BIM 2 3 2004-06-03T14:22:00Z 2004-06-03T14:22:00Z 12 8041 45836 TBMM 381 91 56289 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 47       YASAMA YILI : 2

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

78 inci Birleşim

23 Nisan 2004 Cuma

 I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Genel Kurulu teşrifleri

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 84 üncü yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

III. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2154)

2. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, EGO Genel Müdürlüğünün hurda malzeme satışı ile ilgili iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/2191)

3. - Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Düzce'deki üniversite binalarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2211)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ,

Hatay Milletvekili Fuat Geçen,

Ermeni Devletinin ve Ermeni diasporasının, Türkiye'nin, dünyaya Ermenilere soykırım uygulamış bir Müslüman ülke olarak tanıtılması iddialarına, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin, Avrupa Birliği Avrupa Parlamentosunun ve Amerikan Kongresinin Türkiye'yi asılsız Ermeni soykırımıyla suçlayan iddialarının arkasında yatan gerçeklere, bu konuda alınması gereken önlemlere ve asılsız Ermeni soykırımı iddiasıyla ilgili karar çıkaran parlamentoları kınadıklarına;

Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar, Kıbrıs'taki son gelişmelere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde çıkarılmak istenen ve son anda veto edilen kararın arkasında yatan gerçeklere, Annan Planıyla ilgili yapılacak referanduma, planın Kıbrıs ve Türkiye için sonuçlarına ve asılsız Ermeni soykırımı iddialarına;

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Ankara Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun (6/751) ve (6/752) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi okundu, soruların geri verildiği bildirildi.

(9/4, 7) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Başkanlığının süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; daha önce verilen 2 aylık çalışma süresini doldurması nedeniyle, İçtüzüğün 110 uncu maddesine göre, Komisyona 2 aylık kesin süre verildiği açıklandı.

Genel Kurulun 26 Nisan 2004 Pazartesi günü saat 15.00 - 19.00 saatleri arasında çalışmasına ve bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146),

2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523) (S. Sayısı: 152),

3 üncü sırasında bulunan Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305),

Görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden,

4 üncü sırasında bulunan, Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/731) (S. Sayısı: 349) görüşmeleri, ilgili Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,

Ertelendi.

5 inci sırasında bulunan, Entegre Devre Topoğrafyalarının Korunması Hakkında Kanun Tasarısının (1/695) (S. Sayısı: 416) görüşmelerini müteakiben, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

Alınan karar gereğince, 23 Nisan 2004 Cuma günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.04'te son verildi.

 

Yılmaz Ateş

 

 

Başkanvekili

 

 

Suat Kılıç

Türkân Miçooğulları

 

Samsun

İzmir

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

23 Nisan 2004 Cuma

BAŞKAN: Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 78 inci Birleşimini açıyorum.

(İstiklal Marşı)

II. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Genel Kurulu teşrifleri

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanımız, dinleyici locasındaki yerlerini alarak, Yüce Meclisimizi onurlandırmışlardır; kendilerine, Yüce Heyetiniz adına "Hoşgeldiniz" diyorum. (Alkışlar)

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 84 üncü yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması, günün önem ve anlamının belirtilmesi görüşmeleri

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gündemimize göre, Genel Kurulun 14.4.2004 tarihli 73 üncü Birleşiminde alınan karar uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 84 üncü yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapacağımız görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, bugün Millî Egemenlik Haftasının en önemli gününde, halk iradesinin ülke yönetimine geçtiği 23 Nisanda bayramımızı coşkuyla kutluyoruz.

Halk egemenliğinin temsil edildiği Meclisimiz 84 yaşına girdi. Allah'tan daha nice 84 yıl, millî egemenliğimizi özgürce kutlamayı diliyorum.

Seksendört yıl önce, vefakâr Anadolu çocuklarının bütün zor şartlara rağmen açtıkları Meclisimiz, bugün, onların bize çizdiği yolda, emin adımlarla büyük Türkiye hayalimizi gerçekleştirmek için çalışıyor.

Aradan geçen seksendört yılda, dünya inanılmaz bir hızla değişmiş, Türkiye bu büyük değişime ayak uydurmak için var gücüyle çalışmıştır.

Dünyada siyasetin ve ekonomik ilişkilerin tümünde oldukça radikal değişimler yaşanmıştır. seksendört yıl önce dünya siyaset sisteminde baş gösteren egemenlik krizleri, büyük savaşları beraberinde getirmiş ve insanlık, tarihinin en ciddî acılarını yaşamıştır.

Yirmibeş yıl arayla yaşanan iki büyük dünya savaşı, insanlığın erdemli yanından çok şey götürmüş, temel insan haklarını neredeyse bitirmiştir.

İnsanlık, kendi türünü yok etmek için hiç bu kadar acımasız ve hiç bu kadar insafsız olmamıştır.

Savaşlar sonrasında hem siyasetin aktörleri, hem de siyaset bilimciler ortak bir noktada birleşmişlerdir.

İnsanoğlunun savaşarak elde ettiğini düşündüğü egemenlik, aslında, bir başka halkın egemenliğinin gasbından başka bir şey değildir.

Birinci Dünya Savaşına girmemek için direnen Amerika Birleşik Devletlerinin Başkanı Wilson, o dönemde bütün dünyaya şu soruyu sordu: "Dünyanın gelecekteki barışı ve politikası şu soruya dayanıyor: Şimdiki savaş, adil ve güvenli bir barış için mi, yoksa, yeni bir güç dengesi için mi yapılıyor?"

Wilson, bağımsızlık için de o yıllarda şöyle dedi: "Kişisel özgürlük ve serbest ulusal gelişme konularındaki içtenliğimizi, yalnızca bizi etkileyen olaylara ve ilişkilere ayırmıyoruz. Bunu, dünyanın her yerindeki bağımsızlığın ve doğruluğun engebeli yollarında yürümeye çalışan insanlar için hissediyoruz."

Daha sonra, Wilson Prensipleri olarak da tarihe geçen bu düşünceler, bağımsızlığımız için savaşan Büyük Millet Meclisimizin fertleri arasında da yankı bulmuş ve halkların kendi kaderlerine hükmetmesi gerektiği inancını pekiştirmiştir. Ayrıca, Wilson'ın barışçı mesajlarına, Ankara'da Gazi Mustafa Kemal ünlü vecizesiyle destek verdi: "Yurtta sulh, cihanda sulh."

Saygıdeğer dinleyenler, halk egemenlikleri kavramı, Birinci Dünya Savaşından çok önce, Aristo'dan Rousseau'ya, İbn-i Haldun'dan bugünkü aydınlarımıza kadar, derin kavramsal tartışmalar içerisinde yoğruldu. Ancak, siyaset, bu bilge insanların fikirlerinden çok, kendi kurallarına göre yönünü hep bulmaya çalıştı. Wilson'ın sözünden sonra, insanlık, adil ve güvenli bir barış için değil, hep yeni güç dengeleri için savaştı durdu.

Bugün, dünya, halk egemenliği konusunda iki kutba ayrılmıştır: Artık, halkı yok sayarak bir yönetim sisteminin kurulamayacağını anlayan ve siyasal düzenlerini buna göre dizayn eden özgürlükçü devletler ile hâlâ halkın varlığını hiçe sayarak elit ve ayrıcalıklı sınıflar için egemenlik alanlarını düzenleyen totaliter ülkeler.

Bize göre, Türkiye, 23 Nisan 1920'de kararını vermiştir ve hangi grupta yer alacağını ilan etmiştir.

Bugün Meclisimizin her köşesinde yazan "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözü, Gazi Mustafa Kemal tarafından sarf edildiğinde, dünyada henüz halkın varlığını ve iradesini kabul etmeyen yüzlerce totaliter devlet vardı.

Yüce Meclisimizin değerli üyeleri, seksendört yıl önce halktan yana tavır alan, halk iradesini baş tacı eden bir Meclisin yönettiği ülkede, bugün halk iradesinin siyasete yansıması açısından hâlâ ideal düzeyde değiliz. Bunun sebebini kendimize sormalıyız. seksendört yıl önce canlarını feda ederek bize cumhuriyeti hediye eden ilk milletvekillerinin değerli hatıraları için bu soruyu sormalıyız bir kere: Bize emanet edilen halk iradesinin hâkimiyetini bugün ne kadar daha ileri götürdük?

Seksendört yıl boyunca, kısmen cumhuriyetimizin gücünü ve halkın egemenlik alanını genişlettiğimiz doğrudur; ancak, değişen dünya koşulları ve medeniyet düzeyi, olmamız gereken yerde bulunmadığımızı gösteriyor. Burada, halen totaliter sistemlerle yönetilen ülkelerle kendimizi kıyaslamamızın, biraz, geçici avunma olacağını düşünüyorum.

Evet, Türkiye'nin, yüzümüzü Doğu'ya çevirdiğimizde birçok ülkeden daha çok özgürlükçü, daha çok millî egemenliğe kıymet veren bir ülke olduğu anlaşılıyor; ancak, yüzümüzü Batı'ya çevirdiğimizde, daha az demokrasiyle yönetildiğimizi görüyoruz. Oysa cumhuriyeti kuran millî iradenin hayali bu değildi. Onlar, geleceğimizi daha çok parlak ve daha çok özgür hayal ediyorlardı.

Demokrasi, cumhuriyetimizi taçlandıracağımız en ideal yoldu; ama, biz, nedense, çok zorlanarak ve kendimizi sınırlayarak demokrasiyi tam anlamıyla cumhuriyetin tacı yapamadık.

Sayın milletvekilleri, değişen dünya koşullarına rağmen, Türkiye, yıllarca içe kapanık bir yönetim sergiledi, daha fazla kendi içsel sorunlarıyla ve daha fazla içpolitik çekişmelerle uğraştı.

Enerjimiz, kendi içimizdeki sorunlara tüketildi ve hızla ilerleyen medeniyet trenine yetişmemiz çok zorlaştı. Kanaatimce, değişen dünyayı anlamakta zorlanan bir Türkiye, cumhuriyeti de, demokrasiyle taçlandırmakta zorlanmıştır.

Burada, demokratikleşme sorununun bir suçlusunu aramak niyetinde değilim.

Hepimiz, dünya görüşü, siyasî anlayışı, etnik kökeni ne olursa olsun, kendi mutluluğumuz ve huzurumuz için, daha iyi bir Türkiye için yeterince çalışmadık; yeterince birbirimizi anlamaya uğraşmadık.

Uzun yıllar, Türkiye'de insanlar birbirleriyle konuşmak yerine, ideolojik sembollerle karşısındakini mahkûm etmeye çalıştı.

Oysa dünya, sözün ötesinde insanlık tarihinin en ciddî sıçramalarını yapıyor. Biz ise onları yakalamak bir kenara, takip etmekte bile güçlük çekiyoruz. Tıpkı ikiyüz yıl önce olduğu gibi, değişen dünyayı anlamakta ve entegrasyonda sorunlar yaşıyoruz.

Ancak, bugün kendi içpolitik kargaşalarımızla kaybedeceğimiz bir yıl, ikiyüz yıl öncekilere benzemiyor. Bugünün bir yılı, geçmişin yirmi yılına, belki de otuz yılına bedeldir.

Ne gariptir ki, sahip olduğumuz birçok değer, bulunduğumuz noktadan çok daha ileri olmamızı gerektirmektedir. Dünyada çok az ülke, bizim sahip olduğumuz kültürel değerler, yeraltı zenginlikleri ve medeniyet geçmişine sahiptir. Ne yazık ki yine dünyada çok az ülke, tüm bu değerlerine rağmen kendini böylesine içine kapamış ve kendi kendine gelişimini engellemiştir.

Saygıdeğer konuklar, yapacağımız bir atılımın bizi tüm dünyada nasıl inanılmaz bir çekim alanı haline getireceğini örneklerle açıklamak istiyorum.

Birinci yasama yılında hükümetin Meclise sunduğu ve Meclisimizde tüm milletvekillerimizin rekor düzeyde katılımıyla kabul edilen Avrupa Birliği uyum yasaları, Avrupa Parlamentosu Başkanı Sayın Pat Cox'un deyimiyle "son kırk yılın devrim niteliğindeki yasalarıydı."

Gerçekten de bu reformlar, tam anlamıyla, Türkiye'yi bambaşka bir kimliğe bürümüş ve bir çekim alanı haline getirmiştir.

Bu yasaların çıkmasından bu yana, yani, bir yıldan daha fazla bir zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisini, 13 devlet başkanı ve cumhurbaşkanı, 12 meclis başkanı, 12 başbakan; grup ve komisyonlarımızı 320 uluslararası heyet ziyaret etti. Bu zaman zarfında, geliş ve gidiş olmak üzere, yaklaşık 650 uluslararası temas kuruldu. Neredeyse her gün bir yabacı heyet bize geldi ya da biz onları ziyaret ettik. Her ziyarette ülkemizi anlattık ve büyük bir kamuoyu oluşturduk. Bu rakamlar ve temaslar, seksendört yılda kırılan uluslararası bir diplomasi rekorunu göstermektedir.

Peki, doğudan batıya, Türkiye'yi tüm dünyanın ilgi odağı haline getiren şey nedir? Kanaatimce cevap şudur: Reformlarıyla özgürleşen, özgürleştikçe kendine güveni artan, kendine güveni arttıkça dünya sahnesinde daha etkin olan bir Türkiye, yeni başlayan yüzyılın parlayan yıldızı olmaya adaydır.

Değerli dinleyenler, parlayan yıldızın mimarları, devletimizin tüm organlarıdır. Başarı, birbiriyle uyum içinde çalışan devlet organları sayesinde daha da artacaktır. Türkiye, yeni yön arayışında olan dünya siyasetinde kendine hak ettiği yeri alacaktır. Bunun için, kendi iç uyumumuzu sağlamamız, başarımız için birinci derecede rol oynayacaktır.

Enerjimizi, artık anlamını yitirmiş içpolitik sorunlara değil, değişen dünyanın yeni yıldızı olmak için harcamalıyız. Enerjimizi buraya harcamalıyız; çünkü, dünya, geçen yüzyıla oranla daha büyük bir istekle yeni oluşumlar ve değişimler içindedir. Önceki yüzyılda kaçırdığımız fırsatları bu yüzyılda da kaçırırsak, bu kez daha şiddetli bir kaos yaşayacağımız aşikârdır.

Son ikiyüz yılımızın en ciddî modernleşme projesi olan Avrupa Birliği üyeliği, kaçırılmaması gereken fırsatların başında gelmektedir. Bu yılın sonunda tartışma masasına yatırılacak olan üyelik statümüz için sadece sekiz ay kaldı. Bu sekiz ay, Türkiye'nin dünya sahnesindeki konumunu belirleyecek, nicelik olarak çok kısa, nitelik olarak çok önemli bir tarihî kesittir. Eğer, bizler, bu sekiz ayı yine anlamsız içpolitik sorunlarla kaybedersek, bunun, geçmişin kaç yılına karşılık geleceğini tahmin etmek bile zordur. Bu durumda, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğini önemseyen devletin bütün organları, sekiz aylık sürede daha çok açılım sağlamak için bir arada çaba göstermelidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu ortak çalışma sistemi için, bu yıl yeni bir uygulama başlatmış ve parlamenter diplomasi atağına geçmiştir. Meclis Başkanlığımız, komisyonlar ve milletvekillerimiz, Türkiye'nin tüm dünyaya tanıtımı ve Avrupa Birliği üyeliği için, âdeta, bir arı gibi çalışmıştır ve çalışmaktadır. Bu çalışmalar süresince, Dışişleri Bakanlığıyla koordinasyon kurulmuş ve dünyanın her yanına giden milletvekillerimiz, ortak bir siyaset dili kullanmış, ortak amaçlar ve hedefler için çaba harcamıştır.

Hindistan'dan Lüksemburg'a, Ukrayna'dan Suriye'ye, Avusturya'ya, Macaristan'a kadar ilişki kurulan tüm ülkelerle, parlamenter diplomasinin gereği olarak güçlü iletişim ağları kurulmuştur. Bu ülkelerde, reformlarımızdan hayranlıkla bahsedilmiş, tüm ülkelere, Türkiye'nin değişen yüzü ve vizyonu tanıtılmıştır.

Bu çabaların, Türkiye'nın dışpolitikasına büyük katkı sağladığı aşikârdır. Dışişleri bürokratlarımız tüm temaslarımızda aktif rol oynamış ve dışa karşı ortak bir politika sunulmuştur.

Hükümetimiz de, bizzat yönettiği dışpolitikalar konusunda, sürekli olarak Meclisimizi bilgilendirmiştir. Kimi zaman bizzat burada, Genel Kurulda, kimi zaman Meclis adına Başkanlığımıza bilgi sunulmuş, ortak dil ve ortak çalışma adına güçlü bir diyalog zemini oluşturulmuştur.

Bu ortak çalışma ağına, Sayın Cumhurbaşkanımız da bizzat katılmış, Parlamentomuzun konuğu olarak ülkemize gelen meclis başkanlarının neredeyse tümünü kabul ederek, devletimizin temsil makamı olarak güçlü mesajlar vermiştir.

Tüm bu ortak çalışmalar, katlanarak büyüyen bir hızla, uluslararası diplomaside, bize pozitif bir enerji olarak geri dönmüştür. Kendi içimizde yarattığımız bu güçlü enerji sayesinde, kısa bir süre önce Avrupa Birliği üyeliğimize karşı çıkan ülkeler, bugün üyeliğimizi destekler duruma gelmişlerdir.

Saygıdeğer konuklar, demek ki, devletin organları içindeki uyum gücümüzü ve hızımızı artırmaktadır. Ülkemizin kalbi, halkın temsil makamı ve millî iradenin kullanıldığı tek çatı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi etrafında -tıpkı seksendört yıl önce olduğu gibi- kenetlenmenin, Türkiye'nin önünü açacak çok önemli atılım olacağı kanaatindeyim. Zira, millî iradenin gücünü artırmak demokrasimizi güçlendirecek, güçlü bir demokrasi ise ülkemizin etkinliğini çoğaltacak ve halkımızın mutluluğunu sağlayacaktır. Saygın ve itibarlı bir Meclisle yol alan Türkiye, yeni yüzyılın parlayan yıldızı olmak için hiçbir engel tanımayacaktır.

Siz değerli milletvekillerimizin bu süreçte hayatî rol oynadığının bir kez daha altını çizmek istiyorum. En başta yasama ve denetim faaliyetlerinde büyük bir performans gösterdiniz. Toplumun sorunlarını, tarım alanlarından sokak çocuklarının sorunlarına kadar araştırma komisyonlarında gündeme alarak, Meclisimizin ülke sorunlarına gösterdiği duyarlılığı ortaya koydunuz. Türkiye'nin en ciddî problemi olan yolsuzluklar konusunda gösterilen duyarlılıklar da en dikkate değer çalışmaydı.

Öte yandan, temsil ettiğiniz Yüce Milletin iradesi sizlerin eliyle ülke yönetimine yansımakta, bir anlamda, egemenlik hakkı sizler eliyle sisteme dahil olmaktadır. Egemenlik hakkını kullanmak, ülkenin geleceğine hükmetmektir. Bu nedenle, varlığınızın ne büyük bir anlam ifade ettiğini, ne denli saygın bir makamda bulunduğunuzu hatırlatmama gerek olmadığını düşünüyorum. Zira, sizler, gösterdiğiniz olgunluk, davranış ve çalışma temposuyla, bu Meclisin saygınlığını, itibarını her geçen gün yükseltmektesiniz. Yapılan tüm anketlerde bu davranışlarınız ve tutumunuzun halkımızda ne denli büyük bir kabul gördüğü, en güvenilir kurumlar sıralamasında yüksek sıralara çıkmamızdan anlaşılmaktadır.

Bu arada, en insanî sorunlarımızda, en zayıf noktalarımıza dokunulsa bile, hepimizin, başta kendim olmak üzere, bu saygınlığa gölge düşürecek davranışlardan kaçınması gerekir. Zira, Meclisin itibarı, hepimizin kişisel önceliklerinden daha kıymetlidir.

Saygıdeğer milletvekilleri, değerli dinleyenler; yarın kardeşlerimizin yaşadığı Kıbrıs'ta halk iradesinin tecelli etmesine şahit olacağız. Kıbrıslı Türk kardeşlerimiz, belki de tarihî geçmişlerinin en önemli dönemecindeler. Yarın, yaşamlarına bundan sonra nasıl devam edeceklerine karar verecekler.

Kıbrıslı kardeşlerimizin kendi oylarıyla kendi geleceklerine hükmetmeleri demokrasi açısından bir kazanımdır. Hür iradeleriyle, hür fikirleriyle, nasıl bir gelecekte yaşamak istediklerine karar verecek Kıbrıs Türk toplumunun, en doğru tercihi yapacağına inanıyorum.

Türkiye, Kıbrıs sürecinde üzerine düşen her şeyi yapmıştır. Gücü ve imkânları nispetinde uluslararası diplomaside yapılan girişimlerin gelinen noktada başarı olduğu kanaatindeyim. Kıbrıs konusunda Meclisimiz, hükümetimiz ve devletimizin tüm organları sorumluluk bilinci içinde üzerine düşen görevleri tamamlamıştır. Artık, her şey Kıbrıslı soydaşlarımızın vereceği karara bağlıdır.

Herkesin, yarın yapılacak referandumdan ne çıkarsa çıksın, sonucu saygıyla ve olgunlukla karşılaması gerekir. Zira bu, halkın kararıdır ve her şeyin üstündedir.

Değerli Milletvekilleri, bugün, bizim için en heyecanlı gündür, bizim bayramımızdır. 84 üncü yaşını dolduran Meclisimizin doğum gününü en coşkulu bir şekilde kutluyoruz.

Bu yıl farklı ve yeni etkinliklerle millî egemenliğimizin ilan edildiği günü kutlamaya çalışıyoruz. Amacımız, gelecekte her şehirde, hatta halkın yaşadığı en küçük yerlerde bile millî egemenlik coşkusunu milletimizle birlikte kutlamaktır. Zira, millî egemenlik hakkını kullanmak ve özgür bir meclise sahip olmak o kadar kolay elde edilen bir hak değildir. Millî egemenliğin ne kadar önemli olduğunu, onu kaybettiğimiz günlerde çok iyi anlamıştık. Şimdi ona sahipken, onun önemli olduğunu ve kıymetini daha çok vurgulamalıyız.

Geleceğin, tıpkı ilk Meclis milletvekillerinin dediği gibi, ışık saçan, bolluk içinde yaşayan bir Türkiye'yi getireceğine inanıyorum. Yeni Türkiye, çocuklarımızın, tam demokratik bir Anayasa, tam demokrasi, insan haklarının tümünden doyasıya faydalandığı bir ülke olmalıdır; bunu gerçekleştirecek olanlar da siz değerli milletvekillerimizsiniz; o zaman, çocuklarımızın böyle bir ülkede yaşaması için gereken her türlü cesur adımı atmalısınız. Eğer, bugün, seksendört yıl geçmesine rağmen, hâlâ, bu Meclisi kuranları hayırla, minnetle anıyorsak, bu, onların seksendört yıl önce cesaretle aldıkları kararlar yüzündendir. O dönemin siyasetçileri, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yaşamlarının en cesur kararlarını alıp bu Meclisi açmasalardı, bugün, bizler böyle bir yaşam içinde olmayacaktık. Şimdi, eğer sizler de seksendört yıl sonra büyük bir saygı, minnet ve hayırla anılmak istiyorsanız, özgürlüğümüzün, tam demokrasinin önünü açacak cesur kararlar alınız. Kısa politik çıkarlar, geçici faydalar ve tarihe takılmış kalmış prangalar, sizin bu cesur kararları almanıza engel olmasın.

Saygıdeğer dinleyenler, konuşmamı tamamlarken, Allah'tan, bu Meclisi kuranlara rahmet diliyorum. Kurulduğu günden bugüne Meclisimizde görev yapan, bu Meclisin çalışmasına katkıda bulunan, fikir üreten, oy veren ve Meclisimiz için katkıda bulunan tüm milletvekillerini, çalışanlarını hayırla ve hürmetle anıyor, vefat edenlerine rahmet diliyorum.

Bugün, bu Genel Kurulu teşrif eden siz değerli milletvekillerimizi, konuklarımızı, bayramımıza ortak oldukları için, sevincimizi paylaştıkları için hürmetle ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasî parti gruplarının grup başkanlarına ve Mecliste üyesi bulunan siyasî partinin milletvekili olan genel başkanına 10'ar dakikayla söz vereceğim.

Söz sırasını okuyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi Meclis Grubu Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grup Başkanvekili Sayın Ali Topuz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Ağar.

İlk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Meclis Grubu Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ındır.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL BAŞKANI VE MECLİS GRUBU BAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Siirt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Yüce Meclisimiz, bugün, yine, tarihî günlerinden birini yaşıyor. Bu hafta, millet egemenliğinin sembolü olan Meclisimizin açılışının 84 üncü yılını idrak ediyoruz. Meclisimizin coşkuyla kutladığımız 84 üncü yılının hayırlı olmasını temenni ediyor, bu coşkunun dünya durdukça artarak devam etmesini diliyorum. Bu vesileyle, milletimizin hür ve bağımsız şekilde yaşamasını sağlayan, bu soylu çatı altında kendi iradesini en rahat şekilde, en serbest şekilde ortaya koymasına zemin hazırlayan, başta Büyük Atatürk olmak üzere, ilk Meclisin tüm üyelerini saygıyla, rahmetle anıyorum.

Değerli arkadaşlar, seksendört yıl önce, tıpkı bugün olduğu gibi, bir cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisini dualarla açan kahramanlar, dünyaya insanlık ve demokrasi dersi verdiler. O kahramanlar ki, esaret nedir bilmeyen bu millete zincir vurmaya çalışmanın nasıl boş bir çaba olduğunu bir kez daha dünyaya gösterdiler. Onlar için "kahramanlar" sıfatını özellikle kullanıyorum; zira, bu sıfatı ilk Meclisin üyeleri kadar hak eden bir topluluk tarihte pek az bulunur.

23 Nisan 1920'de, şimdiki Ulus Semtinde, küçük bir binada, son derece güç şartlar, yokluklar ve yoksunluklar içerisinde çalışmaya başlayan bu kahramanlar, gelecek nesle, kıymet biçilemeyecek bir hediye vermekle kalmadılar, demokrasinin erdemini de, herkese, en açık şekilde gösterdiler. Savaşın bizzat içerisinde bulundular, gerektiğinde cepheye koştular, gerektiğinde, değil maaş almak, ceplerindeki son birkaç kuruşu milletin kurtuluş mücadelesine bağışladılar.

Yaklaşan düşman toplarının sesini duyduklarında ürpermediler, verilen mukaddes savaşın milletimizin zaferiyle sonuçlanacağına olan inançlarını asla kaybetmediler. "Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal" şiarı temel düsturları oldu. Onların bu inanç ve kararlılığı, milletimize bağımsızlık ve özgürlüğü getirdi; milletimizin siyasî geleceğini kendi tercihleri doğrultusunda belirlemesini sağladı.

Aynı Meclis, daha, 1920'nin başında tesis ettiği demokratik düzeni, yaklaşık üçbuçuk yıl sonra, 29 Ekim 1923'te cumhuriyetle taçlandırdı. Cumhuriyetimiz ve demokrasimiz o tarihten bu yana ayrılmaz bir bütün oluşturuyor.

Değerli arkadaşlar, Birinci Meclisin üyeleri, kurtuluş mücadelesinden zaferle ayrılmış olmaları nedeniyle, yalnızca millî kahraman değildiler; onlar, aynı zamanda demokrasi kahramanıydılar. Demokrasinin anlamını en iyi onlar idrak etmiş, demokrasinin işlevlerini ve faydalarını bizzat yaşayarak ve yaşatarak göstermişlerdi. Mecliste, savaşın en zor günlerinde dahi demokratik müzakerelerden vazgeçilmemiştir. Savaşı ve ülkenin geleceğini ilgilendiren her karar, milletin temsilcileri tarafından uzun uzun tartışılarak alınmıştır. Yaşanan olağanüstü şartlar nedeniyle demokratik usullerin rafa kaldırılması fikri kimsenin aklına gelmemiştir; kimse, temsilcilerinin şahsında vücut bulan millet iradesine aykırı hareket etmeyi düşünmemiştir.

Birinci Meclis, demokrasinin hiçbir zaman, hiçbir durum karşısında ve hiçbir yerde lüks olmadığının en açık ispatıdır. Demokratik müzakerenin meydana getireceği sinerji, en zor durumlarda bile doğru kararların doğru zamanlarda alınmasını sağlar. Evrensel bir yönetim sistemi olarak demokrasinin vazgeçilmezliği, bugün artık kanıtlanmış bulunmaktadır. Demokrasi, zira, bir güven rejimidir, millete ve milletin tercihlerine güven duyulmasını gerektirir; millete güvenmeyen, asla kendisine güvenmeyendir. Kendisi için en doğru olanı, yine, milletin kendisi belirlemelidir. Milletin sağduyusuna itimat etmek, demokratik bir idare için zorunludur. Halka tepeden bakmak, halkın görüşlerini, taleplerini, beklentilerini dikkate almadan politika üretmek, günümüz demokrasi anlayışı açısından imkânsız hale gelmiştir. Bizler, seksendört yıl önce tesis edilen bu millî çatı altında, ilk Meclisten aldığımız irade ve ruhla, demokrasinin çağdaş ve evrensel değerlerini savunmaya devam edeceğiz; bu mukaddes emaneti layıkıyla koruyarak gelecek kuşaklara taşıyacağız; dünya durdukça o ilk istiklal Meclisinin ruhunu içimizde yaşatacağız.

Değerli arkadaşlar, 23 Nisan tarihinin bizim için anlamı, sadece millî egemenlik bilincimizi tazelemekten ibaret de değildir; bugün, aynı zamanda, o bilinci emanet edeceğimiz çocuklarımızın bayramını da kutluyoruz. O aydınlık yüzlerine bakarak heyecanlandığımız güzel çocuklarımız, biliyoruz ki, yarınların güçlü ve müreffeh Türkiyesini tesis edecek olan en zengin cevherimizdir. Onlara, karabulutlarını tamamen dağıtmış, gelişme hedefleri için yola koyulmuş, umudun yeniden yeşerdiği bir Türkiye borçluyuz. Ne iş yapıyor olursak olalım, hangi makamda bulunursak bulunalım, çocuklarımıza olan bu borcumuzu aklımızdan asla çıkarmayalım, bu sorumluluğu her zaman hissedelim; çünkü, çocuklarımız, ülkemizin ve medeniyetimizin yarınlarıdır. Onlardan Türkiye'yi çok daha ileri noktalara götürmelerini beklemek için, bu ülkenin sıkıntılarını bir an önce gidermeli, imkânlarımızı geliştirmeliyiz.

Dünyanın baş döndürücü bir hızla gelişip değiştiği böyle bir zamanda bizim göstereceğimiz zaaf ve ihmallerin faturası, Türkiye'nin geleceğine, milletimizin gelecek kuşaklarına çıkacaktır. Bu gerçeğin ışığında hareket etmek, gelecek on yılların yıldızı olacak güçlü ve müreffeh Türkiye'nin zeminini şimdiden, hep birlikte hazırlamak durumundayız. Eğer, çocuklarımızın önüne parlak hedefler koyamazsak, biliniz ki, yarının sıkıntıları bugününküleri de aratacaktır. Ben, bu ülkenin çocuklarına da, geleceğine de çok ama çok güveniyorum.

Allah'ın izniyle, bütün zorluklarımızı tek tek aşarak, ülkemizi, en kısa zamanda, seksendört yıl önce şekillenen millî iradeye yakışan bir gelişme çizgisine yeniden taşıyacağız; çağdaş uygarlık seviyesini yakalamakla yetinmeyecek, bu seviyeyi yakalamak isteyenlerin örnek alacağı bir ülke haline geleceğiz. Ben, bu güzel ideale bütün samimiyetimle inanıyorum. Bu güzel bayram gününde, bütün çocuklarımızdan da, Türkiye'ye ve Türkiye'nin geleceğine inançlarını hiç kaybetmemelerini istiyorum. O inanç ve güven, nesiller boyunca bu ülkenin istiklalinin nasıl en büyük teminatı olmuşsa, hiç şüphe yok ki, bundan sonra da olacaktır.

Bu vesileyle, bütün çocuklarımızın bayramını kutluyor, hepsinin gözlerinden öpüyor, hepinizi, tekrar, saygı ve sevgiyle selamlıyor, Meclisimizin açılışının seksendördüncü yılı ile Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramının tüm milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Saygılarımla. (AK Parti ve Bakanlar Kurulu sıralarından ayakta alkışlar, CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Erdoğan, teşekkür ederim.

Şimdi, söz, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu Başkanvekili Sayın Ali Topuz'undur.

Sayın Topuz, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBU BAŞKANVEKİLİ ALİ TOPUZ (İstanbul) - Saygıdeğer Cumhurbaşkanımız, Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar, 23 Nisanların ve geleceğimizin gerçek sahipleri sevgili çocuklarımız, sevgili yurttaşlarım; bir dışgörev nedeniyle Ankara'da bulunmayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, hepinizi sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.

Bütün halkımızın Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyorum; ülkemizin barış, mutluluk, refah ve bağımsızlık içinde nice bayramlar geçirmesini diliyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışını gerçekleştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü ve Birinci Meclisten başlayarak, bugüne kadar bu kutsal çatı altında görev yapmış tüm millet temsilcilerini saygıyla anıyor ve selamlıyorum.

Seksendört yıl önce bugün, tutsaklığa ve karanlığa itilmiş bu ülkede, Türk tarihinin en büyük devrimi gerçekleştirilmiştir. Bir dönem kapatılmış ve yeni bir dönem açılmıştır. Bu yeni dönemin temelinde millî egemenlik anlayışı yatmaktadır. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışı, yeni bir siyasal yapılanmanın da ilk ve çarpıcı adımıdır. Açılan Meclis ne bir meşrutiyet meclisidir ne de bir danışma meclisidir. Saltanata, hanedana, hilafete dayalı egemenlik anlayışlarının tümünü reddeden, meşru egemenlik temeli olarak millî iradeyi esas alan bir Millet Meclisidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin temelinde, Mustafa Kemal'in 1919 yılı haziran ayında yayımladığı ünlü Amasya Tamiminde yer alan "milletin bağımsızlığını, gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır" anlayışı yatmaktadır. Müdafaai Hukuk Cemiyetleri, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünde milletimizin dayanışması, inancı, azmi ve kararlılığı bu hareketin gerisindeki en büyük güçtür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; seksendört yıl önce çalışmalarına başlayan Birinci Büyük Millet Meclisi, orduları dağıtılmış, anayurt toprakları istilaya uğramış, silahları elinden alınmış, savaş yorgunu ve hepsinden önemlisi, özgürlüğü yok edilmiş bir ulusun etnik köken ve inanç farklılıklarına bakılmaksızın Ankara'ya seçip gönderdiği temsilcilerinden oluşmuştur. 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır açılmaz, Mustafa Kemal imzasıyla bütün illere gönderilen bir genelgede "23 Nisandan itibaren bütün mülkî ve askerî makamlar ile ulusun bağlı olacağı tek makam Türkiye Büyük Millet Meclisi olacaktır" denilmektedir. Bu, Türkiye'de Büyük Millet Meclisinin her türlü yetkiye sahip olduğunu göstermektedir. Daha sonra, 20 Ocak 1921 tarihinde yürürlüğe giren ilk Anayasanın ilk üç maddesi, devletle ve Büyük Millet Meclisiyle ilgili çok önemli saptamalar yapmaktadır. Bu saptamalar aynen şöyledir :

" Madde 1.- Egemenlik, kayıtsız şartsız ulusundur. Yönetim biçimi, halkın kendi kaderini doğrudan doğruya ve eylemli olarak kendisinin yönetmesi temeline dayalıdır.

Madde 2.- Yürütme erki ve yasama yetkisi, ulusun tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde belirir ve toplanır.

Madde 3.- Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisince yönetilir ve hükümeti 'Büyük Millet Meclisi Hükümeti' adını taşır."

Cumhuriyetin ilanına kadar geçen üç yıl içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu yetkilerle çalışmış ve çok büyük başarılar kazanmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir askerî zaferin eseri değildir; tam tersine, askerî zafer Türkiye Büyük Millet Meclisinin eseridir. Orduyu kuran ve Ulusal Kurtuluş Savaşını yürüten, devleti oluşturan, ülkeyi yöneten ve cumhuriyeti ilan eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu nitelikleriyle dünyadaki tek örnektir.

Öte yandan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışıyla, milletimiz için aydınlanma dönemini başlatacak olan yepyeni ve çağdaş bir siyaset felsefesi ve köklü bir zihniyet değişimi uygulamaya sokulmuştur. Millî iradeye dayalı egemenlik anlayışı, bu yeni siyaset felsefesinin ve köklü zihniyet değişiminin temel dayanağıdır.

Millet iradesine dayalı egemenlik anlayışı, milleti oluşturan bireylerin her alanda eşitliğini öngörür. Bu eşitliğin güvencesiyse, çağdaş hukuk sistemidir. Millî idareyi bir kez benimseyince, milleti oluşturan vatandaşları, dinine, mezhebine, tarikatına, servetine, ırkına, aşiretine, kadın veya erkek oluşuna göre farklı tutamazsınız. Bu yaklaşım, cumhuriyetin ve laikliğin altyapısını hazırlayan temel bir yaklaşımdır ve de demokrasiye giden yolun başlangıcıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; modern Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerinden en önemlisi, laiklik ilkesidir. Laiklik, millî iradeye, millî egemenliğe, cumhuriyete dayanan demokrasimizin hem belirleyicisi hem de güvencesidir. Bu nedenlerle, laikliği dar anlamda değil, geniş anlamda tanımlamak ve anlamak gerekir. Laiklik anlayışı, bir yandan, devletin, dinlere, dinî inançlara saygılı ve aynı mesafede olmasını, dinlere, dinî inançlara karışmamasını, öte yandan, dinlerin, dinî inançların da devlete karışmamasını öngörür. Laiklik anlayışının, dinlere, dinî inançlara karşı olduğu kesinlikle söylenemez; söylenecek olursa yanlış olur, istismar olur. Ayrıca, dinlerin, dinî inançların hukuka, eğitime ve devlet yönetimine egemen olması laiklik anlayışıyla asla bağdaşamaz.

Modern Türkiye Cumhuriyetini önceki dönemden ayrı tutan en önemli özellik, kuşkusuz, laiklik anlayışının benimsenmiş olmasıdır. Bu sayededir ki, teokratik değerlerin egemen olduğu bir devlet ve toplum yapısından, büyük bir değişim ve dönüşüm gerçekleştirerek, çağdaş bir devlet ve toplum yapısına ulaşılabilmiştir. Günümüzde bütün dünyanın saygısını ve güvenini kazanmış olan ve de örnek gösterilen Türkiye modeli böylelikle oluşabilmiştir. Çok büyük bir bölümü Müslüman olan yurttaşlarımızın, dinî inançlarının gereklerini en iyi şekilde yerine getirirken, laiklik anlayışına dayanan bir devlet düzeni içerisinde, çağdaşlığa, uygarlığa ve refaha doğru hızla yol alabilmiş olması, Türkiye modelinin büyük başarısıdır.

Türkiye modeli, öteki Müslüman ülkelerle aramızdaki gelişmişlik ve çağdaşlık farkını açıklayan en temel özelliktir. Modelimizin kıymetini bilmeliyiz ve modelimizi daha geliştirerek, uygarlık düzeyini aşma hedefimize yönelik çabalarımızı hızlandırmalıyız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; Türkiye modelinin kurgusu, ilkeleri, nitelikleri ve amaçları doğru saptanmıştır. Modelimiz, gelişmeye, değişime ve yenileşmeye açık bir modeldir. Ancak, modelimizin işleyişiyle ilgili olarak büyük sorunlarımız vardır. Cumhuriyetimizi demokrasiye taşıyarak çokpartili döneme açıldığımız tarihten günümüze kadar ülkeyi yönetmiş olan siyaset anlayışları ve hükümetler, kendilerinden beklenen değişimi ve yenileşmeyi, ne yazık ki, yeterli ölçüde gerçekleştirememişlerdir; devletimizin, modelimizin değil, yönetim yapımızın hantallaşmasına, tıkanmasına ve verimsizleşmesine seyirci kalmışlardır. Bu durumun sorumlularını, o dönemlerde ülkeyi yöneten ve günümüzde de onların devamı olduğu açıkça görülen siyasî partilerde aramak gerekir. Çağdaş gelişmelere uyum sağlayarak, gerekli yenileşme ve değişim fırsatlarını kullanamamış olmanın ve yönetim yapımızın hantallaşması, tıkanması ve verimsizleşmesinin sorumluluğunu ülkeyi yönetmiş olan siyasî partilerde ve onların yöneticilerinde aramak yerine, cumhuriyetimizde ve laiklik anlayışında aramak, cumhuriyetimizin kazanımlarında aramak, bazı cumhuriyet kurumlarını ve kazanımlarını bu nedenle "statüko" olarak tanımlayıp suçlamak doğru bir yaklaşım değildir. Böyle bir yaklaşımı, ancak, kuruluşundan beri, cumhuriyet ve laiklik karşıtı düşüncelerini, fırsat buldukça, örtülü ya da açık olarak sergileyen çevreler sürdürebilir.

Cumhuriyetimizi ve demokrasimizi bir arada sahiplenmeye devam etmemiz gerekir. Cumhuriyet ile demokrasi arasında çelişki ya da çatışma olduğunu kabul etmek kadar yanlış ve tehlikeli bir yaklaşım olamaz. Gerçek bir demokrasi, sağlam bir cumhuriyetin üzerinde yükselebilir.

İçerisinde bulunduğumuz coğrafyada, demokrasiyi gerçek anlamda yaşatabilen tek ülke konumundayız. Bunun nedeni, bizim, çok büyük bir cumhuriyet dönüşümünü yaşamış olmamızdır. Cumhuriyetimizin temel değerlerini ve kazanımlarını koruyarak demokrasimizi daha ileri aşamalara taşımak, yönetimi, katılım, verimlilik ve etkinlik ilkelerine dayalı olarak yeniden yapılandırmak başlıca hedefimiz olmalıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet iradesinin yansıdığı temel kurumumuzdur. Bu temel kurumumuzun saygınlığını, güvenilirliğini ve etkinliğini korumak ve geliştirmek öncelikli görevlerimiz arasındadır. Bu alanda, vakit yitirmeden yapılması gerekenler vardır. Bunların başında da milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılması gelmektedir.

Bu konu, gözardı edilebilecek, basit bir konu değildir. Dünyanın hiçbir parlamentosunda, bizdeki kadar geniş kapsamlı dokunulmazlık anlayışı yoktur. Bu durum, milletvekillerinin de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de saygınlığına gölge düşürmektedir. Bir an önce, milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılmasıyla ilgili anayasa değişikliklerinin gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.

Milletvekili genel seçimleri öncesinde, Cumhuriyet Halk Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi liderleri, bu konuda, halka söz vermişlerdir. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, verdiğimiz sözü yerine getirmek istiyoruz; Adalet ve Kalkınma Partisinden de, halka verdiği sözü yerine getirmesini bekliyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Dokunulmazlıklarla ilgili başka bir sorunumuz da, Türkiye Büyük Millet Meclisine intikal etmiş ve ilgili komisyonlarda beklemekte olan -100'den fazla- dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili tezkerelerdir. Bu tezkereler, yargı organlarından Meclise gönderilmiş tezkerelerdir. Yargılamanın devam edebilmesi için, ilgili milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması istenmektedir. Dokunulmazlıklar kaldırılmayınca, yargı işleyememektedir. Milletvekilleri de, Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu durumdan yara almaktadır. Bu konunun da ivedilikle çözülmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; her yıl, 23 Nisanı, aynı zamanda, çocuklarımızın da bayramı olarak kutluyoruz. Dünyamızda çocuklara armağan edilmiş, onlar için önerilmiş böyle bir bayram hiçbir ülkede yoktur. Bunu, ülkemiz için onur ve kıvanç nedeni sayıyorum.

Çocuk sevgisi, vatan sevgisinden ayrılmayan bir yüksek insanlık duygusudur. Geleceğimiz, çocuklarımızın ellerinde yükselecek, çocuklarımız yarın ve gelecekte ulusun kaderine sahip çıkacaklardır. Çocuklarımız, bizi daha büyük hamlelere, dünyanın yeni oluşumlarına, çağdaş uygarlık evrelerine taşıyacaklardır. Onları çok iyi yetiştirmemiz, onları özgür bir ortamda ve çağdaş bir eğitimle desteklememiz gerekiyor. Çocukları için yaşamasını bilen toplum, çocuklarını destekleyen toplum büyük toplumdur.

Çocuklarımız, bu ulusal bayramı, yıllardır bütün dünya çocuklarıyla birlikte kutluyorlar; birikimlerini, dünya barışı konusundaki duyarlılıklarını ortaya koyuyorlar; kaynaşmanın, birbirlerini sevmenin, birbirlerini anlamanın mutlu tablolarını oluşturuyorlar. Bu çocuklar, dünyanın geleceğine, gözyaşı değil, sevgi, mutluluk ve barış taşıyacaklardır.

23 Nisan, bir umudun adıdır. Çocuk da bu umudun köprüsüdür. Çocuk gelecektir, çocuk umuttur, çocuk değişimdir, çocuk yenileşmedir. Biz, 23 Nisanı, bu nedenlerle, Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutluyoruz. Zaten, her çocuk, her zaman, bir bayramdır.

23 Nisanı, sadece, geçmişe saygı anlayışıyla değil, geleceğe dönük bir umut olarak da selamlıyorum. Bu güzel ve anlamlı günü, ulusumuzla ve bütün dünya çocuklarıyla paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

Yüce Meclise ve sayın konuklara saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Topuz, teşekkür ederim.

Şimdi söz sırası, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Mehmet Ağar'a aittir.

Sayın Ağar, buyurun efendim. (Alkışlar)

DOĞRU YOL PARTİSİ GENEL BAŞKANI MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; sözlerime başlamadan, şahsım ve Doğru Yol Partisi adına saygılarımı sunuyorum; Sayın Cumhurbaşkanımı da saygılarımla selamlıyorum.

Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 84 üncü yıldönümü. Hangimizin kulağına cihanşümul bir imparatorluktan genç cumhuriyetimize geçtiğimiz o dönemin acı dolu ama onurlu hikâyeleri anlatılmamıştır. Hangimiz Ulus'taki Meclise gittiğimizde, gaz lambası ışığında aydınlanmış o kurtuluş mücadelesini içimizde duymamış, ürpermemişizdir. Bu ülkede kim bugünü düşünür ve geleceği hayal ederken o geçmişe gitmez, yaşananların hasılasını ortaya koymaz.

Bugün, biz, burada, kendi adımıza değil, fani varlığımızın ötesinde, milletimiz için varız ve bu yüzden de, 23 Nisan 1920 tarihi hepimize çok yakın; onun içindeyiz, ilk Meclisin iradesi de, ruhu da bizim içimizde.

Muhterem arkadaşlarım, 19 Mayıs 1919'da başlayıp 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisini kuran, 29 Ekim 1923'te cumhuriyetin kurulmasıyla noktalanan süreç, Türk tarihinin uygarlık ve gelişmişlik yolunda hazırladığı en büyük uyum paketidir. 23 Nisanın özü, egemenliğin millete, milletin şaşmaz iradesine teslimidir. Eğer 1920'nin 23 Nisanında "egemenlik milletindir" iradesi ortaya çıkmasaydı, 1946'da da Türkiye demokrasiye geçemezdi.

23 Nisan 1920'de, bir mübarek cuma günü, dualarla, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, Ulus'taki Meclis binasının kapısını açanlar, tüm bir milletin bağımsızlık ve hür yaşama iradesine inananlardır ve onlar, Türk Milletinin ortak iradesinin temsilcileridir. O Meclis, milletimiz adına yüklendiği yüksek hedeflerin, bağımsızlık amacının, en zor şartlar altında bile mücadeleyi sürdürme azminin, kararlılığının, iradenin sembolü olarak bugün de oradadır. Yaşadığımız sorunlar karşısında zaman zaman umutsuzluğa kapılanlar, gidip o binada iman tazeleyebilirler. Ülkenin ve milletin geleceğine ilişkin iddiası olanlar, iddialarının kanıtını, Mecliste solunan havaya sinmiş bulunan millet iradesinde bulurlar.

Genç cumhuriyetin çağdaşlaşma ve modernleşmedeki onurlu yürüyüşünü bilenler, kavrayanlar, bugünün dünyasında bir yandan küreselleşme sürecinin, bir yandan da Türkiye'nin hak edilmiş kaderi olan Avrupa Birliği yolundaki yürüyüşünün gelişmelerindeki ilhamı, o Meclisin pencerelerinden bakarak, umut ederim ki, alabilirler. Aynı zamanda, milletten aldığı yetki yüzünden başı dönen, iktidar sarhoşluğuna kapılanlar da, zaman zaman o Meclise giderek, orada millete duyulan derin saygıdan ve tevazudan mutlaka kendilerine bir ders çıkarmalıdırlar.

Unutmayalım ki, hiç kimsenin, milletten ve o milletin büyük iradesinden ötede büyüklüğü yoktur. Kurtuluş Savaşının en yoğun döneminde Millet Meclisini açan ve mücadeleyi onun şahsında milletin kendisine tevdi eden anlayışı, barışa en fazla ihtiyaç duyulan ve özellikle bölgemizde istikrarsızlık rüzgârlarının fırtına şiddetinde estiği bu dönemde, hem yaşatmalıyız hem güçlendirmeliyiz.

Her 23 Nisan, sözde bir yıldönümü değildir, aynı zamanda, yeni Türkiye'nin de doğum günüdür; ancak, 21 inci Yüzyılın 20 nci Yüzyıldan çok farklı ufuklar getirdiğini bilerek, ülke ve dünya gerçeği ile Türkiye Büyük Millet Meclisi gerçeğini aynı titreşim katsayısına sokmak hepimizin de görevidir.

Burada bize düşen görev, Atatürk vizyonunu sürdürmek, Türkiye'nin tarihî misyonunu yeniden hatırlatmaktır. Nedir bu; öncelikle, dünyanın en gelişmiş demokrasisine sahip eşdeğer bir demokrasiyi tüm kurum ve öğeleriyle yaşayıp geliştirmek; millet egemenliği ile hukukun üstünlüğünün sağlıklı sentezini yaparak, Türk vatandaşı olmayı dünyanın en itibarlı statüsü haline getirmek.

"Değerli arkadaşlarım, bir devre yetiştik ki, onda her şey meşru olmalıdır. Milletin işlerinde meşruiyet, ancak millî kararlara istinat etmekle, milletin umumî meyillerine tercüman olmakla hâsıl olur. Bizim bildiğimiz hakikatler milletçe de malum olunca, kararlar bahsinde o da bizim gibi düşünecektir. Bence Meclis, nazariye değil hakikattir ve hakikatlerin en büyüğüdür."

Millî Mücadelenin Başkomutanlığı ve Yüce Meclisin Başkanlığı gibi iki önemli görevi bir arada yürüten Yüce Atatürk'ün ağzından, Meclisin ifade ettiği mana bu idi. Şimdi, bizim, sıralarında oturduğumuz Yüce Meclis de bu idrak üzerine kurulmuştur. Bu Meclisin varlığı, her şeyden evvel, meşruluk ve mesuliyet esaslarına dayanır. Milletin nazarında itibar ve saygı görmenin yegâne kaynağı da  budur.

Seksendört yıl önce milletin kaderini eline alan Meclis, milletin hür vicdanının tahakkuk ettiği Meclis, milletin sesi olan Meclis, millete ait kararların tezahür ve temayüz ettiği Meclis, kendi gelenek ve tecrübelerini bugün ne ölçüde yaşatıyor? Türkiye'nin önemli meseleleri bu Mecliste konuşulur, tavırlar burada belirlenir, meşru zemin burasıdır. Milletin sesini duyuracağı ve millet iradesinin tecelli edeceği alan da burasıdır. Eğer, Meclis, bu iddianın sahibi olamazsa, millet nereye bakacaktır. Milletin sesini duyurmak için tarif edeceğimiz başka bir adres var mı. Milletin ümidi de buradadır, milletin desteği de buradadır; milletin meselelerinin konuşulacağı yer de, dolayısıyla burasıdır.

Değerli milletvekilleri, bizim açık uygulama imkânı gördüğümüz siyaset, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü şartları ve belirsizlikleri karşısında hayalperestlik büyük hata olur. Tarihin, ilmin ve aklın ifadesi budur. Milletimizin devamlı, güçlü, hür ve müreffeh yaşayabilmesinin yegâne yolu budur. Elbette, bizim dışımızdaki dünyayı yok saymak anlamını taşımaz bütün bunlar. Siyaset, elbette ki, dış dünyanın siyasî şartlarını, gerçeklerini ihmal etmeyecek, gözünün önünden realiteleri ayırmayacaktır. Millî siyaset, dünyayla dürüstlük, karşılıklı saygı ve eşitlik prensibine dayalı, sağlam, onurlu ilişkiler çerçevesinde, gücünü ve geleceğe yönelik hayallerini gerçekleştirme iradesini asıl itibariyle kendi sınırlarımız içerisindeki kaynaktan, milletin kuvvetinden alan siyasî anlayıştır.

Muhterem arkadaşlarım, millet egemenliğine dayalı demokratik ülkelerde iktidarın kaynağı millettir. Milletin sesine kulaklarınızı tıkamaz, gözlerinizi kapatmaz, gönlünüzü açık tutarsanız, milletin iradesi sizin yanınızda olur. Bu irtibat koptuğu zaman da, adı ne olursa olsun, her iktidar tarih sayfalarında yerini alır. Demokratik ülkelerde kimse vazgeçilmez değildir, iktidarlar da gelip geçicidir. Egemenlik Bayramımızı kutladığımız bu günde, kendi iktidarlarına çok dönemler itibariyle ömür biçenlere, bu gerçeği hatırlarından çıkarmamalarını tavsiye ediyorum.

İhracatı ithalatını karşılayamayan, iç ve dışborç stoku her gün artan, işsiz milyonların form kuyruğunda günlerce beklediği bir demokraside, derde deva olmayan iktidarlar için değişim melodisinin güçlü sesi, hamasî nutukların cılız sesleriyle bastırılamaz.

İç ve dışpolitikada uyumu sağlayamayan, dışpolitikada barış diyerek içpolitikada gerginlik üreten, "kazan-kazan" derken kaybedilenleri hesaplayamayan, dışarıdaki her mahfili dost, içerideki her kurumu ve siyasî anlayışı karşıt olarak algılayan bir iktidarın sağlıklı gidişatından nasıl söz edilebilir!

Diyalog kapılarını sımsıkı kapatan ve onun bu tavrını onaylayan Meclis grubu, bu Meclisi her konuda cepheleşen uyuşmazlığın temsilcisi bir meclis haline getirir. Bunun hiçbirimize yararı olmaz, demokrasimiz adına da sağlıklı bir gidişi ifade etmez.

Yasama faaliyetleri sadece belli uyum yasaları takvimine bağlanmış, iktisadî politikaları yalnızca dış ekonomik kuruluşların yazdığı reçetelere emanet edilmiş, dışpolitikada hâkim merkezlerin, uluslararası politikaların tesirindeki görünümünü mutlaka değiştirmek durumundayız.

Türkiye, uluslararası konjonktürü elbette dikkate alacak, ona göre pozisyon ve politika belirleyecektir; ancak, millî reflekslerini yok etmeden, kendi şartlarını ve milletin de hassasiyetlerini ihmal etmeksizin. Öyle bir tablo, millî geleceğimize kendi irademizle sahip çıktığımız göstergesini ortaya koymaz. Meclis, kurtuluşun meclisidir; Meclis, hürriyetin meclisidir. Bütün bu gerçeklerin ışığında, milletimizin geleceği için, 23 Nisanda Türkiye Büyük Millet Meclisinin anlamını da yorumlamalıyız. İktidarı ve muhalefetiyle, bilelim ki, hepimizin bu çatı altındaki varlık sebebi, milletin vicdanı olmak, milletin sesini duymak ve duyurmaktır.

Değerli arkadaşlarım, her Meclis, tarihî bir meclistir ve her Meclis, ilk Meclisin azim ve iradesine, kararlılığına sahip olmak durumundadır ve öyledir. Türkiye'nin kaderinin şekillendiği bu tarihî dönemde Meclisimizin üzerine düşün görev, tarihî hamleler yapmaktır. Bu Meclisin arkasında cesur ve çalışkan bir büyük millet vardır, bir büyük Türk Milleti vardır. Bu Meclisin ardında, büyük bir tarih, tüm insanlık adına adalet ve barış yolunda harcanmış bir geçmiş vardır. Meclisin tarihî kararlar için dayanacağı yegane kuvvet de, büyük Türk Milletidir.

Düşünüyorum; eğer, o günkü ilk Meclis bugünkü Kıbrıs meselesiyle karşılaşsaydı, nasıl bir çözüm geliştirirdi; bana öyle geliyor ki, bu kadar alelacele davranmaz, milleti ortadan ikiye bölen üslubu benimsemez, bunu dayatanlara da, ismi ve makamı ne olursa olsun, izin vermez, bütün milleti ardında toplayan bir çözüm yolunun önünü açardı; Kıbrıs meselesinin, bu Meclis yerine başka mahallerde yapılan müzakerelerin neticesi olarak karşımıza çıkmasına izin vermezdi; bu meseleyi milletin gözünün önünde bu mabette tartıştırır ve tüm milletin ortak bir kararı olarak tümüyle sahiplenirdi ve en azından o Meclisin hükmettiği iktidar tarihin bize şaka yapmasına izin vermezdi; 23 Nisanda anavatanımızda egemenlik bayramını kutlayıp, 24 Nisanda da yavruvatanın egemenliğinin devrini oylatmazdı.

23 Nisanda bugünün şartlarından daha zor şartlar altında ve ölüm göze alınarak kazanılmış hürriyet ve bağımsızlık, egemenliğimizin sembolü olarak ulusal egemenlik bayramımızı kutlarken, 24 Nisanda da egemenlik ve o değilse bile yaşama hakkının yabancı iradelere yeniden teslimi için son süre olan 24 Nisan akıllarımızdadır.

Milletin gözü ve aklı Kıbrıs'la meşgulken öbür taraftan Avrupa Parlamentosu temsilcisi, benim mahkemelerimin kararını utanç verici bulduğu beyanatını verip, azınlık hakları konusunda benim ülkemi daha sıkı denetleyeceğini ifade ediyor. Millet, bu had bilmezliğe, müstemleke memlekette olabilecek konuşma tarzına gerekli cevabı duyamamanın kederini yaşamaktadır. Bu zatın "azınlık" diye kastettikleri, benim kardeşlerim, bu ülkemin kurucuları, ülkenin has evlatlarıdır. Türkiye'nin meselesi vardır; varsa da, Türkiye, meselelerini, kendi hür Meclisinde, hür iradesiyle çözecek güce sahiptir. Demokrasilerde iyi niyetli eleştirilere elbette "evet" diyoruz; ancak, had bilmezliğe ve saygısızlığa da tavır koymak mecburiyetimiz vardır.

Bu cümleden, bu hafta Kanada Parlamentosunda kabul edilen tasarıya karşı Meclisimizde hükümetin yükselen sesini duyamamanın hüznünü yaşadık. İki değerli parlamenterimiz, fevkalade dirayetli bir tavırla, meseleyi açıkça gündeme koydular. Türkiye'nin egemenliğine yönelik her türlü tavrı kesin bir kararlılıkla reddediyoruz. Meclisimiz, en yakın zamanda, bu kabul edilmez, tarihî gerçekleri saptıran tavra karşı, bir bütün halinde, alacağı kararı ilan etmelidir. Bütün bu zafiyette, hükümet, payına düşen sorumluluğu taşırken, elbette, o iktidarı var eden Meclis olarak da mesuliyet hissedilmelidir. Meşru zemin burasıdır, mesuliyet zemini burasıdır. Burada konuşulmayanlar, buradan gizlenenler ortaya çıktığında, doğacak sonuca hepimiz katlanacağız. Bizi bilgilendirmeyenler ve konuşturmayanlar, bu tehlikeleri görmek zorundadırlar; riskleri görmek zorundadırlar.

Hürriyet ve egemenlik, cüzdana sığmayacak kadar büyük, portakal kasalarınca taşınmayacak kadar ağırdır. Bu topraklarda da, Kıbrıs'ta da hürriyet ve bağımsızlık uğruna çekilen büyük fedakârlıklar vardır. Bu fedakârlığı yaşayan insanlara karşı, hepimizin, derin saygı içerisinde, hayatını kaybedenlere karşı da hatıralarına derin bir bağlılık içerisinde olmamız gereği vardır.

Onun için, bu Ulusal Egemenlik Bayramında, bu 23 Nisanda öncekiler kadar coşkulu, öncekiler kadar gururlu değilim. 23 Nisanı, bu sefer, Türk çocuklarının, dünya çocuklarının bayramı olduğu için kutluyorum. Ulusal Egemenlik Bayramında, kendimi, tarihe karşı mahcup ve mahzun hissediyorum. Bırakalım bu sene bayramı çocuklar kutlasın, biz değil. Bizim, egemenlik adına oturup derin derin düşüneceğimiz işler vardır.

Değerli arkadaşlarım, bu bayramın hoşluk kısmına, kutlanacak kısmına geçelim.

Millî bayramını çocuklarına armağan eden yegâne milletiz. Bir de, bunu, güzel gelenekle, tüm milletlerin çocuklarının ortak bayramı yaptık. Bugün 23 Nisan Bayramımız, çeşitli milletlerin çocukları arasında dostluk ve sevgi bağları kuruyor; bu da, ülkelerin birbirleriyle yakınlaşmalarına vesile oluyor.

Biz, dünyanın bir barış dünyası olması için çalışmış, gücünü bu yönde kullanmış uzun bir geleneğin sahibiyiz. Cihanşümul imparatorluk sınırları içerisinde, farklı din ve ırktan milyonlarca insan, yüzyıllarca barış içindeydi. Bugün, Kafkaslardan Balkanlara ve nihayet Ortadoğu'ya kadar çeşitli ülkelerde yaşanan karışıklıklar, bu barış geleneğinin yüceliğini ve büyüklüğünü yeniden hatırlatıyor.

Zikredilen tüm coğrafyalarda savaşların, çatışmaların en trajik kurbanı çocuklardır; bunun her yerde örneklerini gördük. 23 Nisan Bayramını, elbette, çocuklarımızın, bizim çocuklarımızın, yani, tüm dünya çocuklarının gülümseyen yüzleri süsleyecektir; ama, hemen bu resmin yanına, yine, tüm dünya çocuklarının acı çeken yüzleri de konulmalıdır; konulmalıdır ki, herkes geleceğe karşı sorumluluğunu unutmasın ve yapabilecek bir şeylerinin olduğunun farkına varsın. Acı çeken çocuk yüzlerinin tüm dünyadan silinmesi en büyük dileğimizdir.

Türkiye, bütün bu zorlukların üstesinden gelecek gücün de, potansiyelin de, imkânın da sahibidir. O milletin temsilcisi olan Yüce Meclis, bütün bu zorlukların üstesinden gelecektir. Yüce Allah yardımcımız olsun.

Bu memlekete, bu Meclise, kurulduğundan beri büyük hizmetler yapmış olan, başta İlk Meclisimizin Başkanı Yüce Atatürk'ü saygı ve rahmetle anarken, bütün Meclis üyelerimize, ölenlerine Allah'tan rahmet, yaşayanlarına da sağlıklar diliyor; saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ağar, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 84 üncü yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 26 Nisan 2004 Pazartesi günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Pazar günü saat 17.00'de, halkımızla birlikte yapacağımız "Millî Egemenlik" yürüyüşüne bütün milletvekillerimizi, eşleri ve çocuklarıyla birlikte davet ediyorum.

Bayramınız kutlu olsun.

 

Kapanma Saati: 15.10