DÖNEM
: 22 YASAMA
YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 51
95 inci Birleşim
1 Haziran 2004 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Sinop Milletvekili Cahit Can'ın,
Sigarasız Bir Dünya Gününe ilişkin gündemdışı konuşması ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ'ın cevabı
2. - Muğla
Milletvekili Ali Arslan'ın, Muğlalı sebze ve narenciye üreticilerinin
sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı
3. - Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan
Sarıçam'ın, Sokak Çocuklarına Şefkat Haftası münasebetiyle gündemdışı konuşması
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim
Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 5171 sayılı Kanunun, bazı
maddelerinin bir kez daha görüşülmek üzere, geri gönderildiğine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/575)
2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Bülent Arınç'ın Almanya'ya yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/576)
IV. -
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve
64 milletvekili ile Edirne Milletvekili Ali Ayağ ve 23 milletvekilinin; orman
köylülerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve
(10/69, 118) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 450)
2. - Samsun Milletvekili Haluk Koç ve 24
milletvekili ile Samsun Milletvekili Cemal Demir ve 23 milletvekilinin,
Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleri
ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu (10/29,31) (S. Sayısı: 297)
VI. -
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Adana Milletvekili Atilla
BAŞOĞLU'nun, din eğitimine,
Baskıya dayalı din propagandasına,
İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mehmet
AYDIN'ın cevabı (7/2394, 2395)
2. - Tunceli Milletvekili Hasan
GÜYÜLDAR'ın, bir eğlence kulübünde işlenen cinayete ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/2400)
3. - Adana Milletvekili Atilla
BAŞOĞLU'nun, Sabancı suikastı sanığına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/2413)
4. - Antalya Milletvekili Feridun Fikret
BALOĞLU'nun, Antalya İlinde reklam ve ilan panolarına yönelik eleştirilerine
ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı
(7/2422)
5. - Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Uludağ'daki Volfram madeni ve işletmesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/2428)
6. - Adana Milletvekili Atilla
BAŞOĞLU'nun, Kütahya-Emet-Eğriboz Beldesinin sınırına ilişkin Başbakandan
sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/2452)
7. - Denizli Milletvekili Mehmet Uğur
NEŞŞAR'ın, yurt dışında işadamlarımızın karşılaştıkları sorunlara ilişkin
sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı
(7/2456)
8. - İzmir Milletvekili Muharrem
TOPRAK'ın, üniversitelerdeki araştırma görevlisi kadrolarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in
cevabı (7/2473)
9. - Diyarbakır Milletvekili Mesut
DEĞER'in, 1975 Diyarbakır-Lice depremzedelerinin konut sorunlarına,
- Muğla Milletvekili Ali ARSLAN'ın, Muğla
İlinin karayolu yetersizliğine,
- Bursa Milletvekili Kemal DEMİREL'in,
Aksaray-Akçakent Kasabasında yaşanan sel felâketi mağdurlarının konut sorununa,
- İstanbul Milletvekili Gürsoy EROL'un,
yabancı uyruklu kişilerin ülkemizde edindikleri mülklere,
İlişkin soruları ve Bayındırlık ve İskân
Bakanı Zeki ERGEZEN'in cevabı (7/2476, 2477, 2478, 2479)
10. - Kilis Milletvekili Veli KAYA'nın,
kaybolan bir Türk vatandaşına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/2480)
11. - İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in,
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının AB ülkelerinde vizesiz dolaşabilme
haklarına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah
GÜL'ün cevabı (7/2481)
12. - Diyarbakır Milletvekili Mesut
DEĞER'in, 1999-2004 yılları arasındaki yakıt tüketimine ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi GÜLER'in cevabı (7/2505)
13. - Adana Milletvekili Atilla
BAŞOĞLU'nun, İsrail'in elinde nükleer bomba olduğu iddiasına ve BM nezdinde
uyarılıp uyarılmadığına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/2520)
14. - Iğdır Milletvekili Dursun
AKDEMİR'in, sağlık personeli ihtiyacına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep
AKDAĞ'ın cevabı (7/2528)
15. - Adana Milletvekili N. Gaye
ERBATUR'un, madde bağımlıları için açılan tedavi merkezlerine ilişkin sorusu ve
Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/2547)
16. - Adana Milletvekili Atilla
BAŞOĞLU'nun, tinerci olarak adlandırılan madde bağımlılarının rehabilitasyonuna
ilişkin Başbakandan sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/2551)
17. - Adana Milletvekili Atilla BAŞOĞLU'nun,
Yunanistan'daki Türkiye'ye yönelik bazı faaliyetlere ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı (7/2555)
18. - Adana Milletvekili Atilla
BAŞOĞLU'nun, bir İtalyan parlamenterin DEP davasındaki davranışlarına ilişkin
sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah GÜL'ün cevabı
(7/2556)
19. - Adana Milletvekili N. Gaye
ERBATUR'un, et satışının denetimine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep
AKDAĞ'ın cevabı (7/2565)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
üç oturum yaptı.
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan,
Erzurum'un tarih, kültür ve tabiat güzellikleri ile turizm potansiyelinin
değerlendirilmesine,
İstanbul Milletvekili Mehmet Sekmen,
İstanbul'un fethinin 551 inci yıldönümüne,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
Özpolat'ın, Bakırköy Sümerbank İşletmesi çalışanlarının özelleştirmeden doğan
sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına,
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin cevap verdi.
Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun
(6/709),
Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in
(6/1088), (6/1089),
Esas numaralı sözlü sorularını geri
aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; soruların geri verildiği bildirildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
2 nci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk
Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146),
3 üncü sırasında bulunan, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523)
(S. Sayısı: 152),
4 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305),
Görüşmeleri, daha önce geri alınan
maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden;
5 inci sırasında bulunan, Kamu Yönetiminin
Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/731)
(S. Sayısı: 349) görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından;
Ertelendi.
1 inci sırasında bulunan, Gıdaların
Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun Tasarısının (1/238) (S. Sayısı: 428),
görüşmelerini müteakiben elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra,
6 ncı sırasında bulunan, Afyon İli
Sincanlı İlçesinin Adının "Sinanpaşa" Olarak Değiştirilmesine Dair
Kanun Teklifinin (2/89) (S. Sayısı: 337), yapılan görüşmelerden sonra,
Kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.
1 Haziran 2004 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 23.33'te son verildi.
|
|
İsmail Alptekin |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Yaşar Tüzün |
|
Suat Kılıç |
|
Bilecik |
|
Samsun |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
Türkân Miçooğulları |
|
|
|
İzmir |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No. : 138
II. - GELEN KÂĞITLAR
28 Mayıs 2004 Cuma
Raporlar
1. - Samsun Milletvekili
Haluk KOÇ ve 24 Milletvekili ile Samsun Milletvekili Cemal DEMİR ve 23
Milletvekilinin, Samsun'da Kurulma Aşamasındaki Mobil Santrallerin İhale ve Yer
Seçimi Süreçleri ile Çevre ve İnsan Sağlığına Muhtemel Etkilerinin
Araştırılması Amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri
Uyarınca Birer Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu (10/29,31) (S. Sayısı:297) (Dağıtma tarihi:
28.5.2004)
2. - Ankara Milletvekili
Yakup KEPENEK ve 44 Milletvekilinin, Yasama Dokunulmazlığı Konusunda Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/70) (S.
Sayısı:332) (Dağıtma tarihi: 28.5.2004)
3. - İstanbul
Milletvekili Ali Rıza GÜLÇİÇEK ve 20 Milletvekili ile Ordu Milletvekili Eyüp
FATSA ve 26 Milletvekilinin; Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlarımızın Sorunlarının
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Birer Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8,48)
(S. Sayısı:335) (Dağıtma Tarihi: 28.5.2004)
4. - Çanakkale Milletvekili Ahmet KÜÇÜK ve 64
Milletvekili ile Edirne Milletvekili Ali AYAĞ ve 23 Milletvekilinin; Orman
Köylülerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin
Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri
Uyarınca Birer Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu (10/69,118) (S. Sayısı:450) (Dağıtma tarihi:
28.5.2004)
No. : 139
31 Mayıs 2004 Pazartesi
Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun
1.-Yükseköğretim Kanunu
ve Yüksek Öğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 13.5.2004
Tarihli ve 5171 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 ve 104 üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/819)
(Anayasa ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 28.5.2004)
Raporlar
1. - Türkiye Cumhuriyeti
Adalet Bakanlığı ile Moldova Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Arasında İşbirliği
Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/786) (S. Sayısı: 459) (Dağıtma tarihi: 31.5.2004) (GÜNDEME)
2. - Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Oman Sultanlığı Hükümeti Arasında Uluslararası Karayolu
Taşımacılığı Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/790) (S. Sayısı: 460) (Dağıtma tarihi:
31.5.2004) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1. - Hatay Milletvekili
Gökhan DURGUN'un, TBMM'deki güvenlik çalışanlarına ilişkin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanından sözlü soru önergesi (6/1106) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.5.2004)
2. - Mersin Milletvekili
Hüseyin GÜLER'in, Mersin-Tarsus İlçesinde doğal afetlerden zarar gören buğday
ve bağ üreticilerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1126) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2004)
3. - Balıkesir
Milletvekili Sedat PEKEL'in, SSK hastalarının özel hastanelerden yararlanma
projesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1127) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
4. - Kars Milletvekili
Selami YİĞİT'in, sağlığa zararlı ürünlerin Türkiye'ye girişini engelleyici
mevzuata ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1128)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
5. - Kars Milletvekili
Selami YİĞİT'in, Ziraat Bankası'nın kullandırdığı tarımsal kredinin faiz
oranına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1129)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
Yazılı Soru Önergeleri
1. - Ankara Milletvekili
İsmail DEĞERLİ'nin, soru önergelerine verilen cevaplara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/2712) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
2. - Bursa Milletvekili
Ali DİNÇER'in, dul ve yetimlere bağlanan maaş ile şehit maaşına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2713) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
3. - Adana Milletvekili
Atilla BAŞOĞLU'nun, yarım kalmış yatırımların ülke ekonomisine etkisine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2714) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.5.2004)
4. - İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, özel bir televizyonda yayınlanan ayin törenine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2715) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21.5.2004)
5. - İstanbul Milletvekili
Emin ŞİRİN'in, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde görev yapan koruculara
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2716) (Başkanlığa geliş
tarihi: 24.5.2004)
6. - Iğdır Milletvekili
Dursun AKDEMİR'in, SSK ve BAĞ-KUR emekli maaşlarıyla ilgili basında yer alan
haberlere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2717) (Başkanlığa
geliş tarihi: 24.5.2004)
7. - İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, Gazi Üniversitesi Muhasebe ve Finansman
Öğretmenliği Programı mezunlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2718) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
8. - Isparta Milletvekili
Mevlüt COŞKUNER'in, 19 Mayıs töreninde imam hatipli bir öğrencinin konuşma
yapmasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2719)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2004)
9. - Denizli Milletvekili
Mustafa GAZALCI'nın, ders kitaplarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2720) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2004)
10. - Ankara Milletvekili
İsmail DEĞERLİ'nin, imam hatip lisesi mezunlarına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2721) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
11. - Sinop Milletvekili
Engin ALTAY'ın, Sinop İli karasularındaki avcılığa ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2722) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2004)
12. - İstanbul
Milletvekili Kemal KILIÇDAROĞLU'nun, veteriner ve ziraat teknisyenliği
kadrolarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2723)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
13. - İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, Marmaray Projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2724) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2004)
14. - Sinop Milletvekili
Engin ALTAY'ın, internette dialer programlarının kullanımında TÜRK TELEKOM'un
sorumluluğuna ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/2725)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2004)
15. - Hatay Milletvekili
Abdulaziz YAZAR'ın, Karayolu Taşıma Yönetmeliği uygulamasına ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2726) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
16. - Iğdır Milletvekili
Dursun AKDEMİR'in, bir şirketin katıldığı ihalelere ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali ŞAHİN) yazılı soru önergesi (7/2727)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2004)
17. - İstanbul
Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL'in, Yedikule Hisarı'nın kiraya verilmesine
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2728) (Başkanlığa
geliş tarihi: 24.5.2004)
18. - Yalova Milletvekili
Muharrem İNCE'nin, Yalova-Elmalık Gölet Projesine ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2729) (Başkanlığa geliş tarihi:
24.5.2004)
No. : 140
1 Haziran 2004 Salı
Tasarılar
1. - Türkiye İstatistik
Kanunu Tasarısı (1/820) (Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21.5.2004)
2. - Tarım Ürünleri
Lisanslı Depoculuk Kanunu Tasarısı (1/821) (Adalet; Tarım, Orman ve Köyişleri
ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2004)
Teklifler
1. - Samsun Milletvekili
Mustafa Çakır'ın; Muhtarların Ödenek ve Sosyal Güvenlik Yasasında Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/293) (İçişleri ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.5.2004)
2. - Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa
Milletvekili Faruk Çelik ve 3 Milletvekilinin; Optisyenlik Hakkında Kanun
Teklifi (2/294) (Adalet ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.5.2004)
3. - Tekirdağ
Milletvekili Tevfik Ziyaeddin Akbulut ve Yalova Milletvekili Şükrü Önder'in;
Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun Teklifi (2/295) (Adalet ve İçişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.5.2004)
Tezkereler
1. - Cumhurbaşkanlığı
2003 Malî Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna İlişkin Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliği Tezkeresi (3/572) (Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını
İnceleme Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.5.2004)
2. - Mardin Milletvekili
Süleyman Bölünmez'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi (3/573) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.5.2004)
3. - Tokat
Milletvekilleri Orhan Ziya Diren ve Feramus Şahin'in Yasama
Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/574)
(Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa
geliş tarihi: 27.5.2004)
Raporlar
1. - Harp Araç ve
Gereçleri ile Silah, Mühimmat ve Patlayıcı Madde Üreten Sanayi Kuruluşlarının
Denetimi Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/561) (S.
Sayısı: 458) (Dağıtma tarihi: 1.6.2004) (GÜNDEME)
2. - Dahiliye Memurları
Kanunu, İl İdaresi Kanunu, İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında
Kanun ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/802) (S. Sayısı: 461) (Dağıtma tarihi:
1.6.2004) (GÜNDEME)
3. - Türkiye Cumhuriyeti
ve Lübnan Cumhuriyeti Arasında Konsolosluk Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/804) (S.
Sayısı: 462) (Dağıtma tarihi: 1.6.2004) (GÜNDEME)
4. - Savunma Sanayii
Güvenliği Kanunu Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/562) (S: Sayısı:
464) (Dağıtma tarihi: 1.6.2004) (GÜNDEME)
5. - Suçtan Kaynaklanan
Gelirlerin Aklanması, Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına İlişkin
Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/779) (S. Sayısı: 465) (Dağıtma tarihi: 1.6.2004) (GÜNDEME)
Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri
1. - Hatay Milletvekili
Züheyir AMBER'in, Başbakanlık binasında yapılan değişikliklere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2387)
2. - Diyarbakır
Milletvekili Mesut DEĞER'in, AİHM'ne Türkiye aleyhine yapılan başvurulara
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2389)
3. - İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, kısa zamanda fon alacağının tahsiliyle ilgili
yöntemlere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif ŞENER)
yazılı soru önergesi (7/2392)
4. - Yalova Milletvekili
Muharrem İNCE'nin, bir yayın grubunun mal varlıklarına el konulmasına ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif ŞENER) yazılı soru
önergesi (7/2393)
5. - Denizli Milletvekili
Mustafa GAZALCI'nın, "Trafik Güvenliği Ödülü 2004" önerisinde bulunan
bir vatandaşa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2398)
6. - Adana Milletvekili
Atilla BAŞOĞLU'nun, Zeugma Antik Kenti mozaiklerinin İstanbul'a taşınmasına
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2402)
7. - Adana Milletvekili
Atilla BAŞOĞLU'nun, Zeugma mozaiklerinin sergilenmesine ilişkin Kültür ve
Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2403)
8. - Adana Milletvekili
Atilla BAŞOĞLU'nun, 2863 sayılı Kanuna aykırı davrandığı iddiasına ilişkin
Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2404)
9. - Adana Milletvekili
Atilla BAŞOĞLU'nun, Zeugma mozaiklerinin korunmasına ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2405)
10. - Adana Milletvekili
Atilla BAŞOĞLU'nun, Zeugma mozaiklerinin sergilenmesi amacıyla bir müze
kurulmasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2406)
11. - Hatay Milletvekili
Züheyir AMBER'in, Avrupa'dan gelip Ortadoğu ülkelerine giden araçların transit
geçişlerine ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad TÜZMEN) yazılı soru önergesi
(7/2412)
12. - Hatay Milletvekili
Züheyir AMBER'in, yatırım teşvikiyle ilgili kriterlere ilişkin Devlet
Bakanından (Ali BABACAN) yazılı soru önergesi (7/2415)
13. - İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, bir bakanın Mavi Akım Projesiyle ilgili
açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2417)
14. - İzmir Milletvekili
Muharrem TOPRAK'ın, ülkemizdeki ekonomik duruma ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/2420)
15. - Ardahan
Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, gelir dağılımındaki düzensizliğin önlenmesine
ilişkin Başbakan yazılı soru önergesi (7/2425)
16. - İzmir Milletvekili
Ahmet ERSİN'in, Çin mallarının ithalatıyla ilgili bazı iddialara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2426)
17. - Konya Milletvekili
Atilla KART'ın, BOTAŞ eski Yönetim Kurulu Üyesi bir şahısla ilgili iddialara
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2429)
18. - Antalya
Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU'nun, Antalya'da elektrik hatlarının
yeraltına alınmasına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2430)
19. - İstanbul
Milletvekili Emin ŞİRİN'in, enerji piyasasına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2431)
20. - Denizli
Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, dış kaynaklı projelere ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2437)
21. - İzmir Milletvekili
Ahmet ERSİN'in, taksi şoförlerinin can ve mal güvenliklerinin sağlanmasına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2439)
22. - İzmir Milletvekili
Erdal KARADEMİR'in, kamu bankalarının yeniden yapılandırılmalarıyla ilgili
uygulamalara ilişkin Devlet Bakanından (Ali BABACAN) yazılı soru önergesi
(7/2441)
23. - Ankara Milletvekili
Yılmaz ATEŞ'in, Ankara-Çamlıdere Pelitçik Köyü çevresinde bulunan fosilleşmiş
ormana ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/2442)
24. - Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt ASLANOĞLU'nun, kamu kurum ve kuruluşlarına verilen
Hazine Garantilerine ilişkin Devlet Bakanından (Ali BABACAN) yazılı soru
önergesi (7/2446)
25. - Niğde Milletvekili
Orhan ERASLAN'ın, esnafın Halk Bankasından kullandığı kredinin faiz oranlarının
düşürülüp düşürülmeyeceğine ilişkin Devlet Bakanından (Ali BABACAN) yazılı soru
önergesi (7/2468)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
1 Haziran 2004 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 95 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç
sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er
dakikadır. Hükümet, bu konuşmalara cevap verebilir; hükümetin cevap süresi 20
dakikadır.
Gündemdışı ilk söz, Dünya
Sigara İçmeyenler Günü nedeniyle söz isteyen, Sinop Milletvekili Sayın Cahit
Can'a aittir.
Sayın Can; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Sinop
Milletvekili Cahit CAN'ın, Sigarasız Bir Dünya Gününe ilişkin gündemdışı
konuşması ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı
CAHİT CAN (Sinop) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 31 Mayıs Sigarasız Bir Dünya Günü nedeniyle
gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, siz sayın milletvekillerimizi
ve tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
her yıl, ülkemiz dahil dünyadaki bütün ülkelerde, 31 Mayıs gününde, sigara
konusunda halkı bilinçlendirmek ve sigarayı bırakmaya teşvik etmek için
etkinlikler yapılmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü,
dünyanın bir numaralı, önlenebilir sağlık sorununun sigara olduğunu
saptamıştır. Dünya Sağlık Örgütüne göre, sigara, bir yılda, Türkiye'de 100 000,
dünyada 5 000 000 insanın ölümüne sebep olmuştur. Yani, her yıl, ülkemize 1,
dünyaya 50 atom bombası atılması anlamına gelmektedir.
Değerli milletvekilleri,
bilimadamları, sigaranın, akciğer kanseri, gırtlak kanseri, kalp ve damar
hastalıkları, kronik bronşit başta olmak üzere 50'den fazla hastalığa neden
olduğunu ispatlamışlardır. Bütün bu hastalıklar, toplumumuzda sakatlanmaya ve
ölüme yol açan ve çoğunlukla tedavisi mümkün olmayan hastalıklardır ve aynı
zamanda, büyük miktarlarda sağlık harcamalarına da neden olmaktadırlar. Sigara,
kullananlara verdiği zararla halk sağlığını tehdit eden en önemli silahlardan
biri olarak kalmayıp, aynı zamanda doğrudan ve dolaylı olarak yol açtığı
harcamalarla da ülke ekonomisine büyük zararlar vermektedir.
Değerli milletvekilleri,
bugün, Türkiye'de, 20 000 000'dan fazla sigara tiryakisi vardır. Tiryakilerin
günde ortalama 1 paket sigara içtikleri varsayımına göre, her gün, 20 000 000
dolardan fazla paramız sigara alımı için harcanmaktadır; yani, her gün, 20 000
000 dolarımız duman, kül ve izmarit olarak çöpe atılmaktadır. Bu rakam, yılda 6
500 000 000 dolara ulaşmaktadır. Her yıl 6 500 000 000 doları çöpe atıyoruz,
sonra da nereden kredi bulacağız diye düşünüp duruyoruz. Üstelik, bu paraların
büyük çoğunluğu yabancı marka sigaralara, dolayısıyla yurtdışına gitmektedir.
Son yıllarda, ülkemizde
üretilen yerli sigaralarda, yerli tütünden daha çok ithal tütünlerin
kullanılması da, yerli tütün üreticimiz için endişe verici boyutlardadır.
Bütün bu kayıplara ilave
olarak, vatandaşlarımızın sigara nedeniyle kaybettikleri sağlıklarına, yani,
sigaranın sebep olduğu hastalıklara, her yıl, 2 milyar doların üzerinde harcama
yapılmaktadır.
Ek olarak, tüm
yangınların yüzde 46'sının sigaraya bağlı olduğunu biliyoruz. Sadece sigara
nedeniyle çıkan yangınlar sonucu yıllık kaybımız 25 milyar doların üzerindedir.
Dolayısıyla, doğrudan ve dolaylı olarak, ülkemiz, sigara nedeniyle her yıl 30
milyar dolardan fazla para yitirmektedir.
Bilindiği gibi, sigara dumanında,
keyif verici ve bağımlılık yapıcı nikotinden başka, 50'si kanser yapıcı olmak
kaydıyla 4 000'den fazla zehirli kimyasal madde tespit edilmiştir.
Sigara içmediği halde
pasif olarak sigara dumanına maruz kalanlar da, sigaranın yol açtığı kanser, kalp
ve damar hastalıkları ve kronik bronşit gibi hastalıklara yakalanmaktadırlar.
Dünyada her yıl sigaraya bağlı olarak ölenlerin yüzde 20'si hiç sigara içmemiş;
fakat, uzun yıllar sigara içilen ortamda yaşamış olan pasif içicilerdir.
Son zamanlardaki kötü ve
sinsi bir salgın da nargiledir. Uzmanlar, bir nargilenin 50 sigaraya denk zarar
verdiğini ifade ediyorlar. Nargilenin içinde tütün olduğu ve bağımlılık yaptığı
için, sigaraya başlamanın birinci basamağıdır. Zehir tacirleri, son yıllarda,
nargile sayesinde ülkemizde ve özellikle Asya ülkelerinde gençlerde ve bilhassa
lise talebelerinde sigara bağımlılığını artırmaya çalışmaktadırlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Can.
CAHİT CAN (Devamla) -
Nargileli kahvehanelerin reklamları, yasa kapsamına girmesine rağmen rahatlıkla
yapılabilmektedir.
Değerli milletvekilleri,
sigara, çağımızda gelişmemişliğin ve geri kalmışlığın sembolüdür. Gelişmiş
ülkeler, kendi ülkelerinde sigara içilmesini, tüm kapalı yerlerde, hatta sokaklarda
bile yasaklarken, bu zehri az gelişmiş ülkelere pazarlamaktadırlar.
4207 sayılı Tütün
Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine Dair Kanun, ülkemizde sigara konusunda
yapılan mücadele açısından büyük bir adım olmuştur. Ülkemiz, bu kanunla, birçok
gelişmiş ülkenin önüne geçmiştir. Ayrıca, Formula-1 yarışlarının, sigara
reklamı yapılmaması koşuluyla ülkemizde başlayacak olması da dünya kamuoyunun
takdirlerini toplamıştır; fakat, Sigarayla Mücadele Kanununu etkisiz hale
getirmek için bazı çevrelerden baskılar gelmekte, öte yandan çeşitli
girişimlerle reklam yasakları delinmeye çalışılmaktadır. Özellikle televizyon
ve sinemalardaki dizi ve filmlerde, sevilen sanatçıların sürekli olarak sigara
içer şekilde gösterilmesi, son zamanlarda en çok başvurulan reklam yolu haline
gelmiştir. Ek olarak, gerekli yönetmeliklerin eksikliği nedeniyle, Sigarayla
Mücadele Yasasında öngörülen cezaların tahsilindeki zorluklar, yasanın
uygulanmasında sorunlara neden olmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
sonuç olarak, yüzbinlerce insanımızın ölmesine ve hastalanmasına, milyarlarca
dolar paramızın yanıp kül olmasına neden olan ve ülkemize, getirisinden çok
götürüsü olan bu zehirden ve bu ekonomik silahtan, millî bir mücadele
başlatarak, toplu halde kurtulmamız lazımdır.
Zehirden medet umup,
maddî ve manevî menfaat beklememeliyiz. İthal tütünlerle zaten perişan hale
gelmiş tütün üreticimize de alternatif tarım imkânları sunmalıyız. Bütün
gelişmiş ülkelerde bilimin ışığında ne uygulanıyorsa biz de onu uygulamalıyız.
Biz de, onlar gibi, yasaları uygulanabilir hale getirelim ve hepsinden
önemlisi, milletimize örnek olalım; sigara aleyhindeki bütün eğitim ve
kampanyaları destekleyelim.
Bütün milletvekili
arkadaşlarımızı ve bizleri dinleyen halkımızı, toplu halde sigarayı bırakmaya
davet ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Can.
Gündemdışı konuşmaya,
Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ cevap verecektir.
Sayın Akdağ, buyurun.
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Dünya Sigarasız
Günüyle ilgili olarak, Kıymetli Milletvekilimize, dile getirdiği hususlardan
dolayı, Yüce Meclisimizin huzurunda şükranlarımı arz etmek istiyorum.
Gerçekten, sigara konusu,
aslında, ülkemiz açısından üzerinde çok hassasiyetle durmamız gereken bir
konudur. Sayın Milletvekilimiz bu meselenin önemli boyutlarına işaret ettiler,
onun için, ben meselenin bu noktaları üzerinde fazla durmayacağım; ancak, şunu
ifade etmek isterim: Ülkemizde, sigara sebebiyle, yılda ölen yaklaşık 100 000
kişinin, yaşları 35 ile 70 arasındadır. Tabiî, bu, ülkemizde, geride bırakılan
aileleri, geride bırakılan yavruları, geride bırakılan perişanlığı ifade
etmektedir. Ne acıdır ki, bu kişiler hayatlarının en verimli yirmi yirmibeş
yılını sigaraya bağlı hastalıklardan dolayı kaybetmiş oluyorlar.
Değerli milletvekilleri,
tütün tüketim oranları, gelişmiş ülkelerde, son yıllarda hızla azalırken,
maalesef, ülkemizde son yirmi yılda yüzde 80 oranında artmış durumdadır.
Türkiye'de erkeklerin yüzde 60'ı, bayanların ise yüzde 20'si sigara içiyor.
Bu arada, konunun başka
bir ilginç yanı, ülkemizde, kişilerin eğitim durumları ve statüleri yükseldikçe
sigara içme oranları artmaktadır. Özellikle bayanlarda sigara içme oranları son
yıllarda hızla artıyor ve bu oran, enteresan bir biçimde bayan sağlık personeli
ve bayan öğretmenlerde erkeklerle aynı düzeye yükselmiş durumda. Oysa, topluma
özellikle sigaranın zararlarını anlatma açısından bu iki grup çok önemli bir
yer tutuyor; yani, bayan sağlık personeli -ki, bunların içerisinde ebelerimiz
ve hemşirelerimiz var- ve öğretmenlerimiz, çocuklara meselenin zararlarını
anlatmaları itibariyle çok önemli. Dolayısıyla, Millî Eğitim Bakanlığımızla
birlikte gerçekten bu konunun üzerinde ciddî çalışmalar yapmak üzere
planlamalar yapmış durumdayız.
Ülkemizde, ilköğretim
çocuklarımızın yüzde 10'u sigaraya başlıyor.
Bütün bu gerçekleri
gözönüne alan Hükümetimiz, önemli bir çabaya destek olma anlamında, Tütün
Kontrolü Çerçeve Sözleşmesiyle ilgili görüşmeleri, Dünya Sağlık Örgütü nezdinde
yürütmeye devam etmiştir. Geçtiğimiz ay, bizzat ben New York'a giderek, Tütün
Kontrolü Çerçeve Sözleşmesini imzaladım. Bu çerçeve sözleşme, Yüce Meclisimizin
de kabulünü beklemektedir. Bu sözleşmeyle, hükümetler kendi ülkelerinde sigara
içimini azaltmaya yardımcı olacak, kapsamlı ve kanıta dayalı politikaları
uygulamayı taahhüt etmektedirler. Aslında, ülkemizde, gerçekten, 1996 yılında
yürürlüğe giren 4207 sayılı Kanunla; yani, Tütün Mamullerinin Zararlarının
Önlenmesine Dair Kanunla önemli adımlar atmış durumdayız.
Bildiğiniz gibi,
Türkiye'de, gençlere sigara satılması ve sigara reklamı yasaktır. Dikkat
ederseniz, başlangıçta, cezalar öngörülmüş olmasına rağmen, toplu yerlerde
sigara içilmesine bu kanuna rağmen devam edilmiştir; fakat, son yıllarda,
artık, otobüslerde, sinemalarda, salonlarda ve benzeri kapalı mekânlarda sigara
içilmemektedir. Bu, bu hususta halkımızın bilinç düzeyinin geçmişe oranla
arttığını da bize göstermektedir.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, hedefimiz sigarasız bir Türkiye'ye ulaşmaktır. Bu hususta, ilgili
kurumlarımızla ve gönüllü sivil toplum kuruluşlarımızla birlikte yapacağımız
çalışmalara büyük önem veriyoruz.
Benim en samimî temennim,
çocuklarımızın, gençlerimizin ve bütün insanlarımızın, alkol ve diğer madde
bağımlılıkları yanı sıra sigara bağımlılığından da korunması ve uzaklaşması
hususunda, gelecekte daha olumlu verileri sizlerle paylaşmaktır. Bu hususta,
siz, değerli milletvekillerimizin, bizzat, sağlığımızı, genç nesillerimizin
geleceğini ve ülkemiz ekonomisini ilgilendiren bu konudaki desteklerinin,
geçmişte olduğu gibi bundan sonra da devam edeceğine dair inancımı belirtiyor;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Biz de, insanlarımızın en
kısa zamanda bu kötü alışkanlıktan vazgeçmelerini temenni ediyoruz.
Gündemdışı ikinci söz,
Muğla İlinde narenciye yetiştiren ve seracılık yapan çiftçilerin sorunlarıyla
ilgili söz isteyen, Muğla Milletvekili Sayın Ali Arslan'a aittir.
Sayın Arslan, buyurun.
2. - Muğla
Milletvekili Ali ARSLAN'ın, Muğlalı sebze ve narenciye üreticilerinin
sorunlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı
ALİ ARSLAN (Muğla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Muğla İlindeki sebze ve
narenciye üreticilerinin sorunları hakkında gündemdışı söz almış bulunuyorum;
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Muğla deyince, tabiî -özellikle ilçeleriyle- turizmde bir dünya markası akla
geliyor; ancak, Muğla bir de öteki yüzü var. Muğla'nın nüfusunun yaklaşık yüzde
61'i kırsal alanda oturuyor ve ülkemiz tarımına da önemli katkıları olan bir il
aslında Muğla.
Değerli arkadaşlarım,
Muğla'da tarım ve hayvancılık yapan aile sayısı 81 000 civarında ve gerçekten
büyük sorunlarla boğuşuyorlar.
Değerli arkadaşlarım,
2002 verilerine göre 12 500 000 dolayında zeytin ağacımız var, 2 500 000
civarında narenciye ağacımız bulunmakta, açıkta 170 000 ton ve seralarda da 275
000 ton domates üretilmekte; bunun yanında, diğer sera ürünlerinin üretimi de
yapılmaktadır. İhraç edilen ürünlerimizin başında limon, mandalina, bal, su
ürünleri ve turfanda sebze gelmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
tarımsal eğitim düzeyinin düşüklüğü, tarım sektörünün önemli, genel bir sorunu;
bu, Muğlamızda da var. Bu alanda ihtiyacı karşılayacak ciddî organizasyonlar,
bugüne kadar gerçekleştirilememiştir. Eğitim alanında, yörenin kendi
birikimlerinden de yararlanılarak başarılı çalışmalar yapılabilir kanısındayım.
Seracılığın önemli
sorunlarından biri, toprak analizinin yapılmamasından kaynaklanan bilinçsiz
gübre kullanımıdır. Bu, topraklarda tuzlanmaya neden olmakta, verim ve kalitede
önemli düşüklükler gerçekleştirmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
seracılıkta önemli miktarda girdi maliyeti vardır. Maalesef, neredeyse bütün
girdiler ithaldir ve o nedenle çok masraflıdır. Seracıya, bu alanda, mutlaka
devlet desteği gerekmektedir. Pazarlamada büyük sorunlar vardır. Ürün bazında
arz ve talebin dengesiz olması, fiyat dalgalanmalarına neden olmaktadır. Ürünün
kalitesine göre değil, komisyoncunun isteğine göre fiyat belirlendiği için,
üretici sıkıntı çekmektedir. O açıdan, üreticilerimizin, mutlaka, pazarlama
noktasında da devreye girmesi gerekmekte, söz sahibi olması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
geçtiğimiz günlerde elmada ve patateste yaşadığımız gibi, ihracatçının değil,
tarımda üretimin asıl desteklenmesi gerekiyor; sanıyorum, Türkiye'de
yapacağımız önemli anlayış değişikliklerinden birisi de bu olmalıdır.
Dışpazar olanaklarının
araştırılması, pazarın istek ve ihtiyaçları doğrultusunda, yeterli miktar ve
kalitede üretim yapılması, dışsatımla ilgili mevzuat tıkanıklıklarının
giderilmesi ve bürokrasinin azaltılması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
narenciye üreticilerimizin de çok büyük sorunları var. Narenciye, dünyada en
çok üretilen meyve türü biliyorsunuz. Dünyada narenciye üreticisi durumunda
bulunan 80'i aşkın ülke içinde Türkiye 12 nci sırada, Akdeniz havzasında da 5
inci sırada bulunmakta. Muğla İlimizin narenciye ihracat miktarı, 2000 yılı
verilerine göre 2 208 ton olarak gerçekleşmiştir. Muğla İlinin Türkiye üretimi
içindeki payı yüzde 5'tir.
Değerli arkadaşlarım,
sera üreticilerinin benzer sorunları, aynen, narenciye üreticilerinde de devam
ediyor. Bu konuda -sanıyorum sürem yeterli olmayacak- tek tek sıralamak yerine,
global bir yaklaşımla sorunu çözmeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım,
günümüzde özellikle Avrupa Birliği ülkelerine yaptığımız yaş sebze ve meyve
ihracatında önemli ölçütlerden biri de, ürünün sağlık bakımından standardıdır.
Kullanılan ilaçların ve gübrelerin kimyasal özellikleri, serada üretilen
sebzelerin kalitesini etkilemektedir. Avrupa Birliği standartlarına uygun
olmayan sebze kalitesi ölçüm standartları sonuçları, ihracatçılarımız için de
sorun yaratmaktadır. Aynı sorun, narenciye üretimi için de geçerlidir. Toprağın
hazırlanıp kullanılmasından, ürünün yetiştirilip pazarlanmasına kadar olan
süreç izlenmelidir. Özellikle bitkilerin yetiştirilmesi sırasında tüketilen
hormonların ve ilaçların ihtiyaca uygun ve doğru kullanımı takip edilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Aslan.
ALİ ARSLAN (Devamla) -
EUROGAP uygulamasına bir an önce geçilmelidir, Muğla İlimiz bu konuda öncülük
edebilir. Tarımsal üretimde danışmanlık hizmetlerinin verilmesiyle ilgili,
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı gerekli hazırlık ve planlamaları yapmalıdır.
Üreticinin kullandığı hormon, ilaç ve tohumların çoğu yurt dışından
alınmaktadır. Bakanlığımız, yerli üretim için bir an önce gereğini yapmalı ve
ar-gelerini kurmalıdır.
Dünyada organik tarıma
dönüş başlamıştır. Ürünün ne kadar üretileceğinden çok, sağlığa ne kadar uygun
üretileceği beklentisi öne çıkmıştır. Organik tarımın yapılmasına en uygun
coğrafyanın Muğla'da olduğuna inanıyorum. Henüz toprağımız kirlenmemiştir ve
çevresel olarak da organik tarıma uygundur. Bu nedenle, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı, Muğla çiftçisini organik tarıma yönlendirmeli ve bu konuda
desteklemelidir.
Çiftçilerimiz güç
koşullarda üretim yaparken, devlet tarafından ödenmesi gereken paralarını
zamanında alamamaktadır; 2003 yılı doğrudan gelir desteklerinin tamamının
ödenmesi hâlâ bitirilmemiştir. Çiftçilerimizin doğrudan gelir desteklerinin
tamamı yılın başında ödenmelidir.
Değerli arkadaşlarım,
köylümüzün, çiftçimizin sorunlarını saymakla bitirmemiz mümkün değil. Bu
vatandaşlarımız bizim ekmeğimizi, aşımızı üretiyorlar. Tarımda tasarruf olmaz.
Çiftçilerimizin desteklenmesi gerekir. Çiftçilerimize tüccar mantığıyla
bakamayız. Tarım, pahalı ve gereksiz yatırımdır diye düşünemeyiz. Çoğumuz köylü
çocuğuyuz ve bu insanlarla birlikte yaşadık, sıkıntılarını yakından biliyoruz.
O nedenle, parti ayırımı gözetmeden, köylülerimizi temsil eden dernek ve
birliklerle işbirliği içinde, bu yurttaşlarımızın sorunlarını çözmek bu
Meclisin en önemli görevidir diye düşünüyorum; Yüce Meclisi, yeniden, saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Arslan.
Sayın Bakanım, buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
Muğla Milletvekili arkadaşımız Sayın Ali Arslan'ın, Muğla İlindeki narenciye
yetiştiriciliği ve seracılık yapan çiftçilerin sorunları hakkında yapmış olduğu
gündemdışı konuşmayla ilgili bir değerlendirme yapmak için huzurunuzdayım; bu
vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Muğla İlinin yüzölçümü 1 724 000 hektar olup, bunun 260 000 hektarı üzerinde
tarımsal üretim yapılmaktadır. İşlenen tarım arazisinin yüzde 39'u fiilen
sulanmakta, diğer alanda ise kuru tarım yapılmaktadır. Ülkemizde üretilen
örtüaltı domatesin yüzde 14'ü, tarla domatesinin yüzde 3,9'u, narenciyenin
yüzde 4,3'ü ve zeytinin yüzde 8,2'si Muğla İlinde üretilmektedir.
Muğla İlimizde
turunçgiller yetiştiriciliği en önemli üretim dallarından biridir. Köyceğiz
İlçesi başta olmak üzere, Ortaca, Dalaman, Fethiye, Milas, Bodrum İlçelerinde
turunçgiller yetiştiriciliği yapılmaktadır. İldeki toplam narenciye ağacı 2 700
000 adet olup, portakal, limon ve mandalina yetiştiriciliği yaygındır. İlde
2003 yılı narenciye üretimi toplam 120 000 ton civarında gerçekleşmiştir.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye toplam limon üretiminin -biraz önce Sayın Arslan'ın ifade ettiği gibi-
yüzde 5,5'i, portakal üretiminin de yüzde 4,2'si Muğla İlinde
gerçekleşmektedir. İlimiz narenciye üretiminin 5 000 tonu, yani, sadece 4,2'si
ihraç edilebilmektedir. Bu ihracat rakamının yüzde 50'den fazlasını da limon
oluşturmaktadır. İhracatın istenilen düzeyde olmamasının nedenleri arasında, turunçgiller
paketleme entegre tesislerinin yetersiz ve kapasitelerinin düşük oluşu -ayrıca,
şunu da ifade etmek durumundayım: Tesislerin yetersizliği nedeniyle bunun 2
katı miktarda ürün komşu illerde, örneğin İzmir'de işlenmektedir- ayrıca,
nakliye problemi, yetiştirilen limon çeşidinin depolamaya uygun olmaması da
ifade edilebilecek başlıklardır.
Ayrıca, ihracatın
yetersiz olması, üretici fiyatlarının düşük olmasına da neden olmaktadır.
2002-2003 yılı üretimi limon piyasası, 2003 yılı eylül ayında bahçede kilo
başına 600 000 ilâ 700 000 Türk Lirası olarak açılmış olmasına rağmen,
ihracattaki tıkanıklık sonucunda, ileriki zamanlarda, bu rakam kilogram başına
350 000 ilâ 400 000 lira olarak, maalesef, gerilemiştir. Portakal da kilogram
başına 350 000 ilâ 400 000 Türk Lirası olarak şu anda piyasa bulmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
Muğla İlimizde Fethiye, Ortaca, Dalaman, Milas, Bodrum, Datça, Marmaris, Ula,
Köyceğiz İlçelerinde toplam 127 köyde yaklaşık 15 000 çiftçi ailesi tarafından,
33 000 dekar alanda örtüaltı sebze yetiştiriciliği yapılmaktadır. Ürün
çeşitleri ilçeden ilçeye değişmekle birlikte, ağırlıklı olarak domates
yetiştiriciliği yapılmaktadır. Toplam örtüaltı domates üretimi 280 000 ton
civarındadır. Muğla İlimizde Türkiye örtüaltı domates üretiminin yüzde 14'ü
-biraz önce de ifade etmiştim- yapılmaktadır. Bu üretimin yaklaşık yüzde 10'u
ihraç edilmekte, geri kalan kısmı ise içpazarda tüketilmektedir.
İhraç miktarının az
oluşunun nedenleri arasında, ürün standardının sağlanamaması, paketlemede
tesislerin yetersizliği, iç ve dışpazardaki tüketicinin sera ürünlerine olan
güvensizliği, fiyat rekabetinin yeterince sağlanamaması sayılabilir.
2004 yılında sera ürünü
domates kilo başına 1 000 000 ile 1 200 000 Türk Lirası arasında alıcı
bulabilmiştir; ancak, bugün itibariyle -havaların ısınmaya başlaması sebebiyle,
hasada geçilmiş olması, domates miktarının artması dolayısıyla- çiftçilerimizin
eline geçen fiyat, kilogram başına, şu anda -en son alınan bilgi- 300 000 ile
400 000 Türk Lirası arasında değişmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
Muğla İlinde toplam nüfusun yüzde 38'i şehirde yaşamakta olup, geri kalan nüfus
köylerde oturmaktadır. Köylerde yaşayan nüfus Türkiye ortalamasının hayli
üstündedir. Bunun en önemli nedeni olarak, köylerdeki sosyal düzeyin diğer
illerimize nispetle biraz yüksek olması gösterilmektedir.
Diğer taraftan, Muğla
İlimizde örgütlenme durumu ülke geneline göre oldukça iyi düzeydedir. İlde, 23
000 ortaklı 158 adet tarımsal kalkınma kooperatifi, 2 300 ortaklı 18 adet
sulama kooperatifi, 1 359 ortaklı 23 adet su ürünleri kooperatifi
bulunmaktadır. İlde, ayrıca, ormancılık, su ürünleri ve köy-koop. konularında
üst birlikler bulunmakta, bunlara bağlı toplam 147 adet birim kooperatif yer
almaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
Tarım Bakanlığınca rutin olarak devam eden çiftçi eğitimi ve yayım
çalışmalarının yanı sıra, ayrıca, turunçgil yetiştiriciliğinde anazararlı olan
turunçgil unlubitine karşı biyolojik mücadele büyük bir hızla yapılmaktadır.
Böylece, hem doğal denge korunmakta hem de ilaca ödenecek döviz ülkemizde
kalmaktadır. 2004 yılında bu çalışmalar artarak devam etmektedir.
Örtüaltı yetiştiricilikte
temel sorunlardan birisi olan kalıntı sorununun çözümüne yönelik olarak, Tarım
Bakanlığınca, 27 Aralık 2003 tarihinde kontrollü örtüaltı üretiminin
uygulanmasına ilişkin yönetmelik yayımlanmış ve hızlı bir şekilde seralarımızın
kayıt altına alınması işlemi başlatılmıştır. Bu kapsamda, bugün itibariyle,
Muğla'da, Fethiye İlçemiz dışındaki ilçelerde seralarımız kayıt altına alınmış
olup, en kısa zamanda Fethiye İlçesinde de sera kayıt işlemi bitmiş olacaktır.
Tüm seralarda kayıt işlemi bittikten sonra sera ürünlerinde barkot sistemine
geçilmiş olacak ve böylece, iç ve dışpazarlarda sera ürünlerinin önü büyük
ölçüde açılmış olacaktır. Bu konuyla ilgili yoğun eğitim çalışmalarımız ve
seralardan tesadüfî örneklemeyle domates ve diğer sebze numunelerinin analiz
çalışmaları devam etmektedir.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, diğer taraftan, Muğla İlimizde, İl Tarım Komisyonunca, iyi tarım
uygulamalarının hayata geçirilmesine yönelik kararlar alınmış ve uygulama alanı
olarak, Fethiye İlçesi Kumluova, Karadere, Çaykenarı ve Karaçulha Beldeleri
pilot bölge olarak seçilmiştir. Bu yörelerde Sağlıklı Tarımsal Ürünler
Yetiştirme Projesi uygulamaya konulmuştur. Ayrıca, kaliteli sebze tohumluğunun
kullanımının sağlanması amacıyla, Tarım Bakanlığınca, 2004 yılında yeni bir
projeyi uygulamaya koymuş bulunuyoruz. 2004-2008 yılları arasında 7 trilyon
Türk Lirası bütçeyle 5 araştırma enstitüsü, 5 üniversite ve 20 özel sektör
kuruluşunun katılımıyla yürütülecek olan Türkiye F1 Hibrit Sebze Çeşitleri
Geliştirme Ve Tohumluk Üretim Projesiyle, kamunun ve özel sektörün birbirini
tamamlayacak olan birikimleri ve güçleri bir araya getirilmiştir. Bu işbirliği
içinde, başlangıç olarak, 8 sebze türünde, hibrit çeşit geliştirmek, tohumluk
üretmek ve ülke içine ve dışına pazarlama yapmak amaçlanmıştır.
Değerli arkadaşlarım,
yurt çapında uygulamaya konulmuş bulunan tarımsal destekleme politikaları Muğla
İlimizde de uygulanmakta ve üreticilerimiz bu programlar çerçevesinde
desteklenmektedir. Biraz önce Sayın Arslan da değindiler; yapılan bu
uygulamalar arasında yer alan doğrudan gelir desteği kapsamında, Muğla İlimize,
2003 yılı üretimi için toplam 23,6 trilyon Türk Lirasının birinci dilim
doğrudan destek ödemeleri tamamlanmış olup, ikinci dilim ödemelerine ise
ağustos ayından itibaren başlanılacaktır. Ayrıca, Muğla İlimize, 2003 yılında
birinci dilim mazot desteği olarak 2,9 trilyon Türk Lirası ödenmiştir; ikinci
dilim ödemelerine ise 3 Mayıstan itibaren başlanılmış olup, ödemeler
tamamlanmıştır. İlde ayrıca, kütlü pamuk ve zeytinyağı primi olarak 2003
yılında üreticilerimize toplam 5,3 trilyon Türk Lirası ödenmiştir. 25 Şubat
2004 tarih ve 25384 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı
çerçevesinde, üreticilerimize düşük faizli tarımsal kredi kullanma imkânı
getirilmiştir. Bu çerçevede, çiftçilerimize, toplam 2 katrilyon Türk Lirası,
düşük faizli kredi kullandırılacaktır. Kararname kapsamında, çiftçilerimiz,
kontrollü örtüaltı yetiştiriciliği, damızlık süt sığırı yetiştiriciliği,
organik tarım, sertifikalı tohumluk kullanımı, su ürünleri yetiştiriciliği ve
ar-ge konularında düşük faizli kredi kullanabileceklerdir.
Değerli arkadaşlar, Muğla
İlinde yetiştiricileri bir çatı altında toplayan kooperatif çalışmaları bölge
için büyük önem arz etmektedir. Bu çerçevede, 2003 yılında, 2 tarımsal kalkınma
kooperatifine seracılık konusunda toplam 488 milyar Türk Lirası destekleme
yapılmıştır.
Diğer taraftan, 2004 yılı
programı kapsamında, Muğla'da, seracılık ve soğukhava deposu rehabilitasyonu
konularında olmak üzere, 3 kooperatife 1,9 trilyon Türk Lirası destek
sağlanmıştır. Ayrıca, diğer kooperatifçilik faaliyetleri için 9 kooperatife
toplam 2,9 trilyon Türk Lirası destek sağlanacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
kuşkusuz, alınan bu tedbirler, üreticilerimizin sorunlarını tamamıyla çözecek
boyutta değildir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından soruna köklü çözüm
bulabilmek için, Hükümetimizin programında kısa vadede yapılması gereken yasal
düzenlemeler içerisinde yer alan Üretici Birlikleri Yasası Tasarısıyla ilgili
olarak kurumların görüşleri alınmış, tasarı hazırlanmış ve Başbakanlıkça
Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmiştir. Üretici Birlikleri Yasası
Tasarısı 19 maddeden oluşmaktadır ve Meclis tatile girmeden önce yasalaştırmayı
düşündüğümüz tasarılar arasında sayılabilir. Böylece, üreticilerin, üretimden
pazarlamaya kadar etkin görev yapacakları şekilde örgütlenmelerinin önü açılmış
olacaktır.
Diğer taraftan, bu yıl da
birçok ilimizde meydana gelen sel, dolu veya don zararından dolayı
çiftçilerimizin önemli gelirler kayıplarına uğradığı hepimizin malumudur.
Çiftçilerimizin zararlarının karşılanması için en etkili yol, tarım sigortası
uygulamasıdır. Bu konuda hazırlıkları tamamlanan tarım ürünleri sigortaları
hakkında kanun tasarısı, şu anda Başbakanlığa sunulmuştur ve imzalar
tamamlandığında Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilecektir.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, tarım sektörünün yıllardır çözüm bekleyen birikmiş sorunlarını,
bir iki yıl gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde çözmenin zorluğunu sizler de
takdir edersiniz. Ancak, bu dönemde sağlanan siyasî istikrar, uyguladığımız
politikalar, aldığımız tedbirler ve tarıma verdiğimiz destekler, tarımdaki iyileşmeyi
zamanla daha belirgin hale getirecektir.
Bu duygu ve düşüncelerle
hepinize saygılar sunuyorum; iyi bir çalışma diliyorum efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Gündemdışı üçüncü söz,
Sokak Çocuklarına Şefkat Haftası münasebetiyle söz isteyen Kırklareli
Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam'a aittir.
Sayın Sarıçam, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
3. -
Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan SARIÇAM'ın, Sokak Çocuklarına Şefkat
Haftası münasebetiyle gündemdışı konuşması
AHMET GÖKHAN SARIÇAM
(Kırklareli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her yıl, 24-30 Mayıs
tarihleri arasındaki günlerin Sokak Çocuklarına Şefkat Haftası olarak
değerlendirilmesi nedeniyle gündemdışı söz almış bulunuyorum.
Sokak çocukları konusu,
değerli milletvekillerimiz tarafından gerekli hassasiyet gösterilerek, yaklaşık
bir ay önce Genel Kurula getirilmişti. Böylece, çocuklarımızı sokağa iten
nedenlerin tespiti, yasal boşlukların doldurulması ve gerekli önlemlerin alınmasını
sağlamak amacıyla bir Meclis araştırması komisyonu kurulmuştu. Böylece, Yüce
Meclis, milletin önemli bir sorununa değinmiş ve aynı zamanda, toplum
vicdanının sesine de kulak verip tercüman olmuştu.
Benim tekrar bu konuyu
gündeme getirmemde amil olan sebeplerin başında, bu haftanın, Sokak Çocukları
Haftası olarak değil de, Sokak Çocuklarına Şefkat Haftası olarak
isimlendirilmesinin dikkatimi çekmesi gelmektedir. Ayrıca, bir internet
sitesinde yapılan bir araştırmada gözüme ilişen bazı sonuçlara göre, şefkatin,
sevginin, sokak çocuklarının sokağa itilmesinde ve onların tekrar
kazanılmasında ne kadar büyük bir etmen olduğu da çok çarpıcı geldi.
Çeşitli sivil toplum
örgütlerinin sosyal uzmanlarla yaptıkları çalışmalar sonucunda, sokak
çocuklarının tamamına yakınında görülen uçucu madde bağımlılığının sebepleri
olarak şunlar tespit edilmiş:
Sokaktaki şiddete karşı
durabilmek ve dayak yediklerinde acı hissetmemek.
Sokaktaki soğuğa
dayanabilmek.
Yaşadığı zorluklara
karşı, bedensel ve duygusal güç oluşturabilmek; yani, kendilerini güçlü ve
cesaretli hissedebilmek.
Halüsilasyonlar görüp
güzel şeyler hayal edebilmek.
Utanma duygularını yok
ettiği için, rahatlıkla başkalarından yemek isteyip dilenebilmek ve özgürce
konuşabilmek.
Bunun dışında, sokaktaki
grupların ortak yaşam biçimine ayak uydurarak gruba kendini kabul ettirebilmesi
ve tiner, bali gibi maddeleri ucuza, kolayca bulabilmeleri ve diğer etkenler,
bu çocukların uyuşturucu madde bağımlılığına geçişte en önemli etmenler olarak
uzmanlar tarafından tespit edilmiştir.
Sayılan bu sebepler,
sokak çocuklarının tehlikeli boyuta ve topluma zarar verir hale gelmesinde son
aşama olan madde bağımlılığına geçişte, sevgisizlik, şefkatsizlik, toplumsal
dayanışma ve desteksizliğin ne kadar önemli bir etken olduğunu göstermesi
bakımından çok çarpıcıdır.
Her ne kadar,
Anayasamızda, Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir devlet olarak tanımlanıp,
korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması için her türlü tedbiri alma
ve ilgili kurumları ve kuruluşları kurma görevi devlete verilmiş olsa da, bu
konuya toplumun her kesiminden yeterli hassasiyet gösterilmezse, netice
alınamayacağı inancını taşıyorum.
Bugüne kadar, sokak
çocuklarıyla ilgili yapılan tüm çalışmalar göstermektedir ki, çocuğu sokağa
iten etmenlerin hepsinin temelinde çocuk, aile ve toplum arasındaki sevgi,
şefkat ve dayanışma eksikliği veyahut da yokluğu yatmaktadır.
Dünyada, özellikle sanayi
devrimiyle başlayan ferdiyetçilikle beraber, sokak çocukları sorunu da
başgöstermiştir. Toplumsal dayanışma ve insanî hassasiyetlerin kaybolmadığı,
dejenerasyona uğramadığı yoksul ülkelerde sokak çocukları sorunu yok denilecek
kadar az iken, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde bu sorunun yoğunluk
kazanması, bizi bu düşünceye itmektedir. Ayrıca, sosyal destek sağlayacak güçlü
kurumların yer aldığı, ekonomik gelişmişliklerini tamamlamış ülkelerde de, her
şeye rağmen sokak çocuklarının olması, bizi, maddî boyutun biraz ötesine
bakmaya zorlamaktadır.
Sokak çocukları sorununun
çözümü, toplumun bilinçlenerek, bu soruna sahip çıkmasına bağlıdır. Toplumun bu
çocukları sahiplenmediği, sorunu görmezden geldiği ve sorunun çözümüne şefkat
ekseninde yaklaşmadığı bir yerde çözüm üretilemez. Bu durumda, toplumun sokak
çocuklarına bakışı büyük önem kazanmaktadır. Son yıllarda, toplumda, şefkat
merkezli çözüm yollarına destek olma bilinci uyandırılmaya çalışılsa da,
çoğunluk, bu çocukları, uzak durulması gereken yaratıklar olarak görmeye devam
etmektedir. Yer yer şiddet uygulayarak, sokak çocuklarını ıslah veya yok etmeye
çalışanları da üzüntüyle görmekteyiz.
Yine, sokak çocuklarını,
yaşının rolünü yaşayamayan, başka bir deyişle oyun oynama, okula gitme, akşam,
evinde anne, baba ve kardeşleriyle birlikte olma gibi doğal gereksinimlerinin
karşılanamadığı bir ortam olan sokakta yaşayan ve her türlü tehlike ve
istismara açık bir ortamda yaşayan, gelecekte suça atılma riski yüksek olan
çocuklar olarak tanımlayabiliriz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Sarıçam.
AHMET GÖKHAN SARIÇAM
(Devamla) - Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi, çocuğun yaşının gereklerini
yaşayamamasından başlayan, aile ortamının getirdiği sevgi, güven, dayanışma ve
diğer değerlerden yoksun yetişmesiyle devam eden ve sokak gibi her türlü
tehlikenin potansiyel olarak var olduğu bir ortamda küçük yaşta korumasız
olarak bunlara maruz kalabilmesiyle devam eden bir zincirden bahsediyoruz.
Bugüne kadar yaşananlar da göstermektedir ki, normal bir çocukta, dehşet içinde
konu edebileceğimiz tiner kullanma, hırsızlık yapma, cinsel ilişkilerin
yaşanması gibi problemler, bu çocuklar için yaşamın bir parçası olmuştur. Bu
çocukların sokakta yaşamlarını sürdürmelerinin ya çete mensubu olma ya da
kendilerini cinsel meta olarak satmalarıyla sonuçlandığı gözönüne alınırsa, bu
problemin çözümünde gecikilen her anın sonuçta yaratacağı faturanın
yüksekliğini de anlamak mümkün olacaktır.
Bu acı tablolarla
karşılaşılmaması ve sokak çocukları sorununun çözümü için kurumlar ellerinden
geleni yapıyor ve yapacaklardır; ama, bunun yanında, aileleri bakabilecekleri
ve koruyabilecekleri kadar çocuk yapmaları konusunda bilinçlendirecek, onlara
sosyal destek ve yardım sağlayacak sivil toplum örgütlerinin oluşması konusunda
da toplumumuzun şefkat ve hassasiyet göstermesi önem arz etmektedir.
Şu an sokakta yaşayan
çocukların sokak ortamında her türlü ihmal ve istismara karşı korunmalarını
sağlamak, hepimizin öncelikli görevi olmalıdır. Bu çocukların sokak ortamından
çekilerek aile ya da bir kurumda bakım ortamına alınmasına, onların eğitime
veya vasıflı çalışma ortamlarına yönlendirilmesine ağırlık verilmeli ve
çalışılmalıdır; ancak, çocukların ailelerinden uzaklaşmasına ve sokağa
düşmesine neden olan etmenlerle mücadele, hepsinden önce gelen, maddî-manevî
maliyeti çok daha düşük, önleyici ve etkili bir çalışmadır. Unutmayalım ki,
geriden gelen geç kalmış bir hizmet, hiçbir zaman zamanında verilen hizmet
kadar olumlu sonuç vermez.
Sokak çocuklarını sokağa
iten etmenlerin başında sevgi ve şefkatsizliğin geldiğini, bunun, Yüce
Meclisimiz ve Yüce Milletimiz tarafından çok iyi algılandığını bilmeme rağmen,
bu konunun "şefkat" boyutunun altını bir kez daha çizmek üzere söz
almış bulunuyorum.
Beni dinlediğiniz için
hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Sarıçam.
Sayın milletvekilleri,
güncel bir konuyla ilgili olarak, yerinden çok kısa bir açıklama yapmak
isteyen, Ensar Öğüt Beye söz vereceğim.
Buyurun Sayın Öğüt.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Efendim, iki gün önce
Ardahan'da büyük bir sel felaketi yaşandı. Öncelikle, buradan, Ardahanlı
hemşerilerime geçmiş olsun diyor; ölenlere rahmet, kalanlara da başsağlığı
diliyorum.
Efendim, 2003 Temmuz
ayında Kura Nehrinin taşmasıyla Ardahan'da bir felaket yaşandı, köprüler
yıkıldı. Daha bunun yaraları sarılmadan, iki gün önce de, 29-30 Mayısta,
Ardahan Merkez Kaptanpaşa Mahallesinde, Alabalık Deresinin taşmasıyla, 100'e
yakın ev hasar gördü, 1 ev yıkıldı; ancak, onun dışında, Ardahan merkeze bağlı
23 köy çok büyük hasar gördü. Köylerdeki evler kerpiçten yapıldığı için,
şiddetli yağan yağmurlar o toprak evlerde yaşayanları çok zor durumda bıraktı;
toprak evlerin bir kısmı çöktü, insanlar şu anda dışarıda; birkısım ahırlar da
çöktü, hayvanlar dışarıda. Ahırlarda çok hayvan telef oldu. Zaten, hayvancılıkla
geçinen insanlar; hakikaten, mağdur oldular.
Merkez Çamlıçatak
Köyümüzde, 40 yaşında bir anne ve 4 yaşındaki kızı olmak üzere 2 kişi vefat
etti. Bununla ilgili, ben, yetkililerden rica ediyorum; Ardahan'a, hemen,
acilen bir yardım yapılsın ve Ardahan afet bölgesi kapsamına alınsın; çünkü,
Ardahan'ın köyleri genelde toprak evlerden oluşmaktadır. Toprak da şiddetli
yağmurlara dayanmadığı için çökmektedir.
Ben, Afet İşleri Genel
Müdürünü aradım, Sayın Bakana da bilgi verdim; ayrıca, Kızılay Genel Başkanını
aradım. Şu anda, Tunçoluk Köyünün bazı ahırlarında ve aşağı yukarı her köyde
5'er 10'ar hayvan telef olmuş durumdadır. Buralarda, derhal hasar tespitleri
yapılarak, oradaki insanlara hayvan verilmesini, evlerinin ve ahırlarının çatı
sistemiyle yapılmasını öneriyorum.
Ben, Kızılay Genel
Başkanıyla da görüştüm. Kızılay Genel Başkanı da hemen harekete geçti. Eğer,
çadır gerekiyorsa, çadır göndereceğini söylediler. Bu anlamda, hakikaten, zor
durumda olan bölgemiz, halen, kışı atlatmış değil. Buradaki köylerimizden
Tepesu, Kocaköy, Yaylacık, Küçüksütlüce, Büyüksütlüce, Alagöz, Gölgeli,
Taşlıdere, Samanbeyli, Kuşuçmaz, Ölçek, (Hoçuvan) Hasköy, Tunçoluk, Otbiçen,
Lehimli, Binbaşar, Bayramoğlu, Yayla Karakolu, Hacıali, Beşiktaş, Dağcı,
Çalabaş, Çobanlı Köylerinde 10'ar 15'er ev yıkılmış, ahırların tamamı yıkılmış,
hayvanlar perişan durumdadır. Bu nedenle...
BAŞKAN - Sayın Öğüt,
lütfen, son cümlelerinizi alabilir miyim; yani, konu anlaşılmıştır. Lütfen...
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Toparlıyorum, toparlıyorum...
BAŞKAN - "Toparlıyorum" değil, lütfen, son
cümlenizi alayım, sözünü kesmeyeyim; lütfen efendim, lütfen...
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Hemen bitiriyorum.
Yollarımızı sel götürdüğü
için, köprüler de yıkılmıştır; şu anda köylere ulaşılamıyor. Ben, Sayın
Başbakan Yardımcımızdan da rica ediyorum, istirham ediyorum, acilen, bir
talimat verilsin, Ardahan'ın köylerinin yolları ve köprüleri yapılsın, oradaki
insanların da yaraları sarılsın.
Hepinize teşekkür
ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Öğüt.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, yerimden kısa bir
açıklama yapabilir miyim.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.
Milletvekili arkadaşımız
Sayın Ensar Öğüt, Ardahan'da meydana gelen sel felaketi sebebiyle oradaki
durumla ilgili bir değerlendirme yaptı. Dün, Bakanlar Kurulumuzun önemli gündem
maddelerinden bir tanesi de, işte, bu sel felaketi, dondan dolayı yaşanan zarar
ve tabiî afetlerden zarar gören çiftçilerimizin durumları olmuştu. Dün,
Bakanlar Kurulu toplantımızda, üç bakan arkadaşımızdan oluşan (Tarım ve
Köyişleri Bakanımız, Maliye Bakanımız ve Sanayi ve Ticaret Bakanımız) bir
komisyon kuruldu. Bu hafta içerisinde, felaketlere uğrayan bu illerimizde hasar
tespitlerini kısa sürede yaptırarak "Hükümet olarak bu vatandaşlarımızın
yaralarını nasıl saracağız" sorusunun cevabını arayacaklar. Bakanlar
Kurulu olarak gündemimizdedir. Üç arkadaşımız bu konuyla ilgili görevlendirilmiştir.
Çok kısa sürede, felakete uğrayan vatandaşlarımızın hizmetine koşulacaktır.
Bu münasebetle,
Ardahan'da bu sel felaketini yaşayan vatandaşlarımıza da geçmiş olsun
dileklerimizi bilvesile ifade ediyorum.
Hükümet olarak konunun üzerindeyiz.
Sayın Öğüt'e de ilgisi ve
hassasiyeti sebebiyle teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Biz de, ölenlere
Allah'tan rahmet, kalanlara başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.
Sayın milletvekilleri,
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir
tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.
Kâtip Üyemizin sunumunu
oturduğu yerden yapmasını oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Tezkereyi okutuyorum:
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. -
Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında 5171 sayılı Kanunun, bazı maddelerinin bir kez daha görüşülmek üzere,
geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/575)
28.5.2004
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi: 13.5.2004 günlü,
A.01.0.GNS.0.10.00.02-5562-18845 sayılı yazınız.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca 13.5.2004 gününde kabul edilen 5171 sayılı
"Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun" incelenmiştir:
1- İncelenen Yasanın, 1
inci maddesiyle değiştirilen 2547 sayılı Yükseköğretim Yasasının 6 ncı
maddesinde,
"Yükseköğretim
Kurulu; tüm yükseköğretimi düzenleyen, yükseköğretim kurumlarının kendi
aralarında ve Millî Eğitim Bakanlığı ve diğer ilgili kuruluşlarla olan
ilişkilerinde koordinasyonu sağlayan, yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerine
yön veren, bu Kanunla kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde,
özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip yükseköğretim üst kuruluşudur.
Yükseköğretim Kuruluna;
Yükseköğretim Denetleme Kurulu, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi ile
gerekli planlama, araştırma, geliştirme, değerlendirme, bütçe, yatırım ve
koordinasyon faaliyetleriyle ilgili birimler bağlıdır.
Yükseköğretim Kurulu,
a) Cumhurbaşkanınca
rektörlük veya öğretim üyeliğinde başarılı hizmet yapmış ya da yapmakta olan
profesörlere öncelik verilmek suretiyle doğrudan seçilen beş,
b) Bakanlar Kurulunca
seçilen beş,
c) Üniversitelerarası
Kurulca profesörler arasından seçilen beş,
d) Genelkurmay
Başkanlığınca seçilen bir,
Üyeden oluşur. (b), (c)
ve (d) bentlerine göre seçilenlerin üyelikleri Cumhurbaşkanının onayı ile
kesinleşir. Bu bentlerde belirtilenlerin seçimleri bir ay içinde, Cumhurbaşkanı
tarafından onaylanmayanların yerine yeni adayların seçimleri ise iki hafta
içinde yapılmadığı takdirde, Cumhurbaşkanınca doğrudan atama yapılır.
(b), (c) ve (d)
bentlerinde belirtilen üyelerin seçimleri, ilgili makam ya da kurumun
kontenjanındaki üyenin üyelik süresinin bitimi tarihinden bir ay önce,
süresinden önce boşalma olması halinde ise en geç bir ay içinde tamamlanır ve
seçilen üyeler onay için Cumhurbaşkanına sunulur.
İlk toplantısını en yaşlı
üyenin başkanlığında yapan Kurul, üyeleri arasından bir başkan seçer. Başkan,
Kurul üyeleri arasından bir başkanvekili seçer. Diğer başkanvekili Kurul
üyeleri arasından, Kurul tarafından seçilir. Başkan ve Kurul üyelerinin görev
süresi dört yıldır. Kurulun başkan ve üyeleri daimi statüde görev yapar.
Başkan, Kurulun ita
amiridir ve Kurulu temsil eder. Başkan, bulunmadığı durumlarda, kendisine
vekâlet etmek üzere başkanvekillerinden birini görevlendirir. Başkan, Kurula
karşı sorumlu olup, Kurul kararlarının uygulanmasını sağlar.
Kurul, üyelerinin en az
üçte 2'sinin katılımıyla toplanır ve katılanların salt çoğunluğuyla karar alır.
Millî Eğitim Bakanı Yükseköğretim Kurulu toplantılarına katılabilir ve
katıldığı toplantılara başkanlık eder. Yükseköğretim Kurulu, üyelerinin salt
çoğunluğunun isteğiyle olağanüstü toplanabilir.
Üyeler, Yükseköğretim
Kurulu Başkanı tarafından verilecek istisnaî görevler dışında hiçbir kamu
kuruluşu veya özel kuruluşta ücretli ya da ücretsiz çalışamaz. Bir yıl
içerisinde yıllık izin, hastalık ve mazeret izinleri hariç bir ay hizmete devam
etmeyen üyeler görevinden ayrılmış sayılır.
Kurul Başkan ve
üyelerinin ücretleri, birinci derecenin son kademesindeki profesörlerden
rektörlüğe atananlara ödenen aylık (ek gösterge dahil), taban aylığı, makam
tazminatı, temsil tazminatı ve üniversite ödeneği ile idarî görev ödeneği
toplamının brüt tutarının iki katını geçmemek üzere Bakanlar Kurulunca tespit
edilir. Kurul üyelerine (özel veya kamu kurumlarınca telif hakları kapsamında
ödenenler hariç) ayrıca herhangi bir ücret ödenmez. Kurulda görev alan kamu
personelinin her türlü özlük hakları saklı kalır ve kurumlarından aylıksız
izinli sayılır.
Kurul, çalışmalarında
verimlilik sağlamak amacıyla kendi içinde komisyonlar oluşturabilir.
Yükseköğretim Kurulunun
çalışma usul ve esasları Yükseköğretim Kurulunca çıkarılan yönetmelikle
düzenlenir."
Denilerek, Yükseköğretim
Kurulunun oluşumu yeniden düzenlenmektedir.
a- Maddenin üçüncü
fıkrasının (b) bendinde, Yükseköğretim Kurulunun beş üyesinin Bakanlar
Kurulunca seçileceği belirtilmiş; ancak, bu beş üyenin hangi nitelikleri
taşıyacağına ilişkin herhangi bir kurala yer verilmemiştir.
Böylece, Bakanlar Kurulu,
Yükseköğretim Kuruluna üye seçme konusunda mutlak bir takdir yetkisiyle
donatılmıştır.
Oysa, Anayasanın 131 inci
maddesinin ikinci fıkrasında,
"Yükseköğretim
Kurulu, üniversiteler ve Bakanlar Kurulunca seçilen ve sayıları, nitelikleri,
seçilme usulleri kanunla belirlenen adaylar arasından rektörlük ve öğretim
üyeliğinde başarılı hizmet yapmış profesörlere öncelik vermek sureti ile
Cumhurbaşkanınca atanan üyeler ve Cumhurbaşkanınca doğrudan doğruya seçilen
üyelerden kurulur."
Denilerek, Bakanlar
Kurulunca, Yükseköğretim Kuruluna seçilecek adayların rektörlük ve öğretim
üyeliğinde başarılı hizmet yapmış profesörler arasından olması öncelikli nitelik
olarak belirtilmiş, diğer niteliklerin yasayla düzenlenmesi öngörülmüştür.
Nitekim, yürürlükteki
düzenlemede, kendisine, üst düzeydeki devlet görevlileri ya da emeklileri
arasından Yükseköğretim Kuruluna üye seçme yetkisi tanınan Bakanlar Kurulunun
bu yetkisi, seçeceği kişilerin mesleklerinde "temayüz etmiş" olmaları
koşuluna bağlanmış; ayrıca, yargıç ve savcı sınıfından olanların seçiminde ise,
Bakanlığın ve kendilerinin "muvafakatlarının" alınması zorunlu
kılınmıştır.
İncelenen yasada Bakanlar
Kurulunca Yükseköğretim Kuruluna seçilecek üye adayları için hiçbir nitelik
öngörülmemiş olması Anayasanın 131 inci maddesiyle bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, akademik
yaşamı planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim
kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma etkinliklerini yönlendirmek
gibi önemli görevleri bulunan Yükseköğretim Kuruluna seçilecek kişilerde kimi
niteliklerin bulunması ve bunların yasayla belirlenmesi zorunludur.
Yükseköğretim Kurulu
üyesi olmak için hiçbir nitelik aranmayan ve dolayısıyla, görevin gerektirdiği
asgarî nitelikleri taşımayan, hatta, kamu görevlisi bile olmayan kişilerin
politik yaklaşımlarla bu göreve atanmalarının olanaklı kılınmasının sakıncaları
açıktır.
Bu nedenle, Yükseköğretim
Kurulu üyeliğine, Bakanlar Kurulunca yapılacak üye seçiminde herhangi bir
ölçütün getirilmemiş olmasında kamu yararı da bulunmamaktadır.
b- Maddenin üçüncü
fıkrasının (d) bendinde, Yükseköğretim Kuruluna Genelkurmay Başkanlığınca da
bir üye seçilmesi öngörülmüştür.
Anayasanın 131 inci
maddesinin ikinci fıkrasında 7.5.2004 günlü, 5170 sayılı Yasayla yapılan
değişiklikle, Yükseköğretim Kuruluna Genelkurmay Başkanlığınca üye seçilmesine
ilişkin kural Anayasadan çıkarılmıştır. Söz konusu değişiklik 22.5.2004 günlü,
25469 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Anayasanın 131 inci
maddesinin yürürlükteki kuralına göre, Yükseköğretim Kuruluna, ancak,
Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve üniversitelerce üye seçilmesi olanaklıdır.
Bu durumda, incelenen
yasanın, 2547 sayılı Yasanın 6 ncı maddesini değiştiren 1 inci maddesiyle,
Yükseköğretim Kurulunun oluşumunda Genelkurmay Başkanlığınca da bir üye
seçileceğinin öngörülmüş olması, Anayasanın, yasaların Anayasaya aykırı
olamayacağına ilişkin 11 inci maddesine açık aykırılık oluşturmaktadır.
2- İncelenen yasanın,
- 5 inci maddesiyle
değiştirilen 2547 sayılı Yasanın 45 inci maddesinin (a) bendinde,
"a. Yükseköğretim
kurumlarına, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinin yapacağı sınavla girilir.
Bu sınava temel teşkil etmek üzere, Millî Eğitim Bakanlığı genel ortaöğretim ve
meslekî-teknik ortaöğretim kurumlarının program/alan/kol/bölümlerini; sözel,
eşit ağırlık ve sayısal olmak üzere üç grupta toplar. Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığı da yükseköğretim programlarını; sözel, eşit ağırlık ve sayısal olmak
üzere üç puan türünde gruplandırır ve hangi ortaöğretim
program/alan/kol/bölümünün hangi yükseköğretim programına karşılık geldiğini bu
suretle ilişkilendirir. Adayların ortaöğretimdeki başarıları; Öğrenci Seçme ve
Yerleştirme Merkezi tarafından geliştirilecek bir yöntemle ortaöğretim başarı
puanı olarak hesaplanır ve bu puan yükseköğretim kurumlarına girişteki öğrenci
seçme sınavı puanlarına eklenir. Herhangi bir genel veya meslekî teknik
ortaöğretim kurumu mezunu, öğrenci seçme sınavında ortaöğretimdeki kendi
program/alan/kol/bölümünü tercih ederse, hesaplanacak olan ortaöğretim başarı
puanı (0,80) katsayısıyla çarpılır. Ortaöğretimdeki program/alan/kol/bölümü
sözel olan öğrenciler eşit ağırlığa dayalı bir yükseköğretim programını tercih
ederse ortaöğretim başarı puanı (0,60) katsayısıyla, sayısala dayalı bir
yükseköğretim programını tercih ederse (0,45) katsayısıyla çarpılır.
Ortaöğretimdeki program/alan/kol/bölümü eşit ağırlık olan öğrenciler sözel
ağırlığa dayalı bir yükseköğretim programını tercih ederse ortaöğretim başarı
puanı (0,45) katsayısıyla, sayısala dayalı bir yükseköğretim programını tercih
ederse (0,60) katsayısıyla çarpılır. Ortaöğretimdeki program/alan/kol/bölümü
sayısal olan öğrenciler eşit ağırlığa dayalı bir yükseköğretim programını
tercih ederse ortaöğretim başarı puanı (0,60) katsayısıyla, sözele dayalı bir
yükseköğretim programını tercih ederse (0,45) katsayısıyla çarpılır. Dil sınavı
ve puan türüyle bu adayların yerleştirilmesine ilişkin esaslar ise Yükseköğretim
Kurulu tarafından belirlenir.
Sınav soruları,
yükseköğretime girişteki puan türleri dikkate alınmak suretiyle genel
ortaöğretimin tüm müfredatı gözetilerek hazırlanır.
Yükseköğretim kurumlarına
girişle ilgili diğer usul ve esaslar, Millî Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim
Kurulunca birlikte çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir."
7 nci maddesiyle 2547
sayılı Yasaya eklenen geçici 53 üncü maddesinde de,
"2004 öğrenci seçme
sınavına mahsus olmak üzere kılavuzda alanları bakımından ortak olarak belirtilen
yükseköğretim programlarına girişte ortaöğretim başarı puanı (0,80)
katsayısıyla çarpılır.
2004 yılında birinci
fıkradaki haktan yararlananlar ile 2003-2004 öğretim yılında aynı şartları
taşıyan lise 2 nci sınıfta olan öğrenciler, 2005 yılında girecekleri öğrenci
seçme sınavında aynı haktan yararlanırlar"
denilmektedir.
A- 2547 sayılı Yasanın 45
inci maddesinin (a) bendinde incelenen Yasanın 5 inci maddesiyle yapılan
düzenlemeyle, yükseköğretime girişte uygulanan sistemin değiştirilmesi
öngörülmekte, aynı yasaya, incelenen yasanın 7 nci maddesiyle eklenen geçici 53
üncü maddede de, 2004 ve 2005 yıllarında yapılacak uygulamaya ilişkin düzenleme
getirilmektedir.
a-2547 sayılı Yasanın
"Yükseköğretime giriş" başlığını taşıyan 45 inci maddesinin (a) bendinin
yürürlükteki metnine göre, öğrenciler yükseköğretim kurumlarına, ilkeleri
Yükseköğretim Kurulunca belirlenen sınavla girebilmektedirler.
1999 yılına kadar iki
aşamalı olarak uygulanan giriş savanları, her iki aşama sınavlarının sonuçları
ile elde edilen başarı arasında sıkı bir bağ bulunduğunun belirlenmesi üzerine
ve Yükseköğretim Kurulu kararıyla tek aşamalı duruma getirilmiştir. Yine aynı
kararla, sözel, sayısal ve eşit
ağırlıklı ortaöğretim başarı puanlarının hesaplanmasında farklı katsayı uygulamasına
geçilmiştir.
Sınav sonuçlarının
değerlendirilmesinde, adayların ortaöğretimdeki başarıları dikkate alınmakta;
Yükseköğretim Kurulunun uygun göreceği ilkeler çerçevesinde hesaplanacak
ortaöğretim başarı puanı, ekpuan olarak giriş sınav puanına eklenmektedir.
Ortaöğretim başarı
puanının hesaplanmasında, ortaöğretimdeki alanlarla ilgili yükseköğretim
programlarına yerleştirme yapılırken daha yüksek katsayı uygulanmaktadır.
Ayrıca, meslekî ve teknik ortaöğretimi özendirmek için bir
mesleğe yönelik program uygulayan liseleri bitirenlere, aynı alandaki
yükseköğrenimi seçmeleri durumunda ekpuan uygulaması getirilmiştir.
Puanların hesaplanmasında
uygulanan katsayıları ve "aynı alan"daki yükseköğrenim programlarını
saptama yetkisi Yükseköğretim Kurulunundur.
İncelenen Yasanın 5 inci
maddesiyle, Yükseköğretim Kurulunun,
-Ortaöğretim başarı
puanının hesaplama yöntemini belirleme yetkisi kaldırılarak katsayılara yasa
metninde yer verilmekte,
-Ortaöğretim kurumuyla
"aynı alan" içinde sayılacak yükseköğretim programlarını belirleme yetkisi kaldırılarak, bu yetki, Millî
Eğitim Bakanlığının ortaöğretim kurumlarını
sınıflandırma konusunda yapacağı saptamayla "bağlı yetkiye"dönüştürülmektedir.
Çünkü, daha önce yalnızca
ortaöğretim kurumlarının program/alan/kol/ bölümlerini belirleme yetkisine
sahip olan Millî Eğitim Bakanlığına, yapılan düzenlemeyle, yükseköğretimdeki
gruplandırmaya esas olacak biçimde, bu program alan/kol/bölümlerin sözel,
sayısal ya da eşit ağırlıklı alanlardan hangisine gireceğini belirleme yetkisi
de verilmektedir.
Oysa "sözel",
"sayısal" ve "eşit ağırlıklı" gibi terimler, herhangi bir
ortaöğretim kurumunun alan/bölüm/kol programını nitelendirmeyip, yükseköğretime
giriş sınavında adayın bilgi ve yeteneğini tam ve doğru ölçmek için kullanılan
araçların adıdır.
İncelenen yasayla
getirilen düzenlemede, tersi olması gerekirken, yükseköğretim ortaöğretime göre
biçimlendirilmeye ve yönlendirilmeye çalışılmaktadır.
Bunun nedeninin de,
meslekî teknik ortaöğretim kurumlarını, bu bağlamda özellikle imam-hatip
liselerini bitirenlerin kendi alanları dışında bir yükseköğretim programına
girmek istemeleri durumunda, aynı gruptaki genel liselerle eşit katsayıdan
yararlandırılmalarının sağlanması olduğu açıktır.
Böylece, gençlerin
imam-hatip liselerine yönlenmelerinin özendirilmesi amaçlanmaktadır.
b- Ülkemizde eğitim ve
istihdamla ilgili sorunların büyümesinin nedeni, meslekî teknik ortaöğretim
yerine, yalnızca yükseköğretime hazırlayan genel ortaöğretime ağırlık
verilmesidir.
Çağdaş ülkelerde,
ortaöğretim içindeki meslekî teknik ortaöğretim kurumlarının oranı yüzde 65,
liselerin oranı ise yüzde 35 iken, ülkemizde bunun tam tersi geçerlidir.
Oysa, meslekî
teknikeğitim, sanayi ve ticaret sektörünün can damarıdır. Gelişmiş birçok
ülkede yüzde 50'lerin üzerinde payı olan meslek yüksekokullarının ülkemizde
yükseköğretim içindeki payı, alınan önlemlere karşın çok düşüktür. Bu kadar
düşük meslekî teknikeğitim oran ve sayılarıyla Türk sanayiinin gelişmesinin güç
olduğu, gelişmiş ülkelerin sanayileriyle rekabet edilmesinin tek yolunun sayıca
ve nitelikçe üstün ara işgücünün yetiştirilmesinden geçtiği tartışmasız kabul
edilmesi gereken bir gerçektir.
Bu nedenle, alınacak
önlemlerle meslekî tekniköğretimin her yönden niteliğinin artırılması ve
mezunlarına istihdam olanaklarının yaratılması, böylece öğrencilerin bu
okulları tercih etmeleri ve alanlarında yükseköğrenim yapmaları konusunda
özendirilmeleri gerekirken, bu tür liseleri bitirenlerin kendi alanları
dışındaki yükseköğretim kurumlarına yönlendirilmeleri, ülke kaynaklarının israf
edilmesi, yükseköğretim kurumlarının verimsizliğe ve başarısızlığa itilmesi
gibi kamu yararıyla bağdaştırılamayacak sonuçlar yaratacak niteliktedir.
Türk eğitim sisteminde
meslekî tekniköğretimin geri planda bırakılması, bu okullardaki
eğitim-öğretimin kalitesini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Genel ortaöğretim
kurumlarıyla karşılaştırıldığında, meslekî teknikeğitim veren ortaöğretim
kurumlarında, edebiyat, tarih, coğrafya, matematik, biyoloji, fizik, kimya,
felsefe gibi temel kültür derslerinin yeterli düzeyde verilmediği
görülmektedir.
Ortaöğretimde yeterli
temel eğitimi alamayan öğrencilerin kendi alanları dışındaki yükseköğretim
programlarına girmeleri akademik öğretimde nitelik yitimine yol açmaktadır.
Ayrıca, katsayının
eşitlenmesi, hiçbir meslekî öğrenimi bulunmayan ve tek çıkış yolu yükseköğretim
görmek olan genel ortaöğretim kurumunu bitiren gençler yönünden de haksızlık
yaratmaktadır.
Öte yandan, meslekî
teknik ortaöğretim, genel ortaöğretime oranla çok daha pahalı bir eğitimdir.
Her bir meslek lisesi öğrencisi için, genel lise öğrencisine oranla yaklaşık 6
kat daha fazla kaynak kullanılmaktadır.
Sanayi sektörüne ara
eleman sağlanması amacıyla oluşturulan meslekî teknik liseleri bitirenlerin, bu
amaca yönlendirilmeyip, üniversiteye girmelerinin özendirilmesi, kaynak israfı
ve üniversite öğretim kalitesinin düşmesinden başka bir sonuç yaratmamaktadır.
Bu nedenle, yapılan
düzenlemede, her yasanın genel amacı olması gereken "kamu yararına
uygunluk" bulunmamaktadır.
c- "Meslekî teknik
ortaöğretim kurumlarını bitirenlerin farklı katsayı uygulaması sonucu
haksızlığa uğradıkları" savı gerçeği yansıtmamaktadır.
Çünkü, bir kez, meslekî
teknik ortaöğretimi bitirenler, kendi alanlarında bir yükseköğretim programını
tercih ettiklerinde büyük avantaja sahiptir.
İkinci olarak, meslekî
teknik ortaöğretimi bitirenlerin, kendi alanları dışındaki yükseköğretim
programlarında okumaları kesinlikle engellenmemiştir. Başarılı öğrencilerin
alandışı yükseköğretim programlarını kazanmaları ve bu programlarda öğretim
görmeleri olanaklıdır. Nitekim, uygulamada bunun pek çok örneği görülmektedir.
Üçüncü olarak, meslekî
teknik ortaöğretimi bitirenler, sınavda başarısız olmaları ve istemeleri
durumunda, bitirdikleri programın devamı niteliğinde ya da buna en yakın meslek
yüksekokullarına ya da Açıköğretim Fakültesi önlisans programlarına sınavsız
yerleştirilebilmektedir.
Dördüncü olarak, sınavsız
geçişle meslek yüksekokuluna yerleşen öğrencilerin, bu okulları bitirdikten
sonra dikey geçiş sınavıyla yine aynı alanda lisans programlarında okuma
olanakları bulunmaktadır.
Beşinci olarak, meslekî
teknik ortaöğretimi bitirenlerin, hiçbir yükseköğretim programında okuyamasalar
bile, kendilerine ortaöğretim kurumlarının kazandırdığı mesleklerinde çalışma
olanakları vardır.
Altıncı olarak, eşit
katsayı uygulaması, asıl adaletsizliği, imam-hatip lisesini bitirenler ile
diğer meslekî teknik liseleri bitirenler arasında yaratmaktadır. Ortaöğretimde
görülen derslerin program ve yoğunluğu arasındaki fark, sınavlarda meslekî
teknik lise mezunları yönünden haksızlığa neden olmaktadır.
Son olarak, Yükseköğretim
Kurulunun, 1999 yılından başlayarak yükseköğretim kurumlarına öğrenci seçme ve
yerleştirmede uygulanacak esasların belirlenmesine, bir başka anlatımla, farklı
katsayı uygulanmasına ilişkin 30.7.1998 günlü, 98.8.90 sayılı kararının,
haksızlık ve eşitsizlik yarattığı gerekçesiyle iptali istemiyle açılan
davaların tümü Danıştay 8. Dairesince reddedilmiş; bu kararlar, yapılan temyiz
incelemesi sonucunda Danıştay İdarî Dava Daireleri Genel Kurulunca onanmıştır.
Yukarıda açıklanan
gerekçeler, farklı katsayı uygulamasının haksızlığa neden olmadığını, tam
tersine, adaletli bir düzen kurduğunu göstermektedir.
Üstelik, incelenen
Yasanın gerekçesinde yer verilen, farklı katsayı uygulaması ve alanları
dışındaki yükseköğretim programlarına katılmalarının zorlaştırılması nedeniyle
meslek okullarına ilginin azaldığı yolundaki sav da gerçeği yansıtmamaktadır.
Millî Eğitim Bakanlığı
verilerine göre, yıllar itibariyle meslekî teknik liseler ile imam-hatip
liselerindeki öğrenci sayıları aşağıdaki gibidir.
|
Öğretim Yılı |
Meslek Liseleri |
İmam Hatip Liseleri |
|
1998-1999 |
- |
192 786 |
|
1999-2000 |
- |
134 224 |
|
2000-2001 |
902 715 |
95 718 |
|
2001-2002 |
947 358 |
77 389 |
|
2002-2003 |
981 224 |
71 100 |
Yukarıdaki veriler
incelendiğinde açıkça görüleceği gibi, farklı katsayı uygulaması nedeniyle
meslekî teknik ortaöğretim kurumlarının öğrenci sayıları azalmamış, tersine
artmıştır. Azalma yalnızca imam-hatip liselerinde olmuştur.
İncelenen yasanın gerçek
amacı da, imam-hatip lisesini bitirenlerin alanları dışındaki yükseköğretim
programlarına girişlerini kolaylaştırmak ve imam-hatip liselerini yeniden
çekici duruma getirerek bu okulların öğrenci sayısını daha da artırmaktır. Oysa,
bu okullarda bugün bile gereksinimden çok fazla sayıda öğrenci bulunduğu
bilinen bir gerçektir.
Millî Eğitim Bakanlığı
verileri, 2003 yılı itibariyle, Türkiye'de 536 imam-hatip lisesinin
bulunduğunu, bu liselerde 105 000 öğrencinin okuduğunu göstermektedir. Yıllık
imam-hatip gereksinmesinin 5 000 olmasına karşılık, bu liseleri bitirenlerin
sayısı 25 000'i bulmaktadır. Yapılan araştırmalardan , 2003 yılı itibariyle
imam-hatip lisesini bitirenlerin sayısının 511 000'i aştığı anlaşılmaktadır
Bu sayılar, eğitim
düzeninde yaratılan çarpıklığı ve ülke kaynaklarındaki önemli israfı, başka bir
yoruma gerek bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır.
d- İncelenen Yasanın
katsayıları belirleyen 5 inci maddesinin gerekçesinde,
"Anayasanın 130 uncu
maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki yükseköğretime girişin kanunla düzenlenmesine
dair amir hüküm gereğince, yükseköğretime giriş yeniden düzenlenmiştir.
Bu düzenlemeyle,
yükseköğretime girişte görülen birtakım eşitsizliklerin giderilmesi ve haksız
uygulamaların önlenmesi amaçlanmış, genel lise ve meslekî ve teknik lise
mezunları ile fen ve anadolu liseleri arasındaki farklı katsayı uygulamalarının
giderilmesi amaçlanmıştır."
denilmektedir.
Oysa, Anayasanın 130 uncu
maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki "yükseköğretime giriş" anlatımı,
yetkili organı belirlemeye değil, hangi koşulları taşıyan öğrencilerin
yükseköğretime girebileceğinin yasayla belirlenmesine yönelik bir anlatımdır.
Yükseköğretime giriş ilkelerinin belirlenmesi bir ortaöğretim etkinliği
değildir. Okutacağı öğrencinin bilgi düzeyini, yeteneklerini çeşitli
yöntemlerle saptayarak en uygun öğrenim birimine yerleştirmek Anayasayla
Yükseköğretim Kuruluna verilmiş bir yetki ve görevdir.
Öte yandan, ülkenin,
öğrenim çağındaki gençlerinin bilgi ve yeteneklerine göre ve ülke
gereksinimleri de gözönünde tutularak uygun alanlara yönlendirilmeleri, ülkenin
geleceği ve gelecekteki ekonomik, kültürel, sosyal gelişmesini çok yakından
ilgilendirdiği, bu gelişme ve kalkınmayı derinden etkileyeceği için
iktidarların siyasal tercih ve değerlendirmelerine bırakılmayacak kadar
önemlidir.
Anayasanın 130 uncu
maddesi uyarınca, üniversiteye giriş esasları ve koşullarını belirleme
yetkisinin yükseköğretim organlarının bilimsel değerlendirmelerine bırakılması
gerekmektedir.
Başka bir anlatımla,
Anayasanın 130 uncu maddesine göre, üniversiteye girişin yasayla düzenlenecek
olması, yasa koyucunun, Anayasanın 130 ve 131 inci maddelerindeki diğer
kuralları ve bu konuda yükseköğretim organlarının yetkilendirildiğini gözardı
ederek dilediğince düzenleme yapabileceği, bu yetkiyi başka organlara
bırakabileceği anlamına gelmemektedir.
Nitekim, Anayasanın 131
inci maddesinde, "yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak,
düzenlemek, yönetmek, denetlemek" görev ve yetkisi Yükseköğretim Kuruluna
verilmiştir.
Bu bağlamda, hangi
ortaöğretim programlarını bitirenlerin yükseköğretimin hangi programlarına,
hangi ölçütler kullanılarak girebileceği, Yükseköğretim Kuruluna tanınan bir
yetkidir. Ölçütlerden biri olan ortaöğretim başarı puanı uygulamasıyla, adayların
ortaöğretimdeki öğretimleri sırasında okudukları derslerden olanaklar ölçüsünde
yararlanarak iyi not almaları özendirilirken, aynı zamanda, ortaöğretimdeki
ders programının gereği gibi kavranması ve bilgi birikiminin sağlanmasıyla
adayların yükseköğretimdeki öğrenimlerinin kolaylaştırılması, böylece öğretimin
kalitesinin artırılması amaçlanmaktadır.
Bu nedenlerle, incelenen
Yasanın 5 inci maddesinin, Anayasanın 130 ve 131 inci maddelerine aykırı olduğu
sonucuna varılmaktadır.
e- İmam-hatip lisesini
bitirenlerin kendi alanları dışındaki yükseköğretim programlarında
okuyabilmelerine olanak sağlayan düzenlemenin Anayasadaki laiklik ilkesi
yönünden de incelenmesi gerekmektedir.
Anayasanın 130 uncu
maddesinde, üniversitelerin kuruluş amacının, çağdaş eğitim ve öğretim
esaslarına dayanan bir düzen içinde ulusun ve ülkenin gereksinimine uygun insan
yetiştirmek olduğu belirtilmiştir.
Anayasanın 42 nci
maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında ise, eğitim ve öğretimin, Atatürk
ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre,
devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve
öğretim kurumları açılamayacağı belirtilerek, laiklik ilkesine uygun eğitim ve
öğretim öngörülmüş, eğitim ve öğretim özgürlüğünün Anayasaya sadakat borcunu
ortadan kaldırmayacağı vurgulanmıştır. 42 nci maddenin amacı, kapsamlı ve
nitelikli öğretim programlarıyla toplumu çağdaş uygarlık düzeyine
ulaştırmaktır.
Devletin eğitim ve
öğretimdeki gözetim ve denetim görevi, laiklik ilkesine aykırı etkinlik ve
öğretim yapılmasına izin verilmemesi görevini de kapsamaktadır. Eğitim ve
öğretimde böylesine önemli yer tutan laiklik ilkesinin anayasal içeriğinin
irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
aa - Anayasanın 1 inci
maddesinde, Türkiye Devletinin bir cumhuriyet olduğu belirtilmiş; 2 nci
maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin, başlangıçta yer verilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış; 4
üncü maddesinde de, 1 ve 2 nci maddelerdeki "cumhuriyet"in ve
"cumhuriyetin nitelikleri"nin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin
önerilemeyeceği belirtilmiştir.
Böylece, Türkiye
Cumhuriyetinin niteliklerinden olan laiklik, anayasal içeriğiyle güvence altına
alınmıştır.
Anayasanın 176 ncı
maddesine göre, Başlangıç Bölümü, Anayasa metnine dahildir. Anayasanın
dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren Başlangıç Bölümü, maddelerin amacını
ve yönünü belirten bir kaynaktır. Madde gerekçesinde de, Başlangıç Bölümünün
Anayasanın diğer kurallarıyla eşdeğer olduğu vurgulanmıştır.
Anayasanın Başlangıç
Bölümünde,
Yüce Türk Devletinin
bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasanın, Atatürk ilke ve devrimleri
doğrultusunda anlaşılması, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle
yorumlanıp uygulanması gerektiği,
-Hiçbir etkinliğin
Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma göremeyeceği,
-Laiklik ilkesi gereği
kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılmayacağı,
belirtilmiştir. Böylece,
cumhuriyetin niteliklerinin en önemlisi ve diğer niteliklerinin temeli olan
laiklik, Anayasaya yön veren ilkeler arasındaki yerini almış ve anayasal
tanımını bulmuştur.
Bu tanıma göre laiklik,
dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve düzenleyici olmasını önleyen
temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak Anayasanın 24 üncü maddesinde de,
-Devletin, sosyal,
ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin kısmen de olsa din kurallarına
dayandırılamayacağı,
-Dinin ya da din
duygularının yahut dince kutsal sayılan şeylerin, siyasal ya da kişisel çıkar
yahut nüfuz sağlama amacıyla kötüye kullanılamayacağı,
açık biçimde kurala
bağlanmıştır.
Anayasanın 13 üncü
maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyetin gereklerine uygun
olarak yasayla sınırlanabileceği; 14 üncü maddesinde de, Anayasada yer verilen
hak ve özgürlüklerin laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler
biçiminde kullanılamayacağı belirtilmiştir.
Böylece, temel hak ve
özgürlüklerin laik cumhuriyeti zedeleyecek biçimde kötüye kullanılması
önlenmiş, gerekirse laik cumhuriyeti korumak için temel hak ve özgürlüklerin
sınırlandırılması kabul edilmiştir.
bb- Türkiye
Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi, coğrafî yönden tekil devlet yapısını;
yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk devletini; siyasal yönden tam
bağımsızlık ilkesini; ekonomik, sosyal, kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş
bir Türkiye'yi hedeflemektedir.
Atatürk devriminin amacı,
aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır. Bu amaç,
Anayasanın Başlangıcında "çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak", 174 üncü
maddesinde de "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak" biçiminde anlatımını
bulmuştur.
Devrimin temeli, amacına
bağlı olarak laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyetini oluşturan
tüm değerlerin temel taşıdır. Anayasada benimsenen laiklik ilkesinin, yukarıda
belirtilen amaç bağlamında değerlendirilmesi ve yorumlanması zorunludur.
Anayasa Mahkemesinin
çeşitli kararlarında da belirtildiği gibi, laiklik, ülkelerin içinde bulunduğu
tarihsel, siyasal, toplumsal koşullara ve her dinin bünyesinin gerektirdiği
isterlere bağlı olarak ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir.
Bu farklılığa bağlı
olarak, her ülkenin laiklik anlayışı o ülkenin anayasasına yansımıştır. Türkiye
için özellik taşıyan laiklik de Anayasada benimsenen ve korunan içerikte bir
ilkedir.
Laiklik ilkesinin, her
ülkenin içinde bulunduğu koşullardan ve her dinin özelliklerinden esinlenmesi,
bu koşullar ile özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların laiklik
anlayışına yansıyarak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması
doğaldır. Dini ve din anlayışı tümüyle farklı ülkelerde laiklik uygulamasının,
aynı anlam ve düzeyde benimsenmesi beklenemez.
Anayasa Mahkemesinin 1961
ve 1982 Anayasaları dönemlerinde verdiği çeşitli kararlarında, laikliğin
hukuksal, sosyal, siyasal tanımları ve ulusal değeri geniş biçimde ele alınıp
özenle korunması gereken bir ilke olduğu vurgulanmıştır. Bu kararlara göre,
laiklik ilkesi, şu öğeleri içermektedir:
-Din, devlet işlerinde
egemen olamaz.
-Din, bireylerin manevî
yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki yerinde, sınırsız özgürlük tanınarak
anayasal güvenceye alınmıştır.
-Dinin, bireyin manevî
yaşamını aşarak, toplumsal yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkilemesine izin
verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve
çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir; dinin kötüye
kullanılması ve sömürülmesi yasaklanabilir.
-Devlete, kamu düzeninin
koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi
tanınmıştır.
Bu tanım, devlete, dinsel
hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanırken, devrimlerin, dinin
toplumsal görevlerinden sıyrılıp, vicdanlara bırakılması doğrultusundaki
amacına koşut bir anlam içermektedir.
Buna göre, Atatürk
devrimlerinin hareket noktasında laiklik ilkesi yatmakta ve devrimlerin temel
taşını bu ilke oluşturmaktadır. Laiklikten verilecek en küçük ödün, Atatürk
devrimlerini yörüngesinden saptırarak yok olması sonucunu doğurabilecektir.
Laiklik, ortaçağ
dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığıyla gelişen özgürlük ve
demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve
insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimidir.
Anayasa, bireyin inanç
alanında kaldığı sürece din ve inanç olgusuna sınırsız bir özgürlük tanımakta,
buna karşın toplumsal yaşamı etkilediğinde, açığa vurulduğunda kamu düzenini
koruma amacıyla bu özgürlük sınırlanabilmektedir. Bu bağlamda, devlet, dinin
kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini önleyecek önlemleri alacaktır.
Genel olarak laikliğin din
işleri ile dünya işlerinin ayrılması anlamına geldiği söylenmektedir. Bu,
laikliğin dar ve klasik tanımıdır. Bununla anlatılmak istenen, yalnızca devlet
içinde din ve dünya işleriyle ilgili otoritelerin birbirinden ayrılması değil,
aynı zamanda sosyal yaşamın, eğitimin, aile, ekonomi ve hukuk alanlarının din
kurallarından arındırılarak, zamana, yaşamın gereklerine göre saptanmasıdır.
Laiklik ilkesi, din ve
mezhep ayrılıklarını bireyin özel yaşam alanına sokarak siyaset dışında tutmayı
amaçlamıştır. Böylece, din siyasallaşmaktan kurtarılmış, yönetim aracı olmaktan
çıkarılmış, gerçek saygın ve kutsal yerinde tutularak, bireylerin vicdanına
bırakılmıştır.
Laiklik, Türkiye
Cumhuriyetinde "ümmet"ten "ulus"a geçmenin itici gücü
olmuştur; kişileri ve toplum kesimlerini birbirine güvenle bağlayan,
uluslaşmayı, ulusal birliği ve ulusal dayanışmayı sağlayan ve güçlendiren
içeriktedir.
Hukuk devleti ve hukukun
üstünlüğü ilkesi, gücünü laiklikten almakta, demokrasi, her şeyden önce
laikliğe dayanmaktadır; çünkü, demokrasinin iki önemli öğesi olan özgürlük ve
eşitlik, ancak dinsel zorlamaların olmadığı laik toplumlarda
gerçekleşebilmektedir.
Laiklik, tüm
özgürlüklerin, bu bağlamda, din ve inanç özgürlüğünün de güvencesidir; çünkü,
yalnız laik düzende, insanlar, inanıp inanmamakta, din seçiminde ya da dinsel
uygulamalarda özgürdürler.
cc - Anayasanın 174 üncü
maddesinde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye
Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacı güden devrim yasaları tek tek sayılarak
anayasal güvenceye alınmıştır.
Bu yasalar, maddede de
belirtildiği gibi, laiklik ilkesiyle doğrudan ilgili bulunmakta,
cumhuriyetimizin laik niteliğini somutlaştırmakta ve ona içerik
kazandırmaktadır. Bu nedenle, Anayasanın 174 üncü maddesi, Başlangıcı ile 2 nci
ve 24 üncü maddelerinden ayrı düşünülemez ve onları tamamlayıcı niteliktedir.
Ayrıca, 174 üncü maddede
yer verilen ve cumhuriyetin kuruluş yıllarında yeni rejimi oluşturmak amacıyla
çıkarılan yasaların "inkılap yasaları" olarak anılmaları, bu
yasaların, Türk devrimi ve Atatürk ilkelerinin gerçekleşme aracı olduğunu
göstermektedir.
Bundan da anlaşılmaktadır
ki, laiklik, tüm anayasal kurallara egemen bir ilkedir.
Anayasa koyucu, Atatürk
devrimlerinin temel felsefesinin önemini, devrim yasalarını, 174 üncü
maddesiyle korumaya alarak vurgulamak istemiştir. Gerçekten, 1982 Anayasanın
"İnkılap kanunlarının korunması" başlıklı 174 üncü maddesinin
gerekçesinde,
"Atatürk inkılaplarının, Atatürk'ün amaç
olarak gösterdiği Batı uygarlık düzeyine varıştaki önemleri tartışılmayacak
kadar açıktır. Türk Milleti, bu inkılapların bilincine varmış ve onlarla ilgili
değerlendirmelerini, etrafında toplandığı fikirler nüvesine katmıştır.
Ancak, zaman zaman,
Atatürk inkılaplarının anlamını kavrayamayanların belirdikleri görüldüğünden,
inkılapları Anayasanın himayesine alan 1961 Anayasasındaki hükmün yeni
Anayasada korunması yerinde görülmüştür"
denilerek, devrimlerin
Anayasanın korunmasına alındığı belirtilmiştir.
dd- Ülkemizde laik
öğretime geçiş, Anayasanın 174 üncü maddesiyle korumaya alınan 3 Mart 1924
günlü, 430 sayılı Öğretim Birliği Yasasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu Yasayla,
- Türkiye'deki tüm
okullar, Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmış,
- Şeriye ve Evkaf
Bakanlığı ile vakıflarca yönetilen medreseler ve dinî eğitim veren okullar
kapatılmış,
- Diyanet uzmanları
yetiştirmek üzere ilahiyat fakülteleri, imam ve hatip gibi din hizmetlerini
yürüteceklerin yetiştirilmesi amacıyla okullar açılması için Millî Eğitim
Bakanlığına görev ve yetki verilmiştir.
Öğretimbirliği ilkesinin
amacı, akla ve bilime dayalı programlarla çağdaş uygarlık hedefine
yönlendirilmiş yurttaşlar yaratmaktır.
İkili öğretim, yani bir
yanda akla ve bilime, öte yanda dinsel öğretiye dayalı öğretim toplumda ikiliğe
yol açacak kaos ve karmaşa yaratacaktır. Bunun çağdaşlaşma hedefine ve ulusal
birliğe zararı açıktır.
Öğretim Birliği Yasasının
gerekçesinde,
"Bir devletin genel
eğitim ve kültür politikasında ulusun düşünce ve duygu bütünlüğünü sağlamak
için öğrenim birliği en doğru, en bilimsel ve her yerde yararı ve olumluluğu
görülmüş bir ilkedir. 1839 Gülhane Fermanından sonra açılan Kutlu Düzenleme
(Tanzimatı Hayriye) döneminde öğretim birliğine başlanmak istenmişse de, bunda
başarılı olunamamış ve tam tersine bu alanda bir ikilik yaratılmıştır. Bu
ikilik eğitim ve öğretim açısından birçok olumsuz sonuç yaratmıştır. Bir ulus
bireyleri, ancak bir eğitim görebilir. Bir ülkede iki türlü eğitim, iki türlü
insan yetiştirir. Bu ise duygu, düşünce ve dayanışma birliği amaçlarını tümüyle
yok eder. Yasa önerimizin kabulü durumunda, Türkiye Cumhuriyetindeki her çeşit
eğitim-öğretim kurumlarının bağlanacakları tek yer Eğitim Bakanlığı olacaktır.
Cumhuriyetin kültür politikasından ve kültürümüzü duygu ve düşünce birliği
içinde ilerletmekte görevli olan Eğitim Bakanlığı, müspet ve bütünleşmiş bir
eğitim politikası uygulayacaktır."
denilerek, öğretimbirliği
ilkesinin önemi vurgulanmış ve temeli atılmıştır. Öğretimbirliği ilkesi, laik
eğitimin vazgeçilmez koşulu olarak laiklik ilkesinin önemli alanlarından birini
oluşturmaktadır.
Öğretimbirliği Yasasında,
imam-hatip yetiştirecek okulların kurulmasının öngörülmesinin amacı, din
kültürünü bilimsel ortamda edinmiş, aydın, toplumu batıl inançtan
kurtarabilecek din adamları yetiştirmektir.
Bu amaç, imam-hatip liselerinin imamlık,
hatiplik ve Kur'an kursu öğreticiliği gibi alanlardaki dinî hizmetleri yerine
getirmek amacıyla, öğrencileri bu mesleğe hazırlayıcı programlar çerçevesinde
eğitim ve öğretim verilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
ee- 1739 sayılı Millî
Eğitim Temel Yasasının 32 nci maddesinde, öğretimbirliği ilkesine uygun olarak,
imam-hatip liseleri, imamlık, hatiplik ve Kur'an kursu öğreticiliği gibi dinî
hizmetlerin yerine getirilmesiyle görevli elemanları yetiştirmek üzere, Millî Eğitim
Bakanlığınca açılan, ortaöğretim sistemi içindeki öğretim kurumları olarak
tanımlanmıştır.
Madde gerekçesinde,
"İmam-hatip
okulları, imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin ifasıyla görevli kimseleri
yetiştirmek üzere açılan okullardır. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi
Tedrisat Kanunu, amaçları dolayısıyla din öğretimine mecburî dersler arasında
geniş ölçüde yer ve önem verilen bu okulların, Millî Eğitim Bakanlığı
tarafından 'ayrı mektepler' olarak açılmasını amirdir.
Tevhidi Tedrisat Kanunu,
Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden bir konu olarak,
Anayasanın 153 üncü maddesinde (1961 Anayasası) yer almış bulunmaktadır.
Bu defa 31 inci madde (32
nci madde olarak yasalaştı) Tevhidi Tedrisat Kanununun ilgili maddesi hükmünü
yerine getirmek, imam-hatip okullarının millî eğitim sistemi içindeki yerini
açıklamak ve 8 yıllık temel eğitime dayalı ve meslek icabı yalnız erkek
öğrencilere mahsus ayrı meslek okulları olduğunu belirtmek amacıyla
getirilmiştir. İmam-hatip okullarını bitirenler, bugün olduğu gibi, kendi
alanlarında yükseköğrenime geçebileceklerdir"
denilmektedir.
Gerekçeden de açıkça
anlaşılabileceği gibi, bu okullar, yalnızca dinadamı yetiştirilmesi için erkek
öğrencilerin öğretim görmeleri ve bunların da ortaöğretim sonrasında kendi
alanlarında yükseköğrenime devam edebilmeleri amacıyla kurulmuştur.
Yapılan incelemeler,
sonraki düzenleme ve uygulamalarla imam-hatip liselerinin amacından
saptırıldığını göstermektedir. Geçen zaman içinde, imamhatip liseleri, genel
liselere alternatif öğretim kurumları durumuna getirilmiş, ikili eğitim-öğretim
sistemi yaratılarak eğitim birliği ve laiklik ilkesine aykırı düşecek önemli
uygulamalar yapılmıştır.
İmam-hatip liseleri,
ülkenin dinadamı gereksinimini karşılamak amacıyla kurulduklarına göre, bu
liselerin hem okul hem öğrenci sayısı olarak ülke gereksiniminin gerektirdiği
düzeyde tutulması öğretimbirliği ve laiklik ilkelerine uygun düşecektir.
ff- Türk millî eğitiminin
genel amacı, Türk Ulusunun tüm bireylerini, Atatürk ilke ve devrimlerine ve
Anayasada anlatımını bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Anayasanın
başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen
ve bunları yaşamında uygulayan yurttaşlar olarak yetiştirmektir.
Yasa koyucu, kişiler
yönünden hak, devlet yönünden ödev olan öğrenim ve öğretim hakkını düzenlerken,
toplumun gereksinim duyduğu insangücünün yetiştirilmesi, böylece, toplumsal,
ekonomik ve kültürel kalkınmanın sağlanması gibi hususları gözetmek zorundadır.
Türkiye'de laikliğin,
siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmelere ve bu gelişmelere öncülük edecek
eğitim seferberliğine dayalı olarak yerleştirilmesi öngörülmüştür.
Eğitimin siyasal ve toplumsal
bilinçlenme ile bu bilinçlenmeye öncülük yapabilmesi için öğretimbirliği
ilkesine bağlı kalınması zorunludur. Tersi durumda, öğretimbirliği ilkesi
uyarınca kapatılan okulların yerine yenileri açılmış olacaktır.
Bunun dışına çıkılarak,
imam-hatip liselerinin genel lise statüsüne yükseltilmesi ya da bu liseleri
bitirenlerin genel liseleri bitirenler gibi yükseköğretim hakkından
yararlanmasının sağlanması, eğitimin laikleşmesini amaçlayan öğretimbirliği
ilkesiyle, laiklik ilkesiyle, demokratik, laik, eşitlikçi, adil, işlevsel ve
bilimsel temellere dayalı eğitim anlayışıyla, kısaca Anayasanın Atatürk ilke ve
devrimlerini temel alan ruhuyla bağdaşmamaktadır.
B- 2547 sayılı Yasanın 45
inci maddesinin incelenen yasanın 5 inci maddesiyle değiştirilen (a) fıkrasının
son bendinde, yükseköğretim kurumlarına girişle ilgili diğer usul ve esasların,
Millî Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulunca birlikte çıkarılacak
yönetmelikle düzenleneceği kurala bağlanmıştır.
Anayasanın 131 inci
maddesinde, yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek,
yönetmek ve denetlemek amacı ile Yükseköğretim Kurulu kurulacağı
belirtilmiştir.
Bu kuraldaki
Yükseköğretim Kurulunun kuruluş amacının öğeleri, aynı zamanda Kurulun görev ve
yetki alanını da belirlemektedir. Buna göre, yükseköğretimin planlanması,
düzenlenmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi yetkisi Yükseköğretim Kuruluna
verilmiştir. Bu yetki, yükseköğretim alanının düzenlenmesine ilişkin yönetsel
düzenleyici işlemleri de kapsamaktadır.
Oysa, incelenen yasanın
yukarıda belirtilen kuralında, yükseköğretim kurumlarına girişle ilgili diğer
usul ve esasların bir yönetmelikle düzenlenmesi ve bu yönetmeliğin Millî Eğitim
Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulunca birlikte çıkarılması öngörülmektedir.
Böylece, yükseköğretim
alanında yapılacak bir yönetmelikte Yükseköğretim Kurulu yanında Millî Eğitim
Bakanlığı da eşdüzeyde yetkili kılınmaktadır ki, bu durum Anayasanın 131 inci
maddesiyle bağdaşmamaktadır.
3- İncelenen yasanın 6
ncı maddesiyle 2547 sayılı Yasaya eklenen "Özel statülü devlet
üniversitelerine atama" başlıklı
ek 30 uncu maddede,
"İkili uluslararası
anlaşmalarla kurulan özel statülü devlet üniversitelerinin mütevelli heyet
başkan ve üyeleri ile denetleme kurulu üyeleri Millî Eğitim Bakanlığının
önerisi üzerine müşterek kararname ile atanır"
denilmektedir.
Uluslararası
sözleşmelerle kurulan ve mezunları Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerini
bitirenlerle aynı haklara sahip olan iki özel statülü devlet üniversitesi
bulunmaktadır. Bunlar, Kazakistan'daki Hoca Ahmet Yesevî Uluslararası
Türk-Kazak Üniversitesi ile Kırgızistan'daki Kırgızistan-Türkiye Manas
Üniversitesidir.
Her iki üniversiteye
ilişkin uluslararası sözleşmeler ve bunların ayrılmaz parçası olan tüzükler,
yöntemine uygun olarak yürürlüğe konulmuş uluslararası hukuk metinleridir.
Kırgızistan-Türkiye Manas
Üniversitesi Tüzüğünün 4 üncü maddesinde, mütevelli heyetinin, Üniversitenin
genel yönetimini sağlamak amacıyla ortak işletme-ortak yönetim ilkesinden
hareketle, iki ülkenin atayacağı sekiz kişiden oluşacağı; heyet başkanı ve üç
üyenin Türkiye Cumhuriyeti Hükümetince ortak kararnameyle atanacağı; ortak
kararnamelerin Türkiye Cumhuriyeti Yükseköğretim Yürütme Kurulunun önerisi
üzerine Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığınca hazırlanacağı belirtilmiştir.
Aynı Tüzüğün 6 ncı
maddesinde de, denetleme kurulu üyelerinin taraf hükümetlerce mütevelli heyet
atama yöntemiyle belirleneceği kurala bağlanmıştır.
İncelenen yasanın 6 ncı
maddesiyle 2547 sayılı Yasaya eklenen ek 30 uncu maddede, ikili uluslararası
sözleşmelerle kurulan özel statülü devlet üniversitesinin mütevelli heyet
başkan ve üyeleri ile denetleme kurulu üyelerinin atama yönteminin
değiştirilmesi öngörülmektedir.
Yapılan düzenlemede,
Yükseköğretim Kurulu aradan çıkarılarak, mütevelli heyet başkan ve üyeleri ile
denetleme kurulu üyelerinin, Millî Eğitim Bakanlığının önerisi üzerine ortak
kararnameyle atanmaları kurala bağlanmaktadır.
Bu durumda, uluslararası
sözleşme eki tüzük ile incelenen yasanın 6 ncı maddesiyle getirilen ek 30 uncu
madde kuralları çelişmektedir.
Anayasanın 90 ıncı
maddesinin son fıkrasında, yöntemine göre yürürlüğe konulan uluslararası
sözleşmelerin yasa hükmünde olduğu belirtilmiştir.
Adı geçen üniversitelere
ilişkin ikili uluslararası sözleşmeler, yöntemine uygun olarak yürürlüğe
konulmuş uluslararası metinlerdir. Uluslararası sözleşmelerin eki olan tüzükler
ise, hiç kuşku yok ki bu alanı düzenleyen özel hukuksal işlemlerdir.
Yasa kurallarının
çatışması durumunda "sonraki tarihli yasa" ilkesi uygulanabilir ise
de, devletlerarası ilişkilerde geçerli olan "ahde vefa" ilkesi
uyarınca bunun doğru olmayacağı açıktır.
Ayrıca, Anayasanın 131
inci maddesinde, yükseköğretimi planlama, düzenleme, yönetme ve denetleme görev
ve yetkisi Yükseköğretim Kuruluna verildiğine göre, ikili uluslararası
sözleşmelerle de kurulmuş olsa, bir yükseköğretim kurumunun mütevelli heyet
başkan ve üyeleri ile denetleme kurulu üyelerinin atanmasında Yükseköğretim
Kurulunun devreden çıkarılması uygun görülmemektedir.
4- İncelenen yasanın 7
nci maddesiyle 2547 sayılı Yasaya eklenen geçici 50 nci maddede,
"Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte; Yükseköğretim Genel Kurulu ve Yükseköğretim Yürütme
Kurulu Başkan ve üyelerinin görevleri sona erer, ancak bu kişiler yeni
Yükseköğretim Kurulu Başkan ve üyeleri göreve başlayıncaya kadar görevlerine
devam eder. Görevi bu şekilde sona eren Yürütme Kurulu Başkan ve üyeleri yeni
bir kadroya atanıncaya kadar, eski kadrolarına ait aylık, ekgösterge ve her
türlü zam ve tazminatlar ile diğer malî haklarını almaya devam eder. Bunların
atandıkları yeni kadroların aylık, ekgösterge, her türlü zam ve tazminatlar ile
diğer malî hakları toplamının net tutarının, önceki kadrolarına bağlı olarak en
son ayda almakta oldukları aylık, ekgösterge, her türlü zam ve tazminatları ile
diğer malî hakları toplamının net tutarından az olması halinde, aradaki fark
giderilinceye kadar atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece herhangi bir
kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir. Ancak bu madde uyarınca
yapılacak ödemenin süresi, bu maddeye göre görevi sona erenlerin Yükseköğretim
Genel Kurulu ve Yükseköğretim Yürütme Kurulu Başkan ve üyeliğinde
tamamlayamadıkları süreleri aşamaz."
denilmektedir.
Görüldüğü gibi, 2547
sayılı Yasaya eklenen geçici 50 nci maddeyle, yasanın yürürlüğe girdiği günde
Yükseköğretim Genel Kurulu ve Yükseköğretim Yürütme Kurulu Başkan ve üyelerinin
görevleri sona erdirilmekte; ancak, bu kişilerin, yeni Yükseköğretim Kurulu
Başkan ve üyeleri göreve başlayıncaya kadar görevlerini sürdürmeleri
öngörülmektedir.
a- Anayasanın 131 inci
maddesinin birinci fıkrasına göre, Yükseköğretim Kurulu, tüm yükseköğretimi
düzenleyen ve yükseköğretim kurumlarının etkinliklerine yön veren 2547 sayılı
Yasa kuralı uyarınca, özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip bir anayasal kuruluştur.
Yükseköğretim Kurulunun
anayasal kuruluş olarak örgütlenmesi, anayasa koyucunun, özerklik ve kamu
tüzelkişiliğiyle donattığı yükseköğretim kurumlarına verdiği önemin sonucudur.
Özerklik, belirli
sınırlar içinde serbestçe karar alıp, bu kararları uygulayabilmeyi; bir başka
deyişle, verilen görev alanı içinde kalmak koşuluyla, diğer yönetsel birimlerin
ve siyasal otoritenin karışması olmadan, işleyişine ilişkin kuralları
kendisinin düzenleyebilmesini gerektirir.
Bu niteliğiyle özerklik,
bu tür kuruluşlarda görev yapan kamu görevlilerinin, karar alma süreçlerinde
herhangi bir baskı, telkin ya da tavsiyeyle etki altına alınmalarını
engelleyerek, yansız görev yapabilmelerini sağlamakta ve görevden alınma
kaygısı taşımadan görevlerini yürütebilecekleri bir hukuksal güven ortamı
yaratmaktadır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde, cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti
"insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan adaletli bir hukuk düzeni
kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı
denetimine bağlı olan devlet"tir.
Hukuk devleti ilkesi,
hukuk güvenliğinin ve adaletin sağlanmasına yönelik hukuk anlayışını
yansıtmaktadır.
"Adalet" ve
"hukuk güvenliği" kavramları ile "istikrar" ve
"özerklik" arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Adalet ve hukuk
güvenliği, çağdaş kamu yönetimi anlayışında, istikrar olgusunun temel taşlarını
oluşturmaktadır.
Hukuk güvenliği, kamu
görevlileri yönünden önemli bir güvencedir. Bir anayasal kurumun seçilip
atanmış üyeleri söz konusu olduğunda, bu güvence daha da önem kazanmaktadır.
Hukuk güvenliği ilkesi, tüm kamu görevlileri için, somut neden olmadan keyfî
biçimde işlem yapılmasına engel oluşturmaktadır.
İncelenen Yasa ile 2547
sayılı Yasaya eklenen geçici 50 nci madde, Yükseköğretim Genel Kurulu ile
Yükseköğretim Yürütme Kurulunun Başkan ve üyelerinin, bu Yasanın yürürlüğe
girdiği günde, görevlerinin sona ereceği kuralını getirmektedir. Madde
gerekçesinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisindeki görüşmelerde bu düzenlemenin
hangi gereksinimden kaynaklandığı açıklanmamış, gerekçesi somut biçimde ortaya
konulmamıştır.
Anayasanın 7 nci
maddesinde, yasama yetkisinin Türk Ulusu adına Türkiye Büyük Millet Meclisine
ilişkin olduğu belirtilmiştir. Ancak, yasama organı, yasama etkinliklerinde
hukukun evrensel kurallarıyla ve anayasal kurallarla bağlıdır.
Bir anayasal organda,
kamu hizmeti sürerken bu hizmeti yürütenlerin görevlerine hiçbir haklı neden
olmadan son verilmesi hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
b- Hukukun bilinen genel
ilkesi uyarınca yasalar, genel, nesnel ve soyut olmak zorundadırlar.
Yasaların genelliği
ilkesi, özel, güncel ve geçici bir durumu gözetmeyen, belli kişi ya da kişileri
hedef almayan, kamu yararına olarak
geleceği düzenleyen, soyut ve nesnel hukuk kurallarının getirilmesini
zorunlu kılmaktadır.
İktidar gücünü elinde
bulunduranların keyfî ve kişisel kararlarına karşı, yasanın genelliği en etkili
koruyucudur. Kişilerin keyfîliğe karşı korunması, ancak önceden düşünülüp
oluşturulmuş genel nitelikte yasalarla olanaklıdır.
Kişilerin hukuksal
statüsünün güvencesi olarak öngörülen genellik öğesi, bu özelliğiyle
"hukuk güvenliği" kapsamında hukuk devletinin temelini
oluşturmaktadır.
Hukukun ana ilkelerine
dayanmayan, devletin amacı ve varlık nedeniyle
bağdaşmayan ve yalnızca Parlamentodaki çoğunluğun sağladığı oy gücüyle
çıkarılan yasalar toplum vicdanında olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu tür
yasalar hukukun üstünlüğünü temsil etmemekte ve hukuk devleti işlemi
niteliğinde kabul edilmemektedir.
İncelenen yasadaki,
mevcut üyelerin statüsüne son veren, bir başka deyişle belli kişileri hedef
alan düzenleme, yasaların genelliği ilkesiyle de bağdaşmamakta ve bu yönden de
hukuk devleti ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
Yayımlanması yukarıda
açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5171 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim Personel Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 1, 5, 6 ve 7 nci maddelerinin Türkiye
Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi için, Anayasanın değişik 89 ve
104 üncü maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.
Ahmet
Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
(CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım.
2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın
Almanya'ya yapacağı resmî ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/576)
31.5.2004
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Bülent Arınç'ın, Almanya Federal Meclisi Başkanı Wolfgang Thierse'nin
davetine icabetle, beraberinde bir parlamento heyetiyle Almanya'ya resmî
ziyarette bulunması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun
11.11.2003 tarihindeki 16 ncı Birleşiminde kabul edilmiştir.
Anılan kanunun 2 nci
maddesi uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere siyasî parti gruplarınca
bildirilen isimler Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
|
|
|
Bülent Arınç |
|
|
|
Türkiye Büyük Millet Meclisi |
|
|
|
Başkanı |
Heyet Listesi: |
|
|
|
Nevzat Pakdil |
(Kahramanmaraş) |
AKP |
|
Ahmet Küçük |
(Çanakkale) |
CHP |
|
Mehmet Daniş |
(Çanakkale) |
AKP |
|
İbrahim Hakkı Aşkar |
(Afyon) |
AKP |
|
Hüseyin Bayındır |
(Kırşehir) |
CHP |
|
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.
IV. -
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1. -
Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 80 Tarihi
: 1.6.2004
Daha önce 28.5.2004
tarihli gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve dağıtılmış bulunan 450, 297,
335 ve 332 sıra sayılı Meclis araştırması komisyonları raporlarının, gündemin
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci, 2 nci, 3 üncü, 4
üncü sıralarında yer alması ve görüşmelerinin, Genel Kurulun 1.6.2004 Salı
günkü (bugün) birleşiminde yapılması, ayrıca, bu birleşimde "Özel Gündemde
Yer Alacak İşler" ve "Sözlü Sorular" dışındaki diğer denetim konularının
görüşülmemesi,
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 27 nci
sırasında yer alan 447 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 5 inci sırasına,
29 uncu sırasında yer alan 449 sıra sayılı kanun teklifinin 6 ncı sırasına, 24
üncü sırasında yer alan 431 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 30
uncu sırasında yer alan 455 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 28
inci sırasında yer alan 448 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına alınması
ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,
2.6.2004 Çarşamba günkü
birleşimde, sözlü soruların görüşülmemesi ve çalışma süresinin 431 sıra sayılı
kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar, 3.6.2004 Perşembe günkü
birleşimde de 448 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar
uzatılmasının,
Genel Kurulun onayına
sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
|
|
|
Sadık Yakut |
|
|
|
Türkiye Büyük Millet Meclisi |
|
|
|
Başkanı V. |
|
Sadullah Ergin |
|
Haluk Koç |
|
Ak Parti Grubu Başkanvekili |
|
CHP Grubu Başkanvekili |
BAŞKAN - Öneriyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
Alınan karar gereğince,
bu kısmın 1 inci sırasına alınan orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak,
orman köylerinin kalkındırılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca
kurulmuş bulunan (10/69,118) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 450
sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmelere başlıyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. -
Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 64 milletvekili ile Edirne Milletvekili
Ali Ayağ ve 23 milletvekilinin, orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri ve (10/69, 118) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu (S. Sayısı : 450)(X)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
(X) 450 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Sayın milletvekilleri,
İçtüzüğümüze göre, Meclis Araştırması Komisyonunun Raporu üzerindeki genel
görüşmede ilk söz hakkı önerge sahiplerine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72
nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına
iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri halinde, Komisyon ve Hükümete de
söz verilecek; bu suretle, Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel
görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri,
komisyon, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, önerge sahibi ve
şahıslar için 10'ar dakikadır.
Komisyon raporu 450 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Rapor üzerinde söz alan
sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi olarak, Ordu
Milletvekili Hamit Taşçı, Tekirdağ Milletvekili Erdoğan Kaplan; gruplar adına,
AK Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük; şahısları adına,
Sakarya Milletvekili Hasan Ali Çelik, Giresun Milletvekili Mehmet ışık;
Komisyon adına, İstanbul Milletvekili Nusret Bayraktar.
Önerge sahipleri adına
ilk söz, Ordu Milletvekili Hamit Taşçı'ya ait.
Sayın Taşçı?.. Yok.
İkinci söz, Tekirdağ
Milletvekili Sayın Erdoğan Kaplan'a ait.
Buyurun Sayın Kaplan.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
ERDOĞAN KAPLAN (Tekirdağ)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; (10/69,118) esas numaralı orman
köylülerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu raporu hakkında söz
almış bulunmaktayım.
Ülkemiz doğal
kaynaklarının en önemlilerinden biri olan ormanlarımız, ülke yüzölçümünün
yaklaşık yüzde 26'sını kaplamaktadır. Yenilenebilir bir doğal kaynak olan
ormanlardan sürdürülebilir bir yararlanma, sürdürülebilir kalkınmanın olmazsa
olmaz koşuludur.
Ormanlar, yüzyıllardır,
verim gücünün üstünde ve bilinçsiz yararlanmalar ve olumsuz müdahaleler sonucu
büyük bir yıkıma uğramış, kendisinden beklenilen işlevleri yerine getiremez
duruma gelmiştir. Yaklaşık yüzde 99'u devletin olan ormanlarımızın yönetimi de
devletçe yürütülmektedir; ancak, bugüne değin uygulanagelen ormancılık politikaları,
kalkınma ve gelişmenin insan için olduğu yaklaşımını gözardı etmesi sonucu,
ormanlarımız, nicelik ve nitelik olarak önemli kayıplara uğramış ve bu kaynağın
yenilenebilirliği ile sürdürülebilirliğini tehlikeye sokmuştur. Sonuçta,
kaynak, kendisinden beklenilen istemi karşılayamaz duruma gelmiş, orman
örtüsünün yok olmasıyla da, büyük kayıplara yol açan erozyon, sel, heyelan gibi
doğal afetler ve çölleşme olgusuyla yüz yüze kalmıştır. Kısaca açıklanan bu
politikalar sonucu ortaya çıkan olumsuz gelişmeler, öncelikle, yaklaşık 19 000
yerleşim yerinde yaşayan 7 000 000 orman köylüsünü, daha yoksulluk ve yoksunluk
içine düşürmüştür. Ormanlarımız, odun üretimi yanında, çeşitli odundışı
ürünleriyle, yaşamsal öneme ve çevresel, sosyal, ekonomik ve kültürel işlevleri
yerel ve ülkesel boyutta sağlayabilme özelliğine sahiptir. Ayrıca, çok zengin
biyolojik çeşitlilik değerleriyle karbon biriktirme görevini yerine
getirmektedir.
Orman kaynaklarının
yönetimiyle ilgili ana sorunlar arasında, orman sınırları ve dolayısıyla
alanlarının yasal olarak saptanması ve olumsuz baskılara karşı korunmasında
yetersiz kalınması; orman kaynaklarının korunması ve yönetimiyle ilgili yetki
ve sorumlulukların devlet orman örgütünce yüklenilmesi ve ilgili diğer toplum
kesimleri ile kurum ve kuruluşların orman kaynaklarının yönetiminin karar ve
sorumluluklarına katılmaması; orman kaynaklarından yararlanmada ağırlığın odun
üretimine verilmesi, diğer ürün ve hizmetlere yeterli önem ve ağırlığın
verilmemesi; toplumun en yoksul kesimleri içinde yer alan ve büyük bölümü
ormanlarda aşırı ve uygun olmayan yararlanmalara bağımlı olmak zorunda kalan
orman köylülerine devletin, kırsal kalkınma bütünselliği içinde bir yaklaşımda
bulunmaması ve sıralanan bu ana sorunların başında, ormancılık örgütlenmesinin
bugünkü yapısının yetersiz kalması ve işlevsel olmaması yer almaktadır.
Kısaca, genel yapısından
bahsettiğimiz ormanlarımız ve orman köylülerimizin temel sorunlarını başlıklar
halinde verdikten sonra, biraz da sorunların çözümlerine değinelim.
Ormancılık politikası
oluşumunun dinamik ve kendini yenileyebilen bir süreç olduğu yaklaşımıyla,
kararlı, ödün vermeyen tavrıyla devlet, uygulayacağı ormancılık
politikalarında, hem yurttaşların hem de gelecek kuşakların orman
kaynaklarından yararlanmasında birbirlerinin zararına sonuç doğurmayacak,
sürdürülebilir bir orman kaynakları yaklaşımı içinde olmalıdır.
Orman kaynaklarının
yönetimine, kırsal yoksulluğu ortadan kaldıracak, kırsal kalkınma
bileşenlerinden biri olarak bakılmalı ve kırsal yoksullukla savaşımda
uygulanacak projelerde tüm kamu ve demokratik kitle örgütleriyle birlikte
kırsal toplum örgütlerinin de katılımı sağlanmalıdır. Kırsal kalkınmanın
çokboyutluluğu gözönünde bulundurularak, kaynakların korunması, iyileştirilmesi
ve geliştirilmesini önplanda tutan, örneğin, büyük ve küçükbaş hayvancılık,
arıcılık, el sanatları, bitkisel tarım ve orman kaynaklarını kullanan, gelir
getirici ve iş alanları yaratıcı projeler uygulamaya özen gösterilmelidir.
Orman kaynaklarının kullanımında çok amaçlı, çok işlevli, planı tutan yönetim
anlayışı benimsenmeli ve böylece, örneğin odun, ot ve yaprak üretimi, av ve
yaban hayatı, su ürünleri ve benzeri alanlarda uygulanacak tekniklerle verim
artışı sağlanmalıdır. Böyle bir verim artışı, ormancılık sektöründe, girdi
bekleyen sektörlerde ekgelir sağlayacaktır. Bu da, kırsal yoksulluğun
giderilmesinde etkili olacaktır.
Doğal kaynakların
işletilmesi ve korunması önlemlerine ve bakışına katıldığımız, 1982
Anayasasının 169 ve 170 inci maddelerindeki orman alanlarının daraltılmasına
olanak veren hükümlerin değiştirilmesi sağlanmalıdır. Bu bağlamda, orman-halk
ilişkilerinin bozulmamasına, ormancılık teknik çalışmalarının istenilen boyut
ve nitelikte gerçekleştirilmesine, gereksiz hukuksal sürtüşmelerin
yaratılmasına yol açan orman sınırlarının belirsizliği sorunu, sosyal,
ekonomik, teknik, hukuksal ve benzeri her türlü önlem alınarak çözüme
kavuşturulmalı ve orman sınırları kesin olarak belirlenmelidir.
Bütün bu çalışmaların,
sonuçta, insanımızın ve özellikle de orman içinde ve bitişiğinde zor koşullar
içinde yaşama mücadelesi veren orman köylüsünün yaşam olanaklarının
iyileştirilmesini sağlayacağını, olumlu katkıyı artıracağını belirtmeye gerek
yoktur.
Orman köylülerinin
sorunlarına ilişkin çözümlerin, öncelikle, kırsal yoksulluğun giderilmesine
yönelik birleşik kırsal kalkınma projelerinin uygulanmasına bağlı olduğu ve bu
sorunların salt ormancılık sektörünün çözebileceği boyutlarda olmadığı açıktır.
Sorun, bir kırsal kalkınma projesi bağlamında ele alınarak, çözümlenmeye
çalışılmalıdır. Bu kapsamda, köylü örgütlenmesinin özendirilerek yaşama
geçirilmesi yanında, yasal, ekonomik ve eğitsel önlemler etkili olarak devreye
sokulmalıdır. Orta ve uzun dönemde ve çok amaçlı ormancılık anaplanı
yapılmalıdır.
Sayın milletvekilleri,
ben, ormancı bir ailenin çocuğuyum; yani, orman memuru değil, ormanda çalışan,
işçilik yapan ve odun ticareti yapan bir arkadaşınızım. Orman köylüsünün durumu
içler acısıdır. Köylü pazar satışlarında orman köylüsünden orman işletmesi
tarafından alınan rüsum bedeli, yani, tezkere bedeli geçen yıl yüzde 50'nin
üzerindedir, zam yapılmıştır; bu yıl da aynı artışa devam etmektedir. Rüsum
bedelinin çok yüksek olması, çok zor şartlarda yaşamını devam ettiren köylümüzü
çok mağdur etmektedir. Enflasyonun yüzde 10 olduğunu, düştüğünü biliyoruz. O
zaman, rüsum bedeline de yüzde 10 zam yapalım... Orman köylüsünün en büyük
sıkıntısı budur.
Köylü, şu anda, odununu
ormandan kaldıramıyor; piyasa yok. Beş yıldan bu yana odun fiyatları aynı; ama,
tezkereye, her yıl, düzenli bir şekilde, yüzde 50 zam yapılmaktadır. Bir de,
Bulgaristan ve Ukrayna'dan gelen ithal odundan dolayı köylünün odunu para
etmiyor. Evine un alamayan, kahvede arkadaşına çay söyleyemeyen orman köylümüze
uygulanan bu yüksek fiyatlı rüsum bedeli, bir devlet zulmüdür. Orman köylüsünün
rahatlaması için, mutlaka, rüsum bedelinin düşürülmesi gerekmektedir.
Orman Araştırma Komisyonu
olarak, bu konularla ilgili kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve
temsilcileri değişik zamanlarda dinleyip, birlikte çözüm önerilerini tartışıp,
sorunlara kalıcı çözümler ürettik. Ayrıca, komisyon olarak, bölgelere
gidilerek, yerinde incelemeler yapıldı. Tespit edilen sorunlar, çözüm
önerileriyle beraber, komisyon raporlarına yansıtılmıştır. Umarım ki, çözüm
önerileri, bir an önce işlevselliğini kazanır, orman köylümüzün mağduriyeti bu
şekilde çözüme kavuşmuş olur.
Hepinize teşekkür eder,
Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kaplan.
AK Parti Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Nusret Bayraktar; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
Cumhuriyet Halk Partisi Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 64 arkadaşı ile
AK Parti Edirne Milletvekili Ali Ayağ ve 23 arkadaşının ayrı ayrı vermiş
oldukları orman köylülerinin sorunlarının araştırılması hususundaki önergeler
birleştirilerek bir araştırma komisyonu kurulmuştu. Bu araştırma komisyonunun
kısa adı “Orman Köylülerinin Sorunlarını Araştırma” ama, uzun adıysa sadece
araştırma değil... Alınması gereken önlemlerin tespiti konusunda bir komisyon
kurulmuştu ve bu komisyonla ilgili raporumuzun görüşülmesinde, AK Parti Grubu
adına söz almış bulunuyor; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(10/118) ve (10/69) esas
numaralı önergeler birleştirilerek, (10/69,118) diye adlandırılan komisyon
raporunun 450 sıra sayısıyla görüşülmesi bugün gündemimizde.
Komisyonumuzun Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu ve AK Parti Grubunun hem grup yöneticileri hem de komisyon
üyelerinin tam bir mutabakatıyla yapılan merkezî ve yerel çalışmalarının
sonuçlarını biraz sonra birlikte tartışmış olacağız. Öncelikle ilgili kamu
kurum ve kuruluşlarından, sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşlarından
belge ve bilgilerin toplanılması, daha sonra orman köylerinin ve orman
köylülerinin sorunlarının tespiti doğrultusunda, Mersin, Muğla, Tekirdağ,
Kırklareli, İstanbul, Trabzon, Gümüşhane, Rize, Artvin, Bolu ve Sakarya
İllerinin il merkezlerinde, ilçe merkezlerinde ve en uzak köylerinde bizatihi
yapılmış olan araştırmalarda, sivil toplum örgütleri, ilgili bölge
müdürlükleri, muhtarlar ve orman köylerinde yaşayan köylülerimizden alınan
bilgi, belge, duyduklarımız, bildiklerimiz, gördüklerimiz ve yaşadıklarımızın
tümü özetlenerek rapor haline getirilmek suretiyle Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulmuş bulunmaktadır.
Sözlerimin başında, bir
kez daha altını çizerek belirtmek istiyorum ki, Cumhuriyet Halk Partisi ve AK
Partinin değerli komisyon üyelerine, başta bu konunun gerçekten duayeni
saydığımız, orman camiasında uzun yıllar emek ve hizmet vermiş olan Cumhuriyet
Halk Partisi Giresun Milletvekili Mehmet Işık Beye ve komisyonun diğer
üyelerine, teşekkürlerimi arz ediyorum; çünkü, komisyon çalışmalarımızın büyük
bir bölümü kış kıyamete, buzlu ve karlı zamanlara rastlamış olmasına rağmen,
karlı ve buzlu yollarda, sabahın erken saatlerinden gecenin ilerleyen
saatlerine kadar, her programlanan, planlanan çalışmayı harfiyen yerine
getirmekte azamî hassasiyet, titizlik ve dikkat gösterdiler, ciddî katkı
sağladılar. Bu bakımdan, huzurunuzda, hem grubum hem şahsım hem de komisyon
başkanı sıfatıyla, bu arkadaşlarımıza, uzman arkadaşlarımıza teşekkürleri bir
borç biliyorum.
Konuşmamı iki bölümde
özetlemeyi düşünüyorum; birinci bölümde, ormanlarla ilgili teknik bilgileri ve
sorunların özünü, ikinci bölümde ise, orman köylülerinin taleplerini ve bu
taleplerle ilgili çözüm önerilerimizi sunmak istiyorum.
Birinci bölümde teknik
bilgilerden kısaca bahsetmek istiyorum: Kendini yenileyebilen kaynakların
başında ormanlar gelmektedir. Ormanlar, sadece yakacak ve yapacak odun kaynağı
olarak değer ifade etmezler. Ormanların fonksiyonel değeri, odun değerinin
önüne geçmektedir. Ormanların, karbon emisyon fonksiyonu ve oksijen kaynağı
olması, rekreatif kullanımı, savunma fonksiyonu, su kaynaklarıyla ilgili
fonksiyonları gibi fonksiyonel değerleri vardır. Çevre bilinci geliştikçe
fonksiyonel değeri daha da artacaktır. Ülkemizdeki ormanların tamamına yakını
devlet mülkiyetindedir. Ormanların işletilmesi, korunması, gençleştirilmesi ve
geliştirilmesiyle ilgili görevler kanunla Çevre ve Orman Bakanlığına
verilmiştir.
Ormanın, ekoloji,
ekonomi, politika, botanik ve buna benzer farklı bilim dallarınca, kendi bakış
açıları ve ilgi alanlarına göre birbirinden farklı tanımları yapılabilmektedir.
Bu farklı ve bilimsel ormancılık tanımları yanında, yürürlükteki 6831 sayılı
Orman Kanununda, orman "tabiî olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç
ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır" diye
tanımlanmıştır.
Ekonomik, sosyal,
kültürel ve teknolojik gelişmelerin hızlı olduğu günümüzde orman, ağaç
topluluklarının bulunduğu mekân olma yanında, başta odun hammaddesi olmak üzere
çok değişik ürünler ve hizmetler üreterek topluma fayda sağlayan, kendi içinde
birtakım dengeleri olan, canlı, dinamik ve karmaşık yapıda, karasal
ekosistemler içinde en büyük paya sahip olan, çok boyutlu bir sistem ve
yenilenebilir özellikte bir doğal kaynaktır. Devamlılık ve istikrarlılık bu
sistemin temel özelliğidir.
Orman ekosistemleri,
yeryüzündeki sistemlerin en karışık ve ilgi çekici olanıdır. Orman
ekosistemlerinin bir noktasına yapılacak olası bir müdahale, tüm sistemde
etkisini göstermektedir. Müdahalelerle ortaya çıkan olaylar zincirinin olumlu
veyahut olumsuz etkileri, başta orman ekosistemi olmak üzere havzadaki tüm
kaynakları etkileyebilmektedir. Bu nedenle, ekosistemi oluşturan elemanlar
arasındaki doğal dengenin korunması, orman kaynaklarının varlığının ve
dolayısıyla faydalanmanın sürekliliği açısından zorunludur. Orman ekosisteminin
bu özelliğini dikkate almayan politikalara göre yapılan ormancılık yönetimi,
kaynağın tahribine yol açmaktadır.
Orman ekosistemleri,
sürdürülebilir kalkınma sürecinin odak noktasında bulunmaktadırlar. Bu sürecin
temel öğesi orman olup, başta odun hammaddesi olmak üzere, diğer bütün
üretimler ve faydalar buna bağımlıdır. Sistemde, toprak, meralar, ormaniçi
sular, rekreasyon alanları, yaban hayvanları, bitkiler, yeraltı mineralleri ve
buna benzer diğer öğeler de yer almaktadır. İşte, sayılan bu öğelerin tümünü
birden, orman kaynakları kavramıyla ifade etmek uygun olacaktır.
Şimdi, belki
düşünebilirsiniz ki, orman köylülerinin sorunları araştırılırken, ormanla
ilgili bilgilerin bu şekilde detaylı verilmesi uygun mu değil mi. Aslında,
direkt olarak, orman köylüsü ile Türkiye'nin, hem genel yapımız itibariyle hem
orman köylüleri itibariyle, en yakın, ilintili olduğu bölüm orman ve ormancılık
olduğu için, başta, orman ve ormancılıkla ilgili olan konuları biraz daha detaylandırmanın
faydalı olduğu düşüncesiyle, bu konunun derinliklerine iniyorum. Daha sonra,
asıl konunun sorunları ve çözüm önerilerini de birlikte tartışmış olacağız.
Ormancılık, orman
kaynaklarına, toplumun refahı doğrultusunda bilinçli müdahale etmektir. Bunu
yaparken, toplum taleplerini, ormancılık sektörünün diğer sektörlerle, bölgeyle
ve makroekonomik yapıyla olan ilişkilerini, ülke ve sektör kısıtlarını dikkate
almak, parasal faydaları diğer faydalarla dengelemek, ekonomik, sosyal ve
biyofizik sonuçları farklı olan alternatifler üretmek ve çok ölçütlü karar
verme tekniklerini kullanarak aralarından seçim yapmak, çağdaş ormancılık
anlayışının gerekleridir.
Ormancılık, doğal
şartlara açık bir arazi işletmeciliğidir. Her şeyden önce, toprağa bağlı, yenilenebilen
biyolojik bir varlık söz konusu olduğu için, her türlü risk faktörü önem arz
etmektedir.
Ormancılıkta, sadece
bugünkü nesillerin ihtiyaçlarını karşılamak yeterli değildir; gelecek
nesillerin ihtiyaçlarını da bugünden gözetmek gerekir. Bu anlayış, devamlılık
ilkesini doğurmuştur.
Sürdürülebilir
kalkınmanın temelinde, ekonomi ve ekolojinin birbirini dengeleyecek şekilde
uyumlaştırılması yer aldığından ve de ormanlar kara ekosistemleri içerisinde
büyük paya sahip olduğundan, sürdürülebilir kalkınmanın yolunun sürdürülebilir
ormancılıktan geçtiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, ormancılıkta kısa vadeli
yaklaşımlar yerine, sürdürülebilir yaklaşımların esas alınması zorunludur.
Ülkemizde kişi başına
düşen orman alanı 0,31 hektar olup, gelişmiş ülkelere göre düşük bir
düzeydedir. Yaklaşık yüzde 25'i ağaçlandırmayla verimli hale getirilmesi mümkün
görülen ormanlarımızın, 3 500 000 hektarı, aynı zamanda, ormanüstü ve ormaniçi
mera niteliğindedir. Bozuk ve verimsiz karakteri ağır basan ormanlarımız, biyolojik
çeşitlilik ve miktar olarak da ülke düzeyinde dengeli dağılım göstermemektedir.
Türkiye'de, ormancılık,
ulusal kalkınma planlarına göre, tarım sektörü içinde bir alt sektör olarak yer
almaktadır. Ormancılık çalışmalarında en önemli kısıt, insan faktörüdür.
Ormanlar, insanlar tarafından, ısınma, ısıtma, satma, kullanma, açma, yerleşme
amacıyla yapılan usulsüz kesim ve yakma eylemlerine, ağaçlandırma sahalarında
usulsüz otlatmalara tabi tutularak, önemli miktarda tahrip edilmektedir.
Ormanlar üzerinde meydana gelen bu tür usulsüz kesme, açma ve yakma
faaliyetleri, ekseriyetle ormanların içinde ve bitişiğindeki yerleşim
yerlerinde yaşayan insanlar tarafından yapılmaktadır. Orman Kanununda, bu
yerleşim birimlerine ormaniçi ve orman bitişiği köy, bu köylerde yaşayanlara da
orman köylüsü denilmektedir. Dolayısıyla, orman köylüsünü sosyal, ekonomik ve
kültürel yönden geliştirmediğimiz sürece, ormanları tam olarak korumamız mümkün
değildir. Bunun için, öncelikle, orman köylüsü korunmalı, korunan orman köylüsüyle
azamî işbirliği sağlanarak, ormanlar korunmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; ülkemizin, 2000 yılı nüfus sayımına göre, 7 302'si
ormaniçi, 13 128'i orman bitişiği olmak üzere, toplam 20 430 adet orman köyü
mevcuttur. Bu köylerde, 7 585 849 orman köylüsü yaşamaktadır. Orman köyleri,
ülkemizin en fakir, en çilekeş insanlarını barındırmaktadır. Bu kesimin,
devletin her türlü yatırım ve hizmetlerinden en son ve en az payı almakta
olduğunu görmekteyiz. Maalesef, Türkiye'de, fert başına millî gelir ortalama 3
000 dolar düzeyinde olmasına rağmen, ormaniçi ve orman kenarı köylerde yaşayan
vatandaşlarımızın büyük bir bölümünün, fert başına 50 dolar ile 300 dolar
arasında, millî gelirden pay aldığını görüyoruz. Bunu, bizatihi, istatistikî verilerle,
yaptığımız araştırmalarda bölge valilerinden ve bölgelerden aldığımız son
bilgilerle de teyit etmiş durumdayız.
Orman köyleri, eğitim,
ulaşım, sağlık ve haberleşme gibi hizmetlerden yeterince istifade edememekte,
sürekli göç vermekte, terk edilen köylerde olduğu gibi, göç edilen kentlerde
sorunlar daha da artmaktadır. Bu köylerimizin, arazileri kıt, verimsiz, parçalı
ve engebelidir. Arazilerin yüzde 15'i tarıma elverişli olup, yüzde 60'ından
fazlasında eğim yüzde 30'un üzerindedir.
2003 yılı sonu itibariyle
sağlanan verilere göre, ülkemizin toplam orman alanı 20 763 247 hektardır. Bu
miktar, toplam ülke yüzölçümünün yüzde 26,6'sını teşkil etmektedir. Orman
alanları içerisinde normal koru ve normal baltalık ormanlar 10 027 568
hektarla, toplam ormanlık alanın yüzde 48,3'ünü, çok bozuk koru ve çok bozuk
baltalık ormanlar ise 10 735 679 hektarla, toplam ormanlık alanın yüzde
51,7'sini oluşturmaktadır. Toplam 20 700 000 hektar olan ülkemiz ormanlarının
hemen hemen tümü, yani, yüzde 99,98'i devlet ormanıdır. Toplam ülke orman
alanlarının yüzde 0,086'sına tekabül eden 277 özel orman ile yüzde 0,017'sine
tekabül eden 51 adet hükmî şahsiyeti haiz amme müessesesine ait ormanların
toplam alanı 161 933 724 metrekareye ulaşmaktadır.
3116 sayılı Orman Kanunuyla,
devlet ormanlarının devlet tarafından, devletten başkasına ait ormanların da
devletin denetim ve gözetimi altında işletilmesi hükmü getirilmiş ise de, 1945
yılında çıkarılan 4785 sayılı Kanunla tüm ormanlar devletleştirilmiştir.
Dünyada olduğu gibi
ülkemizde de ormanlar yok edilmekte, ama, ülkemizdeki nedenler ile dünyadaki
nedenler tam paralellik göstermemektedir. Dünyada ve ülkemizde genelde açma,
kesme, yerleşme, yangın, kar, rüzgâr devriği, böcek tahribatı, asit yağmurları
gibi birçok biotik ve abiotik nedenlerle yok edilen ormanlar, Anayasamızın
mevcut güvencesine karşın, ülkemizde mülkiyete konu edilmesi için yaratılan
nedenlerle de ayrıca tahribata uğratılmaktadır.
Genel hatlarıyla sorunlar
ve taleplerin ne olduğunu da özetleyerek diğer konumuza geçeceğiz.
Duyduklarımız, bildiklerimiz, öğrendiklerimiz, gidip gördüklerimiz,
dinlediklerimiz ve yaşayanlardan da öğrendiklerimize göre, kamu kurum ve
kuruluşlarından, sivil toplum örgütlerinden ve de meslek kuruluşlarından
merkezde alınan brifinglerin değerlendirilmesi ve komisyonumuzun bizatihi
taşrada bir aylık yapmış olduğu araştırmalar, geziler sonucunda illerde yaptığı
incelemelerde ormancılık ve orman köylüleriyle ilgili aşağıda özet olarak
belirteceğim sorunlar ve talepler tespit edilmiştir.
1. Orman kadastro
sorunları:
1937 yılından günümüze
kadar farklı tarihlerde orman alanlarının tanımını ve dolayısıyla ormanların
sınıflandırılıp güvence altına alınmasını (tahdit ve sonra kadastro) doğrudan
veya dolaylı biçimde etkileyen değişiklikler yapılmışsa da, orman-halk
ilişkilerinin iyileştirilmesinde, mülkiyet ve kadastro sorunlarının çözülmesi
hususunda beklenen sonuçlara ulaşılamamıştır.
Orman kadastrosu
sorununun çözümünde yasal değişikliklere öncelik tanınırken, her yasal
değişikliğin uygulanması, sorunu daha da karmaşık hale sokmuş ve yeni
değişiklikler gündeme gelmiştir.
Daha evvel yılda 1 200
000 hektar olarak belirlenen yıllık kadastrosu tamamlanacak saha hedefi,
personel yetersizliği ve çeşitli nedenlerle ancak 500 000 hektar civarında
gerçekleştirilebilmektedir. Bu şartlarda kadastro çalışmalarının ancak 12-15
yıl içerisinde bitirilebileceği hesaplanmaktadır. Halen yürürlükte olan
mevzuata göre mülkiyet, kadastro ve ormanlarla ilgili sahiplilik ve vasıf
tayini konuları;
Anayasamızın 169 uncu ve
170 inci maddeleri,
3402 sayılı Kadastro
Kanununun 18/2 nci maddesi,
6831 sayılı Orman
Kanununun 1 inci maddesi ve istisna bentleri,
4785 sayılı
Devletleştirme Kanunu,
5658 sayılı İade Kanunu,
1744, 2896, 3302, 3373
sayılı Kanunlarla değişik 6831 sayılı Orman Kanununun ilgili maddeleriyle,
İlgili bulunmaktadır.
Bu yasalara rağmen
orman-halk ilişkilerinde ortaya çıkan problemler bugüne kadar
çözümlenememiştir, hatta, daha da karmaşık hale gelmiştir, devlet-millet barışı
yerine, âdeta devlet-millet çatışması haline gelmiştir.
Ormanlarımızın
korunabilmesi ve mülkiyet durumunun hukukî yönden güvenliğinin
sağlanabilmesi bakımından orman
kadastro çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Ormanlarımızın bugüne kadar ancak
yüzde 70'ine yakın kısmının kadastrosu tamamlanabilmiştir.
Ülkemizde, tarım,
ormancılık, hayvancılık, endüstri gibi çeşitli sektörlerin çalışma alanları,
tekniğine ve bilimsel yöntemlere dayanılarak kesin bir biçimde birbirinden
ayrılamamış ve arazi kullanımı bir plana bağlanamamıştır. Bu yüzden, bir yandan
verimli tarım toprakları yerleşme alanı veya endüstri işletmeleri için kuruluş
yeri olarak kullanılmakta, öte yandan da, ormanlardan ve meralardan tarla
açılarak tarım alanı kazanılmaya çalışılmaktadır. Maalesef, ülkemizde, yanlış
arazi kullanımı sonucunda, toprak erozyonu, seller, taşkınlar ve heyelanlar
tehlikeli boyutlara ulaşmakta, can ve mal kayıpları meydana gelmektedir.
İkinci konu, mülkiyet
sorunları:
Ülkemizde, devlet orman
mülkiyeti 3116 sayılı Yasayla başlamış, 1945 yılında çıkarılan 4785 sayılı
Yasayla, ormanların devletleştirilmesinden günümüze kadar mülkiyet sorunları
çözülememiştir. Ormanların devlet eliyle korunması amacıyla çıkarılan yasa
amacına ulaşmamış, hatta, bazı bölgelerde ormanların aleyhine sonuçlar
doğurmuştur. Bu orman sahipleri, yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren
bir yıl içerisinde, uygun mülk edinme belgeleri (eski tapu) ile vergi kayıtları
veyahut uyuşmazlık durumunda mahkeme belgeleriyle birlikte başvurmaları halinde
devletleştirme bedelini alabilmekte, bir yıl içerisinde başvuru olmaması
durumunda ise, bu haktan tamamen yoksun bırakılmaktadır.
1950 yılında yürürlüğe
giren 5658 sayılı Kanunla, 4785 sayılı Kanunla devletleştirilen ormanlardan
bazı şartları ihtiva edenlerin sahiplerine iade edilmesi hükmü getirilmiştir;
ancak, o zamanki iletişim araçlarının yetersizliğinden dolayı, çok az sayıda
orman köylerinde yaşayan insan bu yasalardan zamanında haberdar edilebilmiştir.
Orman köylüleri, günümüzde bile, bu yasalardan önemli ölçülerde haberdar
değildirler. Çoğunlukla kadastro çalışmaları sırasında halen kullandıkları
arazileri...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
şimdi size 1 dakikalık eksüre vereceğim; çünkü, komisyon adına da konuşmanız
var. Konuşmanızı tamamlayın, daha sonraki bölümde devam edersiniz.
NUSRET BAYRAKTAR
(Devamla) - Sayın Başkan, birinci bölümü bitireyim, komisyon adına yapacağım
konuşma süresinden kesersiniz.
BAŞKAN - Şimdi, 1 dakika
içerisinde toparlayacak mısınız?
NUSRET BAYRAKTAR
(Devamla) - Efendim, 20 dakikalık konuşmaya ne kadar eksüre vermeyi takdir
ederseniz, ona bağlıdır.
BAŞKAN - Hayır, ben size
şimdi 1 dakika eksüre vereceğim; konuşmanızın bu kısmını toparlayın,
konuşmanızın 20 dakikalık kısmına sonra devam edersiniz tekrar.
Buyurun.
NUSRET BAYRAKTAR
(Devamla) - Sayın Başkanım, izin verirseniz birinci bölümü bitireceğim, ikinci
bölüm daha kısa olacak; dolayısıyla, toplam süreye eşit olacak.
BAŞKAN - O zaman, şöyle;
inisiyatif kullanarak sürenizi çalıştıracağım, 20 dakikalık sürenizden
keseceğim yalnız.
Buyurun.
NUSRET BAYRAKTAR
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Çoğunlukla kadastro
çalışmaları sırasında halen kullandıkları arazileri ellerinden alınınca
(örneğin Rize İli Ardeşen İlçesi Işıklı Köyü) 4785 sayılı Yasadan haberdar
olmaktadırlar. Nesilden nesile, yıllarca kullanılan bu arazilerde bir ev dahi
yapacak tapulu mülke sahip olunmaması nedeniyle, kadastro çalışmalarına bile
karşı çıkılabilmektedir. Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesinde kadastro yapılabilen
yerlerde ormanların daha da fazla tahrip edildiği de gözlenmektedir. Bu yüzden,
ormanların mülkiyet sorunları bugüne kadar bir türlü çözülememiş olup,
günümüzde de ormancılığımızın başlıca sorunlarından birini oluşturmaktadır.
Daha önce ormanla ilişiği olmayan köyler, şimdi ormanla iliştirilmiş gözükerek
mahkemelerde süründüklerinden yakınmaktalar.
2/A ve 2/B alanları ile
ilgili sorunlar:
Morfolojik ve topoğrafik
yapı itibariyle afete maruz görülen köyler, tüm köylerin yüzde 20 sini teşkil
ettiğinden, bu köylere herhangi bir yatırım ve altyapı yapılması ya çok
pahalıya mal olmakta ya da tamamen imkânsız bulunmaktadır. Ayrıca, bu arazi
yapısı, tarımı ve hayvancılığı da imkânsızlaştırmaktadır. 6831 sayılı Kanunun
13/B maddesine göre bulundukları yerlerde kalkındırılamayacağı anlaşılan
köylerin, ormana ve orman toprağına zarar vermemeleri için başka yerlere
nakledilmesi öngörülmüştür. Ancak, köy naklinin çok pahalı oluşu ve Türk
köylüsünün gelenek ve hayat tarzına uymaması açısından bu konuların da uygun
şartlarda yapılamadığı görülmektedir.
6831 sayılı Orman
Kanununun 2/A maddesi kapsamına giren ve köy yerleşim alanları olarak düşünülen
yerlerin altyapı hizmetleri, (elektrik, yol, içme ve sulama suyu gibi) imar
hizmetleri, tarım alanlarının imar ve ihyası için, Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğüne para aktarılması gerektiği halde, bugüne kadar bu konuda da kaynak
aktarılamamıştır.
Sayın Başkan, değerli
arkadaşlar; bütün bunlarla birlikte bir de yasal sorunlar var ki, yasal
sorunların yanı sıra da, çözümsüzlüğü en çok etkileyen konulardan biri,
uygulama esnasındaki yanlışlıklar veyahut aksaklıklardır.
Yerinde kalkındırılamayan
orman köylerinin kısmen veya tamamen nakledilerek yerleştirilmesi için orman
sınırları dışına çıkarılacak araziler (2/A sahaları) ile orman özelliğini
tamamen kaybeden araziler (2/B sahaları) Anayasamızda ve yasalarımızda birlikte
ele alınmıştır. Bununla ilgili hükümler 1982 Anayasasının "Ormanların
korunması ve geliştirilmesi" başlığı altında 169 uncu maddesinde yer almaktadır.
Madde 169'da aynen şöyle
deniliyor:
"Madde 169. -
Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli
kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman
yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün
ormanların gözetimi devlete aittir.
Devlet ormanlarının
mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, devletçe yönetilir ve
işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında
irtifak hakkına konu olamaz.
Ormanlara zarar
verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Ormanların tahrip
edilmesine yol açan siyasî propaganda yapılamaz; münhasıran orman suçları için
genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak
amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.
Orman olarak
muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım
alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile
31.12.1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak
kaybetmiş olan tarla, bağ, meyvelik, zeytinlik gibi çeşitli tarım alanlarında
veya hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler, şehir,
kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerler dışında, orman
sınırlarında daraltma yapılamaz."
Anayasanın bu hükmünün
nasıl yerine getirileceği 6831 sayılı Orman Kanununun 2 nci maddesinde
düzenlenmiştir ve madde 2'de şöyle deniliyor:
"Madde 2- Orman
sayılan yerlerden:
A) Öncelikle orman
içindeki köyler halkının kısmen veya tamamen yerleştirilmesi maksadıyla, orman
olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine
tarım alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler ile halen
orman rejimi içinde bulunan funda ve makilerle örtülü yerlerden tarım
alanlarına dönüştürülmesinde yarar olduğu tespit edilen yerler,
B) 31.12.1981 tarihinden
önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden;
tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antepfıstığı,
çamfıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi
hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir,
kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları,
Orman sınırları dışına
çıkarılır.
Orman sınırları dışına
çıkarılan bu yerler, devlete ait ise hazine adına, hükmî şahsiyeti haiz amme
müesseselerine ait ise bu müesseseler adına, hususî orman ise sahipleri adına
orman sınırları dışına çıkarılır. Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin
tashih ve tescil işlemi yapılır.
Bu yerler dışında orman
sınırlarında hiçbir suretle daraltma yapılamaz." denilmektedir.
Anayasamızın 169 uncu
maddesi ve Orman Kanununun 2 nci maddesine göre orman sınırları dışına
çıkarılmış ve çıkarılacak yerlerin nasıl değerlendirileceği yine Anayasamızın
170 inci maddesinde düzenlenmiştir ve madde şöyle diyor:
"Ormanlar içinde
veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün
korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu
halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerle, 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve
fen bakımından orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi;
bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında yarar görülmeyen yerlerin
tespiti ve" diğer konular devam ediyor.
Ben, sürenin
yetmeyeceğini gördüğüm için bunları kısaltıyorum.
Bu, 2 Anayasa maddesine
rağmen, 170 inci maddesindeki 2/A ve B sahalarının değerlendirilmesiyle ilgili
2924 sayılı Kanunun 1983 yılında yürürlüğe girmiş orman sınırları dışına
çıkarılan 473 419 hektar alan içerisinde ancak 536 köydeki toplam 14 235 parsel
yerin 6 701 hektarı yalnız tapusu verilebilerek devredilebilmiş, geri kalan
kısımların tamamı, 2924 sayılı Kanuna göre 31.12.1981 tarihinde belediye olan
yerlerdeki 2/B sahaları satılamadığından, 31.12.1981 tarihinden önce orman
sınırları dışına çıkarılan tüm 2/B arazilerinin satışının Maliye Bakanlığınca
yapılabilmesi için 29.6.2001
tarihindeki 4706 sayılı Kanunla düzenleme yapılmıştır. Bu kanuna göre
herhangi bir işlem yapılmadan, Anayasa Mahkemesinin 2001/382 esas 2002/21 karar
sayılı kararıyla, 4706 sayılı Kanunun 2/B sahalarıyla ilgili 3 üncü maddesi
iptal edilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel
Kurulunun 10.12.1997 tarih 1997/19-655 esas 1997/1018 sayılı kararında, bu
iptal gerekçeleri gündeme alınarak, bu tip konuların, kanunların uygulanamaz
niteliği ortaya konulmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin
iptal gerekçelerinde, 2/B ve 2/A arazilerinin özelliğinde kabul edilerek orman
sınırları dışına çıkarılan yerlerin, yalnızca orman köyleri halkının nakli ve
yerleştirilmesi amacıyla değerlendirilebileceği, yasa koyucunun, bu alanların
kullanıcılarına veyahut başkalarına, hatta, ormaniçi köyler halkına satılmasını
veyahut bu amaçla devredilmesini sağlayacak bir düzenleme yapması olanaklı
değildir denilmektedir. Dolayısıyla, 2924 sayılı Kanunla ilgili hukukî boşluk
olmasa bile, bu kanun, 2/A ve B sahalarının tapuda devir ve teslim işlemlerini,
yani mülkiyet devrini esas aldığından, uygulanamaz hale gelmiştir. Dolayısıyla,
bu anayasal ve yasal düzenlemelerin yeniden ele alınması gerektiği hususunu
hatırlatıyorum. Diğer konuları da, komisyon olarak görüşlerimi anlatırken
özetlemeye çalışacağım.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Bayraktar, bir
dahaki konuşmanızın süresi 12 dakikadır; bilginize sunarım.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük; buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA AHMET
KÜÇÜK (Çanakkale) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; orman
köylülerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca verilen Meclis araştırması önergesi üzerine kurulan (10/69, 118) esas
numaralı Meclis Araştırma Komisyonu raporu hakkında Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
Yüce Meclisi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bugün konuşacağımız konu, Mecliste konuştuğumuz birçok konu gibi, elbette çok
önemli; ama, bu konuyla ilgili, bu insanlar, bu ülkenin bu insanları, orman
köylüleri, bu ülkenin en büyük sıkıntılarını yaşayan, bu ülkenin sıkıntılarını
en yakıcı bir şekilde yaşayan insanları; 7 500 000 insanın sorunlarını
konuşacağız. Aynı zamanda, Türkiye'nin ormanlarını korumayı, geliştirmeyi,
büyütmeyi ve yarına, geleceğe, gelecek nesillere en iyi şekilde nasıl
bırakacağımızı ve bu ormanlar ile onun içinde yaşayan, kenarında yaşayan
insanların, nasıl birbirlerini seven, besleyen, gözeten bir konumda mutlu bir
şekilde yaşamalarını sağlamakla ilgili hazırlanan komisyon raporunu, bu
komisyon raporunun yeterli olup olmadığını ve bu komisyon raporunda işaret
edilen, sözü edilen çözüm önerilerinin hükümetin politikalarında ne kadar
etkili olup olmayacağını konuşacağız.
Değerli arkadaşlar,
ormanlar, yaşamın kaynağı, ekosistemin en önemli varlıkları; kendi kendilerini
yenileyebilen ve esas olarak ülkede oluşan medeniyetin, uygarlığın, insanların,
yangınların, sanayileşmenin üzerine en çok baskı oluşturduğu, en kıskançlıkla
korunması gereken doğal zenginliklerimiz. Onlara, gerçekten gözümüz gibi
bakmalı ve yarınki kalitesi yüksek yaşamımızın garantisi olarak büyük bir kıskançlıkla
sahip çıkmalıyız.
Ormanlar, öyle, kısa bir
zamanda ekilip yetiştirilen ve ürününden faydalanılan varlıklar değil.
Ormanlar, kendiliğinden meydana gelen veya ekilerek oluşturulan, en az yirmi
yılda, zaman zaman ikiyüz yıla varan sürelerde ürün ortaya koyabilen ve
yaşadıkları sürece, ürettikleri, meydana getirdikleri ürünün ötesinde, yaşama
kaynaklık eden, önemli yaşam kaynaklarının oluşmasına neden olan ekosistemin en
temel öğeleri.
Değerli arkadaşlarım,
bugün, bir ormanda, bir kayın ağacı, 1 saatte 1,7 kilogram oksijen üretiyor ve
bu, 10 kişinin bir günlük oksijen ihtiyacıdır ve yine, 40 kişinin çıkardığı
karbondioksiti absorbe etme özelliğine sahiptir. Yetişkin bir ağaç, yaşama,
kesilme değerine, yani, ürün değerine göre 2 000 kat daha fazla katkı veriyor.
Yani, biz, varlık olarak, ormanın, emvalini, odununu, kerestesini, reçinesini
ve diğer unsurlarını görürüz; ama, esas olarak, yaşamımıza kaynaklık etme
fonksiyonunu genellikle gözden kaçırırız; onun için, buna özellikle işaret
etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bugün ülkemizin yaklaşık yüzde 26'sı kadar, yani, 20 700 000 hektar civarında
orman varlığı var. 20 700 000 hektar orman varlığının içinde ve kenarında da,
nüfusumuzun yüzde 35'ini oluşturan, hemen hemen kırsal kesimin yarısı, 20 000
köyde yaşamlarını devam ettiriyor.
Alan, servet, artım ve
diğer nitelikli, belli sınırları olan ve çeşitli nedenlerle yüzde 50'si bozuk
olan orman varlığımızla, yaşam düzeyi toplumun en gerisinde bulunan, gelir
düzeyi en düşük olan bu orman köylümüz, kişi başına yıllık 200, 250, 300 dolar
geliri olan ve Afrika düzeyinde, açlık sınırının altında yaşayan insan
gruplarımızı oluşturuyor.
Her ne kadar, ormanların
işletilmesi ve diğer ormancılık faaliyetleri orman köylülerinin katkılarıyla
oluyorsa da, içerisinde bulundukları sosyal ve ekonomik şartlar nedeniyle,
orman-köylü ilişkileri olumsuz yönde etkilenmektedir. Normal yollarla gelir
temin edemeyen orman köylüleri, asgarî şartlarda da olsa, yaşamlarını
sürdürebilmek için, usulsüz kesim yaparak, tarla açarak, orman içerisine
yerleşerek, hayvanlarını otlatarak, iş sahası temini veya açma yapmak gayesiyle
yangın çıkararak ormanların aleyhine suç işlemekte, ormanlarla sorunlu hale
gelmektedir.
Bu şekilde elde edilen
topraklar, çok kısa sürede, maalesef, erozyonla kaybedilmekte ve daha büyük
felaketlerin önü açılmaktadır
Değerli arkadaşlarım,
orman köyleri yaklaşık 20 000 civarındadır; bunların 7 000'i içköy, yani,
ormaniçi köy, 13 000'i orman bitişiği köydür ve bu köylerde 7 500 000 insan yaşamaktadır. Bu köylerin nüfusu süratle
azalmakta, bu insanların ormanla ilişkileri bozulmakta, dolayısıyla, bu
köylerden göç eden insanlar, kent kenarlarında, varoşlarda yeni orman
arazilerini işgal ederek, yeni sorunların kaynağını da oluşturmaktadır. O
nedenle, süratle, orman içinde veya orman kenarında bu insanların, üretimle
ilgili, yaşamla ilgili, yaşam kalitelerini artırmakla ilgili sorunlarını
çözmek, onların her türlü altyapı gereksinimlerini karşılamak, yaşamlarının
devamını sağlamakla ilgili kolaylıklar sağlamak ve mutlaka, göç etmelerini
önlemek, ormanla beraber yaşamlarını devam ettirmelerini sağlamak durumundayız.
Değerli arkadaşlarım,
tabiî, bununla ilgili olarak, bugüne kadar, birçok kurum kuruldu; Orman
Bakanlığımız var, Orköy var, geliştirme ve destekleme genel müdürlüklerimiz
var, çeşitli kurumlar var; ama, bugüne kadar, bu kurumlar aracılığıyla
yaptığımız harcamalar, bunlara ayırdığımız
kaynaklar, hem yetersiz kalmış hem de maalesef, mutlu ve huzurlu bir
ortam yaratamamıştır. İşte onun için, bu insanlar, 250-300 dolar civarında
gelirle yaşamakta ve onun için, biz, bu sorunu Mecliste tartışmaktayız.
Hepimiz, mutlaka, bu önergenin kabul edilmesi sonucu tespit edilmiş bu
sorunları hükümet politikası haline getirmek ve bunların çözümüyle ilgili
gereklerin yerine getirilmesini takip etmekle yükümlüyüz; bu insanlara borcumuz
var.
Ormanlarda, hayvan,
özellikle keçi otlatma, ormanları büyük ölçüde tahrip etmekte ve ormanların
gelişimini büyük ölçüde engelleyen faktörlerin başında gelmektedir.
Diğer taraftan, temininin
kolay ve ucuz olması nedeniyle, ormanlarımızdan, tahammüllerin çok üzerinde
odun kullanıldığı, çeşitli araştırmalarla ortaya konulmuş bir gerçektir.
Orman köylülerinin içinde
bulundukları ağır koşullar nedeniyle, ülke genelinde olduğu gibi, orman
köylerinden de, kentlere ve yurt dışına yoğun göçler olmaktadır. Kırsal
alanlardan kentlere olan gelişigüzel göçler ve
kentlerde bu göçleri karşılayacak gerekli alt ve üstyapı tesislerinin
planlanmamış olması nedeniyle kentlerde, çarpık kentleşme meydana gelmekte ve
bu, büyük sorunlara, telafisi zor ve pahalı yatırımlara neden olmaktadır.
Orman köylüsü, günümüzde,
hiçbir toplumsal güvenceye sahip olmaksızın, ücretli köle durumundadır.
Onbinlerce orman köylüsü, kadın, erkek ve çocuk, iş kazası ve meslek hastalığı
oranı son derece yüksek olan orman işçiliğiyle uğraşırken, yeni Kamu İhale
Yasası, karşımızda, bunları müteahhit konumuna getirmiş; ama, bereket, yapılan
düzenlemeyle bu halledilmiş. Bu sevindirici durumu ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
orman köylülerinin bu sorunlarının çözümüyle ilgili oluşturduğumuz en büyük
örgütlülük Orköydür; yani, orman köyü kalkınma kooperatifleri ve Orköy,
oluşturduğumuz en büyük organizasyondur. Orköy aracılığıyla, bu insanların,
orman ürünlerine mümkün olduğu kadar az ihtiyacı olmasını sağlamak ve orman
içerisinde, bunların, değişik tarım ve el zanaatlarıyla ilgili becerilerini
geliştirmesi, yatırım yapabilmesi için olanaklar sağlama arayışı içine girilmiş
ve birtakım krediler kullandırılmış; ama, maalesef, bugüne kadar gerekli
sonuçların alınabildiği, pek söylenemez, söylenememektedir.
Bakın, Orköy, bugüne
kadar, 2 000 civarında orman kooperatifiyle birlikte hizmet vermekte ve
buralardaki tarım işletmelerini üretebilir, yarışabilir ve sürdürülebilir bir kalkınma
modeli olarak devamını sağlamaya çalışmaktadır.
Orman içindeki köylerde
yaşam çok zordur. Bu insanlar, tabiî, tarımla geçinmektedir. Maalesef,
Türkiye'deki işletme küçüklüğü sorunu, çok yakıcı bir şekilde, orman köylerinde
çok daha fazla yaşanmaktadır. Orman köylerindeki tarım işletmelerinin
büyüklüğü, maalesef, 1 ile 25 dekar arasında yoğunlaşmakta ve tabiî ki, bu
alanlarda üretim yapmak ve buradan elde edilen ürünlerle yaşamını temin etmekte
çok zorlanmaktadırlar.
Değerli arkadaşlarım,
bugünkü orman amenajman planları, bir silvikültür planlamasından öteye geçmeyen
klasik şeklinden kurtularak, yalnız orman aslî ürünlerinin planlaması şeklinde
değil, orman tali ürünleri de dahil olmak üzere, ormanın ekonomik değerleri
yanında, sosyal değerlerinin de, bu arada, ormanlar ve ormancılığımız ile iç
içe bulunan orman köylülerinin sosyoekonomik kalkınmalarını kapsayacak havza
kalkınma planı, bölge kalkınması şeklinde değerlendirilmeli ve bu planlar
hazırlanırken orman köylülerinin de katılımı sağlanmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, bu
küçük alanlarda, siz, eğer, geniş alanlarda yapılan tarım işletmeleriyle
rekabet edebilecek bir yapıyı oluşturmaya çalışırsanız, baştan hayal kırıklığı
ortaya çıkar. O zaman yapılacak olan, mutlaka, sorunun çözümüyle ilgili, havza
çapında yaklaşmak lazımdır ve havza planlamalarıyla buralarda gerekli altyapı
hizmetlerini tamamlayarak, katmadeğeri yüksek ürünlerin üretimiyle ilgili,
ekolojiye uygun, özellikle meyve sebze üretimi yapmakla ilgili gerekli
düzenlemeler, şekillendirmeler ve desteklemeler mutlaka yapılmalıdır.
Havza amenajman
planlarının uygulanması, yetkililerce donatılmış bir kuruluşça, örneğin, Orköy
Genel Müdürlüğünce yapılmalı, bu konuda orman köylüleri özel ödeneği finansman
olarak kullanılacağından, özel ödenek kaynakları daha da güçlendirilmelidir.
Orman köylülerinin alt ve
sosyal yapı yatırımlarına hız verilerek, bu insanların, özellikle yol, su,
elektrik, okul ve benzeri ihtiyaçları süratle tamamlanmalıdır.
Ormancılık sektöründen
sağlanan yararlar orman köylülerinin kalkınmaları için yeterli olmadığından,
ormancılıkdışı sektörlere -hayvancılık, tarım, el sanatları ve bunun gibi-
ilgili projeler uygulanmalı, düşük faizli yeterli krediler ve sübvansiyonlar
mutlaka sağlanmalıdır.
Değerli arkadaşlarım,
bugüne kadar bunlar yapılmaya çalışılmıştır. Orköy, gerek ferdî kredi olarak
gerek kooperatifler aracılığıyla özellikle önemli hayvancılık kredileri vermeye
çalışmıştır. Her ne kadar bu kredilerin miktarı yetersiz olsa da, insanların
buralarda kalmalarını temin edecek yapıyı oluşturmasa da, önemli krediler
verilmiştir. Örneğin, bugüne kadar kooperatifler aracılığıyla 1974'ten bu yana,
2003 yılı fiyatlarıyla 252 trilyon kaynak aktarılmış. Bu büyük bir rakam gibi
görülür; ama, otuz yıla bölerseniz, bunun çok komik bir rakam olduğu ortaya
çıkar. Eğer nüfus 7 500 000 insan ve 2 000 kooperatifse ve bu, kredi otuz yılda
kullandırılmışsa ve bu bugün için azalarak devam ediyorsa ve geçen yıl 5
trilyon olarak gerçekleşip 30 kooperatife kullandırılmışsa ve 1979 yılında, bu,
2003 yılı rakamlarıyla 40 trilyonsa, o zaman, bu İktidarın, bu hükümetin
"orman köylülerinin sorunlarını çözeceğim" yaklaşımı inandırıcı bir
durum ortaya çıkarmamaktadır.
Yine, 1974'ten bu yana,
Orköy aracılığıyla 709 trilyon liralık ferdî kredi kullandırılmıştır; ama, bu
709 trilyon lira kredi, yine, otuz yılda 7 500 000 insana kullandırılmıştır ve
bunda, bu yıl 37 trilyon hedeflenmektedir ve kesinlikle yeterli bir rakam
değildir değerli arkadaşlarım.
Mutlaka, bu krediler
doğru tespit edilmeli ve gerekli olan yerlere gerektiği miktarlarda
verilmelidir. Mutlaka, bu insanların ürettikleri ürünlerin değerlendirilmesiyle
ilgili altyapı çalışmalarına da yardımcı olunmalı, pazarlamalarıyla ilgili
destekler de sağlanmalıdır. Örneğin, 2x100 hayvancılık kredisi bir süre
uygulandı, şimdi 4x50 projesi uygulanıyor.
Şimdi, ben, 4x50'yle
başvuran bir köyden neler istenildiğine baktım. Neler isteniliyor biliyor
musunuz; sulanabilir arazi zorunluluğu. Neden; çünkü, hayvancılığın en temel
problemi kabayem. Kabayem temini olmazsa, hayvancılık, kâr eden bir işletme
olmaktan çıkıyor; doğru. Peki, ormanın ortasındaki, ormanın içindeki bir köye,
siz, gölet yapmazsanız, sulama imkânıyla ilgili altyapı yatırımları
yapmazsanız, o köy, sulanabilir araziyi nereden bulacak?! Arazi bulamamış,
arazileri zaten sorunlu; mülkiyet sorunu var, sahiplenme sorunu var, miktar
sorunu var, işletme küçüklüğü sorunu var... Bu kredi için sulanabilir arazi
şartı aramak hangi akla sığar?!
Değerli arkadaşlarım,
önce, gerekli altyapı hizmetlerini getirip sulama imkânını yaratırsınız, ondan
sonra da, arazi istersiniz veya arazi verirsiniz. Bu, bu insanlara buralarda
oturmayın demektir; meseleye olumsuz yaklaşmanın temelidir bu.
Değerli arkadaşlarım,
bugünkü anlayışla bu işlerin çözülemediği görülmüştür. Bir mutluluk tablosu
ortaya çıkaramadık; bu bellidir, bu ortadadır. O zaman, farklı anlayışları
geliştirmek ve mutlaka, orman köylüsünün meselelerine bu anlayış çerçevesinde
bakmak gerekmektedir. Böyle bakmazsak ve sorunlara böyle yaklaşmazsak, bu sorunları
çözmemiz mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım,
orman köylerinde kurulacak tesisler ve faaliyetlerde, vergi muafiyeti getirmek
lazım, vergi indirimleri gibi teşvik tedbirlerini uygulamak lazım. Orman
köylerinin hemen yakınlarında bulunan düşük verimli orman alanlarını, köy
tüzelkişiliğine tahsis ederek, orman idaresi ve köylü işbirliğiyle imar ve ihya
ederek, yakacak ihtiyacının buradan karşılanarak, köylünün verimli ormanlar
üzerindeki baskısını azaltmak lazım; yoksa, ceberut bir anlayışla, dayatmacı
bir anlayışla orman ile köylüyü barıştıramazsınız.
Orman köylerinde dam
örtülüğü olarak kullanılan ve büyük orman tahribine neden olan
"pedavra" denilen ahşap malzeme yerine galvanizli sac, kiremit gibi
malzemeler faizsiz kredi yoluyla köylülere verilmelidir.
Yine, 31.12.1981
tarihinden önce orman niteliğini kaybettiği gerekçesiyle orman alanının dışına
çıkarılmış bulunan 2/B, orman bütünlüğünü bozmamak kaydıyla, orman köylülerine,
zilyetlik durumuna göre, işledikleri arazilerin tarımsal amaçlı kullanmak
kaydıyla bedelsiz olarak verilmesi ve diğer alanların satışından elde edilecek
gelirin ise, tamamen orman köylerinin kalkındırılmalarının desteklenmesi ve
orman kadastrosunun tamamlanmasına harcanması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemizin kadastrosu yok; coğrafyamızın kadastrosunun nirengi taşlarını
koyamadık. Tarif edemiyoruz coğrafyamızı. Ormanın kadastrosunu çıkaramadık;
Sayın Başkan söyledi; sorunları böyle çözebilir miyiz?! Mülkiyet sorunu almış
başını gitmiş. Köylü, ormanla kavgalı, davalı. Mutlaka, bu sorunu süratle
çözmemiz lazım. Bu sorunu çözmezsek hiçbir şeyi çözemeyiz. Bir işin planı,
programı olmazsa; planınız, programınız, kadastronuz yoksa, nirengi taşlarını
koyamıyorsanız, nasıl çözeceksiniz?! Süratle kadastroyu bitirmek ve mutlaka,
mülkiyet sorununu çözmek ve orman içinde yaşaması imkânsız olan, hiçbir üretme
imkânı olmayan köylüleri düzenli bir şekilde orman dışına çıkarılmış arazilere
yerleştirerek, onları bu mekânlarda yaşayabilir kılmak, ormanla kardeşliğini
bozmamak durumundayız.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bu sorun çok yakıcı ve çok önemli, belli. Bu sorunu çözmek lazım. Bu
önergemin kabul edilmesinde emeği geçen herkese teşekkür ediyorum, başta, AKP
Grubu Başkanvekillerine. İyi olmuştur; orman köylülerinin sorunlarının çözülmesiyle
ilgili komisyon kurulması, araştırma yapması iyi olmuştur; ama, maalesef,
yeterli olmamıştır. Bu iş, halk deyimiyle, gene, çamaşıra denk gelmiştir.
Komisyon çalışmaları tam seçim zamanına gelmiş ve dolayısıyla, maalesef,
komisyon yeterli çalışmaları yapamamış, yeterli diyaloglar kurulamamış ve
bence, bu nedenle, gerekli, yeterli sonuçlar alınamayacaktır
Biz muhalefet partisiyiz,
iktidara iyi işler yaptırmakla görevliyiz; iktidarı, halkın yararına, köylünün
yararına, bu halkı, mutlu edecek işlere motive etmeliyiz, onun için bu
önergeleri veriyoruz; ama, işin gelişinden, başlanışından belli olduğu üzere,
AKP Gurubu ve hükümetin, bu sorunu çözmeye pek niyetli olmadığı anlaşılıyor.
"Konuşalım, komisyon kuralım, tartışalım, geçsin" anlayışı içerisinde
olduğu kanaati bende oluşmuştur. Neden?..
Bakın değerli
arkadaşlarım, Nusret Bayraktar arkadaşımın kişiliğiyle, kimliğiyle ilgili
hiçbir sorunum yok; ama, orman diyorsanız, orman köyü diyorsanız, Türkiye'de
buna, bu soruna en uzak yer neresi diyorsanız, bu işle ilgili, en uzak yer,
Türkiye'de kentleşmenin en yoğun olduğu ve kentleşmenin en dorukta, en eski
olduğu yer Beyoğlu'dur. Siz -Ardeşen doğumlu bile olsa- siyaset geçmişinde
Beyoğlu Belediyesi eski Başkanı kimliğiyle tanınan ve makine mühendisi olan bir
arkadaşımızı, orman köylerinin sorunlarını araştırmakla ilgili komisyonun
başkanı yaparsanız, ipe un seriyorsunuz, bu sorunu çözmeye niyetiniz yok, öyle,
işi konuşup konuşup halletmek istiyorsunuz demektir. Bu böyle anlaşılır.
AHMET BÜYÜKAKKAŞLAR (Konya)
- Sataşma var...
AHMET KÜÇÜK (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, sataşmıyorum, bir gerçeğin altını çiziyorum. AKP Grubunda
hiç mi orman mühendisi, gerçekten bu işin içinde yaşayan, bu sorunu...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
(10/69,118) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Ne
yaptığımızı arkadaşlarınız biliyor; söylesinler. Ben orman köylüsüyüm.
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
lütfen...
Sayın Küçük, lütfen,
konuşmanızı tamamlar mısınız.
Size 1 dakikalık eksüre
veriyorum.
Buyurun.
AHMET KÜÇÜK (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, Nusret Bayraktar arkadaşımın kimliğiyle, kişiliğiyle
ilgili hiçbir sorunum yok. Onun doğum yerine de baktım, geçmişine de baktım;
kendisi Ardeşen doğumlu, bir orman köylüsü;
ama, bakın, kamuoyunu ikna edemezsiniz.
RECEP KORAL (İstanbul) -
İstanbul ormandan geçilmiyor.
AHMET KÜÇÜK (Devamla) -
Beyoğlu Belediyesi eski Başkanı olarak tanınırsınız. Çıkın sokağa sorun, Nusret
Bayraktar kim deyin, yüzde 90'ı Beyoğlu Belediyesi eski Başkanı, yüzde 10'u da
AKP İstanbul Milletvekili der. Durum budur, konu budur. Meseleye, o zaman, siz,
ormaniçi kentler gözüyle bakıyorsunuz demektir.
RECEP KORAL (İstanbul)-
İstanbul'u görmemişsin!..
AHMET KÜÇÜK (Devamla) - O
zaman siz olmalıydınız Recep Bey; çünkü, sorun sizde, Beyoğlu'nda değil.
Değerli arkadaşlarım,
bizim gönlümüz, isteğimiz, arzumuz, bu sorunun çözümüyle ilgili hükümetin adım
atmasıdır. Bunu alkışlamaya, desteklemeye hazırız. Bu konuyla ilgili hükümetin
yapacağı her olumlu çalışmanın arkasındayız, takipçisiyiz, sonuna kadar da
takipçisi olacağız.
Her şeye rağmen, bu
çalışmayı yapan komisyona, değerli arkadaşlarıma, emeği geçenlere, herkese, tüm
milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyor, raporun sonuçlarının Meclise,
ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.
Saygılarımla. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Küçük.
(10/69,118) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Sayın
Başkan, sataşma var; söz istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
biraz sonra konuşma hakkınız olacak, o zaman cevap verin.
(10/69,118) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Ama, bu
farklı bir şey.
BAŞKAN - Lütfen...
İstirham edeyim!..
Şahsı adına, Sakarya
Milletvekili Sayın Hasan Ali Çelik; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HASAN ALİ ÇELİK (Sakarya)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; orman köylülerinin sorunlarının
araştırılarak orman köylerinin kalkındırılması için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu üzerine
şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben, daha önce
Meclisimizin gündeminde olan bir maddeyi okuyarak konuşmamı yapacağım; bu da
6831 sayılı Orman Kanununun 2/B maddesi. "31.12.1981 tarihinden önce bilim
ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden tarla, bağ,
bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık gibi çeşitli tarım alanları
veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu
tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak
bulunduğu yerleşim alanları orman sınırları dışına çıkarılır" deniliyor bu
yasada; Anayasaya bağlı olarak. İfade edeceklerim ve örneklerim bunları
içereceği için, önce bunu söylemek istedim.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemizin en düşük gelir düzeyine sahip olan orman
köylülerimiz, yaklaşık 20 000 köy, 7 500 000 insanı kapsamakta; bunlar,
hakikaten hizmet beklemekteler. Ben teşekkür ediyorum kuruluşuna vesile
olanlara; bize bu görevi verenlere ve görev alan arkadaşlara, huzurlarınızda
baştan teşekkür ediyorum; çünkü, gittiğimiz yerlerde gördüklerimizi,
dinlediklerimizi, anladıklarımızı, anlatılanları kısaca sizlerle paylaşacağım
ve bu Meclisteki arkadaşlarım, gerek AK Partili gerekse Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlarım da bunları izlediler. Nedir bunlar diye baktığımızda; bu uyumlu
komisyonunun, olumlu komisyonun faydalı ve sonuç getirici bu komisyonun
-inşallah, Meclis gündemine geldiğinde göreceğiz- bu çalışmalardan çok şey elde
ettiğini beraberce müşahede edeceğiz.
Ne istiyorlar diye
baktığımızda -dinlediklerimizden ifade ediyorum- orman köylümüz, en başta,
mülkiyet sorununun hallini istiyor; en başta mülkiyet sorununun halli,
kadastro, tapu... Tabiî, bununla birlikte şu önemli: Elimde bir dosya var; bu
dosyadan bir iki numara söyleyeceğim tapuyla, mülkiyetle ilgili. Bu dava 1982
yılının davası ve 1986'da sonuçlanmış; ama, bugün, bizim gittiğimiz
ziyaretlerde bizim elimize verilen dosya; Şile İlçesi Oruçoğlu Köyü; bize
muhtarı bir raporla vermiş. Burada deniliyor ki: "Davacı, Orman Genel
Müdürlüğü adına orman bölge şefliği. Davalı da, Tarım Orman ve Köyişleri
Bakanlığı Ankara, Maliye ve Gümrük Bakanlığı Ankara." Yani, kamu
kuruluşları birbirlerini mahkemeye veriyorlar; arada ezilen vatandaş. "Bu
yer benim" diyor; ekiyor, dikiyor ve hazine adına bu yeri işlemeye dair
bedel veriyor; ama, bir bakıyorsunuz ki, bir zaman sonra "terk et bu
yeri" diye devletin kurumları arasında bir anlaşmazlık var. 1980'li yıllar,
1990'lı yıllar; hâlâ sürüyor. Biz niye kurduk bu komisyonu; işte bunlar
çözülsün diye kurduk. Bu mahkeme dosyaları arasında bu vatandaşları ezmekten,
sürünmekten kurtaralım diye kurduk ve ilk defa kuruldu. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Şimdi, örneği buradaki
bir dosyaydı; devam ediyorum: Sakarya, Düzce, Ordu, Giresun, Trabzon gibi
fındık üreten Karadeniz illeri var. Ben de bunların bir tanesinde, Sakarya
İlinde bir fındık üreticisiyim. Açma yapılmış; elli yıllık, seksen yıllık,
belki, bir kısmı da yirmi yıllık. Evet, burada suç teşkil edecek durumda
olanları da var; ama, görüyoruz ki, bütün bunlarla birlikte, biz, şimdi
"yargı kararıdır" diyoruz, o fındık bahçesini sökmeye başlıyoruz.
Arkadaşlar, yeryüzünde bunun başka bir yeri yurdu varsa, çoluk çocuğunu
geçindirecek 1 dönüm yeri varsa elinden alalım, ağaç dikelim, çam dikelim,
çınar dikelim, onun altında serinleyelim; ama, 1 dönüm başka yeri yok. Ne
yapmak lazım geldiğini de elbette söyleyeceğiz. Bunları gördüğümüz için
söylüyorum, birini suçlamıyorum; yani, insanların bize serzenişlerini,
yalvarışlarını, yakarışlarını söylüyorum.
Bütün bunlar olurken,
Muğla'ya gittik; baktık, Muğla'da ne gördük; Muğla'da fıstıkçamı var. Diyorlar
ki: "Bununla geçiniyoruz, başka çaremiz yok; ama, Muğla'da bir başka çam
dikemiyoruz, fıstıkçamı dikemiyoruz; dikersek, hava haritalarında yeşil alan
görülür, orman görülür; yarın elimizden alınır diye." Ne yapacağız o
zaman?!. Bu insanlar, bu fıstıkçamlarının kozalaklarını toplayıp, çıkarıp
satıyorlar; geçimleri bu. Biz, bunların elinden burayı da alırsak "hayır,
bu çamlar sizin değil" dersek, arasına bir tane daha ekin de hem ülke
yeşil olsun hem bir çam daha elde edelim hem de siz, meyvesini satıp geçinin,
iyi yaşayın demezsek, biz görevimizi yapmış olur muyuz?! O feryatları burada
duyurmak istediğim için bunları söylüyorum.
Yine, Mersin'e gittik;
Erdemli İlçesinde 7-8 katlı 4 tane blok gördüm -değerli arkadaşlarımız da
gördü- ve her tarafı yerleşim yeri. Bu yerleşim yerindeki insanlarımız,
çıkmışlar sabahın saat 8.00'inde, toplanmışlar; bizim yanımıza -komisyon olarak
beraberdik- geldiler; dediler ki: "Bizi kurtarın...Tapumuz yok, bir
kooperatif marifetiyle kredi alarak buraları yaptık; vergi vereceğiz
veremiyoruz, ihtiyaçlarımızı gideremiyoruz, evimizdir diyemiyoruz, huzurumuz
kaçtı; gelin bizi kurtarın. Bakın, şurası da tapulu, burası da tapulu; ama,
biz, bu tapulu alanın ortasında, bu apartmanların altında orman
görünüyoruz." Bu bizim işimiz değil de kimin işi?! Bu Meclis halletmeyecek
de kim halledecek vatandaşın işini?!. Onun için, bu komisyona bin kere teşekkür
ediyorum. Bu komisyon, Meclise bunları getirecek; inşallah, Meclis marifetiyle
bunlar çözülecek. Ben, hükümetimize de, bu konuda inanıyorum ve güveniyorum.
Mersin'de, 400 metre
rakımın altında, yani, denize yakın yerlerde, taşların üzerine teraslama
yaparak, taşıma toprakla 1 dönümlük
sera yapmışlar. Ne kazanıyorsunuz dedik "8 milyar, 10 milyar kazanıyoruz
buradan" dediler. Geçiniyor musunuz dedik "geçiniyoruz" dediler.
Bir şey istiyor musunuz dedik "burası bizim olsun, başka hiçbir şey
istemiyoruz; biz, bundan geçimimizi sağlıyoruz" dediler. Bizim işimiz ne
arkadaşlar; yani, onu devletle kavgaya tutuşturup da, buradan çık deyip de, o
taşın üzerinde bir tane keçiboynuzunu büyütüp de seyretmek mi?!. Biz buradayız
ve ben inanıyorum ki, bütün arkadaşlarım da, bunları çözmek için var; zaten
bunu söylüyoruz, söyleyeceğiz de.
Aynı şekilde, SİT
alanlarıyla ilgili sorun var; Rize'nin Ayderinde var, Bolu'nun yaylalarında
var. Bakın, ben, aynen ifadelerini yazmışım, diyorlar ki: "1987'de
kadastro geçti; orman içinde kaldık. Yayladaki evlerimiz mühürlü, tamir
edemiyoruz, çivi bile çakamıyoruz; bize bir çare." Bizim işimiz diye
söylüyorum; biz, bunları çözmeliyiz ve çözeceğiz.
Aynı şekilde, bize, şunu
söylemişler: "Orman işlerinde çalışanlara o esnada sosyal güvence
getirin." İşte, süt inekçiliği, arıcılık, şunlar, bunlar, zaten talep
ettikleri şeyler. "Geçiniriz biz; ama, bize, kredileri, biraz daha az
faizli ve biraz daha boldan verin. Biz kendi ihtiyaçlarımızı görürüz"
diyorlar.
Yine, sulama göleti; az
önceki konuşmacıdan da dinledim; sulama göleti... "Yollarımız bozuk"
demiş birisi. "Sulama göleti yapılmalı; suyumuz yok, yaylada cereyanımız
yok" diyorlar. Buraya "2/B çalışmasını hızla sonuçlandırmanızı bekliyoruz"
diye cümlelerini yazmışım.
Aynı şekilde, biri şunu
söylemiş; ben de, burada, bizi dinleyenlere söylüyorum: "Nüfusumuz
Mengen'e, ormanımız Devrek'e bağlı" diyor. Biri de şu lafı etmiş:
"Akar bakar referansı istiyoruz" diyor; yani, hangi cephede, hangi
dere bunun sınırını koyuyorsa... "Biz, bize sahip olalım" diyor.
"Bir sepet odundan dolayı mahkemelerde dolaşıyoruz" diyen Rizeli
anneyi unutmuyorum.
Ayrıca, bir cümle daha
sarf edeceğim -sürem azaldı- o cümle de şudur: Yine, Rize'nin Ardeşen İlçesinde
Fırtına Vadisindeyiz; köylüler ve biz, kooperatif başkanlarıyla, bir yerde
toplandık; bir vatandaş, çıktı -manidardır- "bu ülkede kanunlar vatandaşın
lehine, kararlar vatandaşın aleyhine" dedi. (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Bu anlayış artık
düzelecektir, bu Parlamento bunu düzeltecektir. Biz bu işi burada gördük,
beraberce bu işi gördük. İnşallah, bu sonuçlanırsa, ben inanıyorum ki, bu işler
daha iyi noktaya gelecek. Diğeri belki teferruat; yani, ağaçların altına kekik
diksin, nane diksin... Evet, diksin, buna da müsaade edilmeli; bu bizim
çalışmamızda var, raporda sözünü ettik. Efendim, ağaçlar meyveli ise -kestane,
ceviz, ıhlamur, defne- bunlardan yararlanılsın. Doğru, bunlardan yararlanılsın;
bu, adamın hakkı. Nerede külfet varsa oradaki nimet de o insanın hakkıdır.
Dışarıdan gelip de, şu alamaz bu alamaz deme görevi yok. Külfet nimetin
karşılığı olmalıdır; ama, hukuk içerisinde olmalıdır, kanunlarla olmalıdır;
bunu yapacağız.
Uzun lafın kısası, ben
bitireceğim; ama bir de şunu görüyorum: Biraz yalnız bırakmışız; el sanatlarını
biraz artırmamız lazım, insanımıza sahip çıkmamız lazım.
Daha birçok talep var,
raporumuzda da var; ama, bu sorunları çözeceğiz arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çelik, size
1 dakika eksüre veriyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
HASAN ALİ ÇELİK (Devamla)
- Bizim, Meclisteki kararlılığımızla, bütün parti gruplarıyla, hükümetimizin de
gayretiyle çözemeyeceğimiz sorun yok.
22 nci Dönem Parlamentosu
çözüm Parlamentosudur diyor ve bu uyumun sağlandığına da inanıyorum. Orman
köylümüze çözüm üreten herkesi ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Çelik.
Komisyon adına İstanbul
Milletvekili Nusret Bayraktar; buyurun.
(10/69,118) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Sayın
Başkan, müsaade edecek olursanız, önce, bir sataşmaya cevap vereyim; bunu
süremden tenzil ediniz lütfen. Aslında, çok önemli bir komisyonun, çok önemli
bir raporunu tartışıyoruz. Konu son derece detaylı ve derindir, öyle, birbuçuk
saat içerisinde görüşülerek çözülecek tarzda değildir; ama, ne yazık ki...
Çanakkale Milletvekilimiz
Ahmet Küçük Bey, gerçekten, aslında Komisyonun önem ve ehemmiyetini biliyorlar.
Bir iki konuyu dile getirerek cevap vermek durumunda kaldım. Komisyonun
kurulduğu günlerde, bir arkadaşımız, aynı konuyla ilgili böyle bir sataşmada
bulunmuşlardı.
Değerli arkadaşlar,
öncelikle şunu söyleyeyim: Biz, hepimiz, halkın hür iradesiyle seçilen Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyesiyiz, milletvekiliyiz, vermiş olduğumuz önergelerle
ilgili, kendi aramızdan, uygun görülen arkadaşlarla bir komisyon oluştururuz ve
milletvekilleri kendi hür iradeleriyle başkanlarını seçerler. Burada, komisyonun
adı ne olursa olsun, önergeyi veren ve komisyon üyeliğine seçilenler arasından
birisinin başkan olması öngörülüyor. Bu başkanın ille ormancı olması şart
değildir; iyi bir yönetici olması, iyi bir organizatör olması, bu işe sevdalı
olması, bu işe gönül vermesi, bu iş için gece gündüz çalışması gerekir.
Bizim bu çalışmaları
nasıl yaptığımızı, önce şu rapordan lütfen inceleyiniz, incelettiriniz, teknik
uzmanlara incelettiriniz; raporun, gerçekten, orman köylülerinin sorunlarının
ve orman mevzuatıyla ilgili karmaşık konuların çözümüyle ilgili bir anahtar
rolü üstleneceğini göreceksiniz.
İkinci konu; komisyon
çalışmalarının seçim öncesine rast gelmesi bir rastlantıydı, belki
dezavantajdı; ama, daha önemlisi, kış şartlarına rastlaması dezavantajdı; çünkü,
arkadaşlarımızın her biri, seçim bölgelerindeki çalışmalarını terk ettiler,
bizimle beraber, sabahın erken saatlerinde başladığımız ve gece geç saatlere
kadar süren programa katkı sağladılar. İçimizde orman mühendisi de vardı,
ziraat yüksek mühendisi de vardı, bunların 4' ü Cumhuriyet Halk Partisinden
arkadaşlarımdı, 3'ü burada, görüyorum. Nasıl çalıştığımızın, nasıl başkanlık
yaptığımızın ve oybirliğiyle, hiçbirinin itirazı olmadan bu komisyon raporunun
buraya nasıl geldiğinin bilincini takdirlerinize sunuyorum.
Benim, milletvekilinden
ziyade, Beyoğlu Belediye Başkanı olarak anılmam, yöneticilik sıfatımın biraz
üstün olduğunun bir göstergesidir. Beyoğlu'nda fert başına 0,75 metrekare olan
yeşilalan düzeyini, ben belediye başkanlığını bıraktığım zaman, 6,5 metrekareye
çıkararak "Kıbrıs Barış Ormanı" adı altında bir ormanı da tahsis
ettiğimi gidip görsünler.
Üçüncüsü; ben, İstanbul
Birinci Bölge Milletvekiliyim; Birinci Bölgede, Şile başta olmak üzere
-Şile'nin 57 köyünün 57'si orman köyü, Beykoz'un 19 köyünün 19'u orman köyü,
İstanbul'un 256 köyünün 157'si orman köyü- İstanbul'da il genel meclisi üyeliği
ve grup başkanlığı yaptığım dönemlerde ormanlarla ilgili ciddî araştırmalar ve
çalışmalar yaptığımı, lütfen, çalışmalarıma, arşivlerime baksınlar ve
görsünler.
Diğer bir konu; evet,
Rize-Ardeşen-Armağan Köyündenim. Ayder Yaylasının ve Fırtına Vadisinin, Artvin
ve Trabzon İllerinin içinde bulunduğu yöredeki orman köylüleriyle yıllardır son
derece iç içeyim, bölgede yaşıyorum, köyüm de orman köyüdür. Dolayısıyla, benim
gibi bir şahsiyet için "ormanlarla ilgili araştırma komisyonu başkanı
olması bir talihsizlik" diye ifade eden arkadaşımı, sizin yorumunuza,
değerlendirmenize sunuyorum ve teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, bundan
sonra, son derece önemli olan konuları özet olarak sunacağım.
BAŞKAN - Süreniz
çalışıyor, 8 dakikanız kaldı Sayın Bayraktar.
Buyurun.
(10/69, 118) ESAS
NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (Devamla) -
Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkanım, bir
başkan olarak konunun ne kadar önemli olduğunu vurguluyorum. Bu vesileyle,
Ahmet Küçük Beyin ifadelerinin de yanlışlığını söylemek istiyorum.
BAŞKAN - Vakit nakittir
Sayın Bayraktar, süreniz devam ediyor.
(10/69,118) ESAS NUMARALI
MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (Devamla) - Teşekkür
ediyorum.
Değerli arkadaşlar, evet,
konu, hem özeti itibariyle hem sunumu itibariyle son derece geniş. Orman
köylülerinden dinlediklerimizin özetini, Hasan Ali Çelik Bey de sundular.
Gerçekten, koruma-kullanma dengesiyle, yıllarca devletle milletin kavgalı
olduğu dönemlerde, aslında "Allah devletime zeval vermesin"
anlayışında olan halkımız, devlete karşı saygılıydı; devlet de milletine karşı
saygılı ve adaletliydi; ama, ne yazık ki, öyle dönemler gelmiştir ki, ormanları
korumak son derece hassas olmasına rağmen, orman köylüsü aynen şöyle diyor:
"Ben ormanları yakmıyorum; ama, ormanlarda gördüğüm izmaritleri de
ayağımla söndürmüyorum." Ne demek olduğunu anlayın siz! "Yakmıyorum;
ama, yandığı zaman da söndürmüyorum." Niçin; beni baskı altına alıyorlar,
baskı ve dayatmalarla, hak ve hukukun gerçek manada kullanılmamasıyla,
ormanların korunması görevini bana verdiğiniz takdirde, ben bu halimle ne
yaparım
O halde, devlet ve
milletin yeniden barışabileceği yasal ve anayasal düzenlemelerle
uygulamalardaki aksaklıkları mutlak surette gözden geçirme dönemi gelip
geçmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu konuda ciddî bir konsensüs
sağlanmıştır. Bu konsensüs vasıtasıyla, hükümetimiz başta olmak üzere, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri
-bölgelerimizde yapmış olduğumuz çalışmalardan da anlaşılacağı üzere-
sivil toplum örgütleri ve halkımızla işbirliği yapmak suretiyle, öne çıkan
talep ve sorunların mutlaka çözülmesi
gerektiği hususundaki inancımı bir kere daha tekrarlıyorum ve özetini şöyle
sunmak istiyorum:
Orman köylülerimizin
talebini ve rapor çalışmalarımız sonucu ortaya çıkan sorunların, taleplerin öne
çıkanlarını -uzmanlarımız bunu bir tablo haline getirmişler- sıralıyorum:
İlk sırayı 2/B
uygulamalarının yapılması alıyor, orman ve kullanım kadastrosunun yapılması,
eğitim ve sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesi, içme ve sulama suları, Orköy
kredileri ve ahır hayvancılığı, fennî arıcılık konusu, köy nakilleri -Muğla'nın
Otmanlar Köyü, merkezden 65 kilometre uzakta, köyün mahalleleri arasında 25
kilometre mesafe var, bir mahalleden bir mahalleye uzaklık 25 kilometre; 8
mahallesi bulunan bir köy; kalkınması mümkün olmayan bir köyün, mutlaka, Pınar
Köyü örneğinde olduğu gibi, kalkınması mümkün olan yerlere aktarılması konusu-
orman tali ürünlerinin değerlendirilmesi, orman ve köy yollarının yapılması,
doğrudan çiftçi desteği uygulamalarından orman köylüsünün de yararlandırılması,
mera alanlarının tespiti, orman işçiliğinde uygulanan düşük vahidi fiyatların
düzeltilmesi, orman işçiliğinde çalışanların sosyal güvenceye kavuşturulması,
ormaniçi çöp dökme yerlerinin tahsisi ve kanalizasyon hizmetlerinin ve çevrenin
düzenlenmesi, özel mülkiyetteki kızılağaç, ıhlamur ve kestane ağaçlarıyla
ilgili sorunların çözülmesi, av ve yayla turizminin geliştirilmesi, mevcut
projelerin tamamlanması, su kaynaklarının korunması ve diğer önemli unsurlar.
Hatta, orman köylüleri o
kadar mağdur ki "ne olur, benim yalnız odunumu temin et, ben
mutluyum" diyor; o kadar sorunlarla iç içe ki. Oysa, elde edeceği gelir
ancak yılda 100-150 dolardır; buna rağmen, devletin zabitleri, orman zabiti ve
jandarma bana güler yüzle baksın, beni fazla baskı altına almasın, sırtımda
taşıdığım bir tutam odun için beni karakola almasın; ben, yine mutlu olacağım
diyor. Bu kadar basit şeylerden mutlu olacak orman köylülerinin, gerçek
sorunlarının ne denli önemli olduğunu, tabiî ki takdirlerinize sunuyorum.
Çözüm önerileri ve
taleplerin karşılanması hususunda, yine, özetle; orman kadastrosu sorunları
çözülmeli, orman kadastrosu çalışmalarıyla birlikte tapu kadastrosu da mutlaka
bitirilmeli, ormana yeni müdahaleler önlenmeli, mevcut kadastro komisyonları
yeterli sayıda teknik elemanla takviye edilmeli, bunlar belirli bir süre teorik
ve arazide uygulamalı bir şekilde eğitildikten sonra, bilgi teknolojisinin
etkin bir şekilde kullanılması ve komisyonların son teknolojik araç ve
gereçlerle donatılması sağlanmalıdır.
Mülkiyet Sorunlarının
Çözümü:
1945 yılında çıkarılan
4785 sayılı ormanların devletleştirilmesiyle ilgili kanun yeniden irdelenmeli,
bu kanuna göre mağdur olanların mağduriyeti giderilmelidir.
1950 yılında çıkarılan
5658 sayılı ormanların devletleştirilmesiyle ilgili iade kanununa ek bir madde
ilave edilerek, bu kanunun kapsamı genişletilmeli ve bundan yararlanacak
olanlar mutlaka haberdar edilmelidir.
Bu durumda olup da
mahkemesi devam edenlere, bu kanundan dolayı var olan hakları hatırlatılarak,
mahkemelerin bir an önce bitirilmesi sağlanmalıdır. Bu kanundan doğan haklar,
orman kadastrosu çalışmaları sırasında da dikkate alınmalıdır.
Çağımızda temel artı
değer üretim aracının, toprak başta olmak üzere, hâlâ doğal kaynaklar olduğunu
bilmeliyiz. Üretim araçlarının verimli işleyebilmesinin, sıkıntıların bir an
evvel çözülmesine bağlı olduğunu biliyoruz.
Bu suretle, orman
kadastrosu ve 2/B uygulamaları, şeffaf ve hukukî yollarla hızla
sonuçlandırılmalıdır; ancak, bu süreçte, hukuka ve Anayasamıza aykırı olmama
ilkeleri, hem yasama hem de yürütme aşamalarında temel alınmalıdır. Mülkiyet
sorunları kesin ve şeffaf bir şekilde mutlaka çözülmelidir.
Orman Köylülerinin
Sorunlarıyla İlgili Diğer Çözümler:
Potansiyel kaynaklarına
göre yeniden sınıflandırma yapılmalıdır. Köylerarası dengesizlik, bölgelerarası
farklılık olduğu gibi, aynı durumdaki köyler ve ilçeler arasında da ciddî
farklılıklar olduğunu görüyoruz; bu şekilde, yeniden tasnifi son derece
önemlidir.
Yerinde kalkınması mümkün
olmayan köyler, araziler tahsis edilerek mutlaka nakledilmeli ve terk edilen
köyler mutlaka ağaçlandırılmalı.
Biraz önce, Hasan Ali
Çelik Beyin belirttiği gibi, 1 dönüm veya 2 dönüm seradan elde edebileceği
gelirin 20 milyar lira olduğunu söyleyen vatandaşımız "bana 2 dönüm verin,
20 dönüm orman alanını ben ağaçlandırayım" diyor; yani, mübadele usulüyle,
aslında, verdiğinizden fazlasını ağaçlandırmaya hazır olan halkımızla işbirliği
yapılması gerekir.
2/A alanları ve 2/B
alanlarıyla ilgili hukukî konuları söyledim.
Yerinde kalkındırılması
mümkün olan köylerle ilgili alternatif projeler ve destekler, Orköyün
koordinasyonu çerçevesinde, mutlaka hızlandırılarak geliştirilmeli.
Orman Sınırları Dışına
Çıkarılmış Arazilerin Değerlendirilmesi:
Anayasanın 169 uncu
maddesi ve 6831 sayılı Orman Kanununa göre 31.12.1981 tarihinden önce bilim ve
fen bakımından orman özelliğini yitiren arazilerle ilgili -bugüne kadar olan
kısmıyla- yapılan uygulamanın çok düşük olduğunu görüyoruz. Bunlar, bir an
önce, süratle yeniden düzenlenmeli ve orman tahdidi hızla bitirilmeli.
2/B kavramı çalışmaları,
artık, ormancılık gündeminden çıkarılmalı.
Bu uygulamalardan elde
edilecek gelirler bir fonda toplanmalı ve belirli bir kısmı, orman köylülerinin
kalkındırılmasında, orman kadastrosunun yapılmasında, ağaçlandırma
çalışmalarında ve nakledilecek orman köylerinin yerleştirilmesinde kullanılmalı
ve bu konu, Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmalıdır.
Korunan alanlarla ilgili,
yasaklamayla korumanın olmayacağını belirtiyorum; yeni planlamalarla mutlaka
kullanma ve kollama dengeleri sağlanmalı...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
1 dakika, mühendislik tartışmaları için; 1 dakika da eksüre veriyorum; 2 dakika
içerisinde lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
(10/69, 118) ESAS
NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI NUSRET BAYRAKTAR (Devamla) -
Teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, rapor sizlerde, detayını sizler inceleyeceksiniz; ama, biz de,
özet olarak, Meclis gündeminde bunları konuşmayı arzu ederdik, zamanımız
yetmiyor.
Diğer sorunların
çözülmesiyle ilgili detaylar yine raporumuzda var.
Orman köylerinde, enerji
tasarrufu, ısı yalıtımına yönelik yapılaşmalara azamî hassasiyet gösterilerek,
estetik verilere uygun, orman köylüsünün arzu ve ihtiyaçlarına cevap verecek
yapılaşma çalışmalarına yardımcı olunmalıdır diye düşünüyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; işin özünü şöyle toparlayalım: Komisyonun merkezde ve taşrada
yapmış olduğu çalışmalar sonucu, bahsettiğimiz konuşmalar paralelindeki
detaylarla birlikte, orman kadastrosu ve mülkiyet, orman sınırları dışına
çıkarılan yerler, koordinasyon ve finansman yetersizliği, korunan alanlar ve
diğer konularla ilgili sorunlar, insan, zaman ve sermaye kaynaklarının verimli
bir şekilde kullanılmadığı, yeterli kaynak aktarılmadığı, aktarılan kaynakların
verimli ve etkin bir şekilde kullanılmadığı ve taleplerin zamanında
karşılanmadığı, zaman içinde gerekli yasal düzenlemelerin yapılmadığı tespit
edilmiştir.
Orman köylülerinin
sorunlarının çözümü için, orman köylerinin toprak sınıflandırması yapılmalı,
entansif tarımla ilgili tedbirler alınmalı, kadastro ve mülkiyet sorunları
çözülmeli, orman tahdidi hızla bitirilmeli, 2/B uygulamaları bitirilmeli;
bunlarla ilgili olan anayasal ve yasal düzenlemeler yapılmalı; orman köyleri
ekonomik bakımdan sınıflandırılmalı, yerinde kalkındırılması mümkün olan ve
olmayan köylerle ilgili projeler uygulanmalıdır.
Orman köylüleriyle ilgili
bu raporun detaylarını bir an önce Türkiye Büyük Millet Meclisinin
değerlendirmeye alması, aslında, olayın ciddiyetini göstermektedir. Bundan
sonra, hükümetimizin de konuyla ilgili hassasiyeti göstereceği ve Meclis
çalışmalarına katkı sağlayacağı düşüncesiyle, bu raporumuzun, orman
köylülerimizin ve ülkemizin sorunlarına çözüm üretmeye katkı sağlayacağına
inanıyor; Komisyon çalışmalarımız sırasında, değerli Komisyon üyelerimizin ve
uzmanlarımızın göstermiş oldukları üstün gayretlere, incelemede bulunduğumuz
illerdeki vali, bölge müdürleri ve her seviyedeki bürokrat ve görevlilere,
Çevre ve Orman Bakanımıza, cefakeş ve vefakâr orman köylülerimize, sivil toplum
örgütleri temsilcilerine, buradan bir kez daha teşekkürlerimi sunuyor, sizleri
ve Yüce Milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bayraktar.
Hükümet
adına, Çevre ve Orman Bakanı Sayın Osman Pepe; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
ÇEVRE
VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
orman köylülerinin sorunlarını araştırmak üzere kurulmuş olan araştırma
komisyonu raporunu görüşüyoruz.
İktidar ve Anamuhalefet
Partisinin değerli mensuplarının vermiş oldukları araştırma önergeleri
birleştirilmiş olarak bir araştırma komisyonu kuruldu. Türkiye'nin en önemli
sorunlarından birinin araştırılması ve bu konunun çözüme kavuşturulması, bu
konuyla alakalı ileri adımların atılması noktasında tavsiyelerini, tekliflerini
ve düşüncelerini burada bizimle ve kamuoyuyla paylaşma imkânını bulan değerli
parti sözcülerine ve bu konuda, bize, Bakanlık olarak yol haritası çizme
noktasında gayretleri olan, emekleri olan Komisyonun Değerli Başkan ve üyelerine
ve bir araştırma komisyonu kurulmasına karar veren değerli milletvekillerine
teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin yüzde 27'si ormanlarla kaplı. Bunu, artık, zannediyorum,
milletvekillerimiz, oran olarak aşağı yukarı ezberlemişlerdir. Ancak, bu yüzde
27, dünya ölçeğinde değerlendirildiği zaman, Türkiye'nin orman zengini bir ülke
olmadığını, Türkiye'nin mevcut orman varlığının önemli bir kısmının verimli
ormanlardan müteşekkil olmadığını, Türkiye ormanlarının içinde veyahut da
civarında takribî olarak 7 500 000-8
000 000 orman köylüsünün yaşadığını, bunların Türkiye ormanları üzerinde
fevkalade olumsuz baskılarının söz konusu olduğunu, bu insanların, Türkiye
ortalamasının -millî gelirde- ancak onda 1'i kadar pay aldıklarını, en yoksul
kesimleri teşkil ettiklerini... 1985 senesinde Türkiyede orman köylerinde
yaşayan nüfus genel nüfusun yüzde 23'üyken, bugün, takribi olarak yüzde 15'ler
civarına düşmüş. Demek ki, orman köylerindeki nüfus hızla azalmaktadır. Peki,
azalan bu nüfus nereye gidiyor; azalan bu nüfus, büyük kentlerin varoşlarına
gidiyor, gecekondulara gidiyor, sağlıksız yerleşim yerlerine gidiyor.
İşte, burada, sosyal
devletin gereği olarak bu soruna çok acil ve ivedi tedbirler almak
mecburiyetimiz vardır. Ülkenin en ciddî sorunlarından birisi olan bu konuda,
İktidar ve muhalefetin, mutlaka ve mutlaka bir uzlaşma anlayışı içerisinde
objektif bir bakış getirmeleri, aklıselimin ve bilimin göstereceği çözüm
noktasında da ittifak etmeleri şarttır. İşte, bugün, huzurlarınıza takdim edilmiş
olan ve değerli sözcü arkadaşlarımızın değerlendirmelerinden gördüğümüz,
edindiğimiz izlenim, iyi bir fotoğraf çekildiği. Çekilen bu fotoğrafta,
sorunlar, hakikaten, tam yerinde ve objektif bir şekilde, hiçbir siyasî
mülahaza olmaksızın ortaya konulmuştur. Burada, muhalefetin ve İktidarın
değerli üyelerine gerçekten teşekkür ediyorum.
Bakın, Cumhuriyet Halk
Partisi Milletvekili arkadaşımız Erdoğan Kaplan'ın, rüsumlarla alakalı bir
değerlendirmesi oldu; dedi ki: "2004 yılında takribî yüzde 50 civarında
rüsumlar artırılmıştır." Yüzde 50 civarında artırılmadı; yüzde 15
civarında artırıldı. Rüsum şudur: Orman köylüsünün zatî ihtiyaç olarak pazara
çıkaracağı ve ormandan kesmiş olduğu emval karşılığında, sterine ödemiş olduğu
bedeldir. Bu ne kadar; geçen sene 9 950 000 liraydı, bu sene, takribî olarak 11
500 000 liradır. Peki, sterine 11 500 000 lira ödemiş; orman köylüsü pazarda
kaça satıyor; şu anda, takribî olarak tonu 120 000 000 liradır. Steri, takribî
olarak 500 kilogram hesap ederseniz, orman köylümüzün, ton başına, neredeyse,
100 000 000 civarında bir kazancı olmaktadır.
Tabiî, kazanç, sadece
bundan ibaret değildir. Bizim, orman köylüsüne mutlaka ve mutlaka kaynak
transferi yapmamız lazım; asgarî hayat standartlarını temin edebilecek şartları
onlara sağlamamız lazım; ama, bütçenin ve ülkenin durumunu da nazarı itibara
aldığımız zaman, bu konuda klasik bütçe imkânlarına dayalı çözümlerin gerçekçi
çözümler olamayacağını, mutlaka ve mutlaka, yeni kaynakların, yeni imkânların
seferber edilmesi gerektiğini, öyle zannediyorum ki, herkes, bizimle birlikte
paylaşacaktır.
Ancak, bu fasılda bir
hususun altını çizmekte fayda görüyorum. Bizim, 2003 yılı içerisinde orman
köylüsüne toplam olarak aktarmış olduğumuz rakam, 598 trilyondur. Bunun
içerisinde, orman köylülerine ferdî kredi olarak vermiş olduğumuz ve bu yıl da
takribî olarak 50 trilyonu bulacak ferdî krediler yoktur. Geçen sene 35 trilyon
civarındaydı, bu sene, bunu 50 trilyonun üzerine taşıyabiliyoruz. Orman
köylüsüne direkt olarak intikal eden bu 598 trilyonluk kaynak şu kalemlerden
oluşmaktadır: Üretim işçiliğinden 222 trilyon; yatırım, ağaçlandırma
çalışmalarından takribî olarak 126 trilyon; yangın ve kadastro işçiliğinden 103
trilyon. Bunları da topladığımız zaman, 598 trilyondur. 7 000 000-7 500 000 orman
köylüsünün almış olduğu bu rakam yeterli midir; elcevap, yeterli değildir;
ancak, ben, bir hususun üzerinde durulmasını faydalı mütalaa ediyorum.
Onbeş gün önce,
Finlandiya'ya, Finlandiya Tarım ve Orman Bakanının konuğu olarak gitmiştim.
Finlandiya'nın orman alanları ile Türkiye'nin orman alanlarını mukayese
ettiğiniz zaman, rakam olarak, hektar olarak karşınıza aynı rakam çıkıyor; ama,
Finlandiya, yılda 15 milyar dolar, sadece ormancılıktan, gelir elde ederken,
Türkiye bunun onda 1'i kadar bile gelir elde edemiyor. Niçin elde edemiyor;
çünkü, Finlandiya'nın ormancılık politikası, anlayışı, tarzı, sistematiği ile
bizim ormancılığımızın bütün anayasal, yasal dayanakları arasında müthiş bir
fark var, 180 derece fark var; çünkü, Finlandiya'da verimli ormanların tamamı
aile işletmelerine veriliyor. Aile işletmeleri, bu verimli ormanlardan bu
üretimi sağlıyor. Verimsiz ormanları devlet alıyor, onları rehabilite ediyor,
verimli hale getirdikten sonra elinde tutmuyor, onları da özel sektöre veriyor.
Bizim ormanlarımızın
yüzde 99,9'u kamunun, devletin. Yaklaşık 200 000 dava dosyası mahkemelerde
derdest. Siz, yıllardan bu tarafa, vatandaşı ile orman idaresini mahkeme
kapılarında süründüre süründüre, dedesinden torununa miras kalan orman davaları
mizah konusu, film konusu, senaryo konusu olurken; biz, burada oturup, bir
araştırma komisyonu raporunu değerlendiriyoruz... Öyle zannediyorum ki,
Türkiye'nin bazı şeyleri değiştirmesi lazım; ama, bizim, bu konuda bazı şeyleri
ortaya koymamızın da, artık, zamanı geldi. Burada, ideolojik kaygıları
"her şey devletin olmalıdır" anlayışını, dünyanın gelmiş olduğu
bugünkü şartlarda, piyasaya ekonomisinin konuşulduğu ortamda özel sektörün
dinamizminden, heyecanından, bilgi birikiminden, her sektörde ve her kesimde
istifade etmek aklın gereği iken, dünyanın gittiği yol iken, biz, hâlâ
ormanlardan üretimi, orman köylüsünün -affedersiniz- mandalarıyla, öküzleriyle
sürütme suretiyle yaparken, dünya fiyatlarıyla mukayese etmek, dünyadaki
gelişmeleri yakalamak imkânı olabilir mi; olamıyor işte! Onun için, Finlandiya
15 milyar dolar alıyor, biz, onun onda 1'ini bile alamıyoruz; çünkü, üretim ve
yönetim tarzını değiştirmemiz lazım. Bugünkü Anayasadaki, bugünkü yasalardaki
mevcut hükümlerle Avrupa Birliğine girmemiz mümkün değildir. Bu, benim şahsımın
değerlendirmesi değildir. Avrupa Birliğinin bu konuyla alakalı yapmış olduğu
değerlendirmeler herkesin malumudur, objektif bir şekilde muhtelif yayın
organlarında da zaten yerini almaktadır.
Şimdi, bizim, 1937
senesinde çıkarılmış olan orman kadastrosuyla ilgili kanun, Türkiye'de beş yıl
içerisinde orman kadastrosunun bitirilmesini amir iken; yani, 1937 -1942
arasında bitecekti; ama, geldik 2004'e... 2004'e geldiğimizde, arkaya dönüp
baktığımızda gördüğümüz nedir; gördüğümüz şudur: Üçte 2'sini ancak
bitirebilmişiz, üçte 1'i duruyor. Peki, ne yapmamız lazım; evet, Hükümet
olarak, Bakanlık olarak programımıza koyduk, gereğini yaptık, 150 tane komisyon
oluşturduk, 2004 ve 2005 yılları için gerekli ödenekleri ayırdık, 2004 ve
2005'te bu işi bitireceğiz; bunun ötesi yok.
Kamuoyunda, elbette ki,
bizim daha önce bu kürsüde sizin huzurunuza getirmiş olduğumuz Anayasanın 169
uncu ve 170 inci maddelerindeki değişikliklerle alakalı olarak birtakım
endişeler ve kaygılar var. Orman kadastrosu bitmiş olsaydı, bu meselelerin çok
daha kolay halledileceğini ben de kabul ediyorum. Keşke bitirilmiş olsaydı;
ama, takdir edersiniz ki, orman kadastrosu teknik bir konudur ve en zor
bölümleri kalmıştır. Bunları iki yıl içerisinde bitirmek hiç de kolay değil;
ama, biz, bugün en ileri teknolojileri (uydu imkânlarını, uçak imkânlarını)
kullanarak bu meseleyi de inşallah çözmüş olacağız.
Burada, bir de, Sayın
Ahmet Küçük Orköyle alakalı 4x50 projesinden bahsetti. Bu, bizim projemiz
değil, Tarım Bakanlığının projesi. Yine, Sayın Küçük "halkı mutlu etmek
istiyoruz" dediler. Elbette ki, burada bulunmamızın sebebi hikmeti odur.
Milletvekili, milletin vekili olarak, elbette ki, halkın isteklerine uygun
hareket etmek, halkı mutlu etmek, devletin çıkarları, milletin çıkarları
doğrultusunda hareket etmek hepimizin görevidir.
İnanıyorum ki, bu konuda
belli bir uzlaşının sağlanması daha bir kolay. Bu araştırma raporunun objektif
değerlendirilmesi yapıldığı zaman, İktidar ve Anamuhalefet milletvekili
arkadaşlarımızın ittifakla yazmış oldukları bu rapor, önümüzdeki süreçte, bizim
de, Türkiye'nin de önünü açacak bir rapor olarak benim tarafımdan algılanıyor;
değerlendirmemiz bu şekildedir. Onun için, değerli arkadaşlarıma gerçekten
teşekkür ediyorum.
Sözlerimi toparlıyorum.
Yine, Türkiye'de, ormanlarla alakalı, Türkiye'nin orman varlığı azalıyor mu,
çoğalıyor mu diye muhtelif platformlarda tartışmalar yapılıyor. Türkiye'nin
orman varlığı azalıyor... Global ısınma, küresel ısınma, küresel ısınmadan
dolayı çölleşme, erozyon; tabiî, bunların tartışılması, bunlara sivil toplumun
katkı koyması, milletvekilinden ülkenin entelektüellerine, yazarlarına,
aydınlarına, herkesin bu konuda endişelerini kamuoyuyla paylaşması, hakikaten
fevkalade önemli adımlardır, fevkalade önemli gelişmelerdir. Bunlar, yapacak
olduğumuz proje ve çalışmalarda, bize güç veriyor, cesaret veriyor. Ancak, şunu
ifade edeyim, Türkiye, dünyada, son otuz yıl içerisinde orman varlığını
geliştiren nadir ülkelerden birisidir. FAO'nun rakamları...
Şimdi, burada, çok enteresan
bir şeyi daha ifade etmek istiyorum. Sinop, Kastamonu, Muğla, yani, orman
varlığının yoğun olduğu illerden büyük kentlere yaşanmış olan göçler
neticesinde, pek çok orman köyü, oralardaki tarlalar, bağlar, bostanlar, bugün
artık orman haline gelmiştir.
Şimdi, şu kadastro
çalışmasını bitirdiğimiz zaman, Bakanlıktaki uzman arkadaşlarımızla yapmış
olduğumuz değerlendirmede, orman varlığı -Türkiye'nin orman varlığı yüzde 27
olarak gözüküyor ya; bu, global bir değerlendirmedir, takribi bir ifadedir-
yaklaşık olarak yüzde 30'ları bulacaktır.
Son otuz yıl içerisinde,
Türkiye, orman varlığını 500 000 hektar artırmıştır. Geçen sene 110 000 hektar
yeni orman diktik, bu sene, bu, 120 000 hektarın üzerine çıkıyor. Bu, elbette
ki, Türkiye'de yapılabilecek olan çalışmalar noktasında, bizim, imkânlar
ölçüsünde yapabildiğimiz, gerçekleştirebildiğimiz bir çalışma; ama,
zannediyorum, şu rakamları bilmekte de fayda var: Türkiye'de, 1992 ile 2002
yılları arasında, ortalama yıllık 35 000 ilâ 40 000 hektarlık yeni orman alanı
üretilebilmiştir. Biz, iki yıl içerisinde, bunu, yaklaşık olarak, 230 000-240
000 hektara taşıdık. Bunu yaparken, 120 000, 130 000, 150 000 hektara doğru
yürürken, bunun daha fazlasını yapmak için ne olması lazım; kaynak olması
lazım. Burada, bu turizm tesislerine tahsis edilen arazilerden, tahsis
bedelinin yanında, bir de, Orköy Destekleme Fonu adı altında bir pay daha
alıyoruz. Biz, uzun yıllardan bu tarafa, bu konuda, savsaklanmış ve tahsil
edilememiş fonların olduğunu, yaptığımız çalışmalarda gördük. Buradan, şu anda,
takribî olarak, bir 13 trilyonluk rakam daha alacağız. Bu 13 trilyonluk rakamı
ne yapacağız; bunu, direkt olarak, işte, orman köylüsünün ferdî kredilerle
desteklenmesi, kalkınması yönünde kullanacağız. Ancak, şunu söyleyeyim:
Türkiye'nin, ormancılık politikasında, 7 500 000-8 000 000 orman köylüsü
ormanlarda yaşamaya devam ettiği müddetçe, bu alanda istediği ileri adımları
atması ve de başarılı olması mümkün değildir.
Bu orman köylülerini,
insanca yaşayabilecek oldukları, 6831 sayılı Orman Kanununun 2/A maddesine
göre, yani, 2/A alanlarına taşıyarak onlara yeni bir hayat sunmamız lazım,
onları hayata yeniden başlatmamız lazım. Onları ayaklarının üzerinde durması
için, onlara yeni iş imkânları, mutlaka ve mutlaka, oluşturmamız lazım. Onlar,
aile tipi işletmelerle, küçük atölyelerle, ferdî krediler noktasında
destekleyerek, onların, mutlaka ve mutlaka, kentlerin, büyük kentlerin
etrafındaki varoşlara kümelenmiş insanlar, sefaletin üyesi insanlar olması
değil, üreterek, çocuklarının karınlarını doyuran, ülke ekonomisine de katkıda
bulunan insanlar olmanın mutluluğunu yaşayan insanlarımızdan birileri
olmalarını arzu ediyoruz. Bu konuda önümüzdeki günlerde atacağımız adımlarda,
değerli milletvekillerimizin, İktidar ve muhalefet olarak, bize verecekleri
katkılara şimdiden teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Son konuşmacı, şahsı
adına, Giresun Milletvekili Sayın Mehmet Işık; buyurun. (Alkışlar)
MEHMET IŞIK (Giresun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; orman köylülerinin sorunlarının
araştırılması ve çözüm önerileriyle ilgili olarak kurulan Meclis Araştırması
Komisyonumuzun raporu hakkında şahsî görüşlerimi belirtmek istiyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Burada, söze başlamadan
önce, hak etmediğim kadar iltifatta bulunan Komisyon Başkanımız Nusret Beye
teşekkür ediyorum.
Yalnız, bir konuyu da
konuşmadan geçemeyeceğim. Biz, komisyon olarak, Nusret Beyin Başkanlığında,
gayet huzurlu, fedakâr, özverili ve onun sağladığı olanaklarla fevkalade iyi
şartlarda çalıştık. Sabah gün doğarken yola çıktık, gece yarılarına kadar
çalıştık, hatta buzların üzerinde, zincir takma noktasına kadar giderek,
çalışma yaptık. Bu, büyük bir huzurun sağlanmasıyla oldu, bir ekip çalışmasıydı
ve bunu sağlayan da, bizim, Değerli Başkanımız Nusret Beydi. Arkadaşlarım adına
da, burada, bu vesileyle, huzurunuzda teşekkür etme ihtiyacı duyuyorum.
Değerli milletvekilleri,
hepimizin bildiği gibi, 20 000 civarında orman köyümüz var; bunun 13 000 kadarı
orman kenarı köyler, 7 000 kadarı da ormaniçi köylerdir. Sorun, daha çok
ormaniçi köylerden kaynaklanıyor. Yani, orman kenarı köyler, çoğu zaman,
tarımda yeterli araziye sahip, üretim yapılabilen topraklara sahip köylerdir.
Ormaniçi köyler ise, tamamen sarp arazide, verimsiz, genişletilemeyen,
genişletildiği takdirde ormana zarar veren köylerdir; onu, bir defa birbirinden
ayırmak lazım. Sorunu 7 000 köyün üzerinde yoğunlaştırırsak ve çözümleri de
onun üzerinde yoğunlaştırırsak, bazı çözümlerin beraberinde yapılması mümkün.
Bu köyler, özellikle
orman içinde yaşayan köyler, çoğu zaman birbirine çok uzak, 15-20 kilometre
mesafelerde bulunan mahallelerden oluşan, dağınık, yerleşik, arazisi tamamen
meyilli, hayvancılığa elverişli olmayan, merası bulunmayan, sulanacak arazisi
bulunmayan köyler. Bunlara eğitim, sağlık, su, elektrik, telefon götürmek çok
masraflı ve yapılamamış bugüne kadar, sorun da buradan kaynaklanıyor. Şimdi
"geçmişte şu kadar az hizmet yapıldı, buralara götürülmedi, bu yüzden bu
insanlar bu noktada" tarzında tartışmalara girmekte fayda görmüyorum.
Durum bu; köylülerimiz, 50 ile 300 dolar arasında fert başına düşen gelirle
yaşamak mecburiyetinde bırakılmış, bu yoksulluk beraberinde orman üzerindeki
baskıları artırmış; ne ormanı koruyabilmişiz ne insanımızı orada mutlu
edebilmişiz. Sorun burada. Bu komisyon da buna çözüm bulmak için çalıştı, bu
bakış açısıyla çalıştı ve tahmin ediyorum, bazı arkadaşlarımız yeterli bulmasa
da, özveriyle ve zamanı en iyi kullanarak çalıştı.
Anayasamızın 169 uncu ve
170 inci maddeleri, orman köylülerinin kalkındırılmasını devletimize görev
olarak vermiştir. Diğer bakanlıklar yanında, bu görevin aslî yürütücüsünün
Orman Bakanlığı olması lazım gelir; ancak, Sayın Bakanla, ben, pek ormancılık
politikası konusunda anlaşamıyorum, onu da açıkça söyleyeyim; farklı bakıyoruz
meselelere. Nitekim, işte, kızılağaçtı, 17 nci maddede yapılmak istenen
değişiklikti, 2/B maddesi uygulamalarıydı; bunlar, bana şahsen -şahsım adına
konuştuğum için şahsen diyorum- ters gelen, pek içime sindiremediğim, ormana
zarar vereceğini düşündüğüm yaklaşımlar.
Ancak, beni üzen bir
konuyu da burada belirtmek istiyorum. Araziden geldikten sonra, komisyon
toplantısı yaptık. Sayın Başkanımız, Orman Bakanından bir randevu alıp, bizi
Sayın Bakana götürecekti; bu sorunları bizzat kendisiyle de görüşerek anlatmak
istemiştik. Zannediyorum, bu randevu sağlanamadı. Sayın Bakan, çok önemli
işleri olması dolayısıyla olacak, ikibuçuk aydır bir randevu veremedi ve Sayın
Başkan bizi oraya götüremedi. Bunu da, burada sitem olarak iletmek istiyorum;
ama, Başkanımızdan kaynaklanan bir sorun olmadığını da biliyorum.
Yasalara göre, ormaniçi
ve orman kenarındaki köyler orman köyleri olarak tarif ediliyor; ancak, orman
köylüsü denilince genel bir tanım yapılmakta. Sanki hepsi aynı şartları
taşıyormuş gibi, aynı ekonomik durumdaymış gibi bir mütalaayla orman köylerine
yaklaşılıyor. Orman köylerinin içerisinde 50 ilâ 200-300 dolar gelirle yaşamak
mecburiyetinde olan köylüler olduğu gibi, seracılığa başlamış, hayvancılığı
gelişmiş, yeterli toprağa sahip orman köyleri de var, bilhassa bitişik
köylerde. O bakımdan, orman köylerini incelerken öncelikle ve ivedilikle orman
köylerinin ekonomik bakımdan sınıflandırılmasının yapılması gerektiğini
düşünüyorum, ekonomik durumuna göre yeniden bir tasnife tabi tutulmalıdır. Bu
tasnif üç şekle bağlanır:
Devlet desteğiyle,
kredilerle, eğitimle yerinde kalkındırılabilecek köyler.
İkincisi, zaten kalkınmış
köyler. Biraz önce konuşan arkadaşlarımız örnek verdiler -onu, biraz sonra
vereceğim bir örnekle ben de destekleyeceğim- kalkınmış, ekonomisi düzelmiş;
ama, statüsü orman köyü olan köyler.
Bir de, ne yaparsanız
yapın, içinde bulunduğu şartlarda yerinde kalkınması mümkün olmayan, devletin
götürdüğü yatırımların da pek fayda sağlamadığı, dağınık olduğu, verimsiz olan
köyler. O halde, orman köylerini yeniden bir sınıflandırmaya tabi tutup, neler
yapılabileceğini ona göre tespit etmek gerekiyor.
Sayın Başkan izah etti,
orman köyleriyle ilgili olarak çalışmaya başlamadan önce, Ankara'da bu işle
ilgilenen tüm resmî ve özel kurumları, sözü olacak herkesi dinledik ve bu
birikimlerle araziye gittik. Araziye giderken, araştırmamızda, ormanların yoğun
olduğu ve kendine özgü şartları taşıyan bölgeleri ayırdık. Buralar, Akdeniz
Bölgesi, İstanbul ve Trakya yöresi -tabiî, Muğla da dahil- Doğu Karadeniz
Bölgesi, Bolu ve Adapazarı idi. Bunlar, ayrı coğrafî şartlarda, arazi yapıları
ve yerleşim şekilleri farklı olan bölgelerdi. Bu bölgelere bizzat giderek -ama,
köylere, en ücra köylere giderek- sorunları yerinde gördük, dinledik ve buna
göre bu raporu tanzim ettik; ancak, özellikle Trakya yöresinde yeterli arazinin
mevcut olduğunu, köylerin, kredilerle, yerinde kalkınabileceğini tespit ettik;
onlar, eğitimle, desteklerle ve altyapı hizmetleriyle yerinde kalkındırılabilir.
Akdeniz Bölgesinde,
sahile yakın orman köyleri seracılığa başlamış. Bu bölgede, ekonomik bakımdan,
artık, belli bir seviyenin, hatta, Türkiye ortalamasının üzerine çıkmış yöreler
de var; ama, bu yörelerde sera kurulan araziler de, hazineye ait araziler veya
orman arazisi. Şu anda kurmaya devam ediyorlar. 2 dönüm seradan da 20-30 milyar
lira gelir sağladıklarını söylediler.
Buradan başka bir noktaya
geleceğim; onun için, bunları, önce, bilgi olarak sunuyorum.
Karadeniz Bölgesinde ve
Akdeniz Bölgesinin yüksek kesimlerindeki köylerinde çok büyük bir sefalet var,
açlık var. Gerçekten, buralarda yaşayan insanların, bugüne kadar, devlet
nimetlerinden faydalanamamış olmasını, devletin onlara elini uzatamamasını,
Türkiye Cumhuriyetinin bir eksiliği olarak burada belirtmek istiyorum.
Orman köylerinin
durumlarına göre sınıflandırması yapıldıktan sonra, ikinci önemli sorun...
Sayın Başkan, zaman da
azalıyor galiba. O zaman, kısa keseyim.
Derhal orman kadastrosu
bitirilmeli, 2/B uygulamaları netleştirilmeli, 2/A bölgeleri; yani, köylerin
taşınacağı tarıma elverişli topraklar tespit edilmeli, o yüksek dağ köylerinin;
yani, yerinde kalkındırılması mümkün olmayan köyler süratle aşağı çekilerek
verimli topraklara yerleştirilmeli.
Şimdi, Sayın Bakan diyecek
ki, parayı nereden bulacağız, kaynak yok. 2/B maddesinden gelen paralar burada
toplanmalı; bu paralar, kadastro için, ağaçlandırma için, köylerin
kalkındırılması için, köylerin kalkındırılıp başka yerlere yerleştirilmesi için
kullanılmalı. Bunun da yasal dayanağı bu Meclisten alınmalıdır. Bunun dışında,
özellikle fakir, yoksul köylülerin 2/B maddesiyle sahip olduğu, halen
kullandığı yerlerinden de para almamak şartıyla söylüyorum bu sözümü. Derhal
tabiî; yasa gereği de o.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MEHMET IŞIK (Devamla) -
Sayın Başkanım, teşekkür için 1 dakika eksüre istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Işık.
MEHMET IŞIK (Devamla) -
Boşaltılan köyler de süratle ağaçlandırılmalı ve yeni orman alanları da böylece
kazanılmalı. Hem orman kurtarılmalı, orman üzerindeki baskı kaldırılmalı hem de
yeni orman alanları kazanılmalıdır.
Bu komisyonun, ben içinde
olduğum için söylemiyorum, gerçekten büyük bir özveriyle çalıştığını,
önerilerinin gerçekçi olduğunu, uygulanabilir olduğunu; ama, işin zor olduğunu,
yürek istediğini, cesaret istediğini, soluk istediğini, uzun vadeli bu
çalışmanın planlanıp havza bazında planlanıp, uygulanması halinde bu sorunun,
orman üzerindeki köylülerin baskı sorununun ve orman köylülerinin yaşam
sorununun biteceğine inanıyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Işık.
Sayın milletvekilleri,
orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak orman köylerinin kaldırılması
için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci ve
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/69, 118) esas
numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşme
tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, 2
nci sıraya alınan, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve
yer seçimleri süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin
araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/29, 31) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunun 297 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmelere başlayacağız.
2. - Samsun
Milletvekili Haluk Koç ve 24 milletvekili ile Samsun Milletvekili Cemal Demir
ve 23 milletvekilinin, Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve
yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin
araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve
Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/29,31) (S. Sayısı: 297)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Hükümet?.. Yok.
Sayın milletvekilleri,
süremizin daralması nedeniyle "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" ile
alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 2
Haziran 2004 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 18.52