet Planlama Teşkilatının görüşünü havi Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu, önceden yürütmekle belli edilmiş görevleri bölgelerinde elektrik üretim, iletim ve dağıtım tesisleri kurulması, işletilmesi ve ticaretinin yaptırılmasına karar verebilir. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenen çerçeve içerisinde ilgili görevli şirketlerle sözleşme akdeder. Ancak, Anayasanın 155 inci maddesi ve Danıştay Kanunu gereğince de sözleşmenin imtiyaz sözleşmesi olması nedeniyle, bu sözleşme taslağı Danıştay incelemesine bağlıdır. Danıştay, sözleşme taslağına uygun görüş verirse, Bakanlık şirketle sözleşmeyi akdeder. Danıştayın uygun görüşüyle birlikte, tüm idarî işlemler hukukî niteliğini kazanır; bunlar hakkında aksi iddiada bulunulamaz; çünkü, bu iddiaların da bir değeri yoktur.

Gerçekten, Danıştay 2. Dairesinin imtiyaz sözleşmeleriyle ilgili bir kararı söz konusudur; onu sizlere arz etmeye çalışacağım. 

Bu karara göre "imtiyazın aynen kabul edilmesi, kamu yararına yönelik ve hukuka uygun olduğunun tartışmasız hale geldiği ve dolayısıyla, imtiyaz sözleşmesi safhasına yönelik iddiaların hukukî geçerliliğinin bulunmadığı, kesinleşmiş yargı kararlarıyla hukukiliği sabit olan bir Bakanlar Kurulu kararı öncesindeki idarî teknik nitelik taşıyan işlemler, teklif değerlendirmesi safhasıyla Danıştayın ilgili kurullarının incelemesinden geçirilmiş ve tamamen yasal hale getirilmiş bir imtiyaz sözleşmesinden dolayı, adı geçenin cezaî yönden sorumluluğunun oluştuğu biçiminde bir değerlendirme, teorik ve uygulamalı ceza hukuku açısından  kabul edilebilir bir değerlendirme niteliği taşımamaktadır"diyor Danıştay.

Bakanlıkça gerçekleştirilmiş olan bu santral projeleri de, yukarıda belirtilen usul ve esaslara, yine ayrıca Danıştay 2. Dairesinin 2001/1158 esas, 2001/2291 sayılı kararında belirtildiği gibi, fiilî devrin gerçekleşmiş olmaması nedeniyle, mevcut bir kamu zararından söz edilemeyeceği belirlenmiştir. Ve yine Danıştayın bu kararında, Danıştay incelemesinden geçip kabul edilen bir imtiyaz sözleşmesinin kamu yararına yönelik ve hukuka uygun olduğunun tartışmasız olması, TEAŞ Genel Müdürlüğü tarafından söz konusu yazılarda belirtilen hususlar, sözleşmenin tarafı olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığınca mutlaka kabul edilip sözleşme değişikliği yoluyla yeniden Danıştay incelemesinden geçirileceğine dair herhangi bir yasal düzenlemenin ve zorunluluğunun bulunmaması; ayrıca, imtiyaz sözleşmesi sonrasında anılan şirket ile TEAŞ Genel Müdürlüğü arasında enerji satış anlaşması ve devir sözleşmesinin imzalanmamış, bu yüzden fiilî devrin gerçekleşmemiş olması nedeniyle, mevcut bir kamu zararının da söz konusu olamayacağı belirtilmektedir.

Uygun olarak gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle, Bakan, mevzuatına uygun olarak yapılmış olan işlemden dolayı sorumlu tutulamaz. Her şeyden önce, Bakanlığım dönemindeki yap-işlet modeliyle ilgili uygulamalar 4 projeyle sınırlıdır. 1993 yılından bugüne kadar yap-işlet-devret modeliyle 23 proje yapılmıştır ve elektrik alımı sağlanmıştır. Benim dönemimde bu 23 projeden 4'ü gerçekleşmiştir. Bu 4 santral uygulaması dışında diğer santral uygulamalarıyla ilgili yapılan iddiaların muhatabı benim olmam söz konusu değildir. Bu 4 santrala olan ihtiyacın belirlenmesi görevi, mutlak surette DPT'ye aittir, Bakanlığa ait değildir. Bu nedenle, bu konuda Bakana ve Bakanlığa karşı hiçbir bakımdan böyle bir iddia ileri sürülemez.

Bakanlığım döneminde yapılmış 4 yap-işlet-devret santralının bu tip santralların tamamına oranının onbinde 5,5 olması nedeniyle, iddia konusunu sağlaması sayısal bakımdan da zaten mümkün gözükmemektedir.

Aksine, önerge sahiplerinin iddialarının mantığına bakılırsa, aslında bu 2 hidrolik ve 2 rüzgâr santralının yapımını gerçekleştiren, işletmeye alınmasını, faal ve tam kapasite çalışmasını sağlayan bana, yani, Bakan Cumhur Ersümer'e teşekkür etmeleri gerekir; çünkü, hidrolik ve özellikle rüzgâr santralları, dışa bağımlılık değil, aksine, doğrudan ulusal enerji kaynaklarının yaratılması ve üretime geçirilmesi demektir. Bu durum bile, bu iddianın gayriciddîliğinin açık bir kanıtını oluşturmaktadır.

Bakanlığım döneminde, hiçbir dağıtım tesisinin işletme hakkı devri yapılmamıştır, sadece bir tek üretim tesisinin işletme hakkı devri yapılmıştır. Kendimi, bu konuyla ilgili Danıştayda açılan dava sonucunda verilen kararı da sizin bilgilerinize sunmak zorunda hissediyorum.

"Danıştay 10. Dairesinde açılan davaların anılan dairece reddedilmesi, Daire kararlarının temyizen incelenmesi sonucunda da Danıştay İdarî Dava Daireleri Genel Kurulunca onanması dolayısıyla, kesinleşmiş yargı kararları karşısında, tekliflerin değerlendirilmesi safhasına yönelik iddiaların hukukî bir geçerliliğinin bulunmadığı, imtiyaz sözleşmesi taslağının, Danıştay 1. Dairesinin kararıyla uygun bulunulup, Danıştay İdarî İşler Genel Kurulunun kararıyla aynen kabul edilmesiyle, kamu yararına yönelik ve hukuka uygun olduğunun tartışmasız hale geldiği ve dolayısıyla, imtiyaz sözleşmesi safhasına yönelik iddiaların hukukî geçerliliğinin bulunmadığı, kesinleşmiş yargı kararlarıyla hukukîliği sabit olan bir Bakanlar Kurulu kararı öncesindeki idarî nitelik taşıyan işlemlerin Danıştayın ilgili kurullarının incelemesinden geçirilmiş ve tamamen yasal hale getirilmiş bir imtiyaz sözleşmesinden dolayı, adı geçenin cezaî yönden sorumluluğunun oluştuğu biçimindeki bir değerlendirme mümkün değildir.

İmtiyaz sözleşmesinin imzalanmasından sonraki işlemlere yönelik olanların ise, Danıştay incelemesinden geçip, kamu yararına yönelik ve hukuka uygun olduğu tartışmasız hale gelen imtiyaz sözleşmesi hükümlerine dayalı biçimde hazırlanıp, şirket ile TEAŞ Genel Müdürlüğü yetkilileri arasında imzalanan uygulama anlaşmalarından -Elektrik Satış Anlaşması, Devir Sözleşmesi, Sigorta Anlaşması, Fon Anlaşmasından- dolayı ceza sorumluluğunu gerektirecek bir usulsüzlüğün olduğundan bahsedilmesi ve sanıkla irtibatlandırılmasında hukukî uyarlılık bulunmamaktadır."

Bu Danıştay kararlarını, biz, savunmamızla birlikte, tıpatıp -yani, bu olaylarla ilgili iddia üzerine verilen bu kararları- komisyona arz ettik. Komisyonun, en azından, varit iddialar ile bizim ibraz etmiş olduğumuz bu Danıştay kararları arasındaki bağlılığı, bağlantıyı çözüp, ona göre bir karar üretmesi gerekirken, böyle bir kararı da görmezlikten gelmesini, değerlendirmeye tabi tutmamasını anlamak mümkün değildir.

Yine, dağıtımlarla ilgili de komisyonun iddialarına örnek verdiği Ankara-Kırıkkale işletme hakkı devriyle ilgili bir uygulama vardır. Tıpatıp bu işle ilgili, yani, Ankara-Kırıkkale işiyle ilgili, muhatap diğer şirket tarafından Danıştaya dava açılmıştır. Açılan bu dava, Danıştay tarafından değerlendirilmiştir. Yapılan değerlendirme sonucunda, bugün soruşturma komisyonu raporunda bize suç diye atfedilmeye çalışılan hususların teker teker cevabı, Danıştay 10. Dairesinin bu kararında mevcuttur, açıkça belirtilmiştir; deniliyor ki: "Öte yandan, ihaleye katılan firmaların tekliflerinin şartname hükümleri çerçevesinde değerlendirileceği tartışmasız olup, şartnamenin 5 inci maddesi hükmünde, A grubunda yer alan bölgelerden ikisi için aynı firmanın teklif vermesi ve ikisinin de uygun teklif olduğu ve en yüksek puanı aldığının belirlenmesi halinde söz konusu firmaya tercih hakkı tanınacağı, tercih edilenin dışındaki diğer teklifin ise geçersiz sayılacağı açıklanmış, 29 uncu görev bölgesinde en uygun teklifi veren Doğan Şirketler Grubu Holding A.Ş.'nin 13 üncü görev bölgesi için uygun teklif veren oluşumun bünyesinde yer almasına engel bir hüküm bulunmamakta; ancak, tekliflerin değerlendirme aşamasında, şartnamenin 5 inci maddesinde belirtildiği üzere, söz konusu firmanın tercih hakkını kullanması istenilerek, 13 üncü görev bölgesine yönelik oluşumun bünyesinden çıkarılmasında ve söz konusu oluşumun, teklifinde değişiklik yapılması koşuluyla, en uygun teklif veren firma olarak belirlenmesinde, şartnamenin 5 inci maddesine aykırılık görülmemiştir" tarzında kararıyla, bizim yaptığımız işlemi, Danıştay, tasdik etmektedir.

Şimdi, komisyonun, hâlâ, kalkıp, bu Danıştay kararına rağmen, bu işlem nedeniyle bizim hakkımızda suçlamada bulunmasının izahını yapabilmek mümkün değildir.

Diğer yandan, haydi, komisyon, Danıştay kararlarına itibar etmedi diyelim, Danıştay kararlarının uygulanmasını görmedi diyelim ama; Aktaş ile ilgili bir suçlama getirmektedir. Aktaş ile ilgili yargılanan Müsteşarımız Yurdakul Yiğitgüden ile ilgili Yargıtay 4. Ceza Dairesinin bir beraat kararı söz konusudur; yani, bu beraat kararını da görmezlikten gelip, kalkıp, dönemin Bakanıyla ilgili, yine -herhalde 205 inci maddeye göre istemişsinizdir- 10 yıl hapis cezası istemenin hiçbir hukukî gerekçesi olamaz.

Tabiî, iddialar devam ediyor; ben de konuşmama devam etmek zorunda hissediyorum kendimi.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - İsterseniz 15 dakika çay molası verelim.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Vallahi, siz bilirsiniz.

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Komisyona gelmezsiniz, burada sabaha kadar konuşursunuz!..

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Öyle tabiî; o, yasa gereği, sizin izninize bağlı değil. O, yasanın bana verdiği bir hak; sayın üyem, sizin izninizle değil; çok affedersiniz.

BAŞKAN - Sayın Ersümer, siz, Genel Kurula hitap edin.

HALUK İPEK (Ankara) - Mal karşılığı yapılan anlaşmayla doğalgaz alımı paraya nasıl çevrildi?

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Sayın üyem, biraz önce söyledim. 1994 yılında yapılmış ve onu yapan da ben değilim. Ben, 1994 yılında RTÜK üyesi idim. Lütfen dinleseydiniz de, beni bu sözleri tekrar etme zahmetinden kurtarsaydınız.

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Komisyona gelseydiniz, burada sabaha kadar konuşmazdınız.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Tabiî... Tabiî... Sebebini izah ettim. Neyse... Sayın Başkanım, karşılıklı konuşmak istemiyorum.

BAŞKAN - Sayın Ersümer, siz buyurun.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Herhalde benim bu savunmalarımdan komisyon üyeleri fazla rahatsız oldular.

Bu keşif artışıyla ilgili...

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Sorulara cevapları yazılı verecektiniz; bu hakkı kötüye kullanıyorsunuz.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Gayet tabiî, yazılı verecektim de, soru yöneltmediniz.

BAŞKAN - Lütfen, karşılıklı konuşmayalım.

Siz, buyurun, Genel Kurula hitap edin.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Sayın Başkanım, laf atılıyor. Şu laf atmayı engelleyin o zaman... Ben burada savunma yapma çabası içindeyim. Savunma hakkının kutsal olduğunu herkes kabul ediyor; yani, Meclisin, yasaların bana verdiği bir hakkı elimden alamazsınız. Aynı şeyi komisyonda yaptınız..

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Siz, komisyonda sözlü sorulara cevap vermediniz.

BAŞKAN - Sayın Çilingir, lütfen...

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Aynı şeyi komisyonda yaptınız sayın üyem.

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Siz, sorulan sözlü sorulara cevap vermediniz "yazılı vereceğim" dediniz.  Vatandaş da size yazılı verecek!..

MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) - Böyle şey olur mu Sayın Başkan?!

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Olur... Olur... Bu komisyonun yaptıkları burada böyle olduktan sonra, burada da böyle yaparlar.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Bakan, siz de komisyona saygısızlık yapıyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Ersümer, lütfen, siz Genel Kurula hitap edin.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Keşif artışlarıyla ilgili değerlendirmelerde de bulunmak istiyorum. Keşif artışı, zincirleme bir idarî işlemdir. Zincirleme idarî işlemde, müvekkil Bakanın -yani benim- bağlı kuruluşu olan DSİ'nin idarî işlemlerine, vesayet makamı sıfatıyla yaptığımız iş, olur vermektir. Bu konuda, Bakanın, işlemin ilzam ettiği alt işlemlere, imza veya parafıyla tekemmül ettiren, görev ve yetkileri itibariyle ihtisas erbabı sayılan hiç kimse hakkında, herhangi bir adlî yargısal işlem yokken, sadece vesayet makamı olarak işlemi onaylayıp yürürlüğe sokan Bakan hakkında keşif artışı iddiasının ortaya atılması maksatlıdır ve hukuka aykırıdır.

Keşif artışı nedir -çok kısa anlatmaya çalışıyorum- keşif miktarları ile o miktarın birim fiyatının çarpılmasıyla bulunacak tutarların toplamıdır. Başlangıçta yapılan bu işleme, birinci keşif denir. İşin herhangi bir aşamasında yeni bazı koşullar ortaya çıktığında, işin keşfi yeniden yapılır. Mukavele ve yasada öngörülen esaslar çerçevesinde yapılan ikinci keşif işleminde, varsa, artan ve eksilen miktarlar yeniden gözden geçirilir ve bu ikinci keşif tutarı ile birinci keşif tutarı arasındaki fark, keşif artışıdır.

Kaldı ki, DSİ'nin uzman kişilerle yapmış oldukları keşif artışları, mevzuatına uygundur. İdarî işlem Bakana onay için sunulurken, Bakanlık Müsteşar Yardımcılığı ve Müsteşarlık imzalarıyla teyit edilmiş ve DSİ'nin keşif artışı işlemleri, hukuka uygunluk teklifiyle Bakan onayına arz edilmiştir.

Atasu Barajıyla ilgili iddianın da, ayrıca bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Trabzon sayın milletvekillerinin hatırlayacağı gibi, 2000 yılı öncesi, Trabzon şehrinin içme, kullanma suyunun karşılandığı Değirmendere suyu aşırı derecede kirlenmiş, dereye düşen bir tanker nedeniyle kirlilik daha da artmış ve Galyan Deresi suyunun acilen arıtma tesisine bağlanması zaruret haline gelmişti. Bu tesisler tarafımızdan gerçekleştirilerek, 2001 yılında keşif artışlarında partizanlık yapıldığı iddialarının aksine, Trabzon'un Fazilet Partili belediyesine de devredilmiştir.

Keşif artışlarıyla ilgili diğer iddialara biraz sonra değineceğim.

İkili işbirliği anlaşmaları çerçevesinde yapımı kredili gerçekleştirilen baraj ve HES projelerine ilişkin iddialar geçerli değildir. İkili ticarî anlaşmaları imzalamaktan öte bir fiilimiz söz konusu değildir; bundan da bir sorumluluk doğmaz. İkili ticarî işbirliği anlaşmaları, Bakanlar Kurulu kararı ve ilgili mevzuatına bağlıdır. Bakan olarak, bu ikili ticarî işbirliği anlaşmalarını, mevzuatın bir gereği olarak imzaladım; yani, bu konudaki imza, bir kanunun emri gereği atılmıştır.

İddia konusu işlerin, 2886 sayılı Kanunun kapsamından çıkarılarak yeni bir ihale düzeninin kurulmasında, Bakana atfı kabil bir fiil mevcut bulunmamaktadır. 2886 sayılı Kanunun 89 uncu maddesi, 2886 sayılı Kanun kapsamından ihalenin nasıl çıkarılacağını hükme bağlamıştır. Söz konusu ihaleler, 2886 sayılı Kanunun 89 uncu maddesine uyulmak suretiyle, Bakanlar Kurulu kararıyla, 2886 sayılı Kanunun kapsamı dışına çıkılmak ve usulüne göre oluşturulan ihale usul ve esaslarına göre yapılmıştır. Örneğin, 19.2.1999 tarih 99/12650 sayılı Bakanlar Kurulu kararına göre, 11.9.1998 tarihinde Ankara'da imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kanada Hükümeti Arasında Enerji Alanında İkili İşbirliğiyle İlgili Mutabakat Zaptında belirlenen Dereköy Barajı ve Demirkapı Hidrolik Santralı kesin projesinin hazırlanması, inşaatı ve elektromekanik tesisatın temini ve tesisi işinin, Türk ve Kanada firmalarından oluşan konsorsiyumla müzakerelerde bulunularak söz konusu konsorsiyuma yaptırılmasında iç ve dış finansman ihtiyacını karşılamak üzere sağlanacak kredilerin Hazine Müsteşarlığınca uygun bulunması kaydıyla 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerinin uygulanmaması ve bu konuda Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının yetkili kılınması, adı geçen bakanlığın müzekkeresi, mezkûr kanunun değişik maddesine göre Bakanlar Kurulunca kararlaştırılmıştır.

Projelerin ikili işbirliğiyle gerçekleştirilebilmesi, işbirliği ve finansman sağlayacak ülke ile Türkiye arasında yapılan resmî görüşmeler sonucunda hazırlanan mutabakat zaptı veya protokollerde söz konusu projenin de yer almasıyla mümkündür. Bu anlaşma, hükümetlerarası karma ekonomik komisyonları toplantısı sonucunda imzalanan mutabakat zaptı ya da her iki ülkenin hükümetleri tarafından yetkilendirilen bakanları veya müsteşarları düzeyinde imzalanan bir protokoldür. İmzalanan protokoldeki hususların gerçekleştirilmesine yönelik olarak, Devlet Su İşleri Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına, Bakanlık da Bakanlar Kurulu kararı istihsali için Başbakanlığa başvuruda bulunur. Başvuru yazılarında ve ekinde, gerekçe raporlarında da, karşı tarafça belirlenen konsorsiyumun isimleri verilmektedir.

İkili işbirliği ticarî anlaşmalarına dayalı olarak, 2886 sayılı Kanun kapsamından çıkarılarak oluşturulan ihale mevzuatını usul ve esaslara uygun olarak DSİ'nin ilgili birimlerince hazırlanan ve tekemmül ettirilen alt işlemlerden, vesayet makamı olarak Bakanın bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Söz konusu alt işlemler, usulüne uygun olarak yapılmıştır. Hak ve fiil ehliyetine sahip DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yapılan işlemler Bakanlık makamına sunulmuş, Bakanlık makamında Müsteşar Yardımcısı ve Müsteşarın hukuka uygun görüşüyle Bakanın oluruna sunulmuştur.

Yine, tabiî, bunların hepsinden de önemli, bu ikili işbirliği anlaşmaları da, yine, bizim tarafımızdan bulunmuş, bizim tarafımızdan uygulanmış bir usul değildir. Prof. Dr. Tansu Çiller'in Başbakan olduğu dönemde, Sayın Süleyman Demirel'in imzaladığı ikili işbirliği anlaşması; yine, Sayın Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde imzalanan ikili işbirliği anlaşması... Şöyle bir bakarsak, Sayın Tansu Çiller, Sayın Necmettin Erbakan, Sayın Bülent Ecevit ve Sayın Mesut Yılmaz'ın Başbakanlık dönemlerinde ikili anlaşmalar imzalanmıştır. Yine, bakanlara bakarsak, Sayın Mehmet Yılmaz, Sayın Halil Çulhaoğlu, Sayın Ziya Aktaş, Sayın Kutan, Sayın Çakan ve benim dönemimde de ikili işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır. Bu işlerle ilgili zaten şu anda devam eden üç baraj söz konusudur. Diğer ikili işbirliği anlaşmalarıyla ilgili işler konusunda, her zaman, Bakanlığımız, hükümetimiz iptal kararlarını verebilir. Burada herhangi bir sakınca var mıdır, yok mudur... Biz gerekli gördük, imzaladık. Siz gereksiz görüyorsanız, bunları iptal edersiniz.

Yine, keşif artışlarıyla ilgili de bir dönem suçlanmaktadır. Aslında, gerek ikili işbirliği anlaşmaları ve gerek keşif artışlarıyla ilgili, DSİ gibi, geleneği olan, tertemiz bir müessese töhmet altında bırakılmaktadır. Bugün de keşif artışları imzalanmaktadır, bugün de ikili işbirliği anlaşması imzalanmıştır; yani, şu anda mevcut hükümetimizin Malezya'yla imzalamış olduğu ikili işbirliği de buna bir örnektir; yani, Malezya'yla bir ikili işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma kapsamında, DSİ'nin Bodrum Yarımadası ve Aydın yöresi su arıtma, dağıtım ve kanalizasyonunun yapılması, yine bu anlaşma kapsamında, enerji üretim ve dağıtım projelerinin gerçekleşmesi, yine bu anlaşma kapsamında, Tekirdağ-Saray, Bolu-Göynük, Çankırı-Orta, Adana-Tufanbeyli, Bingöl-Karlıova linyit rezervleri -bundan sonra projeler diye anılacaktır- bunların geliştirilmesi karar altına alınmıştır; yani, şu anki mevcut Bakanımızın Kars içmesuyuna vermiş olduğu yüzde 50 keşif artışı; yine, Gaziantep projesiyle ilgili, Şanlıurfa projesiyle ilgili vermiş olduğu yüzde 80, yüzde 60 keşif artışları, bunlar, bizim yaptığımız keşif artışlarından hiç de farklı işler değildir. Gerek ikili işbirliği konusunda gerek keşif artışları konusunda yapılan bütün işlemler, yasaya da, uygulamaya da, hukuka da uygun işlemlerdir. İlerleyen aşamalarda, zaten, bunlar da çok net bir şekilde görülecektir ve netice itibariyle, bu değerlendirmeler de gelecek günlerde mutlaka makes bulacaktır. Bu işleri yapan bütün Bakanlara da, hakikaten, teşekkür etmek lazımdır ve ümit ediyorum, inşallah, bunlarla ilgili, bir gün, gelip, teşekkür görevi de yerine getirilecektir.

Sayın milletvekilleri, Sayın Başkan; görevimde gerçekten titiz davrandım. Türk hukuk düzeninin gereklerini yerine getirmenin dışında bir davranışım olmamıştır. Tarafımdan yapılan işlemlerin hepsi yerindedir ve hukuka uygundur. Böylesine uydurma, maksatlı bir soruşturma raporu üzerinde hakkımda karar vermek zorunda kalmanız, benim için gerçekten üzücüdür.

Bizim aile yaşantımızı, hayat tarzımızı bilen insanların bana söyledikleri bir şey var; dediler ki: "Sakınan göze çöp batar." Gerçekten, ben, Bakanlığımı gözümden daha çok sakındım; ama, bu iddialara muhatap kalmak da kaderin bir cilvesidir.

Tabiî, sizler beni dinlediniz, diğer arkadaşları dinlediniz, bir karar vereceksiniz. Bu kararınız da, hem sizin için hem ülkemiz için hem bizim için hayırlara vesile olsun diyorum. Çok zamanınızı aldım. Beni dinlediğiniz için, size, hepinize teşekkür ediyorum; gösterdiğiniz müsamahaya da teşekkür ediyorum. Sayın Başkanın da bu âlicenaplığını hiçbir zaman unutmayacağımı belirtiyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ersümer.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanlarından Sayın Zeki Çakan; buyurun efendim.

ZEKİ ÇAKAN - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hakkımda açılan soruşturmayla ilgili olarak soruşturma komisyonu raporunun Genel Kurulda görüşülmesi nedeniyle, Anayasanın ve İçtüzüğün şahsıma tanıdığı hakkı kullanmak ve gerçekleri anlatmak üzere huzurlarınızdayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bütün milletvekillerimizden Yüce Türk Milleti önünde bir tek istirhamım var. Gecenin bu saatinde, ben, bütün olayları, detaylarıyla açıklamak için, geniş, uzun bir konuşma yapacaktım; ancak, bu konuşmamı kısa tutacağım; çünkü, gecenin bu saatinde, gerçekten, sayın milletvekilleri, bundan sonra da bazı kanunları görüşecekler; ama, bir kez daha kulisteki milletvekillerinden istirham ediyorum; şu anda Yüce Türk Milleti de bizi izliyor; benim konuşmamla ilgili, suçlanmamla ilgili, komisyonun hazırlamış olduğu 450 sayfayı aşan raporda hakkımdaki isnatlarla ilgili, çok kısa, çok öz, belgeye dayalı -bilgiye değil, belgeye dayalı- milletvekillerimize bilgi vereceğim. Son kez, bir kez daha istirham ediyorum; yarım saat içerisinde bitirmeye çalışacağım, ama, bütün milletvekillerimizin, beni dinlemeleri için kulislerden Genel Kurula gelerek, vicdanlarına danışarak hakkımda oy kullanmalarını istiyorum. Tekrar saygılar sunuyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; soruşturma komisyonunun hakkımda önergelerde yer alan isnatlarla ilgili bilgi vermem için daveti üzerine komisyona giderek, komisyon huzurunda, 42 sayfadan ve 13 ekten oluşan açıklamalarımı okudum. Ardından, komisyon başkanının, üyelerinin ve katılan uzmanların 8 saat süresince yönelttiği yüzlerce soruya, bütün samimiyetimle cevap verdim. Soruşturma komisyonunun sayın 5 üyesi, yaptıkları araştırmalar, toplanan deliller ve verdiğim bilgiler sonucunda, hakkımda dava açılması konusunda ikna olmadılar. Katılan 7 sayın üyenin oyuyla, komisyon raporu, Yüce Divana sevkim yönünde çıktı. Yüce Meclise duyduğum saygı ve güvenin bir göstergesi olarak şu anda huzurlarınızdayım ve hakkımdaki isnatlarla ilgili cevap hakkımı kullanıyorum; ancak, hemen belirteyim ki, soruşturma komisyonunun hazırladığı rapor ve şahsıma yönelttiği isnatlar çelişkilerle doludur. Aleyhimde tek bir belge yoktur. Beni suçlayan, usulsüz talimat verdiğimi söyleyen tek bir bürokrat yoktur.

Hal böyle iken, mesnetsiz isnatlarla doldurulmuş, hatta komisyon üyelerinin bile yanıltıldığı, açık söylüyorum, komisyon üyelerinin bile yanıltıldığı bu rapor, tam bir haksızlık örneğidir. Nitekim, Soruşturma Komisyonunun 5 sayın üyesi milletvekili, suçluluğum konusunda ikna olmamışlar, Yüce Divana sevkim yolunda oy kullanmamışlardır. Bunu, Yüce Kurulunuzun dikkatlerine sunuyor ve kendilerine, huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bakanlık yaptığım onsekiz aylık dönemde, fedakâr, çalışkan, dürüst bürokratlarla çalıştım. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının güvenip yetki verdiği bu bürokratlara güvenmekte hiçbir sakınca görmedim. Tüm bürokratlarıma, açıklığı, şeffaflığı ve katılımcılığı kendilerine ilke edinmelerini defalarca söyledim.

Şimdi, sizlere soruyorum: Bürokratlarıma neden güvenmeyecektim?! Sebepsiz güvenmemek, en büyük keyfîlik olmaz mıydı?! Bir bakan, keyfî davranabilir miydi?! Bürokratlarım tarafından hazırlanan ve imzaladığım ya da olur verdiğim için suçlandığım hangi işte, bana, usulsüzlük ihbarı, suç işlendiği bildirimi yapılmış da, ben, gereğini yapmamışım?! Böyle bir tek örnek verilmedi, verilemezdi de. Hangi işte ben talimat vermişim de, bürokratımı bir usulsüzlüğe zorlamışım?! Böyle bir tek örnek verilemedi, verilemezdi de. Önüme gelen bir işin, bir belgenin usulsüz olduğuna dair hiçbir duyum, ihbar, bildirim, şüphelenecek hiçbir neden yokken, işlem, kanunun emrettiği bütün aşamalardan, kanunlar, yönetmelikler ve tüzüklere uygun olarak ve uygun görüşle gelmişken, ben, ne deyip de o evrakı imzalamayacaktım?! Asıl o zaman keyfîlik yapmış olmaz mıydım?!

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir bakan, şube müdürü, hesap uzmanı, kontrol mühendisi değildir. Bir bakandan, eline hesap makinesi alıp, durup dururken hesapları baştan yapması, onlarca kademeden geçmiş, onlarca memur tarafından incelenmiş bir dosyayı, baştan sona denetlemesi, her seferinde iş mahalline gidip kontrol mühendisinin tespitlerinin doğru olup olmadığını doğrudan denetlemesi nasıl beklenebilir?!

Sayın milletvekilleri, sizlerin arasında hükümet üyeleri var, geçmişte bakanlık yapanlar var, bürokrat olarak çalışmış olanlar var, diğer sayın milletvekilleri arasında bir gün bakan olacak ve bakan olarak hizmet edecekler var. Şimdi, kendinizi bakanlık makamında düşünün, elinizi vicdanınıza koyarak karar verin; kendi teşkilatınıza, bürokratınıza, teftiş kurulunuza, uzmanınıza güvenmeyecek misiniz?! Bürokratlarımı, Soruşturma Komisyonu önünde ne suçladım ne de huzurunuzda suçlamaya niyetim var. Beni yanılttılar, yanlış yaptırdılar demedim, demiyorum; ama, burada soruşturulan benim.

Evet, 3154 sayılı Kanuna göre, bakan, emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumludur; aynı hüküm, Anayasamızın "Görev ve siyasî sorumluluk" kenar başlıklı 112 nci maddesinde yer almaktadır; ancak, burada sorumluluk; yani, bir bakanın, bakanlık personelinin faaliyet ve işlemlerinden sorumlu tutulması, kuşkusuz, siyasî bir sorumluluktur. Ben siyasî sorumluluğumun gereği olarak, burada ve her yerde, her platformda bürokratlarıma güvendiğimi ve onların, yetki ve sorumlulukları içerisinde hareket ettiklerini gururla söylüyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, şahsıma yöneltilen haksız isnatlara sırasıyla cevap vermek istiyorum. Biraz önce söyledim, konuşmamı çok uzun tutacaktım; ama, uzun tutmayı kesinlikle düşünmüyorum. Enerji politikaları isnadı... Ben, değerli milletvekillerimize, bizi izleyen Yüce Türk Milleti önünde soruyorum; enerji politikalarıyla ilgili suçlanıyorum!.. Bakın, bakanlık görevini ben 9 Mayıs 2001-18 Kasım 2002 tarihleri arasında yürüttüm. Bu görevlerim esnasında, yap-işlet-devret, yap-işlet, işletme hakkı devri, mobil santral enerji ihalesi olarak adlandırılan bir tek ihale yapılmadı. Tekrar ediyorum, benim dönemimde, yap-işlet-devret, yap-işlet, işletme hakkı devri, mobil santral gibi bir tek ihale yapılmadı; bir tek doğalgaz anlaşması yapılmadı. Benim dönemimde bir tek davetiyeli iş yapılmadı.

Suçlamak için söylemiyorum; ama, ben beyaz enerjiden sonra göreve geldiğim için, o kadar dikkatli davranmak mecburiyetindeydim ki, acaba yanlış yoruma sebebiyet olur mu diye bir tek davetiyeli ihaleye de olur vermedim. Bir tane ikili anlaşma benim dönemimde imzalanmadı, gerek olmadığı için imzalanmadı ve ben, bugün burada enerji politikalarıyla ilgili suçlanıyorum! Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre; yani, sizlerin burada bulunmanızın dayanağı olan, benim de bu sıralarda görev yapmamın dayanağı olan Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir. Hukuk devleti kendi çıkardığı kanunlarla kendini bağlı sayan devlet şeklidir.

Komisyonda söyledim, burada da söyleyeceğim; hangi sözleşmeyi, hangi projeyi, hangi gerekçeyle feshedecektim arkadaşlar?! Devletin verdiği hangi sözü, hangi gerekçeyle yerine getirmekten imtina edecektim?! Böyle yapsaydım keyfî davranmış olmaz mıydım; böyle yapsaydım, mahkemelerin kamu aleyhine hükmedecekleri tazminatların hesabını Yüce Türk Milletine ve size nasıl verecektim?! İdarede istikrar, idarede süreklilik ilkelerini nasıl açıklayacak, milletime nasıl hesap verecektim?! Nitekim, aynı ilkeler çerçevesinde, şu anki sayın bakanlar, şu anki idare, eski projeleri devam ettirmiyor mu?! Önceki sözleşmelerle kendini bağlı saymıyor mu; saymak mecburiyetinde de değil mi?! İdare bir bütündür, idarede istikrar olmalıdır, idarede devamlılık olmalıdır.

Biraz önce de söyledim, ben, 9 Mayıs 2001 ve 18 Kasım 2002 tarihleri arasında görev yaptım. Göreve başladığım tarihte yürürlükte olan projelere, imzalanmış sözleşmelere, kuşkusuz bağlıydım; tıpkı, şimdi, Sayın Enerji Bakanımızın bağlı olduğu gibi. Bu sözleşmelerin bir tanesi şu anda iptal edilmiş durumda mıdır; hayır, aynı şekilde devam etmektedir.

Soruşturma komisyonu, bana, ülkeyi neden Rusya'dan alınan doğalgaza bağımlı kıldığımı sordular. Komisyonda da söyledim -komisyon başkanı ve değerli üyeleri burada- ben, bir tek doğalgaz anlaşması yapmadığım halde, bu soru, bana nasıl yöneltilebiliyor. Benim yaptığım, sadece, benden önceki dönemlerde imzalanmış ve yürürlükte bulunan anlaşmaların, ülkemizin en çok menfaatına olacak şekilde uygulanması için, BOTAŞ yetkililerinin arkasına siyasî destek vermektir. Bu siyasî destek sayesinde BOTAŞ'ta büyük başarılar sağlanmış, yürürlükteki anlaşmalar çerçevesinde, ülkemiz lehine çok önemli kazanımlar elde edilmiştir. Ayrıca, benim bakanlık yaptığım dönemde, Türkiye, kullanmadığı doğalgaz için, bir tek kuruş "al ya da öde" cezası ödememiştir.

Şimdi, huzurlarınızda soruyorum, bakanlık yaptığım dönemde bir tek doğalgaz alım anlaşması imzalanmadı, biraz önce söyledim, bir tek enerji ihalesi yapılmadı; o zaman, elinizi vicdanınıza koyun değerli milletvekilleri, ben, enerji ihaleleriyle ilgili usulsüzlük ve yolsuzluktan nasıl suçlanıyorum?!

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - O zaman niye buradasınız?

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Bilemiyorum; bakın, onu da bilemiyorum. Biraz sonra, isnatlara tek tek cevap vereceğim; onu, siz, vicdanınıza soracaksınız, bana değil.

Değerli arkadaşlar, zamanınızı fazla almayacağım. Eğer, isnatlarla ilgili bir tek atlama yaparsam, Sayın Komisyon Başkanımızdan, Yüce Türk Milleti huzurunda özellikle istirham ediyorum, hayır şu da vardı desin.

Otoprodüktörlerle ilgili suçlanıyorum. Nedir otoprodüktör; niye suçlanıyorum; bakın, otoprodüktörlerle ilgili gelen olura imza vermemden suçlanıyorum. Tekrar ediyorum; bana gelen bir olur var, kanunlar çerçevesinde, buna olur verdiğim için suçlanıyorum. Bir tek yazılı talimatım yok, kanunsuz verdiğim bir emir yok; bir tek bürokratım "bize herhangi bir ricada bulundu Sayın Bakan, bir talimat verdi" demedi. Yüzlerce, binlerce kişi dinlendi; bir tek bürokratım "bir yanlış emir verdi, Sayın Bakan ricada bulundu, buna da -tabiri caizse- yardımcı ol dedi" demedi; bir bürokratım, komisyona gelip "evet, Bakan bu talimatı verdi" demedi. Komisyon üyeleri burada, Başkan burada; ellerini vicdanlarına koysunlar...

Şimdi, neye olur vermişim, niye suçlanıyorum; size, bu yazıyı okuyacağım; 11 Ekim 2001 tarih, 4764 sayılı yazı; yazının sayı ve tarihini veriyorum ki, zabıtlara da geçsin; yazıyı okuyorum: "3096 sayılı Yasaya dayalı, 4 Eylül 1985 tarih ve 18858 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan, Türkiye Elektrik Üretim İletim AŞ ile Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ dışındaki kuruluşlara elektrik enerjisi üretim tesisi ve işletme izni verilmesi esaslarını belirleyen -özellikle, sayın milletvekillerimden istirham ediyorum; bakın, verdiğim olur- 85/9799 sayılı yönetmelik ve bu yönetmeliğe ek olarak çıkarılan yönetmelikler çerçevesinde, Halkalı Kâğıt Karton Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketi, Halkalı-İstanbul'da, kendisinin elektrik ve ısı ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, 5,066 megavat kurulu gücünde otoprodüktör elektrik ısı santralını tesis edip işletmek üzere, Bakanlığımıza başvurmuştur" deniliyor. "İlgili kuruluşların olumlu görüşleri kapsamında yapılan değerlendirmeler sonucunda, şirketin başvurusu uygun bulunmuş ve 1 Aralık 1998 tarihli 23540 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 98/11982 sayılı yönetmelik hükümleri doğrultusunda ve yakıt sorumluluğu -dikkatinizi çekmek istiyorum- tamamen şirkete ait olmak üzere,    İstanbul-Halkalı'da tesis edilip işletmesi planlanan 5,066 megavat kurulu gücünde doğalgaz, LPG ve motorin yakıtlı otoprodüktör elektrik santralı için Bakanlığımız ile Halkalı Kâğıt, Karton Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketi arasında sözleşme imzalanmasını, Genel Müdürlüğümüzün -sayın milletvekilleri, dikkatinizi çekiyorum- uygun görüşüyle olurlarınıza arz ederim." Kim; Genel Müdür Selahattin Çimen. Bu Selahattin Çimen şu anda nerede; şu anda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığında Müsteşar Yardımcısı. Demek, ne kadar düzgün iş yapmış ki, Sayın Bakanımız Hilmi Güler de kendisini taltif etmiş, Müsteşar Yardımcısı yapmış. Bu yazıda ne deniliyor; gösteriyorum size, yazı bu, Genel Müdür Selahattin Çimen imzalı ve eki 2 takım sözleşme: "Konuyla ilgili tüm işlemler kontrol edilmiştir. Uygun görüşle arz ederim. Müsteşar Yardımcısı Fikret Baran." "Uygun görüşle arz ederim. Müsteşar Doç. Dr. Yurdakul Yiğitgüden" Ben, olur vermişim.

Sayın milletvekilleri, elinizi vicdanınıza koyun. Ben, bu yazıya olur vermeyecektim de, ne yapacaktım?! Bununla ilgili bir şikâyet gelseydi, bununla ilgili bir şey gelseydi, ben de bunu müfettişe havale etmeseydim, suç işlemiş olurdum. Bana gelen örnek, bütün otoprodüktörlere ki, 39 tane ve bunların toplam kurulu gücü 874 megavat, Türkiye'nin kurulu gücü de 2004'te 35 000 megavat. Niye verilmiş bu, niye verilmiş; sanayici ucuz elektrik kullansın ve ısısından yararlansın... Sayın Hocam Lütfi Doğan yarın müracaat etti, geldi Enerji Bakanlığına "benim bir apartmanım var, ben, bir jeneratör kuracağım, bu jeneratörle ilgili olarak bunun ısısından yararlanacağım" dedi. Buna olur vermişim; bundan suçlanıyorum. Birinci isnat bu; otoprodüktör... Özellikle Sayın Komisyon Başkanıma da bakıyorum; başka isnat var mı? Tek tek cevap vereceğim, bütün olayları çok kısa açıklayacağım; çünkü, özellikle gecenin bu saatinde fazla zamanınızı almak istemiyorum.

İkinci isnat BOTAŞ'la ilgili. Şimdi, çok kısa...

AHMET YENİ (Samsun) - Karıştırma... Sayın Altıkulaç...

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Belki karıştırmış olabilirim ismi, karıştırmışsam özür dilerim; ismi belki karıştırmış olabilirim, onun için kusura bakmayın.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; doğalgaz konusuna ve BOTAŞ'a yapmış olduğu faaliyetlere gelince; şunu açık yüreklilikle ifade ediyorum, soruşturma komisyonu, rapor hazırlanırken lehe olan delilleri, maalesef, toplayamamış, bunun sonucu olarak da eksik soruşturmayla ilgili karar verme tehlikesi çıkmıştır. Şimdi de hakkımda kurulmuş olan Meclis soruşturma komisyonunun görevlendirmiş olduğu konunun dışında; yani, soruşturma önergelerinde iddiaların dışında konularla suçlanmaktayım. Bunlarla ilgili olarak da suçlandığım konu 3 tanedir; üçüncü fiyat revizyonu, Turusgazdan alınan indirimlerin geriye yönelik olarak tahsil edilmemesi, Mavi Akım sözleşmesinin feshedilmemesi ve Turusgaz Sözleşmesi (k) faktörünün kaldırılmaması.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizlerin ve Yüce Türk Milletinin huzurunda, bu konularla ilgili yetki ve sorumluluğum nedir, öncelikle bunu anlatmak istiyorum; bunu anlatırken, BOTAŞ tarafından yapılan işlemlerin yanlış olduğunu vurgulamak için değil, kendi yetki ve sorumluluklarında yaptıkları bu işlerden dolayı bürokratlarıma teşekkür etmek için söylüyorum.

BOTAŞ, bir kamu iktisadî teşekkülüdür; 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabidir; özerk bir tarzda ve ekonominin kurallarına uygun olarak yönetilir; Genel Müdür, Yönetim Kurulu Başkanıdır; Yönetim Kurulu kendi kararlarını alır ve uygular; bakan, Yönetim Kurulu kararlarını hiçbir zaman etkilemez ve imzalayamaz. Benim de, bakan olarak hiçbir yerde BOTAŞ'a müdahalem olmamıştır. Başta bu zeyilnamelerin altında imzası olan BOTAŞ'ın Genel Müdür ve bürokratları, komisyona geldiklerinde, kendilerine "bakanın bir müdahalesi oldu mu" diye sorulduğunda "hayır, hiçbir müdahalede bulunmadı, hiçbir toplantıya katılmadı" diyerek, kendilerine hiçbir müdahalede bulunmadığımı belirtmişlerdir. Hiçbir toplantıya katılmadım ve bunlarla ilgili kararları BOTAŞ almıştır; ama, ülke menfaatına almıştır.

Şimdi, sizlere çok önemli bir hususu arz etmek istiyorum; tekrar ediyorum, çok önemli bir hususu arz etmek istiyorum:

İstanbul Milletvekili Sayın Emin Şirin, Sayın Bakan Hilmi Güler'e, özetle, Ruslar ile 59 uncu Hükümet döneminde yapılan anlaşmayla ilgili Bakanlığın BOTAŞ üzerindeki yetkisinin ne olduğunu soruyor. İstanbul Milletvekili Sayın Emin Şirin'in sorduğu soruya, şu anki Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız Sayın Hilmi Güler'in, 11 Mart 2004 tarih ve 381,3730 sayılı yazıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı aracılığıyla verdiği cevabı aynen okuyorum:

"Cevap 3: Sözleşmelerin tarafı BOTAŞ'tır ve BOTAŞ'ın, sözleşme, müzakere ve mevcut sözleşmelerde değişikliğe gitme hak ve yetkisi mevcuttur. Söz konusu sözleşme müzakereleri BOTAŞ yönetimi tarafından yapılmış ve sonuçlandırılmıştır. Bakanlık olarak yapılan iş ise, konunun yakından takibinden ibarettir."

Şimdi, Sayın Emin Şirin, aynı konuda, Sayın Hilmi Güler'e bir soru daha soruyor, Sayın Bakan Hilmi Güler cevap veriyor.

"Cevap 5: Cevap 3'te verildiği, açıklandığı üzere, sözleşmelerin tarafı BOTAŞ'tır ve BOTAŞ'ın sözleşme, müzakere ve mevcut sözleşmelerde değişikliğe gitme hak ve yetkisi mevcuttur. Söz konusu sözleşme müzakereleri de BOTAŞ yönetimi tarafından yapılmış ve sonuçlandırılmıştır. Doğalgaz alım-satım anlaşmalarında fiyat revizyonları, tarafların rızasına dayanarak, belirli koşullar altında ve belirli aralıklarla yapılabilmektedir. Bu revizyonlar, fiyat formülünün tüm parametrelerinin değiştirilmesi manasındadır."

Şimdi, vicdanlarınıza seslenerek soruyorum: Bu konularla ilgili yetki ve sorumluluğun olmadığını defalarca beyan ettim; haydi, bana inanmadınız diyelim, şu anda görev yapan, 59 uncu hükümetin bir üyesi olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler'in verdiği cevapları dinlediniz, ona da mı inanmadınız?

Şimdi tekrar soruyorum: Yetki ve sorumluluk bu kadar açıkken, benim, burada, bu konuyla ilgili ne işim var?! Bu isnatlar, bana niye yöneltiliyor?! Niçin araştırma ve soruşturma açılıyor?! Yüce Divana sevk edilmem neden isteniyor, bir türlü anlamış değilim. Elini vicdanına koyan hiç kimsenin de anlayacağını zannetmiyorum.

BOTAŞ'ın çalışmalarına hiçbir müdahalede bulunmadığımı, hiçbir toplantıya katılmadığımı, yetki ve sorumluluğun BOTAŞ'a ait olduğunu biraz önce anlattım. Sayın Hilmi Güler, biraz önce söylediğim soru önergesine verdiği cevapta aynı şeyleri ifade ediyor: "Bakanlık olarak yapılan iş de, konunun yakından takibinden ibarettir" diyor. Şimdi tekrar ediyorum: O zaman bu konuyla ilgili ben niye suçlanıyorum?!

Geçmişte imzalanan anlaşmalar, protokoller, doğalgaz alım-satım sözleşmelerinin bana yöneltilen suçlamalarla ilgili kısımları hakkında, benimle birlikte çalışan dönemin Genel Müdürü Sayın Gökhan Bildacı'dan bilgi aldım. Önce, Turusgazdan geriye yönelik 58 266 606 dolar tahsil edilmemesi olayını açıklamak istiyorum. Tekrar ediyorum, bir tek sorumluluğum olmadığı halde; ama, bir vatandaş olarak da bunu açıklamakta fayda görüyorum. Turusgaz sözleşmesinde, fiyat revizyonuna olanak tanıyan madde numarası 9, fiyat ve miktar revizyonuna olanak tanıyan madde numarası 17'dir; ancak, 17 nci madde içerisinde geriye yönelik fark talep edilmesi konusu bulunmamaktadır. Soruşturma Komisyonu raporunda belirtildiği gibi, fiyat revizyonundan; yani, 9 uncu maddeden fiyat ve miktar revizyonu; yani, 17 nci maddeye doğru bir politika değişikliği, iddia edildiği gibi, 20 Ağustos 2001 tarihli yazıyla değil, Soruşturma Komisyonu raporunda gözardı edilen, 9 Nisan 2001 ve 30 Nisan 2001 tarihli yazılarla yapılmıştır.

Arkadaşlar, o tarihlerde ben bakan değilim. Tekrar ediyorum, o tarihlerde ben bakan değilim.

AHMET YENİ (Samsun) - Bir bakanın, yaptığı işlerden sorumsuz olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - BOTAŞ, Turusgazdan ilk fiyat revizyon talebini Temmuz 2000'de yapmış; ancak, sözleşmeye göre, hukukî olmayan bu talebi Turusgaz kabul etmemiş ve bu konuda BOTAŞ'a bir yazı göndermiş ve bu yazıları dosya halinde Soruşturma Komisyonuna vermiş olmama rağmen, Soruşturma Komisyonu raporunda bu konu gözardı edilmiş ve ısrarla fiyat revizyonu talebinin Temmuz 2000'den geçerli olması gerektiği vurgulanmış ve hukuken geçerli olmayan tarihe göre hesap yapılmıştır. Fiyat revizyonu için gerekli olan ve doğalgaz alım-satım sözleşmelerinde belirtilen koşullar oluşmamıştır. Rekabet Kurulunun 17 Ekim 2003 tarih ve 25262 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan, 8 Mart 2002 tarih ve 2-13/127-54 sayılı kararıyla 2002 yılı mart ayı itibariyle; yani, Turusgaz ve Gazexportun fiyat ve miktar görüşmeleri için masaya oturdukları tarihte BOTAŞ'ın almakta olduğu doğalgaz fiyatının, diğer Avrupa ülkeleriyle aynı olduğunu, hatta, ülkemizde evlerde kullanılan doğalgazın Avrupa fiyatlarının da altında olduğunu teyit eden kararından Soruşturma Komisyonu raporunda bahsedilmemiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bakın, şunu söyleyeyim: Herkes Türkiye'deki doğalgazı pahalı biliyor değil mi; şu anda televizyonlarda bizi izleyenler de "Türkiye'de doğalgaz çok pahalı" diyorlar. Türkiye'de bu konuya karar veren kim var; Rekabet Kurulu. Bakın, Rekabet Kurulu karar almış, Resmî Gazetede de bu karar yayımlanmış. Şimdi, 17 Ekim tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 8 Mart 2002 tarih ve biraz önce okuduğum sayılı Rekabet Kurulu kararını aynen okuyorum: "Bu çerçevede dağıtım kuruluşları açısından aşırı fiyatlandırmanın söz konusu olmadığı, BOTAŞ açısından ise, basında yer alan haberlerin aksine, ne ithalatta ne de satışlarda doğalgaz ticareti ve fiyatlandırması konusunda yakın pazarlarda geçerli olan koşullara ve fiyatlara aykırı bir hâkim durum istismarından söz edilemeyeceği; zira, ithalatta uluslararası petrol fiyatları dikkate alınarak belirlenen fiyatın AB ülkelerine ithalatta uygulanan fiyatlarla paralellik içerisinde olduğu, BOTAŞ ve dağıtım kuruluşlarının fiyatlandırmaları ve vergiler neticesinde ortaya çıkan satış fiyatlarının, sanayi kesimi açısından AB fiyatlarıyla uyumlu, evsel kullanım, sanayi kullanımı dışında kalan açısından ise AB fiyatlarının da altında olduğu; bu bağlamda, söz konusu şirketler hakkında soruşturma açılmasına gerek olmadığı..."

Şimdi, ben soruyorum: Fiyat revizyonu için  gerekli olan ve doğalgaz alım satım sözleşmelerinde belirtilen koşulların oluşmadığı, 2002 yılı mart ayındaki, biraz önce okuduğum, Rekabet Kurulu kararından anlaşılıyor mu; evet. Talep tarihi olan Temmuz 2000 geçerli mi; hayır. Gazexport ve Turusgaz bu talebi, tarihi kabul etmiş mi; hayır. Bu tarihin geçerli olmadığı Soruşturma Komisyonu raporunda da belirtiliyor mu; evet. Madde 9'un çalıştırılmadığı, BOTAŞ'ın Turusgaza yazdığı çeşitli yazılarda, bu madde yerine madde 17'nin çalıştırıldığı Soruşturma Komisyonu raporunda yer alıyor mu; alıyor. Madde 17 ne zaman çalıştırılmış, benim bakanlık dönemimden önce mi; evet. Madde 17'de geriye dönük ödeme hükmü var mı; yok. Madde 17'nin son paragrafına göre, taraflar mutabık kalırlarsa, fiyat revizyonu maddesi olan madde 9'daki geriye yönelik ödeme hükmünü kaldırabilir mi; evet. Tekrar soruyorum; o zaman, ben, uzun yazışmalardan sonra, 2000 yılı temmuz ayından beri sürekli olarak görüşmelere karşı çıkan, konuyu bir iki toplantıyla geçiştiren Gazexport ve Turusgazı 2002 Mart ayında masaya oturtan -hepsini geçiyorum; tek tek sayacaktım- ve Türkiye'ye 2 700 000 000 dolar, tekrar ediyorum, Türkiye'ye 2 700 000 000 dolar para kazandıran, Türkiye'de ilk defa, benim dönemimde, BOTAŞ tarafından fiyat ve miktar indirimi alan, ilk defa, 87 yılından bu yana, fiyat ve miktar indirimi alan o bürokratlara teşekkür etmem gerekmez mi?! Komisyon, teşekkür etti ve biraz önce, konuşmacı da söyledi; Bolu Milletvekilimiz, miktar ve fiyat indirimiyle ilgili "Zeki Çakan döneminde ilk defa yapılmıştır" diye kendisi de söyledi; zabıtlara geçti. O zaman, ben niye suçlanıyorum, anlamak mümkün değil.

FARUK ÇELİK (Bursa)- Sayın Çakan, yarım saati geçti...

ZEKİ ÇAKAN (Devamla)- Çok kısa...  Grup Başkanvekiliyken de fazla konuşmamaya özen gösteriyordum; ama, konuşmamın başında dedim ki: "457 sayfadaki isnatları tek tek cevaplandırayım, ondan sonra, vicdanınıza göre hareket edin."

Mavi Akımla ilgili suçlanıyoruz. Nedir; Mavi Akım niye feshedilmedi? Bakın, Mavi Akım Anlaşmasını ben yapmadım. Mavi Akım Anlaşmasıyla ilgili, hükümetlerarası bir anlaşma. Aynı zamanda, bu anlaşmayı teyit eden kanun var ve BOTAŞ ile Gazexportun yaptığı sözleşme var. Hükümetlerarası anlaşma, Meclisten kanunla çıkmış, arkadaşlar, ben, bu anlaşmayı nasıl feshederim? Bunu feshetmedim diye ben nasıl suçlanabilirim?

Artı, çok önemli bir şey söyleyeceğim; Mavi Akım, 2003... Şu anda biz görevde değiliz, Mavi Akımla ilgili olarak şu anda BOTAŞ'ın yaptığı ve Sayın Bakanın şu anda, bakanlık yaptığı dönemde yapılan icraatı söylüyorum; Mavi Akımdan 2003 yılı Kasım ayında günlük -arkadaşlar, sayın milletvekillerim, özellikle bu konuyu dinlemenizi istirham ediyorum- 11 000 000 metreküp gaz çekilmiş; anlaşmaya göre Mavi Akımdan çekilecek gaz günlük 6 000 000 metreküp. Benim dönemimde, bir taraftan BOTAŞ pazarlık yapıyor, Mavi Akımdan fiyat ve miktar indir diyor, diğer taraftan da Mavi Akım gazı Türkiye'ye lazım, bunu yükseltin diyor. 2003 yılı Kasım ayında Mavi Akımdan 11 000 000 metreküp gaz çekilmiş, 2003 yılı Aralık ayında Mavi Akımdan 19 400 000 metreküp gaz çekilmiş arkadaşlar. Anlaşmaya göre normal çekilmesi gereken gaz 6 000 000 metreküp, 19 000 000 metreküp çekilmiş -resmî rakam, internete girin, internetten aldığım rakam- 2004 Ocak ayında 19 500 000 metreküp gaz çekilmiş, 2004 Şubat ayında 18 000 000 metreküp gaz çekilmiş, 2004 Mart ayında 12 000 000 metreküp gaz çekilmiş, 2004 Nisan ayında 12 000 000 metreküp gaz çekilmiş, 2004 Mayıs ayında 11 900 000 metreküp gaz çekilmiş, 2004 Haziran ayında 11 000 000 metreküp gaz çekilmiş. Şimdi, biraz önce, konuşmacılar, Mavi Akımı niçin iptal etmediniz dediler; Mavi Akımdan alınan bu gaz olmasaydı, nereden doğalgaz bulunacaktı arkadaşlar? Batı hattından gelen gaz...

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - İran'dan...

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Hemen cevap vereyim; İran'dan dediniz... Batı hattından gelen gazın kapasitesi dolu, alınıyor, şu anda alınıyor. İran'dan doğalgaz alınıyor...

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Türkmenbaşı... Türkmenbaşı...

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Türkmenistan'dan alınacak doğalgazın projesi yok, iptal edilmiş. Şu anda 18 000 000 metreküp gaz çekiliyor; kovayla mı Türkmenistan'dan getireceksiniz Sayın Milletvekilim?

Ben, şu andan bahsediyorum. Türkiye'nin, şu anda almış olduğu doğalgazdan bahsediyorum.

Konuşmacı Milletvekili Sayın Mehmet Güner, benim ve Sayın Bakan Hilmi Güler tarafından miktar indirimi yapıldığını söyledi ve Mavi Akım feshedilmeliydi dedi. Biraz önce söyledim, Mavi Akımdan alınan gaz hatır için mi alındı sayın milletvekillerim? Tekrar ediyorum, Türkiye'nin ihtiyacı olan batı hattından gelen gaz tam kapasiteyle çalışıyor, İran'dan gelen gazın tamamı alınıyor ve Mavi Akımdan 6 milyar yerine 18 milyar metreküp gaz alınıyor. O zaman, ben, sorarım sayın milletvekilime ve Yüce Türk Milleti huzurunda sayın milletvekillerim sizlere, bu hükümet, bu Bakan, şu anda görevde olan Sayın Bakan günde 18 000 000 metreküp doğalgaz alıp da Taksim meydanında, Kızılay Meydanında yaktı mı? Boşa mı kullandı? Gözünüzü seveyim, boşa mı kullandı diyorum? Ve eğer, bu gaz, Mavi Akım feshedilseydi, Türkiye gazsız kalacaktı, ekonominin ağır bir bölümü çökecekti. Bu gazı, bu hükümet, Kızılay'da, Taksim'de yaktı mı?

FARUK ÇELİK (Bursa) - Gaz geldi, ekonomi çöktü.

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Ben, size onu söylüyorum, en önemli unsurlardan birini söylüyorum. Bakın, Mavi Akımdan alınan doğalgazın ne kadar önemli olduğunu Türkiye şu anda çekiyor, görüyor.

Çok önemli bir hususu söyleyeceğim size; doğalgaz fiyatlarını veriyorum, belki vermemem gerekli; açık söylüyorum, doğalgaz fiyatlarını veriyorum, belki vermemem gerekli; ama, Yüce Türk Milleti huzurunda suçlandığım için vermek mecburiyetindeyim. 2002 yılı Nisan ayı Mavi Akım fiyatını, yani, Mavi Akımla ilgili pazarlık yapıldığı andaki fiyatları veriyorum, en pahalıdan en ucuza. Bunlar, Meclis zabıtlarına geçiyor. Bu fiyatlar şunlar: Nijerya'dan alınan gaz 131 dolar; Cezayir'den alınan gaz 115 dolar; İran'dan alınan gaz 109 dolar; Turusgaz'dan alınan gaz 109 dolar; 6 milyar metreküp Rus gazı, 98 dolar; Mavi Akımla alınan gaz 90 dolar; tekrar ediyorum, Mavi Akımla alınan gaz 90 dolar, Türkiye'nin aldığı en ucuz gaz. BOTAŞ, Türkiye'nin aldığı en ucuz gazı iptal edecek de, sen en ucuz gazı nasıl iptal edersin diye BOTAŞ'a sormayacaklar mı arkadaşlar? BOTAŞ'a sormayacaklar mı; bu sene, 2003 ve 2004'te 18 milyar metreküp gaz çeken BOTAŞ, şimdiki dönemde bunu nasıl iptal edecek? Bunu nasıl iptal etmediniz diye, bu soru nasıl yöneltiliyor bana veya bürokratlara? Kaldı ki, Bakan Sayın Hilmi Güler'in dediği gibi, anlaşmada yetkili BOTAŞ'tır, Bakanın sadece denetim yetkisi vardır. Bunu, ben söylemedim -bana inanmadınız- Bakan Sayın Hilmi Güler söyledi, resmî olarak da Emin Şirin'e, imzasıyla gönderdi. Alın, gösteriyorum; Mavi Akım anlaşmasıyla ilgili anlaşma... Anlaşmada, yıl yıl alınacak gaz yazılmış, yıl yıl. Arkasında, gösteriyorum, 4357 sayılı Kanun... Anlaşma, kanuna bağlanmış. O zaman, ben, nasıl, neden suçlanıyorum; anlamak mümkün değil.

(K) faktörüne gelince... Biraz önce arkadaşlarımız, sayın milletvekilleri (K) faktörüne değindiler, ben çok kısa değineceğim. Benim dönemimde, (K) faktörüyle ilgili "düşürülmesi dahi teklif edilemez" denilmiş; 10 dolardan 4 dolara düşürülmüş; yani, 10 doların 6 doları düşürülmüş, 4 dolar olmuş. Sayın Komisyon Başkanımız ve üyeleri de burada; ilk defa "düşürülemez" denilen (K) faktörü, benim dönemimde, 6 dolar düşürülerek, 10 dolardan 4 dolara düşürülmüş. (K) faktörüyle ilgili olarak da -burada zamanınızı almak istemiyorum- yapılan bütün işlemlerle ilgili, komisyona, BOTAŞ Genel Müdürü bilgi verdi. O nedenle, çok detaylı anlatacaktım; ama, sizlere söz verdim, onunla ilgili olarak çok kısa değinip, olaylara geçiyorum.

2 Mayıs 2003 tarihinde Turusgaz'a ek mektupla verilmiş olan ve daha sonra BOTAŞ tarafından bir yıl uzatılan süre doluyor, 2 Mayıs 2003 tarihinde Turusgaz Sözleşmesi fesih hakkı doğuyor mu; evet doğuyor. Peki, 2 Mayıs 2003 tarihinde Turusgaz Sözleşmesi neden feshedilmedi? Ben cevap vereyim. Tekrar ediyorum, 2 Mayıs 2003 tarihinde, yani, şimdiki dönemde niye feshedilmedi; doğruyu yaptılar; çünkü, doğalgaza ihtiyaç var. Buradaki anlaşmayı şimdiki Bakan feshedemezdi.

Şimdi, suçlandığım bir başka konuya geçiyorum. Müsteşar Sayın Yurdakul Yiğitgüden'i... Bir soruşturma izni istenmiş. Bir bakanı Yüce Divana sevk edebilmek için önüne konulan meselelere bakın. Sayın Müsteşar için bir konuyla ilgili savcılık bir yazı yazmış ve bu konuyla ilgili soruşturma izni istemiş. Ben de bu yazıyı Teftiş Kurulu Başkanlığına havale etmişim. Teftiş Kurulu Başkanlığında, Müfettiş Savaş Erdem, Müfettiş Mustafa  Eminoğlu, Müfettiş Bülent Korkmaz ve Müfettiş Tuncay Yaman'dan oluşan bir heyet kurmuşuz ve bu heyet 40 gün çalışmış. 40 gün sonra, 4483'e göre soruşturma izni verilmemesine karar verip, bana rapor göndermişler ve ben de olur vermişim. Olay bununla bitmemiş. Suçlandığım konu, Teftiş Kurulunun vermiş olduğu yazıya olur vermişim. Olay bununla bitmemiş. Olay, aynı konuda Danıştaya gitmiş. Hepiniz bilirsiniz, devleti çok iyi tanıyorsunuz; ben izin vermediğim zaman, savcılık Danıştaya gidiyor. Buyurun, Danıştay kararı; gösteriyorum arkadaşlar; benim olur verip de, yani, soruşturma izni vermeyip de suçlandığım konuyla ilgili Danıştay karar vermiş; işlemden kaldırılması...

Şimdi, Danıştay üyelerini Yüce Divana sevk mi edeceksiniz?!. Danıştay işlemden kaldırılmasına karar vermiş, işte Danıştay kararı . Danıştay kararı "Başkan Sabri Coşkun, üye Muammer Oktay..." okumuyorum. Danıştay kararı, esas no:2001-1579. Karar no:2001-3085. Suçlandığım konu bu.

Bakan olarak bir başka suçlandığım konu; Çayırhan'la ilgili 4 tane olur vermişim. Başka suçlanabileceğim hiçbir konu bulunamadı. 4 tane olur vermişim. El insaf diyorum, başka hiçbir şey demiyorum. Bu olurların son paragrafını okuyorum, neye olur vermişim: "TEAŞ Genel Müdürlüğü, Hukuk Müşavirliğimiz ve ekteki Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığının tayin ettiği 3 öğretim üyesinin görüşleri  dikkate alınarak yürürlükteki imtiyaz sözleşmesinin tarafı olan Bakanlığımızın sorumluluğunun -dikkatinizi çekiyorum arkadaşlar- doğmaması için Genel Müdürlüğümüzün uygun görüşüyle  olurlarınıza arz ederim."

Buyurun, yazı burada; Selahattin Çimen Genel Müdür, Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığı görüşü 7 sayfa, "konuyla ilgili tüm işlemler kontrol edilmiştir, uygun görüşle arz ederim, Fikret Baran Müsteşar Yardımcısı; uygun görüşle arz ederim, Müsteşar." Ben de olur vermişim. Bu yazıya olur vermeyecektim de ne yapacaktım?! Dört yazıya olur vermemden dolayı suçlanıyorum.

Şimdi, ikinci yazıyı gösteriyorum. Detayını okumuyorum, son üç cümlesini okuyorum: "Netice itibariyle, 3 üncü ve 4 üncü ünitelerin fillî devrinin gerçekleşmesine kadar geçerli olmak üzere, Çayırhan Termik Santralının 1 inci ve 2 nci üniteleri ikinci işletme yılı 1.7.2001-30.6.2002. Enerji satış tarifesi 4,951 sent/kilovat/saat ve ek devreye alma start bedeli 16,065 dolar olarak uygulanması hususunu, Genel Müdürlüğümüzün uygun görüşüyle arz ederim" demiş Selahattin Çimen. "Konuyla ilgili tüm işlemler kontrol edilmiştir, uygun görüşle arz ederim, Fikret Baran"; "uygun görüşle arz ederim, Müsteşar," "olur, Zeki Çakan." Bundan suçlanıyorum.

Aynı şekilde, aynı mahiyette diğer bir yazı, aynı genel müdür vermiş, ondan suçlanıyorum. Zamanınızı almak istemiyorum; çünkü, söz verdim. Dördüncü yazı da bu, bundan suçlanıyorum. Benim olur vermemden başka suçlandığım hiçbir konu yok. Bu oluru vermeyecektim de, ben, ne yapacaktım arkadaşlar?!

Yine, suçlandığım bir konu, bir bürokrata soruşturma izni vermemişim; tekrar ediyorum, bir bürokrata soruşturma izni vermemişim. Ne yapılmış o bürokratla ilgili; Teftiş Kurulu Başkanlığı şöyle bir yazı yazmış: "Bakanlığımca rapor neticelerine iştirak edildiğinden, makamlarınca da tasvip buyurulması halinde, söz konusu yönetim kurulu kararlarının hukukî geçerliliğinin tespiti için Danıştaydan istişarî görüş istendiği halde, bunun sonucunu beklemeden Bakanlığımızdan da soruşturma talep etmek suretiyle çelişkili bir tutum sergileyen TEAŞ eski Genel Müdür Vekili Ömer Esirgemez'in yazılı olarak uyarılmasıyla, raporda yapılan öneri doğrultusunda gerekli işlemlerin yerine getirilmesi için ilgili genel müdüre talimat verilmesini onaylarınıza arz ederim."

Kim demiş; Teftiş Kurulu Başkanı. Buna olur vermişim. Ben buna olur vermeyeceğim de neye olur vereceğim; Teftiş Kurulu başkanından geliyor.

Olay bitmedi. Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu Başkanımız Sayın Azmi Ateş'i biraz önce gördüm; kendisi burada mı, bilmiyorum. Konu, Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunda gündeme gelmiş. Hatta, Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. Savcılık, bana bahse konu oluru getiren Teftiş Kurulu Başkanı için Bakanlıktan soruşturma istemiş. Şimdiki Bakan Sayın Hilmi Güler, 9 Ocak 2004 tarih ve 1/64 sayılı soruşturma izni verilmemesine dair karar almış ve bu kararı da savcılığa göndermiş. Buyurun... Şu anda, Cevdet Malkoç, Bakan adına, Teftiş Kurulu Başkanı Vekili, Sayın Bakanın soruşturma iznine gerek... Yani, şimdiki Bakan benim yaptığım işleme doğru diyor, soruşturma izni vermiyor. Vermeyince, savcılık ne yapmış; işlemden kaldırma kararını almış. Sayın Bakanın görüşüne katılmış "ben, Sayın Bakanın görüşüne katılıyorum, Danıştaya da itiraz etmiyorum ve bu konuyu işlemden kaldırıyorum" demiş. Bundan suçlanıyorum.

Aktaş Elektrik ve Kayseri Elektrikle ilgili suçlanıyorum. Değerli arkadaşlar, fazla detaya inmeyeceğim; çünkü, burada gerekli açıklamaları yapacaktım.

Özellikle grup başkanvekillerimden istirham ediyorum, şu konularla ilgili... Çok önemli açıklamalar bunlar. Danıştay, AKTAŞ'ın imtiyaz sözleşmesini 27 Mart 2002'de iptal etti. Günlerden çarşamba. Televizyondan öğrendim. Ben, Bakanlık koltuğunda oturuyorum. Çarşamba günü bütün bürokratlarımı topladım "Danıştay Aktaş'ı iptal etti arkadaşlar, ne yapacağız" dedim. Bana "efendim, Danıştay kararı bize tebliğ edecek -bize tebliğ etmesi en az 10 gün alır- tebliğ ettikten sonra bir ay içinde -hukukçular var- el koymamız lazım, bir ayı geçirmememiz lazım" dediler. Çarşamba gece saat 2'ye kadar toplantı yaptım, perşembe saat 2'ye kadar toplantı yaptım, cuma gece saat 3'e kadar toplantı yaptım. İstanbul'da -Anadolu yakası- Aktaş'a el koyuyorsunuz; ÇEAŞ-Kepez gibi. Pazar günü, gece saat 1'de, 8 tane arabayla, avukatlarımı İstanbul'a gönderdim. Danıştayın kararı bize tebliğ edilmedi. Yaptığım iş -burada, sayın milletvekillerinden, bu işi bilenler var; gözüme çarpıyor- aslında, hukuka uygun değil. Danıştay kararı gelmeden nasıl el koyacaksınız?! Pazartesi sabahı, Nermin Berk'i -Müsteşarı- Danıştaya gönderdim. Saat 08.00'de Danıştay açıldı, kararı tebellüğ ettirdim, İstanbul'a giden avukatlar bankada bekledi, saat 09.00'da bankada avukatlara bu kararı tebliğ ettim, bütün hesaplarına el koydurdum. Bir ayı beklemedim. Niye beklemedim; bir ayda, Aktaş, 80-100 trilyon para topluyordu. Bu para, fakir fukaranın parasıydı. Ben, bu parayı Aktaş'a aldırmamak için, Danıştay kararını beklemeden buna el koydum. Bunun için suçlanıyorum.

Kayseri Elektriğin eski Genel Müdürü burada milletvekili; şu anda karşımda; AK Parti milletvekilimiz. Kusura bakmayın, isminizi unuttum. Kayseri ve Aktaş Elektrikle ilgili bütün denetimlerimi yaptım. Aktaş ve Kayseri Elektrikle ilgili -Türkiye'deki bütün vatandaşlarımın ve sizin dikkatinizi çekiyorum- 1 katrilyon 300 trilyona varan mahsuplaşmayla ilgili, 40 trilyon mahkeme masrafı yatırarak -40 trilyon mahkeme masrafı yatırarak- ilk defa, denetimi yapıp, mahsuplaşmayı mahkemeye verdim. Bu mu benim suçum?! Bu mu benim suçum?! İlk defa, ilk defa, 40 trilyon mahkeme masrafı yatırıldı ve bu da komisyon raporunun sayfalarında tek tek yazılıyor. Sayın Komisyon Başkanımız çok iyi bilir. "2001 yılında denetimle ilgili bu görevler yapılmıştır" diye komisyon raporunda da yazıyor.

Şimdi, en büyük suçlarımdan birine geliyorum: Yüce Türk Milleti izliyor, siz izliyorsunuz: ÇEAŞ'a, Kepez'e denetim yaptırmamışım. Tekrar ediyorum; ÇEAŞ ve Kepez ile ilgili denetim yaptırmamışım. Bütün Türkiye ne biliyor: "Geçmişteki bakanlar görevini yerine getirmedi, ÇEAŞ ve Kepez ile ilgili olarak denetim de yapmadılar. Bu bakanlar burayı peşkeş çektiler" diyorlar; ama, olay böyle değil. Hepinizin vicdanı var, hepinizin çoluk çocuğu var. Olay böyle değil. Tarihî bir yazı okuyorum, tarihin derinliklerine bırakacağım bir yazı okuyorum: 18 Temmuz 2002, ÇEAŞ ve Kepez ile ilgili bakanlık makamına bir yazı yazılıyor. O yazıda şu deniyor: "Genel Müdürlüğümüzün uygun görüşü ve teklifi üzerine 14.2.2002 tarih ve 824 sayılı makam oluru ile ÇEAŞ ve Kepez Elektrik T.A.Ş'nin tüm işletme faaliyetlerinin ve Berke Barajına ilişkin yatırımların denetlenmesi kararı alınmış olup, denetim heyeti listesi ve denetleme usul ve esasları yine Genel Müdürlüğümüzün uygun görüş ve teklifi üzerine -tarihlere dikkat edin- 13.3.2002 tarih ve 1258 sayılı makam oluru ile -yani benim olurum ile- belirlenmiştir. Bakanlığımız ve ilgili kuruluşlara mensup 10'ar kişinin katılımıyla oluşan iki ayrı komisyon, 26.3.2002-15.2.2002 -benim döneminde- arasında ÇEAŞ'ın, 1.4.2002 ve 15.2.2002 tarihleri arasında Kepez Elektrik T.A.Ş'nin 2001 yılı faaliyetlerinin denetlenmesi çalışmalarını tamamlayarak, denetim raporlarını 13.6.2002 tarihinde Bakanlığımıza teslim etmişlerdir. Söz konusu raporlar iki nüsha halinde ekte takdim edilmiş... Rapor doğrultusunda gereği yapılacaktır."

Berke Barajı hiç gündeme gelmiyor değil mi? Bakın, ben ne yapmışım: "5 kişiden oluşan Berke Barajına ilişkin denetleme komisyonu raporu sonuçlanma aşamasındadır. Rapor tamamlandığında, aynı usulle makamlarınıza takdim edilecektir. Raporda belirtilen hususlar konusunda, şirketler, Bakanlığımızın müteaddit yazılarıyla uyarılmış olmalarına rağmen, bugüne kadar bir sonuç alınamamıştır. Bu durumda, şirketlerle ortaya çıkan ihtilaflı hususların ivedilikle çözüme kavuşturulması için, konuların, hukuk müşavirliğince imtiyaz sözleşmelerinin 6/H ve 19 uncu maddeleri -bunlar sözleşmenin fesih maddeleridir; yani, şu anda, ÇEAŞ ve Kepez'i buna göre feshettiniz- uygulanması da dahil olmak üzere, hukuk boyutları itibariyle değerlendirilmesinden sonra, her bir sorun ve hukukî ihtilaf hakkında izlenecek yasal yolun kararlaştırılmasını müteakip gereği yapılacaktır."

Şimdi, yine söylüyorum, tarihe not geçiyorum. Buraya ne yazmışım ben, biliyor musunuz? Bakın, kendi el yazımla... Bakan olarak, o dönemde bu yazıyı yazmak kolay değildi, o dönemde -biraz sonra açıklayacağım- el yazımla şu yazıyı yazmışım: "Sayın Müsteşar, konuyla ilgili bilgi edinilmiştir. Kamu menfaatı açısından, konunun titizlikle ele alınıp, başta hukuk müşavirliği olmak üzere, bağlı ve ilgili kuruluşlarca da gereğinin teminini ve yargı mercilerine gerekli her türlü bilgi ve belgelerin gönderilmesini rica ederim." Tarih 18.7.2002, bakan olarak ben imzalamışım.

Allahaşkına soruyorum. Bir daha soruyorum, Allahaşkına soruyorum. Bir bakan, bundan fazla denetim yapabilir miydi? Bir bakan, bundan fazla denetim yapabilir miydi? Ve bununla ilgili olarak, ben, 25 kişilik komisyon kuruyorum, bütün denetimler yapılıyor ve bu denetimler neticesinde, rapor bittiği anda da ÇEAŞ ve Kepez'e el konulacak. İşte bu konu da, o zaman, orada başlamıştır. Kaldı ki, o dönemde -6 tane televizyonu, 5 tane gazetesi- bu denetimi yaptırdığım için, her gün gazetelerde sayfa sayfa aleyhime yazı yazdı; ama, cesurca o denetimleri yapma ve altına bu yazıyı yazma gereğini duydum, sorumluluğum bunu gerektiriyordu.

Bir de, mobil santralla ilgili suçlanıyorum. Anladım sıkıldınız; ama, çok az kaldı. Mobil santralla ilgili hiçbir şey yapmamışım! Grup başkanvekiliyim. Yine o dönemde görev yapan arkadaşlarımdan birisi de burada; isim vermek istemiyorum. Biraz önce söyledim, yap işlet, yap işlet devret, işletme hakkı devri, mobil santral; hiçbir ihale de yapmadım. Bartın'a mobil santral ihalesi yapılmış, Bakanlar Kurulu TEAŞ'a yetki vermiş 1998, 1999 yıllarında; Bartın'a mobil santral kurulmasıyla ilgili TEAŞ'ın verdiği ihaleyle, ihaleyi kazanan firma oraya santralı kuruyor. Santral, oradan, yine TEAŞ'ın yetki ve sorumluluğunda -ki, Bakanlar Kurulu TEAŞ'a yetki vermiş, bakana değil. Müdahale etsen bile yetkin yok- santralı oradan almışlar.

Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı şu yazıyı yazmış: "Bartın'da kurulması planlanan ve daha sonra çeşitli sorunlar nedeniyle kurulmasından vazgeçilen 100 megavatlık fuel oil santralının Samsun'a kurulması konusunda Büyükşehir Belediye Başkanlığı olarak her türlü katkıyı vermeye, kuruluş yerinin sorunlarını çözmeye hazır olduğumuzu bildirir, saygılar sunarım.

Yusuf Ziya Yılmaz

Büyükşehir Belediye Başkanı"

Biraz önce bir değerli milletvekilimizle konuştuk. Bu santralda, TEAŞ karar vermiş, şartnamesi, sözleşmesine göre oraya nakil hakkı var; nakletmiş. Bunda benim suçum ne arkadaşlar; Bakan olmam mı?!. Bir talimatım yok.

Biraz önce bir milletvekilimiz "olur verdi" dedi. Fazla inceleme yapmadan onu söylediğini düşünüyorum -isim de vereyim- Milletvekilimiz Sayın İlyas Sezai Önder, benim için "olur verdi" dedi. Zinhar... Olur verme yetkim de yok. Bakanlar Kurulu TEAŞ'a vermiş; ne bir olurum var ne bir talimatım var... Araştırma komisyonu bu bürokratların tamamını çağırdı, bir tanesi "bana, bakanım bu konuda talimat verdi" demedi; vermedim ki...

AHMET YENİ (Samsun) - Enerji Bakanı ne iş yapar, anlayamadık. Hiçbir şeyden sorumlu değilsiniz...

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Kanunlara, yönetmeliklere uygun şekilde hareket eder; ben, hep onu yaptım. Bakanlık, benim 17 nci görevim; 27 yıl kamu hizmetim var, bakanlık 17 nci görevim; 17 görevimde, bugüne kadar bir tek soruşturma, araştırma geçirmedim, bütün teftişlerimi teşekkürle verdim; ilk defa, bir soruşturma ve araştırmaya muhatap oluyorum.

Keşif artışlarıyla ilgili çok detaylı şeyler söyleyecektim; ama, söylemiyorum. Bir tek, neye olur vermişim, bunu söylüyorum; genel müdürün yazdığı yazının son paragrafını okuyorum: "Bu defaki keşif artışıyla birlikte toplam keşif bedelinin 1 176 404 370 000 olarak belirlenmesi ve artış gösteren işlerin..." Arkadaşlar, istirham ediyorum... "...2886 sayılı Kanunun 63 üncü maddesi ve sözleşmeye ekli Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesinin 19 uncu maddesi gereğince aynı sözleşme ve şartname hükümleriyle aynı yükleniciye yaptırılması hukuk müşavirliğimizce de uygun görülmüş olup, uygun görüşle arz ederim." Genel müdür bana bu yazıyı yazıyor. "Konuyla ilgili tüm işlemler kontrol edilmiştir. Uygun görüşle arz ederim. Müsteşar Yardımcısı", "Uygun görüşle arz ederim. Müsteşar" Olur veriyorum... Ben, buna olur vermeyecektim de ne yapacaktım?!

Bununla ilgili olarak -zamanınızı almak istemiyorum- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, hepsinin -komisyonda söyledim- kararları var. Burada, komisyonun da gözden kaçırdığına inandığım, 22 Eylül 2003, 5600 sayılı bir yazıyı okumak istiyorum. Proje İnşaat Daire Başkanı, keşif artışıyla ilgili olarak -bu, bütün her şeyi özetliyor- Soruşturma Komisyonunun isteği doğrultusunda Bakanlık Teftiş Kurulunun kendisine yönelttiği sorulara cevap veriyor; tarih 22 Eylül 2003, sayı 5 600. Bu yazının imzalı sureti elimde. Bu yazıda ne diyor: "Teftiş Kurulu Başkanlığına. Bakanlığımız müfettişliğinin 12.9.2003 tarih ve 502 sayılı yazısında yer alan Daire Başkanlığımızla ilgili hususlarda görüşümüz aşağıda belirtilmiş olup, ilgili belgeler ekte gönderilmektedir. 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 'Sözleşmede belirtilen işin artış ve eksilişi' başlıklı 63 üncü maddesinin 'yüzde 30 oranından fazla artış; temel, tünel ve benzeri işler ile tabiî afetler gibi nedenlerden ileri gelmiş ise; idarenin isteği, müteahhidin kabulü ve ilgili bakanın onayı ile süre hariç, aynı sözleşme ve şartname hükümleri içinde yüzde 30'u geçen işler de aynı müteahhide yaptırılabilir' hükmü uyarınca alınan Bakanlık olurları ve mukayeseli keşif cetvelleri ekte gönderilmektedir. Bakanlık olurları incelendiğinde, keşif artışı verilmesinin sebep, gerekçe ve dayanaklarının, bunların gereklilik ve yerindeliğinin neler olduğu, her iş için ayrı ayrı belirtildiği görülecektir. Ek: 18 adet klasör içinde 57 adet işe ait Bakanlık olurları ve mukayeseli keşif özetleri." Bakın, Sayın Komisyonun da aldığı, ama, nasıl aldığı bir yazıyı... Ne diyeyim?..

BAŞKAN - Evet, Sayın Çakan, buyurun.

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Bir şey demiyorum. Bir yazıyı okumak istiyorum. Bir şey söyleyemiyorum bu yazıyla ilgili. Bu yazıda, Proje İnşaat Daire Başkanlığı; yani, en yetkili Daire Başkanı diyor ki: Ayrıca, keşif artışı sözleşmede belirtilen işin artışı ve eksilişi bugüne kadar çıkmış kanunların hepsinde (6200 sayılı Kanunun 34 üncü maddesi gereğince tatbik edilecek esaslar ek-2'de, 2490 sayılı İhale Kanunu ek-3'te, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ek-4'te ve 4964 sayılı Kanunda yapılan değişiklikle Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ek-5'te)  yer almaktadır. Bu itibarla, keşif artışı uygulaması yasaldır."

Arkadaşlar,  bu yazının bir bölümü -tekrar ediyorum; bu yazının bir bölümü- komisyon raporuna alınıyor, esas bölümü komisyon raporuna alınmıyor.

"Keşif artışı uygulaması verilmesinde yarar görülen işler ayırım yapılmaksızın yapılmıştır. Keşif artışı verilmemesi durumunda iş tasfiye edilerek, kalan iş kısmı yeniden ihale edilecektir." Ne diyor biliyor musunuz Daire Başkanı: "Bu durumda, yeni ihalede tenzilatın Hazine aleyhine oluşması halinde aradaki farkın sorumlusu yetkili makam olacaktır" diyor; yani, ben olacağım. Ne diyor: "Tasfiye ve yeniden ihale işlemleri arasında geçen sürede en az bir yıl projedeki üretim kaybının sorumlusu yetkili makam olacaktır" diyor; yani, ben olacağım vermezsem. Başka ne diyor: "Tasfiye ve yeniden ihale işlemleri arasında geçen sürede ilave ödemeleri gerektiren ve hatta, can ve mal kaybına neden olacak durumların (çökme, heyelan, taşkın) sorumlusu yetkili makam olacaktır" diyor. "Aynı işin birden fazla müteahhit tarafından yapılması durumunda ise meydana gelecek bir hasardan sorumlu tutulacak muhatap bulunamaması halinde yetkili makam sorumlu olacaktır" diyor. "Bu itibarla, söz konusu keşif artışı uygulaması incelemesinde yukarıda belirtilen hususların dikkate alınmasının uygun olacağı düşünülmektedir" diyor ve devam ediyor.

Şimdi "keşif artışı uygulamasının verilmesinde yarar görülen işlerin ayırım yapılmaksızın yapıldığı..." Biraz önce okuduğum bütün işlemlerle ilgili olayın yer aldığı komisyon raporuna yazılıyor arkadaşlar, aynı işin birden fazla müteahhit tarafından yapılması durumunda işte meydana gelecek bir hasardan sorumlu tutulacak muhatap sorunların yaşanabileceği, Soruşturma Komisyonu raporuna yazılıyor da, biraz önce okuduğum orijinal her bölümden sonra "aksi takdirde, yetkili makamın sorumlu olacağı" niçin yazılmıyor?.. Sayın Komisyon Başkanım, Soruşturma Komisyonu raporu önünde olan arkadaşlarım 427 nci sayfayı lütfen açsın, 427 nci sayfayı lütfen açınız. Tekrar ediyorum; aynı yazıda, İnşaat Daire Başkanı diyor ki: "Bunlar olmazsa yetkili makam sorumlu olacaktır." "Sorumlu olacaktır" lafı orada yok; hepsinden çıkarılıyor.

HAMZA ALBAYRAK (Amasya) - Sayın Bakan, yetkili makamın sorumlu olacağı çok doğaldır; yetkinin olduğu yerde sorumluluk vardır efendim.

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Mutlaka; ama, bu, komisyon raporunda yazılmıyor arkadaşlar.

Şimdi, ben, size şunu söylüyorum ve en son, 3-4 sayfa sonuç bölümünü okuyorum...

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Zeki Bey, kısa lütfen.

ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Teşekkür ederim; kısa, kısa.

Biraz önce, hakkımdaki tüm isnatların, devletin en üst kademelerindeki bürokratlarına, yetki ve sorumlulukları çerçevesinde, kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun olarak ve uygun görüşle getirdikleri yazılara olur vermemden; diğer suçlandığım konu da denetim görevini yerine getirmediğimden... Bakanlık görevim esnasında bu denetimlerin nasıl titizlikle yerine getirildiğini açıkladım. 477 sayfadan oluşan Soruşturma Komisyonu raporunda tarafıma isnat edilen başka hiçbir suçlama bulunmamaktadır.

Bakın, özellikle şunu belirtmek istiyorum: 2001-2002 yıllarında, Bakanlık yaptığım dönemde, 7 enerji KİT'i, 2002 yılında 1 katrilyon 851 trilyon kâr etmiştir. Tekrar ediyorum: Bakanlık yaptığım dönemde, 1 katrilyon 851 trilyon, 7 KİT kâr etmiştir. 18 ayda, Bakanlık yaptığım dönemde, başka bu tür kâr eden bir KİT var mıdır, soruyorum.

Yine, 18 Kasımda görevden ayrılırken, Sayın Bakan Hilmi Güler'e, 1 katrilyon 755 trilyon nakit para bıraktım. Tekrar ediyorum; ayrıldığım gün, 18 Kasımda 1 katrilyon 755 trilyon nakit para bıraktım. Buyurun, 7 enerji KİT'indeki müsteşar, müsteşar yardımcısı ve genel müdürlerin imzası. 1 katrilyon 755 trilyon 537 milyar para bıraktım. Ayrıca, BOTAŞ, yüzde 830 kâr etti ve BOTAŞ'ın da 555-560 trilyon net kârını bıraktık ayrılırken.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gecenin bu saatinde, aslında çok detaylı bilgiler vereceğim; ama, bir sayfam kaldı, bitiriyorum. Soruşturma Komisyonunun hazırladığı 477 sayfalık rapor, kısa bir süre önce, siz değerli milletvekillerine dağıtıldı. Bu sıralarda geçmiş dönemlerde milletvekili ve grup başkanvekili olarak görev yapan bir eski parlamenter olarak, böylesine yoğun Parlamento gündeminde tüm milletvekili arkadaşlarımın yeterince raporu inceleyemeyeceklerini düşünerek, rapor içinde ismimin geçtiği her konuda tüm detaylarıyla bilgi vermeye çalıştım; ama, bunu da çok kısa tutmaya çalıştım.

Soruşturma Komisyonu dört ay süreyle çalıştı. Ondan önce de Türkiye Büyük Millet Meclisi Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu aylarca çalıştı. Bu süreçte, yüzlerce kişinin bilgisine başvuruldu, binlerce evrak istendi. Neticede, aleyhimde bir tek beyan, bir tek belge, kişisel olarak bir tek beyan, bütün bürokratlarım tarafından bir tek suçlama, bir bakan olarak, ricada bulunduğum söylenmedi, Komisyon raporunda da yer almadı; ancak, ne yazık ki, tamamı asılsız isnatlarla, hukukî temelden yoksun, mücerret anlatımlarla suç ve suçlu yaratılmaya çalışıldı. Raporun kimi bölümlerinde bilgi ve belge saklanarak, kimi bölümlerinde ise gerçekler saptırılarak bu rapor oluşturuldu. "Saklanarak" diyorum; çünkü, o belgeler, biraz önce söylediğim, ÇEAŞ ve Kepez'le ilgili o belgeler dahi gelmedi.

Konuşmamın başlangıcında ifade ettiğim 27 yıllık devlet hayatı tecrübemle ve bunun 18 ayı olan Enerji Bakanlığım süresince yapmış olduğum çalışmalarımda hukuka, yasalara aykırı en ufak bir eylem ve işlemim olmamıştır. Bütün idareciliğim boyunca açıklık, şeffaflık ve katılımcılığı kendime şiar edindim ve bu prensiplerimi de, tüm bürokratlarıma defalarca söyledim ve tüm icraatlarıma yansıttım.

Hakkımda verilecek karar siyasî olmaktan öte hukukî nitelik taşıyacaktır. Bu nedenle, ileri sürülen iddialara ilişkin cevaplarımı göz önüne alarak vereceğiniz oy, vicdanlarınıza kalmış bir sorumluluktur. Bugün bana yapılmak istenen bu haksızlık, hiç arzu etmem; ama, bir gün sizlerin de başına gelebilir. Şerefime ve vatan hizmetiyle dolu namuslu geçmişime yönelik bu vahim hatayı düzeltme görevi, sizlerin vicdanlarına düşen bir sorumluluktur.

Beni sabırla dinlediğiniz için hepiniz teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çakan.

Sayın milletvekilleri, Meclis Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Komisyon raporunda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan'ın Yüce Divana sevki istenmektedir.

Şimdi, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan'ın Yüce Divana sevklerini isteyen Komisyon raporunu oylarınıza sunacağım; ancak, raporun oylama şekline dair önergeler vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarındaki 622  sıra sayılı Komisyon raporunun ayrı ayrı oylanması hususunda gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

            Dursun Akdemir

                 Iğdır

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

622 sıra sayılı Soruşturma Komisyonu raporunun Genel Kuruldaki oylamasının, raporda adı geçen Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan hakkında ayrı ayrı yapılması için gereğini arz ederiz.

 

Mustafa Ataş

Ünal Kacır

Mustafa Tuna

 

İstanbul

İstanbul

Ankara

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(9/4, 7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun 622 sıra sayılı raporunun netice ve karar kısmında Yüce Divana sevklerine karar verilen Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında Anayasanın 100 ve İçtüzüğün 112 nci maddeleri uyarınca yapılacak gizli oylamanın ayrı ayrı yapılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Kemal Sağ

Bayram Meral

Tacidar Seyhan

 

Adana

Ankara

Adana

 

Mustafa Özyürek

Nadir Saraç

 

 

Mersin

Zonguldak

 

 

BAŞKAN - Önergelerin üçü de aynı içerikte olduğu için birlikte oylamaya sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, kabul edilen önergeler doğrultusunda, komisyon raporunun Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarındaki bölümlerini ayrı ayrı oylayacağız.

Önce, komisyon raporunun Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Cumhur Ersümer'in Yüce Divana sevkine dair hükmünü oylarınıza sunacağım.

Anayasanın 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında "Yüce Divana sevk ancak üye tamsayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla alınır" hükmü, İçtüzüğün 112 nci maddesinin altıncı fıkrasında da "Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt çoğunluğu ile alınır" hükmü yer almaktadır.

Bu nedenle, oylamayı gizli oylama şeklinde yapacağız ve raporun kabul edilmesi için 276 oyu arayacağız.

Toplantı yetersayısı olmak kaydıyla, gizli oylamada kabul oyu 276'nın altında olduğu takdirde, Yüce Divana sevk kabul edilmemiş olacaktır.

Gizli oylamanın ne şekilde yapılacağını arz ediyorum:

Komisyon ve hükümet sıralarında yer alan kâtip üyelerden komisyon sırasındaki kâtip üye, Adana'dan başlayarak İzmir'e kadar, hükümet sırasındaki kâtip üye ise, İzmir ile Zonguldak dahil, adı okunan milletvekiline biri beyaz, biri yeşil, biri de kırmızı olmak üzere üç yuvarlak pul ile mühürlü zarf verecek, pul ve zarf verilen milletvekilini ad defterinde işaretleyecektir.

Milletvekilleri, belirlenmiş bulunan yerlerden başka yerde oylarını kullanamayacaklardır. Vekâleten oy kullanacak bakanlar da, yerine oy kullanacakları bakanın ilinin bulunduğu bölümde oylarını kullanacaklardır.

Bildiğiniz üzere, bu pullardan beyaz olanı kabul, kırmızı olanı ret, yeşil olanı ise çekimser oyu ifade etmektedir.

Oyunu kullanacak sayın üye, kâtip üyeden üç yuvarlak pul ile mühürlü zarfı aldıktan ve adını ad defterine işaretlettikten sonra kapalı oy verme yerine girecek, oy olarak kullanacağı pulu burada zarfın içerisine koyacak, diğer iki pulu ise ıskarta kutusuna atacaktır. Bilahara, oy verme yerinden çıkacak olan üye, oy pulunun bulunduğu zarfı, Başkanlık Divanı kürsüsünün önüne konulan oy kutusuna atacaktır.

Oylamada adı okunmayan milletvekiline pul ve zarf verilmeyecektir.

Sayın milletvekilleri, oyunu kullanan milletvekilleri Genel Kurulu terk etmesinler; az önce aldığımız karara göre, bir oylama daha var.

Şimdi, gizli oylamaya Adana ilinden başlıyoruz.

(Oylar toplanıldı)

BAŞKAN - Genel Kurulda olup da, oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.

Oylama işlemi tamamlanmıştır.

Oy kutuları kaldırılsın.

(Oyların ayırımına başlandı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, sayım işlemimiz devam ediyor; ancak, şimdi de, kabul edilen önerge doğrultusunda, (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporunun Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Zeki Çakan'ın Yüce Divana sevkle ilgili hükmünü oylarınıza sunacağım.

Anayasanın 100 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında "Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla alınır" hükmü, İçtüzüğün 112 nci maddesinin altıncı fıkrasında da "Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt çoğunluğu ile alınır" hükmü yer almaktadır. Bu nedenle, oylamayı gizli oylama şeklinde yapacağız ve raporun kabul edilmesi için 276 oyu arayacağız. Toplantı yetersayısı olmak kaydıyla, gizli oylamada kabul oyu 276'ın altında olduğu takdirde Yüce Divana sevk kabul edilmemiş olacaktır.

Şimdi, gizli oylamaya Adana İlinden başlıyoruz.

(Oyların toplanılmasına başlandı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer hakkındaki (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun 622 sıra sayılı raporunun gizli oylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı                                 : 399

Kabul                                : 369

Ret                                :   14

Çekimser                                :     3

Boş                                :   12

Geçersiz                                :     1

Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre Meclis Soruşturması Komisyonu raporu kabul edilmiş; yani, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer'in Yüce Divana sevkine karar verilmiştir.

(Oyların toplanılmasına devam edildi)

BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın milletvekili var mı? Yok.

Oylama işlemi tamamlanmıştır; kupalar kaldırılsın.

(Oyların ayırımı yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Zeki Çakan hakkındaki (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun 622 sıra sayılı raporunun gizli oylama sonucunu arz ediyorum:

Kullanılan oy sayısı:                                376

Kabul:                                297

Ret:                 57

Çekimser:         19

Geçersiz:           3

Sayın milletvekilleri, bu sonucu göre, Meclis Soruşturması Komisyonunun raporu kabul edilmiş; yani, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Sayın Zeki Çakan'ın Yüce Divana sevkine karar verilmiştir.

İki Grubun mutabakatına göre, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Temmuz Çarşamba günü, yani bugün saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

İyi geceler diliyorum.

 

Kapanma Saati: 01.47