DÖNEM : 22 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 47
74 üncü Birleşim
15 Nisan 2004 Perşembe
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Kırıkkale Milletvekili Vahit
Erdem'in, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın
vefatının 11 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşması
2. - Malatya Milletvekili Miraç
Akdoğan'ın, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın
vefatının 11 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşması
3. - Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp
Güney'in, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın
vefatının 11 inci yıldönümüne, yatırımların ve istihdamın teşvikiyle ilgili kanunun
uygulanmasında karşılaşılan aksaklıklar ile alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşması
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - Almanya Federal Meclisi Başkanı
Wolfgang Thierse ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunmasına
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/529)
2. - Mersin Milletvekili Şefik Zengin'in,
(6/933) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/169)
3. - İzmir Milletvekili Hakkı Akalın'ın,
Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/170)
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. - Konya Milletvekili Orhan Erdem ve 42
milletvekilinin, çocuklarımızı sokağa iten nedenlerin araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/180)
2. - İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu ve 45 milletvekilinin, Bingöl depremi sonrasında yaşanan
olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/181)
IV. SÖYLEVLER
1. - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Genel Kurula hitaben konuşması
V. - USUL
HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1. - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Genel Kurula hitaben yaptığı konuşmadan sonra
TBMM Genel Kurulunca bir deklarasyon yayımlanmasına ilişkin önergenin işleme
konulup konulmaması hususunda
VI. -
SEÇİMLER
1. - (9/9) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonunda açık bulunan üyeliklere seçim
VII. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile
Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı: 146)
2. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/523) (S. Sayısı: 152)
3. - Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî
Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu
İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
4. - Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve
Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İçişleri, Plan ve Bütçe ve
Anayasa Komisyonları Raporları (1/731) (S.Sayısı: 349)
5. - Orman Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/175) (S.
Sayısı: 402)
6. - Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair
2003/1 Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/757) (S.
Sayısı: 396)
VIII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Manisa Milletvekili Hasan Ören'in,
gazilerin Emekli Sandığı sağlık hizmetlerinden yararlanmasına ilişkin sorusu ve
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/2140)
2. - Mersin Milletvekili Mustafa
Özyürek'in, basına yansıyan, İstanbul'daki bir tugay komutanlığının istihbarat
istemi yazısına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül'ün cevabı
(7/2206)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
üç oturum yaptı.
Giresun Milletvekili Mehmet Işık'ın,
Giresun'da fındık üretimini etkileyen don olayı sonucunda üreticilerin
zararının boyutlarına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı
konuşmasına, Adalet Bakanı Cemil Çiçek,
Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat
Melik'in, Şanlıurfa il merkezinden geçen E-26 karayolu üzerindeki trafik
yoğunluğunun yarattığı sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen,
Cevap verdi.
Aksaray Milletvekili Ali Rıza Alaboyun,
sanayicilerimizin üretimde kullandıkları hammadde ve parçaların ithalatında
gümrüklerde karşılaştıkları sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı bir konuşma yaptı.
Genel Kurula hitaben konuşma yapma isteği
kabul edilen Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Azerbaycan-Türkiye
arasındaki dostluk ve kardeşlik ilişkileri, Azerbaycan'ın sosyal ve ekonomik
durumu, Ermenistan ve Dağlık Karabağ'la ilgili yaşanan sorunlar,
Bakû-Tiflis-Ceyhan petrol ve Bakû-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hatlarının önemi
ve dünyadaki gelişmeler konusunda Genel Kurula hitaben bir konuşma yaptı.
Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 23
milletvekilinin, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Başkanının istifası
konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/12) Genel Kurulun
bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin,
sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
(9/9) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip
üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi;
Konya Milletvekili Ahmet Işık'ın,
Adıyaman Milletvekili Mehmet Özyol'un,
(9/9) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu üyeliğinden çekildiklerine ilişkin önergeleri;
Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun
84 üncü yıldönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve
günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla Genel Kurulda özel bir görüşme
yapılması için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 2004 Cuma günü saat
14.00'te toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin
kuruluşunun 84 üncü yıldönümü ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olan 23
Nisan 2004 Cuma günü saat 14.00'te, Genel Kurulda özel bir görüşme açılmasına
ve bu görüşmelerde; Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ile siyasî parti
gruplarının başkanları ve Mecliste üyesi bulunan diğer siyasî partilerin
milletvekili olan genel başkanlarına 10'ar dakika süreyle söz verilmesi ve bu
günde başka bir konunun görüşülmemesinin Danışma Kurulunun görüşüne uygun olarak
önerilmesine ilişkin Başkanlık,
Önerileri, kabul edildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanında açık bulunan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 Başkanvekilliği için, Grubunca aday gösterilen Ankara
Milletvekili Yılmaz Ateş seçildi.
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının:
1 inci sırasında bulunan (6/491) esas
numaralı sözlü soruya, Adalet Bakanı Cemil Çiçek;
3 üncü sırasında bulunan (6/495),
13 üncü sırasında bulunan (6/514),
44 üncü sırasında bulunan (6/563),
45 inci sırasında bulunan (6/564),
Esas numaralı sözlü sorulara, Sanayi ve
Ticaret Bakanı Ali Coşkun;
9 uncu sırasında bulunan (6/504),
10 uncu sırasında bulunan (6/505),
12 nci sırasında bulunan (6/512),
14 üncü sırasında bulunan (6/522),
16 ncı sırasında bulunan (6/528),
17 nci sırasında bulunan (6/529),
Esas numaralı sözlü sorulara, Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin,
Cevap verdi; (6/504), (6/505), (6/528)
esas numaralı soru sahipleri de cevaplara karşı görüşlerini açıkladı.
2 nci sırasında bulunan (6/492) esas
numaralı soru, üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından, yazılı soruya
çevrildi.
4 üncü sırasında bulunan (6/496),
5 inci sırasında bulunan (6/497),
6 ncı sırasında bulunan (6/498),
7 nci sırasında bulunan (6/502),
8 inci sırasında bulunan (6/503),
11 inci sırasında bulunan (6/511),
15 inci sırasında bulunan (6/526),
Esas numaralı sorular, ilgili bakanlar
Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Letonya
Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/675)
(S. Sayısı: 358) elektronik cihazla yapılan açıkoylama sonucunda kabul edilip
kanunlaştığı açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk
Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146),
2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523)
(S. Sayısı: 152),
3 üncü sırasında bulunan Kamu İhale
Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı:
305),
Görüşmeleri, daha önce geri alınan
maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden,
4 üncü sırasında bulunan, Kamu Yönetiminin
Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/731)
(S. Sayısı: 349) görüşmeleri, ilgili Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından,
Ertelendi.
5 inci sırasında bulunan, Aile
Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunda (1/765) (S.
Sayısı: 395),
6 ncı sırasında bulunan, Noterlik
Kanununun Bir Maddesinde (1/758) (S. Sayısı: 394),
7 nci sırasında bulunan, Uzman Jandarma
Kanununda (1/737) (S. Sayısı: 374),
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Tasarılarının, görüşmelerini müteakiben, kabul edilip kanunlaştıkları
açıklandı.
15 Nisan 2004 Perşembe günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 18.54'te son verildi.
|
Sadık YAKUT |
|
|
Başkanvekili |
|
|
Enver YILMAZ |
Türkân MİÇOOĞULLARI |
|
Ordu |
İzmir |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
|
|
|
No. : 111
II. - GELEN
KÂĞITLAR
15 Nisan
2004 Perşembe
Tasarı
1 .- Ziraat Odaları ve Ziraat Odaları
Birliği Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/788) (Tarım,
Orman ve Köyişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.4.2004)
Teklif
1. - İzmir Milletvekili Erdal
Karademir'in; Sosyal Çalışmacı/Sosyal Hizmet Uzmanı Meslek ve Oda Kanunu
Teklifi (2/277) (Adalet ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.4.2004)
Tezkereler
1. - Mersin Milletvekili Hüseyin Güler'in
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/527)
(Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa
geliş tarihi: 13.4.2004)
2. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa
Sirmen'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/528) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.4.2004)
BİRİNCİ OTURUM
15 Nisan
2004 Perşembe
Açılma
Saati: 15.00
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
74 üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, sekizinci
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölüm yıldönümü münasebetiyle söz isteyen,
Kırıkkale Milletvekili Sayın Vahit Erdem'e aittir.
Buyurun Sayın Erdem. (Alkışlar)
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. -
Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem'in, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümü münasebetiyle
gündemdışı konuşması
VAHİT ERDEM (Kırıkkale) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11
inci yıldönümü dolayısıyla söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi en derin
saygılarımla selamlıyorum.
Rahmetli Özal'ı bu vesileyle anmak ve kısa
da olsa anlatmak, benim için, aynı zamanda bir vefa borcudur; çünkü, kendisini,
Devlet Planlama Teşkilatında göreve başladığım 1967 yılında tanıdım ve onun
yurtdışı ve özel sektördeki çalışma dönemleri hariç, devlet hayatında hep
yakınında çalıştım. Dolayısıyla, kendisini çok iyi tanıyanlardan birisi olduğum
kanaatindeyim.
Özal hangi kurumun başına geçmişse, o
kurum, hep, fikir ve iş üreten, cazibe merkezi haline gelmiştir. Nitekim,
1966-1971 yılları arası Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı döneminde, Özal,
DPT'yi Türk bürokrasisinin ve ekonomi yönetiminin merkezi haline getirmiştir.
Sayın Süleyman Demirel'in Başbakan olduğu bu dönem, ortalama yüzde 7 kalkınma
hızıyla, sanayileşmenin ivme kazandığı, enflasyonun tek haneli bir seyir takip
ettiği, Türk ekonomisinin en parlak dönemlerinden biridir. Maalesef, bu dönem,
12 Mart 1971 muhtırasıyla sona ermiştir, Özal da, ABD'de Dünya Bankasında
göreve başlamıştır.
Türk ekonomisinin çöküntüye uğradığı,
enflasyonun yüzde 120'lere tırmandığı, döviz kıtlığı ve yoklukların hâkim
olduğu 1979 yılında Sayın Süleyman Demirel iktidarı yeniden devralmış ve Özal'ı
da, tekrar, ekonominin başına getirmiştir.
Özal'ın başkanlığında hazırlanan ekonomik
program 24 Ocak 1980'de uygulamaya konulmuş ve ekonomi düzelme eğilimine
girmişken, bu defa, 12 Eylül 1980 askerî darbesi olmuştur. Ancak, Özal,
Başbakan Yardımcısı olarak, ekonomi yönetiminin başında bir süre daha
kalmıştır.
Özal, eğitim için gittiği ve daha sonra
Dünya Bankasında çalıştığı dönemlerde Amerika Birleşik Devletlerini,
seyahatlerinde Avrupa ve Japonya'yı çok iyi incelemiştir. Daha sonra, Türk özel
sektörünün üst kademelerinde yönetici olarak çalışmıştır. Böylece, devleti, özel
sektörü ve dünyayı çok iyi anlamış ve geniş bir vizyon ve tecrübe sahibi
olmuştur. Bu tecrübeyle, Türkiye'nin, ciddî bir transformasyona tabi
tutulmasının ve çağdışı kalmış kamu ve ekonomik düzeninin değiştirilmesinin
şart olduğuna inanmıştır.
Bu hayalini ve vizyonunu gerçekleştirmek
için, tam yetkili olmak, siyasî iradeye sahip olmak gerekiyordu. İşte bu
sebeple, 1983 yılında parti kurdu ve 1984 yılı başında iktidar ve Başbakan
oldu.
Özal, normal bir kalkınma trendiyle
Türkiye'nin Batı'yı yakalayamayacağını görüyordu ve Türkiye'nin pek çok alanda
sıçrama yapması gerektiğine inanıyordu. Bu sebeple, iktidara, hazırlıklı olarak
geldi ve reformları, hemen, süratle başlattı ve pek çok büyük reforma imza
attı.
Tabuların yıkılması, zihniyet değişikliği,
dışa açılım, dışticaretin ve kambiyo sisteminin liberalleştirilmesi, serbest
rekabetin oluşturulması, özelleştirme adımlarının atılması, velhasıl, liberal
ekonomik düzene geçişin temellerinin atılması, değişimin ve reformların ana
eksenini oluşturmuştur.
Yeni ekonomik düzenle, tahsisler, çifte
fiyatlar, karaborsa tarihe karışmıştır. Telekomünikasyon, turizm, savunma
sanayii, toplukonut gibi sektörlerde sıçrama yapılmış ve çağ atlanmıştır.
Kapalı ekonomiden istifadeyle kalitesiz ve
yüksek fiyatla mal satma dönemi sona ermiş, rekabet ortamı yaratılarak Türk
Milleti çağdaş ürünlerle tanışma imkânına kavuşturulmuştur. Özal, 21 inci Asrın
Türkiye ve Türklerin asrı olacağına samimî olarak inanmıştı ve bunu sık sık
tekrarlıyordu. Bunun için, düşünce hürriyetine, teşebbüs hürriyetine, uzmanlık
ve ehliyete ve gençliğin yetiştirilmesine önem verilmesi ve başlattığı
reformların kararlı bir şekilde devam ettirilmesi gerekiyordu. Özal, hayal
ettiği reformları tamamlayamadan Cumhurbaşkanı oldu.
Liberal ekonominin kuralları ve hukukî
çerçevesi tam olarak oluşturulamamış, kamu yönetimi, liberal ekonominin
gereklerine ve çağa uygun yönetim anlayışına göre reforme edilememişti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Erdem, toparlar mısınız.
Buyurun.
VAHİT ERDEM (Devamla)- Bunun için Özal,
Cumhurbaşkanlığını bırakıp, yarım kalmış reformlarını tamamlama niyetindeydi;
buna ömrü kâfi gelmedi.
Özal'dan sonra maalesef 1990'lı yıllarda
reformlar durdu, eski alışkanlıklara dönüldü; Türkiye peş peşe krizlerle geriye
gitti, çok önemli 10 yıl kaybedildi. Bu vesileyle, yarım kalmış reformların AK
Parti İktidarı tarafından tamamlanma gayreti ve kararlılığının olduğunu
görmekten memnuniyet duyduğumu da ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Özal, yurt içinde
ve yurt dışında, hakkında en çok konuşulan devlet adamlarından birisidir;
vefatından sonra da bu devam etmiştir. Onun, büyük değişimci, ekonomist ve
vizyon sahibi olduğu hususunda geniş mutabakat vardır.
1980'li yıllarda oluşturulan liberal ekonomik
düzenin 1990'lı yıllarda yozlaştırılmasının ülkeyi büyük bir zafiyete uğrattığı
doğrudur; fakat, yanlış yönetimlerin faturasını Özal'a çıkarmak büyük
haksızlıktır. Nitekim, Sayın Kemal Derviş'in Türkiye'de göreve başlarken
yaptığı durum tespiti ve güçlü ekonomiye geçiş programındaki değerlendirmeleri
bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Özal, kapalı kutuları açarak ülkenin
şeffaflaşmasına, iyi ve kötünün ortaya çıkmasına önayak olmuştur.
Büyük Türk tarihçisi Yılmaz Öztuna
"Türk Tarihinden Portreler" kitabında Özal için şunları söylüyor:
"Dokuzbuçuk yıl Türkiye'nin gündeminden tek gün bile düşmeyen ve yıllarca
dış ülkelerde de gündemde kalan bir kişi, köşeyazarlarının dar çerçeveli
gündelik hükümlerinden tarih ilminin değer hükümlerine geçecektir. Şimdi,
artık, söz tarihçilerindir. Türk tarihindeki yeri çok sağlam olacaktır; zira,
tarih, ne bıraktığına bakacaktır, gündelik dedikodulara hiç önem
vermeyecektir."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Erdem.
VAHİT ERDEM (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkan.
Özal, hem modernizme tutkundu hem
muhafazakârdı. Yine, tarihçi Yılmaz Öztuna aynı eserinde şu ifadeyi kullanıyor:
"Yunus ilahîlerini, protesto yerine zevkle dinleyen, Osmanlı kompleksi
olmayan; zira, Osmanlının taa kendisi olduğunu idrak edebilen bir
Cumhurbaşkanıdır."
Bu kısa süre içerisinde Özal'ı ancak bu
kadar anlatabilirim. Ömrünü ülkeye hizmete verdi, bu uğurda Cumhurbaşkanı
olarak hayatını tüketti; Allah rahmet eylesin.
Bu vesileyle, başta cumhuriyetimizin kurucusu
ve ilk Cumhurbaşkanı Atatürk olmak üzere, vefat eden tüm cumhurbaşkanlarımıza
da Allah'tan rahmet diliyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdem.
Gündemdışı ikinci söz, yine aynı konuda
söz isteyen Malatya Milletvekili Miraç Akdoğan'a aittir.
Buyurun Sayın Akdoğan. (Alkışlar)
2. -
Malatya Milletvekili Miraç Akdoğan'ın, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümü münasebetiyle
gündemdışı konuşması
MİRAÇ AKDOĞAN (Malatya) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sekizinci Cumhurbaşkanımız, büyük devlet
ve siyaset adamı, muhterem insan Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümü
dolayısıyla söz almış bulunuyorum. Merhum Özal'ı rahmet ve şükranla anıyorum;
bu vesileyle, merhum Özal başta olmak üzere, bugüne kadar ülkemize hizmet etmiş
devlet ve siyaset adamlarımızdan ebedî âleme göçmüş olanları rahmetle yad
ediyorum.
Geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Sayın
Sabancı başta olmak üzere, ülkemizin kalkınması, gelişmesi için çalışmış
işadamlarımızı da rahmetle yad ediyorum.
Değerli milletvekilleri, merhum Özal'ın
Türkiye'de büyük bir çığır açtığı, dost-düşman hiç kimsenin inkâr edemeyeceği
bir gerçektir.
Sağlığında Özal'a en şiddetli şekilde
muhalefet edenler bile, bugün, onu takdir ve hasretle anmaktadırlar. Çünkü,
Özal'la birlikte Türkiye'de her şeyin ölçüsü değişmiştir.
Tarihçi Yılmaz Öztuna'nın ifadesiyle,
Özal'ın devrinde Türkiye bir dünya devleti olmuştur. Evet, Özal'la birlikte
ülkemizde ihracatın, ithalatın, devlet yönetiminin, fakirliğin, zenginliğin,
demokrasinin, siyasetin ölçüsü değişmiştir; her alanda standartlar
yükselmiştir. Türkiye, değerler siyasetinden demokrasi siyasetine Özal'la
birlikte geçmiştir.
Türkiye, demokrasinin toplumun her
kesiminin talep ve ihtiyaçlarını karşılayan yüzünü Özal'la birlikte tanımaya
başlamıştır. Türkiye, polemik siyasetinden somut rakamlara dayalı ekonomi
siyasetine Özal'la birlikte geçmiştir. Türkiye, açık siyaseti, şeffaf yönetimi,
dışdünyayı Özal'la birlikte keşfetmiştir.
Değerli milletvekilleri, rahmetli Özal,
1992 yılında yapılan 3 üncü İzmir İktisat Kongresinde, Türkiye'nin on yıl
sonraki hedefini şöyle ifade ediyordu: "Önümüzdeki on yıl içinde
Türkiye'nin ana hedefi, sayıları on onbeşi geçmeyen ileri ülkelerden bir tanesi
olmaktır."
Özal, bu hedefin temellerini de şu şekilde
ortaya koyuyordu: "Serbest piyasa ekonomisi yerleştirilmeli; devlet, millî
gelirin yüzde 30'undan fazlasını toplamamalı; devlet, sınaî ve ticarî
faaliyetlerden çekilmeli; devlet, yeniden yapılandırılmalı, çevrenin
korunmasına önem verilmeli."
Fakat, Türkiye geçtiğimiz on yılın büyük
bölümünü Özal'ın hedefleri doğrultusunda çalışmaktan çok, siyasî ve ekonomik
krizlerle boğuşarak geçirmiştir. Buna rağmen, Özal'ın en büyük hedefi olan 21
inci Yüzyılı Türklerin yüzyılı yapma şansını henüz yitirmiş değiliz. Yapmamız
gereken, Özal'ın bıraktığı yerden devam etmektir.
Bugün, Türkiye, tam üyelik başvurusunu
Özal'ın yaptığı Avrupa Birliği üyeliğine tarihinde olmadığı kadar yakındır.
Özal'ın ifadesiyle, cesaretli, aynı zamanda da sabırlı, dikkatli ve hesaplı bir
şekilde Avrupa Birliği üyeliği önündeki engeller birer birer aşılmaktadır.
Bugün, Türkiye, enflasyon canavarının
belini kırmıştır. Bugün, Türkiye, her yıl ihracat rekoru kıran bir ülke
durumundadır. Bugün, Türkiye, insanlarının yeniden devletine ve geleceğine
güven duyduğu bir ülke haline gelmiştir. Bugün, Türkiye, kamu yönetiminden
mahallî idarelere, hukuktan sağlığa kadar her alanda radikal yeniden yapılanma
çalışmalarının yürütüldüğü bir ülkedir; yani, ülkenin rotası yeniden Özal'ın
hedeflediği istikamete çevrilmiştir. Bu tablo, doğru olanın Özal'ı geçmişte
değil gelecekte aramak olduğunu göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, rahmetli Özal, cumhuriyet
tarihimizin Atatürk'ten sonra Menderes'le birlikte demokrasi ve kalkınma
sembolü bir ismidir.
Özal'ın her kesimle kurduğu yakın ve
samimî diyalog onun kimi zaman yanlış anlaşılmasına da yol açmıştır. Merhuma
çarpık gözle bakan kimileri için Özal, devleti zaafa uğratan bir kişi,
kimilerine göre iflah olmaz bir gerici, kimilerine göre de AB ve ABD'nin gözü
kapalı bir savunucusuydu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Akdoğan.
MİRAÇ AKDOĞAN (Devamla) - Oysa, Özal
hiçbiri değildir. Özal radikal bir reformcudur; ama, asla devletin temel
esaslarıyla sorunu olmamıştır. Özal samimî bir inanç adamıdır; ama, asla ülkeyi
geriye götürmek gibi bir niyeti ve icraatı olmamıştır. Özal, Türkiye'yi Avrupa
Birliği üyesi yapmak istemiştir; ama, asla Türkiye'yi tek alternatife mahkûm
etmemiştir, asla teslimiyetçi bir dışpolitika izlememiştir.
Özal, değişimi devlet eliyle değil halkın
gücüyle gerçekleştirmenin peşindeydi; çünkü, Özal biliyordu ki, topluma
dayanmayan, milletten güç almayan hiçbir dönüşümün başarıya ulaşması mümkün
değildir. Türkiye'nin içine girdiği yeni dönem, Özal'ın ilkeleri ve
hedefleriyle uyumlu bir görünüm çizmektedir. Türkiye, dönüp dolaşıp, doğruyu
yeniden bulmuştur.
Bu vesileyle, merhum Özal'ı, bir kez daha,
rahmetle, şükranla ve hasretle yâd ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akdoğan.
Gündemdışı üçüncü söz, yatırımların ve
istihdamın teşviki hakkında çıkarılan kanunun uygulanmasındaki aksaklıklarla
ilgili söz isteyen, Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp Güney'e aittir.
Buyurun Sayın Güney. (Alkışlar)
3. -
Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp Güney'in, Türkiye Cumhuriyetinin sekizinci
Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının 11 inci yıldönümüne, yatırımların ve istihdamın
teşvikiyle ilgili kanunun uygulanmasında karşılaşılan aksaklıklar ile alınması
gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın
Başkan, muhterem milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ben de, biraz evvel burada konuşan çok
değerli milletvekili arkadaşlarımın ifade ettikleri gibi, sekizinci
Reisicumhurumuz merhum Turgut Özal'ı, hepinizin huzurunda, rahmetle, minnetle
anıyorum. Kendisiyle yakın çalışma imkânını bulduğum için, Sayın Özal'ın, biraz
önceki değerli arkadaşlarımızın ifade ettiği meziyet ve başarılarını yakinen
tanıyan bir arkadaşınızım. Sayın Özal, ülkemizin vizyonunu değiştiren, dinamik,
son derece tecrübeli bir devlet adamımızdı; kendisine, Cenabı Allah'tan rahmet
diliyorum.
Muhterem arkadaşlarım, ben, bugün, size,
bütün milletvekili arkadaşlarımızı, hele hele kırsal kesimden gelen
milletvekili arkadaşlarımızı yakinen ilgilendiren, bundan takriben üç ay önce
çıkarmış olduğumuz 5084 sayılı Teşvik Yasasıyla ilgili uygulamalardaki
eksiklikleri anlatmak istiyorum. Bunu yaşayan, bunu gören bir arkadaşınız
olarak sizinle bunları paylaşmak istedim.
Ancak, buraya geçmeden önce, çok kısa
olarak şunu belirtmek istiyorum: Geçen temmuz ayında çıkarmış olduğumuz, devlet
büyüklerinin mezarlıklarının tanzimiyle ilgili kanuna yönelik, bugüne kadar,
hâlâ, bir yönetmelik çıkmamıştır. Devlet mezarlığında yatmayan, mezarı dışarıda
bulunan devlet büyüklerimizi ilgilendiren bu yasayla ilgili yönetmeliğin de
süratle çıkmasının gerektiğine inanıyorum. Bu, biraz evvel bahsetmiş olduğumuz
merhum Özal'la birlikte, merhum Menderes ve Bayar gibi büyük devlet
adamlarımızı da ilgilendiriyor; bunu da dikkatlerinize arz ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, biz, Teşvik Yasasını
hangi amaçla çıkarmıştık; Teşvik Yasasında bizim iki amacımız vardı; birincisi,
istihdamı artırmak; ikincisi de, yatırımları o bölgeye götürmekti. Hepinizin
bildiği gibi, daha önce, 1998 yılında, 4325 sayılı Yasa çıkmıştı; bu yasa
süreliydi, süresi bitti. Bu yasa ne getiriyordu; hepiniz yakinen biliyorsunuz, enerjide indirim, sigorta primlerinde
indirim, parasız arsa ve bununla birlikte, bir de vergiden muafiyet
getiriyordu. Biz, tekrar, bu kanundaki sürenin bitiminden sonra yeni bir kanun
çıkardık, ki, bu kanunun çıkması gerektiğine inanan bir arkadaşınızım; hep
birlikte çıkardık. Çoğu zaman, kanunları çıkarıyoruz; ama, uygulamada neler
başımıza geleceğini bazen iyi hesap edemiyoruz.
Şimdi, bu kanunu uygulamaya başladık.
Benim seçim bölgem Bayburt. Benim konumumda, burada, gelişmekte olan illerden
gelen birçok arkadaşımız var. Çıkardığımız bu kanuna bir madde koymuşuz,
demişiz ki: 1.10.2003'ten önce kurulan küçük işletmeler buna dahil değildir.
Bizim oralarda bu işletmelerin sayısı 4 veya 5'tir; 10 kişi, 40 kişi, 50 kişi çalıştırıyorlar, bunlar zorla ayakta
duran işletmeler. Düşünebiliyor musunuz, bizim gibi küçük bir vilayette 200
kişi çalıştıran bir işletme şu anda bağırıyor "ben gideceğim, ben
dayanamam" diyor. Niye dayanamıyorsun; benim 50 işçim var, 50 işçilik bu
müessesemi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Güney, toparlar
mısınız.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) - ...yeni
kurulan aynı ayardaki bir müesseseyle mukayese ettiğimiz zaman benim her yıl
350 milyar lira zararım oluyor; çünkü, bu teşvik şimdi bana uygulanmıyor diyor.
Böyle haksız bir rekabet bizim bölgelerde... Bu rakamlar belki bazı büyük
şirketlere çok küçük gelebilir; ama, bizim için son derece önemlidir.
Bu bakımdan, bu yasada mutlaka bir
revizyon yapma mecburiyetimiz vardır. Bunu ben hükümetinizden istirham ediyorum
ve değerli milletvekili arkadaşlarımın bu konuda bana yardımcı olmalarını
istirham ediyorum. Aksi halde, hani, bu yasayı getirmekle istihdamı
artıracağız, yatırımı artıracağız diyorduk ya, inanın bizim yörelerimizde bunun
tersi olacak; zorla getirmiş olduğumuz insanlar da bırakıp kaçacaklar.
Bu bakımdan, Sayın Maliye Bakanımızın, bu
konuyla ilgili Sayın Başbakan Yardımcımızın konuya ilgi göstermesini diliyorum;
ama, bunu "canım, gerekirse hemen
bir kanun çıkarırız, bir düzenleme yaparız" şeklinde değil,
mutlaka, çok kısa bir süre içerisinde -kanunun değiştirilmesiyle mi olur,
yönetmelikle mi olur, onu tam bilemiyorum- halletmemiz lazım. Aksi halde,
çıkarmış olduğumuz Teşvik Yasasının hiçbir faydası yoktur, hatta, birkısım
müteşebbisin kaçmasına neden olmaktadır. Hükümetimizin bu konuya eğilmesini ve
değerli milletvekili arkadaşlarımızın bana yardımcı olmalarını istirham
ediyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güney.
Sayın milletvekilleri, ülkemizi ziyaret
etmekte olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş,
bugün Genel Kurula hitaben bir konuşma yapmak istemişlerdir. Bu hususu
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları
vardır; ancak, sunuşlar uzun olduğu için Divan Üyesinin sunuşları oturduğu
yerden yapmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. -
Almanya Federal Meclisi Başkanı Wolfgang Thierse ve beraberindeki parlamento
heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize
resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/529)
14.4.2004
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
TBMM Başkanlık Divanının 12 Nisan 2004
tarih ve 35 sayılı kararı ile Almanya Federal Meclisi Başkanı Sayın Wolfgang
Thierse ve beraberindeki Parlamento heyetinin, TBMM Başkanlığının konuğu olarak
ülkemize resmî ziyarette bulunması kararlaştırılmıştır.
Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620
sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Sözlü soru önergesinin geri alınmasına
dair bir önerge vardır; okutuyorum:
2. - Mersin
Milletvekili Şefik Zengin'in (6/933) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/169)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının 367 nci sırasında yer alan (6/933) esas numaralı sözlü soru önergemi
geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Şefik Zengin
Mersin
BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri
verilmiştir.
Komisyondan istifa önergesi vardır;
okutuyorum:
3. - İzmir
Milletvekili Hakkı Akalın'ın, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden çekildiğine
ilişkin önergesi (4/170)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gördüğüm lüzum üzerine Plan ve Bütçe
Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.
Bilgi ve gereğini saygılarımla arz ederim.
Hakkı Akalın
İzmir
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Sayın milletvekilleri; ülkemizi ziyaret
etmekte olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, şu
anda Meclisimizi onurlandırmışlardır.
Kendilerine, Yüce Meclisimiz adına hoş
geldiniz diyorum. (Ayakta alkışlar)
Alınan karar gereğince, Sayın
Cumhurbaşkanını, konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Cumhurbaşkanı. (Ayakta
alkışlar)
IV. -
SÖYLEVLER
1. - Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Genel Kurula hitaben
konuşması
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ
CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ - Efendim, teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ulusal davamız Kıbrıs konusunun yeniden kritik bir safhadan geçtiği bugünlerde,
bana, bu konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinde ele alıp, düşünce ve
değerlendirmelerimi sizlerle paylaşma fırsatı verdiğiniz için, en içten
duygularla teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, 23 Nisanda idrak edeceğiniz, Yüce
Meclisin 84 üncü yaşgününü, şahsım ve halkım adına en içten duygularla kutlar,
nice 84 yıllar dilerim. (Alkışlar)
Talihin bir cilvesi olarak, ertesi gün,
Kıbrıs'ta, 21 yaşındaki, Türkiye'nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin
kaderini tayin için, halkım sandık başına gidecektir. Verilecek oylarla, eğer
buradan gelen telkinler geçerli olursa, basının telkinleri geçerli olursa,
belki de, ayın 24'ünden sonra, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ortadan kalkmış
olacaktır. Bunun olmaması için huzurunuzdayım.
Kıbrıs meselesi, çeşitli dönemlerde Yüce
Meclisinizi meşgul etmiştir. Kıbrıs'la ilgili hayatî kararlar Yüce
Meclisinizden çıkmış, şanlı Barış Harekâtı, Meclisin kararı ve milletin
arzusuyla gerçekleşmiştir. Kıbrıs meselesinin halli için, Türk Ulusunun Kıbrıs
konusundaki parametrelerini vurgulayarak bize yön veren, ulusal çizgiyi
belirleyen, Meclisinizin kararları olmuştur. Yıllardır, millî dava bildiğimiz
Kıbrıs'ta bizi mutlak yok edilmekten şehitler pahasına kurtarmış olan Türk
Silahlı Kuvvetleriyle birlikte, otuz yıldır, halkımız ve mücahitlerimizle hudut
bekçiliği yapmaktayız. Yıllardır, masa başında, bu Yüce Meclisin de onayladığı
prensipler dahilinde, Türk hükümetlerinin de katkısına ve yol göstericiliğine
dayanarak, millî addettiğimiz müşterek müdafaamızı sürdürmüş bulunuyoruz.
Malumlarınız olduğu üzere, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin bu konudaki kararları 1955'lere dayanır. Son zamanlarda 1997,
1999 ve en son 6 Mart 2003
tarihlerinde alınmış olan kararlar, görüşmelerde bize güç vermiş, yol gösterici
olmuştur. Yüksek müsaadenizle, bu kararlar arasından en sonuncusu olan 6 Mart
2003 tarihli, oybirliğiyle alınmış olan kararınızı okuyorum:
"Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21
Ocak 1997 ve 15 Temmuz 1999 tarihlerinde aldığı kararlara atıfta bulunarak, bu
millî davada Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Milletinin tam bir birlik ve
beraberlik içinde bulunduğu gerçeğini bütün dünyaya bir kere daha ilan eder.
Kıbrıs meselesine adil ve kalıcı bir çözüm
bulunması için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin sarf ettiği çabaları
içtenlikle destekler.
Kıbrıs meselesine bulunacak çözümün,
tarafların eşit statüsü ve eşitliğine dayanması gerektiği hususunu önemle vurgular.
Türkiye'nin 1960 antlaşmalarından
kaynaklanan garantörlük haklarının sürdürülmesi gereğini belirtir.
Kıbrıs'ta, Türkiye ile Yunanistan arasında
kurulmuş bulunan dengenin zedelenmesinin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğini
teyit eder.
Kıbrıs sorununun çözümünün, Türkiye'nin
Avrupa Birliği üyeliği sürecinde bir önşart gibi takdim edilmesine yönelik
çabaları reddeder.
Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Türkiye'den
önce Avrupa Birliğine üye yapılması yolunda atılan adımların, uluslararası
antlaşmaların açık bir ihlali olduğunu bir kere daha vurgular.
Kıbrıs Türk ve Rum halkının 28 yıldır
huzur ve barış içinde yaşamasının en önemli amili olan iki kesimliliğin
muhafaza edilmesine verdiği önemi vurgular.
İki kesimliliği zedeleyecek bütün öneri ve
girişimlerin, Kıbrıs'taki güvenlik ortamını olumsuz yönde etkileyerek, iki
toplumu yeniden bir çatışma ortamına sürükleyeceğini hatırlatır ve buna hiçbir
şekilde müsaade edilmemesi gerektiğini önemle belirtir."
Konuyla ilgili en son Millî Güvenlik
Kurulu kararı da şöyledir:
"Kurul, Kıbrıs konusunda geçtiğimiz
hafta içinde sonuçlanan müzakerelerde ortaya çıkan metinleri 23 Ocak 2004 günlü
MGK bildirisinde değinilen hususlar ışığında ayrıntılı olarak
değerlendirmiştir.
İsviçre'de son biçimi verilen Annan Planı
tümüyle incelendiğinde, olumlu yönleri yanında, kimi isteklerimizin
karşılanmadığı ve planın uygulanmasında sorunların çıkabilme olasılığı
bulunduğu görülmekle birlikte, konunun Türkiye ve KKTC bakımından taşıdığı
duyarlılık, planın içerdiği tüm öğelerin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinde ulusal yarar açısından irdelenmesinin ilgili hükümetlerce
titizlikle yapılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu çerçevede, çözümün Avrupa Birliğinin
birincil hukuku durumuna getirilmesinin önemi ve müzakere süreci içinde bu
yönde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine verilen güvencelerin fiilen
uygulamaya geçirilmesinin yakından ve ısrarlı bir biçimde izlemeye devam
edilmesi;
Annan Planının son şeklinin resmiyet
kazanması için gerekli sürecin başlatılmasının hükümetin takdir ve
sorumluluğunda olduğuna işaret edilerek..."
Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri;
sizlere seslenmek ihtiyacını duydum; çünkü, gidişat bu kararların çok dışına
çıkmıştır ve Kıbrıs'ın, 1960 anlaşmalarının da öngördüğü Türk-Yunan nüfusundan
ve dengesinden ayrılıp, Avrupa Birliği yoluyla dolaylı Enosisin eşiğine gelmiş
olduğunu görüyorum. Rumların, meşru hükümet olarak kabul edilmiş olmaktan
kaynaklanan güçle ihtiyaç duymadıkları ve ilk fırsatta çöpe atabilecekleri
yapay bir anlaşma için ve bu anlaşma yapıldığı takdirde Türkiye'nin Avrupa
Birliği yolu ardına kadar açılacak düşüncesiyle bu tehlikeli yola devam
edilebilir mi?!..
Sayın Genelkurmay Başkanı Özkök'ün 13
Nisan 2004 tarihli yazılı açıklaması, devlet ve hükümet kademesindeki endişeleri
şöyle dile getirmektedir:
"Annan Planına bir bütün olarak
bakıldığında, olumlu yönlerinin yanında bazı isteklerimizin karşılanmadığı ve
planın uygulanmasında ciddî sorunların çıkabilme olasılığının da bulunduğunu
söyleyebiliyoruz.
Ada'ya getirilecek yeni düzenin
belirleyicisi olan federal yasaların ve uluslararası düzenlemelerin gözden
geçirilerek, kalıcı ve adil bir düzen için gerekli olan değişiklik ve
düzeltmelerin yapılmasının önemli olduğuna inanmaktayız.
Plana göre geçiş dönemi çok kısadır. Bu
kısa dönemin büyük sorunları da beraberinde getirebileceğini ve Ada'da huzur ve
sükûnun sağlanmasında önemli problemlerle karşılaşılabileceğini düşünmekteyiz.
Rumlara bırakılacak topraklar nedeniyle
soydaşlarımızın konut ve istihdamı için kaynak sağlanamazsa, Kıbrıs'ta ciddî
toplumsal olayların çıkabileceğini değerlendiriyoruz.
Plana ilişkin en önemli husus, Türk kurucu
devletini korumayı amaçlayan derogasyonların Avrupa Birliği hukukunun birincil
kaynakları arasına dahil edilmesidir."
Bugünkü basında, dünkü televizyonlarda
Sayın Cumhurbaşkanının benzeri açıklamasını ve uyarılarını görmüş bulunuyoruz.
Türkiye'nin güvenliği açısından Kıbrıs'ın
taşıdığı stratejik önem hakkındaki düşüncelerini birçok defa basın yoluyla dile
getirdiğini anımsatan Orgeneral Özkök, bu nedenle, bunları tekrar etmeyeceğini
kaydetti ve şu sözleri söyledi: "Kıbrıs, sadece Kıbrıslı soydaşlarımızın
bir meselesi değildir; Türkiye'nin güvenliği de söz konusudur. Kıbrıs'ın
Türkiye'nin güvenliğiyle ilişkisi, Türkiye'ye olan mesafesiyle açıklanacak
kadar yüzeysel değil, daha çok Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlarımızın
korunmasıyla ilişkilidir."
Rahmetle andığım Cumhurbaşkanı Sayın
Korutürk'ün deyimiyle "Kıbrıs, Türkiye'nin denizlere açık bir ülke
olmasını engelleyecek bir konumdadır."
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyetinin 20 nci kuruluş yıldönümü nedeniyle Lefkoşa'da yapmış
olduğu, bizlere umut ve gurur veren, tarihe önemli notlar düşen konuşmasından
bazı alıntıları Yüce Meclisin dikkatlerine sunuyorum:
"Kıbrıs Türklerinin kırk yıldır,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin de yirmi yıldır dimdik ayakta durması, bizim
için bir iftihar kaynağıdır. Kıbrıs Türkü, bugüne kadar her türlü zorluğu
aşmasını bilmiş, kendi kaderini çizme cesaretini göstererek eşitlik temelinde
özgür ve onurlu bir hayat yolunu seçmiştir. Kıbrıs Türk Halkı, 15 Kasım 1983
günü bağımsızlığını ilan ederek tarihî mücadelesini taçlandırmıştır. O tarihten
bu yana Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Ada'da barış ve istikrarın temel bir
unsuru olmuştur. Bu gerçeğin kabulü, aynı zamanda Ada'da kalıcı bir uzlaşmanın
da temelini oluşturmaktadır. Kıbrıs'ta çözümün yolu eşitlikten geçecektir,
herkesin gerçekleri kabulünden geçecektir; ancak, varılacak çözümün, Kıbrıs
Türkleri ve Rumlarının barış ve güvenlik içinde yan yana yaşayabilecekleri bir
ortamı da sağlaması gerekir. Bugün, Kıbrıs'ta, her açıdan eşit, dini ve dili
ayrı iki halk, iki ayrı demokratik düzen ve iki ayrı devlet vardır. Kıbrıs'ta
çözüm çabaları bu gerçeklere dayanmalıdır.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti,
Kıbrıs Adasında adil ve kalıcı bir uzlaşmanın nasıl sağlanabileceği konusunda
geçmişin tecrübelerine ve bugünün gerçeklerine dayalı yapıcı ortak görüşlere ve
tutuma sahiptirler; dolayısıyla, önemli olan, Ada'da yeniden olaylara ve
gerginliklere yol açmayacak kalıcı bir çözüme varılmasıdır.
Her ne pahasına olursa olsun bir çözüme
varılması düşünülemez. Zira, böyle bir çözümün yaşayabilmesine imkân yoktur.
Kalıcı bir çözümün unsurları şunlardır: Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin, eşit
statüsünün, siyasî eşitliğinin korunması ve iki kesimliliğin muhafaza edilmesi.
Çözüm, Türk-Yunan dengesini her halükârda dikkate alacak yeni bir ortaklık
temelinde olmalıdır."
Sayın Başbakanın bu tarihî konuşmasında
isabetle altını çizmiş olduğu hususların hiçbiri, Annan Planıyla getirilmek
istenilen çözümde yer bulmamıştır. Netice, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yok
olması ve onu tanıyan Türkiye'nin bölge coğrafyasında -Allah korusun- zaman
içinde marjinalleştirilmesidir.
Bugün, tahammülü zor baskılarla, Kıbrıs'ı
Türkiye'den ayırma eylemi başarılı olduğu takdirde, aynı baskılarla, aynı
yöntemle Türkiye'den daha neler isteneceğini düşünmek bile insanı ürpertiyor.
Benim New York'ta hastanede olduğum bir
günde ve Türkiye'de hükümet değişikliği aşamasında önümüze bir sürpriz olarak
koydukları Annan Planı, millî davayı, Rumların Avrupa Birliğine girmelerini
kolaylaştırıp, yasallaştırmak davası haline getirmiştir. Yunanistan'ın girişimleriyle
1960 anlaşmalarını çiğneyerek Rumların yapmış oldukları üyelik müracaatını
kabul eden Avrupa Birliği, Türk tarafının Avrupa Birliği üyeliği için Rumların
peşinden koşacağı inancıyla hareket etmiş, yanıldığını anlayınca, Türkiye'ye ve
Kıbrıs Türklerine baskıya başlamıştır.
Rumlar açısından Avrupa Birliği,
Türkiye'nin garantisinden, müdahale hakkından, Türk askerinden kurtulmak için
bir vasıta oluyor; Annan Planı da bunu yapıyor. Bunu bildiğimiz içindir ki,
1960 anlaşmalarıyla Türkiye'ye verilmiş olan "Kıbrıs, Türkiye'nin de üye
olmadığı bir kuruluşa üye olamaz" kaidesi, bizler için kutsaldı, kale
alınmalıydı; bu yapılmadan, Avrupa Birliği üyeliği bizim için çekici olamazdı.
Bu yasal hakkımızı kabul etmek istemediler. Yasadışı bir kararla, Rum idaresinin
1960 uluslararası anlaşmaları ihlaline ortak oldular. Bizden istedikleri, bu
suça imzamızla katılıp, gayrimeşru muameleyi meşrulaştırmak ve böylelikle,
Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki en etkin bir hakkının yok edilmesi için Rum'a,
Yunan'a yardımcı olmamızdı. Bunu yapamazdık. Bu, kendimizi inkâr olurdu.
Türkiye, 1995 yılında, gümrük birliği
müzakereleri esnasında, Avrupa Birliğinin Kıbrıs'la ilgili yasadışı eylemini
bildiği için bir çekince koymuştur. Dikkat buyurursanız -çekinceyi biraz sonra
okuyacağım- aynı zamanda Türkiye'nin Kıbrıs siyaseti de belirtilmekte ve işler
yanlış istikamete gittiği takdirde çarenin ne olacağına da açıklık
getirilmekteydi. Masa başında olan müzakerecinin elinde, olmazsa olmazları
kabul edilmediği takdirde tereddütsüz rücu edeceği bir alternatifin bulunması
şarttır; aksi halde, pazarlık gücü çok zayıflamış olur. Tarihî çekinceyi
birlikte okuyacağız: "Rum kesimi tek başına tüm Ada'yı temsil
etmiyor." Bu, çekincenin esasıdır.
Son zamanlara kadar millî dava etrafında
tek ses, tek nefes olan Türk cephesi, Annan Planıyla ilgili propagandalar
nedeniyle ikiye bölünmüş bulunmaktadır. Halbuki, uluslararası antlaşmalarla,
Türkiye'ye ve Kıbrıs Türklerine verilmiş olan en temel hakkı savunmak
suretiyle, Avrupa Birliğini doğru yola davet mümkün olabilirdi. Biraz önce
temas ettiğimiz karar ve açıklamalarınız bu yöndeydi. Son devreye kadar, biz,
bu millî direktifler çerçevesinde hareket ettik; ancak, Annan Planının meydana
getirdiği, Madam Fog ekibinin körüklediği bölünmeyi önleyemedik. Dış dünya, bu
bölünmeden azamî istifade peşindedir; bunun bilinci içerisindeyiz; milletçe
üzülmekteyiz. Zaman zaman, uğruna şehitler verilmiş, kırk yıllık bir direniş
abidesi olduğuna inandığımız millî Kıbrıs meselesi hakkında yazılanları ve
yapılan iddiaları okudukça, hicap duymaktayız.
Planın son şekline, Meclisinizin son
kararı ışığında baktığımızda şunları görürüz:
Annan Planı, kararınızın öngördüğü şekilde
adil ve kalıcı bir çözüm getirmiyor; üzerinde tarafların mutabık kalmadıkları
bir rejimin zorla kabulünü öngörüyor; uzlaşma olmadığı halde, tarafları bir
meçhule oy atmaya zorluyor ve buna, halkın hür iradesinin tezahürü diyor.
Planda, tarafların eşit statüsü ve iki
kesimlilik sulandırılmaktadır. Rum bölgesinde, yüzde 100 Rumlardan oluşan bir
sözde kurucu devlet; Türk tarafında ise, kısa bir zaman süresi içerisinde,
yüzde 33 oranında Rumla karışık bir kurucu devlet oluşturmaktadır. Kurucu
devlet deyimi de aldatıcıdır; çünkü, bunlar, egemenlik hak ve yetkilerinden
yoksun, Rum çoğunluğuna tabi bir merkezî hükümetin anayasasının öngördüğü
şekilde hareket edebilecek vilayet idareleridir.
Rum tarafının, 1963'te yaptığı gibi, bu
rejim işlemiyor deyip yeni bir darbe yapmasını kimse önleyemeyecektir. Bunca
yıllık mücadelemiz, böyle bir ihtimali önleyecek tedbirler bulmak içindi; Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kuruluşu, eşit egemenlikte ısrar bunun içindi; Annan
Planı bunları alıp götürmektedir.
Bu plan, mal mülk meselelerini, her an
patlayacak binlerce saatli bomba halinde içimizde bırakıyor. Taraflar arasında
halledilmesi gereken bir sorunu, otuz yıldan sonra, Kıbrıs'ta, 1963-1974'teki
anlaşmalar ve olaylar, Türklere yapılanları unutarak, iki kesimliliğin 1975,
1977 ve 1979 anlaşmalarıyla kalıcı bir barış için kabul edilmiş bir formül
olduğunu kale almayarak, bireyler arasında bir "al-ver" davası haline
getiriyor. Bu konunun yıllarca ekonomik yaşamımızı dumura uğratacağı da kale
alınmıyor. Burada, çatışmalara hazır, sıcak bir zemin hazırlıyor. Bu mealde,
planda, Rumların "yerleşikler" dediği vatandaşlarımız hakkında, insan
haklarına aykırı talepler ve tedbirler de yer almaktadır. Bu insanlar, tarım
işgücü anlaşmalarıyla, Türkiye tarafından Kıbrıs'a gönderilmiş kişilerden
oluşmaktadır. Bunlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşıdırlar.
Vatandaşlar arasında ayırım yaptırıyorlar. Burada kalabileceklerin listesini
istiyorlar. Bu kalabileceklerin evlerini, tarlalarını yok farz edip, bunları
açıkta bırakıyorlar. Biz, vatandaşlar arasında bu ayrıcalığa karşıyız. Listede
olsun veya olmasın, ekonomimize büyük katkıları olan bu insanların Kıbrıs'ta
kalmaları gerekir inancındayız ve bu konuda Anavatan'dan destek istiyoruz.
Yapılan, insan haklarına, insanlığa aykırıdır.
Yine, bu planda, 1960 anlaşmalarından
kaynaklanan garantörlük hakkı kâğıt üzerinde kalıyor. 2018'den sonra 650 kişiye
düşecek olan garantör kuvvetin Ada'dan ne zaman büsbütün çekileceği -Ada'nın
tümünün nihaî aşamada askersizleşeceği hedefiyle- her üç yılda bir tezekkür
edilecektir deniliyor.
Her gün bir şey öğreniyoruz, bugün de yeni
bir şey öğrendik. Genel Sekreter, bu durumları tanzim eden yasaların bir yerine
öyle bir madde koymuştur ki, bu, Türkiye'nin müdahale hakkını da ortadan alıp
götürüyor. Bunları her gün takip etmezseniz, o, 140'tan fazla yasayı her gün
incelemezseniz, bunları hiç bilemezsiniz. Bugün, ben, uçağa bineceğim sırada
yeni (korrigenda) düzeltmeler, doğrultmalar geldi dediler. Tabiatıyla, şiddetle
reddettim. Bu, artık, biraz ayıp oluyor... Biraz ayıp oluyor... Bir halka,
bilmediği yasaları, kendisinin yapmadığı, meclisinden geçmediği anayasayı, 9
000 sayfalık bir paketi "geliniz, evet deyiniz" diye, zorla kabul
ettirmeye çalışıyorlar.
Şimdi, bu, 650 asker Ada'da kaldıktan
sonra; yani, 1960'taki durum, -bunların değişme birlikleri olacak, her üç ayda
yahut altı ayda bir- Rumlara, bu konuda devamlı ajitasyon yapma, tahriklerde
bulunma fırsatını verecektir. 1963-1974 arasında, bu konuda nelere tevessül
ettiklerini bilenler, bu konuyu Rumların devamlı bir huzursuzluk ve şikâyet
konusu haline getireceklerini teslim edeceklerdir.
Meclisinizin ve her hükümetin üzerinde
ısrarla durduğu Türkiye ile Yunanistan arasındaki denge, Kıbrıs'ın Türkiyesiz
bir Avrupa Birliğine girişiyle Yunanistan lehine temelden bozulmuştur.
Yunanistan eski Başbakanı Simitis'in de dediği gibi Enosis veya Rum liderliğinin
ve basınının dediği gibi dolaylı Enosis tahakkuk etmiş oluyor. Kıbrıs'ın
tümünün derhal Avrupa Birliğine girmesindeki ısrar, bu nedene dayanmaktadır.
Avrupa Birliği, bu konuda bir araç olarak kullanılmaktadır. Avrupa Birliği,
Rumlarla anlaşmış olsak bile, ihtiyacımız olan güvenceleri içerecek olan bu
anlaşmaya birincil hukuk statüsü vermiyor, aldatıcı formüller öneriyor.
Böylelikle, yerli ve yabancı hukukçuların deyimiyle, anlaşmaların yazıldığı
kâğıt kadar kıymeti kalmıyor. Bir İngiliz hukukçuya göre, böyle bir anlaşma,
Kıbrıs Türkleri için intihardan başka bir şey değildir.
Planda aksinin iddia edilmesine karşın,
fiiliyatta, Kıbrıs sorununun çözümü, hâlâ, Avrupa Birliğine giden yolda
Türkiye'ye bir engel teşkil etmeye devam ediyor ve bu da, Türkiye'nin, bu planı
kabul etmesi ve bize de kabul ettirmesi için bir baskı unsuru olarak
kullanılıyor. Böylelikle, kararınızda, uluslararası anlaşmaların açık ihlali
olarak tanımladığınız, Kıbrıs'ı Türkiye'den önce Avrupa Birliği üyesi yapma
eylemi, bu plana "evet" demekle tamamlanarak, uluslararası
anlaşmaların açık ihlali başarıyla noktalanmış oluyor. Bu yetmezmiş gibi,
Türkiye'nin bu ihlali hoş karşılayıp, Kıbrıs Türk tarafına da, bu ihlali
meşrulaştırmak için, planı kabul etmesi yönünde baskı yapmasında ısrar
ediliyor. Biz de bu planı kabul edip bu ihlali meşrulaştırdığımız takdirde,
Türkiye'nin Kıbrıs üzerinde hak iddiası tamamen sıfırlanacaktır.
Otuz yıldır Kıbrıs'ta devam etmekte olan
huzur ve barışın en önemli amili olan iki kesimlilik, Rumların kuzeyde yerleşim
haklarıyla ortadan kalkıyor. Ondokuz yıl sonra Kıbrıs eski haline dönebilecek,
Türkler ise Ada sathında azınlık durumuna düşürülecektir.
Yüce Meclisinizin kararındaki isabetli
tespit, iki kesimliliği zedeleyecek bütün öneri ve girişimlerin Kıbrıs'taki
güvenlik ortamını olumsuz yönde etkileyerek, iki toplumu yeniden bir çatışma
ortamına sürükleyeceği yönündeydi. Yürekten katıldığım bu acı gerçeği
hatırlatıyor ve buna hiçbir şekilde müsaade edilmemesi gerektiğini
belirliyordunuz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sizlere hitap nedenlerimin başında,
Annan Planı kabul edildiği takdirde, kısa bir süre içinde bu acı gerçekle karşı
karşıya kalacağımız inancı yatmaktadır. Birleşmiş Milletler de, çatışma,
kargaşa, kavga beklediklerini açıkça itiraf etmektedirler. Bu nedenledir ki,
Birleşmiş Milletler askerî gücünü 6 000-7 000'e çıkararak, bu güce, askerî
kamplarımıza girip Türk askerini denetleme yetkisi de verilmektedir. Türk
askeri, kampından çıkmak için, bu güce, 48 saat önceden haber verecektir.
Askerlerimiz hudutlardan derhal çekilecek, kamplarında kalacaktır. Askerin
çekildiği hudutlardan toprak, mal mülk iddiasıyla kuzeye girecek Rumları
Birleşmiş Milletler askerleri ne dereceye kadar kontrol edebilecektir.
1963-1974 yıllarında Birleşmiş Milletler askerlerinin performanslarını
hatırlayan bir halk için, bunlar, barışın ve huzurun habercisi, kalıcı bir
anlaşmanın garantisi olamıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Kıbrıs'ın müşterek millî bir mesele olduğuna inananlardanım. Mücadelenin her
safhası buna tanıklık etmektedir. Bugünlere hep el ele, gönül birliği içinde,
millî bir inançla geldik. Kıbrıs yüzünden Anavatanımıza beklenmedik bir zarar
gelmesin diye elden gelen her şeyi, Kıbrıs Türk Halkı olarak yaptık.
Karşılığında, Anavatan'ın hudutsuz fedakârlığıyla bir devletin doğuşuna şahit
olduk. Bu devletin altyapısı için, Kıbrıs Türklerinin huzur içinde
yaşayabilmesi için Anavatan'ın hudutsuz fedakârlığını gördük. Millî hedefin,
Kıbrıs'ta sağlam bir Türk varlığını koruyarak Enosisi önlemek, aynı anlama
gelen Ada'nın Rumlaşmasına engel olmak olduğunun bilinci içinde mücadeleyi
sürdürdük. Bu tehlike, bugün, dünden daha fazladır; çünkü, bize, 1963- 1974'ü
yaşatanlar, halen, sahte bir unvan altında, Kıbrıs'ın tümünde hak iddia
edebilmekte ve silahlanmaktadırlar.
Yabancı diplomatlar, bize "anlaşma
olunca, Avrupa Birliğine girince bunlar son bulacaktır" demektedirler.
1960-1963 yılları arasında da, Makarios'un beyanatları ve silah hazırlığı
karşısında, aynı dost ülkelerin diplomatları, bize aynı teselliyi
vermekteydiler. 1963-1974 yılları arasında toplu mezarlarımız açılırken
ağlayanlar bizlerdik, onlar değildi! Rum tarafı esas siyasetinden vazgeçmediği
için sıkı durmak, gevşememek; fakat, bu arada uzlaşma yollarını da tıkamamak
müşterek, millî siyasetimiz oldu; ancak, karşı tarafta bir değişiklik görmedik.
Sanırım, son İsviçre görüşmelerinde cereyan eden olaylar, Rumların ve
Yunanistan'ın dörtlü konferanstan kaçışları, hiçbir konuda uyum sağlamaması,
planda bize verilmiş görünen kısıtlı hakların bile reddi bu gerçeği iyice
vurgulamıştır. Rum tarafının millî siyaseti, en son 5 Aralık 2003 tarihinde
meclislerinden oybirliğiyle geçirdikleri soykırımı yasasıyla vurgulanmıştır.
Yasayı okuyorum: "14 Eylül 1922
tarihi, Türkler tarafından katledilen Yunanların tarihsel anısı olarak
belirtilmekte ve kabul edilmektedir.
Kıbrıs, Yunanlığın kopmaz bir parçası
olarak Türk boyunduruğunun aynı duygularını hissetmektedir. Yunanların bu
anısına saygı duyarak aynı acı hissedilmekte ve ayrıca, bir ulusun uzun
tarihinde Küçük Asya yıkımı, tarihsel bir gerçeğin önemli bir kısmını
oluşturmaktadır.
Yasada gösterildiği gibi, Yunan ulusunun
resmî tarihsel gerçekliliği, Türk yayılmacılığının stratejik hedefini
göstermektedir.
Tüm bu nedenlerden dolayı Temsilciler
Meclisi aşağıdaki yasayı onaylamıştır.
1.- Mevcut yasa, 14 Eylül tarihinin, resmî
olarak Küçük Asya Yunanlığı ve Küçük Asya Yıkımı Anı ve Şeref Günü olarak
kabulünü 2003 yasası olarak kabul eder.
2.- Bu gerçekliği kabul eden Kıbrıs halkı
-Rum halkı değil, Kıbrıs halkı... Bunlar bizim yasamız olacak!- 14 Eylül
1922'de yerlerinden edilen ve haksız yere soykırıma maruz kalan Küçük Asya
Yunanlarının bu gününü resmen anı ve şeref günü olarak kabul eder.
3.- 14 Eylül günü, her yıl, Kıbrıs halkı
tarafından bakanlar kurulunun kararı ve resmî gazetede yayımlanmasından
itibaren bir ay içerisinde 14 Eylül 1922 tarihinde, Türkler tarafından Küçük
Asya'da yerlerinden edilen Yunanlar için konuşmalar, etkinlikler, anma
törenleri yapmayı ve başka tür etkinlikler yapmayı teyit eder."
Sayın milletvekilleri, Allah'tan, bir Rum
gazeteci, bu çılgınlık karşısında kendisini tutamamış ve bu yasayı oybirliğiyle
geçirmiş olan Meclise, 1922'de uluslararası bir tahkikat komisyonunun saptadığı
şekilde "saldıran Yunanistan'dı, soykırımı yapan da Yunanistan'dı. Siz,
tarihimizi de bilmiyorsunuz" diyebilmiştir. Ama biz, Kıbrıs halkı olarak,
bu yasayı galiba kabul etmek zorundayız!..
Rum liderliği, Kıbrıs'ın tümünü bir Helen
adası, Kıbrıs meselesini Helen dünyasının millî bir meselesi, Kıbrıs Türklerini
de işgal altında yaşayan vatandaşları, Türk azınlığı olarak görmektedir. Hedef,
Kıbrıs'a sahip çıkmaktır, yol, Avrupa Birliği yoludur. 1960 ortaklığını bu
nedenle yıkmışlardır, silahlı mücadele bu nedenle yapılmıştır; görüşmelerin her
safhasında, bu son safha dahil, bir sonuca varılamamışsa, bu neden var olduğu
için varılamamıştır.
Rumlar, Kıbrıs adına Avrupa Birliği
üyeliği için müracaat ettiğinde, zamanın Türk Hükümeti de, gümrük birliği
müzakerelerini yürütmekteydi. Avrupa Birliği, Türkiye'yi zorluyor,
"Kıbrıs" dedikleri Rum müracaatını engellememesini istiyordu. Türk
Hükümeti, bu baskı karşısında, 1960 anlaşmalarına sahip çıkmış ve şu çekinceyi
koymuştur. Bu çekincede Türkiye'nin kararlılığı ve alternatifsiz olmadığı açıkça
görülmektedir; okuyorum:
"Kıbrıs Rum tarafının Avrupa
Birliğine yapmış olduğu tek yanlı müracaatla ilgili olarak Türkiye, Kıbrıs Türk
tarafınca öne sürülen hukukî, siyasî ve ahlakî argümanları paylaşmaktadır. Bu
müracaat, Kıbrıs içinde öngörülen federal bir yapı için elzem olan tarafların
ortak rızası unsuruyla çelişmektedir. Rum tarafının müracaatı ve bu müracaatın
Avrupa Birliği tarafından işleme konması, Birleşmiş Milletlerin, Kıbrıs'ın
Avrupa Birliği üyeliğinin toplumlararası görüşmelerde ele alınması gerektiğine
dair mütalaasına ters düşmektedir. Avrupa Birliği Komisyonunun Kıbrıs Rum
müracaatına ilişkin görüşü, üniter devlet genel kavramına dayanmaktadır; bu
kavram ise, iki toplumlu, iki kesimli federal çözüm hedefiyle
bağdaşmamaktadır."
Bu, "140 yasa" dediğim yasaların
hemen hemen tümü, Rumlar tarafından, zaman içerisinde Avrupa Birliği
yasalarıyla uyum içerisine konulmuştur; tetkik edebildiğimiz kadarıyla,
gördüğümüz, üniter bir Rum devleti öngörülerek yapılmış yasalardır; bunların,
zaman olup, hepsini ayıklamak, incelemek lazımdır.
Açıklama devam ediyor: "Güney
Kıbrıs'ın, Avrupa Birliği üyeliği için yapmış olduğu tek yanlı müracaat ve
bunun Kıbrıs'ta bir çözüm öncesi veya sonrasında gerçekleşmesi, Kıbrıs'a
ilişkin 1959 Zürih ve Londra anlaşmalarıyla, 1960 anlaşmalarının ihlalidir. Bu
anlaşmalar, Türkiye ve Yunanistan'ın her ikisinin de taraf olmadığı
uluslararası siyasî ve ekonomik birliklere Kıbrıs'ın üyeliğini engelleyen
hükümler içermektedir. Buna ilaveten 1960 anlaşmaları, Kıbrıs'ın kısmen veya
tamamen herhangi başka bir devletle siyasî veya ekonomik birleşmeye gitmesine
izin vermeyen özel hükümler içermektedir. Bu anlaşmalar, ayrıca, garantör
güçler olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'ye, böyle bir birleşmenin önüne
geçmeleri konusunda özel bir sorumluluk yüklemektedir. Türkiye, kendi
açısından, 1960 anlaşmalarından kaynaklanan hak ve sorumluluklarının muhafaza
edilmesi konusunda kararlıdır. Türkiye, diğer garantör ülkeler gibi, kendisi de
Avrupa Birliği üyesi oluncaya kadar, Kıbrıs'ın, kısmen veya tamamen Avrupa
Birliği üyesi olmasına karşı çıkmaya devam edecektir. Türkiye, Avrupa Birliği
Konseyinin Kıbrıs'ın üyelik müzakerelerine ilişkin kararıyla mutabık
değildir." Ve devam ediyor.
Şimdi bunlara karşı çıkılmıyor, şimdi
uluslararası anlaşmalar ihlal ediliyor, Türkiye'nin temel bir hakkı ortadan
kalkıyor, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ortadan kalkıyor. Papadopulos, 7 Nisan
2004'te yapmış olduğu planı ret konuşmasında bunu açıkça teyit etmektedir.
Avrupa Birliğinin, “Kıbrıs” adı altında,
Rum idaresine üyelik vermiş olması, sadece uluslararası anlaşmaların ihlaliyle
sonuçlanmış değildir. Bu statü, bu hukukdışı muamele, Kıbrıs meselesinin
görüşme yollarını da etkili bir şekilde tıkamıştır. Bugüne kadar, 1968'den bu
yana, Kıbrıs'ta, ne anlaşma olmuşsa benim inisiyatifimle olmuştur ne anlaşma
olmamışsa, anlaşma olma safhasına geldiğimizde, Rumların bu nedenle meşru
Kıbrıs hükümeti olma durumlarını etkilediği için olmamıştır. Bunu, herhalde,
ilgili tarihçiler gün gele araştırıp bulacaktır. Elimde listeler var; ama,
zamanınızı almak istemiyorum.
Bize, ya hak ve hukukumuzda ısrar ederek
direnmek ya da Türkiye ve Kıbrıs Türkleri olarak, Kıbrıs üzerinde var olan
haklarımızı yapay planlarla koruyamayacağımızı, beş on yıl içerisinde
Kıbrıs'tan tamamen çekileceğimizi bilerek, başka çare yok deyip, kadere boyun
eğmek kalıyor. Bana göre, Makarios'un zaman zaman açıkladığı gibi, Kıbrıs'ta
başlattığı Girit modelinin son sayfalarını bu planla yazıp kapatmak
istemektedirler. Anadolu'nun her köşesinden her gün aldığım destek mesajları,
Türk Ulusunun böyle bir sonuca razı olmayacağını teyit etmektedir. Bu
nedenledir ki, biz, Meclisinizin kararlarında da belirtildiği gibi, iki
kesimliliğin ve Türk garantisinin sulandırılmadığı, eşit egemenliğe dayalı bir
ortaklıkta direndik ve direnmeye devam ediyoruz.
Annan Planını, bizi Kıbrıs'ta iki eşit
egemen halktan biri, kurucu ortak bir taraf olarak kabul etmediği ve iki
kesimliliği kabul edemeyeceğimiz bir biçimde sulandırıp kapıyı Kıbrıs'ın
tamamen Rum idaresine dönüşüne açık bıraktığı için kabul edemiyoruz. Bu
meyanda, 7 Nisan tarihli Washington Post'ta Kıbrıs'la ilgili bir makalenin şu
bulgularına dikkatinizi çekmek istiyorum: Barışçıl bir çözüme en büyük tehdidin
Ada'nın Rum kesiminden geldiği, onların Birleşmiş Milletlerin uzlaşı formülüne
evet demek için daha az nedenleri olduğu; çünkü, Avrupa Birliği üyeliğini
garanti etmiş oldukları belirtiliyor. Aynı makalede, çoğu Türk'ün, Kıbrıslı
Türklerin haklarının tek garantisinin Rumlardan ayrı kalmak olduğuna inandığı
ifade olunuyor. Kıbrıs'ta da, halkımız, iyi komşuluk istiyor "ortaklık
olacaksa olsun; ancak, göçmen olmayalım, Rumlar içimize gelmesin, yeniden kavga
etmeyelim" diyor. Evet, ben de, Rum'un siyasî emelinden ve hedefinden
vazgeçmediğini gören bir kişi olarak geleceğe temkinli yaklaşanlardanım.
Ortaklık, iki kesimliliği alabildiğine sulandırmaksızın, mal mülk meselesini
hallederek, insanları birbirlerine düşürmeksizin temin edilebilir
düşüncesindeyim; yeter ki, dışdünya, taraflara eşit davransın, ambargolar
kaldırılsın, Türk-Yunan dengesi bozulmasın ve yeter ki, kimse bizi
alternatifsiz addetmesin. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yarınlara açık bir
ülkedir; yeter ki devlete sahip çıkılsın.
Bugün, Rum Yunan liderliği Annan Planını
değerlendirirken, kendi halklarına "istediğimiz her şeyi aldık"
diyebiliyor; fakat, buna rağmen, hâlâ karamsarlık beyan ediyorsa, bu, bir
taktik icabıdır, Türklere verilmiş olandan bir kısmını daha koparmak için
tevessül edilen bir oyundur; aynı zamanda, Annan Planını kabul etmek ihtiyacı da
yoktur; çünkü, Avrupa Birliği üyesi olmuştur ve Avrupa Birliğiyle yapmış olduğu
anlaşmayla, Kıbrıs Türklerini azınlık olarak, ülkesini de, kısmen işgal altında
bir ülke diye kabul ettirmiştir. Biz, bu yanlışları düzeltmeyen Annan Planıyla
Avrupa Birliğine girersek, sonumuz gelmiş olacaktır; çünkü, bu formatta
Türkiye'den de kopmuş bir azınlık olarak kalmaya mahkûmuz. Biz, konunun esasına
bakıyoruz ve endişemizin arttığını görüyoruz. Götürülmek istendiğimiz yol, bizi
1960 anlaşmaları gibi işlemezlik iddialarıyla yeniden yıkılacak, bir kenara
atılabilecek bir kuruluşa götürmektedir. Bunu önleyici her tedbire Rum tarafı
karşı çıkmış ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri eliyle destekleyicilerini
de daima yanında bulmuştur.
Baskı altında, tarafların mutabık kalmadıkları
bir belge için referanduma sürükleniyoruz; yani, anlaşmayı değil, anlaşmazlığı
oylayacağız; hem de 9 000 sayfalık bir pakete bakarak. İçinde bizi etkileyecek
Rumlar tarafından hazırlanmış yüzlerce yasaya, anayasalara rağmen.
Millî iradenin temsilcisi olan sizler,
bizim yerimizde olsaydınız, geleceğinizle böyle bir kumar oynar mıydınız;
yabancıların hazırladığı yasalar ile anayasaları kabul eder ve bunun adına
barış der miydiniz?!
Bu soruları kendime soruyorum, Annan
Planında lehe görünen ne varsa, bunların sağlanmasında payı olan bir müzakereci
olarak soruyorum ve böyle bir şey olamaz, bunda bir yanlışlık var diyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her
meselenin halli gerçekçi bir teşhise dayanır. Kıbrıs meselesine gerçekçi bir
teşhis koymaktan kaçınanlar, daha doğrusu yanlış bir teşhisle yola çıkmış
olanlar, bu yanlışlarından dönmeksizin hal çaresi bulmaya çalışmaktadırlar.
Yüce Meclisiniz, Kıbrıs meselesine birçok
defa gerçekçi teşhisini koymuştur; Annan Planı, bu teşhisinize uymamaktadır;
bunu vurgulamak istiyorum.
Kıbrıs meselesi, 1960 anlaşmalarıyla
meydana getirilmiş olan Türk-Yunan dengesine dayalı bir Türk-Rum ortaklık
devletini, bu anlaşmaların kalıcı barış için yasakladığı enosise ulaşmak için
yıkmaktan kaynaklanan bir meseledir. Rumların iddia ettikleri ve Annan Planında
da genelde kabul edildiği gibi, 1974'te başlayan "zavallı, evsiz kalan Rum
göçmenler" meselesi değildir. Ortaklığı yıkan tarafı meşru hükümet
addetmekle başlayan yanlışa hâlâ devam edilmektedir. Biz bunun hallini
beklerken, Yunanistan, bu gayrimeşru Kıbrıs hükümetini AB üyesi yapmıştır. 1960
anlaşmaları yeniden çiğnenmiş, haksızlık, adaletsizlik temel alınarak, bunların
üzerine barış binası yapılmak istenmiştir. Bize akıl almaz baskılar
yapılmaktadır. Rum tarafı ise, sahte unvandan yararlanmakta, bu yanlış devam
ettiği sürece millî hedefine ulaşabileceğini görmektedir. Enosisi avucunun
içerisinde bilen, bizi azınlık vatandaşı addeden, Türkiye'yi işgalci ilan eden
ve 1963 öncesine dönüşü hak bilip, 1963-1974 arasında Türklere yaptıklarının
tazminatını vermeyi düşünmeyen bu zihniyetle yapılacak hangi anlaşma, Kıbrıs'a,
yöreye ve Avrupa Birliğine huzur getirecektir?!
Halen "referanduma hayır"
çağrısı yapan Papadopulos'un mesajı gayet açıktır: Kıbrıs Avrupa Birliği üyesi
olunca, veto tehdidiyle, Türkiye'den bugün alamadıklarını alacaklardır
diyorlar. Bu sahtekârlığa boyun eğmek yerine, Rum-Yunan ikilisinin, Avrupa
Birliğini enosis yolunda bir vasıta olarak kullanmakta olduğunu anlatmak için
seferberlik gerekmektedir düşüncesindeyim.
Kırk yıldır, Kıbrıs Rumunu, Ada'nın tümüne
sahip, Türkleri de temsil eden bir makam olarak kabul etmemiş olan Türk tarafı,
bu tehdit karşısında ne yapacaktır? Sanırım, Türkiye'ye güvenen dost ülkeler,
bu beklenti içindedirler. Türkiye, en haklı ve en güçlü olduğu bu millî davada,
emperyalist baskılara ne kadar direnebilecektir? Yapay bir uzlaşma adına,
tanıdığı bir devletin egemenliğinden ve güvenliğinden vazgeçecek mi? Bu soru,
dost ülkelerin temsilcileri tarafından sık sık sorulmaktadır.
Rum liderlerinden Klerides -iki dönem (on
yıl) Rumların liderliğini, Kıbrıs cumhurbaşkanı sahte unvanı altında başarıyla
yürütmüştür- hatıratında der ki: "Kıbrıs Rumlarının amacı, Ada'yı,
Türklerin, koruma altında azınlık olarak yaşayacağı bir Rum devletine
dönüştürmekti." Kırk yıldır bunu başardılar. "Türklerin amacıysa,
buna karşı direnmek ve anlaşmalardan kaynaklanan ortaklık haklarını müdafaa
etmekti." Kırk yıldır bunu yapmaya devam ediyoruz, sayenizde.
"İki toplum da, bu birbirinden tamamen farklı hedefleri için,
gerekirse savaşmaya hazırdır." Rum tarafı, Kıbrıs'ı alıp götürmek için
savaşmaya hazırdır, silahlanmaktadır, Yunanistan'la askerî anlaşmalar yapmıştır
ve bütün hedefleri, bu anlaşmalar yoluyla, Türkiye'yi Ada'dan çıkarmaktır; ondan
sonra işleri kolay.
Kıbrıs sorunu, işte, birbirine karşıt bu
iki düşüncenin çatışması sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu çatışma, gördüğünüz
gibi, devam etmektedir.
1971 yılında da, Klerides "Türkler
artık içimizde değil, dünya bizi tanıyor; ya istediklerimizi kabul ederler ya
da çıkıp giderler" demiştir. Aynı Klerides, Annan Planıyla öngörülen
çatının kabulü için son sözü söylemiştir. Referandumda "evet"
kampanyasının öncülerindendir. Halkına şöyle sesleniyor: "Türk askerinin
Ada'dan çıkmasını istemedik mi; Annan Planı bunu yapıyor. Göçmenlerimizin eski
yerlerine dönüş hakkını istemedik mi; Annan Planı bunu da yapıyor. Daha ne
istiyorsunuz." Kilise ve "hayır" cephesi cevap veriyor:
"Annan Planına göre, Kıbrıs'ın tümüne sahip çıkabilmemiz için onbeş yıl
beklememiz gerekiyor. Buna neden yoktur. Planı kabul etmeden, bunu daha erken
elde edebiliriz."
Halledilmesi gereken mesele budur. Hal
çaresi, 1960 anlaşmalarında vardır. Kıbrıs, Türkiye'nin henüz üye olmadığı bir
kuruluşa giremez. Rumlar, bu kuralı çiğnemiştir; Kıbrıs'ı Rumlaştırmak için
çiğnemiştir, Enosis için çiğnemiştir, Türkiye'yi Ada'dan atmak için
çiğnemiştir. Annan Planı bunu yapıyor, buna çanak tutuyor; bizden de, bunu
yasallaştırmamızı istiyorlar.
Seçeneğimiz, Türkiye ile birlikte veya
Türkiye'nin Kıbrıs üzerindeki hakları, Türk-Yunan dengesi, Türkiye üye oluncaya
kadar tanınmak kaydıyla ve karşılıklı müzakere edeceğimiz bir anlaşmayla yeni
bir ortaklık kurarak, Avrupa Birliği üyeliğidir.
Bize, Annan Planını kabul etmiyoruz diye
kızanlar ve bu Planın kabulüyle Türkiye'nin büyük bir baş ağrısından
kurtulacağını sananlar, geçmişte, Denktaş'ın veya Türk hükümetlerinden birinin
veya diğerinin yaptığı hatalardan da bahsederler. Kıbrıs meselesi, şunun veya
bunun hatası nedeniyle kaybedilecek bir mesele değildir diye düşünmekteyim. Kul
hata yapabilir, hükümetler de hata yapmış olabilirler; ancak, tüm bu hata
iddialarına rağmen, önümüzde Türkiye'nin tanıdığı bir Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin yok ediliş planı vardır. Geçmişte hata yapmış olan varsa, bunlar,
bu devletin ortadan kalkmasını gerektiren bir hata yapmış değildirler, tam aksi, Türkiye'nin güvenliğini de
etkileyecek olan bu gidişatın karşısında inatla ve basiretle direnmesini
bilmişlerdir. Bugün "Kıbrıs'ın tümü benimdir, Türkler vatandaşımdır, azınlığımdır,
egemenlik tektir ve Kıbrıs Cumhuriyetine aittir" diyen bir zihniyetin
karşısındayız.
Papadopulos'un son açıklamasına birlikte
bakalım: "İçim acıyarak, en esnek, en toleranslı değerlendirmeyle dahi
nihaî Annan Planının, ortaya koyduğumuz asgarî hedefleri bile yerine
getirmediği sonucuna varıyorum. İyileştirilmiş olan maddelerde bile işlevsel
zorluklar, karmaşık prosedürler ve tehlikeli belirsizlikler tespit
ediyoruz." Aynı tehlikeli belirsizlikleri biz de tespit ediyoruz, aynı
karmaşık prosedürleri görüyoruz, bu çalışamaz bir mekanizma diyoruz; ama,
dinleyen yok.
Sayın milletvekilleri, 1960 devletini,
işlevsel zorluk var, Türklere fazla hak verildi diye yıkanların bu beyanatları
karşısında uyanık olmamız gerekir. Bu beyanatlar karşısında, Annan Planına bir
kez daha bakmamız gerekir.
Devam ediyor Papadopulos: "Annan
Planında memnun kalmadığım birçok bölüm ve madde vardır." -Benim de-
Bunlarla ilgili olarak müzakere edilmeden ve taleplerimiz tamamıyla görmezden
gelinerek uzlaşmalar empoze edilmiştir. -Aynı şikâyeti ben de yapıyorum- Bir
hafta sonra AB üyesi olacağız. Türkiye, AB üyesi olmak için bize gelecek. O
zaman istediklerimizi alacağız. O halde referanduma ne gerek var" diyor.
Bunun cevabını herhalde Avrupa Birliğinin onurlu üyelerinin vermesi gerekir;
ancak, ilgileneceklerini sanmıyorum. Bu tehdide, bu küstahlığa boyun eğilmez
diye düşünüyorum. Aynı zamanda, empoze edilen bir anlaşmanın Kıbrıs'a barış
getireceğine inanmıyorum. Fikri ve zikri bu olanlar karşısında, devletimizden
ve egemenliğimizden vazgeçmemizi öngören, halkımızın yarısını göçmen yapıp iki
kesimliliği yok eden, garantör Anavatanın son askerini zaman içinde Adadan
çıkaracak bir plana evet denilebilir mi? Bazılarına göre, Rum'un hayır dediği
her şey Türk tarafının lehinedir ve biz de buna göre hareket etmeli, Rum'un
hayır dediğine biz evet demeliyiz. Biz, Rum hayır diyecek inancıyla evet
dersek, vilayet olmayı kabul etmiş, egemenlikte ısrar etmeyen bir toplum
statüsüne bağlı kalacağız, ileride bunun dışına çıkamayacağız. Halkınızın onayladığı
statü budur diyecekler. Dolayısıyla, bu gerçekçi bir değerlendirme değildir.
Rumlar 1964'ten bu yana Kıbrıs Cumhuriyeti
meşru hükümeti olarak tanınmanın rahatlığı içindedirler. Onların davası, haksız
yere gasp ettikleri bu unvanın arkasına saklanarak Kıbrıs'ın tümüne sahip
çıkmaktır.
1968'den bu yana başlayıp sona eren her
görüşme safhasında Kıbrıs hükümeti unvanına gölge düşürmemeyi esas gaye
bilmişlerdir ve bu unvan altında uluslararası arenada her kılığa girerek her
ülkeyle karşılıklı ilişkiler kurmuşlardır. Makarios'un vasiyeti, Kıbrıs
hükümeti unvanından ancak enosis için vazgeçileceği yönündedir. Dolayısıyla,
enosise açık olmayan her anlaşmayı, Rum liderliğini meşru hükümet olarak kabul
etmeyen her teşebbüsü reddetmektedirler.
"Referandumda Rum ne der, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı ne yapar" sorularının cevabını, bir hafta
sonra birlikte alacağız. Ümit ederim ki, dıştan ve Türkiye'den gelmekte olan
tüm baskı ve telkinlere rağmen, halk kendi hür iradesini kullanacaktır; içeriğini
bilmediği, zorla empoze edilmek istenilen 9 000 sayfalık pakete
"evet" demenin tehlikesini görecek ve ona göre hareket edecektir.
Ben, bu referandumda niye
"hayır" diyeceğimi anlatmaya çalışacağım. Annan Planı, sorumluluğu,
bizden, liderlikten almış, halka vermiştir.
Ben "hayır" diyeceğim; çünkü, bu
anlaşma, Rumlara, kısa bir süre içerisinde Kıbrıs'ın tümüne sahip çıkma
olanağını vermekte, Kıbrıs Türkünü Anavatan'dan ayırmaktadır.
Bu anlaşma, iki kesimliliği bozmakta,
Avrupa Birliği normları altında, bizi nereye götüreceği belli olmayan,
karmaşık, idarî ve siyasî bir çerçeve içerisine oturtmaktadır.
Mal mülk sorunlarını halletmiyor; bunları,
bireyler arasında içerisinden çıkılmaz bir karmaşa haline getiriyor, geleceğin
büyük kavgalarına zemin hazırlıyor.
1960 anlaşmalarıyla bize verilmiş olan
garantileri, zaman içerisinde tümüyle ortadan kaldırmaya açık kapı bırakıyor.
Halkımızın yarısını göçmen yapıyor;
bunların rehabilite edilebilecekleri toprak bırakmıyor. Rehabilitasyonu,
apartman daireleriyle halletmeye çalışıyor; onun parasını da rehabilite
edilecek kişilerden alıyor.
Kıbrıs meselesine Rum'un gözüyle bakarak
tedbir öngörüyor ve Kıbrıs Türklerinin iki halktan biri olduğunu, bu halkın
eşit egemenliğini kabul edecek cesareti gösteremiyor.
"Hayır" diyorum; çünkü, bu
planda bize verilmiş görünen haklar, Avrupa Birliği normları altında yok
edilebilecektir; kalıcı derogasyonları içermemektedir.
"Hayır" diyeceğim; çünkü, Avrupa
Birliği, "Kıbrıs hükümeti" sahte adı altında Rum yönetimiyle yaptığı
anlaşmaya verdiği birincil hukuk statüsünü bizi de kapsayacak şekilde
genişletmek niyetinde olmadığını açıklamıştır.
"Hayır" diyeceğim; çünkü,
Rumların Avrupa Birliğiyle hazırladıkları 9 000 sayfalık bir paketin
geleceğimizi nasıl etkileyeceğini bilmiyorum. Çünkü, bu paketin içinde
Meclisimizin onayından geçmeyen, ancak, geleceğimizi ipotek altına alacak bir
anayasa bile var.
"Hayır" diyeceğim, çünkü, bu
metot, halkımıza hakarettir; onun varlığını, Meclisini, otoritelerini hiçe
sayarak, başka ülkelerin, Kıbrıs üzerinde kendi çıkarlarını sağlamak için
kurulmuş bir mega hiledir.
"Hayır" diyeceğim, çünkü, bu
plan bizi Türkiye'ye, Anadolu'ya ebediyen hasret bırakacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Büyük Atatürk'ün Yüce Meclisinde siz sayın milletvekillerine Kıbrıs konusunda
gelmiş olduğumuz kritik aşamaya ilişkin görüşlerimi açıklayabilmenin huzur ve
mutluluğu içerisindeyim.
Son olarak, ulusumuzun yüce menfaatlarını
koruyabilmek üzere, 24 Nisan referandumunda -ümit ediyorum, halkıma inanıyorum-
"hayır" sonucunu aldıktan sonra neler yapmamız gerektiği hususuna da
kısaca değinmek istiyorum!
Hayır sonucunu aldıktan sonra, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin uluslararası camia tarafından tanınması ve içinde
bulunduğumuz izolasyondan çıkılması için, Anavatan Türkiye'yle birlikte yoğun
çabalar sarf etmemiz gerekecektir. Böylelikle, Avrupa Birliğinin, yapmış olduğu
büyük yanlıştan dönmesine olanak sağlayabilecek bir temas sürecinin kapılarını
açmış olacağız. İnanıyoruz ki, Annan Planının gündemden düşmesiyle, Avrupa
Birliği, bizim tanınma çabalarımıza paralel olarak Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetiyle temas olanaklarını arayacaktır. Bu arada Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetine uygulanmakta olan ambargoların kaldırılmasının gündeme gelmesi de
kaçınılmaz olacaktır.
Hayır sonucunu aldıktan sonra, aziz
Anavatanımızdan koparılmaya razı olmamış Kıbrıs Türkleri olarak, huzur ve
mutluluk içerisinde Avrupa Birliği uyum çalışmalarımızı yoğunlaştıracak ve
uluslararası camianın saygın bir üyesi olarak kabul edilmek için gayretlerimizi
artıracağız. Ancak bu suretle Kıbrıs'taki güney komşularımızı bizimle adil ve
kalıcı bir çözüme zorlayabileceğimizi düşünüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
"Kıbrıs meselesi hamasetle halledilmez" diyenler var; doğrudur. Ümit
ederim bu konuşmamı hamaset olarak değerlendirmeyeceksiniz. Kıbrıs'ı
kaybediyoruz. Bunun öyküsünü, gerçeklere değinerek dikkatinize getirmeye
çalıştım. Kıbrıs meselesi hamasetle halledilemez; ancak "neyle
halledilebilir" sorusunu sormak gerekir. Bugün burada bu soruyu, sizlerin,
Türk Ulusu adına geçmişte, Mecliste kararlarınızla verdiğiniz cevaplarla
yanıtlamaya çalıştım. Beni sabırla dinlediniz, minnettarım.
Kıbrıs meselesi, doğru, gerçekçi bir
teşhisle, gerçekler kale alınarak halledilir ve bu gerçekler Kıbrıs'ta iki
halkın, iki devletin varlığıdır; Türk-Yunan dengesidir, fiilî ve etkin
garantilerin devamıdır. Bu esaslar dahilinde, Rumlarla iyi komşuluk, adil ve
kalıcı bir anlaşmayla yeni bir ortaklıktır. Bu nedenle sizlere, Annan Planının
yanlış bir teşhisle, gerçekleri kale almaksızın, Rumlara, 1963'te yaptıklarını
yeniden yapma fırsatı veren bir plan olduğunu izaha çalıştım.
Karşı görüşte olanları ikna etmek mümkün
olmayabilir; ancak, planın içyüzünü bilmeyenlerin tereddütlerini, bu büyük
ulusun bir evladı olarak giderebilmişsem mutlu olacağım, görevimi yapmış
olmanın hazzını yaşayacağım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Kıbrıs Türkleri, Yüce Meclisinize, Anavatan'a, onun Cumhurbaşkanına,
hükümetlerine, Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin her kademesine, Anadolu'nun
kadirşinas, vatansever halkına minnettardır. Bunu, yeniden, bu kutsal ortamda
kayda geçirmeme müsaade ediniz.
Bugüne kadar müşterek millî dava uğruna,
1955'lerden bu yana birçok badireden geçtik; bu çetin yolda çektiklerimiz,
kayıplarımız, şehitlerimiz, gazilerimiz oldu; birlikte sevindiğimiz, birlikte
yıllarca Kıbrıs için endişe ve korku içinde yaşadığımız yıllar oldu; bunların
hepsine, birlikte "helal olsun, nihayet kurtulduk" dediğimiz günleri
de birlikte yaşadık. 20 Temmuz 1974 ve 15 Kasım 1983, bunlar arasında ümit
meşaleleri olarak kalacaktır.
Çektiklerimiz unutulamaz, kayıplarımız
geri getirilemez, şehitlerimize yeniden can verilemez; ancak, verdiği
mücadeleyle eşitliğini, egemenliğini kanıtlamış olan bir halkın yeniden yapay
bir anlaşmayla Rumlara ram edilmesine müsaade edilirse, milletçe müşterek
acımız hiç dinleyecektir ve bu halka, bu yüce ulusa bu acıyı tattırmak hakkımız
yoktur demek istiyorum.
Tekrar, saygılar sunuyor, en içten
duygularla sizlere teşekkür ediyorum. (Ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Cumhurbaşkanı.
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ
CUMHURBAŞKANI RAUF DENKTAŞ - Efendim, çok teşekkür ederim, çok sağ olun.
(Ayakta alkışlar)
BAŞKAN - Güle güle Sayın Cumhurbaşkanı.
Allah, Türk Milletinin ve Kıbrıs Türkünün
yardımcısı olsun.
Birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.31
İKİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 16.43
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Enver Yılmaz (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 74 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
2 adet Meclis araştırması önergesi vardır;
okutacağım...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın Topuz.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın
Denktaş konuşmaya başladığı sırada, her zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinin
yaptığı bir görevi yine yerine getirmek amacıyla, bir önerge vermiştik. O
önergeyi işleme koymanızı istiyoruz efendim.
BAŞKAN - Sayın Topuz, sizin bahsettiğiniz
şekilde bir önerge yok; Sayın Mehmet Ağar, Sayın Ali Topuz ve Sayın Ülkü
Güney'in imzasıyla bir önerge var; ancak, bu önergeden, sizin kastettiğiniz
gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda mutabık kaldığı anlamı çıkmıyor;
AK Parti Grubunun imzası yok. Dolayısıyla, talebinizi yerine getiremeyeceğim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan,
mutabakatın belli olabilmesi için oylamaya sunulması lazım. O zaman, tutumunuz
hakkında söz istiyorum, usul hakkında söz istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Topuz, araştırma önergesini
okutacağım...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Böyle bir yetkiniz
yok efendim! Sayın Başkan, 63 üncü maddeye göre söz istiyorum.
BAŞKAN - Araştırma önergesini
okutuyorum...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, bir
emrivaki yapmayın efendim; çok yanlış bir iş yapıyorsunuz!
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, 63 üncü
maddeye göre, tutumunuz hakkında söz istiyoruz ve bunda takdir hakkınız yok
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Başkan, İçtüzüğün 53 üncü
maddesini okuyorum: "Tebrik, teşekkür, takdir ve temenni gibi hususlara
dair yazılar ve telgraflar ilan tahtasına asılır ve tam veya özet yahut sadece
zikredilmek suretiyle tutanağa eklenir.
Genel Kurulun saygı duruşunu gerektirecek
haller Başkanlık Divanınca kararlaştırılır."
Talebiniz, İçtüzükte olmadığı gibi, teamülen de bulunmamaktadır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Nasıl
bulunmamaktadır Sayın Başkan?!
BAŞKAN - Teamülen yok...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Daha bir yıl önce,
bu Mecliste, bir önerge verilerek, oylama suretiyle karara bağlanmıştır.
BAŞKAN - Sayın Topuz, bir yıl önce
Mecliste verilen önergede tüm grup başkanvekillerinin imzası bulunmaktadır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bir önergede
herkesin imzasının bulunacağına dair hangi usul hükmü vardır, hangi İçtüzük
hükmü vardır söyler misiniz?!
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Efendim,
Meclisin oyuna sununuz.
ÖNDER SAV (Ankara) - İlan tahtasına
asılmış mıydı o zaman?
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, 63'a
göre söz hakkı talep ediyoruz.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Koç.
A. HALUK KOÇ (Samsun) - Grubumuz adına
Sayın Onur Öymen konuşacak.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın
Başkan, bu tamamen bir usuldür; yani, usuldendir.
V. - USUL
HAKKINDA GÖRÜŞMELER
1. - Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın Genel Kurula hitaben
yaptığı konuşmadan sonra TBMM Genel Kurulunca bir deklarasyon yayımlanmasına
ilişkin önergenin işleme konulup konulmaması hususunda
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu, Doğru Yol
Partisi Genel Başkanı ve bağımsız milletvekili Ülkü Güney'le birlikte, Meclise
bir önerge sunmuştur.
Bu önerge, biraz önce Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ın Mecliste yaptığı konuşmayla
ilgili Meclisin tutumu hakkındadır. Geçen yıl da, 6 Martta Sayın Denktaş Yüce
Meclise hitap ettikten sonra, burada, buna benzer bir önerge sunulmuş, Meclisin
daha önceki kararlarına atıfta bulunulmuş ve Meclisin tavrı açıklanmıştı. Bu
defa ki önergenin de, özü itibariyle farkı yoktur. Burada da, Kıbrıs'la ilgili
daha önceki Meclis kararlarına atıfta bulunulmakta ve Sayın Denktaş'ın tavrına
destek verilmektedir. İçeriği itibariyle geçen yılki önergeden farklı değildir.
O bakımdan, bu önergenin onaylanmamasının mevcut teamüllere aykırı olacağını
düşünüyoruz. Geçen yılki uygulama bir teamül yaratmıştır ve Yüce Meclisin aynı
teamülü sürdürmesini içtenlikle diliyoruz.
Bu vesileyle şunu da ifade etmek istiyorum
ki, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Sayın Denktaş'ın burada ifade ettiği
görüşleri büyük bir takdirle karşıladık; kendisine desteğimiz tamdır.
Şunu da ifade etmek istiyorum ki, Sayın
Denktaş'ın sözleri, içerik itibariyle, birkaç gün önce yaptığımız görüşmedeki
bazı hükümet iddialarına açık bir cevap niteliğindedir, bunu tarihe tescil
etmiştir. Gümrük birliği sırasında, özellikle, Türkiye'nin Güney Kıbrıs'ın
üyeliğini zımnen kabul ettiği yolunda Sayın Dışişleri Bakanı tarafından ifade
edilen görüşlerin gerçek olmadığını, belgesini okuyarak kanıtlamıştır. Bunu, bu
vesileyle belirtmek istiyorum.
Sayın Başkan, bu vesileyle şunu da ifade
etmek istiyorum: Sayın Denktaş'ın yaptığı açıklamalar, Kofi Annan Planının
içeriğine ışık tutmaktadır. Bizim, birkaç gün önce Yüce Mecliste ifade
ettiğimiz görüşlerin ne kadar gerçek olduğunu, ayrıntı sayılan bazı hususların ne
kadar ciddî sakıncalar içerdiğini de, bu vesileyle, Yüce Meclis öğrenmiş
bulunmaktadır. Bazıları, bu anlaşmanın iki kesimlilik getirdiğini söylüyor;
bunu iddia edenler var -Sayın Denktaş'ın sözlerini tekrarlıyorum- Sayın Denktaş
"bu metin iki kesimliliği sulandırıyor" diyor. Demek ki, Denktaş'ın
görüşüne göre, Kofi Annan Planı iki kesimliliği sağlamamaktadır. Bazıları
"egemenlik getiriyor" diyor, Sayın Denktaş "egemenlikten yoksun
bırakıyor, bir vilayet haline getiriyor" diyor; "mal mülk meseleleri
bir saatli bomba haline gelecektir" diyor; "Türkiye'den gelenler
açıkta kalacaktır, yapılanlar insanlığa aykırıdır" diyor;
"garantörlük hakları kâğıt üzerinde kalacaktır" diyor ve en önemlisi,
"yeni düzeltme önerileri geliyor" diyor, "yeni korrigendalar
geliyor" diyor. Bu ne demektir; acaba Kofi Annan Planına hâlâ son noktası
konulmamış mı demektir; hâlâ, belki de Rumların telkiniyle Planda değişiklik mi
yapılmaya çalışılıyor demektir?! Ne demektir yeni korrigendalar?! Korrigenda,
diplomatik lisanda "düzeltme" demek. Neyi düzeltiyorsunuz; niçin
düzeltiyorsunuz; kimin önerisiyle düzeltiyorsunuz?!. Acaba Papadopulos'un
"hayır" tavrıyla ortaya çıkması, bu gibi ilave düzeltmeleri sağlamak
için midir; acaba, elde ettikleriyle yetinmiyorlar da daha fazlasını mı istiyorlar;
ne demektir yeni düzeltmeler?! Bu konularda hükümet bilgi verirse, çok mutlu
olacağız.
Aynen bizim söylediğimizi söylüyor "9
000 sayfalık metindir" diyor. Bazıları, biz, 9 000 sayfadan bahsedince
hafife aldılar; fakat, bu 9 000 sayfanın içerisinde ne gibi saatli bombalar
olduğunu, şimdi, yeni yeni öğreniyoruz; bu bilgiler bölük pörçük ulaşıyor ve
ulaştıkça, her gün yeni bir bilgi ediniyoruz.
Size bir örnek vereyim: Mesela, bizim
Deniz Kuvvetlerimizin hakları dünyanın başka yerlerinde görülmemiş derecede
kısıtlanmaktadır. Deniz Kuvvetlerinin, dünyanın her yerinde, karasularından
zararsız geçiş hakkı vardır; Ege'de de vardır. Burada ne oluyor; burada,
kalkıyor. Kıbrıs sularından zararsız geçiş hakkı yok. Ne olacak; her geçişte
merkezî hükümetin onayı gerekecek. İşte, bu gibi kısıtlamalar var.
Türkiye'den Kıbrıs'a su boru hattı döşemek
istediğiniz zaman, merkezî hükümetin onayı olacak, yoksa, döşeyemezsiniz.
Türkiye Petrollerinin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öymen, 5 dakika süreniz
doldu.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, 63 üncü
maddeye göre konuşma süresi 10 dakikadır; iki kişi 10 dakika konuşma hakkına
sahiptir ve bu, sizin takdirinize bağlı değildir. Çok açık İçtüzük hükmü.
BAŞKAN - Sayın Öymen, sözlerinizi toparlar
mısınız.
HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, 63 üncü
madde çok açıktır. İki kişi 10'ar dakika konuşma hakkına sahiptir.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım...
HALUK KOÇ (Samsun) - Tutumunuzla ilgili...
BAŞKAN - Sayın Koç, usulsüz bir tartışma
var burada.
HALUK KOÇ (Samsun) - Efendim, 63 üncü
maddeye göre bir söz talebi olmaktadır.
ÖNDER SAV (Ankara) - O zaman 60 ıncı
maddeye göre derdik Sayın Başkan.
BAŞKAN- Buyurun Sayın Öymen.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Sayın Başkan,
dikkatinizi çekerim, Sayın Denktaş güvenlik meselelerinden bahsediyor. Bir
cumhurbaşkanı kendi halkının güvenliği konusunda endişe duymaktadır ve bunu
bizlerle paylaşıyor. Bakın, ne diyor; Barış Gücünün işlevinden kuşku ifade
ediyor; çünkü, 1974 yılında, Kıbrıslı Türkler, Magosa'ya bağlı üç köyde ve
Limasol'a bağlı bir köyde katledildikleri zaman, Barış Gücü sadece birkaç yüz
metre uzaktaydı. Yani, Barış Gücünün bulunması, Kıbrıslı Türklerin güvenliği
için yeterli bir güvence değildir. Bunu söylüyor ve bunun dışında, Sayın
Denktaş diyor ki: "Beş on yıl
içerisinde, Kıbrıs'tan tamamen çekiliriz."
Değerli arkadaşlarım, bu görüşleri dikkate
almak zorundayız. Sayın Denktaş, yalnız Kıbrıs'ın değil, Türkiye'nin tarihinin
de yetiştirdiği en önemli devlet adamlarından birisidir. O geliyor, Yüce
Meclisin huzurunda, kendi halkının can güvenliği için, varlığı için, geleceği
için, sizden, bu Kofi Annan Planını desteklememenizi istiyor, bunun için
propaganda yapmamanızı istiyor. Bu görüşleri, hepimiz, saygıyla dikkate almak
zorundayız.
Şunu da bilhassa ifade etmek istiyorum ki,
bizim, bu konuda, aksi yönde bir tavır almamız, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
tarihine hiç yakışmayacak bir karar olacaktır. Biz, cumhuriyet tarihimizde,
Türklerin egemenliğine karşı, Türklerin egemenliğini sona erdirecek hiçbir
karar almamışızdır; Türkiye Büyük Millet Meclisi, hiçbir zaman, hiçbir koşulda,
yurt dışındaki soydaşlarının çıkarlarını, güvenliğini zedeleyecek bir karara
destek olmamıştır; Türkiye, hiçbir zaman bunu yapmamıştır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, çok iyi
düşünmek zamanıdır. Bu konuyu, her türlü içpolitika düşüncesinin dışında
değerlendireceğinize inanıyorum.
Bakınız, bizim önergemizde aynen şöyle
söyleniyor; çok kısadır, bunu okuyarak sözlerimi tamamlayacağım: "Türkiye
Büyük Millet Meclisi, Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ın, 15
Nisan 2004 tarihinde Genel Kurulda yaptığı konuşmayı saygı ve takdirle
dinlemiş, Yüce Meclisin daha önce
Kıbrıs konusunda tam bir birlik ve dayanışma içerisinde aldığı kararlara atıfta
bulunarak, millî politikamız doğrultusundaki çalışmaları için, Sayın Denktaş'a
desteğini ve şükranlarını sunmayı kararlaştırmıştır."
Değerli arkadaşlarımız, böyle bir metne
aranızda imza atmayacak bir arkadaş var mı? Ne yazık ki, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grup Başkanvekilleri, ilk defa olarak, Sayın Denktaş'ın konuşmasından
sonra, bir Meclis kararını, Meclis bildirisini imzalamayı kabul etmemişlerdir.
Bunu üzüntüyle karşılıyoruz, derin üzüntüyle karşılıyoruz. Şimdi, birlik olma
zamanıdır, birlikte hareket etme zamanıdır, millî davayı birlikte savunma
zamanıdır. Kıbrıslı Türklere vereceğimiz en iyi mesaj budur; ama, bu mesaj Türk
Halkına ulaşmıştır, Türk Halkı Sayın Denktaş'ın konuşmasını izlemiştir ve
Türkiye'nin çıkarlarını koruma yolunda çaba sarf edenlerin yanında mutlaka yer
alacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu düşüncelerle,
Yüce Meclisi saygılarla selamlıyor, Sayın Denktaş'ın çabalarına destek
verdiğimizi bir kere daha belirtiyor ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı
eğer bu haksız referanduma "hayır" oyu verirse, bunu saygıyla
karşılayacağımızı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, bir kere daha
tekrarlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, 63
üncü maddeye göre, aleyhte, ikinci konuşmacı olarak söz istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Topuz.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikle, Sayın Başkana,
böyle bir tartışmaya izin verdiği için de ayrıca teşekkür ediyorum.
Bu gelişmeyle ilgili kısa bir bilgiyi,
önce, sunmak istiyorum: Kıbrıs'la ilgili her görüşme sonrasında, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, bütün gruplarıyla birlikte, bir karara hep birlikte imza
atarak, bu millî politikamız doğrultusunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
birliğini bütün dünyaya göstermiştir. Bu kez de böyle bir durumu ortaya
koyabilmek amacıyla, oturuma başlamadan önce, Adalet ve Kalkınma Partisinin
Sayın Grup Başkanvekillerine, Sayın Denktaş'ın konuşmasından hemen sonra bir
karar alıp bir bildiriyle bunu kamuoyuna açıklamamızın doğru olacağını ifade
ettik ve önerimizi kendilerine sunduk. Eğer, bizim yazdığımız metin sizin
açınızdan uygun değilse bu metin üzerinde çalışalım ve ortak bir metne işi
getirerek Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütünlüğünü bu vesileyle bir defa
daha ortaya koyma imkânı bulalım teklifinde bulunduk; ama, ne yazık ki, Adalet
ve Kalkınma Partisinin Sayın Grup Başkanvekilleri buna katılmayacaklarını ifade
ettiler. Bunun üzerine, biz, Adalet ve Kalkınma Partisi dışında, burada bulunan
siyasî eğilimlerin tümünü yansıtan bir önerge hazırladık. Doğru Yol Partisinin
Sayın Genel Başkanı Mehmet Ağar ve bağımsız milletvekilleri adına Bayburt
Milletvekili Sayın Ülkü Güney de bunun altına imzasını atarak, bu birliğe, bu
dayanışmaya katkıda bulundular.
Şimdi, bir kere, sayın milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi ciddî bir kurumdur. Bu kurum, bundan bir yıl kadar
önce, burada, Kıbrıs'la ilgili millî politikamızı, biraz evvel Sayın Denktaş'ın
bütün maddelerini teker teker burada okuduğu karar suretini oybirliğiyle kabul
etti. O tarihten bu yana, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu konuya ilişkin bu
görüşünü, bu anlayışını değiştiren başka bir tespit yapıp kamuoyuna açıklamadı.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu kararı, başta Sayın Başbakan olmak üzere,
bütün milletvekillerini bağlayan bir karardır. Bu karar, yürürlükte ve
geçerliliği olan bir karardır. Eğer bu kararı değiştirmek gerekiyorsa, Meclisin
önüne gelip, yeni bir öneriyi burada tartışmak ve oylayarak o kararı
değiştirmek mümkündür ve siz, Adalet ve Kalkınma Partisi, böyle bir kararı
buradan almakta güçlük çekmeyecek kadar da bir sayısal üstünlüğe sahipsiniz.
Bunu yapmıyorsunuz. Politika yürürlükte olduğu halde, yürürlükteki politikaya
uygun olarak düzenlenmiş bir yeni teyit kararını, maalesef, buradan almamak
için direniyorsunuz. Bütün dünyaya karşı, Türkiye'nin birliğini, bütünlüğünü ve
yıllardan beri sürdürülen millî politikayı, yürürlükte olan millî politikayı
zedelemek suretiyle, acaba, siz, ne yapmak istiyorsunuz; doğrusu bunu anlayabilmiş
değilim, doğrusu bunu anlayabilmiş değilim.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Sayın
Başkan, konuşmaya müdahale edin.
ALİ TOPUZ (Devamla) - Efendim, niye
müdahale ediyorsunuz?! Hayır; söylediğimde kızacak ne var?!
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) -
Yanlışlar var...
ALİ TOPUZ (Devamla) - Eğer düşünceleriniz
farklıysa... Yanlışlar varsa, buyurun, gelin, siz de bu kürsüden anlatın.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Konuşmanız bile yanlış orada.
ALİ TOPUZ (Devamla) - Eğer, Kıbrıs'la ilgili,
yıllardan beri başarıyla sürdürülen millî politika saptırılacak...
RESUL TOSUN (Tokat) - Hangi başarı?!.
ALİ TOPUZ (Devamla) - O zaman, çıkın,
başarısızlığını anlatınız burada. Siz, geçen sene verdiğiniz kararın arkasında
değil misiniz? Vaz mı geçtiniz? Düşüncelerinizi mi değiştirdiniz?
BAŞKAN - Sayın Topuz, Genel Kurula hitap
eder misiniz.
ALİ TOPUZ (Devamla) - Türk Milletinin
önüne çıkıp bunu nasıl anlatacaksınız; ben, onu soruyorum size.
Kıbrıs'la ilgili olarak yürürlükte olan
bir millî politikaya aykırı bir davranış içine girmenin sorumluluğu tamamen
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu milletvekillerinin sırtındadır; bunu, buradan
tescil etmek için söylüyorum ve Sayın Başkandan rica ediyorum; verilmiş olan
önerge, usule uygun bir önergedir, daha evvelki uygulamalara uygun bir
önergedir; herhangi bir önergenin altındaki imzalara bakarak "o önerge
geçerlidir" veya "geçersizdir" demeye hiç kimsenin hakkı yoktur,
Sayın Başkanın da hakkı yoktur. Gelen önerge 3 milletvekilinin imzasını
taşımaktadır; geçerli bir önergedir; bunu oylamaya koymadığınız takdirde, usule
aykırı davranmış olacaksınız Sayın Başkan. O nedenle, önergemizi derhal
oylamaya koymanızı rica ediyorum ve bu önergeye katılmayanların da kimler
olduğunun Meclis kayıtlarına geçmesini bekliyorum.
Hepinize saygılar sunuyor, teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, ben de
söz istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Fatsa.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Biraz önce, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Genel Kurulda, 24
Nisan günü yapılacak referandumla ilgili endişelerini ve kanaatlerini,
düşüncelerini, hem Meclisimizle hem de Türk kamuoyuyla paylaşmıştır.
Meclisimizin iktidar ve muhalefetine mensup milletvekili arkadaşlarımız ve
kamuoyu da bunu ilgiyle izlemiştir.
Cumhuriyet Halk Partisine mensup sayın
grup başkanvekili arkadaşlarımız, bu görüşmenin ardından, Kıbrıs davasına
destek amaçlı, bu millî davaya destek amaçlı bir bildiriyi birlikte imzalamamız
noktasında bize bir taleple gelmişlerdir. Şunu, altını çizerek ifade etmek
istiyorum. 1974'ten beri, hatta daha önceleri, 1950'lerden itibaren, Türkiye ve
Türk Parlamentosu, Kıbrıs'ın bu haklı davasında her zaman yanında olmuştur.
Dolayısıyla, Türkiye'nin Kıbrıs'a olan ilgisinin, Kıbrıs Halkına olan, Kuzey
Kıbrıs'a olan desteğinin anlaşılabilmesinin, test edilebilmesinin mutlak ölçüsü
altına imza atılan kâğıtlar değildir. (CHP sıralarından "Aa!"
sesleri, gürültüler)
Müsaade edin...
Müsaade edin... Müsaade edin...
Değerli arkadaşlar, bakın, otuz yıldan
beri bu halkın ve bu Meclisin desteği Kıbrıs'ın yanında olmuştur, Kıbrıs
Halkının yanında olmuştur. Hiç kimse, bu Mecliste bulunan hiçbir
milletvekilimiz ve Türk kamuoyundan da hiç kimse Kıbrıs davasına ilgisiz ve
lakayt kalmamıştır, kalamaz da. Kalamaz da...
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Siz de o kâğıda
bir imza atın o zaman!
EYÜP FATSA (Devamla) -Değerli arkadaşlar,
daha önce de, biz, aynı gerekçeyle, bu tür bir deklarasyonu beraber imzalayalım
dediğimiz zaman, bu Mecliste buna karşılık bulamadığımız olmuştur ve özellikle
de Kıbrıs konusunda, sayın muhalefetin böyle bir deklarasyona imza atmadığına
da beraber şahit olduk, yaşandı bu Mecliste.
Bakın, Sayın Denktaş bütün düşüncelerini
açıkyüreklilikle burada ifade etmiştir ve bütün milletvekillerimiz de bunu
dinlemiştir. Kıbrıs, bir millî davadır. Kıbrıs'ın bir millî dava olmadığını
söyleyebilecek, bu düşüncede olacak hiçbir arkadaşımız da bu Parlamento çatısı
altında olmamıştır, olmayacaktır da.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Maalesef var.
EYÜP FATSA (Devamla) - Fakat, bu millî
dava, Cumhuriyet Halk Partisinin tekelinde bir millî dava da değildir;
kamuoyunun da bunu böylece bilmesi gerekir diye düşünüyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bakın, bu süreçte, bugüne geldiğimiz
noktada, özellikle İsviçre Burgenstock'ta devam eden bu müzakerelerde, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetini temsilen orada bulunan Sayın Başbakan ve Başbakan
Yardımcısı, Sayın Denktaş'ın tam yetkisiyle orada hazır bulunmuşlar ve bu
müzakerelere, onun adına, onun vermiş olduğu tam destek ve yetkiyle
katılmışlardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
EYÜP FATSA (Devamla) - Özür diliyorum
Sayın Başkan; hemen sözlerimi toparlıyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Fatsa.
EYÜP FATSA (Devamla) - Değerli arkadaşlar,
değerli dostlar; 24 Nisanda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, konuyla ilgili
bu müzakerelerde varılan son, nihaî kararlarla ilgili bir referandum
yapılacaktır. Bu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan vatandaşlarımızın
tamamen kendi hür ve özgür iradeleriyle verecekleri bir karardır. Sayın Denktaş
ve Sayın Denktaş gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bu referandumun
aleyhinde düşünen, endişeleri olan insanlar olduğu gibi, bu referanduma destek
verenler de vardır.
Netice itibariyle, ne Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu ne de Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup arkadaşlarımızın
gidip bu referandumda oy kullanacaktır; hiçbirisi oy kullanmayacaktır. Tamamen,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan vatandaşlarımız bir irade ortaya
koyacaktır ve herkes de bu iradeye saygılı olacaktır. Bunu başka mecralara
çekmek, bunun altından siyaset yapmaya kalkmak gibi şeyler, doğrusunu
isterseniz, Kıbrıs'taki millî davaya zarar verecek yaklaşımlardır diye
düşünüyorum; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Fatsa.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, söz
istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kapusuz.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Her şeyden önce, bir usul tartışması
açılmış olması, hele hele, millî olarak ifade ettiğimiz birçok konuda bugüne
kadar beraberce taşıdığımız bir olayın tartışmalı bir başlangıçla sonuca doğru
gitmesi mümkün değildir. Neyi tartışıyorsunuz; şimdiye kadar hangi
deklarasyonda, hangi mutabakat aradığınız bir hususta usul tartışması açtınız?!
Değerli arkadaşlar, çok samimî olarak şunu
ifade etmek istiyorum ki, bu bile, bir yanlışın açık işaretidir. Burada şimdiye
kadar -değerli, tecrübeli, başta Sayın Genel Başkan ve yardımcısı
arkadaşlarımız çok iyi hatırlarlar; ben de yaklaşık üç dört dönemdir
hatırladığımı söylemek istiyorum- bütün deklarasyonlar, büyüklü küçüklü bütün
gruplarımızın, hatta siyasî parti temsilcilerimizin ortak imzaları açılarak
yazılmıştır. Zaman zaman, bu mutabakatlar sağlanamadığı için, böyle bir talep
buraya taşınmamıştır.
En son örneğini Ali Topuz Bey çok iyi
hatırlayacaktır, grup başkanvekili arkadaşlarımız çok iyi hatırlayacaktır;
yine, Kıbrıs konusunda Dışişleri
Bakanımız burada bir bilgi verdi, bir konuşma yaptı; bu yapılan konuşmanın
sonunda da, burada bir gelenek oluştu, Kıbrıs gündeme geldiğinde deklarasyon
yayımlamak âdettendir; gelin, burada bir deklarasyon yayımlayalım dedik,
arkadaşlarımıza götürdük, metinde mutabakat sağlayalım dedik; ama, karşı
çıktınız, kabul etmediniz ve bu geleneği siz bozdunuz. Çok açık bir şekilde
söylüyorum, bu geleneği siz bozdunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Size vermeyin
demedik, verseydiniz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Ben, o zaman da
söyledim, arkadaşlar, bakınız, böyle konuların ihtilaflı olarak yapılması doğru
değil, gelin, burada, bu adımı beraber atalım, bu adımın gereği olarak da bunu
yapalım dedik; fakat, karşı çıktınız.
Şimdi, usul yönünden tartışma açılmış
olmasının dahi başlı başına, bugüne kadar hiç uygulaması olmayan bir
deklarasyon konusunda bile bunun tartışılıyor olmasının, bu noktaya
getirilmesinin, ben şahsen -yine inanarak söylüyorum, hepimizin farklı
düşünceleri olabilir- buraya böyle bir ihtilaf konusu olarak taşınmasının
yanlışlığını ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bir diğer husus var
ki, Kıbrıs'la ilgili nihaî kararı Kıbrıs Halkı verecek, biz vermiyoruz.
Kıbrıslılar karar verecek ve yapılacak referandum...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Biz de karar
vereceğiz.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Meclis de karar
alacak.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Müsaade eder
misiniz, oraya geleceğim.
Yapılacak referandum Kıbrıs'ta yapılacak.
Kıbrıs Halkı karar verecek, "evet" veya "hayır" diyecek.
Dolayısıyla, hayır dedikten sonra buraya gelecek mi bu?!
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Gelecek...
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Hayır efendim,
gelmeyecek.
AHMET IŞIK (Konya) - Gelmeyecek; gelecek
olan başka.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Sayın Genel
Başkanım gelmeyecek.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Gelecek,
gelecek...
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Gelmeyecek
efendim.
AHMET IŞIK (Konya) -Evet derse gelecek.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) -Evet derse, o
zaman Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır demesinin
garantisi mi var!
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Geldiği zaman,
başta zatıâliniz olmak üzere, bütün arkadaşlarımız, enine boyuna, her türlü
düşüncelerini burada ifade etsinler.
VAHİT ERDEM (Kırıkkale) - İki taraf da
evet derse gelecek.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Şimdi,
dolayısıyla, ortada, Anadolu tabiriyle, sonuçlanmış bir şey yokken, bunu
burada, şimdiden bile Parlamentoda tartışma konusu yapmak, bence yanlış bir
adımdır.
Diyorum ki...
CANAN ARITMAN (İzmir) - Oy vermeyeceğiz
deyin, olsun bitsin.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, şimdi belli ki, üzerinde mutabakat sağlamadığımız bir metin orta
yerde duruyor. Bu, kabul veyahut da ret gibi bir sonuçla da oylanmayacak.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Neresine
karşısınız?
CANAN ARITMAN (İzmir) - Metnin neresine
karşısınız?
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Şimdiye kadar
-evet, şimdiye kadar- hiçbir deklarasyon oylanmadı zaten. (CHP sıralarından
gürültüler) Efendim, oylanmadı. Yani, şimdiye kadar, bunlar, buradan okunur ve
alkışlarla sonuçlandırılır. (CHP sıralarından gürültüler)
ATİLA EMEK (Antalya) - Bu, oylamadır
zaten.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Efendim, değerli
arkadaşlar, Parlamentoda, oylama başka bir şey, alkış daha başka bir şey. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AHMET IŞIK (Konya) - Alkış başka, oylama
başka Sayın Başkan.
CANAN ARITMAN (İzmir) - Millet anladı
anlayacağını zaten.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Arkadaşların
tecrübesizliğine verin.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Ben, şahsen,
böyle bir yanlışın... (CHP sıralarından gürültüler)
ORHAN SÜR (Balıkesir) - Efendim,
İçtüzük...
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Efendim, bu
İçtüzük, bu deklarasyonla falan alakalı bir şey değil. Usul tartışması başka
bir şey. Meclis Başkanlığının tutumuyla alakalı yapılan bir tartışma; usulü
doğrudur, değildir... Sayın Başkanın, usul noktasında, neyi yanlış yaptığını
söylüyorsunuz?!
ALİ TOPUZ (İstanbul) - "İşleme
koymuyorum" deyişini efendim.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, şimdiye kadar yapılanların dışına çıkmayı, yine bu Mecliste bir
başlangıç olarak yapmamalıyız diye düşünüyorum. Eğer, bu konuyla ilgili olarak,
ille de bir şey yazılacaksa, yapılacaksa, böyle, son anda değil de, hakikaten
bir araya gelinip, bu konuyla ilgili, yine usulüne uygun, mutabakat sağlanacak
bir metinde eğer buluşabilirsek, onu yine burada okutup, alkışlama imkânına
sahibiz.
Biz, Kıbrıs davasına millî dava olarak
bakıyoruz.
HALUK KOÇ (Samsun) - Belli!..
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Kıbrıs'la
ilgili, sonuçlanmamış, orta yere gelmemiş bir durumla ilgili Türkiye Büyük
Millet Meclisinde, dünyada, herkesçe yanlış anlaşılacak bir adımın
atılmamasını, bir muhalefet partimizin, öncülük yaparak böyle bir noktaya
taşımamasını, ben, kendilerinden istirham ediyorum. (CHP sıralarından
gürültüler)
CANAN ARITMAN (İzmir) - Millet anladı
anlayacağını!
ATİLA EMEK (Antalya) - İçeriğine katılıyor
musunuz katılmıyor musunuz Sayın Başkan?
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değilse, bunun
sonucu kabul de edilse, ret de edilse, bunun, herhalde, sizin de içinize
sinmeyeceğini ben düşünüyorum.
Onun için, bu ve benzeri konularda
mutabakat aranır, sağlanmaya çalışılır; sağlanabiliyorsa ne âlâ, ne güzel;
değilse, bunlardan vazgeçilir. Ben, sizlere, bu usul tartışması konusunda,
şahsım adına aldığım sözde, bunu, bir arkadaşınız olarak, her türlü düşüncenin
de üzerinde, Kıbrıs'ı daha öncelikli bir mesele kabul ettiğiniz ve kabul
ettiğimiz için, bir kez daha düşünmeye davet ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kapusuz.
2 adet Meclis araştırması önergesi
vardır... (CHP sıralarından gürültüler)
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan,
şimdi, 63 üncü maddeye göre, gerekirse...
BAŞKAN - Sayın Topuz, 63 üncü maddeye göre
tartışma açtırdınız, buyurdunuz, konuştunuz. Şimdi, ben, neyi oylatacağım
burada?
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Kararınızı söyleyin
efendim...
AHMET IŞIK (Konya) - Oylama olmaz Sayın
Başkan...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Tamam efendim; ama,
maddeyi okursanız, ikişer kişiye söz verdikten sonra, gerekirse...
BAŞKAN - Kaldı ki, tartışma sonucunda
fikrim değişmedi, oylamaya da sunmuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Onu söyleyin
efendim.
BAŞKAN - 63 üncü maddenin son fıkrasına
göre, bu hak benim burada...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Oylamaya sunun
efendim. Niye oylamaya sunmuyorsunuz? Gerekirse oylamaya sunulur deniliyor;
niye oylamıyorsunuz?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Topuz.
2 adet Meclis araştırması önergesi vardır;
okutuyorum:
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. - Konya
Milletvekili Orhan Erdem ve 42 milletvekilinin, çocuklarımızı sokağa iten
nedenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/180)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ailelerince ekonomilerine katkıda
bulunulması için, sokaklarda dilencilik yaptırılan, mendil sattırılan veya çöp
toplattırılan, sanayilerde madde bağımlısı olmaya müsait işlerde çalıştırılan,
aile şiddetinden ve diğer sorunlar sonucu evlerinden kaçan, ailede şiddet
gören, sokaklarda da şiddet yaşayan ve yaşatan çocuklar, toplumda "sokak
çocukları" olarak adlandırılmakta ve bilinmektedir.
Bu çocuklar, tehlikelere karşı, sokaklarda
gruplaşmayla güçlü kalma yolunu aramaktadırlar. Bu gruplaşma sonucu, madde
kullanma bağımlılığı ve diğer suçları tanıma ve karışma, çeşitli suçlara
karıştırılma sonucu, çocuklar her türlü suça girmek durumunda kalmakta, hatta
cinsel istismardan dolayı gelecek için çok tehlikeli olan hastalıklarla baş
başa kalmaktadır.
Sokak çocuklarının yüzde 7-8'i kız
çocuklarından oluşmaktadır. Sokakta yaşayan bu çocuklar, ergenlik çağıyla
birlikte gayrimeşru çocuklar dünyaya getirmekte, bu bebekler de sokağa
bırakılmaktadırlar.
Tinerci, balici diye adlandırdığımız sokak
çocuklarında, yetkililerin verdiği bilgiye göre, hap kullanımının da son
yıllarda arttığı bilinmekte olup, medyada da sıkça rastladığımız istenmeyen
görüntüler kapkaç, hırsızlık, tecavüz, yaralama, cinayete kadar varan birçok
suç işledikleri görülmektedir.
Ayrıca, yetiştirme yurtlarından yaş
sebebiyle sokağa bırakılan genç erkek ve kızlar da, sahipsizlik sonucu sokak
gerçekleri ve tehlikeleriyle tanışmakta ve bu gruplara dahil olmaktadır.
Kanunlarımız, 18-60 yaş arasında koruma altına alınmayı mümkün kılmamaktadır.
Son yıllarda, sokak çocukları, gençleri,
adamları, kadınları hızla artmakta ve gelecek için tehdit oluşturmaktadır. 1957
yılında çıkarılan 6972 sayılı Korunmaya Muhtaç Çocuklar Yasası, 1983 yılında
2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunuyla değiştirildiği
halde, sokak çocukları, gençleri, adamları ve kadınlarının korunması için bu
yasalar birçok konuda yetersiz kalmıştır.
Bu nedenlerle, çocuklarımızı sokağa iten
göç, ekonomik, sosyal, benzer sorunlar tespit edilerek yasal boşlukların
doldurulması, gerekli önlemlerin alınması amacıyla Anayasanın 98, Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis
araştırması açılması hususunda gereğini saygılarımızla arz ederiz.
1.- Orhan Erdem (Konya)
2.- Muharrem Candan (Konya)
3.- Ahmet Işık (Konya)
4.- Fetani Battal (Bayburt)
5.- Bayram Özçelik (Burdur)
6.- Resul Tosun (Tokat)
7.- Orhan Yıldız (Artvin)
8.- Mehmet Daniş (Çanakkale)
9.- Ali Rıza Alaboyun (Aksaray)
10.- Ayhan Zeynep Tekin (Adana)
11.- Cavit Torun (Diyarbakır)
12.- Nihat Eri (Mardin)
13.- Nusret Bayraktar (İstanbul)
14.- Yekta Haydaroğlu (Van)
15.- Mahmut Kaplan (Şanlıurfa)
16.- Şükrü Ünal (Osmaniye)
17.- Saffet Benli (Mersin)
18.- Recep Yıldırım (Sakarya)
19.- Gürsoy Erol (İstanbul)
20.- Mehmet Emin Tutan (Bursa)
21.- Cemal Kaya (Ağrı)
22.- Mehmet Kerim Yıldız (Ağrı)
23.- Mahmut Durdu (Gaziantep)
24.- Abdurrahim Aksoy (Bitlis)
25.- Mehmet Alp (Burdur)
26.- Öner Ergenç (Siirt)
27.- Nimet Çubukçu (İstanbul)
28.- Ersönmez Yarbay (Ankara)
29.- Mahmut Koçak (Afyon)
30.- Mehmet Sarı (Osmaniye)
31.- İnci Özdemir (İstanbul)
32.- İrfan Rıza
Yazıcıoğlu (Diyarbakır)
33.- Mehmet Atilla Maraş (Şanlıurfa)
34.- Ali Küçükaydın (Adana)
35.- Mehmet Kılıç (Konya)
36.- Ali Ayağ (Edirne)
37.- Ali İhsan Merdanoğlu (Diyarbakır)
38.- Ahmet Koca (Afyon)
39.- Mustafa Duru (Kayseri)
40.- Osman Seyfi (Nevşehir)
41.- Niyazi Özcan (Kayseri)
42.- Hasan Angı (Konya)
43.- Abdullah Erdem
Cantimur (Kütahya)
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 17.19
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 17.30
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 74 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Görüşmelere kaldığımız yerden devam
ediyoruz.
1 adet Meclis araştırması önergesi vardır;
okutuyorum:
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ (Devam)
2. -
İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu ve 45 milletvekilinin, Bingöl depremi
sonrasında yaşanan olumsuzlukların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/181)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
1 Mayıs 2003 tarihinde Bingöl ve
ilçelerinde gerçekleşen 6,4 şiddetindeki deprem sonrasında 200'ü aşkın
yurttaşımız yaşamını yitirmiştir. Depremin yarattığı ekonomik kayıpları
gidermek ve yurttaşlara depreme dayanıklı konutlar yapmak için gerek kamu ve
gerekse bazı özel kuruluşlar tarafından konut yapımları başlatılmış, bazı
yurttaşlara da kendi evlerini yapmaları için kredi desteği sağlanmıştır. Ancak,
deprem sonrası kamu kaynaklarının verimli kullanılmadığı, bazı siyasal
yandaşlara ihaleler verildiği, ihale sonrası oluşan bedellerin kamuyu zarara
uğratır nitelikte olduğu yapılan önaraştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır.
Şöyle ki:
1 - Toplu Konut İdaresi toplam 2 016
konutun ihalesini davetiye usulüyle yapmış ve konut başına 38 milyar liraya
ihale etmiştir. Aynı projeyi, aynı alanda 480 konut için, TOBB da ihale etmiş
ve ihale, konut başına 30 milyar lira olarak gerçekleşmiştir; çünkü, TOBB,
ihaleyi davetiye usulüyle değil, gazeteye ilan vermek suretiyle gerçekleştirmiştir.
Bu verilere göre, 1 536 konut için (2 016-480=1 536) kamunun uğradığı zarar (1
536x8 milyar lira =) 12 trilyon lirayı aşmaktadır. Bu 12 trilyon lira, sonuçta
Bingöllü depremzededen alınacaktır.
2 - Afet İşleri Genel Müdürlüğü
"evini yapana yardım" uygulamasıyla tip proje geliştirmiş (tek katlı)
ve bu projeyi uygulayarak kendi konutunu yapan depremzedeye 17 milyar lira
tutarında kredi vermiştir. Bu krediyi alan her yurttaş ek bir malî yüke
katlanmaksızın 17 milyar lira ile kendi konutunu yapmıştır. Bu şekilde kendi
konutunu yapan yurttaş sayısı 7 340'tır; ancak, daha sonra Yapı İşleri Genel
Müdürlüğü bu uygulamayı terk ederek, aynı proje için (1 314 konut) ihale açmayı
uygun görmüştür. Davetiye suretiyle yapılan ihale sonrasında konut başına 39
milyar liralık bir fiyat oluşmuştur. Aynı proje için bazı ihalelerde bu fiyat
42 milyar liraya çıkmıştır. En düşük bedeli esas aldığımızda (39-17= 22 milyar
lira) uygulamanın değiştirilmesi sonucunda depremzede Bingöllünün cebinden
fazladan çıkacak para en az (1 314x22 milyar=) 28 trilyon lira olacaktır.
3 - Öte yandan, depremde Bingöl'ün Kiğı
İlçesinde 7 konut tümüyle yıkıldığı halde, bu ilçede hiçbir konut yapılmamış ve
depremzedeler tümüyle kaderlerine terk edilmişlerdir. Aynı uygulama, Bingöl'ün
Yedisu ve Adaklı ilçeleri için de yapılmıştır.
Yukarıda özetlediğimiz bilgilerden, Bingöl
depreminin bir yolsuzluk zincirine yol açtığını, depremzedelerin yaraları dahi
sarılmadan, yapılan ihalelerle, önce kamunun daha sonra da depremzedelerin
ciddî malî yüklerle karşı karşıya bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu konudaki bir
diğer adaletsizlik de, depremzedeler arasında ayırıma gidilmesidir.
Ayırımcılığın insanlık onuruyla bağdaşmadığı, yurttaşların devlete olan
güvenini sarstığı ve bu anlayışın egemen olmasının ülkemizin geleceği açısından
ciddî sakıncalar doğuracağı açıktır. Bu nedenle, konunun bütün boyutlarıyla ele
alınarak araştırılması için Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1- Kemal Kılıçdaroğlu (İstanbul)
2- Yücel Artantaş (Iğdır)
3- Enis Tütüncü (Tekirdağ)
4- Bülent Baratalı (İzmir)
5- Gürol Ergin (Muğla)
6- Yakup Kepenek (Ankara)
7- Fahrettin Üstün (Muğla)
8- Kemal Sağ (Adana)
9- Berhan Şimşek (İstanbul)
10- Hasan Güyüldar (Tunceli)
11- Halil Akyüz (İstanbul)
12- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
13- Kâzım Türkmen (Ordu)
14- Osman Kaptan (Antalya)
15- İzzet Çetin (Kocaeli)
16- Ali Oksal (Mersin)
17- Orhan Sür (Balıkesir)
18- Mehmet Uğur Neşşar (Denizli)
19- Sami Tandoğdu (Ordu)
20- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
21- Mustafa Özyurt (Bursa)
22- Yavuz Altınorak (Kırklareli)
23- Özlem Çerçioğlu (Aydın)
24- Gaye Erbatur (Adana)
25- Ali Kemal Deveciler (Balıkesir)
26- Ali Kemal Kumkumoğlu (İstanbul)
27- Birgen Keleş (İstanbul)
28- Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
29- Algan Hacaloğlu (İstanbul)
30- Ali Rıza Gülçiçek (İstanbul)
31- Canan Arıtman (İzmir)
32- Mustafa Gazalcı (Denizli)
33- Muhsin Koçyiğit (Diyarbakır)
34- Ayşe Gülsün Bilgehan (Ankara)
35- Gökhan Durgun (Hatay)
36- Zekeriya Akıncı (Ankara)
37- Emin Koç (Yozgat)
38- İsmet Atalay (İstanbul)
39- Erol Tınastepe (Erzincan)
40- Akif Hamzaçebi (Trabzon)
41- Mevlüt Coşkuner (Isparta)
42- Naci Aslan (Ağrı)
43- Salih Gün (Kocaeli)
44- Sedat Pekel (Balıkesir)
45- Mustafa Erdoğan
Yetenç (Manisa)
46- Hüseyin Ekmekcioğlu (Antalya)
Gerekçe:
Türkiye, yolsuzluklar sonucu ciddî
ekonomik kayıplar yaşayan bir ülkedir. Halkın alınteriyle biriktirip ödediği
vergiler, özellikle kamu ihaleleriyle, hak etmeyen çok sayıdaki siyasal yandaşa
kaynak olarak aktarılmıştır. Batan bankalardaki milyarlarca dolar ise, yine bu
ülkenin insanlarına yük olarak fatura edilmiştir. Ancak, görülüyor ki, insanlar
alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçmiyor; vatandaşın birikimlerinin haksız
olarak belli kişilere aktarılmasının yolu olarak yine kamu ihaleleri seçiliyor.
Bu nedenle, yolsuzluk haberlerine ya da duyumlarına karşın, yönetimin,
özellikle de Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok duyarlı davranması gerektiği
açıktır. Bu duyarlılık gösterilmediği takdirde, yolsuzluk yapanlar
cesaretlendirilmiş olacak ve yine fatura bu ülkenin namuslu insanlarına
çıkarılacaktır. Bingöl'deki kamu ihalelerinde yaşanan yolsuzluklar, tüm
Bingöllü yurttaşlar tarafından bilinmektedir. Hatta olay yerel basına da
yansımıştır. Olayın bu denli büyüdüğü bir ortamda, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin -böyle bir yolsuzluk olayına- duyarsız kalamayacağı açıktır. Kaldı
ki, Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Zeki Ergezen, 19 Ocak 2004 tarihli
gazetelere yansıyan demecinde, Bakanlığının ilk dönemlerinde rüşvet ima eden
hoş olmayan tekliflerle karşılaştığını belirterek "ilk dönemlerde fazlaca
oldu" beyanında bulunmuştur. Bu beyan bile, tek başına Bingöl ihalelerinin
araştırılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle konunun öncelik ve ivedilikle
araştırılması için bir araştırma komisyonu kurulması gerekmektedir.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Gündemin "Seçim" kısmına
geçiyoruz.
Karadeniz sahil yolu işlerinin ihalesinde
müteahhit firmaların önceden anlaştıklarının bilinmesine rağmen, fiyatları
ayarlayarak ve rekabete meydan vermeyerek devleti büyük ölçüde zarara uğrattığı
iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Yaşar Topçu hakkında kurulan (9/9)
esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubuna düşen 2 üyelik için seçim yapacağız.
VI. -
SEÇİMLER
1. - (9/9)
esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda açık bulunan üyeliklere seçim
BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisinin 2
üyelik için 3 katı olarak gösterdiği adayların adlarını okutuyorum:
Mehmet Kurt (Samsun)
Harun Tüfekçi (Konya)
Mustafa Ataş (İstanbul)
Ali Öğüten (Karabük)
Niyazi Özcan (Kayseri)
Rıtvan Köybaşı (Nevşehir)
BAŞKAN - Adayların adları torbaya
konulmuştur; torbadan 2 isim çekeceğiz.
(9/9) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu üyeliklerine Samsun Milletvekili Mehmet Kurt ve Kayseri Milletvekili
Niyazi Özcan seçilmişlerdir.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
VII. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. - Adlî
Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve
Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S.
Sayısı: 146)
2. - Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı: 152)
3. - Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin;
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun
Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri
ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun
Tasarısının, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısının ve Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim
Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon
raporları henüz gelmediğinden, tasarıların ve teklifin müzakeresini erteliyoruz.
Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısının
müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4. - Kamu
Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun Tasarısı
ile İçişleri, Plan ve Bütçe ve Anayasa Komisyonları Raporları (1/731)
(S.Sayısı: 349)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Komisyon bulunmadığından, tasarının
müzakeresini erteliyoruz.
Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine
başlıyoruz.
5. - Orman
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/175) (S. Sayısı: 402) (x)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu, 402 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, Plan ve Bütçe
Komisyonu raporu ekinde yer alan İstanbul Milletvekili Birgen Keleş'e ait karşı
oy yazısının ikinci paragrafındaki "çerçevesi" kelimesi basım hatası
sonucunda "çevresi" olarak yazılmıştır. "Çevresi" kelimesi
"çerçevesi" olarak düzeltilmiştir. Gerekli düzeltme, tutanaklarda da
yapılacaktır.
Bilgilerinize sunulur.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz isteyen Malatya Milletvekili Sayın Gürol Ergin;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
GÜROL ERGİN (Muğla) - Muğla Milletvekili Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Muğla Milletvekili; kusura
kalmayın Sayın Ergin.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Malatya Milletvekili
olmaktan da gurur duyarım.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Türkiye
milletvekili.
CHP GRUBU ADINA GÜROL ERGİN (Muğla) -
Elbette, biz bu ülkenin milletvekiliyiz.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Orman Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet
Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere Grubum adına söz almış bulunuyorum;
sizleri ve Yüce Türk Ulusunu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 6831 sayılı Orman
Kanununun 3373 sayılı Kanunla değiştirilen 17 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü
fıkraları Anayasa Mahkemesinin 17.12.2002 tarihli kararıyla iptal edilmiş
olduğundan, maddenin, iptal gerekçelerine uygun olarak yeniden düzenlenmesi
gerekli olmuş ve Bakanlar Kurulu, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından
hazırlanan bu tasarıyı Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmuştur.
Değerli milletvekilleri, Anayasa
Mahkemesinin sözü edilen maddeyi Anayasaya aykırı bularak iptal etmesi olayı
şöyle gelişmiştir: Orman Bakanlığı, İstanbul'da, devlet ormanı içinde bulunan
bir alanda üniversite kurulmasına Orman Kanununun 17 nci maddesine dayanarak
bedeli karşılığında izin vermiş, bu izin işleminin iptali istemiyle Orman
Bakanlığına karşı açılan davaya bakan İstanbul 2 Numaralı İdare Mahkemesi,
itiraz konusu maddenin Anayasaya aykırı olduğu kanısına vararak, iptali için
Anayasa Mahkemesine başvurmuştur.
Bu başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi,
konuyu görüşmüş, ilgili yasanın 17 nci maddesinin üçüncü ve dördüncü
fıkralarını Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Anayasa Mahkemesinin
iptaline karar verdiği 17 nci maddenin üçüncü fıkrasının birinci tümcesi
şöyleydi: "Turizm alan ve merkezleri dışında kalan devlet ormanlarında
kamu yararına olan her türlü bina ve tesisler için gerçek ve tüzelkişilere
Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığınca bedeli karşılığı izin verilebilir."
Anayasa Mahkemesi, iptal gerekçesini ise
şöyle açıklamaktadır: "Anayasanın
169 uncu maddesinde, ormanların ülke yönünden taşıdığı büyük önem gözetilerek
korunmaları ve geliştirilmeleri konusunda ayrıntılı düzenlemelere yer
verilmiştir. Bu özel ve ayrıntılı düzenlemenin, ülkemizde orman örtüsünün
sürekli yok edilmesi gerçeğinden kaynaklandığı kuşkusuzdur. Maddede, devletin,
ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları
koyacağı ve tedbirleri alacağı, bütün ormanların gözetiminin devlete ait
olduğu, devlet ormanlarının mülkiyetinin devrolunamayacağı, devlet
ormanlarının, kanuna göre, devletçe yönetileceği ve işletileceği, bu ormanların
zamanaşımıyla mülk edinilemeyeceği ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu
olamayacağı, ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme izin
verilemeyeceği hükme bağlanmıştır."
Yine, Anayasa Mahkemesi, bu iptal
kararının gerekçesine şöyle devam ediyor: "Anayasanın bu açık hükmüne
karşın, Orman Kanununun 17 nci
maddesinin üçüncü fıkrasının ilk tümcesi uyarınca, Anayasayla korunan ve
yasaklanan alanlar kapsamdışı bırakılmaksızın ve kamu yararının zorunlu kıldığı
durumlarla ilgili herhangi bir çerçeve çizilmeksizin, turizm alan ve merkezleri
dışında kalan devlet ormanlarında kamu yararına olan her türlü bina ve tesis
yapılması için, Orman Bakanlığınca, gerçek ve tüzelkişilere bedeli karşılığı
izin verilebilmektedir. Bu durumda, orman arazilerinin bedeli karşılığı tahsisi
için sadece kamu yararının varlığı yeterli görülmekte; ancak, bu kavramın
sınırlarının belirlenmemesi ve çerçevesinin çizilmemesi nedeniyle, idareye çok
geniş takdir yetkisi tanınmış olmaktadır. Anayasanın 169 uncu maddesinde
öngörülen 'kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz' tümcesine
dayanılarak, kamu yararının bulunduğu gerekçesiyle, gerçek ve tüzelkişilere,
bina ve tesisler yapmak üzere orman arazileri tahsis edilemez. Devlet
ormanlarının gerçek ve tüzelkişilere tahsisinin, karayolları, telefon,
elektrik, su, gaz, petrol boru isale hatları, savunma tesisleri, sanatoryum
gibi öncelikli kamu hizmetlerinin ormandan geçmesi ya da anılan bina ve
tesislerin orman arazileri üzerinde yapılması zorunlu bulunduğu hallerle
sınırlı olması gerekir. Başka bir anlatımla, ancak kamu yararının bulunması ve
zorunluluk hallerinde devlet ormanları üzerinde irtifak aktine olanak
tanınabilir. Öte yandan, Anayasanın 169 uncu maddesiyle ormanların özel olarak
korunduğu gözetilerek, bu maddede geçen 'kamu yararı' kavramının hangi
durumları kapsadığının yasayla belirlenmesi gerekirken, bu yola gidilmeyerek,
söz konusu kavramın kapsam ve içeriğinin tespitinin idareye bırakılması yasama
yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesi,
Anayasanın 7 nci ve 169 uncu maddelerine açıkça aykırı bulduğu maddenin bu
üçüncü ve dördüncü fıkralarını iptal etmiştir."
Değerli milletvekilleri, önümüze gelen
yasa tasarısında ise, Orman Kanununun 17 nci maddesinin Anayasaya uygun hale
gelmesi için, kamu yararına olduğu düşünülen tesisler "alan" olarak
sayılmış ve bu çerçevede, üçüncü fıkranın birinci tümcesi şöyle düzenlenmiştir:
"Savunma, ulaşım, enerji, madencilik, haberleşme, baraj, gölet, su,
petrol, doğalgaz, çöp depolama, altyapı, sportif alan, ölçüm istasyonları,
sağlık ve eğitim gibi öncelikli kamu yararı bulunan hizmetlerle ilgili her
türlü yer, bina ve tesislerin devlet ormanları üzerinde bulunması veya
yapılmasının zorunlu olması halinde gerçek ve tüzelkişilere bedeli mukabilinde
Çevre ve Orman Bakanlığınca izin verilebilir."
Değerli milletvekilleri, yasa tasarısının
bu maddesi, bu haliyle, Anayasaya uygun hale getirilmiş olmuyor, Anayasaya
aykırılık aynen sürdürülüyor; çünkü, kamu yararına olduğu düşünülen sektör ve
alanların sayısı çok geniş tutulduğu gibi, bununla da yetinilmemiş, tasarıda
yer alan "gibi" ifadesiyle de, bu maddenin, istenen ya da gereken tüm
alanlar için genişletilmesi mümkün hale getirilmiştir. Bu nedenle
"gibi" ifadesinin yasa metninden çıkarılması gerekir. Bunun yanında,
sportif alanların, sağlık ve eğitim tesislerinin ille orman içine kurulması ne
için gerekir?! Hangi sportif alanın, hangi eğitim kuruluşunun orman içerisinde
kurulmasında kamu yararı veya zorunluluk olabilir?! Anlaşılıyor ki, madde, bu
haliyle, var olan, Anayasaya aykırı olarak orman arazisi üzerine kurulmuş olan
birkısım eğitim ve sağlık kuruluşu ile sportif alana anayasal meşruiyet kazandırmaya
çalışıyor. Kaldı ki, var olanları legalleştirip, meşrulaştırırken,
ormanlarımızın çok değişik amaçlarla tahribine de geniş bir kapı açıyor.
Oysa, yeni düzenlemesiyle, yasa maddesi,
yapılmak istenilen hizmette, öncelikli kamu yararını ararken, tesisin ormanda
yapılmasında kesin zorunluluk bulunması koşulunu da, birlikte aramak
zorundadır; ancak, bu durumda Anayasaya uygunluk sağlanmış olur.
Sayın milletvekilleri, şimdi, sizlere
soruyorum: Hangi eğitim kurumu orman içerisinde yapılmak zorundadır? Hangi
eğitim kurumunun, ormanları tahrip ederek, orman içerisinde yapılmasında
kamunun, halkın, toplumun çıkarı vardır? Canlı örnek önümüzde; Koç Üniversitesi
hangi zorunluluktan ötürü Rumeli Hisarındaki 160 dönümlük ormanı yok etmiştir?!
Koç Üniversitesinin 160 dönümlük orman üzerine kurulmasında ne gibi zorunluluk,
ne gibi kamu yararı vardır?
Değerli arkadaşlarım, sağlık kuruluşları
konusunda da aynı şeyleri söyleyebiliriz. Sağlık kuruluşlarında, ancak adı
belirtilmek koşuluyla, yalnızca sanatoryum ve prevantoryum gibi sağlık
kurumlarına orman alanlarında kurulma izni verilmelidir. Bunların dışındaki
sağlık kurumlarının ormanlık alanda kurulmasında ne zorunluluk ne de kamusal
yarar olabilir.
Değerli milletvekilleri, değindiğim
nedenlerle ve Anayasanın ruhuna ve lafzına gerçekten uyabilmesi için ilgili
yasa tasarısının 1 inci maddesinde yer alan "sportif alan" ifadesi
ile "gibi" sözcüklerinin çıkarılması "sağlık ve eğitim"
sözcükleri yerine de "sanatoryum" sözcüğünün kullanılması gerekir.
Yasa tasarısında, ayrıca, Çevre ve Orman
Bakanlığının, herhangi bir izin vermeden önce Danıştayın görüşünü alacağının,
izin alınmak istenen konuda, çerçevesi yasada belirlenen öncelikli kamu yararı
ve zorunluluğunun birlikte aranacağının yer alması gereklidir. Aksi halde,
yasanın 17 nci maddesi, düzenlenen bu yeni haliyle de Anayasaya uygunluk
sağlamış olmaz, yalnızca duruma uydurulmuş olur. Ormanlarımız, bugüne kadar
yaşanandan çok daha vahim olarak kapanın elinde kalır.
Yasa tasarısı hazırlanırken, anayasal bir
kuruluş olan Orman Mühendisleri Odasından, sivil toplum kuruluşları olarak
Türkiye Ormancılar Derneğinden ve TEMA'dan görüş istenseydi, her halde, tasarı,
Anayasaya daha uygun bir içerik kazanırdı.
Değerli milletvekilleri, 6831 sayılı
Kanunun 71 inci maddesine tasarının 2 nci maddesiyle eklenen fıkranın ise,
yalnızca sınırlı sayıda çalışanı ve yılın belirli bir kesimini kapsamasını
doğru bulmuyoruz. Bu nedenle, fıkranın, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Orman
Genel Müdürlüğünde ormancılık faaliyetinde çalışan 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununa tabi tüm memurlara teşmilini ve tazminatın yıl süresince kesintisiz
verilmesini daha doğru buluyoruz.
Değerli milletvekilleri, yaşadığımız son
aylarda, bugüne kadar hiç görülmedik bir biçimde, Orman Mühendisleri Odasının Bakanlık
tarafından tam bir ablukaya alındığını, seçimlere inanılmaz derecede müdahalede
bulunulduğunu; bunun demokratik yaşamımıza uymadığını da özellikle belirtmek ve
Sayın Bakanın özel dikkatini çekmek istiyorum. Bu tür çabalar, ne Bakana ne
Bakanlığa ne ülkeye bir yarar sağlar. Bunlar yapay oluşumlardır. Belki
baskıyla, sindirmeyle birkısım arkadaşlarımıza oy verdirilmez, belki Oda ele
geçirilebilir; ama, bu, Türkiye'nin yararına hiçbir sonuç doğurmaz; ayrıca,
demokrasi açısından da yaralar açar diye düşünüyorum ve Bakanlığımızın bu
konularda yansızlık içerisinde olmasının gereğini ifade ediyor, tasarının
maddeleri görüşülürken konuya ilişkin önergelerimizi sunacağımızı belirtiyor,
sizleri ve Yüce Türk Ulusunu saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ergin.
Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu
adına, Bolu Milletvekili Sayın Yüksel Coşkunyürek; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA YÜKSEL COŞKUNYÜREK
(Bolu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 402 sıra sayılı Orman Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında AK Parti Grubumuzun
görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım; yüce Heyetinizi şahsım ve Grubum
adına saygıyla selamlıyorum.
Ulusal zenginliğimiz olduğu kadar evrensel
bir değer de olan ormanlarımız, ülkemiz doğal kaynaklarının en önemlilerinden
birisidir. Ormanlarımız, günün emeği olmakla beraber, geleceğin zenginliğidir;
dolayısıyla, kamu ve siyaset, hem emeğe saygı duymak hem de geleceğin bu
değerini muhafaza etmek zorundadır.
Yenilenebilir bir doğal kaynak olan
ormanlardan sürdürülebilir yararlanma, sürdürülebilir kalkınmanın olmazsa olmaz
koşuludur.
Ülkemizin doğal kaynaklarının en
önemlilerinden biri olan ormanlarımız ülke yüzölçümünün yüzde 26'sını
kaplamaktadır; bu alan yaklaşık 20 700 000 hektardır. Ormanlarımızın yaklaşık
yüzde 52'si verimli, yüzde 48'i ise verimsiz niteliktedir. Diğer taraftan,
iklim ve doğa şartları nedeniyle topraklarımızın büyük bir kısmı, bazı bölgelerimiz
dışında, orman kurmaya elverişli değildir. Bu durum, mevcut ormanlarımızı
korumamızın ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ulusal ormancılık
politikamızda orman teşkilatımızın en önemli gayesinin başında ormanların
korunması gelmektedir; bu da Anayasanın 63 ve 169 uncu maddeleriyle güvence
altına alınmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
diğer taraftan, kalkınma ve gelişmemizi sağlamak için, ulaşım, enerji, savunma,
haberleşme, su, madencilik, sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerimizin altyapı
tesislerine ihtiyacı bulunduğu dikkate alınarak, bu ihtiyaçları gidermek için,
ormanlarımızın nitelik ve niceliğini kaybetmeden gerekli arazi ve izinlere
ihtiyaç duyulmaktadır. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 26'sını bir
dokunulmazlık zırhıyla çevirirsek, kamu yararına olan hizmetleri yerine
getirmede hem gecikmiş hem de yüksek maliyetlerle yapmak zorunda kalmış
olacağız. Bu nedenle, toplum ve kamu menfaatına olan hizmetleri yerine
getirebilmek için gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.
Bu durumdan hareketle, 31.8.1956 tarihli
ve 6831 sayılı Orman Kanununun 3373 sayılı Kanunla değiştirilen 17 nci
maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları 1987 tarihinde düzenlenmiş; ancak,
Anayasanın 63 ve 169 uncu maddesine aykırılığı nedeniyle açılan dava sonucu,
Anayasa Mahkemesinin 2002/200 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. İptale dair
karar gerekçesi 8.11.2003 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanmış olup, iptal
gerekçelerine uygun olarak maddenin yeniden düzenlenmesi zorunlu hale
gelmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilen
düzenlemeler nedeniyle, yol, su, enerji, haberleşme gibi pek çok kamusal
ihtiyacımız yerine getirilememiş, hizmetler aksamıştır. 17 Aralık 2002 tarihli
karardan bu yana, uluslararası anlaşmalar hariç, izinler verilememiş ve 8.11.2003
tarihinden itibaren hizmetler tıkanma noktasına gelmiştir.
Söz konusu olan bu hukukî boşluğun
giderilmesine yönelik, Anayasa Mahkemesi kararları dikkate alınarak, bu tasarı
hükümetimizce yeniden düzenlenerek Genel Kurulumuzun onayına sunulmuştur.
Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesinde,
özellikle devlet ormanlarında verilecek izinlerde "kamu yararı ve
zorunluluk" aranılması şartlarına yer verilmiş olduğundan, madde bu
kapsamda yeniden düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi kararı çerçevesinde, devlet
ormanları üzerinde bulunması veya yapılması zorunlu bina ve tesislerin yapımına
izin verilebilmesi için, öncelikli kamu yararı bulunan hizmetlerin alanları
belirlenmiş ve sınırlarının çerçevesi çizilmiştir.
Kamu yararı ve zorunluluğunun nasıl
saptanacağı burada öne çıkmaktadır; bunu belirlemek için "kamu
yararı" kavramını biraz açmak istiyorum. İdare hukuku alanında kamu
yararının tam bir tanımı olmamakla birlikte, kamunun gereksinimleriyle veya
ulusal birliğin devletin gereksinimleriyle ilgili olan ve bunları karşılayan
topluma, ulusa ve devlete istifadeler sağlayan yarar olarak tanımlanabilir.
Kamu yararı, gelişen ve değişen toplumun gereksinimlerine göre değişebilir bir
kavramdır. Kamu yararının varlığı, bir kamu hizmetinin varlığına bağlıdır;
ortada bir kamu hizmeti yoksa, kamu yararından söz edilemez.
Kamu hizmeti, bir kamu kurumunun ya
kendisi ya da yakın gözetimi altında özel girişim eliyle kamuya sağlanan hizmet
olarak nitelenebilir. Kamu hizmetlerinin kamu kuruluşlarınca yapılması zorunlu
değildir; kamu kuruluşu denetimi altında özel kesimce de yürütülebilir. Kamu
hizmeti, paralı olabileceği gibi parasız da olabilir; ülkesel, yerel veya
bölgesel olabileceği gibi, toplumun belli kesimine yönelik de olabilir.
Kamu yararı, ekonomik, sosyal, kültürel
gelişmelere göre belirlenmektedir. Üstün olan kamu yararının tespitinde iki
ölçü kullanılmaktadır: Birinci ölçü, büyük grupların veya grubun yararları,
belli kişilerin veya grupların yararlarından üstün tutulur ve kamu yararını
meydana getirir. Anayasanın 46 ncı maddesindeki, devletin ve kamu
tüzelkişilerinin, kamu yararının gerektirdiği hallerde, özel mülkiyete konu
taşınmazları kamulaştırılabileceği hükmü, bunun bir ifadesidir. İkinci ölçü
ise, çağdaş değerler bakımında çatışan yararlardan nitelik yönünden önemli ve
öncelikli olanını ve ağır basanını kamu yararı olarak saymayı tercih etmektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
itiraz gerekçelerini incelediğimizde, kamu yararının belirlenmesine ve kamu
hizmetlerinin tarifine dikkat çekilmiş ve kamu yararına olmayan hiçbir kamu
hizmeti yoktur denilmiştir. Hastane yapımından karayolu yapımına, üniversite
yapımından baraj yapımına, havaalanı yapımına kadar her kamu hizmetinde kamu
yararı olduğundan kuşku bulunmadığı belirtilmiş "bunların kendi aralarında
öncelikleri olduğu gibi, dünden bize, bizden de yarınlara miras ve emanet olan
ormanların korunmasından daha önemli ve öncelikli olup olmadığı ve izne konu
kamu hizmetinin ormana zarar verip vermeyeceği, her olayda ayrıca
değerlendirilmelidir. Bir denetim mekanizmasının yer almadığı ve bu durumda,
Orman Kanununun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrasının, kamu yararına olan her
türlü bina ve tesise, bedeli ödenmesi koşuluyla, izin verilmesi nedeniyle,
Anayasanın 63 ve 169 uncu maddelerine aykırı olduğu kanaatine varılmıştır.
Orman Kanununun 17 nci maddesinin üçüncü fıkrasının ilk tümcesi uyarınca,
Anayasayla korunan ve yasaklanan alanlar kapsamdışı bırakılmaksızın ve kamu
yararının zorunlu kıldığı durumlarla ilgili herhangi bir çerçeve çizilmeksizin, turizm alan ve merkezleri dışında kalan
devlet ormanlarında, kamu yararına olan her türlü bina ve tesis yapılması için,
Çevre ve Orman Bakanlığınca, gerçek ve tüzelkişilere bedeli karşılığı izin
verilebilmektedir. Bu durumda, orman arazilerinin bedeli karşılığında tahsisi
için sadece kamu yararının varlığı yeterli görülmekte; ancak, bu kavramın
sınırlarının belirlenmemesi ve çerçevesinin çizilmemesi nedeniyle, idareye çok
geniş takdir yetkisi tanınmış olmaktadır.
Anayasanın 169 uncu maddesinde öngörülen
'kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz' tümcesine dayanılarak, kamu
yararının bulunduğu gerekçesiyle, gerçek ve tüzelkişilere bina ve tesisler
yapmak üzere orman arazileri tahsis edilemez. Devlet ormanlarının gerçek ve
tüzelkişilere tahsisinin, karayolları, telefon, elektrik, su, gaz, petrol boru
isale hatları, savunma tesisleri, sanatoryum gibi öncelikli kamu hizmetlerinin
ormandan geçmesi ya da anılan bina ve tesislerin orman arazileri üzerinde
yapılmasının zorunlu bulunduğu hallerle sınırlı olması gerekir.
Başka bir anlatımla, kamu yararının
bulunması ve zorunluluk hallerinde devlet ormanları üzerinde ancak irtifak
hakkının tesisine olanak tanınabilir" denilmiştir. Anayasa Mahkemesinin bu
öngörüsü dikkate alınarak yeniden tedvin edilen maddede, kamu yararı olduğu
varsayılan öncelikli kamu hizmetlerine yönelik faaliyetler, Anayasa
Mahkemesinin kararı gözönüne alınarak, saymaca yöntemiyle belirlenerek,
sınırlarının çerçevesi çizilmiş, ayrıca, kamu yararı olduğu için izin verilecek
tesis ve işletmenin ormanda yapılması zaruretinin de bulunması şartı
getirilmiştir.
Ayrıca, 4999 sayılı Yasayla Orman Kanununa
eklenen ek 8 inci maddeye paralel düzenlemeyle, izin süresi sonunda idarenin
uhdesine geçen tesislerin kullanım şekli de belirlenmiştir.
Böylece, tasarının 1 inci maddesi, kamu
yararı ve zorunluluk unsurlarının her ikisi de birlikte dikkate alınarak
hazırlanmış ve kamuoyunun beklentisine cevap verilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tasarının 2 nci maddesinde, ormanlarımızın geleceği için hayatî önemi haiz olan
orman yangınlarıyla mücadele, orman koruma ve sınırlandırma çalışmalarını,
mesai kavramına bağlı kalmaksızın, büyük bir özveriyle yürütmekte olan Orman
Genel Müdürlüğü personelinin özlük haklarında bir ölçüde de olsa iyileştirme
yapılmaktadır.
Son on yıllık döneme baktığımızda yıllık
ortalama yangın sayısının 2 050, yanan alan miktarının 13 823 hektar olduğunu
görürüz. Orman yangınlarıyla mücadele konusunda ülkemiz benzer şartları taşıyan
Akdeniz ülkeleri arasında en başarılı ülke olmuştur. 30 Mart - 3 Nisan 2004
tarihlerinde Antalya'da yapılan Ulusal Yangın Konferansında sunulan raporlara
baktığımızda 2003 yılında Rusya'da 20 000 000 hektar alan yanmış, aynı iklim
kuşağında bulunduğumuz Portekiz'de 460 000 hektar orman alanı yanmış, buna
mukabil ülkemizde 6 647 hektar orman alanı yanmıştır.
Orman Teşkilatımızın özverili ve bilinçli
çalışmaları, orman köylülerimizin canları pahasına katkıları, asker, sivil tüm
halkımızın özverili çalışmalarıyla bu oran ülkemizde daha düşüktür. Bu konudaki
çalışmalardan ötürü başta Orman Teşkilatı çalışanları olmak üzere, asker,
sivil, katkısı olan tüm halkımızı kutluyor ve teşekkürlerimi sunuyorum.
Sayıları 82'yi bulan orman şehitlerimizi de rahmetle anıyorum.
Ülkemizin önemli sorunlarından biri de orman
kaçakçılığıdır. Yıllık verilere göre 30 000 dolayında muhtelif orman suçu
işlenmektedir. Bu yasadışı eylemler, her kademedeki orman çalışanları ve başta
muhafaza memurlarının çalışmalarıyla takip altında bulundurulmakta ve failleri
adliyelere intikal ettirilmektedir. Bu görev, zaman zaman, hayatı pahasına,
özveriyle yapılmaktadır. Diğer kamu görevlilerine nispeten riskli görev yapan
Orman Teşkilatı çalışanlarımıza bir derece de olsa destek verilmesi, bir
kadirşinaslık olacaktır.
Yine, ülkemizin önemli problemlerinden bir
diğeri de orman kadastrosu sorunudur. Orman köylülerinin sorunlarını araştırma
komisyonundaki çalışmalarımızda da tespit ettiğimiz bu sorun önem arz etmekte,
vatandaşlarımızı da huzursuz etmektedir. Türkiye ormanlarımızın, bugüne kadar,
üçte 2'si olan yaklaşık 16 500 000 hektar alanda bu çalışma yapılmış, üçte
1'lik kısmında yapılamamıştır. Göçmen bir hayat sürerek, mesai kavramını
dikkate almadan görev yapan orman kadastro çalışanlarının bu çalışmalarını bir
an önce bitirmeleri için özendirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca, son on yılda Orman Teşkilatımızın
memur kadrosu aşırı küçülme yaşamış, buna rağmen hizmetleri azalmamış,
artmıştır. Orman Teşkilatı fazla performans göstererek, bu küçülmeye rağmen,
iyi hizmet üretmiştir.
Son derece yorucu ve riskli olan bu
çalışmalara karşılık, memurlara, bu iş için ayrıca bir ödemede bulunulmamakta,
bu durum da, çalışanların motivasyonunu bozmakta, verim gücünü olumsuz yönde
etkilemektedir.
Yapılan düzenlemeyle, ormanlarımızın
geleceği için hayatî önemi haiz olan orman yangınlarıyla mücadele, orman koruma
ve sınırlandırma çalışmalarını mesai kavramına bağlı kalmaksızın büyük bir
özveri içerisinde yürütmekte olan Orman Genel Müdürlüğü personeline, 10 000
gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutarı
geçmemek üzere, aylık maktu fazla çalışma ücreti verilerek, özlük haklarında,
bir ölçü de olsa iyileştirme yapılmaktadır.
Bu meyanda, 6831 sayılı Orman Kanununun 17
nci ve 71 inci maddelerindeki değişiklikleri doğru buluyor, yasa tasarısının
hayırlı olmasını diliyor, beni sabırla dinlediğiniz için, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Coşkunyürek.
Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına söz
isteyen Sayın Necati Uzdil; buyurun.
NECATİ UZDİL (Osmaniye) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; 402 sıra sayılı yasa tasarısı üzerinde, kişisel
görüşlerimi belirtmek üzere söz aldım; sizleri, sevgi ve saygıyla selamlıyorum
Bu tasarıyla, ormanlarımızdan birkısım
yerin orman olmaktan çıkarılması hedeflenmekte. Doğrudur; kendilerine göre, bu,
kamusal yarar olarak düşünülebilir; ama, sonuçta, birkısım yer daha orman
olmaktan çıkarılacaktır. Ne yapacağız; üniversite yapacağız. Sevgili
arkadaşlarım, üniversiteyi orman olmayan bir yere yapsak da, orayı orman haline
getirsek olmaz mı?! Gidip, ormanlık olan, zorla yetiştirilen bir yerdeki
ağaçları kesip, yok edip, oraya üniversite yapmakla mı ülkeyi kurtaracağız?!
Ben, 1963 yılında Osmaniye'den Ankara'ya
gelirken, Gölbaşı'ndaki orman öyleydi; geldik 2004 yılına, kaç metrekare
büyüdü?! Yazık değil mi öyle bir yere?! Yok efendim üniversite yapacağım, yok
efendim kamu yararına hastane yapacağım diye, oradaki ağaçları yok etmek,
ormanı yok etmek doğru mu?! Bu tesisleri yapacak yer mi yok!
Öbür tarafta, bomboş yerler var,
İstanbul'da da aynı şeyler yapılıyor. Orman alanlarının dışındaki sahalarda
bozkırlar var; üniversiteyi orada yapsak da, orayı ağaçlandırsak ne olur?!
İşte, size örnek: Adana'da Çukurova Üniversitesi Balcalı'ya kuruldu, çok da
geniş bir alan verildi, içerisinde orman yoktu. Buyurun, şimdi gidin, bakın;
Balcalı'daki üniversite kampusu, olduğu gibi, çoğu yeri orman alanı haline
getirildi. Derdimiz ne?!
Benim bildiğim kadarıyla, Orman
Bakanlığımızın ve Orman Bakanımızın birincil görevi, ormanları korumak, ondan
sonra, ormanları geliştirmektir; ama, ben bakıyorum, geldiğimizden -birbuçuk
yıldan- beri ormanları koruma adına, ormanları geliştirme adına Orman
Bakanlığımızın yaptığı tek bir iş yok. Çeşitli bahaneler ileri sürerek, ormanın
azalmasıyla ilgili, ormanın birilerine verilmesiyle ilgili veyahut da bir başka
sektörün yararına sunulmasıyla ilgili teklifleri Orman Bakanlığı ve Orman
Bakanımız getiriyor. Bana göre, birileri bu isteği yaptığında, direnecek olan
kurum, Orman Bakanlığıdır, özellikle de Orman Bakanımızdır; ama, maalesef!..
Ben bunu bir türlü anlayamıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Anadolu'da bir laf
var "ölüm hak, miras helal" derler. Sevgili arkadaşlarım, mirası
istediğiniz gibi yiyebilirsiniz, miras sizin. Peki, ormanın miras olduğunu
iddia edebilir misiniz? Benim bildiğim kadarıyla, orman, gelecek nesillerin
bizdeki emaneti.
Sevgili dostum, peki, kafayı sallıyoruz,
güzel de, emanete el uzatılır mı? Bizim şu anda yaptığımız, emanete el uzatmak
değil mi sevgili arkadaşım?!
YAHYA BAŞ (İstanbul) - Ne alakası var?!
NECATİ UZDİL (Devamla) - Peki ne?! Kim dikti o ağaçları oraya; kim
orman haline getirdi; ne hakla oradaki ağaçları kesip çırılçıplak hale getirmek
istiyorsunuz? Buna, özellikle, Orman Bakanının hakkı var mı; Orman Bakanlığının
hakkı var mı?! Koruma görevini yapsın; gelsin, ormanları korusun.
Görüyoruz, son yıllarda ormanlarımızın
artırılması için ağaçlandırma çalışması var. İnsanlar ona emek veriyor,
alınteri döküyor. Yıllarca bekliyoruz ki, o ağaç dikilen sahalar orman olsun.
Orman Bakanlığının yıllardır uğraş verdiğimiz yerlerdeki ağaçları kesmeye hakkı
yok. Zaten, bunun Anayasaya aykırı olduğu da... Daha dün, Anayasa Mahkemesinden
döndü. Peki, ne yapmak istiyoruz; kendi kendimizi mi aldatmak istiyoruz; yoksa,
başkalarını, vatandaşı mı aldatmak istiyoruz sevgili arkadaşlarım? Anayasaya
aykırı olduğu gün gibi aşikâr olan şeyi döndürüp dolaştırıp bir başka şekilde
önümüze getirmekle neyi amaçlıyorsunuz?
Unutmayın, bu devlet, bir hukuk devleti. Öncelikle
hukuka saygılı olmamız gerekir, saygı göstermemiz gerekir. Hukuku korumak da,
bir bakıma, öncelikle hükümetin görevidir; ama, maalesef, bizim hükümetlerimiz
hukuku falan bir tarafa atmışlar. Orman Bakanımız, ormanı koruma görevini
yapacağı yerde, kızılağaç orman ağacı değil diye birileri getiriyor, Orman
Bakanlığımız tasarı hazırlıyor, hükümetimiz de onaylıyor; kızılağaç orman ağacı
değil!.. Yahu, bırakın, onu bir başkaları desin "orman ağacı değil"
desin de, Orman Bakanlığı, Orman Bakanı, bu ağacın orman ağacı olduğunu
savunsun; birileri, ormana üniversite kurmak istesin de, Orman Bakanlığı, Orman
Bakanı "hayır, olmaz, git, boş yere üniversite yap, orayı da orman
yap" desin.
Maalesef, geldim bu Meclise, bir türlü
anlayamıyorum; Orman Bakanı ormanla uğraşıyor; Tarım Bakanına bakıyorum, Tarım
Bakanı piyasada yok, Devlet Bakanı tarımın sorunlarıyla ilgileniyor. Şimdi de,
Orman Bakanımız çekti gitti; dinlemesine de zaten gerek yok.
Evet, sevgili
arkadaşlarım, ben şunu biliyorum: Yaptıklarınızı bilmeden yapıyorsunuz; orman
köyü görmediniz; siz, orman köyünü, sadece İstanbul'daki, Muğla'daki,
Antalya'daki orman köyleri sayıyorsunuz.
Sayın Hocam, buradasın, gel, seninle
Bahçe'nin Burgaçlı Köyüne gidelim; gel, gidelim, orayı ağaçlandıralım; Orman
Bakanı, Orman Bakanlığı gitsin, Burgaçlı Köyünü ağaçlandırsın da, selden
korusun. Toprak yok taş yok, iş yok güç yok; iş olanağı da yaratamadık; hâlâ
IMF'den para alıp, hâlâ borç para yiyerek günümüzü geçirmeye çalışıyoruz.
Sevgili arkadaşlarım, sözlerimi şöyle
bağlamak istiyorum: Ormanlarımız, bize, gelecek kuşakların emanetidir. Emanete
ihanet etmeyelim; emanete kimse elini uzatmasın diyorum, sizlere saygılar,
sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Uzdil.
Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Tasarının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Devam edin Sayın
Başkan...
BAŞKAN - Kabul etmeyenler...
İLYAS ARSLAN (Yozgat) - Karar
yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Onu evvelden
yapacaktın!
BAŞKAN - Tasarının maddelerine geçilmesi
kabul edilmemiştir.
Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair 2003/1
Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakerelerine
başlayacağız.
6. -
Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair 2003/1 Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite
Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/757) (S. Sayısı: 396)
BAŞKAN - Komisyon?..
Birleşime 10 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 15.17
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati: 18.30
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ (Ordu)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin
74 üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam
ediyoruz.
Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair 2003/1
Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakerelerine
başlayacağız.
VII. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
6. -
Tekstil Ürünleri Ticaretine Dair 2003/1 Sayılı Türkiye-Litvanya Ortak Komite
Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/757) (S. Sayısı: 396) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.
Ertelenmiştir.
Diğer tasarılar da Dışişleri Komisyonunu
ilgilendirdiğinden ve komisyon bulunmadığından dolayı, sözlü soru önergeleri
ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 20 Nisan 2004 Salı günü
saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 18.32