DÖNEM
: 22 CİLT : 47 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
78 inci Birleşim
23 Nisan 2004 Cuma
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1. - Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in
Genel Kurulu teşrifleri
2. - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
kuruluşunun 84 üncü yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının
kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri
III. -
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2154)
2. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
EGO Genel Müdürlüğünün hurda malzeme satışı ile ilgili iddialara ilişkin sorusu
ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/2191)
3. - Antalya
Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Düzce'deki üniversite binalarına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2211)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı.
İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa
Elekdağ,
Hatay Milletvekili Fuat Geçen,
Ermeni Devletinin ve Ermeni diasporasının,
Türkiye'nin, dünyaya Ermenilere soykırım uygulamış bir Müslüman ülke olarak
tanıtılması iddialarına, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin, Avrupa Birliği
Avrupa Parlamentosunun ve Amerikan Kongresinin Türkiye'yi asılsız Ermeni
soykırımıyla suçlayan iddialarının arkasında yatan gerçeklere, bu konuda
alınması gereken önlemlere ve asılsız Ermeni soykırımı iddiasıyla ilgili karar
çıkaran parlamentoları kınadıklarına;
Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar,
Kıbrıs'taki son gelişmelere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde çıkarılmak
istenen ve son anda veto edilen kararın arkasında yatan gerçeklere, Annan
Planıyla ilgili yapılacak referanduma, planın Kıbrıs ve Türkiye için
sonuçlarına ve asılsız Ermeni soykırımı iddialarına;
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Ankara Milletvekili Muzaffer R.
Kurtulmuşoğlu'nun (6/751) ve (6/752) esas numaralı sözlü sorularını geri
aldığına ilişkin önergesi okundu, soruların geri verildiği bildirildi.
(9/4, 7) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; daha önce
verilen 2 aylık çalışma süresini doldurması nedeniyle, İçtüzüğün 110 uncu
maddesine göre, Komisyona 2 aylık kesin süre verildiği açıklandı.
Genel Kurulun 26
Nisan 2004 Pazartesi günü saat 15.00 - 19.00 saatleri arasında çalışmasına ve
bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin AK Parti
Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk
Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146),
2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523)
(S. Sayısı: 152),
3 üncü sırasında bulunan Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305),
Görüşmeleri, daha önce geri alınan
maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden,
4 üncü sırasında bulunan, Kamu Yönetiminin
Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/731)
(S. Sayısı: 349) görüşmeleri, ilgili Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından,
Ertelendi.
5 inci sırasında bulunan, Entegre Devre
Topoğrafyalarının Korunması Hakkında Kanun Tasarısının (1/695) (S. Sayısı: 416)
görüşmelerini müteakiben, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
Alınan karar gereğince, 23 Nisan 2004 Cuma
günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.04'te son verildi.
|
Yılmaz Ateş |
|
|
Başkanvekili |
|
|
Suat Kılıç |
Türkân Miçooğulları |
|
Samsun |
İzmir |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
BİRİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 14.00
23 Nisan
2004 Cuma
BAŞKAN:
Bülent ARINÇ
KÂTİP
ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
78 inci Birleşimini açıyorum.
(İstiklal Marşı)
II. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) ÇEŞİTLİ
İŞLER
1. -
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Genel Kurulu teşrifleri
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın
Cumhurbaşkanımız, dinleyici locasındaki yerlerini alarak, Yüce Meclisimizi
onurlandırmışlardır; kendilerine, Yüce Heyetiniz adına "Hoşgeldiniz"
diyorum. (Alkışlar)
2. -
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 84 üncü yıldönümünün ve Ulusal
Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi
görüşmeleri
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
gündemimize göre, Genel Kurulun 14.4.2004 tarihli 73 üncü Birleşiminde alınan
karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 84 üncü
yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem
ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapacağımız görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, bugün Millî
Egemenlik Haftasının en önemli gününde, halk iradesinin ülke yönetimine geçtiği
23 Nisanda bayramımızı coşkuyla kutluyoruz.
Halk egemenliğinin temsil edildiği
Meclisimiz 84 yaşına girdi. Allah'tan daha nice 84 yıl, millî egemenliğimizi
özgürce kutlamayı diliyorum.
Seksendört yıl önce, vefakâr Anadolu
çocuklarının bütün zor şartlara rağmen açtıkları Meclisimiz, bugün, onların
bize çizdiği yolda, emin adımlarla büyük Türkiye hayalimizi gerçekleştirmek
için çalışıyor.
Aradan geçen seksendört yılda, dünya
inanılmaz bir hızla değişmiş, Türkiye bu büyük değişime ayak uydurmak için var
gücüyle çalışmıştır.
Dünyada siyasetin ve ekonomik ilişkilerin
tümünde oldukça radikal değişimler yaşanmıştır. seksendört yıl önce dünya
siyaset sisteminde baş gösteren egemenlik krizleri, büyük savaşları beraberinde
getirmiş ve insanlık, tarihinin en ciddî acılarını yaşamıştır.
Yirmibeş yıl arayla yaşanan iki büyük
dünya savaşı, insanlığın erdemli yanından çok şey götürmüş, temel insan
haklarını neredeyse bitirmiştir.
İnsanlık, kendi türünü yok etmek için hiç
bu kadar acımasız ve hiç bu kadar insafsız olmamıştır.
Savaşlar sonrasında hem siyasetin
aktörleri, hem de siyaset bilimciler ortak bir noktada birleşmişlerdir.
İnsanoğlunun savaşarak elde ettiğini
düşündüğü egemenlik, aslında, bir başka halkın egemenliğinin gasbından başka
bir şey değildir.
Birinci Dünya Savaşına girmemek için direnen
Amerika Birleşik Devletlerinin Başkanı Wilson, o dönemde bütün dünyaya şu
soruyu sordu: "Dünyanın gelecekteki barışı ve politikası şu soruya
dayanıyor: Şimdiki savaş, adil ve güvenli bir barış için mi, yoksa, yeni bir
güç dengesi için mi yapılıyor?"
Wilson, bağımsızlık için de o yıllarda
şöyle dedi: "Kişisel özgürlük ve serbest ulusal gelişme konularındaki
içtenliğimizi, yalnızca bizi etkileyen olaylara ve ilişkilere ayırmıyoruz.
Bunu, dünyanın her yerindeki bağımsızlığın ve doğruluğun engebeli yollarında
yürümeye çalışan insanlar için hissediyoruz."
Daha sonra, Wilson Prensipleri olarak da
tarihe geçen bu düşünceler, bağımsızlığımız için savaşan Büyük Millet
Meclisimizin fertleri arasında da yankı bulmuş ve halkların kendi kaderlerine
hükmetmesi gerektiği inancını pekiştirmiştir. Ayrıca, Wilson'ın barışçı
mesajlarına, Ankara'da Gazi Mustafa Kemal ünlü vecizesiyle destek verdi:
"Yurtta sulh, cihanda sulh."
Saygıdeğer dinleyenler, halk egemenlikleri
kavramı, Birinci Dünya Savaşından çok önce, Aristo'dan Rousseau'ya, İbn-i
Haldun'dan bugünkü aydınlarımıza kadar, derin kavramsal tartışmalar içerisinde
yoğruldu. Ancak, siyaset, bu bilge insanların fikirlerinden çok, kendi
kurallarına göre yönünü hep bulmaya çalıştı. Wilson'ın sözünden sonra,
insanlık, adil ve güvenli bir barış için değil, hep yeni güç dengeleri için
savaştı durdu.
Bugün, dünya, halk egemenliği konusunda
iki kutba ayrılmıştır: Artık, halkı yok sayarak bir yönetim sisteminin
kurulamayacağını anlayan ve siyasal düzenlerini buna göre dizayn eden
özgürlükçü devletler ile hâlâ halkın varlığını hiçe sayarak elit ve ayrıcalıklı
sınıflar için egemenlik alanlarını düzenleyen totaliter ülkeler.
Bize göre, Türkiye, 23 Nisan 1920'de
kararını vermiştir ve hangi grupta yer alacağını ilan etmiştir.
Bugün Meclisimizin her köşesinde yazan
"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözü, Gazi Mustafa Kemal
tarafından sarf edildiğinde, dünyada henüz halkın varlığını ve iradesini kabul
etmeyen yüzlerce totaliter devlet vardı.
Yüce Meclisimizin değerli üyeleri, seksendört
yıl önce halktan yana tavır alan, halk iradesini baş tacı eden bir Meclisin
yönettiği ülkede, bugün halk iradesinin siyasete yansıması açısından hâlâ ideal
düzeyde değiliz. Bunun sebebini kendimize sormalıyız. seksendört yıl önce
canlarını feda ederek bize cumhuriyeti hediye eden ilk milletvekillerinin
değerli hatıraları için bu soruyu sormalıyız bir kere: Bize emanet edilen halk
iradesinin hâkimiyetini bugün ne kadar daha ileri götürdük?
Seksendört yıl boyunca, kısmen
cumhuriyetimizin gücünü ve halkın egemenlik alanını genişlettiğimiz doğrudur;
ancak, değişen dünya koşulları ve medeniyet düzeyi, olmamız gereken yerde
bulunmadığımızı gösteriyor. Burada, halen totaliter sistemlerle yönetilen
ülkelerle kendimizi kıyaslamamızın, biraz, geçici avunma olacağını düşünüyorum.
Evet, Türkiye'nin, yüzümüzü Doğu'ya
çevirdiğimizde birçok ülkeden daha çok özgürlükçü, daha çok millî egemenliğe
kıymet veren bir ülke olduğu anlaşılıyor; ancak, yüzümüzü Batı'ya
çevirdiğimizde, daha az demokrasiyle yönetildiğimizi görüyoruz. Oysa
cumhuriyeti kuran millî iradenin hayali bu değildi. Onlar, geleceğimizi daha
çok parlak ve daha çok özgür hayal ediyorlardı.
Demokrasi, cumhuriyetimizi
taçlandıracağımız en ideal yoldu; ama, biz, nedense, çok zorlanarak ve
kendimizi sınırlayarak demokrasiyi tam anlamıyla cumhuriyetin tacı yapamadık.
Sayın milletvekilleri, değişen dünya
koşullarına rağmen, Türkiye, yıllarca içe kapanık bir yönetim sergiledi, daha
fazla kendi içsel sorunlarıyla ve daha fazla içpolitik çekişmelerle uğraştı.
Enerjimiz, kendi içimizdeki sorunlara
tüketildi ve hızla ilerleyen medeniyet trenine yetişmemiz çok zorlaştı.
Kanaatimce, değişen dünyayı anlamakta zorlanan bir Türkiye, cumhuriyeti de,
demokrasiyle taçlandırmakta zorlanmıştır.
Burada, demokratikleşme sorununun bir
suçlusunu aramak niyetinde değilim.
Hepimiz, dünya görüşü, siyasî anlayışı,
etnik kökeni ne olursa olsun, kendi mutluluğumuz ve huzurumuz için, daha iyi
bir Türkiye için yeterince çalışmadık; yeterince birbirimizi anlamaya
uğraşmadık.
Uzun yıllar, Türkiye'de insanlar
birbirleriyle konuşmak yerine, ideolojik sembollerle karşısındakini mahkûm
etmeye çalıştı.
Oysa dünya, sözün ötesinde insanlık
tarihinin en ciddî sıçramalarını yapıyor. Biz ise onları yakalamak bir kenara,
takip etmekte bile güçlük çekiyoruz. Tıpkı ikiyüz yıl önce olduğu gibi, değişen
dünyayı anlamakta ve entegrasyonda sorunlar yaşıyoruz.
Ancak, bugün kendi içpolitik
kargaşalarımızla kaybedeceğimiz bir yıl, ikiyüz yıl öncekilere benzemiyor.
Bugünün bir yılı, geçmişin yirmi yılına, belki de otuz yılına bedeldir.
Ne gariptir ki, sahip olduğumuz birçok
değer, bulunduğumuz noktadan çok daha ileri olmamızı gerektirmektedir. Dünyada
çok az ülke, bizim sahip olduğumuz kültürel değerler, yeraltı zenginlikleri ve
medeniyet geçmişine sahiptir. Ne yazık ki yine dünyada çok az ülke, tüm bu
değerlerine rağmen kendini böylesine içine kapamış ve kendi kendine gelişimini
engellemiştir.
Saygıdeğer konuklar, yapacağımız bir
atılımın bizi tüm dünyada nasıl inanılmaz bir çekim alanı haline getireceğini
örneklerle açıklamak istiyorum.
Birinci yasama yılında hükümetin Meclise
sunduğu ve Meclisimizde tüm milletvekillerimizin rekor düzeyde katılımıyla
kabul edilen Avrupa Birliği uyum yasaları, Avrupa Parlamentosu Başkanı Sayın
Pat Cox'un deyimiyle "son kırk yılın devrim niteliğindeki
yasalarıydı."
Gerçekten de bu reformlar, tam anlamıyla,
Türkiye'yi bambaşka bir kimliğe bürümüş ve bir çekim alanı haline getirmiştir.
Bu yasaların çıkmasından bu yana, yani,
bir yıldan daha fazla bir zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisini, 13 devlet
başkanı ve cumhurbaşkanı, 12 meclis başkanı, 12 başbakan; grup ve
komisyonlarımızı 320 uluslararası heyet ziyaret etti. Bu zaman zarfında, geliş
ve gidiş olmak üzere, yaklaşık 650 uluslararası temas kuruldu. Neredeyse her gün
bir yabacı heyet bize geldi ya da biz onları ziyaret ettik. Her ziyarette
ülkemizi anlattık ve büyük bir kamuoyu oluşturduk. Bu rakamlar ve temaslar,
seksendört yılda kırılan uluslararası bir diplomasi rekorunu göstermektedir.
Peki, doğudan batıya, Türkiye'yi tüm
dünyanın ilgi odağı haline getiren şey nedir? Kanaatimce cevap şudur:
Reformlarıyla özgürleşen, özgürleştikçe kendine güveni artan, kendine güveni
arttıkça dünya sahnesinde daha etkin olan bir Türkiye, yeni başlayan yüzyılın
parlayan yıldızı olmaya adaydır.
Değerli dinleyenler, parlayan yıldızın
mimarları, devletimizin tüm organlarıdır. Başarı, birbiriyle uyum içinde
çalışan devlet organları sayesinde daha da artacaktır. Türkiye, yeni yön
arayışında olan dünya siyasetinde kendine hak ettiği yeri alacaktır. Bunun
için, kendi iç uyumumuzu sağlamamız, başarımız için birinci derecede rol
oynayacaktır.
Enerjimizi, artık anlamını yitirmiş
içpolitik sorunlara değil, değişen dünyanın yeni yıldızı olmak için
harcamalıyız. Enerjimizi buraya harcamalıyız; çünkü, dünya, geçen yüzyıla
oranla daha büyük bir istekle yeni oluşumlar ve değişimler içindedir. Önceki
yüzyılda kaçırdığımız fırsatları bu yüzyılda da kaçırırsak, bu kez daha
şiddetli bir kaos yaşayacağımız aşikârdır.
Son ikiyüz yılımızın en ciddî modernleşme
projesi olan Avrupa Birliği üyeliği, kaçırılmaması gereken fırsatların başında
gelmektedir. Bu yılın sonunda tartışma masasına yatırılacak olan üyelik
statümüz için sadece sekiz ay kaldı. Bu sekiz ay, Türkiye'nin dünya
sahnesindeki konumunu belirleyecek, nicelik olarak çok kısa, nitelik olarak çok
önemli bir tarihî kesittir. Eğer, bizler, bu sekiz ayı yine anlamsız içpolitik
sorunlarla kaybedersek, bunun, geçmişin kaç yılına karşılık geleceğini tahmin
etmek bile zordur. Bu durumda, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini önemseyen
devletin bütün organları, sekiz aylık sürede daha çok açılım sağlamak için bir
arada çaba göstermelidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu ortak
çalışma sistemi için, bu yıl yeni bir uygulama başlatmış ve parlamenter
diplomasi atağına geçmiştir. Meclis Başkanlığımız, komisyonlar ve
milletvekillerimiz, Türkiye'nin tüm dünyaya tanıtımı ve Avrupa Birliği üyeliği
için, âdeta, bir arı gibi çalışmıştır ve çalışmaktadır. Bu çalışmalar
süresince, Dışişleri Bakanlığıyla koordinasyon kurulmuş ve dünyanın her yanına
giden milletvekillerimiz, ortak bir siyaset dili kullanmış, ortak amaçlar ve
hedefler için çaba harcamıştır.
Hindistan'dan Lüksemburg'a, Ukrayna'dan
Suriye'ye, Avusturya'ya, Macaristan'a kadar ilişki kurulan tüm ülkelerle, parlamenter
diplomasinin gereği olarak güçlü iletişim ağları kurulmuştur. Bu ülkelerde,
reformlarımızdan hayranlıkla bahsedilmiş, tüm ülkelere, Türkiye'nin değişen
yüzü ve vizyonu tanıtılmıştır.
Bu çabaların, Türkiye'nın dışpolitikasına
büyük katkı sağladığı aşikârdır. Dışişleri bürokratlarımız tüm temaslarımızda
aktif rol oynamış ve dışa karşı ortak bir politika sunulmuştur.
Hükümetimiz de, bizzat yönettiği
dışpolitikalar konusunda, sürekli olarak Meclisimizi bilgilendirmiştir. Kimi
zaman bizzat burada, Genel Kurulda, kimi zaman Meclis adına Başkanlığımıza
bilgi sunulmuş, ortak dil ve ortak çalışma adına güçlü bir diyalog zemini
oluşturulmuştur.
Bu ortak çalışma ağına, Sayın
Cumhurbaşkanımız da bizzat katılmış, Parlamentomuzun konuğu olarak ülkemize
gelen meclis başkanlarının neredeyse tümünü kabul ederek, devletimizin temsil
makamı olarak güçlü mesajlar vermiştir.
Tüm bu ortak çalışmalar, katlanarak
büyüyen bir hızla, uluslararası diplomaside, bize pozitif bir enerji olarak
geri dönmüştür. Kendi içimizde yarattığımız bu güçlü enerji sayesinde, kısa bir
süre önce Avrupa Birliği üyeliğimize karşı çıkan ülkeler, bugün üyeliğimizi
destekler duruma gelmişlerdir.
Saygıdeğer konuklar, demek ki, devletin
organları içindeki uyum gücümüzü ve hızımızı artırmaktadır. Ülkemizin kalbi,
halkın temsil makamı ve millî iradenin kullanıldığı tek çatı olan Türkiye Büyük
Millet Meclisi etrafında -tıpkı seksendört yıl önce olduğu gibi- kenetlenmenin,
Türkiye'nin önünü açacak çok önemli atılım olacağı kanaatindeyim. Zira, millî iradenin
gücünü artırmak demokrasimizi güçlendirecek, güçlü bir demokrasi ise ülkemizin
etkinliğini çoğaltacak ve halkımızın mutluluğunu sağlayacaktır. Saygın ve
itibarlı bir Meclisle yol alan Türkiye, yeni yüzyılın parlayan yıldızı olmak
için hiçbir engel tanımayacaktır.
Siz değerli milletvekillerimizin bu
süreçte hayatî rol oynadığının bir kez daha altını çizmek istiyorum. En başta
yasama ve denetim faaliyetlerinde büyük bir performans gösterdiniz. Toplumun
sorunlarını, tarım alanlarından sokak çocuklarının sorunlarına kadar araştırma
komisyonlarında gündeme alarak, Meclisimizin ülke sorunlarına gösterdiği
duyarlılığı ortaya koydunuz. Türkiye'nin en ciddî problemi olan yolsuzluklar
konusunda gösterilen duyarlılıklar da en dikkate değer çalışmaydı.
Öte yandan, temsil ettiğiniz Yüce Milletin
iradesi sizlerin eliyle ülke yönetimine yansımakta, bir anlamda, egemenlik
hakkı sizler eliyle sisteme dahil olmaktadır. Egemenlik hakkını kullanmak,
ülkenin geleceğine hükmetmektir. Bu nedenle, varlığınızın ne büyük bir anlam
ifade ettiğini, ne denli saygın bir makamda bulunduğunuzu hatırlatmama gerek
olmadığını düşünüyorum. Zira, sizler, gösterdiğiniz olgunluk, davranış ve
çalışma temposuyla, bu Meclisin saygınlığını, itibarını her geçen gün
yükseltmektesiniz. Yapılan tüm anketlerde bu davranışlarınız ve tutumunuzun
halkımızda ne denli büyük bir kabul gördüğü, en güvenilir kurumlar
sıralamasında yüksek sıralara çıkmamızdan anlaşılmaktadır.
Bu arada, en insanî sorunlarımızda, en
zayıf noktalarımıza dokunulsa bile, hepimizin, başta kendim olmak üzere, bu
saygınlığa gölge düşürecek davranışlardan kaçınması gerekir. Zira, Meclisin
itibarı, hepimizin kişisel önceliklerinden daha kıymetlidir.
Saygıdeğer milletvekilleri, değerli
dinleyenler; yarın kardeşlerimizin yaşadığı Kıbrıs'ta halk iradesinin tecelli
etmesine şahit olacağız. Kıbrıslı Türk kardeşlerimiz, belki de tarihî
geçmişlerinin en önemli dönemecindeler. Yarın, yaşamlarına bundan sonra nasıl
devam edeceklerine karar verecekler.
Kıbrıslı kardeşlerimizin kendi oylarıyla
kendi geleceklerine hükmetmeleri demokrasi açısından bir kazanımdır. Hür
iradeleriyle, hür fikirleriyle, nasıl bir gelecekte yaşamak istediklerine karar
verecek Kıbrıs Türk toplumunun, en doğru tercihi yapacağına inanıyorum.
Türkiye, Kıbrıs sürecinde üzerine düşen
her şeyi yapmıştır. Gücü ve imkânları nispetinde uluslararası diplomaside
yapılan girişimlerin gelinen noktada başarı olduğu kanaatindeyim. Kıbrıs
konusunda Meclisimiz, hükümetimiz ve devletimizin tüm organları sorumluluk
bilinci içinde üzerine düşen görevleri tamamlamıştır. Artık, her şey Kıbrıslı
soydaşlarımızın vereceği karara bağlıdır.
Herkesin, yarın yapılacak referandumdan ne
çıkarsa çıksın, sonucu saygıyla ve olgunlukla karşılaması gerekir. Zira bu,
halkın kararıdır ve her şeyin üstündedir.
Değerli Milletvekilleri, bugün, bizim için
en heyecanlı gündür, bizim bayramımızdır. 84 üncü yaşını dolduran Meclisimizin
doğum gününü en coşkulu bir şekilde kutluyoruz.
Bu yıl farklı ve yeni etkinliklerle millî
egemenliğimizin ilan edildiği günü kutlamaya çalışıyoruz. Amacımız, gelecekte
her şehirde, hatta halkın yaşadığı en küçük yerlerde bile millî egemenlik
coşkusunu milletimizle birlikte kutlamaktır. Zira, millî egemenlik hakkını
kullanmak ve özgür bir meclise sahip olmak o kadar kolay elde edilen bir hak
değildir. Millî egemenliğin ne kadar önemli olduğunu, onu kaybettiğimiz
günlerde çok iyi anlamıştık. Şimdi ona sahipken, onun önemli olduğunu ve
kıymetini daha çok vurgulamalıyız.
Geleceğin, tıpkı ilk Meclis
milletvekillerinin dediği gibi, ışık saçan, bolluk içinde yaşayan bir
Türkiye'yi getireceğine inanıyorum. Yeni Türkiye, çocuklarımızın, tam
demokratik bir Anayasa, tam demokrasi, insan haklarının tümünden doyasıya
faydalandığı bir ülke olmalıdır; bunu gerçekleştirecek olanlar da siz değerli
milletvekillerimizsiniz; o zaman, çocuklarımızın böyle bir ülkede yaşaması için
gereken her türlü cesur adımı atmalısınız. Eğer, bugün, seksendört yıl
geçmesine rağmen, hâlâ, bu Meclisi kuranları hayırla, minnetle anıyorsak, bu,
onların seksendört yıl önce cesaretle aldıkları kararlar yüzündendir. O dönemin
siyasetçileri, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yaşamlarının en cesur
kararlarını alıp bu Meclisi açmasalardı, bugün, bizler böyle bir yaşam içinde
olmayacaktık. Şimdi, eğer sizler de seksendört yıl sonra büyük bir saygı,
minnet ve hayırla anılmak istiyorsanız, özgürlüğümüzün, tam demokrasinin önünü
açacak cesur kararlar alınız. Kısa politik çıkarlar, geçici faydalar ve tarihe
takılmış kalmış prangalar, sizin bu cesur kararları almanıza engel olmasın.
Saygıdeğer dinleyenler, konuşmamı
tamamlarken, Allah'tan, bu Meclisi kuranlara rahmet diliyorum. Kurulduğu günden
bugüne Meclisimizde görev yapan, bu Meclisin çalışmasına katkıda bulunan, fikir
üreten, oy veren ve Meclisimiz için katkıda bulunan tüm milletvekillerini,
çalışanlarını hayırla ve hürmetle anıyor, vefat edenlerine rahmet diliyorum.
Bugün, bu Genel Kurulu teşrif eden siz
değerli milletvekillerimizi, konuklarımızı, bayramımıza ortak oldukları için,
sevincimizi paylaştıkları için hürmetle ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde temsil edilen siyasî parti gruplarının grup başkanlarına ve
Mecliste üyesi bulunan siyasî partinin milletvekili olan genel başkanına 10'ar
dakikayla söz vereceğim.
Söz sırasını okuyorum: Adalet ve Kalkınma
Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk
Partisi Meclis Grup Başkanvekili Sayın Ali Topuz, Doğru Yol Partisi Genel
Başkanı Sayın Mehmet Ağar.
İlk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel
Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ındır.
Buyurun Sayın Erdoğan. (AK Parti
sıralarından ayakta alkışlar)
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL BAŞKANI
VE MECLİS GRUBU BAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; hepinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum.
Yüce Meclisimiz, bugün, yine, tarihî
günlerinden birini yaşıyor. Bu hafta, millet egemenliğinin sembolü olan
Meclisimizin açılışının 84 üncü yılını idrak ediyoruz. Meclisimizin coşkuyla
kutladığımız 84 üncü yılının hayırlı olmasını temenni ediyor, bu coşkunun dünya
durdukça artarak devam etmesini diliyorum. Bu vesileyle, milletimizin hür ve
bağımsız şekilde yaşamasını sağlayan, bu soylu çatı altında kendi iradesini en
rahat şekilde, en serbest şekilde ortaya koymasına zemin hazırlayan, başta
Büyük Atatürk olmak üzere, ilk Meclisin tüm üyelerini saygıyla, rahmetle
anıyorum.
Değerli arkadaşlar, seksendört yıl önce,
tıpkı bugün olduğu gibi, bir cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisini dualarla
açan kahramanlar, dünyaya insanlık ve demokrasi dersi verdiler. O kahramanlar
ki, esaret nedir bilmeyen bu millete zincir vurmaya çalışmanın nasıl boş bir
çaba olduğunu bir kez daha dünyaya gösterdiler. Onlar için "kahramanlar"
sıfatını özellikle kullanıyorum; zira, bu sıfatı ilk Meclisin üyeleri kadar hak
eden bir topluluk tarihte pek az bulunur.
23 Nisan 1920'de, şimdiki Ulus Semtinde,
küçük bir binada, son derece güç şartlar, yokluklar ve yoksunluklar içerisinde
çalışmaya başlayan bu kahramanlar, gelecek nesle, kıymet biçilemeyecek bir
hediye vermekle kalmadılar, demokrasinin erdemini de, herkese, en açık şekilde
gösterdiler. Savaşın bizzat içerisinde bulundular, gerektiğinde cepheye
koştular, gerektiğinde, değil maaş almak, ceplerindeki son birkaç kuruşu
milletin kurtuluş mücadelesine bağışladılar.
Yaklaşan düşman toplarının sesini
duyduklarında ürpermediler, verilen mukaddes savaşın milletimizin zaferiyle
sonuçlanacağına olan inançlarını asla kaybetmediler. "Hakkıdır, Hakk'a
tapan milletimin istiklal" şiarı temel düsturları oldu. Onların bu inanç
ve kararlılığı, milletimize bağımsızlık ve özgürlüğü getirdi; milletimizin
siyasî geleceğini kendi tercihleri doğrultusunda belirlemesini sağladı.
Aynı Meclis, daha, 1920'nin başında tesis
ettiği demokratik düzeni, yaklaşık üçbuçuk yıl sonra, 29 Ekim 1923'te
cumhuriyetle taçlandırdı. Cumhuriyetimiz ve demokrasimiz o tarihten bu yana
ayrılmaz bir bütün oluşturuyor.
Değerli arkadaşlar, Birinci Meclisin
üyeleri, kurtuluş mücadelesinden zaferle ayrılmış olmaları nedeniyle, yalnızca
millî kahraman değildiler; onlar, aynı zamanda demokrasi kahramanıydılar.
Demokrasinin anlamını en iyi onlar idrak etmiş, demokrasinin işlevlerini ve
faydalarını bizzat yaşayarak ve yaşatarak göstermişlerdi. Mecliste, savaşın en
zor günlerinde dahi demokratik müzakerelerden vazgeçilmemiştir. Savaşı ve
ülkenin geleceğini ilgilendiren her karar, milletin temsilcileri tarafından
uzun uzun tartışılarak alınmıştır. Yaşanan olağanüstü şartlar nedeniyle
demokratik usullerin rafa kaldırılması fikri kimsenin aklına gelmemiştir;
kimse, temsilcilerinin şahsında vücut bulan millet iradesine aykırı hareket
etmeyi düşünmemiştir.
Birinci Meclis, demokrasinin hiçbir zaman,
hiçbir durum karşısında ve hiçbir yerde lüks olmadığının en açık ispatıdır.
Demokratik müzakerenin meydana getireceği sinerji, en zor durumlarda bile doğru
kararların doğru zamanlarda alınmasını sağlar. Evrensel bir yönetim sistemi
olarak demokrasinin vazgeçilmezliği, bugün artık kanıtlanmış bulunmaktadır. Demokrasi,
zira, bir güven rejimidir, millete ve milletin tercihlerine güven duyulmasını
gerektirir; millete güvenmeyen, asla kendisine güvenmeyendir. Kendisi için en
doğru olanı, yine, milletin kendisi belirlemelidir. Milletin sağduyusuna itimat
etmek, demokratik bir idare için zorunludur. Halka tepeden bakmak, halkın
görüşlerini, taleplerini, beklentilerini dikkate almadan politika üretmek,
günümüz demokrasi anlayışı açısından imkânsız hale gelmiştir. Bizler,
seksendört yıl önce tesis edilen bu millî çatı altında, ilk Meclisten aldığımız
irade ve ruhla, demokrasinin çağdaş ve evrensel değerlerini savunmaya devam
edeceğiz; bu mukaddes emaneti layıkıyla koruyarak gelecek kuşaklara
taşıyacağız; dünya durdukça o ilk istiklal Meclisinin ruhunu içimizde
yaşatacağız.
Değerli arkadaşlar, 23 Nisan tarihinin
bizim için anlamı, sadece millî egemenlik bilincimizi tazelemekten ibaret de
değildir; bugün, aynı zamanda, o bilinci emanet edeceğimiz çocuklarımızın
bayramını da kutluyoruz. O aydınlık yüzlerine bakarak heyecanlandığımız güzel
çocuklarımız, biliyoruz ki, yarınların güçlü ve müreffeh Türkiyesini tesis
edecek olan en zengin cevherimizdir. Onlara, karabulutlarını tamamen dağıtmış,
gelişme hedefleri için yola koyulmuş, umudun yeniden yeşerdiği bir Türkiye
borçluyuz. Ne iş yapıyor olursak olalım, hangi makamda bulunursak bulunalım,
çocuklarımıza olan bu borcumuzu aklımızdan asla çıkarmayalım, bu sorumluluğu
her zaman hissedelim; çünkü, çocuklarımız, ülkemizin ve medeniyetimizin
yarınlarıdır. Onlardan Türkiye'yi çok daha ileri noktalara götürmelerini
beklemek için, bu ülkenin sıkıntılarını bir an önce gidermeli, imkânlarımızı
geliştirmeliyiz.
Dünyanın baş döndürücü bir hızla gelişip
değiştiği böyle bir zamanda bizim göstereceğimiz zaaf ve ihmallerin faturası,
Türkiye'nin geleceğine, milletimizin gelecek kuşaklarına çıkacaktır. Bu
gerçeğin ışığında hareket etmek, gelecek on yılların yıldızı olacak güçlü ve
müreffeh Türkiye'nin zeminini şimdiden, hep birlikte hazırlamak durumundayız.
Eğer, çocuklarımızın önüne parlak hedefler koyamazsak, biliniz ki, yarının
sıkıntıları bugününküleri de aratacaktır. Ben, bu ülkenin çocuklarına da,
geleceğine de çok ama çok güveniyorum.
Allah'ın izniyle, bütün zorluklarımızı tek
tek aşarak, ülkemizi, en kısa zamanda, seksendört yıl önce şekillenen millî
iradeye yakışan bir gelişme çizgisine yeniden taşıyacağız; çağdaş uygarlık
seviyesini yakalamakla yetinmeyecek, bu seviyeyi yakalamak isteyenlerin örnek
alacağı bir ülke haline geleceğiz. Ben, bu güzel ideale bütün samimiyetimle
inanıyorum. Bu güzel bayram gününde, bütün çocuklarımızdan da, Türkiye'ye ve
Türkiye'nin geleceğine inançlarını hiç kaybetmemelerini istiyorum. O inanç ve
güven, nesiller boyunca bu ülkenin istiklalinin nasıl en büyük teminatı
olmuşsa, hiç şüphe yok ki, bundan sonra da olacaktır.
Bu vesileyle, bütün çocuklarımızın
bayramını kutluyor, hepsinin gözlerinden öpüyor, hepinizi, tekrar, saygı ve
sevgiyle selamlıyor, Meclisimizin açılışının seksendördüncü yılı ile Millî
Egemenlik ve Çocuk Bayramının tüm milletimize hayırlı olmasını diliyorum.
Saygılarımla. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu
sıralarından ayakta alkışlar, CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Erdoğan, teşekkür ederim.
Şimdi, söz, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis
Grubu Başkanvekili Sayın Ali Topuz'undur.
Sayın Topuz, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBU BAŞKANVEKİLİ
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız, Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, 23 Nisanların ve geleceğimizin gerçek
sahipleri sevgili çocuklarımız, sevgili yurttaşlarım; bir dışgörev nedeniyle
Ankara'da bulunmayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal,
şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, hepinizi sevgilerle, saygılarla
selamlıyorum.
Bütün halkımızın Millî Egemenlik ve Çocuk
Bayramını kutluyorum; ülkemizin barış, mutluluk, refah ve bağımsızlık içinde
nice bayramlar geçirmesini diliyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışını
gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü ve Birinci Meclisten başlayarak,
bugüne kadar bu kutsal çatı altında görev yapmış tüm millet temsilcilerini
saygıyla anıyor ve selamlıyorum.
Seksendört yıl önce bugün, tutsaklığa ve
karanlığa itilmiş bu ülkede, Türk tarihinin en büyük devrimi
gerçekleştirilmiştir. Bir dönem kapatılmış ve yeni bir dönem açılmıştır. Bu
yeni dönemin temelinde millî egemenlik anlayışı yatmaktadır. 23 Nisan 1920'de
Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, yeni bir siyasal yapılanmanın da ilk
ve çarpıcı adımıdır. Açılan Meclis ne bir meşrutiyet meclisidir ne de bir danışma
meclisidir. Saltanata, hanedana, hilafete dayalı egemenlik anlayışlarının
tümünü reddeden, meşru egemenlik temeli olarak millî iradeyi esas alan bir
Millet Meclisidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin temelinde,
Mustafa Kemal'in 1919 yılı haziran ayında yayımladığı ünlü Amasya Tamiminde yer
alan "milletin bağımsızlığını, gene milletin azim ve kararı
kurtaracaktır" anlayışı yatmaktadır. Müdafaai Hukuk Cemiyetleri, Erzurum
ve Sivas Kongreleri, Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünde milletimizin
dayanışması, inancı, azmi ve kararlılığı bu hareketin gerisindeki en büyük
güçtür.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri,
saygıdeğer konuklar; seksendört yıl önce çalışmalarına başlayan Birinci Büyük
Millet Meclisi, orduları dağıtılmış, anayurt toprakları istilaya uğramış,
silahları elinden alınmış, savaş yorgunu ve hepsinden önemlisi, özgürlüğü yok
edilmiş bir ulusun etnik köken ve inanç farklılıklarına bakılmaksızın Ankara'ya
seçip gönderdiği temsilcilerinden oluşmuştur. 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye
Büyük Millet Meclisi açılır açılmaz, Mustafa Kemal imzasıyla bütün illere
gönderilen bir genelgede "23 Nisandan itibaren bütün mülkî ve askerî
makamlar ile ulusun bağlı olacağı tek makam Türkiye Büyük Millet Meclisi
olacaktır" denilmektedir. Bu, Türkiye'de Büyük Millet Meclisinin her türlü
yetkiye sahip olduğunu göstermektedir. Daha sonra, 20 Ocak 1921 tarihinde
yürürlüğe giren ilk Anayasanın ilk üç maddesi, devletle ve Büyük Millet
Meclisiyle ilgili çok önemli saptamalar yapmaktadır. Bu saptamalar aynen
şöyledir :
" Madde 1.- Egemenlik, kayıtsız
şartsız ulusundur. Yönetim biçimi, halkın kendi kaderini doğrudan doğruya ve
eylemli olarak kendisinin yönetmesi temeline dayalıdır.
Madde 2.- Yürütme erki ve yasama yetkisi,
ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde belirir ve
toplanır.
Madde 3.- Türkiye Devleti, Büyük Millet
Meclisince yönetilir ve hükümeti 'Büyük Millet Meclisi Hükümeti' adını
taşır."
Cumhuriyetin ilanına kadar geçen üç yıl
içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu yetkilerle çalışmış ve çok büyük
başarılar kazanmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir askerî
zaferin eseri değildir; tam tersine, askerî zafer Türkiye Büyük Millet
Meclisinin eseridir. Orduyu kuran ve Ulusal Kurtuluş Savaşını yürüten, devleti
oluşturan, ülkeyi yöneten ve cumhuriyeti ilan eden Türkiye Büyük Millet
Meclisi, bu nitelikleriyle dünyadaki tek örnektir.
Öte yandan, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin açılışıyla, milletimiz için aydınlanma dönemini başlatacak olan
yepyeni ve çağdaş bir siyaset felsefesi ve köklü bir zihniyet değişimi
uygulamaya sokulmuştur. Millî iradeye dayalı egemenlik anlayışı, bu yeni
siyaset felsefesinin ve köklü zihniyet değişiminin temel dayanağıdır.
Millet iradesine dayalı egemenlik
anlayışı, milleti oluşturan bireylerin her alanda eşitliğini öngörür. Bu
eşitliğin güvencesiyse, çağdaş hukuk sistemidir. Millî idareyi bir kez
benimseyince, milleti oluşturan vatandaşları, dinine, mezhebine, tarikatına,
servetine, ırkına, aşiretine, kadın veya erkek oluşuna göre farklı
tutamazsınız. Bu yaklaşım, cumhuriyetin ve laikliğin altyapısını hazırlayan
temel bir yaklaşımdır ve de demokrasiye giden yolun başlangıcıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri,
saygıdeğer konuklar; modern Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerinden en
önemlisi, laiklik ilkesidir. Laiklik, millî iradeye, millî egemenliğe,
cumhuriyete dayanan demokrasimizin hem belirleyicisi hem de güvencesidir. Bu
nedenlerle, laikliği dar anlamda değil, geniş anlamda tanımlamak ve anlamak
gerekir. Laiklik anlayışı, bir yandan, devletin, dinlere, dinî inançlara
saygılı ve aynı mesafede olmasını, dinlere, dinî inançlara karışmamasını, öte
yandan, dinlerin, dinî inançların da devlete karışmamasını öngörür. Laiklik
anlayışının, dinlere, dinî inançlara karşı olduğu kesinlikle söylenemez;
söylenecek olursa yanlış olur, istismar olur. Ayrıca, dinlerin, dinî inançların
hukuka, eğitime ve devlet yönetimine egemen olması laiklik anlayışıyla asla
bağdaşamaz.
Modern Türkiye Cumhuriyetini önceki
dönemden ayrı tutan en önemli özellik, kuşkusuz, laiklik anlayışının
benimsenmiş olmasıdır. Bu sayededir ki, teokratik değerlerin egemen olduğu bir
devlet ve toplum yapısından, büyük bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirerek,
çağdaş bir devlet ve toplum yapısına ulaşılabilmiştir. Günümüzde bütün dünyanın
saygısını ve güvenini kazanmış olan ve de örnek gösterilen Türkiye modeli
böylelikle oluşabilmiştir. Çok büyük bir bölümü Müslüman olan yurttaşlarımızın,
dinî inançlarının gereklerini en iyi şekilde yerine getirirken, laiklik
anlayışına dayanan bir devlet düzeni içerisinde, çağdaşlığa, uygarlığa ve
refaha doğru hızla yol alabilmiş olması, Türkiye modelinin büyük başarısıdır.
Türkiye modeli, öteki Müslüman ülkelerle
aramızdaki gelişmişlik ve çağdaşlık farkını açıklayan en temel özelliktir.
Modelimizin kıymetini bilmeliyiz ve modelimizi daha geliştirerek, uygarlık
düzeyini aşma hedefimize yönelik çabalarımızı hızlandırmalıyız.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri,
saygıdeğer konuklar; Türkiye modelinin kurgusu, ilkeleri, nitelikleri ve
amaçları doğru saptanmıştır. Modelimiz, gelişmeye, değişime ve yenileşmeye açık
bir modeldir. Ancak, modelimizin işleyişiyle ilgili olarak büyük sorunlarımız
vardır. Cumhuriyetimizi demokrasiye taşıyarak çokpartili döneme açıldığımız
tarihten günümüze kadar ülkeyi yönetmiş olan siyaset anlayışları ve hükümetler,
kendilerinden beklenen değişimi ve yenileşmeyi, ne yazık ki, yeterli ölçüde
gerçekleştirememişlerdir; devletimizin, modelimizin değil, yönetim yapımızın
hantallaşmasına, tıkanmasına ve verimsizleşmesine seyirci kalmışlardır. Bu durumun
sorumlularını, o dönemlerde ülkeyi yöneten ve günümüzde de onların devamı
olduğu açıkça görülen siyasî partilerde aramak gerekir. Çağdaş gelişmelere uyum
sağlayarak, gerekli yenileşme ve değişim fırsatlarını kullanamamış olmanın ve
yönetim yapımızın hantallaşması, tıkanması ve verimsizleşmesinin sorumluluğunu
ülkeyi yönetmiş olan siyasî partilerde ve onların yöneticilerinde aramak
yerine, cumhuriyetimizde ve laiklik anlayışında aramak, cumhuriyetimizin
kazanımlarında aramak, bazı cumhuriyet kurumlarını ve kazanımlarını bu nedenle
"statüko" olarak tanımlayıp suçlamak doğru bir yaklaşım değildir.
Böyle bir yaklaşımı, ancak, kuruluşundan beri, cumhuriyet ve laiklik karşıtı
düşüncelerini, fırsat buldukça, örtülü ya da açık olarak sergileyen çevreler
sürdürebilir.
Cumhuriyetimizi ve demokrasimizi bir arada
sahiplenmeye devam etmemiz gerekir. Cumhuriyet ile demokrasi arasında çelişki
ya da çatışma olduğunu kabul etmek kadar yanlış ve tehlikeli bir yaklaşım
olamaz. Gerçek bir demokrasi, sağlam bir cumhuriyetin üzerinde yükselebilir.
İçerisinde bulunduğumuz coğrafyada,
demokrasiyi gerçek anlamda yaşatabilen tek ülke konumundayız. Bunun nedeni,
bizim, çok büyük bir cumhuriyet dönüşümünü yaşamış olmamızdır. Cumhuriyetimizin
temel değerlerini ve kazanımlarını koruyarak demokrasimizi daha ileri aşamalara
taşımak, yönetimi, katılım, verimlilik ve etkinlik ilkelerine dayalı olarak
yeniden yapılandırmak başlıca hedefimiz olmalıdır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet
iradesinin yansıdığı temel kurumumuzdur. Bu temel kurumumuzun saygınlığını,
güvenilirliğini ve etkinliğini korumak ve geliştirmek öncelikli görevlerimiz
arasındadır. Bu alanda, vakit yitirmeden yapılması gerekenler vardır. Bunların
başında da milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılması gelmektedir.
Bu konu, gözardı edilebilecek, basit bir
konu değildir. Dünyanın hiçbir parlamentosunda, bizdeki kadar geniş kapsamlı
dokunulmazlık anlayışı yoktur. Bu durum, milletvekillerinin de, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin de saygınlığına gölge düşürmektedir. Bir an önce,
milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılmasıyla ilgili anayasa
değişikliklerinin gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.
Milletvekili genel seçimleri öncesinde,
Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi liderleri, bu konuda,
halka söz vermişlerdir. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, verdiğimiz sözü
yerine getirmek istiyoruz; Adalet ve Kalkınma Partisinden de, halka verdiği
sözü yerine getirmesini bekliyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
Dokunulmazlıklarla ilgili başka bir
sorunumuz da, Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal etmiş ve ilgili
komisyonlarda beklemekte olan -100'den fazla- dokunulmazlıkların
kaldırılmasıyla ilgili tezkerelerdir. Bu tezkereler, yargı organlarından
Meclise gönderilmiş tezkerelerdir. Yargılamanın devam edebilmesi için, ilgili
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması istenmektedir.
Dokunulmazlıklar kaldırılmayınca, yargı işleyememektedir. Milletvekilleri de,
Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu durumdan yara almaktadır. Bu konunun da
ivedilikle çözülmesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri,
saygıdeğer konuklar; her yıl, 23 Nisanı, aynı zamanda, çocuklarımızın da
bayramı olarak kutluyoruz. Dünyamızda çocuklara armağan edilmiş, onlar için
önerilmiş böyle bir bayram hiçbir ülkede yoktur. Bunu, ülkemiz için onur ve
kıvanç nedeni sayıyorum.
Çocuk sevgisi, vatan sevgisinden
ayrılmayan bir yüksek insanlık duygusudur. Geleceğimiz, çocuklarımızın
ellerinde yükselecek, çocuklarımız yarın ve gelecekte ulusun kaderine sahip
çıkacaklardır. Çocuklarımız, bizi daha büyük hamlelere, dünyanın yeni
oluşumlarına, çağdaş uygarlık evrelerine taşıyacaklardır. Onları çok iyi
yetiştirmemiz, onları özgür bir ortamda ve çağdaş bir eğitimle desteklememiz
gerekiyor. Çocukları için yaşamasını bilen toplum, çocuklarını destekleyen
toplum büyük toplumdur.
Çocuklarımız, bu ulusal bayramı, yıllardır
bütün dünya çocuklarıyla birlikte kutluyorlar; birikimlerini, dünya barışı
konusundaki duyarlılıklarını ortaya koyuyorlar; kaynaşmanın, birbirlerini
sevmenin, birbirlerini anlamanın mutlu tablolarını oluşturuyorlar. Bu çocuklar,
dünyanın geleceğine, gözyaşı değil, sevgi, mutluluk ve barış taşıyacaklardır.
23 Nisan, bir umudun adıdır. Çocuk da bu
umudun köprüsüdür. Çocuk gelecektir, çocuk umuttur, çocuk değişimdir, çocuk
yenileşmedir. Biz, 23 Nisanı, bu nedenlerle, Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı
olarak kutluyoruz. Zaten, her çocuk, her zaman, bir bayramdır.
23 Nisanı, sadece, geçmişe saygı
anlayışıyla değil, geleceğe dönük bir umut olarak da selamlıyorum. Bu güzel ve
anlamlı günü, ulusumuzla ve bütün dünya çocuklarıyla paylaşmaktan mutluluk
duyuyorum.
Yüce Meclise ve sayın konuklara
saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Topuz, teşekkür ederim.
Şimdi söz sırası, Doğru Yol Partisi Genel
Başkanı Sayın Mehmet Ağar'a aittir.
Sayın Ağar, buyurun efendim. (Alkışlar)
DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI MEHMET
KEMAL AĞAR (Elazığ)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, saygıdeğer
konuklar; sözlerime başlamadan, şahsım ve Doğru Yol Partisi adına saygılarımı
sunuyorum; Sayın Cumhurbaşkanımı da saygılarımla selamlıyorum.
Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
açılışının 84 üncü yıldönümü. Hangimizin kulağına cihanşümul bir
imparatorluktan genç cumhuriyetimize geçtiğimiz o dönemin acı dolu ama onurlu
hikâyeleri anlatılmamıştır. Hangimiz Ulus'taki Meclise gittiğimizde, gaz
lambası ışığında aydınlanmış o kurtuluş mücadelesini içimizde duymamış,
ürpermemişizdir. Bu ülkede kim bugünü düşünür ve geleceği hayal ederken o
geçmişe gitmez, yaşananların hasılasını ortaya koymaz.
Bugün, biz, burada, kendi adımıza değil,
fani varlığımızın ötesinde, milletimiz için varız ve bu yüzden de, 23 Nisan
1920 tarihi hepimize çok yakın; onun içindeyiz, ilk Meclisin iradesi de, ruhu
da bizim içimizde.
Muhterem arkadaşlarım, 19 Mayıs 1919'da
başlayıp 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisini kuran, 29 Ekim 1923'te
cumhuriyetin kurulmasıyla noktalanan süreç, Türk tarihinin uygarlık ve
gelişmişlik yolunda hazırladığı en büyük uyum paketidir. 23 Nisanın özü,
egemenliğin millete, milletin şaşmaz iradesine teslimidir. Eğer 1920'nin 23
Nisanında "egemenlik milletindir" iradesi ortaya çıkmasaydı, 1946'da
da Türkiye demokrasiye geçemezdi.
23 Nisan 1920'de, bir mübarek cuma günü,
dualarla, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Ulus'taki Meclis binasının
kapısını açanlar, tüm bir milletin bağımsızlık ve hür yaşama iradesine
inananlardır ve onlar, Türk Milletinin ortak iradesinin temsilcileridir. O
Meclis, milletimiz adına yüklendiği yüksek hedeflerin, bağımsızlık amacının, en
zor şartlar altında bile mücadeleyi sürdürme azminin, kararlılığının, iradenin
sembolü olarak bugün de oradadır. Yaşadığımız sorunlar karşısında zaman zaman
umutsuzluğa kapılanlar, gidip o binada iman tazeleyebilirler. Ülkenin ve
milletin geleceğine ilişkin iddiası olanlar, iddialarının kanıtını, Mecliste
solunan havaya sinmiş bulunan millet iradesinde bulurlar.
Genç cumhuriyetin çağdaşlaşma ve
modernleşmedeki onurlu yürüyüşünü bilenler, kavrayanlar, bugünün dünyasında bir
yandan küreselleşme sürecinin, bir yandan da Türkiye'nin hak edilmiş kaderi
olan Avrupa Birliği yolundaki yürüyüşünün gelişmelerindeki ilhamı, o Meclisin
pencerelerinden bakarak, umut ederim ki, alabilirler. Aynı zamanda, milletten
aldığı yetki yüzünden başı dönen, iktidar sarhoşluğuna kapılanlar da, zaman
zaman o Meclise giderek, orada millete duyulan derin saygıdan ve tevazudan
mutlaka kendilerine bir ders çıkarmalıdırlar.
Unutmayalım ki, hiç kimsenin, milletten ve
o milletin büyük iradesinden ötede büyüklüğü yoktur. Kurtuluş Savaşının en
yoğun döneminde Millet Meclisini açan ve mücadeleyi onun şahsında milletin
kendisine tevdi eden anlayışı, barışa en fazla ihtiyaç duyulan ve özellikle
bölgemizde istikrarsızlık rüzgârlarının fırtına şiddetinde estiği bu dönemde,
hem yaşatmalıyız hem güçlendirmeliyiz.
Her 23 Nisan, sözde bir yıldönümü
değildir, aynı zamanda, yeni Türkiye'nin de doğum günüdür; ancak, 21 inci
Yüzyılın 20 nci Yüzyıldan çok farklı ufuklar getirdiğini bilerek, ülke ve dünya
gerçeği ile Türkiye Büyük Millet Meclisi gerçeğini aynı titreşim katsayısına
sokmak hepimizin de görevidir.
Burada bize düşen görev, Atatürk vizyonunu
sürdürmek, Türkiye'nin tarihî misyonunu yeniden hatırlatmaktır. Nedir bu;
öncelikle, dünyanın en gelişmiş demokrasisine sahip eşdeğer bir demokrasiyi tüm
kurum ve öğeleriyle yaşayıp geliştirmek; millet egemenliği ile hukukun
üstünlüğünün sağlıklı sentezini yaparak, Türk vatandaşı olmayı dünyanın en
itibarlı statüsü haline getirmek.
"Değerli arkadaşlarım, bir devre
yetiştik ki, onda her şey meşru olmalıdır. Milletin işlerinde meşruiyet, ancak
millî kararlara istinat etmekle, milletin umumî meyillerine tercüman olmakla
hâsıl olur. Bizim bildiğimiz hakikatler milletçe de malum olunca, kararlar
bahsinde o da bizim gibi düşünecektir. Bence Meclis, nazariye değil hakikattir
ve hakikatlerin en büyüğüdür."
Millî Mücadelenin Başkomutanlığı ve Yüce
Meclisin Başkanlığı gibi iki önemli görevi bir arada yürüten Yüce Atatürk'ün
ağzından, Meclisin ifade ettiği mana bu idi. Şimdi, bizim, sıralarında
oturduğumuz Yüce Meclis de bu idrak üzerine kurulmuştur. Bu Meclisin varlığı,
her şeyden evvel, meşruluk ve mesuliyet esaslarına dayanır. Milletin nazarında
itibar ve saygı görmenin yegâne kaynağı da
budur.
Seksendört yıl önce milletin kaderini
eline alan Meclis, milletin hür vicdanının tahakkuk ettiği Meclis, milletin
sesi olan Meclis, millete ait kararların tezahür ve temayüz ettiği Meclis,
kendi gelenek ve tecrübelerini bugün ne ölçüde yaşatıyor? Türkiye'nin önemli
meseleleri bu Mecliste konuşulur, tavırlar burada belirlenir, meşru zemin
burasıdır. Milletin sesini duyuracağı ve millet iradesinin tecelli edeceği alan
da burasıdır. Eğer, Meclis, bu iddianın sahibi olamazsa, millet nereye
bakacaktır. Milletin sesini duyurmak için tarif edeceğimiz başka bir adres var
mı. Milletin ümidi de buradadır, milletin desteği de buradadır; milletin
meselelerinin konuşulacağı yer de, dolayısıyla burasıdır.
Değerli milletvekilleri, bizim açık
uygulama imkânı gördüğümüz siyaset, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü şartları
ve belirsizlikleri karşısında hayalperestlik büyük hata olur. Tarihin, ilmin ve
aklın ifadesi budur. Milletimizin devamlı, güçlü, hür ve müreffeh
yaşayabilmesinin yegâne yolu budur. Elbette, bizim dışımızdaki dünyayı yok
saymak anlamını taşımaz bütün bunlar. Siyaset, elbette ki, dış dünyanın siyasî
şartlarını, gerçeklerini ihmal etmeyecek, gözünün önünden realiteleri
ayırmayacaktır. Millî siyaset, dünyayla dürüstlük, karşılıklı saygı ve eşitlik
prensibine dayalı, sağlam, onurlu ilişkiler çerçevesinde, gücünü ve geleceğe
yönelik hayallerini gerçekleştirme iradesini asıl itibariyle kendi sınırlarımız
içerisindeki kaynaktan, milletin kuvvetinden alan siyasî anlayıştır.
Muhterem arkadaşlarım, millet egemenliğine
dayalı demokratik ülkelerde iktidarın kaynağı millettir. Milletin sesine
kulaklarınızı tıkamaz, gözlerinizi kapatmaz, gönlünüzü açık tutarsanız,
milletin iradesi sizin yanınızda olur. Bu irtibat koptuğu zaman da, adı ne
olursa olsun, her iktidar tarih sayfalarında yerini alır. Demokratik ülkelerde
kimse vazgeçilmez değildir, iktidarlar da gelip geçicidir. Egemenlik
Bayramımızı kutladığımız bu günde, kendi iktidarlarına çok dönemler itibariyle
ömür biçenlere, bu gerçeği hatırlarından çıkarmamalarını tavsiye ediyorum.
İhracatı ithalatını karşılayamayan, iç ve
dışborç stoku her gün artan, işsiz milyonların form kuyruğunda günlerce
beklediği bir demokraside, derde deva olmayan iktidarlar için değişim
melodisinin güçlü sesi, hamasî nutukların cılız sesleriyle bastırılamaz.
İç ve dışpolitikada uyumu sağlayamayan,
dışpolitikada barış diyerek içpolitikada gerginlik üreten,
"kazan-kazan" derken kaybedilenleri hesaplayamayan, dışarıdaki her
mahfili dost, içerideki her kurumu ve siyasî anlayışı karşıt olarak algılayan
bir iktidarın sağlıklı gidişatından nasıl söz edilebilir!
Diyalog kapılarını sımsıkı kapatan ve onun
bu tavrını onaylayan Meclis grubu, bu Meclisi her konuda cepheleşen
uyuşmazlığın temsilcisi bir meclis haline getirir. Bunun hiçbirimize yararı
olmaz, demokrasimiz adına da sağlıklı bir gidişi ifade etmez.
Yasama faaliyetleri sadece belli uyum
yasaları takvimine bağlanmış, iktisadî politikaları yalnızca dış ekonomik
kuruluşların yazdığı reçetelere emanet edilmiş, dışpolitikada hâkim
merkezlerin, uluslararası politikaların tesirindeki görünümünü mutlaka
değiştirmek durumundayız.
Türkiye, uluslararası konjonktürü elbette
dikkate alacak, ona göre pozisyon ve politika belirleyecektir; ancak, millî
reflekslerini yok etmeden, kendi şartlarını ve milletin de hassasiyetlerini
ihmal etmeksizin. Öyle bir tablo, millî geleceğimize kendi irademizle sahip
çıktığımız göstergesini ortaya koymaz. Meclis, kurtuluşun meclisidir; Meclis,
hürriyetin meclisidir. Bütün bu gerçeklerin ışığında, milletimizin geleceği
için, 23 Nisanda Türkiye Büyük Millet Meclisinin anlamını da yorumlamalıyız.
İktidarı ve muhalefetiyle, bilelim ki, hepimizin bu çatı altındaki varlık
sebebi, milletin vicdanı olmak, milletin sesini duymak ve duyurmaktır.
Değerli arkadaşlarım, her Meclis, tarihî
bir meclistir ve her Meclis, ilk Meclisin azim ve iradesine, kararlılığına
sahip olmak durumundadır ve öyledir. Türkiye'nin kaderinin şekillendiği bu
tarihî dönemde Meclisimizin üzerine düşün görev, tarihî hamleler yapmaktır. Bu
Meclisin arkasında cesur ve çalışkan bir büyük millet vardır, bir büyük Türk
Milleti vardır. Bu Meclisin ardında, büyük bir tarih, tüm insanlık adına adalet
ve barış yolunda harcanmış bir geçmiş vardır. Meclisin tarihî kararlar için
dayanacağı yegane kuvvet de, büyük Türk Milletidir.
Düşünüyorum; eğer, o günkü ilk Meclis
bugünkü Kıbrıs meselesiyle karşılaşsaydı, nasıl bir çözüm geliştirirdi; bana
öyle geliyor ki, bu kadar alelacele davranmaz, milleti ortadan ikiye bölen
üslubu benimsemez, bunu dayatanlara da, ismi ve makamı ne olursa olsun, izin
vermez, bütün milleti ardında toplayan bir çözüm yolunun önünü açardı; Kıbrıs
meselesinin, bu Meclis yerine başka mahallerde yapılan müzakerelerin neticesi
olarak karşımıza çıkmasına izin vermezdi; bu meseleyi milletin gözünün önünde
bu mabette tartıştırır ve tüm milletin ortak bir kararı olarak tümüyle
sahiplenirdi ve en azından o Meclisin hükmettiği iktidar tarihin bize şaka
yapmasına izin vermezdi; 23 Nisanda anavatanımızda egemenlik bayramını
kutlayıp, 24 Nisanda da yavruvatanın egemenliğinin devrini oylatmazdı.
23 Nisanda bugünün şartlarından daha zor
şartlar altında ve ölüm göze alınarak kazanılmış hürriyet ve bağımsızlık,
egemenliğimizin sembolü olarak ulusal egemenlik bayramımızı kutlarken, 24
Nisanda da egemenlik ve o değilse bile yaşama hakkının yabancı iradelere
yeniden teslimi için son süre olan 24 Nisan akıllarımızdadır.
Milletin gözü ve aklı Kıbrıs'la meşgulken
öbür taraftan Avrupa Parlamentosu temsilcisi, benim mahkemelerimin kararını
utanç verici bulduğu beyanatını verip, azınlık hakları konusunda benim ülkemi
daha sıkı denetleyeceğini ifade ediyor. Millet, bu had bilmezliğe, müstemleke
memlekette olabilecek konuşma tarzına gerekli cevabı duyamamanın kederini
yaşamaktadır. Bu zatın "azınlık" diye kastettikleri, benim
kardeşlerim, bu ülkemin kurucuları, ülkenin has evlatlarıdır. Türkiye'nin
meselesi vardır; varsa da, Türkiye, meselelerini, kendi hür Meclisinde, hür
iradesiyle çözecek güce sahiptir. Demokrasilerde iyi niyetli eleştirilere
elbette "evet" diyoruz; ancak, had bilmezliğe ve saygısızlığa da tavır
koymak mecburiyetimiz vardır.
Bu cümleden, bu hafta Kanada
Parlamentosunda kabul edilen tasarıya karşı Meclisimizde hükümetin yükselen
sesini duyamamanın hüznünü yaşadık. İki değerli parlamenterimiz, fevkalade
dirayetli bir tavırla, meseleyi açıkça gündeme koydular. Türkiye'nin
egemenliğine yönelik her türlü tavrı kesin bir kararlılıkla reddediyoruz.
Meclisimiz, en yakın zamanda, bu kabul edilmez, tarihî gerçekleri saptıran
tavra karşı, bir bütün halinde, alacağı kararı ilan etmelidir. Bütün bu zafiyette,
hükümet, payına düşen sorumluluğu taşırken, elbette, o iktidarı var eden Meclis
olarak da mesuliyet hissedilmelidir. Meşru zemin burasıdır, mesuliyet zemini
burasıdır. Burada konuşulmayanlar, buradan gizlenenler ortaya çıktığında,
doğacak sonuca hepimiz katlanacağız. Bizi bilgilendirmeyenler ve
konuşturmayanlar, bu tehlikeleri görmek zorundadırlar; riskleri görmek
zorundadırlar.
Hürriyet ve egemenlik, cüzdana sığmayacak
kadar büyük, portakal kasalarınca taşınmayacak kadar ağırdır. Bu topraklarda
da, Kıbrıs'ta da hürriyet ve bağımsızlık uğruna çekilen büyük fedakârlıklar
vardır. Bu fedakârlığı yaşayan insanlara karşı, hepimizin, derin saygı
içerisinde, hayatını kaybedenlere karşı da hatıralarına derin bir bağlılık
içerisinde olmamız gereği vardır.
Onun için, bu Ulusal Egemenlik Bayramında,
bu 23 Nisanda öncekiler kadar coşkulu, öncekiler kadar gururlu değilim. 23
Nisanı, bu sefer, Türk çocuklarının, dünya çocuklarının bayramı olduğu için
kutluyorum. Ulusal Egemenlik Bayramında, kendimi, tarihe karşı mahcup ve mahzun
hissediyorum. Bırakalım bu sene bayramı çocuklar kutlasın, biz değil. Bizim,
egemenlik adına oturup derin derin düşüneceğimiz işler vardır.
Değerli arkadaşlarım, bu bayramın hoşluk
kısmına, kutlanacak kısmına geçelim.
Millî bayramını çocuklarına armağan eden
yegâne milletiz. Bir de, bunu, güzel gelenekle, tüm milletlerin çocuklarının
ortak bayramı yaptık. Bugün 23 Nisan Bayramımız, çeşitli milletlerin çocukları
arasında dostluk ve sevgi bağları kuruyor; bu da, ülkelerin birbirleriyle yakınlaşmalarına
vesile oluyor.
Biz, dünyanın bir barış dünyası olması
için çalışmış, gücünü bu yönde kullanmış uzun bir geleneğin sahibiyiz.
Cihanşümul imparatorluk sınırları içerisinde, farklı din ve ırktan milyonlarca
insan, yüzyıllarca barış içindeydi. Bugün, Kafkaslardan Balkanlara ve nihayet
Ortadoğu'ya kadar çeşitli ülkelerde yaşanan karışıklıklar, bu barış geleneğinin
yüceliğini ve büyüklüğünü yeniden hatırlatıyor.
Zikredilen tüm coğrafyalarda savaşların,
çatışmaların en trajik kurbanı çocuklardır; bunun her yerde örneklerini gördük.
23 Nisan Bayramını, elbette, çocuklarımızın, bizim çocuklarımızın, yani, tüm
dünya çocuklarının gülümseyen yüzleri süsleyecektir; ama, hemen bu resmin
yanına, yine, tüm dünya çocuklarının acı çeken yüzleri de konulmalıdır;
konulmalıdır ki, herkes geleceğe karşı sorumluluğunu unutmasın ve yapabilecek
bir şeylerinin olduğunun farkına varsın. Acı çeken çocuk yüzlerinin tüm
dünyadan silinmesi en büyük dileğimizdir.
Türkiye, bütün bu zorlukların üstesinden
gelecek gücün de, potansiyelin de, imkânın da sahibidir. O milletin temsilcisi
olan Yüce Meclis, bütün bu zorlukların üstesinden gelecektir. Yüce Allah
yardımcımız olsun.
Bu memlekete, bu Meclise, kurulduğundan
beri büyük hizmetler yapmış olan, başta İlk Meclisimizin Başkanı Yüce Atatürk'ü
saygı ve rahmetle anarken, bütün Meclis üyelerimize, ölenlerine Allah'tan
rahmet, yaşayanlarına da sağlıklar diliyor; saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Ağar, teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin kuruluşunun 84 üncü yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapılan
konuşmalar tamamlanmıştır.
Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 26 Nisan 2004 Pazartesi günü saat
15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Pazar günü saat 17.00'de, halkımızla
birlikte yapacağımız "Millî Egemenlik" yürüyüşüne bütün
milletvekillerimizi, eşleri ve çocuklarıyla birlikte davet ediyorum.
Bayramınız kutlu olsun.
Kapanma
Saati: 15.10