BIM 2 3 2004-06-18T10:31:00Z 2004-06-18T10:31:00Z 56 34078 194246 TBMM 1618 388 238547 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22  CİLT : 51  YASAMA YILI : 2

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

96 ncı Birleşim

2 Haziran 2004 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Sivas Milletvekili Orhan Taş'ın, Sivas'ın turizm potansiyelinin değerlendirilmesi için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

2. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, kredi kartı faizi uygulamalarındaki sorunlara ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

3. - Isparta Milletvekili Recep Özel'in, gül ve gülyağı üretiminin Isparta ve ülke ekonomisine katkılarına ilişkin gündemdışı konuşması

B) Tezkereler ve Önergeler

1. - (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi (3/577)

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 24 milletvekili ile Samsun Milletvekili Cemal Demir ve 23 milletvekilinin, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santrallerin ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/29,31) (S. Sayısı : 297)

2. - İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek ve 20 milletvekili ile Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26 milletvekilinin, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8,48) (S. Sayısı : 335)

3. - Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 44 milletvekilinin, yasama dokunulmazlığı konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/70) (S. Sayısı: 332)

4. - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı : 146)

5. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı : 152)

6. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı : 305)

7. - Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İçişleri, Plan ve Bütçe ve Anayasa Komisyonları Raporları (1/731) (S. Sayısı : 349)

8. - Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/655) (S. Sayısı : 447)

9. - Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez'in, Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/280) (S. Sayısı : 449)

10. - Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/629) (S. Sayısı : 431)

V. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1. - Tokat Milletvekili Feramus ŞAHİN'in, Tokat İlinde bir cezaevi yapımına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/2377)

2. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, sorunlu kurumsal kredilerin tasfiyesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/2483)

3. - Trabzon Milletvekili Asım AYKAN'ın, Bağ-Kur primlerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı (7/2501)

4. - Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Adana'da bir kültür sitesi inşa edilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/2508)

5. - Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, müzelerin işletmelerinin yabancı şirketlere devredileceği iddiasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/2509)

6. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, müze ve antik kent personeli açığına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/2510)

7. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, bir BDDK yetkilisi tarafından yapıldığı iddia edilen açıklamalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/2545)

8. - Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa'daki Türk İslam Eserleri Müzesinde başlatılan tadilat çalışmalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/2558)

9. - Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, sinemalarda film gösterimi öncesi yayımlanan reklamlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/2560)

10. - Çankırı Milletvekili Hikmet ÖZDEMİR'in, Çankırı-Kurşunlu İlçesindeki bazı tarihî değerlerin korunmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/2608)

11. - İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, özürlü vatandaşların sorunlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Güldal AKŞİT'in cevabı (7/2676)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Sinop Milletvekili Cahit Can'ın, Sigarasız Bir Dünya Gününe ilişkin gündemdışı konuşmasına, Sağlık Bakanı Recep Akdağ,

Muğla Milletvekili Ali Arslan'ın, Muğlalı sebze ve narenciye üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin,

Cevap verdi.

Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam, Sokak Çocuklarına Şefkat Haftası münasebetiyle gündemdışı bir konuşma yaptı.

Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 5171 sayılı Kanunun, bazı maddelerinin bir kez daha görüşülmek üzere, geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın Almanya'ya yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi,

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

450, 297, 335 ve 332 sıra sayılı Meclis araştırması komisyonları raporlarının gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci, 2 nci, 3 üncü, 4 üncü sıralarında yer almasına ve görüşmelerinin, Genel Kurulun 1.6.2004 Salı günkü birleşiminde yapılmasına, ayrıca, bu birleşimde özel gündemde yer alacak işler ve sözlü sorular dışındaki diğer denetim konularının görüşülmemesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 27 nci sırasında yer alan 447 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 5 inci sırasına, 29 uncu sırasında yer alan 449 sıra sayılı kanun teklifinin 6 ncı sırasına, 24 üncü sırasında yer alan 431 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 30 uncu sırasında yer alan 455 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 28 inci sırasında yer alan 448 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 2.6.2004 Çarşamba günkü birleşimde, sözlü soruların görüşülmemesine ve çalışma süresinin 431 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar, 3.6.2004 Perşembe günkü birleşimde de 448 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının:

1 inci sırasına alınan, orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak, orman köylerinin kalkındırılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulmuş bulunan (10/69,118) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 450 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşme tamamlandı.

2 nci sırasına alınan, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimleri süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla kurulmuş bulunan (10/29,31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 297 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşme, Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

2 Haziran 2004 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.52'de son verildi.

Nevzat Pakdil

Başkanvekili

 

Mevlüt Akgün

Yaşar Tüzün

 

Karaman

Bilecik

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

                                                    II. - GELEN KÂĞITLAR                                No. :141

2 Haziran 2004 Çarşamba

Raporlar

1. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Ali BULUT ve 3 Milletvekilinin; 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bazı Maddelerin İlavesi Hakkında Kanun Teklifi ile Bursa Milletvekili Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın; Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/292, 2/244) (S. Sayısı : 466) (Dağıtma tarihi : 1.6.2004) (GÜNDEME)

2. - T. C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünün Tasvibe Sunulan 2000 ve 2001 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü (3/108, 135) (S. Sayısı : 457) (Dağıtma tarihi : 2.6.2004)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

2 Haziran 2004 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman),

BAŞKAN -Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96 ncı Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet, bu konuşmalara cevap verebilir; hükümetin konuşma süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, Sivas İlinin Türk turizmindeki yeri hakkında söz isteyen Sivas Milletvekili Orhan Taş'a aittir.

Sayın Taş, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Sivas Milletvekili Orhan Taş'ın, Sivas'ın turizm potansiyelinin değerlendirilmesi için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

ORHAN TAŞ (Sivas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk turizminde Sivas'ın yeri konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sivas, Anadolu'nun en eski tarih ve kültür merkezlerinden biridir. MÖ 2000 yıllarında Hititlerle başlayan yazılı tarihine, Frigyalılar, Lidyalılar, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar konuk olmuştur. 4 Eylül 1919'da Büyük Atatürk'ün başkanlığında toplanan Sivas Kongresiyle, yeni Türkiye Cumhuriyetinin temeli de Sivas'ta atılmıştır.

Turizmin tür ve şekillerinin birçoğuna sahip olan İlimiz, 4 000 yıllık yazılı tarihiyle, bir açıkhava müzesi gibi kültürel zenginlikleriyle kültür turizmi; şifalı sularıyla, kaplıcalarıyla sağlık turizmi; doğal güzellikleriyle, şelaleleri, gölleri ve vadileriyle, günübirlik olanaklarıyla doğa turizmi; türbeleriyle inanç turizmi; kış şartlarının elverişli olmasıyla kış turizmi açısından büyük bir potansiyele sahiptir.

İlimiz, son yıllarda ülkemizde hareketlenen turizm potansiyelinden yeteri kadar yararlanamamaktadır. Büro ve konaklama istatistiklerine bakıldığında, ili ziyaret eden turistin yüzde 95'inin yerli, yüzde 5'inin yabancı olduğu görülmektedir. Ülke toplamıyla karşılaştırıldığında, ilin payının binde 36 olduğu ve yabancı turist pazarından aldığı payın ise binde 58 olduğu görülmektedir. Maalesef, bu rakamların, Türkiye değerlerinin çok altında olduğu da acı bir gerçektir.

Son yıllarda ülkemizdeki sanayileşme ve kentleşme sonucu ortaya çıkan çevre sorunları ve çevre kirlenmesi, insan sağlığını tehdit etmekte, bozmakta ve verimliliği azaltıcı bir ortam yaratmaktadır. Böyle olumsuz ortamlarda bulunmak zorunda kalan insanlar da, sağlığını korumak, daha zinde kalabilmek ve verimli olabilmek amacıyla, doğal turizm kaynaklarını tercih etmekte, bir nevi sağlık turizmine yönelmektedir.

Sağlık turizminin temelini oluşturan unsurlardan biri de kaplıcalardır. Kaplıcalar ve içme kaynaklarının zenginliği açısından ülkemiz, dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer almaktadır. Türkiye'de 1 300 dolayında kaplıca ve içme kaynağı bulunmaktadır. Termal merkezleri olarak da bilinen ve turizm açısından büyük potansiyele sahip olan bu yerler yeterince değerlendirilememektedir.

Böylesi bir kaynağın yeterince değerlendirilmediği ya da işletilmediği yerlerden biri de Sivas'tır. Sivas İli ve çevresi, hidroterapi ve kaplıca kaynakları yönünden ülkemizin en zengin yörelerinden biridir; ancak, günümüze kadar, bu doğal zenginliklerin yöre ve ülke ekonomisine kazandırılması için hiçbir bilimsel çalışma yapılamamıştır. Bu termal kaynaklardan, sağlık turizmi yanında, meşrubat sanayii, seracılık ve kozmetik sanayii yönünden de yararlanılabilir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; E-23 devlet karayolu üzerinde bulunan Sıcakçermik havzası, Sivas'a 31 kilometre uzaklıkta olup, kaplıca suyu sıcaklığı 50 derecedir. Kaplıca suyu, romatizma, sinir sistemi, solunum yolu, sindirim sistemi, metabolizma bozuklukları, böbrek ve idrar yolları, kan dolaşımı, adale ağrıları ve kadın hastalıklarına iyi gelmektedir.

Özellikle Sıcakçermik mevkiinde yapılacak yatırımlar, sadece hasta kişilerin tedavi göreceği bir yer olarak düşünülmemeli, bu gibi tesisler, sağlıklı kişilerin de yararlanacağı alanlar haline getirilmelidir. Mesela, bu gibi yerlerde, ulusal ve uluslararası kongreler, konferanslar, seminerler gibi bilimsel toplantılar yapılabilir. Başta Sıcakçermik mevkii olmak üzere, diğer yerlerde yapılacak gerek sağlık ve gerekse bilimsel amaçlı tesisler ve kür merkezleri, bölgeye, hem sosyal gelişim hem de turizm yönünden büyük hareketlilik sağlayacaktır; çünkü, böylesi yatırımlar, bir defalığına harcama yapılan ve pazarlama problemi ile hammaddesi olmayan ekonomik yatırımlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Taş.

ORHAN TAŞ (Devamla) - Bu tarz yatırımlar bacasız birer fabrika olup, yörenin sosyal ve ekonomik gelişimine de büyük katkılar sağlayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada, dünyaca tanınmış Kangal Balıklı Kaplıcasından, özellikle bahsetmek istiyorum. Balıklı Kaplıca, Sivas'a 96 kilometre, Kangal İlçemize de 13 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır; suyun sıcaklığı 36-37 derece, havuzların toplam debisi 130 litre/saniyedir. Kaplıca suyunda, en büyüğü 10 santimetre boyunda ve 3 türü olan binlerce küçük balık yaşar; balıklar, havuza girenlerin tahriş olmuş durumdaki veya herhangi bir enfeksiyonla oluşmuş cilt dokusundaki yaralarını (egzama, sivilce ve sedef hastalığı oluşumları) iyileştirmektedir; balıklar, aynı zamanda, ciltteki izlerin kaybolmasına da neden olmaktadır. Dişleri olmayan bu balıkların bir türü, yarayı açıyor, diğer türü temizliyor, bir başka türü de iyileştiriyor. Tedaviden olumlu sonuç almak için 21 gün süresince günde 3 defa havuza girmek ve 2 saat suda kalmak gerekmektedir. Tedavi tamamen yanetkisiz olup, herhangi bir ilaç kullanılmamaktadır.

BAŞKAN - Sayın Taş, lütfen, konuşmanızı toparlar mısınız.

ORHAN TAŞ (Devamla) - Sayın Başkanım, toparlıyorum.

Kangal Balıklı Kaplıcası, ülkemizin termal özelliğini daha da artırmaktadır. Şu an, kaplıca, günde 1 000 kişiye hizmet verebilecek kapasitede otel ve motele sahip olup, karavan ve çadır konaklama yerleri de mevcuttur. Yine Sivas İli merkezinde, 20 kilometre uzaklıkta bulunan Soğukçermik, Ortabucak Çermiği, Akçaağıl ve Alaman Çermikleri içeriden ve dışarıdan gelecek turistleri beklemektedir.

İlimizde gerçekten görülmeye değer doğal güzellikler bulunmaktadır. Özellikle, Gürün Gökpınar Gölü, Gürün Şuul Vadisi, Hafik, Lota Gölleri, Zara Tödürge Gölü, Sızır Şelalesi görülmeye değer alanlar olarak ziyaretçilerini beklemektedir.

Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlarım; özetle, yöremizin ekonomisine büyük katkıları olan bu tür doğal kaynaklara sahip çıkmak ve bu yöreleri kür merkezleriyle donatmak görevimizdir. Zengin doğal kaynaklara sahip olan Sivas bu tür yatırımlar konusunda, Kültür ve Turizm Bakanlığının, biraz daha ilgi ve alaka duymasını beklemekteyiz.

Bu duygu ve düşüncelerle, sözlerimi bitirirken, hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Taş.

A.İSMET ÇANAKCI (Ankara) - Yanan otelden bahsetmedin!

BAŞKAN - Gündemdışı ikinci söz, Türkiye'de tüketici kredileri ve kredi kartı uygulamalarıyla ilgili söz isteyen Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na aittir.

Sayın Aslanoğlu, buyurun efendim.

2. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, kredi kartı faizi uygulamalarındaki sorunlara ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; konuşmama, size vereceğim birkaç rakamla başlayacağım. Bugün Türkiye'deki bankaların uyguladığı minimum ve maksimum kredi kartı faizlerinin aylığının, compound faiz dediğimiz, yıllığa gelen rakamlarını okuyacağım.

Türkiye'de bir banka aylık yüzde 4,5 uyguluyor; bu, yıllık yüzde 70 demektir. Aylık yüzde 5 rakamı yıllık yüzde 80, aylık 5,5 rakamı yıllık yüzde 90, aylık 6 rakamı yıllık yüzde 102, aylık 6,5 rakamı yıllık yüzde 113, aylık 7 rakamı yıllık yüzde 125 eder ve bir yabancı banka da -acaba, Türkiye'yi ne zannediyor- aylık 9,95 rakamı uyguluyor.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de enflasyon yüzde 10-12. Türkiye'de hazine bonosu faizleri yüzde 25 civarında ve tüketici kredisi faizleri de, aylık yüzde 1,80 ile 2 arasında. Aylık 1,80 ve 2'nin compound faizi ise yılda yüzde 35...

Peki, kredi kartları ile tüketici kredilerinin farkı nedir? Biri yıllık yüzde 125, biri ise yıllık yüzde 35! Burası Türkiye; burada, şimdi, halk soyuluyor halk! Halk soyduruluyor! Yüzde 125, yüzde 150!..

Değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir kâr yok. Dünyanın hiçbir yerinde de ticaret serbest, faizler serbest diyerek, halkın sırtına -hazine bonosu faizlerinin yüzde 25 olduğu bir yerde- böyle yüzde 125'lik bir faiz yüklenmez. Göz göre göre, göz yumuluyor.

Türkiye'de son bir yılda kredili kredi kartları harcaması 40 katrilyon oldu. Tüketici kredileri ise 4 katrilyondan 14 katrilyona geldi. Halk, artık, geleceği de yiyor, geleceğini yedi. Kredili kredi kartı ile tüketici kredisinin farkı yoktur; ikisi de tüketim aracıdır. Birinde gidip bankadan tüketici kredisi alıyorsun, mal satın aldığın adama peşin para ödüyorsun. Bunun faizi aylık yüzde 1,80; beş yıl vadeli ev alıyorsun aylık yüzde 2,20. Peki, bir yatak odasını, bir eşyayı peşin parayla değil de, kredi kartıyla aldığın zaman aylık yüzde 7!.. Sabit gelirli bir insanın, aylık yüzde 7 faize düştüğü zaman bu adamın bunu ödemesine imkân yoktur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, POS mezarlığı oluyor. Yani, bu, kredi kartı harcaması yaparken bankaların işyerlerine bağladığı cihaz. Her bankanın ayrı ayrı POS cihazları var, her banka bunu ayrı ayrı ödüyor, ülke döviz ödüyor bunlara. Artık, iletişim çağındaki bir ülkede, istedikleri zaman, değişik sekiz on banka, aynı ATM kartından konuşabiliyor; POS kartlarını da konuşturamaz mı arkadaşlar? POS mezarlığı oluyor Türkiye.

Ayrıca, kredi kartı harcamalarında müşterisinden, yani kredi kartını götüren tüccardan, işyerinden de, ayrıca, bankalar komisyon alıyor. Müşteriye neyi yıkıyorsun?.. Kredi kartını kullanırsan aylık yüzde 7, yıllık yüzde 125 faiz arkadaşlar. İşyerinden alıyorsun. Size kredi kartını getiren işyerine "arkadaş, ben bu parayı bir ay sonra öderim; çünkü, kredi kartıyla aldım" diyorsun, ödemiyorsun tüccara, ödemiyorsun işyerine; dönüyorsun, kredi kartı müşterisinden ise aylık yüzde 7 faiz alıyorsun.

Değerli milletvekilleri, sistemde sorun vardır. Enflasyonun düştüğü bir ülkede hâlâ aylık yüzde 9 yüzde 7 faizler konuşuluyorsa, bu sorundur, bu bir faciadır; bu, göz göre göre halkın cebinden aylık yüzde 9 paranın alınması demektir. Eğer buna seyirci kalırsak, eğer biz hep beraber...

Kredi kartı, tüketici kredisinin kendisidir, kredi kartı harcaması tüketici kredisidir. Ben bir yasa teklifi verdim, bir yıl geçti, bir defa da 37 nci madde uyarınca buraya indirdik yine reddettiniz. Gelin kredi kartlarını da tüketici kredisi kapsamı içine alalım tüketici kredisinin ta kendisi olarak işlem görsün, Türkiye'deki bir hukukî boşluğun önüne geçelim. Aksi halde, önümüzdeki dönemde, tekrar -hatırlarsanız bir yasa geçirdik; kredi kartları borçlarına ve faizlerine af getirildi- Türkiye bir kredi kartı cehennemi olur ve insanlar da bu borçlarını ödeyemez hale gelirler.

Ben, takdiri hepinize bırakıyor, saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Gündemdışı üçüncü söz, Isparta İlinde yetişen gülün önemiyle ilgili söz isteyen Isparta Milletvekili Recep Özel'e aittir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Özel, buyurun.

3. - Isparta Milletvekili Recep Özel'in, gül ve gülyağı üretiminin Isparta ve ülke ekonomisine katkılarına ilişkin gündemdışı konuşması

RECEP ÖZEL (Isparta) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Isparta İlimizde, bu mevsimde, şu zamanda ürün zamanı gelmiş olan ve her sabah gül bahçelerini mis gibi kokuların sardığı bir dönemde ve ayrıca, bu hafta sonu ilimizde yapılacak olan gül ve halı festivali nedeniyle gülcülüğün sorunları hakkında gündemdışı söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlarım.

İlimiz ekonomisinde önemli yeri olan ürünlerden biri de güldür. Gül, kesme çiçek, süs bitkisi ve gülyağı elde etmek için yetiştirilirken, Türkiye uçucu yağ üretiminin en büyük payını gülyağı oluşturmaktadır. Dünya gülyağı üretiminin ortalama yarısını Türkiye karşılamakta olup, Türkiye'de yağ gülü üretiminin yüzde 80'i Isparta İlinde üretilmektedir; kalan yüzde 20'si ise Afyon ve Burdur İllerinin Isparta İlimize komşu ve yakın ilçelerinde yetiştirilmektedir. Türkiye'de, yaklaşık, 8 200 çiftçi ailesi yağ gülünü yetiştirmekte olup, Isparta İlimizde de 7 000 çiftçi ailesi bu gül üretimiyle uğraşmaktadır. Isparta'da gül üretim alanlarının toplam tarım alanı içerisindeki payı yüzde 0,5 ile 1 arasında olmasına rağmen, ekonomik olarak ilimizin önde gelen tarım ürünlerinden biridir. Gül, Isparta İlimizle birlikte anılması, birim alandan elde edilen gelir, istihdam ve tamamı ihraç edilen ürünlerden dolayı ayrıcalıklı yere sahiptir.

Değerli milletvekilleri, Isparta'da 1953'te kurulan Gülyağı ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği -kısa adı Gülbirlik- pazarlama kanalında önemli bir konuma sahiptir; fakat, yeterli değildir; zira, hâlâ, eski yöntemlerle pazarlama yapmakta, ürünlerin satışında modern pazarlama teknikleri kullanılmamaktadır. Gülbirlikte bir pazarlama departmanının, hatta, müdürünün bulunmaması, pazarlamaya önem verilmediğini göstermektedir.

Gülbirlik'in, halen, 13 kooperatifi ve 10 000 dolayında üretici ortağı mevcuttur. Üretilen gül, günümüzde, fabrika ölçeğindeki tesislerde işlenmekte olup, Gülbirlik en büyük paya sahiptir. Gülbirlik'e ait Aliköy, Yakaören, İslamköy, Kılıç ve Güneykent'te bulunan 5 adet fabrikayla, gülyağı ve gülkonkreti ile yan ürün olan gülsuyu üretilmektedir. Ayrıca, bunlarla beraber, ilde, 2'si yabancı sermayeli olmak üzere 15 adet fabrika bulunmaktadır. Yine, köylerde de, köylülere ait küçük kapasiteli damıtıcılarda küçümsenemeyecek miktarda gül işlenmektedir.

Gülü işlemede en büyük paya sahip olan Gülbirlik'in, yeterince görevini... Dünyada, bu sektörde, 50 milyar dolarlık bir pazar payı olmasına rağmen, sadece 10 000 000 dolarlık bir paya sahibiz. Artık, sadece gülyağı ihracatıyla değil, ülkemizde kozmetik sanayiin gelişimine ve yerleşmesine öncülük yapması gerektiğini burada belirtmek istiyorum.

Gülbirlik ve özel sektör tarafından müstahsilden alınan gülçiçeği, gülyağı ve gülkonkreti olarak pazarlanmakta ve tamamına yakını ihraç edilmektedir. Türkiye'de, gülyağı ve gülkonkreti fiyatları Gülbirlik tarafından belirlenmekte, özel sektör de bu fiyatları baz almaktadır.

Gülçiçeği fiyatının tespitinde temel gösterge, gülyağı ihraç fiyatlarıdır. Gülyağı maliyetinde gülçiçeğinin payı yüzde 55 civarındadır.

Dünya gülyağı ihtiyacının yarısını üreten Türkiye'de, üretim alanı geçmiş yıllarda değişiklikler göstermiş, pazarda talebin arttığı dönemlerde fiyatlar yükselmiş ve buna bağlı olarak, ülkemizde gül dikili alanlar genişlemiştir. Bu dönemlerde dünya tüketimi değişmediği halde, bazı üretici ülkelerde, örneğin, Bulgaristan'da üretimin azalması nedeniyle pazar payımız yükselmiştir.

 Dünya yıllık gülyağı tüketimi 4 000 kilogram civarında olup, üretim bu miktarın üzerinde olmakta, pazarda tüketim artmadığından, üretim fazlalığı nedeniyle fiyatlar düşmektedir. İlimizde de 1990 ve sonrasında fiyatlar düştüğü için gül üretim alanları da düşmüştür.

Dünyada bizim dışımızdaki önemli gülyağı üreticileri Bulgaristan ve Fas'tır. Üretilen gülyağı ve gülkonkretinin tamamı, Fransa başta olmak üzere, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkelere ihraç edilmektedir. Yılda ortalama 2 ila 2,5 ton gülyağı ve 4 ila 4,5 ton da konkret üretimi yapılmakta ve yıllık ortalama 6 000 000 ila 10 000 000 dolarlık döviz girdisi sağlanmaktadır. İlimizde, gülden mamul ürünler de yapılmakta ve çoğunlukla içpazarda satılmaktadır. Kısmen istihdam da sağlayan ve içpazarda satışı yapılan gül ürünlerinin başlıcaları, özel ambalajında gülyağı, çeşitli ambalajlarda gülsuyu, gül losyonu, gül parfümü, gül kremi, şampuanı, sabunu ve benzeri gibi kozmetik ve temizlik ürünleridir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde üretilen gülyağının tamamına yakını, biraz önce de saydığım gibi, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Japonya, İsviçre, Almanya, Belçika, İngiltere ve Suudî Arabistan'a ihraç edilmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RECEP ÖZEL (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özel.

RECEP ÖZEL (Devamla) - Altyapısı, yani hammaddesi Türkiye'ye, özellikle de Isparta İlimize ait olan bu ürün, dünyanın önde gelen kuruluşlarında kozmetik ve parfümeri sanayiinde hammadde olarak işlenmekte ve tekrar ülkemize ihraç edilmektedir. Yani, ülkemiz, kozmetik ve parfümeri alanında birçok ürünü ithal etmektedir. Dünyada yaklaşık 50 milyar dolar olduğu tahmin edilen kozmetik ve parfümeri rantının -büyük oranı gülyağı ve gülkonkreti ihracatından kaynaklanan- sadece 10 000 000 dolarlık kısmıyla yetinmek, çok büyük bir yanlışlık ve eksiklik olarak değerlendirilmelidir. Dünyada çok az ürünün pazarı bu kadar yakın ve hazırdır. Hiçbir zaman pazar sıkıntısının düşünülemeyeceği bu üründe, ülkemizin hak ettiği gelir düzeyine ulaşabilmesi için, dünya pazarlarına kozmetik alanında etkin bir ürün ve marka imajıyla girmek gerektiği konusunda birleşmek zorundayız. Dünyada hiçbir ülke, hammaddeyi üretip bunu ihraç ederek beklenen gelişmeyi sağlayamamıştır. Bütün bu nedenlerle, halkımızın gelir düzeyini yükseltmek ve yaşam kalitesini iyileştirmek için, vakit geçirmeden, hammadde olarak gülyağına dayalı kozmetik ve parfümeri sanayiinde gerekli bilimsel araştırmaları yaparak, dünya tüketicisinin beklentileri doğrultusunda sağlıklı ve güvenilir ürünler elde ederek, bu alanda hak ettiğimiz yeri almalıyız.

Isparta gülcülüğü hakkında bu açıklamalarımdan sonra, bu hafta sonu Isparta İlimizde yapılacak olan, 4-5-6 Hazirandaki Gül ve Halı Festivaline hepinizi davet ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özel.

Başkanlığın Genel Kurula diğer bir sunuşu vardır.

Bakanlığı sırasında yapılan ihalelerde usulsüzlüklerde bulunduğu ve bu ihalelerle ilgili yolsuzluk iddialarının tahkikini zamanında yaptırmayarak görevini kötüye kullandığı, aynı zamanda mal varlığında haksız bir artışa sebebiyet verdiği iddiasıyla, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında kurulan (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Başkanlığının, komisyonun çalışma süresinin uzatılmasına dair bir tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.

B) Tezkereler ve Önergeler

1. - (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi (3/577)

              27.05.2004

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bakanlığı sırasında yapılan ihalelerde usulsüzlüklerde bulunduğu ve bu ihalelerle ilgili yolsuzluk iddialarının tahkikini zamanında yaptırmayarak görevini kötüye kullandığı, aynı zamanda mal varlığında haksız bir artışa sebebiyet verdiği ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 366 ve 240 ıncı maddeleri ile Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun 12, 13, 14 ve 15 inci maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında kurulan (9/8) esas numaralı Soruşturma Komisyonumuz, 27.5.2004 tarihinde yapılan toplantısında; Komisyon çalışmalarını süresinde tamamlayamadığı için, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 110 uncu maddesine göre 7.6.2004 tarihinden itibaren iki aylık eksüre istenmesine karar vermiştir.

Eksüre verilmesi hususunu takdirlerinize arz ederim.

Saygılarımla.

                 Mustafa Elitaş

                 Kayseri

                Komisyon Başkanı

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu komisyon, daha önce iki ay süre kullanmıştır. Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 110 uncu maddeleri, soruşturmasını iki ay içinde bitiremeyen komisyona iki aylık yeni ve kesin bir süre verileceği hükmünü içermektedir. Bu nedenle, komisyonun süre talebini bilgilerinize sunuyorum.

Komisyona, 7.6.2004 tarihinden geçerli olmak üzere, iki aylık yeni ve kesin süre verilmiştir.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleriyle çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla anayasanın 98 inci ve içtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/29,31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 297 sıra sayılı raporu üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 24 milletvekili ile Samsun Milletvekili Cemal Demir ve 23 milletvekilinin, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/29,31) (S. Sayısı : 297) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede, ilk söz önerge sahiplerine aittir; daha sonra İçtüzüğümüz 72 nci maddesine göre siyasî parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri halinde komisyona ve hükümete de söz verilecek, bu suretle Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, komisyon, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, önerge sahibi ve şahıslar için 10'ar dakikadır.

Komisyon raporu 297 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç, Samsun Milletvekili Suat Kılıç.

Gruplar adına, AK Parti Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Mustafa Demir, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Sezai Önder.

Şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Mustafa Demir, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç.

Komisyon adına, Kırıkkale Milletvekili Sayın Murat Yılmazer.

İlk söz, önerge sahibi olarak, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç'un.

Buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika.

HALUK KOÇ (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Geçen sene 18 Mart günü önce Cumhuriyet Halk Partisi Samsun milletvekilleri olarak ben ve Sayın Sezai Önder, daha sonra da AKP

                                               

(x) 297 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Grubundan Sayın Cemal Yılmaz Demir ve diğer Samsun milletvekili arkadaşlarımız aynı yönde bir araştırma komisyonu kurulması yönünde önerge verdiler. Bu önergeler, Samsun'da konuşlandırılan 2 adet mobil santralın ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacına dönük önergelerdi. Bunlar, 18 Mart'ta Danışma Kurulu kararıyla öne alındı, görüşüldü; her iki partiden de milletvekili arkadaşlarımız, konunun incelenme boyutuyla çeşitli noktalarından irdelediler, değerlendirdiler ve sonuçta, araştırma komisyonu kurulması hepinizin oylarıyla kararlaştırıldı. Hatta, o zaman da, tüm Samsun halkı adına, Yüce Meclisteki her iki partide görev yapan milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür etmiştim.

Değerli arkadaşlarım, komisyon, görev süresi içerisinde, uzatma da alarak, konuyu inceleyebildiği oranda inceledi. Rapor, tamamlandıktan sonra basıldı ve çok uzun bir zaman dilimi geçti, bir türlü Genel Kurula getirilmedi. Şimdi, ben, öncelikle, bu komisyonda görev yapan arkadaşlarımıza, Başkana ve her iki partide katılımı sağlayan tüm üyelere, verdikleri katkıdan dolayı, gerçekten, Samsun'da yaşayan insanlarımız adına teşekkür ediyorum; çünkü, bu, Samsun'la ilgisi olmayan milletvekilleri için, üyeler için "bu da nereden çıktı, bu konu bizi çok ilgilendirmiyor" tarzında bir yaklaşımla değerlendirilebilir; ama, hemen şunu söyleyeyim: Benzer bir durum sizin sorumlu olduğunuz seçim bölgesinde aynen yaşanmış olsaydı, Samsun milletvekillerinin gösterdiği tüm duyarlılığı aynen göstereceğinize bütün kalbimle inanıyorum.

MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Biz Kastamonu'ya sokmadık.

HALUK KOÇ (Devamla) - Samsun, o zaman, bu ülkenin hakkını savunamamış, başına gelecek olan sıkıntıları tam hesap edememiş, bütün demokratik kitle örgütlerinin, tüm siyasal partilerin, tüm sivil toplum örgütlerinin ortaklaşa çabasına rağmen, ancak, orada bu işin çatısı çatıldıktan sonra ve zarar ortaya çıktıktan, tartışılmaya başlandıktan sonra farkına varabilmiş bir ilimiz.

Şimdi, bizlerin, yasama yetkisi alarak, vekil olarak bu çatı altına geldiğimizde, bu gündemi sıcak tutma görevimiz vardı, bu gündemi Türkiye Büyük Millet Meclisine taşıma görevimiz vardı ve bundan sonra da, bu görevimiz... Ben, Sayın Meclis Başkanvekilimizin, toplantıyı yönetirken, bu raporun görüşülmesi bittikten sonra ne söyleyeceğini biliyorum: "Bu rapor görüşülmüştür. Bilgilerinize sunulur."

Değerli milletvekilleri, bu, burada kalacak mı? Şimdi, her iki partiden milletvekili arkadaşlarımız, bunun çeşitli noktalarını dile getirecekler. Şu anda, ben, birkaç boyutuna değineceğim; daha sonra, kişisel söz aldığımda da bazı konuları ifade edeceğim.

Şimdi, rapor hazırlandıktan sonra, beş ay süresince Genel Kurula getirilmemiştir. Benim bazı kuşkularım var. Siyasî boyutla da bakıyorum ve böyle bakmam da müsamahayla karşılanmalı diye düşünüyorum; çünkü, sadece bilim kuşku üzerine kurulmaz, siyaset de kuşku üzerine kurulur. Niye beş ay beklenildi; Meclis gündemi yoğundu, başka denetim konuları vardı... Bunlar, bana inandırıcı gelmiyor değerli arkadaşlar. Beş ay süreyle görüşülmemesinin temelinde yatan, benim düşünceme göre -eğer yanlışsam, diğer konuşmacı milletvekili arkadaşlarımız, daha sonra, bunu, kendi açılarından düzeltme noktasında gayret sarf ederler- şu: Çünkü, Samsun'un başına bela edilen, bu iki zehir kusan ve Samsun'un en verimli, belki de Türkiye'nin en verimli ovalarından biri olan Çarşamba Ovasını -yeraltı sularıyla, çevresiyle, tarıma elverişli bütün arazileriyle- zaman içerisinde verimsiz bir noktaya sürükleyecek olan belayı Samsun'un başına saranlardan bir tanesi, ne yazık ki, eski partisinden Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından büyükşehir belediye başkanı adayı olmak üzere transfer edilen kişidir. Sayın Büyükşehir Belediye Başkanına, burada, her ne kadar suç isnat etmese de daveti vardır. O zaman bağlı olduğu siyasî partinin belki üst yönetiminin telkiniyle siyaset-ticaret ilişkilerinin Türkiye'de geçen dönemde yaşadığı, bugün de bazı şüphelerin olduğu boyutuyla bakacak olursak- o kirli ilişkiler yumağı içerisinde bir davet mektubu çıkarmıştır ve Muğlalıların, Kastamonuluların, Zonguldaklıların, Bartınlıların kendi illerine sokmadıkları bu zehir kusan iki santral, geçen dönem başka bir siyasî partiden, bu dönem de sizlerin siyasî partinizden Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen değerli arkadaşımız tarafından, Samsun'a davet edilmiştir, kucak açılmıştır.

Şimdi, bunun siyasî sorumluluğu var. Yerel seçimler süreci yaşadık. Bu beş ay boyunca bunun gündeme getirilmemesinin nedeni, Samsun'da Adalet ve Kalkınma Partisinin gösterdiği büyükşehir belediye başkan adayının bu işteki sorumluluğunun Samsun gündeminde tartışılmaması noktası olabilir mi? Sorularımdan bir tanesi bu. Açık yüreklilikle soruyorum ve açık yüreklilikle de cevap bekliyorum.

Eğer rapor incelenecek olursa, burada Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın davet mektubu vardır. Bu, basit bir davet mektubu değildir. Daha sonrasında "ben bilmiyordum bunun zararını" denilecek bir mazerete sığmayacak bir davet mektubudur bu. "Efendim, istihdam yaratacağını düşünüyordum Samsun'a..." Orada 100-150 kişi çalışıyor; bunların 25-30 tanesi de teknik eleman ve Samsun dışından geliyor. Samsun'un istihdam sorunu, öyle, 100 kişiyle, 150 kişiyle çözülecek bir sorun değil; bunu takdir edersiniz. Değerli arkadaşlarımdan özellikle rica ediyorum... Yerel seçim sürecinde, adayınızın bu konuyla tartışılmaması boyutuyla, bu, beş ay geciktirildi. Benim görüşüm bu.

Değerli arkadaşlarım, bu konu -daha sonraki bölümde söyleyeceğim- uzun bir siyasî mücadele gerektirdi. Bakın, burada, benim verdiğim 8 tane soru önergesi var. Sayın İmdat Sütlüoğlu'nun Çevre Bakanı olduğu geçen hükümet döneminden, Sayın Kürşad Tüzmen'in vekâleten yürüttüğü Çevre Bakanlığı döneminden, daha sonra, bu dönemdeki Sayın Enerji Bakanımız -geçen dönemde aynıydı- Sayın Hilmi Güler'e, Sayın İçişleri Bakanına, Sayın Başbakana, hepsine yöneltilmiş; çeşitli yargı süreçleri var. İdare mahkemesinin aldığı karar var, durdurmak için çalışmasını. Daha sonra, ilgili şirketlerin yaptığı itirazlar var; o itirazların reddi var. Daha sonra, Danıştay 6 ncı Dairesinin kararı var ve en nihayet, sıkıştıra sıkıştıra -hepsi burada, sorular ve cevaplar burada- bu santrallar şu anda çalışmıyor. Önce yüzde 10 kapasiteyle çalıştırıldı, Ekim 2003'ten itibaren durduruldu; ama, yetmiyor değerli milletvekilleri. Daha önceki dönemde -bu, sizin suçunuz değil; onu kabul ediyorum- bunların işletilmesiyle ilgili yapılan sözleşmede, beş yıl elektrik enerjisi üretmesi düşünülmüş ve sözleşmeye göre, devletin, eğer çalışmazsa, her bir santrala, ayda, 1 200 000 dolardan 2 400 000 dolar tazminat ödemesi gerekiyor.

Şimdi, bakın, temel bir sorumluluğunuz var. "Bu rapor görüşüldü..." Sayın Başkanın ifadesiyle böyle noktalanacak, dün orman köylülerinin sorunlarının görüşülmesi gibi. Orada biterse eğer, bunun vebalinden Adalet ve Kalkınma Partisi olarak kurtulamazsınız. Orada bitmemesi lazım bunun. Bu, sizin suçunuz değil; tamam... Peki, bu sözleşmeye taraf olanlar kim; böyle bir süreç ortaya çıktığında bu tazminatın ödenmesine kimler imza attı, sorumluları kim? 2 400 000 dolar, değerli vekil arkadaşlarım, ayda 2 400 000 dolar devlet oraya tazminat ödüyor. Bakın, orada üç ilçemiz var; Terme biraz uzakta, Tekkeköy ve Çarşamba İlçeleri. İsterseniz, bir ay birine 2 400 000 dolar verelim, bir ay da birine 2 400 00 dolar. -Sayın Demir de burada- verelim

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Koç, 1 dakika süre veriyorum, toparlayın.

Buyurun.

HALUK KOÇ (Devamla) - Teşekkür ederim.

...Tekkeköy ve Çarşamba -biri 39 köyüyle, biri 134 köyüyle- İsviçre standartlarında köy yollarına sahip olur, eğitim tesislerine sahip olur, altyapıya sahip olur.

Değerli arkadaşlarım, bunlar hepimizin malı. Bu kadar büyük sorumsuzluk olmaz. Sizin sorumluluğunuz burada başlıyor. Sayın Başkanın noktalama sözcüğünden sonra başlıyor. Kim yaptı bunları; bunların sorumlusu kim, siyaseten kim? "Efendim, biz bunun tazminatını ödeyelim, çalıştırmayalım..." Ben, geçen seferki konuşmamda, Samsun'un günahı ne dedim, Samsun'un kaderi mi bu sahipsizlik dedim. Şimdi onu değiştiriyorum. Samsun kendi sorununu halletti, milletvekilleriyle halletti; onları çalıştırtmıyor, bundan sonra da çalıştırtmayacak; çok açık. Yargı kararları var. Üzerine hiçbir şey yapamazlar; ama, eğer, oraya ödenen tazminata kimlerin sebep olduğu noktasında -İktidarsınız, elinizi kolunuzu bağlayan yok- üzerine gitmezseniz, bu vebal sizin üzerinizde kalacak.

Değerli arkadaşlarım, daha sonra, kişisel olarak, bir 10 dakika daha, bazı boyutlarını dile getireceğim.

Tüm emeği geçenlere teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.

AK Parti Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Mustafa Demir; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Samsun Milletvekilimiz Sayın Haluk Koç ve 24 arkadaşı, yine, Samsun Milletvekilimiz Sayın Cemal Yılmaz Demir ve 23 arkadaşımız tarafından hazırlanan, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri doğrultusunda (10/29,31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu hakkında AK Parti Grubu adına ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, benden önce önerge sahipleri adına söz alan Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Haluk Koç arkadaşımızın bir iki ifadesine cevap vererek -hem cevap hem açıklama mahiyetinde- başlamak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, evet, o dönem davet mektubu yazan, Anavatan Partisinden Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olan arkadaşımız, şu anda, AK Partiden Samsun Büyükşehir Belediye Başkanımızdır. Doğrudur; o dönemde, bahsettiği kaygılarla olsa gerek, etkilerle olsa gerek, bir davet mektubu yazmıştır ve aslında, yetkisi ve sorumluluk alanında olmamakla birlikte yazmıştır; fakat, ne yazık ki, karar mercileri, böyle bir davet mektubuyla oraya mobil santralın konuşlandırılmasına karar alma yetkileri yokken, almıştır. O günkü siyasî bakış, o partinin bakış açısı burada sorgulanabilir; ama, bugün, Yusuf Ziya Yılmaz, bizim Belediye Başkanımızdır ve bugünkü uygulamalarında, icraatlarında, AK Partinin yerel yönetimlerde hizmet anlayışını en etkin ve en yetkin bir şekilde, Samsun'da uygulama noktasında büyük gayret sarf etmektedir. Ben, kendilerine buradan başarılar diliyorum.

Değerli arkadaşlar, mobil santral konusu -önerge sahibi olarak konuşurken Haluk Bey, Samsun'la ilgili bölümde detaylar, bilgiler verdi, ama- Türkiye'nin gündemine, 1998 yılında, Bakanlar Kurulunun aldığı bir kararla birlikte geliyor. Ben, birazcık o sürece değinmek istiyorum. Gerekçelerini burada saymak istemiyorum; ama, gelecekte enerji sıkıntısı varsayılacağı, o günkü kamu yatırımlarıyla inşa edilmekte olan enerji santralları ve enerji üretimini artırabilecek projelere yeterli finansman olmadığı, kısa sürede devreye sokulabilirliği, kira yöntemiyle mobil santralların devreye sokulması karar altına alınmış ve bu şekilde, mobil santralların Türkiye'de yapımına başlanılmıştır.

Daha sonra, bu gerekçelerin, bu amaçların yerine varmadığı, aslında enerji açığını kapatacak şekilde değil, tam tersi, olumsuz anlamda enerji fazlalığına sebebiyet veren, üstelik satın alınması süreci içerisinde de reel değerin çok çok üzerinde bir enerji maliyeti noktasında Türkiye'yi kamu zararına uğratan -ve bugüne geldiğimizde de görüyoruz ki, diğer elektrik üretim projelerinin devreye tam sokulmasıyla, onlarla Türkiye'nin enerji ihtiyacı karşılanmış, ama- bu santrallar, şu anda -mesela Samsun'da çalışmıyor- çalıştırılmıyor ve bunlardan elektrik alınmamış oluyor. Yine, bilmenizde fayda var. Evet, çalıştırılmıyor; ama, sözleşmelerdeki yükümlülükler gereği buralara tazminatlar ödenmeye devam ediliyor.

Mobil santralların kurulması dört aşama katetmiş Türkiye'de. 1998 yılında ilk, birinci grupta yapılan mobil santrallar 4 adet. Bunların tamamının, toplamının kapasitesi 95 megavat; yani, 3 tane 20 megavat, 1 tane 35 megavat üzere kurulmuş. Daha sonra ikinci bir posta... Bu santralların kilovat/saatinin, enerji satın alma bedeli ise 11,11 sent.

Değerli arkadaşlar, ikinci grupta 4 adet daha devreye sokuluyor. Bunların da toplam gücü, 4 adedinin toplam gücü 85 megavat olarak gerçekleşiyor ve bu santralların ihalede enerjisini satın alma miktarı ise 6,55 sent. Ondan sonra üçüncü grup bir mobil santral yapımı karar altına alınıyor. 4 tane mobil santralın toplam gücü 100 megavat ve bunların elektrik alış fiyatı, kilovat/saati 6,51 sent ve yine, ondan sonra, bugün, Samsun'da da konu olan mobil santrallar grubu, dördüncü grup devreye giriyor. Bunlar 5 adet. Buraya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunların 1 tanesinin kurulu gücü 100 megavat, tamamı 500 megavat; yani, son gruptan önceki üç grupta toplam kurulu bulunan mobil santralların 260 megavat civarında kurulu gücü var. Dördüncü grupta -Samsun'da 2 tanesi, 3 tanesi de başka yerlerde olmak üzere- toplam güç 500 megavat. Yani, buradan şöyle anlaşılıyor: Demek ki, mobil santrallar, iyi iş yapmış. Sonunda, dördüncü grupta 5 tane çıkarılıyor; ondan önce kurulanların 2 katı ve kilovat/saat elektrik alış fiyatı 5,5 sent.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; tabiî, bu süreçler yaşandıktan sonra, konu Samsun'daki mobil santrallar olduğu için, ben, o safhaya gelmek istiyorum. Samsun'a şu anda konumuz olan mobil santralların kuruluşu, sözleşmesi, başlangıçta Samsun'da yapılmak üzere değildi. Bunların yapımına karar alındığında, Fethiye, Dalaman, Bartın, Cide'de yapımı karar altına alınan 2 tane mobil santralın, ne yazık ki -o dönemin hükümetinin, o günkü siyasîlerin sorumluluğunda alınan bu karar- oradaki bölge halkının yoğun tepkisi neticesinde, oralara kurulması mümkün hale gelmiyor. Ondan sonra, firma yetkilileri ve bu kararı alanlar, yer aramaya başlıyorlar. O çerçevede, o zaman dilimi içerisinde, firma sahiplerinin yaptığı görüşmeler, belki de, siyasîlerin etkisiyle birlikte, o dönem Samsun'da Büyükşehir Belediye Başkanı olan Sayın Yusuf Ziya Yılmaz'ın bir talep yazısı EÜAŞ Genel Müdürlüğüne iletiliyor ve etki ve yetki alanında olmamasına rağmen, bu yazı neticesinde, EÜAŞ Yönetim Kurulu bunun Samsun'a yapılabileceği noktasında bir yönetim kararı alıyor ve bu karar neticesinde, bu mobil santralların Samsun'a yerleştirilmesi süreci hızlı bir şekilde gerçekleşiyor. Özelleştirme kapsamında olan Karadeniz Bakıra ait bir arsanın bir bölümü bu firmaya ayrılarak satılıyor, hızlı bir şekilde imar çalışmaları yapılıyor ve fiilî olarak inşaatına başlanıldıktan sonra Samsun halkının haberi oluyor. Burası da dikkat çekicidir.

Tabiî, bu mobil santralın yapılma sürecinden önce, santralların yapılabilmesi için belli yönetmeliklerde bazı değişiklikler yaparak, o günkü siyasî irade, bunların önünü açıyor. Bu yönetmelikler, Gayri Sıhhî Müesseseler Yönetmeliği ve Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ve Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliğine geçici maddeler ilave edilerek, bu yönetmeliklerde, o maddelerin kapsamı içerisinde, 31.12.2002 tarihine kadar muafiyetleri sağlanıyor ve önleri açılıyor. O da yetmiyor, yine, İmar Planı Yapılması ve Değişikliklerine Ait Esaslara Dair Yönetmeliğe de ilave yapılarak, bu santralların yerleşecek olduğu yerlerin imar planlarının onbeş gün içerisinde neticelendirilmesi ve ruhsata müracaat edildiğinde de, onbeş gün içerisinde ruhsat verilmesi zorunluluğu getiriliyor. Yani, mobil santralların Türkiye'de çeşitli yerlerde konuşlandırılması için, siyasetin baskısıyla, icraatıyla bütün siyasî, hukukî önlemler alınmış oluyor ve bu çerçevede, Samsun'a kurulmaya başlanıldığında, Samsun'da büyük bir tepki oluşuyor. O tepkiyi iyi anlamak lazım. Neden; çünkü, Samsun'u iyi bilmek lazım. Ben inanıyorum ki, Samsun'u gözümüzün önüne getirdiğimizde karşılaşacak olduğumuz manzara çok ibret verici bir manzaradır değerli arkadaşlar; çünkü, Samsun -Sayın Koç da bahsetti- Türkiye'nin en önemli tarımsal ve hayvansal üretim merkezi; 1 300 000 nüfusu olan bir kent. Samsun, tarım ve hayvancığın yoğun olduğu bir kentimiz. Bu kentin Çarşamba ve Bafra Ovalarında, ülkemizin neredeyse yarı ihtiyacını karşılayabilecek üretim yapılmakta. Türkiye'nin Çukurova'dan sonra ikinci üretim havzası. Bitki örtüsü yönünden oldukça zengin olan Samsunumuz, ormanların bolluğu yanında bağ, bahçe, çayır ve ekili alanlarla doludur.

Değerli arkadaşlar, Samsun, kuş türleri yönünden Türkiye'nin en zengin kenti. 250 cins kuş barındıran gölleri, havzaları var. Kızılırmak ve Yeşilırmak’ın Karadenize döküldüğü deltalarda yer alan Samsunumuzun yüzde 47'sini tarım alanı oluşturmakta, yüzde 40'ını orman alanı oluşturmakta, yüzde 5'ini ise çayır ve mera alanları oluşturmaktadır. Buraya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Samsun yalnızca yüzde 8'i tarımdışı alan olan bir kent. Yemyeşil ovalarla, Terme'den tutun, taa Yakakent'e kadar, tamamen bir üretim havzasıdır. Yukarıya çıktığımızda Kavak, Havza, Vezirköprü, Ladik, Asarcık çevresi tamamen tarımsal üretim alanlarıdır.

Değerli arkadaşlar, Samsun'da üretilen başlıca sebzelerin miktarlarını, size fikir vermesi açısından beyan etmek istiyorum: Samsun'da yılda 400 000 ton domates üretiliyor, 190 000 ton biber, 127 000 ton lahana, 112 000 ton salatalık, 120 000 ton karpuz üretiliyor ve bölgede, yaklaşık 640 000 dekar fındık bahçesi, 430 000 şeftali ağacı, 340 000 elma ağacı, 210 000 armut ağacı bulunmaktadır. Bu sayıları duyduğumuzda anlıyoruz ki, Samsun, sebze ve meyvecilik yönünden çok büyük potansiyele ve üretime sahip olan bir kent. Yetmiyor; bunun yanında, çeltik, şekerpancarı, mevsimlik sebzelere, fasulyeye varana kadar her türlü üretimin yapıldığı bir kent. Günde 1 000 ton fuel-oil işleyecek, 100+100=200 MW gücünde iki santralın, yan yana, Çarşamba Ovasının hemen önünde, Samsun'a kurulmasını kamuoyu öğrendiğinde, nasıl bir etki yaratmış olabileceğini pekâlâ değerlendirebiliriz.

Değerli arkadaşlar, bir konuyu daha belirtmekte fayda görüyorum. Ayrıca, mobil santralların  konuşlandığı yerin hemen yanında bulunan Karadeniz Bakır İşletmeleri, Azot Fabrikası gibi çeşitli kirliliğe sebebiyet veren, özellikle kükürtdioksit kirliliğine sebebiyet veren iki büyük tesisi, diğer sanayi kuruluşlarını ve vatandaşın ısınma amacıyla yaktığı diğer yakıtları da gözönüne aldığımızda, yapılan ölçümlerden de pekâlâ biliyoruz ki, bütün bu potansiyeline ve özelliklerine rağmen, çevre ve insan sağlığına en fazla dikkat edilmesi gereken bu kentte, zaten mobil santral kurulmadan kirlilik sınırları üst düzeyde olan, Türkiye'nin en kirli iki ilinden biri olan bu şehirde, Samsun'da, bu mobil santralın yapımına başlanıyor. Bugün araştırma konumuz olan mobil santrallarımızın Meclis gündemine gelmesindeki esas neden, bu şekilde yapılması değil; ama, yapılmasında siyasî iradenin ve sorumluların yaptığı teknik hatalar, eksikliklerdir.

Değerli arkadaşlar, Samsun, bu kadar da değil; bizim Samsun, barajlar bölgesi. Samsun İli sınırlarımızda, Bafra'da Altınkaya, Derbent Barajları, Ayvacık İlçesi sınırlarında Hasan Uğurlu ve Suat Uğurlu Barajları, Kavak İlçesinde İl Güven Barajı, Kozansıkı Göleti, Divanbaşı Göleti, merkezde Ondokuzmayıs Göleti ve en önemlisi, Çarşamba'daki, Samsun ve havalisinin içmesuyunun temin edildiği Çakmak Barajı.

Samsun'daki gölleri sayıyorum: Bafra'da, Karaboğaz Gölü, Balık Gölü, Dutdibi Gölü, Liman Gölü, Hayırlı Göl, İncegöl, Çernek Gölü, Gıcı Gölü; Çarşamba'da Dumanlı Göl, Akarcık Gölü, Akmaz Göl, Kocagöl, Körırmak Gölü, Sazlık Gölü, Çilme Gölleri ve hele, bunlara bir de Ladik Gölünü eklersek, Samsun, ayrıca, barajlar ve göller şehridir.

Değerli arkadaşlar, Balık Gölü, Liman Gölü ve Karaboğaz Gölü, ender çeşitliliğe sahip kuşların yaşadığı bölgedir. Bu kuşların 50'ye yakın cinsi, bu göllerde kuluçkaya yatmakta ve üremektedir.

Değerli arkadaşlar, Samsun'da, mobil santralın hemen yanında, bir göl ormanımız vardır. Tekkeköy İlçesinde, 120 hektarlık bir alana sahip olan bu göl, deniz seviyesindedir ve subasar ormanlarındandır, üzerinde yok olma tehlikesinde olan ağaç türleri barındırmaktadır ve bu nedenle de, türleme ve dünya literatürüne geçmiştir; dünya çapında, eşsiz ve tehlikeye maruz, bir alüvyal orman ekosistemi olarak yer almaktadır. Yani, böyle bir Samsun'a bu mobil santralların yapılması karar altına alınmıştır!

Değerli arkadaşlar, mobil santralların yapımı zamanında, Sayın İmdat Sütlüoğlu Çevre Bakanı iken, kendisiyle oraya bir ziyarette bulunduk. Mobil santralda sözleşme gereği ölçümleri yapan, daha önce mevcut ölçümleri yapmış olan yetkili bir üniversite hocamızdan aldığımız brifingde, mobil santrallar kurulmadan önce yapılan ölçümlerde mevcut kirliliğin üst sınırlarda olduğuna dair grafikler bize iletilmiştir, dosyası da mevcuttur. Yetmiyor, ayrıca, bölgede ciddî anlamda bir metalik kirlenmenin var olduğu da o günkü kayıtlarda mevcuttur.

Bütün bunlara rağmen, mobil santral yapımı gerçekleşiyor. Nitekim, seçimlerden sonra, Sayın Haluk Koç'un da bahsettiği gibi, biz de Samsun Milletvekilleri olarak, Samsun kamuoyunun haklı tepkisini çeşitli önergelerle dile getirdik. Bugün, önergeler doğrultusunda kurulan araştırma komisyonu raporu bizlerin ellerinde, onları değerlendiriyoruz. Bu raporlardan da anlıyoruz ki, Samsun'a bu mobil santralın kurulması için hiçbir teknik ve çevre etki araştırması yapılmamıştır. Tamamen, sanki, firmalara bir şey ödeniyormuş gibi... O zaman, Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz Bey bir yazı yazıyor, bir firmaya ilişkin olanını davet ediyor; ama, siz, iyi ki, bir tane davet ettiniz, al bizden size iki tane deyip, 100+100= 200 MW gücünde olan santral, yan, bitişik iki parselde, orada konuşlandırılıyor, yerleştiriliyor. Ayrıca, mevcut yönetmeliklere de baktığımızda, onlar iki ayrı firmaya ait olmakla birlikte -halbuki tek firmaya ait olsaydı, 200 MW'ın bir yerde kurulması mümkün olmamakla birlikte- böylece, hukuka, yönetmeliklere karşı da bir hile yapılmış oluyor.

Değerli arkadaşlar, daha sonra, bu enerji politikalarıyla birlikte, Samsun bu sıkıntıya sokulmuşken, mobil santrallar yapılmışken, mobil santrallar, için gerekçe olarak ileri sürülen 2001 yılında enerji krizi olacağı savı, ne yazık ki, doğru çıkmamıştır. Bu konuda, Devlet Planlama Teşkilatı, biri 30 Haziran 1999, daha sonra da 11 Ekim 1999 tarihinde olmak üzere, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına iki uyarı yazısı yazmıştır. Bu yazılarda özellikle dikkat çeken husus şudur: Siz öylesine imtiyazlar veriyorsunuz ki, bu imtiyazlar sonucunda Türkiye, önümüzdeki on yıl içerisinde enerji fazlasıyla karşılaşacaktır; bu fazlalık, alım garantisi neticesinde oluşmaktadır. Yüksek fiyat garantileriyle, kamu, büyük zararlara uğratılmıştır.

Neticede, o dönemlerde, Samsun'da kurulu Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu, Altınkaya, Derbent Hidroelektrik Santrallarının üretimleri düşürülmeye başlanmış, daha sonra da, santralların üretimleri tamamen durdurulmuştur. Bu politikalar neticesinde, çok az ödemelerle tamamlanabilecek çeşitli hidroelektrik santrallar devreye sokulmayarak kamu zararına sebebiyet verilmiş; ayrıca, yüksek fiyatla satılmak zorunda kalınan enerjiyle, sanayicimizin uluslararası rekabet gücünün zayıf düşürülmesine de neden olunmuştur.

Değerli arkadaşlar, yine, enerji politikaları açısından bir değerlendirme yapacak olursak, özel kesim projelerine ağırlık verildiği bu dönemde, Devlet Denetleme Kurulu raporunda bu konuyla alakalı şöyle bir ifade yer alıyor: "Enerji planlamasında kullanılan arz-talep tahmin modelleri, doğru olmayan verilerle, doğalgaz santralları lehine yanıltılmış, üretim değerleri bakımından gerçek ihtiyacın üzerinde sonuçlar elde edilmiştir." Bu ibare, mobil santralların yapımının karar altına alınmasında, bilinçli bir değerlendirme, bilinçli bir çalışma yapıldığını da çok açık bir şekilde göstermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Demir, 1 dakikalık eksüre içerisinde konuşmanızı tamamlar mısınız.

MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Samsun bu konuda çok fazla mustariptir; ama, biz İktidara geldikten hemen sonra, bu konu üzerinde çalışmalar yapıldı. Bakanlığımızın yaptığı çalışmalar neticesinde, eldeki mevcut ucuz enerji kaynakları hızla harekete geçirilip, mobil santrallardan enerji alım ihtiyacı azaltıldı; dolayısıyla, Bakanlığımız, üretimi ilkönce yüzde 10'a, daha sonra yüzde 5'e düşürdü. Bildiğiniz gibi, Samsun Barosunun açtığı dava neticesinde yürütmeyi durdurma kararı alınmasıyla birlikte, santralların üretimi tamamen durdurulmuştur.

Çok önemli bir konu -Sayın Koç da bahsetti- bu santralların 1 tanesine ayda 1 200 000 dolar -2 tanesine 2 400 000 dolar- olmak üzere, 2 tanesine yılda 25 000 000 doların üzerinde ödeme yapılıyor. Bunun sorumluları mutlaka araştırılmalı ve mutlaka hesap vermelidirler.

Bu para, eğer Samsun'a kaynak olarak aktarılmış olsaydı, yılda yaklaşık 40 trilyon lira, beş yılda 200 trilyon lira gibi bir meblağ ediyor, yalnızca Samsun'daki mobil santral. Bugün, burada, sadece Samsun'daki mobil santrallar gündemimizde; ama, daha önceki okuduğum ifadelerde de görüldüğü gibi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Demir, sözlerinizi tamamlarsanız... Şahsınız adına da söz talebiniz var, ayrıca o süreyi de kullanacaksınız; lütfen sözlerinizi tamamlar mısınız.

MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan teşekkür ediyorum, bitiriyorum.

...11, 11 sentten alımlar başlıyor, 5,5 sente kadar düşüyor. Tüm mobil santrallarda da aynı durumun söz konusu olduğu kanaatindeyiz; ama, Samsun'un en önemli problemi, Türkiye'de eğer mobil santral kurulmaması gereken bir yer var dediğinizde, aklınıza ilk gelecek olan yer Samsun'dur ve bu mobil santral Samsun'da kuruldu.

Ben inanıyorum ki, biz AK Parti Grubu olarak bu işin takipçisi olacağız, bunun sorumlularıyla ilgili olarak yapılması gereken işlemleri yapacağız ve bunun bilinmesini arzu ediyoruz. İnanıyorum -Sayın Koç da bahsetti- bu konuya sayın muhalefetin de katkısı olacaktır. AK Parti Grubu adına almış olduğum sözü şu anda tamamlamış bulunuyorum; bir iki noktayı daha açıklığa kavuşturmak için, tekrar, şahsım adına söz alacağım.

Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Demir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Sezai Önder; buyurun.

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA İLYAS SEZAİ ÖNDER (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Samsun'da kurulmuş bulunan, aynı ekosistem içindeki 100+100 megavat, yani 200 megavat gücündeki mobil santralların ihale ve yer seçim süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla kurulmuş bulunan (10/29,31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun çalışmaları sonucunda tanzim ettiği rapor konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 1998 yılında başlayan süreç içerisinde, Türkiye, yanlış enerji politikaları takip etmiş ve kamu finansman zorluğu gerekçe gösterilerek, çeşitli modellerle, yap-işlet-devret, yap-işlet, kiralama gibi yöntemlerle, özel sektörden enerji üretimi sağlanmaya çalışılmıştır; ancak, özel sektör tarafından üretilen ve üstlenilen yatırımların planlı bir şekilde yürütülememesi nedeniyle, zaman zaman enerji açığı, zaman zaman da enerji fazlası oluşmuştur. Enerji fazlası oluşunca, devlet, çok daha ucuza ürettiği enerji kaynaklarını, hidroelektrik ve termik santralların üretimlerini, önce başlatmış, daha sonra da durdurmuştur. Tabiî, bu da, büyük ölçüde kamusal zarara sebep olmuştur. Bu husus, Devlet Denetleme Kurulu raporlarında da açıkça belirtilmektedir. Arz-talep dengesi sağlanamamış ve ifade ettiğim gibi, gereksiz yere birçok devlet zararı oluştuğu gibi, meskenlerde ve sanayide pahalı elektrik kullanımından dolayı da, özellikle dış piyasalarda rekabet gücümüz büyük ölçüde kaybolmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bu politikanın devamı Samsun'da da etkisini göstermiş, biraz evvel Sayın Demir'in bahsettiği gibi, Samsun'da kurulu Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu, Altınkaya ve Derbent Hidroelektrik Santrallarında enerji üretimi bu nedenle evvela düşürülmüş, daha sonra da santralların faaliyetleri tamamen durdurulmuştur. Ayrıca, Boyabat Hidroelektrik Santralı gibi çok az bir yatırımla tamamlanıp üretime geçirilebilecek santrallar da işletmeye alınmamıştır. Bu da, ifade ettiğim gibi, büyük bir kamusal zarara sebep olmuştur.

Enerji politikalarından oluşan zararı hepiniz biliyorsunuz. Bu politikanın devamı mahiyetinde çıkarılan bir Bakanlar Kurulu kararıyla, fuel-oil ile çalışan mobil santrallar kurulması gündeme gelmiş ve bu cümleden olarak, Bartın-Cide hattında ve Fethiye-Dalaman'da 100'er megavat gücünde mobil santrallar kurulması TEAŞ Yönetim Kurulunca planlanmıştır.

Planlama gereği ihaleler yapılmış, Bartın-Cide hattında kurulacak 100 megavat gücündeki santralı Cengiz İnşaat Elektrik Anonim Şirketi üstlenmiş, Fethiye-Dalaman'da kurulacak santral inşaatını ise AKSA Enerji Şirketi üstlenmiştir ve 26.1.2001 tarihinde sözleşmeler imzalanmıştır. Ancak, bu yörelerde oluşan yoğun kamuoyu tepkisi, vilayetin, özel idarelerin, sivil toplum kuruluşlarının, halkın hep birlikte hareket etmesi sonucu oluşan büyük tepkiden dolayı, yerleri satın alınmış olunmasına ve sözleşmeler de imzalanmış olunmasına rağmen, ne Bartın-Cide'de ne de Fethiye-Dalaman'daki santralların inşaatına başlanılabilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer milletvekilleri; tabiî, bu arada, bu ihaleler yapılırken, konuyla ilgili yönetmeliklerde değişiklikler yapılmış, ayrıca, ÇED Yönetmeliğine eklenen 6 ncı maddeyle de "mobil santrallar ve bu santralların enterkonnekte şebekeye bağlantısını sağlayacak enerji iletim hatları, santrallarda kullanılacak petrol, petrokimyasal veya kimyasal ürün depoları ile limanlar, iskeleler ve rıhtımlara ilişkin faaliyetlerde bu yönetmelik hükümleri 31.12.2002 tarihine kadar uygulanamaz" denilmiştir.

Bu geçici maddenin manası açıktır. Bakanlar Kurulu, çıkardığı yönetmelik değişikliğiyle; siz, ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesine tabi olmayın, diğer yönetmelik hükümlerine tabi olmayın; gidin, santralı kurun, kurulduktan sonra nasıl olsa o santralları hiç kimse yıkamaz demektedir. Samsun'daki olay da aynen böyle cereyan etmiştir sayın milletvekilleri.

İfade ettiğim gibi, Bartın-Cide ve Fethiye-Dalaman hattında kurulamayan bu santrallar, dokuz ay beklemede kalmıştır; sözleşmeleri imzalanmasına, yerleri temin edilmiş olmasına rağmen, dokuz ay beklemede kalmıştır; ancak, bu arada garip bir olay olmuş, kendisinden hiç kimse istemediği halde, kendi görevi olmadığı halde, büyükşehir hudutları içinde böyle bir yer de bulunmadığı halde, her nereden böyle bir fikir aklına gelmişse, Sayın Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı -o zaman ANAP'tan seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı- TEAŞ Genel Müdürlüğüne 31.5.2001 tarihli bir yazı yazmıştır.

Değerli arkadaşlarım, seçilmiş bir insanın, kendisini seçen halka olan sorumluluk bilincini göstermesi yönünden, bu yazıyı ayrıca okumanızı ve dikkatle dinlemenizi rica ediyorum.

Yalnız, o arada bir ekbilgi vermem gerekiyor; Bartın-Cide ve Fethiye-Dalaman'da santrallar kurulamadığı için, TEAŞ Yönetim Kurulu toplanıp, bu projeden vazgeçme aşamasına geliyor, vazgeçmek üzereler ve bu da, bu yazıda zaten belirtiliyor. Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımız şöyle diyor:

"TEAŞ Genel Müdürlüğüne

Ankara

Bartın'da kurulması planlanan ve -dikkatinizi çekerim- daha sonra çeşitli sorunlar nedeniyle kurulmasından vazgeçilen -yani, bu projenin uygulanmasından vazgeçildiğini Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı biliyor ve devam ediyor- 100 megavatlık fuel-oil santralının Samsun'a kurulması konusunda Büyükşehir Belediye Başkanlığı olarak her türlü katkıyı vermeye, kuruluş yerinin sorunlarını çözmeye hazır olduğumuzu bildirir, saygılar sunarım."

Tabiî, TEAŞ Yönetim Kurulu da, siyasî baskılar nedeniyle, o zamanki hükümetin tutumu nedeniyle bir yer arıyor. Biraz evvel Giresun eski Belediye Başkanımız, Giresun Milletvekilimiz Sayın Mehmet Işık bana oturduğu yerden "bu santral Giresun'a da getirilmek istendi de biz kabul etmedik" dedi. Yani, Türkiye'nin birçok yerine kurulmak istenilen bu santral, Büyükşehir Belediye Başkanının bu davet yazısıyla, Samsun'a getirilme yolunda bir merhale katediyor.

Yalnız bu arada garip bir şey daha oluyor; esasında Büyükşehir Belediye Başkanının yazısı sadece Bartın santralıyla ilgili iken, onun araladığı kapıdan, Fethiye-Dalaman'da kurulacak santral da Samsun'a anında getirilip yerleştiriliyor. Tabiî, ondan sonra, yüklenicilerin siyasî gücü -tahmin ediyorum- çok yüksek olduğu için, Karadeniz Bakır İşletmelerine ait 3 parsel hemen ifraz ediliyor, onlar, bu şahıslara, yüklenicilere satılıyor ve santrallar, bir korku abidesi gibi, Samsun'un o bölgesinde yükselmeye başlıyor.

Değerli arkadaşlarım, bu santralların ismi mobil santral. Mobil santrallar için "eğer, elektrik enerjisi, tabiî afetler sonucunda bir bölgeye verilemiyorsa veya terör gibi olgular nedeniyle bir bölgeye verilemiyorsa, acil ihtiyacı çözmek üzere ve yüzer-gezer nitelikte olmak üzere, belirli bölgelere bu santrallar kurulabilir" deniliyor.

Bu santrallar, ikiz kardeş gibi -100 + 100 megavat, yani, 200 megavat gücünde- Samsun'a getirildi, konuşlandırıldı, inşaatları da süratle bitirildi. Biraz evvel bahsettiğim ve 31.12.2002 tarihine kadar ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesini yürürlükten kaldıran Bakanlar Kurulu kararı da bu santrallar için gündeme getirilmiş olsa gerek; çünkü, inşaatların süresi 31.12.2002'de bitiyor, orada, ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesinin geçici olarak askıya alınmasının süresi de 31.12.2002'de bitiyor.

Getirildi, Samsun'a kuruldu. Bu santrallar nedir? Biz, komisyon olarak iki kere gittik, santrallarda inceleme yaptık. Birinci gidişimizde, bize "bunların 2 ünitesi çalışıyor, yüzde 10 kapasiteyle çalışıyor. Bunların 7 ünitesinin birden çalışması için de bize beş günlük bir süre lazım" denildi. Biz de, o zaman "tekrar gelelim" dedik, komisyon olarak ikinci defa buraya gittik.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, ben, bunu, firmaların gücü olarak görüyorum. İkinci kez gittiğimizde, hemen yanında bulunan, Karadeniz Bakır İşletmelerine ve TÜGSAŞ'a ait fabrikalar susmuştu; çünkü, mevcut kirlilik, bu santralların da tam kapasiteyle çalışması halinde inzimam olacak kirlilikle yüksek boyutlara varacağı için, gizli bir el -ben halen çözemedim, arkadaşlarım da çözemedi, Komisyon Başkanı Sayın Cemal Yılmaz Demir de çözemedi ama- o gün, o iki fabrikanın çalışmasını engelledi ve biz, hava kirliliğini, sadece mobil santrallar yönünden inceleme fırsatı bulduk.

Değerli arkadaşlarım, dediğim gibi, bu santrallar, çok katlı yapılardan oluşmakta ve ayrıca -dikkatlerinize sunuyorum- her iki santralın günde yakacağı 1 000 ton 6 numaralı fuel-oil; 1 000 ton... Yani, bu santrallar, tam kapasiteli çalıştıkları zaman, günde 100 tanker 6 numaralı fuel-oil yakacak.

Şimdi, düşünün, nasıl bir sistem kurarsanız kurun -Kırıkkale Milletvekilimiz Sayın Murat Beyin dediği gibi- bunun önlemini almak mümkün değil; burası, Samsun'a bir felaket saçacaktır.

Değerli arkadaşlarım -Sayın Mustafa Demir bahsetti- Hz. Allah'ın Samsun'a bir lütfu var. Doğu Karadenizden denize paralel olarak devam eden dağlar, Samsun'a geldiğinde, bir yarım ay gibi geriye çekilmekte ve Samsun hudutlarını terk ettikten sonra, yine, kıyıya paralel olarak, dik olarak devam etmektedir. Yarım ay içerisindeki bu bölgede, Samsun ve Türkiye'nin şansı olan, Yeşilırmak ve Kızılırmak Ovaları bulunmaktadır.

Şimdi, ben, burada, Samsun'un başına açılan bir felaketle ilgili olarak konuşuyorum ve bir Samsun Milletvekili olarak, böyle bir konuyla ilgili olarak konuşmaktan üzüntü duyuyorum.

Değerli arkadaşlarım, biz, yıllardan beri, Yeşilırmak ve Kızılırmak'ın meydana getirdiği Çarşamba ve Bafra Ovalarının sulama kanallarına yılda 1,5-2 trilyon lira gibi çok komik ödenekler ayırabiliyoruz; tahmin ediyorum, bu senede ikisinin toplam ödeneği 3-4 trilyon lira.

Değerli arkadaşlarım, Samsun'un kurtuluşu, o projenin uygulanışında. Samsun, bugün, işsizlik oranının en yüksek olduğu bir ilimiz; devlet yatırımından nasibini almayan, ama, böyle zehir saçan santralların kurulduğu bir ilimiz; çok güzel ve güzide bir ilimiz. Biz isterdik ki, düşünürdük ki, o sulama kanallarını bir an evvel faaliyete geçirelim ve Samsun'un kurtuluşu olan tarıma dayalı sanayii de bir an evvel Samsun'da gerçekleştirelim.

Biz bunu yapamıyoruz, ödenek bulamıyoruz, devletimizin kıt imkânları buna ödenek ayırmaya yetmiyor. Ne yapalım; ondan sonra soğukhava depoları kuralım, ayrıca, uluslararası bir şekilde olan Samsun Havaalanına kargo ünitesi kuralım ki, bu ürünlerimizi soğukhava depolarından alıp ihraç edebilelim. Biz bunları düşünürken, Samsun milletvekili arkadaşlarımızla bunları planlarken, bugün, maalesef üzülerek ifade ediyorum, bu santralı konuşmak durumunda kalıyoruz. Bu bana üzüntü veriyor.

Değerli arkadaşlarım, konu hakkında çok konuşmak mümkün; ama, ben, şunu ifade etmek istiyorum: Bu santrallar Samsun'da kaldığı müddetçe, Samsun halkının huzur duyması mümkün değil. Neden diyeceksiniz; biz, komisyonda inceledik ve uzmanlara sorduk. Değerli arkadaşlarım, şimdi size en basit bir şeyini söyleyeyim: Samsun'da, bu santrallara 5 kilometre mesafede, Samsun İlinin içmesuyunu temin eden arıtma tesisleri var, Aşağıçinik'te arıtma tesisleri var ve bu santralla arasında da 5 kilometre mesafe var; o arıtma tesisinin açıkta olan dinlendirme havuzları var. Ben Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Sayın Murat Tuncer'e bu soruyu sordum. Deniliyor ki: "Bu fuel- oilin yanması sonucunda kükürtdioksit oluşur; o ne kadar absorbe edilmeye çalışılırsa çalışılsın, bir bölümü havaya karışır, havada bir nem bulutuyla karşılaştığında sülfürikasit olarak yere yağar ve o sülfürikasit yağmurları da, ters bir rüzgârla gidip, Samsun'a içmesuyu temin eden o havuzların üzerine konabilir."

Dediğim gibi, ben bunu Sayın Tuncer'e sordum: Bunun toplu ölümlere sebep olması mümkün müdür dedim. "Evet, mümkündür; başka; kronik akciğer hastalıklarına, göğüs hastalıklarına sebep olması mümkündür" dedi.

Değerli arkadaşlarım, sürem bitiyor. Esasında, bu konuda çok daha fazla konuşmak isterdim. Yalnız, komisyon yaptığı çalışmalar sonucunda şu kanaate varmıştır; 25-30 madde civarında alınması gereken önlemleri tespit etmiştir. Yani, alınması gereken önlemlerin çokluğu dahi, bu santralın nasıl bir felaket olduğunu göstermeye yeter diye düşünüyorum.

Yalnız, bu arada, bu işte birinci derecede sorumlu olduğunu düşündüğüm Sayın Büyükşehir Belediye Başkanının kendisini tebrik ediyorum; ANAP'tan AKP'ye geçmiştir, tekrar seçilmiştir; kendisini kutluyorum. Demokrasiye inanan bir insan olarak kutlamamız lazım.

Eğer "Büyükşehir Belediye Başkanımız bu santralları Samsun halkının başına bela ettikten sonra şu anda ne yapıyor" diye sorarsanız, şimdilerde, beş yıldır birlikte çalıştığı daire başkanlarına, mimarlara...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Önder.

İLYAS SEZAİ ÖNDER (Devamla) - ...mühendislere, Samsun'un bir Yılanlıdere çöp istasyonu vardır, orada, insan haysiyetine, onuruna yakışmayacak bir şekilde görev vermiş, açıkta onları dolaştırıyor ve belediyeden de onlara aylık maaş veriyor; belediyenin birimlerinde Cumhuriyet Halk Partisine oy verdiklerinden şüphelendiği insanları, uzman işçileri birimlerden alıp asfalt yamama işine gönderiyor.

Ben, bu arada, Sayın İçişleri Bakanıma da bir sitemde bulunmak istiyorum: Bu konuda 28 Nisanda verdiğim yazılı soru önergeme, hâlâ, bugüne kadar bir cevap alamadım. Yani, bu Büyükşehir Belediye Başkanının bu kadar koruma altında olmasını da, değerli arkadaşlarım, doğrusu, anlamış değilim.

Biz, yaptığımız inceleme sonucunda, Büyükşehir Belediye Başkanının bu santralın kurulmasında bir numaralı müsebbip olduğunu tespit ettik. Ancak, santralın kurulduğu yer, büyükşehir hudutları dışında...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Önder, lütfen, konuşmanızı bağlar mısınız.

İLYAS SEZAİ ÖNDER (Devamla) - Bağlıyorum Sayın Başkan.

Santralın kurulduğu yer büyükşehir dışında olduğu için, cezaî sorumluluğu cihetine gitmedik. Ancak, yaptıkları işlemlerle büyük kamusal zarar verdikleri açıkça görülen, dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanları Sayın Cumhur Ersümer ile Sayın Zeki Çakan'ın, Türk Ceza Kanununun 240 ıncı maddesine göre yargılanmak üzere, haklarında bir soruşturma komisyonu kurulmasına, bu dönemde görevli TEAŞ Yönetim Kurulu veya sonraki adıyla EÜAŞ Yönetim Kurulu üyelerinin de haklarında suç duyurusunda bulunulmasına karar verdik. Takdir Yüce Heyetinizindir.

Yalnız, ben, bu konuda büyük emek veren, çalışma sergileyen Samsun'daki sivil toplum kuruluşlarına, Samsun Barosunun eski ve yeni başkanlarına huzurunuzda teşekkürlerimi sunuyorum, şükranlarımı sunuyorum. Sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum; sağ olun, var olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Önder.

Şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Mustafa Demir; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Demir, süreniz 10 dakikadır.

MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Sayın Baykan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tekrar, araştırma komisyonu raporu üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, buradan çok açık anlaşılacağı şekilde, o günkü siyasî irade -az önceki konuşmamda da Grup adına belirtmiştim- belli hesaplamalarla ve belli gerekçelerle birlikte Türkiye'nin gündemine mobil santralları bir şekilde getirdi. Birinci etapta, bahsettiğim gibi, düşük ölçekli; ama, en son Samsun'da 100 + 100 = 200 megavatlık kurulacak santrallara gelene kadar bu süreci hep birlikte yaşadık.

Yapılan çalışmalar neticesinde de şu fevkalade anlaşılıyor ki -bugün de gerçek onu gösteriyor- Türkiye'nin, ne yazık ki, o mobil santralların ürettiği elektriğe ihtiyacının olmadığı açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Çünkü, hükümet, yaptığı uygulamalarla birlikte şu anda o santralları çalıştırmıyor, sözleşmeden doğan yükümlülüğü gereği, kamuya yükümlülük altına sokulduğu için, 1 200 000 + 1 200 000, yani iki ayrı santrala 2 500 000 dolara yakın para ödenmeye devam ediliyor. Ama, buradan baktığımda, bir Samsun Milletvekili olarak şunu bir kere daha dile getirmek istiyorum: Türkiye'nin, tarım alanı genişliği açısından hemen hemen en optimum, en güzel kullanılan ve tarıma dayalı bir bölge olduğu için de nüfusunun yüzde 47'si köylerde yaşayan, geçmiş hükümetlerin uygulamaları ve siyasî krizler neticesinde, tarım politikasındaki yanlışlıklar neticesinde, şu anda Türkiye'de yüzde olarak en çok işsizi olan il, Samsun'dur.

O dönemi biz yaşadık, Samsunlu yaşadı. Bütün o çöküntü, o kriz ortamında Samsunlu, neredeyse hayatından umudu kesecek hale gelmişti. O santralın ilk çalıştığı dönemlerdeki çıkardığı dumanı ve Samsun'un üzerine yayılmasını hafızalarımızda şöyle bir canlandıralım; 1 000 ton, yani -Sayın Önder de bahsetti- 10 tonluk 100 tane tanker -bir günde- veya yaklaşık 15 tonluk 75 tanker dolusu fuel-oilin 365 gün devamlı yandığını farz edelim. Benim sanayicilik geçmişim var. Bu fuel-oilin ne menem bir şey olduğunu ben çok iyi bilirim. Yani, teknik düzeyde yüzde 3'e kadar filitrasyonun sağlanabildiği falan belirtiliyor. Bu hiçbir zaman gerçekleşmez. Eski Bakanımız Sayın İmdat Bey de gülüyor; çünkü, o zaman birifingi biz santralda almıştık; o bile hayret etmişti, o zaman hayretini gizleyememişti.

Bir defa, mevcut haliyle mobil santralı oraya hiç koymasanız, Samsun, acil tedbir alınması gereken bir kent hüviyetinde bütün kirliliklerde. Tarımsal, ziraî ilaçlar, azot, bakır ve nitekim, yine, orada belli sanayi tesisleri var. Doğalgaz olmadığı için kullanılan kükürt oranı yüksek kömürler nedeniyle -bir de kaçak giriyordu o zaman Samsun'a bu petrokok dediğimiz hadise- Samsun'da, günde, zaten 13-14 ton civarında o gün atmosfere kükürtdioksit zaten yayılıyordu; bu mobil santralların devreye girmesiyle birlikte "3-4 ton" deniliyor teknik şartnamelerde, sözleşmelerde; ama, hiçbir zaman, bu, uygulamada 8-10 tondan aşağı düşmeyebilecek bir kirlenmeye sebebiyet verecek mahiyetteydi; ama, bu bir netice. Neticede, raporun getirdiği, teknik ve pratik bilgilerimizin bizi getirdiği nokta bu; ama, mobil santralların ismi "mobil" yani, gezer, taşınabilen. Gerekçesi de, dünyada kullanılışı, tabiî afetlerde, çok acil durumlarda, hayatî önem arz eden konularda yürürlüğe sokulan bir sistem. Hemen devreye sokulabilen, hemen bırakılabilen, ihtiyaç olduğu yere taşınabilen sistemler ki, küçük ölçekte enerji üreten, küçük miktarlarda enerji üreten sistemler olarak kullanılıyor.

Bir defa, burada şunu düzeltmek istiyorum: Samsun'a yapılanlar mobil santral değil değerli milletvekili arkadaşlar. Samsun'a yapılan, 100+100 MW, yönetmeliklere ve hukuka da hile yapılarak iki ayrı firmaymış gibi, borusu tek, yönetim şeması tek; her şeyi tek elden idare edilen; ama, iki ayrı firmaya ait olan bu mobil santralların ismini şöyle değiştirmemiz gerekiyor: "Fuel-oil çevirim santralları" ve ne yazık ki, bu şekilde dizayn edilmiştir ve o günkü, Sayın Önder de okudu, evet, vazgeçilmek üzere olunan santralların tekrar... Neye bağlıyoruz bunu; o günkü siyasî iktidarın yukarıdan tavsiyesi, firma sahibinin de Samsun'daki büyük kulisi neticesinde, belki de zorlamalarla -siyasî parti işleyişlerini o günkü gündemde hafızamıza bir getirelim- bir talep mektubu alınabiliyor 1 tanesi için; al sana 2 tane getiriliyor...

En önemli nokta; bunun sorumluları -Samsun'a bunu yaşattılar- mutlaka, bunun hesabını vermelidirler. Nedir o; bir gün bakıyoruz, yol yapımı, malzeme çekimi için anlaşmalar yapılıyor taşeron firmalarla birlikte; mobil santral yapılacağı öğreniliyor o zaman. Halktan kaçırılarak, demokratik, şeffaf... Hele hele, Türkiye'nin en mümbit arazileri olan, bütün Türkiye'ye, hatta yurt dışına da tarımsal ihracat yapan bir bölge; kuş zenginliği fazla olan bir bölge; kanatlı hayvanların bol olduğu bir bölge; seracılığın gelişmekte olduğu bir bölge ve insanların, büyük ölçüde, geçimini, sanayiini de ona temellendirmeye çalıştığımız, Türkiye'nin ikinci büyük tarım havzasında yapılan bir sistem; bunu yapmaya kimsenin hakkı yok; olmamalı; yok... Türkiye, kimsenin çiftliği değil, kimsenin özel şirketi değil. Halk, bilgisinden kaçırılarak bir şey yapılması gereken insan yığınları da değil; olmamalı.

Araştırma komisyonumuz raporunu hazırlamıştır. O günkü siyasîlerin bunda çok ciddî etkileri olmuştur; kimse, buna "dur" dememiştir. Kaldı ki, AK Parti Hükümeti, kurulduktan sonra -58 inci ve 59 uncu hükümetler döneminde- bakanlık -Sayın Koç da, muhalefet milletvekillerimiz de pekala biliyor- ilk etapta, ilk fırsatta, bunu yüzde 10 kapasiteye düşürdü. Neden; hem zararlı olması hem de enerji ihtiyacı açısından; daha sonra yüzde 5'e düştü. Değerli arkadaşlar, Samsun Barosunun yaptığı başvuru doğrultusunda, idare mahkemesi, bunun yürürlüğünü durdurdu ve bakanlık, tamamen, şu anda üretimden alıkoymuş oldu. Temyiz edildi dava; neticeyi bekliyor. Kaldı ki, icranın elini kolunu bu kadar bağlayan bir sözleşmenin gerekliliği de nereden doğmuştur, onu bilemiyoruz.

Bir en önemli nokta daha; bütün yönetmeliklere geçici maddeler konularak -bir de öteki yönetmeliklerdeki yerleri, şartları yerine getirmesine koyuyor; halbuki, orada da kaldırılmış- yani, hiçbir yönetmeliğe bağlı kalmaksızın, 31.12.2002 tarihine kadar, mobil santrallarla ilgili yönetmelikler -yani, fuel-oil çevrim santrallarıyla ilgili, önünde devasa, koskoca -hiçbir engele takılmayacak olan bir uygulama...

Değerli arkadaşlar, önemli bir nokta daha var. İmar planı yapma yetkisini... Yönetmelikte değişiklik yaparak, plan teklifinde bulunuyorsunuz; bu planı onbeş gün içerisinde de onaylamak zorunluluğu getiriliyor. Ülkede savaş mı var?! Enerji kıtlığından dolayı ülke enerjisiz mi kaldı?! Yetmiyor; ondan sonra, yine, yönetmelik değişikliğine göre, ruhsat için müracaat edildiğinde, onbeş gün içerisinde karara bağlamak zorundasınız. Peki, teknik heyet onbeş gün içerisinde, ruhsata bağlanabilirliğine karar veremiyorsa ne olacak?! Vereceksiniz!.. Böyle bir uygulama, ne yazık ki, Türkiye'de gerçekleşmiştir.

Bugün, Yüce Meclisimize, değerli katkılarından dolayı, desteklerinden dolayı, Samsun adına, Samsun halkı adına, sizlere şükranlarımızı arz ediyorum.

Buradan, Samsun'da, bu mobil santral konusunda çok büyük mücadeleler veren mühendis odalarına, özellikle Elektrik Mühendisleri Odası Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerine, Makine Mühendisleri Odamıza, Mimarlar ve İnşaat Mühendisleri Odalarımıza, özellikle Kimya Mühendisleri Odası Başkan ve Yönetim Kuruluna -çok detaylı bir rapor hazırlayıp bize o zaman verdiler; komisyona teslim ettik- oradaki bütün teknik ölçümleri, bütün sıkıntıları ve sakıncaları, çok sağlıklı, hassas bir şekilde Komisyonumuza intikal ettiren arkadaşlarımıza, Sam-Sev Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerine ve buna benzer, isimlerini burada sayamadığım Samsun'daki nice sivil toplum örgütüne ve Samsunlu kardeşlerimizin Samsun'a sahip çıkma, Türkiye'ye sahip çıkma, çevreye ve sağlığa sahip çıkma konusundaki büyük gayretleri için kendilerine teşekkür ediyoruz.

Bu, Türkiye'nin gündemine de bu şekilde taşınmış oldu. Yalnız, Samsun'la ilgili değil, Anadolu'nun diğer kentlerinde de bu fuel-oil çevirim santrallarının üretiminin durdurulması ve Türkiye'nin, gündemine tekrar gelmeyecek şekilde gündemden çıkarılması gerektiği kanaatini taşıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu rapor konusunda çalışma sırasında -ben de komisyonda üyeydim- şunu gördük ki, kamu yönetimi, siyaset ve işadamının oluşturduğu üçgenin, artık, Türkiye'de tekrar olumsuz hale dönüşmemesi için, Yüce Parlamento, mutlaka, gerekeni yapacaktır, yapmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız Sayın Demir.

Buyurun.

MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Samsun'a bu olayı yaşatan, ülkede çok büyük kamu zararına sebebiyet veren sorumlular hakkında, inanıyorum, Yüce Parlamentonun üyeleri gerekeni yapacaktır, yapmalıdır.

Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Heyetinizi ve Heyetin Değerli Başkanını saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Demir.

Komisyon adına, Kırıkkale Milletvekili Murat Yılmazer; buyurun. (Alkışlar)

(10/29,31) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU SÖZCÜSÜ MURAT YILMAZER (Kırıkkale) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Samsun'da kurulma çalışmaları sürdürülen iki mobil santralın yer seçiminde bilimsel kriterlerin gözönünde bulundurulup bulundurulmadığı ve bu santralların insan sağlığı ve çevre kirliliği açısından yaratacağı sakıncaların ortaya konulması amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca, kurulmuş bulunan Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerinde komisyon adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'de bir dönemin enerji politikaları gereği, biraz önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, arz-talep rakamlarının yüksek tutularak Türkiye'de acil bir enerji çözüm politikası gereği uygulanan yöntemlerden biri de mobil santrallar ve bu mobil santralların kuruluş aşamasında, acil, çevre kirliliği, hava kirliliği düşünülmeden yer tespiti yapılmış. Samsun mobil santralı da bu çerçevededir. Bundan -biraz önce Haluk Koç Beyin ifade ettiği gibi- sadece, Samsun milletvekilleri rahatsız değil, Kırıkkale milletvekilleri de rahatsız, Mardin ve Van milletvekilleri de, bilemediğim başka santralların bulunduğu illerin vekilleri de rahatsız.

Mobil santralların çalışma sistemi, artık, çağımızda, teknik olarak dünyada terk edilmekte olan yöntemlerden biridir. Türkiye'de bu, 6 nolu fuel-oillerle çalışıyor. Fuel-oil terk ediliyor; atmosfere vermiş olduğu gazın, insan sağlığı ve bitki örtüsünü öldürücü etkisi var. Nitekim, komisyonda dinlediğimiz Sağlık Bakanlığı temsilcisi, kanserojen etkisinin olduğunu ifade buyurdular. Çarşamba Ovası, bitki ve sebzede Samsun'u beslerken; bugün, artık, Çarşamba'da espri haline gelmiş, sokaktaki satıcı, esnaf diyor ki: "Bafra malı var, Bafra malı var"; orası biraz daha temiz görüldüğü için, Çarşamba terk edilmiş. Aynı şey, Kırıkkale için de geçerli; bizim de, Türkiye'de, üzümüyle, bitkisiyle, sebzesiyle meşhur Hasandedemiz vardı. Şu anda, Hasandede'de, bitki, sebze yetişmiyor. Burada, başkanları da çok fazla suçlamamak lazım; gerek Samsun Belediye Başkanı gerek Kırıkkale'deki santral için teklifte bulunan belediye başkanları, tabiî, çevreye yatırım gelsin, işsizliğe çözüm bulalım gayreti ve tasası içerisinde bu işe ağırlık vermişlerdir. Bunlar, üst düzey ve teknik seviyede araştırılıp, kurulması gereken şeyler.

Değerli milletvekilleri, Genel Kurulun 18.3.2003 tarihli 49 uncu Birleşiminde alınan 762 sayılı kararla kurulmuş bulunan Komisyonumuz, 6.5.2003 tarihinde göreve başlamış, yoğun bir çalışma süreci sonucunda raporunu hazırlayarak Başkanlığa sunmuştur.

Çalışma süresi içerisinde, komisyonumuz, toplam 10 birleşim yapmış, konu hakkında, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, akademisyenler başta olmak üzere, kurum ve kuruluşlardan toplam 46 kişinin bilgisine başvurmuş ve belgeleri incelemiştir. Bu akademisyen ve temsilcilerle ilgili geniş dokümanlar raporda mevcuttur.

Komisyonumuz, bu çalışmaların yanı sıra, 19.6.2003-20.6.2003 tarihleri arasında bölgede incelemelerde bulunmuş, yöre halkının sorunlarını dinlemiş, toplantılara katılmış ve bilgiler toplamıştır. Komisyon arazi çalışmalarına başlamadan önce Samsun Valiliğinin organizasyonu ile Devlet Su İşleri Salonunda kapsamlı bir toplantı yapılmış; bu toplantıda, kamu kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden çok sayıda temsilcinin, santralın konuşlandırılmasıyla ilgili görüşlerini almıştır.

Komisyonumuz, ayrıca, her iki mobil santral bacasından TÜBİTAK tarafından emisyon ölçümü yapılması çalışmalarına katılmış ve sonuçları değerlendirilmiştir.

Değerli arkadaşlar, Samsun İli, yeryüzü şekilleri bakımından üç ayrı özellik göstermektedir; birincisi, güneydeki dağlık kesim; ikincisi, dağlık kesim ile kıyı şeridi arasında kalan yaylalar; üçüncüsü, yaylalar ile Karadeniz arasındaki kıyı ovaları. Yurdumuzun tarımsal potansiyeli en yüksek ovalarından Bafra ve Çarşamba Ovaları bu bölgede yer almaktadır. Bitki örtüsü yönünden oldukça zengin olan Samsun'da ormanların yanı sıra, ovalarda bağ, bahçe, çayır ve ekili alanlar önemli yer tutmaktadır. İlin en önemli tarımsal ürünleri, buğday, tütün, mısır, sebze, şekerpancarı ve çeltiktir. Arazi ve verimli tarım alanları, endüstriyel emisyonlardan, sıvı ve katı atıklardan, kimyasal atıklardan çeşitli şekillerde etkilenmektedir. Yapılan araştırmalara göre, hava kirliliği ve asit yağmurlarından, kirlenmiş sulardan, katı atıklardan ve ziraî mücadele ilaçlarından toprakların kirlendiği; bu kirliliğin, insan sağlığı ve ekolojik yapı üzerindeki olumsuz etkisi her geçen gün artmaktayken, mobil santralların, çevre kirliliğinin en yoğun olduğu bu bölgeye konuşlandırılmış olması tetikleyici bir faktör olmuştur.

Mobil santralların kurulmasının önünde engel olarak görülen Gayrisıhhi Müesseseler Yönetmeliği, Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ve Hava Kirliliğinin Korunması Yönetmeliğinde değişikliklere gidildiği; ancak, yapılmak istenilen değişikliklerin Danıştay tarafından iptal edildiği bilinmesine rağmen, TEAŞ'ın, mobil santralların kuruluş yeri olarak Muğla, Dalaman ve Bartın'ı belirlediği; ancak, kamuoyundan gelen yoğun tepkilerin santralların buralarda kurulmasını engellediği; bu girişimlerden sonra mobil santralların Samsun'da kurulmasına karar verildiği bilinmektedir.

Çevresel etkileri dolayısıyla dünyada kullanımı hızla terk edilen, günlük olarak 1 000 tonun üzerinde 6 nolu fuel-oil tüketecek olan santralın, atmosfere yüksek derecede kükürtdioksit ve azotoksit ihtiva eden gaz bıraktığı, yöredeki deniz ve yeraltı sularının santraldan kaynaklanacak atıklardan olumsuz yönde etkilenerek zarar göreceği açıktır.

İnceleme sonuçlarından, mobil santral kurulmadan önce, bölgede, TÜGSAŞ -azot fabrikası tabir edilen- ve Karadeniz Bakır İşletmelerinden kaynaklanan kükürtdioksit açısından kirlilik olduğu anlaşılmıştır.

Bu nedenlerden dolayı, halihazırda 2001-2002 ile 2002-2003 yılları arasında, kükürtdioksit açısından birinci derecede kirli iller arasında yer alan Samsun'a mobil santralların kurulmasını anlamak mümkün olmamıştır.

Buna ilaveten, mobil santralların sahası, Mavi Akım Projesi kapsamında inşa edilmiş doğalgaz boru hattına yaklaşık 2 kilometre uzaklıkta olmasına rağmen, doğalgazla çalışması yerine 6 nolu fuel-oille çalıştırılması anlaşılamamıştır.

DPT, 30 Haziran 1999'da ve 11 Ekim 1999'da olmak üzere, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına ayrı ayrı iki uyarı yazısı yazmış, bu yazılarda "sizler, öylesine kontrolsüz imtiyazlar veriyorsunuz ki, bu imtiyazlar sonucunda, Türkiye, önümüzdeki on yıl içerisinde enerji fazlasıyla karşılaşacak" denildiği halde, mobil santrallar kurulmuştur. Buna rağmen mobil santralların devreye sokulmasıyla, enerji fazlalığı ortaya çıkmıştır.

Samsun'da kurulu Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu, Altınkaya ve Derbent Hidroelektrik Santrallarının üretimleri düşürülmeye başlanılmış, daha sonra da santralların üretimleri tamamen durdurulmuştur.

Ayrıca, çok az yatırımlarla tamamlanıp üretime geçebilecek Boyabat hidroelektrik santralı gibi santrallar devreye sokulmayarak, kamu zararına sebep olunmuştur.

Bilindiği üzere, mobil santrallar, gezer ve yüzer tipte olabilen termik santrallar sınıfına giren santrallardır; normal, sabit elektrik santrallarından farklı olarak, kolaylıkla taşınabilen, kısa sürede işletmeye açılabilen santrallardır; sürekli elektrik üretilmesinin ötesinde, doğal afet, lokal enerji sıkıntısının yaşandığı, hayatî önem arz eden durumlarda ilgili yöreye elektrik enerjisi sağlamak amacıyla kullanılması düşünülen santrallardır. Halbuki, Samsun'da kurulmuş olan mobil santralların yapısına baktığımız zaman, bu santralların, gerek amacı gerekse yapısı itibariyle, yukarıda belirtilen özelliklerin hiçbirisiyle örtüşmediğini açıkça görmekteyiz. Zira, Komisyon tarafından yapılan incelemelerde de görüldüğü gibi, bu santrallar, karada büyük platformlar üzerine kurulmuş çok katlı yapılardan oluşmakta ve sabit bir görünüm arz etmektedir, mobil özelliği bulunmamaktadır.

Bu santralların kurulması, herhangi bir bölgesel ihtiyaçtan kaynaklanmamaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, Samsun İlinde yaklaşık 1 300 megavat kurulu güce sahip, Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu, Altınkaya, Derbent Hidroelektrik Santralları ve güçlü iletim hatları ile indirici trafo merkezleri yer almaktadır. Herhangi bir aciliyet söz konusu olmadığı gibi, Samsun'da enerji açığı da bulunmamaktadır. Bartın-Cide ve Fethiye-Dalaman'da konuşlanmasına karar verilen ve buna göre sözleşmeleri imzalanan santralların konuşlandırma yerinin Samsun olarak değiştirilmesinin hangi mücbir sebepten kaynaklandığı izah edilememektedir. Her ne kadar, EÜAŞ Yönetim Kurulunda, Samsun Büyükşehir Belediye Başkanının yazısı bir talep ve istek gibi değerlendirilip, yer değiştirilme kararı öyle verilmişse de, santralın kurulduğu yerin Büyükşehir Belediye hudutları dışında olması, Tekkeköy İlçe Belediyesi hudutları dahilinde bulunması nedeniyle, bahis konusu yazının bir gerekçe olarak kabul edilmesini mantıksal bir çelişki olarak görmekteyim.

Enerji ihtiyacı olduğu ileri sürülerek yer seçimi yapılan ve ihale şartlarının son derece uygun olduğu belirtilen, Dalaman ve Bartın'da kurulması öngörülen iki ayrı santralın, daha sonra çeşitli argümanlarla Samsun'da konuşlandırılmasının tesadüfî olmadığı, yüklenicileri korumaya yönelik siyasî tasarruflar olduğu intibaı uyanmaktadır. Hukukî boşluk yaratılıp, insan ve çevre sağlığını hiçe sayarak gerçekleştirilen bu tasarrufların yüklenici firmalara avantaj sağlayacağı muhakkaktır.

Bakanlar Kurulunun 16.3.1998 tarih 98/10286 sayılı kararıyla, EÜAŞ'a, mobil santralın konuşlandırma yerlerinin tespiti ile bu yerlerde konuşlandırılacak mobil santralların kiralanması ve hizmet alımı yoluyla işletilmesi yetkisi verilmiştir. 98/10286 sayılı Bakanlar Kurulu kararının amacı, ülkenin enerji sıkıntısı çekilen yörelerinde mobil santralların kurulması yoluyla yöresel elektrik açığının giderilmesine yöneliktir. Bu amaca istinaden, o zamanki adıyla TEAŞ tarafından, elektrik sıkıntısı çekilen Fethiye, Finike, Bartın ve Cide'nin de içinde bulunduğu dört bölgede ihtiyaç tespit edilerek sözleşmeler yapılmıştır; ancak, daha sonra, söz konusu mobil santralların Samsun İline kaydırılmasına ilişkin idarî işlemin tesisinde sebep, maksat ve amaç yönünden hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Zira, Samsun İlinde böyle bir enerji açığı söz konusu değildir.

Yeşilırmak ve Kızılırmak deltalarında yer alan Bafra ve Çarşamba Ovaları arasındaki her türlü tarıma elverişli arazi üzerindeki bitki örtüsü, mevcut sanayi tesislerinden kaynaklanan kirlilikten dolayı yeterince zarar görmekteyken, buraya kurulan söz konusu santrallar mevcut kirliliği etkileyici unsur oluşturmuştur. Zira, Samsun ve çevresi, hava kirliliğinin en yoğun olduğu illerimizden birisi durumundadır. İnsan sağlığı ve çevre açısından büyük tehlike oluşturan bu durumun dikkate alınmayarak yeni kirletici unsurlara fırsat verilmesi kamu zararının doğmasına neden olmuştur.

TEAŞ, yüklenicisi farklı iki tüzelkişi olan, 100 megavat gücündeki iki santralın Samsun İlinde birbirine bitişik iki parselde konuşlandırılmasına izin vermek suretiyle kanuna karşı hile işlemiştir. Genel hukuk ilkeleri açısından yoklukla malul bu işlemin devam etmesi hukuka uygun değildir. Kaldı ki, 2 kilometre yakınında bulunan mavi akım doğalgaz boru hattı gözönünde bulundurularak çift yakıt veya doğalgaz kullanılacak şekilde sözleşmeye yeni bir hüküm ilave de edilmemiştir. Nitekim, Ankara 10. İdare Mahkemesinin 10.10.2001 tarihli 3/6, 3/7 sayılı TEAŞ Yönetim Kurulu kararına ilişkin yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde de özetle "TEAŞ Yönetim Kurulu kararıyla her biri 100 megavat kapasiteli iki eş üniteden oluşan mobil santralın aynı ekosistem içinde 150 megavat üzeri bir güç santralı olacağı ve ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesinde kurulu gücü 150 ve üzerinde olan termik güç santrallarında ÇED sürecinin uygulanacağı, gerek ÇED Yönetmeliğine geçici bir madde eklenmesi gerekse çevre mevzuatıyla ilgili diğer yönetmeliklerde yapılan değişiklikler dikkate alındığında, amacın, mobil ve yüzer santralların konuşlandırılacak yer, tesis ve üretim aşamasında çevre mevzuatıyla ilgili hükümlerin 31.12.2002 tarihine kadar uygulanmamasını sağlamak olduğu ve mevzuatın askıya alınıp bertaraf edildiği açıktır. Bu nedenlerle, TEAŞ Yönetim Kurulu kararında çevre mevzuatına, kamu yararına ve hukuka uygunluk görülmemiştir" denilerek yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir.

İLYAS SEZAİ ÖNDER (Samsun) - Şimdi iptal edildi o karar.

MURAT YILMAZER (Devamla) - Evet.

Bu karara karşı ilgili idare tarafından yapılan itiraz, bölge idare mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Ayrıca, iki ayrı tüzelkişi tarafından işletilen santrallar, sunum esnasında hazırlanan dokümanlar ve duvardaki üretim akım şemasındaki tek tüzelkişilik görüntüsünde sunulmuştur. Her iki santralın denizdeki tek bir boru hattından yakıt aldığı da, mahallinde yapılan incelemede tespit edilmiştir.

Sözleşmeler incelendiğinde, yüklenici firmaların her birinin, tek bir santral için 75 000 000 dolarlık yatırım yaptıkları ve her ay 77 000 000 kilovat/saat elektrik enerjisi üretme taahhüdünde bulundukları, ilgili idarenin de (EÜAŞ)...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yılmazer, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız; size 1 dakikalık eksüre veriyorum.

Buyurun.

MURAT YILMAZER (Devamla) - ...beş yıllığına bu elektriği satın alma garantisi verdiği; bunun da maliyetinin toplam 231 264 000 dolar olduğu görülmektedir; ancak, ne yazık ki, bugün, santrallar, enerji fazlalığı gerekçesiyle yüzde 10 kapasiteyle çalıştırılmakta -Kırıkkale'deki de aynı; yüzde 10 kapasiteyle çalışıyor- sözleşme gereği, devlet, onlara da sürekli, üretmediğine para veriyor.

Devlet, her iki santrala, kira bedeli olarak, her ay, ayrı ayrı 1 200 000 dolar civarında para ödemek zorunda bulunmaktadır. Bu durum, gerek özel kesim gerekse devlet açısından son derece üzücü bir tablodur. Kamu kaynaklarının plansız ve programsız bir şekilde harcanmasına sebep olan veya göz yumanların cezasız kalması kamu vicdanını rahatsız ettiği gibi, toplumun, devlete, devlet görevlilerine, siyasetçilere ve...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MURAT YILMAZER (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika daha...

BAŞKAN - Sayın Yılmazer, lütfen tamamlar mısınız konuşmanızı; son 1 dakika...

MURAT YILMAZER (Devamla) - Ülkenin ekonomik ve sosyal durumunun bozulmasının asıl sebeplerinden biri de, dışarıdan borç alarak, kullanmadığımız elektriğe yüksek fiyatlarla alım garantisi vererek, devleti borç altına sokacak isabetsiz yatırımlarda bulunulmuştur.

Bütün bu sebep ve tespitlerden dolayı, Komisyonumuzun raporunda, projenin ihale safhasında görevli bulunan dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer'in, yer değişimi safhasında görevli bulunan dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın eylemleri ve kamusal zarara sebebiyet verdikleri kanaatine varıldığından, her iki bakan için soruşturma komisyonu kurulması, bürokratlar için ise savcılığa suç duyurusunda bulunulması talep edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, ben, bu Komisyonda -Komisyon Başkanımız Ankara dışında olduğu için- emeği geçen bütün arkadaşlarıma, milletvekillerimize, bürokratlarımıza teşekkür ediyorum. Çok geniş ve kapsamlı bir bilgi; bu raporu tetkik ederseniz, Türkiye'de, kimyasal, biyolojik, çevre açısından oldukça geniş kapsamlı bir araştırma.

Takdirlerinize arz ediyorum Sayın Başkan ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yılmazer.

Son konuşmacı, şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; teknik terimlerden ifadelerden, yönetmeliklerden çok bahsedildi, yargı kararlarından çok bahsedildi. Halk diliyle, işin özü ne; işin özü, üç beş kelimeyle şu, değerli arkadaşlarım: Birilerinin, Türkiye'deki temel hastalık dolayısıyla, siyasî iktidarın yakasına paçasına yapışıp, para kazanma yolunu, ticaret yoluyla, aramaları hikâyesidir mobil santral hikâyesi; bu kadar açık ve net. Şimdi, bakın, önce minareyi götürelim, sonra biz kılıfını hazırlarız. Bütün hikâye bu burada.

Bakın, 1998 yılında Bakanlar Kurulundan çıkıyor. DPT'nin enerji yatırımlarına ilişkin mobil santrallarla ilgili bütün olumsuz görüşlerine rağmen, Bakanlar Kurulunda bu tarihte çıkıyor ve ondan sonra, bunların kurulması için gerekli bütün sıhhî yönetmelikler, bütün çevre yönetmelikleri -adlarına girmiyorum- 31 Aralık 2002 tarihine kadar uygulamadan kaldırılıyor. Yeter ki bunlar kurulabilsin; bunlara, bu engellere takılmasın, çevre ve sağlıkla ilgili yönetmelik engellerine takılmasın. Kılıf hazırlanıyor ya. Söylediğim bu.

Daha bitmiyor tabiî. Nerede yapılacak bu; Dalaman'da. Muğlalılar direniyor. Çevreciler akın ediyor Muğla'ya. Dalaman'da bir gece yatıyorlar. Daha sonra Bartın. Kastamonulular, Cideliler direniyorlar. Samsun sahipsiz o dönem. Halk, birtakım sivil toplum örgütleri, 19 Mayıs Üniversitesi, Mühendis ve Mimar Odaları, Çevre Mühendisleri Odası, siyasî partiler, o bölgede yaşayan toplum kesimleri uyanıyorlar; ama, aşamıyorlar siyasî iradeyi; çünkü, siyasî irade birilerine para kazandırmak zorunda.

Değerli arkadaşlarım, hikâye bu, bu kadar basit bu. Kimin parası bu, kimin parası; devletin parası. Bugünlere boşuna gelmedik biz. Mobil santral hikâyesi bunlardan bir tanesi. Acı, ama, gerçek bu. Hiç uzun uzun konuşmaya gerek yok. Arazi tahsisi bile Bakanlar Kurulunun özel kararıyla, bir KİT bölgesinde, Karadeniz Bakır İşletmelerinde özel yapılıyor. Bunu kabul etmek mümkün mü değerli arkadaşlarım! Yani, sert konuştuğumuz zaman, sert konuştu diyorlar, sivri dilli diyorlar. Bunları tahmin etmek bir yana, tahammül etmek mümkün mü!

Değerli arkadaşlarım, bakın, Samsun'da, 19 Mayıs Üniversitesi, Çevre Mühendisleri Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Makine Mühendisleri Odası, Kimya Mühendisleri Odası, tüm siyasal partiler, Tekkeköy'ün Belediye eski Başkanı, Çarşamba, Dikbıyık, Çınarlık, Kutlukent Belediye Başkanları ve yöre halkı, tümü direniyorlar buna; ama, bir büyükşehir belediye başkanı çıkıyor, belki, bağlı bulunduğu siyasî iradenin kendisine yaptığı baskıyla, o ilişkiler yumağı içerisinde, ticaret-siyaset ilişkisinin en kirlisinin yaşandığı dönemde bu kapıyı açıyor, açmak zorunda bırakılıyor. Hiç kimse mazur görmesin. Bugün, sizin belediye başkanınızdır; hayırlı olsun; ama, dikkat edin, sizin döneminizde de değişik davet mektupları çıkarabilir. Alışkanlık çok kötüdür.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bazı şirket ilişkileri var. Dönem dönem, siyasî iktidara, Türkiye'deki bazı şirketler, yapılar, kene misali yapışır. Bunu geçen dönem sandıkta kalan siyasî iktidarların önemlilerinden bir tanesi yaşadı. Şimdi, aynı siyasî şirketlerden bazıları Samsun'da sizin yakanıza yapışmış durumda.

Ben, burada, Sayın Ahmet Yeni ve Mustafa Demir'den başka, İktidar Grubundaki Samsun milletvekili diğer 5 arkadaşımın da olmasını isterdim. Sayın Ahmet Yeni oturuma devamlı katılıyorlar. Samsun'la ilgili çok önemli bir görüşme var ve İktidar Partisinden 5 milletvekili arkadaşım salonda yok. Bana kızabilirsiniz; ama, bunları söylemek zorundayız burada.

Şimdi, bu şirket -ismini söylemeyeceğim- Karadeniz Bakır İşletmelerinin özelleştirilmesinde ihaleyi almıştır; yani, bir parti gitmiştir, bir parti gelmiştir iktidara. Dikkat edin değerli arkadaşlarım, bu sürecin içine giriyorsunuz. Sizleri tenzih ediyorum; ama, Türkiye'de siyaset öyle bir süreç ki, bu ilişkilerden bağımsız davranmaya başladığınız zaman sizi de yer. Bu ilişkilerin içine, ortasına, yumağına çekiliyorsunuz. Samsun bunun örneklerinden biri. Önce, belediye başkanını ambalajladılar, size sundular, ondan sonra, Karadeniz Bakır İşletmeleri ihalesi aynı şekilde oldu.

Değerli arkadaşlarım, demin söylediğim gibi "efendim, biz, bunu durdurduk..." Sayın Mustafa Demir'in, ben, samimiyetine inanıyorum. Bu, bir siyasî mücadeleyle oldu. Bakın, burada, demin gösterdim, birçok soru önergesi var, bunlara verilen cevaplar var; burada yargı süreci var. Yargı sürecinde, Danıştaya yapılan müracaatta, idare mahkemesine yapılan müracaatta veya idare mahkemesinin verdiği karara şirketlerin yaptığı yürütmenin durdurulması itirazında, bozulmaması için; yani, devam etmesi için Çevre Bakanlığının ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının verdiği olumlu mütalaalar var. Yani, devlet kendini savunamıyor, kamu kendini savunamıyor. Bunu izlemek ne kadar acı bir şey. Şimdi, Sayın Başkan, ilk konuşmamda söylediğim gibi, nokta koyacak "konuyla ilgili araştırma önergesinin görüşmeleri tamamlanmıştır." Burada bitsin mi değerli arkadaşlarım; burada bitsin mi Sayın Dağcıoğlu?! Sizin duyarlılığınızı biliyorum bu konularda; Amasya Milletvekilimiz Sayın Albayrak -burada mı bilmiyorum- onun duyarlılığını da biliyorum bu konularda. Bu, burada bitmesin değerli arkadaşlarım.

Bir defa, şunu çok iyi bilmek lazım: Samsun'da, şu yargı kararlarından sonra, idare yürütmeyi durdurduktan sonra, tekrar, bir şekilde, bu santralların çalıştırılıp, Samsun'un zehirlenmesine, Türkiye'nin soyulmasına, biz, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri olarak, kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Biz Karadenizliler, biraz inatçıyızdır, biraz hırslı insanlarızdır, biraz dalgalıyız; ama, iyi yönde inadımızı, hırsımızı sergileriz. Bunları bu şekilde dile getirmek görevi de bir hırstır, bir inattır. Bunun burada kalmaması lazım; Sayın Başkanın "görüşmeler tamamlanmıştır" cümlesiyle bitmemesi lazım. Sorumluluk sizde değerli arkadaşlarım; İktidarsınız.

Bakın, şimdi, Sayın Komisyon Başkanı -ki, kendisine özellikle teşekkür ediyorum Samsun halkı adına- "bunların kurulması, hukuken yoklukla maluldür" dedi. Devletin kendisini savunacak mekanizmaları yok mu yargıda?! Bu tazminatın ödenmemesi gerekiyor; çünkü, hukuk by-pass edilmiştir, hukuk kuşa çevrilmiştir, hukuk yok sayılmıştır. Bir dönem, bunun kurulabilmesi için, yönetmeliklerin geçerliliği ertelenmiştir, kaldırılmıştır. Bunlar belgelidir. Yani, devletin soyulabilmesi için her türlü altyapı hazırlanmıştır. Devlet, burada, bu uygulamanın hukuken yoklukla malul olduğunu ve bu yönde tazminat ödememek için...

Değerli arkadaşlarım, sonradan katılan milletvekili arkadaşlarım var, bir kere daha söylüyorum, devletin, yaptığı sözleşme dolayısıyla, hiçbir şey üretmeden bu iki kuruluşa ödediği para ayda 2 400 000 dolardır. Yazıktır değerli arkadaşlarım! Yazıktır!.. Yani, bu ülkenin kaynağıdır bunlar. Sayın Demir söyledi, bölgeyi coğrafî olarak tanıttı. İnanın, o söylediğimiz ilçelerin dağ köylerine gidelim, Türkiye'nin daha az gelişmiş bölgelerindeki köylerden hiçbir farkı yoktur; hâlâ ne yolu vardır ne doğru dürüst okulu vardır; hiçbir hizmet alamamakta ve bu senenin getirdiği doğa koşullarında, tarımsal ürün de elde edememektedirler. Yani, bu kadar yoksulluğun, bu kadar işsizliğin kol gezdiği bir bölgede, ayda 2 400 000 doları, yılda 25 000 000-26 000 000 doları, ben, havadan vereceğim!.. Devlet, hakkına sahip çıkmak zorundadır. Bu, sizlerin görevi değerli arkadaşlarım. Bunun vebali kimin? Bunun, mutlaka soruşturma komisyonuna gitmesi lazım, yargı yoluna gitmesi lazım ve devlet, bunu ödememek için, bunun hukuken yoklukla malul olduğunu kanıtlayan bütün belgeleri kendi lehine yorumlamak zorundadır.

Değerli arkadaşlarım, zehirlenen, Samsun oldu; ama, soyulan, Türkiye oldu. Biz Samsunlular, Samsun'u seviyoruz tabiî ki; ama, Türkiye'yi daha çok seviyoruz. Türkiye olmadan Samsun olmaz. Türkiye'yi daha çok seviyoruz. Türkiye'nin siyaset-ticaret ilişkisiyle soyulmasına karşıyız.

Çok iyi niyetle bazı tespitlerimi yaptım, Samsun'la ilgili de yaptım, benzer durumda olan şirket-siyaset ilişkileri boyutuyla Türkiye için de yaptım; bunları değerlendireceğinizi umuyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALUK KOÇ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Koç.

HALUK KOÇ (Devamla) - Ve bu konunun, bu araştırma komisyonu raporunda kalmaması lazım. Yarın bir başka Samsun'a, Türkiye'nin bir başka bölgesine, bir başka vesileyle, aynı yolla açılacak kapılardan bir başka hortum muamelesi yapılabilir; onun için, dikkatli olmak zorundayız, sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız.

Ben, bu çalışmada emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Bir kere daha ifade ediyorum; bu santrallar, bu rapor ve buradaki yargı süreci geçerli olduğu sürece, hiçbir şekilde, hiçbir güç tarafından Samsun'a, Tekkeköy'e ve Çarşamba'ya zehir saçamayacaktır; ama, bunun mutlaka vebalinin de araştırılması gerekir. İktidar Partisi olarak sorumluluklarınızı hatırlatmak istedim.

Saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.

Sayın Bakan, buyurun.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; çok teşekkür ederim; kısa bir açıklama yapma ihtiyacını hissettim.

Bu araştırma raporu, bildiğim kadarıyla, her iki partinin vermiş olduğu iki araştırma önergesi üzerine kurulmuş olan bir araştırma komisyonunun raporudur. Dolayısıyla, Sayın Koç'u, Samsun'daki mobil santralla ilgili, partimizi ve Hükümetimizi ilişkilendirme gayretleri içerisinde gördüğüm için bir değerlendirme yapma ihtiyacını hissediyorum.

Bakın, buradaki santralın, Samsun için veya Türkiye'nin herhangi bir yeri için isabetsiz olduğu görüşündeyiz ki, biz, böyle bir araştırma önergesini vermişiz, komisyon kurmuşuz ve bu komisyonun başkanlığını bizim partimizden bir arkadaşımız yapmış ve sonuç itibariyle, bu santralların kurulmasına sebep olan iki eski sayın bakan hakkında da, komisyon raporunun sonunda, soruşturma komisyonu kurulması önerilmektedir.

Kaldı ki, böyle bir komisyonu, yani soruşturma komisyonunu, bu Meclis, yine bizim arkadaşlarımızın vermiş olduğu soruşturma önergeleri üzerine kurmuştur. (9/4) ve (9/7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonları, gerek Sayın Ersümer'in gerekse Sayın Çakan'ın döneminde yapılmış olan birtakım ihaleleri de zaten inceleme alanına almıştır. Yani, bu konu, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kurulmuş iki ayrı soruşturma komisyonunun görev alanı içerisinde zaten değerlendirilmektedir; ama, eğer, ayrıca, sırf bu konuyla ilgili bir soruşturma komisyonu kurulması arzu ediliyorsa, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın, 55 milletvekilinin imzasını alarak bir soruşturma önergesi vermesi gayet doğaldır, bizim arkadaşlarımız da verebilirler.

Dolayısıyla, bu Parlamento, özellikle İktidar Partisi ve Hükümetimiz, hiçbir yolsuzluğa göz yummamıştır, göz yummayacaktır; İktidarımız döneminde, ahbap-çavuş ilişkilerine, birtakım çevrelere menfaat aktarma gibi yollara asla tevessül edilmemiştir, edilmeyecektir.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Bunun için de, dokunulmazlıkları kaldıracaksınız Sayın Bakan!

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Hem geçmişteki yolsuzlukların hesabını sormak hem de Türkiye'de temiz yönetim nasıl olurmuş, bunu göstermek için halkımızdan vize aldık, şu anda İktidarız; eğer, farkında olmadan hata yaparsak, kuşkusuz ki, Anamuhalefet Partisinin uyarılarını da dikkate alırız, uyarıları da bizim için önemlidir. Böylesine, her iki partinin vermiş olduğu bir önerge sonucunda kurulmuş olan komisyon ve bu komisyonun raporundan hareketle, şu anda, Partimizden, Samsunlular tarafından yeniden belediye başkanı seçilen bir arkadaşımız üzerinden Partimize yönelik değerlendirme yapılmasını isabetsiz gördüğümü ifade etmek için söz aldım.

Çok teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALUK KOÇ (Samsun) - Raporda yazılı, Sayın Bakan.

HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Rapora bakın, Sayın Bakan.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların...

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, yerimden çok kısa bir açıklama yapabilir miyim?

BAŞKAN - Hayır, Sayın Koç.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Bakan, önergeyi önce biz verdik dedi.

BAŞKAN - Lütfen... Herkes konuştu burada, her şey açıkça ifade edildi.

HALUK KOÇ (Samsun) - Önergeyi önce biz verdik, sonra arkadaşlarımız katıldı.

BAŞKAN - İstirham ediyorum...

HALUK KOÇ (Samsun) - Demek ki, önerge vermeye değer gördüler.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/29, 31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.

Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/8, 48) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 335 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye başlayacağız.

2. - İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek ve 20 milletvekili ile Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26 milletvekilinin, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8,48) (S. Sayısı : 335)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Komisyon bulunmadığından, raporun görüşmeleri ertelenmiştir.

Yasama dokunulmazlığı konusunda kurulmuş bulunan (10/70) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 332 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye başlayacağız.

3. - Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 44 milletvekilinin, yasama dokunulmazlığı konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/70) (S. Sayısı: 332)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Komisyon bulunmadığından, raporun görüşmeleri ertelenmiştir.

Alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Genel Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

4. - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı : 146)

5. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı : 152)

6. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı : 305)

BAŞKAN - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısının, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının ve Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporları henüz gelmediğinden, tasarıların ve teklifin müzakerelerini erteliyoruz.

Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

7. - Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İçişleri, Plan ve Bütçe ve Anayasa Komisyonları Raporları (1/731) (S. Sayısı : 349)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Komisyon bulunmadığından, tasarının müzakeresi ertelenmiştir.

Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları raporlarının müzakerelerine başlıyoruz.

8. - Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/655) (S. Sayısı : 447) (x)

                                   

(x) 447 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu 447 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde grupları ve şahsı adına söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: AK Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Remziye Öztoprak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu; şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Muzaffer Gülyurt.

AK Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Remziye Öztoprak; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili, Grubum adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Diş hekimliği ve diş protez teknisyenliği, halkımızın ağız ve diş sağlığıyla ilgili, birlikte çalışılan iki ayrı meslektir. 1928 yılında çıkarılan 1219 sayılı Yasada, diş hekimliği mesleğinin tanımı, görev ve yetkileri belirlenmiştir. Buna göre, diş hekimi, diş, ağız ve çevre dokularda, hekimlik sıfatıyla yükümlü olduğu tüm tedavileri ve yapılması gereken protezleri yapar. Diş hekimliği eğitim programında, diş hekimliği öğrencisine, beş yıl boyunca, protez dersleri de verilerek, diş hekimliği mesleğini ilgilendiren tüm protezleri yapabilecek konumda mezun edilir. Ancak, mesleğin icraına başlayan diş hekimi, protez yapımında laboratuvar çalışmalarını diş teknisyeninden hizmet alarak yürütür. Bu durumdan da anlaşılacağı gibi, diş hekimliği ve diş protez teknisyenliği birlikte çalışılan iki ayrı meslektir.

1909 yılında İstanbul Diş Hekimliği Okulunun açılmasıyla başlayan diş hekimliği eğitimi, bugün, Türkiye'de çok sayıda fakülteyle dünya ülkeleri arasında ilmî çalışmalarıyla ön sıralarda yer almaktadır. Diş protez teknisyenliği ise, usta-çırak ilişkisiyle yürütülerek devam etmiştir. 1989 yılına kadar herhangi bir işyeri açar gibi, sağlık koşulları gözardı edilerek, bu çalışmalar yürütülmüştür. 1219 sayılı Yasada 14 Haziran 1989 tarihinde 3575 sayılı kanunla yapılan değişiklikle, diş protez teknisyenliği tanımlanmış ve bir sağlık sınıfı mesleği olarak yasada yerini almıştır.

Yine, Sağlık Bakanlığının açtığı kurs ve sınavlara katılanlara diş protez teknisyenliği yetki belgesi verilmiştir. 5 Haziran 1986'da Millî Eğitim Bakanlığının başlattığı LİMME Projesi; yani, Lise Mezunlarını Meslek Edindirme Projesi kapsamında, 1989'da diş protez teknisyenliği de projeye dahil edilmiştir ve Millî Eğitim Bakanlığı da, protez teknisyenleri yetiştirmeye başlamıştır.

Diş Teknisyenleri Odasından alınan bilgiye göre Türkiye'de, 13 750 yetki belgeli diş teknisyeni ve 3 450 laboratuvar vardır. Ayrıca, ilk defa Hacettepe Üniversitesinde başlayan diş protez teknisyenliği yüksekeğitimi, sağlık meslek yüksekokullarında 2 yıllık bölümlerde devam etmektedir. Yıllık kontenjanları 140 olan bu okullar, şu anda Hacettepe Üniversitesinde, Marmara Üniversitesinde, İstanbul Üniversitesinde, Atatürk ve Ege Üniversitelerinde diş hekimliği fakültelerine bağlı meslek yüksekokulları bünyesinde diş teknisyeni yetiştirmektedir; Polatlı Yüksekokulunda da aynı şekilde eğitim verilmektedir.

1989'dan itibaren Sağlık Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı diş protez teknisyeni yetiştirmeye devam etmiş; ancak, Sağlık Bakanlığının çıkardığı laboratuvar yönetmeliğine göre, 1986 yılında çıkarılan 3308 sayılı Çıraklık ve Meslek Eğitimi Yasasına bağlı olarak, diş protez teknisyenlerinin Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yetiştirilmesi, hukukiyetini kaybetmiştir.

Neticede, Sağlık Bakanlığından yetki belgesi alanların dışında, Millî Eğitim Bakanlığından yetki belgesi alanlar laboratuvar açamaz olmuş, açanlarsa sağlık müdürlükleri tarafından kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır; kendilerine, sağlık müdürlüklerince, 2004 Ağustos ayına kadar süre verilmiştir.

İşte, böylece, bu yasa tasarısı, uzunca bir süre, Sağlık Bakanlığı, konuyu ilgilendiren taraflar ve Komisyonumuzca çalışma yapılarak huzurunuza getirilmiştir. Bu yasa tasarısıyla, Millî Eğitim Bakanlığı kaynaklı yetki belgeleri, bir defaya mahsus olmak üzere, Sağlık Bakanlığı kaynaklı yetki belgeleriyle denklenerek, hem bu mesleği icra eden binlerce kişi ve ailelerinin mağduriyeti hem de onlarla çalışma yapan diş hekimlerinin işlerinin kesintiye uğraması önlenecektir.

Belgesiz çalışanlara getirilen yaptırımlarla da, diş protez teknisyenliği saygın bir konuma getirilerek, bu alanda çalışanların sorunları büyük ölçüde çözüme kavuşturulacaktır.

Tasarıya göre, kalfalık belgesine sahip olanlar da, bu tasarının kanunlaşıp yürürlüğe girmesinden itibaren en geç bir yıl içinde müracaat etmeleri ve Sağlık Bakanlığınca düzenlenecek teorik ve uygulamalı eğitimi başarıyla tamamlamaları ve açılacak sınavlarda başarılı olmaları koşuluyla kendilerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilecektir.

Tasarıda, Sağlık Komisyonumuzca, yine, yıllardır toplum sağlığında kanayan bir yara olan ağızda çalışan sahte diş hekimlerinin faaliyetlerine de son vermek amacıyla caydırıcı tedbirler getirilmiştir. Bu konuda da sizleri bir parça olsun bilgilendirmek ihtiyacı duyuyorum.

1928'de çıkarılan 1219 sayılı Yasanın 32 nci maddesiyle, diplomasız, ağızda çalışanlar sınava tabi tutularak, başarılı olanlara yetki verilmiştir. Bu yetkiyle dişçi unvanını alanlara alaylı, tabiplere mektepli denilmiştir ve bu kimselerin şu anda hiçbiri hayatta değildir. 1930'larda 35 diş hekiminin bulunduğu Türkiye'de yapılan bu uygulama doğrudur ve bu uygulamanın tekrarlanması için daha sonra Mecliste girişimlerde bulunulmuş ise de, bunun tekrarı mümkün olmamıştır. O tarihlerden itibaren dişçi ve diş tabiplerinin yanında çalışanlar -ki, bunlar genellikle erkektir- zamanla, gördüklerini uygulamaya başlamışlardır ve yetkisi olmadığı halde hasta ağzında çalışan sahte diş hekimleri oluşmaya başlamıştır.

Diş hekimlerinin sahte dişçilerle uğraşısı 1930'lardan günümüze kadar sürmüş ve devam etmektedir. Sahte diş hekimlerinin halkın sağlığına bu kadar rahat bir şekilde zarar verebilmelerinin nedeni sorgulandığında, bu yasanın hayatî derecede önemli olduğu anlaşılacaktır.

Türkiye'de bulunan 19 000 diş hekiminin 6 048'i kamuda çalışır; onların da yüzde 85'inin muayenehanesi vardır. Diş hekimi başına düşen nüfus Türkiye'de 3 650'dir; ancak, tüm meslek gruplarında olduğu gibi, dengesiz bir coğrafik dağılım bu meslekte de vardır. Büyük şehirlerde bu sayı 1 600 - 2 000 kişi iken, kırsal kesimde 8 000 - 10 000'e çıkmaktadır.

Diğer bir sorun ise, diş hekimliği hizmetlerinin sağlık bilinci ve sosyal, ekonomik koşullar yüzünden kullanılamamasıdır. Bu nedenle, devlet, sağlık hizmetlerinin standartlarını belirler, denetler ve halkın sağlığına zarar verenlere yönelik gerekli adlî ve idarî işlemleri yapar.

Sahte diş hekimlerinin ağızda çalışmalarının, halk sağlığına çok önemli olumsuz etkileri vardır. Sağlık mensupları içerisinde bulaşıcı hastalıklara en çok maruz kalan meslek grubu diş hekimleridir. Ülkemiz verilerine göre, üst solunum yolları hastalıkları birinci sırada yer almakta ve hepatit B son yıllarda çok yaygınlaşmaktadır. Çağın vebası olan AIDS ise, yine en büyük tehlikedir. Sahte diş hekimleri, bulaşıcı hastalıkların yayılmasında en önemli etkenlerden birisidir. Mesleğin eğitimini almayan, bulaşıcı hastalıklara karşı nasıl tedbir alınacağını ve hijyenik çalışma koşullarını bilmeyen, sağlığı para kazanma amacı olarak gören sahte diş hekimleri, ülkemizde bulaşıcı hastalıkların yayılmasının en büyük sorumlularındandır ve yaptıkları müdahalelerle, halkın ağız ve diş sağlığını bozarlar.

Ayrıca, yaptıkları işin yasal olmaması nedeniyle kayıtdışıdırlar ve ülkenin vergi kaybına da sebep olmaktadırlar. Bunların ağızda çalışmasını engelleyen 1219 sayılı Yasa, 1928'den beri yürürlükte olmasına rağmen ve ilgili 41 inci madde değiştirilerek, 1989'da 3575 sayılı Yasayla cezaların artırılmasına rağmen, hem getirilen cezaî yaptırımlar hem de adlî sistemin tıkanıklığıyla, verilen cezalar komik denecek şekilde para cezasına çevrilerek, bunların caydırıcılığı kalmamıştır.

Bu nedenle, binlerce sahte diş hekimi halkımızın sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir. Bu yasanın temel amacı, halkın sağlığının ve bu iki meslek gurubunun, yani, diş hekimliği ve diş teknisyenliği mesleğinin saygınlığının korunmasıdır.

Yüce Meclisin değerli üyeleri, halkımızın sağlığının korunması için gereğini yapmalıyız diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öztoprak.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu; buyurun.(CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sevgili arkadaşlarım, Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanun 1928 yılında çıkarılmıştır; bu kanun 1928'den beri yürürlüktedir. Bence, sadece diş tabipleri ve dip protez teknisyenleri kanunu olarak değil -Sayın Bakandan onu istiyorum- kanunun bugünün şartlarına uydurulması için, sağlıkta gerekli olan bütün değişikliklerin yapılması lazımdır; ama, işin neresinden bakarsak bakalım, bu da bir gelişmedir, uygun olan bir şekilde yasanın değiştirilmesidir; onun için, Sayın Bakana teşekkür ediyorum.

Sevgili arkadaşlarım, Türkiye'de 1925'lerden beri veya 1930'lardan beri, diş teknisyenleri ile diş hekimleri arasında büyük bir sorun vardır. Haddizatında, bu sorun, sağlığı ilgilendirdiği için, hepimizin bir sorunudur. Ehliyetsiz insanlar, illerde, ilçelerde, kenar mahallelerde diş teknisyeni olarak muayenehane açarlar ve hasta ağzıyla uğraşırlar. Siz de, Anadolu'da bir hükümet tabibiyseniz veya sağlık müdürüyseniz, bunları kapatmaya gidersiniz. Bugün kapatırsınız, bir ay sonra tekrar açarlar ve devamlı, halkın sağlığıyla oynarlar. İşte, bunun için, diş protez teknisyenliği yüksekokulları açılmıştır. Ondan evvel, Millî Eğitim Bakanlığı, meslek edinsinler diye, lise mezunu insanların ellerine, çıraklık, kalfalık ve ustalık diye bir belge vermiştir. Bugün de, 10 000'e yakın böyle teknisyen vardır. Bunların hepsi demeyeyim; ama, yüzde 90'ı, her gittikleri yerde muhakkak muayenehane açarlar. Ee, diş hekimi öte tarafta, beri tarafta cahil insan; bizim falan yerde diş hekimi var der. O teknisyen arkadaşım, hiçbir zaman, bu benim işim değil, bu, diş hekiminin işidir demez; gel, ben güzel diş yaparım der, ağza girer. İşte, bilgi ve yetkisi olmamasına rağmen, o ağza girdiğinde, insanlarımızın hayatıyla oynadığının farkında değildir.

Bunun için, Sayın Sağlık Bakanım "buna bir çare bulalım" demiş. Ne yapalım; bu 10 000 kişiyi de mağdur etmeyelim... Bu sağlık olduğu için, toplumu -ben hep söylerim, iktidarın yaptığı kanunu mu müdafaa edeceğim; tabiî, doğru olduğu müddetçe edeceğim; ama, yanlışsa söyleyeceğiz- ve insanı ilgilendirdiği için, bunlara bir çekidüzen vermek lazım geldiğini görerek, bu yasada bir değişikliğe gidilmiştir.

Bu yasada değişikliğe gidilmesinde hepimizin lehine olan bir durum vardır. Millî Eğitim Bakanlığının verdiği bu belgelere sahip olanlar, Sağlık Bakanlığının şartlarına uygun bir şekilde, bir sene zarfında üç defa imtihana girerek, başarılı olduklarında, onlara da, haklarının yenmemesi için "diş protez teknisyenliği" belgesi verilecektir; ama, sağlığı ilgilendirdiği için, bundan sonra, artık, Sağlık Bakanlığının haricinde hiçbir kurum -Millî Eğitim Bakanlığı veya bir başka bakanlık- diş protez teknisyenliği yüksekokulu açamayacaktır; yani, sağlığın asıl sahibi Sağlık Bakanlığı olduğu için, bundan sonra, Sağlık Bakanlığı, tek yetkili olacaktır. Tabiî, bir şartla; Millî Savunma Bakanlığı, kendi içinde açacağı yüksekokulda yetiştirmiş olduğu talebelere veya sağlık assubayının kurs görmesiyle verilen belgeyi Sağlık Bakanlığına tasdik ettirmek şartıyla, o da, diş protez teknisyenliği unvanını alacaktır.

Peki, bunları yapmazlarsa ne olur?.. Bugüne kadar hep öyle oldu; ne söylesek, yaptıramadık. Ben, Anadolu'da çok çalıştım, sağlık müdürlüğü yaptım, başhekimlik yaptım, hükümet tabipliği yaptım; hiçbir yerde, bu diş teknisyenlerinin muayenehanelerini kapattırmayı başaramadık; ama, bugün, günün şartlarına uygun olarak, eğer, bu şartlara uymayan arkadaşlarımız diş muayenehanesi açmış ise, oradaki bütün alet ve edevatlar müsadere edilecektir. Bununla da yetinmeyip, sahte dişçilik yapıyorsa, üç seneden, beş seneye kadar da ağır ceza alacaktır. Ayrıca, 1 milyar liradan, 3 milyar liraya kadar da ceza verilecektir. Yine, bu teknisyen arkadaşlarımız, Sağlık Bakanlığının gösterdiği şartlara uymadığı zaman, aynı cezayı, aynı muameleyi onlar da görecektir. Bu bir yaptırımdır. Hani, zamanında, yasalara 50 000 lira, 20 000 lira diye cezalar konulmuştu...

HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Üstelik ağır para cezası deniyordu!..

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Evet, ağır para cezası deniyordu, gittiğinizde o cezayı verip, adam bir hafta sonra tekrar sanatını icra etmeye başlıyordu. Bundan sonra, bu yaptırımlar getirildiği müddetçe artık herkes kendi işini yapacak; diş hekimiyse diş hekimliğini yapacak, diş protez teknisyeniyse onu yapacak; kimse kimsenin işine karışmayacak, kimse insan sağlığını tehlikeye atamayacak diye düşünüyorum.

Bu konuda çok da fazla söylenecek bir şey yok. Bu yasayı değiştirmeyi düşünen ve bizim önümüze getiren Sayın Bakana ve komisyon üyesi arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Biz Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri olarak bugünkü tasarıyı nasıl ki bir İktidar Partisi temsilcisi gibi savunuyorsak, halkın yararına olan hangi tasarıyı bu Meclise getirirseniz getiriniz, biz burada sizin yanınızda oluruz; ama, yanlışlarınızda da, ne olursa olsun, o yanlışları da düzeltebilmemiz için birlikte 70 000 000 insanın lehine olan doğruları da söylemeye devam edeceğiz diye bildiriyorum.

Tekrar, hepinize saygı ve sevgiler sunuyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Kurtulmuşoğlu, teşekkür ederim.

Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Muzaffer Gülyurt; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Gülyurt, süreniz 10 dakikadır.

MUZAFFER GÜLYURT (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda değişiklik yapılmasıyla ilgili olarak hazırlanan kanun tasarısında şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde bilimsel diş hekimliği, 1908 yılında İstanbul Üniversitesine bağlı Diş Tababeti Mektebinin açılmasıyla başlamıştır. O günden bugüne yetişmekte olan diş hekimleri, ülkemizin dört bir yanında ağız ve diş sağlığı hizmeti sunmuştur.

1219 sayılı Yasa ise, 1928 yılında, "Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanun" ismiyle çıkmıştır. Bugün, birçok gencimiz, zannediyorum, bu ismi anlamakta bile güçlük çekmektedir. O günün şartlarında çıkarılan bu yasa, o günkü döneme ait hükümler içermiş; ama, o günden bugüne yasada birçok değişiklik yapılmıştır.

Tabiî, bu yasada -biraz önceki konuşmacı meslektaşımızın da ifade ettiği gibi- gerçekten değişmesi gereken çok önemli konular bulunmaktadır. Hatta, diş hekimliğiyle ilgili olarak, diş hekiminin tanımı ve müdahale alanı nedir; bunların da bu yasa tasarısında yer alması gerektiğini burada ifade etmek istiyorum.

Sağlık Bakanlığımızın, yapmış olduğu çalışmalar arasında, bu kanun üzerinde de birtakım düzenlemeler yaptığını ve Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanunu yeni bir şekille, bir kanun tasarısıyla Meclisimize getireceği konusunun da olduğunu ifade etmek istiyorum.

Şimdi, diş hekimliği konusuna gelince; diş hekimi, hekim olarak bir ekiple beraber çalışır; yanında hemşiresi vardır, yardımcı elemanı vardır ve ayrıca, protez teknisyeni bulunmaktadır. Protez teknisyenleri, daha önceleri, diş hekimlerinin yanında, âdeta, usta-çırak usulüyle yetişen insanlardı; ama, daha sonraları, 1219 sayılı Yasanın Sağlık Bakanlığımıza vermiş olduğu yetkiye dayanılarak, Sağlık Bakanlığımızın denetiminde, sağlık meslek liselerinin bu bölümünden mezun olan öğrenciler aynı zamanda bazı üniversitelerimizin diş hekimliği fakültelerine bağlı olarak kurulmuş olan 2 yıllık meslek yüksekokullarında okuyarak, "diş protez teknisyeni" unvanıyla yetişmiş ve bu mesleğe atılmışlardır. Ancak, daha sonraları, 3308 sayılı Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunuyla, Millî Eğitim Bakanlığımıza bağlı olarak, liselerde, öğrenciler, diş teknisyenliği ustası ve kalfası tarzında yetiştirilmeye çalışılmıştır.

Böylece, ülkemizde, âdeta, bu konuda iki başlılık ortaya çıkmıştır. Bu okullardan mezun olan diş protez teknisyenleri veya usta-kalfa tarzında sınıflandırılan bu kişiler, sadece kendilerine öğretilenle yetinmemişler -belki tamamını burada suçlamak mümkün değil- bazıları, o verilen belgeyi bir diploma gibi çalıştıkları kuruma asmak suretiyle, bir diş hekimi tarzında muayenehane hekimliği yapacak şekilde çalışmaya başlamışlardır.

Ben, uzun yıllar bu mesleğe hizmet etmiş bir diş hekimi öğretim üyesi olarak, sahte diş hekimleriyle ilgili çok mücadelelerde bulundum. Yapmış olduğum oda başkanlığı dönemimden hatırlıyorum; insan sağlığını tehdit eden, insan sağlığına zarar veren bu insanlarla çok mücadelede bulunduk. Hayatımızı o dönemde tehdit edenler oldu; hayatî tehlikeler geçirdiğimiz günler oldu; ama, bütün bunların karşısında başarı da elde edemedik; çünkü, yasal olarak, bunlara yeterli cezayı verebilecek yasalar ne yazık ki yoktu; ama, bugün, diş protez teknisyenliği konusunu düzenleyen bir tasarı Yüce Meclisimizin huzuruna gelmiştir. İşte, bu tasarıyı hazırlayan ve bu tasarıda emeği geçenlere ve bu arada Sayın Bakanımıza da teşekkürlerimi ifade etmek istiyorum.

Şimdi, bu diş protez teknisyenliği konusu bir düzene getirilmiş bulunulmaktadır. Bununla, sadece diş protez teknisyenliği değil, aynı zamanda diş hekimliği sahte diş hekimliği konusu da bir düzene kavuşmuş olacaktır. Zira, halkın hayatını tehdit eden insanlara ve bu şekilde çalışanlara karşı, ilk defa, üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilmektedir ki, bu da, zannediyorum, oldukça caydırıcı olacaktır.

Tabiî, bunun yanında, diş protez teknisyenlerinin çalışacağı ortamlarının, laboratuvar ortamları ve şartlarının da nasıl olacağı bir yerde düzenlenmiş olmaktadır.

Ben, bu tasarının gündeme gelmesi münasebetiyle, ülkemizde 20 000 civarında bulunan diş hekimlerimizin bazı sorunlarını da bu vesileyle Meclisimizin gündemine getirmek ve bu Meclis kürsüsünden ifade etmek istiyorum.

Diş hekimlerimiz, üzülerek ifade edeyim, Sağlık Bakanlığımızda, bugüne kadar, çok da itibar görmeden, âdeta -bunu üzülerek ifade etmek istiyorum- üvey evlat muamelesine tabi olmuşlardır. Ancak, Bakanlığımızın ve AK Parti Hükümetinin, bugün, diş hekimlerimizin de Sağlık Bakanlığı bünyesinde layık oldukları özlük haklarını yerine getirecek şekilde çalışmalar yaptığını biliyorum ve bundan dolayı da mutluluğumu burada ifade etmek istiyorum.

Diş hekimlerinin sorunları çok fazla olmakla beraber, bu sorunların bir bütün halinde gündeme alınmasını ve bunların çözümlenmesi gerektiğini de burada ifade etmek isterim.

Ülkemizde ağız ve diş sağlığının çok daha iyi yapılabilmesi için yapılması gerekenler nelerdir?.. Tabiî, bugün bunları burada çok geniş manada anlatmak, zamanımız açısından mümkün olmayacaktır; ancak, ülkemiz gündemini işgal eden konulardan bir tanesini buradan söylemek istiyorum. Türkiye'de bugün 20'ye yakın diş hekimliği fakültesi oluşmuştur. Artık yeni bir diş hekimliği fakültesine ve diş hekimliği fakültesinin açılmasına ülkemizin tahammülü yoktur. Zira, açılacak olan her bir diş hekimliği fakültesi, ülkemize çok büyük yük getirmektedir. Çünkü, bizim kliniklerimiz, laboratuvarlarımız özel cihazlarla donatılması gereken kurumlardır. Dolayısıyla, devlete hem büyük yük getirmektedir hem de mezun olan diş hekimleri yeterince istihdam edilememektedir. Onun için, bu konunun da mutlaka düşünülmesi ve yeni fakülte açılmamasının önemini burada arz etmek istiyorum.

Bir diğer konu, diş hekimlerinin ülkemizin her köşesine homojen bir şekilde dağılmamış olmasıdır. Bugün, ülkemizde birçok bölgesinde, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadoluda büyük illerimizde diş hekimleri olmasına rağmen ilçelerimizin büyük birçoğunda diş hekimi yoktur. Bakanlığımızın bu konuda da iyileştirme çalışmaları yaptığını, "çakılı kadro" olarak ifade ettiğimiz, elemanda güçlük çekilen yerlere bu kadrolarla diş hekimi göndermesinin başarılı bir hizmet olduğunu da ifade etmek istiyorum; ancak, buralar için ayrılan kadroların yeterli olmadığını, daha fazla kadrolarla kadro eksiği olan ilçelerimize mutlaka diş hekimlerinin gönderilmesi gerektiğini de ayrıca burada ifade etmek istiyorum.

Bir diğer konu, diş hekimliğiyle ilgili olarak, koruyucu diş hekimliğinin ulusal bir politika olarak belirlenmesi ve bu konuda çalışmalar yapılmasının gerekliliğini de ifade etmek isterim. Tabiî, bunun yanında, son zamanlarda hükümetimizin ve Sağlık Bakanlığımızın yaptığı güzel çalışmalar içerisinde, tedavi hizmetlerinin özel sağlık hizmetlerinden alınması konusu var. Bu konudaki çalışmalarda, özellikle sağlıkta dönüşüm projesiyle yapmış olduğu güzel çalışmalarda, sağlık hizmetlerinin halkımız tarafından kolay ulaşılabilir olması, hizmetlerin yaygınlık kazanması, hastanın hekimini seçme özgürlüğüne ulaşabilmesi, ayrıca özel kurum ve kuruluşlardan hizmet satın alınması gibi konular amaçlanmıştır. Bu açıdan baktığımızda, artık tedavi hizmetlerinde muayenehane hekimlerinin de bu kapsam dahiline alınması gerekliliğini burada ifade etmek istiyorum; çünkü, son günlerde, Türk Diş Hekimleri Birliğimizden ve diş hekimleri odalarımızdan, bu manada çok büyük ve olumlu talepler gelmektedir. Ben bunu da yine Meclis kürsümüzden ifade etmeyi bir borç olarak biliyorum ve son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Artık, diş hekimleri, AK Parti Hükümeti döneminde bütün sorunlarının çözüme kavuşturulacağına inanmak istiyor ve bunun da yapılacağına ben inanıyorum. Bu nedenle bu yasa tasarısının hazırlanmasında emeği geçen bütün arkadaşlarıma, Sayın Bakanımıza ve hükümetimize teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gülyurt.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum :

TABABET VE ŞUABATI SAN'ATLARININ TARZI İCRASINA DAİR KANUNDA DEĞİŞİKLİK

YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARISI

MADDE 1. - 11.4.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 41 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 41. - Kişisel çıkar amacı olmasa bile diplomasız olarak diş hekimliği mesleğine ilişkin herhangi bir muayene veya müdahale yapan, diş hekimliği klinik hizmetleri ile ilgili işyeri açanların meslek icraları durdurulur. Bu kimseler hakkında üç yıldan beş yıla kadar hapis ve birmilyar liradan üçmilyar liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur. Ayrıca işyerlerinde bulunan ve münhasıran diş hekimliği mesleğini icra etmekte kullanılan araç ve gereçler kime ait olursa olsun müsadere edilir."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum :

MADDE 2. - 1219 sayılı Kanunun ek 7 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Ek Madde 7. - Diş protez teknisyenleri; sahip oldukları diploma veya belgelerin hak kazandırdığı unvanlardan başkalarını kullanamazlar, hastalarla doğrudan doğruya meslekî ilişkiye giremezler, laboratuvarlarında münhasıran diş hekimliği mesleğini icra etmekte kullanılan araç ve gereçleri bulunduramazlar, ek 4 üncü maddenin belirlediği sınırlar dışında herhangi bir çalışma yapamazlar, tavsiyede bulunamazlar.

Yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareket eden diş protez teknisyenleri hakkında üç yıldan beş yıla kadar hapis ve birmilyar liradan üçmilyar liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur. Ayrıca işyerlerinde bulunan ve münhasıran diş hekimliği mesleğini icra etmekte kullanılan araç ve gereçler kime ait olursa olsun müsadere edilir. İşyeri ruhsatları suçun ilk kez işlenmesi halinde bir yıl süreyle geri alınır, tekerrürü halinde bir daha geri verilmemek üzere iptal edilir. "

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - 1219 sayılı Kanunun ek 8 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Ek Madde 8. - Diploması veya meslek belgesi olmaksızın diş protez teknisyenliği mesleğini icra edenler hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve birmilyar liradan üçmilyar liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur. Ayrıca işyerlerinde bulunan ve münhasıran diş protez teknisyenliği mesleğini icra etmekte kullanılan araç ve gereçler kime ait olursa olsun müsadere edilir. Suçun tekerrürü halinde verilen ceza ertelenemez, para cezasına veya tedbire çevrilemez."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum :

MADDE 4. - 1219 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

"EK MADDE 11. - Millî Savunma Bakanlığı ile diğer kanunlar kapsamında örgün eğitim veren meslek okulları haricinde, hiçbir kişi veya kurum veyahut kuruluş tarafından her ne ad altında olursa olsun bu Kanunda usul ve esasları belirlenmiş olan diş protez teknisyenliği dalında eğitim ve belge verilemez.

Türk Silâhlı Kuvvetleri bünyesinde sağlık sınıfı astsubay eğitimi aldıktan sonra askerî eğitim hastanelerinde diş protez teknisyenliği eğitimi gören sağlık astsubaylarının kurs belgeleri, Sağlık Bakanlığı tarafından onaylanır ve bunlar, özel kanun hükümleri saklı olmak kaydıyla bu Kanunda diş protez teknisyenlerine tanınan hak ve yetkilere sahip olurlar."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum :

MADDE 5. - 1219 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 4. - 3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununa göre diş protezciliği meslek dalında;

a) Millî Eğitim Bakanlığınca verilmiş ustalık belgeleri, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılarak Sağlık Bakanlığınca bu belgelerin yerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilir.

b) Ustalık belgesi almak için doğrudan ustalık sınavına girme hakkını elde edenler ile ustalık eğitimi kurslarına devam etmekte olanlardan, girecekleri ustalık sınavı sonunda başarılı olarak ustalık belgesi alanların belgeleri, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılarak Sağlık Bakanlığınca bu belgelerin yerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilir.

c) 3308 sayılı Kanunun geçici 9 uncu maddesi uyarınca, Millî Eğitim Bakanlığınca verilecek ustalık belgeleri,

Başkaca bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılarak Sağlık Bakanlığınca bu belgelerin yerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilir.

Bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde belirtilenlerin, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren; (b) ve (c) bentlerinde belirtilenlerin ise ustalık belgelerinin tanzimi tarihinden itibaren bir yıl içerisinde, diş protez teknisyenliği meslek belgesi almak amacıyla Sağlık Bakanlığına müracaat etmemeleri halinde, diş protez teknisyeni unvanını kullanamaz ve bu mesleği icra edemezler.

BAŞKAN - Geçici madde 4 üzerinde söz talebi?.. Yok.

1 önerge vardır; okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 447 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 5 inci maddesiyle eklenen geçici madde 4'ün (a) ve (b) bentlerindeki "belgeleri" ibaresinden sonra gelen "başkaca bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılarak Sağlık Bakanlığınca bu belgelerin yerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilir" ibaresinin çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Sadullah Ergin

Fikret Badazlı

M.Ergün Dağcıoğlu

 

Hatay

Antalya

Tokat

 

Hüseyin Güler

Sabri Varan

Muzaffer Kurtulmuşoğlu

 

Mersin

Gümüşhane

Ankara

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Olumlu görüşle takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz efendim.

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun efendim.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe :

Kanun tekniği açısından, ifadenin tekrarının ortadan kaldırılması amaçlanmıştır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda geçici madde 4'ü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Geçici madde 5'i okutuyorum :

GEÇİCİ MADDE 5. - 3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununa göre diş protezciliği meslek dalında;

a) Kalfalık belgesi sahibi olanların bu Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren en geç bir yıl içerisinde müracaat etmeleri ve geçici 6 ncı maddede öngörülen yönetmelik hükümleri uyarınca Sağlık Bakanlığınca düzenlenecek teori ve uygulama eğitimini başarıyla tamamlamaları kaydıyla açılacak ehliyet sınavında başarılı olmaları halinde, kendilerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilir.

b) Çıraklık eğitimini tamamlayanlar ile bu eğitime devam edenler ise, çıraklık eğitimini tamamlamalarını müteakiben en geç altı ay içerisinde gerekli bilgi ve belgelerle birlikte

Müracaat etmeleri ve geçici 6 ncı maddede öngörülen yönetmelik hükümleri uyarınca Sağlık Bakanlığınca düzenlenecek teori ve uygulama eğitimini başarıyla tamamlamaları kaydıyla açılacak ehliyet sınavında başarılı olmaları halinde, kendilerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilir.

Sağlık Bakanlığınca düzenlenecek eğitimler sonunda, iki yıl içerisinde girecekleri en çok üç sınavda başarılı olamayanlar ile sınav için müracaat etmeyenler, iki yıllık sürenin bitiminden sonra mesleklerini icra edemezler ve diş protezciliği ile ilgili herhangi bir unvanı kullanamazlar.

Yukarıda belirtilen eğitimlere ve sınavlara katılacak ilgililer, bunların gerektirdiği giderleri kendileri karşılarlar.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

1 önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 447 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 5 inci maddesiyle eklenen geçici 5 inci maddesinin (a) bendindeki "bir yıl içerisinde" ibaresinden sonra gelen "müracaat etmeleri ve geçici 6 ncı maddede öngörülen yönetmelik hükümleri uyarınca Sağlık Bakanlığınca düzenlenecek teori ve uygulama eğitimini başarıyla tamamlamaları kaydıyla açılacak ehliyet sınavında başarılı olmaları halinde, kendilerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilir" ibarelerinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Sadullah Ergin

Fikret Badazlı

M. Ergün Dağcıoğlu

 

Hatay

Antalya

Tokat

 

Sabri Varan

Muzaffer Kurtulmuşoğlu

Hüseyin Güler

 

Gümüşhane

Ankara

Mersin

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Olumlu görüşle takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Hükümet?..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz.

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun efendim.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum :

Gerekçe :

Kanun tekniği açısından, ifadenin tekrarının ortadan kaldırılması amaçlanmıştır.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda geçici madde 5'i oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Geçici madde 6'yı okutuyorum :

GEÇİCİ MADDE 6. - Geçici 5 inci maddede belirtilen kalfalık belgesine sahip olanlar ile çıraklık eğitimini tamamlayanlara ve çıraklık eğitimine devam edenlere, Sağlık Bakanlığınca diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilebilmesi amacıyla düzenlenecek teori ve uygulama eğitimlerinin süreleri ve yerleri, eğitimlerin sonunda yapılacak ehliyet sınavlarının yerleri, sınav komisyonunun teşkili, eğitimlere ve sınavlara müracaat edilmesi konuları ve bunların giderlerinin nasıl karşılanacağı ile ilgili sair esaslar, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç üç ay içerisinde Sağlık Bakanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmelik ile belirlenir."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Geçici Madde 6'yı oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 5 inci maddeyi, kabul edilen geçici madde 4, geçici madde 5 ve geçici madde 6 ile birlikte oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum :

MADDE 6. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

7 ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 7. - Bu Kanun hükümlerine Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümünü oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.

Sayın Bakan, Genel Kurula bir teşekkür konuşması yapacaklardır.

Buyurun Sayın Bakanım.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; sağlıkta dönüşüm programımızın bir zihniyet dönüşümünü sağlayan yaklaşımıyla, bir taraftan programımızı yürütürken, bir taraftan da süreç iyileştirmeleriyle ilgileniyoruz.

Değerli milletvekilimiz Kurtulmuşoğlu'nun ifadelerine ben tamamen katılıyorum; aslında 1928'de yapılmış olan mesleğin icraıyla ilgili kanunumuz da, daha başka kanunlarımız da çağın şartlarına uygun bir biçimde güncelleştirilmelidir ve biz Bakanlığımızda bununla ilgili çalışmaları yürütüyoruz. Ümit ediyorum ki, en kısa zamanda Yüce Meclisimizin önüne bu tasarılarımızı da getireceğiz. Ancak, kuşkusuz, bu arada, biraz önce ifade ettiğim gibi, süreç iyileştirmesiyle ilgili bazı hususları da süratle yapmamız gerekiyordu.

Bugün Yüce Meclisimizin oylarıyla kabul ettiğimiz bu tasarı, bu maksatla huzurunuza getirilmişti; onbeş senedir sürüncemede olan bir konuyu, değerli bürokratlarımızın, komisyonumuzun çok kıymetli çalışmalarıyla ve sizin de yüksek kabullerinizle bugün çözmüş olduk. Bunun peşinden de, gözlükçüler ve optisyenlerle ilgili kronikleşmiş bir yarayı getireceğiz; o da, şu anda komisyonumuzda, Grubumuz tarafından verilen bir teklif olarak, inşallah yakında huzurunuza gelecek.

Ben, tekrar, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez'in; Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

9. - Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez'in, Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/280) (S. Sayısı : 449) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu 449 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

                                         

(x) 449 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Teklifin tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Hüseyin Güler konuşacaklardır.

Sayın Çömez, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA TURHAN ÇÖMEZ (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifiyle ilgili olarak Grubum adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizde tıpta uzmanlık eğitimi, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanunun 9 uncu maddesine dayanılarak Sağlık Bakanlığınca hazırlanan Tıpta Uzmanlık Tüzüğü hükümlerine göre yürütülmektedir. 21.8.1981 tarih ve 2514 sayılı Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne Dair Kanunun 6 ncı maddesine 15.6.1989 tarihli ve 3579 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle eklenen üçüncü fıkrada "Uzman tabipler, uzmanlık çalışmalarını bitirmelerini takiben açılacak sınavı kazandıkları takdirde, yan dal uzmanlık çalışmalarına derhal başlayabilirler" hükmüyle, yan dal uzmanlık çalışmasına sınavla başlama hükmü getirilmiştir. Böylece, yan dal uzmanlığı, Tababet Uzmanlık Tüzüğü dışında bir hükme bağlanmıştır.

Üniversiteler, kendi mevzuatlarıyla yan dal asistanı alırken, Sağlık Bakanlığı da 2514 sayılı Kanunun 6 ncı maddesine istinaden Yan Dal Asistanlık Sınavı Yönetmeliği çıkararak, yan dal asistanı almışlardır.

2514 sayılı Kanun, 10.7.2003 tarihinde 4924 sayılı Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 14 üncü maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, Yan Dal Asistanlık Sınavı Yönetmeliği hukukî dayanaktan yoksun kalmıştır. Bu nedenle, halen, Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim hastanelerine yan dal asistanı alınamamaktadır. Süresini dolduran asistanlar uzman olmakta, yeni asistanlar ise yetiştirilememektedir. Bu da, yan dallarda ciddî bir tıkanma meydana getirmiştir.

Diğer yandan, Tıpta Uzmanlık Tüzüğünün 36 ncı maddesine göre, yeni bir yönetmelikle bu sınavın düzenlenmesi öngörülmüşse de, Danıştay 8. Dairesi ve İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu, bu tüzüğün çatısını oluşturan maddeleri iptal ettiğinden, buna göre de yeni bir yönetmelik oluşturulması mümkün değildir. Yeni tüzük oluşturuluncaya kadar, yan dal asistanlık sınavı için hukukî dayanak oluşturmanın tek yolu, Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanuna bir maddenin eklenmesidir. Bu nedenle, hazırlanmış bu kanun teklifinin, sistemdeki tıkanıklığa çözüm bulmak adına uygulamaya geçmesi son derece önem arz etmektedir.

Değerli milletvekilleri, 3 Kasımla birlikte devralınan sağlık sisteminde karşılaşılan manzara şuydu: Uzayıp giden çile dolu hastane kuyrukları. Sağlık alanındaki hizmetlerde gittikçe derinleşen bir eşitsizlik yapısı. Bir tarafta hekim açığı, diğer yanda iş arayan hekimler; bir tarafta hasta bekleyen boş hastane koridorları, diğer yanda ise aylarca yatak bekleyen hastalar. Siyasî rant beklentileriyle kurulmuş tıp fakülteleri ve plansızca yetiştirilmiş binlerce genç doktorun gelecek kaygısı. Hasta ile hekim arasındaki para trafiğinin çok olağan karşılandığı bir anlayış. Köşe başlarına plansızca kurulmuş özel hastanelerden medet uman bir sağlık sistemi ve Batı ülkelerinin tıbbî araç çöplüğü haline gelmiş, devasa, ama, fonksiyonel olmayan bir ekipman parkı. "Paran kadar sağlık" ve "paran kadar hizmet" anlayışının ötesine gidememiş, sosyalleşememiş, sağlığın bir fert için en temel hak olduğunun bile farkına varamamış bir anlayış. Hastası da doktoru da diğer sağlık çalışanları da mutsuz ve günübirlik politikalarıyla, personel ataması anlayışının ötesinde bir vizyonu olmayan yöneticilerin elinde oyuncak olmuş bir sağlık sistemi. Ama, artık, bu tablo, Sağlık Bakanlığımızın yaptığı çalışmalarla geride kalmış ve Türk sağlık sektörü yepyeni bir yapıya kavuşmaya başlamıştır.

Değerli milletvekilleri, onbeş yıllık meslek hayatım boyunca, kişisel olarak, değişen iktidarlarla değişmeyecek, gelecek on yıllar hesaplanarak ortaya konulacak bir ulusal sağlık politikasını hep savunageldim; ama, sağlığa, politikanın hesapsızca ve plansızca müdahalesinden de hep rahatsız oldum. Bugün, bütün tarafların katkılarıyla oluşturulacak ve zamanla geliştirilecek ulusal bir sağlık politikasına şiddetle ihtiyacımız var. Böyle bir çalışmanın temelini ise, kuşkusuz eğitim oluşturmaktadır. Sağlık eğitimi, gelecek perspektiflerle, bölgesel ve sektörel çalışmalar yapılarak, modern bir anlayışla yeniden planlanmalıdır.

Bugün, 72 000 civarında ebe, hemşire, sağlık memuru ve sağlık teknisyeni iş beklemektedir. Yine, halen, 33 000 öğrencimiz, sağlık meslek liselerinde eğitim görmektedir. Öte yandan, birçok sağlıkevi ve sağlıkocağı, ebe ve hemşire açığı nedeniyle hizmet verememektedir.

47 tane tıp fakültemiz var. Bana göre, bunların çoğu yeniden ele alınmalı, kapasite fazlası olanlar ya da yetersiz olanlar, gerekirse eğitim hastanesi gerekirse devlet hastanesi olarak değerlendirilmelidir; mekân, donanım ve kadro olarak uygun ve yeterli olanlarsa, nicelik ve nitelik olarak nasıl daha iyi bir düzeye getirilebilir, bunun planları yapılmalıdır.

2 600 000 diyabet hastası olan bir ülkede, sadece 265 diyabet hemşiresinin olması, plansızlık sonucu ortaya çıkmış önemli bir çelişkidir.

Bilim adamlarının ve halk sağlığı uzmanlarının katkılarıyla Türkiye'nin bir sağlık haritası ortaya konulmalı, bölgesel ihtiyaçlar ve nüfus artışları da dikkate alınarak, eğitim ve ihtiyaç planlamaları yapılmalıdır. Bu konuda atılacak adımlar belki zor; ama, yarınlar için mutlaka gereklidir.

Değerli milletvekilleri, koruyucu hekimlik ve birinci basamak sağlık hizmetleri, bana göre, sistemin, planlanması en kolay, ekonomik ve kazanımı en fazla olan parçasıdır. Koruyucu hekimlikle ilgili, belediyeler, sağlık grup başkanlıkları ve çevre il müdürlüklerinin yapacağı denetim ve çalışmalar, kuşkusuz çok önemlidir; ancak, asıl önemli olan, bilinçlenmiş bir toplumdur. Toplumun, sağlıkla ilgili bilinç düzeyinin artırılması için devlete önemli sorumluluklar düşmekle birlikte, asıl sorumluluk medya ve aydınlarımızdadır. Medyadan talebimiz, sağlıkla ilgili, toplumu bilinçlendiren, aynı zamanda yön veren yayınlara ağırlık vermesidir. Halkın genel moral kondisyonunu ve psikolojisini bozan yayınlara, bilimsel denetim ve kısıtlamalar getirilmelidir. Aynı zamanda, halkın, sağlık konusundaki eğitim ve bilinçlenmesine katkı sağlayacak yayınlar, devlet tarafından teşvik edilmelidir.

Bugün, Türkiye'de, 2 400 000 gizli şeker hastası var. Bilimsel çalışmalara göre, gizli şeker hastalarının eğitim almaları ve bilinçlenmeleri halinde, beş yıl içerisinde, sadece yüzde 10'u aşikâr şeker hastası oluyor; oysa, kontrolsüz, bilinçsiz ve eğitimsiz olanların, beş yıl içerisinde, yüzde 30'u aşikâr şeker hastası oluyor. Aşikâr bir şeker hastasının yıllık tedavi maliyetinin 1 100 dolar olduğu kabul edilirse, halk eğitiminin de ne kadar önemli olduğunu kolaylıkla fark ederiz. Bunun planlaması da, bir ulusal politika çerçevesinde, bilimsel ve devlet teşvikli olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bugün, sistemde, en ucuz revize edilecek olan parça, birinci basamak sağlık hizmetleridir. Buradaki iyileşme ve modernizasyon, hem bu sahada hizmet veren arkadaşlarımızı sosyal olarak mutlu edip motive edecek hem de işi görülen ve birinci basamak sağlık hizmetlerine güvenen halka bu aşamada yeterli hizmet verilerek, hastanedeki yığılmaların önüne geçilecektir.

Sağlıkocakları, halkımız tarafından, ne yazık ki, reçete yazan ve hasta sevk eden ofisler olarak algılanmaktadır. Oysa, sağlıkocaklarının ve pratisyen hekimlerimizin daha aktif ve daha verimli çalışması, ülke sağlığına çok önemli katkılar sağlayacaktır. Çevre sağlığı, ana-çocuk sağlığı ve koruyucu hekimlikle ilgili alınacak tüm tedbirlerin sistemde önemli rahatlamalar sağlayacağı da açıktır. Sağlık Bakanlığımızın, 3 Kasımdan bu yana 136 adet sağlıkocağını hizmete açması da birinci basamak sağlık hizmetlerine çok önemli katkılar sağlamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bugün, kamu vicdanında sorgulanan ve kimi zaman da haksız ithamlarla sonuçlanan önemli bir konu da, hekim ile hasta arasındaki para trafiğidir. Bunun önüne geçmek için Bakanlığımızın attığı adımlar son derece yararlı olmuştur. Performansa dayalı dönersermaye uygulaması, hekimlerimizi, hastanelerinde daha fazla çalışmaya ve daha fazla üretmeye sevk etmiştir; ancak, bu uygulamalarda zaman zaman, kişiye dayalı faktörler nedeniyle sorunlar ortaya çıktığı da bilinen bir gerçektir. Pratikte yaşanan sorunlara Bakanlığımızın zaman içerisinde çözüm üreteceğine kimsenin şüphesi olmasın; ama, burada açıkça ifade etmek istiyorum ki, hekim ve hasta arasındaki para trafiği ahlakî bir sorundur ve bu sorunu yaratan gerekçeleri ortadan kaldırmak da devletin görevidir. Performansa dayalı dönersermaye uygulamasının aksaklıkları tespit edilip, uygulamalarda revizyona gidilmelidir.

Sosyal güvenlik kurumları tek çatı altında birleştirilmeli ve kademeli olarak da genel sağlık sigortasına geçilmelidir. Bu konuda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız, oldukça önemli mesafeler almıştır. Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir devlettir ve her vatandaşın sağlığından Türkiye Cumhuriyeti Devleti sorumlu olmalıdır.

Sosyal güvenlik sistemindeki reformu takiben, doktorların özlük haklarının iyileştirilmesiyle birlikte, artık, muayenehanecilik sistemine de yeni bir düzen getirilmelidir ve hekimler, hastane ya da muayenehane tercihlerinden birini yapmak zorunda olmalıdır; ikisinin birlikte olması, bana göre, sistem için çok önemli bir sorundur.

Değerli arkadaşlarım, sağlık çalışanlarının özlük haklarının yetersiz olduğunu gayet iyi biliyorum. Özellikle çok zor bir eğitim sürecinden sonra meslek hayatına atılan ve insan yaşamını kurtarmak, insana sağlığını hediye etmek gibi kutsal bir görevi yerine getiren meslektaşlarımın sorunlarını çok iyi biliyorum. Hem sosyal hem de finansal olarak yetersiz koşullarda bu onurlu görevi yaptıklarını da yakinen biliyorum; ama, şunu söylemek istiyorum ki, hepimizin bu ülkeye borcu var. Çok zor şartlar altında kurulan ve bize emanet edilen bu kutsal vatana ve çilekeş Türk insanına hepimizin borcu var.

Hekimler, bu ülkenin alınyazısında daima etkin ve belirleyici görevler üstlenmişlerdir ve inanıyorum ki bundan sonra da böyle olacaktır. 19 Mayıs 1919'da Gazi Mustafa Kemal'le birlikte cumhuriyetin temellerini atan bir avuç vatanseverin arasında Dr. Reşit, Dr. Adnan Adıvar ve Dr. Refik Saydam vardı. Yine, Mektebi Tıbbiyei Şahanede öğrenim gören tıp talebelerinden bir sınıf -ki, bu, ülkemizin ilk tıp fakültesidir- gönüllü olarak Çanakkale'ye gitti ve 18 Mayıs 1915'te tamamı şehit oldu. 1921 yılında bu nedenle tıp fakültesinden mezun verilemedi; tıpkı, Balıkesir Lisesinde bir sınıfın şehit olması ve mezun verilememesi gibi. İşte, bu ülkenin temellerinde meslektaşlarımızın böyle mukaddes rolleri ve görevleri olmuştur. Bugün bu ruha samimî olarak ihtiyacımız var.

Milletin kürsüsünden değerli meslektaşlarıma mesajım odur ki, koşulları ne kadar zor ve ağır olursa olsun, hiçbir mazeret, aziz Türk Milletine hizmet etme anlayışının önüne geçmemelidir. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine bu vatanın her karış toprağında hizmet etmek en kutsal görevimiz olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanlığımızın hasta hakları konusunda yaptığı çalışmalar ve uygulamalar takdire şayandır. Hastanelerimizde hasta hakları birimi ve hasta hakları kurulları oluşturulmuştur; ancak, burada, Bakanlığımız hastaların hakkını teslim ederken, bu hakların bilinmesinin ve aranabilmesinin de son derece önemli olduğu unutulmamalıdır. Bu konuda ortaya konulacak yeni bir hasta hakları tüzüğü, tüm iletişim yolları kullanılarak halkımıza anlatılmalıdır. Bu, daha demokratik ve daha aydın bir toplum için şarttır; ancak, bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi için dünya standartlarında bir malpraktis yasasının çıkarılması ve beraberinde hekimlere meslekî sigorta sistemi uygulamasının getirilmesi de şarttır. Ülkemizde, malpraktis, yani, hekim hatalarından dolayı mağdur olmuş hastaları sık sık gazetelerden okuyoruz. Bu durum, hekim sorumluluğundan olduğu kadar, hastaya bağlı komplikasyonlardan da olabilir. Gerekçe ne olursa olsun, mağduriyetin giderilmesi için tazminatların sigorta sisteminden alınması en kolay ve en doğru yoldur.

Değerli milletvekilleri, bugün, özel sağlık sektörü, Türk sağlık sisteminin geçmiş zamanlardaki yetersizliğinden dolayı ortaya çıkmış ve sistemdeki yerini almıştır. Özel sektörün sistem içerisindeki hizmetlerinden yararlanmak gereği, görünen o ki, bundan sonra da Türkiye'nin gerçeği olacaktır; ancak, fiyat ve hizmet kalitesi konusunda devletin sıkı kontrol ve denetimi şarttır. Temel standartları yakalamış özel sektörden devletin hizmet satın almasında kuşkusuz bir sakınca olmaz. Nitekim, hükümetimizin bu konuda başlattığı çalışmalar oldukça iyi sonuçlar vermiştir. Ancak, geçmişte olduğu gibi bugün de, hâlâ, köşebaşlarında plansızca kurulmuş bazı özel hastanelerin, fiyat rekabetleri uğruna dampingler yaptıkları, promosyonla ameliyat yaptıkları hepimizin malumudur. Bunun sonuçlarını tahmin etmek güç olmasa gerek. Artık, ülkemizdeki tüm hastanelerin hizmet kalitesinde ve bilimsel kriterlerde rekabet etmesinin şartları oluşturulmalıdır. Hem özel sektör hem de devlet hastanelerinin, gerek kalite gerekse fiyat konusunda standardize edilmesi şarttır. Sağlık hizmetlerinde rekabetin kuralları yeniden belirlenmeli, bununla ilgili yasal düzenlemeler mutlaka gündeme alınmalıdır. Böylece, rekabetin fiyatta değil, kalitede olması sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, ne yazık ki, bir ulusal ilaç politikası yoktur. Bugün, bu politikasızlığın bir sonucu olarak, sistemin önemli bir parçasını oluşturan ilaç üreticileri de sorunlar yaşamaktadır. Oluşturulacak bir ulusal politikayla birlikte kurulacak olan ilaç, eczacılık ve tıbbî malzeme üst kuruluyla sektördeki önemli bir sorun da çözüme kavuşturulacaktır. Bu alanda, yılda dönen paranın 7 milyar dolar olduğu gözönüne alınırsa, üretilecek akıllı ve doğru politikalarla ciddî oranda tasarruf sağlanacak ve sağlıkta tasarruflu bir kalite anlayışı yakalanacaktır.

Yerli ilaç sanayii, dünya devleriyle rekabet edebilecek düzeydedir ve ilaç sektörü, bugün, yüzde 50-55 kapasiteyle çalışmaktadır. Sektörün önünün açılması ve özellikle de ihracatın teşvik edilmesi şarttır. İlaçta KDV'nin yüzde 18'den 8'e çekilmesi ve yeni ilaç kararnamesiyle fiyatlarda ciddî indirimlere gidilmesi, halkımızı son derece memnun etmiştir. Aynı şekilde, özel sağlık sektöründe de KDV indirimi şarttır. Bu, sağlık hizmetlerinde ucuzlama getireceği gibi, aynı zamanda sistemdeki kayıtdışılığın da ortadan kalkmasına neden olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de tıp alanında kullanılan cihaz, ekipman ve sarf malzemelerine yılda harcanan paranın 2 milyar doları geçtiği tahmin edilmektedir. Pek çok malzemenin ülkemizde üretimi teknik olarak mümkün olduğu halde, dış piyasalarla rekabet zorluğu nedeniyle, firmalar, bu malzemelerin ithalini tercih etmektedirler. Böylesine stratejik bir konuda ulusal bağımsızlığın olması son derece önemlidir. Bugün, Arjantin, Brezilya, Hindistan, Pakistan ve Çin'den tıbbî malzeme ithal etmekteyiz. Ülkemizde, 180 adet CE belgeli üretici firmaya karşılık, 10 000'den fazla ve genellikle ithal medikal malları satan firmanın varlığı son derece önemlidir. Medikal alanda üretim yapacak olan firmalara özel teşviklerin getirilmesi şarttır. Buna paralel olarak da, üniversitelerimizden birinde tıp teknolojileri bölümünün açılması da, bu alanda, yarınlar için çok önemli bir adım olacaktır ve ucuz malzeme teminiyle birlikte, stratejik bir sahada yeni istihdam olanakları yaratılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de ilaç, tıbbî malzeme ve cihaz tanıtım ilkeleri profesyonellikten uzak ve maalesef, insan ilişkilerine dayalı bir düzen üzerine kurulmuştur. Ne yazık ki, bu anlayışın ürünü olarak, zaman zaman, hekimler, bilimsel kriterlerden çok, duygusal kriterlerle hareket etmektedirler. İlaç tanıtım ilkeleri ve promosyon ahlakı mutlaka bir yasal düzenlemeyle kontrol edilmeli ve düzene oturtulmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, sağlık hizmetlerinin tek elde, yani, Sağlık Bakanlığında toplanması süreciyle ilgili çalışmalar hızla devam etmektedir. Aynı anlayıştan hareketle, hastanelerin tamamının tek elde koordine edilmesi ve bütün milletin hizmetine tahsis edilmesi adına yapılan bazı olumlu çalışmaları da takdirle takip ediyoruz; ancak, askerî hastanelerin atıl ve artık kapasitelerinin de sivillere açılması gereği ortaya çıkmıştır. Bunun için, GATA Kanununda değişiklik yapılması gerekmektedir. Bu, hem rantabiliteyi artıracak hem sıkışan sağlık sektöründe rahatlık oluşturacak hem de askerî hastanelere yeni katmadeğerler sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, bizler vizyoner olmak zorundayız. Özellikle sağlık sektöründe çok uzun vadeli düşünmek ve ülke koşullarına uygun politikalar üretmek zorundayız. Bu politikaları oluştururken, kuşkusuz, sektörün tüm sosyal taraflarının görüş ve birikimlerinden de yararlanmalıyız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

İnanıyorum ki, bu çalışmalar, ülkenin yarınları adına en doğru çalışmalar olacak ve bizden sonraki nesillere çok güzel bir armağan olacaktır.

Sözlerime son verirken, yan dal ihtisasıyla ilgili yapılacak olan kanunî düzenlemeye çok değerli katkılarınızı bekler, ülkemize hayırlı olması dileğiyle, saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çömez, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler; buyurun. (Alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

Bu konu irdelendiği zaman üç tane çekincemiz var. Bunun iyice irdelenerek değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunlardan bir tanesi, Sağlık Bakanlığının yan dal uzmanlık eğitimiyle ilgili. Kanunla verilen yetkinin, tüzükle düzenlenmesi gereken bir işin geçici kanunla düzenlenmesine çalışılması kanun tekniğine aykırıdır diye düşünüyoruz. İkincisi, işin sosyal taraflarının, yani, bugünkü TTB uzmanlık derneklerinin görüşlerinden yoksun bir şekilde bu kararların çıkarılmasının, katılımcılık anlayışı ve demokrasinin özüne aykırı olduğunu düşünüyoruz. Üçüncüsü ise, bugünkü bu gereksinimi duyulan tüzüğün iptaliyle ilgili kanunu gözönüne aldığımızda, Danıştay Genel  Kurulunun ve 8. Dairesinin almış olduğu kararların bugünkü hukukî zeminden yoksun olduğu anlaşılmaktadır; bunun da çok iyi irdelenmesi gerekmektedir diye düşünüyorum. Buna ilaveten, baktığımızda, bir başka boyutu, tıpta uzmanlık kurulu, eğitim kurullarını değerlendirme komisyonu, uzmanlık dalları eğitim ve müfredat komisyonu sürekli kurullar olduğundan dolayı, yasal düzenleme gerektirmektedir; bunların da gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

Son zamanlarda kanun değişikliği teklifinin Türk Tabipler Birliği Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu tarafından da uygun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yan dal uzmanlığı bir yükseköğretim gerektirip, Sağlık Bakanlığı kadar, YÖK ve uzmanlık derneklerini de doğrudan ilgilendirmektedir.

Öğrendiğimiz kadarıyla, 26.5.2004 tarihinde, Sağlık Bakanlığı tarafından, yeni bir tıpta uzmanlık tüzüğü taslağı hazırlanmış bulunmaktadır. Hemen hemen bir ay içerisinde bu tüzüğün gündeme alınması gerekmektedir diye düşünüyoruz; ama, buna karşın, bu kanun teklifinin gündeme alınmasında da bir çelişki doğacağı düşüncesindeyiz.

Yine, Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan bir taslakta, işin bilimsel boyutu da var. Günümüzde, yaklaşık 104 yan dal varken, bu taslakta, Sağlık Bakanlığının yapmış olduğu tüzük çalışmasında, bu aşırı yan dal uzmanlaşmasından vazgeçildiği görülmektedir. Böyle olunca, bu çelişkilerin çok iyi irdelenerek değerlendirilmesi gerekmektedir diye düşünüyoruz.

Tabiî, işin yan dal uzmanı olunca, bir hekim olarak, bugünkü hekim çalışanlarımızın yaklaşık yüzde 70'inin pratisyen olduğunu gözönünde bulundurduğumuzda, pratisyen hekimlerimiz, büyük bir oranda mesleğinde yabancılaşmaya, arkasından da tamamıyla uzmanlığa doğru yönelmektedir. Bu süreci gözönünde bulundurduğumuzda, yarınlarımıza dönük olarak, gerek planlamanın gerek istihdam programının yoksun olduğu görülmektedir. Böyle olunca, bugün, uzman hekim arkadaşlarımızın, tayin konusunda hepimize başvurduklarını ve istihdam sorunlarının olduğunu çok iyi bilmekteyiz.

Bunca özveriyle yetişen hekim camiamızın, başta özlük haklarını, çalışma koşullarını ve yarınlarında istihdam programlarını gözönünde bulundurduğumuzda, bunları çok iyi değerlendirerek, emeğimizin karşılığı olarak, yarınlarda bir iş imkânı yaratılması konusunda çok dikkat edilmesi gerekmektedir. Bakanlığımızın da bu konuda çalışması var mı; Sayın Bakanımızdan bizzat bunu duymak isteriz; çünkü, önümüzdeki bir yirmi yılın planlamasını gözönünde bulundurduğumuzda, evet, yaklaşık her üniversitede olmak üzere, 47 tıp fakültesinin -Karadeniz Teknik Üniversitesi de dahil olmak üzere- olduğu bir dönemde, yılda 5 000 hekimin mezuniyeti söz konusu olduğunda, sadece uzmanlık değil, aynı zamanda pratisyen hekimlerimizin de istihdamı düşünüldüğünde, korkunç bir emek ve beyin sarfiyatını düşünmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Çalışma koşullarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Mesleğin kutsal olduğunda, her zaman, hepimiz hemfikiriz; ama, çalışanlarına bir o kadar değer verilmediğini görmekteyiz. Evet, Sağlık Bakanlığının, bu konuda çeşitli çalışmaları var. Bu konuda, en sonunda, aile hekimliği gibi, biraz da Dünya Bankası ve IMF'nin dayattığı anlayışın bir sonucu olarak, aslında bünyemize uygun olmayan, ama, 224 sayılı Sosyalleştirme Kanununun günümüze uyarlanacak şekilde hayata geçirilmesinin daha sağlıklı sonuçlar doğuracağına inancımız tamdır. Bu konuda, Sağlık Bakanlığından, bir an önce, günümüzün yasasının uygulanması yönünde talebimiz vardır, gereğini de yapması gerekmektedir; ama, buna karşın, gördüğümüz kadarıyla, ülkemizde tartışılan konu, işin sadece hastanecilik kısmı, yani üçüncü, dördüncü basamak tedavi kısmıdır. Daha çok, koruyucu hekimlik, nüfus planlaması ve çevre sağlığı açısından incelediğimizde, ülkemiz koşullarında, birinci basamak tedavinin daha kaliteli sunulması gerekmektedir. Kısaca, kamu sağlığının hem ulaşılabilir hem kaliteli hem de ucuz olması gerekmektedir; çünkü, ülkemizde, hepimiz, sağlıkta tasarruf olmayacağının bilincindeyiz; ama, buna karşın, en ucuz şekilde, kamu sağlığının kalitesini de yükseltmek zorundayız.

Sağlık açısından konuşulacak çok konu var; ama, buna karşın, bu kanunla ilgili beklentilerimizde, sonuç olarak, ciddî tartışmaları ve genel bir uzlaşıyı gerektiren bu konudaki bir yasa değişikliğinin, var olan durumu daha karmaşık hale getireceğinden şüphemiz yoktur. Yan dal uzmanlığı çok önemli bir konu olup, mutlaka, Tıpta Uzmanlık Tüzüğü çerçevesinde, tüm tarafların teknik ve bilimsel katkıları alındıktan sonra karara bağlanmalıdır diye düşünüyoruz.

Tüm bu nedenlerle, söz konusu yasa değişikliği önerisinin uygun olmadığını düşünüyoruz.

Sözlerimi tamamlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güler.

Sayın milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.(CHP sıralarından gürültüler)

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, bu tarafa bakmıyorsunuz...

BAŞKAN - Özür dilerim...

RECEP KORAL (İstanbul) - Oylama bittikten sonra söylüyorsunuz...

HALUK KOÇ (Samsun) - Ama, bu tarafa bakmadı ki.

BAŞKAN - Bir dakika... Düzeltiyorum...

Kabul edenler...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - İki kere mi yapıyorsunuz Sayın Başkan?! Olur mu?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ne demek yani!

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Müsaade edin...

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan, oylama bittikten sonra, tekrar sayım olmaz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

ATİLLA KART (Konya) - Başkan, neyi bekliyorsunuz?!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bu ne ya!.. Bu ne!..

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bakınız "kabul edenler, etmeyenler" diye bir baktım...

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan "kabul etmeyenler" derken buraya bakmadınız.

BAŞKAN - Bir anda göz aldanması oldu ve ben "kabul edilmiştir" dedim. Dolayısıyla, tekrar oylama yapacağım.

Teklifin maddelerine geçilmesini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Teklifin maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum :

TABABET VE ŞUABATI SAN'ATLARININ TARZI İCRAINA DAİR KANUNDA DEĞİŞİKLİK

YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ

MADDE 1. - 11.4.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 4. - Yan dal asistanlık sınavlarında, Sağlık Bakanlığınca yeni bir Tıpta Uzmanlık Tüzüğü ve bu Tüzüğe göre bir yönetmelik hazırlanıp yürürlüğe konuluncaya kadar, 10.7.2003 tarihli ve 4924 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi ile mülga 21.8.1981 tarihli ve 2514 sayılı Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne Dair Kanunun 6 ncı maddesine dayanılarak yürürlüğe konulan Yan Dal Asistanlık Sınav Yönetmeliği hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

1 inci maddeyi oylarınıza sunup, karar yetersayısını arayacağım.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 18.41

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.54

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Ahmet KÜÇÜK(Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96 ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

449 sıra sayılı teklifin müzakerelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

9. - Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez'in, Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/280) (S. Sayısı : 449) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

1 inci maddenin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Sayın Güler, aynı kanunu bir önceki yasa teklifinde değiştirmiştik, orada, geçici 4, 5 ve 6 ncı maddeler eklenmişti. Bu geçici 4 üncü maddenin 7 nci madde olması gerekiyor, onun tashih edilmesi gerekiyor; onu redakte edeceğiz.

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Doğrudur Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Şimdi, maddeyi yeniden oylarınıza sunup, karar yetersayısını arayacağım.

Madde 1'deki, Geçici Madde 4'ü, Geçici Madde 7 olarak tashih ediyor ve maddeyi o şekilde oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Müzakere bitti efendim, değişiklik olmaz artık. Oylama oldu...

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Değişiklik yok.

BAŞKAN - Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun Yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, teklifin tümünü oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun müzakerelerine başlıyoruz.

10. - Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/629) (S. Sayısı : 431) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu 431 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Yılmazcan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Artvin Milletvekili Sayın Yüksel Çorbacıoğlu; şahsı adına, Ankara Milletvekili Sayın Nur Doğan Topaloğlu söz istemişlerdir.

AK Parti Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Yılmazcan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET YILMAZCAN (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, sözlerime başlamadan önce, Partim ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür ve Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Anayasamız, devletin temel amaç ve görevleri arasında, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma görevine yer vermiş bulunmaktadır. Devletin temel görevleri arasında sayılan bu hususların gerçekleşmesi konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisine büyük görev düşmektedir.

Hukuk devleti, temel hak ve hürriyetleri güvence altına alan, bu bağlamda, yasallık ilkesini önplanda tutan ve yasada öngörülen sınırlamanın ölçüsü ve gerekliliğini, bağımsız, tarafsız ve güvenceli yargıç kararıyla koruma altına alan devlettir. Uluslararası alanda tanınmış genel hukuk ilkelerinin bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinde de tanınması ve Parlamentonun bu çerçevede yasama faaliyetinde bulunması gerekliliği tartışmasızdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin en temel dayanaklarından biri olmakta ve bu kapsamda, vazgeçilmez olan idarenin yargısal denetimi, günümüz hukuk devletinde, üzerinde en çok düşünülen, tartışılan ve konuşulan konular arasında bulunmaktadır. İdarenin yargısal denetimiyle görevli idarî yargının en ideal konumda çalışmasının, kararlarının idareye yol gösterici, idare edilenleri koruyucu ve kollayıcı olmasına, hukukun evrensel ilkelerine sahip çıkmasına ve denetimini bu çerçevede yapmasına, kamu yararı kavramı ile kişi hak ve özgürlükleri kavramını en üst düzeyde bağdaştırmasına, kararlarının idare tarafından gecikmeksizin yerine getirilmesine ve uygulamadan kaçınan veya uygulamama sonucunu doğuran işlem veya eylemlerde bulunan idarecilerin cezaî, idarî ve malî sorumluluklarının açık ve net yasal düzenlemelere kavuşturulmasına bağlı olduğunu söylememiz gerekmektedir.

                                   

(x) 431 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; idarenin yargısal denetimi bütün dünyada iki ana sistem içerisinde yapılmaktadır. Birinci sistem, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'de gelişen ve halen de ana çizgileriyle yürürlükte bulunan Anglosakson sistemidir. Bu uygulamada bütün yargısal denetim adlî yargı tarafından ve tek elden görülmekte olduğu için, bu sisteme aynı zamanda tek yargı sistemi de denilmektedir.

İkinci sistem ise, Fransa'nın önayak olduğu, adlî yargıdan ayrı ve ondan bağımsız bir idarî yargının mevcut bulunduğu bir başka oluşumdur. Ülkemizde de, kamu hizmetlerinden doğan anlaşmazlıkların yapılarındaki özellikler, bunlara uygulanacak kuralların hukukî ve teknik nitelik taşıması, özel hukuk dalı ile idare hukuku arasında büyük bir bünye, esas ve prensip farkının var olması, idarî işlemlerin idare hukuku dalında uzmanlaşmış ve kamu hukuku alanında bilgi ve tecrübe edinmiş hâkimlerce denetlenmesi yararlı olacağından dolayı, idarî yargı, adlî yargıdan ayrı ve bağımsız bir idarî yargı sistemi olarak Anayasamızca kabul edilmiştir.

Ülkemizde, idarî yargı deyince aklımıza gelen ilk kuruluş, Danıştaydır. Bilindiği üzere, ülkemizde adlî ve idarî yargı ayırımı, 1868 yılında, o günkü adıyla Şûrayı Devletin kuruluşuna dayanmaktadır. İdarî yargıyla ilgili olarak ilk kuruluş ve usul yasası, 7 Aralık 1925 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 669 sayılı Şûrayı Devlet Kanunu olup, bu kanun üzerinde de zaman içerisinde birkaç defa değişikliğe gidilmiştir.

Daha sonra, 1964 yılının son gününde, 521 sayılı Danıştay Kanunu yürürlüğe girerek, 669 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Buna rağmen, zaman içerisinde yargının belli kısmında ve yüksek mahkemelerin belli dairelerinde mevcut dosya sayısı, normal çalışmayla eritilemeyecek sayılara ulaşmıştır. Özellikle yüksek mahkemelerde daha belirgin olan iş yoğunluğu, bazen yargı mensuplarının tüm özel yaşamını etkiler, zaman zaman da sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; halihazırda, Danıştayda, 10 dava, 2 idarî daire olmak üzere toplam 12 daire bulunmaktadır; ancak, son zamanlarda faaliyete geçen bağımsız üst kurulların işlemlerine karşı açılacak davalar için Danıştay görevli kılındığından, zaten yoğun olan iş yükü daha da artmış durumdadır.

521 sayılı Danıştay Kanununda, Danıştay, ilk ve son derece mahkemesi olarak görev yapmaktayken, 20 Ocak 1982 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2575 sayılı Danıştay Kanunuyla Danıştayın ilk ve son derece mahkemesi olarak görev yapması son bulmuş, Danıştay Kanunuyla aynı tarihte yürürlüğe giren 2576 sayılı Kanunla, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleri kurulmuş, idare mahkemeleri genel yetkili mahkeme haline getirilmiştir. Böylece, o tarihe kadar idarî yargı alanında ilk ve son derece mahkemesi olarak görev yapan ve giderek artan iş yükü altında bulunan Danıştayın görevlerinin büyük bir bölümü, yeni kurulan idare ve vergi mahkemelerine aktarılmıştır. Hatta, yukarıda sözü edilen özel görevlendirilmeler nedeniyle özellikle bazı dairelerin iş yükü tamamen içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Bu durum ise, yüksek mahkemelerin içtihat mahkemesi olarak çalışmasının önünde en büyük engellerden birini oluşturmaktadır.

Hatta, iş yükü deyince, ilk derece mahkemeleri ile temyiz mahkemelerinin ayırt edilmesinin mümkün olmadığı düşüncesindeyiz. Çünkü, bugün, idarî yargıda ilk derece mahkemesi olarak görev yapan ve özellikle büyük şehirlerde bulunan idare ve vergi mahkemelerindeki iş yüküyle hâkimlerin sağlıklı karar verebilmesi imkânı ortadan kalkmıştır. Belki sayısal olarak davalar sonuçlandırılmakla birlikte, davanın derinlemesine incelenip, tarafların vicdanlarını tatmin edecek gerekçeyi içeren kararların verilmesi mevcut koşullarda mümkün görülmemektedir. Zaten, böyle bir şeyi, yoğun iş yükü altında büyük özveriyle çalışan hâkimlerimizden beklemek, insafsızlık olur diye düşünüyoruz.

O zaman, yargının problemlerinin çözümü noktasında öncelikle yapılması gereken olay nedir diye düşündüğümüzde, aklımıza ilk gelen husus yargıcın çalışmasını kolaylaştıracak fizikî ve maddî şartların iyileştirilmesi gerektiğidir. Bu konunun kısa zamanda tamamen çözülmesi, uzun zamandır ekonomik krizlerle boğuşan ülkemizin halihazırda mevcut bütçe imkânlarıyla giderilmesi mümkün gözükmemekte ise de, görüşmüş olduğumuz eldeki kanun tasarısıyla, tıkanma noktasına gelmiş ve aciliyet arz eden bazı hususlarda yeni bir düzenleme yapılmak suretiyle problemlerin bir parça olsun çözüleceği inancındayız; ancak, yargının temel problemini, yani iş yükünü davalar oluşturduğuna göre, çözüm için verilecek en mantıkî cevabın, idare ile vatandaş arasında uyuşmazlığı ortadan kaldırmak, hiç değilse azaltmak olduğu kanaatindeyiz. Bunun yolu ise, hazırlıkları yapılmış, hatta tasarı haline getirilmiş idarî usul yasa tasarısını geciktirmeden yasalaştırıp yürürlüğe koymaktır. Bu tasarının yasalaştırılıp yürürlüğe konulması ve idare tarafından titizlikle uygulanması halinde, uyuşmazlıkları kaynağında azaltacağına ve böylece, yargılama sürecini hızlandıracağına ve Danıştayın içtihat mahkemesi olarak çalışmasına olumlu katkıda bulunacağına inanmaktayız.

Öte yandan, hukuk devleti ilkesinin en önemli unsuru, şüphesiz, idarenin tüm eylem ve işlemlerini hukuk kurallarına uygun olarak yürütmesi ve bu eylem ve işlemler nedeniyle hak veya menfaatı ihlal edilenlerin dava açması halinde, bunlar üzerinde, bağımsız mahkemelerce yargısal denetim yapılabilmesidir.

İdare, devletin toplumsal ve kişisel yaşama en yoğun ve en güçlü bir biçimde müdahale eden fonksiyonu olduğundan, kişi hak ve özgürlükleri bakımından az çok tehlikeli sayılabilecek yetkileri içerir. Bu yüzden, idarenin hukuka bağlılığı ve bu bağlılığın sıkı bir yargı denetimi altında tutulması, idare hukukunun temel problemlerinden birini oluşturur.

Bu bağlamda, yargısal denetimin en önemli aracı, iptal davalarıdır. İptal davalarıyla, idarenin hukuk alanı içine alınması ve ihlal edilen hukuk kuralının üstünlüğü ve egemenliği sağlanır. Bu amaç ve sonuç, iptal davalarının, toplumun yararına yönelik nesnel niteliğini gösterir.

İptal kararlarından, bu davayı açanlar da somut olarak yararlanırlar, yitirdikleri haklarına kavuşurlar veya ihlal edilmiş olan menfaatları onarılmış olur. İşte, iptal kararlarının bu öznel sonuçlarının ilgililere gerçek bir tatmin verebilmesi için, davaların mümkün olan en kısa zamanda incelenip karara bağlanması gerekir.

Davaların makul sürede sonuçlandırılması hususu evrensel bir ilkedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma ilkesinin en önemli unsurlarından biri, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasıdır. Konu, 1982 Anayasasında düzenlenmiş ve 14 üncü maddeyle, davaların mümkün olan süratte sonuçlandırılması yargıya görev olarak verilmiştir.

İdarî Yargılama Usulü Yasasının 20 nci maddesinin değişik beşinci fıkrasında, öncelikli işler dışında kalan dosyaların tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılması öngörülmüştür.

Yargıda ilke, şüphesiz, Anayasada ifade edildiği gibi, mümkün olan süratle davaları sonuçlandırmaktır; ancak, yargılama süreci her uyuşmazlığın niteliğine ve bu süreçte uygulanan usulî işlemlere göre farklılık gösterir. Resen araştırma ilkesinin uygulandığı idarî yargıda bazı davaların incelenmesi uzayabilmekte, buna bağlı olarak, nihaî karar sürelerinin her dava için değişmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Kabul etmek gerekir ki, Türkiye'de her derecedeki mahkemeler çok ağır bir iş yükünün altındadırlar, bu yükü hafifletmek için olağanüstü bir gayret gösterilmesine karşın, tam bir sonuç alınamamakta ve yasada öngörülen süreler zorunlu olarak aşılmaktadır; Danıştayda, özellikle bazı idarî dava dairelerinde bu husus çok belirgin hale gelmiştir. Tüm gayretlere ve olağandışı çalışmalara karşın, dava sayısındaki artış ve birikim önlenememektedir.

Genel olarak yargıdaki ve eldeki kanun tasarısıyla bağlantılı Danıştaydaki dava sayısı, iş yükünü, tartışmaya ve başka bir açıklamaya gerek bırakmayacak şekilde çok açık olarak ortaya koymaktadır.

Davaların belli bir bölümünün genel düzenleyici işlemlere karşı açılmış, belli bir bölümünün de ülkenin toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel sorunlarıyla yakından ilgili olduğu ve bu nedenle inceleme ve karara bağlanma aşamalarının titiz bir çalışmayı gerektirdiği hususları dikkate alındığında, bu iş yükünün sadece nicelik yönünden değil, nitelik yönünden de ağırlık taşıdığı anlaşılacaktır. Bu gibi durumlarda Danıştay dairelerinin görevleri kanunla belirlendiğinden, iş yükünün daireler arasındaki dağılımının sağlanabilmesi, kanun değişikliğini zorunlu kılmaktadır.

İşte, görüştüğümüz bu kanun değişikliğiyle de, halen 2 olan idarî daire sayısı 1'e indirilmekte, 1 yeni daire kurulmaktadır. Böylece, 8'i idarî dava dairesi, 4'ü vergi dava dairesi, 1'i idarî daire olmak üzere, toplam 13 daire oluşturulmaktadır. Daha etkin ve verimli bir çalışma ortamı yaratmak için, genel kurulun oluşumu değiştirilmektedir.

24 üncü maddede yapılan değişiklikle, bazı kamu görevlilerinin açtığı davalar Danıştayın görevinden çıkarılarak idare mahkemelerine verilmektedir. Böylece, Danıştayın iş yükü önemli derecede azaltılmaktadır. 37 nci maddede, başkanlar kuruluna, idarî ve vergi dava dairesi ayırımı gözetmeksiniz, bir dairenin görevine giren işlerin bir bölümünü diğer dava dairesine devretmesi yetkisi verilmektedir.

Bu kanun değişikliğiyle kısmen de olsa Danıştayın iş yükü azalacağından ve yargılama süreci hızlanacağından, AK Parti Grubu olarak olumlu oy kullanacağız.

Sözlerime son verirken, Danıştay Kanununun milletimize ve Danıştay mensuplarına hayırlı ve uğurlu olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yılmazcan, teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu.

Sayın Çorbacıoğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YÜKSEL ÇORBACIĞOĞLU (Artvin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım.

Değerli arkadaşlar, bu tasarı, yaklaşık bir yıl önce Meclise geldi; birbuçuk yıllık geçmişi olan ve önemli ihtiyaçları giderecek olan bir tasarıdır. Her ne kadar biraz gecikmiş ise de, bugün, sanıyorum, bu tasarı yasalaşacak; çünkü, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu bu tasarıyı destekliyor; sanıyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu da -sözcüsünün açıkladığı üzere- bu tasarıyı destekleyecektir.

Değerli milletvekilleri, tasarının amacını anlaşılır bir dille, sizlerle paylaşmak istiyorum: Öncelikle, 12 daireden oluşan Danıştayımızın daire sayısını 1 artırıyoruz, 13 üncü daireyi ihdas ediyoruz. Tabiî, bu dairenin kurulmasıyla beraber, 20 adlî personel ve dairede başkan, üye, tetkik hâkimi, savcı olarak görev yapmak üzere 38 kamu görevlisini, bu bağlamda, bu dairenin oluşmasına katıyoruz.

Değerli arkadaşlar, ayrıca, bu tasarıyla, 2. Daireyi, bugüne kadar idarî işlemlerle muhatap olmaktayken, idarî dava dairesi olarak görevlendiriyoruz. Sonuçta, daire sayısı 13; ancak, daha önce 6 olan idarî dava dairesi sayısı 8'e çıkmış oluyor. Böylelikle, Danıştayın iş yükünün hafifletilmesi konusunda nispeten bir katkı sağlamış oluyoruz.

Değerli arkadaşlar, ikinci amacımız, İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu ve Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun yapılanmasına yeni bir düzenleme getirmektir. Daha önce bütün daire başkan ve üyelerinin üye olduğu bu dava genel kurullarının belli bir disiplin altında oluşturulması, bizce daha uygun görülmüştür. Bu konuda, her ne kadar, Danıştayın önerisiyle ilgili, uygulamada kısmî bir değişiklik yapılmış ise de, bu haliyle daha doğrudur. O da şu; Danıştayın bu konudaki düşüncesi; genel kurullara her daireden 1 başkan, 2 üyenin katılması ve bu üyelerin seçiminin de başkanlar kurulunca yapılması şeklindeydi. Ancak, bu düşünce komisyonumuzda değerlendirildi ve 1 başkan ve 2 üye yerine 3 üyenin katılması ve bu 3 üyenin de daire üyeleri tarafından kendi aralarından seçimle belirlenmesi konusunda bir değişiklik yapıldı. Böylelikle, dava dairelerinin sağlıklı çalışmasına fayda sağlanacaktır.

Bunların somut olarak faydasını size şöyle açıklayabilirim: Öncelikle, İdarî ve Vergi Dava Daireleri Genel Kurulları, hem yerel mahkemelerin ilk derece mahkemesi olarak verdiği kararlarda direnme kararlarını inceliyor hem de Danıştay daire kararlarının da temyiz mercii olarak incelemesini yapıyor. Daha doğrusu, bu daireler, içtihat oluşturan daireler.

Biliyorsunuz, hukukta, yazılı hukuk olduğu gibi, yazılı hukukun ötesinde, içtihatlar da, yargılamanın, hukukun, adaletin gerçekleştirilmesi için önemli bir kavramdır. Ancak, geçmiş haliyle bu dairelerin çalışması, bu içtihatların sağlıklı oluşmasına engel teşkil etmekteydi. Neden; sayısı belli olmayan... Yani, şu anki koşullara göre söylüyorum; sanıyorum, İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu en fazla 43 üyeden oluşuyor, en az 17'ye kadar veya 15'e kadar inebiliyor. Yani, bazı kararları 20 üyeyle alabiliyorsunuz, bazı kararları 30 ya da 40 üyeyle alabiliyorsunuz. Farklı sayıda kişilerin oyuyla karar çıkarılabiliyor, farklı sayıda kişilerin oyuyla çıkarılan karar da, sonuçta, içtihatta birlikteliği engellemiş oluyor. O anlamda, bir düzenin sağlanması açısından böyle bir disiplinin getirilmesi doğru olmuştur.

Diğer taraftan, sayının çok yüksek olması, dava dosyalarının tartışılmasında da sorun yaratmakta ve bunların sonuçlandırılması da zorlaşmaktadır. Genel kurulların üye sayısının düşürülmesi, bu anlamda da, tartışmaların daha az olmasının ve daha disiplin altına alınmasının yolunu da açacaktır.

Üçüncü olarak da, genel kurulda devamlı aynı üyeler tarafından görev yapılacağı için, bu üyelerin devamlı aynı konularla muhatap olmaları, uzmanlaşmaları sonucunu ortaya çıkaracaktır.

Değerli arkadaşlar, Danıştayda bu düzenlemeyi yapıyoruz; kadroyu oluşturuyoruz, katkı sağlıyoruz, emek veriyoruz, masraf ediyoruz. Sonuçta, bu mahkemeler -Danıştay veya diğer mahkemeler- bir karar veriyor. Özellikle idare mahkemelerinin ve Danıştayın verdiği kararların sonuçta uygulanması gerekir; uygulanmadıktan sonra, verilen kararın bir anlamı da olmamaktadır. Yani, biz, yargıya, böyle, yasal düzenlemeler yaparak saygılı olamayız, yargının bağımsızlığını bu düzenlemelerle sağlamış olmayız, aynı zamanda, yargının verdiği kararları da uygulamak zorundayız. Hani, Avrupalı diyor ya "siz Avrupa Birliğine katılma sürecinde birtakım düzenlemeler yapıyorsunuz; ama, bu yeterli değil..." Neden?.. "Onun uygulamasını da göreceğiz." Nedense, bu konuda bizi sabıkalı sayıyorlar.

Değerli arkadaşlar, bir yargı kararı... Yargı kararından önce, ben, kendi ilimden bir örnek vereyim. Borçka İlçesinde, SSK Hastanesinin Müdürü, Borçka Belediye Başkanlığı için, istifa etti, aday oldu. Cumhuriyet Halk Partisi adayı olarak, belediye başkanlığını kazanamadı. Şimdi, süresi içerisinde görevine dönmek istiyor, dönemiyor. Yani, düşünüyorum, bu arkadaşımız, Cumhuriyet Halk Partisinden değil de Adalet ve Kalkınma Partisinden aday olsaydı, geriye dönmede bir sıkıntı yaşayacak mıydı? Bence, oraya dönmenin de ötesinde, daha üst mercilere gidilebilirdi.

Ben, size bir örnek olay daha anlatacağım: 3 Kasım 2002 seçimlerinde, bir kamu görevlimiz, Cumhuriyet Halk Partisinden aday olmak üzere istifa ediyor; ancak, aday olamayınca, geri dönmek istiyor. Seçim Yasasının ilgili 7 nci maddesine göre, yine eski görevine döndürülmesi gerekirken, bir ay içerisinde bu talep yerine getirilmiyor, bunun üzerine dava açıyor. Buraya kadar bir şey demiyorum; ancak, artık, iş mahkemeye yansıyor. Davada, Danıştayın ilgili dairesi, görevine iade kararı veriyor ve bu karar 10 Aralık 2003 tarihinde yerine getiriliyor; ama, niye yerine getiriliyor biliyor musunuz arkadaşlar; aynı gün başka bir göreve atanması için yerine getiriliyor. Zaten, eğer açıkta ise, onu siz görevine iade etmezseniz, bu yeni görevlendirmeyi de yapamazsınız. Dolayısıyla, aynı gün yine Ankara'ya, merkeze görevlendiriliyor. Bunun üzerine Ordu İdare Mahkemesine yine dava açılıyor, yürütmeyi durdurma kararı alınıyor; 13.1.2004'te görevine iade ediliyor. 13.8.2004'te tekrar dava ediyor, 28 Ekim 2004'te göreve iade ediliyor; şubat ayında tekrar Ankara'da görevlendiriliyor, 1 Nisana kadar görevlendiriliyor; bu sefer, 30 Martta, bu sürenin uzatılması yoluna gidiliyor. Bakıyorlar, iki ay uzatılıyor ama, 30 Martta yapılan bu uzatma hukuka uygun değil, 31 Martta, bu iptal ediliyor, sonra üç aylık yeni bir komisyon kurularak orada görevlendiriliyor. Bunun üzerine tekrar Ordu İdare Mahkemesinde dava ediliyor ve yürütmeyi durdurma kararı veriliyor. 19 Mayısta yine görevine iade ediliyor; ama, 19 Mayısta tekrar bir hafta görevlendiriliyor.

Şimdi, arkadaşlar, bunu yargıya saygı anlayışıyla nasıl bağdaştıracağız?! Yani, burada biz şimdi, Danıştayın daha sağlıklı, daha iyi çalışması için bir yasa yapıyoruz; ondan sonra Danıştay sağlıklı ve iyi bir şekilde çalışıyor, karar veriyor; o kararı biz uygulamıyoruz! Benzetmekte hata olmasın ama, o kararın yazıldığı kâğıdı, mahkeme karar kâğıdı olarak değil, kesekâğıdı olarak kullanıyoruz. Hani içine domates filan da koymuyoruz!.. Önceden onun içine ithal mısır konuluyor idi; şimdi, son zamanlarda aldığım duyumlara göre, o kesekâğıdının içine elma ve patates konulmaya başlanmış!..

Bu elma ve patates hikâyesini de size kısaca söylemek istiyorum. Elma ve patates ihracatıyla ilgili, elmada 40, patateste 19 dolarlık bir destek var. Bu konuda Bakanlar Kurulunun verdiği karar, mayıs ayının sonlarına doğru Resmî Gazetede yayımlanıyor; ama, bunun süresi 31 Mayısta bitiyor. Şimdi bu bir haftalık süre içerisinde zaten bu ihracatı yapmanız mümkün değil. Peki bu yasa niye çıkmış; onu araştıracağız, bakalım kimler için çıkmış. Onu da ileride burada sizlerle paylaşırız.

İdare hakkında bu kadar dava açıp da, alınan mahkeme kararlarına rağmen göreve iade edilmeyen kamu görevlimiz kimdir -belki anladınız- Giresun eski Valimiz Sayın Ali Haydar Öner. Sanıyorum, bütün suçu, Cumhuriyet Halk Partisinden aday olmak. Eğer Adalet ve Kalkınma Partisinden aday olsaydı -ihtimal, kazanırdı diyeceksiniz de- kazanamasaydı, ihtimal, müsteşar olurdu diye düşünüyorum. Evet Haluk Bey, gülüyorsun; ama, öyledir.

Arkadaşlar, ben, sizin hukuk anlayışınızı burada doğal olarak eleştireceğim. Mahkemeye saygı, hakkında yasa düzenlemekle veya herhangi bir maddî-manevî olanakları tanımakla olmaz, o mahkeme kararını tanımakla olur.

Sözlerimi daha fazla uzatmak istemiyorum. Bir de, son olarak, yine, Sayın Başbakanımızın hukuk anlayışıyla ilgili görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum, tabiî, yine, bu hukuka saygı noktasında.

Sayın Başbakanımız, dün, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup toplantısında, YÖK Yasasıyla ilgili, Sayın Cumhurbaşkanımızın veto kararı üzerine görüşlerini açıklamıştır; bunu, televizyonlardan da seyrettik, basın da yazdı. Sonuçta, genel olarak şunu söylüyor: "Sayın Cumhurbaşkanı bu kararıyla, Meclis çoğunluğunu yok saymıştır. Meclis çoğunluğu yok sayılamaz." Doğru değil mi; doğru...

HALUK İPEK (Ankara) - Hayır, gerekçeyi eleştiriyor.

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Evet...

"Seçimi neden yapıyoruz" diyor, "sistem, çoğunluk temelinde işler" diyor. Yani, eğer çoğunluğa saygı duymazsanız, sistemi işletemezsiniz diyor.

ASIM AYKAN (Trabzon) - Çoğunluk olarak...

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - O anlamda, çoğunluk olarak... Evet, yani, demokrasilerde çoğunluğun verdiği karara uyacaksınız.

Sayın Cumhurbaşkanımızın nasıl seçildiğini biliyor muyuz değerli arkadaşlar? Cumhurbaşkanlığı yetkisini nereden aldı Sayın Cumhurbaşkanı; bu Meclisten aldı. Seçildiği gün oylamaya katılan 533 milletvekilinin 330'unun oyuyla Cumhurbaşkanı oldu; yani, yüzde 62 oyla Cumhurbaşkanı oldu. Eğer çoğunluğa saygı duymak gerekirse, önce, Cumhurbaşkanının aldığı oya ve onun yetkisine saygı duymak gerekir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bu yasayla ilgili Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sizlere anlattım ve destekleyeceğimizi tekrar ediyorum.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum; Yüce Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çorbacıoğlu, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, saat 20.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati : 19.29

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.00

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK(Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman),

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96 ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

431 sıra sayılı kanun tasarısı üzerindeki müzakerelerimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

10. - Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/629) (S. Sayısı : 431) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Ankara Milletvekili Nur Doğan Topaloğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NUR DOĞAN TOPALOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 431 sıra sayılı Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına konuşmak üzere huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Otuz yıl idarede bulunmuş bir kardeşinizim, onbuçuk yıl da Danıştay üyeliği yaptım, şimdi de aranızdayım. Dolayısıyla, kuvvetler ayırımının her üçünde de bulunduğum için, mukayese yapma imkânı bulduğumu zannediyorum. Benden önce iki değerli kardeşimiz -Sayın Yılmazcan ve Sayın Çorbacıoğlu- kanun tasarısı üzerinde ayrıntılı bilgiler verdiler, desteklediklerini belirttiler; ben de onların bu görüşlerine katıldığım için, aynı görüşleri tekrar etmeyeceğim. Ancak, şu kadarını belirtmek istiyorum: Danıştay yüzotuzaltı yıl önce kurulmuştur. Fransa'dan örnek alınarak kurulmuş daire, istişare makamı, Şûrayı Devlet iken, sonradan dava daireleri ilave edilmiştir. Fransa'da, halen, Danıştaydaki dairelerin üçte 2'si idarî hizmetlere bakar, üçte 1'i davalara bakar. Halbuki, bizde, yeni kurulacak daire ile Danıştaydaki daire sayısı 13'e çıkmaktadır; idarî hizmetlere bakan daire sayısı 1 olmak üzere, 12 daire davalara bakar hale gelmiştir. Bu, neden böyle olmuştur; bu, artan davaların bunu mecbur etmesinden kaynaklanmaktadır.

Her ne kadar, Anayasamızın 141 inci maddesinde davaların süratle görülmesi emredilmekteyse de, Anayasanın amir hükmü de olsa, fiiliyat buna imkân vermediği için, devamlı, daireler kurulmaktadır. Sanki, bir kartopunun yuvarlanarak büyüdüğü gibi, bizde de dava sayısı her zaman çığ gibi büyüyor, artıyor; davalar arttıkça daireler kuruyoruz, kadrolar veriyoruz; bu şekilde, buna rağmen, içinden çıkılmaz hale geliyor.

Hiçbir zaman, kamu yönetimi olarak kendimizdeki aksaklıklara da bakmıyoruz. İdarî davalara bakan Danıştay da -ben içinden geldiğim için açıklıkla söylüyorum- biraz, kendi içindeki gelişmelerdeki aksamalara da objektif olarak bakamıyor; idareyle el ele veremiyor; dünyadaki gelişmeleri iyi takip edemiyor; ona göre yeni tedbirler alamıyor. Onun için, artık, ombudsmanlığa benzer hizmetler yerine, bir koruyucu hekimlikte olduğu gibi, davaları baştan önleme yerine ameliyata benzer davaların açılması, ona göre hizmetlerin soruşturulması yoluna gidiliyor; inşallah, buna son verilir, bizler, lüzumsuz kişilere aracı olmayız, işin ehli olanlar kilit noktalara getirilir, onlarla ilgili davalar çoğalmaz, sonra, hakkı olmayan yerlere gelenler, birdenbire yerlerinden edildiklerinde, vatanda o hizmeti en iyi bilen kişiler olarak dava konusu haline getirmezler. Biz, bunu ıslah ederiz diye düşünüyorum; ama, yine, düşünüyorum ki, Danıştay da, bazı konularda biraz daha objektif davransa iyi olur.

Sayın Çorbacıoğlu, eğer, bir valiyi misal vermeseydi, eski bir vali olarak, belki, bunu örnek vermeyecektim; ama, şu anda, illerimizdeki valilerden 6'sı Danıştay kararıyla eski görevlerine iade edilmiştir. Bunlardan 1'inin hakkında 4 rapor vardır, 3 kere iade edilmiştir. Emekliliği dolduğu için, nihayet, devletin ayırdığı bir kardeşimiz, Danıştay eski Tetkik Hâkimi olduğundan dolayı, emekli oluncaya kadar, her görevden alındığında göreve iade kararı almıştır. Halbuki, valilik, istisnaî bir memuriyettir; 5442 sayılı İl İdaresi Kanununda, devleti, hükümeti temsil ettiği bildirilirken, her bakanın idarî ve siyasî temsilcisi olduğu vurgulanır. Eğer, bir siyasî makam, kendi politikasını kiminle iyi yürütecekse, onu vali yapamıyorsa, o zaman, icranın hizmetlerine dolaylı olarak da olsa bir nevî müdahale vardır; kuvvetler ayırımı zedelenmiş demektir. Şahsî kanaatime göre, Danıştay eski üyesi olarak, bu konunun objektif uygulanmadığı kanısındayım. Artık, Danıştayın valileri-hükümetin valileri gibi ikilem oluşturulmuştur; bundan kaçınmamızda yarar olduğuna inanıyorum. Biz daireleri artıralım, üye sayısını artıralım; ama, onlar da, bu konularda biraz objektif davransınlar diye düşünüyorum. Bunların da zabıtlara geçmesinde yarar görüyorum.

Bir misal vererek bu konuda sizleri aydınlatmak istiyorum. Şu anda, valiliğe 3 üncü kez iade edilen bir vali için 4 tane rapor var. Raporlarda şöyle kısa pasajlar var: Birinde "Nevruz şenlikleri için alınan önlemler sırasında çelişkili emirler veriyor, emniyet kuvvetlerine, telsizle 'şerefsizler' hitabında bulunuyor ve bunu tüm emniyet görevlileri duyuyor; bunun görevden alınması lazım" deniliyor; görevden alamıyoruz; Danıştay var! Bu raporların birinde "asayişle ilgili mevzuatı henüz bilmiyor" hükmü var; yine, biz görevde tutmak zorunda kalıyoruz. Yine, bir başka raporda, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun uygulamadaki hatalarından dolayı ceza teklif ediliyor; ama, biz, valilik görevinden alamıyoruz. Bir başka raporda "valinin çelişkili kararları ve emirleri yüzünden çapulcular devlet güçlerinin önüne geçmiştir" sonucuna varılıyor; bu, raporla derç ediliyor; ama, biz, bu valiyi görevden alamıyoruz. Yine, temsil giderlerini özel işlerinde kullandığı tespit ediliyor; valilikte tutmak zorunda kalıyoruz. Sicilinde sakıncalı olduğu belirtilen kişiyi sakıncalı görevlere getiriyor; yine, biz bunları görevde tutuyoruz.

Onun için, ben - değerli Danıştay mensupları kusuru bakmasın; o camiayı da seven birisiyim, orada da kaldım, valilikte de kaldım- merkeze alındığım zaman, müsteşara telefon açıp, beni istemeyen hükümetin valiliğini yapmaktan utanırım, niçin haber vermediniz, dilekçeyle talep ederdim diyen birisiyim. Görevden alındım, geldim, dava açmadım; ama, aynı hükümet zamanında Danıştay üyeliğine getirilerek onore edildim. Demek ki, görevden alınmak da, göreve verilmek de kanunîdir. Üstelik, valilik, istisnaî memuriyet olduğu gibi, icraatın başıdır, hükümetin temsilcisidir; bu bakımdan, hükümetlerin icraatlarına biraz esneklik, kolaylık tanımakta yarar olduğu kanısındayım.

Bazı uygulamalardaki bir başka hatayı da örnek olarak vererek sözlerime son vermek istiyorum. Dünyanın her yerinde altın üretiminin yüzde 80'i siyanürle yapılıyor. Batıdaki illerimizin bir ilçesinde, yürüyüşler yapıldığı için, bilirkişi raporuna rağmen, muhkem kaziye teşkil ettiği için altın üretilemiyor. Bunun adı "ilericilik" oluyor; ama, yabancı sermayenin gelirlerine hizmet edilmiş oluyor, o kapı kapanmış oluyor, üretim yapılamıyor. Onun için, yalnız bizlerin değil, idarî yargının da öbür yargıdan farkı var. Gelişmelere iyi eğilmesi, günlük olayları iyi takip etmesi, mevzuatı biraz daha iyi uygulaması gerektiği kanısındayım.

Onun dışında, bu yasa tasarısının, gecikmeyle de olsa, hazırlanmış olmasının yerinde olduğuna inanıyorum, destekliyorum; hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Topaloğlu.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Tekirdağ Milletvekili Mehmet Nuri Saygun; buyurun. (Alkışlar)

MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2575 sayılı Danıştay Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla ilgili şahsî görüşlerimi sizlerle paylaşmak adına söz almış bulunmaktayım; bu nedenle, konuşmama başlamadan önce, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlarım.

Efendim, Türkiye'de sadece Danıştayın değil, Türkiye'deki yargı sisteminin tamamının, kendine has en önemli sorunu, yargılama sürecinin gerektiği süre içerisinde bitirilememesidir. Geciken adaletin adalet olmaktan çıktığı konusundaki söylemler ise toplumumuzun her kesitinde yaygın bir şekilde vardır. Bu nedenle, tüm yargı sistemi içerisinde adalet mekanizmasının daha hızlı işleyebilir hale gelmesi ve böylece adalet tevziinin süreci içinde yerine getirilmesinin sağlanması gerekir. Biz de, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, bu konuda üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz. İşte bu görevlerden biri, görüşmekte olduğumuz şu yasayla ilgili iddialar, öneriler ya da yasa hazırlıklarının arzulanan sonuca ulaşması.

Efendim, idarî yargı alanında, muhakkak ki, aynı iş yoğunluğundan kaynaklanan sıkıntılar var ve idarî yargı alanının kendine has bir de özelliği var. Eğer, böylesine iş yoğunluğu nedeniyle kararların zamanında verilememesi söz konusu olursa, kamu hizmetlerinin aksaması da söz konusu oluyor; buna ek olarak da bir malî yük getiriyor kamuya ve bu gelen malî yük, muhtemelen, yapılabilecek yatırımların yapılamamasının gerekçelerinden de biri oluyor. Bu nedenle, idarî yargıda, alınacak olan kararların, gerçekleştirilecek olan adaletin bir an önce gerçekleşmesi yönünde gereken tedbirlerin alınması gerekir.

Tabiî, idarî yargıda çok ciddî oranda iş artışı da söz konusu. Bu iş artışlarını iki yönden değerlendirmek gerekir; birincisi, hak arama bilinci gelişen toplumsal yapımız ve dolayısıyla, vatandaşlarımızın veya muhatapların idarî yargıya başvurmalarında artan sayı; ikincisi de -ki, bu ikinci husus, ne yazık ki, pek şık değil- idarenin keyfî tutum ve davranışları, hatta yasa tanımaz davranışları, ister istemez, idarî yargıya başvurma yolunda rakamsal anlamda sayının artmasına neden oluyor. Burada, vatandaşların yargıya başvurma bilincini, hak arama bilincini ne kadar alkışlıyorsak, doğru buluyorsak, öbür taraftan, idarenin bu pervasız tutumlarının, bir an önce, daha ciddî, daha sağlıklı bir hale getirilmesini öneriyor ve umuyoruz. Sanıyorum, ancak böyle bir şey gerçekleşirse, idarî yargı yoğunluğunu sadece gerçek anlamda hak arama mücadelesi veren insanların başvurduğu bir ortama çekme şansını yakalarız.

Efendim, 1982 yılında yürürlüğe giren Danıştay Kanununda, geçen süreç içinde sık sık değişiklikler yapıldı; fakat, bu değişiklikler, ne yazık ki, günün ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldiğinden, müteaddit defalar bu değişiklikleri yinelemek, yenilemek ihtiyacı duyduk. İşte bugün, gene, Danıştay Kanunundaki yetersizliklerden kaynaklanan gerekçelerle, Danıştay Kanununda birtakım değişiklikler öneriyoruz. Umarım, bu değişikliklerle birlikte sıkıntılardan da önemli bir oranda kurtulmuş oluruz.

Efendim, geçmişte yapılan değişikliklerle, özellikle Danıştayın 1. ve 2. Dairelerinin iş yükü, diğer dairelere oranla ciddî bir şekilde hafiflemiştir; ancak, bu husus dikkate alınarak, bugün yapmayı düşündüğümüz değişikliklerle iş yükü hafifleyen bu iki daireden 2. Daireyi, idarî dava dairesi olmaktan çıkarıp, dava dairesi haline getirmek istiyoruz ve böylece 1. Daireye devredilecek olan 2. Dairenin işleriyle birlikte, 1. Daire, taşıyabilecek bir kapasite oranında görev alıyor; 2.Daire de, bir yeni dava dairesi niteliğiyle dava yoğunluğuna katkı sunabilecek daire haline getiriliyor.

Yine, idarî ve vergi dava daireleri genel kurul yapısı değişiyor ve daha az sayıda üyeyle çalışma imkânı sağlanması suretiyle, atıl ve ekonomik olmayan mevcut yapının sağlıklı hale getirilmesi temin edilmiş oluyor. Yalnız, bu arada, tasarıda 10. Daireye verilmesi gereken bazı görevler, benim de dahil olduğum altkomisyon çalışmaları sonucunda, yeni kurulan 13. Daireye tevdi edildi ve 10. Dairenin geçmişten gelen ihtisas birikiminin -yeni bir ihtisaslaşmaya yönelmektense- kullanılabilmesi amacıyla görevlerinde sabit kılındı ve 13. Daire, yeni gelecek işlerle yeni bir ihtisas dairesi olabilir diye düşünüldü; ancak, Komisyon olarak, bu çalışmayı yaparken bir şeyi gözden kaçırmışız; geçici 20 nci maddesinde "10. Dairenin görev alanından çıkarılan dava ve işlere ilişkin dosyalar, 13. Daireye yollanmıştır" diye bir hüküm var. Şu andaki Komisyonun kabul etmiş olduğu metinle sonuçlandıracaksak, şimdi arz edeceğim ifadenin geçici 20 nci maddeden çıkarılması zorunludur. Ancak, yine, edindiğim bilgiye göre, bu konuda bir önerge verilmek suretiyle, sanıyorum, 10. Dairenin birkaç görevi 13. Daireye tevdi edilecek veya tevdi edilmesi talep edilecek. Eğer bu talep gerçekleşirse, o zaman, iddia ettiğim, geçici 20 nci maddedeki bu değişikliğe gerek yok; ama, böyle bir değişiklik önergesi gelmeyecekse...

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Verildi.

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Verildiyse, o zaman, bu değişikliğe gerek kalmayacak.

Tasarıda önemli hususlardan biri de, görev yoğunluğu paylaşımının daha sistematik gerçekleşebilmesi adına, daireler arasında görev devri yapılabilmesine imkân tanıyan hükümler var. Böylece, bazı dairelerde çok fazla iş yoğunluğu olursa, iş yoğunluğu az olan dairelere bu işlerin bir bölümünün havale edilmesi suretiyle dengelerin sağlanması mümkün olacak.

Efendim, burada, benim çok fazla itiraz etmememe karşın, pek de doğru bulmadığım, Danıştay Tetkik Hâkimliğine yapılacak olan atamalarla ilgili bir iki söz söylemek istiyorum.

Bir kere, burada, beş yıllık bir hizmet süresi aranıyor. Normalde, yasa metninde, Danıştayda görev yapacak tetkik hâkimleri için beş yıllık bir hizmet birikimi, hizmet süresi olması gerekiyor; ancak, çok uzun bir zamandır, bu, madde değişikliğine gidilmeden, geçici maddeler ilave edilmek suretiyle, her dönemde, bu beş yıllık hizmet süresi aranılması koşulu ortadan kaldırılıyor. Doğrudur yanlıştır; ama, önemli olan, yasa sistematiği içinde, ikide bir geçici madde getirmek suretiyle bu işi çözümlemenin pek de doğru olduğu inancında değilim. Bu konuda, yasada kalıcı bir değişiklik yapılması suretiyle, yıllardır, fiilen geçici madde olmaktan çıkmış olan bu hususun, doğrudan doğruya tasarı metni içine alınması ve bu beş yıllık hizmet süresi aranılmaması koşulunun, geçici maddelerle değil, yasanın temel maddesiyle oluşturulmasının daha doğru olacağı inancındayım.

Bir de, burada ilgimi çeken konu şu: Tasarıda, hükümetin metninde üç yıllık süre varken -üç yıl süre tanınıyordu bu geçici maddenin geçerliliği için- bu süre, komisyonda dört yıla çıkarıldı; dört yıla çıkarılma gerekçesini, sanıyorum, hiç kimse, pek de doğru bir şekilde bilmiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Saygun.

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Ben, bunu, olsa olsa, Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidar süreciyle eşitleme gibi bir düşünce olarak değerlendiriyorum. Bu maddede, başka da bir gerekçe bulamadım.

Efendim, bir de, çerçeve 3 üncü maddenin birinci bendiyle yapılan değişiklikte, seçilecek olan üyelerin görev süresi bitmeden ayrılmaları halinde yeni gelecek olan üyelerle ilgili olarak bir zaman tanımlaması yok. Geçmiş yasa metinlerine ve benzer yasa metinlerine baktığımızda, mutlaka bu tanımlama var. O halde, burada, şu ifadenin, bir önergeyle mutlaka gündeme gelmesi gerekir diye düşünüyorum: "Bu şekilde seçilecek olan üye, yerine seçildiği üyenin kalan süresini tamamlar." Bunun, tasarı metnine dahil edilmesi halinde, sanıyorum, arzulanan sonuç elde edilmiş olur.

Sonuç olarak; Danıştay Yasasında yapılmakta olan bu değişikliklere, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak -ve biz komisyonda görev yapan üyeler olarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Saygun.

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - ... Grubumuzla yaptığımız görüşmeler sonucunda- bu yasa teklifini ciddî anlamda destekliyoruz. Doğru bir düşüncedir. Zaten, her fırsat bulduğumda bu kürsüden aynı şeyi söyledim; Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevi, ülke menfaatına uygun yasaları kotarmak ve ülke insanına bu yönde hizmet vermektir. Bu ve benzeri tarzda gelecek sağlıklı yasa önerileri olursa, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, Parlamentodaki bu yasama çalışmalarına katkısını sunmaya devam edecektir; ancak, dönem dönem bazı gerginlikler yaşıyoruz. Şöyle ifade etmek istiyorum: Bu gerginliklerin kaynağı, gelen doğru yasalarda tepki koymayan Cumhuriyet Halk Partisi olmasa gerek. Biz, o yasalarda, kendi siyasal anlayışımız ve topluma olan yararı açısından baktığımızda, toplum yararı göremiyoruz; bu nedenle muhalefet ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Sanırım, bundan sonra, gelecekte, bu ve benzeri yasalarla ülkeye hizmet etme şansını buluruz. Bu vesileyle de, yeni seçilen Danıştay Başkanımıza ve mesai arkadaşlarına Cumhuriyet Halk Partisi ve Parlamento adına başarı dileklerimi iletiyorum ve yıllarca emek veren, emekliye ayrılan Sayın Nuri Alan'a da bundan sonraki yaşamında başarılar diliyorum.

Meclisteki değerli arkadaşlarımı ve Başkanımı, saygılarımla, sevgilerimle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Saygun, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum :

DANIŞTAY KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 6.1.1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanununun 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"1. Danıştay; onikisi dava, biri idari daire olmak üzere onüç daireden oluşur."

BAŞKAN - 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum :

MADDE 2. - 2575 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"1. İdarî İşler Kurulu, idari daire başkan ve üyeleri ile her takvim yılı başında Genel Kurulca her dava dairesinden seçilecek bir başkan veya üyeden oluşur. Kurulun seçimle belirlenen üyeliklerinde boşalma olması halinde Genel Kurulca otuz gün içinde seçim yapılır."

BAŞKAN - 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum :

MADDE 3. - 2575 sayılı Kanunun 17 nci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"İdarî ve vergi dava daireleri kurulları

Madde 17. - 1. İdarî Dava Daireleri Kurulu, idari dava daireleri başkanları ile her idari dava dairesinin kendi üyeleri arasından her üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde iki yıl için seçilecek üçer üyeden; Vergi Dava Daireleri Kurulu, vergi dava daireleri başkanları ile her vergi dava dairesinin kendi üyeleri arasından her üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde iki yıl için seçileceği üçer üyeden oluşur. Kurul üyelerinin izinli veya özürlü olmaları hallerinde, yerlerine kurullara katılmak üzere her daireden aynı şekilde ikişer yedek üye seçilir. Üyelerin seçimleri takvim yılı başında yapılır. Kurul asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma olması halinde yedi gün içinde yeni üyeler belirlenir.

2. Dava daireleri kurullarına Danıştay Başkanı veya vekillerinden biri; bunların yokluğunda daire başkanlarından en kıdemlisi başkanlık eder.

3. İdari ve vergi dava daireleri kurulları tüm üyelerinin katılımı ile toplanır, idari ve vergi dava dairelerinin ilk derece mahkemesi olarak verdikleri kararların temyiz veya itiraz yoluyla incelenmesinde bu dairelerin başkan ve üyeleri kurul toplantısına katılamazlar. Ancak iki dava dairesinin birlikte yapacakları toplantıda verilen kararların incelenmesinde kurul bu iki dava dairesinin dışındaki dava dairelerinin asıl ve yedek üyelerinin katılımıyla toplanır.

4. Bu toplantılarda hazır bulunanlar çift sayıda olursa en kıdemsiz üye kurula katılamaz.

5. Bu kurullarda kararlar oyçokluğu ile verilir.

6. Her kurula yeteri kadar tetkik hakimi verilir. Ayrıca bir yazı işleri müdürlüğü bulunur."

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 1 adet önerge vardır; okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 431 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 3 üncü maddesiyle değiştirilmesi öngörülen 2575 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                  Mehmet Yılmazcan

          Kahramanmaraş

"1. İdarî Dava Daireleri Kurulu, idarî dava daireleri başkanları ile her idarî dava dairesinin kendi üyeleri arasından her üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde iki yıl için seçilecek üçer üyeden; Vergi Dava Daireleri Kurulu, vergi dava daireleri başkanları ile her vergi dava dairesinin kendi üyeleri arasından her üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde iki yıl için seçilecek üçer üyeden oluşur. Kurula seçilmemiş üyeler varken seçilmiş üyeler yeniden seçilemez. Kurul üyelerinin izinli veya özürlü olmaları hallerinde, yerlerine kurullara katılmak üzere her daireden aynı şekilde ikişer yedek üye seçilir. Üyelerin seçimleri gizli oyla, takvim yılı başında yapılır. Kurul asıl ve yedek üyeliklerinde boşalma olması halinde yedi gün içinde yeni üyeler belirlenir."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Katılıyoruz.

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gerekçeyi okutuyorum :

Gerekçe :

İdarî ve vergi dava daireleri kurullarının oluşumunda üye seçiminin gizli oyla yapılmasıyla, her biri yeterliliğini kanıtlamış üyeler arasında herhangi bir etki altında kalmadan, özgür iradeyle seçimin yapılmasının sağlanması ve her üyenin kurulda görev yapması amaçlanmıştır.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda 3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum :

MADDE 4. - 2575 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde, (d) bendinde yer alan "Danıştay idari dairelerince" ibaresi "Danıştay İdari Dairesince" şeklinde değiştirilmiştir.

b) Başbakanlık, bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının müsteşarlarıyla ilgili müşterek kararnamelere,

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi yok?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum :

MADDE 5. - 2575 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"İdari uyuşmazlıklar ve davalar; İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu, Onuncu, Onbirinci, Onikinci ve Onüçüncü daireler ile idari ve vergi dava daireleri kurullarında incelenir ve karara bağlanır."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi yok?.. Yok.

5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum :

MADDE 6. - 2575 sayılı Kanuna 26 ncı maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 26/A maddesi eklenmiştir.

"İkinci dairenin görevleri

MADDE 26/A - İkinci Daire, kamu görevlilerine ait mevzuattan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaları çözümler."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi yok?.. Yok.

6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum :

MADDE 7. - 2575 sayılı Kanunun 34/A maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 34/A - Onbirinci Daire, kamu görevlilerine ait mevzuattan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaları çözümler."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 8. - 2575 sayılı Kanunun 34/B maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 34/B - Onikinci Daire, kamu görevlilerine ait mevzuattan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaları çözümler."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Komisyon, 9 uncu maddenin (c) fıkrasını düzeltilmiş haliyle okutacağım.

9 uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 9. - 2575 sayılı Kanuna 34/B maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 34/C maddesi eklenmiştir.

"Onüçüncü dairenin görevleri

MADDE 34/C. - Onüçüncü Daire;

a) Rekabetin Korunması Hakkında Kanundan,

b) Elektrik Piyasası Kanunu ile Doğal Gaz Piyasası Kanunundan,

c) Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanundan,

d) Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanundan,

e) Yap-İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi Üretim Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi Hakkında Kanundan,

f) Tütün, Tütün Mamulleri Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Yeniden Yapılandırılmasıyla Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine İç ve Dış Alım ve Satımına 4046 sayılı Kanun ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede DeğişiklikYapılmasına Dair Kanundan,

g) Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanundan,

h) Kamu İhale Kanunundan,

ı) Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanundan,

i) Şeker Kanunundan,

j) Telsiz Kanunundan,

Doğan uyuşmazlıklardan Danıştayın diğer dava dairelerinin görevleri dışında kalan davaları çözümler."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alıyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 431 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 9 uncu maddesiyle eklenmesi öngörülen 2575 sayılı Danıştay Kanununun 34/C maddesinin (j) fıkrasından sonra gelmek üzere, aşağıdaki fıkraların eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Mehmet Yılmazcan

Avni Doğan

İsmail Soylu

 

Kahramanmaraş

Kahramanmaraş

Hatay

 

Mehmet Soydan

 

Bekir Bozdağ

 

Hatay

 

Yozgat

"k) Türk parasının kıymetini koruma mevzuatından,

l) Sermaye Piyasası Kanunundan,

m) Bankalar Kanunundan"

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Katılıyoruz efendim.

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum :

Gerekçe :

Danıştaya gelen ekonomik nitelikteki uyuşmazlıkların çokluğu nedeniyle, Danıştay 10. Dairesi, diğer görevleriyle birlikte bu iş yükünü tek başına kaldıramamaktadır. Öte yandan ekonomik uyuşmazlıkların niteliği, niceliği ve ülke ekonomisi bakımından önemi nedeniyle kısa sürede sonuçlandırılması gerektiğinden, münhasıran bu davaları çözümlemekle bir ihtisas dairesinin kurulması gereği ortaya çıkmış ve bu amaçla tasarının 9 uncu maddesiyle 13. Daire kurulmuştur. Bu nedenle, bu tür uyuşmazlıkların 13. Dairede görülmesi belirtilen amacın gerçekleşmesi için bir gerekliliktir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda 9 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

10 uncu maddeyi okutuyorum :

MADDE 10. - 2575 sayılı Kanunun 37 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 37. - Dava dairelerinin işlerinde birbirine göre nispetsizlik görülürse, bir dairenin görevine giren işlerden bir bölümü, Başkanlık Kurulu kararıyla diğer dava dairelerine verilebilir. Bu husustaki kararlar Resmi Gazetede yayımlanır ve yayımını izleyen aybaşından itibaren uygulanır."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

10 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi okutuyorum :

MADDE 11. - 2575 sayılı Kanunun 41 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 41. - İdari işlere ilişkin idari uyuşmazlıklar ve görevler Birinci Daire ve İdari İşler Kurulunda görülür."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

11 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

12 nci maddeyi okutuyorum :

MADDE 12. - 2575 sayılı Kanunun 42 nci maddesinin (k) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"k) Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yargılanmalarına ilişkin mevzuat uyarınca görülecek işleri,"

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

12 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

13 üncü maddeyi okutuyorum :

MADDE 13. - 2575 sayılı Kanunun 43 ve 44 üncü maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

13 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

14 üncü maddeyi okutuyorum :

MADDE 14. - Danıştay Başkanlığı teşkilatında kullanılmak üzere ekli (1) ve (2) sayılı listelerde yer alan kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (l) ve (II) sayılı cetvellerin ilgili bölümlerine eklenmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

14 üncü maddeyi ekli cetvelleriyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

15 inci maddeyi okutuyorum :

MADDE 15. - 2575 sayılı Kanunda ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda geçen "İdari Dava Daireleri Genel Kurulu" ibareleri "İdari Dava Daireleri Kurulu"; "Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu" ibareleri "Vergi Dava Daireleri Kurulu" olarak değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

15 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

16 ncı maddeyi okutuyorum :

MADDE 16.- 2575 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 20. - Bu Kanunla yapılan değişiklikler nedeniyle Danıştay İkinci Dairesinde bulunan dosyalar Birinci Daireye, Onuncu Dairenin görev alanından çıkarılan dava ve işlere ilişkin dosyalar Onüçüncü Daireye, ayrıca bir karar verilmesine gerek olmaksızın devredilir.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Geçici madde 20'yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Geçici madde 21'i okutuyorum :

GEÇİCİ MADDE 21. - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört yıl süre ile Danıştay tetkik hakimliğine yapılacak atamalarda, 2575 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki beş yıllık hizmet süresi aranmaz.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Geçici madde 21'i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Geçici madde 22'yi okutuyorum :

GEÇİCİ MADDE 22. - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda açılmış bulunan ve bu Kanunla idare ve vergi mahkemeleri görevleri kapsamına alınan davalar Danıştayda sonuçlandırılır."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Madde üzerinde 1 adet önerge vardır, önergeyi okutup işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 431 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 16 ncı maddesindeki geçici 22 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Mehmet Yılmazcan

Fahri Keskin

Adem Baştürk

 

Kahramanmaraş

Eskişehir

Kayseri

 

Mahmut Uğur Çetin

 

Remziye Öztoprak

 

Niğde

 

Ankara

Geçici Madde 22. - Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda açılmış bulunan ve bu kanunla idare mahkemeleri görevleri kapsamına alınan davalar Danıştayda sonuçlandırılır.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN - Önerge sahipleri?..

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum :

Gerekçe: Adalet Komisyonunun kabul ettiği metindeki "ve vergi" kelimeleri madde metninden çıkarılmaktadır. Zira 2575 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinde yapılan değişiklik idare mahkemelerinin görev alanına ilişkindir.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda geçici madde 22'yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 16 ncı maddeyi geçici madde 20, geçici madde 21, geçici madde 22'yle birlikte oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

17 nci maddeyi okutuyorum :

MADDE 17. - Bu Kanunun 3, 9 ve 14 üncü maddeleri 1 Ocak 2005 tarihinde, diğer maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

17 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

18 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 18 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

18 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Sayın Bakan, konuşma yapacak mısınız?

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Çok kısa olarak teşekkür edeyim.

BAŞKAN - Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hâlâ yürürlükte bulunan Danıştay Kanunu 1982 yılında yürürlüğe girmiş olan bir kanundu, yirmiiki yıl sonra, bu kanun üzerinde önemli değişiklikler yapıldı. Danıştay Kanunundaki değişiklikle ilgili çalışmalar aşağı yukarı sekiz ay önce başlamıştı; tabiî ki, ilgili komisyonda ve altkomisyonda üzerinde ciddî çalışmalar yapıldı ve değerli oylarınızla bu değişiklikler kabul edilerek ilgili kanuna yansıtılmış oldu; Sayın Cumhurbaşkanımızca da onaylanır ve Resmî Gazetede yayımlanırsa, zannediyorum, Danıştayımızda uzun süredir sıkıntısı yaşanan bazı problemleri aşmış oluruz.

Bu yasanın, ülkemize, yargımıza ve Danıştayımıza hayırlı olmasını diliyor ve gerekçelerine uygun şekilde uygulanması temennisinde buluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Biz de, ülkemize ve insanımıza hayırlar getirmesini temenni ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 3 Haziran 2004 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 20.43