DÖNEM
: 22 YASAMA
YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 56
114 üncü Birleşim
13 Temmuz 2004 Salı
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Şanlıurfa
Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa'da voltaj düzensizliği nedeniyle
elektrikle çalışan araçlarda meydana gelen arızalardan kaynaklanan sorunlara ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
2. - İstanbul
Milletvekili Hüseyin Kansu'nun, Bosna-Hersek'te Hırvat milislerce yıkılan
Mostar Köprüsünün tarihî, sanatsal değeri, sembolik anlamı ile yeniden inşa
edilerek insanlığın hizmetine açılacak olmasına ilişkin gündemdışı konuşması
3. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
bir soru önergesinin düşündürdüklerine ve yasama denetiminin
uygulanabilirliğine ilişkin gündemdışı konuşması
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - 5197 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun
bazı maddelerinin bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/621)
2. - Romanya Senato Başkanı Nicolae
Vacaroiu ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/622)
3. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının geri gönderilmesine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/623)
4. - Denizli Milletvekili Ümmet
Kandoğan'ın (6/1146) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin
önergesi (4/210)
IV.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli
ve 58 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin
Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak
ilişki ve görüşmelere girdikleri iddiasıyla eski Başbakan A.Mesut Yılmaz ve
Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında Meclis soruşturması açılmasına
ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/5, 6) (S.Sayısı:
621)
2. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli
ve 64 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin
Bakanlığı sırasında enerji ve doğalgaz anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma
ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı, Devlet alım satımına fesat
karıştırdığı iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur
Ersümer ile ayrıca bakanlıkları sırasında uyguladıkları yanlış ve usulsüz
enerji politikalarında ilgili kurum ve kuruluşların uyarılarını dikkate
almayarak kamuyu zarara uğrattıkları, DSİ Genel Müdürlüğünde usulsüz
uygulamalara onay verdikleri ve bu suretle görevi ihmal ve görevi kötüye
kullanma fiillerini işledikleri iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski
Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında Meclis soruşturması
açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması Komisyonu Raporu (9/4,7)
(S.Sayısı: 622)
VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - İzmir Milletvekili Kemal ANADOL'un,
Türkiye'de işkence merkezleri olduğu iddiasına ve Türkiye'nin Irak politikasına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah
GÜL'ün cevabı (7/2684)
2. - Antalya Milletvekili Osman ÖZCAN'ın,
1999 yılında yapılan ve 2004 yılında
yapılacak KPS sınavlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/2783)
3. - Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun,
Adana'da iki spor kulübüne tahsisli arsaların işletme hakkının iptaline ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı
(7/2792)
4. - İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
ÖZPOLAT'ın, İstanbul'a 3 üncü köprü yapılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/2847)
5. - Kırıkkale Milletvekili Halil
TİRYAKİ'nin, yurtdışında katıldığı bir konferansa ilişkin Başbakandan sorusu ve
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/2857)
6. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in,
SSK'ya ait gayrimenkullere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/2860)
7. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in,
Iğdır Havaalanı inşaatına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/2861)
8. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in,
Karadeniz Bölgesinde kanser vakalarının artış nedenine ilişkin sorusu ve Sağlık
Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/2879)
9. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in,
Devlet hastanelerinin MR cihazı ihtiyacına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı
Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/2918)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak
dört oturum yaptı.
Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in,
işsizlik ve istihdam sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı konuşmasına, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu cevap verdi.
Konya Milletvekili Harun Tüfekçi,
Uluslararası Nasreddin Hoca Şenlikleri ve anma törenleri ile bu kapsamda
yapılan çalışmalara,
Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün,
Ankara-İstanbul arasında seferlere başlayan hızlı trenin Bilecik İlinde de
durmasına ve ilin sorunlarına,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'ın
(6/1167),
Antalya Milletvekili Feridun Fikret
Baloğlu'nun (6/1152 ve 6/1153),
Esas numaralı sözlü sorularını geri
aldıklarına ilişkin önergeleri okundu, soruların geri verildiği bildirildi.
Dilekçe Komisyonu Başkanlığının, TBMM'nin
tatilde olduğu süre içerisinde Komisyonun çalışmalarına devam etmesine ilişkin
tezkeresi kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk
Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146),
2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523)
(S. Sayısı: 152),
3 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305),
Görüşmeleri, daha önce geri alınan
maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden;
4 üncü sırasında bulunan, Kamu Yönetiminin
Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması (1/731) (S. Sayısı: 349),
5 inci sırasında bulunan, Özel Gelir ve
Özel Ödeneklerin Düzenlenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması (1/827) (S. Sayısı: 618),
Hakkında Kanun Tasarılarının görüşmeleri,
ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
6 ncı sırasında bulunan, Büyükşehir
Belediyesi Kanunu Tasarısının (1/768) (S. Sayısı: 619) görüşmelerini
müteakiben, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
13 Temmuz 2004 Salı günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te, toplanmak üzere birleşime 01.09'da son verildi.
|
Nevzat Pakdil |
|
|
Başkanvekili |
|
|
Suat Kılıç |
Yaşar Tüzün |
|
Samsun |
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
|
Mehmet Daniş |
|
|
Çanakkale |
|
|
Kâtip Üye |
|
No. : 167
II. - GELEN
KÂĞITLAR
12 Temmuz 2004
Pazartesi
Tasarılar
1. - Türkiye Cumhuriyeti ve Suriye Arap
Cumhuriyeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/850) (Plan
ve Bütçe ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2004)
2. - Ticari Karayolu Taşıtlarının Geçici
İthaline İlişkin Gümrük Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/851) (Plan ve Bütçe ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 8.7.2004)
3. - Terörizmin Önlenmesi Avrupa
Sözleşmesi Tadil Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı (1/852) (İçişleri ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 8.7.2004)
4. - Millî Eğitim Temel Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/853) (Plan ve Bütçe ve Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
8.7.2004)
5. - Dernekler Kanunu Tasarısı (1/854)
(Adalet ve İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.7.2004)
Teklifler
1. - İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in;
Her Yıl Ekim Ayının İlk Haftasının Uyuşturucu ile Mücadele ve Eğitimi Haftası
Olması Hakkında Kanun Teklifi (2/308) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi: 6.7.2004)
2. - Ankara Milletvekili Muzaffer R.
Kurtulmuşoğlu'nun; 1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına
Dair Kanuna Ek Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/309) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.7.2004)
Raporlar
1. - Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile
Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/848, 2/175) (S. Sayısı: 641) (Dağıtma
tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)
2. - Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların
Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet Tarafından Karşılanması
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/832) (S. Sayısı: 642) (Dağıtma
tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)
3. - Kozmetik Kanunu Tasarısı ile Avrupa
Birliği Uyum ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları
(1/844) (S. Sayısı: 643) (Dağıtma tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)
No. : 168
13 Temmuz
2004 Salı
Raporlar
1. - Kültür Yatırımları ve Girişimlerini
Teşvik Kanunu Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve
Bütçe Komisyonları Raporları (1/847) (S. Sayısı: 644) (Dağıtma tarihi:
12.7.2004) (GÜNDEME)
2. - Elektrik Piyasası Kanunu, Doğal Gaz
Piyasası Kanunu ve Petrol Piyasası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu (1/834) (S. Sayısı: 647) (Dağıtma tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)
3. - Pamukbank Türk Anonim Şirketinin
Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketine Devri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/843)
(S. Sayısı: 648) (Dağıtma tarihi: 12.7.2004) (GÜNDEME)
4. - Bazı Kanunlarda ve 178 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/840) (S. Sayısı: 645) (Dağıtma tarihi: 13.7.2004)
(GÜNDEME)
5. - Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının
Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Tasarısı ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/846)
(S. Sayısı: 646) (Dağıtma tarihi: 13.7.2004) (GÜNDEME)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
13 Temmuz
2004 Salı
BAŞKAN :
Başkanvekili Yılmaz ATEŞ
KÂTİP
ÜYELER : Enver YILMAZ (Ordu), Mevlüt AKGÜN (Karaman)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 114 üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Şanlıurfa İlinin
elektrik sorunlarıyla ilgili söz isteyen, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet
Vedat Melik'e aittir.
Buyurun Sayın Melik. (CHP sıralarından
alkışlar)
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa'da voltaj
düzensizliği nedeniyle elektrikle çalışan araçlarda meydana gelen arızalardan
kaynaklanan sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması
MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Şanlıurfa İlinin elektrik enerjisiyle ilgili
sorunlarını dile getirmek amacıyla gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygılarımla selamlarım.
Değerli arkadaşlar, medeniyet ve üretim...
Elbette ki, bu iki kavramın çok değişik ve uzun açıklamaları yapılabilir;
ancak, değil 21 inci Yüzyılda, 20 nci Yüzyılda medeniyet ve üretimden
bahsediyorsak, bu, öncelikle, su ve buna bağlı olarak, insanlık tarihinin ateş
ve yazıdan sonra en büyük buluşu olan elektrik enerjisi demektir. Bir toplumda,
bir ilde veya bir ülkede, hele olanaklarınız çok genişse ve siz, hâlâ elektrik
enerjisini düzenli bir şekilde sağlayamıyorsanız, o bölgede medeniyetten ve
sudan; dolayısıyla, çağdaş üretimden bahsetmeniz mümkün değildir. Bu şartlarda,
olsa olsa ilkellikten bahsedebiliriz.
Değerli arkadaşlar, bakın, Türkiye'nin
yılda yaklaşık 1 200 000 ton pamuğa ihtiyacı vardır. İhtiyaç duyduğumuz pamuğun
yaklaşık 600 000 tonu, yani yarısı Urfa İlinde üretilmektedir. Pamuk, hepinizin
bildiği gibi, sıcak iklimlerde; ancak, su olmadan yetişmeyen bir bitkidir. GAP
Projesi kapsamında sulama sadece Harran Ovasında yapılmaktadır; fakat, bugüne
kadar, Harran Ovasının dahi tamamı sulanamamıştır. Harran Ovasında devlet
imkânlarıyla sulanabilen arazi miktarı 1 400 000 dekardır. O halde, geriye
kalan pamuk nasıl üretilmektedir; geriye kalan pamuk ise, Viranşehir, Siverek,
Hilvan, Ceylanpınar ve Akçakale-Pekmezli bölgesinde, vatandaşların kendi
imkânlarıyla açtıkları 200-300 metrelik derin kuyulardan çektikleri suyla
üretilmektedir. Urfa İlinde, tarımsal sulama amacıyla açılan kuyu sayısı yaklaşık
10 000'dir; ama, bu suyun çekilebilmesi için düzenli ve sürekli elektrik
enerjisinin sağlanabilmesi gerekir; çünkü, suyu çekmek veya basmak için
kullanılan aletler hem çok hassas hem de çok pahalıdır.
Peki, insanların büyük bir özveriyle,
devletten bir tek kuruş almadan; ancak, devletin sözüne güvenerek açtıkları bu
kuyular yüzünden, şu anda, ne durumda olduklarına bakalım.
Sulama sezonu başladığından bu yana -ki,
henüz sezonun ortasına gelinmemiştir- elektrik voltajındaki düzensizlikten
dolayı, her çiftçi, en az bir kez dalgıç onarımı yaptırmıştır, sezon sonuna
kadar da kaç kez yaptıracağını kestirememektedir. Her dalgıç onarımı 2 500 000
000 Türk Lirasını geçmektedir. Ortalama her 14 dakikada bir elektrik
kesilmektedir. Müessese Müdürlüğü, bazı hatlarda sırayla günde 12 saate varan
kısıntılara giderek, kendince bir elektrik sırası yapmaya çalışmakta; ancak,
yine de, olayın üstesinden gelememektedir. Urfa tarihinde ilk defa, bir grup
çiftçi, dün vilayete ve TEDAŞ Müessese Müdürlüğüne yürüyerek tepkilerini ortaya
koymaya çalışmışlardır. Hadise, giderek, bir sulama meselesinden çıkarak asayiş
meselesine dönüşmeye başlamıştır. Bu arada, Mardin'in Kızıltepe Ovası
çiftçilerinin de aynı durumda olduklarını unutmayalım.
Değerli milletvekilleri, bir il merkezi
düşünün ki, yaz aylarında ortalama gece sıcaklığı 35 derece olsun, nüfusu da
500 000'den fazla olsun; ama, bu şehirde, bazen 24 saate yakın elektrik
kesintisi olsun ve hastalar, röntgen filmi çektirmek için bile, saatlerce
beklesin ve bu il merkezinde, yani Şanlıurfa'da elektrikli ev aleti yanmayan
bir tek ev olmasın!..
Değerli arkadaşlar, 6 Mayıs 2003 tarihinde
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına başvurarak, Şanlıurfa İlinde
yıllardır yaşanan elektrik enerjisi sorununun sıradan bir sorun olmadığını,
dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuyu araştırma üzere bir
komisyon oluşturması gerektiği isteminde bulunmuştuk ki, bu Meclis araştırma
önergemiz hâlâ sıra beklemektedir.
Yine, 27 Mayıs 2003 tarihinde, ben, aynı,
bu konuyla ilgili olarak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Melik, sözlerinizi tamamlar
mısınız.
Buyurun.
MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) -
...gündemdışı söz almış ve şimdiki konuşmama benzer bir konuşma yapmıştım.
Konuşmamda, Şanlıurfa'daki problemin, TEDAŞ Şanlıurfa Müessese Müdürlüğünün baş
edemeyeceği kadar büyük ve ciddî olduğunu, dolayısıyla, Bakanlığın, acilen,
özel olarak Şanlıurfa ile ilgilenmesi ve çözüm bulması gerektiğini söylemiş;
yoksa, Şanlıurfa'daki sistemin çökebileceğini belirtmiştim.
Değerli arkadaşlar, ben, size, Türkiye'nin
küçük bir köyündeki sıkıntılardan bahsetmiyorum; ben, size, 20 000
kilometrekarelik bir ilden bahsediyorum; ben, burada, size, 1 500 000 insanın
yaşadığı bir ilden bahsediyorum ve ben, size, devasa bir proje olarak iftiharla
dünyaya sunduğumuz, sözde, GAP Projesinin merkezi kabul edilen ve ülke
ekonomisine 100 000 000'larca dolarlık katkı sağlayan Şanlıurfa İlinin perişan
ve çağdışı halde yaşayan insanlarının durumundan bahsediyorum!..
Biraz sonra, belki de bir sayın bakan bana
cevap verirken, bir taşra milletvekili, Meclisin kapanmasına yakın, önemsiz
yerel konularla ilgili olarak seçmenine mesaj vermek istiyor düşüncesiyle,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığındaki Şanlıurfa İli ile ilgili rakamları sıralayacak
ve belki de 27 Mayıs 2003 tarihinde bana cevap veren Sayın Bakanın dediği gibi,
Şanlıurfa'daki sorunu getirip, kaçak elektrik konusuna bağlayıp, çekip
gidecektir; ancak, büyük bir ihtimalle, Şanlıurfa TRT vericisinin bulunduğu
bölgede elektrik olmayacağı için, bu konuşmayı hiç kimse izleyemeyecektir;
fakat, unutmayınız ki, kaçak elektrik bahanesinin maddî bir temeli yoktur. Bunu
iddia eden insanların, Urfa elektrik şebekesi kurulduğu günden bu yana,
şebekelerin veya iletim hatlarının yenilenmesi hususunda ne gibi çalışmalar
olduğundan haberleri var mıdır?.. Ayrıca, devletin görevi, çağımızın
gerektirdiği ve ülkenin olanaklarının elverdiği temel hizmetleri vatandaşına
götürebilmek değil midir?..
Değerli arkadaşlar, bu konuyla ilgili
olarak, Şanlıurfa İli, derhal, olağanüstü bölge ilan edilmeli ve devletin tüm
imkânları seferber edilerek, ciddî anlamda kaynak aktarılmalıdır ki, bu çok
önemli sorunun çözümüne bir yerden başlanılmış olsun ve yerel yöneticiler ile
vatandaşlar yüz yüze gelmesin. Sağlayamadığı elektrik enerjisinin parasını
dahi, kat kat, milletten almaya çalışan, onu hırsızlıkla suçlayan ve onu hapse
attıran zihniyet, bu yıl muhatap olacağı ve belki de, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemelerine kadar uzanacak tazminat davalarından, hiç olmazsa, önümüzdeki
yıllarda kurtulmak için derhal tedbir almalıdır.
Yalnız, üzülerek belirtmeliyim ki, ben, bu
hükümetin bu sorunu çözebileceğine inanmıyorum; çünkü, cuma günü Genel Kuruldan
geçen Büyükşehir Belediyeleri Yasasının 26 ncı maddesini önerge vererek tamamen
değiştiren zihniyet için, anlatmaya çalıştığım bu konu, bir hikâyeden
ibarettir.
Yüce Meclisi saygılarımla selamlarım. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Melik.
Sayın milletvekilleri, gündemdışı ikinci
söz, Bosna-Hersek'te bulunan Mostar Köprüsünün tarihî, sanatsal değeri,
sembolik anlamı ve yeniden hayata geçirilmesi hakkında söz isteyen, İstanbul
Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu'ya aittir.
Buyurun Sayın Kansu. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
2. - İstanbul Milletvekili Hüseyin Kansu'nun, Bosna-Hersek'te Hırvat
milislerce yıkılan Mostar Köprüsünün tarihî, sanatsal değeri, sembolik anlamı
ile yeniden inşa edilerek insanlığın hizmetine açılacak olmasına ilişkin
gündemdışı konuşması
HÜSEYİN KANSU (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Bosna bağımsızlık savaşı sırasında, 9 Kasım 1993
tarihinde Hırvat milislerce yıkılan tarihî Mostar Köprüsünün yeniden inşa
edilmiş olması ve 23 Temmuz 2004 tarihinde birçok devlet liderinin katılacağı
uluslararası bir seremoniyle, tekrar, insanlığın hizmetine açılacak olması
münasebetiyle, "Mostar Köprüsü, tarihî, sanatsal değeri, sembolik anlamı
ve yeniden hayata geçmesi" konulu, şahsım adına bir konuşma yapmak üzere
söz almış bulunuyorum; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi selamlarken,
içinde bulunduğu kente ismini veren ve ona tarihî kimliğini kazandıran Mostar
Köprüsü, bölge halkının talebine ve Kanuni Sultan Süleyman'ın fermanına
dayanılarak, dünyaca üncü Osmanlı mimarı Koca Sinan'ın talebesi olan Mimar
Hayrettin tarafından 1566 yılında inşa edilmişti. Bosna'yı Osmanlı egemenliğine
katan Fatih Sultan Mehmet zamanında Neretva Nehri üzerinde yapılan zincir
halatlar üzerindeki hayli ilkel, ahşap köprünün yerine yapılan bu köprü, mimarî
ve mühendislik ve teknolojik açıdan gerçekten bir şaheser olup, yüksek estetik
yapısıyla, 16 ncı Asır Osmanlı mimarisinin en nadide eserlerinden biri olarak
bilinmekteydi. Tek kemerden oluşan köprünün ayakları arasındaki açıklık 28
metre 70 santim olup, bu özelliğiyle Avrupa'da bilinen en büyük ayak açıklığına
sahip tek köprüydü. Taşıdığı buna benzer birçok özellikle asrını aşan köprü,
tarih boyu birçok gezgini ve bilimadamını kendine hayran bırakmış, "taştan
dondurulmuş bir hilal", "gökkuşağı", "kudret kemeri"
gibi ifadelerle güzelliği ve görkemi yüzyıllardan beri nesilden nesle
anlatılmış ve övülmüştür.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütün
bu fiziksel özelliklerinin yanı sıra, köprü, çok önemli sembolik bir anlama da
sahiptir. İnsan öncelikli bir mimarî felsefeyi benimseyen Mostar Köprüsü,
sadece iki yakanın, iki insanın birleşmesi değildir; o, aynı zamanda iki
kültürün buluşmasıdır. Bir medeniyeti diğer bir medeniyetle basit, tek bir
kemerle buluşturan köprü, medeniyetlerin, özünde, birbirine ne kadar yakın ve
uzlaşabilir olduğunu göstermiştir. Bosna-Hersek'te, yüzyıllar boyu barış,
istikrar ve hoşgörünün simgesi olmuştur. Asırlardır kozmopolit bir özellik
taşıyan bölge insanının bir arada, barış içerisinde yaşama iradesinin
somutlaştığı yapı ve tüm Bosna ve Hersek'in anlam ve ruhunu tecessüm ettiren
bir eser olarak, nice tabiî afet ve savaşa dayanmış ve Bosna-Hersek'in
bağımsızlık savaşı sırasında, 9 Kasım 1993 tarihinde, farklı medeniyetlerin
kavşak noktasında bulunan bölgenin bu dengeli yapısını bozmaya ve bölgeyi tek
kutupluluğa sürükleyerek istikrarı zedelemeye çalışan Bosna'daki Hırvat
milisler tarafından açılan top ateşi sonucu yıkılmıştı. Köprünün yıkılışı,
başka hiçbir sivil veya kurumsal zararda olmadığı kadar Bosna halkını derinden
yaralamış, âdeta, onun, tarihin derinliğine giden bağlarını sarsmış ve
dolayısıyla, köprünün yıkılmasıyla birlikte Bosna-Hersek halkı da yıkılmıştı.
Mostar Köprüsünün yıkılışı, Balkanlarda
hâlâ yaşayan Osmanlı-Türk hoşgörüsünün son izlerinin de ortadan kaldırılması
demekti. Bosna savaşında her yeri yakıp yıkan anlayışın bir sembolle
taçlandırılması gerekiyordu. Nitekim, köprünün yıkılışı, o ilkel zihniyetin
temsilcilerine bunu sağladı. Ancak, tarihin birçok döneminde olduğu gibi,
halkın toplumsal hafızası barış ve kardeşlik duygularını harekete geçirmiş,
demokrasi ve bir arada yaşama iradesi kolektif gücü tahrik ederek, istikrar
karşıtı kesimin her türlü teknolojik ve silah üstünlüğüne galebe çalmıştır.
Öyle ki, tarihte belki hiçbir mimarî esere nasip olmayacak şekilde Mostar
Köprüsü, birçok ülkenin ve ülkelerden resmî ve sivil kuruluşların katıldığı bir
proje ve imar çalışmasıyla yeniden yapılmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bilindiği üzere, UNESCO'nun gözetiminde ve Dünya Bankasının malî desteğiyle
aslına uygun olarak inşa edilen köprüde, Türkiye'nin hem malî hem de bilgi
desteği baştan beri var olmuştur. Ülkemiz, imar projesine, Kültür Bakanlığı
aracılığıyla 1 000 000 dolar yardımda bulunmuş, projenin teknik danışmanlığını
Karayolları Genel Müdürlüğü Tarihî Köprüler Şube Müdürlüğü üstlenmiş, yapımında
birden fazla Türk inşaat şirketi yer almış ve onlarca vatandaşımız bu inşaatta
istihdam edilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlar
mısınız Sayın Kansu.
HÜSEYİN KANSU (Devamla) - Teşekkür ederim.
Ecdadımızın, dört asır önce, bölgeye,
barış, istikrar ve kalkınma götürmek maksadıyla dünyada benzeri görülmedik bir
tarzda inşa ettikleri köprünün yeniden inşaının her kademesinde Türkiye'nin,
ilgili kurum ve kuruluşlarıyla, devlet ve sivil örgütleriyle bulunmasından daha
doğal bir şey beklenemezdi. Bu anlamda ülkemiz, Bosna halkıyla var olan derin
ve ayrılmaz tarihî bağlarını daha da pekiştirme fırsatı bulmuş, bölgenin huzur
ve istikrarı için vazgeçilmez uluslararası bir aktör olduğunu bütün dünyaya bir
kez daha göstermiştir.
Köprünün büyük zorluklarla yeniden inşaı,
savaştan medet uman ilkel, çatışmacı zihniyetin etkisini kaybettiğinin; bunun
karşısında, tabiî, insanî değerlerin kazandığının bir göstergesi olmuştur.
Mostar Köprüsünün yeniden doğuşu, tüm insanlık adına bir kazançtır. Köprü,
Neretva Nehri üzerine atılmış bir imza gibi, hak, hürriyet ve barış abidesi
olarak inşallah, ilelebet, kıyamete kadar yaşayacak ve insanlığa hizmet
edecektir.
Bu duygularla Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kansu.
Sayın milletvekilleri, gündemdışı üçüncü
söz, bir soru önergesinin düşündürdükleri ve yasama denetiminin
uygulanabilirliğiyle ilgili söz isteyen, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart'a
aittir.
Buyurun Sayın Kart.
3. - Konya
Milletvekili Atilla Kart'ın, bir soru önergesinin düşündürdüklerine ve yasama
denetiminin uygulanabilirliğine ilişkin gündemdışı konuşması
ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bir soru önergesinin düşündürdükleri ve bağlı olarak yasama
denetiminin uygulanabilirliği konusunda görüşlerimi beyan etmek üzere
gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Seydişehir Eti
Alüminyum Tesislerinin özelleştirilmesi sürecinde, yasal özelleştirme
başlamadan evvel belli bazı sermaye gruplarıyla hukukdışı ilişkiler içine
girildiği yolunda tarafımıza ciddî ve dayanaklı belgeler ulaştırıldı. Bu
belgelere göre, diğer iddiaların yanında, dünya alüminyum pazarında büyük pay
sahibi olan Sual Holding ve bu holdingin Türkiye'deki temsilcisi olan Rixos
Hoteller yetkililerine "bilgi odası" kapsamındaki gizli bilgiler
verilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu olaylar Nisan
2003'te olmuştur. Sayın Başbakanın da Nisan 2003'te Sual Holding Başkanı
Vekselberg'le görüşme yaptığı yolunda bilgiler basına yansımıştır.
Sayın milletvekilleri, işte, bu süreç ve
tarafımıza ulaşan diğer bilgilere dayanarak, iddiaların tahkiki amacıyla Meclis
araştırması yapılması için verdiğimiz araştırma önergesi Ekim 2003'ten bu yana
Genel Kurul gündeminde beklemektedir, bekletilmektedir. Bu arada, Mart 2003'ten
Mayıs 2004'e kadar aradan geçen 14 aylık süre içinde Sayın Başbakana 7 adet
soru önergesi verildi. Bu soru önergelerinin tamamına da Sayın Başbakan adına
Sayın Maliye Bakanı cevap verdi.
Bu soru önergelerinde, diğer iddiaların
dışında, Eti Alüminyum Tesislerinin özelleştirilmesi aşamasında, Sayın
Başbakanın, Sual Holding Başkanı Vekselberg'le yaptığı görüşmelerin içeriği
soruldu. Ayrıca, Rixos Hotel yetkililerinin, alüminyum tesislerini -altını
çizerek belirtiyorum- sahte plakalı araçlarla ziyaretlerine ilişkin bilgiler,
iddialar dile getirildi. Bu kişilere hangi gerekçeyle "bilgi odası"
kapsamındaki bilgilerin, dokümanların verildiği soruldu.
Rixos Hotellerle ilgili iddialara bugüne
kadar hiçbir cevap verilmedi sayın milletvekilleri.
Sayın Vekselberg'le yapılan görüşmelere
ilişkin sorulara ise, Sayın Maliye Bakanı aynen şu cevabı verdi, birkaç defa şu
cevabı verdi: "Vekselberg ile Başbakanın görüşme yaptıklarına dair,
Özelleştirme İdaresi kayıtlarında herhangi bir bilgi ve belge yoktur."
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakana
sorulan soru son derece açıktır. Sual Holding Başkanıyla, hangi ortamlarda,
hangi görüşmeleri yaptığı sorulmaktadır. Bu görüşme ve kayıtların Özelleştirme
İdaresi kayıtlarında bulunup bulunmadığını sormuyorum; bu görüşmelerin nerede
yapıldığı, görüşmelerin içeriği ve kamuoyuna neden açıklanmak istenilmediği,
neden gizlenmek istenildiği sorulmaktadır. Önerge, böylesine açık, böylesine
somut bir önerge. Hal böyle olmasına rağmen, Sayın Başbakan ve görevlendirdiği
Sayın Maliye Bakanı, böylesine önemli bir konuyu neden geçiştirmek
istemektedir? Açıklanmasından rahatsız oldukları veya olacakları bir husus mu
vardır? Bu görüşmelerin devlet sırrı niteliği teşkil eden bir yönü varsa, bu
gerekçeyle cevap vermeyebilirler; bunu da açıklamaları gerekir, bunun
açıklanması ve bu konuda bilgi verilmesi gerekir; ancak, böyle bir niteliği
olmadığı halde, bu görüşme ve gelişmeler kamuoyundan neden gizleniyor?
Değerli arkadaşlarım, demokrasinin özü,
kamuoyunun bilgilendirilmesi ve hesap verilmesi esasına dayanır. Avrupa Birliği
konjonktürü içerisinde, yasal ve şeklî düzenlemelerle, Bilgi Edinme Yasası gibi
birtakım mevzuat değişiklikleri yapıp, en başta hükümet olarak bunun gereği
yapılmıyorsa; orada, dramatik, tutarsız ve gayri samimî bir kamu yönetimi
anlayışı var demektir; orada, kamuoyundan gizlenmek ve kamuoyu denetiminden
kaçırılmak istenilen bir şeyler var demektir; orada, haksız kazanç
ilişkilerinin veya hazırlıklarının varlığı noktasında ciddî kuşkular var
demektir. Esrarengiz ilişkilerin olduğu yerde ise, haksız kazanç
ilişkilerinden, doğal olarak, kuşku duyulur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, sözlerinizi tamamlar
mısınız.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) - Tekrar ifade
ediyorum; böyle bir gayri ciddîlik olamaz. Bu ilişki ve görüşme neden
gizleniyor? Gizlemek ihtiyacı neden duyuluyor? Neden ısrarla gerçeğe aykırı
cevaplar veriliyor? Böyle bir süreç içerisinde gelişen özelleştirme
olaylarından kuşku duyulması gayet doğaldır.
Değerli arkadaşlarım, idarî ve adlî
denetim mekanizmaları içerisindeki birtakım müdahalelerin eleştirisini bu
aşamada yapmıyorum. Yine, kadrolaşma amacıyla, niteliksiz yapılanmaların
gerçekleştirilmesi, kurumların içerisinin boşaltılması ve kurumların işlevini
kaybetmesi tartışmalarına bu aşamada girmek istemiyorum; ama, milletvekili
olarak, bu aşamada mutlaka değerlendirmem gereken bir konu var. Milletvekili olarak
yasama denetimi görevini yapmamız engelleniyor, sürüncemede bırakılıyor, soru
önergeleri geçiştirilmek isteniyorsa, orada, demokrasi adına ve milletvekilliği
sorumluluğu adına düşünmemiz, sorgulamamız gereken çok şey var demektir.
İnanıyorum ki, bu Meclis, bu sorumluluk anlayışına sahiptir. Sonuçta, bu
sağduyuya ve sorumluluk anlayışına hepimizin sahip olduğuna yürekten
inanıyorum.
Ben, bu düşünce ve değerlendirmelerle,
Genel Kurulun ve kamuoyunun huzurunda Sayın Başbakana bir defa daha soruyorum,
huzurunuzda soruyorum:
Sayın Başbakan, Sual Holding Başkanı
Vekselberg ile hangi tarihlerde ve nerede görüşme yaptınız? Başbakanlık makamı
dışında gayri resmî ortamlarda da görüşme yaptınız mı? Bu görüşmelerin içeriği
nedir?
Müteaddit soru önergelerimize rağmen bu
görüşmeler hakkında neden bilgi verilmiyor? Bu görüşmelerin açıklanmamasını
gerektiren nasıl bir gerekçe vardır? Bu görüşmelerin "devlet sırrı"
niteliği taşıyan bir içeriği var mıdır?
Fettah Tamince'nin sahibi ve yetkilisi
olduğu Rixos Hoteller yetkililerine, bilgi odası kapsamındaki dokümanlar, yasal
özelleştirme süreci başlamadan hangi gerekçeyle verilmiştir?
Değerli arkadaşlarım, kamuoyunun doğru
bilgilendirilmesi, hukuk dışı ilişkilere yönelik iddiaların tahkiki ve
milletvekilliği görevi ve sorumluluğumuzun gereği adına, demokratik sistemin
özü adına, yasama denetimi görevimizin özü adına, bu sorumluluğumuz adına bütün
bu hususların cevaplandırılması gereğini bir defa daha dile getiriyor, Genel
Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.
Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel
Kurula diğer sunuşları vardır.
Sunuşları, Divan Üyemizin, yerinde
oturarak Genel Kurula arz etmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler...Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır,
okutup bilgilerinize sunacağım.
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - 5197
sayılı İl Özel İdaresi Kanununun bazı maddelerinin bir kez daha görüşülmek
üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/621)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: 25.6.2004 günlü
A.01.0.GNS.0.10.00.02-4880/16868 sayılı yazınız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunca 24.6.2004 gününde kabul edilen 5197 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu
incelenmiştir.
1- İncelenen yasanın
3,6,7,10,11,13,15,18,25,35,45,47,52 ve geçici 1 inci maddelerinde;
-İl özel yönetimi tanımlanırken, il halkı
yanında, ilin yerel ortak gereksinmelerinin de bu yönetimlerce karşılanacağına
yer verilerek, il özel yönetimleri farklı bir boyuta taşınmakta,
-Yine bu tanımda, il özel yönetimlerine
ilk kez idarî ve malî özerklik tanınmakta; bunlarla ilgili olarak diğer
maddelerde, il özel yönetimleri, merkezî yönetimin onayına bağlı olmadan;
Gerçek ve tüzelkişilere izin ve ruhsat
vermek,
Yasak koymak ve uygulamak,
Taşınır ve taşınmaz malları almak, satmak,
kiralamak, kiraya vermek, takas etmek, bunlar üzerinde sınırlı aynî hak tesis
etmek,
İç ve dışborç almak,
Özelleştirme yapmak,
Yurtiçi ve dışındaki yerel yönetimler ve
birlikleriyle işbirliği yapmak,
Sermaye şirketleri kurmak,
Gibi görev ve yetkilerle donatılmakta,
-İl özel yönetiminin görev ve yetkileri,
belirgin ve sınırlı biçimde tek tek sayılmak yerine hizmet alanları
belirtilmekte; yasalarla açıkça başka kurum ve kuruluşlara verilmeyen yerel
nitelikteki her türlü görev ve hizmetin il özel yönetimlerince yerine
getirileceği genel ve soyut biçimde öngörülmekte; bu arada, il özel yönetiminin
hangi hizmet alanlarında il genelinde, hangi hizmet alanlarında belediye
sınırları dışında yetkili olacağı vurgulanmakta,
-Valiliğin organlar içindeki yeri son
sıraya düşürülüp, valilerin il genel meclisi başkanlığı görevine son
verilmekte; il genel meclisi tek karar organı olarak düzenlenip, başkanını kendi üyeleri arasından seçmesi, meclis
gündemini başkanın belirlemesi, yılda iki kez yerine her ay toplanması
öngörülmekte; meclis kararlarının kesinleşmesi için valiliğin onayına sunulma
zorunluluğu kaldırılmakta; valinin hazırladığı yıllık etkinlik raporunun yetersiz
görülmesi durumunda yetersizlik kararının "gereği yapılmak üzere"
İçişleri Bakanlığına gönderileceği belirtilerek, özerklikten öte bağımsız
niteliğe kolayca dönüşebilecek yerel bir meclis oluşturulmakta,
-İl özel yönetimi örgütlenmesinde genel sekreterlik
oluşturulup, il özel yönetimi hizmetlerinin genel sekreterce yürütüleceği,
genel sekreterin valiye karşı sorumlu olacağı, in encümenine valinin
bulunmaması durumunda genel sekreterin başkanlık yapacağı vurgulanarak, vali
yardımcılarının yerel organlardaki yetkisi kaldırılmakta; dolayısıyla, vali ve
kaymakamlara bu organlardaki görevleri nedeniyle yapılan ödemeler sürdürülüp,
vali yardımcılarının ödeneği kesilmekte, böylece mesleki malî statü yönünden
hiyerarşik yapı bozulmakta,
-Bütçenin ve kesinhesabın kabulünde ve
kesinleşmesinde il genel meclisi kararı yeterli görülmekte.
-İl özel yönetimleri "genel
yetkili" organlara dönüştürülmektedir.
İl özel yönetimlerinin yapılanması ve
işleyişine yönelik köklü değişiklikler getiren incelenen Yasanın anılan
düzenlemelerinin hukukun genel ilkelerine, anayasal kurallara ve kamu yararına
uygun düşüp düşmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bunun için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
yönetiminin yapılanmasında esas olan anayasal ilkeleri ortaya koymak; ulus
devletin düşünsel temellerine ve tekil devlet modelinde örgütlenmeye egemen
olan "merkeziyetçilik" ve "yerinden yönetim" ilkeleriyle
bunları tamamlayan "idarenin bütünlüğü" ve "idarî vesayet"
kavramları üzerinde durmak gerekli görülmüştür.
2- Anayasanın Başlangıç bölümünde, bu
Anayasanın Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirlediği, hiçbir
etkinliğin Türk ulusal çıkarları, Türk varlığı, devleti ve ülkesiyle
bölünmezliği esası karşısında koruma göremeyeceği belirtilmiş; 2 nci
maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin Başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan bir devlet olduğu vurgulanmış; 5 inci maddesinde de, Türk Ulusunun
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini korumak devletin temel
amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.
Bu kurallar, Anayasada "tekil
devlet" modelinin kabul edildiğini göstermektedir. Tekil devlet modeli,
merkeziyetçi yapıyı ve ancak onun denetim ve gözetiminde merkez dışı
örgütlenmeyi olanaklı kılmaktadır.
Anayasada, hem yasama, yürütme ve yargı
erki merkeze bağlanarak siyasal, hem de yönetim düzeneğinde merkez esas
alınarak yönetsel yönden merkeziyetçililik benimsenmiştir.
Anayasanın 123 üncü maddesinde, yönetimin,
-Kuruluş ve görevleriyle bir
"bütün" olduğu,
-Merkezden yönetim ve yerinden yönetim
esaslarına dayandığı,
kuralına yer verilmiştir.
Merkezî yönetim Anayasanın 126 ncı, yerel
yönetimler ise 127 nci maddelerinde düzenlenmiştir.
126 ncı maddeye göre,
-Türkiye, merkezî yönetim kuruluşu
yönünden coğrafya durumuna, ekonomik koşullara ve kamu hizmetlerinin
gereklerine göre illere, iller de diğer kademeli bölümlere ayrılmakta,
-İllerin yönetimi "yetki
genişliği" esasına dayanmaktadır.
127 nci maddeye göre de,
-Yerel yönetimler; il, belediye ya da köy
halkının yerel ortak gereksinimlerini karşılamak üzere, kuruluş ilkeleri
yasayla belirlenen, yasada gösterilen karar organları seçmenlerce seçilerek
oluşturulan kamu tüzelkişileridir.
-Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri
ile yetkileri "yerinden yönetim" ilkesine uygun olarak yasayla
düzenlenecektir.
-Merkezî yönetim, yerel yönetimler
üzerinde,
· Yerel
hizmetlerin yönetimin bütünlüğü ilkesine uygun biçimde yürütülmesi,
· Kamu
görevlerinde birliğin sağlanması,
· Toplum
yararının korunması,
· Yerel
gereksinimlerin gereği karşılanması,
amacıyla, yasada belirtilen esas ve
usuller çerçevesinde "idarî vesayet" yetkisine sahiptir.
Görüldüğü gibi, Anayasada, tekil devlet
modelinin yönetsel örgütlenmedeki temel ilkeleri "merkezden yönetim",
"yerinden yönetim" ve bunları tamamlayan "idarenin
bütünlüğü" olarak belirlenmiştir.
Ayrıca, yönetsel örgütlenme,
-Merkez-taşra ilişkisi yönünden
"yetki genişliği",
-Merkezî yönetim-yerel yönetim ilişkisi
yönünden "idarî vesayet",
ilkelerine dayanmaktadır.
Merkezî yönetim ve yerel yönetimler, devlet
iktidarının örgütlenmesinde hizmeti ve coğrafyayı esas alarak iki temel parçayı
oluşturmaktadır. Bu iki parçalı yapının yönetsel örgütlenmede farklı sonuçlara
yol açmaması için, Anayasada "idarenin bütünlüğü" ilkesine yer
verilmiş ve yerinden yönetim, devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmezliği ve
yönetimin tümlüğü ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
"İdarenin bütünlüğü" ilkesi,
tekil devlet modelinde yönetim alanında öngörülen temel ilkedir. Bu ilke,
yönetsel işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kuruluşların
"bir bütün" oluşturduğunu anlatmaktadır.
Tekil devlet modelinde, tek bir egemenlik
vardır ve devlet tek yetkilidir. Devletin örgütsel yapısı parçalı bir görünüm
sergilese ve devlet yetkisini kullanan birçok kamu tüzelkişisi olsa da, bunların
arasındaki birlikteliği "idarenin bütünlüğü" ilkesi sağlamaktadır.
Parçalı yapıda olan yönetimde,
"bütünlüğü" sağlamaya yönelik iki hukuksal araç "hiyerarşi"
ve "idarî vesayet"tir. Hiyerarşi, başka bir deyişle "yetki
genişliği" ilkesi, tek bir tüzelkişilik içinde yer alan çeşitli örgüt ve
birimler, idarî vesayet ise, merkezî yönetim ile yerinden yönetim kuruluşları
arasındaki "bütünleşmeyi" sağlamaktadır.
"İdarenin bütünlüğü" ilkesi,
merkezin denetimi ve gözetimiyle yaşama geçirilmektedir. Genel yönetimin taşra
örgütlenmesi üzerindeki denetimi "hiyerarşik denetim"; yerinden
yönetimler üzerindeki denetimi ise "vesayet denetimi"dir.
Yerinden yönetimin en önemli sakıncası,
devletin birliğini ve kamu hizmetlerinin tutarlılığını bozabilmesidir. Bu sakıncayı
önlemek için devlete ve onu temsil eden merkezî yönetime, yerinden yönetim
kuruluşlarının eylem ve işlemlerini denetlemek ve gerektiğinde bozabilmek
yetkisi tanınmıştır. Bu yetki "idarî vesayet" kavramıyla Anayasada
yerini almıştır.
"İdarî vesayet"i, kamu düzenini
ve ülke bütünlüğünü sağlamak için, kamu yararı amacıyla, yasaların verdiği
yetkiye dayanarak, merkezî yönetim örgütünün, yerel yönetim ile kamu hizmeti
yönetimi tüzelkişilerinin organları, işlemleri ve parasal kaynakları üzerindeki
denetimi olarak tanımlamak olanaklıdır. Bu yönüyle idarî vesayet yetkisi,
yerinden yönetim kuruluşlarına tanınan özerkliğin ayrıklığını oluşturmaktadır.
Anayasanın 127 nci maddesine göre idarî
vesayet, hukuksallık denetimi yanında yerindelik denetimini de içermektedir.
İdarî vesayet yetkisi, il özel
yönetimlerinin tüm eylem, işlem ve etkinliklerinin merkezî yönetimin
denetiminde olmasını; bu bağlamda, yasada belirtilen il genel meclisi
kararlarının valinin onayına bağlı tutulmasını gerektirmektedir. İncelenen Yasadaki
düzenleme bu gereğe uygun düşmemektedir.
İncelenen Yasayla il özel yönetimindeki
yetkileri zayıflatılan vali, devletin ve hükümetin ildeki temsilcisi olmasına
karşın gücünü ve etkisini yitirmektedir.
Ayrıca, pek çok maddesi Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunca kabul edilen Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve
Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yasa Tasarısında, merkezî yönetimin il
örgütlerinin çoğunun kaldırılması, kimilerinin de yerel yönetimlere
devredilmesi öngörülerek valinin il genel yönetimindeki yetkileri de
azaltılmaktadır.
Bu düzenlemeler, amaçlanmasa da, Anayasada
öngörülmeyen bir yönetim sistemine geçilmesine neden olabilecek niteliktedir.
İncelenen Yasanın yukarıda yer verilen
maddelerinin,
-Tekil devlet modelinden "yerel"
ağırlıklı devlet modeline geçişe olanak sağlayan,
-Güçlü merkezî yönetim yerine güçlü yerel
yönetimlere yer veren,
-İl özel yönetimlerini, il genel
yönetimini de kapsayacak biçimde genel yetkili duruma getiren,
İçerikleriyle, Anayasanın "tekil devlet modeli"ne,
"idarenin bütünlüğü", "yetki genişliği", "idarî
vesayet" ilkelerine ve kamu yararına uygun düşmediği görülmektedir.
3- Yukarıdaki değerlendirmeler dışında
kimi konular üzerinde ayrıca durulması gerekli görülmüştür:
a- İncelenen Yasanın 3 üncü maddesinin (a)
bendinde, il özel idaresi tanımlanırken "İlin ve il sınırları içindeki
halkın mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere
kurulan..." anlatımı kullanılarak, "il halkı" yanında
"il" ayrıca belirtilmiştir.
Bu ayrımla, il özel idaresi, il genel
yönetimini de içerecek biçimde illerin genel yetkili yönetim birimi gibi
tanımlanmış olmaktadır.
Anayasanın 126 ve 127 nci maddelerine
göre, illerde, merkezî yönetimin uzantısı olan ve "yetki genişliği"
esasına göre oluşturulan il genel yönetimi ile bir yerel yönetim örgütlenmesi
olan ve "idarî vesayet" ilkesine göre oluşturulan il özel yönetimi
bulunmaktadır.
İl halkının ortak yerel gereksinmelerinin
karşılanması il özel idaresinin, il halkının ortak yerel gereksinmeleri dışında
kalanlar ile "il"in tüm hizmetlerinin karşılanması da il genel
yönetiminin görev alanına girmektedir.
Anayasanın yerel yönetimleri düzenleyen
127 nci maddesinde, yerel yönetimlerin "il... halkının mahallî müşterek
ihtiyaçlarını karşılamak üzere..." kurulacakları açık biçimde
belirtilmiştir.
Bu nedenle, incelenen Yasanın 3 üncü
maddesinin (a) bendindeki tanım Anayasanın 126 ve 127 nci maddeleriyle
bağdaşmamaktadır.
b- İncelenen Yasanın 6 ncı maddesinin
birinci fıkrasında,
"İl özel idaresi kanunlarla başka bir
kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen mahallî müşterek nitelikteki her türlü
görev ve hizmeti yapar, gerekli kararları alır, uygular ve denetler"
denilmektedir.
Anayasanın 126 ncı maddesinde, merkezî
yönetiminin örgütlenmesine ilişkin ölçütler "coğrafya durumu, ekonomik
koşullar ve kamu hizmetlerinin gerekleri" olarak sayılmıştır. Maddede,
merkezî yönetimin görevlerini belirginleştiren ya da sınırlayan bir düzenleme
yapılmamıştır.
Buna karşın, Anayasanın 127 nci
maddesinde, yerel yönetimlerin örgütlenmesi hem "coğrafya" hem
"konu" yönünden sınırlandırılmıştır. Maddeye göre, yerel yönetimler,
ancak yöresel olarak örgütlenebilmekte ve yalnızca yerel ortak gereksinimlerin
karşılanması yönünden görevlendirilebilmektedir.
Anayasaya göre merkezî yönetim, devlet
iktidarını ve tüm kamu hizmetlerini ülke genelinde örgütlerken, yerel
yönetimler, sınırlı bir coğrafyada ortak yerel gereksinimlerin karşılanması
gibi sınırlı bir konuda örgütlenebilmektedir.
Buna göre, yönetsel örgütlenmede, merkezî
yönetim konu yönünden genel, yerel yönetimler ise özel görevlidir. Başka bir
anlatımla, yasalarda merkezî yönetimin görevleri soyut ve genel, yerel
yönetimlerin görevleri somut ve belirgin biçimde düzenlenmelidir.
İl özel yönetiminin görev ve yetkileri
incelenen yasanın 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiş; bu
görevlerden kimilerinin hangi coğrafî sınırlar içerisinde yerine getirileceği
de ikinci fıkrasında kurala bağlanmıştır.
Maddenin birinci fıkrasıyla, il özel
yönetimi, "yasalarla başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen",
"mahallî müşterek nitelikteki" her türlü görev ve hizmeti yapmak,
gerekli kararları almak, uygulamak ve denetlemekle görevlendirilmiş, başka bir
anlatımla kamu hizmetlerinin yürütülmesi yönünden "genel görevli"
kılınmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasının (a) bendinde
sayılan hizmetlerin il sınırları içerisinde; (b) bendinde sayılan konuların ise
belediye sınırları dışında il özel yönetimince yürütüleceği kurala bağlanarak,
kimi görevler yönünden yetkinin sınırları, konu yönünden değil, yalnızca yer
yönünden çizilmektedir.
Yapılan düzenlemede, her ne kadar
"yasalarla başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen" ve
"mahallî müşterek nitelikteki" görevlerden söz edilerek konu yönünden
sınır getirilmiş izlenimi yaratılmaya çalışılmış ise de, bu ölçütler soyut
olup, il özel yönetimlerini "genel görevli" konumdan çıkarmaya
yetmemektedir.
Çünkü, merkezî yönetim örgütlenmesinde yer
alan kamu kurum ve kuruluşlarının görevi kapsamında sayılmayan ya da genel
görevli bir kamu kurum ya da kuruluşunun görev alanında yer almakta iken,
yapılacak bir yasal düzenleme ile o kurum ya da kuruluşun görev kapsamından
çıkarılan her türlü kamusal hizmet bu madde nedeniyle başkaca bir yasal
düzenlemeye gerek kalmaksızın il özel idarelerinin görev alanına girecektir.
Ayrıca, çoğu maddesi Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunda kabul edilen, ancak, kimi maddeleri üzerindeki
görüşmeleri tamamlanmadığı için henüz yasalaşmayan Kamu Yönetiminin Temel
İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısında yer verilen
ilgili kurallara kısaca değinilmesi, konunun açıklığa kavuşturulması yönünden
gerekli görülmüştür.
Yasa tasarısının 7 nci maddesinde, merkezî
yönetimce yürütülecek görevler sayılarak sınırlandırılmış; 8 inci maddesinde
ise, yerel ortak gereksinimlere ilişkin tüm görev, yetki ve sorumlulukların
yerel yönetimlerce yerine getirileceğinin belirtilmesi yeterli görülmüştür.
Madde gerekçelerinde de, merkezî
yönetimler ile yerel yönetimlerin görev, yetki ve sorumluluklarının, getirilen
yeni kamu yönetimi anlayışına uygun olarak ele alındığı; merkezî yönetimin
görev ve yetkilerinin sayılarak sınırlandırıldığı, bunlar dışında kalanların
yerel yönetimlerce yürütülmesinin öngörüldüğü belirtilmiştir.
Bu yasa tasarısının 7 ve 8 inci maddeleri
ile incelenen yasanın 6 ncı maddesinin birlikte değerlendirilmesinden, yerel
yönetimlerin, bu bağlamda il özel idarelerinin, kamu hizmetlerinin görülmesinde
genel görevli örgüt durumuna getirildiği görülmektedir.
Öte yandan, yürürlükteki İl Özel İdaresi
Yasasının 78 inci maddesine 3360 sayılı Yasayla eklenen 13 üncü bendin ikinci
tümcesindeki "İl özel idarelerinin görevli olduğu mahallî ve müşterek
ihtiyaçların kapsamı ve sınırı Bakanlar Kurulunca tespit olunur" kuralının
iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesinin 22.06.1988 günlü, E.1987/18, K.1988/23
sayılı kararında,
"Yerel yönetimlere ilişkin temel
kavramlar üzerinde yapılan bu açıklamalar da göstermektedir ki, yerel
yönetimlerin kuruluş esasları, karar organlarının oluşumu, görev ve
yetkilerinin belirlenmesi, merkezî yönetimle bağ ve ilgileri, bunlar üzerinde
uygulanacak idarî vesayet yetkisi yasal bir düzenlemeyi gerektirmekte,
"yasallık" vazgeçilmez bir koşul olmaktadır. Anayasanın 123 ve 127
nci maddeleri bu koşulu açık seçik vurgulamaktadır. O halde:
1-İl Özel İdaresi Kanununun (İUVKM) 78
inci maddesine 3360 sayılı Yasanın 2 nci maddesiyle eklenen 13 üncü bendin
ikinci tümcesiyle "il özel idarelerinin görevli olduğu mahallî ve müşterek
ihtiyaçların kapsamı ve sınırı..."nın saptanması yetkisinin Bakanlar
Kuruluna verilmesi yasallık ilkesiyle çatışmaktadır. Burada Bakanlar Kurulu
kararı, yasa yerini almaktadır.
2-Bakanlar Kuruluna bu yetkinin yasayla
verilmiş olması da, Anayasa açısından yasal düzenleme koşulunun yerine
getirildiği biçimde yorumlanamaz. Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin
kararlarında ortaya koyduğu ölçütlere göre, yasa koyucu, genel kuralları
koyarak yönetime, takdir yetkisine göre düzenleyebileceği bir alan bırakırken,
Anayasanın öngördüğü yönetimin yargısal denetiminin etkinliğini engellemeyecek
nesnel kurallara bağlamalıdır"
denilerek, yasallık ilkesi gereği, il özel
yönetimlerinin görevlerinin yasada sayılması gerektiği kabul edilmiştir.
Yasama organının, her şeyden önce bir
hizmetin yerel mi, yoksa ülke düzeyinde mi olduğunu belirlemesi; yerel düzeyde
görülen hizmetlerin yasada sayılması gerekmektedir.
Tersi durumda, yurttaşlara standart bir
kamu hizmeti sunma olanaksızlaşacak, hizmetler yönünden bölgesel ve yerel
dengesizlikler artacaktır.
İncelenen yasanın 6 ncı maddesinde il özel
yönetimlerinin görevlerinin sınırlı ve belirgin değil, genel ve soyut kavramlar
kullanılarak düzenlendiği görülmektedir. Bu genel ve soyut kavramların
içeriğinin belirginleştirilmesinde il özel yönetimlerinin yetkili organlarının
etkili olması kaçınılmazdır. Bu durumda, Anayasa Mahkemesinin yukarıda
açıklanan kararıyla Bakanlar Kurulu yönünden Anayasa uygun görülmeyen bir
yetkinin il özel yönetimlerine tanındığı sonucuna varılmaktadır ki, bunun
olanaksızlığı açıktır.
Bu nedenle de, incelenen yasanın 6 ncı
maddesi Anayasanın 126 ve 127 nci maddesindeki ilkelerle bağdaşmamaktadır.
c- İncelenen yasanın 6 ncı maddesinin
ikinci fıkrasının (a) bendinde, il özel yönetimlerinin il sınırları içinde
yapmakla görevli ve yetkili oldukları konular arasında "eğitim"
hizmetleri de sayılmıştır.
Bentteki, "Eğitim(e)... ilişkin
hizmetleri il sınırları içinde... yapmakla görevli ve yetkilidir"
anlatımından,
-İlköğretim ya da ortaöğretim ayrımı
yapılmadan,
-Yapım ve yönetim sınırlaması
getirilmeden,
eğitime ilişkin tüm hizmetlerin il özel
yönetimlerinin görevi içine alındığı görülmektedir.
Yürürlükteki İl Özel İdare Yasasının 78
inci maddesinin 9 uncu bendinde, ilkokulların tesis ve yapımı ile bunların
yönetim ve gözetim görevi il özel yönetimlerine verilmiş iken, incelenen
yasada, "Eğitim(e) ilişkin hizmetler" düzenlemesinin getirilmesi,
yukarıdaki anlayışı geçerli kılmaktadır.
aa- Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş
felsefesi, coğrafî ve siyasal yönden tekil devlet yapısını, tam bağımsızlık
ilkesini; yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini; ekonomik,
sosyal, kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir.
Atatürk devriminin amacı, aydınlanma
çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır. Bu amaç, Anayasanın
başlangıcında "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak",174 üncü maddesinde
de "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak" biçiminde anlatımını bulmuştur.
Çağdaş yönetim anlayışında, devletin temel
görevlerine çekilmesi gerektiği savunulurken, bu görevler, adalet, savunma,
eğitim ve sağlık olarak sayılmakta, ülke olanaklarının bu alanlara
özgülenmesiyle başarının yakalanacağı vurgulanmaktadır.
Özellikle eğitim konusunda başarılı
olamayan ülkelerin geleceklerini tehlikeye atacakları kuşkusuzdur; çünkü,
eğitim, diğer tüm başarıların temelini, altyapısını ve kaynağını
oluşturmaktadır.
Çocuklarımızın, ülkemizin gerçekleri ve
gereksinimleri yönünde, gelişen ve değişen dünya gereklerine uygun çağdaş bir
eğitim ortamı içinde yetiştirilmesi, çağı yakalamanın zorunlu koşuludur.
Anayasanın çağdaş bir eğitim ve öğrenim
öngörülen 40 ıncı maddesinde,
- Kimsenin eğitim ve öğretim hakkından
yoksun bırakılamayacağı,
- Eğitim ve öğretimin, Atatürk ilke ve
devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin
gözetim ve denetimi altında yapılacağı,
- Eğitim ve öğretim özgürlüğünün Anayasaya
sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı,
- İlköğretimin kız ve erkek tüm yurttaşlar
için zorunlu ve devlet okullarında parasız olacağı,
belirtilmiştir.
Anayasada eğitim ve öğretim, birey
yönünden hak olarak tanınırken, devletin de başta gelen ödevlerinden
sayılmıştır.
Devletin bu ödevleri yerine getirmesinin
yolu, kuşkusuz, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, aklın egemenliğine
dayanan çağdaş eğitim ve öğretim kurumları oluşturması, varolanları
geliştirmesidir.
Eğitim ve öğretim hizmetlerine, devletçe
önemli ağırlık verilmesi, çağın ve Anayasanın gereğidir. Bu gerek, eğitim ve
öğretim hizmetlerinin merkezî yönetimin görevleri arasında kalmasını zorunlu
kılmaktadır.
Çağdaşlaşma yolunda böylesine büyük önemi
bulunan eğitim hizmetlerinin, il özel yönetimlerine bırakılması, toplumsal
yarar yönünden uygun düşmemektedir.
bb- Anayasa koyucu, Atatürk devrimlerinin
temel felsefesinin önemini, devrim yasalarını 174 üncü maddesiyle korumaya
alarak vurgulamıştır.
Anayasanın 174 üncü maddesinde, Türk
toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin
laik niteliğini koruma amacını güden devrim yasaları tek tek sayılarak anayasal
güvenceye alınmıştır.
Bu yasalar, maddede de belirtildiği gibi,
laiklik ilkesiyle doğrudan ilgili bulunmakta, cumhuriyetimizin laik niteliğini
somutlaştırmakta ve ona içerik kazandırmaktadır. Bu nedenle, Anayasanın 174
üncü maddesi, başlangıcı ile 2 nci ve 24 üncü maddelerinden ayrı düşünülemez ve
onları tamamlayıcı niteliktedir.
Ülkemizde laik öğretime geçiş, Anayasanın
174 üncü maddesiyle korumaya alınan 3 Mart 1924 günlü, 430 sayılı Öğretim
Birliği Yasasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu yasayla, Şeriye ve Evkaf Bakanlığı
ile vakıflarca yönetilen medreseler ve dinî eğitim veren okullar kapatılmış,
Türkiye'deki tüm okullar, Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.
Öğretim birliği ilkesinin amacı, eğitimi
tek elden uygulanan bir devlet politikası durumuna getirerek, akla ve bilime
dayalı programlarla çağdaş uygarlık hedefine yönelmiş yurttaşlar yaratmaktadır.
Başka bir anlatımla, Türk millî eğitiminin
genel amacı, Türk Ulusunun tüm bireylerini, Atatürk ilke ve devrimlerine ve
Anayasada anlatımını bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Anayasanın
Başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen
ve bunları yaşamında uygulayan yurttaşlar olarak, yetiştirmektir.
Yasakoyucu, kişiler yönünden hak, devlet
yönünden ödev olan eğitim ve öğrenim hakkını düzenlerken, toplumun gereksinim
duyduğu insan gücünün yetiştirilmesi, böylece toplumsal, ekonomik ve kültürel
kalkınmanın sağlanması gibi hususları gözetmek zorundadır. Bunun merkezî planlama,
programlama ve uygulamayı gerektireceği açıktır.
Eğitimde, planlama ve program kadar belki
ondan da daha fazla önemli olan uygulamadır. Uygulamada illere göre yaşanacak
sapmalar laik eğitim ve ulusal birlik yönünden aykırılıklara neden olacaktır.
Eğitim hizmetlerinin yurt düzeyinde ve
ulusal düzeyde, ülkedeki tüm yurttaşlara fırsat ve olanak eşitliği sunacak
biçimde merkezî yönetimin genel sorumluluğu altında yürütülmesi gerekmektedir.
Bunun tersine, eğitim hizmetlerinin il
özel yönetimlerine bırakılması, eğitimin laikleşmesini ve tek elden
yürütülmesini amaçlayan öğretim birliği ilkesiyle, ulusal birlik amacıyla,
demokratik, laik, eşitlikçi, adil, işlevsel ve bilimsel temellere dayalı eğitim
anlayışıyla, Anayasanın Atatürk ilke ve devrimlerini temel alan ruhuyla
bağdaşmamaktadır.
cc- Ayrıca birçok maddesi Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunca kabul edilen Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve
Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yasa Tasarısının 7 nci maddesinin (d)
bendinde "millî eğitimle ilgili görev ve hizmetler" merkezî yönetimce
yürütülecek görev ve hizmetler arasında sayılmıştır.
İncelenen Yasada eğitimle ilgili tüm
hizmetlerin il özel yönetimlerine bırakılması iki düzenleme arasında uyumsuzluk
yaratmaktadır.
d- İncelenen Yasanın 10 uncu maddesinin
(k) bendinde "halk denetçisini seçmek" il genel meclisinin görev ve
yetkileri arasında sayılmıştır.
Yürürlükteki kurallarda "halk
denetçiliği" kurumu bulunmamaktadır. Bu kuruma henüz yasalaşmayan Kamu
Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Yasa
Tasarısında yer verildiği bilinmektedir.
Yürürlüğe girmemiş bir düzenlemeye
dayanılarak il genel meclisine görev ve yetki verilmesi, yasa yapma tekniğine
uygun düşmemekte, hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
Ayrıca, belirtmek gerekir ki, halk
denetçiliği kurumu Anayasada düzenlenmemiştir.
Anayasaya göre, idarî işlem ve eylemlerin
hukuka uygunluk denetimi idarî yargı yerlerince yapılmaktadır. Bu sistemin
önüne, Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında
Yasa Tasarısının incelenmesinden anlaşıldığı üzere, yine hukuka uygunluk
denetimi yapan bir birimin eklenmesi anayasal sorun yaratacak niteliktedir.
Çünkü, kararlar arasındaki çelişkinin yoğunlaşması yargıya karşı güven
bunalımına neden olacaktır.
Yayımlanması yukarıda açıklanan
gerekçelerle uygun görülmeyen 5197 sayılı "İl Özel İdaresi Kanunu",
3, 6, 7, 10, 11, 13, 15, 18, 25, 35, 45, 47, 52 ve geçici 1 inci maddelerinin
Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi için, Anayasanın değişik
89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.
Ahmet Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım:
2. -
Romanya Senato Başkanı Nicolae Vacaroiu ve beraberindeki parlamento heyetinin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî
ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/622)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık
Divanının 6.7.2004 tarih ve 45 sayılı Kararı ile Romanya Senato Başkanı Nicolae
Vacaroiu ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunması
kararlaştırılmıştır.
Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun
7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Bilgilerinize sunulmuştur.
Başbakanlığın bir tezkeresi vardır;
okutuyorum:
3. -
Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen hakkında tanzim edilen soruşturma
dosyasının geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/623)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İLGİ: a) 13.03.2003 tarih ve
B.02.0.PPG.0.12-310-4297 sayılı yazımız.
b) Adalet
Bakanlığının 22.06.2004 tarih ve B.03.0.CİG.0.00.00.02-1.128.17.2003-28944
sayılı yazısı.
Basın yoluyla sövme suçunu işlediği iddia
olunan Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen hakkında tanzim edilen
soruşturma dosyası ile Adalet Bakanlığının yazısının sureti ilgi (a) yazımız
ekinde gönderilmişti.
Bu defa; söz konusu soruşturma dosyasının
Yargıtaya gönderileceğinden bahisle iade edilmesine ilişkin Adalet Bakanlığının
ilgi (b) yazısının sureti ve ekleri ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Dosya, hükümete geri verilmiştir.
Sözlü soru önergesinin geri alınmasına
dair bir tezkere vardır; okutuyorum:
4. -
Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın (6/1146) esas numaralı sözlü sorusunu
geri aldığına ilişkin önergesi (4/210)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının 485 sırasında yer alan (6/1146) esas numaralı sözlü soru önergemi geri
alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Ümmet Kandoğan
Denizli
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır;
okutup, oylarınıza sunacağım:
IV.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1. -
Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 89 Tarihi:13.7.2004
Genel Kurulun 13.7.2004 Salı günkü (bugün)
birleşiminde, 621 ve 622 sıra sayılı Meclis soruşturması komisyonları
raporlarının görüşülmesinden sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi,
14.7.2004 Çarşamba günkü birleşimde ise sözlü soruların görüşülmemesi,
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının; 10 uncu sırasında yer alan
636 sıra sayılı, 41 inci sırasında yer alan 638 sıra sayılı, 40 ıncı sırasında
yer alan 637 sıra sayılı, 43 üncü sırasında yer alan 640 sıra sayılı, 11 inci
sırasında yer alan 635 sıra sayılı, kanun tasarıları ve teklifinin bu kısmın 8,
9, 11, 12 ve 16 ncı sıralarına alınması, daha önce gelen kâğıtlar listesinde
yayımlanan ve dağıtılmış bulunan 642, 644, 641, 645, 648, 647 ve 646 sıra
sayılı kanun tasarılarının ise 48 saat geçmeden bu kısmın 10, 13, 14, 15, 17,
18 ve 19 uncu sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesi,
Bugünkü birleşimde çalışma süresinin 641
sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar uzatılması,
14.7.2004 Çarşamba günkü birleşimde ise Genel Kurulun saat 11.00'de toplanması
ve 646 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar çalışma
süresinin uzatılmasının,
Genel Kurulun onayına sunulması Danışma
Kurulunca uygun görülmüştür.
|
Bülent Arınç |
|
|
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı |
|
|
Salih Kapusuz |
Ali Topuz |
|
AK Parti Grubu Başkanvekili |
CHP Grubu Başkanvekili |
BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Meclis
Soruşturması Raporları" kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın birinci sırasında yer alan,
İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekili ile Samsun Milletvekili
Haluk Koç ve 55 milletvekilinin, Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve
değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri ve bu eylemlerinin
Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan A. Mesut
Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önergeleri ve (9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu
üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. -
İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekili ile Samsun Milletvekili
Haluk Koç ve 55 milletvekilinin Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve
değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri iddiasıyla eski
Başbakan A.Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması Komisyonu
Raporu (9/5, 6) (S.Sayısı: 621) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Meclis Soruşturması Komisyonunun 621 sıra
sayılı raporu daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski bakanlara
gönderilmiştir.
Rapor üzerindeki görüşmelerde, komisyona,
şahısları adına 6 milletvekiline ve haklarında soruşturma açılması istenilen
eski Başbakan ve eski Bakana söz verilecektir.
Konuşma süreleri, komisyon için 20 dakika,
şahısları adına söz alan milletvekilleri için 10'ar dakikadır. Son söz,
haklarında soruşturma açılması istenilen eski Başbakan ve Bakana ait olup,
konuşma süresi sınırsızdır.
Rapor üzerinde söz alan sayın
milletvekillerinin isimlerini okuyorum: İstanbul Milletvekili İsmet Atalay,
Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır, Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü,
Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık, Kırıkkale Milletvekili Ramazan Can.
İlk söz Sayın İsmet Atalay'ın.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
İSMET ATALAY (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; 22 nci Dönem İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58
milletvekiliı, yine Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekili
tarafından, Türkbank ihalesiyle ilgili verilen önergeler komisyonda görüşülmüş,
sonuçta rapor Yüce Heyetin huzurlarına gelmiştir. Eski Başbakan Sayın Mesut
Yılmaz ile Devlet eski Bakanı Sayın Güneş Taner'in Yüce Divana sevkleri yönünde
karar verilmiştir. Bu vesileyle söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan,
Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, konuşmama başlarken,
özellikle bir konuya değinmek istiyorum. 81 yıllık cumhuriyet tarihimizde, ilk
kez bir başbakan hakkında Meclis soruşturması istenmiş ve soruşturma açılması
yönünden komisyonca bir karar verilmiştir. Bu, çok önemli bir konudur. Bu
konuda üyelerin dikkatli davranacaklarını düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, ülkemizde son
zamanlarda üzerinde durulan en önemli sorunlardan birisi, temiz toplumdur;
yolsuzluğa, hortuma veyahut haksızlığa bulaşmış kişilerin üzerine tarafsız
olarak gidilmesi öngörülmektedir. Bunu, hükümetimiz de, Meclisimiz de birinci
sorun olarak ele almaktadır; ancak, yolsuzlukların üzerine gidebilmenin ilk
koşulu, siyasetçi, özellikle bakan veyahut milletvekili eğer yolsuzluğa veya
hortuma bulaşmışsa, buradan başlamak gerekir diye düşünüyorum; ama, geçtiğimiz
dönemlere ve bugüne baktığımız zaman, sayın bakanlar ile milletvekilleri,
Anayasanın 83 ve 100 üncü maddelerindeki dokunulmazlık zırhına bürünmüş
olduklarından, bu yol işlememekte, siyasetçilerle ilgili davalar yargıya
intikal etmemektedir. Hassasiyetle üzerinde durulan konu budur. Eğer,
gerçekten, bu arz ettiğim iki madde olmamış olsaydı, yani sayın
milletvekillerinin ve bakanların dokunulmazlığı olmamış olsaydı, bu komisyonun
kurulmasına ve bugün burada bu konuları tartışmamızın gereği veyahut da anlamı
kalmayacaktı diye düşünüyorum.
Sayın Başbakanımız, seçimlerden önce,
Anayasanın 83 üncü ve 100 üncü maddelerinin değiştirilmesi konusunda, halkın
huzurunda söz vermiştir; ama, bugüne kadar, dokunulmazlığın kaldırılmasıyla
ilgili en ufak bir çalışmanın olmadığını üzülerek görmekteyiz. Bırakınız,
dokunulmazlığın kaldırılmasını, bazı dokunulmazlık dosyalarında suç teşkil
edecek eylemlerin suç olmaktan çıkarılması için bir çabanın içerisinde
olduğunuzu görüyorum. Bununla ilgili, Yolsuzlukla Mücadele Kanunu Tasarısını
örnek gösterebilirim, bununla ilgili 618 sıra sayılı tasarıyı örnek
gösterebilirim; çünkü, bu tasarıların kanunlaşması halinde, burada,
dokunulmazlığı bulunan birçok üyenin üzerine gidilemeyecek. Aslında, bu üyelere
de haksızlık yapılmış olacağı inancını taşımaktayım; çünkü, yargıya intikal
ettiği zaman, haksız ithamdan kurtulma imkânı da kendilerine sağlanmış
olacaktır.
Bu vesileyle, dokunulmazlıkların üzerinde
durulması, hiç olmazsa bu dönemde, bu meseleyi çözmemiz gerekiyor. Yoksa,
geçmiş dönemlerde olduğu gibi, bu dönem de dokunulmazlık zırhına bürünen
bakanlarımızın, milletvekillerimizin, Meclisin dışına çıktıktan sonra
haklarında soruşturma açılmasının doğru olmayacağına inanıyorum; bu vesileyle,
tekrar sizleri selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkbank olayı
önemli bir olaydır. 20 nci Dönemde bu mesele gündeme gelmiştir, bir hükümet bu
vesileyle düşürülmüştür; ama, dokunulmazlık zırhı olduğu için, o dönemin
Başbakanı ve Hazineden sorumlu olan Devlet Bakanı yargılanamamışlardır.
Türkbank olayı nedir? Türkbank, 2.9.1994
tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Bankalar Kanununun 64 üncü maddesi
kapsamına alınmıştır; yani, banka, iyi yönetilmediği için denetime alınmıştır.
26.5.1997 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmiştir. 11.12.1997
tarihinde, Merkez Bankası meclisi, Türkbankın satışı için ilgili devlet
bakanlığına onay vermiştir. 4.5.1998 tarihinde ihaleye çıkarılmış, bankanın
satışına karar verilmiştir. Bu ihaleye katılmak için 25 firma müracaat etmiş;
ancak, bu firmalardan 5 tanesi ihaleye girmek için dosya almıştır.
İhale aşamasında, basında ve medyada,
mafyanın bu işle ilgilendiğinden, özellikle Çakıcı - Korkmaz Yiğit ilişkisinden
söz edilmiş; emniyet ve istihbarat dairesinden gelen bilgi notlarına dayalı
olarak, Başbakan Mesut Yılmaz, o tarihlerde Hazineden sorumlu Devlet Bakanı
Güneş Taner'e, mafyanın bu işle ilgilendiği ve Korkmaz Yiğit'in ihaleye
sokulmaması yönünde gerekli talimatları vermiştir.
Daha sonra, ihale aşaması yaklaştığında,
Korkmaz Yiğit, bazı siyasetçileri devreye sokarak Başbakanla görüşmüş.
Başbakanla görüştükten sonra, Başbakan, bizzat, Hazineden sorumlu Devlet
Bakanını arayarak "biz adama haksızlık yapmayalım. Korkmaz Yiğit'in
Çakıcı'yla ilişkisinin olmadığını tespit etmiş bulunuyoruz. İhaleye girmesinde
bir mahzur yoktur" diye talimat vermiştir. Bu talimattan sonra, Korkmaz
Yiğit, ihaleye dahil olmuştur.
Değerli arkadaşlarım, ihalenin başından
sonuna kadar, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner ve Başbakan, ihaleyle
bizzat ilgilenmişlerdir; hatta, Başbakana sorulduğunda, Başbakan "bu
bankanın durumunun düzelttik, içerisine çok para koyduk, 500 000 000 dolardan
fazla para koyduk" diyerek, ilk
olarak, bu fiyattan aşağıya satılmaması için bir çabanın içerisinde olduğunu;
ikinci olarak da, özellikle bu işe mafyanın dahil olmaması, mafyanın ihaleye
girecek firmaları tehdit ederek serbest rekabeti önlememesi için gerekli
çabanın içerisinde olduğunu beyan etmişlerdir.
İhalenin yapılacağı gün, özellikle o gece,
1998 yılının 3 Ağustos gününü 4 Ağustos gününe bağlayan gece saat 01.00'de
Başbakan, konutta, ihaleye girecek firmalardan Zorlu Grubuyla görüşüyor,
bankayı "500 000 000 dolardan aşağı satmam" diye beyanda bulunuyor.
Aynı gece, bir başka yerde bulunan Korkmaz Yiğit ile Kâmuran Çörtük, bir başka
pazarlığın içerisinde, Genç-TV'nin pazarlığını yaparken, Kâmuran Çörtük konuta
çağrılıyor, konuta gidiyor işadamı. Soruyorum, değerli arkadaşlar; sizler,
İktidar Partisine mensup milletvekillerisiniz; gece saat 01.00'de, 02.00'de, o
saatlerde Başbakanın evine, konutuna giderek, bir konuyu aktarmanız mümkün
müdür; hayır; ama, bu ihalede, her nedense, Kâmuran Çörtük böyle bir girişimde
bulunuyor ve konuta kabul ediliyor.
Kâmuran Çörtük'e bu konu sorulduğunda,
kendisini Başbakanın çağırdığını, çağırma nedeni olarak da, kendisinin, o
dönemde, Pakistan'da taahhütlerinin bulunduğunu, bu taahhütler nedeniyle bazı
zorlukların çıktığını, bu zorlukları aşabilmek için, o tarihlerde Türkiye'ye
gelecek Pakistan Devlet Başkanıyla kendi konumunu görüşmek üzere Başbakandan
talepte bulunmak üzere randevu istediğini ve o nedenle gittiğini beyan ediyor;
ama, komisyonumuzun bu konuda yapmış olduğu araştırmada, komisyonun raporunu
incelediğinizde, o tarihlerde Pakistan Devlet Başkanının Türkiye'ye gelmediği
ve Türkiye'ye gelmeyeceği açıkça belirtilmektedir. Pakistan Devlet Başkanının
gelmediği bir ortamda, Kâmuran Çörtük'ün, sadece bu banka ihalesiyle ilgili
olarak Başbakanın konutuna gittiği açıkça anlaşılmaktadır. Gerek Başbakan
gerekse Çörtük, birlikte görüştüklerini bu şekilde beyan etmişlerdir.
Kâmuran Çörtük, Başbakanla görüştükten
sonra, kendisini beklemekte olan Korkmaz Yiğit'le görüşmek üzere, kaldığı otele
gidiyor. Orada Korkmaz Yiğit'le yapmış olduğu görüşmelerde, ihaleye 5 grubun
gireceğini, bu girecek gruplardan Erol Aksoy ile Balkaner'in dosyalarının Güneş
Taner'de mevcut olduğunu ve bu nedenle, bu 2 firmanın ihaleye girmeyeceklerini
veya ihalede asılmayacaklarını açıkça beyan ediyor; ancak, Başbakanın
ifadelerine göre, Zorlu Grubunun 500 000 000 doların üzerine çıkacağını, eğer
Korkmaz Yiğit bankayı satın almak istiyorsa, onun da 510 000 000'un üzerinde
bir bedeli ödemesi veyahut o miktarı vermesi gerektiğini kendisine söylüyor.
Ertesi gün ihale olduğu zaman, Korkmaz
Yiğit ihaleye katılıyor, Zorlu Grubuyla yarışıyor ve 585 000 000-600 000 000
dolara bankayı almak zorunda kalıyor, ihale Korkmaz Yiğit'te kalıyor. İhale
yükselirken Korkmaz Yiğit müsaade istiyor, Balkaner'e teklifte bulunuyor:
"Umduğum gibi çıkmadı, bana ortak ol, bu şeyi alalım..."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Atalay, buyurun;
sözlerinizi tamamlar mısınız...
İSMET ATALAY (Devamla) - Korkmaz Yiğit bir
başka kişiyle de görüşüyor. Görüştüğü tespit edilmiş; ama, kiminle konuştuğunu
ifade etmiyor; herhalde Başbakanla veyahut da kendisine ihalenin kalması
konusunda söz veren kişilerle görüştüğü bir gerçek.
Bu şekilde, aynı gün ihale Korkmaz
Yiğit'te kalıyor. Korkmaz Yiğit'te ihale kaldığı andan itibaren Hazineye onay
için başvuruda bulunuluyor, Merkez Bankası Hazineye yazıyor. Hazinede,
özellikle kambiyoda çalışan bürokratlar, paraflı olarak bir onay yazısı
yazıyorlar. Banka sahibi olan Korkmaz Yiğit'in hukukî açıdan banka almasında sakınca
görülmemekle birlikte, Korkmaz Yiğit'in ekonomik durumunun, malî durumunun iyi
olmadığını, Korkmaz Yiğit'in 600 000 000 dolar civarında sermayeyle gazete,
medya kuruluşlarına girdiğini, banka için 600 000 000 dolar ve bankanın
iyileştirilmesi için 500 000 000-600 000 000 dolar para koyacağını, bu
sermayeyi bulamayacağını ve sakıncalı bulunduğunu belirten bir onay yazısı,
altı da paraflanarak, Hazine Müsteşarlığı ve ilgili Bakana gönderiliyor; ancak,
Bakan ve Hazine Müsteşarlığı bu onayı onaylamıyorlar, geri gönderiyorlar
"bu olmamıştır" diyorlar. Bu onay yazısı iki defa, üç defa,
Hazinedeki özellikle Kambiyo Genel Müdürlüğü ve orada çalışanlar tarafından
istedikleri şekilde yazılmadığı için, yeniden bir onay yazısı istiyorlar. Banka
bürokratları, Hazine bürokratları, bu onay yazısını yazıyorlar; ancak, altına
paraf atmıyorlar sorumluluk almamak için. Özellikle de ikinci paragrafta
zikredilen Korkmaz Yiğit'in finans durumunun iyi olmadığı konularını yazmadan,
o yazıdan çıkararak, onaysız, parafsız bir yazıyı, Hazineden sorumlu Devlet
Bakanı ile Hazine Müsteşarlığına gönderiyorlar. Hazine Müsteşarı ile Devlet
Bakanı, ihalenin, hisselerin Korkmaz Yiğit'e devri konusunda onay veriyorlar.
Bu aşamadan sonra, tabiî, basına, medyaya,
Korkmaz Yiğit ile Alaattin Çakıcı arasındaki ilişkiler yansıyor. Emniyetten
gelen yazılar, aynı gün Başbakanlığa gitmiş olmasına rağmen, Merkez Bankasına
gitmiş olmasına rağmen, dikkate alınmıyor. Özellikle, Başbakanın Özel Kalem
Müdürlüğünü yapan hanımefendi, komisyonda vermiş olduğu ifadelerde "bize
gelen acil ve kozmik önemi olan yazılar anında Başbakana iletilir" demiş
olmasına rağmen, Başbakanın bu yazıdan haberinin olmaması mümkün değildir. Bu
yazıdan haberi olmuş olmasına rağmen Korkmaz Yiğit'i ihaleye sokmuş olması ve
Hazineden sorumlu Devlet Bakanının da,
özellikle Hazinede çalışan Kambiyo Genel Müdürlüğündeki kişilerin parafsız
yazılarını onaylayarak bu şahsın komisyona katılmasını sağlamasıyla ihaleye
fesat karıştırdıkları açıkça ortadadır;
çünkü, ihaleyi yapan, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonudur; Başbakanın ve
Hazineden sorumlu Devlet Bakanının bu olayla hiçbir ilişkisi yoktur; ancak,
ihalenin başlangıcından sonuna kadar, son ana kadar Başbakan ile Hazineden
sorumlu Devlet Bakanı müdahil olmuşlardır, ihaleye girenleri baskı altına
almışlardır, ihalenin Korkmaz Yiğit'te kalmasını özellikle temin etmeye
çalışmışlardır. Yine, Korkmaz Yiğit'i, gerek Başbakan gerekse Hazineden sorumlu
Devlet Bakanı medya ve basına yönlendirmiş; Korkmaz Yiğit, Genç-TV'yi,
Kanal-6'yı, ETV'yi satın almış, Yeni Yüzyıl Gazetesini, Ateş Gazetesini ve
Milliyet Gazetesini satın alarak medyada bir güç oluşturmak ve siyasî açıdan
Başbakan Mesut Yılmaz'a bağlı olarak çalışmak için bir çabanın içerisinde
bulunmuştur. Dosyadaki tüm anlatımlar bu yoldadır. Hatta, Korkmaz Yiğit,
kendisine yardımcı olan Kâmuran Çörtük'e, Genç-TV'yi, aynı gece, aldığı fiyatla
satmıştır. Bunun parasının ödenip ödenmediği, yaptığımız soruşturmalarda,
araştırmalarda açıklığa kavuşmamıştır. Bu paralar, her iki bankanın birbirine
açmış olduğu kredilerle ödenmiştir. Daha sonra yapılan incelemelerde, Korkmaz
Yiğit tarafından verilen senetlerin ve sözleşmelerin altındaki imzaların
Korkmaz Yiğit'e ait olmadığı da anlaşılmıştır.
Bu vesileyle, gerek Başbakanın gerekse
Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner'in bu olaya başından sonuna kadar
karıştıkları, ihaleye fesat karıştırdıkları açıkça anlaşılmaktadır. Bunların
Yüce Divana sevk edilmesi gerekir inancını taşımaktayım.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Atalay.
İkinci söz, Bursa Milletvekili Sayın
Ertuğrul Yalçınbayır'ın.
Buyurun Sayın Yalçınbayır. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 621 sıra sayılı Meclis soruşturması komisyonu
raporu üzerine söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, komisyon raporuna konu
olan işler, 20 nci Dönemde (9/43) esas numaralı Meclis soruşturması önergesi ve
yine 21 inci Dönemde meclis soruşturması önergesine konu olan işlerdi. 20 inci
Dönemde bu iş 21 inci Döneme devretti. Bilindiği gibi, Meclis İçtüzüğünün 77
nci maddesi, soruşturma komisyonu raporlarının dönemden sonra devamını
öngörüyor, onlar kadük olmuyor. 21 inci Dönemde ise, 22.6.2000 tarihinde, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde görüşülerek, Yüce Divana sevkine gerek olmadığına karar
verilmişti. Bu defa, yine aynı fiille ilgili olarak, birkaç unsur değiştirilmek
suretiyle -örneğin, 240 ıncı maddeden istenirken, bu defa 205 inci maddeden
istendi- yeni delil adı altında birtakım hususlar daha ilave edilmek suretiyle
Meclis soruşturması komisyonu kuruldu ve komisyon, raporunu, Yüce Divana sevk
yönünde verdi.
Ben, Yüce Divana sevke gerek olmadığı
hususundaki görüşümü arz edeceğim; ancak, herhangi bir iltibasa yer vermemek
için şunları arz etmek istiyorum:
Yolsuzlukla mücadele ve bu mücadelenin
başarılı olabilmesi için, Meclisteki çalışma süremce, ondan önceki meslek
hayatımı ifa sürecinde bunlarla yoğun bir şekilde mücadele etmiş bir kişiyim.
Herhangi bir şekilde fiilleri savunmak mümkün değildir. Yolsuzlukla mücadele,
hepimizin önemli hedefidir, bütün hükümet programlarında da yer alan bir
konudur. Yolsuzluğu oluşturan koşulların ortadan kaldırılması, yozlaşmanın ve
yoksulluğun önlenmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yasamanın, yürütmenin,
yargının, sivil toplum örgütlerinin en önemli görevlerindendir.
Bir tarafta 3 Y; yozlaşma, yolsuzluk ve
yoksulluk. Öbür tarafta 3 Y; yasama, yürütme ve yargı. Yasama, yürütme ve yargı
arasında medenî işbirliği ve işbölümü var ve bunların birbiri arasında
üstünlükleri, belki yasamanın sadece kurucu unsurları ve yürütmenin ve yargının
uygulayacağı kuralları koymasından geliyor; ama, yasamaya ağırlıklı olarak
herhangi bir müdahale, siyasette yozlaşmayı ve yolsuzluğu ve güvensizliği
doğuruyor.
Lider sultası, Meclisin üzerinde
yürütmenin etkisini doğuruyor. Bu, özgür milletvekillerini değil, aksine, tabi
milletvekillerini yaratıyor, partiler arasında barışı zedeliyor partilerin
programları bir tarafa, yönetimlerin baskıcı tutum ve davranışları, sadece o
partiler içinde değil, toplumda da siyasete olan güveni azaltıyor. O nedenle, 3
Y arasındaki ilişkilere fevkalade dikkat etmek gerekiyor. Yasama, yürütme ve
yargı ve bunlar arasındaki ilişki.
Hepimiz lider sultasından şikâyet etmedik
mi?! AK Parti o nedenle doğmadı mı ve diğer milletvekilleri ve diğer partiler,
hep şikâyet edilmedi mi? Ancak, iktidara gelince, muhalefette söylenenler
unutuluyor ve özgürlükler çeşitli nedenlerle kısıtlanıyor. Partiler
kapatılıyor, şikâyet ediyoruz; ama, partilerin içindeki milletvekillerinin veya
üyelerinin söz söyleme hakları sınırlandırıldığı zaman, buna hiç ses
çıkarmıyoruz. Düşünce özgürlüğüne, hoşgörüye inancımız ve bu konudaki
uygulamalarımız, Türk demokrasisini geliştirecektir. Partilerden kopma yerine,
onların parti içinde bireysel olarak sözlerini söyleyebilmeleri ve bir mücadele
zemini bulabilmeleri ve de parti içinde azlık görüş sahiplerinin hukukunun
korunması, Türk demokrasisini geliştirecektir. Bundan, umarım ki, bütün siyasî
partilerimiz nasibini alır.
3 Y üzerinde en önemli hadise, hukukun
üstünlüğü ve hukuka bağlılık anlayışının yerleştirilmesidir, yargı kararlarının
uygulanmasıdır. Bu, toplumda güveni sağlar. Bakın, Yatağanlılar feryat ediyor,
Bursa Orhanelililer aynı şekilde feryat ediyor, Bergamalılar feryat ediyor.
Yürütmenin eylem ve işlemi için yargıya sığındılar ve biz, yasama olarak, bu
yargı kararlarının bağlayıcılığını koyduk; ama, uygulanmadı diye isyan
ediliyor, toplumsal barış bozuluyor.
Siyasetteki yozlaşmayı önlemek, yolsuzluğu
önlemekle eşdeğerdedir. Yolsuzluk, yozlaşmanın özel bir şeklidir. Asıl olan,
yozlaşmanın üzerine gitmektir, bu konuda hukukun üstünlüğünü, hem usul olarak
hem esas olarak ortaya koymaktır. Yaptığımız birtakım düzenlemelerle bu halka umut
verdik, kamu yönetiminde saydamlığın sağlanması konusunda özel çalışmalarımız
oldu. Bunları tamamlamamız, alınan kararlara kişilerin katılabilmesinin
sağlanması için, idarî usul yasasını, sırlarla ilgili devlet sırrını, ticarî
sırrı ve ombudsmanlığı bu Meclisten geçirmek durumundayız.
Hesap vermek ve hesap sormak, denetim...
Muhalefetteyken muhalefet milletvekilleri, fevkalade denetim içinde bulunuyor.
İktidarda susuluyor; oysa, denetim her zaman gerekli. Denetim, sadece bakanı
sıkıştırmak değildir, halkı bilgilendirmektir, bürokratı denetlemektir.
Bakınız, Bursa'da 200 000 emlak sahibiyle
ilgili hukuka apaçık aykırı Maliye Bakanlığı işlemiyle, tapu kadastro yenileme
harçları alınıyor; Türkiye'de 1 000 000' un üzerindeki kişi... Açıkça, hukuka
aykırılığını delillerle ortaya koyduk; ama, hiç dinleyen olmadı. Yazdık, yine
dinleyen olmadı. Şükür ki, yargı var. Dün, Danıştay kararını verdi ve yürütmeyi
durdurdu. Bireyin hukukunu, yargının güvence altına aldığını hepimiz bilmek
durumundayız ve bu konuda araştırma komisyonunun önerilerine katılmamak mümkün
değil. Katılımcılığı, hukukun üstünlüğünü, saydamlığı, hesap verebilmeyi
sağlamak durumundayız; velhâsıl, kaliteli yönetimi sağlamak durumundayız,
yönetişim anlayışını ortaya koymak durumundayız.
Yasamada üzerimize düşen ne; yasama
dokunulmazlıklarını sınırlandırmaktır, soruşturmalarla ilgili siyasî etkilerin
olduğuna dair görüşleri ortadan kaldırmaktır, güveni sağlamaktır. Bu konuda
araştırma komisyonunun raporuna aynen katılıyorum.
Meclisin saygınlığı itibariyle şunu ifade
etmek istiyorum: Bazı gazetelerde, bugün, Van Milletvekili Sayın Mustafa
Bayram'ın dokunulmazlığının kaldırılmadığı ve Meclisin bunları gözardı ettiği
yazılıydı. 20 nci Dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi, 547 sıra sayıyla,
Anayasa ve Adalet Komisyonlarından oluşan karma komisyonun raporunu görüştü,
21.7.1998'de dokunulmazlığını kaldırdı. Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Mustafa Bayram'la ilgili olarak, 21 inci Dönemde 271 sıra sayılı komisyon
raporunu görüştü, 27 Mart 2001'de dokunulmazlığını kaldırdı. Bizim, bu
konularla ilgili hassasiyetimizi her yerde sürdürmemiz ve kamuoyunu doğru
bilgilendirmemiz gerekiyor.
Konuya geldiğimizde, Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin en önemli kararlarından birini alacağız. İlk defa, bir başbakanla ilgili
soruşturma süreci işletiliyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Yalçınbayır,
sözlerinizi tamamlar mısınız.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) -
Soruşturma konusu, Anayasada özel olarak düzenlendi ve İçtüzükte de özel
hükümler var. Anayasada kesin süre konulmasının sebebi, işi savsaklamamak, uzun
süre kişileri soruşturma tehdidi altında tutmamak ve bir an önce adil
yargılanma haklarına kavuşturarak, kamuoyunu da tatmin etmektir.
Bu işlemdeki süreye bakın: 20 nci Dönemden
22 nci Döneme... O dönemlerde, aynı zamanda siyasî sorumluluk gerektiren bu
işte ve benzeri işlerde, gensorulara ret oyunu verenler, soruşturmalara evet
oyu vererek, acaba, siyaseti ne kadar kirlettiklerini bir kere düşünebilirler
mi?!
Meclis soruşturmalarında, o dönem, toplu
müdafaa, toplu hücum dönemiydi. Grup kararları alınmaz; ama, kayıtdışı
siyasetin gereği, gruplar, neredeyse tümüyle aynı davrandı. Anayasa
Mahkemesinin otoyollar davasında, partilerin karar defterlerinde grup kararı
alındığına dair herhangi bir hüküm yok; bu nedenle, sanığın bu konudaki
iddialarını dikkate almadı. Kayıtdışı siyasette kayda girilir mi, karar alınır
mı?!
Hepimiz biliyoruz, çeşitli nedenlerle,
siyaseten verilen önergeler oldu, aralarında gerçekten karışanlar da olmuştur;
ama, bunları tefrik edebilmek o kadar zor oldu ki. Toplu müdafaa, toplu hücum;
hedef, iktidar; hedef, daha çok oy; nerede hukuk, nerede hukukun üstünlüğü?!
Değerli milletvekilleri, Meclis
soruşturması nedir; Meclis burada ne yapıyor; Meclis, bir karar alıyor. Bu
karar, aldığı karar, şeklen, Anayasa Mahkemesinin de denetimine tabi; çünkü,
bakıldığında, Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve
içtüzüklerin yapılmasıyla ilgili işlemler hakkında karar veriyor; ama, eylemli
içtüzük, içtüzük ihdası niteliğindeki işlemler hakkında da karar veriyor.
Konuya bakıldığında, Meclis, bununla ilgili ne yapacak; bir yargılama faaliyeti
yapacak. Bu yargılama faaliyeti, ya Yüce Divana sevk yönünde olacak; Yüce
Divana sevk yönünde olunca, bu karardan geri dönmek mümkün mü; hayır, ben hata
ettim, bunu sevk etmiyorum diyebilir misiniz veya Yüce Divana sevk etmeme
kararı alacak; peki, bundan da dönebilir misiniz; dönebiliyorsanız, bu,
siyaseten verilmiş bir karardır, hukuken verilmiş bir karar değildir. Meclis,
bununla ilgili daha önce kararını verdi. Ben, burada, işin usulünü konuşuyorum.
Usul, esastan daha önemli; usul, işin güvencesi, işin teminatı, özgürlüklerin
güvencesi, adil yargılanma hakkının güvencesi.
HALUK İPEK (Ankara) - Yargı karar verir...
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Siz,
farklı düşünebilirsiniz; ben, düşüncemi arz ediyorum. Hoşgörü, bu Meclisin en
önemli kuralıdır.
Değerli milletvekilleri, Anayasa
Mahkemesinin, içtüzük ihdası niteliğindeki bu işlemle ilgili yargısal denetimi
olacaktır. Bilemiyorum, kişiler bu konuyla ilgili dava açarlar mı; ama, biten
bir işi, yeni bir delil olmadıkça, nasıl gündeme getirebilirsiniz?! Bir nevi
takipsizlik kararı veya meni muhakeme kararı verilen bir işi, ısıtıp ısıtıp
nasıl getirebilirsiniz?! Eğer, siz, geçen dönemin Meclis kararlarına saygı
duymuyorsanız, bir gün gelir, bu dönemin de Meclis kararlarına saygı
duyulmayabilir.
BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, toparlar
mısınız.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) - Bu,
siyasetin en önemli riskidir. Burada yaptığımız iş, Yüce Divana sevkle ilgili
bir iddianame ortaya koymaktır. Bakın, geçen defa da ifade ettim, Danışma
Meclisi görüşmelerinde, komisyon başkanı, Anayasanın ruhunu şöyle açıklıyor:
"Meclis soruşturması açılıp Mecliste karara bağlandıktan sonra, eğer
herhangi bir tahkikat yahut Yüce Divana sevk kararı verilmezse, bu karar
kesindir." Aslında, müessese, o dönemki başkanın tespiti gibi, Türkiye'de
dejenere olmuştur. Bunun yeniden daha fazla dejenere olmasını önlemek gerekir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Parlamento hukukunun en önemli kaynaklarından
birisi, teamüldür. 1924'ten bu yana, görüşülüp hakkında karar verilen hiçbir
soruşturma dosyası, yeniden Yüce Divana sevk için gelmemiştir; bir kez teşebbüs
edilmiş, Tansu Çiller'in mal varlığında Meclis Genel Kurulu konuyu
reddetmiştir.
Değerli milletvekilleri, Cumhur Ersümer
dosyasında da konuşacağım.
BAŞKAN - Sayın Yalçınbayır, şimdi, rica
edeyim; sözlerinizi toparlar mısınız.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) -
Diğerlerini de o dosyaya saklıyorum ve ben, Meclisin saygınlığı, usul hükümleri
gereği, böyle bir hataya düşülmemesini önemle rica ediyorum. Bakın, buradaki
soruşturma önergesinde ne deniliyor: "...güdümlerinde bir medya düzeni
kurmak için..." Ben uyarıyorum, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu da,
yönetimindeki ve denetimindeki medya kuruluşlarını lütfen elden çıkarsın; yarın
öbür gün, bu nedenle, burada hiç kimse muaheze edilmesin.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Yalçınbayır.
Üçüncü söz sırası, Çorum Milletvekili
Sayın Muzaffer Külcü'nün.
Buyurun Sayın Külcü. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) - Sayın Başkanım,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Türk Ticaret Bankasının özelleştirilmesi
ihalesi sürecine ilişkin olarak dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz ve
ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Güneş Taner haklarında ihaleye fesat
karıştırdıkları iddiasıyla kurulan soruşturma komisyonunun raporu üzerinde
görüşlerimi beyan etmek üzere söz aldım; bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bugün görüşmekte
olduğumuz konu, esasında sadece Türkbank ihalesinde değil, bir döneme damgasını
vuran bir ilişkiler ağının sadece küçük bir karesidir. Hepimizin hatırlayacağı
gibi, o 1998 yılında Türkbank süreci konuşulmaya başlanınca toplumda bir infial
meydana geldi ve o gün hafızalarda oluşan intibalar, düşünceler, hâlâ bugün bir
şekilde toplumsal hafızada izlerini muhafaza etmeye de devam ediyor. Şüphe yok
ki, bütün yolsuzluk iddiaları toplumda rahatsızlık meydana getirir; ama, bu
Türkbank konusunun, bütün yolsuzlukların içinde bence, ayrıca bir önemi vardır.
Niye; çünkü, ülkeyi yönetme adına en önemli noktada bulunan, ülkenin Başbakanı
Sayın Mesut Yılmaz bu işin içerisinde çokça konuşulmuştur. Âdeta, bütün
kapıların kendisine açıldığı, bütün yolların kendisine çıktığı tek kişi
durumuna gelmiştir dönemin Sayın Başbakanı Mesut Yılmaz. Bir başbakan olarak
böyle bir konuya adının en son karışması gereken kişiydi belki; ama, ne yazık
ki, bu sürecin bütün senaryosunu Sayın Mesut Yılmaz yazmış, senaryonun başrol
oyunculuğunu kendisine vermiş ve kendisine ayakbağı olmayacak şekilde de
başkalarına küçük küçük roller dağıtmıştır.
Değerli arkadaşlarım, Türkbank sürecinde
yaşananlar, bu ülkeyi derinden yaralayan siyasetçi, mafya, bürokrat ve işadamı
denkleminin belki de tarihimizdeki en kötü, en çirkin örneklerinden birisi
olarak anılacaktır. Her geçen gün milletten biraz daha uzaklaşan, milletten
destek bularak siyaset yapma imkânı kalmayan bir grubun, bu ihale sonrasında
elde etmeye çalıştığı bir finans gücüyle ve o finansla oluşturulacak olan bir
medya desteğiyle ayakta kalma çabasından başka hiçbir şey değildir.
İşin ilginç olan bir yanı daha var ki,
sürecin başından sonuna kadar Sayın Yılmaz ve Sayın Güneş Taner birlikte
hareket ediyor gibi görünseler de, fırsatını buldukça birbirlerinden ayrı
hareket etme ve birbirlerine karşı da güç kazanmak gibi özel bir çabanın
içerisine girmişlerdir. Yani, işin hulâsası şudur ki, sürecin başından sonuna
kadar her ikisi de kendi nam ve hesaplarına çalışmışlardır. Ne yazık ki, bu
ihalenin sonrasında kârlı çıkacağını düşünen, bu ihaleden bir banka sahibi
olarak çıkacağını düşünen Sayın Korkmaz Yiğit de, bu ihalenin, bu senaryonun,
bu denklemin en etkisiz elemanlarından, en küçük aktörlerinden birisi olarak
kullanılmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bir hukuk
devletinde, bir işin nasıl yapılacağı, bir ihalenin nasıl yapılacağı kurallara
bağlanmıştır. O işin bir yolu vardır, yöntemi vardır. Bu bağlamda, bir banka
ihalesinin de nasıl yapılacağı yazılı kurallara bağlıdır; kimlerin
katılabileceği, kimlerin katılamayacağı yazılı olarak belirlenmiştir. Bu
şartları taşıyanlar ihaleye girerler, sürece dahil olurlar; o şartları
taşımayanlar ise, bu sürecin, ihalenin dışında kalırlar; ama, ülkenin Başbakanı
Mesut Yılmaz ise, o ülkede kimlerin ihaleye katılacağı yazılı kurallara bağlı
değildir; Sayın Yılmaz kimleri istiyorsa onlar ihaleye katılırlar, kimleri
istemiyorsa onlar da ihaleye kabul edilmezler. İşte, bu Türkbank ihalesi de
aynen böyle olmuştur. Korkmaz Yiğit'in ihaleye katılacağını öğrenen Sayın
Başbakan "Korkmaz Yiğit'in mafyayla, çetelerle ilişkisi olduğu yönünde
istihbarî bilgiler var. Bu sebeple, Korkmaz Yiğit'i ihaleye sokmayın"
demiştir.
Bilmiyorum, o dönemde bankayı başkasına vermek
mi vardı aklında; çünkü, bir süre sonra, aynı istihbarî bilgilere inanmayan
dönemin Sayın Başbakanı "yok, her ne kadar ben öyle söylemiş olsam da,
gelen bilgiler öyle ki, Korkmaz Yiğit'in mafyayla ilgisi yokmuş, iyi çocukmuş,
Korkmaz Yiğit'i ihaleye sokun" diyor.
Değerli arkadaşlarım, burası bir kabile
devleti mi yahut burası bir aile şirketi mi?! Kimin ihaleye girip girmeyeceği
Başbakanlık makamından tespit edilir mi?! İşte, film burada başlamıştır.(AK
Parti sıralarından alkışlar)
Yasal şartları taşıyan herkes ihaleye
girebilir ve devletin görevi de, kişilerin bu hukukunu korumak, kişilerin bu
hukukunu muhafaza etmektir diye inanıyorum. Olabilir, ihalenin kendisine
verilmesi, bankanın satılması uygun olmayan birisi en yüksek teklifi verebilir;
o zaman, son imza makamı olarak imzayı atmazsınız ve kamunun menfaatini
korursunuz.
Değerli arkadaşlarım, biz, Türkbank
soruşturması komisyonu olarak, inanıyorum ki, hem AK Partiye mensup
arkadaşlarım hem de Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşlarım, her türlü
siyasî mülahazalarını bir tarafa bırakarak, tam bir hukuk zemininde güzel bir
çalışma örneği sergiledik. Keşke, bugün, üzerinden altı yıl geçtikten sonra,
bizim yapmaya çalıştığımız bu çalışmaları altı yıl önce, âdeta, birbirlerini
temizlercesine, o zamanın siyasî partileri yapmasaydılar, o zaman, gerekli
çalışmalar hukuk anlayışı içerisinde, hukuk devletine saygınlık içerisinde
yürütülseydi de, biz, altı yıl sonra, bunları, burada, yeniden konuşmak zorunda
kalmasaydık. Her fırsatta, bankayı, 250 000 000 dolar, 300 000 000 dolar daha
fazlaya sattıklarını "500 000 000 dolardan aşağıya vermem" diyerek,
kamunun menfaatini koruduklarını iddia edenler, esasında, hiç de doğru
söylememektedirler; gerçek böyle değildir.
Öyleyse, bakınız, gerçek nedir: Değerli
arkadaşlarım, bu bankaya, ihale sürecinden önce, Hazine tarafından, hem bono
olarak hem de nakit kredi olarak 500 000 000 dolar civarında bir kredi desteği
sağlanmış ve bu ihaleye, eğer, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın rızası
hilafına Zorlu Grubu katılmış olmasaydı, bu banka -halk ifadesiyle söylüyorum-
öldü parasına Genç-TV karşılığında Korkmaz Yiğit'e verilecekti. Yapılan
hesaplar tutmamıştır ve Zorlu Grubu, bu ihaleye girerek, o çirkin ağın
bozulmasına sebep olmuştur.
Anlaşılan o ki, bu Türkbankın Korkmaz
Yiğit'e verilmesi için ve bir şekilde kendi ellerinde tutabilmeleri için her
şeyi göze almışlardı; çünkü, Korkmaz Yiğit'in mafyayla ve çetelerle ilişkisi
olduğuna dair Sayın Başbakana defaatle bilgi sunulmuştur. Dönemin Emniyet Genel
Müdürü Bilican, en az üç defa şifahî olarak söylediğini ve mahkeme kararıyla
telefonlar dinlendikten sonra da kendisine yazılı olarak bu bilgileri
verdiğini; ama, ne yazık ki, ihalenin iptal edileceği kanaatine ulaştığı halde
bu ihalenin yapıldığını söylemiştir.
Bakınız, yapmaya nasıl cesaret etmişlerse
"kişiye özel" ve "gizli" ibaresiyle Sayın Mesut Yılmaz'ın
özel kalemine teslim edilen yazı, özel kalemde kaybolmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Külcü, sözlerinizi tamamlar
mısınız; buyurun.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, kısmete bakın ki, devletin gizli ve kişiye özel yazısını kaybeden
özel kalem müdürü, Mesut Yılmaz tarafından terfi ettirilerek de
ödüllendirilmiştir. Neyse ki, vatanını, milletini seven ve bugün, sadece 800
000 000 liraya çalıştığı halde milletin 1 lirasına halel gelmesine gönlü razı
olmayan polis memuru olduğunu düşündüğüm bir değerli vatandaşımız, o malum
kaseti, meşhur kaseti Fikri Sağlar Beye getirmiş ve Sayın Sağlar'ın
açıklamasıyla birlikte de bu film bir son bulmuştur.
Değerli
arkadaşlarım, Korkmaz Yiğit, bu ihaleye katılırken zaten bir bankanın
sahibiydi. Bankekspres
Korkmaz Yiğit'in elindeydi ve bankalar yeminli murakıpları tarafından
hazırlanan raporlara göre bu bankanın içi boşaltılmıştı; yani, Sayın Mesut
Yılmaz'ın "girsin" ya da "girmesin" demesi yerine, eğer,
devletin elindeki raporlar esas alınsaydı, onlara göre bir karar verilecek
olsaydı Korkmaz Yiğit'in bu ihaleye hiçbir şekilde katılmaması gerekiyordu ve
ikinci yüksek teklifi bu ihalede 595 milyon dolarla Zorlu Grubu vermiştir.
Değerli arkadaşlarım, iki teklifin
arasında sadece 5 milyon dolarlık bir fark var. Şimdi, Sayın Yılmaz ve Sayın
Güneş Taner'e soruyorum: "500 milyon dolardan aşağıya satmam"
diyerek, eğer kamunun menfaatını korumaya çalışıyor idiyseniz, iki teklifin
arasında 5 milyon dolarlık bir fark var; birisi, bankasının içini boşaltmış
olan bir adam; birisi, 2003 yılının Türkiye ihracat şampiyonu. Adama sormazlar
mı niye Zorlu Grubuna vermediniz diye. Aynı ekip, POAŞ ihalesinde birinciye
vermedi, ikinciye de vermedi, üçüncüyü tercih ederek ihaleyi ona vermiştir.
Ben, bu anlayışın sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Bizim üzerimize de
milletvekilleri olarak bunun düştüğüne inanıyorum; çünkü, milletimiz 3 Kasım
günü bunlardan bir hesap sormuştur. O gün, bir milat tarihi olmuştur. Şimdi
bizim görevimiz ise, bu ilişkilerin tamamını siyasî mülahazalarımızdan da
arınarak, bir hukuk zemini içerisinde sorguya çekmek ve herkesten de bunun
hesabını sormaktır.
Değerli arkadaşlarım, bunu yapmak
zorundayız; çünkü, bu çirkin çarkın dişleri milletimizin yaşama sevincini yok
etmiştir. Ülkemizin çok hızlı büyüyebileceği birkaç yılının, hatta on yılının
kaybolmasına sebep olmuştur. Türkbank özelinde 1 milyar dolarlık bir fatura,
BDDK ve TMSF çalışmaları göstermiştir ki, toplamda ise 76 milyar dolarlık bir
faturayı, milletimiz, hiç de hak etmediği halde ödemek zorunda kalmıştır.
BAŞKAN- Sayın Külcü, sözlerinizi toparlar
mısınız.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla)- Tamamlıyorum
Sayın Başkanım.
Elbette, biz, hâkim ya da savcılar
değiliz. Burada vereceğimiz karar bir nihai karar da değildir; ama, kim ne
yapmışsa, milletin parasını, milletin malını, fakirin, fukaranın hakkını kim
gasbetmişse, kime peşkeş çekmişse, bunların hepsinin hesabını sormak hem bizim
görevimiz hem de yargının görevidir.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, 3 Kasımdan
sonra siyaset kurumuna olan, siyasetçilere olan güven artmıştır. Allah'a
şükürler olsun ki, o günler artık geride kalmıştır. Bu Meclis, bugün
milletimizin en çok güvendiği kurumların başında gelmektedir; bu, bizim iki
yıla yakın süredir, Cumhuriyet Halk Partisinin muhalefet sorumluluğuyla, bizim
de AK Parti olarak iktidardaki bilinçli sorumluluğumuza sahip çıkan tavrımızla
bugüne gelmiştir. Artık, anmaktan imtina ettiğimiz o günler geride kalmıştır;
ama, herkes de yaptıklarının hesabını vermek zorundadır.
Değerli arkadaşlarım, son olarak,
Türkbankla ilgili bu konular konuşulmaya başlanıp, dönemin Başbakanı Sayın
Yılmaz'a ilişkin gensoru verildiğinde, o dönemde grup adına konuşan kişinin
sözlerini sizlere aktarmak istiyorum. Bakınız ne diyor: "Aslında, bankayı
200 000 000 dolar daha pahalıya sattığı için Sayın Yılmaz'a teşekkür edilmesi
gerekir; çünkü, Sayın Yılmaz'ın politikada tek bayrağı vardır, nedir o bayrak;
dürüstlüğü. Aylardır, yıllardır, hele bu hükümet kurulduğundan beri, çamur
topuyla, katran topuyla bu dürüstlüğe endaht eylediler." Bu sözler, 23
Kasım 1998 tarihinde ANAP Grubu adına bu kürsüden söylenmiştir. Bu sözlerin
sahibiyse, bir süre sonra kendisi de Mesut Yılmaz'ı ve şirketleşmiş Anavatan
Partisini terk eden Agâh Oktay Güner'dir.
BAŞKAN - Sayın Külcü, toparlar mısınız
lütfen.
MUZAFFER KÜLCÜ (Devamla) - Son cümlelerin
Sayın Başkanım.
İnanıyorum ki, bugün, bizim komisyonumuzun
ulaştığı bilgi ve belgelere, o gün, Agâh Oktay Güner ulaşmış olsaydı,
"çamurun üzerinde oturmam" diyen Sayın Mesut Yılmaz'ın boylu boyunca
çamura battığını söylerdi.
Bunları, hem bize hem de bizden sonraki
siyaset kuşağına bir ibret olsun diye aktarıyorum.
Değerli arkadaşlarım, inanıyorum ki,
şimdi, bizim üzerimize düşen şey, toplumda infial meydana getiren bu olayların
failleriyle ilgili yargı yolunu açmak ve bunları Yüce Divana sevk etmektir. Bu,
siyasî bir hesaplaşmanın ya da bir linç düşüncesinin ifadesi değildir. Bizim çalışmalarımızı
detayıyla inceleyen herkes görecek ki, bu soruşturma komisyonu bir hukuk
zemininde hareket etmiştir; bir aklama ya da karalama komisyonu olmaktan
kendisini kurtarıp, siyaseti aklamaya çalışan bir komisyon olarak görevini
tamamlamıştır.
Bu düşüncelerle, vereceğiniz kararın
ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum, içinde bulunduğum ve
sözcüsü olarak görev yaptığım komisyonun "Yüce Divana sevk" yönündeki
kararını destekliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Külcü.
Sayın milletvekilleri, dördüncü söz, Bursa
Milletvekili Sayın Mehmet Küçükaşık'ın.
Buyurun Sayın Küçükaşık. (CHP sıralarından
alkışlar)
MEHMET KÜÇÜKAŞIK (Bursa) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 621 sıra sayılı İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve
58 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin
Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak
ilişki ve görüşmelere girdikleri ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 205 inci
maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan A.Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı
Güneş Taner haklarında Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri
uyarınca bir Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve (9/5,6) esas
numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu hakkında söz almış bulunmaktayım;
hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Bugün, burada, Türkiye'nin yolsuzluklarla
ilgili en önemli kilometre taşlarından biri olan Türkbank ihalesini ve bu ihale
esnasında sorumluluk üstlenmiş siyasetçilerimizin sorumluluğunu konuşuyoruz.
Bugün, burada, uygulanan ekonomik
politikalarla ülkemizin yirmi yıllık yolsuzluk batağına sürüklenişinin öyküsünü
konuşuyoruz.
Bugün, burada, siyasetçi-işadamı-mafya
üçgeniyle ülkemizin yolsuzluk ve yoksulluk batağına nasıl saplandığını
konuşuyoruz.
Bugün, burada,
siyasetçi-bürokrat-işadamı-medya patronu çıkar ilişkilerinin ülkeyi ne hale
getirdiğini konuşuyoruz.
Bugün, burada, medya-siyasetçi
ilişkilerinin, medya patronu olmanın devlet üzerindeki etkinliğini, Türk
siyasetini nasıl yönlendirdiğini, medya patronluğu, banka sahipliği ve devlet
ihalelerinin nasıl paylaşıldığını konuşuyoruz.
Bugün, burada, siyasî iktidarların,
özelleştirme adı altında kendi yandaşlarına kamu kaynaklarını nasıl peşkeş
çektiklerini konuşuyoruz.
Bugün, burada, siyasî iktidarların
kendilerine bağımlı bir sermaye grubu yaratmak uğruna ülkenin nasıl talan
edildiğini konuşuyoruz.
Yine, bugün, burada, siyasî iktidarların
kendilerine bağımlı bir medya grubu yaratmak uğruna, kamu bankalarının, kamu
kaynaklarının nasıl insafsızca kullanıldığını konuşuyoruz.
Bugün, burada, siyasal iktidar-hukuk
ilişkilerinin ne kadar yozlaştığını, siyasal iktidarların hukuk tanımazlığının
ülkeyi sürüklediği yolsuzluk uçurumunu konuşuyoruz.
Bugün, burada, siyasetçinin ve siyaset
kurumunun birbirini aklama ve paklama operasyonlarıyla halkın gözünde ve tüm
dünyada nasıl itibar kaybettiğini konuşuyoruz.
Kısacası, bugün, burada, ülkemizin, yirmi
yıl boyunca nasıl talan edildiğini, nasıl yolsuzluk ve yoksulluk batağına
saplandığını, niçin dışfinans kuruluşlarına boyun eğmek zorunda kaldığını, 250
milyar dolar iç ve dış borcun halkımızın omuzlarına nasıl yükletildiğini,
ulusal onurumuzun nasıl ayaklar altına alındığını konuşuyoruz; Türkbank
aynasında, yirmi yıllık siyasal geçmişimizi, yirmi yıllık yolsuzluk ve
yoksulluk serüvenimizi konuşuyoruz. Bu aynanın karşısında bugün biz oturuyoruz.
Bu aynaya bakıp, geçmişten çok ders çıkarmak zorundayız; en fazla dersi de
siyasal iktidarın çıkarması gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki, bu aynaya
benzer lekelerin düşmeye başladığını görmek, hem bizi hem de Türk Halkını
yaralayacaktır.
Bizler, Türkbank Soruşturma Komisyonu
üyeleri olarak, dört aya yakın bir süre, gerçekten de çok titiz bir çalışma
yapmaya çalıştık. Bu çalışmalar esnasında gördüklerimi sizlerle paylaşmaya
çalışacağım.
İlk gördüğümüz, Türkbank'ın, Hazine
kanalıyla siyasal iktidarlar tarafından karşılıksız kredi açılarak
özsermayesinin nasıl tüketildiğini; mevcut siyasal iktidarın, Türkbankı ele
geçirebilmek için Bankalar Kanununu nasıl hiçe saydığını, yasada nasıl
değişiklikler yaptığını; Bankalar Kanununun hiçe sayılarak Ticaret Kanunu
hükümlerine göre bankanın hazineye nasıl devredildiğini gördük. Bankadaki
hazine hisselerinin satışı için çıkarılan her iki ihalede, mafyanın siyasal
iktidardan daha güçlü olduğunu; ihaleyi kazananın, tıpkı Aydın Bolak gibi, mafya korkusundan bırakınız kazandığı
ihaleyi almayı, 5 000 000 dolar teminatını da yakmayı göze aldığını gördük.
Bazı saygın işadamlarımızın, organize suç örgütü şeflerinin bir telefonuyla
milyon dolarlar ödediğini, ihaleye girebilmek için onlardan izin aldığını
gördük. Geçmiş başbakanlarımızın bazılarının veya onların izniyle en yakın
adamlarının, organize suç örgütü liderleriyle her şeyi paylaştığını, onlardan
siyasî yardım aldığını gördük. Kamu ihalelerine girecek işadamlarını ve ihale
bedellerini, organize suç örgütü liderlerinin belirlediği, onların gücü
yetmediğinde, bakanların, başbakanın belirlediğini, ikna ettiğini; yetmediğinde
de, tehdit ettiklerini gördük. Başbakanlarımızı, devletin resmî istihbarat
birimlerinin raporlarının ikna
etmediğini, onlara güvenemediklerini; işadamı dostlarının, danışmanlarının
duyumlarının onlar için daha önemli olduğunu gördük. Bakanlarımızın,
başbakanımızın devletle iş ilişkisi olan günün popüler işadamlarıyla çok
önceden samimi olduklarını, otel lobilerinde, evlerinde, işadamı her
istediğinde hemen görüşebildiklerini gördük. Emniyet istihbarat birimlerinin,
ihaleye giren firmaların kimliklerini, organize suç örgütleriyle ilişkilerini,
ihaleyi kimin kazanacağını, ihaleden iki ay önce tüm ilgili makamlara
bildirdiğini, ihalenin tam da onların dediği gibi yapıldığını görünce isyan
ettiklerini gördük. Başbakanlarımıza yakın işadamlarının ihaleye nasıl yön
verdiğini, komisyon olarak televizyon kanalı aldıklarını, devlet resmî
makamlarına nasıl bilgi verdiklerini; bir arabanın bile satışı için noterde
resmî satış şartı arınıyorken, milyonlarca dolarlık televizyon kanalı
hisselerinin, gazete hisselerinin satışı için, peçete kâğıdına benzer ikili
sözleşmelerle, milyonlarca dolarlık gazetelerin, televizyon kanallarının el
değiştirdiğini, bunun, bugün bile aynı şekilde devam ettiğini, medyadaki gizli
patronların var olmaya devam ettiğini gördük.
Devlet Bakanının ve Hazine Müsteşarının,
alt bürokratların onay vermedikleri, yazmadıkları onay yazısını üç kez
değiştirerek, onların "bu yanlıştır, biz, bu onaya imza atmayız"
demelerine rağmen, o kadar gözü kara bir biçimde onu imzaladıklarını ve
Türkbankın devrine onay verdiklerini gördük.
Güneş Taner'in Komisyonumuzda "bu
evrakı ben veya Hazinedeki arkadaşlarımız görmüş olsaydık, biz, bu önizni
vermezdik; bu, bizim için, gerek Hazine gerekse Merkez Bankası bürokrasisi
için, maalesef, kara bir leke olmuştur" dediği belgeyi (Emniyetin gizli
belgesini) bir başbakanın, kader birliği yaptığı Bakanlar Kurulundan, koalisyon
ortaklarından; bir Merkez Bankası Başkanının, iki ay, bağlı olduğu bakandan
sakladığını ve ondan sonra da, yine, görevinde kaldığını, koalisyon
ortaklarının da bir şey demediğini gördük.
Başbakanımızın, ihaleyi kazanan işadamına,
televizyon genel müdürlüğü, gazete genel yayın yönetmenliği önerdiğini, tüm bu
olaylar olurken her şeyden haberi olan bürokrasinin, siyasîlerin ve tüm
medyanın nasıl sessiz kaldıklarını gördük.
Televizyonlardan, bizzat Başbakanın
ağzından, Arena Programında, organize suç örgütü liderinin ihaleyi kazanacak
her iş adamından yüzde 5 pay alacağını duyduk; inanamadık; nereden biliyorsun
diye de soramadık.
Seçim dönemi geldiğinde, tüm medyamızın,
suçlanan siyasetçimize sahip çıktığını "burada yolsuzluk var, ben, bu
olaya destek vererek sessiz kalamam" diyerek hükümeti düşüren
siyasetçimizin, siyasal partimizin "istikrarı niye bozuyorsunuz" diye
suçlandığını gördük; inanamadık.
1998 Ekiminde üç bankaya el konulmuş, 2,5
milyar dolar halkın omuzlarına yüklenmişken, bu soruna dikkat çeken "önlem
alın" diye bağıranların seslerinin kısıldığını, suçlandığını; sonuçta 23
bankaya el konulduğunu, halkın omuzlarına 48 milyar dolar yük bindiğini gördük.
Sonuçta, ülkenin, cumhuriyet tarihinin en
büyük krizine sürüklendiğini, ülkede yaşayan herkesin mal varlığının üçte
2'sini kaybettiğini gördük. Ülkemizin, tüm dünyada gelir dağılımı en bozuk üç
ülkeden biri olduğunu, dünya yolsuzluk sıralamasında üçüncü sırada olduğumuzu
gördük ve kahrolduk.
Kısacası, Türkbank, sadece bir banka
ihalesi değil, devrin Başbakanı ve siyasal kadrosunun, Türkbank kaynaklarını
kullanarak, kendine ait bir medya yaratma uğruna, siyasetçi-işadamı-mafya
işbirliği içerisinde, herkesin kendisine bir çıkar sağladığı, hem ekonomik hem
de siyasal çıkarlar sağlamaya yönelik bir organizasyondur.
Hazırlanmış olan komisyon raporu ve
eklerinde, bugüne kadar ortaya çıkmamış tanık beyanlarını, devletin resmî
belgelerini ve bilirkişi raporlarını okuduğumuzda, ülkemizin yirmi yıllık
geçmişinin bir film şeridi gibi karşımızda durduğunu görüyoruz.
Türkbank, bence, bir ibret aynasıdır;
hepimizin, tüm ülkemizin bu aynaya bakarak ibret alması ve bir daha benzer
olayların yaşanmaması dileğiyle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarım.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Küçükaşık.
Sayın milletvekilleri, şimdi, söz,
Kırıkkale Milletvekili Sayın Ramazan Can'ın.
Buyurun Sayın Can. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 621 sıra sayılı Meclis Soruşturması Komisyonu raporu
hakkında söz almış bulunuyorum; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gönül isterdi ki, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinde başbakanlık yapmış,
bakanlık yapmış siyasetçilerin Yüce Divana sevkini ihtiva eden bu rapor
üzerinde müzakere yapmasaydık. Gönül isterdi ki, Mecliste, bu konuda, araştırma
komisyonu, soruşturma komisyonu kurulmasın. Yine gönül isterdi ki, Meclis
İçtüzüğünde, kanunlarda ve Anayasamızda bu konuda denetim sistemleri olmasın.
Daha doğrusu, ülkemizde, bu denetim fonksiyonlarını harekete geçirecek ortamlar
olmasın. Ancak, ülkemizde yaklaşık onbeş yıl süren bu ortam, siyaset kurumunun
itibarını bitirmiş, siyasetçiyi halktan koparmış, siyasetçi-mafya-işadamı
üçgeninde, yolsuzluklar, soygunlar, talanlar ülkemizi karanlığa sürüklemiştir.
Tabiî ki, bir ülkede yolsuzluk varsa,
hukuk kuralları içerisinde yaptırımı ve denetimi olmak zorundadır. Yolsuzluklar
Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarına çok büyük bir darbe vurmuştur.
Milletvekilliği makamı, kendisine şaibe ile bakılan bir makam olmuştur. Gerek
Türkiye Büyük Millet Meclisine gerekse milletvekilliği makamına itibar
kazandırmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin aslî görevidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yolsuzluk, sosyal adalet duygusunu altüst etmiş, yaşanan süreçte ülkemizin
onlarca milyar doları peşkeş çekilmiştir. Kamuoyuna mal olmuş skandallar ile
ülkemizi iki büyük ekonomik kriz batağına sokan yolsuzluklardan biri de
Türkbank ihalesidir. Türkbank ihalesi, siyasetçi-mafya-işadamı üçgeninde
organize gerçekleştirilen yolsuzluklar yumağına tipik bir örnektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin üzerine
düşen görev, yolsuzluklar varsa, siyasî boyutunu aydınlatmak, sorumluları
bağımsız yargıya havale etmektir. Meclis, bu görevi, Türkbank ihalesiyle ilgili
kurulan soruşturma komisyonunda olduğu gibi, hukuk kuralları içerisinde,
kimseye önyargılı olmadan, hukuk ile vicdan ikileminde karara bağlayacaktır. Bu
görev, hem siyasî hem hukukî hem de ahlakî bir görevdir. Zira, Türk siyaseti
üzerine düşen karalekenin temizlenmesi, hem soruşturulan siyasetçiler için hem
de buna vesile olan siyasetçiler için elzemdir. Zira, yıpranan siyaset kurumu
ve siyasetçilerdir.
Soruşturma Komisyonumuz, konularında
uzman, önyargısız, kimseyi itham etmeden, tamamen hukukun üstünlüğünü esas
alarak, tarafsız çalışan, mağduriyeti korumakla birlikte, savunma hakkını
alabildiğince veren, savunma hakkını teminat altına alan anlayışa sahip ve bunu
soruşturma sürecinde icra etmiş üyelerden kurulmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Yalçınbayır'ın beyanlarına kısmen katılamıyorum. Zira, Meclis soruşturma
komisyonlarının hazırladığı rapor, Meclisin onayı, yargı kararı değildir.
Kararı verecek makam Anayasa Mahkemesidir. Soruşturma komisyonu raporu, bir
nevi hazırlık tahkikatı üzerine delillerin toplanmasıdır. Bu hadiseyi Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununda, savcının hazırlık tahkikatı üzerine, yeterli
deliller elde ettiğinde kamu davası açmasına benzetebiliriz.
Diğer yandan, yargı kararları kaziyeî
muhkeme teşkil etse dahi, iadeî muhakemeye sebep olabilecek yeni deliller elde
edildiğinde yargılama yeniden başlatılabilecektir. Bu nedenle de Sayın
Yalçınbayır'ın beyanlarına iştirak edemiyoruz. Diğer yandan, yeni delillerin
elde edildiğine dair bir örnek verecek olur isek, Devlet Denetleme Kurulu
raporu yeni bir delildir. Zira, (9/43) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu raporundan sonra verilen bir rapordur. Ayrıca, Komisyonumuzda yapılan
tahkikat neticesinde elde edilen yeni deliller vardır. Bu yeni deliller
muvacehesinde de yargılama her zaman yapılabilecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
demin de beyan ettiğim gibi, delillerin takdir ve münakaşası Yüce Divana ait
olduğu gibi, hüküm verecek makam Yüce Divan makamı sıfatıyla Anayasa
Mahkemesidir. Komisyonumuz, hazırlık tahkikatını tamamlayarak, hukuk-vicdan
ikileminde -tamamen bağımsız irademizle- oybirliğiyle Yüce Divana sevke dair
karar almıştır.
Komisyonumuza gelen dönemin Başbakanı
Sayın Mesut Yılmaz, eğer şov yapmadıysa "beni Yüce Divana gönderin,
aklanayım" demiştir ve sözlü savunma talebini geri çevirmiştir. Kamuoyunda
mahkûm olduğuna inanan Sayın Mesut Yılmaz'ın Yüce Divana gönderilme talebi,
bizim tahkikat sürecimize ve Yüce Divana gönderilmesi kararı almamıza asla etki
etmemiştir. Ancak, şartları oluşsaydı, bu talebe rağmen aksi karar da
oluşabilirdi. Yani, Komisyonda şartları oluşan, Yüce Divana gönderilmesine
gerek olmadığına dair bir karar ortaya çıkmış olsaydı Sayın Mesut Yılmaz ve
Sayın Güneş Taner'in yargılanma hakkı olamayacaktı. Karar bu yönüyle de bu
talebi karşılamaktadır. Aksi bir durumda Sayın Mesut Yılmaz mağdur olacaktı
diye düşünüyorum. Bu kararla, bu anlamda mağduriyeti de giderilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 20
nci Dönemde kurulan (9/43) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu,
neticede, 8'e 7 oyçokluğuyla Sayın Mesut Yılmaz'ın Yüce Divana gönderilmesi
talebini reddetmiştir. Bu rapordan sonraki rapor ise, aynen "dönemin
Başbakanı Mesut Yılmaz ile Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in söz ve
eylemlerinin ihaleye açıkça müdahale anlamı taşıdığını, karara muhalefet eden
üyelerin gerekçelerinin daha haklı olduğunu; elde edilen yeni delillerin
yanında, Başbakan Mesut Yılmaz'ın kusurlu olduğunu, Başbakan ve Bakanın '500
000 000 dolardan aşağı verirseniz, ihaleyi iptal ederim' demek suretiyle,
ihaleye direkt müdahalede bulunduklarını, ihaleye katılanların biri hariç
herkesle görüştüklerini, birinden aldıkları bilgiyi diğerine aktardıklarını,
devlet malı olduğundan kuşku duyulmayan TMSF'ye ait Türkbankın satışında 'ihale
sürecinde malı satmak ve değerinde fesat oluşturmak' eylemleriyle Türk Ceza
Kanununun 205 inci maddesini ihlal etmiştir" denilen Devlet Denetleme
Kurulu raporudur.
Sayın Yalçınbayır'ın eleştirilerine,
Devlet Denetleme Kurulunun vermiş olduğu bu rapor da yeni delil mahiyetindedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Başbakan Mesut Yılmaz'ın başkanlık yaptığı, Sayın Güneş Taner'in üye olduğu
Özelleştirme Yüksek Kurulunun 15.7.1998 tarihli toplantısında, beklenmedik bir
şekilde POAŞ ihalesini alan Hayyam Garipoğlu'nun sahip olduğu Akmaya-Orteks
Grubu, devredışı bırakılarak, ikinci sırada olan firmayla görüşülmeden üçüncü
sıradaki konsorsiyuma ihale verilmiştir.
Bu olay için, komisyonumuzda, aynen,
"orada, yanlış hatırlamıyorsam, ya Maliye Bakanı ya da Başbakan, Hayyam
Garipoğlu hakkında, devletin elinde, kendisinin karakter ve uğraşlarıyla ilgili
böyle bir şeye sahip olmaması gerektiği yönünde bilgi ve belgeler olduğunu
ifade ettiler. Maliye Bakanlığında karaparayla ilgili dosyalar vardı. Tabiî, bu
gibi olaylarda bulunan kişilerin banka sahibi olmaları sakıncalı
görünüyordu" diyen Sayın Güneş Taner'in açıklamaları sonunda, Sayın
Külcü'nün de dediği gibi, sormak gerekmiyor mu Sayın Mesut Yılmaz ve Güneş
Taner'e; Korkmaz Yiğit ile Alaattin Çakıcı arasındaki ilişkiyle ilgili, somut
olarak, Emniyet Genel Müdürlüğünün yazıları ve bilgi notları iletildiği halde,
Hayyam Garipoğlu için gösterilen hassasiyet, niçin Korkmaz Yiğit için
gösterilmemiştir? Sormak gerekmiyor mu; POAŞ ihalesinde sakıncalı durum var
denilerek, üçüncü sıradaki konsorsiyuma ihale verilirken, Türkbank ihalesinde
sakıncalı durum olduğu halde, malî durumu iyi olan ve 5 000 000 dolar eksiğiyle
595 000 000 dolar teklif veren Zorlu Grubuna niçin ihale verilmemiştir?
Öte yandan, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün,
Emniyet Genel Müdürlüğüne, 13.5.1998
tarihli 7956 sayılı yazısında, aralarında ilişkileri eski döneme dayanan
Korkmaz Yiğit, Alaattin Çakıcı'nın Türkbank ihalesi için anlaştıkları, ihalede
Korkmaz Yiğit'in yalnız kalmasını ve nihayetinde, bankanın Korkmaz Yiğit'in
olmasını sağlayacak girişimlerde bulunarak, Alaattin Çakıcı'nın ve benzeri
örgütlerin gerek yurtiçi gerekse yurtdışı ticarî ve sosyal alanları artırarak,
para transferi yapmak için, Türkbankın, Korkmaz Yiğit'çe alınmasını temin etmek
için ihaleye katılan kuruluşlara tehdit, şantaj, hatta, korkutma maksadıyla
silahlı eylemlere tevessül edileceği bildirilmiştir. Ayrıca, 4.6.1998 tarihli
yazıyla da bu hususları teyit eder bilgiler ilgililere ulaştırılmıştır.
19 Haziran 1998 tarihli Sabah ve Hürriyet
Gazetelerinde yer alan haberlerde, ihaleye teklif veren yatırımcılardan
bazılarının, ihaleye katılmamaları için tehdit edildiklerini, yatırımcılara
karşı suikast girişiminde bulunacakları iddia edilen iki kişinin İstanbul
Emniyet Müdürlüğünce yakalandıklarına dair haberler üzerine, TMSF, Emniyet
Genel Müdürlüğüne hitaben 24.6.1998 tarihli yazısıyla, aynen "söz konusu
haberler gerçeği yansıtıyor ise, ülkemiz ekonomisi ve bankacılık sistemi
yönünden büyük önem arz eden Türkbank ihalesinin spekülasyonlardan uzak, şeffaf
bir biçimde gerçekleştirilmesini teminen konunun araştırılarak, tarafımıza
bilgi verilmesini arz ve talep ederiz" denilmiştir. Ancak, bu yazıya cevap
gelmeden TMSF, ihaleyi yapmıştır. Madem, ciddî bir durum var ise, yazının
cevabı niçin beklenmemiştir? Yazının cevabı gelmediyse, niçin tekit
edilmemiştir? Bunlar tamamen suiistimale yönelik eylemlerdir diye düşünüyorum
sayın milletvekilleri.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ayrıca, TMSF'nin 24.6.1998 tarihli yazısına, Emniyet Genel Müdürlüğü, 4.8.1998
tarihinde, geç cevap verilmesiyle ilgili olarak, bu bilgilerin süreç dahilinde
elde edildiği, iş ve işlemlerde delilleri ilgililere ulaştırmada gecikme
olmadığını beyan etmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Bir saniye Sayın Can.
Buyurun, sözlerinizi tamamlar mısınız.
RAMAZAN CAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım
İhalenin Korkmaz Yiğit lehine sonuçlandırılması
için, diğer firmaların, bazı organize suç liderleri ve elemanlarınca baskıya
maruz kaldıkları yönünde ciddî deliller bulunduğu, hal böyle olunca, ihaleye
fesat karıştırma suçunun Korkmaz Yiğit lehine işlendiğine dair çok ciddî
karineler bulunan bu yazının, Merkez Bankasında saklanarak Hazine
Müsteşarlığına gönderilmemesi, akabinde bu kişinin banka sahibi olması...
Başbakanlık Özel Kalem Müdürü Sema Erdem'in beyanlarında, gelen her türlü
yazının Başbakana ulaştırıldığını, hizmet süresinde bunun aksinin olmadığını,
istisnanın dahi olmadığını, dolayısıyla Emniyetten gelen yazının Başbakana
ulaştırıldığını kabul etmiştir. Buna rağmen ihaleye iptal girişiminde
bulunulmaması düşündürücüdür.
Daha ihale öncesinde Emniyetten gelen
bilgilerde, Alaattin Çakıcı'nın yaptığı telefon görüşmelerinde Türkbank
ihalesine dair telkinlerde bulunanların olduğunu, bazı kişileri ihaleye
girmekten caydırmak... Kendisine Korkmaz Yiğit'in Türkbankı almasını
desteklediğine dair bilgilerin ulaştığını, Sayın Mesut Yılmaz 9/43 esas
numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda bizzat kendi beyanıyla açıklamıştır
ve Güneş Taner'e hitaben, böyle bir bilgi olduğu, bu hususta bu şahsın hiçbir
şekilde ihaleye alınmaması gerektiği yönünde talimat vermiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Başbakanın bu açıklamaları gösteriyor ki, Sayın Başbakan Türkbank
sürecinde Emniyetten gelen her türlü yazıdan haberdardır. Bunu kendi beyanıyla
teyit ediyor. Mefhumu muhalifinden bakıldığında, her türlü bilgi ve belgeye
rağmen Korkmaz Yiğit'in ihaleyi alması ve Sayın Başbakanın tavrının ihalenin
Korkmaz Yiğit'e verilmesi yönünde... Nüfuzunu, yetkisini aşarak ihaleye fesat
karıştırıldığını kendi beyanlarıyla açıklamıştır. Nitekim, Sayın Mesut Yılmaz,
11.11.1998 tarihli Arena programında, Korkmaz Yiğit'le görüştükten sonra
kafasının karıştığını, adamın samimî olduğunu, beyanlarıyla kendisini ikna
ettiğini ve Güneş Taner'i arayarak "yahu, adamın hakkını yemişiz, teklif
versin" dediğini... Dikkat
ederseniz, Sayın Mesut Yılmaz, Emniyetten kendisine gelen somut delilleri
muhtevi bilgilere rağmen bunlara itibar etmiyor, Korkmaz Yiğit'in beyanlarına
itibar ediyor. Sayın Mesut Yılmaz devlet makamlarının bilgisine itibar etmiyor;
ancak, her nasılsa Korkmaz Yiğit'in beyanlarına itibar ediyor.
Ayrıca, Sayın Başbakan, Türkbankın kaça
satılacağına dair bilgiyi, fiyatı, ihaleye katılacak olan Nazif Zorlu'ya ve
Korkmaz Yiğit'e iletilmek üzere Kamuran Çörtük'e bildirmiştir. İhaleye saatler
kala verilen bu bilgiler ihaleye fesat karıştırma suçunu alenen oluşturmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Mesut Yılmaz ve Sayın Güneş Taner'in, Korkmaz Yiğit'in basın açıklamaları
üzerine açmış oldukları manevî tazminat davasında, özellikle bu hususu altını
çizerek ifade ediyorum, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi aynen "davaya konu olan bu işte, davacının bu
tür yayının yapılmasına kendi eylemiyle neden olduğu ve olay tarihindeki konumu
ile manevî tazminatın fazla olduğu" Güneş Taner için ise "olayın
gösterdiği tüm özellikler, davacının siyasî kişiliği, görevi ile yapılan
konuşmanın içeriği hep birlikte değerlendirildiğinde, ihale konusunda söz sahibi konumdaki davacının ihaleye girecek
olan kişilerle fiyat oluşumunu etkileyecek nitelikte görüşmeler ve konuşmalar
yaptığının anlaşılması karşısında, böyle bir durumun doğmasına kendi kusuruyla
neden olduğundan, davanın reddine karar verilmesi lazımdır" diyerek,
gerekçesinde de, aynen, Başbakan ve Bakanın, ihaleye fesat karıştırma suçunun
fiillerini ika ettiklerine dair yargı kararını açıklamıştır; yani, ihaleye
fesat karıştırma suçunu işlediklerine dair mahkeme kararı da vardır; bu
konudaki Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararını demin arz ettim.
BAŞKAN - Sayın Can, toparlar mısınız.
RAMAZCAN CAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
komisyonumuz, tamamen hukuk kuralları ve mevzuatı içerisinde delillerin
toplanmasını sağlamış, savunma hakkına önem vermiş, sanıkları dinlemiş, hüküm
makamı olmadığını bilerek, maddî gerçeğin ortaya çıkmasına çaba göstermiştir.
Komisyonumuz, yolsuzlukların ortaya çıkarılmasında zaruret olduğu gerçeği
karşısında, savunma hakkı kutsaldır ve beraatı zimmet asıldır ilkesine de uygun
davranarak çalışmasını tamamlamıştır.
İnşallah, ülkemizin kaynaklarının peşkeş
çekilmediği, yolsuzlukların olmadığı, neticede bakanların ve başbakanların Yüce
Divana gönderilmelerine neden olan ortamların olmadığı, temiz toplum, temiz
siyaset zemininde, ülkemizin aydınlık yarınlara ulaşması temennisiyle, hepinize
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Can.
Komisyon adına, Komisyon Başkanı Samsun
Milletvekili Sayın Mustafa Demir; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
(9/5,6) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekili ile Samsun
Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekili arkadaşının verdikleri soruşturma
önergeleri doğrultusunda Yüce Meclisin verdiği karar neticesinde (9/5,6) esas
numaralı ve -bugün de Meclisimizde görüşülmekte olan- 621 sıra sayılı Komisyon
raporumuz hakkında söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, ben esas konuşma
bölümüne geçmeden önce... Çok değerli hocamız Sayın Yalçınbayır'ı dinledim.
Soruşturma önergesine konu olan eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz'ın kendi
ağzından daha önceki bir komisyonda verdiği ifadesini nakletmek istiyorum:
"Ama kendi aralarında arkadaşlarımız, komisyon üyeleri, grup başkanvekilleri
istişare etmişler ve bu meselenin bir siyasî istismar konusu yapıldığını,
siyasî polemik malzemesi olarak kullanılacağını... Tam seçimler öncesinde buna
mahal vermeme konusunda anlaşmışlar ve dediğiniz gibi hakikaten karşılıklı
olarak oy kullanmak suretiyle bu komisyonların o şekilde karar almasını
sağlamışladır. Bunda benim ne bilgim oldu, ne dahlim oldu" şeklinde bir
beyanı söz konusudur. Zannediyorum yalnızca bu beyan dahi, o zamanki Meclis
soruşturması komisyonunun... Meclisin aldığı kararın üzerinde, denetleme
konusundaki büyük bir gölgeyi bu çalışmayla birlikte bu Meclis inşallah
kaldırmış olacaktır.
Değerli arkadaşlar, Türk Ticaret Bankası
Türkiye'de mevcut konumu itibariyle Merkez Bankasına bağlı olan Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonuna geçip, yani Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
kaynaklarından para aktarılarak Merkez Bankasına geçmiş olan bankanın ilk kez
özelleştirilmesidir; yani bundan önce böyle bir örnek yaşanmamıştır, ondan
sonra da yaşanmamıştır. Aslında Türkbank üzerindeki tartışmaların belki en
büyük sebebi burada yatmaktadır.
Benden önceki konuşmacı arkadaşlarım da
bahsetti, daha önce Türkbank iki kez özelleştirme süreci deneyimi yaşadı;
birinde tehditler neticesinde, diğerinde de yaralamaya varan bir olay
neticesinde, ne yazık ki, satışı, özelleşmesi gerçekleşmemiştir; çünkü, büyük
bir çoğunluğu Munzam Sandığa ait olan bir banka, yine siyasîlerin, yine o
zamanki politik söz sahibi olan insanların etkisi nedeniyle, ne yazık ki, batma
noktasına gelmiş, zor duruma düşmüş olan bir banka...
Türk Ticaret Bankasına, 1987 yılı
içerisinde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan kaynak aktarılarak -Bankalar
Kanununun 64 ve 65 inci maddeleriyle yetki kullanılarak- Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu sahip oluyor. Munzam Sandığın dava açması neticesinde, idare
mahkemesi yürütmeyi durduruyor ve akabinde, konu Anayasa Mahkemesine intikal
ediyor, Bankalar Kanununun 64 ve 65 inci maddeleri iptal ediliyor. Peki,
ondan sonra ne oluyor; Merkez Bankasına
ait olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu Yönetmenliğinin 12 nci maddesinde bir
değişiklik yapılarak -Anayasa
Mahkemesinin iptal ettiği maddelerin aynıyla- ve Türk Ticaret Kanunu -benden
önceki arkadaşlarım da bahsetti- kullanılarak, Türk Ticaret Bankasına, tekrar
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu sahip oluyor.
Değerli arkadaşlar, konuşmamın ilerleyen
bölümlerini izlemenize katkı sağlaması açısından şunun bilinmesini arzu
ediyorum: Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna dahil olan Türk Ticaret Bankasına
aktarılan paranın şekliyle ilgili olarak, Güneş Taner'in, Komisyonumuza verdiği
savunmada bir ifadesi var, bunu hafızalarınızda tutmanızı arzu ediyorum. Sayın
Taner diyor ki: "Türk Ticaret Bankasına konulan, içinde kullanılabilen 500
000 000 dolar, hazine kâğıdı ve o parayı kullanma yetkisi vermediğimiz, kredi
de kullandıramayan bir yönetim; ama, gecikmiş tahsilatları, kredi
tahsilatlarını sağlayan bir yönetim ve o 500 000 000 dolarlık hazine kâğıdının
bir veya üç aylık geliriyle bankayı çeviren bir yönetim söz konusu." Sayın
Taner, bu neyi ifade ediyor diye sorduğumuzda "bu, bankayı satın alan
şahsın, devraldıktan sonra, içerisinde, eğer arzu ederse, eğer hedef tutarsa,
500 000 000 dolarlık hazine kâğıdını Hazineye, Merkez Bankasına getirdiği
zaman, 500 000 000 dolarlık bir kaynağı, taze parayı, tabiri caizse keş parayı
kullanabilecek olan bir Türk Ticaret Bankası var önümüzde. Bankaya böyle
bakın" diyor.
Değerli arkadaşlar, bu çerçeve içerisinde,
zamanın da kıtlığı nedeniyle -arkadaşlarımız da birçok konudan bahsettiler- çok
detaylara girmeden arz edeceğim. Dönemin Başbakanı Sayın Mesut Yılmaz, günün
birinde, haziran ayı içerisinde Sayın Taner'i arıyor "Korkmaz Yiğit'i bu
ihaleye sokmayın, hakkında organize suç örgütü liderleriyle ilişki var,
sokmayın" talimatını veriyor. Bu talimatı verdikten sonra, daha önce Güneş
Taner ve Gazi Erçel ile çeşitli vesilelerle görüşmüş olan Korkmaz Yiğit ile
Sayın Taner, bir gün Akmerkezde Bankalar Birliğinin Lokalinde karşılaşıyorlar.
Güneş Taner, Korkmaz Yiğit'i azarlıyor -çünkü daha önce katılabilirsiniz
demişlerdi- "Senin suç örgütleriyle ilişkin var, bu ihaleye katılamazsın,
bunu sana vermeyiz" dedikten sonra, Korkmaz Yiğit'in morali bozuluyor
-kendi ifadesiyle- teklif vermeme noktasında bir karar aşamasına geldiğini
anlıyoruz.
Yine Sayın Başbakanın ifadeleriyle
birlikte, Sayın Yiğit arayışlara giriyor; Sayın Yılmaz'ın tanıdığı,
çevresinde... Hatta kardeşleri de dahil olmak üzere, araya insanlar sokuyor.
Sayın Yılmaz, görüşmediğini söylüyor; ama, ne zaman Sayın Yiğit gidiyor, Cefi
Kamhi ile Hüsamettin Cindoruk ile görüşüyor, onları ikna ediyor ve Sayın
Yılmaz'dan randevu alıyor; 30 Haziran. Değerli arkadaşlar, 30 Haziran, Türk
Ticaret Bankasında bir milattır; çünkü, 30 Hazirana kadar, 3 Martta, 13
Mayısta, 6 Haziranda İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesinin Emniyet
Genel Müdürlüğüne yazdığı yazılarda -13 Mayısta ve 6 Hazirandaki yazılarında-
Korkmaz Yiğit lehine Alaattin Çakıcı'nın etki yaptığı, belli katılımcıları,
girişimcileri tehdit ettiği ihaleyi Korkmaz Yiğit'in alması noktasında etki
ettiği... Hatta 8 Haziranda aynen "ihaleyi alacaklarından emin
oldukları" şeklinde, devletin resmî makamlarının, Emniyet teşkilatının,
Emniyet genel müdürlerine bir yazısı var. Tabiî, bunların Sayın Yılmaz'a
ulaştığını anlıyoruz. Nereden anlıyoruz değerli arkadaşlar? Arena programında
Sayın Yılmaz'ın bir ifadesi var. Sayın Taner'i aradığında, Emniyetten kendisine
gelen bilgilere -ki, bunların arasında 2-3 tane de telefon görüşmesi kayıtları
vardı- baktığında, suç örgütü liderleriyle Sayın Yiğit'in direkt ilişkisi
olduğu ve Yiğit lehine etkide bulunduklarını bizzat kendisi ifade ediyor; ama,
tüm bu bilgilere ve bulgulara rağmen, Sayın Yiğit'in Yılmaz'la görüşmesinde,
çoluk çocuğunun üzerine, başının üzerine yemin etmesi, tüm o bilgileri geçersiz
kılıyor. Bir tesadüftür ki, ayrıca, 30 Haziranda, Sayın Yılmaz'la ilgili
Meclisteki bir soruşturma komisyonu önergesinin kabul edilmesinden hemen sonra,
çıktığında, Sayın Yiğit'e "ihaleye girebilirsiniz, teklifinizi verin"
diyor ve Sayın Taner'i arıyor "ihaleye girebilir, belki haksızlık
yapabiliriz" şeklinde bir mazeretle birlikte, daha önce girememesi
noktasındaki kararını bu şekilde değiştirmiş oluyor.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkbank
ihale süreci bu şekilde farklı bir safhaya girmiş oluyor. Burada, arkadaşlarım
da bahsetti. Korkmaz Yiğit'in suç örgütleriyle ilişkileri olduğu konusunda,
aslında en ufak bir tereddüt yok.
Ayrıca, hemen akabinde, 1 Temmuz sabahı,
Sayın Yiğit, Sheraton Otelde, Sayın Sedat Ergin adlı gazeteciyle birlikte bir
kahvaltı yapıyor. Hemen ertesi gün sabahı, aynen Sedat Ergin'den ayrılırken
söylediği bir ifade var: "Ben, Türkbank ihalesine giriyorum, onu alacağım,
medya alanında büyüyeceğim, beni izlemeye devam edin."
Aynı günün akşamı, OSTİM şubesinin
açılışında, Sayın Çörtük'ün kendisini aradığını "malum şahısla görüşmüşsün,
akşam Tarabya Otelinde, İstanbul'da görüşelim" dediğini ifade ediyor, bu
görüşme gerçekleşiyor değerli arkadaşlarım ve süreç işliyor.
Değerli arkadaşlar, çok fazla detaya
girmekten ziyade, ana hatlarıyla dönüm noktalarına gelmek istiyorum. Bu arada,
ihale gerçekleşene kadar, olayın Kâmuran Çörtük'le ilgili belki en önemli
safhalarından birisi olan Genç-TV'yi Korkmaz Yiğit'in alması ve ihaleye üç gün
kala Kâmuran Çöktük'e satış sürecini birlikte yaşıyoruz. Bu süreç içerisinde,
Sayın Kâmuran Çörtük Korkmaz Yiğit'le görüştüğünde "ben zaten bir
televizyon alacaktım, onunla birlikte bu pazarlığa girdik; o da Genç-TV'yi
almıştı, bana sattı" diye ifade ediyor; ama, Korkmaz Yiğit aynen şunu
söylüyor: "Ben Genç-TV'yi Kâmuran Çörtük'e bedelsiz verdim."
Komisyon raporu incelendiğinde görülür;
yine, Korkmaz Yiğit "Kâmuran Çörtük'ün söylediğini Başbakanın sözü gibi
algılıyorum" diyor; çünkü, Başbakana sorduğunu ifade ediyor
"Çörtük'ün sözü benim sözümdür" ifadesiyle birlikte işleyişlerine
devam ediyorlar.
Değerli arkadaşlar, altıncı ayın 2'sinde,
Kanal-E'yi, Korkmaz Yiğit, 27 000 000 dolara satın alıyor ve yedinci ayın
14'ünde Genç-TV'yi 41 200 000 dolara satın alıyor. Bu arada ilginç bir süreç
daha yaşanıyor, 30.7.1998 tarihinde yerel ve genel seçim kararı alınıyor ve bu
karar sürecinde medyaya girmesiyle, Türkbank sürecinde çok büyük etki sahibi
oluyor.
Değerli arkadaşlar, ihale gününe
geldiğimizde -arkadaşlarımız da bahsetti- Korkmaz Yiğit'in ifadesine göre
Kâmuran Çörtük'ün, ihale sürecini şekillendirme yönündeki "Zorlu Grubu
Başbakanın sözünden çıkmaz, Erol Aksoy da Güneş Taner'in sözünden çıkmaz"
ifadesinin neşvü nema bulduğunu o akşam görüyoruz.
Yine Korkmaz Yiğit, Kâmuran Çörtük'ün,
kendisine, Erol Aksoy'la ilgili dosyaların bulunduğunu, bunu televizyonda
yayınla dediğini ve kendisinin "ben bunu yayınlayamam" dediğini ifade
ediyor, Kâmuran Çörtük bunu yalanlıyor.
Ama, daha önceki ifadeyle şu örtüşüyor:
Güneş Taner, ihale gecesi Erol Aksoy'u arıyor, kendisinde bir dosya olduğundan
bahsediyor, ihale konusunda fiyat görüşmeleri yapıyorlar. Aynı gece, Sayın
Yılmaz, kendi evinde, Zorlu Grubuyla fiyat konusunda görüşmeler yapıyor ve
Zorlu Grubunun, Korkmaz Yiğit'in Alaattin Çakıcı ile ilişkisi olduğuna dair
sözlerini ve bunu bütün İstanbul'un bildiğini kendisine ifade ediyor. Sayın
Yılmaz Kâmuran Çörtük'ü arıyor. Kendi ifadesiyle söylüyorum: "O arada
Korkmaz Yiğit ile berabermiş. Televizyon pazarlığı yapıyorlarmış. Onu çağırdım
ve Zorlu'nun söylediklerini kendisine aktardım. Korkmaz Yiğit'e söyle; eğer,
ilişkisi varsa bu ihaleye girmesin." Bu, Sayın Yılmaz'ın ifadesi. Fakat,
Sayın Yiğit'in ifadesi: "Çörtük benimle beraberdi akşam 8'den itibaren.
Biz biliyorduk Zorlu'nun Başbakanın evinde görüşme yaptığını. Görüşmeden sonra,
bizi, Kâmuran Çörtük'ü çağırdı ve nitekim gece saat 2'den sonra Kâmuran Çörtük
geldi." Zorlu Grubunun, Başbakanın "500'den aşağı vermeyiz"
ifadesine göre "ben 505 vereceğim" ifadesini Korkmaz Yiğit'e
aktardığını söylüyor; yani, orada, Korkmaz Yiğit'in Alaattin Çakıcı ile
ilişkisi konusunda herhangi bir ifadesi olmadığını beyan ediyor.
Değerli arkadaşlar, çok önemli bir nokta
daha... Kâmuran Çörtük, Başbakanla o gece görüşmesini Pakistan'daki işlerine
bağlıyor ve daha önceki ifadelerinde Sayın Yılmaz ile Kâmuran Çörtük'ün
kendisini ziyaretini aynı ifadelere bağlıyor; ama, komisyonumuzun Dışişleri
Bakanlığına yazdığı yazı neticesinde aldığı cevapta görüyoruz ki, o yıl,
Pakistan'dan Türkiye'ye Başbakanlık düzeyinde bir ziyaretin olmayacağı...
Olacağı şeklinde, bir görüşme yapacağını beyan etmişti Kâmuran Çörtük ve Sayın
Yılmaz da. Üstelik, Sayın Yılmaz, ifadelerinde, Zorlu ile görüştükten sonra
Kâmuran Çörtük'ü ararken... Böyle bir randevusu vardı, ne o bahsediyor ne
Çörtük bahsediyor ne de Korkmaz Yiğit bahsediyor... Değerli arkadaşlar, bu,
alenen, düpedüz, çok açık bir şekilde, bir gün sonra, on saat sonra yapılacak
olan bir ihalenin olgunlaştırılması, kime verileceğinin belirlenmesidir.
Nihayet ihale günü geliyor ve ihale
gerçekleşiyor. İhalede üç grup yarışıyor; Zorlu Grubu ikinci geliyor, Aksoy
Grubu üçüncü geliyor ve Korkmaz Yiğit'te ihale kalıyor. Korkmaz Yiğit, beklenen
rakamdan yukarı çıkınca Ali Balkaner'i aradığını "benimle ortak olur
musun" diye söylediğini komisyonumuzda ifade ediyor. Ayrıca "fiyat çok yükselince, malum şahısla
görüştüm" diyor. Komisyonumuza ifade etmedi; ama, anladığımız kadarıyla
diğer tanık ifadelerinden, Sayın Taner veya Sayın Yılmaz'ı aradığını "çık,
al" diye kendisine ifade edildiğini beyan etmiş bulunuyor.
Değerli arkadaşlar, Korkmaz Yiğit'te ihale
kalıyor. Raporumuz incelendiğinde görülecektir ki, Zorlu Grubunun dışında diğer
grupların bankalarının sıkıntılı olduğu, bu ihaleye girebilecek malî yapıya
sahip olmadıkları, Korkmaz Yiğit'in alenen Sayın Yılmaz'ın da bilgisinde
olarak, suç örgütleriyle ilişkisi olduğu resmî belgelerle kesin olduğu halde,
mahkeme, Devlet Güvenlik Mahkemesinden alınan izinle dinlenen telefon
kayıtlarına sahip olduğu halde, 2.7.1998 tarihli, MİT'in gönderdiği bir yazıda,
Hayyam Gariboğlu hakkında oradan gelen bilgiler çerçevesinde POAŞ ihalesi
Hayyam Gariboğlu'na verilmiyor, üçüncü gelen firmaya veriliyor. Oradaki
mahzurlar, Hayyam Gariboğlu hakkında var olduğu halde, tekrar Türkbank
ihalesine sokulması... Şunu anlıyoruz ki, bu ihalenin önceden planlandığı,
söylendiği şeklinde, Emniyetin 8 Haziran tarihli yazısında belirtildiği gibi,
Korkmaz Yiğit ve ilişki içerisinde olduğu örgütler, ihaleyi alacağını kesin
görüyorlardı ve ihale kesinleşmiş oldu.
Değerli arkadaşlar, ihaleden hemen bir
akşam önce -bugüne kadar çok fazla gündemde tutulmayan bir bilgi notu- Emniyet
Genel Müdürlüğü İstihbarat Şubesi tarafından -yani, ayın 4'ünde ihale
yapılıyor- ayın 3'ünde İçişleri Bakanlığına ve Başbakanlığa bir bilgi notu
gönderiliyor. Özetle, son paragrafını okuyorum: "Makamlarına arz edilen
bilgi notlarında Bankekspres sahibi ve İnşaat Müteahhidi Korkmaz Yiğit'in Türk
Ticaret Bankası ihalesini alması için Alaattin Çakıcı'nın birtakım girişimlerde
bulunduğu bildirilmişti -daha önceki bilgi notlarında bildirilmişti diyor-
konuyla ilgili olarak son alınan bilgilere göre, bahse konu ihaleye katılacak
olan Hayyam Gariboğlu'na, Alaattin Çakıcı, bu ihalenin kendisini ölüme
götürebileceği, ihaleye katılması; ancak, fiyatı da artırmaması yönünde tehdit
ve telkinde bulunulmuştur" deniyor. Sayın Yılmaz'ın daha önceki komisyona
verdiği ifadelerde, ayın 4'ündeki, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna gereği için
gönderilen, bilgi için Başbakanlığa gönderilen yazının kaybolduğu ifade
ediliyor.
Değerli arkadaşlar, Başbakanlıkta
kaybolduğu iddia edilen yazı, iki tanedir, bir tane değil ve Türkiye
Cumhuriyeti tarihinde, Başbakanlıkta ilk defa, bir gün arayla, çok gizlilik
derecesinde iki tane yazı kaybolmuş oluyor ve tabiî ki, aslında kaybolmuş
olmuyor; çünkü, kaybolması, kozmik büroya, Sayın Başbakana ulaştırılan yazının
dönmemesine istinaden; Sayın Başbakanın ifadesiyle bunu anlıyoruz; ama,
dinlediğimiz tanıklardan şunu anlıyoruz ki, kozmik büroya dönmemesi, gönderilen
yazının Başbakana ulaştığı, ama kendisinde kaldığı şeklindedir.
Değerli arkadaşlar, ihale günü akşamı,
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna -Emniyet Genel Müdürlüğünün gönderdiği-
İçişleri Bakanlığından giden bir yazı, ihale neticesinde bu tür ilişkileri
açığa çıkaran yazı, akşam saat 6 civarında, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
Başkanına ulaşıyor; heyecanla yazıyı alıyor Sayın Gazi Erçel'e çıkarıyor; bir
toplantı anında hemen yazıyı kendisine takdim ediyor ve -Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonu Başkanının ifadesi aynen tutanaklarda vardır değerli arkadaşlar:
"Bu yazı Merkez Bankasına bomba gibi düştü."- Sayın Erçel bu konuda
bir işlem yapmıyor. Sayın Fon Başkanının ısrarı üzerine, yazının üzerine not
düşerek, bilgi için Başbakanlığa gittiğini gerekçe gösterip yazının gereğini
yapmıyor.
Değerli arkadaşlar, ihale süreci
içerisinde... Halbuki, bu yazı geldiğinde, ihale şartnamesinin 15 inci
maddesine göre, ihaleyi dilediğine verip vermemekte serbest olan, hiçbir
gerekçe göstermeksizin iptal etme yetkisini haiz olan...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Demir, sözlerinizi tamamlar
mısınız.
Buyurun.
(9/5, 6) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan, konuşacak çok şey
var; ama, süre yetmedi anlaşılan. Benim kısa kesmem gerekiyorsa, biraz daha
sonuna gelmek istiyorum.
Evet, ihale süreci devam ediyor değerli
arkadaşlar. Devir süreci içerisinde, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun yazdığı
yazıya onay vermesi için, Hazine bürokratlarının, Korkmaz Yiğit'in suç
örgütleriyle olan ilişkilerini ve bankayı satın alacağı o meblağı, bankanın
içine konulacak olan sermayeyi sağlayabileceği endişesini içeren onay taslağını
hazırlıyorlar ve onay taslağında, "hukukî sakınca olmamakla birlikte"
çekincelerini koymaları neticesinde, üç kez aynı rapor hazırlanıyor ve Sayın
Güneş Taner'den geri dönüyor. Daha sonra, bildiğimiz gibi, Sayın Başbakanın
ifadeleriyle birlikte, MİT'ten aldığı bilgi çerçevesinde, bu konuda MİT'te
bilgi yoktur şekliyle birlikte, suç örgütleriyle ilişki konusunda sakıncaların
giderildiğini düşünüp, kendi müsteşarıyla birlikte sorumluluğu alıp, onay
taslağını hazırlıyor; ama, atladığı bir şey var; malî yapı konusunda hiçbir
araştırma yapmaya gerek duymuyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
süreci de geçiyoruz. Bildiğiniz gibi, daha sonra Milliyet Gazetesinin satın
alınması devreye girince, basına yansıyınca, Sayın DSP kanadı, Ecevit'in
başkanlığında olayı araştırmaya giriyorlar, Hüsamettin Özkan'la görüşmelerini
yapıyorlar. Hüsamettin Özkan'la birlikte yaptığı toplantılarda, Amerika'ya
giden Başbakanın dönüşünde, İstanbul'da Sayın Özkan, ayın 2'sinde Başbakanla
görüşüyor, akabinde Korkmaz Yiğit'le görüşüyor "gazeteyi bırak, ihaleyi
almaktan da vazgeç" diyor ve Korkmaz Yiğit ihaleyi almaktan vazgeçme
temayülü gösteriyor. O arada, Hüsamettin Özkan, Ecevit'i arıyor, Korkmaz
Yiğit'in gazeteyi almaktan vazgeçtiğini, banka ihalesinden de vazgeçme temayülü
olduğunu Sayın Ecevit'e bildiriyor. Akabinde, vazgeçme olayı gerçekleşmiyor.
Sayın Başbakan Ankara'ya döndüğünde
-biliyorsunuz, 30 Haziranda da Kutlu Aktaş, Korkmaz Yiğit'le görüşmesini kayda
alıyor- hemen ertesi günü -30 Eylül veya 2 Eylül civarında; tarihi net değil-
Sayın Başbakana ilettiğini, ayın 2'sinde, Sayın Ecevit ile Hüsamettin Özkan'ın
yaptığı toplantıda Kutlu Aktaş'ın o dinleme kasetinin de görüşüldüğünü
görüyoruz. Bu çerçevede, hâlâ Sayın Yılmaz'ın herhangi bir işlem yapmaması
neticesinde, 5 Ekimde, Ankara'da, Sayın Ecevit kendi kurmaylarıyla bir toplantı
yapıyor, hemen akabinde Sayın Mesut Yılmaz'ın başkanlığında bir toplantı
yapıyor ve ihalenin iptal edilmesi gerektiği şeklinde, koalisyon kararı
şeklinde, karar aldıklarını söylüyorlar.
Sayın Mesut Yılmaz, Amerika'daki Güneş
Taner'i aradığını, ihalenin iptal edileceğini ilettiğini söylüyor ve yine,
Sayın Yılmaz, Aydın Doğan'ı arayıp, gazeteyi satmayın dediğini ifade ediyor;
ama, gelip görüyoruz ki, 10 Eylülde satın alınan gazetenin 6 Ekimde sözleşmesi
yapılıyor. Yani, buradan, Sayın Yılmaz'ın, Korkmaz Yiğit'e "bu ihaleden
vazgeçiyoruz, iptal ediyoruz" şeklindeki ifadesinin doğru olmadığı
kanaatine ulaşıyoruz. Eğer bu doğru olsaydı, daha önce satın alınmış, parası
ödenmiş; ama, sözleşmesi yapılmamış olan bir Milliyet Gazetesinin 6 Ekimde
sözleşmesi yapılmazdı.
Değerli arkadaşlar, Amerika'daki Güneş
Taner'in kendisine bu bilgi geldikten sonra, kendi Müsteşarını ve yetkililerini
aradığını, nasıl iptal edilebileceğini istişare ettiğini beyan ediyor; ama,
Sayın Güneş Taner, ayın 11'inde Amerika'dan döndüğünde, Korkmaz Yiğit ısrarlı
bir şekilde kendisine görüşmek isteğini iletiyor ve Sayın Taner "ben çok
yorgunum, Ankara'da görüşelim" demesine rağmen, Korkmaz Yiğit geliyor,
Güneş Taner'in evinde Güneş Taner'le görüşüyor. "Sayın Taner bu görüşmeye
neden engel olamadınız" dediğimizde, "kurtulamıyoruz ki" diyor
ve o görüşmede, Güneş Taner, iptalden herhangi bir şekilde Korkmaz Yiğit'e bahsetmiyor.
BAŞKAN - Sayın Demir, sözlerinizi, lütfen,
tamamlar mısınız...
(9/5, 6) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.
Değerli arkadaşlar, ayın 11'inde bu
görüşmede iptal eğilimi gündeme gelmemişken, ayın 13'ünde Fikri Sağlar'ın
kaseti yayınlandığında, Hazine Müsteşarı Yener Dinçmen, hemen, kaseti duyar
duymaz bir iptal metni hazırlıyor ve kendi ifadesiyle birlikte, Güneş Taner'e
henüz ulaşamadıklarını, aynı günün öğlen saatlerinde kendisinin, kendilerini
aradığında iptal metnini hazırladığını öğreniyor. Halbuki, Güneş Taner'in,
iptal metni konusunda "ben, Müsteşarım ve ilgililerle görüştüm"
dediğinin de doğru olmadığı ortaya çıkıyor.
Değerli arkadaşlar, aslında, şöyle bir
manzarayla karşı karşıyaydık: Eğer kaset yayınlanmasıydı, iptal
gerçekleşmeyecekti. Nereye doğru gideceğini, yaşanmadığı için bilmiyoruz. Zaman
kısa olduğu için çok detaylara giremiyoruz; ama, komisyon çalışmalarımızda
edindiğimiz, ulaştığımız kanaat, raporumuzda mevcuttur.
Türk Ticaret Bankasının, kamu malı
olduğundan şüphe olmayan bir finans kuruluşunun, Anayasaya aykırı
değişikliklerle birlikte Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna geçirilmesi,
içerisine yüksek düzeyde para konulması, ihale sürecinin planlanarak yönlendirilmesi,
belli bir şahıs üzerinde ihalenin kalmasını temin ederek medya alanındaki
alımlarının desteklenmesi -ki, Milliyet Gazetesi 100 000 000 dolarlık bir
meblağ ediyorken, 273 000 000 dolara alınmış- Yeni Yüzyıl Gazetesi, Kanal 6,
Kanal E ile medya dünyasında bir güç yaratılmak istenerek, alınan seçim kararı
arifesinde, Sayın Yılmaz ve Sayın Taner'in müştereken, bütün bilgi ve bulgular
dahilinde bu olaya destek verdikleri, önünü açtıkları, Korkmaz Yiğit'in her
türlü kredi taleplerinde görüşmeler yaptıkları ve bütün bilgi ve bulgulara
rağmen, Korkmaz Yiğit'i destekledikleri, korudukları anlaşılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar, son
olarak şunu söylemek istiyorum: Bu ihale süreci içerisinde, 3.2.1998'deki
İstanbul Emniyet Müdürlüğünün yazısı, 13.5.1998'deki İstanbul Emniyetinin
yazısı, 8.6.1998'deki İstanbul Emniyetinin Genel Müdürlüğe yazdığı yazısı,
19.6.1998'de lav silahlarıyla Pamukbanka saldırı düzenleyen iki şahsın
yakalanması; ki, Türkbank olayıyla alakalı, bu gazetelere yansıyor o gün.
26.6.1998'de, yakalananların ifadeleri İstanbul Emniyeti tarafından Ankara'ya
gönderiliyor. 17.8.1998'de Çakıcı Fransa'da yakalanıyor. 19.8.1998'de Sedat
Peker Romanya'dan Türkiye'ye geliyor ve 21.8.1998'de, Sedat Peker'in ifadesi,
Ankara'ya resmî yoldan gönderiliyor. 26.8.1998'de, Sedat Peker'in ifadesi,
Hürriyet Gazetesinde "şok ifade" şeklinde manşet oluyor, Akşam
Gazetesinde yer alıyor, Cumhuriyet Gazetesinde yer alıyor. Kutlu Aktaş-Korkmaz
Yiğit görüşmesi kayda alınıyor.
Değerli arkadaşlar, 5.10.1998'de,
koalisyon kararı alınıyor. 8.10.1998'de, Tuncay Özkan, Fikri Sağlar'a ulaşan
kaseti Başbakana aktarıyor -ki, aktardığı sırada Kamuran Çörtük de orada- ve ne
yazık ki, iptal konusunda, kaset yayınlanana kadar, en ufak bir girişimde
bulunulmuyor; tam tersi, sürecin işleyişi, devam edilmesi noktasında, Sayın
Taner ve Sayın Yılmaz tarafından destekleniyor, göğüsleniyor.
Değerli arkadaşlar, komisyonumuz, 10 Şubat
2004'te çalışmasına başladı. 49 tanık dinlendi ve daha önceki komisyonların
incelediği belgelerden eksik kalanların temin edilip, üç aylık bir çalışma
neticesinde, bir aylık değerlendirme ve rapor yazımıyla birlikte, komisyonumuz
raporunu tamamlamış, Yüce Meclisimize sunmuştur.
Bahsedilen gerekçelerle birlikte, söz
konusu önergede, Türkbank ihalesiyle birlikte Sayın Taner ve Sayın Yılmaz'ın
ihaleye fesat karıştırıp, kendi güdümlerinde bir medya gücü, kuvveti oluşturma
noktasında büyük gayret sarf ettikleri ve bunu büyük ölçüde başardıkları ve
dolayısıyla, Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesi kapsamındaki fiili
işledikleri kanaatine ulaşmış, Yüce Meclise takdim etmiştir. Karar, siz değerli
Yüce Meclis üyelerinindir.
Bu duygu ve düşüncelerle, hepinize en
derin saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Demir.
Sayın milletvekilleri, soruşturma
önergesine konu olan Devlet eski Bakanı Sayın Güneş Taner, Başkanlığımıza
başvurarak, şu gerekçeyle, aşağıdaki metnin okunmasını talep etmiştir.
Gerekçesi şu: "621 sıra sayılı Meclis
Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler esnasında, aşağıdaki
metnin, Meclis İçtüzüğünün 60 ıncı maddesinin beşinci fıkrası gereği okunmasını
arz ederim."
İçtüzüğümüzün 60 ıncı maddesinin beşinci
fıkrasında "yazılı bir konuşmanın, kürsüden okunması veya Başkanın izni
ile bir kâtip üyeye okutturulması mümkündür" denilmektedir. Yani, böyle
bir şeyin okunabilmesi için, Başkanlığımızın izin vermesi gerekir; ancak, ben,
bu maddenin de gerekçesini çıkararak, acaba, hangi koşullarda böyle bir yazılı
konuşma talebinin gündeme gelebileceğini inceledim. 1973 yılında kabul edilen
İçtüzüğümüzün 60 ıncı maddesinin beşinci fıkrasının gerekçesinde, süreli
konuşmalar, yani 10 ve 20 dakikayla sınırlandırılan konuşmalar kastedilerek
şöyle denilmektedir: "Böyle bir sınırlama, hem milletvekilini daha öz,
daha esaslı konuşmaya teşvik edecek ve hem de dinleyen milletvekillerinin konu
üzerinde ilgilerinin dağılmamasına zemin hazırlayacaktır. Her milletvekilinin,
düşündüklerini daha teferruatlı olarak yazmaları ve bunu zapta geçirmeleri
imkânı kapanmamıştır. Konuşmasını bu madde içerisinde yazılı süreye sığdırma
kabiliyetinden mahrum veya böyle bir çaba için yeteri zamana sahip
milletvekili, istediği genişlikte, fikirlerini yazıyla ifade edebilir ve bunu
Meclis zaptına ekleyebilir."
Yine, milletvekilliği dokunulmazlığının
kaldırılması konusunda, dokunulmazlığı kaldırılmak istenen sayın
milletvekilinin savunma hakkını düzenleyen 134 üncü maddede şunlar
belirtilmektedir: "Dokunulmazlığının kaldırılması istenen milletvekili
isterse hazırlık komisyonunda, Karma Komisyonda ve Genel Kurulda kendini
savunur veya bir üyeye savundurur. Savunma için çağrıda bulunulan milletvekili
davete uymazsa evrak üzerinde karar verilir."
Şimdi, o nedenle, Sayın eski Bakanın
görüşmeler sırasında okunmasını istediği metni, bizim, İçtüzüğümüzün 60 ıncı
maddesi içinde değerlendirme olanağımız yoktur. Şu anda, bizim yapmakta
olduğumuz, açılmış bulunan bir soruşturma önergesinin sonuçlandırılmasıdır.
Nasıl sonuçlandırılacağını da İçtüzüğümüzün 112 nci maddesi hükme
bağlamaktadır. İçtüzüğümüzün 112 nci maddesinin ikinci fıkrası bu görüşmelerin
nasıl sonuçlandırılacağını şöyle açıklamaktadır: "Bu görüşmede, komisyona,
şahısları adına altı milletvekiline ve o sırada görevde bulunsun veya
bulunmasın hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakana söz
verilir. Son söz, hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakana
aittir ve süresi sınırlandırılamaz."
Görüleceği üzere, söz hakkı, buraya bizzat
gelip söz talebinde bulunan sayın eski bakan veya başbakana verilebilmektedir.
Yazılı konuşma konusu da süreli konuşmalar için, o da, Genel Kuruldaki normal
çalışmalar için söz konusudur; oysa, bizim şu anda yaptığımız, İçtüzüğümüze ve
Anayasamıza göre, özel bir işlemdir, açılmış bulunan bir soruşturma önergesinin
sonuçlandırılmasıdır. O nedenle, Sayın Taner'in bu talebini işleme koyamıyorum.
Sayın milletvekilleri, Meclis Soruşturması
Komisyonunun raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Komisyon raporunda, eski Başbakan Mesut
Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in Yüce Divana sevki istenmektedir.
Şimdi, eski Başbakan Mesut Yılmaz ve
Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in Yüce Divana sevkini isteyen komisyon raporunu
oylarınıza sunacağım.
Anayasanın 100 üncü maddesinin üçüncü
fıkrasında "Yüce Divana sevk ancak üye tamsayısının salt çoğunluğunun
gizli oyuyla alınır" hükmü, İçtüzüğün 112 nci maddesinin altıncı
fıkrasında da "Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt
çoğunluğu ile alınır" hükmü yer almaktadır.
Bu nedenle, oylamayı gizli oylama şeklinde
yapacağız ve raporun kabul edilmesi için 276 oyu arayacağız.
Toplantı yetersayısı olmak kaydıyla, gizli
oylamada kabul oyu 276'nın altında olduğu takdirde Yüce Divana sevk kabul
edilmemiş olacaktır.
Gizli oylamanın ne şekilde yapılacağını
arz ediyorum:
Komisyon ve hükümet sıralarında yer alan
kâtip üyelerden komisyon sırasındaki kâtip üye, Adana'dan başlayarak İzmir'e
kadar, hükümet sırasındaki kâtip üye ise, İzmir ile Zonguldak dahil, adı okunan
milletvekiline biri beyaz, biri yeşil, biri de kırmızı olmak üzere üç yuvarlak
pul ile mühürlü zarf verecek, pul ve zarf verilen milletvekilini ad defterinde
işaretleyecektir.
Milletvekilleri, belirlenmiş bulunan
yerlerden başka yerde oylarını kullanamayacaklardır. Vekâleten oy kullanacak
bakanlar da, yerine oy kullanacakları bakanın ilinin bulunduğu bölümde oylarını
kullanacaklardır.
Bildiğiniz üzere, bu pullardan beyaz olanı
kabul, kırmızı olanı ret, yeşil olanı ise çekimser oyu ifade etmektedir.
Oyunu kullanacak sayın üye, kâtip üyeden
üç yuvarlak pul ile mühürlü zarfı aldıktan ve adını ad defterine
işaretlettikten sonra kapalı oy verme yerine girecek, oy olarak kullanacağı
pulu burada zarfın içerisine koyacak, diğer iki pulu ise ıskarta kutusuna
atacaktır. Bilahara, oy verme yerinden çıkacak olan üye, oy pulunun bulunduğu zarfı,
Başkanlık Divanı kürsüsünün önüne konulan oy kutusuna atacaktır.
Oylamada adı okunmayan milletvekiline pul
ve zarf verilmeyecektir.
Şimdi, gizli oylamaya Adana ilinden
başlıyoruz.
(Oylar toplanıldı)
BAŞKAN - Genel Kurul Salonunda oyunu
kullanmayan sayın milletvekili var mı? Yok.
Oylama işlemi tamamlanmıştır; kupalar
kaldırılsın.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, eski
Başbakan Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında kurulan
(9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun 621 sıra sayılı
raporunun gizli oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 447
Kabul : 429
Ret : 15
Çekimser : 3
Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre,
Meclis soruşturması komisyonunun raporu kabul edilmiş; yani, eski Başbakan
Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner'in Yüce Divana sevkine karar
verilmiştir.
Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika
ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.33
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 17.44
BAŞKAN :
Başkanvekili Yılmaz ATEŞ
KÂTİP
ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Enver YILMAZ (Ordu)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 114 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
2 nci sırada yer alan, İstanbul Milletvekili
Hüseyin Besli ve 64 milletvekili ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55
milletvekilinin, Bakanlığı sırasında enerji ve doğalgaz anlaşmalarında Türkiye
aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı, devlet alım satımına
fesat karıştırdığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesine
uyduğu iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer
ile ayrıca bakanlıkları sırasında uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji
politikalarında ilgili kurum ve kuruluşların uyarılarını dikkate almayarak
kamuyu zarara uğrattıkları, DSİ Genel Müdürlüğünde usulsüz uygulamalara onay
verdikleri ve bu suretle görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma fiillerini
işledikleri ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 230, 240 ve 366 ncı
maddelerine uyduğu iddiasıyla Enerji ve
Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca bir Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve (9/4,7) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2. -
İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 64 milletvekili ile Samsun Milletvekili
Haluk Koç ve 55 milletvekilinin Bakanlığı sırasında enerji ve doğalgaz
anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol
açtığı, Devlet alım satımına fesat karıştırdığı iddiasıyla Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer ile ayrıca bakanlıkları sırasında
uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarında ilgili kurum ve
kuruluşların uyarılarını dikkate almayarak kamuyu zarara uğrattıkları, DSİ
Genel Müdürlüğünde usulsüz uygulamalara onay verdikleri ve bu suretle görevi
ihmal ve görevi kötüye kullanma fiillerini işledikleri iddiasıyla Enerji ve
Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında
Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması
Komisyonu Raporu (9/4,7) (S. Sayısı: 622) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Meclis Soruşturması Komisyonunun 622 sıra
sayılı raporu daha önce sayın üyelere dağıtılmış ve ilgili eski bakanlara
gönderilmiştir.
Komisyon raporunda, İzmir Milletvekili
Sedat Uzunbay ile Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'in oylamaya katılmadığı
yazılıdır. Bu iki sayın üye, aynı zamanda son toplantıya da katılmamışlardır.
Rapor üzerindeki görüşmelerde, Komisyona,
şahısları adına 6 milletvekiline ve haklarında soruşturma açılması istenen eski
bakanlara söz verilecektir.
Konuşma süreleri
Komisyon için 20 dakika, şahısları adına söz alan milletvekilleri için 10'ar
dakikadır. Son söz, haklarında soruşturma açılması istenen eski bakanlara ait
olup, konuşma süreleri sınırsızdır.
Rapor üzerinde söz alan üyelerin isimlerini
okuyorum: Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır, Gaziantep Milletvekili Fatma
Şahin, Ordu Milletvekili Kâzım Türkmen, Sivas Milletvekili Selami Uzun, Bolu
Milletvekili Mehmet Güner, Manisa Milletvekili Nuri Çilingir.
İlk söz, Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul
Yalçınbayır'ın.
Buyurun Sayın Yalçınbayır. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Bursa) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 622 sıra sayılı komisyon raporu üzerine söz
almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.
621 sıra sayılı rapor üzerinde görüşlerimi
arz etmiştim. O kadar teferruatlı olmamakla beraber, en azından tutanaklara
geçmesi itibariyle yeniden söz aldım.
622 sıra sayılı rapor, bilindiği gibi,
geçen dönem (9/3) esas numaralı komisyon çalışmalarıyla ilgili rapordur. Geçen
dönem, hakkında karar verilmiştir. Bu dönem, yeni deliller ileri sürülmek ve
yeni bir kişi -Sayın Çakan- katılmak suretiyle yeni bir soruşturma önergesi
verilmiş ve süreç işletilmiştir.
Bilindiği gibi, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, çalışmalarını, kendi yaptığı İçtüzük hükümlerine göre yürütmektedir.
Soruşturmayla ilgili konular da İçtüzük hükümleri uyarınca yapılmaktadır.
Anayasada bazı hükümler olmakla beraber, İçtüzükte de onu tamamlayıcı hükümler
vardır. Örneğin, eski bakanlar ile eski başbakan hakkında soruşturmanın nasıl
yapılacağı konusunda Anayasada hüküm olmamakla beraber, İçtüzükte böyle bir
hüküm vardır. İçtüzük, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gizli anayasasıdır ve
İçtüzüğün yapılması, yayımlanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
ayrıcalığıdır, bağımsızlığıdır, varlık sebebidir. İçtüzük, hiç kimsenin
imzasına tabi olmaksızın, onayına tabi olmaksızın -ne Cumhurbaşkanına ne
Bakanlar Kuruluna- hiçbir yere gitmeksizin, doğrudan doğruya resmî gazetede
yayımlanır. Bu İçtüzük, milletvekillerinin ve partilerin demokratik taleplerini
de karşılar nitelikte olmak durumundadır.
Benim burada konuşmam, belki, siyaseten
uygun görülmeyebilir; ama, benimle beraber birçok arkadaşımızın özgür
milletvekilliğiyle ilgili canlarının nasıl attığını biliyorum. Özgür
milletvekilliğini, bu özgür kürsüyü kullanmak suretiyle, özgür Parlamentoyu
yaratmak suretiyle, hukukun üstünlüğünü hâkim kılmak suretiyle ancak biz
yaratabiliriz ve özgür toplumu ancak biz yaratacağız. Özgür toplumun en önemli
vasıtası da demokrasidir, düşünce özgürlüğüdür, bunların kullanılmasıdır, parti
içi demokrasilerdir. Grupların tesir ve baskısı, şüphesiz ki, programları ve
tüzükleri doğrultusunda olacaktır. Bunlar siyasetin gereğidir; ama, siyaset,
sadece partiler eliyle değil, milletvekilleri eliyle, bağımsızlar eliyle de
yapılır. Bunları söylememdeki maksat, herhangi bir partiye, herhangi bir lidere
atıfta bulunmak değildir; özgürlüğün nimetlerini hep birlikte tatmaktır.
Değerli milletvekilleri, bundan önceki
konuşmamda, daha önceki kararın kesin olduğunu, men'i muhakeme niteliğinde
olduğunu, takipsizlik niteliğinde olduğunu ifade etmiştim. Hatta, araştırma
komisyonunun bu kararlarla ilgili değerlendirmesi, bir nevi beraat kararıdır.
Peki, siz bu değerlendirmelerdeyken, bu işten elinizi çekmişken, nasıl olur da
yeniden el atabilirsiniz?! Ancak ve ancak, yeni delil, neticeye etki edecek
delil, sonucu değiştirecek delil ve inceleme yapıldığı zaman elde edilmesi
mümkün olmayan bir delil olduğu takdirde, siz, yeni bir soruşturma önergesi
verip, komisyonu kurup değerlendirme yapabilirsiniz.
Kesin karara, dosyadan el çekmeye, daha
önce karar verilmiş olmasının soruşturma engeli olduğuna işaret ettik ve
teamülleri ortaya koyduk. Türkiye Büyük Millet Meclisinin, parlamento hukukunun
kaynakları arasında, teamüller, en önemli yeri alır. Teamüllü bir hukukun
oluşabilmesi için, sürekli uygulamanın olması, ilgililerin tutumlarının aynı
tür olaylarda sürekli olarak tekrarlanması gerekir. Bundan önceki soruşturma
önergelerinde, soruşturma komisyonu raporlarının görüşülmesinde, 1924'ten beri
aynı usul cereyan etmiştir. Bu, yazılı değildir; bu, sözlüdür. Sözlü olması,
centilmenliğin de önemli bir işaretidir. Eğer bunun yazılı hale getirilmesini
istiyorsak, yeniden İçtüzük yapmakta yarar vardır; İçtüzüğe yeni ilavelerin
yapılmasında yarar vardır. Her Parlamento, her dönem kendi İçtüzüğünü yapma
hakkına sahiptir. Eğer bu iradesini koymadıysa, eski İçtüzük hükümleri
uygulanmaktadır. Eski İçtüzük hükümlerine ve Anayasaya bakıldığında, hakkında
karar verilen bir olayla ilgili yeniden karar verilmesi hususunda herhangi bir
düzenleme yoktur; bir boşluk vardır. Bu boşluğu teamüller doldurmuştur ve bu
geleneğe uyulma zorunluluğu da vardır. Bu, Parlamentonun itibarı için,
saygınlığı için de önemlidir. Yarın öbür gün, sizin de aldığınız ve kesindir
diyebildiğiniz kararları, bir başka dönem parlamentosunun değiştirmesini ister
misiniz; olabilir mi böyle bir şey?! Bu psikolojik nedene, manevî unsura özen
göstermek gerektiğini düşünüyorum. Boşluk doldurucu bir rol oynuyor. Örneğin,
yeni güvenoyu almış olan bir hükümetle ilgili hemen güvenoyu isteminde
bulunuyor mu muhalefet; hayır. Bu konuda öteden beri yerleşik kurallar var;
herkes bunlara uydu. Soruşturmalar da aynı nitelikte ve bunlar, yazılı
kurallara da aykırı olan, yazılı kuralları da değiştirecek hususlar değildir.
Anayasa Komisyonunda görev yürütürken,
İçtüzük üzerinde 51 maddelik bir değişiklik hazırladık. Bunlardan birisi de
soruşturmalarla ilgiliydi. Bilindiği gibi, Anayasa değiştikten sonra, İçtüzük
Anayasaya uyarlanmadı. İçtüzük değişikliğine zaruret var. Doğrudan Anayasa
hükümleri uygulanabildiği için uygulanıyor; ancak, birtakım boşluklar var. Bu
dönem soruşturma önergesi verildi, görüşülemedi; önümüzdeki dönem ne olacak?
Soruşturma önergesindeki imza sahiplerinin imzalarını geri çekmesi de mümkün
değil. O zaman, bunlara devam ediliyor. 77 nci madde bu mahiyetteydi veya o
imzalara tekabbül edilebilir. Bunun için bir değişiklik olabilir ve yine şu
değişiklik de önemlidir: Hakkında karar verilmiş olan bir konuyla ilgili,
soruşturmayla ilgili yeniden önerge verilmesinin şartları düzenlenebilir. Biz,
daha kaliteli bir Parlamentoyla, tüm haklarımızın, demokratik haklarımızın da
güvence altına alınmasını istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, biraz önce bahsetmiş
olduğum tapu kadastro harçlarıyla ilgili bir konu, şu nedenle de önemli;
hukukun üstünlüğü, temiz siyasetle ilgili. Bakın, biraz önce, Danıştayın
konuyla ilgili verdiği karar ve biz, bu konuda, Başbakanı, Maliye Bakanını,
Bayındırlık ve İskân Bakanını uyardık ve Meclis Başkanına da bilgi verdik;
dedik ki: Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler ancak kanunla
konulur; bu da Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkisi içindedir; siz,
yönetmelikle harç ihdas edemezsiniz; bu, Meclisin yetkilerine el atmaktır;
lütfen bunları dikkate alın. Uzun yazışmalar oldu ve çok uzun. Hatta, bunlardan
sonra, burada kabul edilen bir kanunla "1.1.2004'ten sonra kadastro
yenileme harcı alınmayacaktır" diye bir kuralı da vazetti bu Meclis. Öyle
bir kural yoktu ki yeniden alınsın. Bunları bas bas bağırdık ve Danıştay şu
kararı verdi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun; sözlerinizi tamamlar
mısınız.
ERTUĞRUL YALÇINBAYIR (Devamla) -
Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Bunu yarın etraflıca anlatacağım.
Harçlar Kanununda yenileme harcı
alınacağına ilişkin bir düzenleme olmadığından, yönetmelikle böyle bir harç
ihdas edilemeyeceğinden, değerli milletvekilleri, önce, Meclisin yetkilerine
elbirliğiyle ve özgürce sahip çıkalım. Bu, parti içi demokrasiyi, denetimi ve
hukukun üstünlüğünü beraberinde getirecektir. Hukuk devleti, her türlü eylem ve
işlemin her safhada hukuka uygunluğunun sağlandığı devlettir; devletin hukuku
değildir.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın
Yalçınbayır.
Sayın milletvekilleri, ikinci sırada söz
talebinde bulunan Gaziantep Milletvekili Sayın Fatma Şahin, söz hakkını, Samsun
Milletvekili Sayın İlyas Sezai Önder'e devretmiştir.
Buyurun Sayın Önder (CHP sıralarından
alkışlar)
İLYAS SEZAİ ÖNDER (Samsun) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Bakanlıkları sırasında enerji ve doğalgaz
anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol
açtığı, devlet alım satımlarına fesat karıştırdığı iddiasıyla Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer ile ayrıca Bakanlıkları sırasında
uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarıyla devleti zarara
uğratarak, Türk Ceza Kanununun 230, 240 ve 366 ncı maddelerini ihlal ettikleri
iddiasıyla Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve
Zeki Çakan haklarında kurulan (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu raporu konusunda şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, özellikle 1998
yılından sonra uygulanan enerji politikalarındaki çarpıklığı, siyaset ve
bürokrasideki kokuşmuşluğu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren soruşturma
komisyonu başkan ve üyelerine, raporun hazırlanmasında katkıda bulunan tüm
uzmanlara teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, soruşturma
önergesinin başlığındaki bir ibareye dikkatinizi çekmek istiyorum:
"Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol açtığı..."
Bunu yapan kim, bu isnadın muhatabı kim; Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine
sonuçlandığı bugün daha açıkça görülen, çocuklarımızın geleceğini karartan,
devletin büyük bir zarara uğramasına, geleceğin ipotek altına sokulmasına neden
olan kim; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bakan veya bakanları, enerji
bürokratları.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Genel
Başkanımız, bu çarpıklıkları, devletteki talan anlayışını 1998 yılında
görmüştür ve bu anlayışa destek olmamak için, o zamanki hükümetten desteğini
çekerek, ülkeyi erken seçime götürmüştür. Hükümeti bozduğumuz savıyla çok
tenkide maruz kaldık, yetmedi, 1999 yılında yapılan genel seçimlerde Meclis
dışında kaldık. Ancak, daha sonra gelişen olaylar, Cumhuriyet Halk Partisini ve
onun Sayın Genel Başkanını haklı çıkardı. 3,5 milyar dolarlık banka batıkları,
hortumları 40-50 milyar dolara, enerji alanındaki sorumsuz politikalar, daha
hızlı bir şekilde devam etti; buna bağlı devlet zararları da katlanarak arttı.
Sayın milletvekilleri, 10 dakikalık bir
konuşma sırasında, böyle kapsamlı bir konuda düşünce belirtmek, olayın
detaylarına inmek zor; ancak, ben, raporla ilişkili olarak, Samsun'da kurulu
100+100 megavat gücündeki mobil santrallardan bahsetmek istiyorum. Bilindiği
gibi, bu konuda verilen (10/29,31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu
raporumuz, Meclis Genel Kurulunda görüşüldü. Ben de, o komisyonun bir üyesiyim.
Raporun sonuç kısmında, bu iki Sayın Bakan hakkında soruşturma komisyonu
kurulması, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bürokratları hakkında cumhuriyet
savcılığına suç duyurusunda bulunulması talebinde bulunmuştuk. Bu raporun
ilgili soruşturma komisyonu kurulmadı; ancak, bu konuda, kısmen de olsa,
görüştüğümüz soruşturma komisyonu raporunda bahsedilmektedir. Raporun 413 üncü
sayfasında, (10/29,31) esas numaralı Araştırma Komisyonu raporunun tespitlerine
aynen iştirak edildiği belirtilmekle birlikte, esasında müstakil bir soruşturma
konusu olması gereken olay hakkında bazı bölümlerde tekrar bahsedilmektedir.
Sayın milletvekilleri, Samsun'da kurulu,
adı mobil santral olan, ancak, çok katlı yapılardan oluşan, mobil özelliği
olmayan, 100+100 megavat gücündeki santralların, Bartın-Cide, Fethiye-Dalaman
bölgelerinde kurulması planlanmış; ancak, bu bölgelerdeki yoğun kamuoyu
baskısı, valilik ve belediyelerin olumsuz görüşleri nedeniyle, sözleşmeleri
yapılmış, ilgili firmalarca yerleri satın alınmış olmasına rağmen, santrallar
buralara kurulamamış, TEAŞ Yönetim Kurulu projelerden vazgeçme aşamasındayken,
temsil ettiği halka karşı çarpıcı bir sorumsuzluk örneği gösteren Samsun
Büyükşehir Belediye Başkanı, 31.5.2001 tarihli meşhur ve malum yazısıyla Bartın
santralını Samsun'a davet etmiş, ihaleyi alan iki firmaya devlet bütçesinden
ödül vermek isteyen TEAŞ Yönetim Kurulu, bu teklifi de hemen kabul ettiği gibi,
Dalaman'daki santralı da Samsun'a nakledivermiştir.
Türkiye'de hiçbir ilin kabul etmediği
santrallar Samsun'a nasıl gelmiştir; Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı, davet
yazısını yazmadan önce bu firmalardan birisinin yetkilisiyle belediyede
görüştüğünü komisyonda verdiği ifadede belirtmektedir. Ayrıca, soruşturma
komisyonu raporunun 414 üncü sayfasında tanık Muzaffer Selvi'nin çarpıcı bir
beyanı vardır. Tanık, bu beyanında, Ankara Esenboğa santral ihalesini Aksa
Elektriğin kazandığını, ihaleden sonra Enerji Bakanı Ersümer'in kendisini
makamına çağırarak, ihaleyi üçüncü sırada kazanan Park Holdinge vermesini
istediğini, arkadaşlarının bunu kabul etmediğini; bunun üzerine, Aksa Elektrik
Yönetim Kurulu Başkanını çağırıp
konuştuğunu, sonuçta, Aksa Elektrikle sözleşme imzalandığını; Park
Holdingin "Ankara Elektrik" isminde bir şirket kurduğunu, Aksa
Elektriğin hisselerini bu şirkete devrettiğini söylemiştir. Yani, sonuçta,
dolaylı olarak Sayın Bakanın isteği olmuş ve Ankara Esenboğa santral ihalesi,
hisse devirleri suretiyle Ankara Elektrik ve dolayısıyla Park Holding üzerinde
kalmıştır. Aksa Elektriğin yaptığı, tabiri caizse, bu fedakârlık ortada
kalmamış, anladığım kadarıyla Aksa Elektrik firması sahipleri yeni bir şirket
kurmuşlar ve bu şirketin adı da Aksa Enerji Üretim AŞ olmuştur. Bu şirketi de
ödüllendirmek için, Samsun'da kurulması planlanan mobil santrallardan biri bu
şirkete verilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, esasında,
belirttiğim gibi, Samsun Büyükşehir Belediyesinin yazısı, sadece Bartın-Cide'de
kurulması planlanan santralın Samsun'a nakledilmesi konusunda; ama, aralanan bu
kapıdan, Enerji Bakanlığınca ödüllendirilmek istenilen Aksa Enerji Üretim AŞ de
girmiş ve onun Fethiye-Dalaman'da kurması gereken santral da Samsun'a
getirilmiştir.
Olay bununla da bitmemiş, Samsun'a
getirilen bu santralların ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesindeki -bilindiği
gibi, ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesi, kurulu gücü 150 megavatın üzerindeki
termik santralların ÇED sürecine tabi olmasını emretmektedir- süreci aşmak
için, kanuna karşı hile kullanılmış ve 100+100 megavat gücündeki, toplam gücü
200 megavat olan ve yan yana, birbirinin simetriği olan iki santral, ayrı ayrı
100'er megavat gücünde kabul edilerek ÇED Yönetmeliğinin hükümleri de askıya
alınmıştır.
Santralların ismi mobildir; ancak, burada
da kanuna karşı hile vardır; çünkü, santralların mobil özelliği yoktur, çok
katlı binalardan oluşmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun; sözlerinizi tamamlar
mısınız.
İLYAS SEZAİ ÖNDER (Devamla) - Bu hususu,
dönemin Enerji Bakanlığı bürokratları, TEAŞ bürokratları, dönemin Enerji Bakanı
Sayın Zeki Çakan çok iyi bilmektedir, bilmemesine imkân yoktur. Mobil santral
olarak sözleşme yapılan ve literatürde tamamen değişik bir konumda olması
gereken mobil santrallarla ilgili olarak, Cengiz Firması yetkilileri, 18.4.2001
tarihinde, yer değişikliği talebiyle ilgili olarak yazılan yazıda: "350
ton ağırlığında olan makinelerin deniz kenarından başka bir yere nakli mümkün
değildir" denilmektedir. Bu yazı dahi, santralların literatürdeki mobil
tanımına uymadığı, buna rağmen, Sayın Bakanın, yer değişikliği talibine olur
verdiği anlaşılmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, sadece Samsun'da
kurulu, adı mobil, kendileri sabit santrallardaki sorumlulukları, şu anda
çalışmayan; ancak, her iki santrala düzenli olarak ödenen aylık 2 400 000 dolar
tutarındaki devlet zararı ve ayrıca kiralama yöntemiyle kurulan bu santrallar
için beş yıl sonunda, devletin, bu firmalara yüzlerce milyon dolar kira bedeli
ödemek zorunda kaldığında, sayın bakanların bu işteki sorumlulukları açıkça
görülmektedir.
Samsun, devlet yatırımlarından çok az pay
alan, işsizliğin çok yüksek boyutlarda olduğu, eskiden göç alırken şimdilerde
göç veren, yıllardır Samsun'da kurulu devlet kuruluşlarını, hakkaniyet
kurallarına aykırı bir biçimde, başka illere kaptıran, etrafındaki tüm iller
4325 sayılı Yasa kapsamındayken, nasıl hesaplandığı karışık bir millî gelir
hesabıyla yasa kapsamı dışına çıkarılan bir güzide ilimizdir.
Samsun'a, son yıllarda bir şey yapılmamıştır; hal böyleyken, Samsun
halkının geleceğini karartan, çevreyi felakete sürükleyecek, günde 1 000 ton 6
numaralı fuel-oil yakacak bu santralların Samsun'dan bir an önce
kaldırılmalarını, Samsun halkının bir temsilcisi olarak istirham ediyorum; bu
duygularla Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Önder.
Üçüncü söz, Ordu Milletvekili Sayın Kâzım
Türkmen'e ait.
Buyurun Sayın Türkmen.
KÂZIM TÜRKMEN (Ordu) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 622 sıra sayılı Meclis soruşturması komisyonu raporuna ilişkin
görüşlerimi açıklamak için söz almış bulunuyorum; bu duygularla, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Mustafa Cumhur Ersümer, bakanlığı
sırasında, enerji ve doğalgaz anlaşmalarında, Türkiye aleyhine anlaşma ve
uygulamaların yapılmasına yol açtığı, devlet alım ve satımına fesat
karıştırdığı; ayrıca, Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan'ın, bakanlıkları sırasında
uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarıyla, ilgili kurum ve
kuruluşların uyarılarını dikkate almayarak, kamuyu zarara uğrattıkları, Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğünde usulsüz uygulamalara onay verdikleri ve bu suretle
görevi ihmal ve görevi kötüye kullanma fiillerini işledikleri; komisyonumuzun,
titizlikle yürüttüğü ve gerektiğinde altkomisyonlar oluşturup, uzmanlardan
yararlandığı, gerektiğinde mahallinde tespit ve değerlendirmelerde bulunduğu
çalışmalar sonucunda anlaşılmıştır. Yapılan çalışmalarda, soruşturma konusu,
enerji boyutu, BOTAŞ boyutu, Devlet Su İşleri ve uluslararası ikili anlaşmalar
boyutu olmak üzere, üç boyutta sürdürülmüş, tesis edilen eylem ve işlemlerin
her bir boyutu ayrı ayrı ele alınarak belirlenen evrelerde
gerçekleştirilmiştir.
Yaptığımız çalışmalarda, başta, enerji ve
özellikle Mavi Akım Projesi olmak üzere, devletin olumsuzluğu adına, birkısım
somut veriler elde edilmiştir.
Mavi Akım, Türk-Rus ilişkileri içerisinde,
özellikle Rusya açısından önemli bir projedir; fakat, Türkiye'nin, daha çok
Rusya lehine olan bu projelerin anlaşmasını imzalarken, gerekli pazarlıkları
yapmadığı görülmüştür. Türkiye'nin, Mavi Akım karşılığında pazarlık
yapabileceği unsurlar yeterince mevcuttur. Bu hususlar, Rusya'nın Bakü-Ceyhan'a
katılımının sağlanması veya Trans-Hazar hattına Rusya'nın karşı çıkışının
engellenmesi olabileceği gibi, aynı zamanda, Rusya lehine olan dışticaret
dengemizi daha da bozacak olan bu tablonun düzeltilmesi için Rusya'yla daha
elverişli ticaret yapma şartlarının getirilebileceği açıktır; ancak, gözüken o
ki, bu pazarlıkların hiçbirisi yapılamadığı gibi, Türk doğalgaz politikası da
Rusya'nın etkisi altına sokulmuştur.
Rusya Federasyonunun sürdürdüğü doğalgaz
lobicilik faaliyetlerinin başarıya ulaşmasıyla, Rusya, sadece Türkiye doğalgaz
pazarının yüzde 60'ından fazlasını ele geçirmekle kalmamış, aynı zamanda,
Türkiye'ye doğalgaz satmak isteyen Türkmenistan'ı da, ne yazık ki, devredışı
bırakmıştır. Rusya, bununla, ayrıca, anlaşmaları imzalanan Azerbaycan ve İran
gazının da Türk pazarında sıkıştırılmasına sebep olmuş ve Türkmenleri,
doğalgazlarını ucuz fiyatla Rusya'ya satmak zorunda bırakmıştır. Rusya'nın,
Türkmen gazını, Kazak sınırında 54 dolar/1 000 metreküpe alıp, aynı miktarı 120
dolardan Avrupa'ya ve başta da Türkiye'ye satabileceği, İstanbul'da
gerçekleştirilen "doğalgaz" konulu konferansta ortaya konulmuştur.
BOTAŞ verilerine göre, 2005 yılından
itibaren yeni anlaşmalar yapılamaması durumunda, Türkiye, doğalgazda sürekli
artan bir açıkla karşı karşıya kalacaktır. Türkiye'nin doğalgaz talebinin bir
artış dinamiği içerisinde olacağı doğrudur; ancak, bu miktarın BOTAŞ tarafından
belirlenen oranda artması mümkün görülmemektedir. BOTAŞ'ın talep senaryosu
hazırlanırken, Türkiye'deki elektrik santrallarının birçoğunun, fabrikaların
bir kısmının ve meskenlerin tamamına yakınının doğalgaza geçirilmesi
düşünülmüştür; ancak, kendi su kaynaklarına dayanarak elektrik üretimi yapan santralların
dahi dışarıdan alınan doğalgaza dönüştürülmesinin stratejik sakıncalarıyla
beraber ekonomik olarak da yanlışlığı kesinlikle ortadadır. Diğer yandan, daha,
yol, kanalizasyon gibi temel altyapı hizmetlerinden yoksun olan ve doğalgaz
altyapı çalışmalarının ne zaman yapılacağı meçhul olan birçok yerleşim
biriminin talep hesaplaması içerisinde değerlendirilmesi de son derece hatalı
olmuştur.
Bütün bunlardan daha vahim olanı,
dışarıdan daha fazla doğalgaz alımının zeminini, altyapısını oluşturmak ve
kamuoyuna enerji bunalımı olduğunu benimsetmek adına, barajların boşaltılıp,
tam kapasiteyle çalıştırılmasının önlenmiş olduğu, yapılan soruşturmalarda bir
gerçek olarak ortaya çıkmıştır. Yani, Türkiye'nin ihtiyacı olan daha çok
doğalgazın alınabilmesi konusunda barajların suyunun boşaltıldığı bile bu
araştırmalarda ortaya çıkmıştır.
Uluslararası Enerji Ajansının hazırladığı
bir raporda da, Türkiye'nin, ihtiyacından çok daha fazla doğalgaz alımına
gittiği kesinleşmiştir.
Soruşturmanın Devlet Su İşleri
uygulamaları boyutunda da, Mavi Akımdaki aynı olumsuzluğun izlerini görmek
mümkündür. Yapılan uygulamalarla, devletin, o günkü kur ve değer üzerinden en
az 2 milyar dolar zarar ettirildiği hesaplanmaktadır.
İstisnasız bütün işlerde yüksek oranda
keşif artışı yapılmıştır. Keşif artışları barajlarda yüzde 400-696'lara
varmıştır. Bazı projelere 2002 yılı keşfi dolmadan ilave keşif artışı
verilmesinin sebeplerinin tümüyle politik olduğu düşünülmüştür. Yüzde 30 üzeri
keşif artışlarının, temel, tünel gibi zorunlu hallerde verilmesi gerekirken,
Proje ve İnşaat Dairesinin 57, İçme Suyu ve Kanalizasyon Dairesinin 20,
Barajlar ve Hidroelektrik Santrallar Dairesinin 56 işinde yüksek oranlarda
keşif artışı yapılmış ve bazı müteahhitlere ilave işler verilmiştir.
Yapılan işlerin kasıtlı olduğunun en büyük
göstergesi, artışların keşif süresi
dolduktan sonra verilmesi gerekirken, çoğu ihalede işe başlandıktan hemen sonra
yapılmasıdır.
Sayın milletvekilleri, yani, keşif
artışları, daha işe başlamadan, ihale hemen sonra yapılmıştır. Nitekim, keşif
artışlarında, özellikle müteahhitlere büyük rant sağlayan, kamunun da bir
ölçüde zarara uğramasına yol açan kalemlerin
poz numaraları değiştirilmiştir..
Örneğin, Erzurum içmesuyu isale tünel
inşaatı kapsamında verilen keşif artışı olurları ve bunların dayanağı
mukayeseli keşif özetinde, kaya blonu ve akranj deliği açılması pozu
değiştirilerek, yeni pozların artış miktarıyla 17 ilâ 30 kat daha pahalıya mal
olmuştur. Sadece Erzurum içmesuyunda poz değişikliğinden dolayı ödenen paranın
miktarı 40 trilyonun üzerindedir.
Eğer, bu keşif artışları kapsamındaki
işler ihaleli olarak yapılmış olsaydı, ihaleli işlerin indirim oranlarının
yüzde 40-50 civarında olduğu gözönüne
alındığında, devlet en az 2 milyar dolar zarar etmemiş olacaktı
29 baraj ve hidroelektrik santralı inşaatı
ihalesiz verilmiştir. Baraj deneyimi hiç olmayan firmalara iş verilmiştir.
Devlet Su İşleri, gerçek verileri ve
maliyetleri yansıtmayan keşiflere dayanarak öngörülmeyen giderler kaleminden,
su boşaltma ve ağaç kesme gibi işlere ve bu kalemde yer alan miktarın çok
üstünde ödemeler yapılmıştır. Temel sondajları ve jeolojik etütler yetersiz
olduğundan, firmalar, balçık zeminlerle, yeraltı sularıyla karşılaşıldığı,
heyelan yaşandığı gerekçesiyle keşif artışı almışlardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Türkmen, sözlerinizi
tamamlayınız.
Buyurun.
KÂZIM TÜRKMEN (Devamla) - Baraj
inşaatından etkilenen karayolu, demiryolu, enerji nakil hattı, PTT hattı gibi
tesis ve yapılar projelerde gösterilmemiş olmasına karşın, bu işler keşif
artışına konu edilmiştir. Kamulaştırma haritaları bile müteahhitlere
yaptırılmıştır.
Kürtün, Çine ve Cindere Barajları ile
Dodurga projesinde yapı tipi değiştirilmiş, Bahçelik ve Çat Barajlarında göçük
ve heyelan dolayısıyla ilave kazı ve nakliye bedeli ödenmiştir.
İşin başında malzemelerin yeterliliği ve
kalitesinin uygunluğu iyi etüt edilmemiştir. Bu nedenle, Bahçelik, Belkaya, Çat
ve Deliçay Barajlarında olduğu gibi, malzemeler çok uzak mesafelerdeki ocaklardan
sağlanarak, maliyet yükseltilmiştir.
Projede olmadığı halde Belkaya Barajında
regülatör ve kanal, Atasu'da ise regülatör yapımı sonradan projeye ilave
edilerek, ek paralar ödenmiştir.
Devlet Su İşlerinin keşif artışları,
1998-2002 döneminde âdeta patlamıştır. 1990 yılında yalnızca 2 olan ve 1997'de
6'ya çıkan keşif artışı sayısı 1998'de 16'ya, 2002'de ise 25'e yükselmiştir.
Keşif artışları miktarı 2002 yılında
rekorla kapanmıştır. 1990'da 83 411 000 dolar olan keşif artışları miktarı,
1998'de 277 884 786 dolar, 2000 yılında 658 000 000 dolara çıkmıştır. 2001
yılında 157 170 000 dolarlık keşif artışı yapılırken, bu miktar, seçime gidilen
2002 yılında tam 1 117 000 000 dolara yükselmiştir.
Uluslararası ikili anlaşmalarda yukarıda
açıklanan Mavi Akım Projesi dışında çok somut olumsuzluklar gözlenmemekle
beraber, genelde aynı ülkenin firmalarıyla, rekabet ortamı yaratılmaksızın
protokoller yapılması ve hatta, bazılarının, Devlet Planlama Teşkilatının oluru
bile alınmaksızın yaşama geçirilmiş olması, saptanan net olumsuzluklar
arasındadır.
Haklarında soruşturma açılması istenilen
sayın bakanların "verdikleri olurlarla devleti zarara uğrattıkları"
savına karşı "konunun teknik bir konu olduğu, hangi pozların, hangi
şartlar altında verildiğini bilemeyecekleri" şeklinde kendilerini
savundukları görülmektedir; ancak, böyle bir savunma, yasal dayanaktan son
derece yoksundur.
3046 sayılı Bakanlıkların Kuruluş ve Görev
Esasları Hakkında Kanunun 21 inci maddesine göre "bakanlık kuruluşunun en
üst amiri" sıfatıyla, en azından Anayasanın 129 uncu maddesinde belirtilen
"diğer kamu görevlisi" olduğu şüphesiz olan bakanın, kusurlu olmak
koşuluyla, görevini yerine getirirken doğan zararlarda tazminat ödemekle
sorumlu olduğu da açıktır.
BAŞKAN - Sayın Türkmen, tamamlar mısınız
sözlerinizi.
KÂZIM TÜRKMEN (Devamla) - Bitiriyorum.
Diğer taraftan, 3154 sayılı Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 5 inci
maddesinde, bakanın, emri altındakilerin tüm faaliyetlerinden sorumlu olduğu
çok açıkça belirtilmiştir. Buna rağmen, yapılan soruşturmalarda alınan
ifadelerde, sayın bakanlar, sadece önlerine gelen keşifleri teknik olduğu için
onayladıklarını, bunlardan ise sorumlu olmadıklarını söylemektedirler.
Bu nedenle, verdiği olurların teknik
olduğunu söylemiş olmak, hiçbir bakanı, hiç kimseyi sorumluluktan
kurtaramayacağı düşüncesindeyim.
Bu duygularla, Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkmen.
Şimdi, söz, Sivas Milletvekili Sayın
Selami Uzun'un.
Buyurun Sayın Uzun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
SELAMİ UZUN (Sivas) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 64 milletvekili
ile Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 55 milletvekilinin, Bakanlığı sırasında
enerji ve doğalgaz anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların
yapılmasına yol açtığı, devlet alım satımına fesat karıştırdığı ve bu
eylemlerinin suç teşkil ettiği hususundaki (9/4,7) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu raporu üzerinde söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlar, elektriğin, daha sonra
ortaya çıkacak bir talebi karşılamak üzere depolanması, mevcut teknolojilerle
mümkün değildir. Bu nedenle, elektrik talebi oluştuğu anda, üretim imkânının da
hazır bulunması; yani, üretim ile talebin en uygun şekilde senkronize edilmesi
gerekmektedir.
Modern yaşamın ve sanayi faaliyetlerinin
sürdürülebilirliği için, elektrik talebinin, sürekli, kesintisiz ve en düşük
maliyetlerle karşılanması esas alınmalıdır. Elektriğin yetersizliği ya da
pahalı olması, sanayi üretimi için, ekonomik kalkınma için, dünyanın gerisinde
kalmak anlamına gelir.
Elektrik üretim projeleri, santrallara,
gelişmiş teknolojiye, yüksek finansmana ve uzun yatırım sürelerine ihtiyaç
duymaktadır. Bu nedenle, ileriye dönük talebin karşılanması için, yıllar
öncesinden kararın verilmesi, finansman arayışına girilmesi, programlanması
gerekmektedir.
Elektrik sektöründe planlı hareket,
ihtiyaçtan öte, bir şart olarak ortaya çıkmaktadır. Peki, bu planı kim yapacaktır;
bu planı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ve Devlet Planlama Teşkilatı
yapacaktır. İşte, 1980'li yıllarda, elektrik sektörüne, özel yerli ve yabancı
yatırımcının çekilmesine gerek duyulmuş, bu amaçla 3096 sayılı Kanun
çıkarılmıştır.
3096 sayılı Kanun çerçevesinde,
yap-işlet-devret modeline işlerlik ve hayatiyet kazandırılabilmesi için özel
şirket projelerine öncelik ve ağırlık verilmiştir; fakat, anayasal ve hukukî
engeller, bürokratik sorunlar nedeniyle yap-işlet-devret projelerinin yürümemesi
ve elektrik açığı riskinin büyümesi nedeniyle alternatif çözümler aranmıştır.
Aynı paralelde, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 yılında yap-işlet
modelini, 4283 sayılı Kanunla gündeme getirmiştir. Bu dönemde, Bakanlık,
yaklaşık 12 000 megavat kurulu güce ve 70 milyar kilovat/saat üretim
kapasitesine sahip, 120 projenin onaylanması için DPT'ye müracaat ediyor.
Bu dönemden başlayarak DPT tarafından,
ihtiyaçların çok üzerinde kapasite oluşturmaya yönelik, enerji alım ve ödeme
garantili santral projelerinin de bu gelişime paralel olarak sürdürülen
doğalgaz ithal bağlantılarının ortaya çıkaracağı sorunlarla ilgili olarak
Bakanlığa çok sayıda yazılı açıklama ve uyarılarda bulunulmuştur.
3096 sayılı Kanun gereğince, öncelikle
alınması gereken, DPT'nin olumlu görüşü olmaksızın, şirketlerden teminatlar
alınmış, önanlaşmalar yapılmış, izinler alınmış, görüşmeler, şirketlere
tazminat talebi hakkı doğuracak ileri aşamalara götürülmüştür.
Bakanlıkça, yüksek proje tutarları,
ihalesiz proje uygulamaları, ikili görüşmelerle bağlanan aşırı yüksek
tarifeler, plansız yaklaşımlar, arz fazlası yaratacak aşırı proje paketiyle
çalışma gibi konularda TEAŞ ve DPT tarafından yapılan uyarılar dikkate
alınmamış, tersi tutum ve uygulamalar ısrarla devam ettirilmiştir.
Değerli arkadaşlar, elimde DPT'nin 30
Haziran 1999 tarihli bir yazısı var. Bu yazısında, DPT, Enerji Bakanlığını,
birtakım delillerle ve çalışmalarıyla uyarıyor. Buna karşılık, Enerji
Bakanlığı, DPT'nin bu uyarısına, 15 Temmuz 1999 tarihinde cevap veriyor. Bakın,
o cevapta Enerji Bakanlığı ne diyor: "Özellikle Ekim 1998'den sonra
yoğunlaşan yazışmalar, bilgi ve görüş aktarımları ve müzakereler sonucu konunun
Müsteşarlığınızca bugün getirildiği nokta Bakanlığımızca son derece
yadırgayıcı, yanıltıcı ve ülkemizin elektrik enerjisi geleceği için vahim
bulunmuştur. Böylece, ulaşılan olumsuz tablodan, önümüzdeki yıllarda elektrik
enerjisi sektöründen kaynaklanan ülke genelinde ortaya çıkması kuvvetle
muhtemel ekonomik ve sosyal sorunların sorumlusu, kuşkusuz Bakanlığımız
olmayacaktır. Yani, Devlet Planlama Teşkilatını suçluyor ve devamında diyor ki:
"Bu projelerle ilgili olarak -yani, Devlet Planlama Teşkilatı tarafından
kabul edilmeyen projelerle ilgili olarak- fizibilite çalışmaları yapılmış,
teminatlar alınmış, önanlaşmalar, bağlantılar sağlanmış, birkısım izinler,
onaylar gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, önemli düzeyde masraf yapılmıştır.
Bu noktadan geri dönülmesi, önemli tazminat konularını gündeme getirmesi bir
yana, bu alanda atılmış adımları, oluşturulan ulusal ve uluslararası ilgiyi
ortadan kaldıracaktır."
Sevgili arkadaşlar, 3096 sayılı Kanuna
göre, hiçbir anlaşmaya izin verilemezken, Devlet Planlama Teşkilatının olumlu
görüşü olmadan -işte, Enerji Bakanlığının itirafıdır bu- ve hiç kimseye
danışmadan izinler alınıyor, onaylar çıkarılıyor, Türkiye yükümlülük altına
sokuluyor ve ulusal ve uluslararası adımlar atılıyor. Bu, Enerji Bakanlığının
itirafıdır ve 15 Temmuz 1999 tarihlidir. Cumhur Ersümer Bakan, imza Yurdakul
Yiğitgüden.
Kıymetli arkadaşlar, yine aynı meşhur
yazıda şöyle deniliyor: "Mevcut proje portföyüne göre uluslararası gaz
anlaşmaları yapılmış -arkadaşlar, dikkatinizi çekiyorum- ve gaz alım miktarları
cezaî müeyyideler içeren ticarî kontratlara bağlanmıştır. Kontrata bağlanan gaz
miktarları alınamadığı takdirde Türkiye ticarî yükümlülüklerini yerine getirmek
zorundadır." Türkiye'yi bağlamışlar arkadaşlar. Daha, devletin diğer
kademelerinin görüşü olmadan, o tarihte, Türkiye'yi bağladıklarını itiraf
ediyorlar. Enerji Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatına 120 projeyi
gönderiyor; bu projeler sanki onaylanmış gibi, sanki olumlu görüş verilmiş
gibi, bu projeleri gerekçe göstererek Rusya'yla gaz anlaşması yapıyor; yani,
Türkiye'nin geleceğini ipotek altına alıyor ve Devlet Planlama Teşkilatı, bu santrallarla
ilgili anlaşmaların büyük çoğunluğunu geri çeviriyor. Henüz anlaşma yapılmamış,
henüz ihalesi yapılmamış, henüz projesi onaylanmamış, sadece müracaat
aşamasında olan 120 projeyi ve diğer projeleri gerekçe göstererek, uluslararası
gaz anlaşması yapıyorlar.
İşte, Bakanlık, aşırı kapasitede proje
uygulamasına zemin hazırlamak amacıyla, kalkınma planlarında verilen hedeflere
aykırı olarak aşırı yüksek elektrik talep projeksiyonlarına başlamıştır. Yani,
Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 1998 yılında 187 milyar kilovat/saat
olarak öngörülen 2005 yılı elektrik talebine karşılık, Enerji Bakanlığı 200 ilâ
206 milyar kilovat/saat aralığında rakam vermiştir. Bakanlıkça değerlendirmeye
alınan ve proje portföyüne dahil edilen projelerle, 2005 yılında 306 milyar
kilovat/saatlik bir üretimin hedeflendiği tespit edilmiştir. İşte, burada,
henüz DPT görüşü alınmamıştır. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeyen
müracaatlar aşamasında, doğalgaz yakıtlı tüm projelere gaz temini konusunda
BOTAŞ'a talimat verilmiştir. BOTAŞ da, bu talimatlar doğrultusunda doğalgaz
ithal bağlantıları gerçekleştirmiştir. 1998 yılında BOTAŞ tarafından hazırlanan
elektrik enerjisi için kullanılacak doğalgaz talep tahmin tabloları
incelendiğinde, bu listede, Bakanlık listesinde yer alan toplam 3 591 megavat
kurulu güçte birçok santralın, TEAŞ tarafından 1997'de hazırlanan Elektrik
Enerjisi Üretim Planlama Raporunda yer almadığı görülmüştür.
TEAŞ raporuna göre 2008 yılında devreye
girecek olan -arkadaşlar, yine, bu çok önemli- Çanakkale Santralı ve Denizli
Santralı 2003 ve 2004 yıllarında devreye alınıyor. Yani, Devlet Planlama
Teşkilatında, TEAŞ'ta 2008 yılına kadar planlama yapılıyor ve 2007 yılına kadar
devreye ancak girebilecek bir santral sekiz ayda devreye sokuluyor. Yani,
Türkiye...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
Sözlerinizi tamamlayın.
SELAMİ UZUN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Yani, yap-işlet modeliyle gündeme
getirilen ilk 6 projenin, altı yıllık bir zaman dilimi içerisinde kademeli
olarak işletmeye girmesi planlanmış olmasına rağmen, ihale ve sözleşme
aşamasında proje kapasiteleri ve işletmeye giriş tarihleri ileriye alınarak,
sekiz aylık bir dönemde işletmeye alınması sonucuna gelinmiştir.
Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bilinmeden,
müracaat aşamasındaki tüm doğalgaz yakıtlı özel santral projeleri, proje
portföylerine dahil edilmiş ve bu santrallara gaz temini konusunda, BOTAŞ'ça
gaz ithali anlaşmalarına geçilmiştir.
Ayrıca, Mavi Akım Projesi ve doğalgaz
planlaması önemli hatalardan birisidir. 1986 yılından bu yana yapılan
çalışmaların, Sayın Cumhur Ersümer'in Bakanlığa geldiği 1997 yılına kadar,
uygun bir artış seyri içerisinde geliştiğini görüyoruz. Ancak, 1997 yılı
içerisinde yapılan yeni talep çalışmalarıyla, doğalgaz talep projeksiyonlarında
2 katlık bir artış görülüyor. Mesela, 2020 yılında 47 milyar metreküp civarında
olan talep, 83 milyar metreküpe yükseliyor. Çok kısa bir süre içinde, 2010 ve
2020 yılları doğalgaz taleplerinin 2 katı büyümesini, plancılık anlamında kabul
edilebilir bulmak mümkün değildir.
Bunun, sözleşme aşamasına gelen Mavi Akım
Anlaşmasına gerekçe oluşturduğu görülmektedir. Çünkü, bu tarih itibariyle, daha
önceden yapılmış gaz bağlantıları toplam 20 milyar metreküp düzeyindedir. Yine,
bu tarih itibariyle, BOTAŞ'ça öngörülen ilave gaz ihtiyacının 8 milyar metreküp
düzeyinde olduğu belirtilmiştir. Buna karşılık, talep projeksiyonlarında
yapılan değişiklikler de kullanılarak, Aralık 1997 tarihinde Mavi Akımdan 16
milyar metreküplük, Şubat 1998'de batı hattından ilave 8 milyar metreküplük gaz
alım anlaşması yapılmıştır. Böylece, gerçek ihtiyacın 16 milyar metreküp
üzerinde Rusya'ya yüzde 65 oranında bağımlı hale gelinmiştir. Ülke, toplam gaz
bağlantısı 45 milyar metreküpe ulaşmıştır. 2003 yılında gerçekleşen gaz tüketimi
21 milyar metreküpken, 1997 yılında yapılan talep projeksiyonu 41 milyar
metreküptür.
Değerli arkadaşlar, 2005 yılında,
Bakanlıkça, gaz tüketiminin 47 milyar metreküpe ulaşacağı öngörülmüş olmasına
rağmen, bugün beklenilen değer 25 milyar metreküptür.
Sonuç olarak, Mavi Akım Projesiyle,
Rusya'nın önemli bir strateji oyunu ortaya koyduğu, Türkiye gaz pazarını ele
geçirdiği görülmektedir. Maalesef, ilgili Bakan ve Bakanlık kuruluşlarının bu
oyunun bir parçası haline geldiği görülmüştür. Böylece, Türkmen gazının Türkiye
üzerinden çıkışı engellenmiş, Türkmen gazı Rusların eline geçmiştir, Azerbaycan
gazı engellenmiştir. ABD engellemesi bulunduğu dedikodusuyla, İran gazı
engellenmeye çalışılmıştır.
Sevgili arkadaşlar, yapılan yanlışları iyi
niyetle yorumlamak mümkün görülmemektedir. Yapılan hatalar, nesiller boyu bizi
etkileyecektir. Bugün, elektrik sektöründe atıl kapasite sorununun 2007 yılına
kadar devam etmesi beklenmektedir.
Doğalgaz ve elektrik sektöründe aşırı
yüksek arz fazlası, aynı zamanda, elektrik maliyetlerinin aşırı bir şekilde
yükselmesine neden olmuştur. Sistemin ortalama üretim maliyeti, son iki-üç
yılda 3,7 sentten 5,5 sent kilovat/saat düzeyine yükselmiştir. Bu yüksek
maliyet, en az 2010 yılına kadar etkisini sürdürecektir. Bu maliyetten Türk
sanayii olumsuz etkilenecek, vatandaş pahalı elektrik kullanacak, uluslararası
rekabet gücümüz azalacaktır. Fazla kapasiteyle çalışan doğalgaz santralları ve
bunlardan sağlanan elektriğin mecburen satın alınması, dolayısıyla, kamu
santrallarının da düşük kapasiteyle çalışması sonucunu getirmiştir.
BAŞKAN - Sayın Uzun, sözlerinizi toparlar
mısınız.
SELAMİ UZUN (Devamla) - Toparlıyorum
efendim.
Bundan da hem Elektrik Üretim AŞ hem
Türkiye Kömür İşletmeleri hem de Hazine olumsuz etkilenmiş, büyük zararlara
sebebiyet verilmiştir.
Türkiye'de, o dönemde görev başında
bulunan iktidar grubunun Bakanı Sayın Cumhur Ersümer, Rus gazından daha ucuz
olan Türkmen ve Azeri gazının ülkemize giriş imkânını ortadan kaldırmıştır.
Bakan Zeki Çakan ise, döneminde, eline fırsat geçtiği halde anlaşmayı iptal
etmemiştir; yeterli olmayan düzeyde indirim anlaşmasına gitmiştir.
Evet, Zeki Çakan döneminde, doğalgaz
indirim anlaşması yapılmıştır Rusya'yla; yani, bu da, Cumhur Ersümer'in bu
anlaşmayı gerçekten çok pahalı yaptığını göstermektedir; ama, o dönemde,
anlaşma iptal edilmesi gerekirken, indirime gidilmiştir.
Sonuç olarak, enerji sektörüyle ilgili,
iyi planlama yapılmamış, kurum ve kuruluşların görüşleri dikkate alınmamış;
yanlış arz-talep tahminleri yapılarak, plansız olarak santral inşaat taahhüdüne
gidilmiş, devlet adına gaz alım taahhüdünde bulunulmuş; anlaşmalar yapılmış,
elektrik üretiminde, hem doğalgaza bağımlılık artmış hem de enerjide dışa
bağımlılığımız artmıştır; elektrik enerjisi fazlası nedeniyle, Elektrik Üretim
AŞ üretimleri düşürmüş, TKİ ve TTK'nın malî yapısı bozulmuştur; yüksek
fiyatlarla elektrik alınması durumunda kalınarak, hazinenin yükleri artmıştır;
bunların tamamı, eski Bakan Cumhur Ersümer'in döneminde -ya imzalarıyla olmuş
ya da Bakanlığın yetkisi dahilinde- gerçekleşmiştir.
Tüm bunlar gözönüne alınarak, eski Bakan
Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan'ın, bakanlıkları döneminde görevlerini suiistimal
ettikleri ve yetkilerini aşıp salahiyetlerini amaçdışı kullanarak, kanun ve
yönetmelik hükümlerine aykırı davranıp devletin alım satımına ve yapımına fesat
karıştırarak kamu zararlarına yol açtıkları kanaatleriyle, Yüce Divana sevk
edilmelerini talep ediyorm.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Uzun.
Beşinci söz sırası, Bolu Milletvekili
Sayın Mehmet Güner'in; buyurun.
MEHMET GÜNER (Bolu) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 622 sıra sayılı (9/4,7) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu raporuyla ilgili, şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, soruşturma
önergelerinde yer alan iddialardan önemli bir bölümünün doğalgaz alım
anlaşmalarıyla ilgili olduğu ve BOTAŞ'ın muhatabı olduğu bu anlaşmalar
konusunda genel bir bilgi vermek gerektiğini düşünerek sözlerime başlıyorum.
Eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği ile 14 Şubat 1986 yılında imzalanan doğalgaz alım-satım anlaşması
sonucunda, Türkiye, 1987 yılında, ilk kez doğalgazla tanışmış oldu. Plato
döneminde Ruslarla yapılan bu anlaşmada 6 milyar metreküp/yıl doğalgaz alınması
kararlaştırıldı ve bu anlaşmanın 2011 yılına kadar sürmesi uygun görüldü. Daha
sonraki yıllarda doğalgaz gibi bir enerjinin kullanım kolaylığı olması, çevre
dostu olması, fiyat açısından da diğer yakıt türlerinden daha ucuz olması
sebebiyle, günün idarecileri daha fazla doğalgaz alabilmek için yabancı
ülkelerle birtakım doğalgaz alım satım anlaşmaları imzalamışlardır.
Bu anlaşmalara şöyle bir göz atacak
olursak, 14 Şubat 1988 tarihinde Cezayir'le önce 2 200 000 000 metreküp/yıl,
1995 yılında da yeni bir zeyilname ile 4 400 000 000 metreküp/yıl doğalgaz, LNG
olarak alınmıştır; bu gaz arzı 1994'te başlamış, halen daha devam etmektedir.
Bir başka anlaşma da BOTAŞ ve Trusgaz
arasında 18.2.1998 tarihinde imzalanmıştır. Bu anlaşma başlangıçta 10 Aralık
1996'da 2 milyar metreküp olarak başlamış olup, tartışmalı bir ek mektupla,
side letter ile 8 milyar metreküp olarak devam etmektedir.
Bir diğer anlaşma da 8 Ağustos 1996
tarihinde BOTAŞ ve İran Ulusal Gaz Şirketi arasında imzalanmış, bu anlaşmayla
gaz sevkıyatının 1999 yılında 3 milyar metreküple başlayarak 2005 yılında 10
milyar metreküpe çıkması uygun görülmüştür.
Bir başka anlaşma da 9 Kasım 1995
tarihinde Nijerya LNG firması ile BOTAŞ arasında yaklaşık 1 200 000 000
metreküp doğalgaz eşdeğeri LNG alımı için yirmiiki yıllık imzalanmıştır ve LNG
sevkıyatı da 1999 yılında başlamıştır.
Değerli arkadaşlar, en çok tartışılan ve
en önemli bir anlaşma da, BOTAŞ ile Gazeksport arasında 15 Aralık 1997
tarihinde, 25 yıl süreli, 16 milyar metreküp/yıl olarak imzalanan Mavi Akım
Anlaşmasıdır. Bu doğalgaz anlaşması da 1 Nisan 1998 tarihinde Mecliste kabul
edilerek ikili bir anlaşma olarak Resmi Gazetede yayımlanmıştır.
Tartışılan bir konu da Türkmen gazıdır. 29
Ekim 1998 tarihinde Türkiye ile Türkmenistan arasında imzalanmış, söz konusu
anlaşma doğrultusunda Türkmenistan'dan otuz yıl süreyle 16 milyar metreküp
doğalgaz ithaline yönelik görüşmeler başlamıştır. 21 Mayıs 1999 tarihinde BOTAŞ
ile Türkmenistan arasında bir anlaşma daha imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre,
gaz arzı 2002-2004 yılında başlayacaktı; ancak, başlayamamış; iyi ki
başlayamamış; eğer bu anlaşma da gerçekleşmiş olsaydı, elimizde çok fazla
miktarda bir gaz olacaktı, bu gaz da, bizde biraz şişkinlik yaratacaktı.
Ekim 2000'de başlayan müzakereler
sonucunda, 12 Mart 2001 tarihinde Azerbaycan doğalgazının Türkiye'ye sevkine
ilişkin, onbeş yıl süreli, ilk yıl olan 2004 yılında 2 milyar metreküple
başlaması ve plato periyodunda da 6,6, milyar metreküpe ulaşması
öngörülmektedir. Bu doğalgazın da, şu anda Türkiye'de kullanma şansımız
olmadığı için, önümüzdeki günlerde -BOTAŞ yetkililerinden aldığımız bilgiye
göre-Yunanistan'a sevki uygun görülmüştür.
Değerli arkadaşlar, hakkında kısaca bilgi
vermiş olduğum bu gaz alım anlaşmalarının en önemli özelliklerinden biri de
uzun süreli olması ve bu nedenle de alım fiyatının büyük önem arz etmesidir.
2004 yılı itibariyle bakacak olursak, bu
anlaşmalar çerçevesinde, şu anda toplam 29 milyar metreküp/yıl gaz almamız
gerekiyor; ancak, bu yıl bizim tüketimimizin ise -yine BOTAŞ yetkililerinden
aldığımız bilgilere göre- 21 milyar metreküpte kalacağı görülmektedir.
Kontrat miktarlarına göre, şu anda bizim 7
700 000 000 metreküplük bir gaz fazlamız vardır ve bunların take or pay
indirimlerine (yani al ya da öde miktarlarına) baktığımız zaman, şu anda 1
milyar metreküplük civarında bir cezaî duruma girmemiz söz konusudur.
Önümüzdeki günlerde, herhalde bu 1 milyar metreküplük gazın -eğer bir formül
bulunamazsa- parasını ödemek zorundayız, yapılan yanlış anlaşmalardan dolayı.
Değerli arkadaşlar, iki defa fiyat
revizyon görüşmeleri ve miktar görüşmeleri yapılmış; 2002 yılında Zeki Çakan
döneminde ve 2003 yılında, şu anki Bakanımız Hilmi Güler zamanında. Eğer bu
anlaşmalar yapılmamış olsaydı, bu take or pay indirimleri alınmamış olsaydı...
Ben, geçenlerde BOTAŞ'a gittiğim zaman, arkadaşlara, eğer bu anlaşmalar
yapılmamış olsaydı, bu indirimler alınmamış olsaydı, bizim durumumuz ne
olacaktı diye sorduğumda, arkadaşlarımız bana bir çizelge hazırlamışlardı. Bu
çizelgeye baktığımız zaman, 2020 yılına kadar, bizim, yapılan anlaşmalardan
dolayı, 121 600 000 000 metreküplük bir gaz fazlamız olacaktı; eğer bu take or
pay indirimi yapılmış olsaydı. Bunları da, bugünkü fiyatlara endeksleyecek
olursak, aşağı yukarı 16 milyar dolar gibi bir rakam ediyor. Bunların yüzde
75'i olan take or pay miktarlarına baktığımız zaman da, bizim, 2020 yılına
kadar, fazladan, almadığımız gazın parası olarak, 12 milyar dolar gibi bir para
ödemek durumunda kalacaktık.
Tabiî ki, bu gaz anlaşmaları yapılırken,
Türkiye'de çok kârlı bir iş olarak görülen doğalgaz çevrim santrallarının
kurulması hesaplanmış hep. Bu dönemde çok sayıda doğalgaz çevrim santralı
anlaşması yapılmış, bunların bazıları hayata geçirilmiştir. Şimdi, bunların ne
kadar kârlı olduğu noktasında sizlere kısa bir bilgi, örnekleme vermek
istiyorum.
1993 yılında Devlet Planlama Teşkilatından
onay alan ve daha sonra 1998 yılında faaliyete geçen, 1999'da faaliyete geçen
yap-işlet-devret modeli doğalgaz santralları var. Bizim, bu doğalgaz
santrallarından elektrik alım fiyatımız, bu yıl itibariyle, 9,6 sent
arkadaşlar. Bir de yap-işlet modeli elektrik santrallarımız var; bunlardan da
biz elektrik alıyoruz; almış olduğumuz fiyat 5,2 sent. Baktığımız zaman,
ikisinin arasında, aşağı yukarı 4,2 sent gibi bir fark var. Bu farkları
değerlendirdiğimiz zaman -bir örnek verecek olursak- Ünimar adında bir doğalgaz
çevrim santralımız var, yılda 3 600 000 000 kilovat/saat elektrik üretiyor; bu
santral, yap-işlet-devret değil de, yap-işlet modeli olsaydı, aradaki farkı
hesapladığımız zaman, bir yılda, aşağı yukarı 155 000 000 dolar gibi bir rakam
ediyor. Ancak, bu yap-işlet-devret modellerinde biz yirmi yıl süreyle bu
santrallardan elektrik alacağız. Daha önceki yıllarda da 9,6 sent değil, 10-12
sentlerden başladı bu doğalgaz santrallarından alımlar. Dolayısıyla bu, çok
kârlı bir iş olarak görüldüğü için, ülkemiz, işte, bu noktalardan dolayı
elektriğe çok fazla fiyat ödemek zorunda kaldı.
Şimdi, bunu gören birçok firma da,
doğalgaz çevrim santralı kurmak için Bakanlığa çok ciddî müracaatlarda bulundu.
Bu müracaatlardan bir kısmı kabul edildi, bir kısmı ise kabul edilmedi. Bir
arkadaşımız da bu konularda söz söyledi. Çok fazla detaya girmek istemiyorum;
ancak, baktığımız zaman, Konya-Ilgın'da bir elektrik santralı kurulması
düşünüldü; ancak, bu gerçekleştirilemedi iptal edildi; Kırklareli'de bir
doğalgaz santralı müracaatı yapıldı, kabul edildi; fakat, bu da
gerçekleştirilemedi. Konya-Ilgın için 300 000 000 dolar ve Kırklareli için de
400 000 000 dolar kâr kayıpları söz konusu şu anda; tahkim vasıtasıyla bu
zararları bizden talep etmektedirler.
Sayın Ersümer, 4500 sayılı Tahkim
Yasasının geriye doğru işletilmesini sağlayacak geçici bir madde ihdas ederek,
devletin güçlü olduğu imtiyaz sözleşmelerine tahkim hakkı verilmesine neden
olmuş; devletin tazminat ödemesine sebep olmuştur. Bakanlık, 8.6.2004 tarihine
29 milyon dolarlık bir tazminat ödemiştir.
Bunun dışında, yine, ayrıca Sakarya Bolu
Elektrik Dağıtım A.Ş'yle imzalanmış olan özel hukuk hükümlerinin gereği yerine
getirilmediği için 30 yıllık kâr kaybı olarak 24 197 762 dolar tazminat
ödenecektir. 7 adet tahkim davasında da devlet aleyhine 1 200 000 000 dolar
tazminat davası açılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Güner, sözlerinizi toparlar
mısınız.
Buyurun.
MEHMET GÜNER (Devamla) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkanım; hoşgörünüze sığınarak kısa sürede bitirmeye çalışacağım.
Rusya Federasyonundan 6 milyar metreküp
ilave doğalgaz alımı anlaşması 19.7.1994 tarihinde, iki ülke Başbakan
Yardımcıları tarafından, bir protokolle ilave edilerek, imzalanmış; ancak, ne
hikmetse, Ruslar, Mavi Akım Anlaşması yapılıncaya kadar batı hattından ilave
gaz vermeye hiçbir zaman yanaşmamışlardır. Daha sonra, 1996 yılında karşılıklı
bir anlaşma yapılmış; bu anlaşma yapılırken de fiyat formülü FO1 parametresi
kullanılarak yapılmış. Bu FO1 Parametresini, inşallah, daha sonra açıklama çalışacağım.
Burada, Rus tarafı, Gasprom Şirketi, Türkiye'ye doğrudan doğruya gaz satmayı
pek uygun görmeyerek, bir özel şirket kurmasını arzu etmiş ve dolayısıyla, daha
Turusgaz tüzelkişiliği oluşmadan, taraflar böyle bir şirketin varlığını kabul
etmişlerdir.
Ayrıca, 28.4.1997 tarihinde imzalanan bir
protokolle de, bu gazın sınır teslim fiyatına, alınacak miktara bağlı olarak, 1
000 metreküp başına 10 ile 12 dolar arasında, (K) faktörü olarak tanımlanan bir
ilave ödemenin yapılacağı ve bu faktörün de, bu fiyat prensibinin, 397 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname kaldırıldığı zaman, değişiklik yapılması halinde, bu
düzenlemenin de ortadan kalkacağı öngörülmüştür.
1996 yılında imzalanan anlaşma gereğince,
18 Şubat 1998 tarihinde, Turusgaz-BOTAŞ anlaşmasında da, bu formüle (K)
faktörünün ekleneceği ve BOTAŞ'a, gazın bu fiyattan satılacağı hükmüne yer
verilmiştir; ancak, aynı tarihte; yani, 18.2.1998 tarihinde, Turusgaz-BOTAŞ
arasında imzalanan bir yıl süreli anlaşmanın ayrılmaz bir parçası olmak üzere
bir ek mektup imzalanmıştır.
Bu ekmektupla, taraflardan, 397 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamede bir değişiklik yapılması veya bir hukukî düzenleme
yapılması durumunda, Turusgaz'a bağımsız olarak gaz ithal etme veya satış yapma
hakkı verilecektir; yani, burada, ikinci bir tekel -Turusgaz vasıtasıyla- BOTAŞ
yerine gelecek.
Yine, bu ek mektupta mutabık kalınan husus
da, Turusgaz'ın, bu sözleşmelerin sona ermesi üzerine... Çünkü, BOTAŞ, her yıl
periyodik olarak, özelleştirme kapsamında olduğu için kontrat devirleri yapacaktı,
kontrat devirlerini yaptığı müşterilere de, gaz satmaya, Turusgaz devam
edecekti. Ekmektupta bunlar konulmuş.
Bunun dışında, 10.12.1996 tarihli
Gazexport-Turusgaz kontratında, fiyat formülünün paydasında FO1 var iken, FO
sıfırlı parametreye dönüştürülmüş. Bu yapılırken de, kontrat numarası
zikredilerek, 1996 yılı yazılmıştır.
Değerli arkadaşlar, buradaki fiyat
formülünden doğalgaz alım fiyat formülü biraz karmaşıktır. Yalnız, burada, bir
paydada, FO sıfır, diğerinde de FO1 parametresi kullanılıyor. Şimdi, 1996
yılında, bu paydaya FO1 parametresi konulurken, şu andaki BOTAŞ yetkililerinden
aldığımız bilgilere göre... Sayın Bakanın savunmasında bunlar da vardı;
yanlışlıkla yazıldığını söylemişlerdi.
FO1 parametresi kullanıldığı zaman, petrol
fiyatları düştüğünde, FO1 parametresi, satıcı tarafından avantajlıydı. 1996
yılına doğru gelirken, o yıllarda, herhalde petrol fiyatlarındaki düşüş dikkate
alındığı için, FO1'li parametre yazıldı ve 1998 yılına kadar da hiç ses
çıkarılmadı bu konuda. FO sıfırlı formül "side letter"la bu
sözleşmeye konuldu. Dolayısıyla, buradan da ülke çok ciddî bir zarara uğradı;
çünkü, daha sonraki yıllarda petrol fiyatları sürekli yükseldiğinden, ülkemiz
aleyhine ciddî miktarda bir zarar söz konusu oldu.
Değerli arkadaşlar, yine bu ekmektupta,
ilave olarak, çok önemli bir ibare vardır. BOTAŞ ile Turusgaz arasındaki
anlaşma, bir yıl süreli bir anlaşmadır; ancak, hiçbir doğalgaz anlaşması bir
yıl süreli değildir. Genelde, doğalgaz anlaşmalarının süresi yirmi - yirmibeş
yıl olarak belirlenir, asgarisi yirmi yıldır. Burada sözleşme bir yıl olarak
yapılmıştır.
Yine, sözleşmeye ilave olarak, taraflar
-yani, BOTAŞ ve Turusgaz- bu ekmektupla, kontrat süresini otomatik olarak birer
yıl uzatmayı kararlaştırmış ve kontratı sonlandırmak veya iptal etmekle ilgili
tüm haklarından, kesin ve geri dönülmez bir şekilde feragat etmeyi de kabul
etmişlerdir. Bunun sebebi de şudur: Bu anlaşmalardaki miktarlar oldukça yüksek
olduğu için, anlaşmalarda önplana çıkan damga vergisi çok büyük rakamlar tutmaktadır.
BAŞKAN - Sayın Güner, toparlar mısınız
lütfen.
MEHMET GÜNER (Devamla) - Sayın Başkanım
toparlamaya çalışıyorum.
Burada, damga vergisine baktığımız zaman;
yirmibeş yıl süreli damga vergisi hesaplandığında, damga vergisinin aslı 45,9
trilyon lira, ödemediklerinden dolayı cezası da 91,9 trilyon liradır. Ancak,
daha sonra bir kanunî düzenleme yapılmış ve uzlaşmaya gidilmiş; damga
vergisinin aslı 1,8 trilyon liraya, cezası da 11,5 trilyon liraya
düşürülmüştür. Bu para da, şu ana kadar ödenmemiştir.
Burada, Turusgaz'ın durumuna da bakmak
gerekir. Başlangıçta Ruslar ile BOTAŞ arasında bu anlaşmalar yapılırken,
Turusgaz şirketi kurulurken, başlangıçta yüzde 50 yüzde 50 ortaklık payı
düşünülmekteydi; ancak, ne hikmetse, daha sonra bu ortaklık payları tamamen
değişti. Bu ortaklık payına baktığımız zaman, burada yüzde 45 oranında Gazprom
hisse aldı, yüzde 35 oranında BOTAŞ'a hisse verildi; nereden çıktığı
bilinmiyor; ama, yüzde 15,6 hisse de Gama şirketine verildi; bunun dışında,
yüzde 4,4'lük pay da hamiline olarak yazıldı. Bu hamiline hisselerin her ne
kadar bazı Ruslara ait olduğu söylense de, bu hisselerin tamamı da Gama şirketi
tarafından ciro edildi.
Değerli arkadaşlar, burada, Soruşturma
Komisyonunda gündeme gelen bir konu da, Samsun-Ankara boru hattının ihalesiz
olarak verilmesidir. Burada, 1 Nisan 1998 tarihinde Mavi Akım anlaşması
imzalanırken, Meclisten çıkan metinde, Samsun-Ankara boru hattının bir Rus
şirketi olan Stroystransgaz'a ihalesiz verileceği belirtilmiş ve onun müstakbel
Türk ortakları, yani konsorsiyuma girecek ortaklar olarak da bahsedilmiştir.
Daha sonra, Öztaş ve Haznedaroğlu firmaları bu konsorsiyuma ortak edilmiş;
ancak, henüz ihale şartları hazırlanmadan, önce 1 500 000 dolar, daha sonra da
50 000 000 dolar teminatsız olarak avans ödenmiştir ve boru hattına baktığımız
zaman da, diğer boru hatlarına göre daha pahalıya mal olmuştur bu boru hattı.
Bu konu yargıda olduğu için, bu konuda çok fazla detaya girmek istemiyorum.
Değerli arkadaşlar, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanı Sayın Cumhur Ersümer döneminde, 1999 yılı sonunda ve 2000
yılı başında bir elektrik sıkıntısı ortaya çıkmıştır.
BAŞKAN - Sayın Güner, 7 dakika oldu,
lütfen...
MEHMET GÜNER (Devamla) - Sayın Başkanım,
hoşgörünüze sığınıyorum, çok özür diliyorum; kısaltmaya çalışacağım.
BAŞKAN - Rica edeyim; son cümlelerinizi
alayım Sayın Güner.
MEHMET GÜNER (Devamla) - Neyse... O zaman,
kısaltarak devam edeyim Sayın Başkanım.
125 000 000 dolar, doğalgaz santrallarına
ilave yakıt parası ödenmiştir
Burada bir önemli husus da fiyat
revizyonlarıdır. Fiyat revizyonlarında, dönemin BOTAŞ Genel Müdürü müracaat
etmiştir 2000 yılında; ancak, daha sonra göreve gelen Gökhan Bildacı ise
"henüz fiyat şartları oluşmadı" diyerek, 2002 yılına kadar, bu fiyat
revizyon taleplerini bekletmiştir; bundan dolayı da, BOTAŞ ciddî bir miktarda
zarar etmiştir.
Bunun yanında, Turusgaz anlaşmasında da
(K) faktörünün yeni Doğalgaz Yasası çıktığı zaman kalkması gerekirdi. Burada,
biz, 1 000 metreküp başına 10 dolar para ödüyoruz. Dolayısıyla, bu anlaşmalardan,
bu (K) faktörünün kalkması gerekirdi. Bundan dolayı da ülkemiz ciddî miktarda
zarara uğramıştır.
Değerli arkadaşlar, kısaca tamamlamaya
çalışıyorum. Komisyon raporunda yer alan diğer sorumlulukların dışında, burada
sözünü ettiğimiz iki ayrı Bakanın iki ayrı döneme ilişkin sorumluluklarını
gerektiren bu uygulamaları şöylece özetleyecek olursak: 18.2.1998 tarihinde
BOTAŞ ile Turusgaz arasında bir yıl için imzalanan 8 milyar metreküplük gaz
alım anlaşmasının ayrılmaz bir parçası veya mütemmimi mahiyetinde bir
sideletter imzalanarak ilk anlaşma olan 10.12.1996 tarihli anlaşmada fiyat
formülünün bu sideletter ile değiştirilmesi suretiyle 257 000 000 dolar,
yaklaşık olarak, ülke zararına sebebiyet verilmiştir.
BAŞKAN - Sayın
Güner, ikinci 10 dakikanız da bitti. Lütfen, rica ediyorum, selamlayın Genel
Kurulu.
MEHMET GÜNER (Devamla) - Bir de, Sayın
Başkanım, Zeki Çakan dönemine geldiğimiz zaman... Üçüncü fiyat revizyonunda
geriye dönük olarak fiyat indiriminde bulunmadığından 120 000 000 dolarlık bir gecikme
vardır. Ben, burada konuşmamı kısaca kesmek için işi özetlemek istiyorum. Sayın
Başkan, tamamlıyorum; özür diliyorum.
Değerli arkadaşlar, komisyonda konuşurken,
Zeki Çakan konusunda bazı arkadaşlarımız çekimser kalmıştı. Yalnız, burada,
fiyat revizyon şartları oluşmadı diyerek, geriye dönük şartları
oluşturmadığından dolayı ciddî bir zarara uğratılmıştır bu Zeki Çakan
döneminde.
Bir de, Mavi Akım anlaşmasına baktığımız
zaman, kesin bir hüküm vardır sözleşmede. Talepler, gaz arzını 12 aydan fazla geciktiremezdi;
fakat, 2,8 milyar dolarlık bir yatırım yapan Rus tarafı, önce Mavi Akım
anlaşmasını 2001'e, daha sonra da 2003'e ötelemiştir. 12 ayı geçtikten sonra
sözleşmeyi BOTAŞ'ın tek taraflı feshetme hakkı varken, bu hakkı biz
kullanamadık. Elimize geçen en büyük imkân bana göre buydu. Eğer, biz bu
şansımızı iyi kullanabilseydik, bugün içinde bulunduğumuz gaz fazlasına mecbur
kalmayacaktık.
BAŞKAN - Sayın Güner, lütfen, sözünüzü
kesmeye mecbur bırakmayın!..
MEHMET GÜNER (Devamla) - Peki Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, bu açıklamalardan
sonra hepinize saygılar sunuyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güner.
6 ncı söz sırası, Manisa Milletvekili
Sayın Nuri Çilingir'e ait.
Buyurun Sayın Çilingir. (CHP sıralarından
alkışlar)
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 622 sıra sayılı Meclis Soruşturması Komisyonu raporuyla
ilgili söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlarım.
1980-1990 yıllarında dünyada sosyalist
blokun çökmesi ve dağılması sonucu, başını Amerika Birleşik Devletlerinin
çektiği kapitalist sistem, etkisini dünya genelinde yoğun bir şekilde
hissettirmeye başlamıştır. Özellikle, günümüzde yaşanan ve tartışılan küreselleşme
ve globalleşme kavramları sonucu, dünya ticareti açısından ülkeler arasındaki
sınırlar kalkmaya başlamıştır. Ülkemizde de, liberal piyasa, serbest piyasa
ekonomisi ve bunun gibi isimlerle kapitalist sistem, tüm kurum ve
kuruluşlarıyla, uzun bir sürecin sonucu olarak karşımıza çıkmıştır. 1980
sonrası ülkemizin yaşadığı bu süreçte kapitalist sistemin para ve sömürü
ideolojisi, çağdaşlık ve uyanıklık adına, siyasetçilerin, bürokratların ve
gençlerin beynine işlenmiştir. Bu zihniyetle yönetilen ülkemizde insanlarımızın
ulusal kimlik ve kişiliklerinin kaybedilmesine, inançlarının yitirilmesine yol
açılmıştır.
Yine "paraya ulaşmak için her yol
meşrudur" zihniyetinin topluma yerleşmesi sonucu devletin ve kanunların
tanınmamasına yol açılmıştır. Yıllarca "benim memurum işini bilir" ve
"yapanın yanına kâr kalır" mantığının hâkim olduğu toplumsal ve
siyasal yaşantımızda büyük bir ahlakî çöküntü yaşanmıştır. Devlet hazinesini ve
halkı çok rahat bir şekilde soyan siyasetçi ve bürokrat çetelerin sayısı hızla artmıştır.
İnsanlar, çaldığı paralardan ve yaptığı hırsızlıktan utanmaz hale gelmiştir.
Sistemin bütünlüğünün birbirini beslemesi sonucu, yazılı ve görsel basında da
sıkça duyulan ve bilinen yolsuzlukların üzerine gidilmemiştir. Halen 200'e
yakın bağımsız ülkenin yaşadığı dünyamızda, ülkemizin en çok yolsuzluk yapılan
ülkeler arasında 3 üncü sırada yer alması, utanç verici bir durumdur.
Türkiye'de hâlâ soygun yapanlara
dokunulacak idarî ve siyasî bir sistem kurulamamış, giderek yolsuzluk bir yaşam
biçimi haline gelmiştir; ancak, bütün bu toplumsal ve siyasal ahlak çöküntüsüne
rağmen, ulus olarak en büyük zaafımız toplumsal hafızamızın zayıf olmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
1980'li yıllardan itibaren bugüne kadar gelen süreçte ülkemizin gündeminden hiç
düşmeyen, seçim öncesi tüm siyasî partilerin ilk sıradaki propaganda malzemesi
yolsuzlukla mücadeledir. Pek çok siyasetçinin birbirini suçladığı yolsuzlukla
mücadelenin, bugünkü siyasî ve idarî yapılanma içerisinde başarılı olması
mümkün değildir.
Bugün için ülkemizin sorunları
sıralandığında, bölücülük, irtica, komşularımızla yaşadığımız sorunlar akla
gelmektedir. Yolsuzluk da, en az irtica ve bölücülük kadar mücadele edilmesi
gereken bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kamu yönetimi partizanca kadrolaşmalarla
yozlaştırılmıştır. Kamuda atamalar, terfiler, objektif kriterler ve ilkeler
çerçevesinde yürütülmesi gerekirken, hiçbir yeterlilik, liyakat, kriter
aranmadan partizanca atamalar yapılmıştır. Hukuksuz bir biçimde iş başına getirilenler,
hukuksuzca iş yapmışlardır. Kamu kurumlarında yolsuzluklar, genellikle
bakanların iş başına getirdiği kişiler üzerinden yapılmıştır.
Kamuda ihale rantının paylaşımı, bizzat
siyasî sorumlu olanlar tarafından yürütülmektedir. Trilyonları bulan yolsuzlukların,
bakanların bilgisi dışında yapılması mümkün değildir. Böyle düşünülse bile,
bakanın ihmali söz konusudur; yolsuzluğun yapılmasında önlem almamış ve suça
ortak olmuştur.
Bahse konu yolsuzluğun yapıldığı dönemde,
siyasîlere yönelik çok sayıda itham ve iddia bulunmasına rağmen, Meclis
denetimi aracılığıyla yargılanan tek bir siyasînin bulunmaması düşündürücüdür.
O dönemde, Meclis komisyonuna gelen dosyalarla ilgili karşılıklı aklamalar
yapılmış; hakkında gensoru verilen bakanların yargıya gitmesi engellenmiştir.
Yine, o dönemde, yolsuzlukla ilgili çok
sayıda operasyon yapılmış olması, hükümetin yolsuzlukla mücadele ettiği
anlamına gelmemektedir. Kamuda siyasîlerden bağımsız olarak yolsuzluğun
yapılmasının mümkün olmadığı bir ortamda, sayısı 30'u bulan yolsuzluk
operasyonlarıyla ilgili siyasî bağlantıların ve kişilerin ortaya çıkarılmaması,
yolsuzluğu meşru görmek anlamına gelmektedir.
Değerli milletvekilleri, Enerji
Bakanlığında yaşanan olaylarla ilgili olarak, 2001 yılında, Genel Başkanımız Sayın
Deniz Baykal'a yöneltilen soru ve Genel Başkanımızın verdiği cevabı, sizlere,
burada, aynen aktarmak istiyorum. Böylece, Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
yolsuzlukla ilgili düşüncelerimizi de sizlerle bir kez daha paylaşmak
istiyorum.
Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'a,
2001 yılında, belediyelerin sorunlarının ele alındığı belediye başkanları
toplantısında şu soru yöneltiliyor: "Enerji Bakanı Cumhur Ersümer istifa
etmeli mi?" Genel Başkanımızın bu soruya verdiği cevabı size aynen aktarıyorum:
"Daha ne bekleniyor?! Orada ihale ayarlamışlar. Birisi tutmuş, öbürü
tecavüz etmiş. Bütün bunlar ortada. Bunlardan Bakanın haberi yok muydu?..
Başbakan Yardımcısının haberi yok muydu?.. Türkiye'de kıyamet kopuyor. Ne hakla
duruyorlar?! Ar damarı çatlamış bunların. Soruşturmanın selameti için bir an
önce görevinden ayrılması gerekir. Bu gelişmelere sebep olan siyasî kararları
onlar aldığı için, ayrılması gerekir. Derhal istifa etmesi lazım ve gerisinin
de gelmesi lazım. Türkiye'de bunca yolsuzluğun siyasî bağlantısını görme
hakkını taşıyoruz. 'Bu kadar yolsuzluk, hiçbir siyasetçinin aktif katkısı
olmadan yaşandı' diye kabul etmemizi kimse bizden beklemesin. Bu, siyasetin
katkısıyla şekillenmiştir. Bir önce gereği yapılmalıdır. Bakanın kendi atadığı
adamlar suçlanıyor, kendisi yerinde duruyor. Böyle bir şey olamaz."
Değerli arkadaşlar, yapılması gereken her
şeyi Genel Başkanımız o zaman söylemiş; ama, bu konuda hiçbir şey
yapılmamıştır. Eğer yolsuzluğa adı karışanlar zamanında adalet önüne
çıkarılsalar idi, ülkemizin menfaatlarına da bu kadar zarar verilmemiş olurdu
diye düşünüyorum.
Görüşmekte olduğumuz soruşturmaya muhatap
Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Cumhur Ersümer döneminde, enerji alanında
ülkenin geleceğini ciddî şekilde etkileyen kararlar alınmıştır.
Elektrik sektöründe yap-işlet modeli
uygulamaya sokulmuştur.
5 büyük santral projesi, TEAŞ tarafından
yapılan planlama ve işletmeye giriş tarihleri, atıl kapasite yaratacak şekilde
değiştirilmiştir.
Alım ve ödeme garantili yap-işlet ve
yap-işlet-devret projelerine işletmede öncelik verilme zorunluluğu nedeniyle
kamu santrallarının üretimleri büyük oranda düşürülmüştür.
EÜAŞ ve TKİ büyük işletme zararlarıyla
karşı karşıya kalmış, artan enerji maliyetleri ve tarifeleri nedeniyle sanayici
ve vatandaş olumsuz şekilde etkilenmiştir.
Enerji planlamasında kullanılan arz-talep
tahmin modelleri, doğru olmayan verilerle, doğalgaz santralları lehine
yanıltılmış; üretim değerleri bakımından da, gerçek gereksinimlerin üzerinde
sonuçlar elde edilmiştir.
Yap-işlet santrallarından, işletme hakkı
devredilen santrallardan ve bazı hidrolik santrallardan, fazla üretimin alım
zorunluluğu bulunmamasına rağmen, fazla üretim satın alınmıştır. Enerji
fazlası, yeni oluşturulmaya çalışılan serbest enerji piyasasının işleyişini de
olumsuz biçimde etkilemiştir.
Doğalgaza dayalı elektrik enerjisi
santrallarının toplam kurulu güç içindeki ağırlığı nedeniyle doğalgazın yeterli
miktarda ve düzenli biçimde sağlanması gerekirdi; gerçek ihtiyaçların çok
üzerinde alım anlaşmaları yapılmıştır.
BOTAŞ'ın Rusya'dan aldığı doğalgaza
ilişkin üç ayrı anlaşmadaki fiyatlar birbirinden farklıdır.
Yap-işlet-devret projelerinde
yapılabilirlik raporlarına özen gösterilmemiştir. Bazı projelerin
yapılabilirlik raporu hiç alınmamıştır. Bakanlık, verilmeyen raporları
şirketten istemediği gibi, eksik bilgi içeren raporları da kontrol etmemiştir.
Enerji birim fiyatının ana öğelerinden
birini oluşturan yatırım tutarları konusunda, hemen bütün uygulamalarda,
şirketlerin bildirimlerine itibar edilmiş, bunların doğruluğu
araştırılmamıştır. Gerçek miktarının üzerinde bildirilen yatırım tutarları,
elektrik tarifelerinin yüksek olmasının en önemli nedenini oluşturmuştur.
Doğalgaz alım anlaşmalarında, alım
garantisi anlamına gelen "al ya da öde" yöntemi uygulanmıştır. Bu
anlaşmalar kapsamında saptanan fiyat formülü, daha sonra, usulsüz olarak,
Türkiye aleyhine değiştirilmiştir.
Mavi Akım hattı, ihalesiz olarak, OHS
Konsorsiyumuna verilmiştir. Benzer işlere göre, yaklaşık 75 000 000 dolar daha
pahalı yaptırılmasına sebebiyet verilmiştir.
Doğalgaz çevrim santrallarına gaz
verilmemesi halinde yüksek ceza ödenmesi öngörülmesine karşılık, Rusya'nın
doğalgaz sağlayamaması halinde bu cezaların Rus tarafına yansıtılmaması sonucu
kamu zararına yol açılmıştır.
Değerli arkadaşlar, bu komisyonda bulunan
bir arkadaşınız olarak ifade ediyorum, yapılan usulsüzlükler, ülkemize,
geleceğimize verilen zararlar içler acısıdır. Bunları burada anlatmaya zaman
yetmez, birçok konu raporda anlatılmıştır.
Biz diyoruz ki, kim suç işlemişse adalet
önünde hesap vermeli, varsa cezasını mutlaka çekmelidir. Hiç kimsenin, bu
ülkenin geleceğini karartmaya hakkı yok. Hiç kimsenin, vatandaşlarımızın
ödediği vergileri birtakım çıkar çevrelerine peşkeş çekmeye hakkı yok.
Hangi konumda olursa olsun, kim bunları
yapıyorsa mutlaka adalet önünde hesap vermeli ve cezasını çekmelidir.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyeti
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çilingir.
Sayın milletvekilleri, saat 20.15'te
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 19.16
ÜÇÜNCÜ
OTURUM
Açılma
Saati: 20.20
BAŞKAN :
Başkanvekili Yılmaz ATEŞ
KÂTİP
ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Enver YILMAZ (Ordu)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 114 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
622 sıra sayılı Meclis Soruşturması
Komisyonu raporu üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)Ê
2. -
İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 64 milletvekili ile Samsun Milletvekili
Haluk Koç ve 55 milletvekilinin Bakanlığı sırasında enerji ve doğalgaz
anlaşmalarında Türkiye aleyhine anlaşma ve uygulamaların yapılmasına yol
açtığı, Devlet alım satımına fesat karıştırdığı iddiasıyla Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer ile ayrıca bakanlıkları sırasında
uyguladıkları yanlış ve usulsüz enerji politikalarında ilgili kurum ve
kuruluşların uyarılarını dikkate almayarak kamuyu zarara uğrattıkları, DSİ
Genel Müdürlüğünde usulsüz uygulamalara onay verdikleri ve bu suretle görevi
ihmal ve görevi kötüye kullanma fiillerini işledikleri iddiasıyla Enerji ve
Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında
Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Soruşturması
Komisyonu Raporu (9/4,7) (S.Sayısı: 622) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon yerinde.
Komisyon adına, Başkan, Kastamonu
Milletvekili Sayın Musa Sıvacıoğlu konuşacaklar.
Buyurun Sayın Sıvacıoğlu. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
(9/4,7) ESAS NUMARALI MECLİS SORUŞTURMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Enerji eski Bakanları Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan
haklarında kurulan (9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Başkanı
sıfatıyla söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Yalnız, şanssız da bir zaman diyeyim,
belki de, çoğu milletvekili arkadaşımız yemek arası dolayısıyla Genel Kurulda
bulunamıyor. Ben, süreye de riayet etmek şartıyla, sözlerimi süresi içerisinde
tamamlamaya çalışacağım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Genel Kurulun 789 sayılı kararı gereğince, 10 Şubat 2004 tarihinde
çalışmalarına başlayan Komisyonumuz, önergelerde yer alan iddiaların çok
kapsamlı olması nedeniyle, konularına göre BOTAŞ, enerji ve DSİ olarak üç ayrı
çalışma grubu oluşturarak çalışmalarını yürütmüştür. Diğer milletvekili
arkadaşlarımızın konuşmalarında da dikkat ettiğiniz gibi, konunun devasa
boyutta olması nedeniyle, süresi içerisinde konuşmalarını tamamlayamadılar.
Değerli arkadaşlar, komisyonumuz, çalışma
süresi içerisinde 25 toplantı yapmış, konuyla ilgili olarak tanık sıfatıyla 49
kişinin bilgisine başvurmuş, soruşturma konusu bakanların savunmasını alarak
kamu ve özel kuruluşlarla 231 yazışma yapmıştır. Komisyonumuz, Sayıştay
Başkanlığı, BOTAŞ, DSİ, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Yüksek Denetleme
Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, İçişleri ve Adalet Bakanlıkları,
Başbakanlık, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ile Hazine Müsteşarlığından
17 uzmanla yoğun ve yüksek tempoda bir çalışma sonucu 21 klasör ekle, 477
sayfadan ibaret raporunu hazırlamıştır.
Komisyonumuz, soruşturma konusu olan
enerji alımları politikaları yönünden doğalgaz ve DSİ uygulamalarına yönelik
olarak yapılan inceleme ve araştırma sonucu düzenlenen tüm raporları ve
kapsamları ile ekleri, toplanan diğer bilgi ve belgeleri de göz önünde
bulundurarak titiz, objektif ve detaylı bir tetkikata girişmiş, ulaşılan tüm
resmî kayıtlar, bilgiler, tanık anlatımları, açıklamalar, kamu kurumlarının
yetkili mercilerince düzenlenmiş raporları ve sair belgeler incelemeye tabi
tutulmuş; böylece, komisyonumuz, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Sayın
Mustafa Cumhur Ersümer'in 30.6.1997-12.01.1999 ve 29.05.1999-9.05.2001
tarihleri arasında, keza Sayın Zeki Çakan'ın 9.05.2001-18.11.2002 tarihleri
arasında bakanlık yaptıkları zaman dilimlerine hasren çalışma yapmış, öncesine
tekabül eden faaliyet ve olgulara değinmekle ve yapılan bir usulsüzlük varsa,
sorunları için bunun tespit edilip gereğine tevessül olunmasına dikkat
çekilmiştir.
Yine, komisyonumuz, görev sınırları içinde
kalmaya azamî surette itina göstermiş, iddialarla alakalı lehte ve aleyhte
bütün bilgi ve belgeleri tam bir tarafsızlık ve objektif ölçüler içinde
incelemeye tabi tutmuştur. Yeminle dinlenen ve birbirleriyle doğrulanıp
tamamlanan tanık anlatımları ile diğer tüm bilgi, belge ve raporlar dikkatle
değerlendirilmiş; ilgili bakanlar Sayın Mustafa Cumhur Ersümer ve Sayın Zeki
Çakan'ın Komisyonumuzdaki açıklamaları da yine aynı titizlik ve objektif
ölçülerle tetkikata tabi tutulmuştur. Soruşturma komisyonunun görevleriyle
bağlantısı olması itibariyle, halen derdest olup, Ankara 4. ve 6. Ağır Ceza
Mahkemelerinde yürütülmekte olan ve kamuoyunda Beyaz Enerji ve Mavi Akım
davaları olarak bilinen dava ve dosyalarının, keza, soruşturma mevzularıyla
alakalı diğer davaların da geniş bir özetine raporumuzda yer verilmiştir.
Her iki bakan da, komisyonumuzda
yaptıkları yazılı ve sözlü savunmalarında, bir sorumluluk varsa, yönetim
kurulları ve bürokratların sorumlu olmaları gerektiği yolunda beyanda
bulunmuşlarsa da, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunun 5 inci maddesindeki "Bakan, Bakanlık kuruluşunun en üst
amiridir ve Bakanlık hizmetlerini, mevzuata, hükümetin genel siyasetine, millî
güvenlik siyasetine, kalkınma planlarına ve yıllık programlara uygun olarak
yürütmekle ve Bakanlığın faaliyet alanlarına giren konularda diğer
bakanlıklarla işbirliği ve koordinasyonu sağlamakla görevli ve Başbakana karşı
sorumludur. Bakan, emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumlu olup,
Bakanlık merkez teşkilatı ile bağlı ve ilgili kuruluşlarının faaliyetlerini,
işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir" hüküm karşısında
bir geçerliliği bulunmamaktadır.
Enerji sektöründe bugün yaşanan sorunlar,
çok büyük oranda, ilgili bakanların, kanunî görevlerinin aksine plansız ve
hesapsız hareket etmelerinden kaynaklanmıştır. Bu, plansız ve hesapsız hareket
ve anlaşmalar nedeniyle, bugün, elektrik sektöründe, tarifesi bağıtlanmış, alım
ve ödeme garantileri ve Hazine garantisiyle destekli anlaşmalarla aşırı bir
özel proje kapasitesi yaratılmış bulunmaktadır. Yapılan anlaşmalar ve tanınan
garantiler, üretimi durdurulamayan bu gereksiz projeler nedeniyle, daha düşük
maliyetli kamu santralları durdurulmak, yavaşlatılmak durumunda kalınmıştır.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanları Sayın
Mustafa Cumhur Ersümer ve Sayın Zeki Çakan'ın zamanında takip edilen, bilime,
tekniğe ve kalkınma planlarına aykırı, plansız ve haksız uygulamalarla, ülkeyi,
atıl santral ve doğalgaz anlaşmalarıyla milyarlarca dolar mertebesinde büyük
kamu zararlarına uğratmanın yanı sıra, elektrik ve doğalgaz sektörlerinde
Avrupa Birliği mevzuatına uyum doğrultusunda amaçlanan serbest piyasa sistemine
dönüşüm önünde ciddî darboğazlar yaratılmış bulunmaktadır. Bu plansız ve
hesapsız yapılan elektrik santralı ve doğalgaz ithal anlaşmaları nedeniyle
ortaya çıkan kamu zararları, Devlet Denetleme Kurulu, Hazine Müsteşarlığı,
Devlet Planlama Teşkilatı ve Sayıştayca kaleme alınan yazı ve raporlarda,
milyarlarca dolar mertebesinde rakamlarla ifade edilmektedir.
Yap-işlet-devret modeli çerçevesinde,
Devlet Planlama Teşkilatı onayı olmamasına rağmen, anlaşması yapılan, teminatları
alınan, önemli miktarda masrafa sokulan özel şirketler, Bakanlığın yanlış
uygulamaları nedeniyle, tazminat talebiyle mahkemeye veya tahkime
gitmektedirler. Ülkenin önüne yeni faturaların gelmesi de kaçınılmaz
görünmektedir. Enerji arzında doğalgaza aşırı bir yönelim olmuş, doğalgaz
temininde, hiçbir ülkede benzeri görülmeyen, yüzde 65 gibi çok yüksek bir
oranda, tek başına Rusya'ya bağımlılık sağlanmıştır. Tüm bu değerlendirmeler
sonunda, raporun ilgili bölümünde detaylandırıldığı şekliyle, bazı somut olumsuz
ve usulsüzlüklere başlıklar halinde değinerek geçmek istiyorum.
Benden önce konuşan değerli milletvekili
arkadaşlarım, olayları detaylarıyla, vakitleri nispetinde, anlatmaya
çalıştılar. Ben, bunların, belki de müeyyide denilebilecek kısımlarının her
birisine, sizlerin hafızalarını tazelemek bakımından, başlıklar halinde kısaca
değinmek istiyorum.
Kırklareli Doğalgaz Projesi, ortada hukukî
ve fiilî engeller olmasına rağmen, projenin yapımında ısrar ederek yetkisini
aşıp, kötüye kullanan dönemin bakanı Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;
İkinci fiyat revizyonu sonucunda, revizyon
görüşmeleri sırasında konu edilmesine ve 8 milyar metreküplük doğalgaz alımında
120 714 660, 49 dolar ülke ve kamu zararına sebebiyet verilmesi konusunda,
Sayın Zeki Çakan'ın;
7,5 milyar metreküplük Turusgaz
anlaşmasında retroaktivite hükmü açık bir biçimde düzenlenmiş bulunmasına
rağmen, 58 266 606 dolar tutarında bir alacaktan vazgeçilmesi konusunda Sayın
Zeki Çakan'ın;
Mavi Akım Gaz Anlaşmasının iptali
koşulları oluştuğu halde anlaşmayı iptal etmeyerek, ülke ve kurumu büyük
tutardaki ödemelerle karşı karşıya bırakacak risklerin yaratılmasına neden
olmasından dolayı, Sayın Zeki Çakan'ın;
Botaş ile Turusgaz arasında bir yıl için
imzalanan 8 milyar metreküplük gaz alım anlaşmasının ayrılmaz parçası ya da
mütemmim mahiyetinde bir ek mektup imzalanarak, ilk anlaşma olan 1996 yılındaki
anlaşmadaki fiyat formülünün bu ek mektup ile değiştirilmesi suretiyle, 257 895
848 dolar ülke ve kurum zararına sebebiyet verilmesi nedeniyle Sayın Cumhur
Ersümer'in;
Damga Vergisinden kaçınmak amacıyla, bir
yıl süreli olarak imzalanan gaz alım anlaşmasının süresinin aynı ek mektup ile
23 yıla çıkarılması suretiyle Turusgaz Şirketine çıkar sağlamaktan dolayı,
Sayın Cumhur Ersümer'in;
Bakanlar Kurulundan alınmış bir yetkiyle
hareket etmesine rağmen, 1998 yılında imzalanmış olan anlaşmalar ile ek
mektubun 244 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olarak Resmî Gazetede
yayımlanmaması ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulmaması nedeniyle,
dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer'in;
Botaş'a mal ve hizmet alımı konularında,
yine, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;
Elektrik Enerjisi Fonundan 117 302 290
dolar yakıt farkı ödenmesine neden olmaktan dolayı, yine, Sayın Mustafa Cumhur
Ersümer'in;
Doğubeyazıt-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı
Projesi kapsamında 40 209 984 dolar kurumun zararına sebebiyet verilmesinden
dolayı, Cumhur Ersümer'in;
Yap-işlet ihalelerinde firmalar lehine
haksız kazanç sağlandığına yönelik eylemlerinden dolayı, Sayın Mustafa Cumhur
Ersümer'in;
Çayırhan Termik Santralındaki
uygulamalarla ilgili olarak, takdir yetkisinin gayesi dışında kullanılması
nedeniyle, yine Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in ve Sayın Zeki Çakan'ın;
Bozcaada Rüzgâr Enerji Santralıyla ilgili
olarak, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;
Alaçatı Rüzgâr Enerjisi Santralıyla ilgili
olarak, yine Mustafa Cumhur Ersümer'in;
Dinar Hidroelektrik Santralındaki usulsüz
işlemler neticesinde, Mustafa Cumhur Ersümer'in;
Çal Hidroelektrik Santralıyla ilgili
olarak, şirketin yüksek kârlılık oranlarıyla çalışması sonucunda bugüne kadar
kamunun 775 000 dolar tutarında zarara uğraması nedeniyle, Mustafa Cumhur
Ersümer'in;
Yamula Hidroelektrik Santralıyla ilgili
olarak, işletme süresinin yirmi yıla çıkarılmasını ve fiyatın artırılmasını
değerlendirecek kurum görüşlerini de almadan yasal prosedüre aykırı bir şekilde
işlem yapan Mustafa Cumhur Ersümer'in;
Ilgın Santralıyla ilgili olarak, diğer
anlaşmalar tamamlanmadan projeye yasallık kazandırma gayretiyle gayriresmî ve
gayrikanunî olarak şirkete yer teslimi yapılması fiilinden dolayı, yine Mustafa
Cumhur Ersümer'in;
TEDAŞ işletme hakkı devir ihalesi
işlemlerinde, dönemin bürokratları, görevi kötüye kullanma ve ihaleye fesat
karıştırma suçlarından dolayı yargılanmalarına rağmen, Bakan olması dolayısıyla
soruşturma kapsamı dışında tutulan, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;
Nükleer santral ihalesiyle ilgili olarak,
ihalelere direkt müdahil olması nedeniyle, Mustafa Cumhur Ersümer'in;
Otoprodüktör uygulamaları konusunda, arz
fazlası olduğu halde 39 adet proje için otoprodüktör sözleşmesi imzalanmasında,
Sayın Zeki Çakan'ın;
Aktaş ve Kayseri Elektrik AŞ şirketleriyle
ilgili olarak, kamuyu ciddî boyutta zarara uğratan Sayın Mustafa Cumhur Ersümer
ile yine Sayın Zeki Çakan'ın;
ÇEAŞ ve KEPEZ AŞ'yle ilgili olarak, kamuyu
ciddî boyutta zarara uğratan, dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Mustafa Cumhur Ersümer ve Sayın Zeki
Çakan'ın;
Bartın Mobil Santralının ihalesinin
gerçekleştirilmesi ve santralın Samsun'a naklinde her iki Bakanın da usulsüz
işlemlerinden dolayı; Aksu Elektrik Şirketine ait hisse senetlerinin
çalışanlara bedelsiz olarak verildiği ve onbeş gün gibi kısa bir süre
içerisinde İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında 10 kat değer kazanması olayından
dolayı, Mustafa Cumhur Ersümer'in...
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; DSİ
uygulamalarıyla ilgili olarak da kısaca bazı konulara değinerek geçmek
istiyorum.
Bazı barajlarda keşif artışları oranları:
Özlüce Barajı ve Hidroelektrik Santralı inşaatında
yüzde 696,31;
Kürtün Barajı ve Hidroelektrik Santralı
inşaatı işinde yüzde 590;
Çat Barajı inşaatında yüzde 455,83;
Çine Barajı ve Hidroelektrik Santralı
inşaat işinde yüzde 399,69;
Oranında keşif artışı verilmiştir.
Yıllara göre de keşif artışları: 1997
yılında 8, 1998 yılında 26, 1999 yılında 15, 2000 yılında 24, 2001 yılında 26,
2002 yılında 52 adet keşif artışı verilmiş ve 2002 yılında verilen 52 adet
keşif artışının 33 adedinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde erken seçim kararı
alındıktan sonra seçime kadarki üç aylık dönemde verilmiş olması dikkate
şayandır.
Yine, DSİ uygulamalarıyla ilgili olarak
başlıklar halinde hemen kısaca geçmek istiyorum:
Atasu Barajı ve Hidroelektrik Santralı
inşaatında, Sayın Zeki Çakan'ın;
Koruluk Barajıyla ilgili olarak usulsüz
işlemlerinden dolayı, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;
Bakırçay sol sahil sulaması inşaatıyla
ilgili olarak, Sayın Cumhur Ersümer ile Sayın Zeki Çakan'ın;
Baklan Ovası dördüncü kısım ana kanal
inşaatında, Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'in;
Batı Iğdır Ovası yenileme inşaatıyla
ilgili olarak, sözleşme kapsamına ilave işler alınması dolayısıyla, Sayın Zeki
Çakan'ın;
Yukarı Harran Ovası sulama inşaatında,
yine Sayın Zeki Çakan'ın;
Erzurum İçme Suyu Projesiyle ilgili olarak
yüzde 336,85 oranında keşif artışı verilmesinden dolayı Sayın Mustafa Cumhur
Ersümer ile Sayın Zeki Çakan'ın...
Raporu kısaca bu şekilde özetledikten
sonra, komisyonumuz, her iki bakanın da, kanunsuz ve usulsüz bu eylemlerinden
dolayı Yüce Divana gönderilmesi konusunda karar vermiştir; bundan sonraki
karar, tabiî ki Yüce Meclisindir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yolsuzluklarla ilgili olarak yapılan çeşitli değerlendirmelerden daha üst bir
kavram olan yozlaşmanın, her kademedeki kamu görevlilerinin yetkileri dışına
çıkarak, kendilerine veya bağlı oldukları gruplara gayri kanunî menfaat
sağlaması olarak tanımlandığı görülmekte; neticede, yozlaştırılan kurumun ise
devletin kendisi olduğu gerçeği vurgulanmaktadır. Ülkeler açısından, sivil
toplumun güçlü, devletin de şeffaf olduğu yerlere kıyasen yurttaş şuurunun
kuvvetsiz ve devletin de kapalı ve baskıcı olduğu yerlerde, yozlaşmanın daha
çok görülmesi şaşırtıcı olmamaktadır.
Bu izahata ek olarak, devlet, kamu
ekonomisinde ağırlıklı halde yer almışsa, bu yapının, anılan türden yasadışı
oluşumları da beraberinde getirdiği gözlemlenmektedir. Yolsuzluk üreten
nedenlerin büyük bir kısmının yapısal olduğunu söylemek gerekmektedir; bu da,
bir bakıma, kaynak yetersizliği, kamu ve özel kesimde çalışanlar arasındaki
dengesizlikler ve istihdamdaki liyakati esas almayan yaklaşımlar olarak
yansımaktadır. Burada, kuşkusuz, ahlakî yapı, bürokrasinin karmaşıklığı ve
hürriyetlerin sınırlarının da, sair etkili unsurları olarak sayılmasında yarar
vardır. Dürüst ve verimlilik esaslarına göre iş üretmeyi ilke edinmiş tüm kamu
ve özel sektör çalışanlarının faaliyetlerinde hem yasaların ve mevzuatın tayin
ettiği usullere ve hem de etik kurallara uygunluğuna içtenlikle itina
etmelerinin olumlu katkılar sağlayacağı düşünülmektedir. Bu bakımdan, tüm idarî
tasarrufların bütün detaylarının her defasında sorgulanması ve iç denetimden
geçirilmesinin güçlükleri, yolsuzlukla mücadelede insan unsurunun önemini
ortaya çıkarmaktadır.
Öte yandan, kamu kurum ve kuruluşlarının
özerk tarzda çalışma usulleri içinde yapılandırılmaları da önem arz etmektedir.
Özellikle yatırımcı kamu kuruluşlarında fizibilite aşamasından başlayan süreç
içinde oluşagelen hatalı ve maksatlı tutum ve davranışlar yanında, vuku bulan
yetki istismarları ve kasıtlı yanlışlıkların, kıt olan kamu kaynaklarının
israfına ve neredeyse zıyaına yol açtığı cesaretle söylenmelidir.
Yönetim kademelerindeki personel ve
idareci seçiminde, deneyim, bilimsel ölçüler ve liyakat yanında, mutlaka, etik
değerlere sahip olma kriterlerinin de nazara alınmasına olan zaruretin tüm
kesimlerce samimiyetle dikkate alınması gerekmektedir.
Bunlara ek olarak, bu mevzudaki yargı
kararları içtenlikle kabullenilmeli, kurallara uyma hem hükmî şahıslarca ve hem
de gerçek kişilerce hayat tarzı ve hukuk içinde sosyal mevcudiyetin temel şartı
olarak benimsenmelidir.
Kamu otoritesini ve yetkisini
kullananların, ister nüfuz ticareti yoluyla olsun ister ikna veyahut cebir
yoluyla olsun, yasadışı menfaat elde etmesine engel olacak, kamu vicdanını
müsterih kılacak bir yaptırıma bağlanmasına olan zaruret de hemen her alanda
kendisini göstermektedir.
Denetim mekanizmalarının bağımsızlığına
olan ihtiyaç yanında, teftiş faaliyetlerindeki kalite, standart, planlama
özerkliği ve kurumsal bilgi desteği, uygulama etkinliğini ve hukukî
sınırlarının belirginliğini de beraberinde getirecektir. Bu bakımdan,
yolsuzlukların üzerine gidilmesinde, denetimin ehemmiyetini ve müessiriyetini
kabul edip vurgulamak mecburiyeti vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun; sözlerinizi tamamlar
mısınız...
MUSA SIVACIOĞLU (Devamla) - Denetim
prensiplerinin standartlara bağlanıp, süreç içinde, sondaj usullerinden
vazgeçilerek, bütüncül, bağımsız ve etkin usullerin tercihine yönelik kurumsal
bir yapılanmaya olan ihtiyaç her geçen gün kendini hissettirmektedir.
Aleniyetin ve şeffaflığın yolsuzluklarla
mücadelede önemli bir unsur olduğu gerçeğinden hareketle, kamunun bilgi
edinmesini kolaylaştırıcı önlemler bağlamında tasarlanıp çıkarılan 4982 sayılı
demokratik ve şeffaf bir yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık
ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme haklarını kullanmalarına imkân
veren Bilgi Edinme Hakkı Kanununa işlerlik kazandıracak açılımlara mutlak
surette önem verilmeli ve yasanın amaçları doğrultusunda tatbikatı
yaygınlaştırıp kuvvetlendirecek kamu görevlileri teşvik edilmelidir.
Yolsuzluklarla mücadelede, uygar dünyayla
entegrasyon sürecinde uluslararası işbirliğine de mutlak surette ihtiyaç olduğu
gözardı edilmemelidir.
Devletimizin yolsuzluklarla başa
çıkabilmek için gösterdiği kararlılık, umursamazlıklardan sıyrılmış, duyarlı ve
hassas bir sivil toplum kesimini de oluşturacağı için, bu doğrultuda inançlı ve
sabırlı çabalar kesintisiz olarak sürdürülmelidir; zira, yolsuzluklar, beşikten
mezara kadar tüm toplumu mağdur hale getirmektedir. Bu türden olumsuzlukların,
devletimizin bekası için olmazsa olmaz nitelikteki siyaset kurumunu da
yıprattığı ve cemiyetin tüm katmanlarında güven açısından bunalım, hatta sosyal
travma yarattığı da dile getirilmektedir.
Öte yandan, Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku
Sözleşmesinin 5 Şubat 2004 tarihinde onaylanmış olması da son derece
sevindirici bir gelişme olmuştur. Bunun yanında, 5176 sayılı Kamu Görevlileri
Etik Kurulu Kurulması Hakkında Kanun da, kamu görevlilerinin uymaları gereken
saydamlık, tarafsızlık, dürüstlük, hesap verebilirlik, kamu yararını gözetme
gibi etik davranış ilkelerini belirlemek ve uygulamayı gözetmek amacını
öngörmüş olup, yasanın mevzuatımıza dahil olması, yine, fayda temin edecek
olumlu bir gelişme olarak addedilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizin tüm yurttaşları gibi, nihaî hedef olarak bizim de ortak dileğimiz,
ülkemizin şeffaf, adil, mutlu ve bütün bireylerinin refah içerisinde yaşamayı
gerçekleştireceği iyi bir yönetim içerisinde bulunmasıdır. Ülke kaynaklarının
heba edilmesi suretiyle insanımız üzerinde olumsuz etkiler yaratan bu kabil
işlemlerin tekrarlanmaması en büyük ve samimî arzumuzdur.
Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi
tekrar saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sıvacıoğlu.
Sayın milletvekilleri, şimdi, Enerji ve
Tabiî Kaynaklar eski Bakanlarından Sayın Mustafa Cumhur Ersümer'i kürsüye davet
ediyorum.
Buyurun Sayın Ersümer.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER - Çok teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, sayın üyeler; öncelikle,
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Hakkımda verilen soruşturma önergelerinin
TBMM Genel Kurulunda kabulüyle birlikte, bugün raporunu tartışacağımız
soruşturma komisyonu kurulmuştur.
Soruşturma komisyonu, isnatla bağlılık
kuralını çiğnemiş, doğru yargılanma hakkını ihlal etmiş, yaklaşık 500 sayfa
olan raporunu sayın milletvekillerimizin takdirlerine sunmuştur. Çok kısa bir
sürede, sayın milletvekillerimizin, haklı olarak, söz konusu raporu okuyup
değerlendirmesinin mümkün olduğu kanaatinde değilim.
Soruşturma komisyonu, raporunda, lehimdeki
hiçbir kanıtı toplamamış ve toplanmasına fırsat vermemiş; en önemlisi, isnat
konusu fiillerle ilgili kendisini de bağlayan kesin hükmü haiz kararları ve
Danıştay kararlarının hiçbirini değerlendirme gereği bile duymamıştır. Böylece,
komisyon, taraflı olarak ve çoğu yerde siyasî amaçlarla hareket etmiş,
dolayısıyla, hakkımdaki isnatları tek taraflı ve maksatlı olarak oluşturmuştur.
Bunun kanıtı, uzman kişilerin katkılarıyla hazırlanan raporunda, bireysel ve
kamusal savunmaya hiç yer vermemiş olmasıdır.
Sayın milletvekilleri, huzurunuzda,
hakkımdaki iddiaları doğru ve gerçeğe uygun olarak açıklamaya ve soruşturma
komisyonun raporunun geçersiz ve maksatlı olduğunu ortaya koymaya çalışacağım.
(9/4, 7) sayılı Meclis soruşturmasına konu her iki soruşturma
önergesindeki birkısım iddialara ait fiillerin tamamı, daha önce Meclis
soruşturmasına konu olmuştur. TBMM, 22.5.2001 tarihli kararıyla, söz konusu
iddialarla ilgili soruşturma talebini reddetmiştir. TBMM'nin bu soruşturma önergesinin reddi kararı, soruşturma
açılmasının kabul edilmediği kararı, siyasal nitelikte değildir. Bu karar,
takipsizlik kararı niteliğinde, adlî, yargısal bir karardır
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
takipsizlik kararı niteliğindeki bu kararı, kesin hüküm niteliği taşımaktadır.
Kesin hüküm ilkesi, sayılan bu fiiller hakkında böyle bir soruşturmayı
engeller. Belirtilen nedenle sayılan bu fiiller hakkında yeniden ceza kovuşturması
yapılamaz.
Soruşturma komisyonunun, bu iddiaları
soruşturma şeklinde bir yetkisi de yoktur; çünkü, soruşturma makamları, kesin
hüküm itirazını ve bu hususu resen nazara almak zorundadır. İddia edilenin
aksine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ret kararına konu fiillerle ilgili
olarak soruşturmaya elverişli ve yeterli yeni delil bulmamaktadır.
Hazine Müsteşarlığı raporu, Devlet
Denetleme Kurulu raporu, iddianın bilhassa dayanağıdır; yani, iddianın
devamıdır. İddia, delil değildir. Her iki rapordaki iddialar ile soruşturma
önergesindeki bazı iddialar kanıtlanmış sayılamaz; yani, bu iddiaların
hiçbirisi kanıtlanmış değildir. Çünkü, soruşturma komisyonunun idarenin her
raporunu kanıt olarak kabulü, sonuçta iddianın kendisinin iddianın kanıtı
sayılması gibi bir tehlikeyi ve hukuksal yanlışı içinde taşımaktadır. Aksini
kabul, bir iddiayla diğer bir iddiayı kanıtlama sonucunu doğurur.
Soruşturma Komisyonu raporuna bakılırsa;
Meclis soruşturma önergesiyle Meclis soruşturması önergesi ile Türkiye Büyük
Millet Meclisinin takipsizlik kararını soruşturma dosyasına bile getirmemiştir,
incelememiştir.
Oysa, komisyon, çağırmış olmak için usulen
çağırdığı toplantıda "kesin hüküm" itirazım üzerine, bu taleple
ilgili karar vermek için toplantıya ara vermiştir; önergedeki, soruşturma
önergesindeki fiillerin ne olduğunu, bu fiillerin yeniden ikinci kez soruşturma
konusu yapılmış olduğunu tespit etme gereği duymamıştır. Bu durum, komisyonun
tarafsız olmadığının en açık kanıtıdır.
Özellikle, bu konuyla ilgili benden önce
konuşma yapan Sayın Yalçınbayır'a teşekkür ediyorum; gerçekten de burada,
bizlere ait bir hakkı veyahut yasanın emredici bir hükmünü savunarak, gerçeğin
ortaya çıkmasında, hukukî bir yanlışın önlenmesinde katkıda bulunmaya
çalışmıştır.
Yine, bir başka önemli husus: Soruşturma
önergesinin, isnadın belirlenmesi ve isnadın sınırlılığı ilkesine göre
hazırlanacağını düzenlemiştir; soruşturma önergesinde, hangi fiillerin isnat
edildiğinin açıkça gösterilmesi zorunludur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
"Meclis soruşturması açılması için önerge" başlıklı 107 nci
maddesinde "görevde bulunan veya görevinden ayrılmış olan Başbakan ve
bakanlar hakkında Meclis soruşturması açılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi
üye tamsayısının en az onda birinin vereceği bir önerge ile istenebilir.
Bu önergede; Bakanlar Kurulunun genel
siyasetinden veya bakanlıkların görevleriyle ilgili işlerden dolayı hakkında
soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakanın cezaî sorumluluğu gerektiren
fiillerinin -öncelikle- görevleri sırasında işlendiğinden bahsedilmesi; hangi
fiillerinin hangi kanun ve nizama aykırı olduğunun gerekçe gösterilmek ve
maddesi de yazılmak suretiyle belirtilmesi zorunludur" denilmektedir.
Görüldüğü üzere, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin İçtüzüğüyle de, isnat konusu fiilin Başbakanlık veya bakanlık görevi
sırasında işlenmiş olduğunun, hangi fiillerin isnat edildiğinin belirtilmesinin
zorunlu olduğu vurgulanmak suretiyle, isnadın açıkça belirli olması gereği
hükme bağlanmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunun, Meclis soruşturması açılması kararı, soruşturma başlatan bir
belgedir. Soruşturma komisyonu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun,
soruşturma önergesi üzerine yapmış olduğu adlî yargısal faaliyet sonucunda
Meclis soruşturması açılmasına ilişkin kararında belirtilmiş olan isnat konusu
fiil ve vakalarla bağlıdır. Gerçekten, yargılanılacak uyuşmazlığın belirtilmesi
için, isnada konu fiilin açıkça gösterilmesi gerekir. İsnadı açıkça belirtme,
mahkemenin işini azaltmak ve sanığın asılsız ithamlardan korunması maksadıyla
yapılan bir görevdir.
Bu nedenle, mesela "resmî evrak
üzerinde tahrifat" demek, suçu göstermeye yetmez; hangi evrak üzerinde
yapıldığının da belirtilmesi gerekir. Bu, şu demektir: Soruşturma komisyonu,
yukarıda açıklanan bağlı yetkisi gereğince, Meclis soruşturması açılmasına
ilişkin kararda gösterilen fiil ve vakalar dışında herhangi bir fiil veya
vakayı üretemez veya resen soruşturma konusu yapamaz, inceleyemez, özellikle
kanıt toplayamaz; böyle bir yetkisi yoktur. Aksi davranış, toplu kovuşturma
organı ve üyelerinin yetkisiz işlemi olur ve böyle bir işlem, hukuken
"yok" hükmündedir. Aynı nedenle, Genel Kurul da, Meclis soruşturması
açılması kararıyla bağımlıdır; yani, soruşturma açılması kararına konu fiiller
dışındaki isnat edilen fiilleri karara bağlayamaz. Aksi davranışla vereceği
kararlar, hukuken "yok" hükmündedir.
Soruşturma komisyonu ise, Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün 107/2 maddesini çiğnemiş, her iki soruşturma
önergesindeki iddiaların dışında kendisi de bazı iddialarda bulunmuş, keyfî
olarak incelemiş, bu iddialara ait rapor ve belge toplamış, bununla da
yetinmemiş, bu iddialarını karara bağlamış ve hakkımda, Türk Ceza Kanununun
başta 205 olmak üzere, birçok maddesine onlarca kez aykırı davranmış olduğumu
iddia etmiştir. Örneğin, önergelerde "yap-işlet-devret projeleri"
denilmiş; ancak, hangi projelerden, hangi fiil ve işlemler nedeniyle suçlanmış
olduğum gösterilmemiştir.
Komisyon, belirtilen bu yetkisiz
işlemiyle, tarafsızlığını açıkça çiğnemiş, taraf gibi davranmıştır. Üstelik,
komisyonun, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu 135'e aykırı olarak, lehime olan
delilleri toplamamasına karşın, yetkisiz, keyfî olarak, TBMM İçtüzüğü 107/2 ile
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Meclis soruşturması açılması kararı dışında,
kendi başına iddialarda bulunması ve bu iddialara ait rapor ve belgeleri
toplaması, siyasî bir hasım gibi davrandığının açıkça kanıtıdır.
Daha da önemlisi, komisyon, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 143/1'in mutlak emrine aykırı davranmış,
soruşturma evrakı ve dosyasında bulunan belgelerin örneklerini kamusal savunma
makamına vermemiş, böylece, dosyayı inceletmemiştir.
Komisyon, hukukun emredici hükümlerine
açıktan aykırı ve adlî makam üyelerinin yetkisiz bu eylemiyle, Anayasanın 100
üncü maddesi gereğince teminatlı soruşturmaya bağlı tutulan devletin Bakanına,
bir hukuk devletinde eşine rastlanmaz bir keyfîlikle, sonucu itibariyle,
maalesef, örtülü olarak, Terörle Mücadele Kanununu uygulamıştır. Ben terörist
değilim sayın milletvekilleri! Bana uygulanan bu yasa, bu belgelerin savunmama
verilmemesinin istisnası, sadece, Terörle Mücadele Yasasında mevcuttur; ama,
komisyonun burada sığındığı gerekçe gizliliktir.
Bu savunmanın arkasına sığınmıştır; ama,
güya, benden gizli, komisyonda yapılan işler, toplanan deliller, dinlenen
tanıklar, gazetelerde, manşetlerde bol bol yer almıştır. Bu nasıl gizliliktir?!
"Sanık" diye nitelendirdiğiniz Bakana yasak; ama, basına serbest! Ve
bu durum, maalesef, bizim bütün hepimizin hak ve hukukunu korumakla görevli bu
komisyonun gizlilik ilkesinin ihlalini önlemekle görevli Meclis Başkanlığının
da hiç dikkatini çekmemiştir. 5.6 tarihli Sabah Gazetesi, 6.6 tarihli Zaman
Gazetesi, 9.6 tarihli Star Gazetesi, 10.6 tarihli Zaman Gazetesi, Habertürk
internet sitesi, Yeni Şafak Gazetesi, daha birçok yerde, bu komisyonun bizden
gizlenen tanık beyanları, dayandığı belgeler gazetelerde yer almıştır.
Komisyon, söz konusu kararlarıyla, kamusal
savunmanın lehime olan kanıtlarının toplanmış olup olmadığını tespit edebilmesi
ve özellikle sorguya hazırlanmamı, isnatlardan bilgi edinmemi sağlama imkânını
ve kendimi savunma imkânını da tümden ortadan kaldırmıştır.
Kamusal savunmanın, soruşturmanın her
evresinde, soruşturma evrakının ve soruşturma dosyasının tamamını inceleme ve istediği
evrakın bir suretini harçsız alma hak ve yetkisi, emredici hukuk hükmü olması
nedeniyle, mutlaktır. Komisyon, belirtilen talebin gereğini yerine getirmemiş,
bu suretle, emredici hükümler olan, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 135, 159,
160, 163 üncü maddeleri ile her şeyden önemlisi Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 6/2'nci maddesini açıkça çiğnemiştir.
Komisyon bu eylemiyle, kamusal savunmanın
lehime olan kanıtlarının toplanmış olup olmadığının tespit edilmesini ve
özellikle savunmanın hazırlanmasını, isnatlardan bilgi edinmemi sağlama ve
kendimi savunma imkânını ortadan kaldırmıştır.
Komisyon, iddia konusu işlemin yedi yıl
önce olduğunu... Sayın milletvekilleri, ben yedi yıl önce Bakanlık yaptım. Bana
isnat edilen eylemler, yedi yıl önceden başlayan eylemler. Ben, yedi yıl önceki
bir iş ve belge nedeniyle, iş ve olay
nedeniyle eğer komisyon tarafından bilgi sahibi edilmezsem, kendimi nasıl
savunacağım?! Nitekim, komisyona, savunma sırasında bu konuda diğer soruşturma
komisyonlarında uygulanmış olan yazılı sorularını kısa süre içerisinde
cevaplayacağımı bildirmeme karşın... Bunu açıkça söyledik; başka komisyonlar
bunu yaptı, bize yazılı olarak sorun; süre kazanmak, sizi oyalamak gibi bir
ihtiyaç içerisinde değiliz; yazılı sorularınıza da, üzerinde çalışalım, yazılı
cevap verelim dedik; ama, komisyon, diğer komisyonlarda uygulanmış olmasına
rağmen, bunu, bu imkânı bize tanımadı.
Yine, devamla "savunma imkânı
verdik" demiş olmak için, çağırmış olmak için çağrıldığımızı, oraya
gittiğimizde daha net bir şekilde anladık ve yine, 136 sayfalık kamusal savunma
sunduk; bu 136 sayfalık savunmamızın bir tek kelimesi bile tartışılmamış.
Komisyon, bu hukuka aykırı davranışıyla,
eksik soruşturmayla, sadece aleyhime gösterilen ve toplanan kanıtlarla karar vermiştir.
Soruşturma komisyonu, kamusal savunmanın gereğince toplanmasını talep etmiş
olduğu lehime delilleri toplamamıştır. Buna karşın, yukarıda belirtildiği
üzere, yetkisiz ve keyfî olarak, kendi başına bulmuş olduğu iddialarına ait
rapor ve belge toplamayı da hiç ihmal etmemiştir.
Soruşturma Komisyonu, raporunda, iddia
konusu fiilleri işleyen bürokratlar hakkında verilmiş kesin hüküm niteliğindeki
takipsizlik kararlarını belirtmiş; ancak, kasıtlı bir biçimde, bu kararların
hukukî sonuçlarını görmezliğe gelmiştir.
Öte yandan, komisyon, sırf bühtanda
bulunmak amacıyla, bakanların yargılanamadığını iddia etmiştir. Bakan hakkında
nasıl soruşturma yapılacağı, Anayasanın 100 üncü maddesinde gösterilmiştir.
Nitekim, hakkımda 2 adet soruşturma önergesi verilmiştir; bu durum, komisyonun,
bu konuda bakanlar yargılanamamaktadır şeklindeki iddiasının ne kadar anlamsız
olduğunu ortaya koymaktadır.
Yine, ayrıca, Anayasanın 100 üncü
maddesinin işletilmesi konusunda cumhuriyet savcısını engelleyen bir hüküm de
hukuk düzenimizde mevcut bulunmamaktadır. Bu gerçeği bilmesi gereken Soruşturma
Komisyonu, işinin gereğini yapmamış, görevinin sınırlarını aşarak suç isnadında
bulunma gayretine girmiştir.
Söz konusu takipsizlik kararları,
soruşturma komisyonu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu bağlayan
kesin hüküm niteliğini haiz kararlardır. Soruşturma komisyonu, bu kesin hükmü
haiz kararlarda yapılmış olan fiillerin nitelendirmesiyle bağlıdır; yani, bu
karardaki tavsifi dışında fiilin kendisine bir başka tavsifte bulunamaz.
Örneğin, kesin hükmü haiz kararda, fiil, TCK 240 olarak tavsif edilmişse,
komisyon, bu fiili, TCK 205 olarak tavsif edemez; aksi davranış, komisyonu,
kesin hükmü çiğnemesi demek olur.
Öte yandan, komisyon, kesin hükmü haiz bu
kararlarda, fiilin hukuka uygun bulunmasını tespit hükmüyle de bağlıdır. Bu
demektir ki, komisyon, aynı fiilden dolayı fiili işleyen bürokratın sorumlu
tutulmaması karşısında, aynı fiilden dolayı bakan olarak hakkımda suçlamada
bulunamaz; aksi davranış gayri ciddî olur. Nitekim, komisyon raporunda da bu
gayriciddî yaklaşım çok kez sergilenmiştir.
Sayın milletvekilleri; tabiî ki, siz
aranızdaki sohbeti sürdüreceksiniz, ben de, dilim döndüğü kadar, üzerime atılı
suçlamalarla ilgili savunmalarımı sunma çabası içerisinde olacağım. Tabiî,
yaptığımız bu işin de, birbirimizi etkilememesi lazım diye düşünüyorum.
Sayın Başkanın da biraz önce belirttiği
gibi, komisyonumuz, üç ana başlıkta değerlendirmiştir olayları; enerji arz -
talep dengeleri, BOTAŞ ve DSİ.
Şimdi, ben, enerji politikalarıyla ilgili
genel bir değerlendirmeye girmeden önce, göreve başladığım dönemi, göreve
başladığım günleri, yani 1997 senesinin haziran ayını, Türkiye'nin o günkü
enerji durumunu sizlerle biraz paylaşmak istiyorum; yani, bugünü tam
anlayabilmemiz için, dünü de iyi kötü bilmemiz lazım. Ben göreve geldiğim
zaman, Türkiye böylesine enerji bolluğu içinde değildi; böylesine, elektrikte
problemi olmayan, gazda problemi olmayan, bu gazı bir fazla yere nasıl
götürürüz çabası içinde koşturmayan bir ülkeydi. O nedenle, kısa kısa, o günkü
durumu anlatmaya çalışacağım.
Ben, görevi, Sayın Recai Kutan'dan
devraldım. Burada birçok rakam söylendi; tutarlı olması açısından, o anlatım
tarzına uygun ifadelerde bulunmaya çalışacağım.
1996 yılında, TBMM Plan ve Bütçe
Komisyonunda konuşan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Recai Kutan "ülkemiz
elektrik enerjisi talebinin 2000 yılında 134 milyar kilovat/saat, 2010 yılında
290 milyar kilovat/saat, 2020 yılında ise 546 milyar kilovat/saat seviyesinde
olması beklenmektedir" tarzında bir ifadede bulunmuştur. Yani, benim
göreve geldiğimde, benden önceki Bakan arkadaşımın koyduğu hedefler, en son,
2020 yılı itibariyle 546 milyar kilovat/saat seviyesindedir.
Gaza bakarsak; yine, 2000 yılında 27
milyar metreküpe, 2015 yılında ise 50 milyar metreküpe ulaşacağını ifade
etmiştir Sayın Recai Kutan.
Şimdi, 1998 yılında, benim, Plan ve Bütçe
Komisyonundaki konuşmalarımı arz etme çabası içinde olacağım: "Ülkemiz
elektrik enerjisi talebinin 2000 yılında 134 milyar kilovat/saat, 2010 yılında
290 milyar kilovat/saat, 2020 yılında 547 milyar kilovat/saat seviyesinde
olması beklenmektedir." Yani, 1997'de göreve geliyorum, 1996'da Sayın
Recai Kutan'ın koymuş olduğu elektrik ihtiyacıyla ilgili milyar
kilovat/saatler, aynen, 1999'da, 2000 yılına girerken benim tarafımdan
tekrarlanıyor; yani, kalkıp, burada, gelip de, işte, enerji ihtiyacını fazla
gösterdiler demenin hukukî hiçbir mesnedi yoktur.
Şimdi, yine devam ediyorum. 2000 yılında,
Cumhurbaşkanı Sayın Demirel konuşmasında şunu ifade ediyor, diyor ki:
"2000 yılında 28 000 megavat, 2010 yılında 65 000 megavat, 2020 yılında
109 000 megavat dolaylarına çıkması planlanmaktadır." Her iki bakan olarak
bizim belirttiğimiz rakamlarla üst üste gelmektedir. (Gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Ersümer, bir saniye.
Sayın milletvekilleri, salondan yüksek
uğultu geliyor; lütfen, sayın milletvekillerinin kendi aralarındaki sohbeti
bırakmalarını rica ediyorum.
Buyurun Sayın Ersümer.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - 1 Ekim
2001 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış töreninde konuşan şimdiki
Cumhurbaşkanımız Sayın Sezer "Anayasamızda daha önce gerçekleştirilen
değişiklikler doğrultusunda enerji sistemimizi gelişmiş ülkelerdeki sistemlerle
bütünleştirebilecek önemli yasal düzenlemeler yapılmıştır. 2001 yılında
ülkemizde elektrik tüketiminde ilk kez bir gerileme söz konusudur. Bu durumun
büyük ölçüde ekonomik sıkıntıların bir sonucu olduğu bilinmektedir. İleriki
yıllarda elektrik arz ve talep dengesinde herhangi bir sorun yaşanmaması için
uzun dönemli stratejiler geliştirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, 2002 yılı
sonuna kadar devreye alınabilecek 29 elektrik üretim projesinin içerisinde
bulunduğu belirsizlik en kısa zamanda giderilmelidir." 2001 yılında, Sayın
Cumhurbaşkanımızın TBMM çatısı altındaki beyanlarını arz ettim.
1999 yılında Türkiye bir seçime gidiyordu.
Bütün siyasî partiler seçim beyannameleri hazırladılar. Doğru Yol Partisinin
seçim beyannamesinde "2010 yılına kadar tüketimi beş kat artacak olan
doğalgaz için yeni arz kaynaklarının devreye sokulması, gerekli yatırımların
özel sektör katılımıyla gerçekleştirilmesine imkân sağlayacak bir yapılanmaya
gidilmesi..."
CHP'nin seçim beyannamesinden bir satır
okumak istiyorum: "Türkiye'yi 2000'li yıllara taşıyacak altyapıyı
gerçekleştireceğiz, tıkanma noktasına gelen enerji projelerinde uluslararası
finansmanın önünü açmak için gerekli çabaları göstereceğiz, ülkeyi enerji
darboğazı tehlikesinden kurtaracağız. Ulusal enerji konseyini kuracağız."
CHP de aynı ihtiyacı tespit ediyor; vatandaşın önüne çıkarken enerji
darboğazından kurtulmayla ilgili vaatlerde bulunuyor.
Fazilet Partisinin seçim beyannamesinde
şöyle deniliyor: "Önümüzdeki yıllarda bir elektrik enerjisi darboğazı
tehlikesi bizi beklemektedir -hani, ben, tehlike uydurmuşum ya; enerji darboğazı
varmış gibi bir komplo teorisi sergileniyor ya; onunla ilgili bunları dile
getirmeye çalışıyorum- Fazilet Partisi, ilk aşamada, dünya ortalamasının üstüne
çıkmak için 2010 yılına kadar yılda en az 5 milyar dolarlık yatırım yapılmasını
hedeflemektedir. Bunun için, gerekli kaynak, yap-işlet-devret, yap-işlet,
üretim ve dağıtma işletme hakkı devri, kendi elektriğini kendin üret ve
fazlasını sat gibi modellerle sağlanacaktır. Ayrıca, Karadeniz geçişli Mavi
Akım boru hattı, Mısır doğalgaz ve Irak doğalgazı boru hattına önem
verecektir." Yani, bu yap-işlet-devret modelleri, Mavi Akım gazı, bunların
hepsinin bir numaralı müsebbibi Anavatan Partisi ve onun Enerji Bakanı gibi
çizilen senaryonun bir parçasında diğer siyasî partilerimizin -yıl da çok önemlidir-
1999 yılındaki seçime girerken seçim beyannamelerindeki hedeflerini size arz
etmeye çalışıyorum. Anavatan Partisininkini zaten söylemeye gerek görmüyorum;
biz, bu hedefleri gerçekleştirmek için görevimizin başındayız.
Şimdi, bütün bu hatırlatmaları yaptıktan
sonra, komisyon raporundaki değerlendirmelere geçmeden önce, yeni, daha 28
Temmuz 2003 tarihli, şu anda görevi başında Enerji İşleri Genel Müdürlüğümüzün,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığında bir araştırma komisyonuna göndermiş
olduğu ve 1999-2002 yılları arasındaki programlanan tüketim, gerçekleşen üretim
ve artışlarla ilgili bilgi notundan bir iki paragraf arz etmeye çalışıyorum:
1998'de tüketim artışı 8,1; 1999'da tüketim artışı 3,9. Niye üçte 1'e düşüyor;
1999'da iki deprem yaşıyor Türkiye; önemli sanayi bölgemizde, sanayiin en ağır
olduğu bir bölgede iki deprem yaşıyor Türkiye.
Devam ediyorum: 2000'de 8,3. Zaten son
otuz yılın geriye doğru enerji artış talebi 8-9 mertebesinde gerçekleşiyor;
normal yıllarda bu hep böyle oluyor. 2001'de eksi 1,1; yani, 8,1'den eksi 1,1'e
düşüyor enerji talebi. Bu niye düşüyor; Türkiye yüzde 14 küçülmüş; çok önemli
iki kriz yaşanmış Türkiye'de, hâlâ belki de izlerini silemediğimiz çok önemli
iki kriz yaşanmış. Bu iki krizin enerji sektöründeki en önemli etkisini net bir
şekilde, mevcut Enerji İşleri Genel Müdürümüzün hazırlamış olduğu tabloda
görüyoruz. 2002 gelince ne oluyor; 2002'de de -bu 2001'in etkisini sektör
üzerinden hızla atamıyor- 4,5 enerji talebi, elektrik talebi.
Sonra da bu tabloyu açıklıyor Sayın Genel
Müdür; diyor ki: "1998 yılı için tüketim talebi bir önceki yıla göre yüzde
9 artışla 115 100 000 000 kilovat/saat olarak tahmin edilmişti. Santralların
durumları ve normal su gelirleri dikkate alınarak yapılan programa göre 3 500
000 000 kilovat/saatlik açık programlanmıştı." O gün için, ülkenin 3 500
000 000 kilovat/saatlik bir açığının olduğundan bahsediyor. Bu açığı nasıl
kapatma çabası içinde olduklarını biraz sonra dinleyeceğiz."Ancak, 1998
yılı fiilî tüketimi 8,1 artışla 114 milyar kilovat/saat olarak gerçekleşmiş
olup, yıl içerisinde barajlı hidrolik santrallara gelen sular beklenenin
üzerinde olmuş ve enerji açığı fazla gelen suyu da santrallardan
karşılanabilmiştir. Hidrolik santralların 1998 yılı için su gelirleri 50 milyar
metreküp öngörülmüşken, 65 500 000 000 metreküp olarak gerçekleşmiştir.
Elektrik kesintisi olmamış, enerji ucu ucuna karşılanabilmiştir." O yıl,
gerçekten, barajlarımızda su gelirlerinin yüksek olması sebebiyle çok fazla
üretim oldu. Ben, Atatürk Barajını ziyaret ettim; Atatürk Barajının ürettiği
elektriği kendi saatinde 10 milyar kilovat/saat olarak gözümle gördüm.
"1999 yılında 9,6 artışla 125 milyar
kilovat/saat talep öngörülmüş olmasına rağmen, 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999
tarihlerinde olan depremler nedeniyle talep düşmüş, 3,9 artışla 118 500 000 000
kilovat/saat olarak gerçekleşmiştir. Buna rağmen, üretim kapasitesinin tüketimi
karşılayamaması nedeniyle, yıl içinde, bölgeler itibariyle, miktarı zaman zaman
değişen 1 500-2 000 kilovat arasında elektrik kesintisi programı uygulanmış;
ayrıca, su santralları minimum göl seviyesinde çalıştırılmıştır." Enerji
sektöründe bunun adı nedir biliyor musunuz; buna, biz, arıza gezdirmek diyoruz.
Enerjiniz az; ben, kesinti yaptım diyemiyorsunuz. Alıyorsunuz bu programsız
kesintiyi, arıza olarak gezdiriyorsunuz. Sayın Genel Müdürün de burada yaptığı
tarif bu ve bu baraj santrallarının da minimum göl seviyesinde çalışma
zorunluluğunu da açıkça izah ediyor.
"2000 yılında yüzde 7 artışla 126 800
000 000 kilovat/saat olarak öngörülen talep, 8,3 artışla 128 300 000 000
kilovat/saat olmuştur. 2000 yılı kasım ayından itibaren kesinti programı
uygulanacakken, kasım ayında başgösteren ekonomik krizden dolayı kesinti
uygulanmamış, enerji ucu ucuna karşılanmış ve su santralları minimum göl seviyesinde
çalıştırılmıştır" Yani, olumsuz anlamda, enerji sektörünün imdadına kriz
yetişmiş.
"2001 yılındaki değerlendirmeleri arz
ediyorum. 2001 yılında yüzde 8 artışla 139 700 000 000 kilovat/saat olarak
öngörülen tüketim, Kasım 2000 ve 17 Şubat 2001 tarihlerinde oluşan ekonomik
krizin etkisiyle -1,1 gerçekleşerek 126 900 000 000 kilovat/saat olmuştur.
2002 yılına gelince; 2001 yılında başlayan
ekonomik kriz dikkate alınarak, yüzde 5 artışla 133 300 000 000 kilovat/saat
olarak öngörülen tüketim, yüzde 4,5 artışla 132 600 000 000 kilovat/saat olmuş
ve devreye yeni giren santrallar ve özellikle de talebin düşmesiyle kapasite
fazlalığı oluşmuştur."
Şimdi, hani, bizim dönemimizde olsa,
dersiniz ki, bu eskidir. Mevcut, şu anda, Türkiye enerji sektöründe enerji
arz-talebini düzenlemekle görevli olan Sayın Genel Müdür bunu nereye göndermiş;
Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonunun istediği bilgilerin içinde
bunu göndermiş. Buna itibar etmek zorundayız. Bu belgelerin tamamı
komisyonumuzun elinde olmasına rağmen, hâlâ, özellikle Komisyon Başkanımızın ve
Komisyon üyelerimizin kürsüye gelerek, bunları yok kabul ederek, birtakım
suçlamalar üretmelerini anlayabilmiş değilim.
Yine, devam ediyorum. 9 Temmuz 2003
tarihinde, mevcut DPT Müsteşarı Sayın Dr. Ahmet Tıktık, yine, Meclis
Başkanlığımıza gönderdiği yazısında bir değerlendirme yapıyor; diyor ki:
"Müsteşarlığımızca, bu dönem için beş yıllık plan ve yıllık programlarda
hedef alınan ekonomik büyüme hızları baz alınarak yapılan elektrik arz-talep
projeksiyonları, daima, 2002 yılı ortasına kadar enerji açığı
göstermiştir." Yani, enerji açığı bizim gösterdiğimiz, bizim bulduğumuz
bir mefhum değil; mevcut, bugünkü DPT Müsteşarımız Sayın Tıktık ifade
ediyorlar. "Bakanlık çalışmalarında bu açık daha yüksek değerlerdedir;
ancak, 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz ve sonrası, ekonominin önemli oranda
küçülmesi ve durgunluğa girilmesi nedeniyle elektrik talep projeksiyonlarında
önemli sapmalar oluşmuş, beklenen talep artışı gerçekleşmemiş, başta, yap-
işlet ve mobil santrallar olmak üzere, son dönemde işletmeye giren bütün
projeler atıl kapasite yaratır duruma düşmüştür." DPT'nin tespiti de bu.
Tabiî, ekonomik sıkıntılarla ilgili
konuları tekrar bu önemli tespitlerden sonra dile getirmek istemiyorum; ama,
biraz önce konuşma yapan arkadaşlardan biri, barajlarda su boşa harcanmış,
elektrik üretilmemiş diye bahsetti.
Enerji Bakanlığı tam bir hesap kitap
yeridir. Enerji Bakanı, sabahleyin masasına geldiğinde, Türkiye'deki termik
santrallarında kaç kilovat/saat elektrik üretilmiş, barajlarında kaç
kilovat/saat elektrik üretilmiş, ihtiyaç nedir, arızalar nelerdir; bunların
hepsini görür. Enerji Bakanlığının bir günlük işleme tablosu vardır, bu tabloda
bunların hepsini görürsünüz. Eğer, zaten bunları günlük göremiyorsanız, işte o
zaman başınız dertte demektir.
Şimdi, barajlarımızla ilgili de... Biz bu
baraj sularını her gün ölçtürüyorduk. Hatta, öyle sıkıştık ki, Erzurum ve Kars
platolarındaki karları ölçtürdük. Bu ölçülen karlardan acaba kaç metreküp su
Fırat Havzasındaki barajlarımıza gelir de, biz bu suyla ne kadar elektrik
üretebiliriz onun peşinde olduk. 1999 yılında Keban Barajının kotu 830
metreyken, 2000 yılında 825 metreye düşüyor; minimum kotu ne kadar biliyor
musunuz; 820 metre; son 5 metremizi kullanmışız. Karakaya Barajında 675 metre
olan minimum kot, 2000 yılında 676 metre; son 1 metremizi kullanmışız. Yine,
Atatürk Barajında 526 metre olan minimum kot, 2000 yılında 526,47 santim; orada, 50 santimimiz kalmış. Barajları işletmekle
sorumlu genel müdürlüğümüz, bize "eğer, biz, bu barajları biraz daha
çalıştırmaya devam ettirirsek, Türkiye'deki elektrik sistemini çökertiriz ve
ayrıca, bu kotlarda, bu barajlarda çalışma yapılırsa,maalesef, türbinlerde
ciddî arızalar meydana gelir" dedi. Bunları ben niye anlatıyorum; yani,
görevde bulunduğumuz dönem itibariyle "işte, efendim, suları boşa
akıttınız, santrallarda gereği gibi üretim yapmadınız" tarzındaki bu
komplo teorilerine iyi kötü cevap olsun diye arz etme çabası içinde oluyorum.
Tabiî, bir başka önemli husus: 2001 yılı
11 inci ayında -ben bakan değilim- benden sonraki Sayın Bakanımız ve üç genel
müdür -benden sonra ayrıldı- TEİAŞ, TETAŞ, EÜAŞ Genel Müdürleri toplantı
yapmışlar. Bu toplantıda, mevcut Sayın Bakana hazırladıkları raporun -artık çok
sıkıldınız, daha fazla detaya girmek istemiyorum ama- sadece bir yerini
belirtmek istiyorum: Buna göre, yıl sonuna kadar karşılanamayan enerji
miktarının 230 000 000 kilovat/saat olacağı belirlenmiştir. Yani, bu açık, 2001
yılının kasım ayında da var ve "önümüzdeki üç ayda da bu açık devam
edecektir" diye üç genel müdür tespit yapıyor, Sayın Bakana bildiriyorlar.
Enerji sektörüyle ilgili, bu kısaca
sunduğum durum tespitinden sonra, bu politikalar nasıl oluştu, bu politikaların
oluşmasında Enerji Bakanlığının rolü nedir, DPT'nin rolü nedir, Bakanlar
Kurulunun rolü nedir, bunları kısa kısa anlatmaya çalışacağım; ama, benim
söylediklerimin, benim arz etmeye çalışacaklarımın tamamı, yasal mevzuata
dayalı, kanun emirlerini içeren hususlardır.
Enerji politikalarının oluşturulma yetki
ve görevi Bakanlar Kuruluna aittir. "İktisadi, Sosyal ve Kültürel Hedef
ile Politikaların Tespiti" başlıklı 540 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
25 inci maddesine göre: "İktisadî, sosyal ve kültürel hedefler ile
politikaların belirlenmesine esas teşkil edecek hususlar, Yüksek Planlama
Kurulunda görüşülerek tespit edilir. Bu suretle tespit edilen esaslar, Bakanlar
Kurulunda öncelikle görüşülerek karara bağlanır. Bakan, enerji ve doğalgaz
politikalarını oluşturmaktan sorumlu değildir. Bakanın ve Bakanlığın görevi,
Bakanlar Kurulunca tespit edilmiş politikaları uygulamaktır."
Buradan, hemen, komisyon raporunun
içerisinde olmasına rağmen, devletin bir evrakı haline gelmesine rağmen, benim
kamusal savunmamda bir örneğini arz etmiş olmama rağmen, ne burada konuşan
Komisyon Başkanımız ne diğer konuşmacılar tarafından hiç gündeme getirilmeyen
ve komisyon raporunda da gereği gibi tartışılmayan bir belge var. Ben, geçen
konuşmamda da bu belgeyle ilgili bilgiler arz etmiştim; o da, 27 Mayıs 2000
tarihli bir mutabakat belgesidir. Bu belgeyle, bakanlık çalışmalarının doğru ve
yerinde olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle, bakan olarak, Türk Ceza Kanununun
232 nci veya 240 ıncı maddelerine aykırı davranmış olduğum iddiası, hukuksal
dayanaktan yoksundur.
Nedir bu 27 Mayıs 2000 tarihli mutabakat
belgesi; Sayın Başbakan Bülent Ecevit'in talimatı üzerine, Sayın Başbakan
Yardımcısı Hüsamettin Özkan başkanlığında, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Müsteşarı, DPT Müsteşarı ile Hazine Müsteşarı toplanmışlar, elektrik arz ve
talep durumunu değerlendirmişler ve 27 Mayıs 2000 tarihli mutabakat belgesini
imzalamışlardır.
"27 Mayıs 2000 tarihli toplantı
tutanağı" başlıklı mutabakat belgesine göre: "Enerji konusundaki
gelişmeler ve sorunlar, Başbakan Yardımcısı Sayın Hüsamettin Özkan'ın
başkanlığında, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşarlığı ve Hazine Müsteşarlığının katılımıyla yapılmış ve toplantıda
aşağıdaki hususlar gündeme gelmiş ve kararlar alınmıştır." Yani, biraz
önce, burada, işte, Devlet Planlama Teşkilatının yazısı şuydu, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığının yazısı şuydu... Bu aradaki tartışmalar vardı, yok değil;
ama, bu tartışmaları ortadan kaldırmak üzere, bu ihtiyacı giderebilmemiz için,
Sayın Başbakanın talimatıyla üç müsteşar bir araya geldi, enerji sektörünü
baştan sona değerlendirdi ve neticede bir karara vardılar. Şimdi, bu üç
müsteşarın vardığı karardaki -Başbakan Yardımcımız Sayın Hüsamettin Özkan
başkanlığındaki- bazı maddeleri okumaya çalışacağım.
"Madde 1.- Ülkemizin 2000-2002
döneminde enerji açığı yaşayacağı ve bu açığı azaltmak için gerekli tedbirlerin
acilen alınması gerektiği..." Bunu kim söylüyor; devletin üç müsteşarı
söylüyor; DPT Müsteşarı, Hazine Müsteşarı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Müsteşarı söylüyor. 2000-2002 döneminde enerji açığı yaşanacağını
vurguluyorlar. 2003-2004 döneminde, yedekli sistem ihtiyacı üzerinde bir
kapasite fazlalılığının da, projelerin devreye giriş tarihlerinin ayarlamasını
yapmak suretiyle giderilmesi gerektiğini vurguluyorlar. "Devreye girecek
olan projelerin devreye girmesini ayarlayacaksınız" diyorlar.
"Bu çerçevede, DPT tarafından uygun
görülmüş yap-işlet-devret projelerinden 2000-2002 döneminde işletmeye
girebilecek olanların, bu hususta gerekli teminatlar ve taahhütler alınmak ve
anlaşmalara derç edilmek suretiyle, garantili sistem içerisinde yürütülmesi, bu
projelerin sayısı ve listesi ekli tabloda takdim edilmiştir" tarzında, 29
yap-işlet-devret projesinin de, yine garanti kapsamı içinde ve 2002'de devreye
alınmak şartıyla yapılabileceğini karar altına alıyorlar.
Yine, devamla: "DPT tarafından uygun
görüş verilmesi düşünülen projelerden 2000-2002 döneminde işletmeye girebilecek
olanların, bu hususta gerekli teminatlar ve taahhütler alınmak suretiyle,
garantili sistem içinde yürütülmesi, Hazine garantisi verilmiş olan yap-işlet
projelerinden..."
Sayın milletvekilleri, burası çok önemli,
ileride...
BAŞKAN - Sayın Ersümer, bir saniyenizi
rica edeyim.
Sayın milletvekilleri, Sayın Hatibi
dinlemekte, izlemekte zorluk çekiyoruz. Özellikle, salonun sol tarafından çok
ses geliyor. Lütfen, sükûnetle dinleyelim.
Buyurun.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Çok
teşekkür ederim Sayın Başkanım.
"Hazine garantisi verilmiş olan
yap-işlet projelerinden bir kısmının, Haziran 2002'den itibaren işletmeye
alınabileceği şeklinde gerekli girişimlerde bulunulması, hazine garantisi
verilmiş olan yap-işlet projelerinden 2003-2004 döneminde devreye girmesi
öngörülenlerin, bu yıllardaki kapasite fazlalığını giderecek şekilde işletmeye
giriş tarihlerinin ayarlanması için çaba gösterilmesi..." devamını
okumuyorum. Mutabakata varılarak üç müsteşarı imza altına almışlar. Bu belge
tamamıyla geçerli bir idarî işlemdir. 27 Mayıs 2000 tarihli mutabakat belgesi
idarî makamların birlikte oluşturdukları bir idarî işlemdir. Devletin üç önemli
kurumu, Başbakan adına görevli Başbakan Yardımcısının da katılımıyla, belgenin
içerdiği konularla ilgili görüşmüşler, aralarındaki sorunları çözmüşler ve bir
karara bağlamışlardır. Dolayısıyla, mutabakat belgesi bir idarî işlem olarak
yürürlüktedir ve her idarî işlem gibi içerdiği konular bakımından belgenin
taraflarını, konuyla ilgili her türlü kurum ve kişileri üçüncü kişilere
bağlayan bir idarî hukukî belgedir. Bu nedenle, idarî işlem olan mutabakat
belgesi aynı zamanda soruşturma komisyonunu da bağlar. Öte yandan, önerge
sahiplerinin mutabakat belgesi içeriğine aykırı iddiaları hukuksal dayanaktan
da tamamen yoksundur. Mutabakat belgesine göre iddia konusu işlemler hukuka
uygundur. İdarî bir işlem olan mutabakat belgesinin içerdiği konuların tamamı
mevzuatına da uygundur.
Devlet Planlama Teşkilatı "Elektrik
Enerjisi Planlama Çalışması" adı altında ilgili Bakanlık ve kamu
kurumlarıyla birçok çalışma yapmıştır. Bu çalışmalar üç ayı aşkın bir süre uzun
tartışmalarla devam etmiş, çalışmalara Enerji Bakanlığı, Hazine, DPT, DSİ,
TEAŞ, BOTAŞ, Enerji İşleri Genel Müdürlüğü yetkilileri ile Cumhurbaşkanlığı
Enerji Danışmanın da katılımıyla 17 toplantı yapılmıştır. Yani, devletin enerji
sektörünü temsil eden bütün üyeleriyle üç ayı aşkın bir süre toplanılmış, 17
toplantı yapılmıştır. Belirtilen bu çalışmalar, mutabakat belgesine konu son
görüşmeyle sonuçlandırılmıştır. Her üç kurum ve Başbakanlık, mutabakat
belgesinin içerdiği konular üzerinde anlaşmışlardır. Böylece, bu konular
üzerinde olan görüş ayrılıkları sona ermiştir. Özellikle, mutabakat belgesinin
1 inci maddesinde, 2000-2002 döneminde enerji açığı yaşanacağı ve bu açığın
azaltılması için gerekli önlemlerin acilen alınması gerektiği; 2 nci maddesinde
"2003-2004 dönemi için yedekli sistem ihtiyacı üzerinde kapasite
fazlalığının, projelerin devreye girme tarihlerinin ayarlanması suretiyle
giderilmesi" denilerek, 2003 döneminde enerji fazlası olacağı kabul
edilerek, bu fazlalığın da, projelerin devreye giriş tarihlerinin ayarlanması
suretiyle giderileceği belirlenmiş; diğer maddelerinde ise, devreye girmesi
gerekli olanların işletmeye alınmasının sağlanmasına yönelik çalışmaların
yapılması kabul edilmiştir.
Önerge sahiplerinin, hukuka uygun olan bir
işleme karşı yaptıkları iddiaların tamamı geçersizdir. Mevzuata uygun bir
konunun hukuka aykırılığı ileri sürülemez. Bu nedenle, mutabakat belgesindeki
bir konunun hukuka aykırılığı iddiasının da bir değeri yoktur.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, mutabakat
belgesine bağlanmış olmayan konuların aksi, belgenin tarafları veya üçüncü
kişiler tarafından, örneğin önerge sahipleri veya soruşturma komisyonu üyeleri
tarafından iddia edilemez; çünkü, bu idarî işlem, içerdiği konular yönünden
herkesi bağlar. Bu nedenle, soruşturma önergesiyle yapılmış olan, Türkiye'nin
enerji ve gaz talebinin yüksek hesaplanması, plansız olarak santral inşaat
taahhüdüne girilmesi iddiası ve soruşturma komisyonu raporu kararı, hukuksal
dayanaktan yoksundur. Bakan olarak, önergenin görüşülmesi sırasında, mutabakat
belgesine dayandım ve gerekli açıklamaları da yaptım.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı,
bakanlığım döneminde, mutabakat belgesiyle kararlaştırılmış hususları tam ve
gereği gibi yerine getirmiştir. Kaldı ki, soruşturma önergesinde bu yönde bir
iddia da yoktur. Hazine Müsteşarlığı Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü
adına, Devlet Bakanı Recep Önal imzalı, 5.6.2000 tarih, 45594 sayılı yazıyla,
27.5.2000 tarihinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın
başkanlığında yapılan toplantı sonucunda "2001 ve 2002 yıllarında ortaya
çıkacak enerji açığını karşılamak üzere, 2002 yılı itibariyle işletmeye
alınabilecek ve bu yıllardaki enerji açığına tekabül edecek sayıda enerji
projelerinin tespiti üzerinde durulmuştur. Bu projelerin ilişik listede
belirtilen projeler olduğu, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı yetkilileri
ile Bakanlığınız yetkililerinin de katılımıyla tespit edilmiştir"
denilmiştir.
Yine, yukarıda sözü edilen toplantı ve
akabinde hazırlanan toplantı tutanağında "bahse konu projelerin
müteahhitlerinden, projelerin 2002 yılında bitirileceğine dair taahhüt ve
teminat altına alınması da karara bağlanmıştır. Bilgileri ve konuya ilişkin
olarak hazırlanacak olan Yüksek Planlama Kurulu kararına mesnet teşkil etmek
üzere, proje sahipleriyle yapılacak görüşmeler neticesinde, 2002 yılına
yetiştirilmesi taahhüt edilen projelerin Müsteşarlığımıza bildirilmesi
hususunda gereğini arz ederim" denilmektedir; yani, Devlet Bakanı Sayın
Recep Önal, Hazine adına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından, bu
mutabakattaki belgelerle ilgili müteahhitlerden taahhüt alınmasını istiyor,
"siz bu işleri yürütün" diyor; zaten, biz de yürütme çabası içinde
olduk.
Ayrıca, bu yazının ekinde, işletmeye
girmesi öngörülen santralların, 2001 yılıyla ilgili 9 proje, 2002 yılıyla
ilgili 20 proje olmak üzere 29 projenin neler olduğunun da listesini veriyor.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanının
-ayrıca bakanlığım döneminde bu yazının gereği de tam olarak yerine
getirilmiştir- Türk planlama hukukuna göre, birer ekonomik politika konusu olan
doğalgaz kullanımı ve arz talep projeksiyonlarıyla doğalgaz çevrim
santrallarına ihtiyacın belirlenmesi yetki ve görevi de Devlet Planlama
Teşkilatına aittir. DPT, ekonomik politika ve hedeflerinin oluşturulmasında
Bakanlar Kuruluna danışmanlık yapmak ve ilgili kurumlarla eşgüdüm sağlamakla
görevlidir.
540 sayılı Devlet Planlama Teşkilatı
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5/a maddesinde,
Yüksek Planlama Kuruluna verilen görevler şunlardır:
1- İktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı
planlamada ve politika hedeflerinin tayininde Bakanlar Kuruluna yardımcı olmak
ve hazırlanacak kalkınma planları ile yıllık programları Bakanlar Kurulana
sunulmadan önce, belirlenen amaçlara uygunluk ve yeterlilik bakımından
incelemek,
2- Ekonomik politika ve hedefler
mevzuatına göre, kalkınma planı ve yıllık programlarla somutlaşır.
Yine, 540 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 28 inci maddesinde "yıllık programların hazırlanması ve
kabulü ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir. Buna göre, yıllık programlar
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığınca hazırlanarak, Yüksek Planlama
Kuruluna sunulur. Bu Kurul, programları inceleyerek bir raporla Bakanlar
Kuruluna sunar, Bakanlar Kurulunda kabul edilen yıllık programlar kesinleşmiş
olur. Yıllık programlar ile birlikte, orta vadeli tahminler de sunulur. Yıllık
programlar, bütçeler ile iş programlarından önce hazırlanır. Bütçeler ile iş
programlarının hazırlanmasında yıllık programlarla kabul edilmiş olan esaslar
dikkate alınır. Bütçelerin Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülmesi sırasında, birden fazla yılı kapsayan ve kalkınma
planı ve yıllık programların bütününü ilgilendiren yatırım projelerinin
programa ilave edilmesinde, Kalkınma Planının Yürürlüğe Konması ve Bütünlüğünün
Korunması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinde yer alan esas ve usullere uyulur.
Yıllık programlarda yer alan makro politikaların uyum içerisinde sağlamak
amacıyla Bakanlar Kuruluna değerlendirme raporları sunulur" denilmektedir.
DPT, kalkınma planı ve yıllık programları
hazırlamakla görevlidir. DPT, hükümetçe belirlenen amaçlar doğrultusunda
kalkınma planlarıyla yıllık programları hazırlamakla görevlidir. Bu görev,
yasal düzenlemeyle münhasıran DPT'ye verilmiştir. DPT, kendisine verilen yıllık
programların makro dengelerini oluşturma, kalkınma planlarının hazırlanmasına
katkıda bulunma, konjonktürel gelişmeleri izleme ve değerlendirme görevini
eksiksiz bir biçimde yerine getirecektir.
BAŞKAN - Sayın Ersümer, bir saniye.
Sayın milletvekilleri, dakikalar
ilerledikçe izleme olanağımız daha da azalıyor. Lütfen, şu kendi aranızdaki
konuşmaya bir son verelim, Sayın eski Bakanı dinleyelim.
Buyurun Sayın Ersümer.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - DPT,
kalkınma planları ile yıllık programların hazırlamasında ve uygulanmasında kamu
kurumlarından gerekli bilgileri toplama ve işbirliği yapma yetkisine sahiptir.
Bu nedenle, DPT, iddia konusu ekonomik işlerle ilgili olarak gerekli arz-talep
projeksiyonuna konu olan verileri toplayacak, değerlendirecek ve bu verilerden
hareketle ihtiyaca konu santralları belirleyecektir.
Bakanlıklar ve diğer kamu kurumları,
kalkınma planı ve yıllık programlar yapamazlar. Ancak, bu plan ve programlara
alınmış işleri uygulamakla görevlidirler; çünkü, kalkınma planları ve yıllık
programlar, kamu kurumları için uyulması kanunen zorunlu olan hukukî
belgelerdir, mevzuattır.
İddia konusu doğalgaz kullanımı ve arz
talep projeksiyonları ile doğalgaz çevrim santrallarına ihtiyacın belirlenmesi
görevi DPT'ye aittir, Bakanlığa ait değildir. DPT, kuruluş mevzuatı gereğince,
birer ekonomi politikası konusu olan doğalgaz kullanımına ilişkin hedeflerin
belirlenmesine ilişkin yapılması gereken arz-talep projeksiyonlarını yapmak ve
bu hedeflerin gerçekleşmesini sağlamak amacıyla kurulması gerekli olan doğalgaz
çevrim santrallarına olan ihtiyacı belirlemekle görevlidir.
Gerçekten, 540 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 5/c maddesine göre, Yüksek Planlama Kurulu, kalkınma planı ve
yıllık programlar çerçevesinde, kamu iktisadî teşebbüsleriyle ilgili her türlü
kararları almakla görevlidir. Öte yandan, 233 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 32 nci maddesine göre, DPT, teşebbüslerin uzun vadeli veya yıllık
genel yatırım ve finansman programlarını Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığının
da görüşünü alarak hazırlar.
Ayrıca, DPT, görüş ve tekliflerde bulunmak
suretiyle, BOTAŞ'ın iddia konusu işleri uygulama görevini yerine getirmesine
yardımcı olmakla yükümlüdür. DPT, yıllık programların uygulanmasında ilgili
kurumlarla eşgüdüm sağlamakla görevlidir. DPT'nin Bakanlığa göndermiş olduğu
yazılar, iddianın aksine, DPT'nin, kalkınma planı ve yıllık programları
hazırlama, izleme ve uygulamasını sağlama yasal görevini savsamış olduğunu
ortaya koymuştur. Gerçekten, DPT'nin izni olmayan yap-işlet-devret santralı var
mıdır; hayır. Peki, yap-işlet santralı var mıdır; hayır. Bizim sistemimizde,
Devlet Planlama Teşkilatının oluru olmadan, izni olmadan ne yap-işlet santralı
yapabilirsiniz ne yap-işlet-devret santralı yapabilirsiniz. Bugün, Enerji
Bakanlığının, enerji sektörünün, DPT'nin izni olmayan bir santraldan alabildiği
1 kilovat/saat elektrik bile söz konusu değildir sayın milletvekilleri.
DPT, izniyle yapılan santrallarda üretilen
varsa elektrik fazlalığı nedeniyle bakanlığı suçlamaktadır; oysa DPT, iddia
yeri değildir, mevzuatı gereğince, bu işleri doğru yapma yeridir.
Soruşturma önergesinde, arz-talep
projeksiyonunu etkilediği iddia edilen üretim santralları içerisinde yap-işlet
santralları da sayılmaktadır. Bu santrallarla ilgili, yap-işlet santrallarıyla
ilgili 27.5.2000 tarihli mutabakat belgesinin 5 inci maddesinde, aynen, Hazine
garantisi verilmiş olan yap-işlet projelerden bir kısmının Haziran 2002
tarihinden itibaren işletmeye alınabileceği şekilde gerekli girişimlerde
bulunulması hükmüne yer verilmiştir. Yap-işletlerle ilgili program, 27 Mayıs
tarihli belgede belirlenmiştir. Aynı belgenin 6 ncı maddesinde de, belirtilen
hususlara uyulmuş olsaydı; yani, bu santralların devreye giriş tarihleri
yayılarak sağlansaydı, bir başka ifadeyle, 2003, 2004 yıllarındaki kapasite
fazlalığı giderilmiş olurdu. Bu belge, bu fazlalığı göstermiş, çaresini de
göstermiştir. Bu yap-işlet santrallarının devreye alınmasını zamana yaysaydık,
yayılsaydı, yaysalardı bu fazlalığın söz konusu olması mümkün değildi. İddia edilmeye
çalışıldığı gibi, herhangi bir arz fazlalığından söz edilmesi imkânı da
kalmayacaktı. Bu nedenle, olmayan bir fiilimden sorumluluğumun söz konusu
olması mümkün değildir; ben, Bakanlıktan 2001 tarihinde istifaen ayrıldım.
Sayın milletvekilleri, bu yap-işlet
santrallarını başından beri değerlendiriyoruz. Komisyon Başkanımız, Komisyon
üyelerimiz de bu konudaki tespitlerini, değerlendirmelerini dile getirdiler.
Tabiî, ben, her şeyden önce, duyduğum bir mutluluğu dile getirmek istiyorum.
Bu, yap-işlet santrallarından biri de, İSKEN Sugözü Enerji Santralıdır,
geçtiğimiz günlerde Alman Başbakanı Sayın Schroder'le, Sayın Başbakanımız
Tayyip Erdoğan'ın birlikte açılışını yaptıkları bir santraldır. Sayın
Başbakanımız açılışta şöyle bir tespitte bulunuyorlar : 1980-2002 yılları
arasında Türkiye'deki Alman yatırımlarının toplam miktarı 4 milyar olduğu
dikkate alındığında, bu santral sayesinde sağlanan yaklaşık 1 500 000 000
dolarlık doğrudan yabancı sermaye yatırımının anlamının daha iyi
anlaşılabileceğini söylüyor Sayın Başbakan; doğrudur, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinde tek kalemde gelen en büyük yabancı yatırımdır. Bu,
yap-işlet-devretler de bir arada düşünüldüğünde, Türkiye'de yapılmış en büyük
yabancı yatırımdır. Biz, tabiî, davetli olmasak da, bu santralların açıldığını,
hele Sayın Başbakanlarımızca açıldığını gördükçe gurur duyuyoruz, keyif
alıyoruz.
Şimdi, bu, yap-işlet modeliyle ilgili
kısaca bilgiler vermek istiyorum. 1996 yılında TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda
konuşan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan "yap-işlet
modeli getirilmiş ve uygulamasına geçilmiştir" tarzında ifadede
bulunmuştur. Gerçekten de, yap-işlet modeli santrallar, üç aylık dönemde Sayın
Hüsnü Doğan'ın bir kararnamesiyle gündeme gelmiş, üç aylık hükümetin gitmesinden
sonra kurulan Refahyol Hükümeti döneminde de, Bakanlar Kurulu kararnamesiyle
yapılması için çalışmalar başlatılmıştır; ancak, bu kararnamenin iptaliyle
ilgili bir dava açılmıştır, açılan dava Danıştayda kabul edilmiştir. O günkü
hükümete, Refahyol Hükümetine, siz bu kararnameyle bu santralları yapamazsınız,
kanun getirmeniz gerekir denilmiştir. Tabiî, zaman kazanmak bakımından
herhalde, yine, o günkü hükümetin grup başkanvekilleri Sayın Salih Kapusuz
-bilmiyorum kendileri buradalar mı- ve Sayın Saffet Arıkan Bedük birlikte
imzalayarak bir kanun teklifi vermişlerdir Türkiye Büyük Millet Meclisine.
Bunları niye söylüyorum biliyor musunuz?
Sakın ola ki, işte, bak, bu yap-işletler kusurluydu, suçluydu da, şimdi alıp,
kendinden önceki hükümetin bakanına veya kendinden önceki hükümete bir şeyler
atfetme çabası içinde mi oluyorsunuz diye düşünmeyin. Şimdiye kadar hiç öyle
bir huyum olmadı, bundan sonra da olmaz; ama, yap-işlet santrallarının tabiî ki
bu tarihî gelişimini ve özellikle, yap-işlet santrallarıyla ilgili ihtiyacın
belirlenmesi noktasındaki görüşmeleri kısa kısa sizlerin bilginize arz etmek
ihtiyacındayım.
Şimdi, önce, bu santrallarla ilgili, 29
Ağustos 1996'da, yani, kararnamenin iptalinden hemen önce Resmî Gazetede ilan
ediliyor, deniliyor ki: Adapazarı, doğalgaz, 700 megavat, Gebze, Ankara, İzmir,
İskenderun, Tekirdağ, Eskişehir, Çanakkale, Zonguldak olmak üzere, 13 tane
yap-işlet santralının yapılması konusunda mevcut hükümet ilana çıkıyor.
Bunlardan beş tanesini yapmak üzere teklif alıyorlar, o esnada, tekliflerin
değerlendirilmesi esnasında da Danıştay tarafından hükümet kararnamesi iptal
ediliyor, akabinde kanun getiriliyor.
Tabiî, kanun geldikten sonra hükümet
gitti, hükümet gittikten sonra bizim hükümet kuruldu. Biz göreve geldik, bu
kanun ortada duruyor, kadük. Yap-işletle ilgili teklifler alınmış, ihale
değerlendirmeleri TEAŞ'ta devam ediyor, netice itibariyle, bizim hükümetimizin
de öncelikle sarıldığı ve hızlı bir şekilde çıkarılması için çaba harcadığı
kanun da bu oldu.
Bu kanunun gerekçesini de biz aynen kabul
ettik. "Elektrik enerjisi talebimiz yıllık ortalama yüzde 10'un üzerinde
hızla artmaktadır." Bu, kanunun gerekçesindeki değerlendirme. Şöyle devam
ediyor: "Bu hareketle, şu anda 21 000 megavat civarında olan üretim kapasitesinin
2010 yılına kadar, yani, onüç yıl içinde 60 000 megavat olması gerekmektedir.
Bir başka deyişle, talebimizin güvenilir bir şekilde karşılanması için 2010
yılına kadar 40 000 megavatlık yeni üretim tesisinin sisteme ilave edilmesi,
yani, mevcut sisteme yılda yaklaşık 3 000 megavat kurulu güç eklenmesi
zorunludur. Bu, gerekli diğer altyapı yatırımlarıyla birlikte yılda yaklaşık 4
milyar dolarlık, oniki yıllık süre için ise 45-50 milyar dolarlık yatırım
demektir. Yıllık yatırım gereksinimin sadece 1 milyar dolarlık kısmı kamu
kesimi tarafından bütçe olanaklarıyla karşılanabilmekte, kalan 3 milyar
dolarlık kısmın ise yerli veya yabancı özel sektörden karşılanması
gerekmektedir.
Enerji talebinin karşılanmasında, son
yıllarda meydana gelen santral tesislerindeki gecikmeler nedeniyle, yabancı
ülkelerden elektrik ithal edilmek zorunda kalınmaktadır, yabancı ülkelerden
elektrik ithal edilmektedir. Enerji sektöründe yaşanan darboğazın hızla
aşılabilmesi için, elektrik enerjisinin ucuz, güvenilir ve süratli bir şekilde
tüketiciye ulaştırılması için, yerli ve yabancı sermayenin enerji sektöründe
etkin bir şekilde katılımının teminiyle bu kanun hazırlanmıştır." Yani, bu
kanunun gerekçesine bakarsanız, bizim de aynen katıldığımız ve gerçekleşmesi
için çaba harcadığımız hedefleri içermektedir ve özellikle bu kanunun
çıkarılmasının amacının da, yabancı sermayenin getirilmesinin önünün açılması
olduğu net bir şekilde görülmektedir.
Bu kanunun görüşülmesi sırasında, teklif
sahibi Kayseri Milletvekili Sayın Salih Kapusuz, konuşmalarının içerisinde bazı
değerlendirmeler yapmıştır. Bu değerlendirmeler o gün de önemliydi, bugün de
önemli, bizim için. Sayın Kapusuz şöyle diyor: "Tabiî, siyasî partilerin
statüleri farklı olabilir, bazen iktidarda, bazen muhalefette bulunuyor olabilir;
ama, ülke yararına olan, ülke menfaatına olan, ülke için faydalı olan
çalışmalarla alakalı olarak herkesin ortak bir noktada buluşmuş olması,
hepimizin memnuniyet duyduğu bir husustur." Gerçekten, bu kanunla ilgili,
Mecliste tam bir konsensüs oluşmuştur ve Mecliste, yap işlet yasası, bu
belirtilen gerekçelerle, oybirliğiyle geçmiştir.
Yine devam ediyor Sayın Kapusuz:
"Karanlığa düşmemek için, karanlık sıkıntısı yaşamamak için, ülkenin çok
önemli ihtiyacı olan böyle bir konunun, elbette, elbirliğiyle çıkarılması,
sonuçlandırılması, bu ihtiyacın bir önce halledilmiş olması, hepimizin
menfaatınadır."
Devam ediyor Sayın Kapusuz: "Burada
bir şeyin altını çizmek istiyorum ki, değerli sözcü, Cumhuriyet Halk Partisi
Malatya Milletvekili Ayhan Bey 'hükümetlerin bu konuda dahli vardır; bu konu,
on yıldan beri ihmal edilmiştir' diyor; elhak, doğru söylüyor; ben de
katılıyorum; ihmal edilmiş olan konudur, ihmal edilmemesi gerekli bir konudur.
Bunu, (A) siyasî partisine, (B) siyasî partisine fatura çıkarmak için söylemiyorum;
ama, günümüzde, enerji ihtiyacı ve bunun potansiyel olarak karşılanması gerekli
olan miktarını, dünya şartlarında diğer ülkelerle kıyaslayacak olursanız,
ortalamaların çok çok altında olduğunu -hem üretim hem de tüketim açısından-
görmek mümkün. Bunun iyileştirilmesi için, herkes görevini layıkıyla
yapmalı."
Devam ediyor: "Bakınız, bu 8 milyar
metreküp -yani, 8 milyar metreküp bir gaza ihtiyaç olduğu söyleniyor-
Türkiye'de ihtiyacı karşılamanın çok çok gerisinde. Hem ucuz hem de temiz bir
enerji. Bu hükümetin hedeflemiş olduğu, 2010 yılı itibariyle altyapısını
oluşturduğu, mutabakatını sağlamış olduğu temin edilecek doğalgaz miktarı 60
milyar metreküp olacaktır. Bu, hepimiz için sevindiricidir." Yani, bir
yandan elektrikle ilgili durumu tespit ederken, bu yasanın görüşülmesi
esnasında, gazla ilgili projeksiyonları da değerlendirme imkânına kavuşuyoruz.
Şöyle devam ediyor: "Bu kış,
önümüzdeki günlerde en çok ihtiyaç duyulan budur: Şu anda, Yüksek Planlama
Kurulu kararı bile, istihsaline imkân vermeyecek aciliyetten hareketle -yani,
Yüksek Planlama Kurulu kararını bile almamıza gerek yok diyor- yeni Bakanımızın
da -o yeni Bakan da bendeniz- buna hız vereceğine inanıyorum. Sayın Bakanımız
ve yetkili arkadaşlarımız, özellikle, Orta Anadoluyu, Ankara'yı çok yakından
ilgilendiren bu doğalgaz hattı için, Ağrı-Erzurum arası..."
BAŞKAN -Sayın Ersümer, bir saniye...
Sayın milletvekilleri, bazı görevlilerin
bir bildiri dağıttığını, basın açıklaması dağıttığını görüyorum... Lütfen o
dağıtımı durdurun.
Kimden aldınız o dağıtma görevini...
Lütfen yerlerinize geçin, o dağıtımı bırakın.
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)- Millî Eğitim
Bakanı dağıttırıyor. Zaten, bugünlerde dağıtmaya başladı...
BAŞKAN - Sayın Ersümer, siz buyurun.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Yine
devam ediyor Salih Bey: "Bakınız, 1997-1998 yıllarındaki bu elektrik
açığını kapatmak üzere -biraz önceki konuşmacılar da bunu ifade etmişlerdir-
Türkiye, bu yıl sonunda, önümüzdeki yıllar itibariyle ciddî bir sıkıntı
çekeceği için tedbirler alınmaya gayret sarf edilmiştir. İran'dan,
Bulgaristan'dan, Gürcistan'dan yılda 2 500 000 000 kilovat/saat elektrik
enerjisi ithali için anlaşmalar yapılmıştır. Refahyol Hükümeti döneminde
başlatılmış olan bu projelerin, yeni hükümet tarafından ve yeni bakanımız tarafından
aksatılmadan devamı temin edilir ve
sonuçlandırılır, memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum"
diyor.
Doğru Yol Partisi de aynı şeyleri
söylüyor.
CHP'li konuşmacı arkadaşlarımız da
"her ne kadar siz bu işlerde, önceki yıllarda geciktiniz; ama, biz, bu
ihtiyacı tespit ediyoruz, bunun gerçekleşmesini istiyoruz" diye katkıda
bulunuyorlar.
Şimdi, elektrik sektörüyle ilgili,
yap-işlet'lerle ilgili bu bilgileri sunduktan sonra, doğalgazla ilgili birkaç
hususu da ifade etmek istiyorum.
Doğalgaz ihtiyacıyla ilgili çeşitli
değerlendirmeler var. 20 Şubat 1997 tarihinde yine dönemin Enerji Bakanı Sayın
Kutan'ın bir değerlendirmesini arz edeceğim. Sayın Bakan, 2000 yılında 27
milyar metreküp, 2010 yılında 50 milyar metreküpü aşacağını ifade ediyor.
Tabiî, bu rakamların bizim tarafımızdan şişirildiği iddiaları var; ama, bizim
ifade ettiğimiz yıllar itibariyle ihtiyaçlar ile Sayın Bakanın ifade ettiği
ihtiyaçlar tamamen birbirine uygun.
Yine devam ediyoruz; Sayın Recai Kutan
15-16 Aralık 1997 tarihinde yapılan III
üncü Petrol Şûrasında şu hususu belirtiyor ve 2000 yılındaki gaz talebinin 27
milyar metreküp, 2010 yılındaki gaz talebinin ise 52 milyar metreküp olacağını
ifade ediyor.
O günün BOTAŞ Genel Müdürü rahmetli
Mustafa Murathan BOTAŞ'ta bir yönetim kurulu toplantısı yapıyor ve o yönetim
kurulu toplantısında projeksiyonlarını belirliyorlar. Yine, o gün onların
belirlediği projeksiyonda da, 2010 yılında 49 milyar metreküp, 2015 yılında 53
milyar metreküp; yani, bu rakamlar da bizim tespitlerimize uygun.
Yine, devam ediyoruz. Sayın Genel Müdürün,
55 inci Hükümet kurulmadan bir ay önceki; yani, bizim hükümetimiz göreve
gelmeden bir ay önceki açıklamaları var: 2006'da 58 milyar metreküpten
bahsediyor, yine, yüzde 60'lara yakın bir kısmının da elektrikte
kullanılacağından bahsediyor; biz daha göreve gelmemişiz. Yani, bugünkü
"siz, elektrikte doğalgazı tercih ettiniz, doğalgaza yüklendiniz"
tarzındaki iddialardan bir tanesi de, şurada Genel Müdürün yaptığı tespitlerle
ortadan kalkıyor.
Tabiî, ne durumdaydık; onunla ilgili de,
Yüce Meclisin ıttılaına, yanlış anlaşılmayacağını ümit ettiğim bir bilgiyi
sunmak istiyorum: Tarih, 13 Kasım 2000, Rus Başbakanı Türkiye'yi ziyarete
geliyor. Gaz noktasında batı hattından çok büyük sıkıntılarımız var. Gaza, bir
yandan, Bulgaristan, Romanya haksız bir şekilde tasallutta bulunuyor; diğer
yandan, hava şartları çok ağır, gaz gerekli basınca ulaşamıyor, yeterli gazımız
gelmiyor; böyle bir sıkıntı içerisindeyiz. Ben, Sayın Başbakanla görüşme
esnasında bunu arz ettim. Sayın Başbakan da, Rus Başbakanına arz etmişler.
Sayın Başbakan Rusya'ya döndükten sonra, telefonla Sayın Başbakanımızı arıyor.
Yaptıkları görüşmede, Rusya Federasyonunun, batı hattından Türkiye'ye günde
verdiği 29 000 000 metreküp doğalgaz miktarını -39 000 000 metreküpe değil;
ama, 36 000 000 metreküpe- artırabileceklerini ifade ediyorlar. Yani,
sektördeki sıkıntıyı acaba bundan daha iyi ne anlatır?! Yani, Batı hattından
gelecek gazı 1 metreküp artırabilmek için iki Sayın Başbakan görüşüyorlar, telefon
teatisinde bulunuyorlar.
Şimdi, soruşturma önergesinde ve
raporundaki diğer bir başlık da BOTAŞ'la ilgili. BOTAŞ konusundaki
değerlendirmelerimi de kısaca sunmak istiyorum.
BOTAŞ'la ilgili tarafıma isnat edilen
fiillerin hiçbiri hukuken geçerli değildir, bu isnatlar, bizzat bu konudaki
mevzuatın kendisine aykırıdır. BOTAŞ, hak ve fiil ehliyeti tam, tüzelkişiliğe
sahip bir teşebbüstür. Soruşturma önergelerinde iddia edilen fiiller, hak ve
fiil ehliyetine sahip BOTAŞ'ın bir işlemidir, Bakanlık işlemi değildir.
Bakanlığın da bu işlemle bir ilgisi yoktur. Bakanlık, işleme katılmamıştır,
işlemin tarafı değildir. Bakanlık, sadece vesayet makamı konumundadır.
Bakanlıkların, ilgili kuruluşları ile bakanlıklar arasındaki vesayet
ilişkisinin sınırları özel mevzuatla sınırlandırılmıştır. İddia konusu işlem,
Bakanlığın vesayet ilişkisi dışında kalan ve özel mevzuata bağlı tutulan bir
işlemdir. BOTAŞ, anastatüsüyle belirlenmiş faaliyet ve amaçlarını
gerçekleştirmek için gerekli olan her türlü işlemi yapmak fiil ve ehliyetine
tam olarak sahiptir. Bu demektir ki, BOTAŞ, eylemlerini ve işlemlerini yapmak
için, aksi kararlaştırılmış olmadıkça, Bakanlığın veya bir başka kurumun
onayına veya iznine bağlı değildir. Nitekim, BOTAŞ'ın Bakanlıkla ve diğer
kurumlarla olan ilişkileri de yasal mevzuatında açıkça belirlenmiştir.
Rekabet Kurulunun bir değerlendirmesi var.
Tabiî, bu değerlendirme, birebir BOTAŞ'la ilgili suçlamalara cevap olacak
niteliktedir. Rekabet Kurulu bu değerlendirmeyi yapmış, Resmî Gazetede
yayımlanmıştır. Rekabet Kurulu, BOTAŞ'ın pahalı doğalgaz dışalımı yapmış olduğu
iddiasını reddetmiş, dışalım fiyatlarının uygun olduğuna karar vermiştir.
Rekabet Kurulu, 8.3.2002 tarih, dosya sayısı 2002/1-3 karar sayısıyla, BOTAŞ'ın
ithalat tekelini kötüye kullandığı, pahalı doğalgaz alımı yaptığı, hem BOTAŞ'ın
hem de doğalgaz dağıtımıyla ilgili diğer kuruluşların, aşırı fiyat uygulamak
suretiyle, hâkim durumlarını kötüye kullandıkları iddiasını incelemiş ve
aşağıdaki gerekçelerle, fiyatlandırma uygulamaları regülasyon kapsamında olan
dağıtım kuruluşları bakımından aşırı fiyatlandırmanın söz konusu olmadığına,
BOTAŞ bakımından bir hâkim durumun istismarının bulunmadığına, uygulanan
fiyatların da aşırı fiyat olarak değerlendirilmeyeceğine karar vermiştir.
Rekabet Kurulu "BOTAŞ'ın
Fiyatlandırma Sistemi" başlığı altında, maliyetler ve kâr oranı ilişkisi
bağlamında işletme maliyetlerine yer vermiş, bu arada, özellikle konumuz
yönünden önemli olan "doğalgaz dışalımının pahalı yapılması" konusunu
irdelemiştir.
Rekabet Kuruluna göre, şikâyet
başvurularında, BOTAŞ'ın, sahip olduğu ithalat tekelini kötüye kullandığı,
alımda pazarlık unsuruna yeterince önem vermediği, üretici ülkelerden pahalı
doğalgaz alımı yaptığı iddia edilmektedir. Buna karşılık, BOTAŞ yetkilileri,
ithalatta yalnızca uluslararası petrol ürünleri (hampetrol, gazyağı, ağır ve
hafif fuel-oil) fiyatlarının baz alındığını, üç ayda bir yapılan fiyat
revizyonlarında son altı aylık fiyat ortalamalarının esas olduğunu
belirtmişlerdir.
Yukarıda belirtildiği gibi, işletme
maliyetleri, toplam maliyetler içerisinde çok düşük bir paya sahiptir. Bu
nedenle, BOTAŞ'ın toplam ve birim maliyetleri, büyük ölçüde, doğalgaz alım
fiyatlarıyla bağlıdır.
Önaraştırma çerçevesinde hazırlanan
BOTAŞ'ın birim maliyet grafiği petrol ürünlerine ait ortalama fiyat grafiğiyle
karşılaştırıldığında, BOTAŞ yetkililerince yapılan açıklamalara paralel
sonuçlara ulaşılmıştır. Piyasada fiyat şeffaflığının olmaması nedeniyle,
doğalgaz fiyatlarının birebir karşılaştırılabileceği bir pazarın bulunması
imkânsızdır; ancak, dosya mevcudu bilgilerden, doğalgaz alım fiyatları ile
Avrupa Birliği ülkelerindeki ortalama ithalat fiyatlarının karşılaştırıldığı ve
birbirine çok yakın değerlere ulaşıldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, gaz alım
fiyatları petrol fiyatlarıyla doğru orantılı olarak seyretmekte, genel fiyat
düzeyinin yüksek olduğu, diğer bir ifadeyle, BOTAŞ'ın alımda pazarlık unsuruna
önem vermediği konusundaki iddiaların da doğru olmadığı kanaatine varılmıştır.
Görüldüğü üzere, alınan karar da, iddiaların dayanaksızlığını ortaya
koymaktadır.
Öte yandan, iddia konusu doğalgaz dışalım
fiyatları, emsallerine uygundur. Gerçekten, Rusya'nın Avrupa ülkelerine
doğalgaz satış fiyatlarına bakıldığında, iddia konusu doğalgaz dışalım
fiyatlarının, iddianın aksine, emsallerine uygun olduğu görülmektedir. Örneğin,
Rusya'nın 1 000 metreküp doğalgaz satış fiyatları, Fransa için 155,13; Almanya
için 53,31; İtalya için 151,50 dolardır.
Rekabet Kurulu, iddianın aksine, ithal
edilen doğalgazın alım fiyatının uygunluğuna bağlı olarak, dağıtım
şirketlerince, sanayi kesimi ile evsel tüketiciye satış fiyatlarının da Avrupa
ortalamalarının çok altında olduğuna karar vermiştir. Rekabet Kurulu kararına
göre, ithalatçı şirketler hangi fiyatları uygularlarsa uygulasınlar, 1997-2000
yılları arasında nihaî olarak piyasalarda oluşulan perakende satış fiyatlarının
karşılaştırılması olanağı mevcuttur. Buna göre, 1999 yılında BOTAŞ yüzde
67-77'lik bir kâr oranına sahip olsa da, Türkiye pazarında oluşan perakende
satış fiyatlarının AB ortalamalarının çok altında olduğu görülmektedir.
BOTAŞ tarafından sanayi kesimine uygulanan
perakende satış fiyatları ile Avrupa Birliği ortalamaları arasında küçük
farklar mevcuttur. Bununla birlikte, Avrupa Birliği ülkelerinde sanayi kesimine
satılan doğalgaz üzerinde KDV bulunmadığı, buna karşılık, Türkiye'de sanayi
kesimine satışlarda yüzde 8 oranında KDV uygulandığı da gözönüne alındığında,
aslında BOTAŞ fiyatlarının Avrupa Birliği ortalamasına çok yakın olduğu açıkça
anlaşılmaktadır.
Evsel tüketimdeki perakende fiyatlar ise,
Avrupa Birliği ortalamasının yarısından daha düşüktür. Sayın milletvekilleri,
burası çok çarpıcı; evsel tüketimdeki perakende fiyatlar ise, Avrupa Birliği
ortalamasının yarısından daha düşüktür. Avrupa Birliği fiyatları konusunda 2001
yılına ilişkin kesin istatistikler bulunmamakla birlikte, bu yıl Türkiye'de
ortaya çıkan fiyat artışları sonucunda bile, evsel tüketim açısından Avrupa
Birliği ortalamalarının altında bir fiyat düzeyine sahip olunduğu
görülmektedir. Bu durumda, BOTAŞ'ın, gerek mevcut durumda gerekse en yüksek
kârlılık oranlarına sahip olduğu 1999 yılında aşırı fiyatlandırma yaptığı
yolunda değerlendirmede bulunmak mümkün değildir.
Rekabet Kurulu, bu, çok tartışılan
"take or pay" yani "al veya öde"yle ilgili anlaşmalarda da
bir değerlendirme yapmıştır; ilerleyen konuşmalarımızda da, maalesef, burada,
sadece bir yönü anlatılan veyahut gereği gibi izah edilme çabası içerisinde
bulunulmayan "take or pay", "al veya öde"yle ilgili
hususları da dile getirme çabası içerisinde olacağım.
"Take or pay" yöntemi, sadece
Türkiye'de uygulanan bir yöntem değildir. Tüm dünyada, uzun dönemli gaz alım
anlaşmaları "take or pay" maddeleriyle imzalanmıştır. Örneğin, İran
anlaşmasında da aynı maddeler vardır. Bugüne kadar, sadece ilk doğalgaz almaya
başladığımız 1988 yılında 23 000 000 dolar "take or pay" parası
ödenmiş; ancak, 1989 yılında, ödediğimiz bu para, yine kontratların ilgili
maddeleri gereğince, bedelsiz gaz alınmak suretiyle geri alınmıştır; yani,
Rekabet Kurulu, burada "take or pay"in, "al veya öde"nin
bir tarifini getiriyor. Fiilî bir olaya dayanarak "take or pay"i
tarif ediyor. Ne diyor; 1988 yılında 23 000 000 dolar "take or pay"e
girilmiş; ödediğimiz bu para, 1989 yılında, yine kontratların ilgili maddeleri
gereğince, bedelsiz gaz alınmak suretiyle geri alınmıştır. Yani, Türkiye'de bir
kandırmaca yaşanıyor. "Al veya öde" parasının yanan bir para olduğu,
verilince yok olacağı ve netice itibariyle Türkiye'ye zarar verecek bir para
olarak değerlendiriliyor. Aslında, alınmayan gaza ödenen bu para, ileride
alınacak gaz paralarından mahsup edilen bir paradır; ortada, yok olan, devlete
zarar veren bir paranın olması da söz konusu değildir. Bunu, maalesef, burada
gelip konuşma yapan Sayın Komisyon Başkanı da biliyor, sayın komisyon üyeleri
de biliyor; ama, Yüce Meclisten böyle bir bilgiyi saklamayı, sadece ve sadece
bizi suçlamak için gerekli görüyorlar. "Al ya da öde" yöntemi, bu tür
anlaşmaların esaslı unsurlarındandır.
Devam ediyorum... Rekabet Kurulunun
kararına göre, doğalgaz üretimi, boru hatları, kompresör istasyonları, ölçüm
istasyonları, sıvılaştırma tesisleri, tankerler ve gazlaştırma tesisleri gibi
yoğun sermaye yatırımları gerektirmektedir. Dünyada, önce uzun vadeli doğalgaz
alım-satım anlaşmaları yapılmakta ve takiben, sayılan yatırımların finansmanı
ve inşaatı gerçekleştirilmektedir. Büyük sermaye yatırımlarının birim başına
maliyetini en aza indirmek, başka bir ifadeyle doğalgaz ticaretinin
yapılabilirliğini sağlamak amacıyla doğalgaz alım anlaşmaları yirmi yirmibeş yıl gibi uzun süreleri kapsayacak
şekilde yapılmaktadır. Bu durum, alıcı açısından sözleşme fiyatlarının düşük
olarak belirlenmesini doğurduğu kadar, alıcı ve satıcının uzun dönemli
yükümlülükler altına girmesine de yol açmaktadır.
Rekabet Kurulu kararına göre, her
sözleşme, projenin ve ülkenin şartlarına göre değişiklik göstermekle birlikte,
aşağıda belirtilen açılardan birbirine benzer maddeler içermektedir: Teslim
noktası, doğalgazın kalitesi, doğalgaz alım miktarı, teslim prosedürü, mücbir
sebepler, alım ve teslimat yükümlülükleri, fesih şartları, tahkim şartları,
hukukî şartlar ve fiyat gibi müştereklikler vardır. Gerçekten, uzun süreli
olması nedeniyle, bu tür anlaşmaların esaslı, yani anlaşmaya özelliğini veren
tipiklik unsurlarından biri, satıcının sözleşmede belirlenmiş olan sürelerde
alıcının emrine tahsis edeceği kararlaştırılan sözleşme konusu malın miktarının
alımının garanti edilecek olmasıdır. Satıcı, anlaşmanın bu esaslı unsuruna
güvenerek, sözleşme konusu malı alıcının emrine tahsis edecektir. Bu tür
anlaşmalar, dünyada uygulama olanağı fazla olan malların satışına ilişkin
değil, aksine, doğalgaz gibi sınırlı miktarda, özellikle devletlere satılabilen
mallara ilişkin bir uygulamadır. Satıcının sözleşmede belirlenen sürelerde
alıcının emrine tahsis etmiş olduğu belirli malı ya alması ya da alamadığı
kısmın parasını ödemesi, anlaşmanın tipiklik unsurudur. Nitekim, alım-satım
sözleşmelerindeki fiyat, büyük ölçüde, sözleşmenin diğer şartları dikkate
alınarak belirlenmektedir. Bu
çerçevede, alıcının taahhüt ettiği toplam alım miktarı, bu taahhüdün belirli
bir kısmını yerine getirme yükümlülüğü, bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi
halinde satın alınmayan gazın ücretinin alıcıya yansıtılması, tarafların diğer
alanlarda ekonomik ve siyasî işbirliği yapması gibi unsurlar, aynı sağlayıcının
çeşitli müşterilere uyguladığı doğalgaz satış fiyatları arasında farklılığın
oluşabilmesine yol açmaktadır; ancak, burada unutulmaması gereken bir nokta,
önceden peşin olarak parası ödenmiş olan doğalgaz miktarının, satıcı tarafından
taraflarca belirlenmiş olan bir tarihte, mutlaka, alıcıya, ayrıca bir bedel söz
konusu olmaksızın sağlanacak olmasıdır. Bu nedenle al ya da öde deyiminden
hareketle, alıcının peşin ödenmiş olan gaz miktarını tüketememesi ile zamanında
alamaması durumunda, parası ödenmiş olan bu gaz üzerindeki hakkını kaybedeceği
veya bir daha talepte bulunamayacağı gibi sonuca varmak doğru değildir. Bu
nedenle, anlaşmalar usulüne uygun yapılmıştır. Bu karar, Rekabet Kurulunun bir
kararıdır.
Emsal uygulamalara konu olan anlaşmalar
da, al ya da öde yöntemiyle yapılmıştır. Türkiye'nin bugüne kadar yapmış olduğu
tüm doğalgaz anlaşmaları, iddia konusu yapılan al ya da öde (take or pay)
yöntemiyle yapılmıştır. Bu uygulamalar, yani İran gazı, Batı hattından alınanlar,
LNG, Nijerya gazı, Cezayir gazına ilişkin anlaşmaların tamamı da iddia konusu
usulle yapılmıştır. 1999-2003 arasındaki dönemde, take or pay şeklinde yapılmış
bir ödeme yoktur. Kamusal savunma, ayrıntılı bir biçimde, Rekabet Kurulu
metnini komisyona vermiş ve işlemiştir. Soruşturma Komisyonu ise, raporunda,
Rekabet Kurulu kararını kasıtlı olarak görmezlikten gelmiş ve
değerlendirmemiştir.
Bir başka husus da, 4646 sayılı Kanunun
geçici 2 nci maddesine göre, sözleşmenin 2003 yılında özel sektöre devredilmesiyle
ilgili kanun emridir. Bu nedenle, bu tarihten sonra da BOTAŞ'ın bu konuda bir
faaliyeti olmayacağından, iddia konusu risklerin oluşması da söz konusu
değildir.
Yine, biraz önce burada konuşan komisyon
üyesi bir arkadaşımız, işte bu take or pay ile ilgili konuyu izah ediyor. Diğer
konuşmacılar da değiniyorlar; ama, hiçbiri, bu mevcut, meri, yürürlükte olan
Doğalgaz Yasasının geçici 2 nci maddesinin BOTAŞ'a yüklediği kanun emrinin
yerine gelmemesinin sebebini konuşmuyorlar. Ben bunu bir başka türlü ifade
edebilirim; şöyle de diyebilirim: Eğer, BOTAŞ, 2003 yılında devretmesi gereken
kontratlarını devretmiş olsaydı, bugün burada take or pay ile ilgili herhangi
bir şey konuşmamız mümkün olmazdı. Tabiî, bu işin bir başka önemi daha var; o
da, doğalgaz piyasasının liberalleşmesiyle ilgili bir konu; onu da ileride arz
etme çabası içerisinde olacağım.
1999-2003 tarihleri arasında take or pay
şeklinde ödeme yoktur; olmayan bir ödemeden, mevzuata göre, bir sorumluluğum
söz konusu olmamakla birlikte, Bakan sorumlu da olmaz. Kaldı ki, 4646 sayılı
Yasanın geçici 2 nci maddesi gereğince, ilk yüzde 10 ithalat pay devri 2003
Kasımında yapılması gerekirken bu pay devri yapılamamıştır. Oysa, bu maddeye
göre, ithalat sözleşmesinin tamamı, her yıl yüzde 10 oranında olmak üzere,
2009'da tüm devir işlemi tamamlanmış olmalıdır. Bu nedenle, enerji sektörüyle
ilgili olarak serbest piyasa düzeninin oluşmasının engellenmiş olduğu
iddiasının da hiçbir anlamı yoktur. Şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk
edilen -ben takip ediyorum, komisyonda da görüşüldü, sanırım gündeme geldi-
yasayla, enerji piyasasının liberalleşmesini sağlamaya yönelik, elektrik ve gaz
piyasasını düzenleyen yasalar ve piyasaların serbestleştirilmesine dair ana
fikir ortadan kalkmaktadır.
Şimdi, hükümetimizin Avrupa Birliği
yolunda attığı adımları, birçoğunu bizim başlatıp mevcut hükümetimizin devam
ettirdiği adımları gerçekten gururla izliyoruz; ama, şunu unutmayın ki, atılan
bu adımların hepsi siyasî adımlar. Bu işin bir de ekonomik ayağı var; yani, Avrupa
Birliği, siyasî birlikten ziyade ticarî bir birlik ve Avrupa Birliğinin 1996
yılında, 2003 yılında ortaya koyduğu birtakım direktifler var. Türkiye Avrupa
Birliğine girecekse bu direktifleri de
yerine getirmek zorunda. Bu hedeflerden birincisi, elektrik ve doğalgaz
piyasalarını düzenleyen kurulun bağımsızlığının ve etkinliğinin sağlanmasıdır.
Bu getirilen kanunlarla, hem elektrik piyasasının hem doğalgaz piyasasının
serbestleştirilmesine önemli bir darbe vurulmaktadır. Yine, ayrıca, Enerji
Piyasası Düzenleme Kurulu ciddî bir yara almaktadır, bağımsızlığı noktasında
yara almaktadır. Bu kurulun görevlerini etkin bir şekilde sürdürebilmesini
sağlamak da, yine, Avrupa Birliği direktiflerinden bir diğeridir. Tekel
niteliğindeki elektrik ve doğalgaz piyasalarının rekabete açılarak adil,
şeffaf, sürdürülebilir serbest piyasa yapısının oluşturulması yönünde yasal
düzenlemelerin yapılması direktifi 1996 direktifidir, biz de bu direktife uygun
olarak 2001 yılında bu serbestleşmeyi sağlayacak yasalarımızı TBMM'den
geçirdik; ben, Enerji Bakanı olarak bu yasaları takip ettim. Neticede, hem bir
yandan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunu oluşturduk hem bir yandan doğalgaz
piyasasının, elektrik piyasasının serbestleştirilmesini sağladık. Şimdi, bu
getirilen yasalarla -yani, başka önemli yönleri de var da; ama, benim şu an
için en çok önemsediğim husus budur- bu serbestliğin önüne engel
getirilmektedir.
Şimdi, ben takip ediyorum; BOTAŞ,
Avrupa'da -yanılmıyorsam Avusturya'da- gaz satmak üzere uluslararası bir şirket
kurdu. Şimdi, bu şirketin Avrupa Birliği normlarına göre Avrupa'da bu gaz
satışını gerçekleştirebilmesi için, bu direktiflere uygun hareket edecek bir
düzenleyici kurulun olması lazım. Siz Avrupa'nın bir parçası olmak istiyorsanız, Avrupa'da malınızı satmak istiyorsanız,
doğaldır ki, bu kriterlere uymak zorundasınız. O nedenle, bu işi çok
önemseyerek Meclisin ıttılaına getirme ihtiyacını duyuyorum. Avrupa Birliği direktiflerinin önemli bir bölümü bu
yasalarla ortadan kaldırılmaktadır veya darbe vurulmaktadır. Bu hususa,
Meclisin, bu düzenlemelerin görüşülmesi esnasında daha bir dikkatli bakacağını
zannediyorum.
Tabiî, burada getirilen bir başka husus
da, kanunun emrettiği, yani, 4646 sayılı Yasanın BOTAŞ'a emrettiği, 2003
yılında kontratlarını devretmeyle ilgili yükümlülük, bu getirilen yasayla
ortadan kaldırılmaktadır. Peki, bir yandan "BOTAŞ take or pay'e girecek,
çok büyük bir tehlike içindeyiz" diyorsunuz ve bundan dolayı da beni ve
dönemimi sorumlu tutma çabası içinde bulunuyorsunuz, o zaman, bırakın, BOTAŞ bu
kontratlarını devretsin. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun kapısında bekleyen
bir sürü şirket var; bunların kimler olduklarını siz de biliyorsunuz. Bu
şirketler bu gazları almak için birbirlerini eziyorlar. Bırakın, BOTAŞ
devretsin bu kontratları; take or pay riskinden de kurtulsun; ama, olay o
değil. Olay şu: Şimdi, Mavi Akımla ilgili yeni bir anlaşma yapıldı. Sayın
Bakanımız "işte, nasıl yapılması gerekirse öyle yaptık" tarzında bir
değerlendirmeyle Mavi Akımla ilgili bir anlaşma yaptı. Bu Mavi Akımla ilgili
anlaşmanın kamuoyuna yansıyan çok önemli yönleri var. Kaderin cilvesine bakın
ki, benimle en çok uğraşan gazeteci bayan Nazlı Ilıcak, bu değerlendirmeleri
kendi gazetesinde yaptı. Diyor ki: "Acaba, Enerji Bakanı Hilmi Güler, Mavi
Akımın miktarında ve fiyatında indirim sağlarken, karşılığında formülü mü
değiştirecek? Öyle yapmayı düşünüyorsa, bence o adımı sakın atmasın."
Nazlı Hanım, hâlâ Mavi Akımı pahalı gaz kabul ediyor; Sayın Enerji Bakanımızın
yapacağı görüşmelerde de Mavi Akımın fiyatını indirmeyi hedeflediğini sanıyor.
Devam ediyorum... "Adımı
atmasın" diyor Nazlı Hanım. Sonra "Meclis Yolsuzlukları Araştırma
Komisyonu, Turusgaz'da formül değişikliğine gidenler hakkında suç duyurusunda
bulundu. Üstelik, Mavi Akımın formülü ve dolayısıyla fiyatı, Meclis çoğunluğu
tarafından tasdik edildi. TBMM'den geçen uluslararası sözleşmede, BOTAŞ ve
Gazexport arasında imzalanan doğalgaz alım-satım anlaşması onaylanıyor. Bu
anlaşmada yer alan formül de ancak Meclis kararıyla değişebilir" diyor ve
"mevcut formülde 1 000 metreküp, 30 dolarlık bir avantajımız var.
Rusya'dan elde ettiğimiz indirimler bu 30 doları karşılayacak mı? Kısacası,
formül değişikliğiyle 1 000 metreküp doğalgaz fiyatı 120 dolardan 150 dolara
çıkacaksa, bunun karşılığında kaç dolarlık tasarruf elde edebiliyoruz"
diye soruyor Sayın Ilıcak, Sayın Bakana. Neyse, anlaşma oluyor, geliyor, bir
bakıyoruz, Tercüman Gazetesinde manşet: "Dolarlar mavi mavi akacak",
"dört ayrı fiyat kalktı", "üç hatta indirim -üç hat; işte,
batıdan alınan iki hat, biri de Turusgaz- Mavi Akımda bindirim yapıldı."
Hani, bu Mavi Akım en pahalı gazdı?! Hani, bu Mavi Akım Türkiye'ye yapılmış en
büyük ihanetti?! Nazlı Hanımın böyle bir şey yazması, gerçekten, beni çok mutlu
etti. "Üç hatta indirim, Mavi Akımda bindirim yapıldı." Tek fiyat 123
dolar oldu. Ödenecek para 2,1 milyar dolar arttı. Bu nasıl pazarlık?! Yani, bir
yandan gazı ucuzlattık diyeceksiniz, 123 dolara düşürdük diyeceksiniz, diğer
yandan da 2,1 milyar dolar para da artıracaksınız. Bunun artırımının da bir
maskesi var; onu da söylemeye çalışacağım.
Şimdi, Sayın Bakanımız diyor ki, Türkiye,
2025 yılına kadar ödeyeceği şu kadar take or pay bedelinden kurtuldu. Haa,
şimdi, gelip, doğalgaz kontratlarının devriyle burada artan fiyatın
karşılandığı veyahut take or pay'den doğacak zarar önlendi diye yapılan iddiayı
birleştirdiğinizde, o zaman, doğalgaz kontratlarını niye devretmediğinizi
anlamak mümkün değil. Yani, bu kontratları devretseniz take or pay'e
girmeyecekseniz. Take or pay'e girmeyecekseniz, 2,1 milyar doları Rusya'ya niye
fazladan ödediniz?!
Şimdi, ben, bu soruların cevaplarını
-Nazlı Hanım çok ciddî takip eder; bizi DGM'lere kadar şikâyet etti- Nazlı
Hanımın köşesinde okuyacağımı ümit ediyordum; ama, yok. Herhalde cevap almadığı
için yazmadı. Eğer cevap almadıysa, bunun peşini de bırakmaz. Acaba, ikna mı
edildi; düşünüyorum. Ümit ederim... Bu soruların cevaplarını, biz, Sayın
Bakandan da alamadık.
Bir başka husus daha var; Enerji Piyasası
Düzenleme Kurulu, bu son yapılan doğalgaz düzenlemesini şartlı tasdik etti;
yani, Türkiye'nin yapmış olduğu doğalgaz anlaşmaları, Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulunun, yeni kanunu gereğince, tasdikine tabi. Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulu, "bu doğalgaz alım anlaşmalarını ben tasdik ediyorum; ama, hazine
zararı yoksa tasdik ediyorum" diyor. Bu da çok dikkat çekici bir husustur.
Ben, netice itibariyle, take or pay
işinin, burada, doğalgaz alımıyla ilgili bir umacı olarak gösterildiğini, take
or pay'e Türkiye'nin girmesi halinde herhangi bir bedel ödemeyeceğini, ödediği
paranın yanmayacağını, yok olmayacağını, ileride alınacak gaz beledilinden
mahsup edileceğini, usulünün bu olduğunu belirtiyorum ve Rusya'dan alınacak
olan, Mavi Akımdan alınacak olan gazla ilgili de böyle bir hususun mevcut
olmadığını açıkça ifade etmek istiyorum; çünkü, gerçekten, kim ne derse desin,
şu anda, Türkiye'nin, kullanmakta olduğu her milimetre gaza ihtiyacı vardır ve
takip ediyoruz, bundan haz da duyuyoruz.
Biz, 2000 yılı haziran ayında doğalgazın
57 ilimize dağıtılmasıyla ilgili bir programı koymuştuk masanın üzerine; ancak,
zor oluyor tabiî, üçlü bir koalisyon hükümetinde böyle bir işlemi
gerçekleştirmemiz mümkün olmadı. Bu dağıtım işini, şimdi, hükümetimizin hızlı
bir şekilde gerçekleştireceğine inanıyorum. Türkiye hızla büyüyen bir ülke;
hele büyüme hızlarımız böyle giderse, çok yakında... Zaten, bizim getirdiğimiz
kanunla, biz, BOTAŞ'a doğalgaz ithal etme yasağı getirmiştik; önümüzdeki
günlerde Mecliste görüşeceğiniz bir kanunla, BOTAŞ'a getirdiğimiz bu yasak da
kaldırılıyor. Anlıyorum ki, yakında BOTAŞ doğalgaz ithal etmeye de başlayacak.
İnşallah, bu büyüyen Türkiye'nin içinde, bu kısır çekişmelere, bu uydurma
suçlamalara bir daha hiç kimse tevessül etmeyecek.
Şimdi, bu Mavi Akım Projesiyle ilgili de
bir şey söylemek istiyorum. Yani, ben, biraz önce, işte, elektrik arz-talebiyle
ilgili, yap-işletlerle ilgili tespitlerimi yaparken, doğaldır, ben ne aldım,
bakan olduğumda kucağımda ne buldum; bunu ifade etmek ihtiyacını da
hissediyorum.
Şimdi, Mavi Akım Projesi, efendim, bizim,
sanki akşam evimizden koltuğumuzun altında getirdiğimiz bir projeymiş gibi
değerlendirildi ve maalesef -tabiî, bu, siyasetin bir cilvesidir- bu projeyle
ilgili, hem şahsım hem partimiz hem hükümetimiz çok haksız ve yersiz
suçlamalara hedef oldu.
Şimdi, bir iki hususu hızlıca ifade
edeceğim. Bu boru hattıyla ilgili Rus ve Türk yetkililer arasında ilk
görüşmeler; yani, Karadenizin altından geçecek boru hattıyla ilgili iki ülke
arasında ilk görüşmeler 1996 yılının son çeyreğinde başlamış. Bu çerçevede
BOTAŞ, GAMA ve Gasprom arasında ilk toplantı 14.1.1996 tarihinde yapılmış,
ikinci toplantı 3 Aralık 1996 tarihinde yapılmış ve yine, bu boru hattıyla
ilgili fizibilite yapma görevi 200 000 dolar karşılığında BOTAŞ tarafından,
Rusya'nın Gasprom'unun da içinde bulunduğu bir şirkete verilmiş. Bu toplantılar devam etmiş.
Neticede bir protokol imzalanmış. Söz konusu gaz boru hattının başlangıç
noktası Rusya Federasyonu Sivastopol bölgesindeki İzobilnoya, bitim noktası ise
Ankara Türkiye'dir. Gaz boru hattının Rusya toprakları kısmı ile Karadeniz
tabanından geçişin nihaî fizibilitesinin finansmanı Rao Gasprom tarafından
yapılacaktır. Bunu yapmak için de ne gibi belgeler lazımdır; Gasprom, BOTAŞ'tan
bunları istiyor. Bu protokolün tarihi de -yine bizden önce- 16-18 Ocak 1997'dir. Tabiî bu çalışmalar basına da yansımış. İşte
"Rusya'dan doğalgaz müjdesi" 28.8.1996 tarihli Günaydın ve Zaman
Gazetelerinde yer almış. "Enerji açığını Rus doğalgazı çözecek. 1 194
kilometrelik boru hattı Karadenizin altından geçerek izobilnoya'dan Ankara'ya
yılda 13 milyar metreküp doğalgaz taşıyacak..." Bu da 21.3.1997 tarihli
bir gazete haberi. "Rus doğalgazının güzergâhı Karadeniz" diye
Yenişafak'ta yayımlanan bir haber. "BOTAŞ, doğalgazının güzergâhı olarak
Karadenizi kullanmayı düşünüyor. Deniz boru hattının karaya göre pahalı
olmasına rağmen, kısa mesafeli olduğu için tercih edileceği belirtiliyor. 1997
yılında 8,9 milyar metreküp doğalgaz kullanımına karşın, bu rakamın 2010
yılında 60 milyar metreküpe ulaşacağını söyleyen Murathan, Türkiye'nin doğalgazla ilgili yatırımlarının
basit alım-satımlarına göre düzenlenmesi gerektiğini belirtiyor." Yine,
tabiî, bu değerlendirmeler devam ediyor. Sayın Kutan "Rusya'dan doğalgaz
alımını sağlamak üzere mevcut doğalgaz boru hattı dışında Karadenizin altına
boru döşenmesine ilişkin fizibilite çalışmaları devam etmektedir, ayrıca,
Türkiye'nin doğusuna da getirilmesi planlanmaktadır. Karadeniz geçişli boru
hattı projesinin, yaklaşık olarak, 3,3 milyar ABD Doları tutarında olması
beklenmektedir" diyor. Bu, Sayın Kutan'ın Türkiye Dergisindeki 25.6.1997
tarihli bir değerlendirmesi.
Şimdi, Mavi Akım Projesinin 1996'da
başlayıp, netice itibariyle bizim göreve geldiğimiz güne kadar sürdüğü, biz
göreve geldikten sonra da, devlette devamlılık ilkesi ve doğru bir proje olması
nedeniyle, biz de bunun gerçekleşmesi için çalışmalarımızı sürdürdük. İlk
olarak, 29 Ağustos 1997'de Gazprom Başkanı Vyahirev ile ben bir protokol
imzaladım, müteakiben 15 Aralık 1997'de alım satım anlaşması imzalandı, 27
Kasım 1999'da hükümetlerarası yapılan bu anlaşmaya ek olarak Türk ve Rus
karasularında inşaat ve işletme faaliyetlerinde uygulanacak vergi rejimini
belirleyen bir protokol daha imzalandı. Türkiye Büyük Millet Meclisinde
görüşülerek, bu anlaşmalar ve protokoller kabul edildi. Hükümetler arasındaki
anlaşma, 1 Nisan 1998 tarihinde Millet Meclisinde görüşülerek kabul edilmiş; 4
Nisan 1998 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak, 4357 sayılı Yasa olarak,
yürürlüğü de girmiştir.
Görüldüğü üzere, Mavi Akım Projesi,
15.2.1997 tarihli anlaşma, bu anlaşmanın onay kanunu olan 4357 sayılı Yasayla
oluşan özel yasa mevzuatına bağlı olarak yaptırılacaktır. Özel yasa mevzuatı
gereğince, Mavi Akım Projesinin yapımı işi, Rusya tarafına verilmiştir. Burada
değerlendirildi, niye verilmiş niye verilmemiş. Şimdi, kısaca anlatma çabası
içinde olacağım.
Rusya Federasyonu, Türk-Rus Hükümetleri
Arası Karma Ekonomik Komisyonu Üçüncü Dönem Protokolüyle Türkiye'deki
projelerin Rus firmalarınca yapılması talebinde bulunmuştur. Türk-Rus
Hükümetleri Arası Karma Ekonomik Komisyonu üçüncü dönem toplantısı, 4-7 Kasım
1997 tarihleri arasında Ankara'da yapılmıştır. Toplantılarda, Türk Heyetine
Devlet Bakanı Sayın Güneş Taner, Rus Heyetine ise Sağlık Bakanı Sayın Tatiana
Dimitriyova başkanlık etmiştir. Karma Ekonomik Kurul Komisyonu üçüncü dönem
protokolünde "ekonomik işbirliği" başlığı altında "Taraflar,
müteahhitlik hizmetleri alanındaki işbirliğinin dinamik bir şekilde
geliştirilmesinden memnuniyet duyduklarını belirtmişlerdir. Taraflar, Türk
inşaat şirketlerinin müteahhitlik alanında Rusya'da aktif bir şekilde
faaliyette bulunduklarını ve üstlendikleri proje tutarının 6 milyar doları
aştığını ifade etmişlerdir." Yani, o tarih itibariyle, Türk şirketlerinin
Rusya'daki inşaat işleri 6 000 000 000 dolara tekabül ediyor. "Diğer taraftan,
Rus tarafı, Rus inşaat şirketlerinin Türkiye'de üstlendikleri projelerin
bedellerinin yaklaşık 100 000 000 dolar olduğunu dile getirmişlerdir. Bununla
ilişkili olarak, Rus tarafı, bu alanda mevcut dengesizlikten duyduğu ciddî
endişeyi dile getirerek, Rus kuruluşları tarafından Türkiye'de inşa edilmiş
olan projelerin modernizasyonu dahil olmak üzere, Rus inşaat kuruluşlarının
Türkiye'de proje üstlenmeleri konusunda uygun şartların sağlanmasını, Türk
tarafından talep etmiştir. Türk tarafı, Türkiye'de açılacak uluslararası
ihalelerde Rus firmalarını görmekten duyacağı memnuniyeti belirtmiştir."
Enerji alanındaki işbirliği ayrı bir
başlıktır: Taraflar, enerji alanındaki işbirliğinin, iki ülke arasındaki
ilişkilerin geliştirilmesinde büyük bir potansiyele sahip olduğunu
belirtmişlerdir. Taraflar, her iki ülkedeki termik ve hidrolik enerji
santralları, enerji nakil hatları, doğalgaz boru hatları, doğalgaz depolama
tesisleri ve doğalgaz dağıtım şebekeleri gibi tesislerin modernizasyonu ile
yenilerinin projelendirilmesi ve inşası alanlarında işbirliğinin geliştirilmesi
hususunu ilgili kuruluşlara tavsiye etme hususunda bir mutabakata varmışlardır.
Karma Ekonomik Komisyonu üçüncü dönem
protokolünden de anlaşılacağı üzere, Rusya Federasyonunun, inşaat alanında, iki
ülke arasındaki Türkiye lehine bozulan dengenin yeniden kurulması amacıyla, Rus
inşaat şirketlerinin Türkiye'deki projeleri üstlenmeleri konusunda yoğun bir
isteği vardır. Karma Ekonomik Komisyon üçüncü dönem protokolünün sonucu olarak,
Mavi Akım Projesi görüşmeleri sırasında, projenin, Gazprom ana inşaat şirketi
ile yerli ortaklarından oluşan bir konsorsiyum tarafından inşa edilmesi
kararlaştırılmıştır Ekonomik Komisyon toplantısında. 15 Aralık 1997 tarihli
anlaşmanın 3 üncü maddesiyle, Mavi Akım Projesinin yapım işi, bir ihaleye bağlı
olmaksızın, doğrudan doğruya Gazprom'un anaşirketi ile Türk şirketlerinden
oluşacak bir konsorsiyuma verilmiştir.
15 Aralık 1997 tarihli anlaşmayla,
projenin Türkiye topraklarındaki kısmının hangi yöntemle inşa edileceği de
belirtilmektedir. Anlaşmanın 3 üncü maddesinde, Mavi Akım Projesinin
Samsun-Ankara bölümünün Gazprom'un anaşirketi ile Türk şirketlerinden oluşacak
bir konsorsiyum tarafından inşa edileceği hükmü de yer almaktadır. Hükümetler
arasında imzalanan anlaşma, Türkiye'nin, sadece projenin kendi topraklarındaki
kısmının finansmanını gerçekleştireceği; ama, bir bütün olarak inşaat işlerinin
Gazprom'un belirlediği konsorsiyumla yapılacağı hükmünü içermektedir.
Anlaşma gereğince, anaşirket Gazprom,
konsorsiyumun Türk ortaklarını belirlemiştir. Gazprom, bu anlaşma hükmüne göre,
konsorsiyumda, kendi anaşirketi Stroytransgaz'ın Türk ortakları olarak Turan
Hazinedaroğlu İnşaat ve Ticaret AŞ ve Öztaş İnşaat ve Ticaret AŞ'nin yer
alacağını BOTAŞ'a bildirmiştir. Anlaşmanın 3 üncü maddesi gereğince, Gazprom,
söz konusu konsorsiyumda görev alacak anaşirketin Stroytransgaz olduğunu ve
şirketin Türk ortaklarının yukarıda belirtilen iki şirket olduğunu 18.12.1997
tarihli yazıyla BOTAŞ'a iletmiştir.
Görüleceği üzere, inşaat firmalarının
seçimi tamamen Rusya'nın kendi tercihidir. Bu konuda Türkiye'nin herhangi bir
inisiyatif kullanması ve dolayısıyla, herhangi bir kayırmanın olması da zaten
mümkün değildir. Anlaşmayla, Mavi Akım Projesinin yapım işinin bir ihaleye bağlı
olmaksızın doğrudan doğruya OHS Konsorsiyumuna verilmesi, 4357 sayılı Yasayla
onaylanmış ve anlaşmanın 9 uncu maddesi gereğince yürürlüğe girmiştir.
1.4.1998 kabul tarihli 4357 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Rus Doğalgazının
Karadeniz Altından Türkiye Cumhuriyetine Sevkıyatına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanunun 1 inci maddesine göre, 15
Aralık 1997 tarihinde Ankara'da imzalanan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile
Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Rus Doğalgazının Karadeniz Altından Türkiye
Cumhuriyetine Sevkiyatına İlişkin Anlaşmanın onaylanması uygun bulunmuştur.
4357 sayılı onay yasasının TBMM Genel Kurulundaki görüşmeleri, 1.4.1998 tarih
627 sıra sayılı ve (1/716) esas nolu tasarının Türkiye Büyük Millet Meclisi
tutanakları incelenecek olursa, Mavi Akım Anlaşmasının görüşüldüğü Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonunda bulunan 281 milletvekilinden 258
milletvekilinin kabul oyu kullandığı, muhalefet milletvekillerinin dahi ret ve
çekimser oy kullanmadığı, sadece 23 milletvekilinin mükerrer oy kullandığı
görülecektir. Mükerrer oylar da anlaşmanın kabulü yönünde kullanılmıştır. Yani,
Meclisin oybirliğiyle, iktidarı muhalefeti bir araya gelip, oyladığı,
onayladığı bir yasa hükmündedir.
Yine, bu tutanaklardan görüleceği gibi,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1.4.1998 tarihli birleşiminde yapılan
görüşmeleri sırasında, inşaatın hangi firmalar tarafından yapılacağı da Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun bilgisine sunulmuş ve yapılan görüşmeler
sonucunda kanun kabul edilmiştir. Özellikle, CHP Grubu adına İstanbul
Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu'nun konuşmasında, söz konusu inşaatın hangi
firmalar tarafından yapılacağı adları belirtilmek suretiyle Türkiye Büyük Millet
Meclisinde açıklanmıştır. CHP Grubu adına Algan Hacaloğlu'nun konuşmasında
"Değerli arkadaşlarım, bu proje çerçevesinde, daha evvel kısmen ifade
edildiği gibi, BOTAŞ ile Rus Gazprom Şirketleri arasında yapılan anlaşma
gereğince, Rusya içerisinde 374 kilometrelik yeraltı boru hattı döşenecektir,
sonra Samsun'a kadar Karadeniz altından boru döşenecek ve Samsun'dan Ankara'ya
gazı iletecek yeraltı boru şebekesi inşa edilecektir. Bu amaçla BOTAŞ, Gazprom
ve Hazinedaroğlu İnşaat Şirketi ile Öztaş İnşaat Şirketi arasında imzalanmış
olan konsorsiyum Rusya ve Türkiye'deki yeraltı boru şebekesini inşa etmek üzere
kendi içlerinde gerekli anlaşmaları tamamlamış, bu anlaşmanın onaylanmasından
sonra fiilen inşaat aşamasına geçmek üzere beklemektedir." Yani, Meclisin
ıttılaından saklanmış, bilgisi verilmemiş bir oluşum da söz konusu değildir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1.4.1998 tarihli 74 üncü Birleşim
tutanaklarının 364 üncü sayfasında bunları izlememiz mümkündür.
Yine, 15 Aralık 1997 tarihli anlaşma,
kanun hükmündedir. 15 Aralık 1997 tarihinde Ankara'da imzalanan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Rus Doğalgazının
Karadeniz Altından Türkiye Cumhuriyetine Sevkıyatına İlişkin Anlaşmaya göre,
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti, bundan sonra
taraflar olarak adlandırılacaktır; eşitlik esasına ve karşılıklı yararlara
dayalı işbirliği ilkelerini esas alarak, iki ülke arasındaki ticarî ve ekonomik
ilişkilerin daha da geliştirilmesi ve Türkiye'ye doğalgaz sağlanması amacıyla
aşağıdaki konularda mutabakata varmışlardır.
Anayasanın "Milletlerarası
andlaşmaları uygun bulma" başlıklı 90 ıncı maddesinin birinci fıkrasında
"Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletler ve milletlerarası
kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır" denilmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mavi Akım Projesine ilişkin 15 Aralık 1997
tarihli anlaşmayı, 1.4.1998 tarihli birleşiminde görüşmüş ve kabul etmiştir;
Resmî Gazetede yayımlanmış ve yürürlüğe girmiştir.
Anayasanın 90 ıncı maddesinin son
fıkrasında "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar
kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesine başvurulamaz" denilmektedir. Belirtilen nedenle, 15.12.1997
tarihli anlaşma, kanun hükmündedir. 5170 sayılı yasanın 7 nci maddesiyle
Anayasanın 90 ıncı maddesinin son fıkrasına eklenen cümlede de "Usulüne
göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası
andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle
çıkabilecek uyuşmazlıklarda da milletlerarası andlaşma hükümleri esas
alınır" hükmü de mevcuttur.
15 Aralık 1997 tarihli anlaşmanın 2 nci
maddesine göre, Rusya Federasyonundan Türkiye'ye Karadeniz altından döşenecek
boru hattıyla, ilave 16 milyar metreküp gaz teslimatı teknik, ticarî, idarî ve
uygulama koşulları, 29 Ağustos 1997 tarihli, Rus Doğalgazının Karadeniz
Altından Türkiye'ye Teslimatına İlişkin İşbirliği Andlaşması çerçevesinde,
BOTAŞ ve Gazexport/RAO Gazprom arasında imzalanan alım-satım kontratıyla
belirlenecektir.
Taraflar, kontratın yerine getirilmesi
için, tüm şartların, bu anlaşmanın 1 inci maddesinde belirtilen hacimlerde
doğalgazı sağlama hususunda kararlı olduklarını teyit etmişlerdir.
Mavi Akım Projesinin yapım işi, kanun
hükmünde olan anlaşmayla, bir ihaleye bağlı olmaksızın doğrudan doğruya OHS
Konsorsiyumuna verilmiştir. Kanun hükmünde olan 15 Aralık 1997 tarihli
anlaşmanın 3 üncü maddesine göre, taraflar Rusya Federasyonu ve Türkiye
Cumhuriyetinin topraklarında ve karasularında doğalgaz boru hattı inşa edilmesi
ve bu hattın işletilmesi için yürürlükteki mevzuat ve uluslararası anlaşmalar
çerçevesinde gerekli hukukî ve idarî düzenlemenin yapılması hususunda yardımcı
olacaklardır. Söz konusu doğalgaz boru hattı, Rusya Federasyonunun
topraklarında ve Karadeniz altında Gazprom tarafından, Türkiye Cumhuriyeti
topraklarında ise yine Gazpromun ana inşaat şirketi ve Türk şirketlerinden
oluşturulan konsorsiyum tarafından inşa edilecektir.
Kuşkusuz, soruşturma komisyonu da, Mavi
Akım Projesiyle ilgili iddialara ilişkin Meclis soruşturmasında, kanun hükmünde
olan bu özel yasal mevzuatı gözönüne almak ve uygulamak zorundadır. Bu iddiayla
ilgili olarak hakkımda Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesinin uygulanmasını
isteyen Soruşturma Komisyonu, söz konusu kanunları çiğnemiş, ben değil ama,
kendileri, sanırım TCK'nın 240'taki suçunu işlemişlerdir.
Öte yandan, kanun hükmünde olan bir
anlaşmanın bir hükmünün, örneğin 4 üncü maddesinin, bir suçun konusunu
oluşturduğu iddiası ve komisyonun böyle bir iddiayı suç kabulü bir bilgisizlik
ürünü değilse de, bir bakan hakkında siyasî amaçlı ve hasmane davranmanın eşsiz
bir örneğidir.
Her şeyden önce, Türkmenistan'la ilgili değerlendirmelere
de kısaca değinerek gitmek istiyorum. Türkmenistan doğalgazı, karşı tarafın
anlaşmaya konu hükümlerini yerine getirmemiş olması nedeniyle
gerçekleşmemiştir. Türkmenistan gazının gerçekleşmemesiyle ilgili Türk
tarafına, hükümete, Enerji Bakanına bir kusur söz konusu değildir. Bu nedenle,
Türkmenistan doğalgazının Türkiye'ye gelmesinin engellendiği iddiası doğru
değildir. Türkmenistan doğalgazı, karşı tarafın anlaşma hükümlerine uymaması ve
anlaşma gereğince gazı sınırda teslim edememesi nedeniyle gerçekleşmemiştir.
Bir anlaşmanın, diğer tarafın yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle
gerçekleşmemesi durumunda anlaşmaya uymayan taraf, anlaşmanın gerçekleşmesini
engelleyen karşı taraf olur. Belirtilen nedenle, Türkmenistan gazının anlaşma
hükümlerine göre Türkiye'ye getirilmemesi değil, aksine, gelememesi söz
konusudur. Bu nedenle, Mavi Akım Projesinin gerçekleşmesinin sağlanması
amacıyla, Türkmenistan gazının getirilmesinin engellenmiş olduğu şeklindeki
iddia, siyasî amaçlıdır ve gayriciddîdir.
Tabiî, komisyon üyelerimiz, bütün bu
projeleri incelediler. Sanırım, gerek Dışişleri Bakanlığının görüşme
tutanaklarını gerekse Enerji Bakanlığının görüşme tutanaklarını da inceleme
imkânı buldular. Peki, bu projeyi değerlendirirken, acaba, niçin, burada,
kürsüde, Meclisimizi eksik bilgilendirdiler? Niçin Türkmenbaşı'nın
-Türkmenistan tarafının- önfinans istediğini, önfinans olmazsa, bu işin
yapılmasını sağlamadığını, burada belirtmediler?!
Yine, bu, bir konsorsiyum tarafından
gerçekleştirilecekti; gazın Türkiye'ye getirilmesi konusunda, Türkiye'nin
yüklendiği hiçbir vecibe söz konusu değildi. Zaten, Türkiye, aldığı bütün
doğalgazları sınırda teslim alır. Biz, ne Rusya'dan ne İran'dan ne diğer
hatlardan aldığımız doğalgazların hiçbirini o ülkede almıyoruz, kendi
sınırımızda teslim alıyoruz ve Türkmenistan'la yaptığımız anlaşma da bunlara
uygun bir anlaşmadır. Bu gaz, Türkiye sınırına gelip de, Türkiye'nin almaması
söz konusu değildir.
Bir başka önemli husus da şudur: Bu boru
hattını inşa edecek, Hazar Denizinden geçerek Türkiye'ye gelecek bu boru
hattını inşa edecek, daha önceden görevlendirilmiş olan konsorsiyumun
görevlendirilmesi, yanılmıyorsam, 2000 şubat veya mart ayında bitmiştir.
Türkmen tarafı bu görevlendirmeyi tekrar yapmamıştır. Bu şirket, bu
görevlendirmeyi halen beklemektedir.
Yine, kısmen basına yansıdığı için,
burada, ifade etmekte bir sakınca duymuyorum. Türkmen tarafı, Türkiye'ye, bu
doğalgazın verilmesi halinde, komşuları İran ve Rusya'yla olacak olan birtakım
siyasî gerginlikler noktasında ABD'den bir siyasî garanti istemiş; ancak,
kendisine, bu garantinin verilemeyeceği de iletilmiştir. Açıkça ifade ediyorum:
Bu gazın Türkiye'ye gelememesi konusunda, sınıra getirilememesi konusunda
Türkiye'nin hiçbir kusuru yoktur; hele hele "Mavi Akımın yapılmasını
sağlamak bakımından bu gaz engellendi" iddiası da tamamen hayalî bir
iddiadır, gerçekdışı bir iddiadır, hiçbir bilgiye, hiçbir belgeye, hiçbir
delile dayanmayan bir iddiadır.
Şimdi, yine, komisyon raporundaki BOTAŞ'la
ilgili suçlamaları şöyle bir incelersek, bu suçlama yapılmasındaki gayri
ciddilikleri, dikkatsizlikleri... Yani, siz, bir insanı on yıl hapis cezasıyla
cezalandırmak istiyorsunuz "on yıllık bir cezayla cezalandırılmanı
istiyoruz" diyorsunuz; ama, bu cezanın önemliliği, vahameti konusunda size
yüklenilen titizliği göstermiyorsunuz. Böyle şey olur mu?!
Birkaç örnek vermek istiyorum. Batı
hattından alınan 6 milyar metreküplük gaz bedelinin yüzde 70'inin mal karşılığı
ödenmesi gerekirken, bunu yapmayarak ülkeyi zarara uğrattığım iddia ediliyor.
Halbuki, bu şart 24 Mart 1994'te kaldırılmış ve ben, o tarihte Bakan değilim;
yani, 1994'teki hükümetin veya Bakanın yaptığı bir görev nedeniyle, siz, beni
nasıl suçlarsınız?!
Yine, devam ediyorum. Turusgazdan, 1000
metrekübü 10-12 dolar daha pahalı olan ilave 8 milyar metreküp gaz alarak
ülkeyi zarara uğrattığım iddia ediliyor. İşte, 10.12.1996 tarihinde dönemin
BOTAŞ Genel Müdürü Sayın Mustafa Murathan ile GAMA Yönetim Kurulu Başkanı Erol
Üçer'in Gazprom Yönetim Kurulu Başkanı Vyahirev ile imzalamış oldukları bir
protokol söz konusu. Dönemin Enerji Bakanı Sayın Recai Kutan'ın şahit olarak
altında imzası var. Bu protokolle alınacak her 1 000 metreküp gazın fiyatının
10-12 dolar daha pahalı olacağı kabul ediliyor. Bu protokolü ben imzalamamışım,
bu protokol benim dönemimde imzalanmamış, benden çok önceki bir dönemde
imzalanmış; siz, beni bu protokolle ilgili nasıl suçlarsınız?!
Yine, devam ediyorum. Batı hattından
alınan gazla ilgili olarak yapılan fiyat revizyonlarında ülkeyi zarara
uğrattığımdan bahsediliyor. Halbuki, her iki revizyonun yapıldığı dönemde de
ben Bakan değilim. Bu tip iddialara muhatap yapılmam hakikaten çok gayriciddî.
Şimdi, bir başka gayriciddî olayı da yine
değerlendireceğim; sanırım siz de bunu merakla bekliyorsunuz: Ekmektupta tanık
imzası koyma eylemimle Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesine aykırı davranmış
olduğum iddiası siyasî amaçlı, hasmane bir iddiadır. Benim iddia edildiği gibi
hukuka aykırı da bir fiilim söz konusu değildir. Dünyanın neresinde görülmüştür
tanık olarak atılan imzadan bir bakanın sorumlu tutulması; böyle bir ucubelik
olur mu?!
Batı hattından doğalgaz alımı, iki egemen
devletin uluslararası hukuka uygun bir biçimde yapmış oldukları hükümetlerarası
bir ticarî anlaşmanın konusudur. Bu hukukî değerlendirmeleri yapmak zorunda
hissediyorum kendimi; sizleri de çok sıkmak istemiyorum. Bu nedenle, batı
hattından doğalgaz alımı, temelinde iki taraflı bir ticarî anlaşma olan, özel,
yasal bir mevzuata bağlıdır. İddiada bulunanlar, siyasî amaçla bu özel mevzuatı
görmezden gelmiş olabilir; ancak, Komisyon, adlî, yargısal bir makamdır. Görevi
gereğince, resen bu özel mevzuatı bilmek, görmek, uygulamakla görevlidir.
Kamusal savunmayla bu özel mevzuat gösterilmiş olmasına karşın -yani,
savunmalarımızda biz anlattık bunları- Komisyon, kamusal savunmadaki bu
açıklamayı da görmemeyi becermiştir. Özel bir mevzuata bağlı uluslararası bir
ticarî anlaşma, bir ihale değildir; oysa, kamusal bir ihale, devletin
idaresinin, idareye bir iş, hizmet, alım gibi bir iş yapılmasına ilişkin idarî
bir işlemidir. Bu nedenle, Türk Ceza Kanununun 205 iddiası tamamen
gayriciddîdir. İddia konusu ekmektuba imza koyma eylemi, yetkili merciden
verilen emrin yerine getirilmesi icabından olarak, hukuka uygun bir fiildir.
Ekmektup, mevzuatına göre Bakanlar Kurulu adına temsilciler aracılığıyla
düzenlenmiş, söz konusu ticarî anlaşmanın uygulanmasına ilişkin bir alt hukuk
işlemidir. Ekmektuptaki imzam, Bakanlar Kurulu adına bir temsil imzasıdır.
Yetkili merci olan Bakanlar Kurulunun emrine uyarak, söz konusu başında
bulunduğum heyetle Rusya Federasyonuna gittim, tarafların imzaladığı ekmektupta
Bakanlar Kurulunu temsilen aktin yapıldığını gösteren törensel nitelikte bir
tespit imzası koydum, fiilim bundan ibarettir. Açıkçası, bu imzanın bu hukukî
belgeden çıkarılması halinde bu belge geçersiz hale gelmez. Yani, bu imzalanan
belgeden, bu ekmektuptan benim imzamı çıkarın, yok kabul edin, bu belge
geçersiz hale gelmez, hukuken yok hükmünde de olmaz, yürürlüğünü de engellemiş
olmazsınız. Yani, benim bu imzam, ona, bir hüküm, bir yürürlük vermez. Ayrıca,
bu bakan imzası nedeniyle, söz konusu hukukî belgeyle, BOTAŞ tarafına fazladan
bir yükümlülük gelmez. Bu belgede benim imzamın olması nedeniyle BOTAŞ fazladan
bir yükümlülük altına girmez, hukukî durumu katiyen ağırlaşmaz. Diğer taraftan,
diğer tarafın da herhangi bir şekilde lehine fazladan bir hak sağlamaz.
Komisyon, savunmamızın bu konudaki açıklamalarını görmezlikten gelmiş,
özellikle keyfî uygulamada bulunmak amacıyla, 244 sayılı Kanunu uygulama
görevini yerine getirmemiş, yetkili merci olan Bakanlar Kurulunun söz konusu
kararının gereğini yerine getirmiş olduğumu kasıtlı bir şekilde görmezden
gelmiş, bu fiilin Türk Ceza Kanunu 205'e aykırılık oluşturduğunu iddia etmekten
çekinmemiştir.
Bu temsil ve tespit imzasının önceki
anlaşmadaki formülün değiştirilmesi eylemiyle de bir ilgisi ve bağı yoktur. Öte
yandan -burası çok önemli- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 15.3.2004 tarih,
2003/66397 hazırlık nolu işlemden kaldırma kararı, takipsizlik kararıyla, söz
konusu 18.12.1998 tarihli ekmektubu imzalayan kamu görevlileri hakkında, fiili,
Türk Ceza Kanunu 240 olarak nitelendirmiş ve takipsizlik kararı vermiştir. Bir
başka türlü ifade edersek, bu ekmektubun altında imzası bulunan görevli genel müdür
ve daire başkanıyla ilgili bu yasal uygulama yapılarak takipsizlik kararı
verilmiştir. Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunun suç duyurusuyla ilgili Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından savcılıkça soruşturma izni istenmiştir; yani,
bu konu araştırma komisyonunda da görüşülüyor, araştırma komisyonu
başkanlığımız bu side letter'la ilgili, imzası bulunan bürokratlarla ilgili
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ihbarda bulunuyor. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı da, tabiî ki bu ihbarın değerlendirmesini yapabilmek, soruşturmayı
yerine getirebilmek bakımından mevcut Enerji Bakanlığına müracaat ediyor.
Enerji Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına Sayın Bakanımız bu işi incele diye
görev veriyorlar. Teftiş kurulu işi inceliyor; yaptığı inceleme sonucunda, bu
konuyla ilgili daha önce karar verildiği, verilen kararın yürürlükte olduğuna,
soruşturmaya gerek olmadığına karar veriyor.
Yine, bugünkü Bakanımız, mevcut Bakanımız,
Teftiş Kurulu Başkanlığının bu soruşturmaya gerek olmadığına dair kararını
onaylıyor. Onaylanan bu karar, yine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına
soruşturmaya izin verilmeme şeklinde gönderiliyor. Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı da, soruşturmaya izin verilmemesi talebi aleyhine, yasal mevzuat
içinde, Danıştay 2. Dairesine itiraz etme hakkı varken, Bakanlığın gösterdiği
gerekçeleri haklı ve yerinde görüyor, Danıştay 2. Dairesine itiraz etmiyor,
dosyayı genel müdür bakımından kovuşturmaya yer olmadığı, daire başkanı
bakımından da takipsizlik kararıyla işlemden kaldırıyor ve bu karar
kesinleşiyor.
Şimdi, düşünebiliyor musunuz, belgenin
altında görevli ve yetkili olarak imzası bulunan bürokratlar konusunda Ankara
Cumhuriyet Savcılığının kesinleşmiş bu kararıyla herhangi bir işlem yapılmazken
ve biz, bu kesinleşmiş takipsizlik ve kovuşturmaya yer olmaması Kararını
Komisyon Başkanlığına ibraz etmiş olmamıza rağmen ve bu kararları teker teker
komisyonda açıklamış olmamıza rağmen, Sayın Komisyon bunların her birini
yerinde olmayan gerekçelerle veya bazısıyla ilgili hiçbir gerekçe göstermeden
yok kabul ediyor ve benim TCK 205'e göre bu altında tanık olarak imzam bulunan
belge nedeniyle on yıl hapsimi istiyor. Böyle bir şey olur mu?! Böyle bir
insafsızlık yapılır mı?!
Bir başka konu da, ikincil yakıta geçme
talimatı vermem şeklinde yorumlanan bir iş, bir eylem. Şimdi, izah ederek
geliyorum başından beri, tekrar sizleri yormamak için ifade etmek istemiyorum.
Türkiye'nin içinde bulunduğu enerji darboğazı, Türkiye'nin enerjiyi bulmakta,
üretmekte çektiği sıkıntıları, ağır kış şartları, bir yanda barajlardaki su sıkıntımızı
ve şu yaşadığımız olayı bu kapsamda da değerlendirmenize sunmak istiyorum.
Bakan olarak, iddia edildiği gibi, ikincil
yakıta geçme talimatı verme şeklinde bir eylemim ve işlemim yoktur. 3
yap-işlet-devret firmasına yapılmış olan ikincil yakıt parası ödemeleri, ilgili
yönetmelik 12/b maddesi karşısında mevzuatına uygun ödemelerdir. 18.7.2000
tarih 2000/1057 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, Bakanlar Kurulunun alınan
kararına göre, ekli Elektrik Enerjisi Fonu Yönetmeliğinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmeliğin yürürlüğe konulması, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığının 21.6.2000 tarihli ve 12228 sayılı yazısı üzerine 4.12.1984 tarihli
ve 3096 sayılı Kanunun ek 6 ncı maddesine göre, Bakanlar Kurulunca 18.7.2000
tarihinde kararlaştırılmıştır. Elektrik Enerjisi Fonu Yönetmeliğinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik, anılan yönetmeliğin 1 inci maddesine göre,
8.6.1995 tarihli 95/7003 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan
Elektrik Enerjisi Fonu Yönetmeliğinin 12 nci maddesinin (b) bendi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
Anılan yönetmeliğin 12 nci maddesinin (b)
bendine göre, şirketlere yapılan sözleşmeler gereği, mücbir sebep, sel, yangın,
deprem, sıcak savaş halleri, ikincil yakıtla çalışabilen doğalgaz santrallarına
ikincil yakıta geçmeleri için Bakanlıkça talimat verilmesi gibi, Bakanlığın
proje değişikliği talebi ve benzeri sebepler sonucu doğacak maliyet artışları
için şirketlere yapılacak ödemeler, anılan yönetmeliğin 2 nci maddesine göre,
aynı yönetmeliğe aşağıda geçici maddeyle eklenmiştir. "Geçici Madde 1.- 12
nci maddenin (b) bendinde yapılan değişiklik 1.1.2000 tarihinden itibaren
ikincil yakıtla çalışabilen doğalgaz santrallarının ikincil yakıt kullanımından
kaynaklanan maliyet artışlarını da kapsar" şeklindedir.
Yukarıda belirtildiği üzere, Bakan olarak
da, iddia konusu talimatın varlığı ispat edilmelidir. Bu konudaki haklarımız
saklı kalmak üzere, iddia konusu ikincil yakıt ödemeleri, anılan değişiklik
yönetmeliğinin geçici 1 inci maddesi gereğince de değişiklik yönetmeliğinin
kapsamında olan, yani, mevzuatına uygun ödemelerdir. Mevzuatına uygun yapılan
ödemeden hukukî veya cezaî bir sorumluluk doğmaz. Elektrik Enerjisi Fonunun,
iddia konusu ödemelerin de arasında bulunduğu 2000 yılına ilişkin işlemleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda
incelenmiş, denetlenmiş ve 3346 sayılı Yasanın 7 nci maddesine göre mevzuatına
uygun bulunarak ibra edilmiştir.
Şimdi, komisyon, bütün bu geçerli,
yürürlükte olan Bakanlar Kurulu kararlarını, değişen ve geçerli yönetmelikleri
ve neticede Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu dönemde yapmış olduğu ibrayı yok
kabul etmektedir. Peki, yani, bu ibranın yerine ne konulmaktadır? Türkiye Büyük
Millet Meclisi iradesinin getirdiği bu ibra işlemi komisyon iradesiyle ortadan
mı kaldırılmaktadır? Daha fazla değerlendirmek istemiyorum, takdirlerinize
sunuyorum. 13.1.2004 tarih, 51 sayılı Birleşimde kabul edilmiştir; yani,
geçtiğimiz yıl, yine bu dönemin bir kabulüdür. KİT Komisyonunun ibra kararı,
söz konusu iddiaları da hukuksal dayanaktan yoksun kılar. Soruşturma
komisyonunun, mevzuat olan yönetmeliği, 3346 sayılı Kanunu yok sayması
karşısında söylenecek çok şey var; ama, el-insaf diyeceğim artık, başka bir şey
diyemeyeceğim.
Bitecek gibi değil, bir başka konu da,
soruşturma önergesiyle, yap- işlet-devret, yap-işlet ve işletme hakkı devri
modeliyle yapılan projelerle ilgili soyut ve kanıtsız iddialarda bulunulmuştur.
Bu iddiaların gayri ciddiliğini, söz konusu modellerle ilgili mevzuatın bizzat
kendisi zaten ortaya koymaktadır. Örneğin, bizzat yap-işlet-devret modelinin
yasal düzenlemesi, hiçbir yorum gerektirmeden, yapılan iddianın siyasî amaçlı
olduğunu ortaya koymaktadır. Yap-işlet-devret ve işletme hakkı devri modeli,
3096 sayılı Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi,
İletimi, Dağıtımı ve Ticaretiyle
Görevlendirilmesi Hakkında Kanunla düzenlenmiştir. 3096 sayılı Kanunun
"görevin verilmesi" başlıklı 3 üncü maddesine göre, elektrikle ilgili
hizmet vermek üzere kurulmuş olan sermaye şirketlerine Devlet Planlama
Teşkilatının görüşünü havi Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının teklifi
üzerine Bakanlar Kurulu, önceden yürütmekle belli edilmiş görevleri
bölgelerinde elektrik üretim, iletim ve dağıtım tesisleri kurulması,
işletilmesi ve ticaretinin yaptırılmasına karar verebilir. Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı, Bakanlar Kurulu kararıyla belirlenen çerçeve içerisinde
ilgili görevli şirketlerle sözleşme akdeder. Ancak, Anayasanın 155 inci maddesi
ve Danıştay Kanunu gereğince de sözleşmenin imtiyaz sözleşmesi olması
nedeniyle, bu sözleşme taslağı Danıştay incelemesine bağlıdır. Danıştay,
sözleşme taslağına uygun görüş verirse, Bakanlık şirketle sözleşmeyi akdeder.
Danıştayın uygun görüşüyle birlikte, tüm idarî işlemler hukukî niteliğini
kazanır; bunlar hakkında aksi iddiada bulunulamaz; çünkü, bu iddiaların da bir
değeri yoktur.
Gerçekten, Danıştay 2. Dairesinin imtiyaz
sözleşmeleriyle ilgili bir kararı söz konusudur; onu sizlere arz etmeye
çalışacağım.
Bu karara göre "imtiyazın aynen kabul
edilmesi, kamu yararına yönelik ve hukuka uygun olduğunun tartışmasız hale
geldiği ve dolayısıyla, imtiyaz sözleşmesi safhasına yönelik iddiaların hukukî
geçerliliğinin bulunmadığı, kesinleşmiş yargı kararlarıyla hukukiliği sabit
olan bir Bakanlar Kurulu kararı öncesindeki idarî teknik nitelik taşıyan
işlemler, teklif değerlendirmesi safhasıyla Danıştayın ilgili kurullarının
incelemesinden geçirilmiş ve tamamen yasal hale getirilmiş bir imtiyaz
sözleşmesinden dolayı, adı geçenin cezaî yönden sorumluluğunun oluştuğu
biçiminde bir değerlendirme, teorik ve uygulamalı ceza hukuku açısından kabul edilebilir bir değerlendirme niteliği
taşımamaktadır"diyor Danıştay.
Bakanlıkça gerçekleştirilmiş olan bu
santral projeleri de, yukarıda belirtilen usul ve esaslara, yine ayrıca
Danıştay 2. Dairesinin 2001/1158 esas, 2001/2291 sayılı kararında belirtildiği
gibi, fiilî devrin gerçekleşmiş olmaması nedeniyle, mevcut bir kamu zararından
söz edilemeyeceği belirlenmiştir. Ve yine Danıştayın bu kararında, Danıştay
incelemesinden geçip kabul edilen bir imtiyaz sözleşmesinin kamu yararına
yönelik ve hukuka uygun olduğunun tartışmasız olması, TEAŞ Genel Müdürlüğü
tarafından söz konusu yazılarda belirtilen hususlar, sözleşmenin tarafı olan
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığınca mutlaka kabul edilip sözleşme
değişikliği yoluyla yeniden Danıştay incelemesinden geçirileceğine dair
herhangi bir yasal düzenlemenin ve zorunluluğunun bulunmaması; ayrıca, imtiyaz
sözleşmesi sonrasında anılan şirket ile TEAŞ Genel Müdürlüğü arasında enerji
satış anlaşması ve devir sözleşmesinin imzalanmamış, bu yüzden fiilî devrin
gerçekleşmemiş olması nedeniyle, mevcut bir kamu zararının da söz konusu
olamayacağı belirtilmektedir.
Uygun olarak gerçekleştirilmiştir. Bu
nedenle, Bakan, mevzuatına uygun olarak yapılmış olan işlemden dolayı sorumlu
tutulamaz. Her şeyden önce, Bakanlığım dönemindeki yap-işlet modeliyle ilgili
uygulamalar 4 projeyle sınırlıdır. 1993 yılından bugüne kadar yap-işlet-devret
modeliyle 23 proje yapılmıştır ve elektrik alımı sağlanmıştır. Benim dönemimde
bu 23 projeden 4'ü gerçekleşmiştir. Bu 4 santral uygulaması dışında diğer
santral uygulamalarıyla ilgili yapılan iddiaların muhatabı benim olmam söz
konusu değildir. Bu 4 santrala olan ihtiyacın belirlenmesi görevi, mutlak
surette DPT'ye aittir, Bakanlığa ait değildir. Bu nedenle, bu konuda Bakana ve
Bakanlığa karşı hiçbir bakımdan böyle bir iddia ileri sürülemez.
Bakanlığım döneminde yapılmış 4
yap-işlet-devret santralının bu tip santralların tamamına oranının onbinde 5,5
olması nedeniyle, iddia konusunu sağlaması sayısal bakımdan da zaten mümkün
gözükmemektedir.
Aksine, önerge sahiplerinin iddialarının
mantığına bakılırsa, aslında bu 2 hidrolik ve 2 rüzgâr santralının yapımını
gerçekleştiren, işletmeye alınmasını, faal ve tam kapasite çalışmasını sağlayan
bana, yani, Bakan Cumhur Ersümer'e teşekkür etmeleri gerekir; çünkü, hidrolik
ve özellikle rüzgâr santralları, dışa bağımlılık değil, aksine, doğrudan ulusal
enerji kaynaklarının yaratılması ve üretime geçirilmesi demektir. Bu durum
bile, bu iddianın gayriciddîliğinin açık bir kanıtını oluşturmaktadır.
Bakanlığım döneminde, hiçbir dağıtım
tesisinin işletme hakkı devri yapılmamıştır, sadece bir tek üretim tesisinin
işletme hakkı devri yapılmıştır. Kendimi, bu konuyla ilgili Danıştayda açılan dava
sonucunda verilen kararı da sizin bilgilerinize sunmak zorunda hissediyorum.
"Danıştay 10. Dairesinde açılan
davaların anılan dairece reddedilmesi, Daire kararlarının temyizen incelenmesi
sonucunda da Danıştay İdarî Dava Daireleri Genel Kurulunca onanması
dolayısıyla, kesinleşmiş yargı kararları karşısında, tekliflerin
değerlendirilmesi safhasına yönelik iddiaların hukukî bir geçerliliğinin
bulunmadığı, imtiyaz sözleşmesi taslağının, Danıştay 1. Dairesinin kararıyla
uygun bulunulup, Danıştay İdarî İşler Genel Kurulunun kararıyla aynen kabul
edilmesiyle, kamu yararına yönelik ve hukuka uygun olduğunun tartışmasız hale
geldiği ve dolayısıyla, imtiyaz sözleşmesi safhasına yönelik iddiaların hukukî
geçerliliğinin bulunmadığı, kesinleşmiş yargı kararlarıyla hukukîliği sabit
olan bir Bakanlar Kurulu kararı öncesindeki idarî nitelik taşıyan işlemlerin
Danıştayın ilgili kurullarının incelemesinden geçirilmiş ve tamamen yasal hale
getirilmiş bir imtiyaz sözleşmesinden dolayı, adı geçenin cezaî yönden sorumluluğunun
oluştuğu biçimindeki bir değerlendirme mümkün değildir.
İmtiyaz sözleşmesinin imzalanmasından
sonraki işlemlere yönelik olanların ise, Danıştay incelemesinden geçip, kamu
yararına yönelik ve hukuka uygun olduğu tartışmasız hale gelen imtiyaz sözleşmesi
hükümlerine dayalı biçimde hazırlanıp, şirket ile TEAŞ Genel Müdürlüğü
yetkilileri arasında imzalanan uygulama anlaşmalarından -Elektrik Satış
Anlaşması, Devir Sözleşmesi, Sigorta Anlaşması, Fon Anlaşmasından- dolayı ceza
sorumluluğunu gerektirecek bir usulsüzlüğün olduğundan bahsedilmesi ve sanıkla
irtibatlandırılmasında hukukî uyarlılık bulunmamaktadır."
Bu Danıştay kararlarını, biz, savunmamızla
birlikte, tıpatıp -yani, bu olaylarla ilgili iddia üzerine verilen bu
kararları- komisyona arz ettik. Komisyonun, en azından, varit iddialar ile
bizim ibraz etmiş olduğumuz bu Danıştay kararları arasındaki bağlılığı,
bağlantıyı çözüp, ona göre bir karar üretmesi gerekirken, böyle bir kararı da
görmezlikten gelmesini, değerlendirmeye tabi tutmamasını anlamak mümkün
değildir.
Yine, dağıtımlarla ilgili de komisyonun
iddialarına örnek verdiği Ankara-Kırıkkale işletme hakkı devriyle ilgili bir
uygulama vardır. Tıpatıp bu işle ilgili, yani, Ankara-Kırıkkale işiyle ilgili,
muhatap diğer şirket tarafından Danıştaya dava açılmıştır. Açılan bu dava,
Danıştay tarafından değerlendirilmiştir. Yapılan değerlendirme sonucunda, bugün
soruşturma komisyonu raporunda bize suç diye atfedilmeye çalışılan hususların
teker teker cevabı, Danıştay 10. Dairesinin bu kararında mevcuttur, açıkça
belirtilmiştir; deniliyor ki: "Öte yandan, ihaleye katılan firmaların
tekliflerinin şartname hükümleri çerçevesinde değerlendirileceği tartışmasız
olup, şartnamenin 5 inci maddesi hükmünde, A grubunda yer alan bölgelerden
ikisi için aynı firmanın teklif vermesi ve ikisinin de uygun teklif olduğu ve
en yüksek puanı aldığının belirlenmesi halinde söz konusu firmaya tercih hakkı
tanınacağı, tercih edilenin dışındaki diğer teklifin ise geçersiz sayılacağı
açıklanmış, 29 uncu görev bölgesinde en uygun teklifi veren Doğan Şirketler
Grubu Holding A.Ş.'nin 13 üncü görev bölgesi için uygun teklif veren oluşumun
bünyesinde yer almasına engel bir hüküm bulunmamakta; ancak, tekliflerin
değerlendirme aşamasında, şartnamenin 5 inci maddesinde belirtildiği üzere, söz
konusu firmanın tercih hakkını kullanması istenilerek, 13 üncü görev bölgesine
yönelik oluşumun bünyesinden çıkarılmasında ve söz konusu oluşumun, teklifinde
değişiklik yapılması koşuluyla, en uygun teklif veren firma olarak
belirlenmesinde, şartnamenin 5 inci maddesine aykırılık görülmemiştir"
tarzında kararıyla, bizim yaptığımız işlemi, Danıştay, tasdik etmektedir.
Şimdi, komisyonun, hâlâ, kalkıp, bu
Danıştay kararına rağmen, bu işlem nedeniyle bizim hakkımızda suçlamada
bulunmasının izahını yapabilmek mümkün değildir.
Diğer yandan, haydi, komisyon, Danıştay
kararlarına itibar etmedi diyelim, Danıştay kararlarının uygulanmasını görmedi
diyelim ama; Aktaş ile ilgili bir suçlama getirmektedir. Aktaş ile ilgili
yargılanan Müsteşarımız Yurdakul Yiğitgüden ile ilgili Yargıtay 4. Ceza
Dairesinin bir beraat kararı söz konusudur; yani, bu beraat kararını da
görmezlikten gelip, kalkıp, dönemin Bakanıyla ilgili, yine -herhalde 205 inci
maddeye göre istemişsinizdir- 10 yıl hapis cezası istemenin hiçbir hukukî gerekçesi
olamaz.
Tabiî, iddialar devam ediyor; ben de
konuşmama devam etmek zorunda hissediyorum kendimi.
MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - İsterseniz 15
dakika çay molası verelim.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) -
Vallahi, siz bilirsiniz.
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Komisyona
gelmezsiniz, burada sabaha kadar konuşursunuz!..
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Öyle
tabiî; o, yasa gereği, sizin izninize bağlı değil. O, yasanın bana verdiği bir
hak; sayın üyem, sizin izninizle değil; çok affedersiniz.
BAŞKAN - Sayın Ersümer, siz, Genel Kurula
hitap edin.
HALUK İPEK (Ankara) - Mal karşılığı
yapılan anlaşmayla doğalgaz alımı paraya nasıl çevrildi?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Sayın
üyem, biraz önce söyledim. 1994 yılında yapılmış ve onu yapan da ben değilim.
Ben, 1994 yılında RTÜK üyesi idim. Lütfen dinleseydiniz de, beni bu sözleri
tekrar etme zahmetinden kurtarsaydınız.
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Komisyona
gelseydiniz, burada sabaha kadar konuşmazdınız.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) -
Tabiî... Tabiî... Sebebini izah ettim. Neyse... Sayın Başkanım, karşılıklı
konuşmak istemiyorum.
BAŞKAN - Sayın Ersümer, siz buyurun.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) -
Herhalde benim bu savunmalarımdan komisyon üyeleri fazla rahatsız oldular.
Bu keşif artışıyla ilgili...
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Sorulara
cevapları yazılı verecektiniz; bu hakkı kötüye kullanıyorsunuz.
MUSTAFA CUMHUR
ERSÜMER (Devamla) - Gayet tabiî, yazılı verecektim de, soru yöneltmediniz.
BAŞKAN - Lütfen, karşılıklı konuşmayalım.
Siz, buyurun, Genel Kurula hitap edin.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Sayın
Başkanım, laf atılıyor. Şu laf atmayı engelleyin o zaman... Ben burada savunma
yapma çabası içindeyim. Savunma hakkının kutsal olduğunu herkes kabul ediyor;
yani, Meclisin, yasaların bana verdiği bir hakkı elimden alamazsınız. Aynı şeyi
komisyonda yaptınız..
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Siz, komisyonda
sözlü sorulara cevap vermediniz.
BAŞKAN - Sayın Çilingir, lütfen...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Aynı
şeyi komisyonda yaptınız sayın üyem.
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Siz, sorulan
sözlü sorulara cevap vermediniz "yazılı vereceğim" dediniz. Vatandaş da size yazılı verecek!..
MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) - Böyle şey olur
mu Sayın Başkan?!
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Olur...
Olur... Bu komisyonun yaptıkları burada böyle olduktan sonra, burada da böyle
yaparlar.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın
Bakan, siz de komisyona saygısızlık yapıyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Ersümer, lütfen, siz Genel
Kurula hitap edin.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) - Keşif
artışlarıyla ilgili değerlendirmelerde de bulunmak istiyorum. Keşif artışı,
zincirleme bir idarî işlemdir. Zincirleme idarî işlemde, müvekkil Bakanın -yani
benim- bağlı kuruluşu olan DSİ'nin idarî işlemlerine, vesayet makamı sıfatıyla
yaptığımız iş, olur vermektir. Bu konuda, Bakanın, işlemin ilzam ettiği alt
işlemlere, imza veya parafıyla tekemmül ettiren, görev ve yetkileri itibariyle
ihtisas erbabı sayılan hiç kimse hakkında, herhangi bir adlî yargısal işlem
yokken, sadece vesayet makamı olarak işlemi onaylayıp yürürlüğe sokan Bakan
hakkında keşif artışı iddiasının ortaya atılması maksatlıdır ve hukuka
aykırıdır.
Keşif artışı nedir -çok kısa anlatmaya
çalışıyorum- keşif miktarları ile o miktarın birim fiyatının çarpılmasıyla
bulunacak tutarların toplamıdır. Başlangıçta yapılan bu işleme, birinci keşif
denir. İşin herhangi bir aşamasında yeni bazı koşullar ortaya çıktığında, işin
keşfi yeniden yapılır. Mukavele ve yasada öngörülen esaslar çerçevesinde
yapılan ikinci keşif işleminde, varsa, artan ve eksilen miktarlar yeniden
gözden geçirilir ve bu ikinci keşif tutarı ile birinci keşif tutarı arasındaki
fark, keşif artışıdır.
Kaldı ki, DSİ'nin uzman kişilerle yapmış
oldukları keşif artışları, mevzuatına uygundur. İdarî işlem Bakana onay için
sunulurken, Bakanlık Müsteşar Yardımcılığı ve Müsteşarlık imzalarıyla teyit
edilmiş ve DSİ'nin keşif artışı işlemleri, hukuka uygunluk teklifiyle Bakan
onayına arz edilmiştir.
Atasu Barajıyla ilgili iddianın da, ayrıca
bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Trabzon sayın milletvekillerinin
hatırlayacağı gibi, 2000 yılı öncesi, Trabzon şehrinin içme, kullanma suyunun
karşılandığı Değirmendere suyu aşırı derecede kirlenmiş, dereye düşen bir
tanker nedeniyle kirlilik daha da artmış ve Galyan Deresi suyunun acilen arıtma
tesisine bağlanması zaruret haline gelmişti. Bu tesisler tarafımızdan
gerçekleştirilerek, 2001 yılında keşif artışlarında partizanlık yapıldığı
iddialarının aksine, Trabzon'un Fazilet Partili belediyesine de devredilmiştir.
Keşif artışlarıyla ilgili diğer iddialara
biraz sonra değineceğim.
İkili işbirliği anlaşmaları çerçevesinde
yapımı kredili gerçekleştirilen baraj ve HES projelerine ilişkin iddialar
geçerli değildir. İkili ticarî anlaşmaları imzalamaktan öte bir fiilimiz söz
konusu değildir; bundan da bir sorumluluk doğmaz. İkili ticarî işbirliği
anlaşmaları, Bakanlar Kurulu kararı ve ilgili mevzuatına bağlıdır. Bakan
olarak, bu ikili ticarî işbirliği anlaşmalarını, mevzuatın bir gereği olarak
imzaladım; yani, bu konudaki imza, bir kanunun emri gereği atılmıştır.
İddia konusu işlerin, 2886 sayılı Kanunun
kapsamından çıkarılarak yeni bir ihale düzeninin kurulmasında, Bakana atfı
kabil bir fiil mevcut bulunmamaktadır. 2886 sayılı Kanunun 89 uncu maddesi,
2886 sayılı Kanun kapsamından ihalenin nasıl çıkarılacağını hükme bağlamıştır.
Söz konusu ihaleler, 2886 sayılı Kanunun 89 uncu maddesine uyulmak suretiyle,
Bakanlar Kurulu kararıyla, 2886 sayılı Kanunun kapsamı dışına çıkılmak ve
usulüne göre oluşturulan ihale usul ve esaslarına göre yapılmıştır. Örneğin,
19.2.1999 tarih 99/12650 sayılı Bakanlar Kurulu kararına göre, 11.9.1998
tarihinde Ankara'da imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kanada Hükümeti
Arasında Enerji Alanında İkili İşbirliğiyle İlgili Mutabakat Zaptında
belirlenen Dereköy Barajı ve Demirkapı Hidrolik Santralı kesin projesinin
hazırlanması, inşaatı ve elektromekanik tesisatın temini ve tesisi işinin, Türk
ve Kanada firmalarından oluşan konsorsiyumla müzakerelerde bulunularak söz
konusu konsorsiyuma yaptırılmasında iç ve dış finansman ihtiyacını karşılamak
üzere sağlanacak kredilerin Hazine Müsteşarlığınca uygun bulunması kaydıyla
2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerinin uygulanmaması ve bu konuda Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının yetkili kılınması, adı geçen bakanlığın müzekkeresi,
mezkûr kanunun değişik maddesine göre Bakanlar Kurulunca kararlaştırılmıştır.
Projelerin ikili işbirliğiyle
gerçekleştirilebilmesi, işbirliği ve finansman sağlayacak ülke ile Türkiye
arasında yapılan resmî görüşmeler sonucunda hazırlanan mutabakat zaptı veya
protokollerde söz konusu projenin de yer almasıyla mümkündür. Bu anlaşma,
hükümetlerarası karma ekonomik komisyonları toplantısı sonucunda imzalanan
mutabakat zaptı ya da her iki ülkenin hükümetleri tarafından yetkilendirilen
bakanları veya müsteşarları düzeyinde imzalanan bir protokoldür. İmzalanan
protokoldeki hususların gerçekleştirilmesine yönelik olarak, Devlet Su İşleri
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına, Bakanlık da Bakanlar Kurulu kararı
istihsali için Başbakanlığa başvuruda bulunur. Başvuru yazılarında ve ekinde,
gerekçe raporlarında da, karşı tarafça belirlenen konsorsiyumun isimleri
verilmektedir.
İkili işbirliği ticarî anlaşmalarına
dayalı olarak, 2886 sayılı Kanun kapsamından çıkarılarak oluşturulan ihale
mevzuatını usul ve esaslara uygun olarak DSİ'nin ilgili birimlerince hazırlanan
ve tekemmül ettirilen alt işlemlerden, vesayet makamı olarak Bakanın bir
sorumluluğu bulunmamaktadır. Söz konusu alt işlemler, usulüne uygun olarak
yapılmıştır. Hak ve fiil ehliyetine sahip DSİ Genel Müdürlüğü tarafından
yapılan işlemler Bakanlık makamına sunulmuş, Bakanlık makamında Müsteşar
Yardımcısı ve Müsteşarın hukuka uygun görüşüyle Bakanın oluruna sunulmuştur.
Yine, tabiî, bunların hepsinden de önemli,
bu ikili işbirliği anlaşmaları da, yine, bizim tarafımızdan bulunmuş, bizim
tarafımızdan uygulanmış bir usul değildir. Prof. Dr. Tansu Çiller'in Başbakan
olduğu dönemde, Sayın Süleyman Demirel'in imzaladığı ikili işbirliği anlaşması;
yine, Sayın Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde imzalanan ikili işbirliği
anlaşması... Şöyle bir bakarsak, Sayın Tansu Çiller, Sayın Necmettin Erbakan,
Sayın Bülent Ecevit ve Sayın Mesut Yılmaz'ın Başbakanlık dönemlerinde ikili
anlaşmalar imzalanmıştır. Yine, bakanlara bakarsak, Sayın Mehmet Yılmaz, Sayın
Halil Çulhaoğlu, Sayın Ziya Aktaş, Sayın Kutan, Sayın Çakan ve benim dönemimde
de ikili işbirliği anlaşmaları imzalanmıştır. Bu işlerle ilgili zaten şu anda
devam eden üç baraj söz konusudur. Diğer ikili işbirliği anlaşmalarıyla ilgili
işler konusunda, her zaman, Bakanlığımız, hükümetimiz iptal kararlarını
verebilir. Burada herhangi bir sakınca var mıdır, yok mudur... Biz gerekli
gördük, imzaladık. Siz gereksiz görüyorsanız, bunları iptal edersiniz.
Yine, keşif artışlarıyla ilgili de bir
dönem suçlanmaktadır. Aslında, gerek ikili işbirliği anlaşmaları ve gerek keşif
artışlarıyla ilgili, DSİ gibi, geleneği olan, tertemiz bir müessese töhmet
altında bırakılmaktadır. Bugün de keşif artışları imzalanmaktadır, bugün de
ikili işbirliği anlaşması imzalanmıştır; yani, şu anda mevcut hükümetimizin
Malezya'yla imzalamış olduğu ikili işbirliği de buna bir örnektir; yani,
Malezya'yla bir ikili işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma kapsamında,
DSİ'nin Bodrum Yarımadası ve Aydın yöresi su arıtma, dağıtım ve
kanalizasyonunun yapılması, yine bu anlaşma kapsamında, enerji üretim ve
dağıtım projelerinin gerçekleşmesi, yine bu anlaşma kapsamında, Tekirdağ-Saray,
Bolu-Göynük, Çankırı-Orta, Adana-Tufanbeyli, Bingöl-Karlıova linyit rezervleri
-bundan sonra projeler diye anılacaktır- bunların geliştirilmesi karar altına
alınmıştır; yani, şu anki mevcut Bakanımızın Kars içmesuyuna vermiş olduğu
yüzde 50 keşif artışı; yine, Gaziantep projesiyle ilgili, Şanlıurfa projesiyle
ilgili vermiş olduğu yüzde 80, yüzde 60 keşif artışları, bunlar, bizim
yaptığımız keşif artışlarından hiç de farklı işler değildir. Gerek ikili
işbirliği konusunda gerek keşif artışları konusunda yapılan bütün işlemler,
yasaya da, uygulamaya da, hukuka da uygun işlemlerdir. İlerleyen aşamalarda,
zaten, bunlar da çok net bir şekilde görülecektir ve netice itibariyle, bu
değerlendirmeler de gelecek günlerde mutlaka makes bulacaktır. Bu işleri yapan
bütün Bakanlara da, hakikaten, teşekkür etmek lazımdır ve ümit ediyorum,
inşallah, bunlarla ilgili, bir gün, gelip, teşekkür görevi de yerine
getirilecektir.
Sayın milletvekilleri, Sayın Başkan;
görevimde gerçekten titiz davrandım. Türk hukuk düzeninin gereklerini yerine
getirmenin dışında bir davranışım olmamıştır. Tarafımdan yapılan işlemlerin
hepsi yerindedir ve hukuka uygundur. Böylesine uydurma, maksatlı bir soruşturma
raporu üzerinde hakkımda karar vermek zorunda kalmanız, benim için gerçekten
üzücüdür.
Bizim aile yaşantımızı, hayat tarzımızı
bilen insanların bana söyledikleri bir şey var; dediler ki: "Sakınan göze
çöp batar." Gerçekten, ben, Bakanlığımı gözümden daha çok sakındım; ama,
bu iddialara muhatap kalmak da kaderin bir cilvesidir.
Tabiî, sizler beni dinlediniz, diğer
arkadaşları dinlediniz, bir karar vereceksiniz. Bu kararınız da, hem sizin için
hem ülkemiz için hem bizim için hayırlara vesile olsun diyorum. Çok zamanınızı
aldım. Beni dinlediğiniz için, size, hepinize teşekkür ediyorum; gösterdiğiniz
müsamahaya da teşekkür ediyorum. Sayın Başkanın da bu âlicenaplığını hiçbir
zaman unutmayacağımı belirtiyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ersümer.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski
Bakanlarından Sayın Zeki Çakan; buyurun efendim.
ZEKİ ÇAKAN - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hakkımda açılan soruşturmayla ilgili olarak soruşturma komisyonu raporunun
Genel Kurulda görüşülmesi nedeniyle, Anayasanın ve İçtüzüğün şahsıma tanıdığı
hakkı kullanmak ve gerçekleri anlatmak üzere huzurlarınızdayım; Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum.
Bütün milletvekillerimizden Yüce Türk
Milleti önünde bir tek istirhamım var. Gecenin bu saatinde, ben, bütün
olayları, detaylarıyla açıklamak için, geniş, uzun bir konuşma yapacaktım;
ancak, bu konuşmamı kısa tutacağım; çünkü, gecenin bu saatinde, gerçekten,
sayın milletvekilleri, bundan sonra da bazı kanunları görüşecekler; ama, bir
kez daha kulisteki milletvekillerinden istirham ediyorum; şu anda Yüce Türk
Milleti de bizi izliyor; benim konuşmamla ilgili, suçlanmamla ilgili,
komisyonun hazırlamış olduğu 450 sayfayı aşan raporda hakkımdaki isnatlarla
ilgili, çok kısa, çok öz, belgeye dayalı -bilgiye değil, belgeye dayalı-
milletvekillerimize bilgi vereceğim. Son kez, bir kez daha istirham ediyorum;
yarım saat içerisinde bitirmeye çalışacağım, ama, bütün milletvekillerimizin,
beni dinlemeleri için kulislerden Genel Kurula gelerek, vicdanlarına danışarak
hakkımda oy kullanmalarını istiyorum. Tekrar saygılar sunuyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
soruşturma komisyonunun hakkımda önergelerde yer alan isnatlarla ilgili bilgi
vermem için daveti üzerine komisyona giderek, komisyon huzurunda, 42 sayfadan
ve 13 ekten oluşan açıklamalarımı okudum. Ardından, komisyon başkanının,
üyelerinin ve katılan uzmanların 8 saat süresince yönelttiği yüzlerce soruya,
bütün samimiyetimle cevap verdim. Soruşturma komisyonunun sayın 5 üyesi,
yaptıkları araştırmalar, toplanan deliller ve verdiğim bilgiler sonucunda,
hakkımda dava açılması konusunda ikna olmadılar. Katılan 7 sayın üyenin oyuyla,
komisyon raporu, Yüce Divana sevkim yönünde çıktı. Yüce Meclise duyduğum saygı
ve güvenin bir göstergesi olarak şu anda huzurlarınızdayım ve hakkımdaki
isnatlarla ilgili cevap hakkımı kullanıyorum; ancak, hemen belirteyim ki,
soruşturma komisyonunun hazırladığı rapor ve şahsıma yönelttiği isnatlar çelişkilerle
doludur. Aleyhimde tek bir belge yoktur. Beni suçlayan, usulsüz talimat
verdiğimi söyleyen tek bir bürokrat yoktur.
Hal böyle iken, mesnetsiz isnatlarla
doldurulmuş, hatta komisyon üyelerinin bile yanıltıldığı, açık söylüyorum,
komisyon üyelerinin bile yanıltıldığı bu rapor, tam bir haksızlık örneğidir.
Nitekim, Soruşturma Komisyonunun 5 sayın üyesi milletvekili, suçluluğum
konusunda ikna olmamışlar, Yüce Divana sevkim yolunda oy kullanmamışlardır.
Bunu, Yüce Kurulunuzun dikkatlerine sunuyor ve kendilerine, huzurlarınızda
teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bakanlık yaptığım onsekiz aylık dönemde, fedakâr, çalışkan, dürüst
bürokratlarla çalıştım. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının güvenip yetki verdiği
bu bürokratlara güvenmekte hiçbir sakınca görmedim. Tüm bürokratlarıma,
açıklığı, şeffaflığı ve katılımcılığı kendilerine ilke edinmelerini defalarca
söyledim.
Şimdi, sizlere soruyorum: Bürokratlarıma
neden güvenmeyecektim?! Sebepsiz güvenmemek, en büyük keyfîlik olmaz mıydı?!
Bir bakan, keyfî davranabilir miydi?! Bürokratlarım tarafından hazırlanan ve
imzaladığım ya da olur verdiğim için suçlandığım hangi işte, bana, usulsüzlük
ihbarı, suç işlendiği bildirimi yapılmış da, ben, gereğini yapmamışım?! Böyle
bir tek örnek verilmedi, verilemezdi de. Hangi işte ben talimat vermişim de,
bürokratımı bir usulsüzlüğe zorlamışım?! Böyle bir tek örnek verilemedi,
verilemezdi de. Önüme gelen bir işin, bir belgenin usulsüz olduğuna dair hiçbir
duyum, ihbar, bildirim, şüphelenecek hiçbir neden yokken, işlem, kanunun
emrettiği bütün aşamalardan, kanunlar, yönetmelikler ve tüzüklere uygun olarak
ve uygun görüşle gelmişken, ben, ne deyip de o evrakı imzalamayacaktım?! Asıl o
zaman keyfîlik yapmış olmaz mıydım?!
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir
bakan, şube müdürü, hesap uzmanı, kontrol mühendisi değildir. Bir bakandan,
eline hesap makinesi alıp, durup dururken hesapları baştan yapması, onlarca
kademeden geçmiş, onlarca memur tarafından incelenmiş bir dosyayı, baştan sona
denetlemesi, her seferinde iş mahalline gidip kontrol mühendisinin
tespitlerinin doğru olup olmadığını doğrudan denetlemesi nasıl beklenebilir?!
Sayın milletvekilleri, sizlerin arasında
hükümet üyeleri var, geçmişte bakanlık yapanlar var, bürokrat olarak çalışmış
olanlar var, diğer sayın milletvekilleri arasında bir gün bakan olacak ve bakan
olarak hizmet edecekler var. Şimdi, kendinizi bakanlık makamında düşünün,
elinizi vicdanınıza koyarak karar verin; kendi teşkilatınıza, bürokratınıza,
teftiş kurulunuza, uzmanınıza güvenmeyecek misiniz?! Bürokratlarımı, Soruşturma
Komisyonu önünde ne suçladım ne de huzurunuzda suçlamaya niyetim var. Beni
yanılttılar, yanlış yaptırdılar demedim, demiyorum; ama, burada soruşturulan
benim.
Evet, 3154 sayılı Kanuna göre, bakan, emri
altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumludur; aynı hüküm, Anayasamızın
"Görev ve siyasî sorumluluk" kenar başlıklı 112 nci maddesinde yer
almaktadır; ancak, burada sorumluluk; yani, bir bakanın, bakanlık personelinin
faaliyet ve işlemlerinden sorumlu tutulması, kuşkusuz, siyasî bir
sorumluluktur. Ben siyasî sorumluluğumun gereği olarak, burada ve her yerde,
her platformda bürokratlarıma güvendiğimi ve onların, yetki ve sorumlulukları
içerisinde hareket ettiklerini gururla söylüyorum.
Değerli arkadaşlar, şimdi, şahsıma
yöneltilen haksız isnatlara sırasıyla cevap vermek istiyorum. Biraz önce
söyledim, konuşmamı çok uzun tutacaktım; ama, uzun tutmayı kesinlikle
düşünmüyorum. Enerji politikaları isnadı... Ben, değerli milletvekillerimize,
bizi izleyen Yüce Türk Milleti önünde soruyorum; enerji politikalarıyla ilgili
suçlanıyorum!.. Bakın, bakanlık görevini ben 9 Mayıs 2001-18 Kasım 2002
tarihleri arasında yürüttüm. Bu görevlerim esnasında, yap-işlet-devret,
yap-işlet, işletme hakkı devri, mobil santral enerji ihalesi olarak
adlandırılan bir tek ihale yapılmadı. Tekrar ediyorum, benim dönemimde,
yap-işlet-devret, yap-işlet, işletme hakkı devri, mobil santral gibi bir tek
ihale yapılmadı; bir tek doğalgaz anlaşması yapılmadı. Benim dönemimde bir tek
davetiyeli iş yapılmadı.
Suçlamak için söylemiyorum; ama, ben beyaz
enerjiden sonra göreve geldiğim için, o kadar dikkatli davranmak
mecburiyetindeydim ki, acaba yanlış yoruma sebebiyet olur mu diye bir tek
davetiyeli ihaleye de olur vermedim. Bir tane ikili anlaşma benim dönemimde
imzalanmadı, gerek olmadığı için imzalanmadı ve ben, bugün burada enerji
politikalarıyla ilgili suçlanıyorum! Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre;
yani, sizlerin burada bulunmanızın dayanağı olan, benim de bu sıralarda görev
yapmamın dayanağı olan Anayasaya göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk
devletidir. Hukuk devleti kendi çıkardığı kanunlarla kendini bağlı sayan devlet
şeklidir.
Komisyonda söyledim, burada da
söyleyeceğim; hangi sözleşmeyi, hangi projeyi, hangi gerekçeyle feshedecektim
arkadaşlar?! Devletin verdiği hangi sözü, hangi gerekçeyle yerine getirmekten
imtina edecektim?! Böyle yapsaydım keyfî davranmış olmaz mıydım; böyle
yapsaydım, mahkemelerin kamu aleyhine hükmedecekleri tazminatların hesabını
Yüce Türk Milletine ve size nasıl verecektim?! İdarede istikrar, idarede
süreklilik ilkelerini nasıl açıklayacak, milletime nasıl hesap verecektim?!
Nitekim, aynı ilkeler çerçevesinde, şu anki sayın bakanlar, şu anki idare, eski
projeleri devam ettirmiyor mu?! Önceki sözleşmelerle kendini bağlı saymıyor mu;
saymak mecburiyetinde de değil mi?! İdare bir bütündür, idarede istikrar
olmalıdır, idarede devamlılık olmalıdır.
Biraz önce de söyledim, ben, 9 Mayıs 2001
ve 18 Kasım 2002 tarihleri arasında görev yaptım. Göreve başladığım tarihte
yürürlükte olan projelere, imzalanmış sözleşmelere, kuşkusuz bağlıydım; tıpkı,
şimdi, Sayın Enerji Bakanımızın bağlı olduğu gibi. Bu sözleşmelerin bir tanesi
şu anda iptal edilmiş durumda mıdır; hayır, aynı şekilde devam etmektedir.
Soruşturma komisyonu, bana, ülkeyi neden
Rusya'dan alınan doğalgaza bağımlı kıldığımı sordular. Komisyonda da söyledim
-komisyon başkanı ve değerli üyeleri burada- ben, bir tek doğalgaz anlaşması
yapmadığım halde, bu soru, bana nasıl yöneltilebiliyor. Benim yaptığım, sadece,
benden önceki dönemlerde imzalanmış ve yürürlükte bulunan anlaşmaların,
ülkemizin en çok menfaatına olacak şekilde uygulanması için, BOTAŞ
yetkililerinin arkasına siyasî destek vermektir. Bu siyasî destek sayesinde
BOTAŞ'ta büyük başarılar sağlanmış, yürürlükteki anlaşmalar çerçevesinde,
ülkemiz lehine çok önemli kazanımlar elde edilmiştir. Ayrıca, benim bakanlık
yaptığım dönemde, Türkiye, kullanmadığı doğalgaz için, bir tek kuruş "al
ya da öde" cezası ödememiştir.
Şimdi, huzurlarınızda soruyorum, bakanlık
yaptığım dönemde bir tek doğalgaz alım anlaşması imzalanmadı, biraz önce
söyledim, bir tek enerji ihalesi yapılmadı; o zaman, elinizi vicdanınıza koyun
değerli milletvekilleri, ben, enerji ihaleleriyle ilgili usulsüzlük ve
yolsuzluktan nasıl suçlanıyorum?!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - O zaman niye
buradasınız?
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Bilemiyorum; bakın,
onu da bilemiyorum. Biraz sonra, isnatlara tek tek cevap vereceğim; onu, siz,
vicdanınıza soracaksınız, bana değil.
Değerli arkadaşlar, zamanınızı fazla
almayacağım. Eğer, isnatlarla ilgili bir tek atlama yaparsam, Sayın Komisyon
Başkanımızdan, Yüce Türk Milleti huzurunda özellikle istirham ediyorum, hayır
şu da vardı desin.
Otoprodüktörlerle ilgili suçlanıyorum.
Nedir otoprodüktör; niye suçlanıyorum; bakın, otoprodüktörlerle ilgili gelen
olura imza vermemden suçlanıyorum. Tekrar ediyorum; bana gelen bir olur var,
kanunlar çerçevesinde, buna olur verdiğim için suçlanıyorum. Bir tek yazılı
talimatım yok, kanunsuz verdiğim bir emir yok; bir tek bürokratım "bize
herhangi bir ricada bulundu Sayın Bakan, bir talimat verdi" demedi.
Yüzlerce, binlerce kişi dinlendi; bir tek bürokratım "bir yanlış emir
verdi, Sayın Bakan ricada bulundu, buna da -tabiri caizse- yardımcı ol
dedi" demedi; bir bürokratım, komisyona gelip "evet, Bakan bu
talimatı verdi" demedi. Komisyon üyeleri burada, Başkan burada; ellerini
vicdanlarına koysunlar...
Şimdi, neye olur vermişim, niye
suçlanıyorum; size, bu yazıyı okuyacağım; 11 Ekim 2001 tarih, 4764 sayılı yazı;
yazının sayı ve tarihini veriyorum ki, zabıtlara da geçsin; yazıyı okuyorum:
"3096 sayılı Yasaya dayalı, 4 Eylül 1985 tarih ve 18858 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanan, Türkiye Elektrik Üretim İletim AŞ ile Türkiye Elektrik
Dağıtım AŞ dışındaki kuruluşlara elektrik enerjisi üretim tesisi ve işletme
izni verilmesi esaslarını belirleyen -özellikle, sayın milletvekillerimden
istirham ediyorum; bakın, verdiğim olur- 85/9799 sayılı yönetmelik ve bu
yönetmeliğe ek olarak çıkarılan yönetmelikler çerçevesinde, Halkalı Kâğıt
Karton Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketi, Halkalı-İstanbul'da, kendisinin
elektrik ve ısı ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, 5,066 megavat kurulu gücünde
otoprodüktör elektrik ısı santralını tesis edip işletmek üzere, Bakanlığımıza
başvurmuştur" deniliyor. "İlgili kuruluşların olumlu görüşleri
kapsamında yapılan değerlendirmeler sonucunda, şirketin başvurusu uygun
bulunmuş ve 1 Aralık 1998 tarihli 23540 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan
98/11982 sayılı yönetmelik hükümleri doğrultusunda ve yakıt sorumluluğu
-dikkatinizi çekmek istiyorum- tamamen şirkete ait olmak üzere, İstanbul-Halkalı'da tesis edilip işletmesi
planlanan 5,066 megavat kurulu gücünde doğalgaz, LPG ve motorin yakıtlı
otoprodüktör elektrik santralı için Bakanlığımız ile Halkalı Kâğıt, Karton
Sanayii ve Ticaret Anonim Şirketi arasında sözleşme imzalanmasını, Genel
Müdürlüğümüzün -sayın milletvekilleri, dikkatinizi çekiyorum- uygun görüşüyle
olurlarınıza arz ederim." Kim; Genel Müdür Selahattin Çimen. Bu Selahattin
Çimen şu anda nerede; şu anda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığında Müsteşar
Yardımcısı. Demek, ne kadar düzgün iş yapmış ki, Sayın Bakanımız Hilmi Güler de
kendisini taltif etmiş, Müsteşar Yardımcısı yapmış. Bu yazıda ne deniliyor;
gösteriyorum size, yazı bu, Genel Müdür Selahattin Çimen imzalı ve eki 2 takım
sözleşme: "Konuyla ilgili tüm işlemler kontrol edilmiştir. Uygun görüşle
arz ederim. Müsteşar Yardımcısı Fikret Baran." "Uygun görüşle arz
ederim. Müsteşar Doç. Dr. Yurdakul Yiğitgüden" Ben, olur vermişim.
Sayın milletvekilleri, elinizi vicdanınıza
koyun. Ben, bu yazıya olur vermeyecektim de, ne yapacaktım?! Bununla ilgili bir
şikâyet gelseydi, bununla ilgili bir şey gelseydi, ben de bunu müfettişe havale
etmeseydim, suç işlemiş olurdum. Bana gelen örnek, bütün otoprodüktörlere ki,
39 tane ve bunların toplam kurulu gücü 874 megavat, Türkiye'nin kurulu gücü de
2004'te 35 000 megavat. Niye verilmiş bu, niye verilmiş; sanayici ucuz elektrik
kullansın ve ısısından yararlansın... Sayın Hocam Lütfi Doğan yarın müracaat
etti, geldi Enerji Bakanlığına "benim bir apartmanım var, ben, bir
jeneratör kuracağım, bu jeneratörle ilgili olarak bunun ısısından
yararlanacağım" dedi. Buna olur vermişim; bundan suçlanıyorum. Birinci
isnat bu; otoprodüktör... Özellikle Sayın Komisyon Başkanıma da bakıyorum; başka
isnat var mı? Tek tek cevap vereceğim, bütün olayları çok kısa açıklayacağım;
çünkü, özellikle gecenin bu saatinde fazla zamanınızı almak istemiyorum.
İkinci isnat BOTAŞ'la ilgili. Şimdi, çok
kısa...
AHMET YENİ (Samsun) - Karıştırma... Sayın
Altıkulaç...
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Belki karıştırmış
olabilirim ismi, karıştırmışsam özür dilerim; ismi belki karıştırmış
olabilirim, onun için kusura bakmayın.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
doğalgaz konusuna ve BOTAŞ'a yapmış olduğu faaliyetlere gelince; şunu açık
yüreklilikle ifade ediyorum, soruşturma komisyonu, rapor hazırlanırken lehe
olan delilleri, maalesef, toplayamamış, bunun sonucu olarak da eksik
soruşturmayla ilgili karar verme tehlikesi çıkmıştır. Şimdi de hakkımda
kurulmuş olan Meclis soruşturma komisyonunun görevlendirmiş olduğu konunun
dışında; yani, soruşturma önergelerinde iddiaların dışında konularla
suçlanmaktayım. Bunlarla ilgili olarak da suçlandığım konu 3 tanedir; üçüncü
fiyat revizyonu, Turusgazdan alınan indirimlerin geriye yönelik olarak tahsil
edilmemesi, Mavi Akım sözleşmesinin feshedilmemesi ve Turusgaz Sözleşmesi (k)
faktörünün kaldırılmaması.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sizlerin ve Yüce Türk Milletinin huzurunda, bu konularla ilgili yetki ve
sorumluluğum nedir, öncelikle bunu anlatmak istiyorum; bunu anlatırken, BOTAŞ
tarafından yapılan işlemlerin yanlış olduğunu vurgulamak için değil, kendi
yetki ve sorumluluklarında yaptıkları bu işlerden dolayı bürokratlarıma
teşekkür etmek için söylüyorum.
BOTAŞ, bir kamu iktisadî teşekkülüdür; 233
sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabidir; özerk bir tarzda ve ekonominin
kurallarına uygun olarak yönetilir; Genel Müdür, Yönetim Kurulu Başkanıdır;
Yönetim Kurulu kendi kararlarını alır ve uygular; bakan, Yönetim Kurulu
kararlarını hiçbir zaman etkilemez ve imzalayamaz. Benim de, bakan olarak
hiçbir yerde BOTAŞ'a müdahalem olmamıştır. Başta bu zeyilnamelerin altında
imzası olan BOTAŞ'ın Genel Müdür ve bürokratları, komisyona geldiklerinde,
kendilerine "bakanın bir müdahalesi oldu mu" diye sorulduğunda
"hayır, hiçbir müdahalede bulunmadı, hiçbir toplantıya katılmadı"
diyerek, kendilerine hiçbir müdahalede bulunmadığımı belirtmişlerdir. Hiçbir
toplantıya katılmadım ve bunlarla ilgili kararları BOTAŞ almıştır; ama, ülke
menfaatına almıştır.
Şimdi, sizlere çok önemli bir hususu arz
etmek istiyorum; tekrar ediyorum, çok önemli bir hususu arz etmek istiyorum:
İstanbul Milletvekili Sayın Emin Şirin,
Sayın Bakan Hilmi Güler'e, özetle, Ruslar ile 59 uncu Hükümet döneminde yapılan
anlaşmayla ilgili Bakanlığın BOTAŞ üzerindeki yetkisinin ne olduğunu soruyor.
İstanbul Milletvekili Sayın Emin Şirin'in sorduğu soruya, şu anki Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanımız Sayın Hilmi Güler'in, 11 Mart 2004 tarih ve 381,3730
sayılı yazıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı aracılığıyla verdiği
cevabı aynen okuyorum:
"Cevap 3: Sözleşmelerin tarafı
BOTAŞ'tır ve BOTAŞ'ın, sözleşme, müzakere ve mevcut sözleşmelerde değişikliğe
gitme hak ve yetkisi mevcuttur. Söz konusu sözleşme müzakereleri BOTAŞ yönetimi
tarafından yapılmış ve sonuçlandırılmıştır. Bakanlık olarak yapılan iş ise,
konunun yakından takibinden ibarettir."
Şimdi, Sayın Emin Şirin, aynı konuda,
Sayın Hilmi Güler'e bir soru daha soruyor, Sayın Bakan Hilmi Güler cevap
veriyor.
"Cevap 5: Cevap 3'te verildiği,
açıklandığı üzere, sözleşmelerin tarafı BOTAŞ'tır ve BOTAŞ'ın sözleşme,
müzakere ve mevcut sözleşmelerde değişikliğe gitme hak ve yetkisi mevcuttur.
Söz konusu sözleşme müzakereleri de BOTAŞ yönetimi tarafından yapılmış ve
sonuçlandırılmıştır. Doğalgaz alım-satım anlaşmalarında fiyat revizyonları,
tarafların rızasına dayanarak, belirli koşullar altında ve belirli aralıklarla
yapılabilmektedir. Bu revizyonlar, fiyat formülünün tüm parametrelerinin
değiştirilmesi manasındadır."
Şimdi, vicdanlarınıza seslenerek
soruyorum: Bu konularla ilgili yetki ve sorumluluğun olmadığını defalarca beyan
ettim; haydi, bana inanmadınız diyelim, şu anda görev yapan, 59 uncu hükümetin
bir üyesi olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler'in verdiği cevapları
dinlediniz, ona da mı inanmadınız?
Şimdi tekrar soruyorum: Yetki ve
sorumluluk bu kadar açıkken, benim, burada, bu konuyla ilgili ne işim var?! Bu
isnatlar, bana niye yöneltiliyor?! Niçin araştırma ve soruşturma açılıyor?!
Yüce Divana sevk edilmem neden isteniyor, bir türlü anlamış değilim. Elini
vicdanına koyan hiç kimsenin de anlayacağını zannetmiyorum.
BOTAŞ'ın çalışmalarına hiçbir müdahalede
bulunmadığımı, hiçbir toplantıya katılmadığımı, yetki ve sorumluluğun BOTAŞ'a
ait olduğunu biraz önce anlattım. Sayın Hilmi Güler, biraz önce söylediğim soru
önergesine verdiği cevapta aynı şeyleri ifade ediyor: "Bakanlık olarak
yapılan iş de, konunun yakından takibinden ibarettir" diyor. Şimdi tekrar
ediyorum: O zaman bu konuyla ilgili ben niye suçlanıyorum?!
Geçmişte imzalanan anlaşmalar,
protokoller, doğalgaz alım-satım sözleşmelerinin bana yöneltilen suçlamalarla
ilgili kısımları hakkında, benimle birlikte çalışan dönemin Genel Müdürü Sayın
Gökhan Bildacı'dan bilgi aldım. Önce, Turusgazdan geriye yönelik 58 266 606
dolar tahsil edilmemesi olayını açıklamak istiyorum. Tekrar ediyorum, bir tek
sorumluluğum olmadığı halde; ama, bir vatandaş olarak da bunu açıklamakta fayda
görüyorum. Turusgaz sözleşmesinde, fiyat revizyonuna olanak tanıyan madde
numarası 9, fiyat ve miktar revizyonuna olanak tanıyan madde numarası 17'dir;
ancak, 17 nci madde içerisinde geriye yönelik fark talep edilmesi konusu
bulunmamaktadır. Soruşturma Komisyonu raporunda belirtildiği gibi, fiyat
revizyonundan; yani, 9 uncu maddeden fiyat ve miktar revizyonu; yani, 17 nci
maddeye doğru bir politika değişikliği, iddia edildiği gibi, 20 Ağustos 2001
tarihli yazıyla değil, Soruşturma Komisyonu raporunda gözardı edilen, 9 Nisan
2001 ve 30 Nisan 2001 tarihli yazılarla yapılmıştır.
Arkadaşlar, o tarihlerde ben bakan
değilim. Tekrar ediyorum, o tarihlerde ben bakan değilim.
AHMET YENİ (Samsun) - Bir bakanın, yaptığı
işlerden sorumsuz olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - BOTAŞ, Turusgazdan
ilk fiyat revizyon talebini Temmuz 2000'de yapmış; ancak, sözleşmeye göre,
hukukî olmayan bu talebi Turusgaz kabul etmemiş ve bu konuda BOTAŞ'a bir yazı
göndermiş ve bu yazıları dosya halinde Soruşturma Komisyonuna vermiş olmama
rağmen, Soruşturma Komisyonu raporunda bu konu gözardı edilmiş ve ısrarla fiyat
revizyonu talebinin Temmuz 2000'den geçerli olması gerektiği vurgulanmış ve
hukuken geçerli olmayan tarihe göre hesap yapılmıştır. Fiyat revizyonu için
gerekli olan ve doğalgaz alım-satım sözleşmelerinde belirtilen koşullar
oluşmamıştır. Rekabet Kurulunun 17 Ekim 2003 tarih ve 25262 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanan, 8 Mart 2002 tarih ve 2-13/127-54 sayılı kararıyla 2002
yılı mart ayı itibariyle; yani, Turusgaz ve Gazexportun fiyat ve miktar
görüşmeleri için masaya oturdukları tarihte BOTAŞ'ın almakta olduğu doğalgaz
fiyatının, diğer Avrupa ülkeleriyle aynı olduğunu, hatta, ülkemizde evlerde
kullanılan doğalgazın Avrupa fiyatlarının da altında olduğunu teyit eden
kararından Soruşturma Komisyonu raporunda bahsedilmemiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bakın, şunu söyleyeyim: Herkes Türkiye'deki doğalgazı pahalı biliyor değil mi;
şu anda televizyonlarda bizi izleyenler de "Türkiye'de doğalgaz çok
pahalı" diyorlar. Türkiye'de bu konuya karar veren kim var; Rekabet
Kurulu. Bakın, Rekabet Kurulu karar almış, Resmî Gazetede de bu karar
yayımlanmış. Şimdi, 17 Ekim tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 8 Mart 2002 tarih
ve biraz önce okuduğum sayılı Rekabet Kurulu kararını aynen okuyorum: "Bu
çerçevede dağıtım kuruluşları açısından aşırı fiyatlandırmanın söz konusu
olmadığı, BOTAŞ açısından ise, basında yer alan haberlerin aksine, ne ithalatta
ne de satışlarda doğalgaz ticareti ve fiyatlandırması konusunda yakın
pazarlarda geçerli olan koşullara ve fiyatlara aykırı bir hâkim durum
istismarından söz edilemeyeceği; zira, ithalatta uluslararası petrol fiyatları
dikkate alınarak belirlenen fiyatın AB ülkelerine ithalatta uygulanan
fiyatlarla paralellik içerisinde olduğu, BOTAŞ ve dağıtım kuruluşlarının
fiyatlandırmaları ve vergiler neticesinde ortaya çıkan satış fiyatlarının,
sanayi kesimi açısından AB fiyatlarıyla uyumlu, evsel kullanım, sanayi
kullanımı dışında kalan açısından ise AB fiyatlarının da altında olduğu; bu
bağlamda, söz konusu şirketler hakkında soruşturma açılmasına gerek olmadığı..."
Şimdi, ben soruyorum: Fiyat revizyonu
için gerekli olan ve doğalgaz alım
satım sözleşmelerinde belirtilen koşulların oluşmadığı, 2002 yılı mart
ayındaki, biraz önce okuduğum, Rekabet Kurulu kararından anlaşılıyor mu; evet.
Talep tarihi olan Temmuz 2000 geçerli mi; hayır. Gazexport ve Turusgaz bu
talebi, tarihi kabul etmiş mi; hayır. Bu tarihin geçerli olmadığı Soruşturma
Komisyonu raporunda da belirtiliyor mu; evet. Madde 9'un çalıştırılmadığı,
BOTAŞ'ın Turusgaza yazdığı çeşitli yazılarda, bu madde yerine madde 17'nin
çalıştırıldığı Soruşturma Komisyonu raporunda yer alıyor mu; alıyor. Madde 17
ne zaman çalıştırılmış, benim bakanlık dönemimden önce mi; evet. Madde 17'de
geriye dönük ödeme hükmü var mı; yok. Madde 17'nin son paragrafına göre,
taraflar mutabık kalırlarsa, fiyat revizyonu maddesi olan madde 9'daki geriye
yönelik ödeme hükmünü kaldırabilir mi; evet. Tekrar soruyorum; o zaman, ben,
uzun yazışmalardan sonra, 2000 yılı temmuz ayından beri sürekli olarak
görüşmelere karşı çıkan, konuyu bir iki toplantıyla geçiştiren Gazexport ve
Turusgazı 2002 Mart ayında masaya oturtan -hepsini geçiyorum; tek tek
sayacaktım- ve Türkiye'ye 2 700 000 000 dolar, tekrar ediyorum, Türkiye'ye 2
700 000 000 dolar para kazandıran, Türkiye'de ilk defa, benim dönemimde, BOTAŞ tarafından
fiyat ve miktar indirimi alan, ilk defa, 87 yılından bu yana, fiyat ve miktar
indirimi alan o bürokratlara teşekkür etmem gerekmez mi?! Komisyon, teşekkür
etti ve biraz önce, konuşmacı da söyledi; Bolu Milletvekilimiz, miktar ve fiyat
indirimiyle ilgili "Zeki Çakan döneminde ilk defa yapılmıştır" diye
kendisi de söyledi; zabıtlara geçti. O zaman, ben niye suçlanıyorum, anlamak
mümkün değil.
FARUK ÇELİK (Bursa)- Sayın Çakan, yarım
saati geçti...
ZEKİ ÇAKAN (Devamla)- Çok kısa... Grup Başkanvekiliyken de fazla konuşmamaya
özen gösteriyordum; ama, konuşmamın başında dedim ki: "457 sayfadaki
isnatları tek tek cevaplandırayım, ondan sonra, vicdanınıza göre hareket
edin."
Mavi Akımla ilgili suçlanıyoruz. Nedir;
Mavi Akım niye feshedilmedi? Bakın, Mavi Akım Anlaşmasını ben yapmadım. Mavi
Akım Anlaşmasıyla ilgili, hükümetlerarası bir anlaşma. Aynı zamanda, bu
anlaşmayı teyit eden kanun var ve BOTAŞ ile Gazexportun yaptığı sözleşme var.
Hükümetlerarası anlaşma, Meclisten kanunla çıkmış, arkadaşlar, ben, bu
anlaşmayı nasıl feshederim? Bunu feshetmedim diye ben nasıl suçlanabilirim?
Artı, çok önemli bir şey söyleyeceğim;
Mavi Akım, 2003... Şu anda biz görevde değiliz, Mavi Akımla ilgili olarak şu
anda BOTAŞ'ın yaptığı ve Sayın Bakanın şu anda, bakanlık yaptığı dönemde
yapılan icraatı söylüyorum; Mavi Akımdan 2003 yılı Kasım ayında günlük
-arkadaşlar, sayın milletvekillerim, özellikle bu konuyu dinlemenizi istirham
ediyorum- 11 000 000 metreküp gaz çekilmiş; anlaşmaya göre Mavi Akımdan
çekilecek gaz günlük 6 000 000 metreküp. Benim dönemimde, bir taraftan BOTAŞ
pazarlık yapıyor, Mavi Akımdan fiyat ve miktar indir diyor, diğer taraftan da
Mavi Akım gazı Türkiye'ye lazım, bunu yükseltin diyor. 2003 yılı Kasım ayında
Mavi Akımdan 11 000 000 metreküp gaz çekilmiş, 2003 yılı Aralık ayında Mavi
Akımdan 19 400 000 metreküp gaz çekilmiş arkadaşlar. Anlaşmaya göre normal
çekilmesi gereken gaz 6 000 000 metreküp, 19 000 000 metreküp çekilmiş -resmî
rakam, internete girin, internetten aldığım rakam- 2004 Ocak ayında 19 500 000
metreküp gaz çekilmiş, 2004 Şubat ayında 18 000 000 metreküp gaz çekilmiş, 2004
Mart ayında 12 000 000 metreküp gaz çekilmiş, 2004 Nisan ayında 12 000 000
metreküp gaz çekilmiş, 2004 Mayıs ayında 11 900 000 metreküp gaz çekilmiş, 2004
Haziran ayında 11 000 000 metreküp gaz çekilmiş. Şimdi, biraz önce,
konuşmacılar, Mavi Akımı niçin iptal etmediniz dediler; Mavi Akımdan alınan bu
gaz olmasaydı, nereden doğalgaz bulunacaktı arkadaşlar? Batı hattından gelen
gaz...
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - İran'dan...
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Hemen cevap
vereyim; İran'dan dediniz... Batı hattından gelen gazın kapasitesi dolu,
alınıyor, şu anda alınıyor. İran'dan doğalgaz alınıyor...
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Türkmenbaşı...
Türkmenbaşı...
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Türkmenistan'dan
alınacak doğalgazın projesi yok, iptal edilmiş. Şu anda 18 000 000 metreküp gaz
çekiliyor; kovayla mı Türkmenistan'dan getireceksiniz Sayın Milletvekilim?
Ben, şu andan bahsediyorum. Türkiye'nin,
şu anda almış olduğu doğalgazdan bahsediyorum.
Konuşmacı Milletvekili Sayın Mehmet Güner,
benim ve Sayın Bakan Hilmi Güler tarafından miktar indirimi yapıldığını söyledi
ve Mavi Akım feshedilmeliydi dedi. Biraz önce söyledim, Mavi Akımdan alınan gaz
hatır için mi alındı sayın milletvekillerim? Tekrar ediyorum, Türkiye'nin
ihtiyacı olan batı hattından gelen gaz tam kapasiteyle çalışıyor, İran'dan
gelen gazın tamamı alınıyor ve Mavi Akımdan 6 milyar yerine 18 milyar metreküp
gaz alınıyor. O zaman, ben, sorarım sayın milletvekilime ve Yüce Türk Milleti
huzurunda sayın milletvekillerim sizlere, bu hükümet, bu Bakan, şu anda görevde
olan Sayın Bakan günde 18 000 000 metreküp doğalgaz alıp da Taksim meydanında,
Kızılay Meydanında yaktı mı? Boşa mı kullandı? Gözünüzü seveyim, boşa mı
kullandı diyorum? Ve eğer, bu gaz, Mavi Akım feshedilseydi, Türkiye gazsız
kalacaktı, ekonominin ağır bir bölümü çökecekti. Bu gazı, bu hükümet,
Kızılay'da, Taksim'de yaktı mı?
FARUK ÇELİK (Bursa) - Gaz geldi, ekonomi
çöktü.
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Ben, size onu
söylüyorum, en önemli unsurlardan birini söylüyorum. Bakın, Mavi Akımdan alınan
doğalgazın ne kadar önemli olduğunu Türkiye şu anda çekiyor, görüyor.
Çok önemli bir hususu söyleyeceğim size;
doğalgaz fiyatlarını veriyorum, belki vermemem gerekli; açık söylüyorum, doğalgaz
fiyatlarını veriyorum, belki vermemem gerekli; ama, Yüce Türk Milleti huzurunda
suçlandığım için vermek mecburiyetindeyim. 2002 yılı Nisan ayı Mavi Akım
fiyatını, yani, Mavi Akımla ilgili pazarlık yapıldığı andaki fiyatları
veriyorum, en pahalıdan en ucuza. Bunlar, Meclis zabıtlarına geçiyor. Bu
fiyatlar şunlar: Nijerya'dan alınan gaz 131 dolar; Cezayir'den alınan gaz 115
dolar; İran'dan alınan gaz 109 dolar; Turusgaz'dan alınan gaz 109 dolar; 6
milyar metreküp Rus gazı, 98 dolar; Mavi Akımla alınan gaz 90 dolar; tekrar
ediyorum, Mavi Akımla alınan gaz 90 dolar, Türkiye'nin aldığı en ucuz gaz.
BOTAŞ, Türkiye'nin aldığı en ucuz gazı iptal edecek de, sen en ucuz gazı nasıl
iptal edersin diye BOTAŞ'a sormayacaklar mı arkadaşlar? BOTAŞ'a sormayacaklar
mı; bu sene, 2003 ve 2004'te 18 milyar metreküp gaz çeken BOTAŞ, şimdiki
dönemde bunu nasıl iptal edecek? Bunu nasıl iptal etmediniz diye, bu soru nasıl
yöneltiliyor bana veya bürokratlara? Kaldı ki, Bakan Sayın Hilmi Güler'in
dediği gibi, anlaşmada yetkili BOTAŞ'tır, Bakanın sadece denetim yetkisi
vardır. Bunu, ben söylemedim -bana inanmadınız- Bakan Sayın Hilmi Güler
söyledi, resmî olarak da Emin Şirin'e, imzasıyla gönderdi. Alın, gösteriyorum;
Mavi Akım anlaşmasıyla ilgili anlaşma... Anlaşmada, yıl yıl alınacak gaz
yazılmış, yıl yıl. Arkasında, gösteriyorum, 4357 sayılı Kanun... Anlaşma,
kanuna bağlanmış. O zaman, ben, nasıl, neden suçlanıyorum; anlamak mümkün
değil.
(K) faktörüne gelince... Biraz önce
arkadaşlarımız, sayın milletvekilleri (K) faktörüne değindiler, ben çok kısa
değineceğim. Benim dönemimde, (K) faktörüyle ilgili "düşürülmesi dahi
teklif edilemez" denilmiş; 10 dolardan 4 dolara düşürülmüş; yani, 10
doların 6 doları düşürülmüş, 4 dolar olmuş. Sayın Komisyon Başkanımız ve
üyeleri de burada; ilk defa "düşürülemez" denilen (K) faktörü, benim
dönemimde, 6 dolar düşürülerek, 10 dolardan 4 dolara düşürülmüş. (K) faktörüyle
ilgili olarak da -burada zamanınızı almak istemiyorum- yapılan bütün işlemlerle
ilgili, komisyona, BOTAŞ Genel Müdürü bilgi verdi. O nedenle, çok detaylı
anlatacaktım; ama, sizlere söz verdim, onunla ilgili olarak çok kısa değinip,
olaylara geçiyorum.
2 Mayıs 2003 tarihinde Turusgaz'a ek
mektupla verilmiş olan ve daha sonra BOTAŞ tarafından bir yıl uzatılan süre
doluyor, 2 Mayıs 2003 tarihinde Turusgaz Sözleşmesi fesih hakkı doğuyor mu;
evet doğuyor. Peki, 2 Mayıs 2003 tarihinde Turusgaz Sözleşmesi neden
feshedilmedi? Ben cevap vereyim. Tekrar ediyorum, 2 Mayıs 2003 tarihinde, yani,
şimdiki dönemde niye feshedilmedi; doğruyu yaptılar; çünkü, doğalgaza ihtiyaç
var. Buradaki anlaşmayı şimdiki Bakan feshedemezdi.
Şimdi, suçlandığım bir başka konuya
geçiyorum. Müsteşar Sayın Yurdakul Yiğitgüden'i... Bir soruşturma izni
istenmiş. Bir bakanı Yüce Divana sevk edebilmek için önüne konulan meselelere
bakın. Sayın Müsteşar için bir konuyla ilgili savcılık bir yazı yazmış ve bu
konuyla ilgili soruşturma izni istemiş. Ben de bu yazıyı Teftiş Kurulu
Başkanlığına havale etmişim. Teftiş Kurulu Başkanlığında, Müfettiş Savaş Erdem,
Müfettiş Mustafa Eminoğlu, Müfettiş
Bülent Korkmaz ve Müfettiş Tuncay Yaman'dan oluşan bir heyet kurmuşuz ve bu
heyet 40 gün çalışmış. 40 gün sonra, 4483'e göre soruşturma izni verilmemesine
karar verip, bana rapor göndermişler ve ben de olur vermişim. Olay bununla
bitmemiş. Suçlandığım konu, Teftiş Kurulunun vermiş olduğu yazıya olur
vermişim. Olay bununla bitmemiş. Olay, aynı konuda Danıştaya gitmiş. Hepiniz
bilirsiniz, devleti çok iyi tanıyorsunuz; ben izin vermediğim zaman, savcılık
Danıştaya gidiyor. Buyurun, Danıştay kararı; gösteriyorum arkadaşlar; benim
olur verip de, yani, soruşturma izni vermeyip de suçlandığım konuyla ilgili
Danıştay karar vermiş; işlemden kaldırılması...
Şimdi, Danıştay üyelerini Yüce Divana sevk
mi edeceksiniz?!. Danıştay işlemden kaldırılmasına karar vermiş, işte Danıştay
kararı . Danıştay kararı "Başkan Sabri Coşkun, üye Muammer Oktay..."
okumuyorum. Danıştay kararı, esas no:2001-1579. Karar no:2001-3085. Suçlandığım
konu bu.
Bakan olarak bir başka suçlandığım konu;
Çayırhan'la ilgili 4 tane olur vermişim. Başka suçlanabileceğim hiçbir konu
bulunamadı. 4 tane olur vermişim. El insaf diyorum, başka hiçbir şey demiyorum.
Bu olurların son paragrafını okuyorum, neye olur vermişim: "TEAŞ Genel
Müdürlüğü, Hukuk Müşavirliğimiz ve ekteki Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığının
tayin ettiği 3 öğretim üyesinin görüşleri
dikkate alınarak yürürlükteki imtiyaz sözleşmesinin tarafı olan
Bakanlığımızın sorumluluğunun -dikkatinizi çekiyorum arkadaşlar- doğmaması için
Genel Müdürlüğümüzün uygun görüşüyle
olurlarınıza arz ederim."
Buyurun, yazı burada; Selahattin Çimen
Genel Müdür, Ankara Hukuk Fakültesi Dekanlığı görüşü 7 sayfa, "konuyla
ilgili tüm işlemler kontrol edilmiştir, uygun görüşle arz ederim, Fikret Baran
Müsteşar Yardımcısı; uygun görüşle arz ederim, Müsteşar." Ben de olur
vermişim. Bu yazıya olur vermeyecektim de ne yapacaktım?! Dört yazıya olur
vermemden dolayı suçlanıyorum.
Şimdi, ikinci yazıyı gösteriyorum.
Detayını okumuyorum, son üç cümlesini okuyorum: "Netice itibariyle, 3 üncü
ve 4 üncü ünitelerin fillî devrinin gerçekleşmesine kadar geçerli olmak üzere,
Çayırhan Termik Santralının 1 inci ve 2 nci üniteleri ikinci işletme yılı
1.7.2001-30.6.2002. Enerji satış tarifesi 4,951 sent/kilovat/saat ve ek devreye
alma start bedeli 16,065 dolar olarak uygulanması hususunu, Genel
Müdürlüğümüzün uygun görüşüyle arz ederim" demiş Selahattin Çimen.
"Konuyla ilgili tüm işlemler kontrol edilmiştir, uygun görüşle arz ederim,
Fikret Baran"; "uygun görüşle arz ederim, Müsteşar," "olur,
Zeki Çakan." Bundan suçlanıyorum.
Aynı şekilde, aynı mahiyette diğer bir
yazı, aynı genel müdür vermiş, ondan suçlanıyorum. Zamanınızı almak
istemiyorum; çünkü, söz verdim. Dördüncü yazı da bu, bundan suçlanıyorum. Benim
olur vermemden başka suçlandığım hiçbir konu yok. Bu oluru vermeyecektim de,
ben, ne yapacaktım arkadaşlar?!
Yine, suçlandığım bir konu, bir bürokrata
soruşturma izni vermemişim; tekrar ediyorum, bir bürokrata soruşturma izni
vermemişim. Ne yapılmış o bürokratla ilgili; Teftiş Kurulu Başkanlığı şöyle bir
yazı yazmış: "Bakanlığımca rapor neticelerine iştirak edildiğinden,
makamlarınca da tasvip buyurulması halinde, söz konusu yönetim kurulu
kararlarının hukukî geçerliliğinin tespiti için Danıştaydan istişarî görüş
istendiği halde, bunun sonucunu beklemeden Bakanlığımızdan da soruşturma talep
etmek suretiyle çelişkili bir tutum sergileyen TEAŞ eski Genel Müdür Vekili
Ömer Esirgemez'in yazılı olarak uyarılmasıyla, raporda yapılan öneri
doğrultusunda gerekli işlemlerin yerine getirilmesi için ilgili genel müdüre
talimat verilmesini onaylarınıza arz ederim."
Kim demiş; Teftiş Kurulu Başkanı. Buna
olur vermişim. Ben buna olur vermeyeceğim de neye olur vereceğim; Teftiş Kurulu
başkanından geliyor.
Olay bitmedi. Yolsuzlukları Araştırma
Komisyonu Başkanımız Sayın Azmi Ateş'i biraz önce gördüm; kendisi burada mı,
bilmiyorum. Konu, Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunda gündeme gelmiş.
Hatta, Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu savcılığa suç duyurusunda bulunmuş.
Savcılık, bana bahse konu oluru getiren Teftiş Kurulu Başkanı için Bakanlıktan
soruşturma istemiş. Şimdiki Bakan Sayın Hilmi Güler, 9 Ocak 2004 tarih ve 1/64
sayılı soruşturma izni verilmemesine dair karar almış ve bu kararı da savcılığa
göndermiş. Buyurun... Şu anda, Cevdet Malkoç, Bakan adına, Teftiş Kurulu Başkanı
Vekili, Sayın Bakanın soruşturma iznine gerek... Yani, şimdiki Bakan benim
yaptığım işleme doğru diyor, soruşturma izni vermiyor. Vermeyince, savcılık ne
yapmış; işlemden kaldırma kararını almış. Sayın Bakanın görüşüne katılmış
"ben, Sayın Bakanın görüşüne katılıyorum, Danıştaya da itiraz etmiyorum ve
bu konuyu işlemden kaldırıyorum" demiş. Bundan suçlanıyorum.
Aktaş Elektrik ve Kayseri Elektrikle
ilgili suçlanıyorum. Değerli arkadaşlar, fazla detaya inmeyeceğim; çünkü,
burada gerekli açıklamaları yapacaktım.
Özellikle grup başkanvekillerimden
istirham ediyorum, şu konularla ilgili... Çok önemli açıklamalar bunlar.
Danıştay, AKTAŞ'ın imtiyaz sözleşmesini 27 Mart 2002'de iptal etti. Günlerden
çarşamba. Televizyondan öğrendim. Ben, Bakanlık koltuğunda oturuyorum. Çarşamba
günü bütün bürokratlarımı topladım "Danıştay Aktaş'ı iptal etti
arkadaşlar, ne yapacağız" dedim. Bana "efendim, Danıştay kararı bize
tebliğ edecek -bize tebliğ etmesi en az 10 gün alır- tebliğ ettikten sonra bir
ay içinde -hukukçular var- el koymamız lazım, bir ayı geçirmememiz lazım"
dediler. Çarşamba gece saat 2'ye kadar toplantı yaptım, perşembe saat 2'ye
kadar toplantı yaptım, cuma gece saat 3'e kadar toplantı yaptım. İstanbul'da
-Anadolu yakası- Aktaş'a el koyuyorsunuz; ÇEAŞ-Kepez gibi. Pazar günü, gece
saat 1'de, 8 tane arabayla, avukatlarımı İstanbul'a gönderdim. Danıştayın
kararı bize tebliğ edilmedi. Yaptığım iş -burada, sayın milletvekillerinden, bu
işi bilenler var; gözüme çarpıyor- aslında, hukuka uygun değil. Danıştay kararı
gelmeden nasıl el koyacaksınız?! Pazartesi sabahı, Nermin Berk'i -Müsteşarı-
Danıştaya gönderdim. Saat 08.00'de Danıştay açıldı, kararı tebellüğ ettirdim,
İstanbul'a giden avukatlar bankada bekledi, saat 09.00'da bankada avukatlara bu
kararı tebliğ ettim, bütün hesaplarına el koydurdum. Bir ayı beklemedim. Niye
beklemedim; bir ayda, Aktaş, 80-100 trilyon para topluyordu. Bu para, fakir
fukaranın parasıydı. Ben, bu parayı Aktaş'a aldırmamak için, Danıştay kararını
beklemeden buna el koydum. Bunun için suçlanıyorum.
Kayseri Elektriğin eski Genel Müdürü
burada milletvekili; şu anda karşımda; AK Parti milletvekilimiz. Kusura
bakmayın, isminizi unuttum. Kayseri ve Aktaş Elektrikle ilgili bütün
denetimlerimi yaptım. Aktaş ve Kayseri Elektrikle ilgili -Türkiye'deki bütün
vatandaşlarımın ve sizin dikkatinizi çekiyorum- 1 katrilyon 300 trilyona varan
mahsuplaşmayla ilgili, 40 trilyon mahkeme masrafı yatırarak -40 trilyon mahkeme
masrafı yatırarak- ilk defa, denetimi yapıp, mahsuplaşmayı mahkemeye verdim. Bu
mu benim suçum?! Bu mu benim suçum?! İlk defa, ilk defa, 40 trilyon mahkeme
masrafı yatırıldı ve bu da komisyon raporunun sayfalarında tek tek yazılıyor.
Sayın Komisyon Başkanımız çok iyi bilir. "2001 yılında denetimle ilgili bu
görevler yapılmıştır" diye komisyon raporunda da yazıyor.
Şimdi, en büyük suçlarımdan birine
geliyorum: Yüce Türk Milleti izliyor, siz izliyorsunuz: ÇEAŞ'a, Kepez'e denetim
yaptırmamışım. Tekrar ediyorum; ÇEAŞ ve Kepez ile ilgili denetim yaptırmamışım.
Bütün Türkiye ne biliyor: "Geçmişteki bakanlar görevini yerine getirmedi,
ÇEAŞ ve Kepez ile ilgili olarak denetim de yapmadılar. Bu bakanlar burayı
peşkeş çektiler" diyorlar; ama, olay böyle değil. Hepinizin vicdanı var,
hepinizin çoluk çocuğu var. Olay böyle değil. Tarihî bir yazı okuyorum, tarihin
derinliklerine bırakacağım bir yazı okuyorum: 18 Temmuz 2002, ÇEAŞ ve Kepez ile
ilgili bakanlık makamına bir yazı yazılıyor. O yazıda şu deniyor: "Genel
Müdürlüğümüzün uygun görüşü ve teklifi üzerine 14.2.2002 tarih ve 824 sayılı
makam oluru ile ÇEAŞ ve Kepez Elektrik T.A.Ş'nin tüm işletme faaliyetlerinin ve
Berke Barajına ilişkin yatırımların denetlenmesi kararı alınmış olup, denetim
heyeti listesi ve denetleme usul ve esasları yine Genel Müdürlüğümüzün uygun
görüş ve teklifi üzerine -tarihlere dikkat edin- 13.3.2002 tarih ve 1258 sayılı
makam oluru ile -yani benim olurum ile- belirlenmiştir. Bakanlığımız ve ilgili
kuruluşlara mensup 10'ar kişinin katılımıyla oluşan iki ayrı komisyon,
26.3.2002-15.2.2002 -benim döneminde- arasında ÇEAŞ'ın, 1.4.2002 ve 15.2.2002
tarihleri arasında Kepez Elektrik T.A.Ş'nin 2001 yılı faaliyetlerinin
denetlenmesi çalışmalarını tamamlayarak, denetim raporlarını 13.6.2002
tarihinde Bakanlığımıza teslim etmişlerdir. Söz konusu raporlar iki nüsha
halinde ekte takdim edilmiş... Rapor doğrultusunda gereği yapılacaktır."
Berke Barajı hiç gündeme gelmiyor değil
mi? Bakın, ben ne yapmışım: "5 kişiden oluşan Berke Barajına ilişkin
denetleme komisyonu raporu sonuçlanma aşamasındadır. Rapor tamamlandığında,
aynı usulle makamlarınıza takdim edilecektir. Raporda belirtilen hususlar
konusunda, şirketler, Bakanlığımızın müteaddit yazılarıyla uyarılmış olmalarına
rağmen, bugüne kadar bir sonuç alınamamıştır. Bu durumda, şirketlerle ortaya
çıkan ihtilaflı hususların ivedilikle çözüme kavuşturulması için, konuların,
hukuk müşavirliğince imtiyaz sözleşmelerinin 6/H ve 19 uncu maddeleri -bunlar
sözleşmenin fesih maddeleridir; yani, şu anda, ÇEAŞ ve Kepez'i buna göre
feshettiniz- uygulanması da dahil olmak üzere, hukuk boyutları itibariyle değerlendirilmesinden
sonra, her bir sorun ve hukukî ihtilaf hakkında izlenecek yasal yolun
kararlaştırılmasını müteakip gereği yapılacaktır."
Şimdi, yine söylüyorum, tarihe not
geçiyorum. Buraya ne yazmışım ben, biliyor musunuz? Bakın, kendi el yazımla...
Bakan olarak, o dönemde bu yazıyı yazmak kolay değildi, o dönemde -biraz sonra
açıklayacağım- el yazımla şu yazıyı yazmışım: "Sayın Müsteşar, konuyla
ilgili bilgi edinilmiştir. Kamu menfaatı açısından, konunun titizlikle ele
alınıp, başta hukuk müşavirliği olmak üzere, bağlı ve ilgili kuruluşlarca da
gereğinin teminini ve yargı mercilerine gerekli her türlü bilgi ve belgelerin
gönderilmesini rica ederim." Tarih 18.7.2002, bakan olarak ben
imzalamışım.
Allahaşkına soruyorum. Bir daha soruyorum,
Allahaşkına soruyorum. Bir bakan, bundan fazla denetim yapabilir miydi? Bir
bakan, bundan fazla denetim yapabilir miydi? Ve bununla ilgili olarak, ben, 25
kişilik komisyon kuruyorum, bütün denetimler yapılıyor ve bu denetimler
neticesinde, rapor bittiği anda da ÇEAŞ ve Kepez'e el konulacak. İşte bu konu
da, o zaman, orada başlamıştır. Kaldı ki, o dönemde -6 tane televizyonu, 5 tane
gazetesi- bu denetimi yaptırdığım için, her gün gazetelerde sayfa sayfa
aleyhime yazı yazdı; ama, cesurca o denetimleri yapma ve altına bu yazıyı yazma
gereğini duydum, sorumluluğum bunu gerektiriyordu.
Bir de, mobil santralla ilgili
suçlanıyorum. Anladım sıkıldınız; ama, çok az kaldı. Mobil santralla ilgili
hiçbir şey yapmamışım! Grup başkanvekiliyim. Yine o dönemde görev yapan
arkadaşlarımdan birisi de burada; isim vermek istemiyorum. Biraz önce söyledim,
yap işlet, yap işlet devret, işletme hakkı devri, mobil santral; hiçbir ihale
de yapmadım. Bartın'a mobil santral ihalesi yapılmış, Bakanlar Kurulu TEAŞ'a
yetki vermiş 1998, 1999 yıllarında; Bartın'a mobil santral kurulmasıyla ilgili
TEAŞ'ın verdiği ihaleyle, ihaleyi kazanan firma oraya santralı kuruyor.
Santral, oradan, yine TEAŞ'ın yetki ve sorumluluğunda -ki, Bakanlar Kurulu
TEAŞ'a yetki vermiş, bakana değil. Müdahale etsen bile yetkin yok- santralı
oradan almışlar.
Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı şu
yazıyı yazmış: "Bartın'da kurulması planlanan ve daha sonra çeşitli
sorunlar nedeniyle kurulmasından vazgeçilen 100 megavatlık fuel oil santralının
Samsun'a kurulması konusunda Büyükşehir Belediye Başkanlığı olarak her türlü
katkıyı vermeye, kuruluş yerinin sorunlarını çözmeye hazır olduğumuzu bildirir,
saygılar sunarım.
Yusuf Ziya Yılmaz
Büyükşehir Belediye Başkanı"
Biraz önce bir değerli milletvekilimizle
konuştuk. Bu santralda, TEAŞ karar vermiş, şartnamesi, sözleşmesine göre oraya
nakil hakkı var; nakletmiş. Bunda benim suçum ne arkadaşlar; Bakan olmam mı?!.
Bir talimatım yok.
Biraz önce bir milletvekilimiz "olur
verdi" dedi. Fazla inceleme yapmadan onu söylediğini düşünüyorum -isim de
vereyim- Milletvekilimiz Sayın İlyas Sezai Önder, benim için "olur
verdi" dedi. Zinhar... Olur verme yetkim de yok. Bakanlar Kurulu TEAŞ'a
vermiş; ne bir olurum var ne bir talimatım var... Araştırma komisyonu bu
bürokratların tamamını çağırdı, bir tanesi "bana, bakanım bu konuda
talimat verdi" demedi; vermedim ki...
AHMET YENİ (Samsun) - Enerji Bakanı ne iş
yapar, anlayamadık. Hiçbir şeyden sorumlu değilsiniz...
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Kanunlara,
yönetmeliklere uygun şekilde hareket eder; ben, hep onu yaptım. Bakanlık, benim
17 nci görevim; 27 yıl kamu hizmetim var, bakanlık 17 nci görevim; 17
görevimde, bugüne kadar bir tek soruşturma, araştırma geçirmedim, bütün
teftişlerimi teşekkürle verdim; ilk defa, bir soruşturma ve araştırmaya muhatap
oluyorum.
Keşif artışlarıyla ilgili çok detaylı
şeyler söyleyecektim; ama, söylemiyorum. Bir tek, neye olur vermişim, bunu
söylüyorum; genel müdürün yazdığı yazının son paragrafını okuyorum: "Bu
defaki keşif artışıyla birlikte toplam keşif bedelinin 1 176 404 370 000 olarak
belirlenmesi ve artış gösteren işlerin..." Arkadaşlar, istirham
ediyorum... "...2886 sayılı Kanunun 63 üncü maddesi ve sözleşmeye ekli
Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesinin 19 uncu maddesi gereğince aynı sözleşme
ve şartname hükümleriyle aynı yükleniciye yaptırılması hukuk müşavirliğimizce
de uygun görülmüş olup, uygun görüşle arz ederim." Genel müdür bana bu
yazıyı yazıyor. "Konuyla ilgili tüm işlemler kontrol edilmiştir. Uygun
görüşle arz ederim. Müsteşar Yardımcısı", "Uygun görüşle arz ederim.
Müsteşar" Olur veriyorum... Ben, buna olur vermeyecektim de ne
yapacaktım?!
Bununla ilgili olarak -zamanınızı almak
istemiyorum- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, hepsinin -komisyonda
söyledim- kararları var. Burada, komisyonun da gözden kaçırdığına inandığım, 22
Eylül 2003, 5600 sayılı bir yazıyı okumak istiyorum. Proje İnşaat Daire
Başkanı, keşif artışıyla ilgili olarak -bu, bütün her şeyi özetliyor-
Soruşturma Komisyonunun isteği doğrultusunda Bakanlık Teftiş Kurulunun
kendisine yönelttiği sorulara cevap veriyor; tarih 22 Eylül 2003, sayı 5 600.
Bu yazının imzalı sureti elimde. Bu yazıda ne diyor: "Teftiş Kurulu
Başkanlığına. Bakanlığımız müfettişliğinin 12.9.2003 tarih ve 502 sayılı
yazısında yer alan Daire Başkanlığımızla ilgili hususlarda görüşümüz aşağıda
belirtilmiş olup, ilgili belgeler ekte gönderilmektedir. 2886 sayılı Devlet
İhale Kanununun 'Sözleşmede belirtilen işin artış ve eksilişi' başlıklı 63 üncü
maddesinin 'yüzde 30 oranından fazla artış; temel, tünel ve benzeri işler ile
tabiî afetler gibi nedenlerden ileri gelmiş ise; idarenin isteği, müteahhidin
kabulü ve ilgili bakanın onayı ile süre hariç, aynı sözleşme ve şartname
hükümleri içinde yüzde 30'u geçen işler de aynı müteahhide yaptırılabilir'
hükmü uyarınca alınan Bakanlık olurları ve mukayeseli keşif cetvelleri ekte
gönderilmektedir. Bakanlık olurları incelendiğinde, keşif artışı verilmesinin
sebep, gerekçe ve dayanaklarının, bunların gereklilik ve yerindeliğinin neler
olduğu, her iş için ayrı ayrı belirtildiği görülecektir. Ek: 18 adet klasör
içinde 57 adet işe ait Bakanlık olurları ve mukayeseli keşif özetleri."
Bakın, Sayın Komisyonun da aldığı, ama, nasıl aldığı bir yazıyı... Ne
diyeyim?..
BAŞKAN - Evet, Sayın Çakan, buyurun.
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Bir şey demiyorum.
Bir yazıyı okumak istiyorum. Bir şey söyleyemiyorum bu yazıyla ilgili. Bu
yazıda, Proje İnşaat Daire Başkanlığı; yani, en yetkili Daire Başkanı diyor ki:
Ayrıca, keşif artışı sözleşmede belirtilen işin artışı ve eksilişi bugüne kadar
çıkmış kanunların hepsinde (6200 sayılı Kanunun 34 üncü maddesi gereğince
tatbik edilecek esaslar ek-2'de, 2490 sayılı İhale Kanunu ek-3'te, 2886 sayılı
Devlet İhale Kanunu ek-4'te ve 4964 sayılı Kanunda yapılan değişiklikle Kamu
İhale Sözleşmeleri Kanunu ek-5'te) yer
almaktadır. Bu itibarla, keşif artışı uygulaması yasaldır."
Arkadaşlar, bu yazının bir bölümü -tekrar ediyorum; bu yazının bir bölümü-
komisyon raporuna alınıyor, esas bölümü komisyon raporuna alınmıyor.
"Keşif artışı uygulaması verilmesinde
yarar görülen işler ayırım yapılmaksızın yapılmıştır. Keşif artışı verilmemesi
durumunda iş tasfiye edilerek, kalan iş kısmı yeniden ihale edilecektir."
Ne diyor biliyor musunuz Daire Başkanı: "Bu durumda, yeni ihalede
tenzilatın Hazine aleyhine oluşması halinde aradaki farkın sorumlusu yetkili
makam olacaktır" diyor; yani, ben olacağım. Ne diyor: "Tasfiye ve
yeniden ihale işlemleri arasında geçen sürede en az bir yıl projedeki üretim
kaybının sorumlusu yetkili makam olacaktır" diyor; yani, ben olacağım
vermezsem. Başka ne diyor: "Tasfiye ve yeniden ihale işlemleri arasında
geçen sürede ilave ödemeleri gerektiren ve hatta, can ve mal kaybına neden
olacak durumların (çökme, heyelan, taşkın) sorumlusu yetkili makam
olacaktır" diyor. "Aynı işin birden fazla müteahhit tarafından yapılması
durumunda ise meydana gelecek bir hasardan sorumlu tutulacak muhatap
bulunamaması halinde yetkili makam sorumlu olacaktır" diyor. "Bu
itibarla, söz konusu keşif artışı uygulaması incelemesinde yukarıda belirtilen
hususların dikkate alınmasının uygun olacağı düşünülmektedir" diyor ve
devam ediyor.
Şimdi "keşif artışı uygulamasının
verilmesinde yarar görülen işlerin ayırım yapılmaksızın yapıldığı..."
Biraz önce okuduğum bütün işlemlerle ilgili olayın yer aldığı komisyon raporuna
yazılıyor arkadaşlar, aynı işin birden fazla müteahhit tarafından yapılması
durumunda işte meydana gelecek bir hasardan sorumlu tutulacak muhatap
sorunların yaşanabileceği, Soruşturma Komisyonu raporuna yazılıyor da, biraz
önce okuduğum orijinal her bölümden sonra "aksi takdirde, yetkili makamın
sorumlu olacağı" niçin yazılmıyor?.. Sayın Komisyon Başkanım, Soruşturma
Komisyonu raporu önünde olan arkadaşlarım 427 nci sayfayı lütfen açsın, 427 nci
sayfayı lütfen açınız. Tekrar ediyorum; aynı yazıda, İnşaat Daire Başkanı diyor
ki: "Bunlar olmazsa yetkili makam sorumlu olacaktır." "Sorumlu
olacaktır" lafı orada yok; hepsinden çıkarılıyor.
HAMZA ALBAYRAK (Amasya) - Sayın Bakan,
yetkili makamın sorumlu olacağı çok doğaldır; yetkinin olduğu yerde sorumluluk
vardır efendim.
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Mutlaka; ama, bu,
komisyon raporunda yazılmıyor arkadaşlar.
Şimdi, ben, size şunu söylüyorum ve en
son, 3-4 sayfa sonuç bölümünü okuyorum...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Zeki Bey, kısa
lütfen.
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) - Teşekkür ederim;
kısa, kısa.
Biraz önce, hakkımdaki tüm isnatların,
devletin en üst kademelerindeki bürokratlarına, yetki ve sorumlulukları
çerçevesinde, kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun olarak ve uygun görüşle
getirdikleri yazılara olur vermemden; diğer suçlandığım konu da denetim görevini
yerine getirmediğimden... Bakanlık görevim esnasında bu denetimlerin nasıl
titizlikle yerine getirildiğini açıkladım. 477 sayfadan oluşan Soruşturma
Komisyonu raporunda tarafıma isnat edilen başka hiçbir suçlama bulunmamaktadır.
Bakın, özellikle şunu belirtmek istiyorum:
2001-2002 yıllarında, Bakanlık yaptığım dönemde, 7 enerji KİT'i, 2002 yılında 1
katrilyon 851 trilyon kâr etmiştir. Tekrar ediyorum: Bakanlık yaptığım dönemde,
1 katrilyon 851 trilyon, 7 KİT kâr etmiştir. 18 ayda, Bakanlık yaptığım dönemde,
başka bu tür kâr eden bir KİT var mıdır, soruyorum.
Yine, 18 Kasımda görevden ayrılırken,
Sayın Bakan Hilmi Güler'e, 1 katrilyon 755 trilyon nakit para bıraktım. Tekrar
ediyorum; ayrıldığım gün, 18 Kasımda 1 katrilyon 755 trilyon nakit para bıraktım.
Buyurun, 7 enerji KİT'indeki müsteşar, müsteşar yardımcısı ve genel müdürlerin
imzası. 1 katrilyon 755 trilyon 537 milyar para bıraktım. Ayrıca, BOTAŞ, yüzde
830 kâr etti ve BOTAŞ'ın da 555-560 trilyon net kârını bıraktık ayrılırken.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
gecenin bu saatinde, aslında çok detaylı bilgiler vereceğim; ama, bir sayfam
kaldı, bitiriyorum. Soruşturma Komisyonunun hazırladığı 477 sayfalık rapor,
kısa bir süre önce, siz değerli milletvekillerine dağıtıldı. Bu sıralarda
geçmiş dönemlerde milletvekili ve grup başkanvekili olarak görev yapan bir eski
parlamenter olarak, böylesine yoğun Parlamento gündeminde tüm milletvekili
arkadaşlarımın yeterince raporu inceleyemeyeceklerini düşünerek, rapor içinde
ismimin geçtiği her konuda tüm detaylarıyla bilgi vermeye çalıştım; ama, bunu
da çok kısa tutmaya çalıştım.
Soruşturma Komisyonu dört ay süreyle
çalıştı. Ondan önce de Türkiye Büyük Millet Meclisi Yolsuzlukları Araştırma
Komisyonu aylarca çalıştı. Bu süreçte, yüzlerce kişinin bilgisine başvuruldu,
binlerce evrak istendi. Neticede, aleyhimde bir tek beyan, bir tek belge,
kişisel olarak bir tek beyan, bütün bürokratlarım tarafından bir tek suçlama,
bir bakan olarak, ricada bulunduğum söylenmedi, Komisyon raporunda da yer
almadı; ancak, ne yazık ki, tamamı asılsız isnatlarla, hukukî temelden yoksun,
mücerret anlatımlarla suç ve suçlu yaratılmaya çalışıldı. Raporun kimi
bölümlerinde bilgi ve belge saklanarak, kimi bölümlerinde ise gerçekler
saptırılarak bu rapor oluşturuldu. "Saklanarak" diyorum; çünkü, o
belgeler, biraz önce söylediğim, ÇEAŞ ve Kepez'le ilgili o belgeler dahi
gelmedi.
Konuşmamın başlangıcında ifade ettiğim 27
yıllık devlet hayatı tecrübemle ve bunun 18 ayı olan Enerji Bakanlığım
süresince yapmış olduğum çalışmalarımda hukuka, yasalara aykırı en ufak bir
eylem ve işlemim olmamıştır. Bütün idareciliğim boyunca açıklık, şeffaflık ve
katılımcılığı kendime şiar edindim ve bu prensiplerimi de, tüm bürokratlarıma
defalarca söyledim ve tüm icraatlarıma yansıttım.
Hakkımda verilecek karar siyasî olmaktan
öte hukukî nitelik taşıyacaktır. Bu nedenle, ileri sürülen iddialara ilişkin
cevaplarımı göz önüne alarak vereceğiniz oy, vicdanlarınıza kalmış bir
sorumluluktur. Bugün bana yapılmak istenen bu haksızlık, hiç arzu etmem; ama,
bir gün sizlerin de başına gelebilir. Şerefime ve vatan hizmetiyle dolu namuslu
geçmişime yönelik bu vahim hatayı düzeltme görevi, sizlerin vicdanlarına düşen
bir sorumluluktur.
Beni sabırla dinlediğiniz için hepiniz
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çakan.
Sayın milletvekilleri, Meclis Soruşturması
Komisyonu raporu üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Komisyon raporunda, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan'ın Yüce Divana sevki
istenmektedir.
Şimdi, Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski
Bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan'ın Yüce Divana sevklerini isteyen
Komisyon raporunu oylarınıza sunacağım; ancak, raporun oylama şekline dair
önergeler vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları
Mustafa Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarındaki 622 sıra sayılı Komisyon raporunun ayrı ayrı oylanması hususunda
gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Dursun Akdemir
Iğdır
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
622 sıra sayılı Soruşturma Komisyonu
raporunun Genel Kuruldaki oylamasının, raporda adı geçen Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan hakkında ayrı ayrı
yapılması için gereğini arz ederiz.
|
Mustafa Ataş |
Ünal Kacır |
Mustafa Tuna |
|
İstanbul |
İstanbul |
Ankara |
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
(9/4, 7) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonunun 622 sıra sayılı raporunun netice ve karar kısmında Yüce Divana
sevklerine karar verilen Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski Bakanları Mustafa
Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarında Anayasanın 100 ve İçtüzüğün 112 nci
maddeleri uyarınca yapılacak gizli oylamanın ayrı ayrı yapılmasını arz ve
teklif ederiz.
|
Kemal Sağ |
Bayram Meral |
Tacidar Seyhan |
|
Adana |
Ankara |
Adana |
|
Mustafa Özyürek |
Nadir Saraç |
|
|
Mersin |
Zonguldak |
|
BAŞKAN - Önergelerin üçü de aynı içerikte
olduğu için birlikte oylamaya sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim.
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, kabul edilen
önergeler doğrultusunda, komisyon raporunun Enerji ve Tabiî Kaynaklar eski
Bakanları Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan haklarındaki bölümlerini ayrı ayrı
oylayacağız.
Önce, komisyon raporunun Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanı Cumhur Ersümer'in Yüce Divana sevkine dair hükmünü
oylarınıza sunacağım.
Anayasanın 100 üncü maddesinin üçüncü
fıkrasında "Yüce Divana sevk ancak üye tamsayısının salt çoğunluğunun
gizli oyuyla alınır" hükmü, İçtüzüğün 112 nci maddesinin altıncı fıkrasında
da "Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt çoğunluğu ile
alınır" hükmü yer almaktadır.
Bu nedenle, oylamayı gizli oylama şeklinde
yapacağız ve raporun kabul edilmesi için 276 oyu arayacağız.
Toplantı yetersayısı olmak kaydıyla, gizli
oylamada kabul oyu 276'nın altında olduğu takdirde, Yüce Divana sevk kabul
edilmemiş olacaktır.
Gizli oylamanın ne şekilde yapılacağını
arz ediyorum:
Komisyon ve hükümet sıralarında yer alan
kâtip üyelerden komisyon sırasındaki kâtip üye, Adana'dan başlayarak İzmir'e
kadar, hükümet sırasındaki kâtip üye ise, İzmir ile Zonguldak dahil, adı okunan
milletvekiline biri beyaz, biri yeşil, biri de kırmızı olmak üzere üç yuvarlak
pul ile mühürlü zarf verecek, pul ve zarf verilen milletvekilini ad defterinde
işaretleyecektir.
Milletvekilleri, belirlenmiş bulunan
yerlerden başka yerde oylarını kullanamayacaklardır. Vekâleten oy kullanacak
bakanlar da, yerine oy kullanacakları bakanın ilinin bulunduğu bölümde oylarını
kullanacaklardır.
Bildiğiniz üzere, bu pullardan beyaz olanı
kabul, kırmızı olanı ret, yeşil olanı ise çekimser oyu ifade etmektedir.
Oyunu kullanacak sayın üye, kâtip üyeden
üç yuvarlak pul ile mühürlü zarfı aldıktan ve adını ad defterine
işaretlettikten sonra kapalı oy verme yerine girecek, oy olarak kullanacağı
pulu burada zarfın içerisine koyacak, diğer iki pulu ise ıskarta kutusuna
atacaktır. Bilahara, oy verme yerinden çıkacak olan üye, oy pulunun bulunduğu
zarfı, Başkanlık Divanı kürsüsünün önüne konulan oy kutusuna atacaktır.
Oylamada adı okunmayan milletvekiline pul
ve zarf verilmeyecektir.
Sayın milletvekilleri, oyunu kullanan
milletvekilleri Genel Kurulu terk etmesinler; az önce aldığımız karara göre,
bir oylama daha var.
Şimdi, gizli oylamaya Adana ilinden
başlıyoruz.
(Oylar toplanıldı)
BAŞKAN - Genel Kurulda olup da, oyunu
kullanmayan sayın üye var mı? Yok.
Oylama işlemi tamamlanmıştır.
Oy kutuları kaldırılsın.
(Oyların ayırımına başlandı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, sayım
işlemimiz devam ediyor; ancak, şimdi de, kabul edilen önerge doğrultusunda,
(9/4,7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu raporunun Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanı Zeki Çakan'ın Yüce Divana sevkle ilgili hükmünü
oylarınıza sunacağım.
Anayasanın 100 üncü maddesinin üçüncü
fıkrasında "Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt
çoğunluğunun gizli oyuyla alınır" hükmü, İçtüzüğün 112 nci maddesinin
altıncı fıkrasında da "Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt
çoğunluğu ile alınır" hükmü yer almaktadır. Bu nedenle, oylamayı gizli
oylama şeklinde yapacağız ve raporun kabul edilmesi için 276 oyu arayacağız.
Toplantı yetersayısı olmak kaydıyla, gizli oylamada kabul oyu 276'ın altında
olduğu takdirde Yüce Divana sevk kabul edilmemiş olacaktır.
Şimdi, gizli oylamaya Adana İlinden
başlıyoruz.
(Oyların toplanılmasına başlandı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Enerji ve
Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer hakkındaki (9/4,7) esas
numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun 622 sıra sayılı raporunun gizli
oylama sonucunu açıklıyorum:
Kullanılan oy sayısı : 399
Kabul : 369
Ret : 14
Çekimser : 3
Boş : 12
Geçersiz : 1
Sayın milletvekilleri, bu sonuca göre
Meclis Soruşturması Komisyonu raporu kabul edilmiş; yani, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer'in Yüce Divana sevkine karar
verilmiştir.
(Oyların toplanılmasına devam edildi)
BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın
milletvekili var mı? Yok.
Oylama işlemi tamamlanmıştır; kupalar
kaldırılsın.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Enerji ve
Tabiî Kaynaklar eski Bakanı Zeki Çakan hakkındaki (9/4,7) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonunun 622 sıra sayılı raporunun gizli oylama sonucunu arz
ediyorum:
Kullanılan oy sayısı: 376
Kabul: 297
Ret: 57
Çekimser: 19
Geçersiz: 3
Sayın milletvekilleri, bu sonucu göre,
Meclis Soruşturması Komisyonunun raporu kabul edilmiş; yani, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar eski Bakanı Sayın Zeki Çakan'ın Yüce Divana sevkine karar
verilmiştir.
İki Grubun mutabakatına göre, alınan karar
gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 14 Temmuz
Çarşamba günü, yani bugün saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
İyi geceler diliyorum.
Kapanma
Saati: 01.47