BIM 2 2 2004-05-29T07:14:00Z 2004-05-29T07:14:00Z 35 21616 123216 TBMM 1026 246 151317 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        YASAMA YILI : 2

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 47

 

74 üncü Birleşim

15 Nisan 2004 Perşembe

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem'in, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşması

2. - Malatya Milletvekili Miraç Akdoğan'ın, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşması

3. - Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp Güney'in, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümüne, yatırımların ve istihdamın teşvikiyle ilgili kanunun uygulanmasında karşılaşılan aksaklıklar ile alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Almanya Federal Meclisi Başkanı Wolfgang Thierse ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/529)

2. - Mersin Milletvekili Şefik Zengin'in, (6/933) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/169)

3. - İzmir Milletvekili Hakkı Akalın'ın, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/170)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - Konya Milletvekili Orhan Erdem ve 42 milletvekilinin, çocuklarımızı sokağa iten nedenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/180)

2. - İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 45 milletvekilinin, Bingöl depremi sonrasında yaşanan olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/181)

IV.  SÖYLEVLER

1. - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Genel Kurula hitaben konuşması

V. - USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1. - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Genel Kurula hitaben yaptığı konuşmadan sonra TBMM Genel Kurulunca bir deklarasyon yayımlanmasına ilişkin önergenin işleme konulup konulmaması hususunda

VI. - SEÇİMLER

1. - (9/9) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda açık bulunan üyeliklere seçim

VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı: 146)

2. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı: 152)

3. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

4. - Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İçişleri, Plan ve Bütçe ve Anayasa Komisyonları Raporları (1/731) (S.Sayısı: 349)

5. - Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/175) (S. Sayısı: 402)

6. - Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair 2003/1 Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/757) (S. Sayısı: 396)

VIII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Manisa Milletvekili Hasan Ören'in, gazilerin Emekli Sandığı sağlık hizmetlerinden yararlanmasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/2140)

2. - Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek'in, basına yansıyan, İstanbul'daki bir tugay komutanlığının istihbarat istemi yazısına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül'ün cevabı (7/2206)

 


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Giresun Milletvekili Mehmet Işık'ın, Giresun'da fındık üretimini etkileyen don olayı sonucunda üreticilerin zararının boyutlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Adalet Bakanı Cemil Çiçek,

Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa il merkezinden geçen E-26 karayolu üzerindeki trafik yoğunluğunun yarattığı sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen,

Cevap verdi.

Aksaray Milletvekili Ali Rıza Alaboyun, sanayicilerimizin üretimde kullandıkları hammadde ve parçaların ithalatında gümrüklerde karşılaştıkları sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

Genel Kurula hitaben konuşma yapma isteği kabul edilen Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Azerbaycan-Türkiye arasındaki dostluk ve kardeşlik ilişkileri, Azerbaycan'ın sosyal ve ekonomik durumu, Ermenistan ve Dağlık Karabağ'la ilgili yaşanan sorunlar, Bakû-Tiflis-Ceyhan petrol ve Bakû-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hatlarının önemi ve dünyadaki gelişmeler konusunda Genel Kurula hitaben bir konuşma yaptı.

Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 23 milletvekilinin, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Başkanının istifası konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/12) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

(9/9) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi;

Konya Milletvekili Ahmet Işık'ın,

Adıyaman Milletvekili Mehmet Özyol'un,

(9/9) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu üyeliğinden çekildiklerine ilişkin önergeleri;

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 84 üncü yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla Genel Kurulda özel bir görüşme yapılması için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 2004 Cuma günü saat 14.00'te toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu,

Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 84 üncü yıldönümü ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olan 23 Nisan 2004 Cuma günü saat 14.00'te, Genel Kurulda özel bir görüşme açılmasına ve bu görüşmelerde; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ile siyasî parti gruplarının başkanları ve Mecliste üyesi bulunan diğer siyasî partilerin milletvekili olan genel başkanlarına 10'ar dakika süreyle söz verilmesi ve bu günde başka bir konunun görüşülmemesinin Danışma Kurulunun görüşüne uygun olarak önerilmesine ilişkin Başkanlık,

Önerileri, kabul edildi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanında açık bulunan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 Başkanvekilliği için, Grubunca aday gösterilen Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş seçildi.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:

1 inci sırasında bulunan (6/491) esas numaralı sözlü soruya, Adalet Bakanı Cemil Çiçek;

3 üncü sırasında bulunan (6/495),

13 üncü sırasında bulunan (6/514),

44 üncü sırasında bulunan (6/563),

45 inci sırasında bulunan (6/564),

Esas numaralı sözlü sorulara, Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun;

9 uncu sırasında bulunan (6/504),

10 uncu sırasında bulunan (6/505),

12 nci sırasında bulunan (6/512),

14 üncü sırasında bulunan (6/522),

16 ncı sırasında bulunan (6/528),

17 nci sırasında bulunan (6/529),

Esas numaralı sözlü sorulara, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin,

Cevap verdi; (6/504), (6/505), (6/528) esas numaralı soru sahipleri de cevaplara karşı görüşlerini açıkladı.

2 nci sırasında bulunan (6/492) esas numaralı soru, üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından, yazılı soruya çevrildi.

4 üncü sırasında bulunan (6/496),

5 inci sırasında bulunan (6/497),

6 ncı sırasında bulunan (6/498),

7 nci sırasında bulunan (6/502),

8 inci sırasında bulunan (6/503),

11 inci sırasında bulunan (6/511),

15 inci sırasında bulunan (6/526),

Esas numaralı sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Letonya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/675) (S. Sayısı: 358) elektronik cihazla yapılan açıkoylama sonucunda kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146),

2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523) (S. Sayısı: 152),

3 üncü sırasında bulunan Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305),

Görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden,

4 üncü sırasında bulunan, Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/731) (S. Sayısı: 349) görüşmeleri, ilgili Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından,

Ertelendi.

5 inci sırasında bulunan, Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunda (1/765) (S. Sayısı: 395),

6 ncı sırasında bulunan, Noterlik Kanununun Bir Maddesinde (1/758) (S. Sayısı: 394),

7 nci sırasında bulunan, Uzman Jandarma Kanununda (1/737) (S. Sayısı: 374),

Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarılarının, görüşmelerini müteakiben, kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

15 Nisan 2004 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.54'te son verildi.

 

Sadık YAKUT

 

 

Başkanvekili

 

 

Enver YILMAZ

Türkân MİÇOOĞULLARI

 

Ordu

İzmir

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

 

 

No. : 111

II. - GELEN KÂĞITLAR

15 Nisan 2004 Perşembe

Tasarı

1 .- Ziraat Odaları ve Ziraat Odaları Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/788) (Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.4.2004)

Teklif

1. - İzmir Milletvekili Erdal Karademir'in; Sosyal Çalışmacı/Sosyal Hizmet Uzmanı Meslek ve Oda Kanunu Teklifi (2/277) (Adalet ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.4.2004)

Tezkereler

1. - Mersin Milletvekili Hüseyin Güler'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/527) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.4.2004)

2. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/528) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.4.2004)
BİRİNCİ OTURUM

15 Nisan 2004 Perşembe

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölüm yıldönümü münasebetiyle söz isteyen, Kırıkkale Milletvekili Sayın Vahit Erdem'e aittir.

Buyurun Sayın Erdem. (Alkışlar)

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem'in, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşması

VAHİT ERDEM (Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümü dolayısıyla söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Rahmetli Özal'ı bu vesileyle anmak ve kısa da olsa anlatmak, benim için, aynı zamanda bir vefa borcudur; çünkü, kendisini, Devlet Planlama Teşkilatında göreve başladığım 1967 yılında tanıdım ve onun yurtdışı ve özel sektördeki çalışma dönemleri hariç, devlet hayatında hep yakınında çalıştım. Dolayısıyla, kendisini çok iyi tanıyanlardan birisi olduğum kanaatindeyim.

Özal hangi kurumun başına geçmişse, o kurum, hep, fikir ve iş üreten, cazibe merkezi haline gelmiştir. Nitekim, 1966-1971 yılları arası Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı döneminde, Özal, DPT'yi Türk bürokrasisinin ve ekonomi yönetiminin merkezi haline getirmiştir. Sayın Süleyman Demirel'in Başbakan olduğu bu dönem, ortalama yüzde 7 kalkınma hızıyla, sanayileşmenin ivme kazandığı, enflasyonun tek haneli bir seyir takip ettiği, Türk ekonomisinin en parlak dönemlerinden biridir. Maalesef, bu dönem, 12 Mart 1971 muhtırasıyla sona ermiştir, Özal da, ABD'de Dünya Bankasında göreve başlamıştır.

Türk ekonomisinin çöküntüye uğradığı, enflasyonun yüzde 120'lere tırmandığı, döviz kıtlığı ve yoklukların hâkim olduğu 1979 yılında Sayın Süleyman Demirel iktidarı yeniden devralmış ve Özal'ı da, tekrar, ekonominin başına getirmiştir.

Özal'ın başkanlığında hazırlanan ekonomik program 24 Ocak 1980'de uygulamaya konulmuş ve ekonomi düzelme eğilimine girmişken, bu defa, 12 Eylül 1980 askerî darbesi olmuştur. Ancak, Özal, Başbakan Yardımcısı olarak, ekonomi yönetiminin başında bir süre daha kalmıştır.

Özal, eğitim için gittiği ve daha sonra Dünya Bankasında çalıştığı dönemlerde Amerika Birleşik Devletlerini, seyahatlerinde Avrupa ve Japonya'yı çok iyi incelemiştir. Daha sonra, Türk özel sektörünün üst kademelerinde yönetici olarak çalışmıştır. Böylece, devleti, özel sektörü ve dünyayı çok iyi anlamış ve geniş bir vizyon ve tecrübe sahibi olmuştur. Bu tecrübeyle, Türkiye'nin, ciddî bir transformasyona tabi tutulmasının ve çağdışı kalmış kamu ve ekonomik düzeninin değiştirilmesinin şart olduğuna inanmıştır.

Bu hayalini ve vizyonunu gerçekleştirmek için, tam yetkili olmak, siyasî iradeye sahip olmak gerekiyordu. İşte bu sebeple, 1983 yılında parti kurdu ve 1984 yılı başında iktidar ve Başbakan oldu.

Özal, normal bir kalkınma trendiyle Türkiye'nin Batı'yı yakalayamayacağını görüyordu ve Türkiye'nin pek çok alanda sıçrama yapması gerektiğine inanıyordu. Bu sebeple, iktidara, hazırlıklı olarak geldi ve reformları, hemen, süratle başlattı ve pek çok büyük reforma imza attı.

Tabuların yıkılması, zihniyet değişikliği, dışa açılım, dışticaretin ve kambiyo sisteminin liberalleştirilmesi, serbest rekabetin oluşturulması, özelleştirme adımlarının atılması, velhasıl, liberal ekonomik düzene geçişin temellerinin atılması, değişimin ve reformların ana eksenini oluşturmuştur.

Yeni ekonomik düzenle, tahsisler, çifte fiyatlar, karaborsa tarihe karışmıştır. Telekomünikasyon, turizm, savunma sanayii, toplukonut gibi sektörlerde sıçrama yapılmış ve çağ atlanmıştır.

Kapalı ekonomiden istifadeyle kalitesiz ve yüksek fiyatla mal satma dönemi sona ermiş, rekabet ortamı yaratılarak Türk Milleti çağdaş ürünlerle tanışma imkânına kavuşturulmuştur. Özal, 21 inci Asrın Türkiye ve Türklerin asrı olacağına samimî olarak inanmıştı ve bunu sık sık tekrarlıyordu. Bunun için, düşünce hürriyetine, teşebbüs hürriyetine, uzmanlık ve ehliyete ve gençliğin yetiştirilmesine önem verilmesi ve başlattığı reformların kararlı bir şekilde devam ettirilmesi gerekiyordu. Özal, hayal ettiği reformları tamamlayamadan Cumhurbaşkanı oldu.

Liberal ekonominin kuralları ve hukukî çerçevesi tam olarak oluşturulamamış, kamu yönetimi, liberal ekonominin gereklerine ve çağa uygun yönetim anlayışına göre reforme edilememişti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Erdem, toparlar mısınız.

Buyurun.

VAHİT ERDEM (Devamla)- Bunun için Özal, Cumhurbaşkanlığını bırakıp, yarım kalmış reformlarını tamamlama niyetindeydi; buna ömrü kâfi gelmedi.

Özal'dan sonra maalesef 1990'lı yıllarda reformlar durdu, eski alışkanlıklara dönüldü; Türkiye peş peşe krizlerle geriye gitti, çok önemli 10 yıl kaybedildi. Bu vesileyle, yarım kalmış reformların AK Parti İktidarı tarafından tamamlanma gayreti ve kararlılığının olduğunu görmekten memnuniyet duyduğumu da ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Özal, yurt içinde ve yurt dışında, hakkında en çok konuşulan devlet adamlarından birisidir; vefatından sonra da bu devam etmiştir. Onun, büyük değişimci, ekonomist ve vizyon sahibi olduğu hususunda geniş mutabakat vardır.

1980'li yıllarda oluşturulan liberal ekonomik düzenin 1990'lı yıllarda yozlaştırılmasının ülkeyi büyük bir zafiyete uğrattığı doğrudur; fakat, yanlış yönetimlerin faturasını Özal'a çıkarmak büyük haksızlıktır. Nitekim, Sayın Kemal Derviş'in Türkiye'de göreve başlarken yaptığı durum tespiti ve güçlü ekonomiye geçiş programındaki değerlendirmeleri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Özal, kapalı kutuları açarak ülkenin şeffaflaşmasına, iyi ve kötünün ortaya çıkmasına önayak olmuştur.

Büyük Türk tarihçisi Yılmaz Öztuna "Türk Tarihinden Portreler" kitabında Özal için şunları söylüyor: "Dokuzbuçuk yıl Türkiye'nin gündeminden tek gün bile düşmeyen ve yıllarca dış ülkelerde de gündemde kalan bir kişi, köşeyazarlarının dar çerçeveli gündelik hükümlerinden tarih ilminin değer hükümlerine geçecektir. Şimdi, artık, söz tarihçilerindir. Türk tarihindeki yeri çok sağlam olacaktır; zira, tarih, ne bıraktığına bakacaktır, gündelik dedikodulara hiç önem vermeyecektir."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Erdem.

VAHİT ERDEM (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Özal, hem modernizme tutkundu hem muhafazakârdı. Yine, tarihçi Yılmaz Öztuna aynı eserinde şu ifadeyi kullanıyor: "Yunus ilahîlerini, protesto yerine zevkle dinleyen, Osmanlı kompleksi olmayan; zira, Osmanlının taa kendisi olduğunu idrak edebilen bir Cumhurbaşkanıdır."

Bu kısa süre içerisinde Özal'ı ancak bu kadar anlatabilirim. Ömrünü ülkeye hizmete verdi, bu uğurda Cumhurbaşkanı olarak hayatını tüketti; Allah rahmet eylesin.

Bu vesileyle, başta cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Atatürk olmak üzere, vefat eden tüm cumhurbaşkanlarımıza da Allah'tan rahmet diliyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.

Gündemdışı ikinci söz, yine aynı konuda söz isteyen Malatya Milletvekili Miraç Akdoğan'a aittir.

Buyurun Sayın Akdoğan. (Alkışlar)

2. - Malatya Milletvekili Miraç Akdoğan'ın, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşması

MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sekizinci Cumhurbaşkanımız, büyük devlet ve siyaset adamı, muhterem insan Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümü dolayısıyla söz almış bulunuyorum. Merhum Özal'ı rahmet ve şükranla anıyorum; bu vesileyle, merhum Özal başta olmak üzere, bugüne kadar ülkemize hizmet etmiş devlet ve siyaset adamlarımızdan ebedî âleme göçmüş olanları rahmetle yad ediyorum.

Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Sayın Sabancı başta olmak üzere, ülkemizin kalkınması, gelişmesi için çalışmış işadamlarımızı da rahmetle yad ediyorum.

Değerli milletvekilleri, merhum Özal'ın Türkiye'de büyük bir çığır açtığı, dost-düşman hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçektir.

Sağlığında Özal'a en şiddetli şekilde muhalefet edenler bile, bugün, onu takdir ve hasretle anmaktadırlar. Çünkü, Özal'la birlikte Türkiye'de her şeyin ölçüsü değişmiştir.

Tarihçi Yılmaz Öztuna'nın ifadesiyle, Özal'ın devrinde Türkiye bir dünya devleti olmuştur. Evet, Özal'la birlikte ülkemizde ihracatın, ithalatın, devlet yönetiminin, fakirliğin, zenginliğin, demokrasinin, siyasetin ölçüsü değişmiştir; her alanda standartlar yükselmiştir. Türkiye, değerler siyasetinden demokrasi siyasetine Özal'la birlikte geçmiştir.

Türkiye, demokrasinin toplumun her kesiminin talep ve ihtiyaçlarını karşılayan yüzünü Özal'la birlikte tanımaya başlamıştır. Türkiye, polemik siyasetinden somut rakamlara dayalı ekonomi siyasetine Özal'la birlikte geçmiştir. Türkiye, açık siyaseti, şeffaf yönetimi, dışdünyayı Özal'la birlikte keşfetmiştir.

Değerli milletvekilleri, rahmetli Özal, 1992 yılında yapılan 3 üncü İzmir İktisat Kongresinde, Türkiye'nin on yıl sonraki hedefini şöyle ifade ediyordu: "Önümüzdeki on yıl içinde Türkiye'nin ana hedefi, sayıları on onbeşi geçmeyen ileri ülkelerden bir tanesi olmaktır."

Özal, bu hedefin temellerini de şu şekilde ortaya koyuyordu: "Serbest piyasa ekonomisi yerleştirilmeli; devlet, millî gelirin yüzde 30'undan fazlasını toplamamalı; devlet, sınaî ve ticarî faaliyetlerden çekilmeli; devlet, yeniden yapılandırılmalı, çevrenin korunmasına önem verilmeli."

Fakat, Türkiye geçtiğimiz on yılın büyük bölümünü Özal'ın hedefleri doğrultusunda çalışmaktan çok, siyasî ve ekonomik krizlerle boğuşarak geçirmiştir. Buna rağmen, Özal'ın en büyük hedefi olan 21 inci Yüzyılı Türklerin yüzyılı yapma şansını henüz yitirmiş değiliz. Yapmamız gereken, Özal'ın bıraktığı yerden devam etmektir.

Bugün, Türkiye, tam üyelik başvurusunu Özal'ın yaptığı Avrupa Birliği üyeliğine tarihinde olmadığı kadar yakındır. Özal'ın ifadesiyle, cesaretli, aynı zamanda da sabırlı, dikkatli ve hesaplı bir şekilde Avrupa Birliği üyeliği önündeki engeller birer birer aşılmaktadır.

Bugün, Türkiye, enflasyon canavarının belini kırmıştır. Bugün, Türkiye, her yıl ihracat rekoru kıran bir ülke durumundadır. Bugün, Türkiye, insanlarının yeniden devletine ve geleceğine güven duyduğu bir ülke haline gelmiştir. Bugün, Türkiye, kamu yönetiminden mahallî idarelere, hukuktan sağlığa kadar her alanda radikal yeniden yapılanma çalışmalarının yürütüldüğü bir ülkedir; yani, ülkenin rotası yeniden Özal'ın hedeflediği istikamete çevrilmiştir. Bu tablo, doğru olanın Özal'ı geçmişte değil gelecekte aramak olduğunu göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, rahmetli Özal, cumhuriyet tarihimizin Atatürk'ten sonra Menderes'le birlikte demokrasi ve kalkınma sembolü bir ismidir.

Özal'ın her kesimle kurduğu yakın ve samimî diyalog onun kimi zaman yanlış anlaşılmasına da yol açmıştır. Merhuma çarpık gözle bakan kimileri için Özal, devleti zaafa uğratan bir kişi, kimilerine göre iflah olmaz bir gerici, kimilerine göre de AB ve ABD'nin gözü kapalı bir savunucusuydu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Akdoğan.

MİRAÇ AKDOĞAN (Devamla) - Oysa, Özal hiçbiri değildir. Özal radikal bir reformcudur; ama, asla devletin temel esaslarıyla sorunu olmamıştır. Özal samimî bir inanç adamıdır; ama, asla ülkeyi geriye götürmek gibi bir niyeti ve icraatı olmamıştır. Özal, Türkiye'yi Avrupa Birliği üyesi yapmak istemiştir; ama, asla Türkiye'yi tek alternatife mahkûm etmemiştir, asla teslimiyetçi bir dışpolitika izlememiştir.

Özal, değişimi devlet eliyle değil halkın gücüyle gerçekleştirmenin peşindeydi; çünkü, Özal biliyordu ki, topluma dayanmayan, milletten güç almayan hiçbir dönüşümün başarıya ulaşması mümkün değildir. Türkiye'nin içine girdiği yeni dönem, Özal'ın ilkeleri ve hedefleriyle uyumlu bir görünüm çizmektedir. Türkiye, dönüp dolaşıp, doğruyu yeniden bulmuştur.

Bu vesileyle, merhum Özal'ı, bir kez daha, rahmetle, şükranla ve hasretle yâd ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akdoğan.

Gündemdışı üçüncü söz, yatırımların ve istihdamın teşviki hakkında çıkarılan kanunun uygulanmasındaki aksaklıklarla ilgili söz isteyen, Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp Güney'e aittir.

Buyurun Sayın Güney. (Alkışlar)

3. - Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp Güney'in, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümüne, yatırımların ve istihdamın teşvikiyle ilgili kanunun uygulanmasında karşılaşılan aksaklıklar ile alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben de, biraz evvel burada konuşan çok değerli milletvekili arkadaşlarımın ifade ettikleri gibi, sekizinci Reisicumhurumuz merhum Turgut Özal'ı, hepinizin huzurunda, rahmetle, minnetle anıyorum. Kendisiyle yakın çalışma imkânını bulduğum için, Sayın Özal'ın, biraz önceki değerli arkadaşlarımızın ifade ettiği meziyet ve başarılarını yakinen tanıyan bir arkadaşınızım. Sayın Özal, ülkemizin vizyonunu değiştiren, dinamik, son derece tecrübeli bir devlet adamımızdı; kendisine, Cenabı Allah'tan rahmet diliyorum.

Muhterem arkadaşlarım, ben, bugün, size, bütün milletvekili arkadaşlarımızı, hele hele kırsal kesimden gelen milletvekili arkadaşlarımızı yakinen ilgilendiren, bundan takriben üç ay önce çıkarmış olduğumuz 5084 sayılı Teşvik Yasasıyla ilgili uygulamalardaki eksiklikleri anlatmak istiyorum. Bunu yaşayan, bunu gören bir arkadaşınız olarak sizinle bunları paylaşmak istedim.

Ancak, buraya geçmeden önce, çok kısa olarak şunu belirtmek istiyorum: Geçen temmuz ayında çıkarmış olduğumuz, devlet büyüklerinin mezarlıklarının tanzimiyle ilgili kanuna yönelik, bugüne kadar, hâlâ, bir yönetmelik çıkmamıştır. Devlet mezarlığında yatmayan, mezarı dışarıda bulunan devlet büyüklerimizi ilgilendiren bu yasayla ilgili yönetmeliğin de süratle çıkmasının gerektiğine inanıyorum. Bu, biraz evvel bahsetmiş olduğumuz merhum Özal'la birlikte, merhum Menderes ve Bayar gibi büyük devlet adamlarımızı da ilgilendiriyor; bunu da dikkatlerinize arz ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, biz, Teşvik Yasasını hangi amaçla çıkarmıştık; Teşvik Yasasında bizim iki amacımız vardı; birincisi, istihdamı artırmak; ikincisi de, yatırımları o bölgeye götürmekti. Hepinizin bildiği gibi, daha önce, 1998 yılında, 4325 sayılı Yasa çıkmıştı; bu yasa süreliydi, süresi bitti. Bu yasa ne getiriyordu; hepiniz yakinen biliyorsunuz,  enerjide indirim, sigorta primlerinde indirim, parasız arsa ve bununla birlikte, bir de vergiden muafiyet getiriyordu. Biz, tekrar, bu kanundaki sürenin bitiminden sonra yeni bir kanun çıkardık, ki, bu kanunun çıkması gerektiğine inanan bir arkadaşınızım; hep birlikte çıkardık. Çoğu zaman, kanunları çıkarıyoruz; ama, uygulamada neler başımıza geleceğini bazen iyi hesap edemiyoruz.

Şimdi, bu kanunu uygulamaya başladık. Benim seçim bölgem Bayburt. Benim konumumda, burada, gelişmekte olan illerden gelen birçok arkadaşımız var. Çıkardığımız bu kanuna bir madde koymuşuz, demişiz ki: 1.10.2003'ten önce kurulan küçük işletmeler buna dahil değildir. Bizim oralarda bu işletmelerin sayısı 4 veya 5'tir;  10 kişi, 40 kişi, 50 kişi çalıştırıyorlar, bunlar zorla ayakta duran işletmeler. Düşünebiliyor musunuz, bizim gibi küçük bir vilayette 200 kişi çalıştıran bir işletme şu anda bağırıyor "ben gideceğim, ben dayanamam" diyor. Niye dayanamıyorsun; benim 50 işçim var, 50 işçilik bu müessesemi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Güney, toparlar mısınız.

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) - ...yeni kurulan aynı ayardaki bir müesseseyle mukayese ettiğimiz zaman benim her yıl 350 milyar lira zararım oluyor; çünkü, bu teşvik şimdi bana uygulanmıyor diyor. Böyle haksız bir rekabet bizim bölgelerde... Bu rakamlar belki bazı büyük şirketlere çok küçük gelebilir; ama, bizim için son derece önemlidir.

Bu bakımdan, bu yasada mutlaka bir revizyon yapma mecburiyetimiz vardır. Bunu ben hükümetinizden istirham ediyorum ve değerli milletvekili arkadaşlarımın bu konuda bana yardımcı olmalarını istirham ediyorum. Aksi halde, hani, bu yasayı getirmekle istihdamı artıracağız, yatırımı artıracağız diyorduk ya, inanın bizim yörelerimizde bunun tersi olacak; zorla getirmiş olduğumuz insanlar da bırakıp kaçacaklar.

Bu bakımdan, Sayın Maliye Bakanımızın, bu konuyla ilgili Sayın Başbakan Yardımcımızın konuya ilgi göstermesini diliyorum; ama, bunu "canım, gerekirse hemen  bir kanun çıkarırız, bir düzenleme yaparız" şeklinde değil, mutlaka, çok kısa bir süre içerisinde -kanunun değiştirilmesiyle mi olur, yönetmelikle mi olur, onu tam bilemiyorum- halletmemiz lazım. Aksi halde, çıkarmış olduğumuz Teşvik Yasasının hiçbir faydası yoktur, hatta, birkısım müteşebbisin kaçmasına neden olmaktadır. Hükümetimizin bu konuya eğilmesini ve değerli milletvekili arkadaşlarımızın bana yardımcı olmalarını istirham ediyorum.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güney.

Sayın milletvekilleri, ülkemizi ziyaret etmekte olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, bugün Genel Kurula hitaben bir konuşma yapmak istemişlerdir. Bu hususu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır; ancak, sunuşlar uzun olduğu için Divan Üyesinin sunuşları oturduğu yerden yapmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Almanya Federal Meclisi Başkanı Wolfgang Thierse ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/529)

14.4.2004

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

TBMM Başkanlık Divanının 12 Nisan 2004 tarih ve 35 sayılı kararı ile Almanya Federal Meclisi Başkanı Sayın Wolfgang Thierse ve beraberindeki Parlamento heyetinin, TBMM Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunması kararlaştırılmıştır.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

2. - Mersin Milletvekili Şefik Zengin'in (6/933) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/169)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 367 nci sırasında yer alan (6/933) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

    Şefik Zengin

             Mersin

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Komisyondan istifa önergesi vardır; okutuyorum:

3. - İzmir Milletvekili Hakkı Akalın'ın, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/170)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gördüğüm lüzum üzerine Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.

Bilgi ve gereğini saygılarımla arz ederim.

   Hakkı Akalın

                İzmir

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri; ülkemizi ziyaret etmekte olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, şu anda Meclisimizi onurlandırmışlardır.

Kendilerine, Yüce Meclisimiz adına hoş geldiniz diyorum. (Ayakta alkışlar)

Alınan karar gereğince, Sayın Cumhurbaşkanını, konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Cumhurbaşkanı. (Ayakta alkışlar)

IV. - SÖYLEVLER

1. - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Genel Kurula hitaben konuşması

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ - Efendim, teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ulusal davamız Kıbrıs konusunun yeniden kritik bir safhadan geçtiği bugünlerde, bana, bu konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinde ele alıp, düşünce ve değerlendirmelerimi sizlerle paylaşma fırsatı verdiğiniz için, en içten duygularla teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, 23 Nisanda idrak edeceğiniz, Yüce Meclisin 84 üncü yaşgününü, şahsım ve halkım adına en içten duygularla kutlar, nice 84 yıllar dilerim. (Alkışlar)

Talihin bir cilvesi olarak, ertesi gün, Kıbrıs'ta, 21 yaşındaki, Türkiye'nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kaderini tayin için, halkım sandık başına gidecektir. Verilecek oylarla, eğer buradan gelen telkinler geçerli olursa, basının telkinleri geçerli olursa, belki de, ayın 24'ünden sonra, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ortadan kalkmış olacaktır. Bunun olmaması için huzurunuzdayım.

Kıbrıs meselesi, çeşitli dönemlerde Yüce Meclisinizi meşgul etmiştir. Kıbrıs'la ilgili hayatî kararlar Yüce Meclisinizden çıkmış, şanlı Barış Harekâtı, Meclisin kararı ve milletin arzusuyla gerçekleşmiştir. Kıbrıs meselesinin halli için, Türk Ulusunun Kıbrıs konusundaki parametrelerini vurgulayarak bize yön veren, ulusal çizgiyi belirleyen, Meclisinizin kararları olmuştur. Yıllardır, millî dava bildiğimiz Kıbrıs'ta bizi mutlak yok edilmekten şehitler pahasına kurtarmış olan Türk Silahlı Kuvvetleriyle birlikte, otuz yıldır, halkımız ve mücahitlerimizle hudut bekçiliği yapmaktayız. Yıllardır, masa başında, bu Yüce Meclisin de onayladığı prensipler dahilinde, Türk hükümetlerinin de katkısına ve yol göstericiliğine dayanarak, millî addettiğimiz müşterek müdafaamızı sürdürmüş bulunuyoruz.

Malumlarınız olduğu üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konudaki kararları 1955'lere dayanır. Son zamanlarda 1997, 1999 ve en son    6 Mart 2003 tarihlerinde alınmış olan kararlar, görüşmelerde bize güç vermiş, yol gösterici olmuştur. Yüksek müsaadenizle, bu kararlar arasından en sonuncusu olan 6 Mart 2003 tarihli, oybirliğiyle alınmış olan kararınızı okuyorum:

"Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 Ocak 1997 ve 15 Temmuz 1999 tarihlerinde aldığı kararlara atıfta bulunarak, bu millî davada Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Milletinin tam bir birlik ve beraberlik içinde bulunduğu gerçeğini bütün dünyaya bir kere daha ilan eder.

Kıbrıs meselesine adil ve kalıcı bir çözüm bulunması için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin sarf ettiği çabaları içtenlikle destekler.

Kıbrıs meselesine bulunacak çözümün, tarafların eşit statüsü ve eşitliğine dayanması gerektiği hususunu önemle vurgular.

Türkiye'nin 1960 antlaşmalarından kaynaklanan garantörlük haklarının sürdürülmesi gereğini belirtir.

Kıbrıs'ta, Türkiye ile Yunanistan arasında kurulmuş bulunan dengenin zedelenmesinin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini teyit eder.

Kıbrıs sorununun çözümünün, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde bir önşart gibi takdim edilmesine yönelik çabaları reddeder.

Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Türkiye'den önce Avrupa Birliğine üye yapılması yolunda atılan adımların, uluslararası antlaşmaların açık bir ihlali olduğunu bir kere daha vurgular.

Kıbrıs Türk ve Rum halkının 28 yıldır huzur ve barış içinde yaşamasının en önemli amili olan iki kesimliliğin muhafaza edilmesine verdiği önemi vurgular.

İki kesimliliği zedeleyecek bütün öneri ve girişimlerin, Kıbrıs'taki güvenlik ortamını olumsuz yönde etkileyerek, iki toplumu yeniden bir çatışma ortamına sürükleyeceğini hatırlatır ve buna hiçbir şekilde müsaade edilmemesi gerektiğini önemle belirtir."

Konuyla ilgili en son Millî Güvenlik Kurulu kararı da şöyledir:

"Kurul, Kıbrıs konusunda geçtiğimiz hafta içinde sonuçlanan müzakerelerde ortaya çıkan metinleri 23 Ocak 2004 günlü MGK bildirisinde değinilen hususlar ışığında ayrıntılı olarak değerlendirmiştir.

İsviçre'de son biçimi verilen Annan Planı tümüyle incelendiğinde, olumlu yönleri yanında, kimi isteklerimizin karşılanmadığı ve planın uygulanmasında sorunların çıkabilme olasılığı bulunduğu görülmekle birlikte, konunun Türkiye ve KKTC bakımından taşıdığı duyarlılık, planın içerdiği tüm öğelerin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde ulusal yarar açısından irdelenmesinin ilgili hükümetlerce titizlikle yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Bu çerçevede, çözümün Avrupa Birliğinin birincil hukuku durumuna getirilmesinin önemi ve müzakere süreci içinde bu yönde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine verilen güvencelerin fiilen uygulamaya geçirilmesinin yakından ve ısrarlı bir biçimde izlemeye devam edilmesi;

Annan Planının son şeklinin resmiyet kazanması için gerekli sürecin başlatılmasının hükümetin takdir ve sorumluluğunda olduğuna işaret edilerek..."

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; sizlere seslenmek ihtiyacını duydum; çünkü, gidişat bu kararların çok dışına çıkmıştır ve Kıbrıs'ın, 1960 anlaşmalarının da öngördüğü Türk-Yunan nüfusundan ve dengesinden ayrılıp, Avrupa Birliği yoluyla dolaylı Enosisin eşiğine gelmiş olduğunu görüyorum. Rumların, meşru hükümet olarak kabul edilmiş olmaktan kaynaklanan güçle ihtiyaç duymadıkları ve ilk fırsatta çöpe atabilecekleri yapay bir anlaşma için ve bu anlaşma yapıldığı takdirde Türkiye'nin Avrupa Birliği yolu ardına kadar açılacak düşüncesiyle bu tehlikeli yola devam edilebilir mi?!..

Sayın Genelkurmay Başkanı Özkök'ün 13 Nisan 2004 tarihli yazılı açıklaması, devlet ve hükümet kademesindeki endişeleri şöyle dile getirmektedir:

"Annan Planına bir bütün olarak bakıldığında, olumlu yönlerinin yanında bazı isteklerimizin karşılanmadığı ve planın uygulanmasında ciddî sorunların çıkabilme olasılığının da bulunduğunu söyleyebiliyoruz.

Ada'ya getirilecek yeni düzenin belirleyicisi olan federal yasaların ve uluslararası düzenlemelerin gözden geçirilerek, kalıcı ve adil bir düzen için gerekli olan değişiklik ve düzeltmelerin yapılmasının önemli olduğuna inanmaktayız.

Plana göre geçiş dönemi çok kısadır. Bu kısa dönemin büyük sorunları da beraberinde getirebileceğini ve Ada'da huzur ve sükûnun sağlanmasında önemli problemlerle karşılaşılabileceğini düşünmekteyiz.

Rumlara bırakılacak topraklar nedeniyle soydaşlarımızın konut ve istihdamı için kaynak sağlanamazsa, Kıbrıs'ta ciddî toplumsal olayların çıkabileceğini değerlendiriyoruz.

Plana ilişkin en önemli husus, Türk kurucu devletini korumayı amaçlayan derogasyonların Avrupa Birliği hukukunun birincil kaynakları arasına dahil edilmesidir."

Bugünkü basında, dünkü televizyonlarda Sayın Cumhurbaşkanının benzeri açıklamasını ve uyarılarını görmüş bulunuyoruz.

Türkiye'nin güvenliği açısından Kıbrıs'ın taşıdığı stratejik önem hakkındaki düşüncelerini birçok defa basın yoluyla dile getirdiğini anımsatan Orgeneral Özkök, bu nedenle, bunları tekrar etmeyeceğini kaydetti ve şu sözleri söyledi: "Kıbrıs, sadece Kıbrıslı soydaşlarımızın bir meselesi değildir; Türkiye'nin güvenliği de söz konusudur. Kıbrıs'ın Türkiye'nin güvenliğiyle ilişkisi, Türkiye'ye olan mesafesiyle açıklanacak kadar yüzeysel değil, daha çok Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlarımızın korunmasıyla ilişkilidir."

Rahmetle andığım Cumhurbaşkanı Sayın Korutürk'ün deyimiyle "Kıbrıs, Türkiye'nin denizlere açık bir ülke olmasını engelleyecek bir konumdadır."

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 20 nci kuruluş yıldönümü nedeniyle Lefkoşa'da yapmış olduğu, bizlere umut ve gurur veren, tarihe önemli notlar düşen konuşmasından bazı alıntıları Yüce Meclisin dikkatlerine sunuyorum:

"Kıbrıs Türklerinin kırk yıldır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin de yirmi yıldır dimdik ayakta durması, bizim için bir iftihar kaynağıdır. Kıbrıs Türkü, bugüne kadar her türlü zorluğu aşmasını bilmiş, kendi kaderini çizme cesaretini göstererek eşitlik temelinde özgür ve onurlu bir hayat yolunu seçmiştir. Kıbrıs Türk Halkı, 15 Kasım 1983 günü bağımsızlığını ilan ederek tarihî mücadelesini taçlandırmıştır. O tarihten bu yana Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Ada'da barış ve istikrarın temel bir unsuru olmuştur. Bu gerçeğin kabulü, aynı zamanda Ada'da kalıcı bir uzlaşmanın da temelini oluşturmaktadır. Kıbrıs'ta çözümün yolu eşitlikten geçecektir, herkesin gerçekleri kabulünden geçecektir; ancak, varılacak çözümün, Kıbrıs Türkleri ve Rumlarının barış ve güvenlik içinde yan yana yaşayabilecekleri bir ortamı da sağlaması gerekir. Bugün, Kıbrıs'ta, her açıdan eşit, dini ve dili ayrı iki halk, iki ayrı demokratik düzen ve iki ayrı devlet vardır. Kıbrıs'ta çözüm çabaları bu gerçeklere dayanmalıdır.

Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kıbrıs Adasında adil ve kalıcı bir uzlaşmanın nasıl sağlanabileceği konusunda geçmişin tecrübelerine ve bugünün gerçeklerine dayalı yapıcı ortak görüşlere ve tutuma sahiptirler; dolayısıyla, önemli olan, Ada'da yeniden olaylara ve gerginliklere yol açmayacak kalıcı bir çözüme varılmasıdır.

Her ne pahasına olursa olsun bir çözüme varılması düşünülemez. Zira, böyle bir çözümün yaşayabilmesine imkân yoktur. Kalıcı bir çözümün unsurları şunlardır: Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin, eşit statüsünün, siyasî eşitliğinin korunması ve iki kesimliliğin muhafaza edilmesi. Çözüm, Türk-Yunan dengesini her halükârda dikkate alacak yeni bir ortaklık temelinde olmalıdır."

Sayın Başbakanın bu tarihî konuşmasında isabetle altını çizmiş olduğu hususların hiçbiri, Annan Planıyla getirilmek istenilen çözümde yer bulmamıştır. Netice, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yok olması ve onu tanıyan Türkiye'nin bölge coğrafyasında -Allah korusun- zaman içinde marjinalleştirilmesidir.

Bugün, tahammülü zor baskılarla, Kıbrıs'ı Türkiye'den ayırma eylemi başarılı olduğu takdirde, aynı baskılarla, aynı yöntemle Türkiye'den daha neler isteneceğini düşünmek bile insanı ürpertiyor.

Benim New York'ta hastanede olduğum bir günde ve Türkiye'de hükümet değişikliği aşamasında önümüze bir sürpriz olarak koydukları Annan Planı, millî davayı, Rumların Avrupa Birliğine girmelerini kolaylaştırıp, yasallaştırmak davası haline getirmiştir. Yunanistan'ın girişimleriyle 1960 anlaşmalarını çiğneyerek Rumların yapmış oldukları üyelik müracaatını kabul eden Avrupa Birliği, Türk tarafının Avrupa Birliği üyeliği için Rumların peşinden koşacağı inancıyla hareket etmiş, yanıldığını anlayınca, Türkiye'ye ve Kıbrıs Türklerine baskıya başlamıştır.

Rumlar açısından Avrupa Birliği, Türkiye'nin garantisinden, müdahale hakkından, Türk askerinden kurtulmak için bir vasıta oluyor; Annan Planı da bunu yapıyor. Bunu bildiğimiz içindir ki, 1960 anlaşmalarıyla Türkiye'ye verilmiş olan "Kıbrıs, Türkiye'nin de üye olmadığı bir kuruluşa üye olamaz" kaidesi, bizler için kutsaldı, kale alınmalıydı; bu yapılmadan, Avrupa Birliği üyeliği bizim için çekici olamazdı. Bu yasal hakkımızı kabul etmek istemediler. Yasadışı bir kararla, Rum idaresinin 1960 uluslararası anlaşmaları ihlaline ortak oldular. Bizden istedikleri, bu suça imzamızla katılıp, gayrimeşru muameleyi meşrulaştırmak ve böylelikle, Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki en etkin bir hakkının yok edilmesi için Rum'a, Yunan'a yardımcı olmamızdı. Bunu yapamazdık. Bu, kendimizi inkâr olurdu.

Türkiye, 1995 yılında, gümrük birliği müzakereleri esnasında, Avrupa Birliğinin Kıbrıs'la ilgili yasadışı eylemini bildiği için bir çekince koymuştur. Dikkat buyurursanız -çekinceyi biraz sonra okuyacağım- aynı zamanda Türkiye'nin Kıbrıs siyaseti de belirtilmekte ve işler yanlış istikamete gittiği takdirde çarenin ne olacağına da açıklık getirilmekteydi. Masa başında olan müzakerecinin elinde, olmazsa olmazları kabul edilmediği takdirde tereddütsüz rücu edeceği bir alternatifin bulunması şarttır; aksi halde, pazarlık gücü çok zayıflamış olur. Tarihî çekinceyi birlikte okuyacağız: "Rum kesimi tek başına tüm Ada'yı temsil etmiyor." Bu, çekincenin esasıdır.

Son zamanlara kadar millî dava etrafında tek ses, tek nefes olan Türk cephesi, Annan Planıyla ilgili propagandalar nedeniyle ikiye bölünmüş bulunmaktadır. Halbuki, uluslararası antlaşmalarla, Türkiye'ye ve Kıbrıs Türklerine verilmiş olan en temel hakkı savunmak suretiyle, Avrupa Birliğini doğru yola davet mümkün olabilirdi. Biraz önce temas ettiğimiz karar ve açıklamalarınız bu yöndeydi. Son devreye kadar, biz, bu millî direktifler çerçevesinde hareket ettik; ancak, Annan Planının meydana getirdiği, Madam Fog ekibinin körüklediği bölünmeyi önleyemedik. Dış dünya, bu bölünmeden azamî istifade peşindedir; bunun bilinci içerisindeyiz; milletçe üzülmekteyiz. Zaman zaman, uğruna şehitler verilmiş, kırk yıllık bir direniş abidesi olduğuna inandığımız millî Kıbrıs meselesi hakkında yazılanları ve yapılan iddiaları okudukça, hicap duymaktayız.

Planın son şekline, Meclisinizin son kararı ışığında baktığımızda şunları görürüz:

Annan Planı, kararınızın öngördüğü şekilde adil ve kalıcı bir çözüm getirmiyor; üzerinde tarafların mutabık kalmadıkları bir rejimin zorla kabulünü öngörüyor; uzlaşma olmadığı halde, tarafları bir meçhule oy atmaya zorluyor ve buna, halkın hür iradesinin tezahürü diyor.

Planda, tarafların eşit statüsü ve iki kesimlilik sulandırılmaktadır. Rum bölgesinde, yüzde 100 Rumlardan oluşan bir sözde kurucu devlet; Türk tarafında ise, kısa bir zaman süresi içerisinde, yüzde 33 oranında Rumla karışık bir kurucu devlet oluşturmaktadır. Kurucu devlet deyimi de aldatıcıdır; çünkü, bunlar, egemenlik hak ve yetkilerinden yoksun, Rum çoğunluğuna tabi bir merkezî hükümetin anayasasının öngördüğü şekilde hareket edebilecek vilayet idareleridir.

Rum tarafının, 1963'te yaptığı gibi, bu rejim işlemiyor deyip yeni bir darbe yapmasını kimse önleyemeyecektir. Bunca yıllık mücadelemiz, böyle bir ihtimali önleyecek tedbirler bulmak içindi; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kuruluşu, eşit egemenlikte ısrar bunun içindi; Annan Planı bunları alıp götürmektedir.

Bu plan, mal mülk meselelerini, her an patlayacak binlerce saatli bomba halinde içimizde bırakıyor. Taraflar arasında halledilmesi gereken bir sorunu, otuz yıldan sonra, Kıbrıs'ta, 1963-1974'teki anlaşmalar ve olaylar, Türklere yapılanları unutarak, iki kesimliliğin 1975, 1977 ve 1979 anlaşmalarıyla kalıcı bir barış için kabul edilmiş bir formül olduğunu kale almayarak, bireyler arasında bir "al-ver" davası haline getiriyor. Bu konunun yıllarca ekonomik yaşamımızı dumura uğratacağı da kale alınmıyor. Burada, çatışmalara hazır, sıcak bir zemin hazırlıyor. Bu mealde, planda, Rumların "yerleşikler" dediği vatandaşlarımız hakkında, insan haklarına aykırı talepler ve tedbirler de yer almaktadır. Bu insanlar, tarım işgücü anlaşmalarıyla, Türkiye tarafından Kıbrıs'a gönderilmiş kişilerden oluşmaktadır. Bunlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşıdırlar. Vatandaşlar arasında ayırım yaptırıyorlar. Burada kalabileceklerin listesini istiyorlar. Bu kalabileceklerin evlerini, tarlalarını yok farz edip, bunları açıkta bırakıyorlar. Biz, vatandaşlar arasında bu ayrıcalığa karşıyız. Listede olsun veya olmasın, ekonomimize büyük katkıları olan bu insanların Kıbrıs'ta kalmaları gerekir inancındayız ve bu konuda Anavatan'dan destek istiyoruz. Yapılan, insan haklarına, insanlığa aykırıdır.

Yine, bu planda, 1960 anlaşmalarından kaynaklanan garantörlük hakkı kâğıt üzerinde kalıyor. 2018'den sonra 650 kişiye düşecek olan garantör kuvvetin Ada'dan ne zaman büsbütün çekileceği -Ada'nın tümünün nihaî aşamada askersizleşeceği hedefiyle- her üç yılda bir tezekkür edilecektir deniliyor.

Her gün bir şey öğreniyoruz, bugün de yeni bir şey öğrendik. Genel Sekreter, bu durumları tanzim eden yasaların bir yerine öyle bir madde koymuştur ki, bu, Türkiye'nin müdahale hakkını da ortadan alıp götürüyor. Bunları her gün takip etmezseniz, o, 140'tan fazla yasayı her gün incelemezseniz, bunları hiç bilemezsiniz. Bugün, ben, uçağa bineceğim sırada yeni (korrigenda) düzeltmeler, doğrultmalar geldi dediler. Tabiatıyla, şiddetle reddettim. Bu, artık, biraz ayıp oluyor... Biraz ayıp oluyor... Bir halka, bilmediği yasaları, kendisinin yapmadığı, meclisinden geçmediği anayasayı, 9 000 sayfalık bir paketi "geliniz, evet deyiniz" diye, zorla kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Şimdi, bu, 650 asker Ada'da kaldıktan sonra; yani, 1960'taki durum, -bunların değişme birlikleri olacak, her üç ayda yahut altı ayda bir- Rumlara, bu konuda devamlı ajitasyon yapma, tahriklerde bulunma fırsatını verecektir. 1963-1974 arasında, bu konuda nelere tevessül ettiklerini bilenler, bu konuyu Rumların devamlı bir huzursuzluk ve şikâyet konusu haline getireceklerini teslim edeceklerdir.

Meclisinizin ve her hükümetin üzerinde ısrarla durduğu Türkiye ile Yunanistan arasındaki denge, Kıbrıs'ın Türkiyesiz bir Avrupa Birliğine girişiyle Yunanistan lehine temelden bozulmuştur. Yunanistan eski Başbakanı Simitis'in de dediği gibi Enosis veya Rum liderliğinin ve basınının dediği gibi dolaylı Enosis tahakkuk etmiş oluyor. Kıbrıs'ın tümünün derhal Avrupa Birliğine girmesindeki ısrar, bu nedene dayanmaktadır. Avrupa Birliği, bu konuda bir araç olarak kullanılmaktadır. Avrupa Birliği, Rumlarla anlaşmış olsak bile, ihtiyacımız olan güvenceleri içerecek olan bu anlaşmaya birincil hukuk statüsü vermiyor, aldatıcı formüller öneriyor. Böylelikle, yerli ve yabancı hukukçuların deyimiyle, anlaşmaların yazıldığı kâğıt kadar kıymeti kalmıyor. Bir İngiliz hukukçuya göre, böyle bir anlaşma, Kıbrıs Türkleri için intihardan başka bir şey değildir.

Planda aksinin iddia edilmesine karşın, fiiliyatta, Kıbrıs sorununun çözümü, hâlâ, Avrupa Birliğine giden yolda Türkiye'ye bir engel teşkil etmeye devam ediyor ve bu da, Türkiye'nin, bu planı kabul etmesi ve bize de kabul ettirmesi için bir baskı unsuru olarak kullanılıyor. Böylelikle, kararınızda, uluslararası anlaşmaların açık ihlali olarak tanımladığınız, Kıbrıs'ı Türkiye'den önce Avrupa Birliği üyesi yapma eylemi, bu plana "evet" demekle tamamlanarak, uluslararası anlaşmaların açık ihlali başarıyla noktalanmış oluyor. Bu yetmezmiş gibi, Türkiye'nin bu ihlali hoş karşılayıp, Kıbrıs Türk tarafına da, bu ihlali meşrulaştırmak için, planı kabul etmesi yönünde baskı yapmasında ısrar ediliyor. Biz de bu planı kabul edip bu ihlali meşrulaştırdığımız takdirde, Türkiye'nin Kıbrıs üzerinde hak iddiası tamamen sıfırlanacaktır.

Otuz yıldır Kıbrıs'ta devam etmekte olan huzur ve barışın en önemli amili olan iki kesimlilik, Rumların kuzeyde yerleşim haklarıyla ortadan kalkıyor. Ondokuz yıl sonra Kıbrıs eski haline dönebilecek, Türkler ise Ada sathında azınlık durumuna düşürülecektir.

Yüce Meclisinizin kararındaki isabetli tespit, iki kesimliliği zedeleyecek bütün öneri ve girişimlerin Kıbrıs'taki güvenlik ortamını olumsuz yönde etkileyerek, iki toplumu yeniden bir çatışma ortamına sürükleyeceği yönündeydi. Yürekten katıldığım bu acı gerçeği hatırlatıyor ve buna hiçbir şekilde müsaade edilmemesi gerektiğini belirliyordunuz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere hitap nedenlerimin  başında, Annan Planı kabul edildiği takdirde, kısa bir süre içinde bu acı gerçekle karşı karşıya kalacağımız inancı yatmaktadır. Birleşmiş Milletler de, çatışma, kargaşa, kavga beklediklerini açıkça itiraf etmektedirler. Bu nedenledir ki, Birleşmiş Milletler askerî gücünü 6 000-7 000'e çıkararak, bu güce, askerî kamplarımıza girip Türk askerini denetleme yetkisi de verilmektedir. Türk askeri, kampından çıkmak için, bu güce, 48 saat önceden haber verecektir. Askerlerimiz hudutlardan derhal çekilecek, kamplarında kalacaktır. Askerin çekildiği hudutlardan toprak, mal mülk iddiasıyla kuzeye girecek Rumları Birleşmiş Milletler askerleri ne dereceye kadar kontrol edebilecektir. 1963-1974 yıllarında Birleşmiş Milletler askerlerinin performanslarını hatırlayan bir halk için, bunlar, barışın ve huzurun habercisi, kalıcı bir anlaşmanın garantisi olamıyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kıbrıs'ın müşterek millî bir mesele olduğuna inananlardanım. Mücadelenin her safhası buna tanıklık etmektedir. Bugünlere hep el ele, gönül birliği içinde, millî bir inançla geldik. Kıbrıs yüzünden Anavatanımıza beklenmedik bir zarar gelmesin diye elden gelen her şeyi, Kıbrıs Türk Halkı olarak yaptık. Karşılığında, Anavatan'ın hudutsuz fedakârlığıyla bir devletin doğuşuna şahit olduk. Bu devletin altyapısı için, Kıbrıs Türklerinin huzur içinde yaşayabilmesi için Anavatan'ın hudutsuz fedakârlığını gördük. Millî hedefin, Kıbrıs'ta sağlam bir Türk varlığını koruyarak Enosisi önlemek, aynı anlama gelen Ada'nın Rumlaşmasına engel olmak olduğunun bilinci içinde mücadeleyi sürdürdük. Bu tehlike, bugün, dünden daha fazladır; çünkü, bize, 1963- 1974'ü yaşatanlar, halen, sahte bir unvan altında, Kıbrıs'ın tümünde hak iddia edebilmekte ve silahlanmaktadırlar.

Yabancı diplomatlar, bize "anlaşma olunca, Avrupa Birliğine girince bunlar son bulacaktır" demektedirler. 1960-1963 yılları arasında da, Makarios'un beyanatları ve silah hazırlığı karşısında, aynı dost ülkelerin diplomatları, bize aynı teselliyi vermekteydiler. 1963-1974 yılları arasında toplu mezarlarımız açılırken ağlayanlar bizlerdik, onlar değildi! Rum tarafı esas siyasetinden vazgeçmediği için sıkı durmak, gevşememek; fakat, bu arada uzlaşma yollarını da tıkamamak müşterek, millî siyasetimiz oldu; ancak, karşı tarafta bir değişiklik görmedik. Sanırım, son İsviçre görüşmelerinde cereyan eden olaylar, Rumların ve Yunanistan'ın dörtlü konferanstan kaçışları, hiçbir konuda uyum sağlamaması, planda bize verilmiş görünen kısıtlı hakların bile reddi bu gerçeği iyice vurgulamıştır. Rum tarafının millî siyaseti, en son 5 Aralık 2003 tarihinde meclislerinden oybirliğiyle geçirdikleri soykırımı yasasıyla vurgulanmıştır.

Yasayı okuyorum: "14 Eylül 1922 tarihi, Türkler tarafından katledilen Yunanların tarihsel anısı olarak belirtilmekte ve kabul edilmektedir.

Kıbrıs, Yunanlığın kopmaz bir parçası olarak Türk boyunduruğunun aynı duygularını hissetmektedir. Yunanların bu anısına saygı duyarak aynı acı hissedilmekte ve ayrıca, bir ulusun uzun tarihinde Küçük Asya yıkımı, tarihsel bir gerçeğin önemli bir kısmını oluşturmaktadır.

Yasada gösterildiği gibi, Yunan ulusunun resmî tarihsel gerçekliliği, Türk yayılmacılığının stratejik hedefini göstermektedir.

Tüm bu nedenlerden dolayı Temsilciler Meclisi aşağıdaki yasayı onaylamıştır.

1.- Mevcut yasa, 14 Eylül tarihinin, resmî olarak Küçük Asya Yunanlığı ve Küçük Asya Yıkımı Anı ve Şeref Günü olarak kabulünü 2003 yasası olarak kabul eder.

2.- Bu gerçekliği kabul eden Kıbrıs halkı -Rum halkı değil, Kıbrıs halkı... Bunlar bizim yasamız olacak!- 14 Eylül 1922'de yerlerinden edilen ve haksız yere soykırıma maruz kalan Küçük Asya Yunanlarının bu gününü resmen anı ve şeref günü olarak kabul eder.

3.- 14 Eylül günü, her yıl, Kıbrıs halkı tarafından bakanlar kurulunun kararı ve resmî gazetede yayımlanmasından itibaren bir ay içerisinde 14 Eylül 1922 tarihinde, Türkler tarafından Küçük Asya'da yerlerinden edilen Yunanlar için konuşmalar, etkinlikler, anma törenleri yapmayı ve başka tür etkinlikler yapmayı teyit eder."

Sayın milletvekilleri, Allah'tan, bir Rum gazeteci, bu çılgınlık karşısında kendisini tutamamış ve bu yasayı oybirliğiyle geçirmiş olan Meclise, 1922'de uluslararası bir tahkikat komisyonunun saptadığı şekilde "saldıran Yunanistan'dı, soykırımı yapan da Yunanistan'dı. Siz, tarihimizi de bilmiyorsunuz" diyebilmiştir. Ama biz, Kıbrıs halkı olarak, bu yasayı galiba kabul etmek zorundayız!..

Rum liderliği, Kıbrıs'ın tümünü bir Helen adası, Kıbrıs meselesini Helen dünyasının millî bir meselesi, Kıbrıs Türklerini de işgal altında yaşayan vatandaşları, Türk azınlığı olarak görmektedir. Hedef, Kıbrıs'a sahip çıkmaktır, yol, Avrupa Birliği yoludur. 1960 ortaklığını bu nedenle yıkmışlardır, silahlı mücadele bu nedenle yapılmıştır; görüşmelerin her safhasında, bu son safha dahil, bir sonuca varılamamışsa, bu neden var olduğu için varılamamıştır.

Rumlar, Kıbrıs adına Avrupa Birliği üyeliği için müracaat ettiğinde, zamanın Türk Hükümeti de, gümrük birliği müzakerelerini yürütmekteydi. Avrupa Birliği, Türkiye'yi zorluyor, "Kıbrıs" dedikleri Rum müracaatını engellememesini istiyordu. Türk Hükümeti, bu baskı karşısında, 1960 anlaşmalarına sahip çıkmış ve şu çekinceyi koymuştur. Bu çekincede Türkiye'nin kararlılığı ve alternatifsiz olmadığı açıkça görülmektedir; okuyorum:

"Kıbrıs Rum tarafının Avrupa Birliğine yapmış olduğu tek yanlı müracaatla ilgili olarak Türkiye, Kıbrıs Türk tarafınca öne sürülen hukukî, siyasî ve ahlakî argümanları paylaşmaktadır. Bu müracaat, Kıbrıs içinde öngörülen federal bir yapı için elzem olan tarafların ortak rızası unsuruyla çelişmektedir. Rum tarafının müracaatı ve bu müracaatın Avrupa Birliği tarafından işleme konması, Birleşmiş Milletlerin, Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyeliğinin toplumlararası görüşmelerde ele alınması gerektiğine dair mütalaasına ters düşmektedir. Avrupa Birliği Komisyonunun Kıbrıs Rum müracaatına ilişkin görüşü, üniter devlet genel kavramına dayanmaktadır; bu kavram ise, iki toplumlu, iki kesimli federal çözüm hedefiyle bağdaşmamaktadır."

Bu, "140 yasa" dediğim yasaların hemen hemen tümü, Rumlar tarafından, zaman içerisinde Avrupa Birliği yasalarıyla uyum içerisine konulmuştur; tetkik edebildiğimiz kadarıyla, gördüğümüz, üniter bir Rum devleti öngörülerek yapılmış yasalardır; bunların, zaman olup, hepsini ayıklamak, incelemek lazımdır.

Açıklama devam ediyor: "Güney Kıbrıs'ın, Avrupa Birliği üyeliği için yapmış olduğu tek yanlı müracaat ve bunun Kıbrıs'ta bir çözüm öncesi veya sonrasında gerçekleşmesi, Kıbrıs'a ilişkin 1959 Zürih ve Londra anlaşmalarıyla, 1960 anlaşmalarının ihlalidir. Bu anlaşmalar, Türkiye ve Yunanistan'ın her ikisinin de taraf olmadığı uluslararası siyasî ve ekonomik birliklere Kıbrıs'ın üyeliğini engelleyen hükümler içermektedir. Buna ilaveten 1960 anlaşmaları, Kıbrıs'ın kısmen veya tamamen herhangi başka bir devletle siyasî veya ekonomik birleşmeye gitmesine izin vermeyen özel hükümler içermektedir. Bu anlaşmalar, ayrıca, garantör güçler olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'ye, böyle bir birleşmenin önüne geçmeleri konusunda özel bir sorumluluk yüklemektedir. Türkiye, kendi açısından, 1960 anlaşmalarından kaynaklanan hak ve sorumluluklarının muhafaza edilmesi konusunda kararlıdır. Türkiye, diğer garantör ülkeler gibi, kendisi de Avrupa Birliği üyesi oluncaya kadar, Kıbrıs'ın, kısmen veya tamamen Avrupa Birliği üyesi olmasına karşı çıkmaya devam edecektir. Türkiye, Avrupa Birliği Konseyinin Kıbrıs'ın üyelik müzakerelerine ilişkin kararıyla mutabık değildir." Ve devam ediyor.

Şimdi bunlara karşı çıkılmıyor, şimdi uluslararası anlaşmalar ihlal ediliyor, Türkiye'nin temel bir hakkı ortadan kalkıyor, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ortadan kalkıyor. Papadopulos, 7 Nisan 2004'te yapmış olduğu planı ret konuşmasında bunu açıkça teyit etmektedir.

Avrupa Birliğinin, “Kıbrıs” adı altında, Rum idaresine üyelik vermiş olması, sadece uluslararası anlaşmaların ihlaliyle sonuçlanmış değildir. Bu statü, bu hukukdışı muamele, Kıbrıs meselesinin görüşme yollarını da etkili bir şekilde tıkamıştır. Bugüne kadar, 1968'den bu yana, Kıbrıs'ta, ne anlaşma olmuşsa benim inisiyatifimle olmuştur ne anlaşma olmamışsa, anlaşma olma safhasına geldiğimizde, Rumların bu nedenle meşru Kıbrıs hükümeti olma durumlarını etkilediği için olmamıştır. Bunu, herhalde, ilgili tarihçiler gün gele araştırıp bulacaktır. Elimde listeler var; ama, zamanınızı almak istemiyorum.

Bize, ya hak ve hukukumuzda ısrar ederek direnmek ya da Türkiye ve Kıbrıs Türkleri olarak, Kıbrıs üzerinde var olan haklarımızı yapay planlarla koruyamayacağımızı, beş on yıl içerisinde Kıbrıs'tan tamamen çekileceğimizi bilerek, başka çare yok deyip, kadere boyun eğmek kalıyor. Bana göre, Makarios'un zaman zaman açıkladığı gibi, Kıbrıs'ta başlattığı Girit modelinin son sayfalarını bu planla yazıp kapatmak istemektedirler. Anadolu'nun her köşesinden her gün aldığım destek mesajları, Türk Ulusunun böyle bir sonuca razı olmayacağını teyit etmektedir. Bu nedenledir ki, biz, Meclisinizin kararlarında da belirtildiği gibi, iki kesimliliğin ve Türk garantisinin sulandırılmadığı, eşit egemenliğe dayalı bir ortaklıkta direndik ve direnmeye devam ediyoruz.

Annan Planını, bizi Kıbrıs'ta iki eşit egemen halktan biri, kurucu ortak bir taraf olarak kabul etmediği ve iki kesimliliği kabul edemeyeceğimiz bir biçimde sulandırıp kapıyı Kıbrıs'ın tamamen Rum idaresine dönüşüne açık bıraktığı için kabul edemiyoruz. Bu meyanda, 7 Nisan tarihli Washington Post'ta Kıbrıs'la ilgili bir makalenin şu bulgularına dikkatinizi çekmek istiyorum: Barışçıl bir çözüme en büyük tehdidin Ada'nın Rum kesiminden geldiği, onların Birleşmiş Milletlerin uzlaşı formülüne evet demek için daha az nedenleri olduğu; çünkü, Avrupa Birliği üyeliğini garanti etmiş oldukları belirtiliyor. Aynı makalede, çoğu Türk'ün, Kıbrıslı Türklerin haklarının tek garantisinin Rumlardan ayrı kalmak olduğuna inandığı ifade olunuyor. Kıbrıs'ta da, halkımız, iyi komşuluk istiyor "ortaklık olacaksa olsun; ancak, göçmen olmayalım, Rumlar içimize gelmesin, yeniden kavga etmeyelim" diyor. Evet, ben de, Rum'un siyasî emelinden ve hedefinden vazgeçmediğini gören bir kişi olarak geleceğe temkinli yaklaşanlardanım. Ortaklık, iki kesimliliği alabildiğine sulandırmaksızın, mal mülk meselesini hallederek, insanları birbirlerine düşürmeksizin temin edilebilir düşüncesindeyim; yeter ki, dışdünya, taraflara eşit davransın, ambargolar kaldırılsın, Türk-Yunan dengesi bozulmasın ve yeter ki, kimse bizi alternatifsiz addetmesin. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yarınlara açık bir ülkedir; yeter ki devlete sahip çıkılsın.

Bugün, Rum Yunan liderliği Annan Planını değerlendirirken, kendi halklarına "istediğimiz her şeyi aldık" diyebiliyor; fakat, buna rağmen, hâlâ karamsarlık beyan ediyorsa, bu, bir taktik icabıdır, Türklere verilmiş olandan bir kısmını daha koparmak için tevessül edilen bir oyundur; aynı zamanda, Annan Planını kabul etmek ihtiyacı da yoktur; çünkü, Avrupa Birliği üyesi olmuştur ve Avrupa Birliğiyle yapmış olduğu anlaşmayla, Kıbrıs Türklerini azınlık olarak, ülkesini de, kısmen işgal altında bir ülke diye kabul ettirmiştir. Biz, bu yanlışları düzeltmeyen Annan Planıyla Avrupa Birliğine girersek, sonumuz gelmiş olacaktır; çünkü, bu formatta Türkiye'den de kopmuş bir azınlık olarak kalmaya mahkûmuz. Biz, konunun esasına bakıyoruz ve endişemizin arttığını görüyoruz. Götürülmek istendiğimiz yol, bizi 1960 anlaşmaları gibi işlemezlik iddialarıyla yeniden yıkılacak, bir kenara atılabilecek bir kuruluşa götürmektedir. Bunu önleyici her tedbire Rum tarafı karşı çıkmış ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri eliyle destekleyicilerini de daima yanında bulmuştur.

Baskı altında, tarafların mutabık kalmadıkları bir belge için referanduma sürükleniyoruz; yani, anlaşmayı değil, anlaşmazlığı oylayacağız; hem de 9 000 sayfalık bir pakete bakarak. İçinde bizi etkileyecek Rumlar tarafından hazırlanmış yüzlerce yasaya, anayasalara rağmen.

Millî iradenin temsilcisi olan sizler, bizim yerimizde olsaydınız, geleceğinizle böyle bir kumar oynar mıydınız; yabancıların hazırladığı yasalar ile anayasaları kabul eder ve bunun adına barış der miydiniz?!

Bu soruları kendime soruyorum, Annan Planında lehe görünen ne varsa, bunların sağlanmasında payı olan bir müzakereci olarak soruyorum ve böyle bir şey olamaz, bunda bir yanlışlık var diyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her meselenin halli gerçekçi bir teşhise dayanır. Kıbrıs meselesine gerçekçi bir teşhis koymaktan kaçınanlar, daha doğrusu yanlış bir teşhisle yola çıkmış olanlar, bu yanlışlarından dönmeksizin hal çaresi bulmaya çalışmaktadırlar.

Yüce Meclisiniz, Kıbrıs meselesine birçok defa gerçekçi teşhisini koymuştur; Annan Planı, bu teşhisinize uymamaktadır; bunu vurgulamak istiyorum.

Kıbrıs meselesi, 1960 anlaşmalarıyla meydana getirilmiş olan Türk-Yunan dengesine dayalı bir Türk-Rum ortaklık devletini, bu anlaşmaların kalıcı barış için yasakladığı enosise ulaşmak için yıkmaktan kaynaklanan bir meseledir. Rumların iddia ettikleri ve Annan Planında da genelde kabul edildiği gibi, 1974'te başlayan "zavallı, evsiz kalan Rum göçmenler" meselesi değildir. Ortaklığı yıkan tarafı meşru hükümet addetmekle başlayan yanlışa hâlâ devam edilmektedir. Biz bunun hallini beklerken, Yunanistan, bu gayrimeşru Kıbrıs hükümetini AB üyesi yapmıştır. 1960 anlaşmaları yeniden çiğnenmiş, haksızlık, adaletsizlik temel alınarak, bunların üzerine barış binası yapılmak istenmiştir. Bize akıl almaz baskılar yapılmaktadır. Rum tarafı ise, sahte unvandan yararlanmakta, bu yanlış devam ettiği sürece millî hedefine ulaşabileceğini görmektedir. Enosisi avucunun içerisinde bilen, bizi azınlık vatandaşı addeden, Türkiye'yi işgalci ilan eden ve 1963 öncesine dönüşü hak bilip, 1963-1974 arasında Türklere yaptıklarının tazminatını vermeyi düşünmeyen bu zihniyetle yapılacak hangi anlaşma, Kıbrıs'a, yöreye ve Avrupa Birliğine huzur getirecektir?!

Halen "referanduma hayır" çağrısı yapan Papadopulos'un mesajı gayet açıktır: Kıbrıs Avrupa Birliği üyesi olunca, veto tehdidiyle, Türkiye'den bugün alamadıklarını alacaklardır diyorlar. Bu sahtekârlığa boyun eğmek yerine, Rum-Yunan ikilisinin, Avrupa Birliğini enosis yolunda bir vasıta olarak kullanmakta olduğunu anlatmak için seferberlik gerekmektedir düşüncesindeyim.

Kırk yıldır, Kıbrıs Rumunu, Ada'nın tümüne sahip, Türkleri de temsil eden bir makam olarak kabul etmemiş olan Türk tarafı, bu tehdit karşısında ne yapacaktır? Sanırım, Türkiye'ye güvenen dost ülkeler, bu beklenti içindedirler. Türkiye, en haklı ve en güçlü olduğu bu millî davada, emperyalist baskılara ne kadar direnebilecektir? Yapay bir uzlaşma adına, tanıdığı bir devletin egemenliğinden ve güvenliğinden vazgeçecek mi? Bu soru, dost ülkelerin temsilcileri tarafından sık sık sorulmaktadır.

Rum liderlerinden Klerides -iki dönem (on yıl) Rumların liderliğini, Kıbrıs cumhurbaşkanı sahte unvanı altında başarıyla yürütmüştür- hatıratında der ki: "Kıbrıs Rumlarının amacı, Ada'yı, Türklerin, koruma altında azınlık olarak yaşayacağı bir Rum devletine dönüştürmekti." Kırk yıldır bunu başardılar. "Türklerin amacıysa, buna karşı direnmek ve anlaşmalardan kaynaklanan ortaklık haklarını müdafaa etmekti." Kırk yıldır bunu yapmaya devam ediyoruz, sayenizde.

 "İki toplum da, bu birbirinden tamamen farklı hedefleri için, gerekirse savaşmaya hazırdır." Rum tarafı, Kıbrıs'ı alıp götürmek için savaşmaya hazırdır, silahlanmaktadır, Yunanistan'la askerî anlaşmalar yapmıştır ve bütün hedefleri, bu anlaşmalar yoluyla, Türkiye'yi Ada'dan çıkarmaktır; ondan sonra işleri kolay.

Kıbrıs sorunu, işte, birbirine karşıt bu iki düşüncenin çatışması sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu çatışma, gördüğünüz gibi, devam etmektedir.

1971 yılında da, Klerides "Türkler artık içimizde değil, dünya bizi tanıyor; ya istediklerimizi kabul ederler ya da çıkıp giderler" demiştir. Aynı Klerides, Annan Planıyla öngörülen çatının kabulü için son sözü söylemiştir. Referandumda "evet" kampanyasının öncülerindendir. Halkına şöyle sesleniyor: "Türk askerinin Ada'dan çıkmasını istemedik mi; Annan Planı bunu yapıyor. Göçmenlerimizin eski yerlerine dönüş hakkını istemedik mi; Annan Planı bunu da yapıyor. Daha ne istiyorsunuz." Kilise ve "hayır" cephesi cevap veriyor: "Annan Planına göre, Kıbrıs'ın tümüne sahip çıkabilmemiz için onbeş yıl beklememiz gerekiyor. Buna neden yoktur. Planı kabul etmeden, bunu daha erken elde edebiliriz."

Halledilmesi gereken mesele budur. Hal çaresi, 1960 anlaşmalarında vardır. Kıbrıs, Türkiye'nin henüz üye olmadığı bir kuruluşa giremez. Rumlar, bu kuralı çiğnemiştir; Kıbrıs'ı Rumlaştırmak için çiğnemiştir, Enosis için çiğnemiştir, Türkiye'yi Ada'dan atmak için çiğnemiştir. Annan Planı bunu yapıyor, buna çanak tutuyor; bizden de, bunu yasallaştırmamızı istiyorlar.

Seçeneğimiz, Türkiye ile birlikte veya Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki hakları, Türk-Yunan dengesi, Türkiye üye oluncaya kadar tanınmak kaydıyla ve karşılıklı müzakere edeceğimiz bir anlaşmayla yeni bir ortaklık kurarak, Avrupa Birliği üyeliğidir.

Bize, Annan Planını kabul etmiyoruz diye kızanlar ve bu Planın kabulüyle Türkiye'nin büyük bir baş ağrısından kurtulacağını sananlar, geçmişte, Denktaş'ın veya Türk hükümetlerinden birinin veya diğerinin yaptığı hatalardan da bahsederler. Kıbrıs meselesi, şunun veya bunun hatası nedeniyle kaybedilecek bir mesele değildir diye düşünmekteyim. Kul hata yapabilir, hükümetler de hata yapmış olabilirler; ancak, tüm bu hata iddialarına rağmen, önümüzde Türkiye'nin tanıdığı bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yok ediliş planı vardır. Geçmişte hata yapmış olan varsa, bunlar, bu devletin ortadan kalkmasını gerektiren bir hata  yapmış değildirler, tam aksi, Türkiye'nin güvenliğini de etkileyecek olan bu gidişatın karşısında inatla ve basiretle direnmesini bilmişlerdir. Bugün "Kıbrıs'ın tümü benimdir, Türkler vatandaşımdır, azınlığımdır, egemenlik tektir ve Kıbrıs Cumhuriyetine aittir" diyen bir zihniyetin karşısındayız.

Papadopulos'un son açıklamasına birlikte bakalım: "İçim acıyarak, en esnek, en toleranslı değerlendirmeyle dahi nihaî Annan Planının, ortaya koyduğumuz asgarî hedefleri bile yerine getirmediği sonucuna varıyorum. İyileştirilmiş olan maddelerde bile işlevsel zorluklar, karmaşık prosedürler ve tehlikeli belirsizlikler tespit ediyoruz." Aynı tehlikeli belirsizlikleri biz de tespit ediyoruz, aynı karmaşık prosedürleri görüyoruz, bu çalışamaz bir mekanizma diyoruz; ama, dinleyen yok.

Sayın milletvekilleri, 1960 devletini, işlevsel zorluk var, Türklere fazla hak verildi diye yıkanların bu beyanatları karşısında uyanık olmamız gerekir. Bu beyanatlar karşısında, Annan Planına bir kez daha bakmamız gerekir.

Devam ediyor Papadopulos: "Annan Planında memnun kalmadığım birçok bölüm ve madde vardır." -Benim de- Bunlarla ilgili olarak müzakere edilmeden ve taleplerimiz tamamıyla görmezden gelinerek uzlaşmalar empoze edilmiştir. -Aynı şikâyeti ben de yapıyorum- Bir hafta sonra AB üyesi olacağız. Türkiye, AB üyesi olmak için bize gelecek. O zaman istediklerimizi alacağız. O halde referanduma ne gerek var" diyor. Bunun cevabını herhalde Avrupa Birliğinin onurlu üyelerinin vermesi gerekir; ancak, ilgileneceklerini sanmıyorum. Bu tehdide, bu küstahlığa boyun eğilmez diye düşünüyorum. Aynı zamanda, empoze edilen bir anlaşmanın Kıbrıs'a barış getireceğine inanmıyorum. Fikri ve zikri bu olanlar karşısında, devletimizden ve egemenliğimizden vazgeçmemizi öngören, halkımızın yarısını göçmen yapıp iki kesimliliği yok eden, garantör Anavatanın son askerini zaman içinde Adadan çıkaracak bir plana evet denilebilir mi? Bazılarına göre, Rum'un hayır dediği her şey Türk tarafının lehinedir ve biz de buna göre hareket etmeli, Rum'un hayır dediğine biz evet demeliyiz. Biz, Rum hayır diyecek inancıyla evet dersek, vilayet olmayı kabul etmiş, egemenlikte ısrar etmeyen bir toplum statüsüne bağlı kalacağız, ileride bunun dışına çıkamayacağız. Halkınızın onayladığı statü budur diyecekler. Dolayısıyla, bu gerçekçi bir değerlendirme değildir.

Rumlar 1964'ten bu yana Kıbrıs Cumhuriyeti meşru hükümeti olarak tanınmanın rahatlığı içindedirler. Onların davası, haksız yere gasp ettikleri bu unvanın arkasına saklanarak Kıbrıs'ın tümüne sahip çıkmaktır.

1968'den bu yana başlayıp sona eren her görüşme safhasında Kıbrıs hükümeti unvanına gölge düşürmemeyi esas gaye bilmişlerdir ve bu unvan altında uluslararası arenada her kılığa girerek her ülkeyle karşılıklı ilişkiler kurmuşlardır. Makarios'un vasiyeti, Kıbrıs hükümeti unvanından ancak enosis için vazgeçileceği yönündedir. Dolayısıyla, enosise açık olmayan her anlaşmayı, Rum liderliğini meşru hükümet olarak kabul etmeyen her teşebbüsü reddetmektedirler.

"Referandumda Rum ne der, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı ne yapar" sorularının cevabını, bir hafta sonra birlikte alacağız. Ümit ederim ki, dıştan ve Türkiye'den gelmekte olan tüm baskı ve telkinlere rağmen, halk kendi hür iradesini kullanacaktır; içeriğini bilmediği, zorla empoze edilmek istenilen 9 000 sayfalık pakete "evet" demenin tehlikesini görecek ve ona göre hareket edecektir.

Ben, bu referandumda niye "hayır" diyeceğimi anlatmaya çalışacağım. Annan Planı, sorumluluğu, bizden, liderlikten almış, halka vermiştir.

Ben "hayır" diyeceğim; çünkü, bu anlaşma, Rumlara, kısa bir süre içerisinde Kıbrıs'ın tümüne sahip çıkma olanağını vermekte, Kıbrıs Türkünü Anavatan'dan ayırmaktadır.

Bu anlaşma, iki kesimliliği bozmakta, Avrupa Birliği normları altında, bizi nereye götüreceği belli olmayan, karmaşık, idarî ve siyasî bir çerçeve içerisine oturtmaktadır.

Mal mülk sorunlarını halletmiyor; bunları, bireyler arasında içerisinden çıkılmaz bir karmaşa haline getiriyor, geleceğin büyük kavgalarına zemin hazırlıyor.

1960 anlaşmalarıyla bize verilmiş olan garantileri, zaman içerisinde tümüyle ortadan kaldırmaya açık kapı bırakıyor.

Halkımızın yarısını göçmen yapıyor; bunların rehabilite edilebilecekleri toprak bırakmıyor. Rehabilitasyonu, apartman daireleriyle halletmeye çalışıyor; onun parasını da rehabilite edilecek kişilerden alıyor.

Kıbrıs meselesine Rum'un gözüyle bakarak tedbir öngörüyor ve Kıbrıs Türklerinin iki halktan biri olduğunu, bu halkın eşit egemenliğini kabul edecek cesareti gösteremiyor.

"Hayır" diyorum; çünkü, bu planda bize verilmiş görünen haklar, Avrupa Birliği normları altında yok edilebilecektir; kalıcı derogasyonları içermemektedir.

"Hayır" diyeceğim; çünkü, Avrupa Birliği, "Kıbrıs hükümeti" sahte adı altında Rum yönetimiyle yaptığı anlaşmaya verdiği birincil hukuk statüsünü bizi de kapsayacak şekilde genişletmek niyetinde olmadığını açıklamıştır.

"Hayır" diyeceğim; çünkü, Rumların Avrupa Birliğiyle hazırladıkları 9 000 sayfalık bir paketin geleceğimizi nasıl etkileyeceğini bilmiyorum. Çünkü, bu paketin içinde Meclisimizin onayından geçmeyen, ancak, geleceğimizi ipotek altına alacak bir anayasa bile var.

"Hayır" diyeceğim, çünkü, bu metot, halkımıza hakarettir; onun varlığını, Meclisini, otoritelerini hiçe sayarak, başka ülkelerin, Kıbrıs üzerinde kendi çıkarlarını sağlamak için kurulmuş bir mega hiledir.

"Hayır" diyeceğim, çünkü, bu plan bizi Türkiye'ye, Anadolu'ya ebediyen hasret bırakacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Büyük Atatürk'ün Yüce Meclisinde siz sayın milletvekillerine Kıbrıs konusunda gelmiş olduğumuz kritik aşamaya ilişkin görüşlerimi açıklayabilmenin huzur ve mutluluğu içerisindeyim.

Son olarak, ulusumuzun yüce menfaatlarını koruyabilmek üzere, 24 Nisan referandumunda -ümit ediyorum, halkıma inanıyorum- "hayır" sonucunu aldıktan sonra neler yapmamız gerektiği hususuna da kısaca değinmek istiyorum!

Hayır sonucunu aldıktan sonra, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin uluslararası camia tarafından tanınması ve içinde bulunduğumuz izolasyondan çıkılması için, Anavatan Türkiye'yle birlikte yoğun çabalar sarf etmemiz gerekecektir. Böylelikle, Avrupa Birliğinin, yapmış olduğu büyük yanlıştan dönmesine olanak sağlayabilecek bir temas sürecinin kapılarını açmış olacağız. İnanıyoruz ki, Annan Planının gündemden düşmesiyle, Avrupa Birliği, bizim tanınma çabalarımıza paralel olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle temas olanaklarını arayacaktır. Bu arada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine uygulanmakta olan ambargoların kaldırılmasının gündeme gelmesi de kaçınılmaz olacaktır.

Hayır sonucunu aldıktan sonra, aziz Anavatanımızdan koparılmaya razı olmamış Kıbrıs Türkleri olarak, huzur ve mutluluk içerisinde Avrupa Birliği uyum çalışmalarımızı yoğunlaştıracak ve uluslararası camianın saygın bir üyesi olarak kabul edilmek için gayretlerimizi artıracağız. Ancak bu suretle Kıbrıs'taki güney komşularımızı bizimle adil ve kalıcı bir çözüme zorlayabileceğimizi düşünüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; "Kıbrıs meselesi hamasetle halledilmez" diyenler var; doğrudur. Ümit ederim bu konuşmamı hamaset olarak değerlendirmeyeceksiniz. Kıbrıs'ı kaybediyoruz. Bunun öyküsünü, gerçeklere değinerek dikkatinize getirmeye çalıştım. Kıbrıs meselesi hamasetle halledilemez; ancak "neyle halledilebilir" sorusunu sormak gerekir. Bugün burada bu soruyu, sizlerin, Türk Ulusu adına geçmişte, Mecliste kararlarınızla verdiğiniz cevaplarla yanıtlamaya çalıştım. Beni sabırla dinlediniz, minnettarım.

Kıbrıs meselesi, doğru, gerçekçi bir teşhisle, gerçekler kale alınarak halledilir ve bu gerçekler Kıbrıs'ta iki halkın, iki devletin varlığıdır; Türk-Yunan dengesidir, fiilî ve etkin garantilerin devamıdır. Bu esaslar dahilinde, Rumlarla iyi komşuluk, adil ve kalıcı bir anlaşmayla yeni bir ortaklıktır. Bu nedenle sizlere, Annan Planının yanlış bir teşhisle, gerçekleri kale almaksızın, Rumlara, 1963'te yaptıklarını yeniden yapma fırsatı veren bir plan olduğunu izaha çalıştım.

Karşı görüşte olanları ikna etmek mümkün olmayabilir; ancak, planın içyüzünü bilmeyenlerin tereddütlerini, bu büyük ulusun bir evladı olarak giderebilmişsem mutlu olacağım, görevimi yapmış olmanın hazzını yaşayacağım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kıbrıs Türkleri, Yüce Meclisinize, Anavatan'a, onun Cumhurbaşkanına, hükümetlerine, Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin her kademesine, Anadolu'nun kadirşinas, vatansever halkına minnettardır. Bunu, yeniden, bu kutsal ortamda kayda geçirmeme müsaade ediniz.

Bugüne kadar müşterek millî dava uğruna, 1955'lerden bu yana birçok badireden geçtik; bu çetin yolda çektiklerimiz, kayıplarımız, şehitlerimiz, gazilerimiz oldu; birlikte sevindiğimiz, birlikte yıllarca Kıbrıs için endişe ve korku içinde yaşadığımız yıllar oldu; bunların hepsine, birlikte "helal olsun, nihayet kurtulduk" dediğimiz günleri de birlikte yaşadık. 20 Temmuz 1974 ve 15 Kasım 1983, bunlar arasında ümit meşaleleri olarak kalacaktır.

Çektiklerimiz unutulamaz, kayıplarımız geri getirilemez, şehitlerimize yeniden can verilemez; ancak, verdiği mücadeleyle eşitliğini, egemenliğini kanıtlamış olan bir halkın yeniden yapay bir anlaşmayla Rumlara ram edilmesine müsaade edilirse, milletçe müşterek acımız hiç dinleyecektir ve bu halka, bu yüce ulusa bu acıyı tattırmak hakkımız yoktur demek istiyorum.

Tekrar, saygılar sunuyor, en içten duygularla sizlere teşekkür ediyorum. (Ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Cumhurbaşkanı.

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ - Efendim, çok teşekkür ederim, çok sağ olun. (Ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Güle güle Sayın Cumhurbaşkanı.

Allah, Türk Milletinin ve Kıbrıs Türkünün yardımcısı olsun.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 16.31

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.43

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Enver Yılmaz (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2 adet Meclis araştırması önergesi vardır; okutacağım...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Topuz.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Denktaş konuşmaya başladığı sırada, her zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı bir görevi yine yerine getirmek amacıyla, bir önerge vermiştik. O önergeyi işleme koymanızı istiyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın Topuz, sizin bahsettiğiniz şekilde bir önerge yok; Sayın Mehmet Ağar, Sayın Ali Topuz ve Sayın Ülkü Güney'in imzasıyla bir önerge var; ancak, bu önergeden, sizin kastettiğiniz gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda mutabık kaldığı anlamı çıkmıyor; AK Parti Grubunun imzası yok. Dolayısıyla, talebinizi yerine getiremeyeceğim.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, mutabakatın belli olabilmesi için oylamaya sunulması lazım. O zaman, tutumunuz hakkında söz istiyorum, usul hakkında söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Topuz, araştırma önergesini okutacağım...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Böyle bir yetkiniz yok efendim! Sayın Başkan, 63 üncü maddeye göre söz istiyorum.

BAŞKAN - Araştırma önergesini okutuyorum...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, bir emrivaki yapmayın efendim; çok yanlış bir iş yapıyorsunuz!

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, 63 üncü maddeye göre, tutumunuz hakkında söz istiyoruz ve bunda takdir hakkınız yok Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Başkan, İçtüzüğün 53 üncü maddesini okuyorum: "Tebrik, teşekkür, takdir ve temenni gibi hususlara dair yazılar ve telgraflar ilan tahtasına asılır ve tam veya özet yahut sadece zikredilmek suretiyle tutanağa eklenir.

Genel Kurulun saygı duruşunu gerektirecek haller Başkanlık Divanınca kararlaştırılır."

 Talebiniz, İçtüzükte olmadığı gibi, teamülen de bulunmamaktadır.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Nasıl bulunmamaktadır Sayın Başkan?!

BAŞKAN - Teamülen yok...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Daha bir yıl önce, bu Mecliste, bir önerge verilerek, oylama suretiyle karara bağlanmıştır.

BAŞKAN - Sayın Topuz, bir yıl önce Mecliste verilen önergede tüm grup başkanvekillerinin imzası bulunmaktadır.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bir önergede herkesin imzasının bulunacağına dair hangi usul hükmü vardır, hangi İçtüzük hükmü vardır söyler misiniz?!

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Efendim, Meclisin oyuna sununuz.

ÖNDER SAV (Ankara) - İlan tahtasına asılmış mıydı o zaman?

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, 63'a göre söz hakkı talep ediyoruz.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Koç.

A. HALUK KOÇ (Samsun) - Grubumuz adına Sayın Onur Öymen konuşacak.

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, bu tamamen bir usuldür; yani, usuldendir.

V. - USUL HAKKINDA GÖRÜŞMELER

1. - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Genel Kurula hitaben yaptığı konuşmadan sonra TBMM Genel Kurulunca bir deklarasyon yayımlanmasına ilişkin önergenin işleme konulup konulmaması hususunda

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve bağımsız milletvekili Ülkü Güney'le birlikte, Meclise bir önerge sunmuştur.

Bu önerge, biraz önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ın Mecliste yaptığı konuşmayla ilgili Meclisin tutumu hakkındadır. Geçen yıl da, 6 Martta Sayın Denktaş Yüce Meclise hitap ettikten sonra, burada, buna benzer bir önerge sunulmuş, Meclisin daha önceki kararlarına atıfta bulunulmuş ve Meclisin tavrı açıklanmıştı. Bu defa ki önergenin de, özü itibariyle farkı yoktur. Burada da, Kıbrıs'la ilgili daha önceki Meclis kararlarına atıfta bulunulmakta ve Sayın Denktaş'ın tavrına destek verilmektedir. İçeriği itibariyle geçen yılki önergeden farklı değildir. O bakımdan, bu önergenin onaylanmamasının mevcut teamüllere aykırı olacağını düşünüyoruz. Geçen yılki uygulama bir teamül yaratmıştır ve Yüce Meclisin aynı teamülü sürdürmesini içtenlikle diliyoruz.

Bu vesileyle şunu da ifade etmek istiyorum ki, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Sayın Denktaş'ın burada ifade ettiği görüşleri büyük bir takdirle karşıladık; kendisine desteğimiz tamdır.

Şunu da ifade etmek istiyorum ki, Sayın Denktaş'ın sözleri, içerik itibariyle, birkaç gün önce yaptığımız görüşmedeki bazı hükümet iddialarına açık bir cevap niteliğindedir, bunu tarihe tescil etmiştir. Gümrük birliği sırasında, özellikle, Türkiye'nin Güney Kıbrıs'ın üyeliğini zımnen kabul ettiği yolunda Sayın Dışişleri Bakanı tarafından ifade edilen görüşlerin gerçek olmadığını, belgesini okuyarak kanıtlamıştır. Bunu, bu vesileyle belirtmek istiyorum.

Sayın Başkan, bu vesileyle şunu da ifade etmek istiyorum: Sayın Denktaş'ın yaptığı açıklamalar, Kofi Annan Planının içeriğine ışık tutmaktadır. Bizim, birkaç gün önce Yüce Mecliste ifade ettiğimiz görüşlerin ne kadar gerçek olduğunu, ayrıntı sayılan bazı hususların ne kadar ciddî sakıncalar içerdiğini de, bu vesileyle, Yüce Meclis öğrenmiş bulunmaktadır. Bazıları, bu anlaşmanın iki kesimlilik getirdiğini söylüyor; bunu iddia edenler var -Sayın Denktaş'ın sözlerini tekrarlıyorum- Sayın Denktaş "bu metin iki kesimliliği sulandırıyor" diyor. Demek ki, Denktaş'ın görüşüne göre, Kofi Annan Planı iki kesimliliği sağlamamaktadır. Bazıları "egemenlik getiriyor" diyor, Sayın Denktaş "egemenlikten yoksun bırakıyor, bir vilayet haline getiriyor" diyor; "mal mülk meseleleri bir saatli bomba haline gelecektir" diyor; "Türkiye'den gelenler açıkta kalacaktır, yapılanlar insanlığa aykırıdır" diyor; "garantörlük hakları kâğıt üzerinde kalacaktır" diyor ve en önemlisi, "yeni düzeltme önerileri geliyor" diyor, "yeni korrigendalar geliyor" diyor. Bu ne demektir; acaba Kofi Annan Planına hâlâ son noktası konulmamış mı demektir; hâlâ, belki de Rumların telkiniyle Planda değişiklik mi yapılmaya çalışılıyor demektir?! Ne demektir yeni korrigendalar?! Korrigenda, diplomatik lisanda "düzeltme" demek. Neyi düzeltiyorsunuz; niçin düzeltiyorsunuz; kimin önerisiyle düzeltiyorsunuz?!. Acaba Papadopulos'un "hayır" tavrıyla ortaya çıkması, bu gibi ilave düzeltmeleri sağlamak için midir; acaba, elde ettikleriyle yetinmiyorlar da daha fazlasını mı istiyorlar; ne demektir yeni düzeltmeler?! Bu konularda hükümet bilgi verirse, çok mutlu olacağız.

Aynen bizim söylediğimizi söylüyor "9 000 sayfalık metindir" diyor. Bazıları, biz, 9 000 sayfadan bahsedince hafife aldılar; fakat, bu 9 000 sayfanın içerisinde ne gibi saatli bombalar olduğunu, şimdi, yeni yeni öğreniyoruz; bu bilgiler bölük pörçük ulaşıyor ve ulaştıkça, her gün yeni bir bilgi ediniyoruz.

Size bir örnek vereyim: Mesela, bizim Deniz Kuvvetlerimizin hakları dünyanın başka yerlerinde görülmemiş derecede kısıtlanmaktadır. Deniz Kuvvetlerinin, dünyanın her yerinde, karasularından zararsız geçiş hakkı vardır; Ege'de de vardır. Burada ne oluyor; burada, kalkıyor. Kıbrıs sularından zararsız geçiş hakkı yok. Ne olacak; her geçişte merkezî hükümetin onayı gerekecek. İşte, bu gibi kısıtlamalar var.

Türkiye'den Kıbrıs'a su boru hattı döşemek istediğiniz zaman, merkezî hükümetin onayı olacak, yoksa, döşeyemezsiniz.

Türkiye Petrollerinin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öymen, 5 dakika süreniz doldu.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, 63 üncü maddeye göre konuşma süresi 10 dakikadır; iki kişi 10 dakika konuşma hakkına sahiptir ve bu, sizin takdirinize bağlı değildir. Çok açık İçtüzük hükmü.

BAŞKAN - Sayın Öymen, sözlerinizi toparlar mısınız.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, 63 üncü madde çok açıktır. İki kişi 10'ar dakika konuşma hakkına sahiptir.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım...

HALUK KOÇ (Samsun) - Tutumunuzla ilgili...

BAŞKAN - Sayın Koç, usulsüz bir tartışma var burada.

HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, 63 üncü maddeye göre bir söz talebi olmaktadır.

ÖNDER SAV (Ankara) - O zaman 60 ıncı maddeye göre derdik Sayın Başkan.

BAŞKAN- Buyurun Sayın Öymen.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Sayın Başkan, dikkatinizi çekerim, Sayın Denktaş güvenlik meselelerinden bahsediyor. Bir cumhurbaşkanı kendi halkının güvenliği konusunda endişe duymaktadır ve bunu bizlerle paylaşıyor. Bakın, ne diyor; Barış Gücünün işlevinden kuşku ifade ediyor; çünkü, 1974 yılında, Kıbrıslı Türkler, Magosa'ya bağlı üç köyde ve Limasol'a bağlı bir köyde katledildikleri zaman, Barış Gücü sadece birkaç yüz metre uzaktaydı. Yani, Barış Gücünün bulunması, Kıbrıslı Türklerin güvenliği için yeterli bir güvence değildir. Bunu söylüyor ve bunun dışında, Sayın Denktaş diyor ki: "Beş  on yıl içerisinde, Kıbrıs'tan tamamen çekiliriz."

Değerli arkadaşlarım, bu görüşleri dikkate almak zorundayız. Sayın Denktaş, yalnız Kıbrıs'ın değil, Türkiye'nin tarihinin de yetiştirdiği en önemli devlet adamlarından birisidir. O geliyor, Yüce Meclisin huzurunda, kendi halkının can güvenliği için, varlığı için, geleceği için, sizden, bu Kofi Annan Planını desteklememenizi istiyor, bunun için propaganda yapmamanızı istiyor. Bu görüşleri, hepimiz, saygıyla dikkate almak zorundayız.

Şunu da bilhassa ifade etmek istiyorum ki, bizim, bu konuda, aksi yönde bir tavır almamız, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihine hiç yakışmayacak bir karar olacaktır. Biz, cumhuriyet tarihimizde, Türklerin egemenliğine karşı, Türklerin egemenliğini sona erdirecek hiçbir karar almamışızdır; Türkiye Büyük Millet Meclisi, hiçbir zaman, hiçbir koşulda, yurt dışındaki soydaşlarının çıkarlarını, güvenliğini zedeleyecek bir karara destek olmamıştır; Türkiye, hiçbir zaman bunu yapmamıştır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, çok iyi düşünmek zamanıdır. Bu konuyu, her türlü içpolitika düşüncesinin dışında değerlendireceğinize inanıyorum.

Bakınız, bizim önergemizde aynen şöyle söyleniyor; çok kısadır, bunu okuyarak sözlerimi tamamlayacağım: "Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ın, 15 Nisan 2004 tarihinde Genel Kurulda yaptığı konuşmayı saygı ve takdirle dinlemiş,      Yüce Meclisin daha önce Kıbrıs konusunda tam bir birlik ve dayanışma içerisinde aldığı kararlara atıfta bulunarak, millî politikamız doğrultusundaki çalışmaları için, Sayın Denktaş'a desteğini ve şükranlarını sunmayı kararlaştırmıştır."

Değerli arkadaşlarımız, böyle bir metne aranızda imza atmayacak bir arkadaş var mı? Ne yazık ki, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri, ilk defa olarak, Sayın Denktaş'ın konuşmasından sonra, bir Meclis kararını, Meclis bildirisini imzalamayı kabul etmemişlerdir. Bunu üzüntüyle karşılıyoruz, derin üzüntüyle karşılıyoruz. Şimdi, birlik olma zamanıdır, birlikte hareket etme zamanıdır, millî davayı birlikte savunma zamanıdır. Kıbrıslı Türklere vereceğimiz en iyi mesaj budur; ama, bu mesaj Türk Halkına ulaşmıştır, Türk Halkı Sayın Denktaş'ın konuşmasını izlemiştir ve Türkiye'nin çıkarlarını koruma yolunda çaba sarf edenlerin yanında mutlaka yer alacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu düşüncelerle, Yüce Meclisi saygılarla selamlıyor, Sayın Denktaş'ın çabalarına destek verdiğimizi bir kere daha belirtiyor ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı eğer bu haksız referanduma "hayır" oyu verirse, bunu saygıyla karşılayacağımızı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, bir kere daha tekrarlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, 63 üncü maddeye göre, aleyhte, ikinci konuşmacı olarak söz istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Topuz.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle, Sayın Başkana, böyle bir tartışmaya izin verdiği için de ayrıca teşekkür ediyorum.

Bu gelişmeyle ilgili kısa bir bilgiyi, önce, sunmak istiyorum: Kıbrıs'la ilgili her görüşme sonrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bütün gruplarıyla birlikte, bir karara hep birlikte imza atarak, bu millî politikamız doğrultusunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin birliğini bütün dünyaya göstermiştir. Bu kez de böyle bir durumu ortaya koyabilmek amacıyla, oturuma başlamadan önce, Adalet ve Kalkınma Partisinin Sayın Grup Başkanvekillerine, Sayın Denktaş'ın konuşmasından hemen sonra bir karar alıp bir bildiriyle bunu kamuoyuna açıklamamızın doğru olacağını ifade ettik ve önerimizi kendilerine sunduk. Eğer, bizim yazdığımız metin sizin açınızdan uygun değilse bu metin üzerinde çalışalım ve ortak bir metne işi getirerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütünlüğünü bu vesileyle bir defa daha ortaya koyma imkânı bulalım teklifinde bulunduk; ama, ne yazık ki, Adalet ve Kalkınma Partisinin Sayın Grup Başkanvekilleri buna katılmayacaklarını ifade ettiler. Bunun üzerine, biz, Adalet ve Kalkınma Partisi dışında, burada bulunan siyasî eğilimlerin tümünü yansıtan bir önerge hazırladık. Doğru Yol Partisinin Sayın Genel Başkanı Mehmet Ağar ve bağımsız milletvekilleri adına Bayburt Milletvekili Sayın Ülkü Güney de bunun altına imzasını atarak, bu birliğe, bu dayanışmaya katkıda bulundular.

Şimdi, bir kere, sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi ciddî bir kurumdur. Bu kurum, bundan bir yıl kadar önce, burada, Kıbrıs'la ilgili millî politikamızı, biraz evvel Sayın Denktaş'ın bütün maddelerini teker teker burada okuduğu karar suretini oybirliğiyle kabul etti. O tarihten bu yana, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu konuya ilişkin bu görüşünü, bu anlayışını değiştiren başka bir tespit yapıp kamuoyuna açıklamadı. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu kararı, başta Sayın Başbakan olmak üzere, bütün milletvekillerini bağlayan bir karardır. Bu karar, yürürlükte ve geçerliliği olan bir karardır. Eğer bu kararı değiştirmek gerekiyorsa, Meclisin önüne gelip, yeni bir öneriyi burada tartışmak ve oylayarak o kararı değiştirmek mümkündür ve siz, Adalet ve Kalkınma Partisi, böyle bir kararı buradan almakta güçlük çekmeyecek kadar da bir sayısal üstünlüğe sahipsiniz. Bunu yapmıyorsunuz. Politika yürürlükte olduğu halde, yürürlükteki politikaya uygun olarak düzenlenmiş bir yeni teyit kararını, maalesef, buradan almamak için direniyorsunuz. Bütün dünyaya karşı, Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü ve yıllardan beri sürdürülen millî politikayı, yürürlükte olan millî politikayı zedelemek suretiyle, acaba, siz, ne yapmak istiyorsunuz; doğrusu bunu anlayabilmiş değilim, doğrusu bunu anlayabilmiş değilim.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, konuşmaya müdahale edin.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Efendim, niye müdahale ediyorsunuz?! Hayır; söylediğimde kızacak ne var?!

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Yanlışlar var...

ALİ TOPUZ (Devamla) - Eğer düşünceleriniz farklıysa... Yanlışlar varsa, buyurun, gelin, siz de bu kürsüden anlatın.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) -  Konuşmanız bile yanlış orada.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Eğer, Kıbrıs'la ilgili, yıllardan beri başarıyla sürdürülen millî politika saptırılacak...

RESUL TOSUN (Tokat) - Hangi başarı?!.

ALİ TOPUZ (Devamla) - O zaman, çıkın, başarısızlığını anlatınız burada. Siz, geçen sene verdiğiniz kararın arkasında değil misiniz? Vaz mı geçtiniz? Düşüncelerinizi mi değiştirdiniz?

BAŞKAN - Sayın Topuz, Genel Kurula hitap eder misiniz.

ALİ TOPUZ (Devamla) - Türk Milletinin önüne çıkıp bunu nasıl anlatacaksınız; ben, onu soruyorum size.

Kıbrıs'la ilgili olarak yürürlükte olan bir millî politikaya aykırı bir davranış içine girmenin sorumluluğu tamamen Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu milletvekillerinin sırtındadır; bunu, buradan tescil etmek için söylüyorum ve Sayın Başkandan rica ediyorum; verilmiş olan önerge, usule uygun bir önergedir, daha evvelki uygulamalara uygun bir önergedir; herhangi bir önergenin altındaki imzalara bakarak "o önerge geçerlidir" veya "geçersizdir" demeye hiç kimsenin hakkı yoktur, Sayın Başkanın da hakkı yoktur. Gelen önerge 3 milletvekilinin imzasını taşımaktadır; geçerli bir önergedir; bunu oylamaya koymadığınız takdirde, usule aykırı davranmış olacaksınız Sayın Başkan. O nedenle, önergemizi derhal oylamaya koymanızı rica ediyorum ve bu önergeye katılmayanların da kimler olduğunun Meclis kayıtlarına geçmesini bekliyorum.

Hepinize saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, ben de söz istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Fatsa.

EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Genel Kurulda, 24 Nisan günü yapılacak referandumla ilgili endişelerini ve kanaatlerini, düşüncelerini, hem Meclisimizle hem de Türk kamuoyuyla paylaşmıştır. Meclisimizin iktidar ve muhalefetine mensup milletvekili arkadaşlarımız ve kamuoyu da bunu ilgiyle izlemiştir.

Cumhuriyet Halk Partisine mensup sayın grup başkanvekili arkadaşlarımız, bu görüşmenin ardından, Kıbrıs davasına destek amaçlı, bu millî davaya destek amaçlı bir bildiriyi birlikte imzalamamız noktasında bize bir taleple gelmişlerdir. Şunu, altını çizerek ifade etmek istiyorum. 1974'ten beri, hatta daha önceleri, 1950'lerden itibaren, Türkiye ve Türk Parlamentosu, Kıbrıs'ın bu haklı davasında her zaman yanında olmuştur. Dolayısıyla, Türkiye'nin Kıbrıs'a olan ilgisinin, Kıbrıs Halkına olan, Kuzey Kıbrıs'a olan desteğinin anlaşılabilmesinin, test edilebilmesinin mutlak ölçüsü altına imza atılan kâğıtlar değildir. (CHP sıralarından "Aa!" sesleri, gürültüler)

Müsaade edin...

Müsaade edin... Müsaade edin...

Değerli arkadaşlar, bakın, otuz yıldan beri bu halkın ve bu Meclisin desteği Kıbrıs'ın yanında olmuştur, Kıbrıs Halkının yanında olmuştur. Hiç kimse, bu Mecliste bulunan hiçbir milletvekilimiz ve Türk kamuoyundan da hiç kimse Kıbrıs davasına ilgisiz ve lakayt kalmamıştır, kalamaz da. Kalamaz da...

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Siz de o kâğıda bir imza atın o zaman!

EYÜP FATSA (Devamla) -Değerli arkadaşlar, daha önce de, biz, aynı gerekçeyle, bu tür bir deklarasyonu beraber imzalayalım dediğimiz zaman, bu Mecliste buna karşılık bulamadığımız olmuştur ve özellikle de Kıbrıs konusunda, sayın muhalefetin böyle bir deklarasyona imza atmadığına da beraber şahit olduk, yaşandı bu Mecliste.

Bakın, Sayın Denktaş bütün düşüncelerini açıkyüreklilikle burada ifade etmiştir ve bütün milletvekillerimiz de bunu dinlemiştir. Kıbrıs, bir millî davadır. Kıbrıs'ın bir millî dava olmadığını söyleyebilecek, bu düşüncede olacak hiçbir arkadaşımız da bu Parlamento çatısı altında olmamıştır, olmayacaktır da.

FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Maalesef var.

EYÜP FATSA (Devamla) - Fakat, bu millî dava, Cumhuriyet Halk Partisinin tekelinde bir millî dava da değildir; kamuoyunun da bunu böylece bilmesi gerekir diye düşünüyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bakın, bu süreçte, bugüne geldiğimiz noktada, özellikle İsviçre Burgenstock'ta devam eden bu müzakerelerde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini temsilen orada bulunan Sayın Başbakan ve Başbakan Yardımcısı, Sayın Denktaş'ın tam yetkisiyle orada hazır bulunmuşlar ve bu müzakerelere, onun adına, onun vermiş olduğu tam destek ve yetkiyle katılmışlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

EYÜP FATSA (Devamla) - Özür diliyorum Sayın Başkan; hemen sözlerimi toparlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Fatsa.

EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, değerli dostlar; 24 Nisanda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, konuyla ilgili bu müzakerelerde varılan son, nihaî kararlarla ilgili bir referandum yapılacaktır. Bu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan vatandaşlarımızın tamamen kendi hür ve özgür iradeleriyle verecekleri bir karardır. Sayın Denktaş ve Sayın Denktaş gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bu referandumun aleyhinde düşünen, endişeleri olan insanlar olduğu gibi, bu referanduma destek verenler de vardır.

Netice itibariyle, ne Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ne de Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup arkadaşlarımızın gidip bu referandumda oy kullanacaktır; hiçbirisi oy kullanmayacaktır. Tamamen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan vatandaşlarımız bir irade ortaya koyacaktır ve herkes de bu iradeye saygılı olacaktır. Bunu başka mecralara çekmek, bunun altından siyaset yapmaya kalkmak gibi şeyler, doğrusunu isterseniz, Kıbrıs'taki millî davaya zarar verecek yaklaşımlardır diye düşünüyorum; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Fatsa.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Her şeyden önce, bir usul tartışması açılmış olması, hele hele, millî olarak ifade ettiğimiz birçok konuda bugüne kadar beraberce taşıdığımız bir olayın tartışmalı bir başlangıçla sonuca doğru gitmesi mümkün değildir. Neyi tartışıyorsunuz; şimdiye kadar hangi deklarasyonda, hangi mutabakat aradığınız bir hususta usul tartışması açtınız?!

Değerli arkadaşlar, çok samimî olarak şunu ifade etmek istiyorum ki, bu bile, bir yanlışın açık işaretidir. Burada şimdiye kadar -değerli, tecrübeli, başta Sayın Genel Başkan ve yardımcısı arkadaşlarımız çok iyi hatırlarlar; ben de yaklaşık üç dört dönemdir hatırladığımı söylemek istiyorum- bütün deklarasyonlar, büyüklü küçüklü bütün gruplarımızın, hatta siyasî parti temsilcilerimizin ortak imzaları açılarak yazılmıştır. Zaman zaman, bu mutabakatlar sağlanamadığı için, böyle bir talep buraya taşınmamıştır.

En son örneğini Ali Topuz Bey çok iyi hatırlayacaktır, grup başkanvekili arkadaşlarımız çok iyi hatırlayacaktır; yine, Kıbrıs  konusunda Dışişleri Bakanımız burada bir bilgi verdi, bir konuşma yaptı; bu yapılan konuşmanın sonunda da, burada bir gelenek oluştu, Kıbrıs gündeme geldiğinde deklarasyon yayımlamak âdettendir; gelin, burada bir deklarasyon yayımlayalım dedik, arkadaşlarımıza götürdük, metinde mutabakat sağlayalım dedik; ama, karşı çıktınız, kabul etmediniz ve bu geleneği siz bozdunuz. Çok açık bir şekilde söylüyorum, bu geleneği siz bozdunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Size vermeyin demedik, verseydiniz.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Ben, o zaman da söyledim, arkadaşlar, bakınız, böyle konuların ihtilaflı olarak yapılması doğru değil, gelin, burada, bu adımı beraber atalım, bu adımın gereği olarak da bunu yapalım dedik; fakat, karşı çıktınız.

Şimdi, usul yönünden tartışma açılmış olmasının dahi başlı başına, bugüne kadar hiç uygulaması olmayan bir deklarasyon konusunda bile bunun tartışılıyor olmasının, bu noktaya getirilmesinin, ben şahsen -yine inanarak söylüyorum, hepimizin farklı düşünceleri olabilir- buraya böyle bir ihtilaf konusu olarak taşınmasının yanlışlığını ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bir diğer husus var ki, Kıbrıs'la ilgili nihaî kararı Kıbrıs Halkı verecek, biz vermiyoruz. Kıbrıslılar karar verecek ve yapılacak referandum...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Biz de karar vereceğiz.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Meclis de karar alacak.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Müsaade eder misiniz, oraya geleceğim.

Yapılacak referandum Kıbrıs'ta yapılacak. Kıbrıs Halkı karar verecek, "evet" veya "hayır" diyecek. Dolayısıyla, hayır dedikten sonra buraya gelecek mi bu?!

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Gelecek...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Hayır efendim, gelmeyecek.

AHMET IŞIK (Konya) - Gelmeyecek; gelecek olan başka.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Sayın Genel Başkanım gelmeyecek.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Gelecek, gelecek...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Gelmeyecek efendim.

AHMET IŞIK (Konya) -Evet derse gelecek.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) -Evet derse, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır demesinin garantisi mi var!

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Geldiği zaman, başta zatıâliniz olmak üzere, bütün arkadaşlarımız, enine boyuna, her türlü düşüncelerini burada ifade etsinler.

VAHİT ERDEM (Kırıkkale) - İki taraf da evet derse gelecek.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Şimdi, dolayısıyla, ortada, Anadolu tabiriyle, sonuçlanmış bir şey yokken, bunu burada, şimdiden bile Parlamentoda tartışma konusu yapmak, bence yanlış bir adımdır.

Diyorum ki...

CANAN ARITMAN (İzmir) - Oy vermeyeceğiz deyin, olsun bitsin.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi belli ki, üzerinde mutabakat sağlamadığımız bir metin orta yerde duruyor. Bu, kabul veyahut da ret gibi bir sonuçla da oylanmayacak.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Neresine karşısınız?

CANAN ARITMAN (İzmir) - Metnin neresine karşısınız?

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Şimdiye kadar -evet, şimdiye kadar- hiçbir deklarasyon oylanmadı zaten. (CHP sıralarından gürültüler) Efendim, oylanmadı. Yani, şimdiye kadar, bunlar, buradan okunur ve alkışlarla sonuçlandırılır. (CHP sıralarından gürültüler)

ATİLA EMEK (Antalya) - Bu, oylamadır zaten.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Efendim, değerli arkadaşlar, Parlamentoda, oylama başka bir şey, alkış daha başka bir şey. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AHMET IŞIK (Konya) - Alkış başka, oylama başka Sayın Başkan.

CANAN ARITMAN (İzmir) - Millet anladı anlayacağını zaten.

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Arkadaşların tecrübesizliğine verin.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Ben, şahsen, böyle bir yanlışın... (CHP sıralarından gürültüler)

ORHAN SÜR (Balıkesir) - Efendim, İçtüzük...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Efendim, bu İçtüzük, bu deklarasyonla falan alakalı bir şey değil. Usul tartışması başka bir şey. Meclis Başkanlığının tutumuyla alakalı yapılan bir tartışma; usulü doğrudur, değildir... Sayın Başkanın, usul noktasında, neyi yanlış yaptığını söylüyorsunuz?!

ALİ TOPUZ (İstanbul) - "İşleme koymuyorum" deyişini efendim.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdiye kadar yapılanların dışına çıkmayı, yine bu Mecliste bir başlangıç olarak yapmamalıyız diye düşünüyorum. Eğer, bu konuyla ilgili olarak, ille de bir şey yazılacaksa, yapılacaksa, böyle, son anda değil de, hakikaten bir araya gelinip, bu konuyla ilgili, yine usulüne uygun, mutabakat sağlanacak bir metinde eğer buluşabilirsek, onu yine burada okutup, alkışlama imkânına sahibiz.

Biz, Kıbrıs davasına millî dava olarak bakıyoruz.

HALUK KOÇ (Samsun) - Belli!..

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Kıbrıs'la ilgili, sonuçlanmamış, orta yere gelmemiş bir durumla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinde, dünyada, herkesçe yanlış anlaşılacak bir adımın atılmamasını, bir muhalefet partimizin, öncülük yaparak böyle bir noktaya taşımamasını, ben, kendilerinden istirham ediyorum. (CHP sıralarından gürültüler)

CANAN ARITMAN (İzmir) - Millet anladı anlayacağını!

ATİLA EMEK (Antalya) - İçeriğine katılıyor musunuz katılmıyor musunuz Sayın Başkan?

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değilse, bunun sonucu kabul de edilse, ret de edilse, bunun, herhalde, sizin de içinize sinmeyeceğini ben düşünüyorum.

Onun için, bu ve benzeri konularda mutabakat aranır, sağlanmaya çalışılır; sağlanabiliyorsa ne âlâ, ne güzel; değilse, bunlardan vazgeçilir. Ben, sizlere, bu usul tartışması konusunda, şahsım adına aldığım sözde, bunu, bir arkadaşınız olarak, her türlü düşüncenin de üzerinde, Kıbrıs'ı daha öncelikli bir mesele kabul ettiğiniz ve kabul ettiğimiz için, bir kez daha düşünmeye davet ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kapusuz.

2 adet Meclis araştırması önergesi vardır... (CHP sıralarından gürültüler)

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, şimdi, 63 üncü maddeye göre, gerekirse...

BAŞKAN - Sayın Topuz, 63 üncü maddeye göre tartışma açtırdınız, buyurdunuz, konuştunuz. Şimdi, ben, neyi oylatacağım burada?

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Kararınızı söyleyin efendim...

AHMET IŞIK (Konya) - Oylama olmaz Sayın Başkan...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Tamam efendim; ama, maddeyi okursanız, ikişer kişiye söz verdikten sonra, gerekirse...

BAŞKAN - Kaldı ki, tartışma sonucunda fikrim değişmedi, oylamaya da sunmuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Onu söyleyin efendim.

BAŞKAN - 63 üncü maddenin son fıkrasına göre, bu hak benim burada...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Oylamaya sunun efendim. Niye oylamaya sunmuyorsunuz? Gerekirse oylamaya sunulur deniliyor; niye oylamıyorsunuz?

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Topuz.

2 adet Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - Konya Milletvekili Orhan Erdem ve 42 milletvekilinin, çocuklarımızı sokağa iten nedenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/180)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ailelerince ekonomilerine katkıda bulunulması için, sokaklarda dilencilik yaptırılan, mendil sattırılan veya çöp toplattırılan, sanayilerde madde bağımlısı olmaya müsait işlerde çalıştırılan, aile şiddetinden ve diğer sorunlar sonucu evlerinden kaçan, ailede şiddet gören, sokaklarda da şiddet yaşayan ve yaşatan çocuklar, toplumda "sokak çocukları" olarak adlandırılmakta ve bilinmektedir.

Bu çocuklar, tehlikelere karşı, sokaklarda gruplaşmayla güçlü kalma yolunu aramaktadırlar. Bu gruplaşma sonucu, madde kullanma bağımlılığı ve diğer suçları tanıma ve karışma, çeşitli suçlara karıştırılma sonucu, çocuklar her türlü suça girmek durumunda kalmakta, hatta cinsel istismardan dolayı gelecek için çok tehlikeli olan hastalıklarla baş başa kalmaktadır.

Sokak çocuklarının yüzde 7-8'i kız çocuklarından oluşmaktadır. Sokakta yaşayan bu çocuklar, ergenlik çağıyla birlikte gayrimeşru çocuklar dünyaya getirmekte, bu bebekler de sokağa bırakılmaktadırlar.

Tinerci, balici diye adlandırdığımız sokak çocuklarında, yetkililerin verdiği bilgiye göre, hap kullanımının da son yıllarda arttığı bilinmekte olup, medyada da sıkça rastladığımız istenmeyen görüntüler kapkaç, hırsızlık, tecavüz, yaralama, cinayete kadar varan birçok suç işledikleri görülmektedir.

Ayrıca, yetiştirme yurtlarından yaş sebebiyle sokağa bırakılan genç erkek ve kızlar da, sahipsizlik sonucu sokak gerçekleri ve tehlikeleriyle tanışmakta ve bu gruplara dahil olmaktadır. Kanunlarımız, 18-60 yaş arasında koruma altına alınmayı mümkün kılmamaktadır.

Son yıllarda, sokak çocukları, gençleri, adamları, kadınları hızla artmakta ve gelecek için tehdit oluşturmaktadır. 1957 yılında çıkarılan 6972 sayılı Korunmaya Muhtaç Çocuklar Yasası, 1983 yılında 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunuyla değiştirildiği halde, sokak çocukları, gençleri, adamları ve kadınlarının korunması için bu yasalar birçok konuda yetersiz kalmıştır.

Bu nedenlerle, çocuklarımızı sokağa iten göç, ekonomik, sosyal, benzer sorunlar tespit edilerek yasal boşlukların doldurulması, gerekli önlemlerin alınması amacıyla Anayasanın 98, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılması hususunda gereğini saygılarımızla arz ederiz.

1.- Orhan Erdem                                 (Konya)

2.- Muharrem Candan                                (Konya)

3.- Ahmet Işık                                (Konya)

4.- Fetani Battal                                (Bayburt)

5.- Bayram Özçelik                                (Burdur)

6.- Resul Tosun                                (Tokat)

7.- Orhan Yıldız                                (Artvin)

8.- Mehmet Daniş                                (Çanakkale)

9.- Ali Rıza Alaboyun                                (Aksaray)

10.- Ayhan Zeynep Tekin                                (Adana)

11.- Cavit Torun                                (Diyarbakır)

12.- Nihat Eri                                (Mardin)

13.- Nusret Bayraktar                                (İstanbul)

14.- Yekta Haydaroğlu                                (Van)

15.- Mahmut Kaplan                                (Şanlıurfa)

16.- Şükrü Ünal                                (Osmaniye)

17.- Saffet Benli                                (Mersin)

18.- Recep Yıldırım                                (Sakarya)

19.- Gürsoy Erol                                (İstanbul)

20.- Mehmet Emin Tutan                                (Bursa)

21.- Cemal Kaya                                (Ağrı)

22.- Mehmet Kerim Yıldız                                (Ağrı)

23.- Mahmut Durdu                                (Gaziantep)

24.- Abdurrahim Aksoy                                (Bitlis)

25.- Mehmet Alp                                (Burdur)

26.- Öner Ergenç                                (Siirt)

27.- Nimet Çubukçu                                (İstanbul)

28.- Ersönmez Yarbay                                (Ankara)

29.- Mahmut Koçak                                (Afyon)

30.- Mehmet Sarı                                (Osmaniye)

31.- İnci Özdemir                                (İstanbul)

32.- İrfan Rıza Yazıcıoğlu                                (Diyarbakır)

33.- Mehmet Atilla Maraş                                 (Şanlıurfa)

34.- Ali Küçükaydın                                (Adana)

35.- Mehmet Kılıç                                (Konya)

36.- Ali Ayağ                                (Edirne)

37.- Ali İhsan Merdanoğlu                                (Diyarbakır)

38.- Ahmet Koca                                (Afyon)

39.- Mustafa Duru                                (Kayseri)

40.- Osman Seyfi                                (Nevşehir)

41.- Niyazi Özcan                                (Kayseri)

42.- Hasan Angı                                (Konya)

43.- Abdullah Erdem Cantimur                                (Kütahya)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 17.19


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.30

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

1 adet Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ (Devam)

2. - İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 45 milletvekilinin, Bingöl depremi sonrasında yaşanan olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/181)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

1 Mayıs 2003 tarihinde Bingöl ve ilçelerinde gerçekleşen 6,4 şiddetindeki deprem sonrasında 200'ü aşkın yurttaşımız yaşamını yitirmiştir. Depremin yarattığı ekonomik kayıpları gidermek ve yurttaşlara depreme dayanıklı konutlar yapmak için gerek kamu ve gerekse bazı özel kuruluşlar tarafından konut yapımları başlatılmış, bazı yurttaşlara da kendi evlerini yapmaları için kredi desteği sağlanmıştır. Ancak, deprem sonrası kamu kaynaklarının verimli kullanılmadığı, bazı siyasal yandaşlara ihaleler verildiği, ihale sonrası oluşan bedellerin kamuyu zarara uğratır nitelikte olduğu yapılan önaraştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Şöyle ki:

1 - Toplu Konut İdaresi toplam 2 016 konutun ihalesini davetiye usulüyle yapmış ve konut başına 38 milyar liraya ihale etmiştir. Aynı projeyi, aynı alanda 480 konut için, TOBB da ihale etmiş ve ihale, konut başına 30 milyar lira olarak gerçekleşmiştir; çünkü, TOBB, ihaleyi davetiye usulüyle değil, gazeteye ilan vermek suretiyle gerçekleştirmiştir. Bu verilere göre, 1 536 konut için (2 016-480=1 536) kamunun uğradığı zarar (1 536x8 milyar lira =) 12 trilyon lirayı aşmaktadır. Bu 12 trilyon lira, sonuçta Bingöllü depremzededen alınacaktır.

2 - Afet İşleri Genel Müdürlüğü "evini yapana yardım" uygulamasıyla tip proje geliştirmiş (tek katlı) ve bu projeyi uygulayarak kendi konutunu yapan depremzedeye 17 milyar lira tutarında kredi vermiştir. Bu krediyi alan her yurttaş ek bir malî yüke katlanmaksızın 17 milyar lira ile kendi konutunu yapmıştır. Bu şekilde kendi konutunu yapan yurttaş sayısı 7 340'tır; ancak, daha sonra Yapı İşleri Genel Müdürlüğü bu uygulamayı terk ederek, aynı proje için (1 314 konut) ihale açmayı uygun görmüştür. Davetiye suretiyle yapılan ihale sonrasında konut başına 39 milyar liralık bir fiyat oluşmuştur. Aynı proje için bazı ihalelerde bu fiyat 42 milyar liraya çıkmıştır. En düşük bedeli esas aldığımızda (39-17= 22 milyar lira) uygulamanın değiştirilmesi sonucunda depremzede Bingöllünün cebinden fazladan çıkacak para en az (1 314x22 milyar=) 28 trilyon lira olacaktır.

3 - Öte yandan, depremde Bingöl'ün Kiğı İlçesinde 7 konut tümüyle yıkıldığı halde, bu ilçede hiçbir konut yapılmamış ve depremzedeler tümüyle kaderlerine terk edilmişlerdir. Aynı uygulama, Bingöl'ün Yedisu ve Adaklı ilçeleri için de yapılmıştır.

Yukarıda özetlediğimiz bilgilerden, Bingöl depreminin bir yolsuzluk zincirine yol açtığını, depremzedelerin yaraları dahi sarılmadan, yapılan ihalelerle, önce kamunun daha sonra da depremzedelerin ciddî malî yüklerle karşı karşıya bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu konudaki bir diğer adaletsizlik de, depremzedeler arasında ayırıma gidilmesidir. Ayırımcılığın insanlık onuruyla bağdaşmadığı, yurttaşların devlete olan güvenini sarstığı ve bu anlayışın egemen olmasının ülkemizin geleceği açısından ciddî sakıncalar doğuracağı açıktır. Bu nedenle, konunun bütün boyutlarıyla ele alınarak araştırılması için Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1- Kemal Kılıçdaroğlu                                (İstanbul)

2- Yücel Artantaş                                (Iğdır)

3- Enis Tütüncü                                (Tekirdağ)

4- Bülent Baratalı                                (İzmir)

5- Gürol Ergin                                (Muğla)

6- Yakup Kepenek                                (Ankara)

7- Fahrettin Üstün                                (Muğla)

8- Kemal Sağ                                (Adana)

9- Berhan Şimşek                                (İstanbul)

10- Hasan Güyüldar                                (Tunceli)

11- Halil Akyüz                                (İstanbul)

12- Mehmet Mesut Özakcan                                (Aydın)

13- Kâzım Türkmen                                (Ordu)

14- Osman Kaptan                                (Antalya)

15- İzzet Çetin                                (Kocaeli)

16- Ali Oksal                                (Mersin)

17- Orhan Sür                                (Balıkesir)

18- Mehmet Uğur Neşşar                                (Denizli)

19- Sami Tandoğdu                                (Ordu)

20- Ali Cumhur Yaka                                (Muğla)

21- Mustafa Özyurt                                (Bursa)

22- Yavuz Altınorak                                (Kırklareli)

23- Özlem Çerçioğlu                                (Aydın)

24- Gaye Erbatur                                (Adana)

25- Ali Kemal Deveciler                                (Balıkesir)

26- Ali Kemal Kumkumoğlu                                (İstanbul)

27- Birgen Keleş                                (İstanbul)

28- Mehmet Ali Özpolat                                (İstanbul)

29- Algan Hacaloğlu                                (İstanbul)

30- Ali Rıza Gülçiçek                                (İstanbul)

31- Canan Arıtman                                (İzmir)

32- Mustafa Gazalcı                                (Denizli)

33- Muhsin Koçyiğit                                (Diyarbakır)

34- Ayşe Gülsün Bilgehan                                (Ankara)

35- Gökhan Durgun                                (Hatay)

36- Zekeriya Akıncı                                (Ankara)

37- Emin Koç                                (Yozgat)

38- İsmet Atalay                                (İstanbul)

39- Erol Tınastepe                                (Erzincan)

40- Akif Hamzaçebi                                (Trabzon)

41- Mevlüt Coşkuner                                (Isparta)

42- Naci Aslan                                (Ağrı)

43- Salih Gün                                (Kocaeli)

44- Sedat Pekel                                (Balıkesir)

45- Mustafa Erdoğan Yetenç                                (Manisa)

46- Hüseyin Ekmekcioğlu                                (Antalya)

Gerekçe:

Türkiye, yolsuzluklar sonucu ciddî ekonomik kayıplar yaşayan bir ülkedir. Halkın alınteriyle biriktirip ödediği vergiler, özellikle kamu ihaleleriyle, hak etmeyen çok sayıdaki siyasal yandaşa kaynak olarak aktarılmıştır. Batan bankalardaki milyarlarca dolar ise, yine bu ülkenin insanlarına yük olarak fatura edilmiştir. Ancak, görülüyor ki, insanlar alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçmiyor; vatandaşın birikimlerinin haksız olarak belli kişilere aktarılmasının yolu olarak yine kamu ihaleleri seçiliyor. Bu nedenle, yolsuzluk haberlerine ya da duyumlarına karşın, yönetimin, özellikle de Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok duyarlı davranması gerektiği açıktır. Bu duyarlılık gösterilmediği takdirde, yolsuzluk yapanlar cesaretlendirilmiş olacak ve yine fatura bu ülkenin namuslu insanlarına çıkarılacaktır. Bingöl'deki kamu ihalelerinde yaşanan yolsuzluklar, tüm Bingöllü yurttaşlar tarafından bilinmektedir. Hatta olay yerel basına da yansımıştır. Olayın bu denli büyüdüğü bir ortamda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin -böyle bir yolsuzluk olayına- duyarsız kalamayacağı açıktır. Kaldı ki, Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Zeki Ergezen, 19 Ocak 2004 tarihli gazetelere yansıyan demecinde, Bakanlığının ilk dönemlerinde rüşvet ima eden hoş olmayan tekliflerle karşılaştığını belirterek "ilk dönemlerde fazlaca oldu" beyanında bulunmuştur. Bu beyan bile, tek başına Bingöl ihalelerinin araştırılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle konunun öncelik ve ivedilikle araştırılması için bir araştırma komisyonu kurulması gerekmektedir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

Karadeniz sahil yolu işlerinin ihalesinde müteahhit firmaların önceden anlaştıklarının bilinmesine rağmen, fiyatları ayarlayarak ve rekabete meydan vermeyerek devleti büyük ölçüde zarara uğrattığı iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Yaşar Topçu hakkında kurulan (9/9) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 2 üyelik için seçim yapacağız.

VI. - SEÇİMLER

1. - (9/9) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda açık bulunan üyeliklere seçim

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisinin 2 üyelik için 3 katı olarak gösterdiği adayların adlarını okutuyorum:

Mehmet Kurt                                 (Samsun)

Harun Tüfekçi                                 (Konya)

Mustafa Ataş                                 (İstanbul)

Ali Öğüten                                 (Karabük)

Niyazi Özcan                                 (Kayseri)

Rıtvan Köybaşı                                 (Nevşehir)

BAŞKAN - Adayların adları torbaya konulmuştur; torbadan 2 isim çekeceğiz.

(9/9) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu üyeliklerine Samsun Milletvekili Mehmet Kurt ve Kayseri Milletvekili Niyazi Özcan seçilmişlerdir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı: 146)

2. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı: 152)

3. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)

BAŞKAN - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısının, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının ve Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporları henüz gelmediğinden, tasarıların ve teklifin müzakeresini erteliyoruz.

Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

4. - Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İçişleri, Plan ve Bütçe ve Anayasa Komisyonları Raporları (1/731) (S.Sayısı: 349)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Komisyon bulunmadığından, tasarının müzakeresini erteliyoruz.

Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

5. - Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/175) (S. Sayısı: 402) (x)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu, 402 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonu raporu ekinde yer alan İstanbul Milletvekili Birgen Keleş'e ait karşı oy yazısının ikinci paragrafındaki "çerçevesi" kelimesi basım hatası sonucunda "çevresi" olarak yazılmıştır. "Çevresi" kelimesi "çerçevesi" olarak düzeltilmiştir. Gerekli düzeltme, tutanaklarda da yapılacaktır.

Bilgilerinize sunulur.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Malatya Milletvekili Sayın Gürol Ergin; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

GÜROL ERGİN (Muğla) - Muğla Milletvekili Sayın Başkan.

BAŞKAN - Muğla Milletvekili; kusura kalmayın Sayın Ergin.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Malatya Milletvekili olmaktan da gurur duyarım.

FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Türkiye milletvekili.

CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) - Elbette, biz bu ülkenin milletvekiliyiz.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere Grubum adına söz almış bulunuyorum; sizleri ve Yüce Türk Ulusunu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 6831 sayılı Orman Kanununun 3373 sayılı Kanunla değiştirilen 17 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları Anayasa Mahkemesinin 17.12.2002 tarihli kararıyla iptal edilmiş olduğundan, maddenin, iptal gerekçelerine uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerekli olmuş ve Bakanlar Kurulu, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan bu tasarıyı Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmuştur.

Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesinin sözü edilen maddeyi Anayasaya aykırı bularak iptal etmesi olayı şöyle gelişmiştir: Orman Bakanlığı, İstanbul'da, devlet ormanı içinde bulunan bir alanda üniversite kurulmasına Orman Kanununun 17 nci maddesine dayanarak bedeli karşılığında izin vermiş, bu izin işleminin iptali istemiyle Orman Bakanlığına karşı açılan davaya bakan İstanbul 2 Numaralı İdare Mahkemesi, itiraz konusu maddenin Anayasaya aykırı olduğu kanısına vararak, iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.

Bu başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi, konuyu görüşmüş, ilgili yasanın 17 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarını Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptaline karar verdiği 17 nci maddenin üçüncü fıkrasının birinci tümcesi şöyleydi: "Turizm alan ve merkezleri dışında kalan devlet ormanlarında kamu yararına olan her türlü bina ve tesisler için gerçek ve tüzelkişilere Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığınca bedeli karşılığı izin verilebilir."

Anayasa Mahkemesi, iptal gerekçesini ise şöyle açıklamaktadır:  "Anayasanın 169 uncu maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek korunmaları ve geliştirilmeleri konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin, ülkemizde orman örtüsünün sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Maddede, devletin, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyacağı ve tedbirleri alacağı, bütün ormanların gözetiminin devlete ait olduğu, devlet ormanlarının mülkiyetinin devrolunamayacağı, devlet ormanlarının, kanuna göre, devletçe yönetileceği ve işletileceği, bu ormanların zamanaşımıyla mülk edinilemeyeceği ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamayacağı, ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme izin verilemeyeceği hükme bağlanmıştır."

Yine, Anayasa Mahkemesi, bu iptal kararının gerekçesine şöyle devam ediyor: "Anayasanın bu açık hükmüne karşın, Orman Kanununun    17 nci maddesinin üçüncü fıkrasının ilk tümcesi uyarınca, Anayasayla korunan ve yasaklanan alanlar kapsamdışı bırakılmaksızın ve kamu yararının zorunlu kıldığı durumlarla ilgili herhangi bir çerçeve çizilmeksizin, turizm alan ve merkezleri dışında kalan devlet ormanlarında kamu yararına olan her türlü bina ve tesis yapılması için, Orman Bakanlığınca, gerçek ve tüzelkişilere bedeli karşılığı izin verilebilmektedir. Bu durumda, orman arazilerinin bedeli karşılığı tahsisi için sadece kamu yararının varlığı yeterli görülmekte; ancak, bu kavramın sınırlarının belirlenmemesi ve çerçevesinin çizilmemesi nedeniyle, idareye çok geniş takdir yetkisi tanınmış olmaktadır. Anayasanın 169 uncu maddesinde öngörülen 'kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz' tümcesine dayanılarak, kamu yararının bulunduğu gerekçesiyle, gerçek ve tüzelkişilere, bina ve tesisler yapmak üzere orman arazileri tahsis edilemez. Devlet ormanlarının gerçek ve tüzelkişilere tahsisinin, karayolları, telefon, elektrik, su, gaz, petrol boru isale hatları, savunma tesisleri, sanatoryum gibi öncelikli kamu hizmetlerinin ormandan geçmesi ya da anılan bina ve tesislerin orman arazileri üzerinde yapılması zorunlu bulunduğu hallerle sınırlı olması gerekir. Başka bir anlatımla, ancak kamu yararının bulunması ve zorunluluk hallerinde devlet ormanları üzerinde irtifak aktine olanak tanınabilir. Öte yandan, Anayasanın 169 uncu maddesiyle ormanların özel olarak korunduğu gözetilerek, bu maddede geçen 'kamu yararı' kavramının hangi durumları kapsadığının yasayla belirlenmesi gerekirken, bu yola gidilmeyerek, söz konusu kavramın kapsam ve içeriğinin tespitinin idareye bırakılması yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 7 nci ve 169 uncu maddelerine açıkça aykırı bulduğu maddenin bu üçüncü ve dördüncü fıkralarını iptal etmiştir."

Değerli milletvekilleri, önümüze gelen yasa tasarısında ise, Orman Kanununun 17 nci maddesinin Anayasaya uygun hale gelmesi için, kamu yararına olduğu düşünülen tesisler "alan" olarak sayılmış ve bu çerçevede, üçüncü fıkranın birinci tümcesi şöyle düzenlenmiştir: "Savunma, ulaşım, enerji, madencilik, haberleşme, baraj, gölet, su, petrol, doğalgaz, çöp depolama, altyapı, sportif alan, ölçüm istasyonları, sağlık ve eğitim gibi öncelikli kamu yararı bulunan hizmetlerle ilgili her türlü yer, bina ve tesislerin devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılmasının zorunlu olması halinde gerçek ve tüzelkişilere bedeli mukabilinde Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir."

Değerli milletvekilleri, yasa tasarısının bu maddesi, bu haliyle, Anayasaya uygun hale getirilmiş olmuyor, Anayasaya aykırılık aynen sürdürülüyor; çünkü, kamu yararına olduğu düşünülen sektör ve alanların sayısı çok geniş tutulduğu gibi, bununla da yetinilmemiş, tasarıda yer alan "gibi" ifadesiyle de, bu maddenin, istenen ya da gereken tüm alanlar için genişletilmesi mümkün hale getirilmiştir. Bu nedenle "gibi" ifadesinin yasa metninden çıkarılması gerekir. Bunun yanında, sportif alanların, sağlık ve eğitim tesislerinin ille orman içine kurulması ne için gerekir?! Hangi sportif alanın, hangi eğitim kuruluşunun orman içerisinde kurulmasında kamu yararı veya zorunluluk olabilir?! Anlaşılıyor ki, madde, bu haliyle, var olan, Anayasaya aykırı olarak orman arazisi üzerine kurulmuş olan birkısım eğitim ve sağlık kuruluşu ile sportif alana anayasal meşruiyet kazandırmaya çalışıyor. Kaldı ki, var olanları legalleştirip, meşrulaştırırken, ormanlarımızın çok değişik amaçlarla tahribine de geniş bir kapı açıyor.

Oysa, yeni düzenlemesiyle, yasa maddesi, yapılmak istenilen hizmette, öncelikli kamu yararını ararken, tesisin ormanda yapılmasında kesin zorunluluk bulunması koşulunu da, birlikte aramak zorundadır; ancak, bu durumda Anayasaya uygunluk sağlanmış olur.

Sayın milletvekilleri, şimdi, sizlere soruyorum: Hangi eğitim kurumu orman içerisinde yapılmak zorundadır? Hangi eğitim kurumunun, ormanları tahrip ederek, orman içerisinde yapılmasında kamunun, halkın, toplumun çıkarı vardır? Canlı örnek önümüzde; Koç Üniversitesi hangi zorunluluktan ötürü Rumeli Hisarındaki 160 dönümlük ormanı yok etmiştir?! Koç Üniversitesinin 160 dönümlük orman üzerine kurulmasında ne gibi zorunluluk, ne gibi kamu yararı vardır?

Değerli arkadaşlarım, sağlık kuruluşları konusunda da aynı şeyleri söyleyebiliriz. Sağlık kuruluşlarında, ancak adı belirtilmek koşuluyla, yalnızca sanatoryum ve prevantoryum gibi sağlık kurumlarına orman alanlarında kurulma izni verilmelidir. Bunların dışındaki sağlık kurumlarının ormanlık alanda kurulmasında ne zorunluluk ne de kamusal yarar olabilir.

Değerli milletvekilleri, değindiğim nedenlerle ve Anayasanın ruhuna ve lafzına gerçekten uyabilmesi için ilgili yasa tasarısının 1 inci maddesinde yer alan "sportif alan" ifadesi ile "gibi" sözcüklerinin çıkarılması "sağlık ve eğitim" sözcükleri yerine de "sanatoryum" sözcüğünün kullanılması gerekir.

Yasa tasarısında, ayrıca, Çevre ve Orman Bakanlığının, herhangi bir izin vermeden önce Danıştayın görüşünü alacağının, izin alınmak istenen konuda, çerçevesi yasada belirlenen öncelikli kamu yararı ve zorunluluğunun birlikte aranacağının yer alması gereklidir. Aksi halde, yasanın 17 nci maddesi, düzenlenen bu yeni haliyle de Anayasaya uygunluk sağlamış olmaz, yalnızca duruma uydurulmuş olur. Ormanlarımız, bugüne kadar yaşanandan çok daha vahim olarak kapanın elinde kalır.

Yasa tasarısı hazırlanırken, anayasal bir kuruluş olan Orman Mühendisleri Odasından, sivil toplum kuruluşları olarak Türkiye Ormancılar Derneğinden ve TEMA'dan görüş istenseydi, her halde, tasarı, Anayasaya daha uygun bir içerik kazanırdı.

Değerli milletvekilleri, 6831 sayılı Kanunun 71 inci maddesine tasarının 2 nci maddesiyle eklenen fıkranın ise, yalnızca sınırlı sayıda çalışanı ve yılın belirli bir kesimini kapsamasını doğru bulmuyoruz. Bu nedenle, fıkranın, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğünde ormancılık faaliyetinde çalışan 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi tüm memurlara teşmilini ve tazminatın yıl süresince kesintisiz verilmesini daha doğru buluyoruz.

Değerli milletvekilleri, yaşadığımız son aylarda, bugüne kadar hiç görülmedik bir biçimde, Orman Mühendisleri Odasının Bakanlık tarafından tam bir ablukaya alındığını, seçimlere inanılmaz derecede müdahalede bulunulduğunu; bunun demokratik yaşamımıza uymadığını da özellikle belirtmek ve Sayın Bakanın özel dikkatini çekmek istiyorum. Bu tür çabalar, ne Bakana ne Bakanlığa ne ülkeye bir yarar sağlar. Bunlar yapay oluşumlardır. Belki baskıyla, sindirmeyle birkısım arkadaşlarımıza oy verdirilmez, belki Oda ele geçirilebilir; ama, bu, Türkiye'nin yararına hiçbir sonuç doğurmaz; ayrıca, demokrasi açısından da yaralar açar diye düşünüyorum ve Bakanlığımızın bu konularda yansızlık içerisinde olmasının gereğini ifade ediyor, tasarının maddeleri görüşülürken konuya ilişkin önergelerimizi sunacağımızı belirtiyor, sizleri ve Yüce Türk Ulusunu saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ergin.

Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına, Bolu Milletvekili Sayın Yüksel Coşkunyürek; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA YÜKSEL COŞKUNYÜREK (Bolu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 402 sıra sayılı Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında AK Parti Grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım; yüce Heyetinizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Ulusal zenginliğimiz olduğu kadar evrensel bir değer de olan ormanlarımız, ülkemiz doğal kaynaklarının en önemlilerinden birisidir. Ormanlarımız, günün emeği olmakla beraber, geleceğin zenginliğidir; dolayısıyla, kamu ve siyaset, hem emeğe saygı duymak hem de geleceğin bu değerini muhafaza etmek zorundadır.

Yenilenebilir bir doğal kaynak olan ormanlardan sürdürülebilir yararlanma, sürdürülebilir kalkınmanın olmazsa olmaz koşuludur.

Ülkemizin doğal kaynaklarının en önemlilerinden biri olan ormanlarımız ülke yüzölçümünün yüzde 26'sını kaplamaktadır; bu alan yaklaşık 20 700 000 hektardır. Ormanlarımızın yaklaşık yüzde 52'si verimli, yüzde 48'i ise verimsiz niteliktedir. Diğer taraftan, iklim ve doğa şartları nedeniyle topraklarımızın büyük bir kısmı, bazı bölgelerimiz dışında, orman kurmaya elverişli değildir. Bu durum, mevcut ormanlarımızı korumamızın ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ulusal ormancılık politikamızda orman teşkilatımızın en önemli gayesinin başında ormanların korunması gelmektedir; bu da Anayasanın 63 ve 169 uncu maddeleriyle güvence altına alınmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; diğer taraftan, kalkınma ve gelişmemizi sağlamak için, ulaşım, enerji, savunma, haberleşme, su, madencilik, sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerimizin altyapı tesislerine ihtiyacı bulunduğu dikkate alınarak, bu ihtiyaçları gidermek için, ormanlarımızın nitelik ve niceliğini kaybetmeden gerekli arazi ve izinlere ihtiyaç duyulmaktadır. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 26'sını bir dokunulmazlık zırhıyla çevirirsek, kamu yararına olan hizmetleri yerine getirmede hem gecikmiş hem de yüksek maliyetlerle yapmak zorunda kalmış olacağız. Bu nedenle, toplum ve kamu menfaatına olan hizmetleri yerine getirebilmek için gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.

Bu durumdan hareketle, 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 3373 sayılı Kanunla değiştirilen 17 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları 1987 tarihinde düzenlenmiş; ancak, Anayasanın 63 ve 169 uncu maddesine aykırılığı nedeniyle açılan dava sonucu, Anayasa Mahkemesinin 2002/200 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. İptale dair karar gerekçesi 8.11.2003 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanmış olup, iptal gerekçelerine uygun olarak maddenin yeniden düzenlenmesi zorunlu hale gelmiştir.

Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen düzenlemeler nedeniyle, yol, su, enerji, haberleşme gibi pek çok kamusal ihtiyacımız yerine getirilememiş, hizmetler aksamıştır. 17 Aralık 2002 tarihli karardan bu yana, uluslararası anlaşmalar hariç, izinler verilememiş ve 8.11.2003 tarihinden itibaren hizmetler tıkanma noktasına gelmiştir.

Söz konusu olan bu hukukî boşluğun giderilmesine yönelik, Anayasa Mahkemesi kararları dikkate alınarak, bu tasarı hükümetimizce yeniden düzenlenerek Genel Kurulumuzun onayına sunulmuştur.

Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesinde, özellikle devlet ormanlarında verilecek izinlerde "kamu yararı ve zorunluluk" aranılması şartlarına yer verilmiş olduğundan, madde bu kapsamda yeniden düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi kararı çerçevesinde, devlet ormanları üzerinde bulunması veya yapılması zorunlu bina ve tesislerin yapımına izin verilebilmesi için, öncelikli kamu yararı bulunan hizmetlerin alanları belirlenmiş ve sınırlarının çerçevesi çizilmiştir.

Kamu yararı ve zorunluluğunun nasıl saptanacağı burada öne çıkmaktadır; bunu belirlemek için "kamu yararı" kavramını biraz açmak istiyorum. İdare hukuku alanında kamu yararının tam bir tanımı olmamakla birlikte, kamunun gereksinimleriyle veya ulusal birliğin devletin gereksinimleriyle ilgili olan ve bunları karşılayan topluma, ulusa ve devlete istifadeler sağlayan yarar olarak tanımlanabilir. Kamu yararı, gelişen ve değişen toplumun gereksinimlerine göre değişebilir bir kavramdır. Kamu yararının varlığı, bir kamu hizmetinin varlığına bağlıdır; ortada bir kamu hizmeti yoksa, kamu yararından söz edilemez.

Kamu hizmeti, bir kamu kurumunun ya kendisi ya da yakın gözetimi altında özel girişim eliyle kamuya sağlanan hizmet olarak nitelenebilir. Kamu hizmetlerinin kamu kuruluşlarınca yapılması zorunlu değildir; kamu kuruluşu denetimi altında özel kesimce de yürütülebilir. Kamu hizmeti, paralı olabileceği gibi parasız da olabilir; ülkesel, yerel veya bölgesel olabileceği gibi, toplumun belli kesimine yönelik de olabilir.

Kamu yararı, ekonomik, sosyal, kültürel gelişmelere göre belirlenmektedir. Üstün olan kamu yararının tespitinde iki ölçü kullanılmaktadır: Birinci ölçü, büyük grupların veya grubun yararları, belli kişilerin veya grupların yararlarından üstün tutulur ve kamu yararını meydana getirir. Anayasanın 46 ncı maddesindeki, devletin ve kamu tüzelkişilerinin, kamu yararının gerektirdiği hallerde, özel mülkiyete konu taşınmazları kamulaştırılabileceği hükmü, bunun bir ifadesidir. İkinci ölçü ise, çağdaş değerler bakımında çatışan yararlardan nitelik yönünden önemli ve öncelikli olanını ve ağır basanını kamu yararı olarak saymayı tercih etmektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; itiraz gerekçelerini incelediğimizde, kamu yararının belirlenmesine ve kamu hizmetlerinin tarifine dikkat çekilmiş ve kamu yararına olmayan hiçbir kamu hizmeti yoktur denilmiştir. Hastane yapımından karayolu yapımına, üniversite yapımından baraj yapımına, havaalanı yapımına kadar her kamu hizmetinde kamu yararı olduğundan kuşku bulunmadığı belirtilmiş "bunların kendi aralarında öncelikleri olduğu gibi, dünden bize, bizden de yarınlara miras ve emanet olan ormanların korunmasından daha önemli ve öncelikli olup olmadığı ve izne konu kamu hizmetinin ormana zarar verip vermeyeceği, her olayda ayrıca değerlendirilmelidir. Bir denetim mekanizmasının yer almadığı ve bu durumda, Orman Kanununun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrasının, kamu yararına olan her türlü bina ve tesise, bedeli ödenmesi koşuluyla, izin verilmesi nedeniyle, Anayasanın 63 ve 169 uncu maddelerine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır. Orman Kanununun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrasının ilk tümcesi uyarınca, Anayasayla korunan ve yasaklanan alanlar kapsamdışı bırakılmaksızın ve kamu yararının zorunlu kıldığı durumlarla ilgili herhangi bir çerçeve çizilmeksizin,  turizm alan ve merkezleri dışında kalan devlet ormanlarında, kamu yararına olan her türlü bina ve tesis yapılması için, Çevre ve Orman Bakanlığınca, gerçek ve tüzelkişilere bedeli karşılığı izin verilebilmektedir. Bu durumda, orman arazilerinin bedeli karşılığında tahsisi için sadece kamu yararının varlığı yeterli görülmekte; ancak, bu kavramın sınırlarının belirlenmemesi ve çerçevesinin çizilmemesi nedeniyle, idareye çok geniş takdir yetkisi tanınmış olmaktadır.

Anayasanın 169 uncu maddesinde öngörülen 'kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz' tümcesine dayanılarak, kamu yararının bulunduğu gerekçesiyle, gerçek ve tüzelkişilere bina ve tesisler yapmak üzere orman arazileri tahsis edilemez. Devlet ormanlarının gerçek ve tüzelkişilere tahsisinin, karayolları, telefon, elektrik, su, gaz, petrol boru isale hatları, savunma tesisleri, sanatoryum gibi öncelikli kamu hizmetlerinin ormandan geçmesi ya da anılan bina ve tesislerin orman arazileri üzerinde yapılmasının zorunlu bulunduğu hallerle sınırlı olması gerekir.

Başka bir anlatımla, kamu yararının bulunması ve zorunluluk hallerinde devlet ormanları üzerinde ancak irtifak hakkının tesisine olanak tanınabilir" denilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu öngörüsü dikkate alınarak yeniden tedvin edilen maddede, kamu yararı olduğu varsayılan öncelikli kamu hizmetlerine yönelik faaliyetler, Anayasa Mahkemesinin kararı gözönüne alınarak, saymaca yöntemiyle belirlenerek, sınırlarının çerçevesi çizilmiş, ayrıca, kamu yararı olduğu için izin verilecek tesis ve işletmenin ormanda yapılması zaruretinin de bulunması şartı getirilmiştir.

Ayrıca, 4999 sayılı Yasayla Orman Kanununa eklenen ek 8 inci maddeye paralel düzenlemeyle, izin süresi sonunda idarenin uhdesine geçen tesislerin kullanım şekli de belirlenmiştir.

Böylece, tasarının 1 inci maddesi, kamu yararı ve zorunluluk unsurlarının her ikisi de birlikte dikkate alınarak hazırlanmış ve kamuoyunun beklentisine cevap verilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 2 nci maddesinde, ormanlarımızın geleceği için hayatî önemi haiz olan orman yangınlarıyla mücadele, orman koruma ve sınırlandırma çalışmalarını, mesai kavramına bağlı kalmaksızın, büyük bir özveriyle yürütmekte olan Orman Genel Müdürlüğü personelinin özlük haklarında bir ölçüde de olsa iyileştirme yapılmaktadır.

Son on yıllık döneme baktığımızda yıllık ortalama yangın sayısının 2 050, yanan alan miktarının 13 823 hektar olduğunu görürüz. Orman yangınlarıyla mücadele konusunda ülkemiz benzer şartları taşıyan Akdeniz ülkeleri arasında en başarılı ülke olmuştur. 30 Mart - 3 Nisan 2004 tarihlerinde Antalya'da yapılan Ulusal Yangın Konferansında sunulan raporlara baktığımızda 2003 yılında Rusya'da 20 000 000 hektar alan yanmış, aynı iklim kuşağında bulunduğumuz Portekiz'de 460 000 hektar orman alanı yanmış, buna mukabil ülkemizde 6 647 hektar orman alanı yanmıştır.

Orman Teşkilatımızın özverili ve bilinçli çalışmaları, orman köylülerimizin canları pahasına katkıları, asker, sivil tüm halkımızın özverili çalışmalarıyla bu oran ülkemizde daha düşüktür. Bu konudaki çalışmalardan ötürü başta Orman Teşkilatı çalışanları olmak üzere, asker, sivil, katkısı olan tüm halkımızı kutluyor ve teşekkürlerimi sunuyorum. Sayıları 82'yi bulan orman şehitlerimizi de rahmetle anıyorum.

Ülkemizin önemli sorunlarından biri de orman kaçakçılığıdır. Yıllık verilere göre 30 000 dolayında muhtelif orman suçu işlenmektedir. Bu yasadışı eylemler, her kademedeki orman çalışanları ve başta muhafaza memurlarının çalışmalarıyla takip altında bulundurulmakta ve failleri adliyelere intikal ettirilmektedir. Bu görev, zaman zaman, hayatı pahasına, özveriyle yapılmaktadır. Diğer kamu görevlilerine nispeten riskli görev yapan Orman Teşkilatı çalışanlarımıza bir derece de olsa destek verilmesi, bir kadirşinaslık olacaktır.

Yine, ülkemizin önemli problemlerinden bir diğeri de orman kadastrosu sorunudur. Orman köylülerinin sorunlarını araştırma komisyonundaki çalışmalarımızda da tespit ettiğimiz bu sorun önem arz etmekte, vatandaşlarımızı da huzursuz etmektedir. Türkiye ormanlarımızın, bugüne kadar, üçte 2'si olan yaklaşık 16 500 000 hektar alanda bu çalışma yapılmış, üçte 1'lik kısmında yapılamamıştır. Göçmen bir hayat sürerek, mesai kavramını dikkate almadan görev yapan orman kadastro çalışanlarının bu çalışmalarını bir an önce bitirmeleri için özendirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, son on yılda Orman Teşkilatımızın memur kadrosu aşırı küçülme yaşamış, buna rağmen hizmetleri azalmamış, artmıştır. Orman Teşkilatı fazla performans göstererek, bu küçülmeye rağmen, iyi hizmet üretmiştir.

Son derece yorucu ve riskli olan bu çalışmalara karşılık, memurlara, bu iş için ayrıca bir ödemede bulunulmamakta, bu durum da, çalışanların motivasyonunu bozmakta, verim gücünü olumsuz yönde etkilemektedir.

Yapılan düzenlemeyle, ormanlarımızın geleceği için hayatî önemi haiz olan orman yangınlarıyla mücadele, orman koruma ve sınırlandırma çalışmalarını mesai kavramına bağlı kalmaksızın büyük bir özveri içerisinde yürütmekte olan Orman Genel Müdürlüğü personeline, 10 000 gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutarı geçmemek üzere, aylık maktu fazla çalışma ücreti verilerek, özlük haklarında, bir ölçü de olsa iyileştirme yapılmaktadır.

Bu meyanda, 6831 sayılı Orman Kanununun 17 nci ve 71 inci maddelerindeki değişiklikleri doğru buluyor, yasa tasarısının hayırlı olmasını diliyor, beni sabırla dinlediğiniz için, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Coşkunyürek.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına söz isteyen Sayın Necati Uzdil; buyurun.

NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 402 sıra sayılı yasa tasarısı üzerinde, kişisel görüşlerimi belirtmek üzere söz aldım; sizleri, sevgi ve saygıyla selamlıyorum

Bu tasarıyla, ormanlarımızdan birkısım yerin orman olmaktan çıkarılması hedeflenmekte. Doğrudur; kendilerine göre, bu, kamusal yarar olarak düşünülebilir; ama, sonuçta, birkısım yer daha orman olmaktan çıkarılacaktır. Ne yapacağız; üniversite yapacağız. Sevgili arkadaşlarım, üniversiteyi orman olmayan bir yere yapsak da, orayı orman haline getirsek olmaz mı?! Gidip, ormanlık olan, zorla yetiştirilen bir yerdeki ağaçları kesip, yok edip, oraya üniversite yapmakla mı ülkeyi kurtaracağız?!

Ben, 1963 yılında Osmaniye'den Ankara'ya gelirken, Gölbaşı'ndaki orman öyleydi; geldik 2004 yılına, kaç metrekare büyüdü?! Yazık değil mi öyle bir yere?! Yok efendim üniversite yapacağım, yok efendim kamu yararına hastane yapacağım diye, oradaki ağaçları yok etmek, ormanı yok etmek doğru mu?! Bu tesisleri yapacak yer mi yok!

Öbür tarafta, bomboş yerler var, İstanbul'da da aynı şeyler yapılıyor. Orman alanlarının dışındaki sahalarda bozkırlar var; üniversiteyi orada yapsak da, orayı ağaçlandırsak ne olur?! İşte, size örnek: Adana'da Çukurova Üniversitesi Balcalı'ya kuruldu, çok da geniş bir alan verildi, içerisinde orman yoktu. Buyurun, şimdi gidin, bakın; Balcalı'daki üniversite kampusu, olduğu gibi, çoğu yeri orman alanı haline getirildi. Derdimiz ne?!

Benim bildiğim kadarıyla, Orman Bakanlığımızın ve Orman Bakanımızın birincil görevi, ormanları korumak, ondan sonra, ormanları geliştirmektir; ama, ben bakıyorum, geldiğimizden -birbuçuk yıldan- beri ormanları koruma adına, ormanları geliştirme adına Orman Bakanlığımızın yaptığı tek bir iş yok. Çeşitli bahaneler ileri sürerek, ormanın azalmasıyla ilgili, ormanın birilerine verilmesiyle ilgili veyahut da bir başka sektörün yararına sunulmasıyla ilgili teklifleri Orman Bakanlığı ve Orman Bakanımız getiriyor. Bana göre, birileri bu isteği yaptığında, direnecek olan kurum, Orman Bakanlığıdır, özellikle de Orman Bakanımızdır; ama, maalesef!.. Ben bunu bir türlü anlayamıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Anadolu'da bir laf var "ölüm hak, miras helal" derler. Sevgili arkadaşlarım, mirası istediğiniz gibi yiyebilirsiniz, miras sizin. Peki, ormanın miras olduğunu iddia edebilir misiniz? Benim bildiğim kadarıyla, orman, gelecek nesillerin bizdeki emaneti.

Sevgili dostum, peki, kafayı sallıyoruz, güzel de, emanete el uzatılır mı? Bizim şu anda yaptığımız, emanete el uzatmak değil mi sevgili arkadaşım?!

YAHYA BAŞ (İstanbul) - Ne alakası var?!

NECATİ UZDİL (Devamla) -  Peki ne?! Kim dikti o ağaçları oraya; kim orman haline getirdi; ne hakla oradaki ağaçları kesip çırılçıplak hale getirmek istiyorsunuz? Buna, özellikle, Orman Bakanının hakkı var mı; Orman Bakanlığının hakkı var mı?! Koruma görevini yapsın; gelsin, ormanları korusun.

Görüyoruz, son yıllarda ormanlarımızın artırılması için ağaçlandırma çalışması var. İnsanlar ona emek veriyor, alınteri döküyor. Yıllarca bekliyoruz ki, o ağaç dikilen sahalar orman olsun. Orman Bakanlığının yıllardır uğraş verdiğimiz yerlerdeki ağaçları kesmeye hakkı yok. Zaten, bunun Anayasaya aykırı olduğu da... Daha dün, Anayasa Mahkemesinden döndü. Peki, ne yapmak istiyoruz; kendi kendimizi mi aldatmak istiyoruz; yoksa, başkalarını, vatandaşı mı aldatmak istiyoruz sevgili arkadaşlarım? Anayasaya aykırı olduğu gün gibi aşikâr olan şeyi döndürüp dolaştırıp bir başka şekilde önümüze getirmekle neyi amaçlıyorsunuz?

Unutmayın, bu devlet, bir hukuk devleti. Öncelikle hukuka saygılı olmamız gerekir, saygı göstermemiz gerekir. Hukuku korumak da, bir bakıma, öncelikle hükümetin görevidir; ama, maalesef, bizim hükümetlerimiz hukuku falan bir tarafa atmışlar. Orman Bakanımız, ormanı koruma görevini yapacağı yerde, kızılağaç orman ağacı değil diye birileri getiriyor, Orman Bakanlığımız tasarı hazırlıyor, hükümetimiz de onaylıyor; kızılağaç orman ağacı değil!.. Yahu, bırakın, onu bir başkaları desin "orman ağacı değil" desin de, Orman Bakanlığı, Orman Bakanı, bu ağacın orman ağacı olduğunu savunsun; birileri, ormana üniversite kurmak istesin de, Orman Bakanlığı, Orman Bakanı "hayır, olmaz, git, boş yere üniversite yap, orayı da orman yap" desin.

Maalesef, geldim bu Meclise, bir türlü anlayamıyorum; Orman Bakanı ormanla uğraşıyor; Tarım Bakanına bakıyorum, Tarım Bakanı piyasada yok, Devlet Bakanı tarımın sorunlarıyla ilgileniyor. Şimdi de, Orman Bakanımız çekti gitti; dinlemesine de zaten gerek yok.

Evet, sevgili arkadaşlarım, ben şunu biliyorum: Yaptıklarınızı bilmeden yapıyorsunuz; orman köyü görmediniz; siz, orman köyünü, sadece İstanbul'daki, Muğla'daki, Antalya'daki orman köyleri sayıyorsunuz.

Sayın Hocam, buradasın, gel, seninle Bahçe'nin Burgaçlı Köyüne gidelim; gel, gidelim, orayı ağaçlandıralım; Orman Bakanı, Orman Bakanlığı gitsin, Burgaçlı Köyünü ağaçlandırsın da, selden korusun. Toprak yok taş yok, iş yok güç yok; iş olanağı da yaratamadık; hâlâ IMF'den para alıp, hâlâ borç para yiyerek günümüzü geçirmeye çalışıyoruz.

Sevgili arkadaşlarım, sözlerimi şöyle bağlamak istiyorum: Ormanlarımız, bize, gelecek kuşakların emanetidir. Emanete ihanet etmeyelim; emanete kimse elini uzatmasın diyorum, sizlere saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Uzdil.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Devam edin Sayın Başkan...

BAŞKAN - Kabul etmeyenler...

İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Onu evvelden yapacaktın!

BAŞKAN - Tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmemiştir.

Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair 2003/1 Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakerelerine başlayacağız.

6. - Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair 2003/1 Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/757) (S. Sayısı: 396)

BAŞKAN - Komisyon?..

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 15.17


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.30

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ (Ordu)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 74 üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair 2003/1 Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakerelerine başlayacağız.

VII. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6. - Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair 2003/1 Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/757) (S. Sayısı: 396) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Diğer tasarılar da Dışişleri Komisyonunu ilgilendirdiğinden ve komisyon bulunmadığından dolayı, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 20 Nisan 2004 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 18.32