DÖNEM : 22 CİLT : 51 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK
DERGİSİ
96 ncı
Birleşim
2 Haziran 2004 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Sivas Milletvekili Orhan Taş'ın, Sivas'ın turizm potansiyelinin
değerlendirilmesi için alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
2. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, kredi kartı faizi
uygulamalarındaki sorunlara ve bu konuda alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşması
3. - Isparta Milletvekili Recep Özel'in, gül ve gülyağı üretiminin
Isparta ve ülke ekonomisine katkılarına ilişkin gündemdışı konuşması
B) Tezkereler ve
Önergeler
1. - (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Başkanlığının
süre uzatımına ilişkin tezkeresi (3/577)
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 24 milletvekili ile Samsun
Milletvekili Cemal Demir ve 23 milletvekilinin, Samsun'da kurulma aşamasındaki
mobil santrallerin ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına
muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/29,31) (S. Sayısı
: 297)
2. - İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek ve 20 milletvekili ile Ordu
Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26 milletvekilinin, yurtdışında yaşayan
vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve
Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8,48) (S. Sayısı : 335)
3. - Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 44 milletvekilinin, yasama
dokunulmazlığı konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve
Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/70) (S. Sayısı: 332)
4. - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin
Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/521) (S. Sayısı : 146)
5. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı : 152)
6. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin;
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı : 305)
7. - Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması
Hakkında Kanun Tasarısı ile İçişleri, Plan ve Bütçe ve Anayasa Komisyonları
Raporları (1/731) (S. Sayısı : 349)
8. - Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik
ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları Raporları (1/655)
(S. Sayısı : 447)
9. - Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez'in, Tababet ve Şuabatı
Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/280) (S. Sayısı :
449)
10. - Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/629) (S. Sayısı : 431)
V. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI
Sorular ve CevaplarI
1. - Tokat Milletvekili Feramus ŞAHİN'in, Tokat İlinde bir cezaevi
yapımına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil ÇİÇEK'in cevabı (7/2377)
2. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, sorunlu kurumsal kredilerin
tasfiyesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif
ŞENER'in cevabı (7/2483)
3. - Trabzon Milletvekili Asım AYKAN'ın, Bağ-Kur primlerine ilişkin
sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat BAŞESGİOĞLU'nun cevabı
(7/2501)
4. - Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, Adana'da bir kültür sitesi
inşa edilmesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun
cevabı (7/2508)
5. - Adana Milletvekili N. Gaye ERBATUR'un, müzelerin işletmelerinin
yabancı şirketlere devredileceği iddiasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/2509)
6. - Iğdır Milletvekili Dursun AKDEMİR'in, müze ve antik kent personeli
açığına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı
(7/2510)
7. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, bir BDDK yetkilisi tarafından
yapıldığı iddia edilen açıklamalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif ŞENER'in cevabı (7/2545)
8. - Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in, Bursa'daki Türk İslam Eserleri
Müzesinde başlatılan tadilat çalışmalarına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm
Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/2558)
9. - Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun, sinemalarda film gösterimi
öncesi yayımlanan reklamlara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan
MUMCU'nun cevabı (7/2560)
10. - Çankırı Milletvekili Hikmet ÖZDEMİR'in, Çankırı-Kurşunlu
İlçesindeki bazı tarihî değerlerin korunmasına ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Erkan MUMCU'nun cevabı (7/2608)
11. - İzmir Milletvekili Enver ÖKTEM'in, özürlü vatandaşların
sorunlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Güldal AKŞİT'in cevabı (7/2676)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.
Sinop Milletvekili Cahit Can'ın, Sigarasız Bir Dünya Gününe ilişkin
gündemdışı konuşmasına, Sağlık Bakanı Recep Akdağ,
Muğla Milletvekili Ali Arslan'ın, Muğlalı sebze ve narenciye
üreticilerinin sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı
konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin,
Cevap verdi.
Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam, Sokak Çocuklarına Şefkat
Haftası münasebetiyle gündemdışı bir konuşma yaptı.
Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında 5171 sayılı Kanunun, bazı maddelerinin bir kez daha
görüşülmek üzere, geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın Almanya'ya yapacağı
resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi,
Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
450, 297, 335 ve 332 sıra sayılı Meclis araştırması komisyonları
raporlarının gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1
inci, 2 nci, 3 üncü, 4 üncü sıralarında yer almasına ve görüşmelerinin, Genel
Kurulun 1.6.2004 Salı günkü birleşiminde yapılmasına, ayrıca, bu birleşimde
özel gündemde yer alacak işler ve sözlü sorular dışındaki diğer denetim
konularının görüşülmemesine; gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 27 nci sırasında yer alan 447
sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 5 inci sırasına, 29 uncu sırasında yer
alan 449 sıra sayılı kanun teklifinin 6 ncı sırasına, 24 üncü sırasında yer
alan 431 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 30 uncu sırasında yer
alan 455 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 28 inci sırasında yer
alan 448 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına alınmasına ve diğer
işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 2.6.2004 Çarşamba günkü
birleşimde, sözlü soruların görüşülmemesine ve çalışma süresinin 431 sıra
sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar, 3.6.2004 Perşembe günkü
birleşimde de 448 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar
uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.
Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının:
1 inci sırasına alınan, orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak,
orman köylerinin kalkındırılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulmuş bulunan (10/69,118) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunun 450 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşme tamamlandı.
2 nci sırasına alınan, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların
ihale ve yer seçimleri süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel
etkilerinin araştırılması amacıyla kurulmuş bulunan (10/29,31) esas numaralı
Meclis Araştırması Komisyonunun 297 sıra sayılı raporu üzerindeki genel
görüşme, Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,
ertelendi.
2 Haziran 2004 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime
18.52'de son verildi.
Nevzat Pakdil
Başkanvekili
|
Mevlüt Akgün |
Yaşar Tüzün |
|
Karaman |
Bilecik |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
II. - GELEN KÂĞITLAR No. :141
2 Haziran
2004 Çarşamba
Raporlar
1. - Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Ali BULUT ve 3
Milletvekilinin; 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması
Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bazı Maddelerin İlavesi
Hakkında Kanun Teklifi ile Bursa Milletvekili Ertuğrul YALÇINBAYIR'ın; Memurlar
ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun Kaldırılmasına Dair
Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/292, 2/244) (S. Sayısı : 466)
(Dağıtma tarihi : 1.6.2004) (GÜNDEME)
2. - T. C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünün Tasvibe
Sunulan 2000 ve 2001 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8
inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Raporu
ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü (3/108, 135) (S. Sayısı :
457) (Dağıtma tarihi : 2.6.2004)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati
: 15.00
2 Haziran
2004 Çarşamba
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER
: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman),
BAŞKAN -Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96 ncı
Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline
gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet, bu
konuşmalara cevap verebilir; hükümetin konuşma süresi 20 dakikadır.
Gündemdışı ilk söz, Sivas İlinin Türk turizmindeki yeri
hakkında söz isteyen Sivas Milletvekili Orhan Taş'a aittir.
Sayın Taş, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Sivas Milletvekili Orhan Taş'ın,
Sivas'ın turizm potansiyelinin değerlendirilmesi için alınması gereken
tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
ORHAN TAŞ (Sivas) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk turizminde Sivas'ın yeri konusunda gündemdışı söz almış
bulunuyorum; Yüce Heyetinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sivas, Anadolu'nun en eski tarih ve kültür
merkezlerinden biridir. MÖ 2000 yıllarında Hititlerle başlayan yazılı tarihine,
Frigyalılar, Lidyalılar, Romalılar, Selçuklular, Osmanlılar konuk olmuştur. 4
Eylül 1919'da Büyük Atatürk'ün başkanlığında toplanan Sivas Kongresiyle, yeni
Türkiye Cumhuriyetinin temeli de Sivas'ta atılmıştır.
Turizmin tür ve şekillerinin birçoğuna sahip olan
İlimiz, 4 000 yıllık yazılı tarihiyle, bir açıkhava müzesi gibi kültürel
zenginlikleriyle kültür turizmi; şifalı sularıyla, kaplıcalarıyla sağlık
turizmi; doğal güzellikleriyle, şelaleleri, gölleri ve vadileriyle, günübirlik
olanaklarıyla doğa turizmi; türbeleriyle inanç turizmi; kış şartlarının
elverişli olmasıyla kış turizmi açısından büyük bir potansiyele sahiptir.
İlimiz, son yıllarda ülkemizde hareketlenen turizm
potansiyelinden yeteri kadar yararlanamamaktadır. Büro ve konaklama
istatistiklerine bakıldığında, ili ziyaret eden turistin yüzde 95'inin yerli,
yüzde 5'inin yabancı olduğu görülmektedir. Ülke toplamıyla
karşılaştırıldığında, ilin payının binde 36 olduğu ve yabancı turist pazarından
aldığı payın ise binde 58 olduğu görülmektedir. Maalesef, bu rakamların,
Türkiye değerlerinin çok altında olduğu da acı bir gerçektir.
Son yıllarda ülkemizdeki sanayileşme ve kentleşme
sonucu ortaya çıkan çevre sorunları ve çevre kirlenmesi, insan sağlığını tehdit
etmekte, bozmakta ve verimliliği azaltıcı bir ortam yaratmaktadır. Böyle
olumsuz ortamlarda bulunmak zorunda kalan insanlar da, sağlığını korumak, daha
zinde kalabilmek ve verimli olabilmek amacıyla, doğal turizm kaynaklarını
tercih etmekte, bir nevi sağlık turizmine yönelmektedir.
Sağlık turizminin temelini oluşturan unsurlardan biri
de kaplıcalardır. Kaplıcalar ve içme kaynaklarının zenginliği açısından
ülkemiz, dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer almaktadır. Türkiye'de 1 300
dolayında kaplıca ve içme kaynağı bulunmaktadır. Termal merkezleri olarak da
bilinen ve turizm açısından büyük potansiyele sahip olan bu yerler yeterince
değerlendirilememektedir.
Böylesi bir kaynağın yeterince değerlendirilmediği ya
da işletilmediği yerlerden biri de Sivas'tır. Sivas İli ve çevresi, hidroterapi
ve kaplıca kaynakları yönünden ülkemizin en zengin yörelerinden biridir; ancak,
günümüze kadar, bu doğal zenginliklerin yöre ve ülke ekonomisine kazandırılması
için hiçbir bilimsel çalışma yapılamamıştır. Bu termal kaynaklardan, sağlık
turizmi yanında, meşrubat sanayii, seracılık ve kozmetik sanayii yönünden de
yararlanılabilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; E-23 devlet
karayolu üzerinde bulunan Sıcakçermik havzası, Sivas'a 31 kilometre uzaklıkta
olup, kaplıca suyu sıcaklığı 50 derecedir. Kaplıca suyu, romatizma, sinir
sistemi, solunum yolu, sindirim sistemi, metabolizma bozuklukları, böbrek ve
idrar yolları, kan dolaşımı, adale ağrıları ve kadın hastalıklarına iyi
gelmektedir.
Özellikle Sıcakçermik mevkiinde yapılacak yatırımlar,
sadece hasta kişilerin tedavi göreceği bir yer olarak düşünülmemeli, bu gibi
tesisler, sağlıklı kişilerin de yararlanacağı alanlar haline getirilmelidir.
Mesela, bu gibi yerlerde, ulusal ve uluslararası kongreler, konferanslar,
seminerler gibi bilimsel toplantılar yapılabilir. Başta Sıcakçermik mevkii
olmak üzere, diğer yerlerde yapılacak gerek sağlık ve gerekse bilimsel amaçlı
tesisler ve kür merkezleri, bölgeye, hem sosyal gelişim hem de turizm yönünden
büyük hareketlilik sağlayacaktır; çünkü, böylesi yatırımlar, bir defalığına
harcama yapılan ve pazarlama problemi ile hammaddesi olmayan ekonomik
yatırımlardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Taş.
ORHAN TAŞ (Devamla) - Bu tarz yatırımlar bacasız birer
fabrika olup, yörenin sosyal ve ekonomik gelişimine de büyük katkılar
sağlayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada, dünyaca
tanınmış Kangal Balıklı Kaplıcasından, özellikle bahsetmek istiyorum. Balıklı
Kaplıca, Sivas'a 96 kilometre, Kangal İlçemize de 13 kilometre uzaklıkta
bulunmaktadır; suyun sıcaklığı 36-37 derece, havuzların toplam debisi 130
litre/saniyedir. Kaplıca suyunda, en büyüğü 10 santimetre boyunda ve 3 türü
olan binlerce küçük balık yaşar; balıklar, havuza girenlerin tahriş olmuş
durumdaki veya herhangi bir enfeksiyonla oluşmuş cilt dokusundaki yaralarını
(egzama, sivilce ve sedef hastalığı oluşumları) iyileştirmektedir; balıklar,
aynı zamanda, ciltteki izlerin kaybolmasına da neden olmaktadır. Dişleri
olmayan bu balıkların bir türü, yarayı açıyor, diğer türü temizliyor, bir başka
türü de iyileştiriyor. Tedaviden olumlu sonuç almak için 21 gün süresince günde
3 defa havuza girmek ve 2 saat suda kalmak gerekmektedir. Tedavi tamamen
yanetkisiz olup, herhangi bir ilaç kullanılmamaktadır.
BAŞKAN - Sayın Taş, lütfen, konuşmanızı toparlar
mısınız.
ORHAN TAŞ (Devamla) - Sayın Başkanım, toparlıyorum.
Kangal Balıklı Kaplıcası, ülkemizin termal özelliğini
daha da artırmaktadır. Şu an, kaplıca, günde 1 000 kişiye hizmet verebilecek
kapasitede otel ve motele sahip olup, karavan ve çadır konaklama yerleri de
mevcuttur. Yine Sivas İli merkezinde, 20 kilometre uzaklıkta bulunan
Soğukçermik, Ortabucak Çermiği, Akçaağıl ve Alaman Çermikleri içeriden ve
dışarıdan gelecek turistleri beklemektedir.
İlimizde gerçekten görülmeye değer doğal güzellikler
bulunmaktadır. Özellikle, Gürün Gökpınar Gölü, Gürün Şuul Vadisi, Hafik, Lota
Gölleri, Zara Tödürge Gölü, Sızır Şelalesi görülmeye değer alanlar olarak
ziyaretçilerini beklemektedir.
Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlarım; özetle, yöremizin
ekonomisine büyük katkıları olan bu tür doğal kaynaklara sahip çıkmak ve bu
yöreleri kür merkezleriyle donatmak görevimizdir. Zengin doğal kaynaklara sahip
olan Sivas bu tür yatırımlar konusunda, Kültür ve Turizm Bakanlığının, biraz
daha ilgi ve alaka duymasını beklemekteyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle, sözlerimi bitirirken,
hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Taş.
A.İSMET ÇANAKCI (Ankara) - Yanan otelden bahsetmedin!
BAŞKAN - Gündemdışı ikinci söz, Türkiye'de tüketici
kredileri ve kredi kartı uygulamalarıyla ilgili söz isteyen Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na aittir.
Sayın Aslanoğlu, buyurun efendim.
2. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu'nun, kredi kartı faizi uygulamalarındaki sorunlara ve bu konuda
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, Yüce
Meclisin çok değerli üyeleri; konuşmama, size vereceğim birkaç rakamla
başlayacağım. Bugün Türkiye'deki bankaların uyguladığı minimum ve maksimum
kredi kartı faizlerinin aylığının, compound faiz dediğimiz, yıllığa gelen
rakamlarını okuyacağım.
Türkiye'de bir banka aylık yüzde 4,5 uyguluyor; bu, yıllık
yüzde 70 demektir. Aylık yüzde 5 rakamı yıllık yüzde 80, aylık 5,5 rakamı
yıllık yüzde 90, aylık 6 rakamı yıllık yüzde 102, aylık 6,5 rakamı yıllık yüzde
113, aylık 7 rakamı yıllık yüzde 125 eder ve bir yabancı banka da -acaba,
Türkiye'yi ne zannediyor- aylık 9,95 rakamı uyguluyor.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de enflasyon yüzde
10-12. Türkiye'de hazine bonosu faizleri yüzde 25 civarında ve tüketici kredisi
faizleri de, aylık yüzde 1,80 ile 2 arasında. Aylık 1,80 ve 2'nin compound
faizi ise yılda yüzde 35...
Peki, kredi kartları ile tüketici kredilerinin farkı
nedir? Biri yıllık yüzde 125, biri ise yıllık yüzde 35! Burası Türkiye; burada,
şimdi, halk soyuluyor halk! Halk soyduruluyor! Yüzde 125, yüzde 150!..
Değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir yerinde böyle
bir kâr yok. Dünyanın hiçbir yerinde de ticaret serbest, faizler serbest
diyerek, halkın sırtına -hazine bonosu faizlerinin yüzde 25 olduğu bir yerde-
böyle yüzde 125'lik bir faiz yüklenmez. Göz göre göre, göz yumuluyor.
Türkiye'de son bir yılda kredili kredi kartları
harcaması 40 katrilyon oldu. Tüketici kredileri ise 4 katrilyondan 14
katrilyona geldi. Halk, artık, geleceği de yiyor, geleceğini yedi. Kredili
kredi kartı ile tüketici kredisinin farkı yoktur; ikisi de tüketim aracıdır.
Birinde gidip bankadan tüketici kredisi alıyorsun, mal satın aldığın adama
peşin para ödüyorsun. Bunun faizi aylık yüzde 1,80; beş yıl vadeli ev alıyorsun
aylık yüzde 2,20. Peki, bir yatak odasını, bir eşyayı peşin parayla değil de,
kredi kartıyla aldığın zaman aylık yüzde 7!.. Sabit gelirli bir insanın, aylık
yüzde 7 faize düştüğü zaman bu adamın bunu ödemesine imkân yoktur.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, POS mezarlığı oluyor.
Yani, bu, kredi kartı harcaması yaparken bankaların işyerlerine bağladığı
cihaz. Her bankanın ayrı ayrı POS cihazları var, her banka bunu ayrı ayrı
ödüyor, ülke döviz ödüyor bunlara. Artık, iletişim çağındaki bir ülkede,
istedikleri zaman, değişik sekiz on banka, aynı ATM kartından konuşabiliyor;
POS kartlarını da konuşturamaz mı arkadaşlar? POS mezarlığı oluyor Türkiye.
Ayrıca, kredi kartı harcamalarında müşterisinden, yani
kredi kartını götüren tüccardan, işyerinden de, ayrıca, bankalar komisyon
alıyor. Müşteriye neyi yıkıyorsun?.. Kredi kartını kullanırsan aylık yüzde 7,
yıllık yüzde 125 faiz arkadaşlar. İşyerinden alıyorsun. Size kredi kartını
getiren işyerine "arkadaş, ben bu parayı bir ay sonra öderim; çünkü, kredi
kartıyla aldım" diyorsun, ödemiyorsun tüccara, ödemiyorsun işyerine;
dönüyorsun, kredi kartı müşterisinden ise aylık yüzde 7 faiz alıyorsun.
Değerli milletvekilleri, sistemde sorun vardır.
Enflasyonun düştüğü bir ülkede hâlâ aylık yüzde 9 yüzde 7 faizler
konuşuluyorsa, bu sorundur, bu bir faciadır; bu, göz göre göre halkın cebinden
aylık yüzde 9 paranın alınması demektir. Eğer buna seyirci kalırsak, eğer biz
hep beraber...
Kredi kartı, tüketici kredisinin kendisidir, kredi
kartı harcaması tüketici kredisidir. Ben bir yasa teklifi verdim, bir yıl
geçti, bir defa da 37 nci madde uyarınca buraya indirdik yine reddettiniz.
Gelin kredi kartlarını da tüketici kredisi kapsamı içine alalım tüketici
kredisinin ta kendisi olarak işlem görsün, Türkiye'deki bir hukukî boşluğun
önüne geçelim. Aksi halde, önümüzdeki dönemde, tekrar -hatırlarsanız bir yasa
geçirdik; kredi kartları borçlarına ve faizlerine af getirildi- Türkiye bir
kredi kartı cehennemi olur ve insanlar da bu borçlarını ödeyemez hale gelirler.
Ben, takdiri hepinize bırakıyor, saygılar sunuyor,
teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
Gündemdışı üçüncü söz, Isparta İlinde yetişen gülün
önemiyle ilgili söz isteyen Isparta Milletvekili Recep Özel'e aittir. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Özel, buyurun.
3. - Isparta Milletvekili Recep Özel'in,
gül ve gülyağı üretiminin Isparta ve ülke ekonomisine katkılarına ilişkin
gündemdışı konuşması
RECEP ÖZEL (Isparta) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Isparta İlimizde, bu mevsimde, şu zamanda ürün zamanı gelmiş
olan ve her sabah gül bahçelerini mis gibi kokuların sardığı bir dönemde ve
ayrıca, bu hafta sonu ilimizde yapılacak olan gül ve halı festivali nedeniyle
gülcülüğün sorunları hakkında gündemdışı söz almış bulunmaktayım; hepinizi
saygıyla selamlarım.
İlimiz ekonomisinde önemli yeri olan ürünlerden biri de
güldür. Gül, kesme çiçek, süs bitkisi ve gülyağı elde etmek için
yetiştirilirken, Türkiye uçucu yağ üretiminin en büyük payını gülyağı
oluşturmaktadır. Dünya gülyağı üretiminin ortalama yarısını Türkiye
karşılamakta olup, Türkiye'de yağ gülü üretiminin yüzde 80'i Isparta İlinde
üretilmektedir; kalan yüzde 20'si ise Afyon ve Burdur İllerinin Isparta İlimize
komşu ve yakın ilçelerinde yetiştirilmektedir. Türkiye'de, yaklaşık, 8 200
çiftçi ailesi yağ gülünü yetiştirmekte olup, Isparta İlimizde de 7 000 çiftçi
ailesi bu gül üretimiyle uğraşmaktadır. Isparta'da gül üretim alanlarının
toplam tarım alanı içerisindeki payı yüzde 0,5 ile 1 arasında olmasına rağmen,
ekonomik olarak ilimizin önde gelen tarım ürünlerinden biridir. Gül, Isparta
İlimizle birlikte anılması, birim alandan elde edilen gelir, istihdam ve tamamı
ihraç edilen ürünlerden dolayı ayrıcalıklı yere sahiptir.
Değerli milletvekilleri, Isparta'da 1953'te kurulan
Gülyağı ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği -kısa adı
Gülbirlik- pazarlama kanalında önemli bir konuma sahiptir; fakat, yeterli
değildir; zira, hâlâ, eski yöntemlerle pazarlama yapmakta, ürünlerin satışında
modern pazarlama teknikleri kullanılmamaktadır. Gülbirlikte bir pazarlama
departmanının, hatta, müdürünün bulunmaması, pazarlamaya önem verilmediğini
göstermektedir.
Gülbirlik'in, halen, 13 kooperatifi ve 10 000 dolayında
üretici ortağı mevcuttur. Üretilen gül, günümüzde, fabrika ölçeğindeki
tesislerde işlenmekte olup, Gülbirlik en büyük paya sahiptir. Gülbirlik'e ait
Aliköy, Yakaören, İslamköy, Kılıç ve Güneykent'te bulunan 5 adet fabrikayla,
gülyağı ve gülkonkreti ile yan ürün olan gülsuyu üretilmektedir. Ayrıca,
bunlarla beraber, ilde, 2'si yabancı sermayeli olmak üzere 15 adet fabrika
bulunmaktadır. Yine, köylerde de, köylülere ait küçük kapasiteli damıtıcılarda
küçümsenemeyecek miktarda gül işlenmektedir.
Gülü işlemede en büyük paya sahip olan Gülbirlik'in,
yeterince görevini... Dünyada, bu sektörde, 50 milyar dolarlık bir pazar payı
olmasına rağmen, sadece 10 000 000 dolarlık bir paya sahibiz. Artık, sadece
gülyağı ihracatıyla değil, ülkemizde kozmetik sanayiin gelişimine ve
yerleşmesine öncülük yapması gerektiğini burada belirtmek istiyorum.
Gülbirlik ve özel sektör tarafından müstahsilden alınan
gülçiçeği, gülyağı ve gülkonkreti olarak pazarlanmakta ve tamamına yakını ihraç
edilmektedir. Türkiye'de, gülyağı ve gülkonkreti fiyatları Gülbirlik tarafından
belirlenmekte, özel sektör de bu fiyatları baz almaktadır.
Gülçiçeği fiyatının tespitinde temel gösterge, gülyağı
ihraç fiyatlarıdır. Gülyağı maliyetinde gülçiçeğinin payı yüzde 55
civarındadır.
Dünya gülyağı ihtiyacının yarısını üreten Türkiye'de,
üretim alanı geçmiş yıllarda değişiklikler göstermiş, pazarda talebin arttığı
dönemlerde fiyatlar yükselmiş ve buna bağlı olarak, ülkemizde gül dikili
alanlar genişlemiştir. Bu dönemlerde dünya tüketimi değişmediği halde, bazı
üretici ülkelerde, örneğin, Bulgaristan'da üretimin azalması nedeniyle pazar
payımız yükselmiştir.
Dünya yıllık
gülyağı tüketimi 4 000 kilogram civarında olup, üretim bu miktarın üzerinde
olmakta, pazarda tüketim artmadığından, üretim fazlalığı nedeniyle fiyatlar
düşmektedir. İlimizde de 1990 ve sonrasında fiyatlar düştüğü için gül üretim
alanları da düşmüştür.
Dünyada bizim dışımızdaki önemli gülyağı üreticileri
Bulgaristan ve Fas'tır. Üretilen gülyağı ve gülkonkretinin tamamı, Fransa başta
olmak üzere, Japonya, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkelere ihraç
edilmektedir. Yılda ortalama 2 ila 2,5 ton gülyağı ve 4 ila 4,5 ton da konkret
üretimi yapılmakta ve yıllık ortalama 6 000 000 ila 10 000 000 dolarlık döviz
girdisi sağlanmaktadır. İlimizde, gülden mamul ürünler de yapılmakta ve
çoğunlukla içpazarda satılmaktadır. Kısmen istihdam da sağlayan ve içpazarda
satışı yapılan gül ürünlerinin başlıcaları, özel ambalajında gülyağı, çeşitli
ambalajlarda gülsuyu, gül losyonu, gül parfümü, gül kremi, şampuanı, sabunu ve
benzeri gibi kozmetik ve temizlik ürünleridir.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde üretilen gülyağının
tamamına yakını, biraz önce de saydığım gibi, Amerika Birleşik Devletleri,
Fransa, Japonya, İsviçre, Almanya, Belçika, İngiltere ve Suudî Arabistan'a
ihraç edilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RECEP ÖZEL (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özel.
RECEP ÖZEL (Devamla) - Altyapısı, yani hammaddesi
Türkiye'ye, özellikle de Isparta İlimize ait olan bu ürün, dünyanın önde gelen
kuruluşlarında kozmetik ve parfümeri sanayiinde hammadde olarak işlenmekte ve
tekrar ülkemize ihraç edilmektedir. Yani, ülkemiz, kozmetik ve parfümeri
alanında birçok ürünü ithal etmektedir. Dünyada yaklaşık 50 milyar dolar olduğu
tahmin edilen kozmetik ve parfümeri rantının -büyük oranı gülyağı ve
gülkonkreti ihracatından kaynaklanan- sadece 10 000 000 dolarlık kısmıyla
yetinmek, çok büyük bir yanlışlık ve eksiklik olarak değerlendirilmelidir.
Dünyada çok az ürünün pazarı bu kadar yakın ve hazırdır. Hiçbir zaman pazar
sıkıntısının düşünülemeyeceği bu üründe, ülkemizin hak ettiği gelir düzeyine
ulaşabilmesi için, dünya pazarlarına kozmetik alanında etkin bir ürün ve marka
imajıyla girmek gerektiği konusunda birleşmek zorundayız. Dünyada hiçbir ülke,
hammaddeyi üretip bunu ihraç ederek beklenen gelişmeyi sağlayamamıştır. Bütün
bu nedenlerle, halkımızın gelir düzeyini yükseltmek ve yaşam kalitesini
iyileştirmek için, vakit geçirmeden, hammadde olarak gülyağına dayalı kozmetik
ve parfümeri sanayiinde gerekli bilimsel araştırmaları yaparak, dünya
tüketicisinin beklentileri doğrultusunda sağlıklı ve güvenilir ürünler elde
ederek, bu alanda hak ettiğimiz yeri almalıyız.
Isparta gülcülüğü hakkında bu açıklamalarımdan sonra,
bu hafta sonu Isparta İlimizde yapılacak olan, 4-5-6 Hazirandaki Gül ve Halı
Festivaline hepinizi davet ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özel.
Başkanlığın Genel Kurula diğer bir sunuşu vardır.
Bakanlığı sırasında yapılan ihalelerde usulsüzlüklerde
bulunduğu ve bu ihalelerle ilgili yolsuzluk iddialarının tahkikini zamanında
yaptırmayarak görevini kötüye kullandığı, aynı zamanda mal varlığında haksız
bir artışa sebebiyet verdiği iddiasıyla, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray
Aydın hakkında kurulan (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu
Başkanlığının, komisyonun çalışma süresinin uzatılmasına dair bir tezkeresi
vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.
B) Tezkereler ve
Önergeler
1. - (9/8) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi (3/577)
27.05.2004
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Bakanlığı sırasında yapılan ihalelerde usulsüzlüklerde
bulunduğu ve bu ihalelerle ilgili yolsuzluk iddialarının tahkikini zamanında
yaptırmayarak görevini kötüye kullandığı, aynı zamanda mal varlığında haksız
bir artışa sebebiyet verdiği ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 366 ve 240
ıncı maddeleri ile Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla
Mücadele Kanununun 12, 13, 14 ve 15 inci maddelerine uyduğu iddiasıyla
Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında kurulan (9/8) esas
numaralı Soruşturma Komisyonumuz, 27.5.2004 tarihinde yapılan toplantısında;
Komisyon çalışmalarını süresinde tamamlayamadığı için, Anayasanın 100 üncü ve
İçtüzüğün 110 uncu maddesine göre 7.6.2004 tarihinden itibaren iki aylık eksüre
istenmesine karar vermiştir.
Eksüre verilmesi hususunu takdirlerinize arz ederim.
Saygılarımla.
Mustafa Elitaş
Kayseri
Komisyon Başkanı
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu komisyon, daha önce
iki ay süre kullanmıştır. Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 110 uncu maddeleri,
soruşturmasını iki ay içinde bitiremeyen komisyona iki aylık yeni ve kesin bir
süre verileceği hükmünü içermektedir. Bu nedenle, komisyonun süre talebini
bilgilerinize sunuyorum.
Komisyona, 7.6.2004 tarihinden geçerli olmak üzere, iki
aylık yeni ve kesin süre verilmiştir.
Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler"
kısmına geçiyoruz.
Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan Samsun'da kurulma
aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleriyle çevre ve insan
sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla anayasanın 98 inci ve
içtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/29,31) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 297 sıra sayılı raporu üzerindeki
görüşmelere başlıyoruz.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1. - Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 24
milletvekili ile Samsun Milletvekili Cemal Demir ve 23 milletvekilinin,
Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleri
ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu (10/29,31) (S. Sayısı : 297) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun
raporu üzerindeki genel görüşmede, ilk söz önerge sahiplerine aittir; daha
sonra İçtüzüğümüz 72 nci maddesine göre siyasî parti grupları adına birer
üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri halinde
komisyona ve hükümete de söz verilecek, bu suretle Meclis araştırması komisyonu
raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri, komisyon, hükümet ve siyasî parti
grupları için 20'şer dakika, önerge sahibi ve şahıslar için 10'ar dakikadır.
Komisyon raporu 297 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin
isimlerini okuyorum: Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç, Samsun Milletvekili
Suat Kılıç.
Gruplar adına, AK Parti Grubu adına Samsun Milletvekili
Sayın Mustafa Demir, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili
Sayın Sezai Önder.
Şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Mustafa Demir,
Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç.
Komisyon adına, Kırıkkale Milletvekili Sayın Murat
Yılmazer.
İlk söz, önerge sahibi olarak, Samsun Milletvekili
Sayın Haluk Koç'un.
Buyurun efendim.
Süreniz 10 dakika.
HALUK KOÇ (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Geçen sene 18 Mart günü önce Cumhuriyet Halk Partisi Samsun
milletvekilleri olarak ben ve Sayın Sezai Önder, daha sonra da AKP
(x) 297 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Grubundan Sayın Cemal Yılmaz Demir ve diğer Samsun
milletvekili arkadaşlarımız aynı yönde bir araştırma komisyonu kurulması
yönünde önerge verdiler. Bu önergeler, Samsun'da konuşlandırılan 2 adet mobil
santralın ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel
etkilerinin araştırılması amacına dönük önergelerdi. Bunlar, 18 Mart'ta Danışma
Kurulu kararıyla öne alındı, görüşüldü; her iki partiden de milletvekili
arkadaşlarımız, konunun incelenme boyutuyla çeşitli noktalarından irdelediler,
değerlendirdiler ve sonuçta, araştırma komisyonu kurulması hepinizin oylarıyla
kararlaştırıldı. Hatta, o zaman da, tüm Samsun halkı adına, Yüce Meclisteki her
iki partide görev yapan milletvekili arkadaşlarımıza teşekkür etmiştim.
Değerli arkadaşlarım, komisyon, görev süresi
içerisinde, uzatma da alarak, konuyu inceleyebildiği oranda inceledi. Rapor,
tamamlandıktan sonra basıldı ve çok uzun bir zaman dilimi geçti, bir türlü
Genel Kurula getirilmedi. Şimdi, ben, öncelikle, bu komisyonda görev yapan
arkadaşlarımıza, Başkana ve her iki partide katılımı sağlayan tüm üyelere,
verdikleri katkıdan dolayı, gerçekten, Samsun'da yaşayan insanlarımız adına
teşekkür ediyorum; çünkü, bu, Samsun'la ilgisi olmayan milletvekilleri için,
üyeler için "bu da nereden çıktı, bu konu bizi çok ilgilendirmiyor"
tarzında bir yaklaşımla değerlendirilebilir; ama, hemen şunu söyleyeyim: Benzer
bir durum sizin sorumlu olduğunuz seçim bölgesinde aynen yaşanmış olsaydı,
Samsun milletvekillerinin gösterdiği tüm duyarlılığı aynen göstereceğinize
bütün kalbimle inanıyorum.
MEHMET YILDIRIM (Kastamonu) - Biz Kastamonu'ya
sokmadık.
HALUK KOÇ (Devamla) - Samsun, o zaman, bu ülkenin
hakkını savunamamış, başına gelecek olan sıkıntıları tam hesap edememiş, bütün
demokratik kitle örgütlerinin, tüm siyasal partilerin, tüm sivil toplum
örgütlerinin ortaklaşa çabasına rağmen, ancak, orada bu işin çatısı çatıldıktan
sonra ve zarar ortaya çıktıktan, tartışılmaya başlandıktan sonra farkına
varabilmiş bir ilimiz.
Şimdi, bizlerin, yasama yetkisi alarak, vekil olarak bu
çatı altına geldiğimizde, bu gündemi sıcak tutma görevimiz vardı, bu gündemi
Türkiye Büyük Millet Meclisine taşıma görevimiz vardı ve bundan sonra da, bu
görevimiz... Ben, Sayın Meclis Başkanvekilimizin, toplantıyı yönetirken, bu
raporun görüşülmesi bittikten sonra ne söyleyeceğini biliyorum: "Bu rapor
görüşülmüştür. Bilgilerinize sunulur."
Değerli milletvekilleri, bu, burada kalacak mı? Şimdi,
her iki partiden milletvekili arkadaşlarımız, bunun çeşitli noktalarını dile
getirecekler. Şu anda, ben, birkaç boyutuna değineceğim; daha sonra, kişisel
söz aldığımda da bazı konuları ifade edeceğim.
Şimdi, rapor hazırlandıktan sonra, beş ay süresince
Genel Kurula getirilmemiştir. Benim bazı kuşkularım var. Siyasî boyutla da
bakıyorum ve böyle bakmam da müsamahayla karşılanmalı diye düşünüyorum; çünkü,
sadece bilim kuşku üzerine kurulmaz, siyaset de kuşku üzerine kurulur. Niye beş
ay beklenildi; Meclis gündemi yoğundu, başka denetim konuları vardı... Bunlar,
bana inandırıcı gelmiyor değerli arkadaşlar. Beş ay süreyle görüşülmemesinin
temelinde yatan, benim düşünceme göre -eğer yanlışsam, diğer konuşmacı
milletvekili arkadaşlarımız, daha sonra, bunu, kendi açılarından düzeltme
noktasında gayret sarf ederler- şu: Çünkü, Samsun'un başına bela edilen, bu iki
zehir kusan ve Samsun'un en verimli, belki de Türkiye'nin en verimli
ovalarından biri olan Çarşamba Ovasını -yeraltı sularıyla, çevresiyle, tarıma
elverişli bütün arazileriyle- zaman içerisinde verimsiz bir noktaya
sürükleyecek olan belayı Samsun'un başına saranlardan bir tanesi, ne yazık ki,
eski partisinden Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından büyükşehir belediye
başkanı adayı olmak üzere transfer edilen kişidir. Sayın Büyükşehir Belediye
Başkanına, burada, her ne kadar suç isnat etmese de daveti vardır. O zaman
bağlı olduğu siyasî partinin belki üst yönetiminin telkiniyle siyaset-ticaret
ilişkilerinin Türkiye'de geçen dönemde yaşadığı, bugün de bazı şüphelerin
olduğu boyutuyla bakacak olursak- o kirli ilişkiler yumağı içerisinde bir davet
mektubu çıkarmıştır ve Muğlalıların, Kastamonuluların, Zonguldaklıların,
Bartınlıların kendi illerine sokmadıkları bu zehir kusan iki santral, geçen
dönem başka bir siyasî partiden, bu dönem de sizlerin siyasî partinizden Samsun
Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen değerli arkadaşımız tarafından, Samsun'a
davet edilmiştir, kucak açılmıştır.
Şimdi, bunun siyasî sorumluluğu var. Yerel seçimler
süreci yaşadık. Bu beş ay boyunca bunun gündeme getirilmemesinin nedeni,
Samsun'da Adalet ve Kalkınma Partisinin gösterdiği büyükşehir belediye başkan
adayının bu işteki sorumluluğunun Samsun gündeminde tartışılmaması noktası
olabilir mi? Sorularımdan bir tanesi bu. Açık yüreklilikle soruyorum ve açık
yüreklilikle de cevap bekliyorum.
Eğer rapor incelenecek olursa, burada Sayın Büyükşehir
Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın davet mektubu vardır. Bu, basit bir davet
mektubu değildir. Daha sonrasında "ben bilmiyordum bunun zararını"
denilecek bir mazerete sığmayacak bir davet mektubudur bu. "Efendim,
istihdam yaratacağını düşünüyordum Samsun'a..." Orada 100-150 kişi
çalışıyor; bunların 25-30 tanesi de teknik eleman ve Samsun dışından geliyor.
Samsun'un istihdam sorunu, öyle, 100 kişiyle, 150 kişiyle çözülecek bir sorun
değil; bunu takdir edersiniz. Değerli arkadaşlarımdan özellikle rica
ediyorum... Yerel seçim sürecinde, adayınızın bu konuyla tartışılmaması
boyutuyla, bu, beş ay geciktirildi. Benim görüşüm bu.
Değerli arkadaşlarım, bu konu -daha sonraki bölümde
söyleyeceğim- uzun bir siyasî mücadele gerektirdi. Bakın, burada, benim
verdiğim 8 tane soru önergesi var. Sayın İmdat Sütlüoğlu'nun Çevre Bakanı
olduğu geçen hükümet döneminden, Sayın Kürşad Tüzmen'in vekâleten yürüttüğü
Çevre Bakanlığı döneminden, daha sonra, bu dönemdeki Sayın Enerji Bakanımız
-geçen dönemde aynıydı- Sayın Hilmi Güler'e, Sayın İçişleri Bakanına, Sayın
Başbakana, hepsine yöneltilmiş; çeşitli yargı süreçleri var. İdare mahkemesinin
aldığı karar var, durdurmak için çalışmasını. Daha sonra, ilgili şirketlerin
yaptığı itirazlar var; o itirazların reddi var. Daha sonra, Danıştay 6 ncı
Dairesinin kararı var ve en nihayet, sıkıştıra sıkıştıra -hepsi burada, sorular
ve cevaplar burada- bu santrallar şu anda çalışmıyor. Önce yüzde 10 kapasiteyle
çalıştırıldı, Ekim 2003'ten itibaren durduruldu; ama, yetmiyor değerli
milletvekilleri. Daha önceki dönemde -bu, sizin suçunuz değil; onu kabul
ediyorum- bunların işletilmesiyle ilgili yapılan sözleşmede, beş yıl elektrik
enerjisi üretmesi düşünülmüş ve sözleşmeye göre, devletin, eğer çalışmazsa, her
bir santrala, ayda, 1 200 000 dolardan 2 400 000 dolar tazminat ödemesi
gerekiyor.
Şimdi, bakın, temel bir sorumluluğunuz var. "Bu
rapor görüşüldü..." Sayın Başkanın ifadesiyle böyle noktalanacak, dün
orman köylülerinin sorunlarının görüşülmesi gibi. Orada biterse eğer, bunun
vebalinden Adalet ve Kalkınma Partisi olarak kurtulamazsınız. Orada bitmemesi
lazım bunun. Bu, sizin suçunuz değil; tamam... Peki, bu sözleşmeye taraf
olanlar kim; böyle bir süreç ortaya çıktığında bu tazminatın ödenmesine kimler
imza attı, sorumluları kim? 2 400 000 dolar, değerli vekil arkadaşlarım, ayda 2
400 000 dolar devlet oraya tazminat ödüyor. Bakın, orada üç ilçemiz var; Terme
biraz uzakta, Tekkeköy ve Çarşamba İlçeleri. İsterseniz, bir ay birine 2 400
000 dolar verelim, bir ay da birine 2 400 00 dolar. -Sayın Demir de burada-
verelim
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Koç, 1 dakika süre veriyorum,
toparlayın.
Buyurun.
HALUK KOÇ (Devamla) - Teşekkür ederim.
...Tekkeköy ve Çarşamba -biri 39 köyüyle, biri 134
köyüyle- İsviçre standartlarında köy yollarına sahip olur, eğitim tesislerine
sahip olur, altyapıya sahip olur.
Değerli arkadaşlarım, bunlar hepimizin malı. Bu kadar
büyük sorumsuzluk olmaz. Sizin sorumluluğunuz burada başlıyor. Sayın Başkanın
noktalama sözcüğünden sonra başlıyor. Kim yaptı bunları; bunların sorumlusu
kim, siyaseten kim? "Efendim, biz bunun tazminatını ödeyelim,
çalıştırmayalım..." Ben, geçen seferki konuşmamda, Samsun'un günahı ne
dedim, Samsun'un kaderi mi bu sahipsizlik dedim. Şimdi onu değiştiriyorum.
Samsun kendi sorununu halletti, milletvekilleriyle halletti; onları
çalıştırtmıyor, bundan sonra da çalıştırtmayacak; çok açık. Yargı kararları
var. Üzerine hiçbir şey yapamazlar; ama, eğer, oraya ödenen tazminata kimlerin
sebep olduğu noktasında -İktidarsınız, elinizi kolunuzu bağlayan yok- üzerine
gitmezseniz, bu vebal sizin üzerinizde kalacak.
Değerli arkadaşlarım, daha sonra, kişisel olarak, bir
10 dakika daha, bazı boyutlarını dile getireceğim.
Tüm emeği geçenlere teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.
AK Parti Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Mustafa
Demir; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Samsun Milletvekilimiz Sayın Haluk
Koç ve 24 arkadaşı, yine, Samsun Milletvekilimiz Sayın Cemal Yılmaz Demir ve 23
arkadaşımız tarafından hazırlanan, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil
santralların ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına
muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104
ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri
doğrultusunda (10/29,31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu
hakkında AK Parti Grubu adına ve şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, benden önce önerge sahipleri
adına söz alan Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Haluk Koç
arkadaşımızın bir iki ifadesine cevap vererek -hem cevap hem açıklama
mahiyetinde- başlamak istiyorum.
Bildiğiniz gibi, evet, o dönem davet mektubu yazan,
Anavatan Partisinden Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olan arkadaşımız,
şu anda, AK Partiden Samsun Büyükşehir Belediye Başkanımızdır. Doğrudur; o
dönemde, bahsettiği kaygılarla olsa gerek, etkilerle olsa gerek, bir davet
mektubu yazmıştır ve aslında, yetkisi ve sorumluluk alanında olmamakla birlikte
yazmıştır; fakat, ne yazık ki, karar mercileri, böyle bir davet mektubuyla
oraya mobil santralın konuşlandırılmasına karar alma yetkileri yokken, almıştır.
O günkü siyasî bakış, o partinin bakış açısı burada sorgulanabilir; ama, bugün,
Yusuf Ziya Yılmaz, bizim Belediye Başkanımızdır ve bugünkü uygulamalarında,
icraatlarında, AK Partinin yerel yönetimlerde hizmet anlayışını en etkin ve en
yetkin bir şekilde, Samsun'da uygulama noktasında büyük gayret sarf etmektedir.
Ben, kendilerine buradan başarılar diliyorum.
Değerli arkadaşlar, mobil santral konusu -önerge sahibi
olarak konuşurken Haluk Bey, Samsun'la ilgili bölümde detaylar, bilgiler verdi,
ama- Türkiye'nin gündemine, 1998 yılında, Bakanlar Kurulunun aldığı bir kararla
birlikte geliyor. Ben, birazcık o sürece değinmek istiyorum. Gerekçelerini
burada saymak istemiyorum; ama, gelecekte enerji sıkıntısı varsayılacağı, o
günkü kamu yatırımlarıyla inşa edilmekte olan enerji santralları ve enerji
üretimini artırabilecek projelere yeterli finansman olmadığı, kısa sürede
devreye sokulabilirliği, kira yöntemiyle mobil santralların devreye sokulması
karar altına alınmış ve bu şekilde, mobil santralların Türkiye'de yapımına
başlanılmıştır.
Daha sonra, bu gerekçelerin, bu amaçların yerine
varmadığı, aslında enerji açığını kapatacak şekilde değil, tam tersi, olumsuz
anlamda enerji fazlalığına sebebiyet veren, üstelik satın alınması süreci
içerisinde de reel değerin çok çok üzerinde bir enerji maliyeti noktasında
Türkiye'yi kamu zararına uğratan -ve bugüne geldiğimizde de görüyoruz ki, diğer
elektrik üretim projelerinin devreye tam sokulmasıyla, onlarla Türkiye'nin
enerji ihtiyacı karşılanmış, ama- bu santrallar, şu anda -mesela Samsun'da
çalışmıyor- çalıştırılmıyor ve bunlardan elektrik alınmamış oluyor. Yine,
bilmenizde fayda var. Evet, çalıştırılmıyor; ama, sözleşmelerdeki yükümlülükler
gereği buralara tazminatlar ödenmeye devam ediliyor.
Mobil santralların kurulması dört aşama katetmiş
Türkiye'de. 1998 yılında ilk, birinci grupta yapılan mobil santrallar 4 adet.
Bunların tamamının, toplamının kapasitesi 95 megavat; yani, 3 tane 20 megavat,
1 tane 35 megavat üzere kurulmuş. Daha sonra ikinci bir posta... Bu santralların
kilovat/saatinin, enerji satın alma bedeli ise 11,11 sent.
Değerli arkadaşlar, ikinci grupta 4 adet daha devreye
sokuluyor. Bunların da toplam gücü, 4 adedinin toplam gücü 85 megavat olarak
gerçekleşiyor ve bu santralların ihalede enerjisini satın alma miktarı ise 6,55
sent. Ondan sonra üçüncü grup bir mobil santral yapımı karar altına alınıyor. 4
tane mobil santralın toplam gücü 100 megavat ve bunların elektrik alış fiyatı,
kilovat/saati 6,51 sent ve yine, ondan sonra, bugün, Samsun'da da konu olan mobil
santrallar grubu, dördüncü grup devreye giriyor. Bunlar 5 adet. Buraya
dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunların 1 tanesinin kurulu gücü 100 megavat,
tamamı 500 megavat; yani, son gruptan önceki üç grupta toplam kurulu bulunan
mobil santralların 260 megavat civarında kurulu gücü var. Dördüncü grupta
-Samsun'da 2 tanesi, 3 tanesi de başka yerlerde olmak üzere- toplam güç 500
megavat. Yani, buradan şöyle anlaşılıyor: Demek ki, mobil santrallar, iyi iş
yapmış. Sonunda, dördüncü grupta 5 tane çıkarılıyor; ondan önce kurulanların 2
katı ve kilovat/saat elektrik alış fiyatı 5,5 sent.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; tabiî, bu süreçler
yaşandıktan sonra, konu Samsun'daki mobil santrallar olduğu için, ben, o
safhaya gelmek istiyorum. Samsun'a şu anda konumuz olan mobil santralların
kuruluşu, sözleşmesi, başlangıçta Samsun'da yapılmak üzere değildi. Bunların
yapımına karar alındığında, Fethiye, Dalaman, Bartın, Cide'de yapımı karar
altına alınan 2 tane mobil santralın, ne yazık ki -o dönemin hükümetinin, o
günkü siyasîlerin sorumluluğunda alınan bu karar- oradaki bölge halkının yoğun
tepkisi neticesinde, oralara kurulması mümkün hale gelmiyor. Ondan sonra, firma
yetkilileri ve bu kararı alanlar, yer aramaya başlıyorlar. O çerçevede, o zaman
dilimi içerisinde, firma sahiplerinin yaptığı görüşmeler, belki de, siyasîlerin
etkisiyle birlikte, o dönem Samsun'da Büyükşehir Belediye Başkanı olan Sayın
Yusuf Ziya Yılmaz'ın bir talep yazısı EÜAŞ Genel Müdürlüğüne iletiliyor ve etki
ve yetki alanında olmamasına rağmen, bu yazı neticesinde, EÜAŞ Yönetim Kurulu
bunun Samsun'a yapılabileceği noktasında bir yönetim kararı alıyor ve bu karar
neticesinde, bu mobil santralların Samsun'a yerleştirilmesi süreci hızlı bir
şekilde gerçekleşiyor. Özelleştirme kapsamında olan Karadeniz Bakıra ait bir
arsanın bir bölümü bu firmaya ayrılarak satılıyor, hızlı bir şekilde imar
çalışmaları yapılıyor ve fiilî olarak inşaatına başlanıldıktan sonra Samsun
halkının haberi oluyor. Burası da dikkat çekicidir.
Tabiî, bu mobil santralın yapılma sürecinden önce,
santralların yapılabilmesi için belli yönetmeliklerde bazı değişiklikler
yaparak, o günkü siyasî irade, bunların önünü açıyor. Bu yönetmelikler, Gayri
Sıhhî Müesseseler Yönetmeliği ve Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği, Su
Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ve Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliğine
geçici maddeler ilave edilerek, bu yönetmeliklerde, o maddelerin kapsamı
içerisinde, 31.12.2002 tarihine kadar muafiyetleri sağlanıyor ve önleri
açılıyor. O da yetmiyor, yine, İmar Planı Yapılması ve Değişikliklerine Ait
Esaslara Dair Yönetmeliğe de ilave yapılarak, bu santralların yerleşecek olduğu
yerlerin imar planlarının onbeş gün içerisinde neticelendirilmesi ve ruhsata
müracaat edildiğinde de, onbeş gün içerisinde ruhsat verilmesi zorunluluğu
getiriliyor. Yani, mobil santralların Türkiye'de çeşitli yerlerde
konuşlandırılması için, siyasetin baskısıyla, icraatıyla bütün siyasî, hukukî
önlemler alınmış oluyor ve bu çerçevede, Samsun'a kurulmaya başlanıldığında,
Samsun'da büyük bir tepki oluşuyor. O tepkiyi iyi anlamak lazım. Neden; çünkü,
Samsun'u iyi bilmek lazım. Ben inanıyorum ki, Samsun'u gözümüzün önüne
getirdiğimizde karşılaşacak olduğumuz manzara çok ibret verici bir manzaradır
değerli arkadaşlar; çünkü, Samsun -Sayın Koç da bahsetti- Türkiye'nin en önemli
tarımsal ve hayvansal üretim merkezi; 1 300 000 nüfusu olan bir kent. Samsun,
tarım ve hayvancığın yoğun olduğu bir kentimiz. Bu kentin Çarşamba ve Bafra
Ovalarında, ülkemizin neredeyse yarı ihtiyacını karşılayabilecek üretim
yapılmakta. Türkiye'nin Çukurova'dan sonra ikinci üretim havzası. Bitki örtüsü
yönünden oldukça zengin olan Samsunumuz, ormanların bolluğu yanında bağ, bahçe,
çayır ve ekili alanlarla doludur.
Değerli arkadaşlar, Samsun, kuş türleri yönünden
Türkiye'nin en zengin kenti. 250 cins kuş barındıran gölleri, havzaları var.
Kızılırmak ve Yeşilırmak’ın Karadenize döküldüğü deltalarda yer alan
Samsunumuzun yüzde 47'sini tarım alanı oluşturmakta, yüzde 40'ını orman alanı
oluşturmakta, yüzde 5'ini ise çayır ve mera alanları oluşturmaktadır. Buraya da
dikkatinizi çekmek istiyorum. Samsun yalnızca yüzde 8'i tarımdışı alan olan bir
kent. Yemyeşil ovalarla, Terme'den tutun, taa Yakakent'e kadar, tamamen bir
üretim havzasıdır. Yukarıya çıktığımızda Kavak, Havza, Vezirköprü, Ladik,
Asarcık çevresi tamamen tarımsal üretim alanlarıdır.
Değerli arkadaşlar, Samsun'da üretilen başlıca
sebzelerin miktarlarını, size fikir vermesi açısından beyan etmek istiyorum:
Samsun'da yılda 400 000 ton domates üretiliyor, 190 000 ton biber, 127 000 ton
lahana, 112 000 ton salatalık, 120 000 ton karpuz üretiliyor ve bölgede,
yaklaşık 640 000 dekar fındık bahçesi, 430 000 şeftali ağacı, 340 000 elma
ağacı, 210 000 armut ağacı bulunmaktadır. Bu sayıları duyduğumuzda anlıyoruz
ki, Samsun, sebze ve meyvecilik yönünden çok büyük potansiyele ve üretime sahip
olan bir kent. Yetmiyor; bunun yanında, çeltik, şekerpancarı, mevsimlik
sebzelere, fasulyeye varana kadar her türlü üretimin yapıldığı bir kent. Günde
1 000 ton fuel-oil işleyecek, 100+100=200 MW gücünde iki santralın, yan yana,
Çarşamba Ovasının hemen önünde, Samsun'a kurulmasını kamuoyu öğrendiğinde,
nasıl bir etki yaratmış olabileceğini pekâlâ değerlendirebiliriz.
Değerli arkadaşlar, bir konuyu daha belirtmekte fayda
görüyorum. Ayrıca, mobil santralların
konuşlandığı yerin hemen yanında bulunan Karadeniz Bakır İşletmeleri,
Azot Fabrikası gibi çeşitli kirliliğe sebebiyet veren, özellikle kükürtdioksit
kirliliğine sebebiyet veren iki büyük tesisi, diğer sanayi kuruluşlarını ve
vatandaşın ısınma amacıyla yaktığı diğer yakıtları da gözönüne aldığımızda,
yapılan ölçümlerden de pekâlâ biliyoruz ki, bütün bu potansiyeline ve özelliklerine
rağmen, çevre ve insan sağlığına en fazla dikkat edilmesi gereken bu kentte,
zaten mobil santral kurulmadan kirlilik sınırları üst düzeyde olan, Türkiye'nin
en kirli iki ilinden biri olan bu şehirde, Samsun'da, bu mobil santralın
yapımına başlanıyor. Bugün araştırma konumuz olan mobil santrallarımızın Meclis
gündemine gelmesindeki esas neden, bu şekilde yapılması değil; ama, yapılmasında
siyasî iradenin ve sorumluların yaptığı teknik hatalar, eksikliklerdir.
Değerli arkadaşlar, Samsun, bu kadar da değil; bizim
Samsun, barajlar bölgesi. Samsun İli sınırlarımızda, Bafra'da Altınkaya,
Derbent Barajları, Ayvacık İlçesi sınırlarında Hasan Uğurlu ve Suat Uğurlu
Barajları, Kavak İlçesinde İl Güven Barajı, Kozansıkı Göleti, Divanbaşı Göleti,
merkezde Ondokuzmayıs Göleti ve en önemlisi, Çarşamba'daki, Samsun ve
havalisinin içmesuyunun temin edildiği Çakmak Barajı.
Samsun'daki gölleri sayıyorum: Bafra'da, Karaboğaz
Gölü, Balık Gölü, Dutdibi Gölü, Liman Gölü, Hayırlı Göl, İncegöl, Çernek Gölü,
Gıcı Gölü; Çarşamba'da Dumanlı Göl, Akarcık Gölü, Akmaz Göl, Kocagöl, Körırmak
Gölü, Sazlık Gölü, Çilme Gölleri ve hele, bunlara bir de Ladik Gölünü eklersek,
Samsun, ayrıca, barajlar ve göller şehridir.
Değerli arkadaşlar, Balık Gölü, Liman Gölü ve Karaboğaz
Gölü, ender çeşitliliğe sahip kuşların yaşadığı bölgedir. Bu kuşların 50'ye
yakın cinsi, bu göllerde kuluçkaya yatmakta ve üremektedir.
Değerli arkadaşlar, Samsun'da, mobil santralın hemen
yanında, bir göl ormanımız vardır. Tekkeköy İlçesinde, 120 hektarlık bir alana
sahip olan bu göl, deniz seviyesindedir ve subasar ormanlarındandır, üzerinde
yok olma tehlikesinde olan ağaç türleri barındırmaktadır ve bu nedenle de,
türleme ve dünya literatürüne geçmiştir; dünya çapında, eşsiz ve tehlikeye
maruz, bir alüvyal orman ekosistemi olarak yer almaktadır. Yani, böyle bir
Samsun'a bu mobil santralların yapılması karar altına alınmıştır!
Değerli arkadaşlar, mobil santralların yapımı
zamanında, Sayın İmdat Sütlüoğlu Çevre Bakanı iken, kendisiyle oraya bir
ziyarette bulunduk. Mobil santralda sözleşme gereği ölçümleri yapan, daha önce
mevcut ölçümleri yapmış olan yetkili bir üniversite hocamızdan aldığımız
brifingde, mobil santrallar kurulmadan önce yapılan ölçümlerde mevcut
kirliliğin üst sınırlarda olduğuna dair grafikler bize iletilmiştir, dosyası da
mevcuttur. Yetmiyor, ayrıca, bölgede ciddî anlamda bir metalik kirlenmenin var
olduğu da o günkü kayıtlarda mevcuttur.
Bütün bunlara rağmen, mobil santral yapımı
gerçekleşiyor. Nitekim, seçimlerden sonra, Sayın Haluk Koç'un da bahsettiği
gibi, biz de Samsun Milletvekilleri olarak, Samsun kamuoyunun haklı tepkisini
çeşitli önergelerle dile getirdik. Bugün, önergeler doğrultusunda kurulan
araştırma komisyonu raporu bizlerin ellerinde, onları değerlendiriyoruz. Bu
raporlardan da anlıyoruz ki, Samsun'a bu mobil santralın kurulması için hiçbir
teknik ve çevre etki araştırması yapılmamıştır. Tamamen, sanki, firmalara bir
şey ödeniyormuş gibi... O zaman, Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya
Yılmaz Bey bir yazı yazıyor, bir firmaya ilişkin olanını davet ediyor; ama,
siz, iyi ki, bir tane davet ettiniz, al bizden size iki tane deyip, 100+100=
200 MW gücünde olan santral, yan, bitişik iki parselde, orada
konuşlandırılıyor, yerleştiriliyor. Ayrıca, mevcut yönetmeliklere de
baktığımızda, onlar iki ayrı firmaya ait olmakla birlikte -halbuki tek firmaya
ait olsaydı, 200 MW'ın bir yerde kurulması mümkün olmamakla birlikte- böylece,
hukuka, yönetmeliklere karşı da bir hile yapılmış oluyor.
Değerli arkadaşlar, daha sonra, bu enerji
politikalarıyla birlikte, Samsun bu sıkıntıya sokulmuşken, mobil santrallar
yapılmışken, mobil santrallar, için gerekçe olarak ileri sürülen 2001 yılında
enerji krizi olacağı savı, ne yazık ki, doğru çıkmamıştır. Bu konuda, Devlet
Planlama Teşkilatı, biri 30 Haziran 1999, daha sonra da 11 Ekim 1999 tarihinde
olmak üzere, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına iki uyarı yazısı yazmıştır.
Bu yazılarda özellikle dikkat çeken husus şudur: Siz öylesine imtiyazlar
veriyorsunuz ki, bu imtiyazlar sonucunda Türkiye, önümüzdeki on yıl içerisinde
enerji fazlasıyla karşılaşacaktır; bu fazlalık, alım garantisi neticesinde
oluşmaktadır. Yüksek fiyat garantileriyle, kamu, büyük zararlara uğratılmıştır.
Neticede, o dönemlerde, Samsun'da kurulu Hasan Uğurlu,
Suat Uğurlu, Altınkaya, Derbent Hidroelektrik Santrallarının üretimleri
düşürülmeye başlanmış, daha sonra da, santralların üretimleri tamamen
durdurulmuştur. Bu politikalar neticesinde, çok az ödemelerle tamamlanabilecek
çeşitli hidroelektrik santrallar devreye sokulmayarak kamu zararına sebebiyet
verilmiş; ayrıca, yüksek fiyatla satılmak zorunda kalınan enerjiyle,
sanayicimizin uluslararası rekabet gücünün zayıf düşürülmesine de neden
olunmuştur.
Değerli arkadaşlar, yine, enerji politikaları açısından
bir değerlendirme yapacak olursak, özel kesim projelerine ağırlık verildiği bu
dönemde, Devlet Denetleme Kurulu raporunda bu konuyla alakalı şöyle bir ifade
yer alıyor: "Enerji planlamasında kullanılan arz-talep tahmin modelleri,
doğru olmayan verilerle, doğalgaz santralları lehine yanıltılmış, üretim
değerleri bakımından gerçek ihtiyacın üzerinde sonuçlar elde edilmiştir."
Bu ibare, mobil santralların yapımının karar altına alınmasında, bilinçli bir
değerlendirme, bilinçli bir çalışma yapıldığını da çok açık bir şekilde
göstermektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Demir, 1 dakikalık eksüre içerisinde
konuşmanızı tamamlar mısınız.
MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Değerli arkadaşlar, Samsun bu
konuda çok fazla mustariptir; ama, biz İktidara geldikten hemen sonra, bu konu
üzerinde çalışmalar yapıldı. Bakanlığımızın yaptığı çalışmalar neticesinde,
eldeki mevcut ucuz enerji kaynakları hızla harekete geçirilip, mobil
santrallardan enerji alım ihtiyacı azaltıldı; dolayısıyla, Bakanlığımız,
üretimi ilkönce yüzde 10'a, daha sonra yüzde 5'e düşürdü. Bildiğiniz gibi,
Samsun Barosunun açtığı dava neticesinde yürütmeyi durdurma kararı alınmasıyla
birlikte, santralların üretimi tamamen durdurulmuştur.
Çok önemli bir konu -Sayın Koç da bahsetti- bu
santralların 1 tanesine ayda 1 200 000 dolar -2 tanesine 2 400 000 dolar- olmak
üzere, 2 tanesine yılda 25 000 000 doların üzerinde ödeme yapılıyor. Bunun
sorumluları mutlaka araştırılmalı ve mutlaka hesap vermelidirler.
Bu para, eğer Samsun'a kaynak olarak aktarılmış
olsaydı, yılda yaklaşık 40 trilyon lira, beş yılda 200 trilyon lira gibi bir
meblağ ediyor, yalnızca Samsun'daki mobil santral. Bugün, burada, sadece
Samsun'daki mobil santrallar gündemimizde; ama, daha önceki okuduğum ifadelerde
de görüldüğü gibi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Demir, sözlerinizi tamamlarsanız...
Şahsınız adına da söz talebiniz var, ayrıca o süreyi de kullanacaksınız; lütfen
sözlerinizi tamamlar mısınız.
MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Sayın Başkan teşekkür
ediyorum, bitiriyorum.
...11, 11 sentten alımlar başlıyor, 5,5 sente kadar
düşüyor. Tüm mobil santrallarda da aynı durumun söz konusu olduğu
kanaatindeyiz; ama, Samsun'un en önemli problemi, Türkiye'de eğer mobil santral
kurulmaması gereken bir yer var dediğinizde, aklınıza ilk gelecek olan yer
Samsun'dur ve bu mobil santral Samsun'da kuruldu.
Ben inanıyorum ki, biz AK Parti Grubu olarak bu işin
takipçisi olacağız, bunun sorumlularıyla ilgili olarak yapılması gereken
işlemleri yapacağız ve bunun bilinmesini arzu ediyoruz. İnanıyorum -Sayın Koç
da bahsetti- bu konuya sayın muhalefetin de katkısı olacaktır. AK Parti Grubu
adına almış olduğum sözü şu anda tamamlamış bulunuyorum; bir iki noktayı daha
açıklığa kavuşturmak için, tekrar, şahsım adına söz alacağım.
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Demir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Samsun
Milletvekili Sayın Sezai Önder; buyurun.
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA İLYAS SEZAİ ÖNDER (Samsun) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Samsun'da kurulmuş bulunan, aynı ekosistem
içindeki 100+100 megavat, yani 200 megavat gücündeki mobil santralların ihale
ve yer seçim süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin
araştırılması amacıyla kurulmuş bulunan (10/29,31) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonunun çalışmaları sonucunda tanzim ettiği rapor konusunda
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi,
şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, 1998 yılında başlayan süreç
içerisinde, Türkiye, yanlış enerji politikaları takip etmiş ve kamu finansman
zorluğu gerekçe gösterilerek, çeşitli modellerle, yap-işlet-devret, yap-işlet,
kiralama gibi yöntemlerle, özel sektörden enerji üretimi sağlanmaya
çalışılmıştır; ancak, özel sektör tarafından üretilen ve üstlenilen
yatırımların planlı bir şekilde yürütülememesi nedeniyle, zaman zaman enerji
açığı, zaman zaman da enerji fazlası oluşmuştur. Enerji fazlası oluşunca,
devlet, çok daha ucuza ürettiği enerji kaynaklarını, hidroelektrik ve termik
santralların üretimlerini, önce başlatmış, daha sonra da durdurmuştur. Tabiî,
bu da, büyük ölçüde kamusal zarara sebep olmuştur. Bu husus, Devlet Denetleme
Kurulu raporlarında da açıkça belirtilmektedir. Arz-talep dengesi sağlanamamış
ve ifade ettiğim gibi, gereksiz yere birçok devlet zararı oluştuğu gibi,
meskenlerde ve sanayide pahalı elektrik kullanımından dolayı da, özellikle dış
piyasalarda rekabet gücümüz büyük ölçüde kaybolmuştur.
Değerli arkadaşlarım, bu politikanın devamı Samsun'da
da etkisini göstermiş, biraz evvel Sayın Demir'in bahsettiği gibi, Samsun'da
kurulu Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu, Altınkaya ve Derbent Hidroelektrik
Santrallarında enerji üretimi bu nedenle evvela düşürülmüş, daha sonra da
santralların faaliyetleri tamamen durdurulmuştur. Ayrıca, Boyabat Hidroelektrik
Santralı gibi çok az bir yatırımla tamamlanıp üretime geçirilebilecek
santrallar da işletmeye alınmamıştır. Bu da, ifade ettiğim gibi, büyük bir
kamusal zarara sebep olmuştur.
Enerji politikalarından oluşan zararı hepiniz
biliyorsunuz. Bu politikanın devamı mahiyetinde çıkarılan bir Bakanlar Kurulu
kararıyla, fuel-oil ile çalışan mobil santrallar kurulması gündeme gelmiş ve bu
cümleden olarak, Bartın-Cide hattında ve Fethiye-Dalaman'da 100'er megavat
gücünde mobil santrallar kurulması TEAŞ Yönetim Kurulunca planlanmıştır.
Planlama gereği ihaleler yapılmış, Bartın-Cide hattında
kurulacak 100 megavat gücündeki santralı Cengiz İnşaat Elektrik Anonim Şirketi
üstlenmiş, Fethiye-Dalaman'da kurulacak santral inşaatını ise AKSA Enerji
Şirketi üstlenmiştir ve 26.1.2001 tarihinde sözleşmeler imzalanmıştır. Ancak,
bu yörelerde oluşan yoğun kamuoyu tepkisi, vilayetin, özel idarelerin, sivil
toplum kuruluşlarının, halkın hep birlikte hareket etmesi sonucu oluşan büyük
tepkiden dolayı, yerleri satın alınmış olunmasına ve sözleşmeler de imzalanmış
olunmasına rağmen, ne Bartın-Cide'de ne de Fethiye-Dalaman'daki santralların
inşaatına başlanılabilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer milletvekilleri;
tabiî, bu arada, bu ihaleler yapılırken, konuyla ilgili yönetmeliklerde
değişiklikler yapılmış, ayrıca, ÇED Yönetmeliğine eklenen 6 ncı maddeyle de
"mobil santrallar ve bu santralların enterkonnekte şebekeye bağlantısını
sağlayacak enerji iletim hatları, santrallarda kullanılacak petrol,
petrokimyasal veya kimyasal ürün depoları ile limanlar, iskeleler ve rıhtımlara
ilişkin faaliyetlerde bu yönetmelik hükümleri 31.12.2002 tarihine kadar
uygulanamaz" denilmiştir.
Bu geçici maddenin manası açıktır. Bakanlar Kurulu,
çıkardığı yönetmelik değişikliğiyle; siz, ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesine
tabi olmayın, diğer yönetmelik hükümlerine tabi olmayın; gidin, santralı kurun,
kurulduktan sonra nasıl olsa o santralları hiç kimse yıkamaz demektedir.
Samsun'daki olay da aynen böyle cereyan etmiştir sayın milletvekilleri.
İfade ettiğim gibi, Bartın-Cide ve Fethiye-Dalaman
hattında kurulamayan bu santrallar, dokuz ay beklemede kalmıştır; sözleşmeleri
imzalanmasına, yerleri temin edilmiş olmasına rağmen, dokuz ay beklemede
kalmıştır; ancak, bu arada garip bir olay olmuş, kendisinden hiç kimse
istemediği halde, kendi görevi olmadığı halde, büyükşehir hudutları içinde
böyle bir yer de bulunmadığı halde, her nereden böyle bir fikir aklına
gelmişse, Sayın Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı -o zaman ANAP'tan seçilmiş
Büyükşehir Belediye Başkanı- TEAŞ Genel Müdürlüğüne 31.5.2001 tarihli bir yazı
yazmıştır.
Değerli arkadaşlarım, seçilmiş bir insanın, kendisini
seçen halka olan sorumluluk bilincini göstermesi yönünden, bu yazıyı ayrıca
okumanızı ve dikkatle dinlemenizi rica ediyorum.
Yalnız, o arada bir ekbilgi vermem gerekiyor;
Bartın-Cide ve Fethiye-Dalaman'da santrallar kurulamadığı için, TEAŞ Yönetim
Kurulu toplanıp, bu projeden vazgeçme aşamasına geliyor, vazgeçmek üzereler ve
bu da, bu yazıda zaten belirtiliyor. Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımız şöyle
diyor:
"TEAŞ Genel Müdürlüğüne
Ankara
Bartın'da kurulması planlanan ve -dikkatinizi çekerim-
daha sonra çeşitli sorunlar nedeniyle kurulmasından vazgeçilen -yani, bu
projenin uygulanmasından vazgeçildiğini Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı
biliyor ve devam ediyor- 100 megavatlık fuel-oil santralının Samsun'a kurulması
konusunda Büyükşehir Belediye Başkanlığı olarak her türlü katkıyı vermeye,
kuruluş yerinin sorunlarını çözmeye hazır olduğumuzu bildirir, saygılar
sunarım."
Tabiî, TEAŞ Yönetim Kurulu da, siyasî baskılar
nedeniyle, o zamanki hükümetin tutumu nedeniyle bir yer arıyor. Biraz evvel
Giresun eski Belediye Başkanımız, Giresun Milletvekilimiz Sayın Mehmet Işık
bana oturduğu yerden "bu santral Giresun'a da getirilmek istendi de biz
kabul etmedik" dedi. Yani, Türkiye'nin birçok yerine kurulmak istenilen bu
santral, Büyükşehir Belediye Başkanının bu davet yazısıyla, Samsun'a getirilme
yolunda bir merhale katediyor.
Yalnız bu arada garip bir şey daha oluyor; esasında
Büyükşehir Belediye Başkanının yazısı sadece Bartın santralıyla ilgili iken,
onun araladığı kapıdan, Fethiye-Dalaman'da kurulacak santral da Samsun'a anında
getirilip yerleştiriliyor. Tabiî, ondan sonra, yüklenicilerin siyasî gücü
-tahmin ediyorum- çok yüksek olduğu için, Karadeniz Bakır İşletmelerine ait 3
parsel hemen ifraz ediliyor, onlar, bu şahıslara, yüklenicilere satılıyor ve
santrallar, bir korku abidesi gibi, Samsun'un o bölgesinde yükselmeye başlıyor.
Değerli arkadaşlarım, bu santralların ismi mobil
santral. Mobil santrallar için "eğer, elektrik enerjisi, tabiî afetler
sonucunda bir bölgeye verilemiyorsa veya terör gibi olgular nedeniyle bir
bölgeye verilemiyorsa, acil ihtiyacı çözmek üzere ve yüzer-gezer nitelikte
olmak üzere, belirli bölgelere bu santrallar kurulabilir" deniliyor.
Bu santrallar, ikiz kardeş gibi -100 + 100 megavat,
yani, 200 megavat gücünde- Samsun'a getirildi, konuşlandırıldı, inşaatları da
süratle bitirildi. Biraz evvel bahsettiğim ve 31.12.2002 tarihine kadar ÇED
Yönetmeliğinin 23 üncü maddesini yürürlükten kaldıran Bakanlar Kurulu kararı da
bu santrallar için gündeme getirilmiş olsa gerek; çünkü, inşaatların süresi
31.12.2002'de bitiyor, orada, ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesinin geçici
olarak askıya alınmasının süresi de 31.12.2002'de bitiyor.
Getirildi, Samsun'a kuruldu. Bu santrallar nedir? Biz,
komisyon olarak iki kere gittik, santrallarda inceleme yaptık. Birinci
gidişimizde, bize "bunların 2 ünitesi çalışıyor, yüzde 10 kapasiteyle
çalışıyor. Bunların 7 ünitesinin birden çalışması için de bize beş günlük bir
süre lazım" denildi. Biz de, o zaman "tekrar gelelim" dedik,
komisyon olarak ikinci defa buraya gittik.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, ben, bunu, firmaların gücü
olarak görüyorum. İkinci kez gittiğimizde, hemen yanında bulunan, Karadeniz
Bakır İşletmelerine ve TÜGSAŞ'a ait fabrikalar susmuştu; çünkü, mevcut
kirlilik, bu santralların da tam kapasiteyle çalışması halinde inzimam olacak
kirlilikle yüksek boyutlara varacağı için, gizli bir el -ben halen çözemedim,
arkadaşlarım da çözemedi, Komisyon Başkanı Sayın Cemal Yılmaz Demir de çözemedi
ama- o gün, o iki fabrikanın çalışmasını engelledi ve biz, hava kirliliğini,
sadece mobil santrallar yönünden inceleme fırsatı bulduk.
Değerli arkadaşlarım, dediğim gibi, bu santrallar, çok
katlı yapılardan oluşmakta ve ayrıca -dikkatlerinize sunuyorum- her iki
santralın günde yakacağı 1 000 ton 6 numaralı fuel-oil; 1 000 ton... Yani, bu
santrallar, tam kapasiteli çalıştıkları zaman, günde 100 tanker 6 numaralı
fuel-oil yakacak.
Şimdi, düşünün, nasıl bir sistem kurarsanız kurun
-Kırıkkale Milletvekilimiz Sayın Murat Beyin dediği gibi- bunun önlemini almak
mümkün değil; burası, Samsun'a bir felaket saçacaktır.
Değerli arkadaşlarım -Sayın Mustafa Demir bahsetti- Hz.
Allah'ın Samsun'a bir lütfu var. Doğu Karadenizden denize paralel olarak devam
eden dağlar, Samsun'a geldiğinde, bir yarım ay gibi geriye çekilmekte ve Samsun
hudutlarını terk ettikten sonra, yine, kıyıya paralel olarak, dik olarak devam
etmektedir. Yarım ay içerisindeki bu bölgede, Samsun ve Türkiye'nin şansı olan,
Yeşilırmak ve Kızılırmak Ovaları bulunmaktadır.
Şimdi, ben, burada, Samsun'un başına açılan bir
felaketle ilgili olarak konuşuyorum ve bir Samsun Milletvekili olarak, böyle
bir konuyla ilgili olarak konuşmaktan üzüntü duyuyorum.
Değerli arkadaşlarım, biz, yıllardan beri, Yeşilırmak
ve Kızılırmak'ın meydana getirdiği Çarşamba ve Bafra Ovalarının sulama
kanallarına yılda 1,5-2 trilyon lira gibi çok komik ödenekler ayırabiliyoruz;
tahmin ediyorum, bu senede ikisinin toplam ödeneği 3-4 trilyon lira.
Değerli arkadaşlarım, Samsun'un kurtuluşu, o projenin
uygulanışında. Samsun, bugün, işsizlik oranının en yüksek olduğu bir ilimiz;
devlet yatırımından nasibini almayan, ama, böyle zehir saçan santralların
kurulduğu bir ilimiz; çok güzel ve güzide bir ilimiz. Biz isterdik ki,
düşünürdük ki, o sulama kanallarını bir an evvel faaliyete geçirelim ve
Samsun'un kurtuluşu olan tarıma dayalı sanayii de bir an evvel Samsun'da
gerçekleştirelim.
Biz bunu yapamıyoruz, ödenek bulamıyoruz, devletimizin
kıt imkânları buna ödenek ayırmaya yetmiyor. Ne yapalım; ondan sonra soğukhava
depoları kuralım, ayrıca, uluslararası bir şekilde olan Samsun Havaalanına
kargo ünitesi kuralım ki, bu ürünlerimizi soğukhava depolarından alıp ihraç
edebilelim. Biz bunları düşünürken, Samsun milletvekili arkadaşlarımızla
bunları planlarken, bugün, maalesef üzülerek ifade ediyorum, bu santralı
konuşmak durumunda kalıyoruz. Bu bana üzüntü veriyor.
Değerli arkadaşlarım, konu hakkında çok konuşmak
mümkün; ama, ben, şunu ifade etmek istiyorum: Bu santrallar Samsun'da kaldığı
müddetçe, Samsun halkının huzur duyması mümkün değil. Neden diyeceksiniz; biz,
komisyonda inceledik ve uzmanlara sorduk. Değerli arkadaşlarım, şimdi size en
basit bir şeyini söyleyeyim: Samsun'da, bu santrallara 5 kilometre mesafede,
Samsun İlinin içmesuyunu temin eden arıtma tesisleri var, Aşağıçinik'te arıtma
tesisleri var ve bu santralla arasında da 5 kilometre mesafe var; o arıtma
tesisinin açıkta olan dinlendirme havuzları var. Ben Sağlık Bakanlığı Kanserle
Savaş Dairesi Başkanı Sayın Murat Tuncer'e bu soruyu sordum. Deniliyor ki:
"Bu fuel- oilin yanması sonucunda kükürtdioksit oluşur; o ne kadar absorbe
edilmeye çalışılırsa çalışılsın, bir bölümü havaya karışır, havada bir nem
bulutuyla karşılaştığında sülfürikasit olarak yere yağar ve o sülfürikasit yağmurları
da, ters bir rüzgârla gidip, Samsun'a içmesuyu temin eden o havuzların üzerine
konabilir."
Dediğim gibi, ben bunu Sayın Tuncer'e sordum: Bunun
toplu ölümlere sebep olması mümkün müdür dedim. "Evet, mümkündür; başka;
kronik akciğer hastalıklarına, göğüs hastalıklarına sebep olması
mümkündür" dedi.
Değerli arkadaşlarım, sürem bitiyor. Esasında, bu
konuda çok daha fazla konuşmak isterdim. Yalnız, komisyon yaptığı çalışmalar
sonucunda şu kanaate varmıştır; 25-30 madde civarında alınması gereken önlemleri
tespit etmiştir. Yani, alınması gereken önlemlerin çokluğu dahi, bu santralın
nasıl bir felaket olduğunu göstermeye yeter diye düşünüyorum.
Yalnız, bu arada, bu işte birinci derecede sorumlu
olduğunu düşündüğüm Sayın Büyükşehir Belediye Başkanının kendisini tebrik
ediyorum; ANAP'tan AKP'ye geçmiştir, tekrar seçilmiştir; kendisini kutluyorum.
Demokrasiye inanan bir insan olarak kutlamamız lazım.
Eğer "Büyükşehir Belediye Başkanımız bu
santralları Samsun halkının başına bela ettikten sonra şu anda ne yapıyor"
diye sorarsanız, şimdilerde, beş yıldır birlikte çalıştığı daire başkanlarına,
mimarlara...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Önder.
İLYAS SEZAİ ÖNDER (Devamla) - ...mühendislere,
Samsun'un bir Yılanlıdere çöp istasyonu vardır, orada, insan haysiyetine,
onuruna yakışmayacak bir şekilde görev vermiş, açıkta onları dolaştırıyor ve
belediyeden de onlara aylık maaş veriyor; belediyenin birimlerinde Cumhuriyet
Halk Partisine oy verdiklerinden şüphelendiği insanları, uzman işçileri
birimlerden alıp asfalt yamama işine gönderiyor.
Ben, bu arada, Sayın İçişleri Bakanıma da bir sitemde
bulunmak istiyorum: Bu konuda 28 Nisanda verdiğim yazılı soru önergeme, hâlâ,
bugüne kadar bir cevap alamadım. Yani, bu Büyükşehir Belediye Başkanının bu
kadar koruma altında olmasını da, değerli arkadaşlarım, doğrusu, anlamış
değilim.
Biz, yaptığımız inceleme sonucunda, Büyükşehir Belediye
Başkanının bu santralın kurulmasında bir numaralı müsebbip olduğunu tespit
ettik. Ancak, santralın kurulduğu yer, büyükşehir hudutları dışında...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Önder, lütfen, konuşmanızı bağlar
mısınız.
İLYAS SEZAİ ÖNDER (Devamla) - Bağlıyorum Sayın Başkan.
Santralın kurulduğu yer büyükşehir dışında olduğu için,
cezaî sorumluluğu cihetine gitmedik. Ancak, yaptıkları işlemlerle büyük kamusal
zarar verdikleri açıkça görülen, dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanları
Sayın Cumhur Ersümer ile Sayın Zeki Çakan'ın, Türk Ceza Kanununun 240 ıncı
maddesine göre yargılanmak üzere, haklarında bir soruşturma komisyonu
kurulmasına, bu dönemde görevli TEAŞ Yönetim Kurulu veya sonraki adıyla EÜAŞ
Yönetim Kurulu üyelerinin de haklarında suç duyurusunda bulunulmasına karar
verdik. Takdir Yüce Heyetinizindir.
Yalnız, ben, bu konuda büyük emek veren, çalışma
sergileyen Samsun'daki sivil toplum kuruluşlarına, Samsun Barosunun eski ve
yeni başkanlarına huzurunuzda teşekkürlerimi sunuyorum, şükranlarımı sunuyorum.
Sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum; sağ olun, var olun. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Önder.
Şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Mustafa Demir;
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Demir, süreniz 10 dakikadır.
MUSTAFA DEMİR (Samsun) - Sayın Baykan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; tekrar, araştırma komisyonu raporu üzerinde şahsım
adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, buradan çok açık anlaşılacağı
şekilde, o günkü siyasî irade -az önceki konuşmamda da Grup adına belirtmiştim-
belli hesaplamalarla ve belli gerekçelerle birlikte Türkiye'nin gündemine mobil
santralları bir şekilde getirdi. Birinci etapta, bahsettiğim gibi, düşük
ölçekli; ama, en son Samsun'da 100 + 100 = 200 megavatlık kurulacak santrallara
gelene kadar bu süreci hep birlikte yaşadık.
Yapılan çalışmalar neticesinde de şu fevkalade
anlaşılıyor ki -bugün de gerçek onu gösteriyor- Türkiye'nin, ne yazık ki, o
mobil santralların ürettiği elektriğe ihtiyacının olmadığı açık bir şekilde
ortaya çıkmış oldu. Çünkü, hükümet, yaptığı uygulamalarla birlikte şu anda o
santralları çalıştırmıyor, sözleşmeden doğan yükümlülüğü gereği, kamuya
yükümlülük altına sokulduğu için, 1 200 000 + 1 200 000, yani iki ayrı santrala
2 500 000 dolara yakın para ödenmeye devam ediliyor. Ama, buradan baktığımda,
bir Samsun Milletvekili olarak şunu bir kere daha dile getirmek istiyorum:
Türkiye'nin, tarım alanı genişliği açısından hemen hemen en optimum, en güzel
kullanılan ve tarıma dayalı bir bölge olduğu için de nüfusunun yüzde 47'si
köylerde yaşayan, geçmiş hükümetlerin uygulamaları ve siyasî krizler
neticesinde, tarım politikasındaki yanlışlıklar neticesinde, şu anda Türkiye'de
yüzde olarak en çok işsizi olan il, Samsun'dur.
O dönemi biz yaşadık, Samsunlu yaşadı. Bütün o çöküntü,
o kriz ortamında Samsunlu, neredeyse hayatından umudu kesecek hale gelmişti. O
santralın ilk çalıştığı dönemlerdeki çıkardığı dumanı ve Samsun'un üzerine
yayılmasını hafızalarımızda şöyle bir canlandıralım; 1 000 ton, yani -Sayın
Önder de bahsetti- 10 tonluk 100 tane tanker -bir günde- veya yaklaşık 15
tonluk 75 tanker dolusu fuel-oilin 365 gün devamlı yandığını farz edelim. Benim
sanayicilik geçmişim var. Bu fuel-oilin ne menem bir şey olduğunu ben çok iyi
bilirim. Yani, teknik düzeyde yüzde 3'e kadar filitrasyonun sağlanabildiği
falan belirtiliyor. Bu hiçbir zaman gerçekleşmez. Eski Bakanımız Sayın İmdat
Bey de gülüyor; çünkü, o zaman birifingi biz santralda almıştık; o bile hayret
etmişti, o zaman hayretini gizleyememişti.
Bir defa, mevcut haliyle mobil santralı oraya hiç
koymasanız, Samsun, acil tedbir alınması gereken bir kent hüviyetinde bütün
kirliliklerde. Tarımsal, ziraî ilaçlar, azot, bakır ve nitekim, yine, orada
belli sanayi tesisleri var. Doğalgaz olmadığı için kullanılan kükürt oranı
yüksek kömürler nedeniyle -bir de kaçak giriyordu o zaman Samsun'a bu petrokok
dediğimiz hadise- Samsun'da, günde, zaten 13-14 ton civarında o gün atmosfere
kükürtdioksit zaten yayılıyordu; bu mobil santralların devreye girmesiyle
birlikte "3-4 ton" deniliyor teknik şartnamelerde, sözleşmelerde;
ama, hiçbir zaman, bu, uygulamada 8-10 tondan aşağı düşmeyebilecek bir
kirlenmeye sebebiyet verecek mahiyetteydi; ama, bu bir netice. Neticede,
raporun getirdiği, teknik ve pratik bilgilerimizin bizi getirdiği nokta bu;
ama, mobil santralların ismi "mobil" yani, gezer, taşınabilen.
Gerekçesi de, dünyada kullanılışı, tabiî afetlerde, çok acil durumlarda, hayatî
önem arz eden konularda yürürlüğe sokulan bir sistem. Hemen devreye
sokulabilen, hemen bırakılabilen, ihtiyaç olduğu yere taşınabilen sistemler ki,
küçük ölçekte enerji üreten, küçük miktarlarda enerji üreten sistemler olarak
kullanılıyor.
Bir defa, burada şunu düzeltmek istiyorum: Samsun'a
yapılanlar mobil santral değil değerli milletvekili arkadaşlar. Samsun'a
yapılan, 100+100 MW, yönetmeliklere ve hukuka da hile yapılarak iki ayrı
firmaymış gibi, borusu tek, yönetim şeması tek; her şeyi tek elden idare
edilen; ama, iki ayrı firmaya ait olan bu mobil santralların ismini şöyle
değiştirmemiz gerekiyor: "Fuel-oil çevirim santralları" ve ne yazık
ki, bu şekilde dizayn edilmiştir ve o günkü, Sayın Önder de okudu, evet,
vazgeçilmek üzere olunan santralların tekrar... Neye bağlıyoruz bunu; o günkü
siyasî iktidarın yukarıdan tavsiyesi, firma sahibinin de Samsun'daki büyük
kulisi neticesinde, belki de zorlamalarla -siyasî parti işleyişlerini o günkü
gündemde hafızamıza bir getirelim- bir talep mektubu alınabiliyor 1 tanesi
için; al sana 2 tane getiriliyor...
En önemli nokta; bunun sorumluları -Samsun'a bunu
yaşattılar- mutlaka, bunun hesabını vermelidirler. Nedir o; bir gün bakıyoruz,
yol yapımı, malzeme çekimi için anlaşmalar yapılıyor taşeron firmalarla
birlikte; mobil santral yapılacağı öğreniliyor o zaman. Halktan kaçırılarak,
demokratik, şeffaf... Hele hele, Türkiye'nin en mümbit arazileri olan, bütün
Türkiye'ye, hatta yurt dışına da tarımsal ihracat yapan bir bölge; kuş
zenginliği fazla olan bir bölge; kanatlı hayvanların bol olduğu bir bölge;
seracılığın gelişmekte olduğu bir bölge ve insanların, büyük ölçüde, geçimini,
sanayiini de ona temellendirmeye çalıştığımız, Türkiye'nin ikinci büyük tarım
havzasında yapılan bir sistem; bunu yapmaya kimsenin hakkı yok; olmamalı;
yok... Türkiye, kimsenin çiftliği değil, kimsenin özel şirketi değil. Halk,
bilgisinden kaçırılarak bir şey yapılması gereken insan yığınları da değil;
olmamalı.
Araştırma komisyonumuz raporunu hazırlamıştır. O günkü
siyasîlerin bunda çok ciddî etkileri olmuştur; kimse, buna "dur"
dememiştir. Kaldı ki, AK Parti Hükümeti, kurulduktan sonra -58 inci ve 59 uncu
hükümetler döneminde- bakanlık -Sayın Koç da, muhalefet milletvekillerimiz de
pekala biliyor- ilk etapta, ilk fırsatta, bunu yüzde 10 kapasiteye düşürdü.
Neden; hem zararlı olması hem de enerji ihtiyacı açısından; daha sonra yüzde
5'e düştü. Değerli arkadaşlar, Samsun Barosunun yaptığı başvuru doğrultusunda,
idare mahkemesi, bunun yürürlüğünü durdurdu ve bakanlık, tamamen, şu anda
üretimden alıkoymuş oldu. Temyiz edildi dava; neticeyi bekliyor. Kaldı ki,
icranın elini kolunu bu kadar bağlayan bir sözleşmenin gerekliliği de nereden
doğmuştur, onu bilemiyoruz.
Bir en önemli nokta daha; bütün yönetmeliklere geçici
maddeler konularak -bir de öteki yönetmeliklerdeki yerleri, şartları yerine
getirmesine koyuyor; halbuki, orada da kaldırılmış- yani, hiçbir yönetmeliğe
bağlı kalmaksızın, 31.12.2002 tarihine kadar, mobil santrallarla ilgili
yönetmelikler -yani, fuel-oil çevrim santrallarıyla ilgili, önünde devasa,
koskoca -hiçbir engele takılmayacak olan bir uygulama...
Değerli arkadaşlar, önemli bir nokta daha var. İmar
planı yapma yetkisini... Yönetmelikte değişiklik yaparak, plan teklifinde
bulunuyorsunuz; bu planı onbeş gün içerisinde de onaylamak zorunluluğu
getiriliyor. Ülkede savaş mı var?! Enerji kıtlığından dolayı ülke enerjisiz mi
kaldı?! Yetmiyor; ondan sonra, yine, yönetmelik değişikliğine göre, ruhsat için
müracaat edildiğinde, onbeş gün içerisinde karara bağlamak zorundasınız. Peki,
teknik heyet onbeş gün içerisinde, ruhsata bağlanabilirliğine karar veremiyorsa
ne olacak?! Vereceksiniz!.. Böyle bir uygulama, ne yazık ki, Türkiye'de
gerçekleşmiştir.
Bugün, Yüce Meclisimize, değerli katkılarından dolayı,
desteklerinden dolayı, Samsun adına, Samsun halkı adına, sizlere şükranlarımızı
arz ediyorum.
Buradan, Samsun'da, bu mobil santral konusunda çok
büyük mücadeleler veren mühendis odalarına, özellikle Elektrik Mühendisleri
Odası Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerine, Makine Mühendisleri Odamıza, Mimarlar
ve İnşaat Mühendisleri Odalarımıza, özellikle Kimya Mühendisleri Odası Başkan
ve Yönetim Kuruluna -çok detaylı bir rapor hazırlayıp bize o zaman verdiler;
komisyona teslim ettik- oradaki bütün teknik ölçümleri, bütün sıkıntıları ve
sakıncaları, çok sağlıklı, hassas bir şekilde Komisyonumuza intikal ettiren
arkadaşlarımıza, Sam-Sev Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerine ve buna benzer,
isimlerini burada sayamadığım Samsun'daki nice sivil toplum örgütüne ve
Samsunlu kardeşlerimizin Samsun'a sahip çıkma, Türkiye'ye sahip çıkma, çevreye
ve sağlığa sahip çıkma konusundaki büyük gayretleri için kendilerine teşekkür
ediyoruz.
Bu, Türkiye'nin gündemine de bu şekilde taşınmış oldu.
Yalnız, Samsun'la ilgili değil, Anadolu'nun diğer kentlerinde de bu fuel-oil
çevirim santrallarının üretiminin durdurulması ve Türkiye'nin, gündemine tekrar
gelmeyecek şekilde gündemden çıkarılması gerektiği kanaatini taşıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bu
rapor konusunda çalışma sırasında -ben de komisyonda üyeydim- şunu gördük ki,
kamu yönetimi, siyaset ve işadamının oluşturduğu üçgenin, artık, Türkiye'de
tekrar olumsuz hale dönüşmemesi için, Yüce Parlamento, mutlaka, gerekeni
yapacaktır, yapmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız Sayın
Demir.
Buyurun.
MUSTAFA DEMİR (Devamla) - Samsun'a bu olayı yaşatan,
ülkede çok büyük kamu zararına sebebiyet veren sorumlular hakkında, inanıyorum,
Yüce Parlamentonun üyeleri gerekeni yapacaktır, yapmalıdır.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, Heyetinizi ve Heyetin
Değerli Başkanını saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Demir.
Komisyon adına, Kırıkkale Milletvekili Murat Yılmazer;
buyurun. (Alkışlar)
(10/29,31) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
SÖZCÜSÜ MURAT YILMAZER (Kırıkkale) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer
üyeleri; Samsun'da kurulma çalışmaları sürdürülen iki mobil santralın yer
seçiminde bilimsel kriterlerin gözönünde bulundurulup bulundurulmadığı ve bu
santralların insan sağlığı ve çevre kirliliği açısından yaratacağı sakıncaların
ortaya konulması amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca, kurulmuş bulunan Meclis Araştırması Komisyonu raporu
üzerinde komisyon adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'de bir dönemin enerji politikaları gereği,
biraz önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, arz-talep rakamlarının yüksek
tutularak Türkiye'de acil bir enerji çözüm politikası gereği uygulanan
yöntemlerden biri de mobil santrallar ve bu mobil santralların kuruluş
aşamasında, acil, çevre kirliliği, hava kirliliği düşünülmeden yer tespiti
yapılmış. Samsun mobil santralı da bu çerçevededir. Bundan -biraz önce Haluk
Koç Beyin ifade ettiği gibi- sadece, Samsun milletvekilleri rahatsız değil,
Kırıkkale milletvekilleri de rahatsız, Mardin ve Van milletvekilleri de,
bilemediğim başka santralların bulunduğu illerin vekilleri de rahatsız.
Mobil santralların çalışma sistemi, artık, çağımızda,
teknik olarak dünyada terk edilmekte olan yöntemlerden biridir. Türkiye'de bu,
6 nolu fuel-oillerle çalışıyor. Fuel-oil terk ediliyor; atmosfere vermiş olduğu
gazın, insan sağlığı ve bitki örtüsünü öldürücü etkisi var. Nitekim, komisyonda
dinlediğimiz Sağlık Bakanlığı temsilcisi, kanserojen etkisinin olduğunu ifade
buyurdular. Çarşamba Ovası, bitki ve sebzede Samsun'u beslerken; bugün, artık,
Çarşamba'da espri haline gelmiş, sokaktaki satıcı, esnaf diyor ki: "Bafra
malı var, Bafra malı var"; orası biraz daha temiz görüldüğü için, Çarşamba
terk edilmiş. Aynı şey, Kırıkkale için de geçerli; bizim de, Türkiye'de,
üzümüyle, bitkisiyle, sebzesiyle meşhur Hasandedemiz vardı. Şu anda,
Hasandede'de, bitki, sebze yetişmiyor. Burada, başkanları da çok fazla
suçlamamak lazım; gerek Samsun Belediye Başkanı gerek Kırıkkale'deki santral
için teklifte bulunan belediye başkanları, tabiî, çevreye yatırım gelsin,
işsizliğe çözüm bulalım gayreti ve tasası içerisinde bu işe ağırlık
vermişlerdir. Bunlar, üst düzey ve teknik seviyede araştırılıp, kurulması
gereken şeyler.
Değerli milletvekilleri, Genel Kurulun 18.3.2003
tarihli 49 uncu Birleşiminde alınan 762 sayılı kararla kurulmuş bulunan
Komisyonumuz, 6.5.2003 tarihinde göreve başlamış, yoğun bir çalışma süreci
sonucunda raporunu hazırlayarak Başkanlığa sunmuştur.
Çalışma süresi içerisinde, komisyonumuz, toplam 10
birleşim yapmış, konu hakkında, sivil toplum kuruluşları temsilcileri,
akademisyenler başta olmak üzere, kurum ve kuruluşlardan toplam 46 kişinin
bilgisine başvurmuş ve belgeleri incelemiştir. Bu akademisyen ve temsilcilerle
ilgili geniş dokümanlar raporda mevcuttur.
Komisyonumuz, bu çalışmaların yanı sıra,
19.6.2003-20.6.2003 tarihleri arasında bölgede incelemelerde bulunmuş, yöre
halkının sorunlarını dinlemiş, toplantılara katılmış ve bilgiler toplamıştır.
Komisyon arazi çalışmalarına başlamadan önce Samsun Valiliğinin organizasyonu
ile Devlet Su İşleri Salonunda kapsamlı bir toplantı yapılmış; bu toplantıda,
kamu kuruluşlarından ve sivil toplum örgütlerinden çok sayıda temsilcinin,
santralın konuşlandırılmasıyla ilgili görüşlerini almıştır.
Komisyonumuz, ayrıca, her iki mobil santral bacasından
TÜBİTAK tarafından emisyon ölçümü yapılması çalışmalarına katılmış ve sonuçları
değerlendirilmiştir.
Değerli arkadaşlar, Samsun İli, yeryüzü şekilleri
bakımından üç ayrı özellik göstermektedir; birincisi, güneydeki dağlık kesim;
ikincisi, dağlık kesim ile kıyı şeridi arasında kalan yaylalar; üçüncüsü,
yaylalar ile Karadeniz arasındaki kıyı ovaları. Yurdumuzun tarımsal potansiyeli
en yüksek ovalarından Bafra ve Çarşamba Ovaları bu bölgede yer almaktadır.
Bitki örtüsü yönünden oldukça zengin olan Samsun'da ormanların yanı sıra,
ovalarda bağ, bahçe, çayır ve ekili alanlar önemli yer tutmaktadır. İlin en
önemli tarımsal ürünleri, buğday, tütün, mısır, sebze, şekerpancarı ve
çeltiktir. Arazi ve verimli tarım alanları, endüstriyel emisyonlardan, sıvı ve
katı atıklardan, kimyasal atıklardan çeşitli şekillerde etkilenmektedir.
Yapılan araştırmalara göre, hava kirliliği ve asit yağmurlarından, kirlenmiş
sulardan, katı atıklardan ve ziraî mücadele ilaçlarından toprakların
kirlendiği; bu kirliliğin, insan sağlığı ve ekolojik yapı üzerindeki olumsuz
etkisi her geçen gün artmaktayken, mobil santralların, çevre kirliliğinin en
yoğun olduğu bu bölgeye konuşlandırılmış olması tetikleyici bir faktör
olmuştur.
Mobil santralların kurulmasının önünde engel olarak
görülen Gayrisıhhi Müesseseler Yönetmeliği, Çevresel Etki Değerlendirme
Yönetmeliği, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ve Hava Kirliliğinin Korunması
Yönetmeliğinde değişikliklere gidildiği; ancak, yapılmak istenilen
değişikliklerin Danıştay tarafından iptal edildiği bilinmesine rağmen, TEAŞ'ın,
mobil santralların kuruluş yeri olarak Muğla, Dalaman ve Bartın'ı belirlediği;
ancak, kamuoyundan gelen yoğun tepkilerin santralların buralarda kurulmasını
engellediği; bu girişimlerden sonra mobil santralların Samsun'da kurulmasına
karar verildiği bilinmektedir.
Çevresel etkileri dolayısıyla dünyada kullanımı hızla
terk edilen, günlük olarak 1 000 tonun üzerinde 6 nolu fuel-oil tüketecek olan
santralın, atmosfere yüksek derecede kükürtdioksit ve azotoksit ihtiva eden gaz
bıraktığı, yöredeki deniz ve yeraltı sularının santraldan kaynaklanacak
atıklardan olumsuz yönde etkilenerek zarar göreceği açıktır.
İnceleme sonuçlarından, mobil santral kurulmadan önce,
bölgede, TÜGSAŞ -azot fabrikası tabir edilen- ve Karadeniz Bakır
İşletmelerinden kaynaklanan kükürtdioksit açısından kirlilik olduğu
anlaşılmıştır.
Bu nedenlerden dolayı, halihazırda 2001-2002 ile
2002-2003 yılları arasında, kükürtdioksit açısından birinci derecede kirli
iller arasında yer alan Samsun'a mobil santralların kurulmasını anlamak mümkün
olmamıştır.
Buna ilaveten, mobil santralların sahası, Mavi Akım
Projesi kapsamında inşa edilmiş doğalgaz boru hattına yaklaşık 2 kilometre
uzaklıkta olmasına rağmen, doğalgazla çalışması yerine 6 nolu fuel-oille
çalıştırılması anlaşılamamıştır.
DPT, 30 Haziran 1999'da ve 11 Ekim 1999'da olmak üzere,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına ayrı ayrı iki uyarı yazısı yazmış, bu
yazılarda "sizler, öylesine kontrolsüz imtiyazlar veriyorsunuz ki, bu
imtiyazlar sonucunda, Türkiye, önümüzdeki on yıl içerisinde enerji fazlasıyla
karşılaşacak" denildiği halde, mobil santrallar kurulmuştur. Buna rağmen
mobil santralların devreye sokulmasıyla, enerji fazlalığı ortaya çıkmıştır.
Samsun'da kurulu Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu, Altınkaya
ve Derbent Hidroelektrik Santrallarının üretimleri düşürülmeye başlanılmış,
daha sonra da santralların üretimleri tamamen durdurulmuştur.
Ayrıca, çok az yatırımlarla tamamlanıp üretime
geçebilecek Boyabat hidroelektrik santralı gibi santrallar devreye sokulmayarak,
kamu zararına sebep olunmuştur.
Bilindiği üzere, mobil santrallar, gezer ve yüzer tipte
olabilen termik santrallar sınıfına giren santrallardır; normal, sabit elektrik
santrallarından farklı olarak, kolaylıkla taşınabilen, kısa sürede işletmeye
açılabilen santrallardır; sürekli elektrik üretilmesinin ötesinde, doğal afet,
lokal enerji sıkıntısının yaşandığı, hayatî önem arz eden durumlarda ilgili
yöreye elektrik enerjisi sağlamak amacıyla kullanılması düşünülen
santrallardır. Halbuki, Samsun'da kurulmuş olan mobil santralların yapısına
baktığımız zaman, bu santralların, gerek amacı gerekse yapısı itibariyle,
yukarıda belirtilen özelliklerin hiçbirisiyle örtüşmediğini açıkça görmekteyiz.
Zira, Komisyon tarafından yapılan incelemelerde de görüldüğü gibi, bu
santrallar, karada büyük platformlar üzerine kurulmuş çok katlı yapılardan
oluşmakta ve sabit bir görünüm arz etmektedir, mobil özelliği bulunmamaktadır.
Bu santralların kurulması, herhangi bir bölgesel
ihtiyaçtan kaynaklanmamaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, Samsun İlinde
yaklaşık 1 300 megavat kurulu güce sahip, Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu, Altınkaya,
Derbent Hidroelektrik Santralları ve güçlü iletim hatları ile indirici trafo
merkezleri yer almaktadır. Herhangi bir aciliyet söz konusu olmadığı gibi,
Samsun'da enerji açığı da bulunmamaktadır. Bartın-Cide ve Fethiye-Dalaman'da
konuşlanmasına karar verilen ve buna göre sözleşmeleri imzalanan santralların
konuşlandırma yerinin Samsun olarak değiştirilmesinin hangi mücbir sebepten
kaynaklandığı izah edilememektedir. Her ne kadar, EÜAŞ Yönetim Kurulunda,
Samsun Büyükşehir Belediye Başkanının yazısı bir talep ve istek gibi
değerlendirilip, yer değiştirilme kararı öyle verilmişse de, santralın
kurulduğu yerin Büyükşehir Belediye hudutları dışında olması, Tekkeköy İlçe
Belediyesi hudutları dahilinde bulunması nedeniyle, bahis konusu yazının bir
gerekçe olarak kabul edilmesini mantıksal bir çelişki olarak görmekteyim.
Enerji ihtiyacı olduğu ileri sürülerek yer seçimi
yapılan ve ihale şartlarının son derece uygun olduğu belirtilen, Dalaman ve
Bartın'da kurulması öngörülen iki ayrı santralın, daha sonra çeşitli
argümanlarla Samsun'da konuşlandırılmasının tesadüfî olmadığı, yüklenicileri
korumaya yönelik siyasî tasarruflar olduğu intibaı uyanmaktadır. Hukukî boşluk
yaratılıp, insan ve çevre sağlığını hiçe sayarak gerçekleştirilen bu
tasarrufların yüklenici firmalara avantaj sağlayacağı muhakkaktır.
Bakanlar Kurulunun 16.3.1998 tarih 98/10286 sayılı
kararıyla, EÜAŞ'a, mobil santralın konuşlandırma yerlerinin tespiti ile bu
yerlerde konuşlandırılacak mobil santralların kiralanması ve hizmet alımı
yoluyla işletilmesi yetkisi verilmiştir. 98/10286 sayılı Bakanlar Kurulu
kararının amacı, ülkenin enerji sıkıntısı çekilen yörelerinde mobil
santralların kurulması yoluyla yöresel elektrik açığının giderilmesine
yöneliktir. Bu amaca istinaden, o zamanki adıyla TEAŞ tarafından, elektrik
sıkıntısı çekilen Fethiye, Finike, Bartın ve Cide'nin de içinde bulunduğu dört
bölgede ihtiyaç tespit edilerek sözleşmeler yapılmıştır; ancak, daha sonra, söz
konusu mobil santralların Samsun İline kaydırılmasına ilişkin idarî işlemin
tesisinde sebep, maksat ve amaç yönünden hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Zira,
Samsun İlinde böyle bir enerji açığı söz konusu değildir.
Yeşilırmak ve Kızılırmak deltalarında yer alan Bafra ve
Çarşamba Ovaları arasındaki her türlü tarıma elverişli arazi üzerindeki bitki
örtüsü, mevcut sanayi tesislerinden kaynaklanan kirlilikten dolayı yeterince
zarar görmekteyken, buraya kurulan söz konusu santrallar mevcut kirliliği
etkileyici unsur oluşturmuştur. Zira, Samsun ve çevresi, hava kirliliğinin en
yoğun olduğu illerimizden birisi durumundadır. İnsan sağlığı ve çevre açısından
büyük tehlike oluşturan bu durumun dikkate alınmayarak yeni kirletici unsurlara
fırsat verilmesi kamu zararının doğmasına neden olmuştur.
TEAŞ, yüklenicisi farklı iki tüzelkişi olan, 100
megavat gücündeki iki santralın Samsun İlinde birbirine bitişik iki parselde
konuşlandırılmasına izin vermek suretiyle kanuna karşı hile işlemiştir. Genel
hukuk ilkeleri açısından yoklukla malul bu işlemin devam etmesi hukuka uygun
değildir. Kaldı ki, 2 kilometre yakınında bulunan mavi akım doğalgaz boru hattı
gözönünde bulundurularak çift yakıt veya doğalgaz kullanılacak şekilde
sözleşmeye yeni bir hüküm ilave de edilmemiştir. Nitekim, Ankara 10. İdare
Mahkemesinin 10.10.2001 tarihli 3/6, 3/7 sayılı TEAŞ Yönetim Kurulu kararına
ilişkin yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde de özetle "TEAŞ Yönetim
Kurulu kararıyla her biri 100 megavat kapasiteli iki eş üniteden oluşan mobil
santralın aynı ekosistem içinde 150 megavat üzeri bir güç santralı olacağı ve
ÇED Yönetmeliğinin 23 üncü maddesinde kurulu gücü 150 ve üzerinde olan termik
güç santrallarında ÇED sürecinin uygulanacağı, gerek ÇED Yönetmeliğine geçici
bir madde eklenmesi gerekse çevre mevzuatıyla ilgili diğer yönetmeliklerde
yapılan değişiklikler dikkate alındığında, amacın, mobil ve yüzer santralların
konuşlandırılacak yer, tesis ve üretim aşamasında çevre mevzuatıyla ilgili
hükümlerin 31.12.2002 tarihine kadar uygulanmamasını sağlamak olduğu ve
mevzuatın askıya alınıp bertaraf edildiği açıktır. Bu nedenlerle, TEAŞ Yönetim
Kurulu kararında çevre mevzuatına, kamu yararına ve hukuka uygunluk
görülmemiştir" denilerek yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir.
İLYAS SEZAİ ÖNDER (Samsun) - Şimdi iptal edildi o
karar.
MURAT YILMAZER (Devamla) - Evet.
Bu karara karşı ilgili idare tarafından yapılan itiraz,
bölge idare mahkemesi tarafından reddedilmiştir. Ayrıca, iki ayrı tüzelkişi
tarafından işletilen santrallar, sunum esnasında hazırlanan dokümanlar ve
duvardaki üretim akım şemasındaki tek tüzelkişilik görüntüsünde sunulmuştur.
Her iki santralın denizdeki tek bir boru hattından yakıt aldığı da, mahallinde
yapılan incelemede tespit edilmiştir.
Sözleşmeler incelendiğinde, yüklenici firmaların her
birinin, tek bir santral için 75 000 000 dolarlık yatırım yaptıkları ve her ay
77 000 000 kilovat/saat elektrik enerjisi üretme taahhüdünde bulundukları,
ilgili idarenin de (EÜAŞ)...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yılmazer, lütfen, konuşmanızı tamamlar
mısınız; size 1 dakikalık eksüre veriyorum.
Buyurun.
MURAT YILMAZER (Devamla) - ...beş yıllığına bu
elektriği satın alma garantisi verdiği; bunun da maliyetinin toplam 231 264 000
dolar olduğu görülmektedir; ancak, ne yazık ki, bugün, santrallar, enerji
fazlalığı gerekçesiyle yüzde 10 kapasiteyle çalıştırılmakta -Kırıkkale'deki de
aynı; yüzde 10 kapasiteyle çalışıyor- sözleşme gereği, devlet, onlara da
sürekli, üretmediğine para veriyor.
Devlet, her iki santrala, kira bedeli olarak, her ay,
ayrı ayrı 1 200 000 dolar civarında para ödemek zorunda bulunmaktadır. Bu
durum, gerek özel kesim gerekse devlet açısından son derece üzücü bir tablodur.
Kamu kaynaklarının plansız ve programsız bir şekilde harcanmasına sebep olan
veya göz yumanların cezasız kalması kamu vicdanını rahatsız ettiği gibi,
toplumun, devlete, devlet görevlilerine, siyasetçilere ve...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MURAT YILMAZER (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika
daha...
BAŞKAN - Sayın Yılmazer, lütfen tamamlar mısınız
konuşmanızı; son 1 dakika...
MURAT YILMAZER (Devamla) - Ülkenin ekonomik ve sosyal
durumunun bozulmasının asıl sebeplerinden biri de, dışarıdan borç alarak,
kullanmadığımız elektriğe yüksek fiyatlarla alım garantisi vererek, devleti
borç altına sokacak isabetsiz yatırımlarda bulunulmuştur.
Bütün bu sebep ve tespitlerden dolayı, Komisyonumuzun
raporunda, projenin ihale safhasında görevli bulunan dönemin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer'in, yer değişimi safhasında görevli
bulunan dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan'ın eylemleri ve
kamusal zarara sebebiyet verdikleri kanaatine varıldığından, her iki bakan için
soruşturma komisyonu kurulması, bürokratlar için ise savcılığa suç duyurusunda
bulunulması talep edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, ben, bu Komisyonda -Komisyon
Başkanımız Ankara dışında olduğu için- emeği geçen bütün arkadaşlarıma,
milletvekillerimize, bürokratlarımıza teşekkür ediyorum. Çok geniş ve kapsamlı
bir bilgi; bu raporu tetkik ederseniz, Türkiye'de, kimyasal, biyolojik, çevre
açısından oldukça geniş kapsamlı bir araştırma.
Takdirlerinize arz ediyorum Sayın Başkan ve Yüce
Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yılmazer.
Son konuşmacı, şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın
Haluk Koç; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; teknik terimlerden ifadelerden, yönetmeliklerden çok bahsedildi,
yargı kararlarından çok bahsedildi. Halk diliyle, işin özü ne; işin özü, üç beş
kelimeyle şu, değerli arkadaşlarım: Birilerinin, Türkiye'deki temel hastalık
dolayısıyla, siyasî iktidarın yakasına paçasına yapışıp, para kazanma yolunu,
ticaret yoluyla, aramaları hikâyesidir mobil santral hikâyesi; bu kadar açık ve
net. Şimdi, bakın, önce minareyi götürelim, sonra biz kılıfını hazırlarız.
Bütün hikâye bu burada.
Bakın, 1998 yılında Bakanlar Kurulundan çıkıyor.
DPT'nin enerji yatırımlarına ilişkin mobil santrallarla ilgili bütün olumsuz
görüşlerine rağmen, Bakanlar Kurulunda bu tarihte çıkıyor ve ondan sonra,
bunların kurulması için gerekli bütün sıhhî yönetmelikler, bütün çevre
yönetmelikleri -adlarına girmiyorum- 31 Aralık 2002 tarihine kadar uygulamadan
kaldırılıyor. Yeter ki bunlar kurulabilsin; bunlara, bu engellere takılmasın,
çevre ve sağlıkla ilgili yönetmelik engellerine takılmasın. Kılıf hazırlanıyor
ya. Söylediğim bu.
Daha bitmiyor tabiî. Nerede yapılacak bu; Dalaman'da.
Muğlalılar direniyor. Çevreciler akın ediyor Muğla'ya. Dalaman'da bir gece
yatıyorlar. Daha sonra Bartın. Kastamonulular, Cideliler direniyorlar. Samsun
sahipsiz o dönem. Halk, birtakım sivil toplum örgütleri, 19 Mayıs Üniversitesi,
Mühendis ve Mimar Odaları, Çevre Mühendisleri Odası, siyasî partiler, o bölgede
yaşayan toplum kesimleri uyanıyorlar; ama, aşamıyorlar siyasî iradeyi; çünkü,
siyasî irade birilerine para kazandırmak zorunda.
Değerli arkadaşlarım, hikâye bu, bu kadar basit bu.
Kimin parası bu, kimin parası; devletin parası. Bugünlere boşuna gelmedik biz.
Mobil santral hikâyesi bunlardan bir tanesi. Acı, ama, gerçek bu. Hiç uzun uzun
konuşmaya gerek yok. Arazi tahsisi bile Bakanlar Kurulunun özel kararıyla, bir
KİT bölgesinde, Karadeniz Bakır İşletmelerinde özel yapılıyor. Bunu kabul etmek
mümkün mü değerli arkadaşlarım! Yani, sert konuştuğumuz zaman, sert konuştu
diyorlar, sivri dilli diyorlar. Bunları tahmin etmek bir yana, tahammül etmek
mümkün mü!
Değerli arkadaşlarım, bakın, Samsun'da, 19 Mayıs
Üniversitesi, Çevre Mühendisleri Odası, Elektrik Mühendisleri Odası, Makine
Mühendisleri Odası, Kimya Mühendisleri Odası, tüm siyasal partiler, Tekkeköy'ün
Belediye eski Başkanı, Çarşamba, Dikbıyık, Çınarlık, Kutlukent Belediye
Başkanları ve yöre halkı, tümü direniyorlar buna; ama, bir büyükşehir belediye
başkanı çıkıyor, belki, bağlı bulunduğu siyasî iradenin kendisine yaptığı
baskıyla, o ilişkiler yumağı içerisinde, ticaret-siyaset ilişkisinin en
kirlisinin yaşandığı dönemde bu kapıyı açıyor, açmak zorunda bırakılıyor. Hiç
kimse mazur görmesin. Bugün, sizin belediye başkanınızdır; hayırlı olsun; ama,
dikkat edin, sizin döneminizde de değişik davet mektupları çıkarabilir.
Alışkanlık çok kötüdür.
Değerli arkadaşlarım, bakın, bazı şirket ilişkileri
var. Dönem dönem, siyasî iktidara, Türkiye'deki bazı şirketler, yapılar, kene
misali yapışır. Bunu geçen dönem sandıkta kalan siyasî iktidarların
önemlilerinden bir tanesi yaşadı. Şimdi, aynı siyasî şirketlerden bazıları
Samsun'da sizin yakanıza yapışmış durumda.
Ben, burada, Sayın Ahmet Yeni ve Mustafa Demir'den
başka, İktidar Grubundaki Samsun milletvekili diğer 5 arkadaşımın da olmasını
isterdim. Sayın Ahmet Yeni oturuma devamlı katılıyorlar. Samsun'la ilgili çok
önemli bir görüşme var ve İktidar Partisinden 5 milletvekili arkadaşım salonda
yok. Bana kızabilirsiniz; ama, bunları söylemek zorundayız burada.
Şimdi, bu şirket -ismini söylemeyeceğim- Karadeniz
Bakır İşletmelerinin özelleştirilmesinde ihaleyi almıştır; yani, bir parti
gitmiştir, bir parti gelmiştir iktidara. Dikkat edin değerli arkadaşlarım, bu
sürecin içine giriyorsunuz. Sizleri tenzih ediyorum; ama, Türkiye'de siyaset
öyle bir süreç ki, bu ilişkilerden bağımsız davranmaya başladığınız zaman sizi
de yer. Bu ilişkilerin içine, ortasına, yumağına çekiliyorsunuz. Samsun bunun
örneklerinden biri. Önce, belediye başkanını ambalajladılar, size sundular,
ondan sonra, Karadeniz Bakır İşletmeleri ihalesi aynı şekilde oldu.
Değerli arkadaşlarım, demin söylediğim gibi
"efendim, biz, bunu durdurduk..." Sayın Mustafa Demir'in, ben,
samimiyetine inanıyorum. Bu, bir siyasî mücadeleyle oldu. Bakın, burada, demin
gösterdim, birçok soru önergesi var, bunlara verilen cevaplar var; burada yargı
süreci var. Yargı sürecinde, Danıştaya yapılan müracaatta, idare mahkemesine
yapılan müracaatta veya idare mahkemesinin verdiği karara şirketlerin yaptığı
yürütmenin durdurulması itirazında, bozulmaması için; yani, devam etmesi için
Çevre Bakanlığının ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının verdiği olumlu
mütalaalar var. Yani, devlet kendini savunamıyor, kamu kendini savunamıyor.
Bunu izlemek ne kadar acı bir şey. Şimdi, Sayın Başkan, ilk konuşmamda
söylediğim gibi, nokta koyacak "konuyla ilgili araştırma önergesinin
görüşmeleri tamamlanmıştır." Burada bitsin mi değerli arkadaşlarım; burada
bitsin mi Sayın Dağcıoğlu?! Sizin duyarlılığınızı biliyorum bu konularda;
Amasya Milletvekilimiz Sayın Albayrak -burada mı bilmiyorum- onun duyarlılığını
da biliyorum bu konularda. Bu, burada bitmesin değerli arkadaşlarım.
Bir defa, şunu çok iyi bilmek lazım: Samsun'da, şu
yargı kararlarından sonra, idare yürütmeyi durdurduktan sonra, tekrar, bir
şekilde, bu santralların çalıştırılıp, Samsun'un zehirlenmesine, Türkiye'nin
soyulmasına, biz, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri olarak, kesinlikle
müsaade etmeyeceğiz. Biz Karadenizliler, biraz inatçıyızdır, biraz hırslı
insanlarızdır, biraz dalgalıyız; ama, iyi yönde inadımızı, hırsımızı
sergileriz. Bunları bu şekilde dile getirmek görevi de bir hırstır, bir
inattır. Bunun burada kalmaması lazım; Sayın Başkanın "görüşmeler tamamlanmıştır"
cümlesiyle bitmemesi lazım. Sorumluluk sizde değerli arkadaşlarım;
İktidarsınız.
Bakın, şimdi, Sayın Komisyon Başkanı -ki, kendisine
özellikle teşekkür ediyorum Samsun halkı adına- "bunların kurulması,
hukuken yoklukla maluldür" dedi. Devletin kendisini savunacak
mekanizmaları yok mu yargıda?! Bu tazminatın ödenmemesi gerekiyor; çünkü, hukuk
by-pass edilmiştir, hukuk kuşa çevrilmiştir, hukuk yok sayılmıştır. Bir dönem,
bunun kurulabilmesi için, yönetmeliklerin geçerliliği ertelenmiştir, kaldırılmıştır.
Bunlar belgelidir. Yani, devletin soyulabilmesi için her türlü altyapı
hazırlanmıştır. Devlet, burada, bu uygulamanın hukuken yoklukla malul olduğunu
ve bu yönde tazminat ödememek için...
Değerli arkadaşlarım, sonradan katılan milletvekili
arkadaşlarım var, bir kere daha söylüyorum, devletin, yaptığı sözleşme
dolayısıyla, hiçbir şey üretmeden bu iki kuruluşa ödediği para ayda 2 400 000
dolardır. Yazıktır değerli arkadaşlarım! Yazıktır!.. Yani, bu ülkenin
kaynağıdır bunlar. Sayın Demir söyledi, bölgeyi coğrafî olarak tanıttı. İnanın,
o söylediğimiz ilçelerin dağ köylerine gidelim, Türkiye'nin daha az gelişmiş
bölgelerindeki köylerden hiçbir farkı yoktur; hâlâ ne yolu vardır ne doğru
dürüst okulu vardır; hiçbir hizmet alamamakta ve bu senenin getirdiği doğa
koşullarında, tarımsal ürün de elde edememektedirler. Yani, bu kadar
yoksulluğun, bu kadar işsizliğin kol gezdiği bir bölgede, ayda 2 400 000
doları, yılda 25 000 000-26 000 000 doları, ben, havadan vereceğim!.. Devlet,
hakkına sahip çıkmak zorundadır. Bu, sizlerin görevi değerli arkadaşlarım.
Bunun vebali kimin? Bunun, mutlaka soruşturma komisyonuna gitmesi lazım, yargı
yoluna gitmesi lazım ve devlet, bunu ödememek için, bunun hukuken yoklukla
malul olduğunu kanıtlayan bütün belgeleri kendi lehine yorumlamak zorundadır.
Değerli arkadaşlarım, zehirlenen, Samsun oldu; ama,
soyulan, Türkiye oldu. Biz Samsunlular, Samsun'u seviyoruz tabiî ki; ama,
Türkiye'yi daha çok seviyoruz. Türkiye olmadan Samsun olmaz. Türkiye'yi daha
çok seviyoruz. Türkiye'nin siyaset-ticaret ilişkisiyle soyulmasına karşıyız.
Çok iyi niyetle bazı tespitlerimi yaptım, Samsun'la
ilgili de yaptım, benzer durumda olan şirket-siyaset ilişkileri boyutuyla
Türkiye için de yaptım; bunları değerlendireceğinizi umuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALUK KOÇ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Devamla) - Ve bu konunun, bu araştırma
komisyonu raporunda kalmaması lazım. Yarın bir başka Samsun'a, Türkiye'nin bir
başka bölgesine, bir başka vesileyle, aynı yolla açılacak kapılardan bir başka
hortum muamelesi yapılabilir; onun için, dikkatli olmak zorundayız,
sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız.
Ben, bu çalışmada emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Bir kere daha ifade ediyorum; bu santrallar, bu rapor ve buradaki yargı süreci
geçerli olduğu sürece, hiçbir şekilde, hiçbir güç tarafından Samsun'a,
Tekkeköy'e ve Çarşamba'ya zehir saçamayacaktır; ama, bunun mutlaka vebalinin de
araştırılması gerekir. İktidar Partisi olarak sorumluluklarınızı hatırlatmak
istedim.
Saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.
Sayın Bakan, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; çok teşekkür ederim; kısa bir
açıklama yapma ihtiyacını hissettim.
Bu araştırma raporu, bildiğim kadarıyla, her iki
partinin vermiş olduğu iki araştırma önergesi üzerine kurulmuş olan bir
araştırma komisyonunun raporudur. Dolayısıyla, Sayın Koç'u, Samsun'daki mobil
santralla ilgili, partimizi ve Hükümetimizi ilişkilendirme gayretleri
içerisinde gördüğüm için bir değerlendirme yapma ihtiyacını hissediyorum.
Bakın, buradaki santralın, Samsun için veya Türkiye'nin
herhangi bir yeri için isabetsiz olduğu görüşündeyiz ki, biz, böyle bir
araştırma önergesini vermişiz, komisyon kurmuşuz ve bu komisyonun başkanlığını
bizim partimizden bir arkadaşımız yapmış ve sonuç itibariyle, bu santralların
kurulmasına sebep olan iki eski sayın bakan hakkında da, komisyon raporunun
sonunda, soruşturma komisyonu kurulması önerilmektedir.
Kaldı ki, böyle bir komisyonu, yani soruşturma
komisyonunu, bu Meclis, yine bizim arkadaşlarımızın vermiş olduğu soruşturma
önergeleri üzerine kurmuştur. (9/4) ve (9/7) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonları, gerek Sayın Ersümer'in gerekse Sayın Çakan'ın döneminde yapılmış
olan birtakım ihaleleri de zaten inceleme alanına almıştır. Yani, bu konu, şu
anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kurulmuş iki ayrı soruşturma
komisyonunun görev alanı içerisinde zaten değerlendirilmektedir; ama, eğer,
ayrıca, sırf bu konuyla ilgili bir soruşturma komisyonu kurulması arzu
ediliyorsa, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın, 55 milletvekilinin
imzasını alarak bir soruşturma önergesi vermesi gayet doğaldır, bizim
arkadaşlarımız da verebilirler.
Dolayısıyla, bu Parlamento, özellikle İktidar Partisi
ve Hükümetimiz, hiçbir yolsuzluğa göz yummamıştır, göz yummayacaktır;
İktidarımız döneminde, ahbap-çavuş ilişkilerine, birtakım çevrelere menfaat
aktarma gibi yollara asla tevessül edilmemiştir, edilmeyecektir.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Bunun için de,
dokunulmazlıkları kaldıracaksınız Sayın Bakan!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Hem geçmişteki yolsuzlukların hesabını sormak hem de Türkiye'de
temiz yönetim nasıl olurmuş, bunu göstermek için halkımızdan vize aldık, şu
anda İktidarız; eğer, farkında olmadan hata yaparsak, kuşkusuz ki, Anamuhalefet
Partisinin uyarılarını da dikkate alırız, uyarıları da bizim için önemlidir.
Böylesine, her iki partinin vermiş olduğu bir önerge sonucunda kurulmuş olan
komisyon ve bu komisyonun raporundan hareketle, şu anda, Partimizden,
Samsunlular tarafından yeniden belediye başkanı seçilen bir arkadaşımız
üzerinden Partimize yönelik değerlendirme yapılmasını isabetsiz gördüğümü ifade
etmek için söz aldım.
Çok teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HALUK KOÇ (Samsun) - Raporda yazılı, Sayın Bakan.
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Rapora bakın, Sayın Bakan.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Samsun'da kurulma
aşamasındaki mobil santralların...
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, yerimden çok kısa
bir açıklama yapabilir miyim?
BAŞKAN - Hayır, Sayın Koç.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Bakan, önergeyi önce biz
verdik dedi.
BAŞKAN - Lütfen... Herkes konuştu burada, her şey
açıkça ifade edildi.
HALUK KOÇ (Samsun) - Önergeyi önce biz verdik, sonra
arkadaşlarımız katıldı.
BAŞKAN - İstirham ediyorum...
HALUK KOÇ (Samsun) - Demek ki, önerge vermeye değer
gördüler.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Samsun'da kurulma
aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve
insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla, Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/29, 31)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme
tamamlanmıştır.
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/8, 48)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 335 sıra sayılı raporu üzerindeki
genel görüşmeye başlayacağız.
2. - İstanbul Milletvekili Ali Rıza
Gülçiçek ve 20 milletvekili ile Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve 26
milletvekilinin, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu (10/8,48) (S. Sayısı : 335)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Komisyon bulunmadığından, raporun görüşmeleri
ertelenmiştir.
Yasama dokunulmazlığı konusunda kurulmuş bulunan
(10/70) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 332 sıra sayılı raporu
üzerindeki genel görüşmeye başlayacağız.
3. - Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve
44 milletvekilinin, yasama dokunulmazlığı konusunda Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/70) (S.
Sayısı: 332)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Komisyon bulunmadığından, raporun görüşmeleri
ertelenmiştir.
Alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyor ve
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Genel Diğer
İşler" kısmına devam ediyoruz.
Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.
4. - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri
ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı : 146)
5. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/523) (S. Sayısı : 152)
6. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet
Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa
Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici
Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu
(2/212) (S. Sayısı : 305)
BAŞKAN - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge
Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısının,
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarısının ve Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin,
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporları henüz
gelmediğinden, tasarıların ve teklifin müzakerelerini erteliyoruz.
Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısının müzakeresine
kaldığımız yerden devam edeceğiz.
7. - Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve
Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İçişleri, Plan ve Bütçe ve
Anayasa Komisyonları Raporları (1/731) (S. Sayısı : 349)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Komisyon bulunmadığından, tasarının müzakeresi
ertelenmiştir.
Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair
Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonları
raporlarının müzakerelerine başlıyoruz.
8. - Tababet ve Şuabatı Sanatlarının
Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonları Raporları (1/655) (S. Sayısı : 447) (x)
(x) 447 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 447 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde grupları ve şahsı adına söz
alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: AK Parti Grubu adına Ankara
Milletvekili Sayın Remziye Öztoprak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara
Milletvekili Sayın Muzaffer Kurtulmuşoğlu; şahsı adına, Erzurum Milletvekili
Sayın Muzaffer Gülyurt.
AK Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Remziye
Öztoprak; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı
Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısıyla ilgili, Grubum adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlarım.
Diş hekimliği ve diş protez teknisyenliği, halkımızın
ağız ve diş sağlığıyla ilgili, birlikte çalışılan iki ayrı meslektir. 1928
yılında çıkarılan 1219 sayılı Yasada, diş hekimliği mesleğinin tanımı, görev ve
yetkileri belirlenmiştir. Buna göre, diş hekimi, diş, ağız ve çevre dokularda,
hekimlik sıfatıyla yükümlü olduğu tüm tedavileri ve yapılması gereken
protezleri yapar. Diş hekimliği eğitim programında, diş hekimliği öğrencisine,
beş yıl boyunca, protez dersleri de verilerek, diş hekimliği mesleğini
ilgilendiren tüm protezleri yapabilecek konumda mezun edilir. Ancak, mesleğin
icraına başlayan diş hekimi, protez yapımında laboratuvar çalışmalarını diş
teknisyeninden hizmet alarak yürütür. Bu durumdan da anlaşılacağı gibi, diş
hekimliği ve diş protez teknisyenliği birlikte çalışılan iki ayrı meslektir.
1909 yılında İstanbul Diş Hekimliği Okulunun
açılmasıyla başlayan diş hekimliği eğitimi, bugün, Türkiye'de çok sayıda
fakülteyle dünya ülkeleri arasında ilmî çalışmalarıyla ön sıralarda yer
almaktadır. Diş protez teknisyenliği ise, usta-çırak ilişkisiyle yürütülerek
devam etmiştir. 1989 yılına kadar herhangi bir işyeri açar gibi, sağlık
koşulları gözardı edilerek, bu çalışmalar yürütülmüştür. 1219 sayılı Yasada 14
Haziran 1989 tarihinde 3575 sayılı kanunla yapılan değişiklikle, diş protez
teknisyenliği tanımlanmış ve bir sağlık sınıfı mesleği olarak yasada yerini
almıştır.
Yine, Sağlık Bakanlığının açtığı kurs ve sınavlara
katılanlara diş protez teknisyenliği yetki belgesi verilmiştir. 5 Haziran
1986'da Millî Eğitim Bakanlığının başlattığı LİMME Projesi; yani, Lise
Mezunlarını Meslek Edindirme Projesi kapsamında, 1989'da diş protez
teknisyenliği de projeye dahil edilmiştir ve Millî Eğitim Bakanlığı da, protez
teknisyenleri yetiştirmeye başlamıştır.
Diş Teknisyenleri Odasından alınan bilgiye göre
Türkiye'de, 13 750 yetki belgeli diş teknisyeni ve 3 450 laboratuvar vardır.
Ayrıca, ilk defa Hacettepe Üniversitesinde başlayan diş protez teknisyenliği
yüksekeğitimi, sağlık meslek yüksekokullarında 2 yıllık bölümlerde devam
etmektedir. Yıllık kontenjanları 140 olan bu okullar, şu anda Hacettepe
Üniversitesinde, Marmara Üniversitesinde, İstanbul Üniversitesinde, Atatürk ve
Ege Üniversitelerinde diş hekimliği fakültelerine bağlı meslek yüksekokulları
bünyesinde diş teknisyeni yetiştirmektedir; Polatlı Yüksekokulunda da aynı
şekilde eğitim verilmektedir.
1989'dan itibaren Sağlık Bakanlığı ve Millî Eğitim
Bakanlığı diş protez teknisyeni yetiştirmeye devam etmiş; ancak, Sağlık
Bakanlığının çıkardığı laboratuvar yönetmeliğine göre, 1986 yılında çıkarılan
3308 sayılı Çıraklık ve Meslek Eğitimi Yasasına bağlı olarak, diş protez
teknisyenlerinin Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yetiştirilmesi, hukukiyetini
kaybetmiştir.
Neticede, Sağlık Bakanlığından yetki belgesi alanların
dışında, Millî Eğitim Bakanlığından yetki belgesi alanlar laboratuvar açamaz
olmuş, açanlarsa sağlık müdürlükleri tarafından kapatılma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır; kendilerine, sağlık müdürlüklerince, 2004 Ağustos ayına
kadar süre verilmiştir.
İşte, böylece, bu yasa tasarısı, uzunca bir süre,
Sağlık Bakanlığı, konuyu ilgilendiren taraflar ve Komisyonumuzca çalışma
yapılarak huzurunuza getirilmiştir. Bu yasa tasarısıyla, Millî Eğitim Bakanlığı
kaynaklı yetki belgeleri, bir defaya mahsus olmak üzere, Sağlık Bakanlığı
kaynaklı yetki belgeleriyle denklenerek, hem bu mesleği icra eden binlerce kişi
ve ailelerinin mağduriyeti hem de onlarla çalışma yapan diş hekimlerinin
işlerinin kesintiye uğraması önlenecektir.
Belgesiz çalışanlara getirilen yaptırımlarla da, diş
protez teknisyenliği saygın bir konuma getirilerek, bu alanda çalışanların
sorunları büyük ölçüde çözüme kavuşturulacaktır.
Tasarıya göre, kalfalık belgesine sahip olanlar da, bu
tasarının kanunlaşıp yürürlüğe girmesinden itibaren en geç bir yıl içinde
müracaat etmeleri ve Sağlık Bakanlığınca düzenlenecek teorik ve uygulamalı
eğitimi başarıyla tamamlamaları ve açılacak sınavlarda başarılı olmaları
koşuluyla kendilerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilecektir.
Tasarıda, Sağlık Komisyonumuzca, yine, yıllardır toplum
sağlığında kanayan bir yara olan ağızda çalışan sahte diş hekimlerinin
faaliyetlerine de son vermek amacıyla caydırıcı tedbirler getirilmiştir. Bu
konuda da sizleri bir parça olsun bilgilendirmek ihtiyacı duyuyorum.
1928'de çıkarılan 1219 sayılı Yasanın 32 nci
maddesiyle, diplomasız, ağızda çalışanlar sınava tabi tutularak, başarılı
olanlara yetki verilmiştir. Bu yetkiyle dişçi unvanını alanlara alaylı,
tabiplere mektepli denilmiştir ve bu kimselerin şu anda hiçbiri hayatta
değildir. 1930'larda 35 diş hekiminin bulunduğu Türkiye'de yapılan bu uygulama
doğrudur ve bu uygulamanın tekrarlanması için daha sonra Mecliste girişimlerde
bulunulmuş ise de, bunun tekrarı mümkün olmamıştır. O tarihlerden itibaren
dişçi ve diş tabiplerinin yanında çalışanlar -ki, bunlar genellikle erkektir-
zamanla, gördüklerini uygulamaya başlamışlardır ve yetkisi olmadığı halde hasta
ağzında çalışan sahte diş hekimleri oluşmaya başlamıştır.
Diş hekimlerinin sahte dişçilerle uğraşısı 1930'lardan
günümüze kadar sürmüş ve devam etmektedir. Sahte diş hekimlerinin halkın
sağlığına bu kadar rahat bir şekilde zarar verebilmelerinin nedeni
sorgulandığında, bu yasanın hayatî derecede önemli olduğu anlaşılacaktır.
Türkiye'de bulunan 19 000 diş hekiminin 6 048'i kamuda
çalışır; onların da yüzde 85'inin muayenehanesi vardır. Diş hekimi başına düşen
nüfus Türkiye'de 3 650'dir; ancak, tüm meslek gruplarında olduğu gibi, dengesiz
bir coğrafik dağılım bu meslekte de vardır. Büyük şehirlerde bu sayı 1 600 - 2
000 kişi iken, kırsal kesimde 8 000 - 10 000'e çıkmaktadır.
Diğer bir sorun ise, diş hekimliği hizmetlerinin sağlık
bilinci ve sosyal, ekonomik koşullar yüzünden kullanılamamasıdır. Bu nedenle,
devlet, sağlık hizmetlerinin standartlarını belirler, denetler ve halkın
sağlığına zarar verenlere yönelik gerekli adlî ve idarî işlemleri yapar.
Sahte diş hekimlerinin ağızda çalışmalarının, halk
sağlığına çok önemli olumsuz etkileri vardır. Sağlık mensupları içerisinde
bulaşıcı hastalıklara en çok maruz kalan meslek grubu diş hekimleridir. Ülkemiz
verilerine göre, üst solunum yolları hastalıkları birinci sırada yer almakta ve
hepatit B son yıllarda çok yaygınlaşmaktadır. Çağın vebası olan AIDS ise, yine
en büyük tehlikedir. Sahte diş hekimleri, bulaşıcı hastalıkların yayılmasında
en önemli etkenlerden birisidir. Mesleğin eğitimini almayan, bulaşıcı
hastalıklara karşı nasıl tedbir alınacağını ve hijyenik çalışma koşullarını
bilmeyen, sağlığı para kazanma amacı olarak gören sahte diş hekimleri,
ülkemizde bulaşıcı hastalıkların yayılmasının en büyük sorumlularındandır ve
yaptıkları müdahalelerle, halkın ağız ve diş sağlığını bozarlar.
Ayrıca, yaptıkları işin yasal olmaması nedeniyle
kayıtdışıdırlar ve ülkenin vergi kaybına da sebep olmaktadırlar. Bunların
ağızda çalışmasını engelleyen 1219 sayılı Yasa, 1928'den beri yürürlükte
olmasına rağmen ve ilgili 41 inci madde değiştirilerek, 1989'da 3575 sayılı
Yasayla cezaların artırılmasına rağmen, hem getirilen cezaî yaptırımlar hem de
adlî sistemin tıkanıklığıyla, verilen cezalar komik denecek şekilde para
cezasına çevrilerek, bunların caydırıcılığı kalmamıştır.
Bu nedenle, binlerce sahte diş hekimi halkımızın
sağlığını tehdit etmeye devam etmektedir. Bu yasanın temel amacı, halkın
sağlığının ve bu iki meslek gurubunun, yani, diş hekimliği ve diş teknisyenliği
mesleğinin saygınlığının korunmasıdır.
Yüce Meclisin değerli üyeleri, halkımızın sağlığının
korunması için gereğini yapmalıyız diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öztoprak.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Muzaffer
Kurtulmuşoğlu; buyurun.(CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) -
Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı
Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sevgili arkadaşlarım, Tababet ve Şuabatı Sanatlarının
Tarzı İcraına Dair Kanun 1928 yılında çıkarılmıştır; bu kanun 1928'den beri
yürürlüktedir. Bence, sadece diş tabipleri ve dip protez teknisyenleri kanunu
olarak değil -Sayın Bakandan onu istiyorum- kanunun bugünün şartlarına
uydurulması için, sağlıkta gerekli olan bütün değişikliklerin yapılması
lazımdır; ama, işin neresinden bakarsak bakalım, bu da bir gelişmedir, uygun
olan bir şekilde yasanın değiştirilmesidir; onun için, Sayın Bakana teşekkür
ediyorum.
Sevgili arkadaşlarım, Türkiye'de 1925'lerden beri veya
1930'lardan beri, diş teknisyenleri ile diş hekimleri arasında büyük bir sorun
vardır. Haddizatında, bu sorun, sağlığı ilgilendirdiği için, hepimizin bir
sorunudur. Ehliyetsiz insanlar, illerde, ilçelerde, kenar mahallelerde diş
teknisyeni olarak muayenehane açarlar ve hasta ağzıyla uğraşırlar. Siz de,
Anadolu'da bir hükümet tabibiyseniz veya sağlık müdürüyseniz, bunları kapatmaya
gidersiniz. Bugün kapatırsınız, bir ay sonra tekrar açarlar ve devamlı, halkın
sağlığıyla oynarlar. İşte, bunun için, diş protez teknisyenliği yüksekokulları
açılmıştır. Ondan evvel, Millî Eğitim Bakanlığı, meslek edinsinler diye, lise
mezunu insanların ellerine, çıraklık, kalfalık ve ustalık diye bir belge
vermiştir. Bugün de, 10 000'e yakın böyle teknisyen vardır. Bunların hepsi
demeyeyim; ama, yüzde 90'ı, her gittikleri yerde muhakkak muayenehane açarlar.
Ee, diş hekimi öte tarafta, beri tarafta cahil insan; bizim falan yerde diş
hekimi var der. O teknisyen arkadaşım, hiçbir zaman, bu benim işim değil, bu,
diş hekiminin işidir demez; gel, ben güzel diş yaparım der, ağza girer. İşte,
bilgi ve yetkisi olmamasına rağmen, o ağza girdiğinde, insanlarımızın hayatıyla
oynadığının farkında değildir.
Bunun için, Sayın Sağlık Bakanım "buna bir çare
bulalım" demiş. Ne yapalım; bu 10 000 kişiyi de mağdur etmeyelim... Bu
sağlık olduğu için, toplumu -ben hep söylerim, iktidarın yaptığı kanunu mu
müdafaa edeceğim; tabiî, doğru olduğu müddetçe edeceğim; ama, yanlışsa söyleyeceğiz-
ve insanı ilgilendirdiği için, bunlara bir çekidüzen vermek lazım geldiğini
görerek, bu yasada bir değişikliğe gidilmiştir.
Bu yasada değişikliğe gidilmesinde hepimizin lehine
olan bir durum vardır. Millî Eğitim Bakanlığının verdiği bu belgelere sahip
olanlar, Sağlık Bakanlığının şartlarına uygun bir şekilde, bir sene zarfında üç
defa imtihana girerek, başarılı olduklarında, onlara da, haklarının yenmemesi
için "diş protez teknisyenliği" belgesi verilecektir; ama, sağlığı
ilgilendirdiği için, bundan sonra, artık, Sağlık Bakanlığının haricinde hiçbir
kurum -Millî Eğitim Bakanlığı veya bir başka bakanlık- diş protez teknisyenliği
yüksekokulu açamayacaktır; yani, sağlığın asıl sahibi Sağlık Bakanlığı olduğu
için, bundan sonra, Sağlık Bakanlığı, tek yetkili olacaktır. Tabiî, bir şartla;
Millî Savunma Bakanlığı, kendi içinde açacağı yüksekokulda yetiştirmiş olduğu
talebelere veya sağlık assubayının kurs görmesiyle verilen belgeyi Sağlık
Bakanlığına tasdik ettirmek şartıyla, o da, diş protez teknisyenliği unvanını
alacaktır.
Peki, bunları yapmazlarsa ne olur?.. Bugüne kadar hep
öyle oldu; ne söylesek, yaptıramadık. Ben, Anadolu'da çok çalıştım, sağlık
müdürlüğü yaptım, başhekimlik yaptım, hükümet tabipliği yaptım; hiçbir yerde,
bu diş teknisyenlerinin muayenehanelerini kapattırmayı başaramadık; ama, bugün,
günün şartlarına uygun olarak, eğer, bu şartlara uymayan arkadaşlarımız diş
muayenehanesi açmış ise, oradaki bütün alet ve edevatlar müsadere edilecektir.
Bununla da yetinmeyip, sahte dişçilik yapıyorsa, üç seneden, beş seneye kadar
da ağır ceza alacaktır. Ayrıca, 1 milyar liradan, 3 milyar liraya kadar da ceza
verilecektir. Yine, bu teknisyen arkadaşlarımız, Sağlık Bakanlığının gösterdiği
şartlara uymadığı zaman, aynı cezayı, aynı muameleyi onlar da görecektir. Bu
bir yaptırımdır. Hani, zamanında, yasalara 50 000 lira, 20 000 lira diye
cezalar konulmuştu...
HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Üstelik ağır para cezası
deniyordu!..
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Evet, ağır para
cezası deniyordu, gittiğinizde o cezayı verip, adam bir hafta sonra tekrar
sanatını icra etmeye başlıyordu. Bundan sonra, bu yaptırımlar getirildiği
müddetçe artık herkes kendi işini yapacak; diş hekimiyse diş hekimliğini
yapacak, diş protez teknisyeniyse onu yapacak; kimse kimsenin işine
karışmayacak, kimse insan sağlığını tehlikeye atamayacak diye düşünüyorum.
Bu konuda çok da fazla söylenecek bir şey yok. Bu
yasayı değiştirmeyi düşünen ve bizim önümüze getiren Sayın Bakana ve komisyon
üyesi arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Biz Cumhuriyet Halk Partili
milletvekilleri olarak bugünkü tasarıyı nasıl ki bir İktidar Partisi temsilcisi
gibi savunuyorsak, halkın yararına olan hangi tasarıyı bu Meclise getirirseniz
getiriniz, biz burada sizin yanınızda oluruz; ama, yanlışlarınızda da, ne
olursa olsun, o yanlışları da düzeltebilmemiz için birlikte 70 000 000 insanın
lehine olan doğruları da söylemeye devam edeceğiz diye bildiriyorum.
Tekrar, hepinize saygı ve sevgiler sunuyorum.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN- Sayın Kurtulmuşoğlu, teşekkür ederim.
Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Muzaffer
Gülyurt; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Gülyurt, süreniz 10 dakikadır.
MUZAFFER GÜLYURT (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda
değişiklik yapılmasıyla ilgili olarak hazırlanan kanun tasarısında şahsım adına
söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde bilimsel diş
hekimliği, 1908 yılında İstanbul Üniversitesine bağlı Diş Tababeti Mektebinin
açılmasıyla başlamıştır. O günden bugüne yetişmekte olan diş hekimleri,
ülkemizin dört bir yanında ağız ve diş sağlığı hizmeti sunmuştur.
1219 sayılı Yasa ise, 1928 yılında, "Tababet ve
Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanun" ismiyle çıkmıştır. Bugün,
birçok gencimiz, zannediyorum, bu ismi anlamakta bile güçlük çekmektedir. O
günün şartlarında çıkarılan bu yasa, o günkü döneme ait hükümler içermiş; ama,
o günden bugüne yasada birçok değişiklik yapılmıştır.
Tabiî, bu yasada -biraz önceki konuşmacı
meslektaşımızın da ifade ettiği gibi- gerçekten değişmesi gereken çok önemli
konular bulunmaktadır. Hatta, diş hekimliğiyle ilgili olarak, diş hekiminin
tanımı ve müdahale alanı nedir; bunların da bu yasa tasarısında yer alması
gerektiğini burada ifade etmek istiyorum.
Sağlık Bakanlığımızın, yapmış olduğu çalışmalar
arasında, bu kanun üzerinde de birtakım düzenlemeler yaptığını ve Tababet ve
Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanunu yeni bir şekille, bir kanun
tasarısıyla Meclisimize getireceği konusunun da olduğunu ifade etmek istiyorum.
Şimdi, diş hekimliği konusuna gelince; diş hekimi,
hekim olarak bir ekiple beraber çalışır; yanında hemşiresi vardır, yardımcı
elemanı vardır ve ayrıca, protez teknisyeni bulunmaktadır. Protez
teknisyenleri, daha önceleri, diş hekimlerinin yanında, âdeta, usta-çırak
usulüyle yetişen insanlardı; ama, daha sonraları, 1219 sayılı Yasanın Sağlık
Bakanlığımıza vermiş olduğu yetkiye dayanılarak, Sağlık Bakanlığımızın
denetiminde, sağlık meslek liselerinin bu bölümünden mezun olan öğrenciler aynı
zamanda bazı üniversitelerimizin diş hekimliği fakültelerine bağlı olarak
kurulmuş olan 2 yıllık meslek yüksekokullarında okuyarak, "diş protez
teknisyeni" unvanıyla yetişmiş ve bu mesleğe atılmışlardır. Ancak, daha
sonraları, 3308 sayılı Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunuyla, Millî Eğitim
Bakanlığımıza bağlı olarak, liselerde, öğrenciler, diş teknisyenliği ustası ve
kalfası tarzında yetiştirilmeye çalışılmıştır.
Böylece, ülkemizde, âdeta, bu konuda iki başlılık
ortaya çıkmıştır. Bu okullardan mezun olan diş protez teknisyenleri veya
usta-kalfa tarzında sınıflandırılan bu kişiler, sadece kendilerine öğretilenle
yetinmemişler -belki tamamını burada suçlamak mümkün değil- bazıları, o verilen
belgeyi bir diploma gibi çalıştıkları kuruma asmak suretiyle, bir diş hekimi
tarzında muayenehane hekimliği yapacak şekilde çalışmaya başlamışlardır.
Ben, uzun yıllar bu mesleğe hizmet etmiş bir diş hekimi
öğretim üyesi olarak, sahte diş hekimleriyle ilgili çok mücadelelerde bulundum.
Yapmış olduğum oda başkanlığı dönemimden hatırlıyorum; insan sağlığını tehdit
eden, insan sağlığına zarar veren bu insanlarla çok mücadelede bulunduk.
Hayatımızı o dönemde tehdit edenler oldu; hayatî tehlikeler geçirdiğimiz günler
oldu; ama, bütün bunların karşısında başarı da elde edemedik; çünkü, yasal
olarak, bunlara yeterli cezayı verebilecek yasalar ne yazık ki yoktu; ama,
bugün, diş protez teknisyenliği konusunu düzenleyen bir tasarı Yüce
Meclisimizin huzuruna gelmiştir. İşte, bu tasarıyı hazırlayan ve bu tasarıda
emeği geçenlere ve bu arada Sayın Bakanımıza da teşekkürlerimi ifade etmek
istiyorum.
Şimdi, bu diş protez teknisyenliği konusu bir düzene
getirilmiş bulunulmaktadır. Bununla, sadece diş protez teknisyenliği değil,
aynı zamanda diş hekimliği sahte diş hekimliği konusu da bir düzene kavuşmuş
olacaktır. Zira, halkın hayatını tehdit eden insanlara ve bu şekilde
çalışanlara karşı, ilk defa, üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası
verilmektedir ki, bu da, zannediyorum, oldukça caydırıcı olacaktır.
Tabiî, bunun yanında, diş protez teknisyenlerinin
çalışacağı ortamlarının, laboratuvar ortamları ve şartlarının da nasıl olacağı
bir yerde düzenlenmiş olmaktadır.
Ben, bu tasarının gündeme gelmesi münasebetiyle,
ülkemizde 20 000 civarında bulunan diş hekimlerimizin bazı sorunlarını da bu
vesileyle Meclisimizin gündemine getirmek ve bu Meclis kürsüsünden ifade etmek
istiyorum.
Diş hekimlerimiz, üzülerek ifade edeyim, Sağlık
Bakanlığımızda, bugüne kadar, çok da itibar görmeden, âdeta -bunu üzülerek
ifade etmek istiyorum- üvey evlat muamelesine tabi olmuşlardır. Ancak,
Bakanlığımızın ve AK Parti Hükümetinin, bugün, diş hekimlerimizin de Sağlık
Bakanlığı bünyesinde layık oldukları özlük haklarını yerine getirecek şekilde
çalışmalar yaptığını biliyorum ve bundan dolayı da mutluluğumu burada ifade
etmek istiyorum.
Diş hekimlerinin sorunları çok fazla olmakla beraber,
bu sorunların bir bütün halinde gündeme alınmasını ve bunların çözümlenmesi
gerektiğini de burada ifade etmek isterim.
Ülkemizde ağız ve diş sağlığının çok daha iyi
yapılabilmesi için yapılması gerekenler nelerdir?.. Tabiî, bugün bunları burada
çok geniş manada anlatmak, zamanımız açısından mümkün olmayacaktır; ancak,
ülkemiz gündemini işgal eden konulardan bir tanesini buradan söylemek
istiyorum. Türkiye'de bugün 20'ye yakın diş hekimliği fakültesi oluşmuştur.
Artık yeni bir diş hekimliği fakültesine ve diş hekimliği fakültesinin
açılmasına ülkemizin tahammülü yoktur. Zira, açılacak olan her bir diş
hekimliği fakültesi, ülkemize çok büyük yük getirmektedir. Çünkü, bizim
kliniklerimiz, laboratuvarlarımız özel cihazlarla donatılması gereken
kurumlardır. Dolayısıyla, devlete hem büyük yük getirmektedir hem de mezun olan
diş hekimleri yeterince istihdam edilememektedir. Onun için, bu konunun da
mutlaka düşünülmesi ve yeni fakülte açılmamasının önemini burada arz etmek
istiyorum.
Bir diğer konu, diş hekimlerinin ülkemizin her köşesine
homojen bir şekilde dağılmamış olmasıdır. Bugün, ülkemizde birçok bölgesinde,
özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadoluda büyük illerimizde diş hekimleri olmasına
rağmen ilçelerimizin büyük birçoğunda diş hekimi yoktur. Bakanlığımızın bu
konuda da iyileştirme çalışmaları yaptığını, "çakılı kadro" olarak
ifade ettiğimiz, elemanda güçlük çekilen yerlere bu kadrolarla diş hekimi
göndermesinin başarılı bir hizmet olduğunu da ifade etmek istiyorum; ancak,
buralar için ayrılan kadroların yeterli olmadığını, daha fazla kadrolarla kadro
eksiği olan ilçelerimize mutlaka diş hekimlerinin gönderilmesi gerektiğini de
ayrıca burada ifade etmek istiyorum.
Bir diğer konu, diş hekimliğiyle ilgili olarak,
koruyucu diş hekimliğinin ulusal bir politika olarak belirlenmesi ve bu konuda
çalışmalar yapılmasının gerekliliğini de ifade etmek isterim. Tabiî, bunun
yanında, son zamanlarda hükümetimizin ve Sağlık Bakanlığımızın yaptığı güzel
çalışmalar içerisinde, tedavi hizmetlerinin özel sağlık hizmetlerinden alınması
konusu var. Bu konudaki çalışmalarda, özellikle sağlıkta dönüşüm projesiyle
yapmış olduğu güzel çalışmalarda, sağlık hizmetlerinin halkımız tarafından
kolay ulaşılabilir olması, hizmetlerin yaygınlık kazanması, hastanın hekimini
seçme özgürlüğüne ulaşabilmesi, ayrıca özel kurum ve kuruluşlardan hizmet satın
alınması gibi konular amaçlanmıştır. Bu açıdan baktığımızda, artık tedavi
hizmetlerinde muayenehane hekimlerinin de bu kapsam dahiline alınması
gerekliliğini burada ifade etmek istiyorum; çünkü, son günlerde, Türk Diş
Hekimleri Birliğimizden ve diş hekimleri odalarımızdan, bu manada çok büyük ve
olumlu talepler gelmektedir. Ben bunu da yine Meclis kürsümüzden ifade etmeyi
bir borç olarak biliyorum ve son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Artık, diş
hekimleri, AK Parti Hükümeti döneminde bütün sorunlarının çözüme
kavuşturulacağına inanmak istiyor ve bunun da yapılacağına ben inanıyorum. Bu
nedenle bu yasa tasarısının hazırlanmasında emeği geçen bütün arkadaşlarıma,
Sayın Bakanımıza ve hükümetimize teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gülyurt.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza arz ediyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum :
TABABET VE ŞUABATI SAN'ATLARININ TARZI İCRASINA DAİR KANUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASI
HAKKINDA KANUN TASARISI
MADDE 1. - 11.4.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve
Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 41 inci maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 41. - Kişisel çıkar amacı olmasa bile
diplomasız olarak diş hekimliği mesleğine ilişkin herhangi bir muayene veya
müdahale yapan, diş hekimliği klinik hizmetleri ile ilgili işyeri açanların
meslek icraları durdurulur. Bu kimseler hakkında üç yıldan beş yıla kadar hapis
ve birmilyar liradan üçmilyar liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur.
Ayrıca işyerlerinde bulunan ve münhasıran diş hekimliği mesleğini icra etmekte
kullanılan araç ve gereçler kime ait olursa olsun müsadere edilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum :
MADDE 2. - 1219 sayılı Kanunun ek 7 nci maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ek Madde 7. - Diş protez teknisyenleri; sahip
oldukları diploma veya belgelerin hak kazandırdığı unvanlardan başkalarını
kullanamazlar, hastalarla doğrudan doğruya meslekî ilişkiye giremezler,
laboratuvarlarında münhasıran diş hekimliği mesleğini icra etmekte kullanılan
araç ve gereçleri bulunduramazlar, ek 4 üncü maddenin belirlediği sınırlar
dışında herhangi bir çalışma yapamazlar, tavsiyede bulunamazlar.
Yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareket eden diş protez
teknisyenleri hakkında üç yıldan beş yıla kadar hapis ve birmilyar liradan
üçmilyar liraya kadar ağır para cezasına hükmolunur. Ayrıca işyerlerinde
bulunan ve münhasıran diş hekimliği mesleğini icra etmekte kullanılan araç ve
gereçler kime ait olursa olsun müsadere edilir. İşyeri ruhsatları suçun ilk kez
işlenmesi halinde bir yıl süreyle geri alınır, tekerrürü halinde bir daha geri
verilmemek üzere iptal edilir. "
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. - 1219 sayılı Kanunun ek 8 inci maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ek Madde 8. - Diploması veya meslek belgesi
olmaksızın diş protez teknisyenliği mesleğini icra edenler hakkında bir yıldan
üç yıla kadar hapis ve birmilyar liradan üçmilyar liraya kadar ağır para cezasına
hükmolunur. Ayrıca işyerlerinde bulunan ve münhasıran diş protez teknisyenliği
mesleğini icra etmekte kullanılan araç ve gereçler kime ait olursa olsun
müsadere edilir. Suçun tekerrürü halinde verilen ceza ertelenemez, para
cezasına veya tedbire çevrilemez."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum :
MADDE 4. - 1219 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde
eklenmiştir.
"EK MADDE 11. - Millî Savunma Bakanlığı ile diğer
kanunlar kapsamında örgün eğitim veren meslek okulları haricinde, hiçbir kişi
veya kurum veyahut kuruluş tarafından her ne ad altında olursa olsun bu Kanunda
usul ve esasları belirlenmiş olan diş protez teknisyenliği dalında eğitim ve
belge verilemez.
Türk Silâhlı Kuvvetleri bünyesinde sağlık sınıfı
astsubay eğitimi aldıktan sonra askerî eğitim hastanelerinde diş protez
teknisyenliği eğitimi gören sağlık astsubaylarının kurs belgeleri, Sağlık
Bakanlığı tarafından onaylanır ve bunlar, özel kanun hükümleri saklı olmak
kaydıyla bu Kanunda diş protez teknisyenlerine tanınan hak ve yetkilere sahip
olurlar."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
4 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum :
MADDE 5. - 1219 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler
eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 4. - 3308 sayılı Meslekî Eğitim
Kanununa göre diş protezciliği meslek dalında;
a) Millî Eğitim Bakanlığınca verilmiş ustalık belgeleri,
başkaca bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılarak Sağlık
Bakanlığınca bu belgelerin yerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi
verilir.
b) Ustalık belgesi almak için doğrudan ustalık sınavına
girme hakkını elde edenler ile ustalık eğitimi kurslarına devam etmekte
olanlardan, girecekleri ustalık sınavı sonunda başarılı olarak ustalık belgesi
alanların belgeleri, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş
sayılarak Sağlık Bakanlığınca bu belgelerin yerine diş protez teknisyenliği meslek
belgesi verilir.
c) 3308 sayılı Kanunun geçici 9 uncu maddesi uyarınca,
Millî Eğitim Bakanlığınca verilecek ustalık belgeleri,
Başkaca bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş
sayılarak Sağlık Bakanlığınca bu belgelerin yerine diş protez teknisyenliği
meslek belgesi verilir.
Bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde
belirtilenlerin, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren; (b) ve (c)
bentlerinde belirtilenlerin ise ustalık belgelerinin tanzimi tarihinden
itibaren bir yıl içerisinde, diş protez teknisyenliği meslek belgesi almak
amacıyla Sağlık Bakanlığına müracaat etmemeleri halinde, diş protez teknisyeni
unvanını kullanamaz ve bu mesleği icra edemezler.
BAŞKAN - Geçici madde 4 üzerinde söz talebi?.. Yok.
1 önerge vardır; okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 447 sıra sayılı kanun tasarısının
çerçeve 5 inci maddesiyle eklenen geçici madde 4'ün (a) ve (b) bentlerindeki
"belgeleri" ibaresinden sonra gelen "başkaca bir işleme gerek
kalmaksızın iptal edilmiş sayılarak Sağlık Bakanlığınca bu belgelerin yerine
diş protez teknisyenliği meslek belgesi verilir" ibaresinin çıkarılmasını
arz ve teklif ederiz.
|
Sadullah
Ergin |
Fikret
Badazlı |
M.Ergün
Dağcıoğlu |
|
Hatay |
Antalya |
Tokat |
|
Hüseyin
Güler |
Sabri
Varan |
Muzaffer
Kurtulmuşoğlu |
|
Mersin |
Gümüşhane |
Ankara |
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI
MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Olumlu görüşle takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz
efendim.
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun efendim.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe :
Kanun tekniği açısından, ifadenin tekrarının ortadan
kaldırılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire
bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda geçici madde 4'ü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Geçici madde 5'i okutuyorum :
GEÇİCİ MADDE 5. - 3308 sayılı Meslekî Eğitim Kanununa
göre diş protezciliği meslek dalında;
a) Kalfalık belgesi sahibi olanların bu Kanunun
yürürlüğe girmesinden itibaren en geç bir yıl içerisinde müracaat etmeleri ve
geçici 6 ncı maddede öngörülen yönetmelik hükümleri uyarınca Sağlık
Bakanlığınca düzenlenecek teori ve uygulama eğitimini başarıyla tamamlamaları
kaydıyla açılacak ehliyet sınavında başarılı olmaları halinde, kendilerine diş
protez teknisyenliği meslek belgesi verilir.
b) Çıraklık eğitimini tamamlayanlar ile bu eğitime
devam edenler ise, çıraklık eğitimini tamamlamalarını müteakiben en geç altı ay
içerisinde gerekli bilgi ve belgelerle birlikte
Müracaat etmeleri ve geçici 6 ncı maddede öngörülen
yönetmelik hükümleri uyarınca Sağlık Bakanlığınca düzenlenecek teori ve
uygulama eğitimini başarıyla tamamlamaları kaydıyla açılacak ehliyet sınavında
başarılı olmaları halinde, kendilerine diş protez teknisyenliği meslek belgesi
verilir.
Sağlık Bakanlığınca düzenlenecek eğitimler sonunda, iki
yıl içerisinde girecekleri en çok üç sınavda başarılı olamayanlar ile sınav
için müracaat etmeyenler, iki yıllık sürenin bitiminden sonra mesleklerini icra
edemezler ve diş protezciliği ile ilgili herhangi bir unvanı kullanamazlar.
Yukarıda belirtilen eğitimlere ve sınavlara katılacak
ilgililer, bunların gerektirdiği giderleri kendileri karşılarlar.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
1 önerge vardır; önergeyi okutup, işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 447 sıra sayılı kanun tasarısının
çerçeve 5 inci maddesiyle eklenen geçici 5 inci maddesinin (a) bendindeki
"bir yıl içerisinde" ibaresinden sonra gelen "müracaat etmeleri
ve geçici 6 ncı maddede öngörülen yönetmelik hükümleri uyarınca Sağlık
Bakanlığınca düzenlenecek teori ve uygulama eğitimini başarıyla tamamlamaları
kaydıyla açılacak ehliyet sınavında başarılı olmaları halinde, kendilerine diş
protez teknisyenliği meslek belgesi verilir" ibarelerinin madde metninden
çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Sadullah
Ergin |
Fikret
Badazlı |
M. Ergün
Dağcıoğlu |
|
Hatay |
Antalya |
Tokat |
|
Sabri
Varan |
Muzaffer
Kurtulmuşoğlu |
Hüseyin
Güler |
|
Gümüşhane |
Ankara |
Mersin |
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI
MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Olumlu görüşle takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükümet?..
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz.
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun efendim.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum :
Gerekçe :
Kanun tekniği açısından, ifadenin tekrarının ortadan
kaldırılması amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin
katıldığı önergeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda geçici madde 5'i
oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Geçici madde 6'yı okutuyorum :
GEÇİCİ MADDE 6. - Geçici 5 inci maddede belirtilen
kalfalık belgesine sahip olanlar ile çıraklık eğitimini tamamlayanlara ve
çıraklık eğitimine devam edenlere, Sağlık Bakanlığınca diş protez teknisyenliği
meslek belgesi verilebilmesi amacıyla düzenlenecek teori ve uygulama
eğitimlerinin süreleri ve yerleri, eğitimlerin sonunda yapılacak ehliyet
sınavlarının yerleri, sınav komisyonunun teşkili, eğitimlere ve sınavlara
müracaat edilmesi konuları ve bunların giderlerinin nasıl karşılanacağı ile
ilgili sair esaslar, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç üç ay
içerisinde Sağlık Bakanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığınca hazırlanacak bir
yönetmelik ile belirlenir."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Geçici Madde 6'yı oylarınıza arz ediyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 5 inci maddeyi, kabul edilen
geçici madde 4, geçici madde 5 ve geçici madde 6 ile birlikte oylarınıza arz
ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum :
MADDE 6. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
7 ncı maddeyi okutuyorum:
MADDE 7. - Bu Kanun hükümlerine Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının tümünü oylarınıza arz ediyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı ve
uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Sayın Bakan, Genel Kurula bir teşekkür konuşması
yapacaklardır.
Buyurun Sayın Bakanım.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; sağlıkta dönüşüm programımızın bir zihniyet dönüşümünü
sağlayan yaklaşımıyla, bir taraftan programımızı yürütürken, bir taraftan da
süreç iyileştirmeleriyle ilgileniyoruz.
Değerli milletvekilimiz Kurtulmuşoğlu'nun ifadelerine
ben tamamen katılıyorum; aslında 1928'de yapılmış olan mesleğin icraıyla ilgili
kanunumuz da, daha başka kanunlarımız da çağın şartlarına uygun bir biçimde
güncelleştirilmelidir ve biz Bakanlığımızda bununla ilgili çalışmaları
yürütüyoruz. Ümit ediyorum ki, en kısa zamanda Yüce Meclisimizin önüne bu
tasarılarımızı da getireceğiz. Ancak, kuşkusuz, bu arada, biraz önce ifade
ettiğim gibi, süreç iyileştirmesiyle ilgili bazı hususları da süratle yapmamız
gerekiyordu.
Bugün Yüce Meclisimizin oylarıyla kabul ettiğimiz bu
tasarı, bu maksatla huzurunuza getirilmişti; onbeş senedir sürüncemede olan bir
konuyu, değerli bürokratlarımızın, komisyonumuzun çok kıymetli çalışmalarıyla
ve sizin de yüksek kabullerinizle bugün çözmüş olduk. Bunun peşinden de,
gözlükçüler ve optisyenlerle ilgili kronikleşmiş bir yarayı getireceğiz; o da,
şu anda komisyonumuzda, Grubumuz tarafından verilen bir teklif olarak, inşallah
yakında huzurunuza gelecek.
Ben, tekrar, emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez'in; Tababet ve
Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun
müzakeresine başlıyoruz.
9. - Balıkesir Milletvekili Turhan
Çömez'in, Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcraına Dair Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu Raporu (2/280) (S. Sayısı : 449) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 449 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
(x) 449 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Teklifin tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına Balıkesir
Milletvekili Turhan Çömez, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin
Milletvekili Hüseyin Güler konuşacaklardır.
Sayın Çömez, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA TURHAN ÇÖMEZ (Balıkesir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına
Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifiyle ilgili olarak Grubum
adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ülkemizde tıpta uzmanlık eğitimi, 1219 sayılı Tababet
ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanunun 9 uncu maddesine
dayanılarak Sağlık Bakanlığınca hazırlanan Tıpta Uzmanlık Tüzüğü hükümlerine
göre yürütülmektedir. 21.8.1981 tarih ve 2514 sayılı Bazı Sağlık Personelinin
Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne Dair Kanunun 6 ncı maddesine 15.6.1989 tarihli ve
3579 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle eklenen üçüncü fıkrada "Uzman
tabipler, uzmanlık çalışmalarını bitirmelerini takiben açılacak sınavı
kazandıkları takdirde, yan dal uzmanlık çalışmalarına derhal
başlayabilirler" hükmüyle, yan dal uzmanlık çalışmasına sınavla başlama
hükmü getirilmiştir. Böylece, yan dal uzmanlığı, Tababet Uzmanlık Tüzüğü
dışında bir hükme bağlanmıştır.
Üniversiteler, kendi mevzuatlarıyla yan dal asistanı
alırken, Sağlık Bakanlığı da 2514 sayılı Kanunun 6 ncı maddesine istinaden Yan
Dal Asistanlık Sınavı Yönetmeliği çıkararak, yan dal asistanı almışlardır.
2514 sayılı Kanun, 10.7.2003 tarihinde 4924 sayılı
Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli
Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanunun 14 üncü maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, Yan
Dal Asistanlık Sınavı Yönetmeliği hukukî dayanaktan yoksun kalmıştır. Bu
nedenle, halen, Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim hastanelerine yan dal asistanı
alınamamaktadır. Süresini dolduran asistanlar uzman olmakta, yeni asistanlar
ise yetiştirilememektedir. Bu da, yan dallarda ciddî bir tıkanma meydana
getirmiştir.
Diğer yandan, Tıpta Uzmanlık Tüzüğünün 36 ncı maddesine
göre, yeni bir yönetmelikle bu sınavın düzenlenmesi öngörülmüşse de, Danıştay
8. Dairesi ve İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu, bu tüzüğün çatısını oluşturan
maddeleri iptal ettiğinden, buna göre de yeni bir yönetmelik oluşturulması
mümkün değildir. Yeni tüzük oluşturuluncaya kadar, yan dal asistanlık sınavı
için hukukî dayanak oluşturmanın tek yolu, Tababet ve Şuabatı San'atlarının
Tarzı İcraına Dair Kanuna bir maddenin eklenmesidir. Bu nedenle, hazırlanmış bu
kanun teklifinin, sistemdeki tıkanıklığa çözüm bulmak adına uygulamaya geçmesi
son derece önem arz etmektedir.
Değerli milletvekilleri, 3 Kasımla birlikte devralınan
sağlık sisteminde karşılaşılan manzara şuydu: Uzayıp giden çile dolu hastane
kuyrukları. Sağlık alanındaki hizmetlerde gittikçe derinleşen bir eşitsizlik
yapısı. Bir tarafta hekim açığı, diğer yanda iş arayan hekimler; bir tarafta
hasta bekleyen boş hastane koridorları, diğer yanda ise aylarca yatak bekleyen
hastalar. Siyasî rant beklentileriyle kurulmuş tıp fakülteleri ve plansızca
yetiştirilmiş binlerce genç doktorun gelecek kaygısı. Hasta ile hekim
arasındaki para trafiğinin çok olağan karşılandığı bir anlayış. Köşe başlarına
plansızca kurulmuş özel hastanelerden medet uman bir sağlık sistemi ve Batı
ülkelerinin tıbbî araç çöplüğü haline gelmiş, devasa, ama, fonksiyonel olmayan
bir ekipman parkı. "Paran kadar sağlık" ve "paran kadar
hizmet" anlayışının ötesine gidememiş, sosyalleşememiş, sağlığın bir fert
için en temel hak olduğunun bile farkına varamamış bir anlayış. Hastası da
doktoru da diğer sağlık çalışanları da mutsuz ve günübirlik politikalarıyla,
personel ataması anlayışının ötesinde bir vizyonu olmayan yöneticilerin elinde
oyuncak olmuş bir sağlık sistemi. Ama, artık, bu tablo, Sağlık Bakanlığımızın
yaptığı çalışmalarla geride kalmış ve Türk sağlık sektörü yepyeni bir yapıya kavuşmaya
başlamıştır.
Değerli milletvekilleri, onbeş yıllık meslek hayatım
boyunca, kişisel olarak, değişen iktidarlarla değişmeyecek, gelecek on yıllar
hesaplanarak ortaya konulacak bir ulusal sağlık politikasını hep savunageldim;
ama, sağlığa, politikanın hesapsızca ve plansızca müdahalesinden de hep
rahatsız oldum. Bugün, bütün tarafların katkılarıyla oluşturulacak ve zamanla
geliştirilecek ulusal bir sağlık politikasına şiddetle ihtiyacımız var. Böyle
bir çalışmanın temelini ise, kuşkusuz eğitim oluşturmaktadır. Sağlık eğitimi,
gelecek perspektiflerle, bölgesel ve sektörel çalışmalar yapılarak, modern bir
anlayışla yeniden planlanmalıdır.
Bugün, 72 000 civarında ebe, hemşire, sağlık memuru ve
sağlık teknisyeni iş beklemektedir. Yine, halen, 33 000 öğrencimiz, sağlık
meslek liselerinde eğitim görmektedir. Öte yandan, birçok sağlıkevi ve
sağlıkocağı, ebe ve hemşire açığı nedeniyle hizmet verememektedir.
47 tane tıp fakültemiz var. Bana göre, bunların çoğu
yeniden ele alınmalı, kapasite fazlası olanlar ya da yetersiz olanlar,
gerekirse eğitim hastanesi gerekirse devlet hastanesi olarak
değerlendirilmelidir; mekân, donanım ve kadro olarak uygun ve yeterli
olanlarsa, nicelik ve nitelik olarak nasıl daha iyi bir düzeye getirilebilir,
bunun planları yapılmalıdır.
2 600 000 diyabet hastası olan bir ülkede, sadece 265
diyabet hemşiresinin olması, plansızlık sonucu ortaya çıkmış önemli bir
çelişkidir.
Bilim adamlarının ve halk sağlığı uzmanlarının
katkılarıyla Türkiye'nin bir sağlık haritası ortaya konulmalı, bölgesel
ihtiyaçlar ve nüfus artışları da dikkate alınarak, eğitim ve ihtiyaç
planlamaları yapılmalıdır. Bu konuda atılacak adımlar belki zor; ama, yarınlar
için mutlaka gereklidir.
Değerli milletvekilleri, koruyucu hekimlik ve birinci
basamak sağlık hizmetleri, bana göre, sistemin, planlanması en kolay, ekonomik
ve kazanımı en fazla olan parçasıdır. Koruyucu hekimlikle ilgili, belediyeler,
sağlık grup başkanlıkları ve çevre il müdürlüklerinin yapacağı denetim ve
çalışmalar, kuşkusuz çok önemlidir; ancak, asıl önemli olan, bilinçlenmiş bir
toplumdur. Toplumun, sağlıkla ilgili bilinç düzeyinin artırılması için devlete
önemli sorumluluklar düşmekle birlikte, asıl sorumluluk medya ve
aydınlarımızdadır. Medyadan talebimiz, sağlıkla ilgili, toplumu bilinçlendiren,
aynı zamanda yön veren yayınlara ağırlık vermesidir. Halkın genel moral
kondisyonunu ve psikolojisini bozan yayınlara, bilimsel denetim ve kısıtlamalar
getirilmelidir. Aynı zamanda, halkın, sağlık konusundaki eğitim ve
bilinçlenmesine katkı sağlayacak yayınlar, devlet tarafından teşvik
edilmelidir.
Bugün, Türkiye'de, 2 400 000 gizli şeker hastası var.
Bilimsel çalışmalara göre, gizli şeker hastalarının eğitim almaları ve
bilinçlenmeleri halinde, beş yıl içerisinde, sadece yüzde 10'u aşikâr şeker
hastası oluyor; oysa, kontrolsüz, bilinçsiz ve eğitimsiz olanların, beş yıl
içerisinde, yüzde 30'u aşikâr şeker hastası oluyor. Aşikâr bir şeker hastasının
yıllık tedavi maliyetinin 1 100 dolar olduğu kabul edilirse, halk eğitiminin de
ne kadar önemli olduğunu kolaylıkla fark ederiz. Bunun planlaması da, bir
ulusal politika çerçevesinde, bilimsel ve devlet teşvikli olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, bugün, sistemde, en ucuz
revize edilecek olan parça, birinci basamak sağlık hizmetleridir. Buradaki
iyileşme ve modernizasyon, hem bu sahada hizmet veren arkadaşlarımızı sosyal
olarak mutlu edip motive edecek hem de işi görülen ve birinci basamak sağlık
hizmetlerine güvenen halka bu aşamada yeterli hizmet verilerek, hastanedeki
yığılmaların önüne geçilecektir.
Sağlıkocakları, halkımız tarafından, ne yazık ki,
reçete yazan ve hasta sevk eden ofisler olarak algılanmaktadır. Oysa,
sağlıkocaklarının ve pratisyen hekimlerimizin daha aktif ve daha verimli
çalışması, ülke sağlığına çok önemli katkılar sağlayacaktır. Çevre sağlığı,
ana-çocuk sağlığı ve koruyucu hekimlikle ilgili alınacak tüm tedbirlerin
sistemde önemli rahatlamalar sağlayacağı da açıktır. Sağlık Bakanlığımızın, 3
Kasımdan bu yana 136 adet sağlıkocağını hizmete açması da birinci basamak
sağlık hizmetlerine çok önemli katkılar sağlamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bugün, kamu vicdanında sorgulanan
ve kimi zaman da haksız ithamlarla sonuçlanan önemli bir konu da, hekim ile
hasta arasındaki para trafiğidir. Bunun önüne geçmek için Bakanlığımızın attığı
adımlar son derece yararlı olmuştur. Performansa dayalı dönersermaye
uygulaması, hekimlerimizi, hastanelerinde daha fazla çalışmaya ve daha fazla
üretmeye sevk etmiştir; ancak, bu uygulamalarda zaman zaman, kişiye dayalı
faktörler nedeniyle sorunlar ortaya çıktığı da bilinen bir gerçektir. Pratikte
yaşanan sorunlara Bakanlığımızın zaman içerisinde çözüm üreteceğine kimsenin
şüphesi olmasın; ama, burada açıkça ifade etmek istiyorum ki, hekim ve hasta
arasındaki para trafiği ahlakî bir sorundur ve bu sorunu yaratan gerekçeleri
ortadan kaldırmak da devletin görevidir. Performansa dayalı dönersermaye
uygulamasının aksaklıkları tespit edilip, uygulamalarda revizyona gidilmelidir.
Sosyal güvenlik kurumları tek çatı altında
birleştirilmeli ve kademeli olarak da genel sağlık sigortasına geçilmelidir. Bu
konuda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız, oldukça önemli mesafeler
almıştır. Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir devlettir ve her vatandaşın
sağlığından Türkiye Cumhuriyeti Devleti sorumlu olmalıdır.
Sosyal güvenlik sistemindeki reformu takiben,
doktorların özlük haklarının iyileştirilmesiyle birlikte, artık,
muayenehanecilik sistemine de yeni bir düzen getirilmelidir ve hekimler,
hastane ya da muayenehane tercihlerinden birini yapmak zorunda olmalıdır;
ikisinin birlikte olması, bana göre, sistem için çok önemli bir sorundur.
Değerli arkadaşlarım, sağlık çalışanlarının özlük
haklarının yetersiz olduğunu gayet iyi biliyorum. Özellikle çok zor bir eğitim
sürecinden sonra meslek hayatına atılan ve insan yaşamını kurtarmak, insana
sağlığını hediye etmek gibi kutsal bir görevi yerine getiren meslektaşlarımın
sorunlarını çok iyi biliyorum. Hem sosyal hem de finansal olarak yetersiz
koşullarda bu onurlu görevi yaptıklarını da yakinen biliyorum; ama, şunu
söylemek istiyorum ki, hepimizin bu ülkeye borcu var. Çok zor şartlar altında
kurulan ve bize emanet edilen bu kutsal vatana ve çilekeş Türk insanına
hepimizin borcu var.
Hekimler, bu ülkenin alınyazısında daima etkin ve
belirleyici görevler üstlenmişlerdir ve inanıyorum ki bundan sonra da böyle
olacaktır. 19 Mayıs 1919'da Gazi Mustafa Kemal'le birlikte cumhuriyetin
temellerini atan bir avuç vatanseverin arasında Dr. Reşit, Dr. Adnan Adıvar ve
Dr. Refik Saydam vardı. Yine, Mektebi Tıbbiyei Şahanede öğrenim gören tıp
talebelerinden bir sınıf -ki, bu, ülkemizin ilk tıp fakültesidir- gönüllü
olarak Çanakkale'ye gitti ve 18 Mayıs 1915'te tamamı şehit oldu. 1921 yılında
bu nedenle tıp fakültesinden mezun verilemedi; tıpkı, Balıkesir Lisesinde bir
sınıfın şehit olması ve mezun verilememesi gibi. İşte, bu ülkenin temellerinde
meslektaşlarımızın böyle mukaddes rolleri ve görevleri olmuştur. Bugün bu ruha
samimî olarak ihtiyacımız var.
Milletin kürsüsünden değerli meslektaşlarıma mesajım
odur ki, koşulları ne kadar zor ve ağır olursa olsun, hiçbir mazeret, aziz Türk
Milletine hizmet etme anlayışının önüne geçmemelidir. Doğusundan batısına,
kuzeyinden güneyine bu vatanın her karış toprağında hizmet etmek en kutsal
görevimiz olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanlığımızın hasta
hakları konusunda yaptığı çalışmalar ve uygulamalar takdire şayandır.
Hastanelerimizde hasta hakları birimi ve hasta hakları kurulları
oluşturulmuştur; ancak, burada, Bakanlığımız hastaların hakkını teslim ederken,
bu hakların bilinmesinin ve aranabilmesinin de son derece önemli olduğu
unutulmamalıdır. Bu konuda ortaya konulacak yeni bir hasta hakları tüzüğü, tüm
iletişim yolları kullanılarak halkımıza anlatılmalıdır. Bu, daha demokratik ve
daha aydın bir toplum için şarttır; ancak, bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi
için dünya standartlarında bir malpraktis yasasının çıkarılması ve beraberinde
hekimlere meslekî sigorta sistemi uygulamasının getirilmesi de şarttır.
Ülkemizde, malpraktis, yani, hekim hatalarından dolayı mağdur olmuş hastaları
sık sık gazetelerden okuyoruz. Bu durum, hekim sorumluluğundan olduğu kadar,
hastaya bağlı komplikasyonlardan da olabilir. Gerekçe ne olursa olsun,
mağduriyetin giderilmesi için tazminatların sigorta sisteminden alınması en
kolay ve en doğru yoldur.
Değerli milletvekilleri, bugün, özel sağlık sektörü,
Türk sağlık sisteminin geçmiş zamanlardaki yetersizliğinden dolayı ortaya
çıkmış ve sistemdeki yerini almıştır. Özel sektörün sistem içerisindeki
hizmetlerinden yararlanmak gereği, görünen o ki, bundan sonra da Türkiye'nin
gerçeği olacaktır; ancak, fiyat ve hizmet kalitesi konusunda devletin sıkı
kontrol ve denetimi şarttır. Temel standartları yakalamış özel sektörden
devletin hizmet satın almasında kuşkusuz bir sakınca olmaz. Nitekim,
hükümetimizin bu konuda başlattığı çalışmalar oldukça iyi sonuçlar vermiştir.
Ancak, geçmişte olduğu gibi bugün de, hâlâ, köşebaşlarında plansızca kurulmuş
bazı özel hastanelerin, fiyat rekabetleri uğruna dampingler yaptıkları,
promosyonla ameliyat yaptıkları hepimizin malumudur. Bunun sonuçlarını tahmin
etmek güç olmasa gerek. Artık, ülkemizdeki tüm hastanelerin hizmet kalitesinde
ve bilimsel kriterlerde rekabet etmesinin şartları oluşturulmalıdır. Hem özel
sektör hem de devlet hastanelerinin, gerek kalite gerekse fiyat konusunda
standardize edilmesi şarttır. Sağlık hizmetlerinde rekabetin kuralları yeniden
belirlenmeli, bununla ilgili yasal düzenlemeler mutlaka gündeme alınmalıdır.
Böylece, rekabetin fiyatta değil, kalitede olması sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, ne yazık ki, bir
ulusal ilaç politikası yoktur. Bugün, bu politikasızlığın bir sonucu olarak,
sistemin önemli bir parçasını oluşturan ilaç üreticileri de sorunlar
yaşamaktadır. Oluşturulacak bir ulusal politikayla birlikte kurulacak olan
ilaç, eczacılık ve tıbbî malzeme üst kuruluyla sektördeki önemli bir sorun da
çözüme kavuşturulacaktır. Bu alanda, yılda dönen paranın 7 milyar dolar olduğu
gözönüne alınırsa, üretilecek akıllı ve doğru politikalarla ciddî oranda
tasarruf sağlanacak ve sağlıkta tasarruflu bir kalite anlayışı yakalanacaktır.
Yerli ilaç sanayii, dünya devleriyle rekabet edebilecek
düzeydedir ve ilaç sektörü, bugün, yüzde 50-55 kapasiteyle çalışmaktadır.
Sektörün önünün açılması ve özellikle de ihracatın teşvik edilmesi şarttır.
İlaçta KDV'nin yüzde 18'den 8'e çekilmesi ve yeni ilaç kararnamesiyle
fiyatlarda ciddî indirimlere gidilmesi, halkımızı son derece memnun etmiştir.
Aynı şekilde, özel sağlık sektöründe de KDV indirimi şarttır. Bu, sağlık
hizmetlerinde ucuzlama getireceği gibi, aynı zamanda sistemdeki kayıtdışılığın
da ortadan kalkmasına neden olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de tıp alanında
kullanılan cihaz, ekipman ve sarf malzemelerine yılda harcanan paranın 2 milyar
doları geçtiği tahmin edilmektedir. Pek çok malzemenin ülkemizde üretimi teknik
olarak mümkün olduğu halde, dış piyasalarla rekabet zorluğu nedeniyle,
firmalar, bu malzemelerin ithalini tercih etmektedirler. Böylesine stratejik
bir konuda ulusal bağımsızlığın olması son derece önemlidir. Bugün, Arjantin,
Brezilya, Hindistan, Pakistan ve Çin'den tıbbî malzeme ithal etmekteyiz.
Ülkemizde, 180 adet CE belgeli üretici firmaya karşılık, 10 000'den fazla ve
genellikle ithal medikal malları satan firmanın varlığı son derece önemlidir.
Medikal alanda üretim yapacak olan firmalara özel teşviklerin getirilmesi
şarttır. Buna paralel olarak da, üniversitelerimizden birinde tıp teknolojileri
bölümünün açılması da, bu alanda, yarınlar için çok önemli bir adım olacaktır
ve ucuz malzeme teminiyle birlikte, stratejik bir sahada yeni istihdam olanakları
yaratılacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de ilaç,
tıbbî malzeme ve cihaz tanıtım ilkeleri profesyonellikten uzak ve maalesef,
insan ilişkilerine dayalı bir düzen üzerine kurulmuştur. Ne yazık ki, bu
anlayışın ürünü olarak, zaman zaman, hekimler, bilimsel kriterlerden çok,
duygusal kriterlerle hareket etmektedirler. İlaç tanıtım ilkeleri ve promosyon
ahlakı mutlaka bir yasal düzenlemeyle kontrol edilmeli ve düzene
oturtulmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, sağlık hizmetlerinin tek elde,
yani, Sağlık Bakanlığında toplanması süreciyle ilgili çalışmalar hızla devam
etmektedir. Aynı anlayıştan hareketle, hastanelerin tamamının tek elde koordine
edilmesi ve bütün milletin hizmetine tahsis edilmesi adına yapılan bazı olumlu
çalışmaları da takdirle takip ediyoruz; ancak, askerî hastanelerin atıl ve
artık kapasitelerinin de sivillere açılması gereği ortaya çıkmıştır. Bunun
için, GATA Kanununda değişiklik yapılması gerekmektedir. Bu, hem rantabiliteyi
artıracak hem sıkışan sağlık sektöründe rahatlık oluşturacak hem de askerî
hastanelere yeni katmadeğerler sağlayacaktır.
Değerli milletvekilleri, bizler vizyoner olmak
zorundayız. Özellikle sağlık sektöründe çok uzun vadeli düşünmek ve ülke
koşullarına uygun politikalar üretmek zorundayız. Bu politikaları oluştururken,
kuşkusuz, sektörün tüm sosyal taraflarının görüş ve birikimlerinden de
yararlanmalıyız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
TURHAN ÇÖMEZ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
İnanıyorum ki, bu çalışmalar, ülkenin yarınları adına
en doğru çalışmalar olacak ve bizden sonraki nesillere çok güzel bir armağan
olacaktır.
Sözlerime son verirken, yan dal ihtisasıyla ilgili
yapılacak olan kanunî düzenlemeye çok değerli katkılarınızı bekler, ülkemize
hayırlı olması dileğiyle, saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Çömez, teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Mersin
Milletvekili Sayın Hüseyin Güler; buyurun. (Alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı
İcraına Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde Grubum
adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.
Bu konu irdelendiği zaman üç tane çekincemiz var. Bunun
iyice irdelenerek değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunlardan bir tanesi, Sağlık
Bakanlığının yan dal uzmanlık eğitimiyle ilgili. Kanunla verilen yetkinin,
tüzükle düzenlenmesi gereken bir işin geçici kanunla düzenlenmesine çalışılması
kanun tekniğine aykırıdır diye düşünüyoruz. İkincisi, işin sosyal taraflarının,
yani, bugünkü TTB uzmanlık derneklerinin görüşlerinden yoksun bir şekilde bu
kararların çıkarılmasının, katılımcılık anlayışı ve demokrasinin özüne aykırı
olduğunu düşünüyoruz. Üçüncüsü ise, bugünkü bu gereksinimi duyulan tüzüğün
iptaliyle ilgili kanunu gözönüne aldığımızda, Danıştay Genel Kurulunun ve 8. Dairesinin almış olduğu kararların
bugünkü hukukî zeminden yoksun olduğu anlaşılmaktadır; bunun da çok iyi
irdelenmesi gerekmektedir diye düşünüyorum. Buna ilaveten, baktığımızda, bir
başka boyutu, tıpta uzmanlık kurulu, eğitim kurullarını değerlendirme komisyonu,
uzmanlık dalları eğitim ve müfredat komisyonu sürekli kurullar olduğundan
dolayı, yasal düzenleme gerektirmektedir; bunların da gözönünde bulundurulması
gerekmektedir.
Son zamanlarda kanun değişikliği teklifinin Türk
Tabipler Birliği Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu tarafından da uygun
bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yan dal uzmanlığı bir yükseköğretim gerektirip,
Sağlık Bakanlığı kadar, YÖK ve uzmanlık derneklerini de doğrudan
ilgilendirmektedir.
Öğrendiğimiz kadarıyla, 26.5.2004 tarihinde, Sağlık
Bakanlığı tarafından, yeni bir tıpta uzmanlık tüzüğü taslağı hazırlanmış
bulunmaktadır. Hemen hemen bir ay içerisinde bu tüzüğün gündeme alınması
gerekmektedir diye düşünüyoruz; ama, buna karşın, bu kanun teklifinin gündeme
alınmasında da bir çelişki doğacağı düşüncesindeyiz.
Yine, Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan bir
taslakta, işin bilimsel boyutu da var. Günümüzde, yaklaşık 104 yan dal varken, bu
taslakta, Sağlık Bakanlığının yapmış olduğu tüzük çalışmasında, bu aşırı yan
dal uzmanlaşmasından vazgeçildiği görülmektedir. Böyle olunca, bu çelişkilerin
çok iyi irdelenerek değerlendirilmesi gerekmektedir diye düşünüyoruz.
Tabiî, işin yan dal uzmanı olunca, bir hekim olarak,
bugünkü hekim çalışanlarımızın yaklaşık yüzde 70'inin pratisyen olduğunu
gözönünde bulundurduğumuzda, pratisyen hekimlerimiz, büyük bir oranda
mesleğinde yabancılaşmaya, arkasından da tamamıyla uzmanlığa doğru
yönelmektedir. Bu süreci gözönünde bulundurduğumuzda, yarınlarımıza dönük
olarak, gerek planlamanın gerek istihdam programının yoksun olduğu
görülmektedir. Böyle olunca, bugün, uzman hekim arkadaşlarımızın, tayin
konusunda hepimize başvurduklarını ve istihdam sorunlarının olduğunu çok iyi
bilmekteyiz.
Bunca özveriyle yetişen hekim camiamızın, başta özlük
haklarını, çalışma koşullarını ve yarınlarında istihdam programlarını gözönünde
bulundurduğumuzda, bunları çok iyi değerlendirerek, emeğimizin karşılığı
olarak, yarınlarda bir iş imkânı yaratılması konusunda çok dikkat edilmesi
gerekmektedir. Bakanlığımızın da bu konuda çalışması var mı; Sayın Bakanımızdan
bizzat bunu duymak isteriz; çünkü, önümüzdeki bir yirmi yılın planlamasını
gözönünde bulundurduğumuzda, evet, yaklaşık her üniversitede olmak üzere, 47
tıp fakültesinin -Karadeniz Teknik Üniversitesi de dahil olmak üzere- olduğu
bir dönemde, yılda 5 000 hekimin mezuniyeti söz konusu olduğunda, sadece
uzmanlık değil, aynı zamanda pratisyen hekimlerimizin de istihdamı düşünüldüğünde,
korkunç bir emek ve beyin sarfiyatını düşünmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Çalışma koşullarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Mesleğin
kutsal olduğunda, her zaman, hepimiz hemfikiriz; ama, çalışanlarına bir o kadar
değer verilmediğini görmekteyiz. Evet, Sağlık Bakanlığının, bu konuda çeşitli
çalışmaları var. Bu konuda, en sonunda, aile hekimliği gibi, biraz da Dünya
Bankası ve IMF'nin dayattığı anlayışın bir sonucu olarak, aslında bünyemize
uygun olmayan, ama, 224 sayılı Sosyalleştirme Kanununun günümüze uyarlanacak
şekilde hayata geçirilmesinin daha sağlıklı sonuçlar doğuracağına inancımız
tamdır. Bu konuda, Sağlık Bakanlığından, bir an önce, günümüzün yasasının
uygulanması yönünde talebimiz vardır, gereğini de yapması gerekmektedir; ama,
buna karşın, gördüğümüz kadarıyla, ülkemizde tartışılan konu, işin sadece
hastanecilik kısmı, yani üçüncü, dördüncü basamak tedavi kısmıdır. Daha çok,
koruyucu hekimlik, nüfus planlaması ve çevre sağlığı açısından incelediğimizde,
ülkemiz koşullarında, birinci basamak tedavinin daha kaliteli sunulması
gerekmektedir. Kısaca, kamu sağlığının hem ulaşılabilir hem kaliteli hem de
ucuz olması gerekmektedir; çünkü, ülkemizde, hepimiz, sağlıkta tasarruf
olmayacağının bilincindeyiz; ama, buna karşın, en ucuz şekilde, kamu sağlığının
kalitesini de yükseltmek zorundayız.
Sağlık açısından konuşulacak çok konu var; ama, buna
karşın, bu kanunla ilgili beklentilerimizde, sonuç olarak, ciddî tartışmaları
ve genel bir uzlaşıyı gerektiren bu konudaki bir yasa değişikliğinin, var olan
durumu daha karmaşık hale getireceğinden şüphemiz yoktur. Yan dal uzmanlığı çok
önemli bir konu olup, mutlaka, Tıpta Uzmanlık Tüzüğü çerçevesinde, tüm
tarafların teknik ve bilimsel katkıları alındıktan sonra karara bağlanmalıdır
diye düşünüyoruz.
Tüm bu nedenlerle, söz konusu yasa değişikliği
önerisinin uygun olmadığını düşünüyoruz.
Sözlerimi tamamlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güler.
Sayın milletvekilleri, teklifin tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza arz ediyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.(CHP sıralarından gürültüler)
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, bu tarafa
bakmıyorsunuz...
BAŞKAN - Özür dilerim...
RECEP KORAL (İstanbul) - Oylama bittikten sonra
söylüyorsunuz...
HALUK KOÇ (Samsun) - Ama, bu tarafa bakmadı ki.
BAŞKAN - Bir dakika... Düzeltiyorum...
Kabul edenler...
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - İki kere mi
yapıyorsunuz Sayın Başkan?! Olur mu?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ne demek yani!
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Bir dakika efendim... Müsaade edin...
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan, oylama bittikten
sonra, tekrar sayım olmaz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
ATİLLA KART (Konya) - Başkan, neyi bekliyorsunuz?!
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Bu ne ya!.. Bu ne!..
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bakınız "kabul
edenler, etmeyenler" diye bir baktım...
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan "kabul
etmeyenler" derken buraya bakmadınız.
BAŞKAN - Bir anda göz aldanması oldu ve ben "kabul
edilmiştir" dedim. Dolayısıyla, tekrar oylama yapacağım.
Teklifin maddelerine geçilmesini kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Teklifin maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum :
TABABET VE
ŞUABATI SAN'ATLARININ TARZI İCRAINA DAİR KANUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA
DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE 1. - 11.4.1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve
Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına Dair Kanuna aşağıdaki geçici madde
eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 4. - Yan dal asistanlık
sınavlarında, Sağlık Bakanlığınca yeni bir Tıpta Uzmanlık Tüzüğü ve bu Tüzüğe
göre bir yönetmelik hazırlanıp yürürlüğe konuluncaya kadar, 10.7.2003 tarihli
ve 4924 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi ile mülga 21.8.1981 tarihli ve 2514
sayılı Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne Dair Kanunun 6 ncı
maddesine dayanılarak yürürlüğe konulan Yan Dal Asistanlık Sınav Yönetmeliği
hükümlerinin uygulanmasına devam olunur."
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
1 inci maddeyi oylarınıza sunup, karar yetersayısını
arayacağım.
1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati
: 18.41
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati
: 18.54
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER
: Mevlüt AKGÜN (Karaman), Ahmet KÜÇÜK(Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 96 ncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
449 sıra sayılı teklifin müzakerelerine kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
9. - Balıkesir
Milletvekili Turhan Çömez'in, Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcraına
Dair Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma
ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/280) (S. Sayısı : 449) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
1 inci maddenin oylamasında karar yetersayısı
bulunamamıştı.
Sayın Güler, aynı kanunu bir önceki yasa teklifinde
değiştirmiştik, orada, geçici 4, 5 ve 6 ncı maddeler eklenmişti. Bu geçici 4
üncü maddenin 7 nci madde olması gerekiyor, onun tashih edilmesi gerekiyor; onu
redakte edeceğiz.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI
MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Doğrudur Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Şimdi, maddeyi yeniden oylarınıza sunup, karar
yetersayısını arayacağım.
Madde 1'deki, Geçici Madde 4'ü, Geçici Madde 7 olarak
tashih ediyor ve maddeyi o şekilde oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Müzakere bitti efendim,
değişiklik olmaz artık. Oylama oldu...
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI
MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - Değişiklik yok.
BAŞKAN - Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; karar
yetersayısı vardır.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - Bu Kanun Yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, teklifin tümünü oylarınıza arz
ediyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Teklif kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
Sayın milletvekilleri, Danıştay Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun müzakerelerine
başlıyoruz.
10. - Danıştay
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/629) (S. Sayısı : 431) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu 431 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Yılmazcan, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Artvin Milletvekili Sayın Yüksel Çorbacıoğlu; şahsı adına, Ankara
Milletvekili Sayın Nur Doğan Topaloğlu söz istemişlerdir.
AK Parti Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın
Mehmet Yılmazcan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET YILMAZCAN (Kahramanmaraş) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, sözlerime başlamadan önce, Partim ve Grubum adına
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ülkesi
ve milletiyle bölünmez bir bütündür ve Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru,
dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Anayasamız, devletin temel
amaç ve görevleri arasında, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırma görevine yer vermiş bulunmaktadır.
Devletin temel görevleri arasında sayılan bu hususların gerçekleşmesi konusunda
Türkiye Büyük Millet Meclisine büyük görev düşmektedir.
Hukuk devleti, temel hak ve hürriyetleri güvence altına
alan, bu bağlamda, yasallık ilkesini önplanda tutan ve yasada öngörülen
sınırlamanın ölçüsü ve gerekliliğini, bağımsız, tarafsız ve güvenceli yargıç
kararıyla koruma altına alan devlettir. Uluslararası alanda tanınmış genel
hukuk ilkelerinin bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinde de tanınması ve
Parlamentonun bu çerçevede yasama faaliyetinde bulunması gerekliliği
tartışmasızdır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde yargı bağımsızlığı,
hukuk devletinin en temel dayanaklarından biri olmakta ve bu kapsamda,
vazgeçilmez olan idarenin yargısal denetimi, günümüz hukuk devletinde, üzerinde
en çok düşünülen, tartışılan ve konuşulan konular arasında bulunmaktadır.
İdarenin yargısal denetimiyle görevli idarî yargının en ideal konumda
çalışmasının, kararlarının idareye yol gösterici, idare edilenleri koruyucu ve
kollayıcı olmasına, hukukun evrensel ilkelerine sahip çıkmasına ve denetimini
bu çerçevede yapmasına, kamu yararı kavramı ile kişi hak ve özgürlükleri
kavramını en üst düzeyde bağdaştırmasına, kararlarının idare tarafından
gecikmeksizin yerine getirilmesine ve uygulamadan kaçınan veya uygulamama
sonucunu doğuran işlem veya eylemlerde bulunan idarecilerin cezaî, idarî ve
malî sorumluluklarının açık ve net yasal düzenlemelere kavuşturulmasına bağlı
olduğunu söylememiz gerekmektedir.
(x) 431 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; idarenin
yargısal denetimi bütün dünyada iki ana sistem içerisinde yapılmaktadır.
Birinci sistem, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'de gelişen ve halen de
ana çizgileriyle yürürlükte bulunan Anglosakson sistemidir. Bu uygulamada bütün
yargısal denetim adlî yargı tarafından ve tek elden görülmekte olduğu için, bu
sisteme aynı zamanda tek yargı sistemi de denilmektedir.
İkinci sistem ise, Fransa'nın önayak olduğu, adlî
yargıdan ayrı ve ondan bağımsız bir idarî yargının mevcut bulunduğu bir başka
oluşumdur. Ülkemizde de, kamu hizmetlerinden doğan anlaşmazlıkların
yapılarındaki özellikler, bunlara uygulanacak kuralların hukukî ve teknik
nitelik taşıması, özel hukuk dalı ile idare hukuku arasında büyük bir bünye,
esas ve prensip farkının var olması, idarî işlemlerin idare hukuku dalında
uzmanlaşmış ve kamu hukuku alanında bilgi ve tecrübe edinmiş hâkimlerce
denetlenmesi yararlı olacağından dolayı, idarî yargı, adlî yargıdan ayrı ve
bağımsız bir idarî yargı sistemi olarak Anayasamızca kabul edilmiştir.
Ülkemizde, idarî yargı deyince aklımıza gelen ilk
kuruluş, Danıştaydır. Bilindiği üzere, ülkemizde adlî ve idarî yargı ayırımı,
1868 yılında, o günkü adıyla Şûrayı Devletin kuruluşuna dayanmaktadır. İdarî
yargıyla ilgili olarak ilk kuruluş ve usul yasası, 7 Aralık 1925 tarihinde
Resmî Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 669 sayılı Şûrayı Devlet
Kanunu olup, bu kanun üzerinde de zaman içerisinde birkaç defa değişikliğe
gidilmiştir.
Daha sonra, 1964 yılının son gününde, 521 sayılı
Danıştay Kanunu yürürlüğe girerek, 669 sayılı Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.
Buna rağmen, zaman içerisinde yargının belli kısmında ve yüksek mahkemelerin
belli dairelerinde mevcut dosya sayısı, normal çalışmayla eritilemeyecek
sayılara ulaşmıştır. Özellikle yüksek mahkemelerde daha belirgin olan iş
yoğunluğu, bazen yargı mensuplarının tüm özel yaşamını etkiler, zaman zaman da
sağlığını tehdit eder boyutlara ulaşmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; halihazırda,
Danıştayda, 10 dava, 2 idarî daire olmak üzere toplam 12 daire bulunmaktadır;
ancak, son zamanlarda faaliyete geçen bağımsız üst kurulların işlemlerine karşı
açılacak davalar için Danıştay görevli kılındığından, zaten yoğun olan iş yükü
daha da artmış durumdadır.
521 sayılı Danıştay Kanununda, Danıştay, ilk ve son
derece mahkemesi olarak görev yapmaktayken, 20 Ocak 1982 tarihli Resmî Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren 2575 sayılı Danıştay Kanunuyla Danıştayın ilk ve
son derece mahkemesi olarak görev yapması son bulmuş, Danıştay Kanunuyla aynı
tarihte yürürlüğe giren 2576 sayılı Kanunla, bölge idare mahkemeleri, idare
mahkemeleri ve vergi mahkemeleri kurulmuş, idare mahkemeleri genel yetkili
mahkeme haline getirilmiştir. Böylece, o tarihe kadar idarî yargı alanında ilk
ve son derece mahkemesi olarak görev yapan ve giderek artan iş yükü altında
bulunan Danıştayın görevlerinin büyük bir bölümü, yeni kurulan idare ve vergi mahkemelerine
aktarılmıştır. Hatta, yukarıda sözü edilen özel görevlendirilmeler nedeniyle
özellikle bazı dairelerin iş yükü tamamen içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir.
Bu durum ise, yüksek mahkemelerin içtihat mahkemesi olarak çalışmasının önünde
en büyük engellerden birini oluşturmaktadır.
Hatta, iş yükü deyince, ilk derece mahkemeleri ile
temyiz mahkemelerinin ayırt edilmesinin mümkün olmadığı düşüncesindeyiz. Çünkü,
bugün, idarî yargıda ilk derece mahkemesi olarak görev yapan ve özellikle büyük
şehirlerde bulunan idare ve vergi mahkemelerindeki iş yüküyle hâkimlerin
sağlıklı karar verebilmesi imkânı ortadan kalkmıştır. Belki sayısal olarak
davalar sonuçlandırılmakla birlikte, davanın derinlemesine incelenip,
tarafların vicdanlarını tatmin edecek gerekçeyi içeren kararların verilmesi
mevcut koşullarda mümkün görülmemektedir. Zaten, böyle bir şeyi, yoğun iş yükü
altında büyük özveriyle çalışan hâkimlerimizden beklemek, insafsızlık olur diye
düşünüyoruz.
O zaman, yargının problemlerinin çözümü noktasında
öncelikle yapılması gereken olay nedir diye düşündüğümüzde, aklımıza ilk gelen
husus yargıcın çalışmasını kolaylaştıracak fizikî ve maddî şartların
iyileştirilmesi gerektiğidir. Bu konunun kısa zamanda tamamen çözülmesi, uzun
zamandır ekonomik krizlerle boğuşan ülkemizin halihazırda mevcut bütçe
imkânlarıyla giderilmesi mümkün gözükmemekte ise de, görüşmüş olduğumuz eldeki
kanun tasarısıyla, tıkanma noktasına gelmiş ve aciliyet arz eden bazı
hususlarda yeni bir düzenleme yapılmak suretiyle problemlerin bir parça olsun
çözüleceği inancındayız; ancak, yargının temel problemini, yani iş yükünü
davalar oluşturduğuna göre, çözüm için verilecek en mantıkî cevabın, idare ile
vatandaş arasında uyuşmazlığı ortadan kaldırmak, hiç değilse azaltmak olduğu
kanaatindeyiz. Bunun yolu ise, hazırlıkları yapılmış, hatta tasarı haline
getirilmiş idarî usul yasa tasarısını geciktirmeden yasalaştırıp yürürlüğe
koymaktır. Bu tasarının yasalaştırılıp yürürlüğe konulması ve idare tarafından
titizlikle uygulanması halinde, uyuşmazlıkları kaynağında azaltacağına ve
böylece, yargılama sürecini hızlandıracağına ve Danıştayın içtihat mahkemesi
olarak çalışmasına olumlu katkıda bulunacağına inanmaktayız.
Öte yandan, hukuk devleti ilkesinin en önemli unsuru,
şüphesiz, idarenin tüm eylem ve işlemlerini hukuk kurallarına uygun olarak
yürütmesi ve bu eylem ve işlemler nedeniyle hak veya menfaatı ihlal edilenlerin
dava açması halinde, bunlar üzerinde, bağımsız mahkemelerce yargısal denetim
yapılabilmesidir.
İdare, devletin toplumsal ve kişisel yaşama en yoğun ve
en güçlü bir biçimde müdahale eden fonksiyonu olduğundan, kişi hak ve
özgürlükleri bakımından az çok tehlikeli sayılabilecek yetkileri içerir. Bu
yüzden, idarenin hukuka bağlılığı ve bu bağlılığın sıkı bir yargı denetimi
altında tutulması, idare hukukunun temel problemlerinden birini oluşturur.
Bu bağlamda, yargısal denetimin en önemli aracı, iptal
davalarıdır. İptal davalarıyla, idarenin hukuk alanı içine alınması ve ihlal
edilen hukuk kuralının üstünlüğü ve egemenliği sağlanır. Bu amaç ve sonuç,
iptal davalarının, toplumun yararına yönelik nesnel niteliğini gösterir.
İptal kararlarından, bu davayı açanlar da somut olarak
yararlanırlar, yitirdikleri haklarına kavuşurlar veya ihlal edilmiş olan
menfaatları onarılmış olur. İşte, iptal kararlarının bu öznel sonuçlarının
ilgililere gerçek bir tatmin verebilmesi için, davaların mümkün olan en kısa
zamanda incelenip karara bağlanması gerekir.
Davaların makul sürede sonuçlandırılması hususu
evrensel bir ilkedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde
düzenlenen adil yargılanma ilkesinin en önemli unsurlarından biri, yargılamanın
makul sürede sonuçlandırılmasıdır. Konu, 1982 Anayasasında düzenlenmiş ve 14
üncü maddeyle, davaların mümkün olan süratte sonuçlandırılması yargıya görev
olarak verilmiştir.
İdarî Yargılama Usulü Yasasının 20 nci maddesinin
değişik beşinci fıkrasında, öncelikli işler dışında kalan dosyaların tekemmül
ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde
sonuçlandırılması öngörülmüştür.
Yargıda ilke, şüphesiz, Anayasada ifade edildiği gibi,
mümkün olan süratle davaları sonuçlandırmaktır; ancak, yargılama süreci her
uyuşmazlığın niteliğine ve bu süreçte uygulanan usulî işlemlere göre farklılık
gösterir. Resen araştırma ilkesinin uygulandığı idarî yargıda bazı davaların
incelenmesi uzayabilmekte, buna bağlı olarak, nihaî karar sürelerinin her dava
için değişmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Kabul etmek gerekir ki, Türkiye'de her derecedeki
mahkemeler çok ağır bir iş yükünün altındadırlar, bu yükü hafifletmek için
olağanüstü bir gayret gösterilmesine karşın, tam bir sonuç alınamamakta ve
yasada öngörülen süreler zorunlu olarak aşılmaktadır; Danıştayda, özellikle
bazı idarî dava dairelerinde bu husus çok belirgin hale gelmiştir. Tüm
gayretlere ve olağandışı çalışmalara karşın, dava sayısındaki artış ve birikim
önlenememektedir.
Genel olarak yargıdaki ve eldeki kanun tasarısıyla
bağlantılı Danıştaydaki dava sayısı, iş yükünü, tartışmaya ve başka bir
açıklamaya gerek bırakmayacak şekilde çok açık olarak ortaya koymaktadır.
Davaların belli bir bölümünün genel düzenleyici
işlemlere karşı açılmış, belli bir bölümünün de ülkenin toplumsal, siyasal,
ekonomik ve kültürel sorunlarıyla yakından ilgili olduğu ve bu nedenle inceleme
ve karara bağlanma aşamalarının titiz bir çalışmayı gerektirdiği hususları
dikkate alındığında, bu iş yükünün sadece nicelik yönünden değil, nitelik
yönünden de ağırlık taşıdığı anlaşılacaktır. Bu gibi durumlarda Danıştay
dairelerinin görevleri kanunla belirlendiğinden, iş yükünün daireler arasındaki
dağılımının sağlanabilmesi, kanun değişikliğini zorunlu kılmaktadır.
İşte, görüştüğümüz bu kanun değişikliğiyle de, halen 2
olan idarî daire sayısı 1'e indirilmekte, 1 yeni daire kurulmaktadır. Böylece,
8'i idarî dava dairesi, 4'ü vergi dava dairesi, 1'i idarî daire olmak üzere,
toplam 13 daire oluşturulmaktadır. Daha etkin ve verimli bir çalışma ortamı
yaratmak için, genel kurulun oluşumu değiştirilmektedir.
24 üncü maddede yapılan değişiklikle, bazı kamu
görevlilerinin açtığı davalar Danıştayın görevinden çıkarılarak idare
mahkemelerine verilmektedir. Böylece, Danıştayın iş yükü önemli derecede
azaltılmaktadır. 37 nci maddede, başkanlar kuruluna, idarî ve vergi dava
dairesi ayırımı gözetmeksiniz, bir dairenin görevine giren işlerin bir bölümünü
diğer dava dairesine devretmesi yetkisi verilmektedir.
Bu kanun değişikliğiyle kısmen de olsa Danıştayın iş
yükü azalacağından ve yargılama süreci hızlanacağından, AK Parti Grubu olarak
olumlu oy kullanacağız.
Sözlerime son verirken, Danıştay Kanununun milletimize
ve Danıştay mensuplarına hayırlı ve uğurlu olmasını diler, hepinize saygılar
sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Yılmazcan, teşekkür ediyorum.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu.
Sayın Çorbacıoğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YÜKSEL ÇORBACIĞOĞLU (Artvin) - Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına düşüncelerimi sizlerle
paylaşacağım.
Değerli arkadaşlar, bu tasarı, yaklaşık bir yıl önce
Meclise geldi; birbuçuk yıllık geçmişi olan ve önemli ihtiyaçları giderecek
olan bir tasarıdır. Her ne kadar biraz gecikmiş ise de, bugün, sanıyorum, bu
tasarı yasalaşacak; çünkü, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu bu tasarıyı
destekliyor; sanıyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu da -sözcüsünün
açıkladığı üzere- bu tasarıyı destekleyecektir.
Değerli milletvekilleri, tasarının amacını anlaşılır
bir dille, sizlerle paylaşmak istiyorum: Öncelikle, 12 daireden oluşan
Danıştayımızın daire sayısını 1 artırıyoruz, 13 üncü daireyi ihdas ediyoruz.
Tabiî, bu dairenin kurulmasıyla beraber, 20 adlî personel ve dairede başkan,
üye, tetkik hâkimi, savcı olarak görev yapmak üzere 38 kamu görevlisini, bu
bağlamda, bu dairenin oluşmasına katıyoruz.
Değerli arkadaşlar, ayrıca, bu tasarıyla, 2. Daireyi,
bugüne kadar idarî işlemlerle muhatap olmaktayken, idarî dava dairesi olarak
görevlendiriyoruz. Sonuçta, daire sayısı 13; ancak, daha önce 6 olan idarî dava
dairesi sayısı 8'e çıkmış oluyor. Böylelikle, Danıştayın iş yükünün
hafifletilmesi konusunda nispeten bir katkı sağlamış oluyoruz.
Değerli arkadaşlar, ikinci amacımız, İdarî Dava
Daireleri Genel Kurulu ve Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun yapılanmasına
yeni bir düzenleme getirmektir. Daha önce bütün daire başkan ve üyelerinin üye
olduğu bu dava genel kurullarının belli bir disiplin altında oluşturulması,
bizce daha uygun görülmüştür. Bu konuda, her ne kadar, Danıştayın önerisiyle
ilgili, uygulamada kısmî bir değişiklik yapılmış ise de, bu haliyle daha
doğrudur. O da şu; Danıştayın bu konudaki düşüncesi; genel kurullara her
daireden 1 başkan, 2 üyenin katılması ve bu üyelerin seçiminin de başkanlar
kurulunca yapılması şeklindeydi. Ancak, bu düşünce komisyonumuzda
değerlendirildi ve 1 başkan ve 2 üye yerine 3 üyenin katılması ve bu 3 üyenin
de daire üyeleri tarafından kendi aralarından seçimle belirlenmesi konusunda
bir değişiklik yapıldı. Böylelikle, dava dairelerinin sağlıklı çalışmasına
fayda sağlanacaktır.
Bunların somut olarak faydasını size şöyle
açıklayabilirim: Öncelikle, İdarî ve Vergi Dava Daireleri Genel Kurulları, hem
yerel mahkemelerin ilk derece mahkemesi olarak verdiği kararlarda direnme
kararlarını inceliyor hem de Danıştay daire kararlarının da temyiz mercii
olarak incelemesini yapıyor. Daha doğrusu, bu daireler, içtihat oluşturan
daireler.
Biliyorsunuz, hukukta, yazılı hukuk olduğu gibi, yazılı
hukukun ötesinde, içtihatlar da, yargılamanın, hukukun, adaletin
gerçekleştirilmesi için önemli bir kavramdır. Ancak, geçmiş haliyle bu
dairelerin çalışması, bu içtihatların sağlıklı oluşmasına engel teşkil
etmekteydi. Neden; sayısı belli olmayan... Yani, şu anki koşullara göre
söylüyorum; sanıyorum, İdarî Dava Daireleri Genel Kurulu en fazla 43 üyeden
oluşuyor, en az 17'ye kadar veya 15'e kadar inebiliyor. Yani, bazı kararları 20
üyeyle alabiliyorsunuz, bazı kararları 30 ya da 40 üyeyle alabiliyorsunuz.
Farklı sayıda kişilerin oyuyla karar çıkarılabiliyor, farklı sayıda kişilerin
oyuyla çıkarılan karar da, sonuçta, içtihatta birlikteliği engellemiş oluyor. O
anlamda, bir düzenin sağlanması açısından böyle bir disiplinin getirilmesi
doğru olmuştur.
Diğer taraftan, sayının çok yüksek olması, dava
dosyalarının tartışılmasında da sorun yaratmakta ve bunların sonuçlandırılması
da zorlaşmaktadır. Genel kurulların üye sayısının düşürülmesi, bu anlamda da,
tartışmaların daha az olmasının ve daha disiplin altına alınmasının yolunu da
açacaktır.
Üçüncü olarak da, genel kurulda devamlı aynı üyeler
tarafından görev yapılacağı için, bu üyelerin devamlı aynı konularla muhatap
olmaları, uzmanlaşmaları sonucunu ortaya çıkaracaktır.
Değerli arkadaşlar, Danıştayda bu düzenlemeyi
yapıyoruz; kadroyu oluşturuyoruz, katkı sağlıyoruz, emek veriyoruz, masraf
ediyoruz. Sonuçta, bu mahkemeler -Danıştay veya diğer mahkemeler- bir karar
veriyor. Özellikle idare mahkemelerinin ve Danıştayın verdiği kararların
sonuçta uygulanması gerekir; uygulanmadıktan sonra, verilen kararın bir anlamı
da olmamaktadır. Yani, biz, yargıya, böyle, yasal düzenlemeler yaparak saygılı
olamayız, yargının bağımsızlığını bu düzenlemelerle sağlamış olmayız, aynı
zamanda, yargının verdiği kararları da uygulamak zorundayız. Hani, Avrupalı
diyor ya "siz Avrupa Birliğine katılma sürecinde birtakım düzenlemeler
yapıyorsunuz; ama, bu yeterli değil..." Neden?.. "Onun uygulamasını
da göreceğiz." Nedense, bu konuda bizi sabıkalı sayıyorlar.
Değerli arkadaşlar, bir yargı kararı... Yargı
kararından önce, ben, kendi ilimden bir örnek vereyim. Borçka İlçesinde, SSK
Hastanesinin Müdürü, Borçka Belediye Başkanlığı için, istifa etti, aday oldu.
Cumhuriyet Halk Partisi adayı olarak, belediye başkanlığını kazanamadı. Şimdi,
süresi içerisinde görevine dönmek istiyor, dönemiyor. Yani, düşünüyorum, bu
arkadaşımız, Cumhuriyet Halk Partisinden değil de Adalet ve Kalkınma
Partisinden aday olsaydı, geriye dönmede bir sıkıntı yaşayacak mıydı? Bence,
oraya dönmenin de ötesinde, daha üst mercilere gidilebilirdi.
Ben, size bir örnek olay daha anlatacağım: 3 Kasım 2002
seçimlerinde, bir kamu görevlimiz, Cumhuriyet Halk Partisinden aday olmak üzere
istifa ediyor; ancak, aday olamayınca, geri dönmek istiyor. Seçim Yasasının
ilgili 7 nci maddesine göre, yine eski görevine döndürülmesi gerekirken, bir ay
içerisinde bu talep yerine getirilmiyor, bunun üzerine dava açıyor. Buraya
kadar bir şey demiyorum; ancak, artık, iş mahkemeye yansıyor. Davada,
Danıştayın ilgili dairesi, görevine iade kararı veriyor ve bu karar 10 Aralık
2003 tarihinde yerine getiriliyor; ama, niye yerine getiriliyor biliyor musunuz
arkadaşlar; aynı gün başka bir göreve atanması için yerine getiriliyor. Zaten,
eğer açıkta ise, onu siz görevine iade etmezseniz, bu yeni görevlendirmeyi de
yapamazsınız. Dolayısıyla, aynı gün yine Ankara'ya, merkeze görevlendiriliyor.
Bunun üzerine Ordu İdare Mahkemesine yine dava açılıyor, yürütmeyi durdurma
kararı alınıyor; 13.1.2004'te görevine iade ediliyor. 13.8.2004'te tekrar dava
ediyor, 28 Ekim 2004'te göreve iade ediliyor; şubat ayında tekrar Ankara'da
görevlendiriliyor, 1 Nisana kadar görevlendiriliyor; bu sefer, 30 Martta, bu
sürenin uzatılması yoluna gidiliyor. Bakıyorlar, iki ay uzatılıyor ama, 30
Martta yapılan bu uzatma hukuka uygun değil, 31 Martta, bu iptal ediliyor,
sonra üç aylık yeni bir komisyon kurularak orada görevlendiriliyor. Bunun
üzerine tekrar Ordu İdare Mahkemesinde dava ediliyor ve yürütmeyi durdurma
kararı veriliyor. 19 Mayısta yine görevine iade ediliyor; ama, 19 Mayısta
tekrar bir hafta görevlendiriliyor.
Şimdi, arkadaşlar, bunu yargıya saygı anlayışıyla nasıl
bağdaştıracağız?! Yani, burada biz şimdi, Danıştayın daha sağlıklı, daha iyi
çalışması için bir yasa yapıyoruz; ondan sonra Danıştay sağlıklı ve iyi bir
şekilde çalışıyor, karar veriyor; o kararı biz uygulamıyoruz! Benzetmekte hata
olmasın ama, o kararın yazıldığı kâğıdı, mahkeme karar kâğıdı olarak değil,
kesekâğıdı olarak kullanıyoruz. Hani içine domates filan da koymuyoruz!..
Önceden onun içine ithal mısır konuluyor idi; şimdi, son zamanlarda aldığım
duyumlara göre, o kesekâğıdının içine elma ve patates konulmaya başlanmış!..
Bu elma ve patates hikâyesini de size kısaca söylemek
istiyorum. Elma ve patates ihracatıyla ilgili, elmada 40, patateste 19 dolarlık
bir destek var. Bu konuda Bakanlar Kurulunun verdiği karar, mayıs ayının
sonlarına doğru Resmî Gazetede yayımlanıyor; ama, bunun süresi 31 Mayısta
bitiyor. Şimdi bu bir haftalık süre içerisinde zaten bu ihracatı yapmanız
mümkün değil. Peki bu yasa niye çıkmış; onu araştıracağız, bakalım kimler için
çıkmış. Onu da ileride burada sizlerle paylaşırız.
İdare hakkında bu kadar dava açıp da, alınan mahkeme
kararlarına rağmen göreve iade edilmeyen kamu görevlimiz kimdir -belki
anladınız- Giresun eski Valimiz Sayın Ali Haydar Öner. Sanıyorum, bütün suçu,
Cumhuriyet Halk Partisinden aday olmak. Eğer Adalet ve Kalkınma Partisinden
aday olsaydı -ihtimal, kazanırdı diyeceksiniz de- kazanamasaydı, ihtimal,
müsteşar olurdu diye düşünüyorum. Evet Haluk Bey, gülüyorsun; ama, öyledir.
Arkadaşlar, ben, sizin hukuk anlayışınızı burada doğal
olarak eleştireceğim. Mahkemeye saygı, hakkında yasa düzenlemekle veya herhangi
bir maddî-manevî olanakları tanımakla olmaz, o mahkeme kararını tanımakla olur.
Sözlerimi daha fazla uzatmak istemiyorum. Bir de, son
olarak, yine, Sayın Başbakanımızın hukuk anlayışıyla ilgili görüşlerimi
sizlerle paylaşmak istiyorum, tabiî, yine, bu hukuka saygı noktasında.
Sayın Başbakanımız, dün, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup toplantısında, YÖK Yasasıyla ilgili, Sayın Cumhurbaşkanımızın veto kararı
üzerine görüşlerini açıklamıştır; bunu, televizyonlardan da seyrettik, basın da
yazdı. Sonuçta, genel olarak şunu söylüyor: "Sayın Cumhurbaşkanı bu
kararıyla, Meclis çoğunluğunu yok saymıştır. Meclis çoğunluğu yok
sayılamaz." Doğru değil mi; doğru...
HALUK İPEK (Ankara) - Hayır, gerekçeyi eleştiriyor.
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - Evet...
"Seçimi neden yapıyoruz" diyor, "sistem,
çoğunluk temelinde işler" diyor. Yani, eğer çoğunluğa saygı duymazsanız,
sistemi işletemezsiniz diyor.
ASIM AYKAN (Trabzon) - Çoğunluk olarak...
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Devamla) - O anlamda, çoğunluk
olarak... Evet, yani, demokrasilerde çoğunluğun verdiği karara uyacaksınız.
Sayın Cumhurbaşkanımızın nasıl seçildiğini biliyor
muyuz değerli arkadaşlar? Cumhurbaşkanlığı yetkisini nereden aldı Sayın
Cumhurbaşkanı; bu Meclisten aldı. Seçildiği gün oylamaya katılan 533
milletvekilinin 330'unun oyuyla Cumhurbaşkanı oldu; yani, yüzde 62 oyla
Cumhurbaşkanı oldu. Eğer çoğunluğa saygı duymak gerekirse, önce,
Cumhurbaşkanının aldığı oya ve onun yetkisine saygı duymak gerekir diye
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, bu yasayla ilgili Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşlerini sizlere anlattım ve destekleyeceğimizi tekrar ediyorum.
Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum; Yüce
Meclisi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Çorbacıoğlu, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, saat 20.00'de toplanmak üzere,
birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati
: 19.29
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati :
20.00
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER
: Ahmet KÜÇÜK(Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman),
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 96 ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
431 sıra sayılı kanun tasarısı üzerindeki
müzakerelerimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.
IV. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
10. - Danıştay
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/629) (S. Sayısı : 431) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Ankara
Milletvekili Nur Doğan Topaloğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
NUR DOĞAN TOPALOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 431 sıra sayılı Danıştay Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına konuşmak üzere huzurunuzdayım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Otuz yıl idarede bulunmuş bir kardeşinizim, onbuçuk yıl
da Danıştay üyeliği yaptım, şimdi de aranızdayım. Dolayısıyla, kuvvetler
ayırımının her üçünde de bulunduğum için, mukayese yapma imkânı bulduğumu
zannediyorum. Benden önce iki değerli kardeşimiz -Sayın Yılmazcan ve Sayın
Çorbacıoğlu- kanun tasarısı üzerinde ayrıntılı bilgiler verdiler,
desteklediklerini belirttiler; ben de onların bu görüşlerine katıldığım için,
aynı görüşleri tekrar etmeyeceğim. Ancak, şu kadarını belirtmek istiyorum:
Danıştay yüzotuzaltı yıl önce kurulmuştur. Fransa'dan örnek alınarak kurulmuş
daire, istişare makamı, Şûrayı Devlet iken, sonradan dava daireleri ilave
edilmiştir. Fransa'da, halen, Danıştaydaki dairelerin üçte 2'si idarî
hizmetlere bakar, üçte 1'i davalara bakar. Halbuki, bizde, yeni kurulacak daire
ile Danıştaydaki daire sayısı 13'e çıkmaktadır; idarî hizmetlere bakan daire
sayısı 1 olmak üzere, 12 daire davalara bakar hale gelmiştir. Bu, neden böyle
olmuştur; bu, artan davaların bunu mecbur etmesinden kaynaklanmaktadır.
Her ne kadar, Anayasamızın 141 inci maddesinde
davaların süratle görülmesi emredilmekteyse de, Anayasanın amir hükmü de olsa,
fiiliyat buna imkân vermediği için, devamlı, daireler kurulmaktadır. Sanki, bir
kartopunun yuvarlanarak büyüdüğü gibi, bizde de dava sayısı her zaman çığ gibi
büyüyor, artıyor; davalar arttıkça daireler kuruyoruz, kadrolar veriyoruz; bu
şekilde, buna rağmen, içinden çıkılmaz hale geliyor.
Hiçbir zaman, kamu yönetimi olarak kendimizdeki
aksaklıklara da bakmıyoruz. İdarî davalara bakan Danıştay da -ben içinden
geldiğim için açıklıkla söylüyorum- biraz, kendi içindeki gelişmelerdeki
aksamalara da objektif olarak bakamıyor; idareyle el ele veremiyor; dünyadaki
gelişmeleri iyi takip edemiyor; ona göre yeni tedbirler alamıyor. Onun için,
artık, ombudsmanlığa benzer hizmetler yerine, bir koruyucu hekimlikte olduğu
gibi, davaları baştan önleme yerine ameliyata benzer davaların açılması, ona
göre hizmetlerin soruşturulması yoluna gidiliyor; inşallah, buna son verilir,
bizler, lüzumsuz kişilere aracı olmayız, işin ehli olanlar kilit noktalara
getirilir, onlarla ilgili davalar çoğalmaz, sonra, hakkı olmayan yerlere
gelenler, birdenbire yerlerinden edildiklerinde, vatanda o hizmeti en iyi bilen
kişiler olarak dava konusu haline getirmezler. Biz, bunu ıslah ederiz diye
düşünüyorum; ama, yine, düşünüyorum ki, Danıştay da, bazı konularda biraz daha
objektif davransa iyi olur.
Sayın Çorbacıoğlu, eğer, bir valiyi misal vermeseydi,
eski bir vali olarak, belki, bunu örnek vermeyecektim; ama, şu anda,
illerimizdeki valilerden 6'sı Danıştay kararıyla eski görevlerine iade
edilmiştir. Bunlardan 1'inin hakkında 4 rapor vardır, 3 kere iade edilmiştir.
Emekliliği dolduğu için, nihayet, devletin ayırdığı bir kardeşimiz, Danıştay
eski Tetkik Hâkimi olduğundan dolayı, emekli oluncaya kadar, her görevden
alındığında göreve iade kararı almıştır. Halbuki, valilik, istisnaî bir
memuriyettir; 5442 sayılı İl İdaresi Kanununda, devleti, hükümeti temsil ettiği
bildirilirken, her bakanın idarî ve siyasî temsilcisi olduğu vurgulanır. Eğer,
bir siyasî makam, kendi politikasını kiminle iyi yürütecekse, onu vali
yapamıyorsa, o zaman, icranın hizmetlerine dolaylı olarak da olsa bir nevî
müdahale vardır; kuvvetler ayırımı zedelenmiş demektir. Şahsî kanaatime göre,
Danıştay eski üyesi olarak, bu konunun objektif uygulanmadığı kanısındayım.
Artık, Danıştayın valileri-hükümetin valileri gibi ikilem oluşturulmuştur;
bundan kaçınmamızda yarar olduğuna inanıyorum. Biz daireleri artıralım, üye
sayısını artıralım; ama, onlar da, bu konularda biraz objektif davransınlar
diye düşünüyorum. Bunların da zabıtlara geçmesinde yarar görüyorum.
Bir misal vererek bu konuda sizleri aydınlatmak
istiyorum. Şu anda, valiliğe 3 üncü kez iade edilen bir vali için 4 tane rapor
var. Raporlarda şöyle kısa pasajlar var: Birinde "Nevruz şenlikleri için
alınan önlemler sırasında çelişkili emirler veriyor, emniyet kuvvetlerine,
telsizle 'şerefsizler' hitabında bulunuyor ve bunu tüm emniyet görevlileri
duyuyor; bunun görevden alınması lazım" deniliyor; görevden alamıyoruz;
Danıştay var! Bu raporların birinde "asayişle ilgili mevzuatı henüz bilmiyor"
hükmü var; yine, biz görevde tutmak zorunda kalıyoruz. Yine, bir başka raporda,
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun uygulamadaki hatalarından
dolayı ceza teklif ediliyor; ama, biz, valilik görevinden alamıyoruz. Bir başka
raporda "valinin çelişkili kararları ve emirleri yüzünden çapulcular
devlet güçlerinin önüne geçmiştir" sonucuna varılıyor; bu, raporla derç
ediliyor; ama, biz, bu valiyi görevden alamıyoruz. Yine, temsil giderlerini
özel işlerinde kullandığı tespit ediliyor; valilikte tutmak zorunda kalıyoruz.
Sicilinde sakıncalı olduğu belirtilen kişiyi sakıncalı görevlere getiriyor;
yine, biz bunları görevde tutuyoruz.
Onun için, ben - değerli Danıştay mensupları kusuru
bakmasın; o camiayı da seven birisiyim, orada da kaldım, valilikte de kaldım-
merkeze alındığım zaman, müsteşara telefon açıp, beni istemeyen hükümetin
valiliğini yapmaktan utanırım, niçin haber vermediniz, dilekçeyle talep ederdim
diyen birisiyim. Görevden alındım, geldim, dava açmadım; ama, aynı hükümet
zamanında Danıştay üyeliğine getirilerek onore edildim. Demek ki, görevden
alınmak da, göreve verilmek de kanunîdir. Üstelik, valilik, istisnaî memuriyet
olduğu gibi, icraatın başıdır, hükümetin temsilcisidir; bu bakımdan,
hükümetlerin icraatlarına biraz esneklik, kolaylık tanımakta yarar olduğu
kanısındayım.
Bazı uygulamalardaki bir başka hatayı da örnek olarak
vererek sözlerime son vermek istiyorum. Dünyanın her yerinde altın üretiminin
yüzde 80'i siyanürle yapılıyor. Batıdaki illerimizin bir ilçesinde, yürüyüşler
yapıldığı için, bilirkişi raporuna rağmen, muhkem kaziye teşkil ettiği için
altın üretilemiyor. Bunun adı "ilericilik" oluyor; ama, yabancı
sermayenin gelirlerine hizmet edilmiş oluyor, o kapı kapanmış oluyor, üretim
yapılamıyor. Onun için, yalnız bizlerin değil, idarî yargının da öbür yargıdan
farkı var. Gelişmelere iyi eğilmesi, günlük olayları iyi takip etmesi, mevzuatı
biraz daha iyi uygulaması gerektiği kanısındayım.
Onun dışında, bu yasa tasarısının, gecikmeyle de olsa,
hazırlanmış olmasının yerinde olduğuna inanıyorum, destekliyorum; hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Topaloğlu.
Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Tekirdağ
Milletvekili Mehmet Nuri Saygun; buyurun. (Alkışlar)
MEHMET NURİ SAYGUN (Tekirdağ) - Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; 2575 sayılı Danıştay Yasasında Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla ilgili şahsî görüşlerimi sizlerle paylaşmak
adına söz almış bulunmaktayım; bu nedenle, konuşmama başlamadan önce, hepinizi
sevgi ve saygılarımla selamlarım.
Efendim, Türkiye'de sadece Danıştayın değil,
Türkiye'deki yargı sisteminin tamamının, kendine has en önemli sorunu,
yargılama sürecinin gerektiği süre içerisinde bitirilememesidir. Geciken
adaletin adalet olmaktan çıktığı konusundaki söylemler ise toplumumuzun her
kesitinde yaygın bir şekilde vardır. Bu nedenle, tüm yargı sistemi içerisinde
adalet mekanizmasının daha hızlı işleyebilir hale gelmesi ve böylece adalet
tevziinin süreci içinde yerine getirilmesinin sağlanması gerekir. Biz de,
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak, bu konuda üzerimize düşen görevi
yerine getirmeliyiz. İşte bu görevlerden biri, görüşmekte olduğumuz şu yasayla
ilgili iddialar, öneriler ya da yasa hazırlıklarının arzulanan sonuca ulaşması.
Efendim, idarî yargı alanında, muhakkak ki, aynı iş
yoğunluğundan kaynaklanan sıkıntılar var ve idarî yargı alanının kendine has
bir de özelliği var. Eğer, böylesine iş yoğunluğu nedeniyle kararların
zamanında verilememesi söz konusu olursa, kamu hizmetlerinin aksaması da söz
konusu oluyor; buna ek olarak da bir malî yük getiriyor kamuya ve bu gelen malî
yük, muhtemelen, yapılabilecek yatırımların yapılamamasının gerekçelerinden de
biri oluyor. Bu nedenle, idarî yargıda, alınacak olan kararların,
gerçekleştirilecek olan adaletin bir an önce gerçekleşmesi yönünde gereken
tedbirlerin alınması gerekir.
Tabiî, idarî yargıda çok ciddî oranda iş artışı da söz
konusu. Bu iş artışlarını iki yönden değerlendirmek gerekir; birincisi, hak arama
bilinci gelişen toplumsal yapımız ve dolayısıyla, vatandaşlarımızın veya
muhatapların idarî yargıya başvurmalarında artan sayı; ikincisi de -ki, bu
ikinci husus, ne yazık ki, pek şık değil- idarenin keyfî tutum ve davranışları,
hatta yasa tanımaz davranışları, ister istemez, idarî yargıya başvurma yolunda
rakamsal anlamda sayının artmasına neden oluyor. Burada, vatandaşların yargıya
başvurma bilincini, hak arama bilincini ne kadar alkışlıyorsak, doğru
buluyorsak, öbür taraftan, idarenin bu pervasız tutumlarının, bir an önce, daha
ciddî, daha sağlıklı bir hale getirilmesini öneriyor ve umuyoruz. Sanıyorum,
ancak böyle bir şey gerçekleşirse, idarî yargı yoğunluğunu sadece gerçek
anlamda hak arama mücadelesi veren insanların başvurduğu bir ortama çekme
şansını yakalarız.
Efendim, 1982 yılında yürürlüğe giren Danıştay
Kanununda, geçen süreç içinde sık sık değişiklikler yapıldı; fakat, bu
değişiklikler, ne yazık ki, günün ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldiğinden,
müteaddit defalar bu değişiklikleri yinelemek, yenilemek ihtiyacı duyduk. İşte
bugün, gene, Danıştay Kanunundaki yetersizliklerden kaynaklanan gerekçelerle,
Danıştay Kanununda birtakım değişiklikler öneriyoruz. Umarım, bu
değişikliklerle birlikte sıkıntılardan da önemli bir oranda kurtulmuş oluruz.
Efendim, geçmişte yapılan değişikliklerle, özellikle
Danıştayın 1. ve 2. Dairelerinin iş yükü, diğer dairelere oranla ciddî bir
şekilde hafiflemiştir; ancak, bu husus dikkate alınarak, bugün yapmayı
düşündüğümüz değişikliklerle iş yükü hafifleyen bu iki daireden 2. Daireyi,
idarî dava dairesi olmaktan çıkarıp, dava dairesi haline getirmek istiyoruz ve
böylece 1. Daireye devredilecek olan 2. Dairenin işleriyle birlikte, 1. Daire,
taşıyabilecek bir kapasite oranında görev alıyor; 2.Daire de, bir yeni dava
dairesi niteliğiyle dava yoğunluğuna katkı sunabilecek daire haline
getiriliyor.
Yine, idarî ve vergi dava daireleri genel kurul yapısı
değişiyor ve daha az sayıda üyeyle çalışma imkânı sağlanması suretiyle, atıl ve
ekonomik olmayan mevcut yapının sağlıklı hale getirilmesi temin edilmiş oluyor.
Yalnız, bu arada, tasarıda 10. Daireye verilmesi gereken bazı görevler, benim de
dahil olduğum altkomisyon çalışmaları sonucunda, yeni kurulan 13. Daireye tevdi
edildi ve 10. Dairenin geçmişten gelen ihtisas birikiminin -yeni bir
ihtisaslaşmaya yönelmektense- kullanılabilmesi amacıyla görevlerinde sabit
kılındı ve 13. Daire, yeni gelecek işlerle yeni bir ihtisas dairesi olabilir
diye düşünüldü; ancak, Komisyon olarak, bu çalışmayı yaparken bir şeyi gözden
kaçırmışız; geçici 20 nci maddesinde "10. Dairenin görev alanından
çıkarılan dava ve işlere ilişkin dosyalar, 13. Daireye yollanmıştır" diye
bir hüküm var. Şu andaki Komisyonun kabul etmiş olduğu metinle
sonuçlandıracaksak, şimdi arz edeceğim ifadenin geçici 20 nci maddeden
çıkarılması zorunludur. Ancak, yine, edindiğim bilgiye göre, bu konuda bir
önerge verilmek suretiyle, sanıyorum, 10. Dairenin birkaç görevi 13. Daireye
tevdi edilecek veya tevdi edilmesi talep edilecek. Eğer bu talep gerçekleşirse,
o zaman, iddia ettiğim, geçici 20 nci maddedeki bu değişikliğe gerek yok; ama,
böyle bir değişiklik önergesi gelmeyecekse...
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Verildi.
MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Verildiyse, o zaman, bu
değişikliğe gerek kalmayacak.
Tasarıda önemli hususlardan biri de, görev yoğunluğu
paylaşımının daha sistematik gerçekleşebilmesi adına, daireler arasında görev
devri yapılabilmesine imkân tanıyan hükümler var. Böylece, bazı dairelerde çok
fazla iş yoğunluğu olursa, iş yoğunluğu az olan dairelere bu işlerin bir
bölümünün havale edilmesi suretiyle dengelerin sağlanması mümkün olacak.
Efendim, burada, benim çok fazla itiraz etmememe
karşın, pek de doğru bulmadığım, Danıştay Tetkik Hâkimliğine yapılacak olan
atamalarla ilgili bir iki söz söylemek istiyorum.
Bir kere, burada, beş yıllık bir hizmet süresi
aranıyor. Normalde, yasa metninde, Danıştayda görev yapacak tetkik hâkimleri
için beş yıllık bir hizmet birikimi, hizmet süresi olması gerekiyor; ancak, çok
uzun bir zamandır, bu, madde değişikliğine gidilmeden, geçici maddeler ilave
edilmek suretiyle, her dönemde, bu beş yıllık hizmet süresi aranılması koşulu
ortadan kaldırılıyor. Doğrudur yanlıştır; ama, önemli olan, yasa sistematiği
içinde, ikide bir geçici madde getirmek suretiyle bu işi çözümlemenin pek de
doğru olduğu inancında değilim. Bu konuda, yasada kalıcı bir değişiklik
yapılması suretiyle, yıllardır, fiilen geçici madde olmaktan çıkmış olan bu
hususun, doğrudan doğruya tasarı metni içine alınması ve bu beş yıllık hizmet
süresi aranılmaması koşulunun, geçici maddelerle değil, yasanın temel
maddesiyle oluşturulmasının daha doğru olacağı inancındayım.
Bir de, burada ilgimi çeken konu şu: Tasarıda,
hükümetin metninde üç yıllık süre varken -üç yıl süre tanınıyordu bu geçici
maddenin geçerliliği için- bu süre, komisyonda dört yıla çıkarıldı; dört yıla
çıkarılma gerekçesini, sanıyorum, hiç kimse, pek de doğru bir şekilde bilmiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Saygun.
MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Ben, bunu, olsa olsa,
Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidar süreciyle eşitleme gibi bir düşünce
olarak değerlendiriyorum. Bu maddede, başka da bir gerekçe bulamadım.
Efendim, bir de, çerçeve 3 üncü maddenin birinci
bendiyle yapılan değişiklikte, seçilecek olan üyelerin görev süresi bitmeden
ayrılmaları halinde yeni gelecek olan üyelerle ilgili olarak bir zaman
tanımlaması yok. Geçmiş yasa metinlerine ve benzer yasa metinlerine
baktığımızda, mutlaka bu tanımlama var. O halde, burada, şu ifadenin, bir
önergeyle mutlaka gündeme gelmesi gerekir diye düşünüyorum: "Bu şekilde
seçilecek olan üye, yerine seçildiği üyenin kalan süresini tamamlar."
Bunun, tasarı metnine dahil edilmesi halinde, sanıyorum, arzulanan sonuç elde
edilmiş olur.
Sonuç olarak; Danıştay Yasasında yapılmakta olan bu
değişikliklere, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak -ve biz komisyonda görev
yapan üyeler olarak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Saygun.
MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - ... Grubumuzla
yaptığımız görüşmeler sonucunda- bu yasa teklifini ciddî anlamda destekliyoruz.
Doğru bir düşüncedir. Zaten, her fırsat bulduğumda bu kürsüden aynı şeyi
söyledim; Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevi, ülke menfaatına uygun
yasaları kotarmak ve ülke insanına bu yönde hizmet vermektir. Bu ve benzeri
tarzda gelecek sağlıklı yasa önerileri olursa, geçmişte olduğu gibi, gelecekte
de, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, Parlamentodaki bu yasama çalışmalarına
katkısını sunmaya devam edecektir; ancak, dönem dönem bazı gerginlikler yaşıyoruz.
Şöyle ifade etmek istiyorum: Bu gerginliklerin kaynağı, gelen doğru yasalarda
tepki koymayan Cumhuriyet Halk Partisi olmasa gerek. Biz, o yasalarda, kendi
siyasal anlayışımız ve topluma olan yararı açısından baktığımızda, toplum
yararı göremiyoruz; bu nedenle muhalefet ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET NURİ SAYGUN (Devamla) - Sanırım, bundan sonra,
gelecekte, bu ve benzeri yasalarla ülkeye hizmet etme şansını buluruz. Bu
vesileyle de, yeni seçilen Danıştay Başkanımıza ve mesai arkadaşlarına
Cumhuriyet Halk Partisi ve Parlamento adına başarı dileklerimi iletiyorum ve
yıllarca emek veren, emekliye ayrılan Sayın Nuri Alan'a da bundan sonraki
yaşamında başarılar diliyorum.
Meclisteki değerli arkadaşlarımı ve Başkanımı,
saygılarımla, sevgilerimle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Saygun, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum :
DANIŞTAY
KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1. - 6.1.1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay
Kanununun 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"1. Danıştay; onikisi dava, biri idari daire olmak
üzere onüç daireden oluşur."
BAŞKAN - 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler.. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum :
MADDE 2. - 2575 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin (1)
numaralı fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"1. İdarî İşler Kurulu, idari daire başkan ve
üyeleri ile her takvim yılı başında Genel Kurulca her dava dairesinden
seçilecek bir başkan veya üyeden oluşur. Kurulun seçimle belirlenen
üyeliklerinde boşalma olması halinde Genel Kurulca otuz gün içinde seçim
yapılır."
BAŞKAN - 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler.. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum :
MADDE 3. - 2575 sayılı Kanunun 17 nci maddesi başlığı ile
birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İdarî ve vergi dava daireleri kurulları
Madde 17. - 1. İdarî Dava Daireleri Kurulu, idari dava
daireleri başkanları ile her idari dava dairesinin kendi üyeleri arasından her
üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde iki yıl için seçilecek üçer üyeden; Vergi
Dava Daireleri Kurulu, vergi dava daireleri başkanları ile her vergi dava
dairesinin kendi üyeleri arasından her üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde
iki yıl için seçileceği üçer üyeden oluşur. Kurul üyelerinin izinli veya özürlü
olmaları hallerinde, yerlerine kurullara katılmak üzere her daireden aynı
şekilde ikişer yedek üye seçilir. Üyelerin seçimleri takvim yılı başında
yapılır. Kurul asıl veya yedek üyeliklerinde boşalma olması halinde yedi gün
içinde yeni üyeler belirlenir.
2. Dava daireleri kurullarına Danıştay Başkanı veya
vekillerinden biri; bunların yokluğunda daire başkanlarından en kıdemlisi
başkanlık eder.
3. İdari ve vergi dava daireleri kurulları tüm
üyelerinin katılımı ile toplanır, idari ve vergi dava dairelerinin ilk derece
mahkemesi olarak verdikleri kararların temyiz veya itiraz yoluyla
incelenmesinde bu dairelerin başkan ve üyeleri kurul toplantısına katılamazlar.
Ancak iki dava dairesinin birlikte yapacakları toplantıda verilen kararların
incelenmesinde kurul bu iki dava dairesinin dışındaki dava dairelerinin asıl ve
yedek üyelerinin katılımıyla toplanır.
4. Bu toplantılarda hazır bulunanlar çift sayıda olursa
en kıdemsiz üye kurula katılamaz.
5. Bu kurullarda kararlar oyçokluğu ile verilir.
6. Her kurula yeteri kadar tetkik hakimi verilir.
Ayrıca bir yazı işleri müdürlüğü bulunur."
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 1 adet
önerge vardır; okutup, işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 431 sıra sayılı kanun tasarısının
çerçeve 3 üncü maddesiyle değiştirilmesi öngörülen 2575 sayılı Kanunun 17 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
Mehmet Yılmazcan
Kahramanmaraş
"1. İdarî Dava Daireleri Kurulu, idarî dava
daireleri başkanları ile her idarî dava dairesinin kendi üyeleri arasından her
üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde iki yıl için seçilecek üçer üyeden; Vergi
Dava Daireleri Kurulu, vergi dava daireleri başkanları ile her vergi dava
dairesinin kendi üyeleri arasından her üyenin Kurulda görev yapacağı şekilde
iki yıl için seçilecek üçer üyeden oluşur. Kurula seçilmemiş üyeler varken
seçilmiş üyeler yeniden seçilemez. Kurul üyelerinin izinli veya özürlü olmaları
hallerinde, yerlerine kurullara katılmak üzere her daireden aynı şekilde ikişer
yedek üye seçilir. Üyelerin seçimleri gizli oyla, takvim yılı başında yapılır.
Kurul asıl ve yedek üyeliklerinde boşalma olması halinde yedi gün içinde yeni
üyeler belirlenir."
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Katılıyoruz.
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gerekçeyi okutuyorum :
Gerekçe :
İdarî ve vergi dava daireleri kurullarının oluşumunda
üye seçiminin gizli oyla yapılmasıyla, her biri yeterliliğini kanıtlamış üyeler
arasında herhangi bir etki altında kalmadan, özgür iradeyle seçimin
yapılmasının sağlanması ve her üyenin kurulda görev yapması amaçlanmıştır.
BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin
katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda 3 üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi okutuyorum :
MADDE 4. - 2575 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (b) bendi aşağıdaki şekilde, (d) bendinde yer alan
"Danıştay idari dairelerince" ibaresi "Danıştay İdari
Dairesince" şeklinde değiştirilmiştir.
b) Başbakanlık, bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve
kuruluşlarının müsteşarlarıyla ilgili müşterek kararnamelere,
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi yok?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi okutuyorum :
MADDE 5. - 2575 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinin
birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İdari uyuşmazlıklar ve davalar; İkinci, Üçüncü,
Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci, Dokuzuncu, Onuncu, Onbirinci,
Onikinci ve Onüçüncü daireler ile idari ve vergi dava daireleri kurullarında
incelenir ve karara bağlanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi yok?.. Yok.
5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
6 ncı maddeyi okutuyorum :
MADDE 6. - 2575 sayılı Kanuna 26 ncı maddesinden sonra
gelmek üzere aşağıdaki 26/A maddesi eklenmiştir.
"İkinci dairenin görevleri
MADDE 26/A - İkinci Daire, kamu görevlilerine ait
mevzuattan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaları çözümler."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi yok?.. Yok.
6 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi okutuyorum :
MADDE 7. - 2575 sayılı Kanunun 34/A maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 34/A - Onbirinci Daire, kamu görevlilerine
ait mevzuattan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaları çözümler."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 8. - 2575 sayılı Kanunun 34/B maddesi aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 34/B - Onikinci Daire, kamu görevlilerine
ait mevzuattan doğan uyuşmazlıklara ilişkin davaları çözümler."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın Komisyon, 9 uncu maddenin (c) fıkrasını
düzeltilmiş haliyle okutacağım.
9 uncu maddeyi okutuyorum:
MADDE 9. - 2575 sayılı Kanuna 34/B maddesinden sonra
gelmek üzere aşağıdaki 34/C maddesi eklenmiştir.
"Onüçüncü dairenin görevleri
MADDE 34/C. - Onüçüncü Daire;
a) Rekabetin Korunması Hakkında Kanundan,
b) Elektrik Piyasası Kanunu ile Doğal Gaz Piyasası
Kanunundan,
c) Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanundan,
d) Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli
Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanundan,
e) Yap-İşlet Modeli ile Elektrik Enerjisi Üretim
Tesislerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışının Düzenlenmesi
Hakkında Kanundan,
f) Tütün, Tütün Mamulleri Tuz ve Alkol İşletmeleri
Genel Müdürlüğünün Yeniden Yapılandırılmasıyla Tütün ve Tütün Mamullerinin
Üretimine İç ve Dış Alım ve Satımına 4046 sayılı Kanun ve 233 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamede DeğişiklikYapılmasına Dair Kanundan,
g) Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve
Uygulanmasına Dair Kanundan,
h) Kamu İhale Kanunundan,
ı) Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanundan,
i) Şeker Kanunundan,
j) Telsiz Kanunundan,
Doğan uyuşmazlıklardan Danıştayın diğer dava
dairelerinin görevleri dışında kalan davaları çözümler."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 1 adet önerge
vardır; önergeyi okutup, işleme alıyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 431 sıra sayılı kanun tasarısının
çerçeve 9 uncu maddesiyle eklenmesi öngörülen 2575 sayılı Danıştay Kanununun
34/C maddesinin (j) fıkrasından sonra gelmek üzere, aşağıdaki fıkraların
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Mehmet
Yılmazcan |
Avni Doğan |
İsmail
Soylu |
|
Kahramanmaraş |
Kahramanmaraş |
Hatay |
|
Mehmet
Soydan |
|
Bekir
Bozdağ |
|
Hatay |
|
Yozgat |
"k) Türk parasının kıymetini koruma mevzuatından,
l) Sermaye Piyasası Kanunundan,
m) Bankalar Kanunundan"
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Katılıyoruz efendim.
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum :
Gerekçe :
Danıştaya gelen ekonomik nitelikteki uyuşmazlıkların
çokluğu nedeniyle, Danıştay 10. Dairesi, diğer görevleriyle birlikte bu iş
yükünü tek başına kaldıramamaktadır. Öte yandan ekonomik uyuşmazlıkların
niteliği, niceliği ve ülke ekonomisi bakımından önemi nedeniyle kısa sürede
sonuçlandırılması gerektiğinden, münhasıran bu davaları çözümlemekle bir
ihtisas dairesinin kurulması gereği ortaya çıkmış ve bu amaçla tasarının 9 uncu
maddesiyle 13. Daire kurulmuştur. Bu nedenle, bu tür uyuşmazlıkların 13.
Dairede görülmesi belirtilen amacın gerçekleşmesi için bir gerekliliktir.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire
bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda 9 uncu maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 uncu maddeyi okutuyorum :
MADDE 10. - 2575 sayılı Kanunun 37 nci maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 37. - Dava dairelerinin işlerinde birbirine
göre nispetsizlik görülürse, bir dairenin görevine giren işlerden bir bölümü,
Başkanlık Kurulu kararıyla diğer dava dairelerine verilebilir. Bu husustaki
kararlar Resmi Gazetede yayımlanır ve yayımını izleyen aybaşından itibaren
uygulanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
10 uncu maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
11 inci maddeyi okutuyorum :
MADDE 11. - 2575 sayılı Kanunun 41 inci maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Madde 41. - İdari işlere ilişkin idari
uyuşmazlıklar ve görevler Birinci Daire ve İdari İşler Kurulunda görülür."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
11 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
12 nci maddeyi okutuyorum :
MADDE 12. - 2575 sayılı Kanunun 42 nci maddesinin (k)
bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"k) Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
yargılanmalarına ilişkin mevzuat uyarınca görülecek işleri,"
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
12 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
13 üncü maddeyi okutuyorum :
MADDE 13. - 2575 sayılı Kanunun 43 ve 44 üncü maddeleri
yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
13 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
14 üncü maddeyi okutuyorum :
MADDE 14. - Danıştay Başkanlığı teşkilatında
kullanılmak üzere ekli (1) ve (2) sayılı listelerde yer alan kadrolar ihdas edilerek
190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (l) ve
(II) sayılı cetvellerin ilgili bölümlerine eklenmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
14 üncü maddeyi ekli cetvelleriyle birlikte oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
15 inci maddeyi okutuyorum :
MADDE 15. - 2575 sayılı Kanunda ve 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununda geçen "İdari Dava Daireleri Genel Kurulu"
ibareleri "İdari Dava Daireleri Kurulu"; "Vergi Dava Daireleri
Genel Kurulu" ibareleri "Vergi Dava Daireleri Kurulu" olarak değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
15 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
16 ncı maddeyi okutuyorum :
MADDE 16.- 2575 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler
eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 20. - Bu Kanunla yapılan
değişiklikler nedeniyle Danıştay İkinci Dairesinde bulunan dosyalar Birinci
Daireye, Onuncu Dairenin görev alanından çıkarılan dava ve işlere ilişkin
dosyalar Onüçüncü Daireye, ayrıca bir karar verilmesine gerek olmaksızın
devredilir.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Geçici madde 20'yi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Geçici madde 21'i okutuyorum :
GEÇİCİ MADDE 21. - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren dört yıl süre ile Danıştay tetkik hakimliğine yapılacak
atamalarda, 2575 sayılı Kanunun 11 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki
beş yıllık hizmet süresi aranmaz.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Geçici madde 21'i oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Geçici madde 22'yi okutuyorum :
GEÇİCİ MADDE 22. - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten önce ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda açılmış bulunan ve bu
Kanunla idare ve vergi mahkemeleri görevleri kapsamına alınan davalar
Danıştayda sonuçlandırılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Madde üzerinde 1 adet önerge vardır, önergeyi okutup
işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 431 sıra sayılı kanun tasarısının
çerçeve 16 ncı maddesindeki geçici 22 nci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Mehmet
Yılmazcan |
Fahri
Keskin |
Adem
Baştürk |
|
Kahramanmaraş |
Eskişehir |
Kayseri |
|
Mahmut
Uğur Çetin |
|
Remziye
Öztoprak |
|
Niğde |
|
Ankara |
Geçici Madde 22. - Bu kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten önce ilk derece mahkemesi olarak Danıştayda açılmış bulunan ve bu
kanunla idare mahkemeleri görevleri kapsamına alınan davalar Danıştayda
sonuçlandırılır.
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ RAMAZAN CAN (Kırıkkale) -
Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN - Önerge sahipleri?..
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum :
Gerekçe: Adalet Komisyonunun kabul ettiği metindeki
"ve vergi" kelimeleri madde metninden çıkarılmaktadır. Zira 2575
sayılı Kanunun 24 üncü maddesinde yapılan değişiklik idare mahkemelerinin görev
alanına ilişkindir.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda geçici madde 22'yi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 16 ncı maddeyi geçici madde 20,
geçici madde 21, geçici madde 22'yle birlikte oylarınıza arz ediyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
17 nci maddeyi okutuyorum :
MADDE 17. - Bu Kanunun 3, 9 ve 14 üncü maddeleri 1 Ocak
2005 tarihinde, diğer maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
17 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
18 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 18 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu
yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
18 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır.
Sayın Bakan, konuşma yapacak mısınız?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Çok kısa olarak teşekkür edeyim.
BAŞKAN - Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hâlâ yürürlükte bulunan
Danıştay Kanunu 1982 yılında yürürlüğe girmiş olan bir kanundu, yirmiiki yıl
sonra, bu kanun üzerinde önemli değişiklikler yapıldı. Danıştay Kanunundaki
değişiklikle ilgili çalışmalar aşağı yukarı sekiz ay önce başlamıştı; tabiî ki,
ilgili komisyonda ve altkomisyonda üzerinde ciddî çalışmalar yapıldı ve değerli
oylarınızla bu değişiklikler kabul edilerek ilgili kanuna yansıtılmış oldu;
Sayın Cumhurbaşkanımızca da onaylanır ve Resmî Gazetede yayımlanırsa,
zannediyorum, Danıştayımızda uzun süredir sıkıntısı yaşanan bazı problemleri
aşmış oluruz.
Bu yasanın, ülkemize, yargımıza ve Danıştayımıza
hayırlı olmasını diliyor ve gerekçelerine uygun şekilde uygulanması
temennisinde buluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Biz de, ülkemize ve insanımıza hayırlar getirmesini
temenni ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 3 Haziran 2004 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati
: 20.43