DÖNEM
: 22 CİLT : 44 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
69 uncu Birleşim
6 Nisan 2004 Salı
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂGITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Bursa Milletvekili Faruk
Anbarcıoğlu'nun, Bursa'nın fethinin 678 inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı
konuşması
2. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu'nun, Malatya'da kayısı üreticilerinin zararına yol açan don olayının
yarattığı sorunlara ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması
3. - Eskişehir Milletvekili Muharrem
Tozçöken'in, Türk Polis Teşkilatının kuruluşunun 159 uncu yıldönümüne ve polis
teşkilatının içinde bulunduğu sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı
4. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Kıbrıs konusunda gelinen noktaya, önümüzdeki sürece
ve İsviçre'de yapılan görüşmeler ile Annan Planının aldığı son şekle ilişkin
gündemdışı açıklaması ve CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen’in, AK Parti
Adana Milletvekili Ömer Çelik'in grupları adına, Elazığ Milletvekili Mehmet
Kemal Ağar'ın şahsı adına konuşmaları
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - Hollanda Temsilciler Meclisi Başkanı
ve beraberindeki heyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu
olarak resmî temaslarda bulunmak üzere ülkemize ziyarette bulunmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/513)
2. - Bayburt Milletvekili Ülkü Güney'in
(2/16) esas numaralı kanun teklifini geri aldığına ilişkin önergesi (4/154)
3. - Kars Milletvekili Selami Yiğit'in
(6/957) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/155)
4. - Kars Milletvekili Selami Yiğit'in
(6/963) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/156)
5. - Kars Milletvekili Selami Yiğit'in
(6/964) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/157)
6. - Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in
(6/981) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/158)
7. - Tunus Temsilciler Meclisi Dış
İlişkiler ve Siyasî İşler Komisyonu Başkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi
Dışişleri Komisyonu heyetini Tunus'a davetine icabet edilmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/514)
8. - Bazı milletvekillerinin belirtilen
sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/515)
9. - Bir milletvekiline ödenek ve
yolluğunun verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/516)
10. - Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in
Suriye'ye yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/517)
11. - Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Abdüllatif Şener'in Macaristan'a yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun
görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/518)
12. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdullah Gül'ün Rusya Federasyonuna yaptığı resmî ziyarete
katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/519)
IV. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. - İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in,
Adana Milletvekili Ömer Çelik'in, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden
farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
V. -
SEÇİMLER
A)
KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM
1. - İçişleri Komisyonunda açık bulunan
üyeliğe seçim
2. - (9/3), (9/5,6) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim
B)
KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ
1. - (9/8) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonuna üye seçimi
VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) SÖZLÜ
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Bursa Milletvekili Mehmet
Küçükaşık'ın, Bursa İlinde yapılan bazı atamalara ilişkin Sağlık Bakanından
sözlü soru önergesi (6/456) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
2 - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın,
Bor Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi inşaatına ilişkin Sağlık Bakanından
sözlü soru önergesi (6/478) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
3 - Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'in,
Salihli Devlet Hastanesi ekbinasının ne zaman hizmete gireceğine ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/523) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
4. - Muğla Milletvekili Ali Arslan'ın,
sağlık meslek lisesi mezunlarının istihdam sorununa ilişkin Sağlık Bakanından
sözlü soru önergesi (6/540) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
5. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın,
memurların ilaç katkı payında indirim yapılıp yapılmayacağına ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/545) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
6. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın,
Niğde Devlet Hastanesinin iç onarım ve bahçe düzenleme ihalesine ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/550) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
7 - İstanbul Milletvekili Güldal
Okuducu'nun, sağlık meslek liselerine ilahiyat fakültesi mezunu idareci
atandığı iddiasına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/582) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
8. - Ankara Milletvekili İsmail
Değerli'nin, hemofili hastalarının tedavisinde kullanılan bir kan ürününün
ithal edilip edilmediğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/600)
ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
9. - İzmir Milletvekili Vezir Akdemir'in,
İzmir'in Menemen İlçesinin hastane ve sağlık personeli ihtiyacına ilişkin
Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/631) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın
cevabı
10. - Burdur Milletvekili Ramazan Kerim
Özkan'ın, Burdur İlinin kadın hastalıkları ve doğum hastanesi ihtiyacına
ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/635) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ'ın cevabı
11. - Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in,
Diyarbakır-Ergani'deki Çayönü antik yerleşim birimindeki kazı çalışmalarının ne
zaman başlatılacağına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi
(6/458)
12. - Adana Milletvekili Atilla
Başoğlu'nun, beyin göçüne ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/459)
13. - Iğdır Milletvekili Dursun
Akdemir'in, Iğdır Kâzım Karabekir Tarım İşletmesinin düşük kapasitede
çalıştırılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/462)
14. - Mersin Milletvekili Hüseyin Güler'in,
özelleştirme aşamasındaki Taşucu SEKA Akdeniz işletmesinde çalışan personele
ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/464) ve Maliye Bakanı Kemal
Unakıtan'ın cevabı
B) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - İzmir Milletvekili Canan Arıtman'ın,
bir cenaze törenine katılanlar hakkında kıyafetlerinden ötürü işlem yapılıp
yapılmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun
cevabı (7/1957)
2. - Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un,
Osmanlı Devletince İrlanda'nın Drogheda şehrine yardım gönderilmesine ilişkin
sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün cevabı
(7/1991)
3. - Tunceli Milletvekili Hasan
Güyüldar'ın, internetten kimlik numarası bilgisine ulaşmanın çifte
vatandaşlıkta doğuracağı soruna ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir
Aksu'nun cevabı (7/2010)
4. - Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in,
Kıbrıs Barış Harekâtında şehit ve gazi olanların sayısına ilişkin sorusu ve
Millî Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül'ün cevabı (7/2026)
5. - İzmir Milletvekili Erdal
Karademir'in, Millî Eğitim Vakfına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2045)
6. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in,
kültür merkezlerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun
cevabı (7/2053)
7. - İzmir Milletvekili Erdal
Karademir'in, Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Atama ve Yer Değiştirme
Yönetmeliğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı
(7/2067)
8. - Kırklareli Milletvekili Mehmet
S.Kesimoğlu'nun, Kristal-İş Sendikasının aldığı grev kararının ertelenmesine
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali
Şahin'in cevabı (7/2070)
9. - Afyon Milletvekili Halil
Ünlütepe'nin, yurtdışı teşkilatında görevlendirileceklerle ilgili yönetmeliğin
değiştirildiği iddialarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik'in cevabı (7/2077)
10. - Aydın Milletvekili M.Mesut
Özakcan'ın, yurtdışı teşkilatına sürekli atanacak personelin seçimine dair
yönetmelikte yapılan değişikliğe ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik'in cevabı (7/2079)
11. - İzmir Milletvekili Erdal
Karademir'in, uzman ve uzman yardımcılığı kadrolarına yapılan atamalara ilişkin
sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/2080)
12. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
Eti Holding Genel Müdür Yardımcılığına yapılan atamaya ilişkin sorusu ve Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/2088)
13. - İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz
Ketenci'nin, kamuya ve özel sektöre ait santrallardan alınan elektriğin
fiyatına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi
Güler'in cevabı (7/2089)
14. - Adana Milletvekili N.Gaye
Erbatur'un, trafik yılında kazaların önlenmesi amacıyla uygulanacak programa
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/2090)
15. - Tokat Milletvekili Orhan Ziya
Diren'in, vakıf gayrimenkulü kiracısı esnafa geriye dönük stopaj uygulandığı
iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali
Şahin'in cevabı (7/2104)
16. - İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu'nun, kamu bankalarının sorunlu kredi alacaklarına ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/2107)
17.- Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur'un,
greyfurt ihracat desteğinin yükseltilmesine,
- Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere,
İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Kürşad
Tüzmen'in cevabı (7/2110, 2111)
18. - Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin
sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı (7/2117)
19. - İzmir Milletvekili Canan Arıtman'ın,
Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesi sonrası görev verilmeyen üst
düzey yöneticilere ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin
cevabı (7/2122)
20. - Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin
sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/2123)
21. - Burdur Milletvekili Ramazan Kerim
Özkan'ın, Burdur-Merkez Günalan Köyündeki enerji nakil hatları ve trafoya
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı
(7/2124)
22. - Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı
(7/2127)
23. - Aydın Milletvekili M.Mesut
Özakcan'ın, elektrik üretimi ve ithaline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/2128)
24. - Adana Milletvekili N.Gaye
Erbatur'un, 4207 sayılı Kanunun gereklerinin yerine getirilmesiyle ilgili bir
çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun
cevabı (7/2130)
25. - Adana Milletvekili Atilla
Başoğlu'nun, akaryakıt taşıyan araçların denetimine ilişkin sorusu ve İçişleri
Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/2133)
26. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
özelleştirmelerde alınan teminatlara ve ödemelerin ertelenmesi kararlarına
ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/2139)
27. - Adana Milletvekili Atilla
Başoğlu'nun, yerli malların kullanımının teşvik edilmesine ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2143)
28. - Yalova Milletvekili Muharrem
İnce'nin, Bingöl İlindeki okul ihalelerini alan inşaat şirketine ilişkin sorusu
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2144)
29. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
belli bir marka yolcu otobüslerinin karıştığı yangınlı kazalara ilişkin sorusu
ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/2150)
30. - Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yançınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin
sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/2151)
31. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
İsdemir ve Erdemirin demir-çelik ürünleri üretimine ve satışına ilişkin sorusu
ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/2152)
32. - Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin
sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı (7/2161)
33. - İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu'nun, bir gazetede çıkan Sayıştayla ilgili iddialara ilişkin sorusu
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın cevabı (7/2234)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı.
Elektronik cihazla yapılan yoklamalar
sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından, 6
Nisan 2004 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 15.19'da son
verildi.
|
İsmail Alptekin |
|
|
Başkanvekili |
|
|
Suat Kılıç |
Ahmet Küçük |
|
Samsun |
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
Kâtip Üye |
No. : 103
II. - GELEN
KÂĞITLAR
2 Nisan
2004 Cuma
Tasarı
1. - Basın Kanunu Tasarısı (1/781) (Anayasa;
Avrupa Birliği Uyum ve Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 24.3.2004)
Yazılı Soru
Önergesi
1. - İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu'nun, bir gazetede çıkan Sayıştayla ilgili iddialara ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/2234)
(Başkanlığa geliş tarihi: 13.2.2004)
No. : 104
5 Nisan
2004 Pazartesi
Sözlü Soru
Önergeleri
1. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in,
Iğdır ilçe ve belde belediyelerinin SSK ve Emekli Sandığı borçlarına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1021) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30.3.2004)
2. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in,
2004 Yılı Bütçesinden illere ayrılan paylara ve Iğdır İlindeki bazı çalışmalara
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1022) (Başkanlığa geliş tarihi:
30.3.2004)
3. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in,
Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki illere Ziraat Bankasının verdiği hayvancılık
kredilerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1023) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30.3.2004)
4. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in,
hayvancılık kredisine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1024) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)
Yazılı Soru
Önergeleri
1. - İzmir Milletvekili K. Kemal
Anadol'un, bir şirketin ve iki bakanın vergi barışı olarak adlandırılan
düzenlemeden yararlanıp yararlanmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/2237) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.3.2004)
2. - İstanbul Milletvekili Berhan
Şimşek'in, RTÜK'ün 2001-2003 yıllarının denetlenmesiyle ilgili DDK raporuna
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2238) (Başkanlığa geliş tarihi:
31.3.2004)
3. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
Diyanet İşleri Başkanının, ABD Ulusal Güvenlik Konseyiyle yaptığı ileri sürülen
görüşmelerine ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi
(7/2239) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)
4. - Malatya Milletvekili Muharrem
Kılıç'ın, çiftçilere doğrudan gelir desteği ödemelerine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2240) (Başkanlığa geliş tarihi:
30.3.2004)
5. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in,
elektrik piyasasına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2241) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)
6. - İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol'un,
meslek hastalıklarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2242) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.3.2004)
7. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in,
deprem ihtimaline karşı alınan tedbirlere ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi (7/2243) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.3.2004)
8. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
"kaynağı belirsiz para" ifadesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/2244) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.3.2004)
9. - Yozgat Milletvekili Emin Koç'un, TBMM
Genel Sekreteri ve bir Başkan Müşaviri hakkındaki bazı iddialara ilişkin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/2245)
(Başkanlığa geliş tarihi: 1.4.2004)
Süresi
İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri
1. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
Yuvacık Barajı ve Melen Projesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1934)
2. - İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in,
AB Komisyonu 2003 yılı İlerleme Raporundaki işkence ile ilgili tıbbi raporlara
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1940)
BİRİNCİ OTURUM
6 Nisan
2004 Salı
Açılma
Saati : 15.00
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69 uncu Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er dakikadır.
Hükümet, bu konuşmalara cevap verebilir;
hükümetin cevap süresi 20 dakikadır.
Gündemdışı ilk söz, Bursa İlinin fethinin
678 inci yıldönümü nedeniyle söz isteyen Bursa Milletvekili Sayın Faruk
Anbarcıoğlu'na aittir.
Buyurun Sayın Anbarcıoğlu. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Süreniz 5 dakika efendim.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Bursa
Milletvekili Faruk Anbarcıoğlu'nun, Bursa'nın fethinin 678 inci yıldönümüne
ilişkin gündemdışı konuşması
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 6 Nisan 1326 tarihinde fethedilen ve Osmanlının ilk
başkenti olan şirin Bursamızın fethinin 678 inci yıldönümü sebebiyle söz almış
bulunuyorum; sözlerime başlarken, Yüce Meclisimizi ve bizi izlemekte olan aziz
milletimizi, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, Polis Haftası dolayısıyla, değerli
polis kardeşlerimizin bu gününü de tebrik ediyor, görev başında şehit düşmüş
olanlara Allah'tan rahmet, geride kalanlara da sağlıklı, sıhhatli ömür
diliyorum.
Sayın milletvekilleri, eski adı Prusa olan
ve milattan önce 232-192 yılları arasında yaşamış olana Prusias tarafından
kurulan Bursa'da, Osmanlıların fethine kadar, Truvalılar, Lidyalılar,
Makedonyalılar ve Romalılar gibi birçok kültür hüküm sürmüştür. Osmanlı tarihinde
çok önemli bir yere sahip olan Bursa, cumhuriyet dönemimize de damgasını
vurmuş, Doğu Trakya ve Boğazların bugünkü misakımillî sınırlarına dahil
edilmesini somutlaştıran Mudanya Mütarekesi, yine, şirin ilçemiz Mudanya'da
imzalanmıştır.
Fetihten önce, 1204-1261 yılları arasında
İznik İlçemize bağlı sönük bir tekfurluk olan Bursa, Doğu Roma İmparatorluğunun
gezinti ve aynı zamanda Anadolu üzerindeki ticaret merkezlerinden bir yerdi.
1314 yılında başlayan ve tam 12 yıl süren kuşatma, 6 Nisan 1326 tarihinde
Bursa'nın fethiyle gerçekleşmiştir. Şehrin Marmara'ya doğru olan kuzey kısmı
dışında üç yanı Osmanlıların eline geçmiş; fakat, yapımı bin yıl öncesine kadar
dayanan surlarla çevrili olan kent ortada kalmıştır. Bunun üzerine, Osman Gazi,
iki hisar yaptırarak şehre giriş ve çıkışları kontrol altına almıştır. Osman
Gazi, şehrin kuşatmasını planlı bir şekilde başlattıktan sonra, bir yandan
Bursa çevresinde henüz fethedilmemiş bölgelerin Osmanlı yönetimine katılması
politikasını uygulamış ve hatta, onun bir amacı, bir yandan Marmara'ya, bir
yandan da Karadeniz'e ulaşmak olmuştu. Bizans arazisinin içinde ince, uzun
girintiler yaparak düşmanın kendi arasındaki irtibatı kesmeyi hedeflemiş ve her
birinin, kendi başına, yalnız kalmasını sağlamıştı. Şüphesiz ki, bu fetih,
tesadüften uzak olup, tamamen, ince, uzun, satranç şeklindeki bir planın
gereğiydi.
Osman Gazi devrinde, ülkenin yüzölçümü 4
800 kilometrekare iken, daha sonra 16 000 kilometrekareye çıkmıştır. Osman Gazi
hastalanınca yerine geçen oğlu Orhan Gazi, sırasıyla Mudanya, Gemlik ve
Orhaneli'yi fethetti. Böylece, Bursa'nın Marmara tarafından da kuşatılması
tamamlanmış oldu; şehir, âdeta bir çember içerisinde kalmıştı. Orhan Gazi,
babasının tavsiyesine uyarak, Orhaneli'nin fethinden sonra Bursa'ya geçti ve Pınarbaşı
mevkiine ordusunu konuşlandırdı. Daha sonra, Bursa Tekfuru Evrenos'a bir elçi
göndererek, ona şu güvenceleri verip, Bursa'yı teslim etmesini istedi:
1- Halkın canına ve malına asla
dokunulmayacak.
2- İsteyen herkes dilediği zaman şehirden
serbestçe çıkabilecek.
3- Şehirden çıkarken kimseye
dokunulmayacak.
4- Bunu sağlamak için şehirden çıkan
halkın başına Türk komutanlar verilecek.
5- Bizans Tekfuru 30 000 flori altın
verecek.
Şehre girildiğinde, halktan bazılarının
şehri terk etmediği görüldü. Türklerin adaletli ve insaniyetli bir millet
oluşu, belki de, onların şehirde kalmalarına yol açmıştı. Türk askeri, şehirde
kalan yerli halkın canına, malına dokunmamış, onlara, vicdan ile inanç
hürriyeti ve özgürlüğü tanımıştır.
Bu kuşatma sırasında, Moğol istilasından
kaçan, aralarında Bandırzade Muhammet Mustafa, Gazizade Şeyh Abdüllatif, İsmail
Beli ve Mehmet Şemsettin gibi döneme imzasını atmış isimlerin de bulunduğu
dervişler, erenler, evliyalar ve Ahiler, o kargaşa esnasında Anadolu'ya geçerek
Bursa'nın fethine bizzat katılmışlar ve tarihin altın sayfalarına
yerleşmişlerdir.
Keçecizade Fuat Paşa "Bursa, Osmanlı
tarihinin dibacesidir" derken, Bursa'nın, Osmanlı tarihi kadar -hatta,
farkında olmadan- cumhuriyet tarihimiz
için de ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu söylüyordu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Anbarcıoğlu, 1 dakika
eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
Buyurun.
FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Bugün,
ülkemizin dördüncü büyük sanayi ve ticaret merkezi haline gelen şehrimiz, tüm
kentsel özellikleri bünyesinde barındıran, ama sürekli göç alan, 1991 yılında,
Avrupa Konseyince Avrupa kenti ilan edilen, bir zamanlar ipek denilince akla
ilk gelen ender illerimizdendir.
Sanat tarihi bakımından çok önemli olan bu
bölgemizde, ülkemizin en zengin Bizans devri mezar kalıntıları, çeşitli mimarî
eserler, seramikler, paralar, camdan mamul harika eserler, Bursa Arkeoloji
Müzesinde, tarih ve kültürle ilgilenen ziyaretçilerini beklemektedir.
17 ilçesi, 37 beldesi, yüzlerce köyüyle
tarih ve kültürümüzü ayakta tutan Bursamız, İstanbulumuz gibi ülkemizin nadide
incilerinden biridir; ancak "Avrupa kenti" olarak anılan Bursamızın
çevre yolunun bir an önce bitirilmesi, şehrin dört bir yanına doğalgazın yaygınlaştırılması,
şehrimize yakışmayan, örümcek ağı gibi, elektrik direkleri üzerindeki tellerin
yeraltına indirilmesi, şehir trafiğini rahatlatacak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Anbarcıoğlu, lütfen Genel
Kurula teşekkür eder misiniz.
Mikrofonunuzu sadece teşekkür cümlesi için
açıyorum; buyurun.
FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Şanlı
ecdadımızın Bursa'yı fethettiği bu günde, Bursamızı ve ülkemizi bugünlere
getiren tüm ülkemiz yöneticilerine teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın
Anbarcıoğlu.
Gündemdışı ikinci söz, Malatya'da meydana
gelen ve meyveciliğimize büyük zarar veren don nedeniyle söz isteyen, Malatya
Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na aittir.
Sayın Aslanoğlu, buyurun.
Süreniz 5 dakika.
2. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu'nun, Malatya'da kayısı üreticilerinin zararına yol açan don olayının
yarattığı sorunlara ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) -
Teşekkür ederim.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri;
öncelikle, söz hakkını bana devrettiği için, bu duyarlılığı gösterdiği için,
Iğdır Milletvekilimiz Sayın Dursun Akdemir'e teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, pazartesi
gecesi Malatya'da büyük bir don olayı meydana gelmiştir. Bu don olayında 60 000
kişinin ekmeği yok oldu. Malatya'daki 60 000 kayısı üreticisinin tek bir
kayısısı kalmadı. Bunun yıllık bedeli ise yaklaşık 250 000 000 dolar. 60 000
kişinin ekmeği gitti. Tabiî ki, bu, tabiî bir afet, Tanrı'dan geliyor.
Malatya ekonomisi tamamen kayısıya bağlı.
Malatya'da her taşın altında, her ekonomik olayda kayısı vardır; çünkü, tek
ürün, başka ürünümüz yoktur.
Bu insanlar, özellikle bu yıl yiyecek
ekmek bulamayacaklar; kayısı, bu insanların tek ürünleri, tek geçim kaynakları.
Ayrıca, Türkiye'de yetişen kayısının yüzde 90'ı Malatya'da yetişmektedir ve
Türkiye'den ihraç edilen kayısının, yine, yüzde 90'ı Malatya kayısısı olarak
ihraç edilmektedir. Yılda, yaklaşık, ülkemizin 150 000 000 dolarlık döviz
girdisi ve Malatya insanının ekmeği tabiî bir afetle yok oldu. Bu, bir tabiî
afettir; yani, deprem, sel de tabiî bir afettir; ama, bu don olayı da tüm ürünü
yok etti ve bu da, Malatya için en büyük tabiî afettir.
Köylü son derece perişandır. Zaten, bugün
bana en az 100 tane telefon geldi; insanlar ağlıyor "ekmeğimiz yok
oldu" diyorlar. Borçları var; gübreyi borçla alıyorlar, benzini borçla
alıyorlar ve hasat için marttan itibaren bahçeleri hazırlamaya başlıyorlar;
ama, borçla alınan her şey yok olduğu için, bu sene ürün alınmayacak.
Tabiî, mesele, sadece 60 000 kayısı
üreticisi değil; mesele, tüm Malatya ekonomisi; her şey kayısıya bağlı. Kayısı
olmayınca, Malatya ekonomisinde dal kımıldamıyor; başka bir ürünümüz yoktur.
Ben, buradan, tüm Malatya köylüsüne, tüm Malatya esnafına geçmiş olsun
dileklerimi iletiyor, Tanrı'dan bir daha böyle bir tabiî afet göstermemesini
diliyorum; çünkü, ekmek, herkesin ekmeği.
Sayın milletvekilleri, biraz önce, ben, bu
konuyu, burada, Sayın Başbakanımıza ve Sayın Tarım Bakanımıza ilettim. Tabiî,
mutlaka, tabiî bir afettir; ama, Malatya çiftçisine, Malatya esnafına acaba
alternatif ne çözümler bulabiliriz ve bu tabiî afetten Malatya en az nasıl
zarar görür; ben, hükümetimizden, özellikle Malatya köylüsü adına yardım
bekliyorum. Bu tabiî afetin bir depremden, bir selden farkı yok; ekmek yok
oldu.
Sayın milletvekilleri, yaklaşık onbeş gün
önce tüm kayısılar çiçek açmıştı, bembeyazdı Malatya, her tarafı bembeyazdı;
sadece yüksek yerlerde yüzde 10'luk bir kayısı çiçek açmamıştı, bir tek onlar
bu dondan zarar görmedi; onun dışında Malatya ekonomisinin yüzde 90'ı yok oldu.
Ben, özellikle hükümetimizin bu konuda çok duyarlı davranacağını bilmek
istiyorum ve Malatya köylüsünün sorununa öncelikle çözüm getirilmesini
diliyorum.
Ben, tekrar, bu söz hakkını bana
devrettiği için -Iğdır da bir kayısı yetiştiricisi ilimiz- Iğdır
Milletvekilimiz Sayın Akdemir'e bir kez daha teşekkür ediyorum ve tüm Malatya
halkına geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Teşekkür ederim Sayın Başkan. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
Gündemdışı üçüncü söz, Polis Haftası
nedeniyle söz isteyen Eskişehir Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken'e aittir.
Sayın Tozçöken, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
3. -
Eskişehir Milletvekili Muharrem Tozçöken'in, Türk Polis Teşkilatının
kuruluşunun 159 uncu yıldönümüne ve polis teşkilatının içinde bulunduğu
sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve
İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı
MUHARREM TOZÇÖKEN (Eskişehir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türk Polis Teşkilatının kuruluşunun
159 uncu yıldönümü münasebetiyle söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bir devletin aslî görevi ve devlet olmanın
zorunlu şartlarından biri, kamu düzeninin korunması, bireylerin can ve mal
güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu bağlamda, güvenlik hizmetleri, diğer hizmetlerin
önkoşuludur. İşte, vazgeçilmez olan bu hizmetleri, ülkemiz vatandaşlarının
yüzde 80'ine Türk Polis Teşkilatı ifa etmektedir. Başka bir anlamda, polis,
demokrasi ve hukukun, huzurun ve asayişin teminatıdır. Nitekim, bu anlayışı,
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin polis hakkındaki bildirilerinde de
görmekteyiz. 1979 yılı 690 sayılı Kararının 5 inci maddesinde şöyle
denilmektedir: "Polisler, içinde görev yaptıkları toplumun maddî ve manevî
aktif desteğinden yararlanmalıdır."
Bir başka kararında ise "polisin,
içinde görev yaptığı çevre, meslekî, psikolojik ve maddî koşulları, birliği,
tarafsızlığı ve onuru koruyacak nitelikte olmalıdır. Polisler adil bir ücret
hakkına sahiptirler. Bu ücretin tespitinde tehlike ve sorumluluğun önemi,
çalışma saatlerinin düzensizliği gibi özel faktörler dikkate alınmalıdır."
Avrupa ülkelerinde güvenlik mühendisi
olarak da nitelendirilen polis, diğer memurlar gibi normal çalışma süresi kadar
çalışmasına rağmen, en yüksek maaşı alan ve sosyal yaşamı en iyi durumda
bulunan kamu görevlileri arasındadır. Ülkemizde ise, maalesef, Türk polisinin
durumu gerçekten içler acısıdır. Şöyle ki: İşin gerekleri, iş riski, çalışma
koşulları ve üstlenilen sorumluluk açısından polislik mesleğinin diğer devlet
memurluklarıyla karşılaştırılması işin özüne aykırıdır; ancak, müsaade
ederseniz, burada, yine de çok kısa bir karşılaştırma yapmak istiyorum.
Diğer devlet memurları haftada iki gün
tatil yaparken, polisler sadece bir gün tatil yapabilmektedir. Yine, diğer
devlet memurları, resmî tatil ve bayram günlerinde izin yaparken, polisler
çalışmaktadır. Hatta, bazı bayramlarda diğer memurlar 9 gün tatil yaparken,
polis yine çalışmaktadır. Aynı şekilde, bir memur günde 8 saat çalışırken,
polis ise 12 saat çalışmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; bakınız, 2003 yılında bir kamu görevlisi 249 gün ve 1 992 saat
çalışırken, bir Emniyet Teşkilatı mensubunun
-bunun hemen hemen iki katına yakın çalıştığı gözlenmiştir- bir senede 1
764 saat fazla çalışması vardır. Bu işin çözümü, fazla mesaide, diğer
memurlarda olduğu gibi, saat başı ücreti verilmesinden geçmektedir.
Kendisine ve ailesine hiç vakit
ayıramayan, iş stresi ve çalışma koşullarının ağırlığından sosyal hayat
kavramını unutan, çocuğunun yüzünü göremeyen polislerimiz, bir de ekonomik
imkânsızlıklar eklenince, maalesef, birtakım psikolojik ve fizyolojik sağlık
sorunlarıyla karşılaşmakta ve bu sorunlar bazen intiharlarla neticelenmektedir.
Yine, dikkat çekmek istediğim bir husus
daha var; bu da, on yılda 309 emniyet mensubu intihar etmiştir. Yine, 1 783
kişi meslek hastalıklarından vefat etmiştir. 612 kişi görev malulü olmuş, 406
kişi görev esnasında vefat etmiş, 1 347 Emniyet Teşkilatı mensubumuz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tozçöken, 1 dakika eksüre
veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
MUHARREM TOZÇÖKEN (Devamla) - Tamamlıyorum
Sayın Başkan.
Polis, gerçekten, zor şartlar altında
görev yapmaktadır; ama "eşit işe eşit ücret" ilkesinden hareketle,
bakın, bir jandarma assubay çavuşun ekgöstergesi 3 600 iken, aynı süre hizmeti
bulunan polis memurunun ekgöstergesi 650'dir. Yine, bir jandarma assubay 27
milyar Türk Lirası emekli ikramiyesi alırken, bir polis 15 milyar almaktadır.
Jandarma assubayı 812 000 000 Türk Lirası emekli maaşı alırken, bir polis 483
000 000 lira emekli maaşı almaktadır.
Ben, zamanın kısalığı dolayısıyla, burada
arz etmek istediğim konuları yeterince arz edemedim; ancak, burada, başta Sayın
Başbakanımız olmak üzere, tüm hükümet üyelerimizin ve milletvekillerimizin
Polis Teşkilatıyla ilgili duyarlılıklarına teşekkür ediyorum. İnşallah, 22 nci
Dönemde, inanıyorum ki, Polis Teşkilatıyla ilgili olarak çok güzel hizmetler
ifa edilecektir.
Ben, bu duygularla, başta Sayın
Başkanımıza ve milletvekillerimize huzurunuzda teşekkür ediyorum. Şehitlerimize
Allah'tan rahmet diliyorum. Polis Teşkilatının 159 uncu kuruluş yıldönümünün
hayırlı olmasını diliyorum. Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tozçöken.
Sayın Tozçöken'in konuşmasına, İçişleri
Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap verecektir.
Sayın Bakan, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Eskişehir Milletvekili Sayın Muharrem
Tozçöken'in, "Polis Haftası" konulu gündemdışı konuşmasından dolayı
huzurlarınızdayım; bu vesileyle, konuşmama başlamadan önce, hepinize en derin
saygılarımı sunuyorum.
Modern Türkiye Cumhuriyetine Osmanlıdan
miras birkaç devlet kurumundan birinin de Türk Polis Teşkilatı olduğu
malumlarınızdır. Emniyet Teşkilatımızın "polis" unvanıyla 10 Nisan
1845 tarihinde İstanbul'da faaliyete başladığında sahip olduğu imkân ve
kabiliyetleri ile bugün geldiği nokta arasında önemli farklar bulunduğunu ifade
etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün, Türk Polis Teşkilatı, eğitilmiş insangücü, modern araç ve gereçleriyle
ülkemizin yüzakı bir kuruluşu haline gelmiştir. Sayısı 200 000'i bulan Emniyet
Teşkilatı, geldiği seviyeyi yeterli görmemekte ve çağın gereklerine uyum ve
kendini yenileme konusunda arayışlar içerisinde olmaya devam etmektedir.
Ana gayesi ülkemizin huzur ve güvenliğini
sağlamak olan Emniyet Teşkilatı, kesintisiz 24 saat hizmet üreten birkaç kamu
kurumumuzdan birisidir. Bu ayırıcı vasfıyla, polisimiz, Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlılığı, insan haklarına saygıyı, demokratik parlamenter nizamı
korumayı kendisine şiar edinmiştir. İşte, bu nedenlerle de, polisin eğitimine
öncelik vererek, personeli Avrupa Birliği standartları seviyesinde yetiştirmeye
gayret etmekteyiz; çünkü, biliyoruz ki, insan haklarına saygı ve demokrasi, 21
inci Yüzyılın en önemli siyasal mekanizmaları olarak insanlık tarihinde yerini
alacaktır. Yine eminiz ki, bu değerleri, ancak, kaliteli ve hedefi olan bir
eğitim yaklaşımıyla sağlayabiliriz.
Bizim öngördüğümüz yeni polis tipi,
disiplinli, çalışkan, halkla ilişkilere önem veren, sorun çözücü, çağın
gelişmelerini takip eden ve uyum gösteren, insan haklarına saygılı ve
yardımperver kişilik yapısına sahip olacaktır. Bu çerçevede, alınması gereken
bütün tedbirleri alıyor ve 21 inci Yüzyılın anlayışına uygun polis
yetiştiriyoruz. Oluşturduğumuz eğitim altyapısıyla, bir yandan, polis
kaynağını, polis meslek yüksekokullarına ve akademisine kaydırırken, öte yandan
da, geçmişte Teşkilata alınan lise mezunlarına iki yıllık yükseköğrenim imkânı
sağlıyoruz. Böylece, halkın huzuruna daha nitelikli bir polis imajıyla çıkmayı
hedefliyoruz. İyi yetiştirilmiş personelin amaca uygun sevk ve idaresi için
tedbirler geliştirmeyi de ihmal etmiyoruz.
Vatandaş odaklı kamu hizmeti anlayışıyla
hazırladığımız "toplum destekli polislik projesi" bu tedbirler
paketinin ilk aşamasıdır. Bu projeyle, halkla işbirliğini daha da güçlendirmeyi
hedefliyoruz. Bu bakımdan, polis-halk
ilişkilerini karşılıklı olarak geliştirmek amacıyla, vatandaş taleplerini öne
çıkaran bir yaklaşımla hareket ediyoruz. Suç ve suçlularla mücadelede
vatandaşın desteğini alan, halkın polise karşı güven duygusunu geliştiren
hizmet politikaları üretiyoruz. Bu şekilde, suçlulukla daha iyi mücadele
edileceğine de inanıyoruz.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, 58 ve
59 uncu cumhuriyet hükümetlerinin "işkenceye sıfır tolerans"
sloganını önplanda tuttuğunu biliyorsunuz. Bu denli iddialı bir yaklaşımı
ortaya koyarken, hükümetimizin güvenci, sağduyu sahibi ve iyi eğitilmiş polis
gücünün varlığı olmuştur. Bir yandan insan hakları alanında mevzuat
iyileştirmeleri yaparken, öbür yandan da polis, amir ve memurlarını süratle bu
alanda eğitime tabi tuttuk. Polisimizin üzerinde yoğunlaşan stres sebeplerini
araştırdık. Çalışma koşullarını iyileştirmek için önce idarî ve daha sonra da
yasal tedbirler geliştirmek üzere çalışmalar yaptırdık ve yaptırmaya da devam
ediyoruz.
Biraz önce değerli milletvekili arkadaşım
Sayın Muharrem Tozçöken'in dile getirdiği konular üzerinde ciddiyetle
çalışmaktayız ve bunlarla ilgili olarak, idarî tedbir anlamında da, ilk
bakanlık görevime başlar başlamaz, il valiliklerine verdiğimiz talimatla,
polisimizin çalışma süresinin haftada 40 saati aşmamasını istedik. Polislik
mesleğinin doğasından kaynaklanan stres ortamını dağıtmak üzere spor, sanat ve
diğer sosyal aktiviteler için uygun zaman ve zemin oluşturulmasını istedik.
Nihayet, hedefimiz olan 250 kişiye 1 polis
oranının yakalanması için bir program dahilinde çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
polis mesleğinin sorunlarının altyapıyla düzeltileceğine inanıyoruz. Bu
konulara ilişkin çalışmalarımız devam etmektedir. Bir bölüm yasa tasarısı
Başbakanlığımıza, bir bölümü de Yüce Meclisimize sunulmuştur. İnanıyorum ki,
Parlamentomuz, Emniyet Teşkilatı mensuplarının ve polis mesleğinin sorunları
konusundaki tekliflerimize destek verecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Emniyet Teşkilatımız ülkemizin güzide bir kurumudur; Batı'ya
açılan penceresidir; sahip olduğu donanımlarıyla, pek çok ülkeden
meslektaşlarına eğitim verecek seviyeye gelmiş, kendisine gıptayla bakılan
güzel bir yuvadır. Teşkilatın bugünkü başarısının yakalanması için emeğini
esirgemeyen herkese ve bütün mensuplarımıza, huzurlarınızda şükranlarımı
sunuyorum.
Bu vesileyle, özellikle temel amacımız
olan vatanın bölünmez bütünlüğünün korunması ve yurtta emniyet ve asayişin
sağlanması uğrunda canlarını feda eden aziz şehitlerimize Allah'tan rahmet
diliyorum, güzide Polis Teşkilatımızın kuruluşunun 159 uncu yıldönümünü
kutluyorum ve bütün Emniyet Teşkilatı mensubu arkadaşlarımın gözlerinden
öpüyorum.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, Hükümet adına,
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Kıbrıs sorunuyla
ilgili son gelişmeler hakkında Genel Kurula bilgi vermek üzere İçtüzüğün 59
uncu maddesine göre söz talebi vardır; gündeme geçmeden önce, bu talebi yerine
getireceğim.
Sayın Bakanın açıklamasından sonra,
istemleri halinde, siyasî parti gruplarına ve grubu bulunmayan
milletvekillerinden birine söz vereceğim.
Konuşma süreleri, hükümet için 20, siyasî
parti grupları için 10'ar, grubu bulunmayan milletvekilleri için 5 dakikadır.
Sayın Bakan, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
4. -
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Kıbrıs konusunda
gelinen noktaya, önümüzdeki sürece ve İsviçre'de yapılan görüşmeler ile Annan
Planının aldığı son şekle ilişkin gündemdışı açıklaması ve CHP İstanbul
Milletvekili Onur Öymen, AK Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik'in grupları
adına, Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar'ın şahsı adına konuşmaları
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Hükümetim adına, Yüce Meclisin değerli üyeleri olan siz değerli
milletvekillerini önce saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Kıbrıs konusunda
gelinen nokta, önümüzdeki süreç ve İsviçre'de yapılan görüşmelerle ilgili ve
Annan Planının aldığı son şekille ilgili olarak Yüce Meclisimize bilgi vermeyi
bir görev addettim; bu sebeple huzurlarınızdayım.
İnanıyorum ki, böyle önemli, tarihî bir
konuyu soğukkanlılıkla Meclisimizin değerlendirmesi, her türlü hamasetten uzak;
ama, dikkatli ve titiz bir şekilde her şeyi değerlendirerek burada
paylaşılması, hepimiz için tarihî bir sorumluluktur.
Bu çerçeve içerisinde, bugüne nasıl geldik
ve niçin geldik; bunu önce sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, hükümet olduktan sonra
şuna baktık: 1 Mayıs 2004 tarihinde, Kıbrıs Rum Devleti, bütün Ada'yı temsilen
tek başına Avrupa Birliğine girmek üzere, tam üye olmak üzere. Bu süreci
durdurmak mümkün değil; ama, bu sürecin nasıl başladığını da hepimizin çok iyi
bilmesi gerekir. İlkönce, 1995 yılında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında
Gümrük Birliği Anlaşması yapılırken, o zaman, Türkiye'nin gümrük birliğine
girmesi karşılığında Rum kesiminin de Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinin
başlaması kabul edilmiştir. Dolayısıyla, Türkiye, o zamandan, bu gerçeği, Rum
treninin istasyondan kalkış gerçeğini, Avrupa Birliğine doğru kalkış gerçeğini
kabul etmiştir. O zaman biz iktidarda değildik; o zamanki iktidarda, Cumhuriyet
Halk Partisi de koalisyon ortağı olarak vardı.
İkinci bir gerçek şudur...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Koalisyon ortağı
değildi Sayın Gül; bir koalisyon protokolü yoktur, bir koalisyon ortaklığı söz
konusu değildir. Cumhuriyet Halk Partisi, o gün işbaşında bulunan hükümetle
hiçbir hukukî bağlantı içinde değildir.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Baykal, Cumhuriyet Halk Partisi o hükümetin
içinde değil miydi? Dışişleri Bakanı kimdi? Bugün partinizden ayrılmış
olabilir, bugün partiniz isim değiştirmiş olabilir; ama, partinizin... (CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, konuşmanıza
devam ediniz.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Gül, o,
Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti değildir. Cumhuriyet Halk Partisi 30 Ekim 1995
tarihinde koalisyonu kurmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi, 1995 yılının 30 Ekim
tarihinde koalisyon kurmuştur; seçime yönelik olarak kurmuştur. Bahsettiğiniz
hükümet, Cumhuriyet Halk Partisiyle hükmî ya da fiilî hiçbir ilişkisi olmayan
bir hükümettir.
BAŞKAN - Sayın Bakanım...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Karayalçın...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - SHP adına
oradadır o.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - O zaman, bugünkü Cumhuriyet Halk Partisi... O günkü
şartlar altında, o günkü olağanüstü dönem altında, Cumhuriyet Halk Partisinin o
günkü devamının SHP olduğunu herkes biliyor.
(CHP sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır, hayır...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hay hay, olabilir.
İkinci önemli...
DENİZ BAYKAL (Antalya)- Bakın, bu hatayı
sık sık yapıyorsunuz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Olabilir; itiraz ediyorsanız, olabilir.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - O ayrı bir hükmî
şahsiyettir.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tamam, tamam...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır, biz
değiliz... Bugünkü hükümetin Refah Partisiyle ilişkisini kabul etmiyorsunuz da,
Cumhuriyet Halk Partisinin SHP'yle ilişkisini neden kabul ediyorsunuz?!
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Siz de
Saadet Partisinin devamısınız o zaman.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, lütfen,
konuşmanıza devam eder misiniz.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ben, Refah Partisinde Genel Başkan Yardımcısı
olduğumu, Fazilet Partisinde Genel Başkan Yardımcısı olduğumu, bunları hiçbir
zaman inkâr etmedim ve o zaman yaptığım her şeyi de üstlendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Siz "hayır" diyorsanız, öyle kabul edelim Sayın
Baykal. Tamam...
BAŞKAN - Sayın Bakanım, Genel Kurula hitap
eder misiniz.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Ben dediğim için
değil, gerçek olduğu için...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Gerçek öyleyse, tamam, hay hay...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Bakın, SHP ayrı
bir partidir, şu anda da vardır, duruyor; şu anda da var; o zaman da ayrı bir
partiydi. O zaman da Cumhuriyet Halk Partisi vardı; ama, Cumhuriyet Halk
Partisi hükümette değildi, koalisyon protokolü yoktu, bir anlaşma yoktu. Ayrı bir
parti, kendi başına SHP diye bir parti oradaydı.
BAŞKAN - Sayın Baykal...
Sayın Bakanım, lütfen devam ediniz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, önemli olan nokta şudur:
Türkiye'nin... Sayın Baykal'ın söylediklerinin doğru olduğunu kabul ediyorum...
MEHMET SEMERCİ (Aydın) - Ama, düzeltin
konuşmanızı; Cumhuriyet Halk Partisi koalisyonda yoktu, Cumhuriyet Halk Partisi
o zaman iktidarda yoktu...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tamam kardeşim, söyledim işte. Tamam, Sayın Baykal'ın
söylediklerinin doğru olduğunu kabul ediyorum dedim.
MEHMET SEMERCİ (Aydın) - Siz söylediniz,
siz düzeltin.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tamam, Sayın Karayalçın... Tamam, sizinle ilgili
değildir.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen,
yerinizden müdahale etmeyiniz.
Sayın Bakanım, buyurun.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - O gün, önemli olan, Türkiye Hükümeti, Rum treninin
kalkışını onayladı.
İkinci önemli bir nokta ise, 1999 yılıdır.
1999 yılında da Sayın Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde, Helsinki'de,
Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylığı kabul edilirken, yine Rum treninin Avrupa
Birliğine doğru sürat alması, yine onaylandı. Ben bunları tarihî bir gerçek
olarak ortaya koyuyorum.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Londra ve Zürih
anlaşmaları?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ne alakası var?.!
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Ne ilgisi var?!
Doğru dürüst bilgi verin.
BAŞKAN - Sayın Oral, lütfen, müdahale
etmeyiniz...
DIŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Kardeşim, bak şimdi...
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - O zaman, Rum
kesiminin Avrupa Birliğine girmesi uluslararası anlaşmalarla kabul edilmiş
midir; edilmiştir...
BAŞKAN - Sayın Oral, lütfen..
Sayın Bakanım, Genel Kurula hitap ediniz.
Buyurun.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Biraz sonra onlara geleceğim... Dinleyeceksiniz...
Burada kararınızı verirken -tabiî herkes
istediği kararı verecektir...
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Hayır, her
şeyden bahsedin, herkes doğruyu bilsin.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Türkiye Büyük
Millet Meclisinde böyle bir uygulama yoktur. Ben hazırım karşılıklı soru
cevaba, hiç çekinmem; ama, böyle bir uygulama yoktur ve bu Meclisin huzuruna
yakışmaz, o açıdan... Yoksa, ben hazırım her türlü karşılıklı konuşmaya. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
İkinci nokta, 1999 yılıdır. Dolayısıyla,
1995'te ve 1999 yılında Rum kesiminin Avrupa Birliğine tam üyeliği kabul
edilmiştir ve o, süratle yol almaya başlamıştır; yıllar akmıştır ve bugüne
gelinmiştir. Biz baktık, şöyle bir gerçekle karşı karşıya kaldık: Rum kesimi,
Ada’yı temsilen tek başına Avrupa Birliğine girmek üzere. Bu treni durdurmak
lazım; çünkü, Rum kesimi tek başına Ada'yı temsilen Avrupa Birliğine
girdiğinde, bir, Türkiye açısından birçok zorluklar ortaya çıkacaktır; iki -ki,
çok daha önemlisi- Kıbrıs Türkleri açısından çok daha sıkıntılı dönem
başlayacaktır ve korkumuz şudur ki, bugün zaten arada büyük bir fark vardır,
ileride Adayı temsilen tek başına Avrupa Birliğine giren Rum kesimi karşısında
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin giderek çok zayıflayacağı kanaati bizde hasıl
olmuştur. Bunun üzerine Hükümetimiz harekete geçmiştir. Önce Dışişleri
Bakanlığımızda çalışmalar yapılmıştır. Devletimizin ilgili kurumlarıyla sıkı
işbirliği içinde olunmuştur, Genelkurmay Başkanlığıyla, uzun, beraber
çalışmalar yapılmıştır. Neticede, Sayın Başbakan, Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterine "müzakereleri tekrar başlat" diye çağrıda bulunmuştur.
Davos'ta başbaşa görüştüklerinde bunu kendisine söylemiştir ve neticede, Genel
Sekreter, New York'ta tarafları görüşmeye davet etmişlerdir. New York'taki görüşmeler
tıkandığında, bu tıkanıklığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türk heyeti
beraber aşmıştır. Sayın Denktaş'ın masaya koyduğu teklifle aşılmıştır ve şu
karara varılmıştır: Müzakere Ada'ya taşınacak. Ada'da Rum tarafı ve Türk tarafı
uğraşacak. Eğer bir neticeye varırlarsa ne güzel. Neticeye varamazlarsa,
Türkiye ve Yunanistan dahil olacak. O da olmazsa, sonunda Genel Sekreter
boşlukları dolduracak. Bu çerçeve içerisinde 19 Şubat-22 Mart tarihleri
arasında Ada’da görüşmeler başlamıştır; ama, 15 görüşme yapılmıştır, buna
karşılık, sadece ortak bayrak ve millî marşta anlaşma sağlanmıştır. Bunun
ötesinde, Rum tarafının geri duruşu ve böyle bir neticeye neden olmuş, bir
anlaşma, bir uzlaşma yanlısı olmayışı yüzünden Ada'da görüşmeler kopmuştur.
New York mutabakatı gereği, İsviçre'nin
Lüzern Şehrinde 24 Martta tekrar görüşmeler başlamıştır. Buna, Türkiye ve
Yunanistan da dahil olmuştur. Dolayısıyla, Türkiye'yi, benim Başkanlığımda bir
heyet temsil etmiştir. Heyetimizde, Dışişleri Bakanlığımızın ve Genelkurmay
Başkanlığımızın da temsilcisi bulunmuştur.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş İsviçre'ye gelmemişlerdir; ama, Başbakan Mehmet Ali
Talat ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş'a tam yetki vermişlerdir. Ayrıca,
kendisinin Müşteşarı olan Sayın Ergun Olgun da heyet içerisinde olmuştur ve
Sayın Denktaş ile sürekli temas halinde olmuştur.
Bizim buradaki stratejimiz ve arzumuz
şudur: Bir uzlaşmaya varmak, Annan Planı üzerinde değişiklikler yapmak. Bunun
için, iki kesimliliğin daha kuvvetli hale getirilmesi, garantilerin
pekiştirilmesi, Türk bölümü içerisine gelecek Rum sayısının azaltılması,
eşitliğin kurumlar seviyesinde sağlanması ve haritanın düzleşmesidir; çünkü,
Üçüncü Annan Planında harita girintili çıkıntılıydı.
Bu önceliklerle biz gittik ve burada çetin
müzakereler olmuştur. Bu müzakerelerde heyetimiz gerçekten büyük bir gayret
göstermiştir; Dışişleri Bakanlığının değerli diplomatları, Başbakanlığın,
Genelkurmay Başkanlığının değerli temsilcileri, hukukçularımız müzakerelere
gece gündüz katılmışlardır, Türkiye'nin ve Kıbrıs Türklerinin çıkarlarını canla
başla savunmuşlardır. Azamî sonuç almak için diplomasinin bütün imkânları
devreye sokulmuştur.
Zürih'ten önce, Türkiye şu hazırlığı
yapmıştır: Birleşmiş Milletler nezdinde, Amerika Birleşik Devletleri nezdinde
ve İngiltere nezdinde yoğun bir çalışma içerisine girmiştir ve tezlerini
anlatmıştır ve bu tezlerin kabulünün sağlanması için onlardan da destek
istemiştir. Görüşmelerde Rum tarafı, sonuna kadar uzlaşmaz bir tutum izlemiş,
hiçbir zaman öncelikli bir liste vermemiş, sonuna kadar, masadan ayrılmak için
imkânlar aramıştır. Türk tarafı olarak bizler ise, bir anlaşma ortaya
çıkarabilmek için önceliklerimiz üzerinde yoğunlaşmış ve önceliklerimizi bütün
dünyaya, Birleşmiş Milletlere ve bu işe yardım eden herkese sonuna kadar
anlatmışızdır. Neticede, taraflar arasında bir uzlaşma olmamıştır. Rum tarafı
son dakikaya kadar bu işin orada kalması için açık-gizli her türlü teklifi de
yapmıştır. Açıkçası, Türkiye açısından orada işleri bırakmak, mümkün olabilirdi;
ama, Kuzey Kıbrıs Türklerinin geleceğini düşündüğümüz için, müzakerelere
devamın daha doğru olduğu kanaatine varılmıştır . Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterine de, gizli tutulan bu öneri, sonunda yapılmıştır. Sayın Başbakan ve
Karamanlis'le yapılan toplantılarda bu teklif resmen de dile getirilmiştir.
Çünkü, Rumların bütün amacı, 1 Mayısta Avrupa Birliğine girmektir. 1 Mayısta
Avrupa Birliğine tek başlarına girdikten sonra çok büyük bir nefes alacaklarına
ve çok rahatlayacaklarına inanmışlardır. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk heyetleri
olarak beraberce, müşterek olarak aldığımız kararla buna fırsat verilmemiştir.
Değerli arkadaşlar, neticede, Annan Planı
üzerinde değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerle ortaya yeni bir
"Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti" çıkmaktadır. Bunun bazı teknik
özelliklerinin neler olduğunu sizlere burada aktarmak istiyorum. Buna göre, 1
Mayıs 2004 tarihinde yeni düzen yürürlüğe girdiği anda, devletin adı
"Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti", hükümetin adı federal hükümet olacak,
kurucu devletlerin adları Kıbrıs Türk Devleti ve Kıbrıs Rum Devleti olacaktır.
Federal hükümetin anayasasına ilaveten kurucu devletlerin de ayrı ayrı
anayasaları olacaktır. Planın önceki versiyonundaki geçiş dönemi, Kıbrıs'ın, 1
Mayıs 2004'te, fiilen Avrupa Birliği üyesi olacağı nedeniyle, iki aya
indirilmiştir. Bu çerçevede önceki düzenlemeye göre ilk otuz ay, iki liderin
eşbaşkanlığı üstlenmesi yerine, referandumların olumlu sonuçlanmasını takiben
isimleri iki gün içinde taraflara bildirilecek olan kişiler, bu yapılamadığı
takdirde, iki lider ilk iki ay içinde birer aylık rotasyonla eşbaşkan
olacaklardır. Buna göre anlaşma yürürlüğe girdiği anda devlet başkanı fiilen
bir Rum, Mayıs sonundan 1 Temmuza kadar ise bir Türk olacaktır.
Bu dönemde, bakanlar kurulu -referandumdan
sonraki iki gün içinde isimleri taraflarca bildirilecek- 3 Rum ve 3 Türk'ten
oluşacaktır. Rumlar, avrupa birliği, maliye, adalet ve içişleri; Türkler ise,
ulaştırma ve tabiî kaynaklar, dışişleri, savunma ile ticaret ve ekonomi
bakanlıklarını üstleneceklerdir. İki aylık bu dönemle, geçici federal
parlamento da, iki kurucu devletin meclisleri tarafından atanacak 24 üyeden
oluşacaktır.
13 Haziran günü Avrupa Parlamentosu
seçimlerinin yanı sıra federal parlamento ve kurucu devlet meclisleri için de
seçimler yapılacak ve bunu takiben geçiş dönemi, 31 Haziran günü sona
erecektir.
Yeni dönemde ise, federal devlet başkan ve
başkan yardımcılığı ilk beş yıl boyunca onar aylık süreyle, beş yıldan sonra da
yirmişer aylık süreyle rotasyona tabi tutulacaktır; bir Türk olacaktır, bir Rum
olacaktır. Neticede, altıncı yıldan itibaren iki dönem Rum'a karşı, bir dönem
Türk başkan olacaktır.
Başkan yardımcısı, Avrupa Birliği Konseyi
toplantısına başkanla birlikte katılacaktır; AB zirve toplantılarına her ikisi
bir gideceklerdir.
Başkanlık konseyi, beş yıllığına, 6'sı oy
sahibi, 3'ü oy hakkı olmayan toplam 9 üyeden oluşacaktır.
Konsey, üyeleri arasında görev dağılımını
kendi belirleyecektir.
2 üye, her biri ayrı kurucu devletten
olmak kaydıyla, başkan ve başkan yardımcısı olarak tek listeden
seçileceklerdir. Parlamento, ihtiyaç duyulması halinde, oy hakkı bulunmayan
konsey üyelerinin sayısını, 1/3'ü Türk olmak kaydıyla, artırabilecektir.
Dışişleri bakanı ve Avrupa Birliği
işlerinden sorumlu bakan, ayrı kurucu devletten olacaktır; dışişleri bakanı
Türk olacaksa, AB bakanı Rum olacaktır.
Başkanlık Konseyi oydaşlaşmayla karar
almaya çalışacak; bu mümkün olmadığı takdirde, basit çoğunlukta karar alınacak,
ancak, en az 1 Türk üyenin olumlu oyu aranacaktır.
Ortak devletin yasama organı, senato ve
temsilciler meclisinden oluşacaktır. Senato ve temsilciler meclisi başkanları
aynı kurucu devlete mensup olmayacak, aynı kurucu devletten ardı ardına iki
başkan seçilemeyecektir. Başkan ve başkan yardımcıları da ayrı kurucu
devletlerden olacaklardır. Alt ve üst meclisler beşer yıl süreyle seçilecek 48
üyeden oluşacaktır.
Nispî temsil sistemiyle seçilecek
temsilciler meclisinde en az 12 Türk milletvekili olacak, senato ise 24 Türk ve
24 Rum senatörden oluşacaktır.
Senato seçimleri toplumsal, yani, etnik
bazda yapılacak ve böylece eşit üyelik sistemi garanti altına alınmış
olacaktır.
Temsilciler meclisinde kararlar basit
çoğunlukla alınacak, senatoda ise oylamaya katılan Türk üyelerin en az ¼'ünün
olumlu oyu olmadan karar alınamayacaktır.
Kurucu devlet yetkilerini ilgilendiren ve
deniz ve hava sahalarıyla ilgili uluslararası anlaşmaların onaylanmasında,
vatandaşlık, göç, su kaynakları ve vergilerle ilgili yasalarda, federal
bütçede, başkanlık konseyinin seçiminde ve özel çoğunluk gerektiren diğer
konularda ise oturuma katılan Türk üyelerin asgarî 2/5 oyu aranacaktır.
Kararların yürürlüğe girebilmesi için hem temsilciler meclisinde hem senatoda
kabul edilmesi gerekmektedir.
Federal kurumların da anlaşma yürürlüğe
girdiği andan itibaren işler durumda bulunması ve iki aylık bir geçiş dönemine
tabi olması öngörülmektedir. Bu çerçevede, başlıca kurumlar olarak, yüksek
mahkeme, başsavcılık, Kıbrıs merkez bankası, sayıştay öngörülmektedir.
Yüksek mahkeme, başkanlık konseyi
tarafından, her bir kurucu devletten bir kez için dokuz yıl süreyle 6'şar hâkim
ve 3 yabancı üye olmak üzere toplam 15 hâkimden oluşacaktır.
Yüksek mahkeme, aynı zamanda, hem anayasa
mahkemesi hem aslî federal yargı mahkemesi olacaktır. Burada, Türk ve Rum hâkim
sayısı eşit olacak. Yabancı hâkimlerin listesi daha önce Dışişleri
Bakanlığımıza verilmiştir ve onların içerisinden elenen isimler olmuştur, adil
davranacağına kanaat getirdiğimiz isimler olmuştur ve bir liste onaylanmıştır;
dolayısıyla, o listeden olacaktır.
Kıbrıs merkez bankası, federal hükümet
organlarından bağımsız olacaktır. Bankanın, başkanı, başkan yardımcısı, idare
kurulu ve para politikaları komitesi bulunacaktır. yedi yıllık süre için
atanacak başkan ve başkan yardımcısı, aynı kurucu devletten olamayacaktır.
Diğer üyeleri beş yıl süreyle atanacak idare kurulu ise, 2 Kıbrıslı Türk, 2
Kıbrıslı Rum ve 1 yabancı üyeden oluşacaktır. Para politikaları komitesi ise,
yedi yıl görev yapacaktır. Kararlar oyçokluğuyla alınacak, dolayısıyla, yabancı
üyenin oyu belirleyici olabilecektir. Aynı şekilde, sayıştayda da aynı düzen
olacaktır.
Plana göre, federal hükümet, aşağıda
belirlenen yasama ve yürütme erklerini egemence kullanacaktır: Uluslararası
anlaşmaların aktedilmesi ve savunma politikasının belirlenmesi dahil, dış
ilişkiler, Avrupa Birliğiyle ilişkiler, para basımı, para politikası ve
bankacılık düzenlemesi, bütçe ve tüm dolaylı vergiler dahil federal malî işler
ve federal ekonomi ve ticaret politikası, su kaynakları da dahil olmak üzere
doğal kaynaklar, meteoroloji, havacılık, uluslararası denizcilik ve birleşik
Kıbrıs cumhuriyetinin kıta sahanlığı ve karasuları, iletişim, Kıbrıs
vatandaşlığı ve muhaceret, terörizmle mücadele, genel ve özel aflar, fikrî
haklar, eski eserler.
Ortak devlete devredilmeyen yetkilerin
tümü, kurucu devletlerde kalacaktır ve kurucu devletler, bu yetkileri
hükümranca kullanabileceklerdir. Kurucu devletler, yetkileri içinde yer alan
turizm, çevre koruma, balıkçılık, tarım, spor, eğitim, ulaştırma, sağlık gibi konularda
federal hükümetle uyum sağlanmasından sorumlu olacaklardır. Planın son
versiyonunda, tarım ve balıkçılık, münhasıran kurucu devlet yetkileri arasına
alınmıştır. Kurucu devletler, kendi bölgelerindeki havaalanlarını ve limanları
da kontrol edebilecekler, mülkiyetlerine sahip olabileceklerdir.
Ayrıca, kurucu devletler, kültürel ve
ticarî konulara ilaveten, ekonomik yatırım ve malî yardım konularında da
uluslararası anlaşmalar imzalayabileceklerdir; yani, Kıbrıs Türk Devleti,
federal devletten bağımsız olarak, isterse Türkiye'yle, her türlü ekonomik,
ticarî, yatırım ve kültürel anlaşmalar yapabilecektir.
İki tarafın önceden imzalamış oldukları
uluslararası anlaşmalar, bir liste dahilinde, geçerli olmayı sürdürecektir. Rum
tarafının ve Türk tarafının da Türkiye'yle yapmış olduğu 57 anlaşma kabul
edilmiş ve eklere girmiştir.
Kurucu devletlerin halihazırdaki
kurumları, anlaşma yürürlüğe girdiğinde, kendilerini, yeni düzene ve yeni
anayasalarına uyarlamış olacaklardır. Kurucu devletlerin yasalarının uyumunun
kontrolü için, federal yüksek mahkeme yetkili kılınmıştır. Tabiatıyla
bakanlıklar ve diğer icracı kuruluşlar, kurucu devletin yetki alanlarına göre,
yeniden organize edilecektir. Kurucu devletlerin başkan veya başkanlıkları, ilk
on yıl, oy hakkı olmaksızın, bakanlık konseyi çalışmalarına davet
edilebileceklerdir.
Kurucu devletlerin, ayrıca, kendi
bayrakları ve marşları olacaktır. Bunun yanı sıra, birleşik Kıbrıs cumhuriyeti
ve AB bayrakları da olacaktır.
Referanduma sunulacak yeni kuruluş anlaşması
163 sayfa olup, yasaları ve anlaşmaları içeren ekleriyle birlikte, metin
yaklaşık 9 000 sayfayı tutmaktadır. Bunlar, kuruluş anlaşmasını oluşturan ana
maddeler, anayasa, anayasal nitelikteki yasalar, federal yasalar, federal
hükümet ve kurucu devletler arasındaki işbirliği anlaşmaları, birleşik Kıbrıs
cumhuriyetini bağlayıcı uluslararası anlaşmalar, toprak düzenlemeleri,
mülkiyet, uzlaşı komisyonu ve yeni düzenin yürürlüğe girişi olmak üzere 9 ana
bölümden oluşmaktadır. 163 sayfalık ana metnin dışındaki bu yasalar teknik
komiteler tarafından gözden geçirilmiştir; gerek Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetindeki gerek bizim komitelerimiz... Bunlar, genellikle uyum
yasalarıdır, Avrupa Birliğine uyum yasaları şeklindedir; ama, eğer, bunların,
anayasaya, esas metne olan aykırı tarafları varsa, bunlar, ona göre
düzeltilecektir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Planın
son hali itibariyle bazı kayda değer hususları ve yapılan son değişiklikleri de
şöyle özetlemek mümkündür: Toprak düzenlemeleri itibariyle, Annan Planının
üçüncü versiyonunun ekindeki harita aynen kalmıştır. Toprak devri, üçüncü ayın
sonundan itibaren, ara bölge ve meskûn olmayan yerlerden başlamak üzere, altı
aşamalı bir takvim çerçevesinde gerçekleşmektedir. Söz konusu takvim, planın
son versiyonunda, yirmidokuz aydan kırkiki aya çıkarılmıştır. Bu süre uzatımı,
esas itibariyle, önceki takvime ilaveten Türk tarafınca aşamalı olarak
boşaltılacak toprakların belirli sürelerle Birleşmiş Milletlerin yönetiminde
kalacak olmasından kaynaklanmaktadır. Hukuken ilk günden itibaren Rum tarafına
terk edilmiş olacak toprakların yönetimi, söz konusu takvim uyarınca geçici bir
süreyle fiilen Kıbrıs Türk Devletinde olacaktır. Birinci yılın sonuna kadar
terk edilecek topraklar, Birleşmiş Milletler tarafından belirlenecek takvime
göre Rum tarafına devredilecektir. Buna göre anlaşma yürürlüğe girdikten
yüzdört gün sonra ara bölgeye ilaveten kapalı Maraş ve Erenköy, ondan üç ay
sonra da Düzce ve Taşköy Rumlara verilecektir. Yıl sonuna kadar Rumlara terk
edilecek bölgeler bundan ibarettir.
Burada, halen yaşamakta olan Türk sayısı
75 kişidir. Birinci yıldan sonra ise önceki takvime ilaveten terk edilecek
topraklar, Rum yönetimine geçmeden önce üç ilâ on aylık sürelerle Birleşmiş
Milletler gözetimine devredilecektir. Haritada Türk tarafına yüzde 29,2
oranında toprak kalmaktadır. Buna mukabil Türk tarafı, Ada'nın kıyı
şeritlerinin yüzde 52'sine sahip olmaktadır. Rumlara verilecek topraklarda
yaklaşık 58 000 Kıbrıs Türkü yaşamaktadır, bu insanların kırkiki aylık takvim
çerçevesinde aşamalar halinde bu bölgeleri terk ederek Kıbrıs Türk Kurucu
Devleti kalıcı topraklarına göç etmeleri gerekmektedir, şayet arzu ederlerse.
Bu konuyu, bu mülk konusunu biraz daha
açıklamak istiyorum. Annan Planının mülkiyet ve ikamete ilişkin bölümlerine
bakıldığında, bunun esasen bir göç veya yeniden iskân planı değil, mülkiyet
iadesi planı olduğu görülecektir; yani, 1974 öncesi yer değiştiren Türklerin
güneydeki mallarının mülkiyetine, Rumların ise kuzeydeki mallarının mülkiyetine
belirli koşullar ve süreler çerçevesinde yeniden sahip olmalarına imkân
sağlamaktadır. Mülkiyet iadesi programı, beraberinde zorunlu bir iskân veya
ikamet değişikliğini getirmemektedir. Dolayısıyla, takriben üçbuçuk yıl içinde,
kademeli olarak boşaltılacak topraklarda yaşayan Türklerin, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti vatandaşlarının, derhal ve toplu bir göçü veya yeniden iskânı,
Planda zorunlu tutulmamaktadır. Bunlar, arzu ve tercih ederlerse, söz konusu
köy veya kasabalardaki kendi evlerinde yaşamaya devam edebileceklerdir veya
buralarda konut satın alabilecek, kiralayabilecek veya boşalttıkları bir konut
karşılığı alternatif konut talebinde bulunabileceklerdir. Kıbrıs Türk Devleti
topraklarında ikamet etmeyi tercih etmeleri halinde, buralarda, alternatif
konut taleplerinde bulunabileceklerdir. Her halükârda, alternatif konut temin
edilmeden, hiç kimsenin yer değiştirmesi söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla,
zorunlu bir göç söz konusu değildir; yerinden ayrılacak kişilere, muhakkak, bir
yer gösterilecektir.
Ancak, bütün bunlara rağmen, bizim,
tabiatıyla, her ihtimali ve azamî sayıları dikkate alarak hareket etmemiz
gerekir, herkesin yerini terk edeceğini düşünmemiz gerekir, tahliye edilecek
topraklarda yaşayan Kıbrıslı Türklerin tamamının Kıbrıs Türk Devleti tarafına
geçebilecekleri ihtimaline göre hazırlıklarımızı yapmamız gerekir.
Ayrıca, Planın, Kıbrıslı Rumların kurucu
Türk Devleti topraklarındaki gayrimenkullerine yeniden sahip olmalarıyla ilgili
düzenlemeleri de İsviçre'de tadilata uğratılmıştır.
Kıbrıs Türk heyetinin titizlikle yaptığı
çalışmalar ve Lefkoşa'dan alınan onayla, sistem, daha uygun hale getirilmiştir.
Buna göre de, halen Rumlara ait gayrimenkullerde oturan Kıbrıslı Türklerin, bu
konutları satın alabilmeleri, güneyde terk ettikleri konutlarıyla değiştirmeleri
veya kiralayabilmeleri mümkün olacaktır. Esasen, gayrimenkullerin iadesi,
asgarî beş yıl sonra başlayacaktır. Bu, uzun bir sürecin ve koşulların
tamamlanmasından sonra gerçekleşecektir.
Esasen, Planda da, bu şekilde yer
değiştirecek kişilerle ilgili her türlü hazırlık ve güvence, malî ve ekonomik
yardım mekanizmaları öngörülmektedir. Gerekli ödeneklerin Kıbrıs bütçesine
konulması hususu anlaşmaya girmiştir. Bu konuda uluslararası taahhütler de
alınmıştır. Önümüzdeki günlerde bir donörler toplantısı yapılacaktır; ama, şunu
bilmemiz gerekir ki, sonunda, esas iş yine Türkiye'ye ait olacaktır.
Ayrıca, 100 000 Rum'un Türk tarafına
geçeceğinden söz ediliyor; bu doğru değildir. Rumlar, sadece, mallarının
mülkiyetini, belirli süre ve koşullarda elde edeceklerdir. Rumların Türk
tarafında ikâmet hakkı 5 yıl sonra başlayacaktır. Bunların sayısı da, 6 ncı ve
9 uncu yıllar arasında, takriben 13 000 -yani, nüfusun yüzde 6'sı- 10 uncu ve
14 üncü yıllar arasında, takriben 26 000 olacaktır. Bundan sonra, 20 nci yılda veya
Türkiye AB'ye girene kadar, bu sayı, azamî -eğer yüzde 18'lik kontenjanın
hepsini kullanırlarsa- 39 000 olacaktır. Biz bunu böyle bilelim, hepsinin
geleceğini varsayalım; ama, şu bir gerçektir ki, birçok kişi gelmeyi tercih
etmeyecektir. Bu sayılar, azamî sayılardır. Bütün bu insanların güneydeki
işlerini, evlerini bırakıp topluca kuzeye geleceklerini düşünmek... Bu biraz
zordur; ama, biz, yine, hepsinin geleceğini varsayarak, maksimum olarak
düşünmemiz gerekir.
Bütün bunlara rağmen, tabiî ki, Türkiye'nin
de Avrupa Birliğine tam üyeliği gerçekleştikten sonra, oradaki Türk-Rum sayısı,
hiçbir zaman 2/3 oranını değiştirmeyecektir.
Değerli arkadaşlar, burada, mülkiyete geri
dönüş kapsamında, Rumların, Türk tarafında, geri dönecekleri mal ve mülkün
oranı, önceki Planda, köy ve belediyeler için -yani, değiştirilmeden önce- yüzde 20, Kıbrıs Türk Devleti genelinde
yüzde 10 iken, Kıbrıs Türk tarafınca getirilen bir öneri çerçevesinde, demin
söylediğim gibi, her Rum'un kuzeydeki eski mülkünün 1/3'üne sahip olması
yönündedir. İzahını biraz önce yaptım. Geri kalan 2/3'ü ise, tazminatlı
alacaklardır. Ancak, Karpaz bölgesindeki Dip Karpaz, Yeni Erenköy, Sipahi ve
Adaçay köylerinin eski Rum sakinlerinin herhangi bir sınırlama olmadan eski
mülklerine dönmeleri hususu, Birleşmiş Milletler tarafından, eski Planda yer
aldığı üzere, muhafaza edilmiştir.
Bizim için çok önemli olan bir konu,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesiyle ilgili konuydu. Rumların kuzeyde bıraktıkları
topraklar için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açtıkları ve açacakları
davalara ilişkin olarak ise, çözümden sonra, sorumluluğun birleşik Kıbrıs
cumhuriyetine geçmesine ilişkin hükümler Plana derc edilmiştir. Eşbaşkanlar
tarafından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanına ve Avrupa Konseyine
bildirilmesi öngörülen bu konudaki mevcut ve müstakbel tüm davaların birleşik
Kıbrıs cumhuriyeti tarafından üstlenileceğine ilişkin mektuplar da Plana
eklenmiştir. Söz konusu mektuplarda eşbaşkanlar, kurucu anlaşmayla kurulan yeni
düzende yerlerinden olacak mağdurlar için tüm iç düzenlemelerin ve yasal
yolların öngörüldüğünü belirtmekte, dolayısıyla, bu hususta Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde devam eden tüm davaların düşürülmesini talep
etmektedirler.
Sizin de bildiğiniz gibi, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinde, aleyhimizde, 4 000 civarında dava vardır. Bu dosyaların hepsi düşecektir ve Kıbrıs'a
gidecektir. Böylece, Türk ve Rum tarafların yeni devletin kuruluşunda
mülkiyetle ilgili her türlü ihtilafın öncelikle içhukukta çözümlenmesi yönünde
ortak bir iradeye sahip oldukları ortaya konulmuştur. Bu, bizim en önem
verdiğimiz konulardan biriydi. Bildiğiniz gibi, daha önce bir Loizidiu davası
vardı. Buna benzer 4 000'e yakın davanın aleyhimizde neticelenmesi karşısında,
bunların muhatabı Türkiye olacaktı. Şimdi, bunlar birleşik Kıbrıs cumhuriyetine
gitmiştir. Mal, mülk mübadelesiyle ilgili bütün bu konular, orada kurulan
mekanizmalarla asgarî düzeye indirilecek ve çözülecektir.
Değerli arkadaşlar, bu Planda çok
önem verdiğimiz başka bir nokta da
şuydu: Bildiğiniz gibi, Barış Harekâtından sonra, Türkiye'den Kıbrıs'a giden ve
yerleşen vatandaşlarımız vardı. Bu vatandaşlarımızın sayısı 40 000 olarak
düşünülmüştür; daha önceki Planda, Üçüncü Annan Planında 33 000 seviyesindeydi.
Bu, müzakereler neticesinde, 45 000'e çıkmıştır. Türkiye asıllı ve daha sonra
Kıbrıs'a gidip yerleşen 45 000 Türk vatandaşı da Kıbrıs vatandaşı olacaktır;
dolayısıyla, eğer onaylanırsa, neticede Avrupa Birliği vatandaşı olacaklardır.
Dolayısıyla, bu, bizim en önem verdiğimiz bir konu idi.
Bunun dışında, son dönemlerde, Kıbrıs'a,
geçici süreler için giden ve orada çalışmak için giden bazı Türk vatandaşları
vardır. Bunlarla ilgili bazı özel statüler getirilmiştir; ama, tabiî, bunlar
vatandaş olmamıştır.
Kıbrıs Türk Devletinde ve Kıbrıs Rum
Devletinde ikamet izni verilecek Türk ve Yunan vatandaşlarının miktarı, her iki
kurucu devletin nüfusunun yüzde 10'unu geçmeyecektir. Buna göre, anlaşma
yürürlüğe girdiğinde, Türk vatandaşlarının kuzeydeki sayısı yaklaşık 20 000'i,
Yunan vatandaşlarının güneydeki sayısı yaklaşık 70 000'i geçmeyecek, daha sonra
bu oran yüzde 5 olacaktır. Üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri bu oranın
dışında kalacaktır. Dolayısıyla, Kıbrıs Türk Devletindeki üniversiteler çok
önemlidir, bu üniversitelerin önü kesilmeyecektir, bu üniversitelere
Türkiye'den öğrenci gitmesi mümkün olacaktır.
Yine, bizim ısrarımız üzerine, Planın son
versiyonuna, anlaşmadan ondokuz yıl sonra ya da Türkiye AB'ye girdikten sonra
bu düzenlemelerin tamamen ortadan kalkacağı da eklenmiştir.
Değerli arkadaşlar, bu Planın en önemli
başka yanlarından birisi, bizim gitmeden önce önem verdiğimiz yanlardan birisi
-demin söylediğim gibi- garantilerle ilgili konudur. Önce, Ada askerden
arındırılacaktır. Mevcut Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk kuvvetleri, belirlenen ve asker
çekilme sürelerini de gözeten bir plan dahilinde lağvedilmektedir. Kurucu
devletlerin sadece polisi olacaktır. Planda, nüfusa göre hesaplanan polis
sayısı, mevcut durumda, kuzey için yaklaşık 1 900, güney için yaklaşık 4 900
olmaktadır. Federal polis ise, eşit sayıda Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumdan
oluşacaktır; federal devletin polisi eşit sayıda oluşacaktır.
Annan Planı, garanti ve ittifak
anlaşmalarının, Ada'da kurulan yeni düzeni dikkate alarak, aynen devam etmesini
amirdir. Dolayısıyla, değerli arkadaşımın biraz önce söylediği Zürih ve Londra
Anlaşmaları, bu Plana aynen geçmiştir, hiçbir değişikliğe uğramadan, aynen
geçmiştir. O zaman 1960 Anayasasının garantörü idiler, şimdi ise bu Planla
ortaya çıkan -deminden beri anlattığım ve biraz sonra anlatacağım- yeni
devletin garantörü olarak devam edeceklerdir; ama, garantörlük, aynen devam
etmektedir. Garantör ülkeler, sadece birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin değil,
sadece federasyonun değil, aynı zamanda kurucu devletlerin de toprak
bütünlüklerini, güvenliklerini ve anayasal düzenlerini de garanti edeceklerdir.
Rum - Yunan tarafı, buna, görüşmelerde şiddetle karşı çıkmıştır. Son dakikaya
kadar müzakere ettiğimiz ve son dakikaya kadar ısrarcı olduğumuz konulardan
biri bu olmuştur. Rum tarafı "tamam, garantörlük, federe devlet için devam
etsin; ama, Türkiye Kıbrıs Türk Devletinin, Yunanistan da Kıbrıs Rum Devletinin
garantörü olarak devam etsin" demişlerdir. Biz, burada, kesenkes bir adım geri atmadık; çünkü, kırkdört
yıllık anlaşmanın bir taraftan zedelenmesi -görünürde, belki, iyi bile
olabilir- ileride başka aşınmalara yol açacağı için, o ihtimali gördüğümüz
için, bu konuda kesinlikle taviz vermeyeceğimiz hususunda sonuna kadar ısrar
ettik.
İttifak anlaşması uyarınca, Kıbrıs Türk
Devletinde konuşlandırılabilecek Türk ve Kıbrıs Rum Devletinde
konuşlandırılabilecek Yunan birliklerinin sayısı 2011 yılına kadar 6 000; 2018
yılına veya Türkiye'nin AB üyeliğine kadar 3 000 olacaktır. Planın önceki
versiyonunda Türkiye, AB üyesi olduktan sonra "bir AB ülkesi, başka bir AB
ülkesinde asker bulunduramaz, böyle bir düzenleme Avrupa Birliğinde
yoktur" diye geri çekiliyordu ve Türkiye, AB'ye tam üye olduktan sonra
Ada'da hiç asker bulundurmayacaktı. Biz, yine, daha önceki anlaşmaların gereği
bunda çok ısrarcı olduk ve 650 Türk askerinin -1960'ta da öyleydi- Türkiye
"çekiyorum" diyene kadar, Türkiye "çekiyorum" demediği süre
içerisinde ilelebet Ada'da olmasında ısrarcı olduk. Son ana kadar bizim
ısrarımız oldu, Rum tarafının da tersinden ısrarı oldu; ama, neticede bizim dediğimiz
oldu. Her üç yılda bir, Türk ve Yunan tarafı bir araya gelerek, devam edelim
mi, çekelim mi diye görüşecekler; eğer, ittifakla, çekelim derlerse, o zaman
çekilecek. Dolayısıyla, burada, Türkiye'nin bu garantisi de aynen devam
etmiştir; Türk askeri, Ada'da, Türkiye istediği takdirde, ilelebet duracaktır.
Asker sayısında 6 000'e ulaşılabilmesi
için, çekilmenin yüzde 20'lik ilk aşaması Ocak 2005'te tamamlanmak üzere,
yirmidokuz aylık bir geri çekilme takvimi öngörülmektedir.
Değerli arkadaşlar, hepimizin çok üstünde
durduğu başka bir konu da, birincil hukuk meselesidir. Bu konu hakkında da şu
açıklamayı yapmak istiyorum size; gelinen nokta şudur... Sizinle her şeyi açık
açık paylaşıyorum burada; çünkü -sonunda söyleyeceğim- bu Planın artıları da vardır,
eksileri de vardır; hepimiz, tercihimizi yaparken, bütün bunları bilerek
yapacağız.
AB birincil hukuku meselesine gelince;
anlaşmanın hukukî güvenliği konusu, başından itibaren üzerinde durduğumuz bir
husus olmuştur. Bu, şu anlama gelmektedir: Bir dava açılması halinde, Avrupa
Adalet Divanının, bu anlaşmanın Avrupa Birliğinin mülkiyet ve dolaşım hakkıyla
ilgili temel ilkelerini ihlal ettiğine karar vermesinin önlenmesi
gerekmektedir. Planın ilk taslağında yer alan istisna hükümleri, yani derogasyonlar,
kalıcı karakter arz etmekteydi üçüncü Planda. Biz, İsviçre'ye, Luzern'e
gitmeden önce, elimizde olan Planda, bütün bu istisnalar kalıcıydı.
Dolayısıyla, bunların hukukî güvenliği için, AB birincil mevzuatının parçası
haline gelmesi acil bir nitelik kazanmaktaydı; bizim için o zaman acildi.
Bunlar, esasen iki maddedir: Birincisi, Kıbrıs Türk Devletinin kendi
topraklarında mülkiyet alımını isterse kısıtlaması; ikincisi, kurucu
devletlerin topraklarında, diğer kurucu devlet vatandaşlarının ikamet oranının düzenlenmesi.
Avrupa hukukunda, kalıcı derogasyonları
asgarîye indirme eğilimi olduğu dikkate alınarak ve bütün tarafların
mutabakatıyla bu derogasyonlar muhafaza edilmiş; ancak, geçici hale
getirilmiştir, İsviçre'de yapılan çalışmalarla. Bu geçicilik, Avrupa hukukunda
geçerli olan ekonomik seviyenin eşitlenmesi ve etnik kültürel kimliğin
korunması ilkelerine dayandırılmıştır. Böylece, bu uygulamanın, mülkiyet ve
ikamet özgürlüğünü ancak geçici olarak ve geçerli sebeplerle sınırladığı
söylenebilecektir. Ayrıca, paralel bir ölçüt olarak, bunların, Türkiye'nin
AB'ye tam üyeliğine kadar geçerli olacağı hükmü getirilmiştir. Derogasyonların
geçici hale gelmesiyle, bunların birincil hukuk sayılması acil bir ihtiyaç
olmaktan, Üçüncü Annan Planına göre, şimdi çıkmıştır.
AB Komisyonu, birincil ve ikincil mevzuat
arasında bir statüde bulunan uyarlama senedi yöntemini, uyarlamayı AB Konseyine
sunmayı resmen taahhüt etmiş bulunmaktadır. Komisyon, bu konudaki süreci 7
Nisan günü başlatacaktır. Uyarlama senediyle, Avrupa Birliği, Kıbrıs'ın AB'ye
girişiyle ilgili olarak geçen yıl onaylanmış olan Katılım Anlaşması ekindeki
Onuncu Protokolün 4 üncü maddesine dayanarak kendisini yeni anlaşmaya uyarlamış
olacaktır. Katılım Anlaşması, esasen, birincil mevzuat niteliği taşımaktadır.
Buna dayanarak hazırlanan uyarlama senedi bütün üye ülkelerce imzalanacak ve
parlamentolarınca onaylanacaktır. Dolayısıyla, son derece güçlü bir belge
haline gelecektir. Uluslararası hukukçulardan aldığımız mütalaalar bunu teyit
etmektedir. Ayrıca, anlaşma, Birleşmiş Milletlere tevdi edilerek tescil
edilecektir. Güvenlik Konseyinin bir kararıyla onaylanacaktır. Böylece,
uluslararası hukukun bir parçası haline gelmiş olacaktır. Bütün bu tedbirler,
anlaşmanın hukukî güvenliğini daha kuvvetli hale getirmektedir. Buna rağmen,
hukukî güvenliği daha da pekiştirmek ve en küçük bir kuşkuya dahi yer
bırakmamak amacıyla ilave taleplerde bulunduk. Bu anlaşmanın birincil mevzuat
haline gelmesinde ısrar ettik.
Değerli arkadaşlar, aslında, bu, mümkündü.
Şöyle mümkündü: Avrupa Birliği de bu hazırlığı yapmıştı. Eğer, daha önce, biz,
bu Planı, şimdi, şu son geçen aylarda yaptığımız gibi, müzakere etseydik, bugün
aldıklarımızı alsaydık, Avrupa Birliğinin 15 üye ülkesi, bunu
parlamentolarından 1 Mayıstan önce geçirecekti; ama, şu anda, 1 Mayısa kadar
bunun teknik olarak geçmesi mümkün değildir. O bakımdan, bizim ısrarımız şudur:
Evet, birinci hukukî zırh alındıktan sonra, ikinci hukukî zırhın da sürecinin
başlatılmasıdır; bunda ısrarcıyız. Bununla ilgili metne, anlaşmaya, şu metin,
aynen, şu şekilde konulmuştur; aynen okuyorum: "Avrupa Birliği Komisyonu,
birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin Avrupa Birliğine katılım koşullarını içeren ekli
uyum senedini her iki tarafta ayrı ayrı ve aynı anda yapılacak referandumlardan
sonra, ancak 24 Nisandan önce değerlendirmek üzere ve 1 Mayıs 2004 tarihinden
önce onaylanmak üzere, Avrupa Birliği Konseyine sunmayı taahhüt eder. Bundan
öteye, Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa Birliği hukuk sistemi içinde bütün
taraflara birincil hukukun oluşturulmasıyla sonuçlanacak ve hukukî kesinlik ve
güvenlik sağlayacak nihaî bir sonucu gecikmeksizin ortaya çıkarmayı taahhüt
eder."
Değerli milletvekilleri...
BAŞKAN - Sayın Bakanım, konuşmanızı
toparlar mısınız.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz, bazı önemli unsurlar
da var. Bunlar, belki, kayda geçmesi açısından önemlidir. Eğer değerli
arkadaşlarımın da müsaadesi olursa...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Tabiî...
Tabiî...
CANAN ARITMAN (İzmir) - Tabiî...
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Devam edilsin;
bunlar çok önemli.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Aynı şekilde, muhalefet de, belki, görüşlerini geniş
bir şekilde anlatabilir.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, bütün bunlardan sonra
yaptığımız çalışmayla, bu Annan Planıyla, bu son şekliyle -beşinci şeklidir bu-
ne alınıyor; yani, bize neler alınabiliyor, bunları, biz, şöyle bir özetledik.
Bunları, sizlerle paylaşmak istiyorum. Önce, iki kesimlilikle ilgili neler
olmuştur.
Yeni ortaklığın iki kesimli olacağı açıkça
ortaya konulmuştur; iki tarafın birbirinin ayrı kimliğini ve bütünlüğünü
tanıması ortaya konulmuştur, kabul edilmiştir.
Tarafların, birbirlerinin kültürel, dinî,
siyasî, sosyal ve dil kimliklerine saygı gösterecekleri açıkça yazılmıştır. Bir
tarafın diğeri üzerinde hâkimiyet kurması reddedilmiştir; bir tarafın diğeri
üzerinde otorite ve yetki iddia edemeyeceği açıkça yazılmıştır. Aslında,
bildiğiniz gibi, biz, egemenlik üzerinde çok ısrar ettik, egemenliği almayı çok
istiyorduk; çünkü, tam egemenlik, ileride bağımsızlık yolu da olurdu; ama,
birleşik Kıbrıs devletini devam ettirmek Planın ana gayesi olduğu için, bu
egemenlik tam olarak alınamamıştır; ama, burada şu olmuştur: Rum tarafının
dünyaca tanınmış olan egemenliği de geri alınmıştır. Yani, Türk tarafı, Rum
tarafı üzerinde bir otorite ve yetki kullanamayacaktır; Rum tarafı da, Türk
tarafı üzerinde bir yetki, baskı ve otorite kullanamayacaktır. Dolayısıyla,
tersinden böyle bir durum ortaya çıkmıştır.
Kurucu devletlerin kendi anayasaları
olacaktır. İki kesimliliğin gereği, kurucu devletlerin kara sınırlarının
bulunacağı açıkça yazılmıştır. Kurucu devletlerin kendi bayrakları, kendi
marşları olacaktır. Kıbrıs Türk Devleti tarafından, belki de Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti bayrağı ve marşı kabul edilecektir; kendi bilecekleri bir iştir.
Kurucu devletlerin kimliklerine, güvenliklerine ve anayasal düzenlerine herkes
tarafından saygı gösterilecektir. Kurucu devletlerin ve federal hükümetin
birbirlerinin yetki ve işlevlerine karışılmayacaktır; kimse karışamayacaktır.
Yeni haritada, Kıbrıs Türk Devleti ismen gösterilecektir. İki kurucu devlet
arasında yeni bir sınır belirlenmesi, geçiş noktalarının olması
kararlaştırılmıştır. Federal ve kurucu devlet yasaları arasında hiyerarşi
olmayacaktır. Kurucu devletlerin iç vatandaşlık verebileceği ve bir kişinin,
aynı zamanda her iki kurucu devletin iç vatandaşlığına sahip olamayacağı açıkça
yazılmıştır; yani, bir Rum gelip de Türk devletinde, Türk tarafında durur ve
vatandaş olursa, oradaki Rum vatandaşlığını kaybedecektir. Dolayısıyla, bu,
gelişi azaltacaktır; yüzde 18'e ulaşacağını tahmin etmiyoruz; ama, bizim, yüzde
18'i gelecekmiş gibi hareket etmemiz gerektiğinin bir kez daha altını
çiziyorum.
Kurucu devletlerin, kendi millî
kimliklerini korumak amacıyla, diğer kurucu devlet vatandaşlarının ikametine
sınırlama getirebilecekleri bu Planla ortaya çıkmıştır. Bunun aşamalarını biraz
önce söylediğim için, derine girmek istemiyorum.
Senatoya Kıbrıs Türk Devletinden
seçileceklerin daima Türk olacağı yazılmıştır.
Kurucu devletlerin, dış dünyayla ticarî ve
kültürel ilişki kurabilecekleri, anlaşma imzalayabilecekleri kabul edilmiştir.
Federal yasalara karşı işlenen suçlar
üzerinde, kurucu devletlerin, öncelikli adlî işlem yetkisine sahip olmaları
kabul edilmiştir.
Kurucu devletlerin ayrı polis teşkilatı
olacaktır.
Ortaklık ve eşitlik açısından ise,
Kıbrıs'ın Türkiye Türkleri, Kıbrıs'ın Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumlarının
ortak evi olduğu açıkça, beraber ifade edilmiştir, anlaşmaya geçmiştir.
Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumlarının 1960
Kıbrıs Cumhuriyetinin ortak kurucuları oldukları kaydedilmiştir.
Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların yeni
sistemi, ayrı ayrı sahip oldukları kurucu yetkilerini kullanarak
oluşturacakları kararlaştırılmıştır.
İki taraf arasındaki ilişkinin bir
azınlık-çoğunluk değil, siyasî eşitlik ilişkisi olduğu açıkça kabul edilmiştir.
Türklerin nüfusu 220 000'dir, diğerleri 700 000 civarındadır; ama, burada
siyasî eşitliktir esas olan. Dolayısıyla...
Bizim korkumuz şuydu değerli arkadaşlar:
Avrupa Birliğine, Rumlar, Ada'yı temsilen tek başına girerlerse, ondan sonra,
oynayacakları kart, tamam, siz gelin, siz de bize katılın... O zaman ayrı bir
devlet olarak değil, o zaman bir azınlık olarak gireceklerdi. Bütün bunun için,
hâlâ, son dakikaya kadar ısrar ediyorlar ki, gelin, bu işi yapmayalım diye.
Kurucu devletlerin birbirinin eşiti
olduklarının anayasada açıkça belirtilmiş olması dedim.
Geçiş dönemi sürecince, federal düzeyde
devlet başkanlığının iki eşbaşkandan oluşması, federal hükümetin eşit sayıda
üyeden oluşması,
Kurucu devlet parlamentolarından eşit
sayıda parlamenterin -yani,
24'e 24- geçiş dönemi parlamentosunda görev almaları,
13 Haziran 2004 tarihinde kurucu
devletler, federal parlamento ve Avrupa Parlamentosu için düzenlenecek
seçimlerden sonra başkanlık konseyinin ilk görev dönemi boyunca başkan ve
yardımcısı arasındaki rotasyonun 10'ar aylık eşit sürelerle gerçekleşmesi,
İki kurucu devletin yekdiğeriyle işbirliği
anlaşması yapabilmesi,
Kurucu devletlerin dış ilişkiler ve AB
politikasının belirlenmesine katılacakları, beraber katılmaları,
Federal parlamentonun senato kanadında
kurucu devletlerin eşit sayıda temsil edilecekleri.
Değerli arkadaşlar, bunları
çoğaltabilirim. Burada çok önemli başka bir nokta şu: Dünyanın 10 önemli
ülkesindeki büyükelçiliklerin -çekilecektir onlar- yarısı Türk olacaktır yarısı
Rum olacaktır; diğerlerinde ise, yine eşit ağırlık devam edecektir.
Güvenlik anlaşmaları ve garantilerle
ilgili konuları biraz önce açık bir şekilde söyledim. Türkiye'nin rolüyle
ilgili konuları bir kez daha özetlemem gerekirse; Türkiye ve Yunanistan'la özel
ilişkiler devam edecek. Kıbrıs Türk Devleti Türkiye'yle, demin söylediğim
çerçevede, malî, ekonomik, ticarî ve kültürel ilişkiler kurabilecek, anlaşmalar
yapabilecek ve buralarda büro açabilecek.
Anlaşmayla Kıbrıs'ta yeni bir düzenin
kurulacağı -a news state of affairs- yeni bir devletin kurulacağı gayet açık
bir şekilde ortaya çıkıyor.
Taraflar, ortaklıklarını yenilemeye karar
verdiklerini ilan edecekler,
Birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin marşı
olacak, birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin bayrağı olacak,
Kurucu anlaşma Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyince onaylanacak,
Avrupa Konseyi -bu da bizim için çok
önemlidir; çünkü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kaynağı Avrupa Konseyidir-
kurucu anlaşmayı onaylayacaktır.
Avrupa Birliğinin de kurucu anlaşmayı
onaylayacağı, kendisini çözümün parametrelerine uyarlayacağı bunun
içerisindedir. Birçok şey Avrupa Birliğiyle beraberleştirilmektedir.
Değerli arkadaşlar, daha fazla vaktinizi
almamak için, netice olarak şuna geliyorum: Şimdi, karşımızda iki alternatif
vardır. Şüphesiz ki, kararı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki değerli
vatandaşlar, Türkler vereceklerdir. Onlar nasıl karar verirlerse, o kararlarına
saygı duyacağız; çünkü, bu, başından kabul edilmiştir; ama, önemli olan, bu
referandumun gayet açık, şeffaf ve düzgün bir şekilde olmasıdır. Nasıl, geçen
genel seçimler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, bütün dünyayı utandıracak
şekilde açık ve düzgün olduysa, bu referandum da öyle olacaktır ve böyle karar
vereceklerdir.
Önde iki şey vardır; onlar açısından da,
bizim açımızdan da; çünkü, bizi de ilgilendirmektedir. Eğer "evet"
çıkarsa bize de gelecektir, o zaman bizim de sorumluluğumuz olacaktır. O zaman,
tekrar konuşacağız burada onu; ama, iki şey vardır: Birincisi, bizden önceki
hükümetler gibi, statükoyu devam ettirmek, bugünkü hali devam ettirmek. Bu, bir
tercihtir.
Böyle olursa karşımıza ne çıkar bakmak
gerekir. Böyle olursa şu ihtimaller vardır: Birincisi, biz, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetini dünyaya tanıtabilir miyiz; Rumlar Avrupa Birliğine girdi, biz
statükoyu devam ettiriyoruz, dünyaya tanıtabilir miyiz?
Değerli arkadaşlar, hepimizin gönlünden
geçen, benim de gönlümden geçen, benim de, çocukluğumdan beri Kıbrıs davasını
kendime dava olarak kabul etmiş ve fiilen de birçok hareketin içinde bulunmuş
bir kişi olarak gönlümden geçen şey, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin, ayrı,
bağımsız bir devlet olarak tanınmasıdır; ama, daha iyi imkânlar içerisinde bu
olmamıştır. Ne bir Türk Cumhuriyeti kardeşimiz ne bir dindaşımız, Müslüman ülke
bunu tanımıştır. Dolayısıyla, bunun tanınabileceğini gerçekçi görmüyorum.
İkincisi, Türkiye'ye ilhak etmek. Bunu da
gerçekçi görmüyorum; çünkü, bu da, bütün dünya dengelerinde birçok şeyi
değiştirecektir. Geriye, statükoyu devam ettirmek kalmaktadır. Statüko, bugünkü
gördüğümüz statükodur, ambargolarla karşı karşıyadır. Evet, bizim, orada, çok
sayıda, 40 000 civarında askerimiz vardır; ama, ne yazık ki, ambargoyu da
delememekteyiz. Dolayısıyla, ambargo devam etmektedir, devam edecektir.
İkincisi şudur...
Ama, bunun da avantajları vardır; çünkü,
bu planın, muhakkak ki, uygulanmaya geçince bazı sıkıntıları olacaktır.
Sizlerle açık konuşuyorum; muhakkak ki, bazı sıkıntıları olacaktır; kolay
değildir, uğraşılacaktır, malî sorumluluklar getirecektir; ama, bir buna bakmak
gerekir; ikincisi de, deminden beri ortaya koyduğum ve tarif ettiğim, yeni
anlaşmayla ortaya çıkacak Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti ve bunun içerisindeki
Kıbrıs Türk Devleti vatandaşı olmak mı veyahut da bunu kabul etmek mi; bu
karar, herkesin dikkatli bir şekilde bakması gereken, bütün çalışması gereken...
Hepimizin sorumluluğu vardır; Kıbrıs'ta yaşayanların da sorumluluğu vardır,
bizim de sorumluluğumuz vardır. Bu konuları, lütfen, hepimiz, gerçekçi, her
türlü parti kaygısından ve her türlü karşılıklı, onun dediğine evet diyeyim,
bunun hayır dediğine de ben evet demeyeyim zihniyetinden uzak, soğukkanlı bir
şekilde değerlendirelim ve buna göre karar verelim.
Buna göre, biz, oturduk, kendimiz çalıştık
Hükümet olarak; bizim kanaatimiz, bu şekliyle, yeni ortaya çıkmakta olan Kıbrıs
Türk Devletinin ve Kıbrıs Türklerinin daha iyi yaşayabileceği kanaatindeyiz.
Şüphesiz ki, kararı kendileri vereceklerdir ve bu karara da hepimiz saygı
göstereceğiz.
Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür
ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına,
İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul) -
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, tarihî
bir noktayı düzeltmek istiyorum ve bu düzeltmeyi, bizzat Sayın Bakanın bu
kürsüden yapmasını rica ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisinin içinde olduğu
veya içinde olmadığı, hiçbir Türk hükümeti, Güney Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa
Birliği üyeliği sürecini onaylamamıştır, onaylayan hiçbir belgeye imza
atmamıştır, ne gümrük birliği sırasında ne daha önce ne daha sonra. Eğer,
hükümetin elinde bunun aksini kanıtlayacak bir belge varsa, biz, böyle bir
belgeyi bilmiyoruz; ama, varsa, lütfen, açıklasınlar; çünkü, bizim bildiğimiz,
o zamanki hükümetin Dışişleri Bakanı Sayın Karayalçın, bunun tam tersini gümrük
birliği müzakereleri sırasında açıkça ilan etmiştir, daha sonra da, Dışişleri
Bakanlığı, Türkiye'nin Kıbrıs politikasını açıkça kamuoyuna bildirmiştir. O
bakımdan, bu yanlışın hemen düzeltilmesi lazım. Aksi takdirde, sadece Sayın
Bakanın burada, bugün yaptığı konuşma, ileride Türkiye'nin başına çok büyük iş
açabilir. Buna benzer bir konuşmayı, vaktiyle, Türk Dışişleri Bakanı Türkiye
Büyük Millet Meclisinde yapmıştı ve Yunanlar, yetmiş yıldan beri, her vesileyle
bunu gündeme getiriyorlar ve Türkiye'nin tutumunun o olduğunu söylüyorlar;
halbuki, Türkiye'nin politikası o değildir.
O bakımdan, Sayın Bakandan rica ediyorum;
lütfen, derhal, geliniz, burada, bu kürsüde bunu düzeltiniz. Yanlış anlamalara
imkân vermeyelim, ileride de başımıza sıkıntı verecek bir durum çıkarmayalım.
Değerli arkadaşlar, Kıbrıs konusunda son
otuz yılın en önemli dönemecine girmiş bulunuyoruz. Sayın Başbakanın ocak
ayında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'la yaptığı görüşmeden
sonra yaşanan hızlı gelişmeler, Bürgenstock'ta Kofi Annan'ın son şeklini
verdiği metnin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Taraflarca üzerinde mutabakata
varılamayan ve imzalanamayan bu metin, 24 Nisan tarihinde, Kıbrıs'ta her iki
toplumun onayına sunulacaktır.
Önce, şunu belirtmek istiyorum: İzlenen bu
yöntemi doğru bulmuyoruz, yadırgıyoruz ve dünyada bir örneğinin bulunduğunu da
sanmıyoruz. Metne son şeklinin verilmesi yetkisinin Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterine bırakılması dünyada emsali görülmemiş bir uygulamadır; niçin böyle
bir yöntem Ortadoğu ihtilafında uygulanmıyor; niçin böyle bir yöntem
Azerî-Ermeni ihtilafında uygulanmamıştır; niçin böyle bir yöntem Keşmir
ihtilafında uygulanmamıştır; çünkü, kendisine saygısı olan hiçbir devlet son
sözü başkalarına bırakmamıştır da onun için. Türkiye de bugüne kadar böyle bir
yöntemi kabul etmemiştir, etmemişti, bu hükümet işbaşına gelinceye kadar.
Değerli arkadaşlar, uluslararası bir
anlaşmanın referanduma sunulabilmesi için, önce ilgili hükümetlerin o metin
üzerinde anlaşmaları gerekiyor, uluslararası uygulama budur; önce müzakere
edeceksiniz, bir metin üzerinde anlaşacaksınız, gerekirse onu halkın oyuna
sunacaksınız, Avrupa Birliği içinde de dışında da bunun pek çok örneği var;
ama, burada ne yapılıyor; burada bunun tam tersi yapılıyor. Hükümetler arasında
anlaşmaya varılmamış, imzalanmamış bir metin halkın onayına sunuluyor; yani,
hükümetlerin iradesi bir tarafa bırakılarak halkın hakemliğine sunuluyor. İşte,
bu, yadırganacak bir husustur ve bunun da örneğini eğer biliyorsa Sayın Bakan,
bize de açıklarsa biz de öğrenmiş oluruz.
Değerli arkadaşlar, şimdi, Kıbrıslı
Türkler, ekleriyle birlikte 9 000 sayfayı bulduğu anlaşılan bir metni kabul
veya reddedeceklerdir. Bu metnin henüz Türkçe çevirisi bile yapılmamıştır ve
belgede yer alan bazı anayasa ve yasa metinleri henüz Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Meclisinde bile görüşülüp onaylanmamıştır.
Özetle, Kıbrıslı Türkler kendi
kaderlerini, çocuklarının geleceğini ilgilendiren hayatî bir konuda, içeriğini
tam bilmedikleri bir metin üzerinde, yabancıların yoğun propagandaları ve zaman
baskısı altında karar vermek zorunda bırakılmaktadırlar. Bunca yıldan beri
zulme uğramış, hiçbir kusuru olmadığı halde baskılara, ambargolara maruz kalmış
bir halka bu muameleyi reva görenleri tarih affetmeyecektir arkadaşlar; bunu
açıklıkla ifade etmek istiyorum Yüce Meclisin huzurunda.
Bürgenstock'ta, Sayın Başbakan, metni
kabul ettiğini -basına yansıyan bilgilere göre- eğer Rum, Yunan tarafı da kabul
ederse, kendisinin de bunu imzalamaya veya Türk tarafına imzalatmaya hazır
olduğunu söylemiştir. Yunanlar kabul etmediği için metin imzalanmamıştır, basın
haberleri böyle söylüyor, iyi ki de öyle olmuştur; aksi takdirde, Sayın
Başbakan, tarihe, içeriğini bilmediği bir metni imzalayan ilk başbakan olarak
geçecekti. Denilebilir ki "9 000 sayfanın çoğu ayrıntıdır, başbakanların
ayrıntıları bilmesi gerekmez, uzmanların bilmesi yeterlidir."
Televizyonların açıkladığına göre, Sayın Başbakan, biraz önce grupta da buna
benzer şeyler söylemiş.
Değerli arkadaşlar, diplomaside çok önemli
bir söz var, diyorlar ki: "Şeytan, ayrıntıda gizlidir." Bazen ayrıntı
sayılan bir konu, ileride, başınıza çok büyük sıkıntılar açabilir. Örneğin,
Yunanistan'ın NATO'ya dönüşü sırasında, Türkiye'nin de o zaman ayrıntı sanarak
kabul ettiği, dikkat etmediği bazı belgeler başımıza inanılmayacak büyük
sıkıntılar açmıştır ve biz bu belgeleri iptal ettirmek için tam yirmi yıl
uğraşmışızdır. O bakımdan, hiçbir belgeye, hiçbir kâğıda "önemsizdir, ayrıntıdır,
okumasak da olur" demeyeceksiniz, hepsini okuyacaksınız, bileceksiniz ve
bunları bilmeden de hiçbir metni imzalamayacaksınız. En azından, bizim,
Cumhuriyet Halk Partililer olarak devlet anlayışımız, içeriğini bilmediğimiz,
okumadığımız herhangi bir metnin kabulüne olanak vermemektedir. Biz iktidarda
olsaydık, emin olunuz ki, içeriğini tamamen bilmediğimiz hiçbir metni
onaylamazdık ve hiçbir metnin de kamuoyuna sunulmasına izin vermezdik.
Değerli arkadaşlar, biz, bu 9 000 sayfalık
metni görmedik, aranızda gören var mı bilmiyorum, aranızda okuyan var mı
bilmiyorum, Sayın Başbakan okumuş mudur, Sayın Dışişleri Bakanı okumuş mudur
bilmiyorum; ama, şunu biliyorum ki, elimizde bulunan ve inceleme fırsatı
bulduğumuz 200 sayfalık metin, Kıbrıs halkının onayına sunulacak olan çok
önemli belgeleri içermiyor. Bizim elimizdeki metin budur,. 200 sayfalık bir
metindir; fakat, bu metnin içerisinde, hayatî derecede önemli bazı belgeler
yoktur; onun için, onları biz de bilmiyoruz. Ne gibi; mesela, kurucu
devletlerin anayasaları yoktur; başlık olarak ismi var, metni yok. Biz, şu anda
referanduma sunulacak metinde, Kıbrıslı Türklerin nasıl bir anayasa için oy
kullanacaklarını bilmiyoruz, Kıbrıslı Türklerin de bildiğini zannetmiyoruz.
Sayın Denktaş, Bürgenstock'ta görüşmeler
devam ederken "Kofi Annan'a yeni bir anayasa tasarısı vermeyeceğiz, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasasını vereceğiz; gerekirse, onu ileride tadil
ederiz" demişti. Peki, öyle mi oldu; hayır, öyle olmadı. Uzmanlar
tarafından hazırlandığı söylenen bir anayasa tasarısı Annan'a verildi.
Bu metin, Kuzey Kıbrıs Türk Meclisinde
görüşülmüş müdür, onaylanmış mıdır; hayır, görüşülmemiştir ve onaylanmamıştır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanının onayı alınmış mıdır; hayır, alınmamıştır.
Basına yansıyan haberlerden anladığımız kadarıyla, kendi devletinizin
anayasasını kendi Meclisinizde görüşmeden, kendi Cumhurbaşkanınızın onayını
almadan Birleşmiş Milletlere vermişsiniz.
Değerli arkadaşlar, böyle bir şey olabilir
mi?! Böyle bir şeyi herhangi bir devlet kabul eder mi?! Sizin anayasanız, sizin
temel yasanız, devletinize yön verecek temel hükümler orada. Siz, onu
görüşmeden, bazı uzmanların hazırladığı bir metne itimat ederek, olduğu gibi
Birleşmiş Milletlere veriyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi?! İşte, belge elimizde,
belgede bu anayasa yok. Rum kesiminin anayasası da yok; onların da nasıl bir
yönetimle idare edileceklerini bilmiyoruz.
Bu 9 000 sayfa içerisinde başka neler var;
ayrıntı sanılan, hani "okunmasa da olur" dediğimiz 9 000 sayfa
içerisinde başka neler var; birçok temel yasa metni var. Plan, halkoylamasında
kabul edilirse, bunlar yeni Kıbrıs devletinin temel yasaları olacak.
Peki, bunlar nerede hazırlandı; öyle
anlaşılıyor ki, bunların çoğu Rum kesiminden geldi. Bizdeki bilgi bu. Sayın
Bakan aksini biliyorsa, bize de söylerse seviniriz. Rumlar demişler ki:
"Biz bu yasaları, Avrupa Birliğiyle birlikte, Avrupa normlarına uygun
olarak hazırladık, siz de kabul edin" ve biz de bu metinleri alt
komitelerde görüşerek Birleşmiş Milletlere vermişiz. Peki, üst komitede
görüştük mü; görüşmedik. Başgörüşmecimiz onayladı mı; onaylamadı. Bunlar, temel
metinler, temel yasalar. Burada yüzlerce metin var. 9 000 sayfa, ne demek; 9
000 sayfa bir ansiklopedi demek arkadaşlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öymen, buyurun.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Bunun içerisinde
birsürü temel yasa var. Bu yasaları bilmeden, Mecliste görüşmeden, devletinizin
üst kurullarında ele almadan, Cumhurbaşkanınıza onaylatmadan Birleşmiş
Milletlere veriyorsunuz. Yani, neyi verdiğinizin farkında bile değilsiniz
siyasî düzeyde.
Başka ne var; başka şu var: Kıbrıs
Rumlarının yıllardan beri imzaladığı 100'den fazla anlaşma var. Peki, bu
anlaşmalar, Kıbrıs Türk Meclisinde görüşüldü mü; hayır, onlar da görüşülmedi.
Bu anlaşmalar, yarın, Kıbrıs Devletinin anlaşmaları olacak, sizi de bağlayacak.
Türk tarafının da yaptığı bazı anlaşmalar var; ama, büyük çoğunluğu Rumların
yaptığı anlaşmalar. İşte, 9 000 sayfanın içerisinde, "ayrıntı"
dediğimiz, "canım, okumasak da olur" dediğimiz metnin içerisinde
bunlar var.
Başka ne var; başka şu var: Mesela,
Kıbrıs'ın kıta sahanlığıyla ilgili metinler var. Kıbrıs'ın kıta sahanlığı
Türkiye'yi çok yakından ilgilendiriyor. Yunanistan'la, şu kıta sahanlığı
konusunda yaşadığımız sorunlara bakın, yetmiş yıldan beri boğuşuyoruz,
çözemiyoruz. Şimdi, bir de, Kıbrıs ile aramızda kıta sahanlığı meselesi
çıkacak. Bunun metnini biliyor muyuz; hayır. Elimizdeki belgede var mı; yok.
Bize verildiği mi; verilmedi. AKP Grubuna verildi mi, bilmiyorum; ama, bize
verilmedi. Biz, bunu bilmiyoruz ve bunu da onaylayacak, Kıbrıslı Türkler.
Yarın, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip, bunu da onaylatacaksınız,
bilmediğimiz metinleri.
Değerli arkadaşlar, işte, onun için, biz
diyoruz ki, böyle metinler dikkatle incelenmelidir, bütün ayrıntıları
bilinmelidir ve hükümet, kalkıp da, burada, Yüce Meclise bilgi verirken, en
azından, bunları kendisi biliyor olmalıdır.
Ben, şimdi, Sayın Bakana bir kere daha
soruyorum: Bahsettiğim bütün bu belgeleri bir kere okudunuz mu? Kıta sahanlığı
belgesini bir kere okudunuz mu? Hava sahasıyla ilgili belgeyi bir kere okudunuz
mu? Karasularıyla ilgili belgeyi bir kere okudunuz mu?
Bizdeki bilgiye göre, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin kendi özgür iradesiyle kullanacağı 1 metrelik sahili olmayacak;
bunu biliyor musunuz? 1 metrelik sahilimiz olmayacak; merkezî hükümetin
denetiminde; yani, Rum çoğunluğunun olduğu merkezî hükümetin denetiminde bütün
sahiller, bütün sahil güvenlik. Kıbrıs'tan bir sandalla açılıp Rumların
bilgisi, onayı dışında, Türkiye'ye gelemeyeceksiniz. Bizdeki bilgi bu; doğru
değilse, lütfen, Sayın Bakan gelsin desin ki "hayır, sahiller bizim
egemenliğimizdedir" biz de öğrenelim.
İşte, değerli arkadaşlar, bahsettiğimiz
metin böyle bir metin. O bakımdan, yani, metnin böyle sadece bazı olumlu
taraflarını önplana çıkarmak yeterli değil, bütün boyutlarıyla açıkça görüşmek
lazım.
Şimdi, biz, geçmişte bu gibi durumlara
atıfta bulunup da Yüce Mecliste bunu bir teslimiyetçilik belgesi diye takdim
ettiğimiz zaman hissettim ki bazı AKP'li arkadaşlarımız üzüldüler. Ben de
onların üzüntülerini paylaşıyorum; onun için, bu sözlerimi geri alıyorum. Bu
metin bir teslimiyetçilik belgesi değildir; ama, şunu da söyleyeceğim:
Teslimiyetçilik belgesinde hiç değilse neyi imzaladığınızı bilirsiniz. Bu belge
teslimiyetçilik belgesinden de beterdir; çünkü, içeriğini bilmiyorsunuz. (CHP
sıralarından alkışlar) Tarihimizin en kötü belgesi, tarihimizin en utanç verici
belgesi Sevr Anlaşmasını bile imzalarken biz, neyi imzaladığımızı biliyorduk,
şimdi bilmiyoruz, bunu size anlatıyorum, bunu bilmiyoruz. Onu imzalayan Osmanlı
heyeti, hiç değilse neyi imzaladığını biliyordu, metni okumuştu; şimdi,
okumadığımız bir metin var, size bunu anlatıyorum, lütfen dikkat ediniz, kulak
veriniz, ciddîye alınız bu uyarılarımızı. Bu bahsettiğimiz konu bir millî
davadır; bu, bir parti meselesi değildir. Sayın Bakana iştirak ediyorum, hiçbir
şekilde bu meseleyi bir parti davası gibi ele almayalım, bunu bir millî dava
gibi ele alalım. Ben, Adalet ve Kalkınma Partisine mensup milletvekillerimizin
bu millî davada Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri gibi duyarlılık
göstereceklerine inanıyorum. Kesinlikle bunu bir parti meselesi olarak
görmeyelim; ama, şunu bir kere daha söylüyorum: Biz, bu hükümete
yakıştırmıyoruz; bilmediği, baştan sona okumadığı bir metnin gelip de burada
methiyesini yapmasını yakıştıramıyoruz.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Okumadığını ne
biliyorsunuz?
BAŞKAN - Sayın Şahin, lütfen...
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Efendim, okuduysa,
işte, soruyorum, Sayın Bakan gelsin
burada desin ki "biz, baştan sona bu metni ve eklerini okuduk" ben de
kendisine teşekkür edeyim, tebrik edeyim; buyursun, gelsin söylesin. Sayın
Başbakan biraz önce söylüyor "ayrıntılarını okumak gerekmez" diye
sizin Grubunuzda söyledi, biz televizyonlarda dinledik yanlış duymadıysak; ama,
okudularsa, desinler ki "okuduk."
Şimdi, değerli arkadaşlarım...
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ)- Doktora mı
yapacağız?!.
ONUR ÖYMEN (Devamla)- Evet doktora
yapacağız... Evet, doktora yapacağız...
Bu kadar önemli bir millî davada değerli
arkadaşlarım, bu, böyle basit bir denizcilik hakları anlaşması, denizde
çalışanların güvenliğiyle ilgili bir anlaşma değil. Bu bahsettiğimiz anlaşma,
bir devleti sona erdiren anlaşmadır; bir milletin haklarını, özgürlüğünü
kısıtlayan bir anlaşmadır. Bahsettiğimiz anlaşma bir temel anlaşmadır. Nasıl,
siz, bunu okumadan imzalamayı uygun görürsünüz?!. Böyle bir şeye ne hakkınız
var?!. Ne hakkınız var?!. Bunu yapamazsınız... Bunu yapamayız...
Sizi uyarıyorum; bilmediğiniz,
okumadığınız bir metni kalkıp burada savunmaya kalkmayın siyasî düzeyde.
"Uzmanlarımız okumuştur" diye geçiştirilecek bir konu değildir.
Lütfen, dikkat ediniz ve lütfen dikkatle dinleyiniz sözlerimizi.
ÜNAL KACIR (İstanbul)- Siz okudunuz mu?
ONUR ÖYMEN (Devamla)- Okumadık diyorum
size. Bizim elimizde de yok; verin, biz de okuyalım.
ÜNAL KACIR (İstanbul)- Okumadığınız şeyin
içeriğini nereden biliyorsunuz?!.
ONUR ÖYMEN (Devamla)- Okuduğumuz metnin
içeriğinden bahsediyoruz. Okumadığımız metnin içeriğini nereden bilebiliriz;
haklısınız, gayet tabiî ki bilmiyoruz. İşte, biz diyoruz ki, içeriğini bilelim,
öyle tartışalım.
Şimdi, değerli arkadaşlar, yalnız,
dikkatinizi şuna çekmek istiyorum: İsviçre'de daha müzakereler yapılırken ve şu
metne son şekli verilmemişken, bazı siyasetçiler medyalara çıktılar ve bu
metnin propagandasını yapmaya başladılar. Dediler ki "efendim, referandum
olumsuz sonuçlanırsa felaket olur." Bunu demek için, daha bekleyin de
bitsin müzakere değil mi?!. Elinizde bir son metin olsun; bu bile yok. Elinizde
son metin yokken "bunun onaylanmaması bir felaket" diyorlar.
Değerli arkadaşlarım, hükümet, çok sık,
çözmekten bahsediyor, bu meseleyi çözmekten bahsediyor "çözümsüzlüğe
karşıyız" diyor; fakat bizim gördüğümüz kadarıyla, bu yaklaşımların, bu
yöntemlerin adı çözmek değildir, çözülmektir. Maalesef, Kıbrıs sorununda
çözülmeye gidiyoruz; işin gerçeği bu.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu genel tablo
içinde Bürgenstock'taki çalışmalara ve elimizdeki eksik metnin anahatlarına
baktığımız zaman gördüğümüz tablo şudur: Öyle anlaşılıyor ki, hükümet, daha
önce bu Mecliste görüştüğümüz Kofi Annan Planının eksiklerini, sakıncalarını
gidermek için çaba göstermiştir ve bazı konularda lehte iyileştirmeler de
yaptırmıştır.-Sayın Bakan anlattı- ama, bizim gördüğümüz kadarıyla, yapılan bu
değişiklikler, bizim açımızdan tatminkâr sayılabilecek düzeyde değildir,
yeterli değildir. Eski metnin gerisine giden değişiklikler de yapılmıştır;
yani, bize daha önce verilen metne nazaran -biz inceledik, karşılaştırdık-
Rumların lehine değişiklikler de yapılmıştır; onlardan hiç bahsedilmiyor.
Türk tarafının lehine sayılabilecek en
önemli değişiklik şu: Senato seçiminde, sadece senato seçiminde, Kıbrıslı
Rumlar Rum kesimiyle birlikte oy kullanacak, Kıbrıslı Türkler Türk kesimiyle
birlikte oy kullanacak. Tek yapılan değişiklik bu. Ama, federal hükümetin
temsilciler meclisi oylamasına geçtiğiniz zaman, bu oylamada, Kıbrıslı Rumlar
Türk tarafına yerleşmişlerse Türk tarafıyla birlikte oy kullanacaklar. Yerel
parlamentoların seçiminde Türk tarafındaki Rumlar Türk tarafıyla birlikte oy
kullanacaklar. Basının yazdığı doğru değil.
Bu, ne demektir; bu şu demektir: Zaman
içinde, federal parlamentonun senato değil ama temsilciler meclisi kanadında
Türklerin dışında Türk kesiminden seçilmiş Rumlar da olabilecek. Başka?..
Maronitler de olabilecek. Böyle diyor anlaşma. Başka?.. Türk kesimindeki
parlamentoda da Türklerin dışında Rumlar olabilecek. Bunları biliyor musunuz?
İşte "iyileştirme yaptık, Türkler
Türk tarafında, Rumlar Rum tarafında" diye kamuoyunda, basında söylenilen
şeyler sadece federal senatoyla ilgilidir, onun dışında hiç böyle bir hüküm
yoktur.
Değerli arkadaşlar, hükümet, iki
kesimliliği güçlendirmek için çalışacağını söylemiştir; ama, maalesef, bunu
gerçekleştirememiştir. Şimdi, Sayın Bakan biraz önce dedi ki, işte "yüzde
18'e indirildi, kuzeye geçecek Rumların sayısı azamî 39 000 olacak."
Değerli arkadaşlarım, üzülerek söylüyorum,
bu, doğru değildir. Bu, doğru değildir. Planın 196 ncı sayfasına bakınız; orada
deniliyor ki: "Planın, anlaşmanın imzalanmasından sonra ondokuz yıl içinde
veya Türkiye Avrupa Birliğine üye olduktan sonra -hangisi daha önce olursa
deniliyor- bu tahditler kaldırılacak ve kuzeye geçecek Rumların oranı üçte 1'e
kadar yükselebilecektir." Yani, bunun miktarı 39 000 değildir, 70 000'dir.
Kuzeyin nüfusu 214 000'dir, bunun yüzde 33'ü de 70 000 yapar. İçimize girecek
insanların sayısı, ondokuz yıl sonra, 70 000 olacak. Ayrıca, bu, Sayın Bakanın
dediği gibi, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olması şartına bağlı değil. Üye
olmasa da, ondokuz yıl geçince, işte, bu tahdit kaldırılıyor. Bunları Yüce
Meclisin bilgisine sunuyorum.
Biz, öteden beri şu tehlikeye dikkati
çekiyorduk, diyorduk ki: Güneyde bir Rum devleti olacak, kuzeyde bir Türk-Rum
karma devleti olacak; işte, gelinen nokta budur, bu anlaşmanın son şeklinin
yarattığı durum budur. Güneyde bir Rum devleti, kuzeyde bir Türk-Rum karma
devleti olacak. Bunu bilelim, adı Türk devleti olsa bile.
Bakın, Sayın Dışişleri Bakanımız, 17
Şubatta Büyük Millet Meclisinde yapılan görüşmelerde ne dedi, kendi sözlerini
söylüyorum: "Birleşmiş Milletler tarafından önerilmiş olan, çok girintili,
çıkıntılı bir sınır çizgisi ihtiva eden haritanın, daha az sayıda Kıbrıslı
Türkün yerinden olmasına yol açacak ve daha düz bir sınır hattı içerecek
şekilde yeniden çizilmesi, önemli gördüğümüz bir husustur." Demek ki,
bunları istemişiz. Alabildik mi; hayır, alamadık; harita aynı harita, aynı
girintiler çıkıntılar var. Kuzeye geçecek, evlerinden sökülecek, göç etmek
zorunda bırakılacak Türklerin sayısını azaltabildik mi; hayır, azaltamadık.
Bizdeki bilgiye göre, 60 000 Türk, evlerinden sökülecek, kuzeye geçirilecek,
Beşparmak Dağlarının yamaçlarındaki çorak topraklara getirilecek. Bunlara hangi
araziyi vereceksiniz? Elinizde boş arazi var mı; yok. Bunlar tarım nüfusu.
Bunlar ne yiyecek, ne içecek, belli değil. Sadece, onlara konut yapımından
bahsediyorsunuz. Ne iş vereceksiniz? Bir tarım nüfusunu, yukarıda, beş karış,
bir karış boş toprak olmayan bir araziye nasıl iskân edeceksiniz? Bunun cevabı
var mı sizde; bizde yok; varsa, gelin, biz de bilelim.
Başka ne demişti Sayın Gül, Mecliste;
"Planda yapılmasını zarurî gördüğümüz değişiklikler arasında, daha az
sayıda Rumun kuzeye geçmesi var." Söyledim; 70 000 Rum geçiyor. Bunu bir
başarı olarak sayacaksanız, buyurun...
Sayın Denktaş, bu iki kesimliliğin
güçlendirilmesini "olmazsa olmaz" koşullar arasında sayıyordu
"olmazsa olmaz..." Öyle anlaşılıyor ki, bizim hükümetin yaklaşımına
göre "olmasa da olur"; "olmazsa olmaz" görüşü değil
"olmasa da olur."
Şimdi, mülkiyet konusunda yapılan
düzenlemeler var, bunların ayrıntısına girmeyeceğim; fakat, son derece karmaşık
bir tablo çıkardığını ve insanları çok uzun yıllar perişan edeceğini ben size
açıklıkla söyleyebilirim ve burada da son sözü siz söylemeyeceksiniz; mülkiyet
konusunda kurulan komisyonlar, yabancı başkanlar, vesaire, o kadar karmaşık bir
sistem getiriyor ki, bunun içinden çıkılması mümkün olamayacaktır diye endişe
ediyoruz.
Bir de şu var: Şimdi, kısıtlı da olsa bazı
avantajlar sağladık. Sayın Bakan söyledi, bunu teminat altına almak için
"derogasyon" sistemi getiriyoruz; yani, Avrupa hukukuna göre
vatandaşların sahip olduğu mutlak mülkiyet hakkına kısıtlama getiriyorsunuz,
derogasyon bu demek. Peki, bu derogasyonu sağlayabildik mi? "Olmazsa olmaz"
diyorduk, Sayın Başbakanın demeçleri var bu konuda, sağlayabildik mi; hayır,
sağlayamadık. İşte, kendisi de söyledi, adaptasyon yasası adı altında birincil
hukukla bağdaşmayacak bir düzenleme yapılacaktır. Bu yeterli mi; bizzat Sayın
Başbakan söylüyor, kendisine katılıyorum "bu risklidir" diyor. Peki,
değerli arkadaşlarım, Kıbrıslı Türklerin sırtına böyle bir risk yükleme hakkını
kendimizde nereden buluyoruz? Nasıl yükleyebilirsiniz böyle bir riski? Risk
olduğunu siz söylüyorsunuz, niye bu riski aldınız? Niçin bu riski alıyoruz; bir
izahı var mı bunun?
Şimdi, bir şey daha söyleyeyim size, tutun
ki derogasyonu sağladık; bu, işi halleder miydi; etmezdi; çünkü, Avrupa'da bu
konuyla ilgili iki hukuk sistemi var; bir tanesi Avrupa Birliği hukuku, bir tanesi
de Strasbourg'daki Avrupa Konseyi çerçevesinde İnsan Hakları Sözleşmesine göre
kurulmuş İnsan Hakları Mahkemesi. Şimdi, İnsan Hakları Mahkemesini bağlamıyor
Avrupa Birliğinin derogasyonları, onu bilmeniz lazım, İnsan Hakları Mahkemesini
bağlamıyor. Geçmişte örneği var; İngiltere'nin Cebelitarık'la ilgili bir
vakasında, İngiltere'nin Avrupa Birliğinde sağladığı birincil hukuk
niteliğindeki derogasyonu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi reddetmiştir; bunu
biliyor musunuz; reddetmiştir. Yani, derogasyonu sağlamış bile olsaydınız, bu,
yeterince başarı olmayacaktı; bunu size söylemek istiyorum. Bu konuda yapılan
düzenlemeler son derece yetersiz, mektup yazacaklarmış da, rica edeceklermiş
filan... Bunların hiçbir şeyi yoktur.
Şimdi, arkadaşlarım, bütün bunları niçin
yapıyoruz; Avrupa Birliğine girişimiz kolaylaşsın, bize üyelik tarihi verilsin
diye, değil mi. Sayın Başbakana huzurunuzda sormak istiyorum: Siz, Kıbrıs
meselesi çözülürse bütün Avrupa Birliği ülkesi hükümetlerin bize üyelik tarihi
verecekleri konusunda bir yerden teminat aldınız mı?
Bakın, biz, geçen hafta, Adalet ve
Kalkınma Partisine mensup çok değerli üç arkadaşımızla birlikte Viyana'daydık;
Avusturya Parlamentosunda bunu konuştuk. İktidara mensup koalisyon ortağı iki
parti var ve bize çok açıkça söylediler, dediler ki: "Bizim tutumumuzun
Kıbrıs'la filan ilgisi yok, Türkiye'deki reformlarla da ilgisi yok, bizim
kendimize özgü başka nedenlerimiz var. Onun için, biz, Türkiye'nin üyeliğine
karşıyız. Biz, Türkiye'ye özel statü verilmesini istiyoruz." Bizzat
Avusturya Başbakanının demeci var "25 000-30 000 çiftçiyi Avrupa'ya
alamayız" diyor. "Tam üyelik, eksi tarım, eksi serbest dolaşım."
Başbakanın formülü budur.
Şimdi, siz, buna bakarak diyebilir misiniz
ki, Kıbrıs'ı feda ediyoruz; ama, karşılığında Avrupa Birliğini alıyoruz?
Buyurun...
Şimdi, Sayın Başbakan, kürsüye çıkıp,
diyebilir mi ki, bu söylediğiniz yanlıştır!..
Daha Danimarka'yı anlatmadım, daha
Hollanda'yı anlatmadım, Fransa kapalı kutudur... Oralardan da sürpriz
bekleyebiliriz; ama... İnşallah bunları aşarız.
Denilebilir ki, efendim, içpolitikadır,
siz bakmayın, ileride bunların hepsi tutumunu değiştirir, olumlu oy verir;
inşallah öyle olur. Biz, bunun için çalışıyoruz. Başkalarının tahmininin
aksine, biz, AKP'li arkadaşlarımızla beraber, Türkiye'nin AB üyeliği için
olağanüstü bir çaba sarf ediyoruz; hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Biz, bunu da
bir millî mesele olarak görüyoruz; ama, sizi uyarıyoruz, zannetmeyiniz ki,
Kıbrıs çözülürse Avrupa Birliğinin bütün kapıları açılacaktır, herkes Kıbrıs'ın
çözümünü bekliyor; bu, doğru değil. İşte, size bunu anlatmak istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bütün bu
anlattıklarımdan daha mühim, daha önemli bir konu var; o da, güvenlik
boyutudur. Burada, bizim güvenlikle ilgili bazı taleplerimiz oldu. Uzun etmeyeceğim,
ama, şunu söyleyeyim size: Ne istedik biz; kuzeydeki bizim askerî birliğimizin
serbest dolaşım hakkı olsun, bir yerden bir yere serbestçe gidebilsin dedik.
Gidebiliyor mu bu anlaşmayla; gidemiyor. 4 cipten fazla askerimizin bir yerden
bir yere gitmesi, 48 saat önceden bildirime tabidir.
Ne dedik; sınır güvenliğini askerlerimiz
korusun. Koruyabiliyor mu; koruyamıyor; askerlerimizin sınıra yaklaşması yasak.
Ne dedik; kuzeyde barış gücü olmasın, güvenliği biz sağlayalım; oldu mu;
olmadı; kuzeye barış gücü yerleşecek. Efendim, 650 askerimizi uzun vadede
tutabileceğiz; tutabileceğiz; ama, arkadaşlar, bununla ilgili maddede bir hüküm
var, orada "nihaî hedef, Ada'nın tamamen silahsızlandırılmasıdır"
deniliyor. Bu 650 askerinizin geri çekilmesi için her üç yılda bir gözden
geçirme toplantısı yapılacak, bunu biliyor musunuz? Yani, 650 askeri bir süre
bulundurma hakkınız var; ama, biz itiraz ederiz efendim, hiç mühim değil
filan... Siz kabul etmişsiniz. Bu metinde Türkiye kabul etmiştir ki, askerlerin
tamamını çekeceğiz; yalnız, bunun için tarafların rızası lazımdır filan; böyle
birtakım koruyucu hükümler getirilmiş; ama, ilkeyi zaten kabul etmişsiniz; yani
"ben, askerin tamamını çekeceğim" ilkesini metne yazmışsınız.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bütün bunlardan
sonra bazıları "İsviçre'deki görüşmeler bir zaferdir" diyor. Bunu
Lozan'la kıyaslayanlar var basında. Şunu açıkça ifade etmek zorundayım: Değerli
arkadaşlarım, bunu Lozan'la kıyaslamak, Lozan Anlaşmasına karşı saygılı bir
davranış değildir, Lozan Anlaşması, bütün büyük devletlerin baskılarına direnen
bir milletin elde ettiği bir zaferdir. İsviçre'de varılan mutabakat ise, dış
baskılara direnemeyen bir hükümetin alabildiği bir sonuçtur. Bu ikisini
karşılaştırmak büyük haksızlıktır Lozan'a ve o Lozan'ı yapanlara.
Değerli arkadaşlar, Kofi Annan, ayın
7'sine kadar sizden cevap bekliyor; yarın cevap vereceksiniz; nasıl
vereceksiniz! Kuzeyde referandum yapılmasını kabul ettiğinizi söyleyeceksiniz,
belki, başka yükümlülüklere gireceksiniz. Meclisten yetki aldınız mı?!
Değiştirdiğiniz metin, değiştirmek istediğiniz metin, Yüce Meclisin onayladığı
bir uluslararası anlaşmadır. Yetki bizdedir. Şimdi, siz, Meclisin yetkisine ait
bir konuda, hükümet olarak diyeceksiniz ki, biz, referandumu kabul ediyoruz, bu
metnin içeriğiyle ilgili Kıbrıs Türk Halkının oy vermesini kabul ediyoruz,
başka düzenlemeyi kabul ediyoruz. Sanıyorum ki, çok ciddî bir Anayasa sorunuyla
karşı karşıya kalmak üzereyiz. Hükümeti uyarıyoruz; lütfen, Meclisten yetki
almadan bu yola kalkışmayın, bu yola girmeyin; ileride başınız çok ağrır. Bu
konuda sizi şimdiden uyarıyoruz; bizim hukukçularımızın görüşü budur.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu safhada
deniliyor ki: "Kimse etkilemesin Kıbrıslı Türkleri, tarafsız kalalım,
Kıbrıslı Türkler nasıl karar verirse kabulümüzdür." Peki, bu belge nedir?!
Biraz önce milletvekillerine dağıtılan bu belge nedir?! Dün, basın-yayın
aracılığıyla, bütün basın mensuplarına dağıtılan belge nedir; sadece anlaşmanın
olumlu taraflarını gösteren, biraz önce Sayın Bakanın çok dürüstçe ifade ettiği
olumsuz taraflarına hiç değinmeyen bir belge. Bunu nasıl yaparsınız?! Hani,
propaganda yapmayacaktınız? Hani "Meclis Başkanı, hükümet, Kıbrıslı
Türkleri etkilemeye çalışmayacak" deniliyordu! Nedir bu belge, bunun
anlamı nedir; size soruyoruz. O zaman, niçin bunun propagandasını
yapıyorsunuz?!
Şimdi, arkadaşlarım, bir nokta daha var.
Millî Güvenlik Kurulunun dünkü kararının sonuçlarını dikkatle okuduk. Öyle
anlaşılıyor ki, Millî Güvenlik Kurulu, bu metnin Kıbrıslı Türkler tarafından
onaylanması için bir çağrıda bulunmamıştır; yani, Millî Güvenlik Kurulu bir
mesafe koyuyor. Zaten, İsviçre toplantısından önce yapılan zirve toplantısına
Sayın Cumhurbaşkanımızın katılmaması da dikkatimizden kaçmamıştı.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, sizin
yanınızda kim var, onu düşününüz. Eski Cumhurbaşkanımız, 9. Cumhurbaşkanımız,
hemen hemen, kelime kelime, bizim
burada dile getirdiğimiz görüşleri ifade ediyor ve bu Plana karşı olduğunu
söylüyor. Kıbrıs'ta Türkleri katliamdan kurtaran eski Başbakan Sayın Ecevit
bunu söylüyor. Evvelce, Mecliste Kıbrıs ile ilgili bütün kararlara oybirliğiyle
katılan bütün siyasî partilerin liderleri aynı şeyi söylüyor.
Değerli arkadaşlarım, peki, kim Adalet ve
Kalkınma Partisinin politikasını destekliyor, Türkiye'de hangi siyasî güç
destekliyor?
AHMET IŞIK (Konya) - Millet destekliyor,
millet...
AHMET YENİ (Samsun) - Halk destekliyor,
halk...
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Millet
destekliyor... Çok güzel söylediniz değerli arkadaşım; size teşekkür ediyorum.
Ben, geçtiğimiz günlerde, tam 12 ilde, bu konuda, vatandaşla görüştüm,
konferanslar verdim, onların sorularına cevap verdim, onlara sorular sordum.
Değerli arkadaşlarım, belki
inanmayacaksınız; ama, size açıkyüreklilikle söyleyeyim ki, hükümetin Kıbrıs
konusunda izlediği politikayı destekleyen bir kişiye rastlamadım. Belki,
inanmazsınız... (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET IŞIK (Konya) - Ne alakası var!..
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Hiç alakası
yok.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Müsaade buyurun...
Ben, size, kendi izlenimimi anlatıyorum arkadaşım. Basında okudunuz, Sayın
Başbakan diyor ki: "Bizim Kıbrıs politikamız bize puan kaybettirdi."
Hani millet destekliyordu?!
AHMET IŞIK (Konya) - Millet destekliyor.
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Halk
destekliyor.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Değerli arkadaşım,
sizin sorunuza en iyi cevabı, bundan on gün önce Kütahya'nın Dumlupınar
İlçesinde görüştüğüm bir vatandaşımız verdi. Vatandaşımız Halk Partili
değildi... (AK Parti sıralarından gürültüler)
Sözümü dinler misiniz.
Halk Partili olmayan bir vatandaş
-yakasında başka bir partinin rozeti vardı- dedi ki: "Kıbrıs'ı vermek
şehitlerimizi de vermektir." Vatandaşın sesini merak ediyorsanız,
vatandaşın sesi budur!
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Kıbrıs'ı
veren yok. Hayal görüyorsun.
AHMET IŞIK (Konya) - Otuz yıldır
çözülmemiş, kangren olmuş... En son söz siyasî iradenin.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, sözlerimi bitiriyorum; yalnız, sözlerimi bitirmeden şunu
söyleyeceğim: Biz, Kıbrıs meselesini, şimdiye kadar, bir millî dava olarak
götürdük. Bu Meclis, Kıbrıs konusunda, 1992'den 2003 yılına kadar, 6 defa karar
aldı, 6 ncısını sizlerle beraber aldık, sizin oylarınızla aldık. 6 Mart 2003
tarihinde, Mecliste bu kararı aldığımız zaman, Kofi Annan Planı masanın
üzerindeydi ve Meclisin aldığı kararda, bir kelimeyle bile Kofi Annan Planına
atıfta bulunulmamaktadır ve o kararda yazılan hususlar, bugün varılan noktayla
taban tabana zıttır. Bunu siz onayladınız. Siz kanaat mi değiştirdiniz? O
zamanki gibi düşünmüyor musunuz? Daha önemlisini söyleyeyim; biz, bu meseleyi,
yarım yüzyıldan beri, Kıbrıs'taki soydaşlarımızla el ele yürüttük, hep görüş
birliği içerisinde olduk, hep tam bir dayanışma içerisinde olduk. Şimdi ne
görüyoruz; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, hükümetin bu konuda
izlediği politikaya açıkça karşı bir tavır almıştır. Bu metnin onaylanmaması
gerektiğini "hayır" denilmesi gerektiğini açıkça ifade ediyor. İlk
defa, biz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanıyla ters düştük. Bu,
övünülecek bir durum mudur?! Demek ki, biz Sayın Denktaş'ı bile ikna edemedik.
Biz, Sayın Denktaş'ın, bugün, buraya gelerek bu kürsüde görüşlerini açıklaması
için çalıştık; fakat, Meclis Başkanımızdan bir yanıt aldık; diyor ki: "Efendim,
kendisi müracaat ederse bir imkân araştırırız." Yani, dilekçe verecek.
Şimdiye kadar bu kürsüde söz alan, Yüce Meclise hitap eden yabancı
cumhurbaşkanları -bilmiyorum, eğer öyle değilse beni düzeltin- dilekçe vererek
mi geldiler buraya, biz mi onları davet ettik?! Biz, Sayın Denktaş geçen defa
buraya geldiğinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuyla birlikte davet etmedik
mi kendisini, birlikte çağırmadık mı?! Şimdi niye istemiyorsunuz?!
YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin)- Ayakta
alkışladılar, ayakta!
ONUR ÖYMEN (Devamla)- Ayakta alkışladınız.
Şimdi niçin Denktaş'ı duymak istemiyorsunuz?! Çünkü, onun söyleyeceklerinden
rahatsızlık duyuyorsunuz, kamuoyuna açıkladığı görüşlerden rahatsızlık
duyuyorsunuz.
AHMET IŞIK (Konya)- Kararı Kıbrıs Halkı
verecek, Denktaş değil.
ONUR ÖYMEN (Devamla)- Değerli
arkadaşlarım, ben sözlerimi bitiriyorum.
Siz, kanaatinizde serbestsiniz. Özgür
milletvekilleri olarak, siz, kendiniz kendi kararınızı verirsiniz; bizim, sizi
etkileyecek sayımız yok; kendiniz vicdanî kararınızı vereceksiniz. Biz size
bilgi veriyoruz, biz size görüşlerimizi anlatıyoruz. Bu görüşleri dikkate almak
almamak sizin bileceğiniz iştir; ama, şunu da size söyleyeyim, bunu söylemeden
edemeyeceğim: Tarih karşısında hükümetimiz de, Meclisimiz de büyük bir sorumluluk
altındadır. Alacağımız kararlar, burada tarihe karşı büyük bir sorumluluk
taşıyacaktır. Bizim hepimizin vicdanî sorumluluğumuz var. Bu vicdanî
sorumluluğu içinizde hissederek tutumunuzu tespit edeceğinizi umuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu koşullar altında,
biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, Kıbrıs Türk Halkının, referandumda
bütün bu gerçekleri gözönünde bulundurarak en isabetli karar vereceğini
umuyoruz.
Türk Hükümetine, yabancı ülkelerin
hükümetlerine ve uluslararası kuruluşlara çağrıda bulunuyoruz: Bu kader
günlerinde Kıbrıslı Türkleri baskı altına almaya çalışmayın, onları propaganda
bombardımanına tabi tutmayın, çocuklarının geleceğini ilgilendiren bir konuda,
bırakın, kararlarını özgür iradeleriyle versinler.
Eğer, Kıbrıslı
Türkler Kofi Annan Planını reddetmeyi kararlaştırırlarsa, biz, Sayın Genel
Başkanımızın birkaç gün önce televizyonda ifade ettiği gibi, Kıbrıslı Türklerin
bu kararını saygıyla karşılayacağız.
Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öymen.
AHMET IŞIK (Konya) - "Evet"
derse ne diyeceksiniz Sayın Öymen?
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Size bırakacağız.
AHMET IŞIK (Konya) - "Evet"
derse yine aynı şekilde...
BAŞKAN - Sayın Işık, lütfen...
Sayın milletvekilleri, Sayın Dışişleri
Bakanının, karasularıyla ilgili ve anlaşmalarla ilgili olarak Sayın Öymen'in
yaptığı bazı açıklamaların kendi görüşü dışında olduğunu beyan ederek, kısa bir
açıklama için söz talebi vardır.
Sayın Bakanı davet ediyorum; buyurun Sayın
Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Kısaca bir açıklama getirmek istiyorum.
Bütün metinler, Kıbrıs'ta komiteler tarafından okunmuştur. Kıbrıs'ta
müzakereler devam ederken, siyasî müzakereler ve teknik çalışmalar iki ayrı
komite tarafından götürülmüştür ve bu iki ayrı komite çalışmaları devam
ederken, bütün metinler uzmanlar tarafından tadil edilmiştir, okunmuştur ve bu
uzmanlara, Türkiye olarak, biz de Dışişleri Bakanlığı olarak katkıda
bulunmuşuzdur, bizim uzmanlarımız da gitmiştir. Dolayısıyla, bizim bilmediğimiz
herhangi bir metin yoktur.
İkinci bir nokta; bunun neticesi şudur:
Sayın Öymen'in de dediği gibi, eğer bunlar görülmemiş ve çalışılmamış olsaydı
yanlış şeyler olacaktı. Mesela, Rum tarafının önerdiği planın ekinde yer alan
karasuları, bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı ve arama
kurtarmaya ilişkin yasalar -40 ıncı, 47 nci ve 48 inci- görüşlerimiz
doğrultusunda değiştirilmiştir. Bu yasalar, Rumların istediği gibi kaleme
alınsaydı, Türkiye ile yeni kurulacak birleşik Kıbrıs cumhuriyeti arasında Ege
benzeri ihtilafların ortaya çıkması o zaman muhtemeldi; ama, bunların hepsi
değerlendirilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bir de, belki, Sayın Öymen dikkat
etmediler veyahut da konuşmaları sırasında tam takip edememiş olabilirler.
Türkiye, Avrupa Birliğine tam olarak girene kadar, yani yirmi yıl sonuna kadar,
Rumların, Kıbrıs Türk Devleti içerisindeki sayıları, Türk nüfusunun yüzde 18'ini
geçemeyecek; ama, girdikten sonra bu oran 1/3 oranında olacak; bunu konuşmamda
söyledim, saklamadım. Yalnız, buna karşı bir şey daha var; bu engeli, biz
İsviçre'de yapılan görüşmelerde kaldırttık. Bu da şuydu: Üçüncü Annan Planına
göre, Türkiye, Avrupa Birliğine tam üye olduktan sonra, Türkiye'den Kıbrıs Türk
kesimine gidecek insanların sayısı, nüfusun yüzde 5'ini geçemeyecekti; biz bunu
kaldırdık. Dolayısıyla, 70 000 000'luk Türkiye'den, eğer, Kıbrıs Türk kesimine
hiç insan gitmeyecekse, o zaman söylediğiniz tehlike olabilir, evet, yani,
Rumlar gidip oraya yerleşebilirler...
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Garantisi var
mı?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ama, unutmayın ki, Türkiye, Avrupa Birliğine tam üye
olduktan sonra, artık, bugün Avrupa'da seyahat ederken nasıl sınırlar
kalkmışsa, nasıl gümrükler yoksa, herkes istediği yerden toprak alıyor veriyor
ise, Türkiye'den de herkes istediği toprağı -İstanbul'dan- alacak, biz de
gittiğimiz her yerde istediğimiz toprağı alabileceğiz. 70 000 000'luk Türkiye,
eğer, Kıbrıs Türk Devletini ve birleşik Kıbrıs cumhuriyetini etkileyemiyorsa, o
zaman, zaten yapılacak hiçbir şey yok demektir.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Etkileyemiyor
işte Sayın Bakan...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDULLAH GÜL (Devamla) - O bakımdan, tam tersine, bunlar, korkulacak şeyler
değil; Rumların korktuğu şeylerdir. Onun içindir ki, hâlâ, Rum kesimi bu işi
bozmak için uğraşıyor.
Ben, bir de Sayın Öymen'in -tabiî ki,
tecrübeli bir diplomat, müsteşarlık yapmıştır- şu analizi de yapmasını
beklerdim. acaba Avrupa Birliğine Rumlar, Adayı tek taraflı temsilen girse ve
bugünkü statüko da devam etse, o zaman ne çıkardı ortaya?! Bunların da bir
incelenmesi gerekirdi.
Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan,
Sayın Bakanın bana atfen söylediği bir şey doğru değil, onu düzelmek istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Öymen, Sayın Bakanın size
atfettiği söz şuydu: "Kıbrıs Rumları, kendi başlarına Kıbrıs'ı temsilen
Avrupa Birliğine girerlerse durum ne olurdu?" Ona mı cevap vereceksiniz?
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Evet.
BAŞKAN - Bahsedilen konuyla ilgili olarak,
Sayın Öymen, buyurun
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Değerli
arkadaşlarım, öyle anlaşılıyor ki, hükümetimiz, Güney Kıbrıs'ın Avrupa Birliği
üyeliğini bir kader olarak kabul etmiştir. Oysa, biz, daha önce de bu Mecliste
açıkladık; Güney Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine tek başına üye olması, uluslararası
hukukun açık bir ihlalidir. Çünkü, şu anda yürürlükte olan Londra ve Zürih
Anlaşmalarına göre, Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan'ın aynı zamanda üye olmadığı
bir milletlerarası kuruluşa katılamaz. Türkiye'nin resmî görüşü budur. Adalet
ve Kalkınma Partisinin de iktidara geldiğinde resmî görüşü budur ve AKP İktidarı
bu görüşü Birleşmiş Milletlere tescil ettirmiştir. Sonra ne olmuştur; hayatın
gerçeğidir diyerek bu görüşten vazgeçtik, bu tezimizden vazgeçtik; yani, neleri
kaybettiğimizi söylerken, bunu da söylemek lazım. Yani, siz, Avrupa Birliğinin,
uluslararası hukuka aykırı olarak Rumları üye yapmasını içinize
sindireceksiniz. Böyle bir şey olabilir mi?!
Sonra, Sayın Bakan "efendim, belki
dikkatinden kaçtı Öymen'in; ben dedim ki; Türkiye Avrupa Birliğine üye olduktan
sonra üçte 1'lik bir çerçeve içinde, bir sınır içinde Rumlar kuzeye
yerleşebilecek" diyor.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan öyle
diyor da, bizim elimizdeki metinde öyle denilmiyor; bizim elimizdeki metinde
"bu sözleşmenin yürürlüğe girmesinden ondokuz yıl sonra veya Türkiye
Avrupa Birliğine üye olduğu tarihten itibaren bunların hangisi daha önce olursa
o geçerlidir" deniliyor; üçte 1'lik uygulama başlayacaktır. Yani, hiç
temenni etmeyiz; Türkiye Avrupa Birliğine hiç giremese, ondokuz yıl sonra
kuzeyin üçte 1'i Rum olacaktır; anlaşma bunu söylüyor; bunu düzeltmek
istiyorum.
Bir de Türkiye'den gidecek Türklerden
bahsetti Sayın Bakan. Orada da, zannediyorum, çok önemli bir husus var. Değerli
arkadaşlarım, Türk tarafı, yanılmıyorsam, bugün veya yarın, Türkiye'den giden
ve Kıbrıs'a yerleşen 45 000 vatandaşımızın ismini Birleşmiş Milletlere
verecektir. Siz, böyle bir anlaşmayı hiç duydunuz mu?! Vatandaşların isim
listesini yabancı bir ülkeye veya kuruluşa veren bir devlet hiç olmuş mudur?!
Vereceksiniz... Kaç Türk var Kıbrıs'ta; 45 000'den fazlaysa, 46 000'se, 50
000'se, 60 000'se, geri kalan, demek ki, Ada'yı terk edecek. Bunu, nasıl
içinize sindirirsiniz; hangi gerekçeyle bu seçimi yapacaksınız? Hangisi
kalacak, hangisi gidecek; erken gelenler mi, ilkönce vatandaşlık alanlar mı?
Unutmayalım ki arkadaşlar, şu anda Kıbrıs'a yerleşmiş olan, yasal olarak orada
vatandaşlık hakkı kazanan Türkler de, vatandaşlarımız da çok büyük bir
tedirginlik içindedir.
Çok değerli arkadaşlarım, bir kere daha
tekrarlıyorum, bunu, Sayın Bakana da bir kere daha söylüyorum: Bu meseleyi
millî bir dava olarak sonuna kadar götürmek zorundayız. Kesinlikle içpolitika
düşüncesine kapılmayınız ve vicdanınızla hareket ediniz. Bu gittiğimiz yol çok
tehlikeli bir yoldur, çok sakıncalı bir yoldur. Korkarız ki, sonunda, inşallah
yanılırız; ama, korkarız ki, sonunda, Girit'i kaybettiğimiz gibi Kıbrıs'ı da
kaybedeceğiz.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öymen.
AK Parti Grubu adına, Adana Milletvekili
Sayın Ömer Çelik; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti Grubu ve CHP Grubu, bugün
yaptığımız görüşmenin, bir millî dava üzerinde yapılan çok önemli bir görüşme
olduğu ve Yüce Meclisin tarihî bir sorumlulukla karşı karşıya olduğu ve bu
sorumluluğu hakkıyla yerine getireceği konusunda mutabıktır; bu, sevindirici
bir şeydir. Bu mutabakatın altında görüş farklılıkları olması da doğaldır.
Ben, hafızaları tazelemek bakımından,
benim bizzat, Bürgenstock'taki görüşmelerde Rum tarafında hissettiğim
psikolojinin, bizim orada gözlemlediğimiz şekilde, yabancı basına bire bir
yansıdığını gördüm. Size, bizim orada gözlemlediğimiz ve müzakerelerin, varılan
sonucun karşı tarafça nasıl anlaşıldığını gösteren ve aynen yabancı basına
yansıyan birkaç şey okuyacağım. Financial Times Gazetesinde şöyle bir ifade
var: Rumların çoğunun, Annan Planının, Türklerin 1974'teki işgalini sonradan
meşrulaştırdığı ve Türklere daha fazla hak tanıdığı görüşünde oldukları
belirtiliyor. Tabiî, bu "işgal" lafını kökten ve derin bir şekilde
reddediyoruz; fakat, onların, bundan ne kadar rahatsızlık duyduğunu anlatan bir
ifade. Amerika'nın Sesi Radyosunda müzakerelerle ilgili söylenen yorum:
"Rum tarafında büyük hayal kırıklığı."
M. CEVDET SELVİ (Eskişehir) - İşinize
geleni kabul ediyor, diğerini reddiyorsunuz...
ÖMER ÇELİK (Devamla) - Financial Times Gazetesi "Türkiye,
müzakerelerden kazanan taraf olarak çıktı." Associated Press ajansı
"binlerce Kıbrıslı Rum, Türk yanlısı olarak nitelendirdikleri Birleşmiş
Milletler Planına karşı çıkıyorlar ve diyorlar ki: İtibarımız gereği, otuz
yıldır süregelen yasadışı işgali ve Kuzey Kıbrıs'taki 200 000 Kıbrıslı Rum'un
maruz kaldığı etnik temizliği meşrulaştıran böyle bir planı
reddetmeliyiz." Onların "etnik temizlik ve işgal" dediği şeyi,
kökten bir şekilde reddediyoruz; fakat, müzakerelerde varılan sonucun onlarda
nasıl bir hayal kırıklığı ve bozgun yarattığını göstermesi bakımından bu
ifadeyi belirttim. Yunan basını: "Yenilgiyi itiraf etmek daha gerçekçi. Yunanistan
ile Kıbrıs Rum kesimi, birkaç ay içinde, AB nezdinde, kötü, şımarık çocuk
pozisyonuna düşecek." Yine, Yunan basınından Alitia Gazetesi "bu
planı da reddedersek tek bir gelişme olacak, Türkiye, haklı olarak ve hiçbir
sorun olmadan AB'ye girecek; bizler, Avrupa'nın karabezi olacağız, öte yandan
işgalin emrivakileri daimleşecek" diye yorum yapmış. Yine Yunan basınında
"Planda, Lefkoşa'nın yazılı olarak sunduğu talepler gözönüne alınmadı.
Annan, tahrikçi denecek bir şekilde sadece Türk taleplerini Plana dahil etmeye
çalıştı" diye yorum yapılmış.
Gerçekten, bizim, müzakereler esnasında
takip ettiğimiz süreç ve karşı tarafta gözlemlediğimiz durum da bu idi ve işin
başından itibaren ve özellikle de son gün, Türk tarafı büyük bir ısrarda
bulunarak Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle görüşerek "karşılıklı
olarak anlaşalım ve bu süreçten çekilelim" dediler. Çünkü, tabiri caizse,
onların tuzu kuru, 1 Mayıstan sonra Güney Kıbrıs Avrupa Birliğine üye oluyor ve
Türk tarafı, yıllardır süren haksız izolasyon ve dünya tarafından
tanınmamışlıkla baş başa kalıyor. Üzerlerinden şu anki uluslararası baskı
kalktığında da bundan sonra masaya hiçbir şekilde yanaşmayacaklarını, masada
bulunmaya olumlu bakmayacaklarını orada tespit ettik. Gerçekten, bu aşamada,
Sayın Bakanın, Sayın Öymen'e sorduğu soru çok önemlidir. Gerçekten, eğer, bu
aşamada elde edilen kazanımlar bir kenara bırakılır ve bu Plan, bir şekilde,
Türk tarafının, iki kurucu devletten birisi olarak eşit bir statüyle Avrupa
Birliğine giren birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin parçası olmasının
gerçekleşmesini sağlamazsa 1 Mayıstan sonra ne olacak? Siz, istediğiniz kadar
tanımadığınız bir statüden bugün bahsedin, 1 Mayıstan sonra, Avrupa Birliği
fikrini sürdürmek istiyorsanız -ki sürdürmek durumundasınız; çünkü Türkiye'nin
muasır medeniyet hedefinin somutlaşmış ifadesi olarak devletin müktesebatına
girmiştir- o zaman ne yapacaksınız; Rumlarla ortak tatbikat yapmaktan
karşılıklı büyükelçilik açmaya kadar, tanınmanın ötesinde, beraber faaliyetlere
gireceksiniz. Dolayısıyla, bugün ifade ettiğiniz şeyin, 1 Mayıstan sonra teorik
ve pratik olarak bir değeri kalmayacak.
O sebeple, tablonun öbür tarafını da net
olarak görmek durumundayız. Bugün bu statü reddedildiği zaman, Türk tarafının
baş başa kalacağı izolasyon ve bu dışlanmışlığı, kime, nasıl anlatacağımız
konusunda sarih bir bilgiye kavuşmak zorundayız.
Bir kere, Sayın Öymen, sık sık, Türk
Hükümetinin, bu kararı baskı altında aldığını söylüyor. Ne bizim hükümetimizin
ne de herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin, herhangi bir konuda, baskı
altında karar alabileceğini kabul edemeyiz. Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti
hükümeti, baskıyla karar almaz. Baskıyla karar almak, Türkiye Cumhuriyeti
hükümeti tanımına aykırı bir şeydir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Dolayısıyla, Luzern sürecinde, baskı neticesinde oluşmuş bir sonuç yok. Bu,
bizim başlattığımız bir sürecin, alınabilecek en iyi neticeye ulaştırılmasıdır
ve bu neticeden de, Rum tarafının, hiçbir şekilde memnun olmadığı ortadadır.
Şimdi, bir şey söyleniyor, deniliyor ki:
Bu nasıl bir uygulamadır? Bundan önce, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin,
herhangi bir sorun hakkında böyle bir uygulama ortaya koyduğu görülmüş müdür?
BAŞKAN - Sayın Çelik, bir dakikanızı rica
edeyim.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
lütfen, yerlerinize oturur ve aranızda konuşmayı keserseniz... Hatibin
konuşması anlaşılmıyor. İstirham ediyorum, lütfen...
Buyurun Sayın Çelik.
ÖMER ÇELİK (Devamla) - Teşekkür ederim.
Ortada bir durum var, otuz yıldır
çözülemeyen bir sorun var ve bu sorun, bir şekilde, sürekli, bizim aleyhimize
olarak, uluslararası kamuoyunda kullanılıyor. Ortaya çıkan yöntem, bu sorunu
belli bir takvim kısıtlamasına bağlayarak çözmenin yolu olarak ortaya
çıkmıştır.
Şimdi, burada bir ifade kullanılıyor,
deniliyor ki: Saygın bir devlet, üçüncü bir tarafın hakemliğini ya da onun
ortaya koyduğu yöntemi kabul etmez. Yani, nerede yaşıyoruz allahaşkına; Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını kabul
etmiyor mu, bir başka tarafın kararlarını ciddiye almıyor mu... İçinde
bulunduğumuz çağda, bu yöntemler, aslında, saygın devlet olmamanın değil, tam
tersine, saygın devlet olmanın kıstasları olarak değerlendirilmiyor mu...
Planda en çok önemsediğimiz konulardan bir
tanesi, kuşkusuz, iki kesimlilik. İki kesimliliğin masada elde edilebilecek
kısımları, azamî şekilde elde edilmiştir. Tabiî, bir şeyi masada elde etmek,
hiçbir şekilde, onu, sahada da elde etmek anlamına gelmiyor. Sahada elde etme
ve sahada bu süreci koruma kısmını, ileriki safhalarda tekrar tekrar konuşmak
durumundayız; fakat, federal temsilciler meclisinde oy kullanmada, kurucu
devlet vatandaşı olma şartı vardır. Bir şahıs, iki kurucu devlet vatandaşlığını
da iktibas edemez. Dolayısıyla bu tarafta oy kullanacak birinin Rum
vatandaşlığını terk etmesi lazım.
Ayrıca, şunu da unutmamak lazım ki, bizim
Türk kurucu devleti, o taraftaki vatandaşlığını terk eden şahsa bu tarafta
vatandaşlık verme mecburiyetinde değildir. Dolayısıyla iki kesimliliğin
korunması için bütün garantiler elde edilmiştir.
Mülkiyet rejimi konusunda hükümet
eleştiriliyor. Bu konuda samimiyetle ve kesin bir şekilde şunu söylemek
gerekir: Oranın şartlarını, oranın siyasî tarihini ve o sahadaki gerçekleri çok
daha iyi bileceği için mülkiyet rejimi konusunda Kıbrıs Türklerinin isteği
hükümetimiz tarafından esas alınmıştır. Yani, bu mülkiyet rejiminin ortaya
çıkışında, Kıbrıs Türklerinin istemediği herhangi bir şey söz konusu değildir.
"Anlaşma olmadı" deniliyor;
kuşkusuz, anlaşma tam olarak yok. Bu, nihayetinde, bir müzakere süreci; ama,
müzakerelerde bütün tarafların görüş ve önerileri belli bir ölçüde karşılanarak
bu noktaya varılmıştır.
Çok önemsenen bir konu da şudur: Senatonun
bütün konularda veto hakkı vardır. Bütün konularda veto hakkı olan Senatonun,
yarısının Türk kalması, Türk tarafının kayda geçirdiği bir başarı olarak
değerlendirilmelidir. Ne olursa olsun, Senatonun yarısı Türk kalacaktır ve bu
Senatonun her konuda veto etme hakkı vardır.
Ayrıca, şunu da unutmamak gerekir:
Temsilciler Meclisinde, Rum tarafındaki Türkler de oy kullanabilecektir.
Şimdi, gelinen bu noktada ortada bir tablo
var; bunu, sadece bugünden bakarak değerlendiremeyiz. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti haksız bir şekilde izole edilmiştir, haksız ambargolarla karşı
karşıyadır ve bugüne kadar kullanılan yöntem, imkânlar ve güçle bu ortadan
kaldırılamamıştır. 1 Mayıstan sonra da, mevcut haksızlık dengesi Rumlar lehine
daha çok artacak, Türkler aleyhine daha çok derinleşecektir. Burada siyasî bir
bakışla "bu durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz" şeklinde bir
değerlendirme yapmak gerekir.
Referandum sürecine engel olmak veya
referandum sürecine gidilmemesi, bu yönde tavsiyede bulunulması, bu yönde taraf
olunması gibi bir şeyden bahsediliyor. Tabiî, bu, burada söylenebilir; ama,
gerçekten, dünyaya baktığımızda, Türkiye'ye baktığımızda, Kıbrıs'a
baktığımızda, içinde yaşadığımız uluslararası koşullara baktığımızda, şunu net
ve açık bir şekilde söylemek tarihî bir sorumluluktur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çelik, buyurun.
ÖMER ÇELİK (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Bu saatten sonra, referandum sürecine
karşı çıkmak, Türkiye'yi uluslararası kamuoyunda son derece zor duruma düşürür
ve bunun çok ciddî riskleri olur. Ayrıca, hem kendi gözlemlerim hem pek çok siyasînin
gözlemi hem de bu konu üzerinde kafa yoran ciddî analistlerin gözlemi şudur:
Türkiye, eğer böyle bir tavır alırsa, bu, sadece ve sadece Rum tarafındaki
aşırıların ekmeğine yağ sürmek olur; yani, Papodopulos'un bize yapamadığını biz
kendi kendimize yapmış oluruz.
Referanduma engel olmamız da, bu saatten
sonra, mantıkdışı bir olay olacaktır; çünkü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
referandumla ilgili yasayı onaylamıştır. Bizim referanduma karşı çıkmamız,
Kıbrıs Halkının iradesine karşı çıkmak olur ve orada, iki ayrı halk ve iki ayrı
egemenlik olduğu tezini de reddetmemiz anlamına gelir.
Yine, çok önemli bir kazanım da şudur:
Birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin kurulmasından sonra, Türkçe, en kısa zamanda
Avrupa Birliği dili olacaktır. Ortaya çıkan taslaklarda, birleşik Kıbrıs
cumhuriyetinin kurulmasından sonra, beş yıl içerisinde Türkçenin bütün
zeminlerde resmî dil olarak kabul edilmesi şeklinde bir yaklaşım vardı. Bu,
tanınmamış bir statünün tanınması; ardından, tanınmış devletlerin birinci
ligine geçmesi ve hemen ardından da kendi dilini Avrupa Birliğinde, birinci
ligdeki devletler arasında resmî dil haline getirmesi konusunda büyük bir
kazanımdı; fakat, Türk tarafı olarak, bu beş yıl şartını bile fazla bulduk ve
oraya şu ifade konuldu: "En kısa zamanda Türkçenin Avrupa Birliği dili
olması." Hatta, teknik imkânsızlık olmayan yerlerde, anında, Türkçe,
Avrupa Birliği dili olarak kabul edilecektir.
Hükümetin Genel Sekretere göndereceği
mektup konusunda yorum farklılıkları ortaya çıkıyor. Hükümetin Genel Sekretere
göndereceği mektubun statüsü şudur:
Mektup, anlaşmanın referanduma gönderilmesine onay vermektedir; yani,
denilmektedir ki, ben bu sürece onay veriyorum. Referandumun onaylanması
halinde, Türkiye'deki iç onay sürecinin tamamlanması beklenecektir; yani,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylaması beklenecektir. Takiben, bütün bu
süreç tamamlandıktan sonra anlaşmayı imzalayabileceğini söylüyor; yani, Plana,
şu aşamada -her türlü tedbiri almış olduğumuzu göstermek bakımından bunu
söylüyorum- verilmiş bir onay yoktur, hükümetin bu sürecin işlemesine dönük bir
onayı vardır, hükümet bu süreci işletecektir. Ayrıca, zaten sürecin
tamamlanması için, Kıbrıs Türk Halkının ve Yüce Meclisin buna onay vermesi
gerekmektedir. Hükümetin, bu iki Meclise ait yetkiyi kendi yetkisi gibi
göstermesi hiçbir şekilde söz konusu değildir.
Yine, çelişki gibi, ortaya bir şey
konuldu, o da şu: Haritanın, daha önce, girinti ve çıkıntılarının
düzeltilmesine önem verildiği, bu konunun söylendiği; ama, şimdi bunun
gerçekleştirilemediği söylendi.
Şimdi, kuşkusuz birtakım stratejik
değerlendirmelerde, orada yaşadıkları için, oranın gerçeklerini bildikleri için
ve bundan sonra da orada yaşayacakları için, Kıbrıs Türk tarafının
mülahazalarını, bizim hükümetimiz, kendi mülahazalarının önünde tutmaya özen
göstermiştir. Haritanın şu anda girintili çıkıntılı olması, yine Kıbrıs Türk
tarafının; yani, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin talebi doğrultusunda
olmuştur; haritanın düzleştirilmesi halinde, Kıbrıs Türk tarafı için son derece
önemli tarihî Türk köyleri, stratejik değeri olan bazı bölgelerin karşı tarafta
kalacağı şeklinde bir kaygı iletilmiştir ve hükümetimiz bunu kabul ettiği için,
haritanın girintili çıkıntılı olmasında bir mahzur görmemiştir.
Size açıkça söylemek istediğim şey şudur:
Hükümetlerin devredışı bırakılıp, halkların sürecin içine katılması gibi bir
argümanın ve bunun dışında ortaya sürülen argümanların gerçekle bir alakası
yok. Hükümetler zaten süreci işletmektedir; ama, sürecin tamamlanması için,
hükümetlerin onay verebileceği aşamaya gelmesi için, halkların onayı
gerekmektedir. Süreç son derece berraktır ve son derece açıktır.
Şimdi söyleyeceğim konu çok önemli.
Deniliyor ki: "Başbakan ve Bakan içeriğini bilmediği bir metne imza
atıyor." Birincisi, metnin içeriği bilinmiyor diye bir şey yok. Siyasî
tarafı konusunda, zaten siyasîler olarak, Sayın Başbakan ve Sayın Bakan, olayın
her aşamasında varlar. Teknik konularla ilgili olarak da, uzmanlar, bunun her
tarafını, bütün risklerini dikkate alarak her şekilde değerlendirmişlerdir.
Buna karşı deniliyor ki: "Sayın Başbakanın, bunu, uzmanlara bırakması
gerekmez, bizzat kendisinin okuması gerekir." Burası padişahlık değil ki,
burası demokratik bir devlet; devletin kurumları, bu konuda topyekûn karar
alıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ne zamandan beri, herhangi bir
anlaşmayı, bir başbakanın ya da bakanın, tek başına okuyup, ondan sonra bunu
değerlendirdiği; uzmanlarla hiç görüşmeden, uzmanların görüşlerini
değerlendirmeden bir sonuca vardığı görülüyor?! Bu, son derece yanlış bir
argüman.
Ayrıca, Sayın Öymen kendisi de
diplomattır, çok iyi bilir ki, birçok konuda, çalıştığı bakanlar ve çalıştığı
başbakanlar, kendisinin ve diplomat arkadaşlarının verdiği görüşleri dikkate
almışlardır; çünkü, nihayetinde, kendileri orada devleti temsil etmektedir, o
konuda da bir karar geliştirilmiştir. Sayın Öymen'in diplomatlık yaptığı
dönemde, herhangi bir bakanın ya da başbakanın, bir anlaşma metnini kendisinin
alıp, diplomatlara göstermeyip, evde okuyup, ondan sonra dışarı çıktığı mı
görülmüştür?!
Açık bir şey var, tabiî bu da çok hoş bir
şey "şeytan ayrıntıda gizlidir." Doğrudur, şeytan ayrıntıda gizlidir;
fakat, ayrıntıda gizli diye korkuttuğumuz şeytanların cesameti ile bu
ayrıntılar karşısında cevap verecek ve bunları takip edecek Türk Devletinin
gücü arasında büyük bir orantısızlık kuruyorsunuz. Bahsettiğimiz devlet,
herhangi bir devlet değildir; bütün bu
ayrıntıları, oraya gizlenmiş "şeytanlar" dediğiniz bütün bu şeyleri
savacak dedektörlere sahiptir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sık sık, anlaşmayla ilgili bahsedilen
konularda, ileride birtakım gelişmeler olursa bunun başka sonuçları doğuracağı,
çok daha başka gelişmeler karşısında çok daha başka sonuçlarla karşı karşıya
kalacağımız söyleniyor. Kuşkusuz doğrudur, hayat değişken bir şeydir ve sürekli
yeni riskler üretir; fakat, burada düşünülmesi gereken şey de şudur: Masada
elde ettiğimiz statü, şu ana kadar elde edilmiş ve bundan sonra elde
edilebilecek en iyi statüdür. Bu, tanınmayan ve izole edilmiş bir devleti,
tanınma statüsüne, eşit, egemen iki parçadan biri olarak dilini Avrupa Birliği
dili yapma statüsüne ve oradan da, tanınmış devletlerin birinci ligine sokma
statüsüne getirmektedir.
Dolayısıyla, bu sürece, sadece, birtakım
iç siyasî mülahazalarla karşı çıkmanın, hem Türkiye Cumhuriyeti açısından hem
de Kıbrıslı Türkler açısından yaratacağı çok büyük veballer vardır.
Bir de, Sayın Öymen'i, gerçekten,
samimiyetle, bu Meclis çatısı altında çalışan iki dost olarak uyarmak istediğim
bir konu var. Sayın Öymen'in sık sık başvurduğu bir argüman var; o da, Millî
Güvenlik Kurulu ile hükümeti karşı karşıya gösterme. Şimdi, bakınız, Sayın
Öymen'in bu ifadelerinin yanlış anlaşılmasından korkuyorum, zaman zaman da
yanlış anlaşılıyor. Millî Güvenlik Kurulu, devletimizin en önemli ve en değerli
kurumlarından birisidir, devletin hafızasını temsil etmektedir ve Türkiye'de
hükümet eden herkes açısından son derece yararlı bir istişare kurumudur; fakat,
bilinmesi gereken bir şey vardır: Türkiye'yi, Millî Güvenlik Kurulu değil,
hükümet yönetmektedir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Türkiye Cumhuriyeti,
demokratik bir devlettir. Millî Güvenlik Kurulu kararları ile hükümeti karşı
karşıya getirmek, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin demokratik vasfını tam
anlamamak demektir.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Yalnız, satmak
için hükümet olmadınız.
ÖMER ÇELİK (Devamla) - Kuşkusuz, Millî
Güvenlik Kurulu kararları, zaten, belirtildiği gibi, istişarî nitelikli olduğu
için, hükümetlerin dikkate aldığı, belli bir zeminde değerlendirdiği ve orada
hükümet tarafı da olduğu için, çoğu kez hükümet politikalarıyla uyumlu
sonuçların çıktığı kararlardır; ama, birisi çıkar da siz, hükümet olarak, Millî
Güvenlik Kurulu kararlarıyla çelişiyorsunuz derse, bu, korkarım, özellikle
dışarıda, Türkiye'nin demokratik devlet olma vasfını zedeleyen bir yanlış
anlaşılma olarak ortaya çıkabilir ve Türkiye'yi hükümet mi yönetiyor Millî
Güvenlik Kurulu mu yönetiyor gibi bir yanlış anlaşılma doğurabilir. Bu konuda,
kendisini, gerçekten, hiçbir siyasî mülahazaya girmeden, dostça uyarıyorum.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bir
argümantasyon olarak, gerçekten, bu son aşamaya gelinceye kadar, Rumlar, âdeta,
oturmuşlardı, bir oyun kurmuşlardı ve bu oyunda, sürekli olarak, Türk tarafını
suçlu, kendilerini iyi taraf olarak gösteriyorlardı. Bu son aşamayla birlikte,
bu oyun bozulmuştur; Türkiye Cumhuriyeti lehine bozulmuştur, Kıbrıs Türk tarafı
lehine bozulmuştur. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hükümetimiz,
Bürgenstock'ta, oyunun kimyasını bozmuştur, oyunun kimyası bozulmuştur. Rumlar,
bugüne kadar, tek taraflı bir satranç oyunu oynuyorlardı. Türk Hükümetinin,
Türk siyasetçisinin ve Türk diplomatlarının kurduğu usta satranç oyunu
karşısında yapacakları hiçbir şey kalmadı. Türk tarafının oynadığı satranç
oyunu karşısında tavla oynamaya mahkûm oldular.
Gelinen nokta, Türk tarafı açısından,
kuşkusuz, bu bir müzakere sürecidir, bir kazan-kazan sürecidir; hiç kimsenin
bir diğerinin bileğini bükmeye çalışacağı şekilde sonuca ulaştırılacak bir
süreç değildir. O sebeple, kimsenin bir zafer çığlığı attığı yoktur. Bu bir
zafer midir, bir teslimiyet midir gibi bir tartışma yürütmek, bu sürecin
doğasına ait argümanları görmezden gelmek anlamına gelir. O sebeple,
değerlendirilmesi gereken şudur: Türk tarafı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve
Kıbrıs Türk tarafı lehine elde edilebilecek en iyi aşamayı elde etmiştir ve
bunun hem Türkiye tarafından hem de Kıbrıs Türkleri tarafından en iyi şekilde
değerlendirileceğine inanıyoruz.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Öymen, âdet haline
getirmeyelim. Lütfen buyurursanız...
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - 69 uncu madde
gereğince...
BAŞKAN - Hangi konuda söz talep ettiğinizi
bildirin.
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Söylüyorum.
BAŞKAN - Efendim, hangi konuda konuşma
talep ettiğinizi belirtin, ben, ona göre inceleyip söz vereyim. Lütfen buyurur
musunuz efendim...
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Şimdi söylüyorum.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Dinlemiyorsunuz
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Şahsı adına, Elazığ Milletvekili
Sayın Mehmet Ağar; buyurun...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Efendim, niye
dinlemiyorsunuz?
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Millî Güvenlik
Kurulu ile hükümeti karşı karşıya...
BAŞKAN - Efendim, bakınız, birleşim devam
ediyor. Hangi konuda söz istediğinizi bildirirseniz değerlendireceğim Sayın
Öymen. İstediğiniz anda kürsüye çıkma hakkı veremem size, kusura bakmayın,
buyurun...
Sayın Ağar, lütfen, buyurun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Burada kötü bir
niyet yok.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Önce dinleyin.
BAŞKAN - Efendim, dileğini belirtir Sayın
Öymen; ben incelerim, ona göre takdir hakkımı kullanırım.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Dinlemiyorsunuz
Sayın Başkan; çok yanlış yapıyorsunuz.
BAŞKAN - Sayın Ağar, buyurur musunuz
efendim...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan,
talebi almıyorsunuz.
BAŞKAN - Efendim, müracaatınızı yapınız,
ben ona göre değerlendireyim. Lütfen...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yazılı mı
yapalım?
BAŞKAN - Evet, hangi konuda yapıldığını
belirtin.
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Öymen, bakınız, Sayın
Bakanın yazılı talebi var burada.
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Millî Güvenlik
Kurulu ile hükümeti karşı karşıya getirdiğimi söyledi.
BAŞKAN - Efendim, tamam... Belirtin... Ben
bilemem onu. Sayın Ağar'dan sonra söz vereceğim. Siz müracaatınızı yapın.
Sayın Ağar, affedersiniz.
Buyurun efendim;.
MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; şahsım ve Partim adına hepinize saygılar sunarak
sözlerime başlıyorum.
Bugün, tabiî, fevkalade önemli bir görüşme
yapılıyor Yüce Meclisimizin çatısı altında. Keşke, bütün, geçmiş olan bu
süreçte, zaman zaman hükümetin bilgilendirme yoluna başvurması suretiyle bu tür
görüşmeler fazlasıyla olabilseydi. Çünkü, ifade etmek gerekir ki, Türkiye, ilk
defa, bir büyük millî davada, bir millî siyaset davasında ikiye bölünmüştür.
Türkiye, bugüne kadar, demokrasi tarihi içinde, uzun yıllar, tek ses, tek yürek
olarak tavır koyduğu meselede, ortaya koyduğu dışpolitika meselesinde ilk defa
ikiye bölünmüştür. Sürecin hiçbir önemli döneminde, hükümet, Meclisle bir bilgi
paylaşmayı öne almamıştır; Meclisle paylaşmadığı gibi, siyasî partilerin
hiçbirisiyle de bu paylaşımı yapma gibi bir tutumun içerisine girmemiştir.
Konuşmanın başında, Sayın Dışişleri Bakanının
söylediklerine, birkaç kelimeyle de olsa, değinmek mecburiyetim var. Ben, Sayın
Bakanın, herhalde dikkatinden kaçtı diye düşünüyorum. Mecliste fiilen olmayan
kişilerin cevap verme imkânı olmadığı konularda, bence, bahsetmeme gereğine
dikkat etmek lazım. Gerek Sayın Çiller gerekse Sayın Ecevit Hükümetleri,
Türkiye'nin Avrupa Birliği yolundaki perspektifine uygun adımları hep
atagelmişlerdir. Dolayısıyla, Türkiye'nin gümrük birliğiyle ilgili meselesi
ayrı bir tartışma konusu olabilir; ancak, bilinmesi lazım gelen konu şudur:
Katma Protokol gereğince, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde atması lazım
gelen adımlardan birisi olarak bu adım atılmış ve Türkiye'nin mesafe aldığı
Avrupa Birliği yolunda da önemli dönemeçlerden birisi olmuştur. Aynı şekilde, 1999
Helsinki Zirvesi de, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolculuğunun çok önemli bir
dönemecidir. Sayın Ecevit'in, burada, attığı imza ve daha sonrasında, gerek
geçen dönem gerekse bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Avrupa
Birliğiyle ilgili olarak yapılan bütün çalışmalar bir müşterek mutabakat
içerisinde yürüyegelmiştir. Kaldı ki, o dönemlerde, sizin geçmişte mensup
olduğunuz siyasî hareketler, Avrupa Birliğini, Hıristiyan kulübü, Batı kulübü
olarak görüp, başka tür eleştiride bulunduğunuz zamanlarda, o partiler, Avrupa
Birliği yolunda sağlam ve uygun adımlar atmıştır. Aynı şekilde, Sayın
Karayalçın açısından da bu düzeltmeyi yapmayı, ben, şahsen gerekli görüyorum.
Tabiî, son süreçte, Kıbrıs'la ilgili,
stratejik önem bakımından çok sözler söylenmiştir. Mesele niye bu kadar
büyütülüyor, dünya değişti, farklı konumlara geldi denildiğinde, tarihten bir
nebze söz etmek gerekiyor. İnebahtı Savaşından sonra Sadrazam Sokullu'nun
tarihlere geçen büyük sözü vardır: "İnebahtı'da donanmamızı yakmakla
sakalımızı tıraş ettiniz; biz, Kıbrıs'ı almakla kolunuzu kestik" demiştir.
O Kıbrıs, bu Kıbrıs'tır; hâlâ devam etmektedir; ancak, bugün, tabiî, Kıbrıs'ta
bir bayrak inecektir, bir toprak kaybı olacaktır, tarihî bir dönemdir.
Hepimizin önünde, gerçekten, biraz evvel de ifade edildiği gibi, tarihî
sorumluluklar vardır; ancak, bu tarihî sorumluluğun en büyüğü, hiç şüphesiz ki,
İktidar Partisi Grubundadır ve onun içerisinden çıkarmış olduğu hükümettedir.
Yüce Meclisin değerli üyeleri zor ve
yorucu bir seçim dönemi geçirdiler, Anadolu'dan döndüler, mutlaka oradaki
görüşleri de aldılar, oradaki hissiyatı da aldılar ve bu süreçte de, bundan
sonraki süreçte de, her zaman, bütün, aldıkları bu intibalar ve bir tarihsel
perspektif içerisinde meseleyi değerlendireceklerdir; çünkü, Yüce Meclisin
üyeleri, hiç şüphesiz ki, tarih şuuru ve geleceğe yönelik sorumluluk duygusuyla
hareket edeceklerdir. Günlük siyasetin ve günlük makamların gelip geçici
olduğunu her birimiz çok iyi biliyoruz.
Dışarıdan gelen bazı desteklerle hükümet
ayakta tutulabilir, ekonomik kazanımlar filan da elde edilebilir. Bir
bombardımanla, meseleyi -biraz evvel sağduyulu bir ifade oldu- bir zafer filan
gibi takdim edebilme imkânı yoktur. Biraz evvel, konuşmalarda geçti; bugün, Rum
kesiminin derin bir üzüntü içerisinde olduğu ve büyük bir yoğunlukla
"hayır" diyeceği biçiminde izlenimler olduğu ifade edildi. Çok zaman
kalmadı, birkaç gün sonra oradaki bütün açıklamaları göreceğiz. İki üç gün
sonra, bir hayal kırıklığı mı, yoksa toptan bir referandum "evet"ine
mi dönüşeceğini hep birlikte göreceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ağar, buyurun.
MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Tarihi
aldatma imkânımız yok. Büyük devlet, büyük millet, dışpolitikada günlük küçük
manevralarla değil, uzun vadeli büyük stratejilerle idare ediliyor; hayat hep
böyle. Tarih, bizi eteklerimizden çekiştiriyor; ama, İktidar Grubunu
ziyadesiyle. Dönüp, Selanik'e bakmamız lazım; 29 camiden bugün sadece 1 tane
var; minaresi yıkılmış, müze haline getirilmiş. Dönüp baktığınızda, Türkiye'de,
Osmanlıda hiçbir kilisenin taşına dahi dokunulmamıştır. Balkanları, Girit'i
nasıl kaybettiğimiz malumumuzdur.
Şimdi, Planla ilgili iyimser bütün her
şeyi aldık. Biliyorsunuz, Plan, başlangıçta kabul edilecekti, sonra Sayın
Denktaş'ın tavırları... Hükümetle neler görüşüldü, görüşülmedi; onları çok net
bilmiyoruz Mecliste ifade edilmediği için veya şahsen de bilgi verilmediği
için. Bilmiyorum, Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanına belki bilgi
verilmiş olabilir.
DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır...
MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Dördüncü
Plana kadar gelindi, versiyon dört oldu. Masa başında müzakerelerle versiyon
sekiz, on da olabilirdi, daha farklı gelişmeler kaydedilebilirdi; bugün, ileri
safhada lehte gelişmeler kaydedildiği ifade ediliyorsa.
Şimdi "büyük başarı sağlandı"
derken, ortaya bir uzlaşma değil, bir uzlaşmazlık metni çıktığı açık bir gerçek
olarak karşımızda durmaktadır. Çözüm anlaşmasında öngörülen uygulamaların,
geçmişteki anlaşmazlıkları tetikleyecek nitelikte olduğu görülmektedir. Çözüm
anlaşması uygulamaya geçtiğinde, 57 000 Türk tekrar kuzeye geliyor ve bu
bölgelere de 30 000-35 000 Rum yerleştirilecektir.
Meseleleri kısa vadeli perspektif
içerisinde görürseniz, birtakım meselelerin size anlatımı çok yumuşak gelir.
Meseleleri uzun vadeli perspektif içerisinde görme mecburiyeti vardır.
1959-1960 Zürih, Londra Anlaşmaları, Demokrat Partinin, bu büyük millete
sadakatinin, Türk tarihine sadakatinin şaşmaz eserleridir. Bugün, hayatını
millet yolunda feda etmiş rahmetli Menderes'i ve Zorlu'yu, bir kez daha, bu
kürsüden, rahmetle ve minnetle anıyorum.
1960 Anlaşması, Türkiye için, enosisin
yolunu kapatmıştır Kıbrıs'ta ve iki kesimliliğin önünü açan bir anlaşmadır. Bu
anlaşma, Enosisin yolunu açmıştır. Bunu ben söylemiyorum, kim söylüyor
derseniz; bundan evvelki Yunan Başbakanı Simitis söylüyor. Simitis, geçtiğimiz
bahar aylarında "Enosis yoluna girmiştir" beyanatını vermiştir; kısa
bir zaman evvel, onbeş gün evvel de "Kıbrıs meselesinin tümüyle halli, bundan
sonra, AB'nin hukuk normları içerisinde gerçekleştirilecektir" demiştir.
İşte, derogasyonlar dediğimiz, istisnaî hükümler dediğimiz meselelerin ne kadar
can alıcı bir noktada olduğu ortadadır.
O bakımdan, dikkatle bakıldığında 3 tane
önemli konu var. Bunlardan bir tanesi, biraz evvel söylediğim gibi, Rum tarafı
hiç memnun değildir. Bunu göreceğiz, memnun olup olmadığını göreceğiz. Çok uzun
zaman yok, üç gün sonra göreceğiz ve referandum sonucunda da ne kadar yüksek
bir "evet" çıktığını göreceğiz.
Bir diğer konu, Rumlarla New York'ta
yapılacak müzakerelerden evvel hükümetimiz, Alvaro De Soto'nun Türk düşmanı
olduğunu, hep aleyhte çalıştığını, kesinlikle bu müzakerelerin içine
sokulmaması gerektiğini -belki de bir diplomatik üslubun dışında- çok açıkça
ifade etti. Görünen odur ki, o açıkça ifade etmenin sonucunda, Alvaro De Soto
kısa zamanda bir Türk dostu (!) oldu ve bütün bu belgelerin içerisinde lehimize
olan gelişmelerin hepsini kalemiyle sağladı! Bundan dolayı da farklı bir
perspektifin oluştuğunun bize net bir şekilde herhalde izah edilmesi gerekiyor.
Bir diğer konu da "Kıbrıs sorununda
elde edilecek en mükemmel sonuçtur..." Düz bir laf. "Elde edilecek en
kötü sonuçtur" da denilebilir.
Ortaya çıkan şu sonuç vardır: Kıbrıs
Türklerinin ve Türkiye Cumhuriyetinin iki büyük güvencesi var idi burada.
Bunlar, iki kesimlilik - burada, iki ayrı bölgede yaşamaları konusu deliniyor-
ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki askerî varlığımız. Bu garanti
anlaşmalarının işlevsiz ve fonksiyonsuz hale geldiği ortadadır.
Bütün bunlara rağmen Türkiye çözümün
dışında kalmalı mıydı, Türkiye çözmeli miydi?.. Hükümetin hazırlıksız geldiği
ortadadır. İktidara geldiği ilk günden itibaren, muhalefetiyle iktidarıyla,
Türkiye'de çözüm konusunda irade olsaydı, bu müzakereler önceden başlasaydı ve
burada hiç görülmediği ölçüde Türkiye'nin ikiye bölünmesi olmasaydı, atılacak
adımlar daha iyi , ortaya çıkacak sonuçlar çok daha kolay olacaktı. Ancak
görünen odur ki, bugünkü ortaya konulan tavır ve tutumda, 1878'den sonra, bir
daha Kıbrıs'ın devredileceği gibi bir tehlike vardır; bu tehlikenin varlığını
görmeme imkânı yoktur; açıkça görülen bir tehlike halindedir; bunu görmemek söz
konusu değildir; 1960'la kıyaslanması filan da mümkün değildir. Bunu tekraren
ifade ediyorum; bugünkü Plan, Enosisin önünü açıyor; bu açıkça ifade ediliyor.
Bu, bizim söylediğimiz bir şey filan değildir; Yunan eski Başbakanı Simitis'in
-tekraren üstüne basa basa söylüyorum- açık ve net ifadesidir. 1960 Anlaşması,
Enosisin önünü tümüyle kapatan bir anlaşmaydı.
Bununla ilgili söylenecek çok söz var.
Bence, hükümet, başlattığı bu alışkanlığı -9'undan evvel bir anlaşma veya bir
mutabakat metni imzalanacaktır- bu süreç içerisinde devam ettirmelidir ve
Meclis bu görüşmelere devam etmelidir.
Meclisin, en son, 6 Mart tarihli, ortaya
çıkmış müşterek bir mutabakatı vardır ve bu grubun da ittifakla, oybirliğiyle
ortaya koymuş olduğu bir irade beyanıdır. Bugün ortaya çıkan manzara, bu irade
beyanının tamamıyla tersidir ve bugün, Türkiye'nin her tarafında insanlar bu
konulardaki doyurucu açıklamaları hep bekleyegelmişlerdir; ama, bugün,
görüşmelerin sonucunda doyurucu bir anlaşma ortaya çıkmamıştır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanının feryatlarına net bir karşılık burada ortaya çıkmamıştır.
Kıbrıs Türklerinin güvenliği konusunda, Türkiye'nin garantörlüğü konusunda,
garantörlük sisteminin işlevinin devam ettiği konusunda net açıklamalar yoktur.
İstisnaî hükümler konusundaki risklerin büyük ölçüde olduğu ortadadır ve
silahla halledilemeyenin, zorla halledilemeyenin, hukuk yoluyla birtakım
delinmeler suretiyle halledileceği gerçeği vardır. Eğer bu gerçekler söz
konusuysa, bu, Kıbrıs'ın 1878 Anlaşmasından sonra, bir daha devri sonucunu
doğuracaktır ve gerçekten, bir büyük tarihî sorumluluktur, bir ağır tarihî
sorumluluktur. Bu sorumluluk, elbette bu çatı altında olan herkesin
sorumluluğudur; ama, öncelikle, hiç şüphe yok ki, İktidar Grubunun ve İktidar
Grubunun içerisinden çıkardığı hükümetin sırtında büyük tarihî sorumluluk
vardır. Keşke, hükümet, ilk göreve başladığı andan itibaren, Türkiye içerisinde
bu siyasî birlikteliği, bugüne kadar bütün millî davalarda yürütülmüş siyasî
birlikteliği temin edegelen politikaları izleyebilseydi.
Çok küçük bir örnekle sözlerimi bitirmek
istiyorum. 1950-1960 döneminde, Demokrat Parti İktidarı döneminde, Cumhuriyet
Halk Partisi, sadece Dışişleri Bakanlığı bütçelerine mahsus olmak üzere, her
dönem "evet" oyu vermiştir. Bu, dış dünyaya karşı bir mesajdır ki,
dışpolitikada bir bütünlük içerisinde hareket ediyoruz... Bunu, diğer bütün
bakanlık bütçelerinden ayrı tutmuştur.
Bu meselenin de önemi budur. Türkiye,
millî meselesinde, millî davasında, Kıbrıs gibi, uzun vadede Türkiye açısından
fevkalade önemi olan bir davada, hükümetin doğru politikalar izleyememesi
yüzünden ortadan ikiye ayrılmış durumdadır.
Bugün, sorumluluğu olan, bir
imparatorluğun varisi olan, bir büyük cumhuriyetin sahibi olan Türkiye'nin
manevî coğrafyasında gözünü Türkiye'ye dikmiş olan milyonlar nezdinde de ciddî
bir hayal kırıklığına uğratacak neticelere uğramayız inşallah diyorum. Bütün
milletimizin vicdanı adına, milletimizin sesi adına, konuların yakinen takibi
içerisinde olacağız. Hepimizin üzerine düşen sorumluluk büyüktür. Her türlü
günlük çıkarın dışında, uzun vadeli stratejik düşünce içerisinde, ülkenin
geleceği, Kıbrıs Türkünün geleceği ve büyük manevî coğrafya içerisinde gözüyle
bizi takip eden herkesin geleceği açısından, adımlarımızın büyük bir
hassasiyetle devam edeceği gerçeğini hiçbir zaman akıldan uzak tutmamamız
lazım.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ağar.
Sayın milletvekilleri, Sayın Öymen'in,
İçtüzüğün 69 uncu maddesi gereğince, Sayın Ömer Çelik'in konuşmasındaki
"Millî Güvenlik Kurulu ile hükümeti karşı karşıya gösterme"
şeklindeki sözleri nedeniyle, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü
kendisine atfettiği için söz talebi vardır.
Ben, Sayın Çelik'in konuşma metnini
getirttim. Burada, Sayın Çelik'in söylediği ifade aynen şu: "Sayın
Öymen'in sık sık başvurduğu bir argüman var; o da, Millî Güvenlik Kurulu ile
hükümeti karşı karşıya gösterme. Şimdi, bakınız, Sayın Öymen'in bu ifadelerinin
yanlış anlaşılmasından korkuyorum" diye devam ediyor.
Sayın Öymen, bu hususta, takdir yetkimi
kullanarak size söz vereceğim; ama, Sayın Çelik, bu ifadelerin yanlış anlaşılmasından
çekindiğini kendisi de ifade ediyor.
Buyurun.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yani, yanlış
anlaşılabilecek bir şey söylemiş!..
IV. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. -
İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in, Adana Milletvekili Ömer Çelik'in,
konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine
atfetmesi nedeniyle konuşması
ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok
teşekkür ediyorum söz verdiğiniz için.
Sözlerimin yanlış anlaşılmasına imkân yok;
çünkü, hiç yanlış anlaşılmaya yol açmayacak şekilde açık konuştuğumu
düşünüyorum.
Hiçbir zaman, biz, hükümet ile Millî
Güvenlik Kurulunu karşı karşıya getirmeye çalışmadık. Biz, Millî Güvenlik
Kurulunun anayasal fonksiyonunu çok iyi biliyoruz, danışmanlık rolü olduğunu
biliyoruz. Millî Güvenlik Kurulunun içinde, bizzat başında Cumhurbaşkanının
olduğunu, Başbakanın, Millî Savunma Bakanının, Dışişleri Bakanının, başka
bakanların üye olduğunu biliyoruz ve şunu söylüyoruz: Millî Güvenlik Kurulu,
Türkiye'nin önemli bir kurumudur. Kıbrıs gibi hayatî bir konuda, savunma ve
güvenlik boyutu son derece önemli bir konuda, Millî Güvenlik Kurulunun yaptığı
açıklama önemlidir diyoruz. Biz, bu açıklamayı dikkatle inceledik ve şu, bizim
dikkatimizi çekti: Millî Güvenlik Kurulunun açıklamasında, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Halkına, bu anlaşmayı onaylama çağrısı yoktur; bunu söyledim
sadece. Bunun, hükümet ile Millî Güvenlik Kurulunu karşı karşıya getirmek
gibi...
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Onaylama çağrısı var
mı Sayın Öymen?!
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Millî Güvenlik
Kurulu ile... (Gürültüler)
Müsaade eder misiniz... Olmalıdır
demiyorum; bilakis, biz, karşı görüşü savunuyoruz; ama, dikkat çekiyorum. Bunu,
şunun için söylüyorum; aynı zamanda, İsviçre toplantılarına gitmeden önce
yapılan zirve toplantısında Sayın Cumhurbaşkanının bulunmadığını da söyledim;
bunun da dikkatimizi çektiğini söyledim; sadece Millî Güvenlik Kurulu
demiyorum. Müsaade buyurun ve kabul edin; şunu ifade ettim: "Adalet ve
Kalkınma Partisi Hükümeti, Kıbrıs konusunda izlediği politikada, Türkiye'de,
siyasî partilerden de, daha önceki cumhurbaşkanlarından da, hiçbir destek
alamamıştır, yalnız kalmıştır" dedim; bunları söyledim ve Millî Güvenlik
Kurulu ile hükümeti karşı karşıya getirmek aklımın köşesinden bile geçmez.
Yani, hiç söylemediğim sözleri söylemişim gibi nakletmesine de çok şaşırdım
değerli arkadaşımın; "evvelce de bunu yapmıştınız" diyor. Zabıtlara
baksın, benim bu anlama gelen bir sözüm varsa, lütfen, getirsin ortaya, bunu da
tartışalım.
Değerli arkadaşlar, sözümü uzatacak
değilim. Sayın Çelik'in "şeytansavar" filan gibi sözlerine de cevap
vermeye gerek görmüyorum. Meclisin düzeyini düşürmeyelim.
Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öymen.
Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel
Kurula diğer sunuşları vardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. -
Hollanda Temsilciler Meclisi Başkanı ve beraberindeki heyetin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak resmî temaslarda bulunmak üzere
ülkemize ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/513)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanının 15 Ocak 2004 tarih ve 25 sayılı Kararıyla, Hollanda Temsilciler
Meclisi Başkanı ve beraberindeki heyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunması
kararlaştırılmıştır.
Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620
sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Kanun teklifinin geri alınmasına dair bir
önerge vardır; okutuyorum:
2. -
Bayburt Milletvekili Ülkü Güney'in (2/16) esas numaralı kanun teklifini geri
aldığına ilişkin önergesi (4/154)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
(2/16) esas nolu kanun teklifimi geri
çekmek istiyorum.
Gereğini arz ederim.
Saygılarımla. 31.3.2004
Ülkü Güney
Bayburt
BAŞKAN - Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarında bulunan teklif geri verilmiştir.
Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına
dair 4 adet önerge vardır; okutuyorum:
3. - Kars
Milletvekili Selami Yiğit'in (6/957) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/155)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının
440 ıncı sırasında yer alan (6/957) esas numaralı sözlü soru önergemi geri
alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Selami Yiğit
Kars
BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri
verilmiştir.
4. - Kars
Milletvekili Selami Yiğit'in (6/963) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/156)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının 445 inci sırasında yer alan (6/963) esas numaralı sözlü soru önergemi
geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Selami Yiğit
Kars
BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri
verilmiştir.
5. - Kars
Milletvekili Selami Yiğit'in (6/964) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/157)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının
446 ncı sırasında yer alan (6/964) esas numaralı sözlü soru önergemi geri
alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Selami Yiğit
Kars
BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri
verilmiştir.
6. -
Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in (6/981) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/158)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının 462 nci sırasında yer alan (6/981) esas numaralı sözlü soru önergemi
geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Sedat Pekel
Balıkesir
BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri
verilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Tokat Milletvekili
Ergün Dağcıoğlu, Devlet eski Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ve
Devlet eski Bakanı Recep Önal haklarında kurulan (9/3) esas numaralı Meclis
Soruşturması Komisyonu üyeliğinden istifa etmiştir.
Bilgilerinize sunulur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının
bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.
7. - Tunus
Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler ve Siyasî İşler Komisyonu Başkanının Türkiye
Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Tunus'a davetine icabet
edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/514)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Dışişleri Bakanlığının 3 Mart 2004 tarihli
ve 90116 sayılı yazısında, Tunus Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler ve Siyasî
İşler Komisyonu Başkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu
heyetini Tunus'a davet ettiği bildirilmiştir.
Söz konusu davete icabet edilmesi hususu,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620
sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, bazı sayın milletvekillerinin izinli sayılmalarına dair bir
tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
8. - Bazı
milletvekillerinin belirtilen sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/515)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Aşağıda adları yazılı sayın
milletvekillerinin hizalarında gösterilen süre ve nedenlerle izinli
sayılmaları, Başkanlık Divanının 4.3.2004 tarihli toplantısında uygun
görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
"Adana
Milletvekili Ömer Çelik, mazereti nedeniyle, 25.1.2004 tarihinden geçerli olmak
üzere 13 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Afyon Milletvekili Reyhan Balandı,
hastalığı nedeniyle 10.2.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 20 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Ağrı Milletvekili Naci Aslan,
mazereti nedeniyle 27.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 25 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak,
hastalığı nedeniyle 12.2.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 17 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Diyarbakır Milletvekili Mesut Değer,
mazereti nedeniyle 19.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 22 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Düzce Milletvekili Fahri Çakır,
hastalığı nedeniyle 19.2.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 23 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Eskişehir Milletvekili Mehmet Ali
Arıkan, hastalığı nedeniyle 19.1.2004 tarihinden itibaren 15 gün ve 12.2.2004
tarihinden itibaren 15 gün, toplam 30 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
"İstanbul Milletvekili Egemen Bağış,
mazereti nedeniyle 25.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"İzmir Milletvekili Vezir Akdemir,
hastalığı nedeniyle 20.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 15 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş,
mazereti nedeniyle 27.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 21 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
"Kayseri Milletvekili Sadık Yakut,
mazereti nedeniyle 26.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 16 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Zonguldak Milletvekili Harun Akın,
hastalığı nedeniyle 17.11.2003 tarihinden geçerli olmak üzere 72 gün"
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının, bir milletvekiline ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin
bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.
9. - Bir
milletvekiline ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/516)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında
aralıksız olarak iki aydan fazla izin alan Zonguldak Milletvekili Harun Akın'a,
İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun verilebilmesi,
Başkanlık Divanının 4.3.2004 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Bülent Arınç
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine
göre verilmiş 3 adet tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
10. -
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in Suriye’ye yaptığı resmî ziyarete katılmaları
uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/517)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in,
görüşmelerde bulunmak üzere, bir heyetle birlikte 4-7 Mart 2004 tarihlerinde
Suriye'ye yaptığı resmî ziyarete, İstanbul Milletvekili Muharrem Karslı'nın da
iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu karanının sureti
ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini
arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
11. -
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in Macaristan'a yaptığı
resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/518)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Abdüllatif Şener'in, Budapeşte'de düzenlenen "Genişletilmiş Avrupa'da Yeni
Büyüme Fırsatları" konulu Avrupa Bakanlar Konferansına katılmak üzere, bir
heyetle birlikte 25-29 Şubat 2004 tarihleri arasında Macaristan'a yaptığı resmî
ziyarete, Ankara Milletvekili Reha Denemeç'in de iştirak etmesi uygun görülmüş
ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararı sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini
arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
12. -
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün Rusya Federasyonuna
yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/519)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Abdullah Gül'ün, görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 23-26 Şubat
2004 tarihlerinde Rusya Federasyonu'na yaptığı resmî ziyarete ekli listede
adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu
konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini
arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Prof. Dr. Mustafa Özyurt (Bursa)
Fatma Şahin (Gaziantep)
Prof. Dr. Nevzat
Yalçıntaş (İstanbul)
BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin
"Seçim" kısmına geçiyoruz.
V. - SEÇİMLER
A)
KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM
1. -
İçişleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim
BAŞKAN - İçişleri Komisyonunda boş bulunan
ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için, Hatay Milletvekili
Mehmet Soydan aday gösterilmiştir.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bakanlıkları sırasında ilgili kuruluşların
raporlarının gereğinin yapılmasını geciktirerek ve gerekli tedbirleri zamanında
almayarak görevlerini yerine getirmemek suretiyle Türkiye Halk Bankasının
zarara uğramasına sebep oldukları, usulsüz işlemlerin yapılmasına imkân
sağladıkları iddialarıyla Devlet eski Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin
Özkan ve Devlet eski Bakanı Recep Önal haklarında kurulan (9/3) esas numaralı
Meclis Soruşturması Komisyonunda boşalan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna
düşen 1 üyelik için seçim yapacağız.
2. - (9/3),
(9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere
seçim
BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisinin 1
üyelik için 3 katı olarak gösterdiği adayların adlarını okutuyorum:
Mustafa Nuri Akbulut (Erzurum)
Mehmet Ali Bulut (Kahramanmaraş)
Bayram Özçelik (Burdur)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, adayların
adları torbaya konulmuştur; torbadan bir isim çekeceğiz.
(9/3) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu üyeliğine Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Ali Bulut
seçilmiştir.
Türkbank ihalesi sürecinde, malın
satımında ve değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri
iddiasıyla, eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner
haklarında kurulan (9/5, 6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda boş
bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için seçim
yapacağız.
Adalet ve Kalkınma Partisinin 1 üyelik için 3 katı olarak
gösterdiği adayların adlarını okutuyorum:
Ahmet Yeni (Samsun)
Süleyman Sarıbaş (Malatya)
Cüneyit Karabıyık (Van)
BAŞKAN - Adayların adları torbaya
konulmuştur; torbadan bir isim çekeceğiz.
(9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu üyeliğine Van Milletvekili Sayın Cüneyit Karabıyık seçilmiştir.
Şimdi, Genel Kurulun 6.1.2004 tarihli ve
38 inci Birleşiminde kurulması kabul edilen (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonunun üye seçimini yapacağız.
Meclis soruşturmasını yürütecek komisyonun
üyeleri, Anayasanın 100 üncü maddesine göre, siyasî partilerin güçleri oranında
verecekleri üye sayısının 3 katı olarak gösterdikleri adaylar arasından adçekme
suretiyle tespit edilecektir.
Bu soruşturma komisyonunda, Adalet ve
Kalkınma Partisi 10, Cumhuriyet Halk Partisi 5 üyelikle temsil edilecektir.
Şimdi, bakanlığı sırasında yapılan
ihalelerde usulsüzlüklerde bulunduğu ve bu ihalelerle ilgili yolsuzluk iddialarının
tahkikini zamanında yaptırmayarak görevini kötüye kullandığı, aynı zamanda mal
varlığında haksız bir artışa sebebiyet verdiği ve bu eylemlerinin Türk Ceza
Kanununun 306 ve 240 ıncı maddeleri ile Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve
Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun 12, 13, 14 ve 15 inci maddelerine uyduğu
iddiasıyla, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında kurulması
kabul edilen (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun üye seçimine
başlıyoruz.
B)
KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ
1. - (9/8)
esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonuna üye seçimi
BAŞKAN - Siyasî partilerin kendilerine
düşen üyelikler için 3 katı olarak gösterdikleri adayların adlarını okutuyorum:
(9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonu Üyeleri Aday Listesi: (45)
Adı ve Soyadı Seçim Çevresi
Adalet ve Kalkınma Partisi (30)
Mustafa Elitaş (Kayseri)
Mustafa Öztürk (Sinop)
Eyüp Ayar (Kocaeli)
İbrahim Hakkı Aşkar (Afyon)
Bekir Bozdağ (Yozgat)
Süleyman Sarıbaş (Malatya)
Ömer Kulaksız (Sivas)
Osman Seyfi (Nevşehir)
Mehmet Emin Tutan (Bursa)
Orhan Yıldız (Artvin)
Ahmet Ertürk (Aydın)
Hacı İbrahim Kabarık (Bartın)
Recep Özel (Isparta)
Mehmet Sekmen (İstanbul)
Mehmet Ali Bulut (Kahramanmaraş)
Ziyattin Yağcı (Adana)
Ahmet Yeni (Samsun)
Hakan Taşcı (Manisa)
Hasan Kara (Kilis)
Mustafa Nuri Akbulut (Erzurum)
Mahmut Kaplan (Şanlıurfa)
Mehmet Mehdi Eker (Diyarbakır)
Ahmet Işık (Konya)
Mustafa Ilıcalı (Erzurum)
Turhan Çömez (Balıkesir)
Osman Kılıç (Sivas)
Muharrem Tozçöken (Eskişehir)
Zeki Karabayır (Kars)
Ali Osman Sali (Balıkesir)
Zülfü Demirbağ (Elazığ)
Cumhuriyet Halk Partisi
(15)
Kemal Sağ (Adana)
Halil Ünlütepe (Afyon)
Naci Aslan (Ağrı)
Rasim Çakır (Edirne)
Erol Tınastepe (Erzincan)
Mehmet Vedat Yücesan (Eskişehir)
Gökhan Durgun (Hatay)
Ahmet Sırrı Özbek (İstanbul)
Abdurrezzak Erten (İzmir)
Selami Yiğit (Kars)
Nezir Büyükcengiz (Konya)
Ufuk Özkan (Manisa)
Turan Tüysüz (Şanlıurfa)
Engin Altay (Sinop)
Şevket Arz (Trabzon)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, siyasî
partilerin gösterdikleri adayların adları iki ayrı torbaya konulmuştur. Her
torbadan üçte 1 oranında isim çekeceğiz.
Adçekmeye Adalet ve Kalkınma Partisinin
gösterdiği adaylardan başlıyoruz.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun
adayları arasından, kurayla 10 üye belirleyeceğiz:
Bekir Bozdağ (Yozgat)
Ahmet Ertürk (Aydın)
Osman Seyfi (Nevşehir)
Mustafa Elitaş (Kayseri)
Recep Özel (Isparta)
Ömer Kulaksız (Sivas)
Zülfü Demirbağ (Elazığ)
Mustafa Öztürk (Sinop)
Süleyman Sarıbaş (Malatya)
Hakan Taşcı (Manisa)
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
adayları arasından, kurayla 5 üye belirleyeceğiz:
Nezir Büyükcengiz (Konya)
Engin Altay (Sinop)
Rasim Çakır (Edirne)
Turan Tüysüz (Şanlıurfa)
Kemal Sağ (Adana)
(9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması
Komisyonunun üye seçimi tamamlanmıştır.
Bu komisyona seçilmiş bulunan sayın
üyelerin, 7 Nisan 2004 Çarşamba günü, yani yarın saat 14.00'te AK Parti Grup
Salonu arkasında, bahçe içerisinde bulunan Meclis Soruşturması Komisyonu
Toplantı Salonunda toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini
yapmalarını rica ediyorum.
Meclis Soruşturması Komisyonuna seçilen
üyelerin listesi ile toplantı gün ve saati ilan tahtalarına da asılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanı Sayın
Recep Akdağ gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 1, 11, 40, 54, 59, 64,
95, 109, 138 ve 142 nci sıralarında yer alan soruları birlikte cevaplandırmak
istediğini belirtmiştir; Sayın Bakanın isteği yerine getirilecektir.
Bilgilerinize sunulur.
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmına
geçiyoruz.
VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) SÖZLÜ
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Bursa
Milletvekili Mehmet Küçükaşık'ın, Bursa İlinde yapılan bazı atamalara ilişkin
Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/456) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın
cevabı
2 - Niğde Milletvekili
Orhan Eraslan'ın, Bor Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi inşaatına ilişkin
Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/478) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın
cevabı
3 - Manisa
Milletvekili Nuri Çilingir'in, Salihli Devlet Hastanesi ekbinasının ne zaman
hizmete gireceğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/523) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
4. - Muğla
Milletvekili Ali Arslan'ın, sağlık meslek lisesi mezunlarının istihdam sorununa
ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/540) ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ'ın cevabı
5. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın, memurların ilaç katkı payında
indirim yapılıp yapılmayacağına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi
(6/545) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
6. - Niğde
Milletvekili Orhan Eraslan'ın, Niğde Devlet Hastanesinin iç onarım ve bahçe
düzenleme ihalesine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/550) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
7 -
İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu'nun, sağlık meslek liselerine ilahiyat
fakültesi mezunu idareci atandığı iddiasına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü
soru önergesi (6/582) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
8. - Ankara
Milletvekili İsmail Değerli'nin, hemofili hastalarının tedavisinde kullanılan
bir kan ürününün ithal edilip edilmediğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru
önergesi (6/600) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
9. - İzmir
Milletvekili Vezir Akdemir'in, İzmir'in Menemen İlçesinin hastane ve sağlık
personeli ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/631) ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
10. -
Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur İlinin kadın hastalıkları ve
doğum hastanesi ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi
(6/635) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı
BAŞKAN- Sayın Sağlık Bakanının talebi
doğrultusunda, cevaplandırmak istediği soruları okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın
Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla
arz ederim.
Mehmet Küçükaşık
Bursa
Bursa İl Sağlık Müdür Yardımcılığına
veteriner hekim, Zübeyde Hanım Doğumevi Müdür Yardımcılığına imam, devlet
hastanesine ise yeni bir başhekim atanmış, İl Sağlık Müdürlüğü kadroları
yeniden düzenlenmiştir.
Sorular:
1- İl Sağlık Müdür Yardımcılığına atanan
Veteriner Hekim, 24.7.2001 tarih ve 24472 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
"Sağlık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Yatak ve Kadro Standartları
Yönetmeliği"ndeki şartları taşıyor mu? Taşımıyorsa kıstasınız nedir?
2- Bursa İlindeki hizmetleri
vatandaşlarımızca takdir edilen Bursa Devlet Hastanesi Başhekiminin görevden
alınması ve bunu takip eden 12 başhekim yardımcısı, başhemşire, 4 başhemşire
yardımcılarının istifalarını nasıl açıklıyorsunuz?
3- Türkiye'nin 5 inci büyük kenti olan
Bursa'nın Zübeyde Hanım Doğumevi Müdür Yardımcılığına bir imamın getirilmesini
uygun buluyor musunuz?
4- Bu atamalar
"liyakat ve yeterlilik" ilkelerine uygun mudur? Uygun değilse iptali
söz konusu mudur?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın
Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Orhan Eraslan
Niğde
Niğde İli Bor İlçesinde Fizik Tedavi ve
Rehabilitasyon Merkezi olarak başlatılan inşaat, yüzde 70 oranında
tamamlanmıştır.
Yetkililer tarafından zaman zaman farklı
amaçlar için de kullanılacağı açıklanan bu merkezin bir an önce tamamlanması,
hem Niğde ve Bor halkı açısından hem de ülke kaynaklarının etkin kullanımı
bakımından yararlı olacaktır.
Bu itibarla;
Soru 1- Bor Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Merkezi 2003 yılı içerisinde bitirilecek midir?
Soru 2- Söz konusu merkez bu yıl
tamamlanmayacak ise ne zaman, hangi program dahilinde bitirilecektir?
Soru 3- Binanın başka bir amaçla
kullanılması düşünülmekte midir? Düşünülüyor ise hangi hizmete yönelik olarak
açılacaktır?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın
Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Nuri Çilingir
Manisa
Manisa Salihli Devlet Hastanesi, konumu
dolayısıyla bir bölge hastanesi gibi hizmet vermektedir. Hasta yoğunluğuna,
mevcut bina ve teçhizat cevap vermemektedir.
Buna göre;
Salihli Devlet Hastanesi ekbinasını ne
zaman bitirip hizmete açmayı düşünüyorsunuz?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıda yer alan konunun Sağlık Bakanı
Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak yanıtlanması için gereğini
arz ederim.
Ali Arslan
Muğla
Halen sağlık meslek lisesi mezunu 46 000
nitelikli eleman atama beklemekte olup, bu yıl mezun olacaklarla bu sayı daha
da artacaktır. Diğer yandan, 2002 yılında 11 389 sağlıkevinin 8 384'ünde ebe
bulunmamaktadır. Toplam hasta yataklarının yüzde 20'si, yeterli sayı ve
nitelikte hekim, hemşire ve destek personeli sağlanamadığından hizmetdışı
kalmaktadır.
Sağlık Bakanlığına bağlı kurumlarda sağlık
personeli kadro doluluk oranı hemşirelerde yüzde 62, ebelerde yüzde 72, sağlık
memuru ve teknisyenlerde yüzde 55,7'dir.
1- Sağlık meslek liselerinden mezun olan,
binbir emekle yetiştirdiğimiz gençlerimizin işsizlik sorunlarının çözülmesi
öncelikli sorunlarınızdan mıdır?
2- Bu soruna yönelik çalışmalarınız ne
aşamadadır?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın
Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Orhan Eraslan
Niğde
Bilindiği üzere, devlet memurlarının
maaşlarından, kullandıkları ilaç bedellerinin yüzde 20'si oranında katkı payı
kesintisi yapılmaktadır.
Bu kesintiler, daha önce, direkt olarak
eczaneye ödenmekte ve eczacılarca, mağdur durumda olan memurlara bazı
kolaylıklar tanınmaktaydı.
Yeni uygulamayla, maaştan kesinti
yapılmakta ve bu kesintiler, kimi zaman, memurların maaşlarını dahi
geçmektedir. Bu durum, pek çoğu yoksulluk sınırında yaşayan memur ailelerimizi
zorunlu durumlarda dahi ilaç kullanmama gibi sonuçlara itmektedir.
Soru: Bakanlığınızca, memurlarımızın ilaç
katkı payında bir indirime gidilmesi veya eski sisteme dönülmesi gibi bir
uygulama düşünülmekte midir?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın
Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Orhan Eraslan
Niğde
Niğde Devlet Hastanesinin bu yıl
içerisinde iç onarımı ve bahçe düzenlemesi yapılmaktadır.
Soru 1- Niğde Devlet Hastanesinin iç
onarım ve bahçe düzenlemesi işinin muhammen bedeli kaç liradır?
Soru 2- İhalesi yapılmış mıdır? Yapılmış
ise, nerede ilan edilmiştir? Kime ihale edilmiştir?
Soru 3- Bu ihaleyi alan firmanın AKP Niğde
İl Başkanlığıyla bir ilgisi var mıdır?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Recep
Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması ricasıyla.
Güldal Okuducu
İstanbul
1- Göreve geldiğiniz günden bugüne, sağlık
meslek liselerine, ilahiyat fakültesi mezunu müdür ataması yapıldı mı?
2- Böyle bir atama yapıldıysa, kaç okula
kaç ilahiyat mezunu atanmıştır?
3- Bakanlığınız tarafından, AKP
milletvekilleri rahat iş takibi yapabilsin diye iletişim merkezi açtınız mı?
Böyle bir merkez açıldıysa, merkezin amacını açıklar mısınız?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın
Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
İsmail Değerli
Ankara
Sağlıklı vatandaşların alınan kanlarından,
bilindiği gibi, çeşitli kan ürünleri elde edilmektedir. Bu ürünlerden biri de
Faktör XIII'tür. Bu madde hemofilili hastaların tedavisinde kullanılmaktadır.
1.- Her yıl, hemofilili hastaları tedavi
etmek için yurt dışından 80 000 000-100 000 000 dolarlık Faktör XIII ithal
edildiği iddiaları doğru mudur?
2.- Faktör XIII'ün ülkemizde
üretilebilmesi için gerekli olan yatırımın bedeli nedir?
3.- Bu üretimin yapılamamasının nedenleri
arasında yeterli ve sağlıklı kan bulunamayışı yer almakta mıdır?
4.- Böyle bir aksaklık söz konusu değilse,
ilgili maddenin ülkemizde üretilerek, kaynaklarımızın heba edilmemesi konusunda
Bakanlığınız ne gibi önlem almaktadır?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın
Recep Akdağ tarafından sözlü olarak yanıtlanmasını arz ederim.
Vezir Akdemir
İzmir
600 000 nüfusu bulunan Menemen İlçemizde
hizmet veren sağlık personeli sayısı yetersizdir. Bu sebeple vatandaşımız
mağdur olmaktadır. Şu anda hizmette bulunan hastane binasının poliklinik,
makine ve diğer cihazlar yetersiz olduğundan yeterli sağlık hizmeti
verilememektedir. Yeni hastane hizmet binasının arsasının kamulaştırma işlemi
yapılmamıştır.
1.- Yoğun göç alıp 600 000 nüfusa ulaşan
İzmir'in Menemen İlçesinin 1993 yılından beri inşaatı devam eden Devlet
Hastanesi hizmet binasının arsasının halen kamulaştırma işlemi yapılamamıştır.
Bu nedenle, hastane hizmet binasının kamulaştırma çalışmaları yapılıyor mu?
Ayrıca, yeni hastane binası ne zaman faaliyete geçecektir?
2.- İlçemizde nüfus yoğunluğu gözönünde
bulundurulduğunda, hizmet gören mevcut sağlık personeli olan doktor, hemşire ve
hastabakıcı sayısı yeterli midir?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Anayasa ve Meclis
İçtüzüğü uyarınca Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak
yanıtlanmasını arz ederim.
Ramazan Kerim Özkan
Burdur
Burdur Devlet Hastanesi ve SSK Hastanesi
kısıtlı yatak kapasiteleriyle ilimizde hizmet vermektedir.
Son yıllarda, hastanelere ait yatak
kapasitelerinin artan ihtiyacı gerekli ölçüde karşılayamaması nedeniyle
ilimizde önemli sağlık sorunlarının yaşanması söz konusu olacaktır.
İlimizde kurulacak bir kadın hastalıkları
ve doğum hastanesinin bu hastanelerin yükünü önemli ölçüde azaltacağı
görüşündeyim.
1.- Burdur İlinde bir kadın hastalıkları
ve doğum hastanesi kurulmasını uygun bulur musunuz?
2.- İlimizde, kadın hastalıkları ve çocuk
sağlığı açısından da son derece önemli hizmetler verecek olan böyle bir
hastanenin mümkün olan en kısa sürede açılmasını düşünür müsünüz?
BAŞKAN - İlgili soru önergelerini
cevaplandırmak üzere, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) -Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gerçi, soru sahiplerini şu anda salonda
göremiyoruz; ama, biz görevimizi yapıp sorulan sorulara cevaplarımızı verelim,
cevaplarımız zabıtlara geçecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Küçükaşık'ın, 7.5.2003 tarihli, Bursa İlinde
yapılan bazı atamalar ve görevlendirmelerle alakalı sözlü soru önergesine cevap
vermek istiyorum, Yüce Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, Sayın
Milletvekilimizin bahis konusu ettiği Veteriner Hekim, Bursa İl Halk Sağlığı
Laboratuvarı Müdürlüğünde görevli iken, ilkönce, 5442 sayılı İl İdaresi
Kanununa istinaden, Valilik tarafından, ihtiyaca binaen, il onayıyla, İl Sağlık
Müdür Yardımcısı olarak görevlendirilmiştir. Anılan Veteriner Hekim, idarî ve
malî konularda ehliyet ve liyakate sahip, gıda ve çevre sağlığı konularında
deneyimli bir personeldir. Bu nedenlerle ve yine ihtiyaca binaen, Bursa
Valiliğinin 19.2.2004 tarihli talebi üzerine, Bakanlığımca İl Sağlık Müdür
Yardımcısı olarak görevlendirilen söz konusu Müdür Yardımcımıza, Gıda ve Çevre
Sağlığı Şubesi ile İl Halk Sağlığı Laboratuvarı birimleri bağlanmıştır. Bu,
asaleten yapılmış bir atama değil, hizmet gereği bir görevlendirmedir.
Aynı soru önergesinde bahis konusu edilen
imam ise, Valilikçe, il onayına istinaden, Bursa Zübeyde Hanım Doğumevi
Hastanesi Müdür Yardımcısı olarak görevlendirilmiş, bu görevlendirme, daha
sonra, yine, aynı Valilikçe iptal edilmiştir.
Bu nedenle, iddia edildiği üzere,
Bakanlığımca, bu iki personel hakkında, Sağlık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Yatak
ve Kadro Standartları Yönetmeliği hükümlerine aykırı bir atama yapıldığından
söz edilmesi mümkün değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 11
inci sırada yer alan, Niğde Milletvekili Sayın Orhan Eraslan'ın, Niğde İli Bor
İlçesinde bulunan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi inşaatına ilişkin
14.5.2003 tarihli sözlü soru önergesini cevaplamak üzere huzurunuzdayım.
Sayın milletvekilleri, 2003 yılı yatırım
programında yer alan 100 yataklı Niğde-Bor Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Merkezi inşaatının fizikî gerçekleşmesi yüzde 75 civarındaydı. Söz konusu
merkez için 2003 yılı bütçe ödeneği olan 500 milyar Türk Lirası, tesisin
yapımını yürütmekte olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesine aktarılmış ve
kullandırılmıştır. 2004 yılında ise 500 milyar Türk Lirası aktarılacaktır.
Bakanlığıma ait söz konusu inşaatın, yatırım programında yer aldığı şekliyle
2005 yılında bitirilmesi planlanmaktadır.
Adı geçen merkezin başka bir amaçla
kullanılmasına yönelik olarak, Bakanlığımca, halihazırda herhangi bir planlama
yapılmış değildir.
Sayın Milletvekilimizin ilgisine teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 40
ıncı sırada yer alan, Manisa Milletvekilimiz Sayın Nuri Çilingir'in,
Manisa-Salihli Devlet Hastanesi ek bina inşaatının ne zaman hizmete açılacağına
dair 23.5.2003 tarihli sözlü soru önergesini cevaplıyorum.
Değerli milletvekilleri, söz konusu
hastane, yani, Manisa-Salihli Devlet Hastanesi ekbina inşaatının fizikî
gerçekleşmesi yüzde 90 civarındadır. Söz konusu yatırım için 2003 yılı bütçe
ödeneği olan 750 milyar, ek tesisin yapımını yürütmekte olan Bayındırlık ve
İskân Bakanlığı bütçesine aktarılmış ve kullandırılmıştır. İnşaatın, 2001 yılında
yapılan keşif sonucu hesaplanan ödeneğinin yetersiz kalması sebebiyle,
18.12.2003 tarihinde tasfiyesi söz konusudur ve tekrar ikmal ihalesi
yapılacaktır.
Daha önce de bu kürsüden arz ettiğim gibi,
önemli bir kısmı geçmişte belki iyi planlanamamış olduğu için yatırım bütçemize
ciddî yük teşkil eden bütün sağlık yatırımlarımızı, mevcut bütçe imkânlarımız
ve Türkiye sağlık envanteri çalışmamız çerçevesinde tamamlama yoluna gidiyoruz.
Manisa Salihli Devlet Hastanesi ekbina inşaatı da, bu paralelde, 2004 yılında
bitirilmesi planlanan yatırımlarımız arasında yer almaktadır.
Sayın Milletvekilimiz Nuri Çilingir'in
ilgisine teşekkür ediyorum.
54 üncü sırada bulunan ve Muğla
Milletvekilimiz Sayın Dr. Ali Arslan'ın, 4.6.2003 tarihli, sağlık meslek lisesi
mezunlarının istihdamına ilişkin sözlü soru önergesini cevaplıyorum.
Sayın milletvekilleri, sağlık meslek
liselerinden mezun olan yardımcı sağlık personelinin Bakanlığım bünyesinde
ihtiyaç bulunan sağlık kurum ve kuruluşlarına atamalarının zaman zaman yapılarak,
mağduriyetlerinin giderilmesi ve aynı zamanda, yeterli sayı ve nitelikte
personelle sağlık hizmetlerinin vatandaşlarımıza daha verimli ve dengeli bir
şekilde sunulması öncelikli amaçlarımız arasında yer almaktadır. Ancak, şunu
özellikle ifade etmek istiyorum ki, bu okullar, geçtiğimiz hükümetler
döneminde, hem sayı ve hem de öğrenci sayıları itibariyle gereğinden fazla
çoğaltılmış ve bu şekilde, önümüze ciddî bir mezun öğrenci yükü çıkmış
durumdadır. Bu itibarla, 2000 ve 2001 yıllarında, sağlık meslek lisesi
mezunlarından Sağlık Bakanlığımız kadrolarına toplam 4 287 atamanın yapıldığını
görmekteyiz. Oysa, Yüce Meclisimizde sizlerin oylarıyla kabul edilen 4924
sayılı Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yörelerde Sözleşmeli Sağlık Personeli
Çalıştırılması Hakkında Kanun gereğince, yalnızca bu yıl; yani, 2003 yılında
yapılan planlamalarla, 2004 yılının başlarında 5 036 sağlık meslek lisesi
mezununun yerleştirilmesi yapılmıştır. Bu da, bizim, Hükümet olarak konuya
verdiğimiz önemi göstermektedir. Önümüzdeki dönemde yeni kadroların ihdas
edilmesiyle, sağlık meslek lisesi mezunlarımızın istihdamının sürdürüleceğini
ifade etmek istiyorum.
Bu arada, yine aynı kanunla, sağlık
kuruluşlarımızın doğrudan sözleşmeli sağlık personeli çalıştırmasının önünü
açan bir hükümle -şimdi usul ve esasları belirliyoruz- hastanelerimiz,
ihtiyaçları olan personeli, kendi dönersermayeleriyle de
görevlendirebilecekler, istihdam edebilecekler; bu da ikinci bir istihdam
imkânı oluşturmuş olacak.
Ayrıca, özel sektörün devlet memurlarına
ve memur emeklilerine hizmet vermesinin önünü açışımızla, bu hususta, özel
sektörde de, ciddî yeni istihdam
alanları oluşmaktadır.
Niğde Milletvekilimiz Sayın Orhan
Eraslan'ın, 59 uncu sırada bulunan, 5.6.2003 tarihli, devlet memurlarının,
maaşlarından, kullandıkları ilaçların bedellerinin yüzde 20'si oranında alınan
ilaç katkı payı uygulamasıyla ilgili sözlü soru önergesini cevaplamak
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bu uygulama
-Maliye Bakanlığımızca yayımlanarak- Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve
Emekli Sandığı gibi geri ödeme kurumlarınca yürütülmektedir. Aslında, doğrudan Bakanlığımla ilgili
olmamasına rağmen, bu konuya temas etmeyi önemli görüyorum. Bundan önce nasıl
bir yöntemle iş görülüyordu; vatandaş, bu ödemeleri, doğrudan eczanelere
yapıyordu ve zaman zaman, eczaneler ile vatandaş arasında oluşabilen bazı özel
pazarlıklar sonucunda, bu ödemeler yapılmayıp, çok büyük ilaç harcamalarına yol
açılabiliyordu. Dolayısıyla, aşırı tüketime ve israfa neden olan, geçmişteki
yöntem kaldırılmış ve dünyadaki uygulamalara da paralel olarak, katılım
payının, bu şekilde, doğrudan alınması yoluna gidilmiştir. Aslında, bu, çok
doğru bir uygulamadır, yerinde bir uygulamadır ve sözlü soru önergesinin
verildiği tarihten bugüne kadar, bu uygulamayla, ilaç konusunda ciddî bir tasarruf yaptığımızı da
görmekteyiz.
Bu arada, yatan hastalardan ve raporu
olan, sürekli ilaç kullanan, kronik hastalığı olan hastalardan, bu yüzde 20
ilaç katkı payının alınmadığını, dolayısıyla, herhangi bir mağduriyete sebep
verilmediğini de özellikle ifade ediyorum ve Sayın Milletvekilimizin ilgisi
için teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 64 üncü sırasında bulunan ve yine
Niğde Milletvekilimiz Sayın Orhan Eraslan'ın, 5.6.2003 tarihli, Niğde Devlet
Hastanesinin iç onarım ve bahçe düzenlemesi ihalesine ilişkin sözlü soru
önergesine cevap vermek üzere huzurunuzdayım.
Sayın milletvekilleri, Niğde Devlet
Hastanemizin iç onarım ve bahçe düzenlemesi inşaatıyla ilgili olarak, Sayın milletvekilimizin,
soru önergesine söz konusu ettiği maliyet miktarı 6 milyar Türk Lirasıdır.
Yanlış duymadınız, bu 6 milyar Türk Lirası için, şimdi sizlere, huzurunuzda
cevap veriyorum.
Kamu İhale Kanununun 22 nci maddesinin (d)
fıkrasında belirtilen limiti aşmadığı için -bu limit 6 325 000 000 liradır-
piyasa araştırması sonucu doğrudan temin suretiyle alım yapıldığından herhangi
bir ilana gerek görülmemiştir; yani, normal mevzuat çerçevesinde yapılmıştır.
Niğde Devlet Hastanemizde yapılan bu küçük
onarım ve tadilatla ilgili alımlar, tamamen yasal bir zeminde cereyan etmiş
olup, hiçbir şekilde soru önergesinde iddia edildiği gibi bazı kişi ve
kişilerin korunması mevzubahis değildir.
Tabiî, bu soruyu vesile bilerek, şunu da
ifade etmek isterim ki, Hükümetimiz, bu 6 milyar Türk Lirası bir tarafa dursun,
6 katrilyon Türk liralık yolsuzluk yapılan bir ülkede, bunların üzerine
giderek, bu meseleleri çözmenin peşindedir.
Sayın Milletvekilimizin ilgisine teşekkür
ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 95 inci sırasındaki, İstanbul
Milletvekilimiz Sayın Güldal Okuducu'nun, 13.6.2003 tarihli ve sağlık meslek
liselerine, ilahiyat fakültesi mezunu idareci atanıp atanmadığı ve Sağlık
Bakanlığında AK Parti milletvekilleri için iletişim merkezi açılıp açılmadığına
ilişkin sözlü soru önergesini cevaplıyorum.
Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanı
olarak göreve başladığım günden bu yana Bakanlığımda yapılan bütün atamalar
mevzuata uygun bir biçimde, kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek ve
özellikle ehliyet ve liyakat ilkelerine azamî hassasiyet gösterilerek
yapılmaktadır. Bu ilkeler kapsamında, Bakanlığıma bağlı 279 sağlık meslek
lisesinden sadece 4'üne Bakanlığım döneminde ehliyet ve liyakat kriterleri
çerçevesinde müdürlük görevi yapmaya uygun ilahiyat fakültesi mezunu öğretmen,
müdür olarak atanmıştır. Aslında bu soruyu çok garipsediğimi de ifade etmek
istiyorum. Belirtmek isterim ki, ilahiyat fakülteleri ülkemizin anayasal eğitim
kurumlarıdır ve ilahiyat fakültesi mezunları dışında bu sağlık meslek
liselerine atanan müdürlerin bir dökümünü vereyim size: 145 sağlık meslek
lisemizde kültür dersleri öğretmenleri, 86 sağlık meslek lisemizde de meslek
dersleri öğretmenleri müdürlük görevini yürütmektedir. Yani, 145 kültür dersi
öğretmeninden sadece 4'ü ilahiyat fakültesi mezunudur ki, söylediğim gibi,
ilahiyat fakültelerimiz de ülkemizin seçkin anayasal eğitim kurumlarıdır.
Buradan mezun olan kişilerin liyakat ve ehliyet ölçüleri çerçevesinde bir
okulda müdürlük yapmaları kadar tabiî bir şey olamaz.
Değerli milletvekilleri, bu arada, bu
soruyu fırsat bilerek Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezimizden bahsetmek
istiyorum. Çünkü, burada AK Parti milletvekilleri için iletişim merkezi açılıp
açılmadığı soruluyor.
Kısaltılmış ismiyle SABİM diye kamuoyuna
sunduğumuz Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi, bütün vatandaşlarımızın Sağlık
Bakanlığıyla ilgili her türlü problemlerini, şikâyet, öneri ve taleplerini
dinleyip değerlendirmek, iletilen sorunlara anında ve yerinde müdahale ederek
çözüm üretmek amacıyla 2003 yılının temmuz ayında kurulmuştur. Ülkemiz
genelinde 184 numaralı telefon hattı, Bakanlığım merkezinde bulunan SABİM çağrı
merkezine yönlendirilmiş olup, aramalara, 7 gün 24 saat prensibiyle ve tamamı
sağlık personelinden oluşan kalabalık bir ekiple, yeterli bilgi ve beceriyle
donatılmış, sağlık mevzuatına hâkim operatörler tarafından cevap verilmektedir.
Kayda alınan bütün ihbar, şikâyet, öneri
ve talepler, ilgili yetkililer -SABİM yetkilileri- tarafından
değerlendirildikten sonra çözüm birimlerine yönlendirilmektedir. 81 ilimizdeki
sağlık müdürleri ve onların bu meseleyle ilişkilendirdikleri müdür yardımcıları
"SABİM çözümleyicileri" olarak görevlendirilmiştir.
Çözümleyiciler, kendi illerine ilişkin
olarak gelen sorunları hızlı bir şekilde değerlendirmekte, gerekli inceleme ve
araştırmaları yaparak, başvuru sahiplerine, etkili ve yerinde çözümlerle geri
bildirim yapmaktadırlar.
SABİM projesi, vatandaşlarımızın, tüm
teknolojik imkânlardan yararlanarak -telefonla, faksla veya e-postayla- talep
ve şikâyetlerini doğrudan Sağlık Bakanlığına ulaştırmasının yolunu açmıştır.
Ayrıca, birime doğrudan başvuran vatandaşlarımızın da talepleri
değerlendirilerek kaydedilmekte ve çözüme kavuşturulmaktadır.
Kayıtların alındığı ilk basamaktan
başlamak üzere, geri bildirime kadar, başvurulara ilişkin tüm süreçler yakinen
izlenmekte, gerektiğinde müdahale edilerek yönlendirilmektedir.
Sayın milletvekilleri, SABİM projesi
kapsamında toplanan ve depolanan kayıtlar, verinin bilgiye dönüştürülmesi ve
analiz edilmesiyle, sağlık sektöründe bazı istatistikî bilgileri toplamamızı da
sağlamakta, böylece, sürekli ve kendiliğinden bir kamuoyu araştırması niteliği
taşımaktadır.
Sistem, başvuruları teker teker çözüme
kavuşturmanın yanında, halkımızın duyarlılık alanlarının tespiti, yürürlükte
olan uygulamalarda yeniden düzenleme ve iyileştirmelerin yapılması ve ileriye
yönelik sağlık politikalarımızı belirlemek üzere, stratejik planlama
yapılabilmesine imkân sağlamaktadır.
Bakanlığımın hizmet kalitesini yükseltmek
amacıyla faaliyette olan SABİM'e, kurulduğu günden bu yana yani, Temmuz
2003'ten bugüne kadar 10 000'den fazla başvuru yapılmış, bunların yüzde 96'sı
sonuçlandırılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz
konusu iletişim merkezi, iktidar ve muhalefet ayırımı olmaksızın, bütün
halkımıza, bu arada pek tabiîdir ki, halkımızın değerli temsilcileri olan tüm
milletvekillerimize hizmet vermek üzere kurulmuştur. Bu anlamda çok olumlu bir
çalışma olup, benim gözümde, Bakanlığımın yenidoğan ve şimdi büyüttüğümüz bir
yeni bebeği, çocuğudur. Sağlık Bakanı olarak, bakanlığımızca yapılan bütün
çalışmaların, hükümetimiz tarafından yapılan bütün sağlık çalışmalarının sadece
halkımızın yüzünü güldürecek ve problemlerinin çözümünü sağlamaya odaklanmış faaliyetler
olduğunu ifade ediyor, bu vesileyle, sayın milletvekilimize de alakası için
teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yine, sözlü soruların 109 uncu sırasındaki, Ankara Milletvekilimiz Sayın İsmail
Değerli'nin 20.6.2003 tarihli ve hemofili hastalığının tedavisinde kullanılan
faktör 13'le alakalı sözlü soru önergesine cevap vermek üzere huzurunuzda
bulunmaktayım. Bir hususu, soruya cevap vermeye geçmeden önce düzeltmek
isterim. Bu, muhtemelen faktör 8 olmalıdır, bir yazım hatası olduğunu
düşünüyorum; çünkü, pratikte kullanılan ürün faktör 13 değil, faktör 8'dir.
Sayın milletvekilleri, ithal edilen faktör
8 için 2002 yılında 20 000 000 dolar, 2003 yılında ise 23 000 000 dolar ödeme
yapılmıştır. Tek başına faktör 8 üretimi ekonomik olmadığından, bütün dünyada
sadece faktör 8 değil, diğer kan ürünlerini de üreten tesisler kurulmaktadır.
Ülkemizde de bu tür bir tesisin kurulabilmesi için gereken yatırımın bedelinin,
kullanılacak teknoloji ve üretim kapasitesine göre 50 000 000 ilâ 100 000 000
dolar civarında değişeceği tahmin edilmektedir.
Değerli milletvekillerimiz, ülkemizde kan
toplama görevi genel anlamda, biliyorsunuz, halen, Kızılay tarafından
yürütülmekte ve yılda yaklaşık 1 000 000 ünite kan toplanmaktadır. Ancak, bu
kanların çoğu, kan bankalarımızın yetersizliğinden dolayı tam kan olarak
kullanılmakta, kanın bu ürüne dönüştürülebilecek sıvı kısmı, plazma kısmı,
maalesef, diğer kısmından ayrıştırılmamaktadır. Halbuki bu miktardaki kanın
uygun şekilde değerlendirilmesi durumunda, yılda 300-400 ton plazma, yani,
kanın sıvı kısmı elde edilebilir ki, bundan da 100 000 000 ünite faktör 8
üretilebilir. Ülkemizde halen 40 000 000 ünite faktör 8 kullanılmaktadır.
Ancak, bu miktarın da aslında gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında, hastalarımızın
tedavilerinin optimal şartlarda, en doğru şartlarda yapılması için 60 000 000
ilâ 120 000 000 ünite civarında olması gerekmektedir
Şimdi, bu mesele, ülkemizin öteden beri
gelen hakikaten ciddî meselelerinden biridir; yani, kanın toplanması, gerekli
kısımlarının hastalara verilmesi, geri kalan kısmının da bir ürün haline
dönüştürülmesi. Bunun için Hükümetimiz döneminde gerekli çalışmaları başlattık.
Hedefimiz, kanı da acil durumlarda kullanılan bir ilaç gibi değerlendirip,
hastanelerimizde hastaların her zaman kullanımına hazır şekilde tutabilmek,
böylece vatandaşın hastane kapılarında kan aramasına da bir son vermektir; kan
ihtiyaçları için "nerede kan bulurum" düşüncesiyle vatandaşlarımızın
merkez merkez dolaşmalarının, hatta bu hususta bazı tıbbî etikdışı
uygulamaların da önüne geçmektir. Bunu sağlamak için 10 ayrı ilimizde hizmet
verecek bölgesel kan merkezlerini kurmak üzere bir planlamaya başlamış
bulunmaktayız. Bu merkezler, bütün bölgelerden uygun verici programlarıyla kan
toplayarak o bölgenin kan ihtiyacını karşılayacaktır.
Toplanan kanlardan kullanım miktarının
üzerinde kalan plazma dediğimiz sıvı kısımlar için de kan ürünleri üretim
tesisi kurulması planlanmaktadır. Bu şekilde, bu ürünlerin ithalatı için
harcanan paraların ülkemizde kalması sağlanmış olacaktır.
Sağlık Bakanlığımız ileri teknoloji
gerektiren bu çalışmada, şu anda, Avusturya hükümetiyle ortak bir proje
yürütmektedir. Bunun dışında, özel sektörü de bu noktaya teşvik ediyoruz.
Konuyla ilgili Bakanlığımıza yapılan diğer tekliflerin de projelendirilmesi
için ilgilileri bilgilendirmiş durumdayız. Bu projenin ve projenin işlerliğini
kolaylaştıran yasayla ilgili mevzuat çalışmalarının, halen, Bakanlığımız
ekiplerince sürdürülmekte olduğunu, iktidar sürecimizde hedeflediğimiz bu noktaya
ulaşma kararlılığımızı ifade ediyor; bu vesileyle, sayın milletvekilimize de,
tekrar, teşekkür ediyorum.
Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri;
sözlü soruların 138 inci sırasında yer alan, İzmir Milletvekilimiz Sayın Vezir
Akdemir, 2.7.2003 tarihli ve İzmir İli Menemen İlçesinin hastane ve sağlık
personeli ihtiyacına yönelik bir soru sormuştur.
Değerli milletvekilleri, İzmir-Menemen
Devlet Hastanesi inşaatının fizikî gerçekleşmesi yüzde 92'dir. Söz konusu
hastanemizin bir an önce hizmete açılması hususunda gerekli kamulaştırma
işlemleri için ilgili ödeneklerin serbest bırakılmasını bekliyoruz.
Hastanenin tamamlanması için, 2004 yılında
Bakanlığımız bütçesinden 500 milyar, özel idare müdürlüğü bütçesinden de
-valilikçe yaptığımız görüşmelerle- 1 trilyon ödenek ayrılmasını planlanmış
durumdayız. Söz konusu hastanemizi, 2004 yılında bitirmeyi planladığımız
yatırımlarımızın arasına da koymuş durumdayız.
Menemen İlçesinde sağlık personeli
ihtiyacına gelince; 46 000 nüfusu olan Menemen İlçemizde, 46'sı uzman ve 50'si
pratisyen olmak üzere 96 hekim, 93 hemşire, 67 ebe, 46 sağlık memuru ve 52
diğer personelimiz bulunmaktadır.
Aslına bakılırsa, İzmir İlimiz, sağlık
personeli başına düşen nüfus açısından Türkiye'nin zengin illeri arasındadır ve
Menemen İlçemiz de, İzmir İlinin ortalamalarına yakın rakamları ihtiva
etmektedir.
Doğrusu, ülkemizin özellikle Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, İç Anadolunun bazı bölgelerinde, Karadeniz
Bölgesindeki yine kırsal kesimde, Akdeniz Bölgesindeki kırsal kesimde personel
açığımız dikkate alındığında, Menemen İlçemizin personel açısından oldukça
zengin bir ilçe olduğunu söyleyebilirim.
Bütün bunlara rağmen, acil tıp teknisyeni
ihtiyacı gözönüne alınarak, İzmir Menemen İlçemize, sözleşmeli olarak, 5 acil
tıp teknisyeni atanmış durumdadır. Kuşkusuz, oransal anlamda, yani, rölatif
olarak düşünüldüğünde eleman sayısı yeterli olan Menemen İlçemizin de sağlık
personeline ihtiyacı vardır; ancak, söylediğim gibi, öncelikleri gözeterek
hareket etmek durumundayız. Amacımız, ülkemizin sağlık göstergelerini Avrupa
Birliği ülkelerinin düzeyine yükselterek, vatandaşlarımızın hak ettikleri
sağlık hizmetini hızlı ve verimli bir biçimde almalarını sağlamaktır.
Sayın milletvekilimiz Vezir Akdemir'e,
ilgisinden dolayı teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 142 nci sırasında bulunan, Burdur
Milletvekilimiz Sayın Ramazan Kerim Özkan'ın Burdur İlinde bir kadın
hastalıkları ve doğum hastanesi açılması istemine ilişkin sözlü soru önergesini
cevaplandırmak üzere huzurlarınızdayım.
Sayın milletvekilleri, sayın
milletvekilimiz Ramazan Kerim Özkan'ın söz konusu ettiği Burdur İlimizdeki
Devlet Hastanesi, 300 yataklı bir hastanedir. Bu ilimizde, kadın hastalıkları
ve doğum servisimizin yatak işgal oranı, 2003 yılı ekim, kasım, aralık ayları
baz alınarak hesaplandığında, yüzde 27'dir. Bu yüzde 27'lik orangöz önüne
alındığında, bu servisin tam kapasiteyle çalışması halinde Burdur İlimizin bu
ihtiyacına cevap vereceği açıktır.
Şunu özellikle ifade etmek isterim ki,
ülkemizde, biz hükümet etmeye başladığımızda sağlık yatırımları açısından şöyle
bir tabloyla karşılaştık: Ülkenin bazı bölgelerinde müthiş bir biçimde yatak,
hastane binası, sağlık ocağı, sağlık merkezi binası, ekipman ihtiyaçlarımız
varken ve yatırıma başlanmamışken, bazı bölgelerinde de, 3 000 - 5 000 nüfuslu
ilçelerimizde hastane yatırımları başlatılmış durumdaydı. İlk işlerimizden
öncelikli işlerimizden biri, bütün yatırımlarımızı, altı aylık bir süreç
içerisinde, mahallinde ve merkezde yaptığımız çalışmalarla, daha sonra Devlet
Planlama Teşkilatıyla ortak yaptığımız çalışmalarla yeniden gözden geçirip,
Türkiye'de bir ilk olan Türkiye sağlık envanterini hazırlamak oldu. Bu Türkiye
sağlık envanteriyle, sayısı 1 152 olan sağlık yatırımlarımızı, 1 152'den, 2003
yılı başı itibariyle, 800'lere indirdik, 2004 başı itibariyle de 500'lere
indirdik; yani, 58 inci ve 59 uncu hükümetlerimiz döneminde, gereksiz
gördüğümüz birçok yatırımı da, bir anlamda ayıklamış olduk. Bu yatırımlara başlamamız,
hakikaten, hiç akılcı olmayacaktı. Elimizdeki mevcut sağlık yatırımlarımızı,
hiç yeni yatırım yapmasak bile, bina olarak tamamlamak için gerekli olan
ihtiyacımız 2 katrilyonun üzerindedir. Kaldı ki, ülkemizin bazı bölgelerinde
de, acilen, yeni yatırımlara ihtiyaç var; dolayısıyla, gereksiz yatırımları
ayıklayarak, böyle, yeni bir envanter ortaya koymuş olduk ve bu şekilde
yolumuza devam ediyoruz.
Bu paralelde, daha önce yatırım programına
alınan ve atıl vaziyette bekleyen yatırımlardan yaklaşık 35 adet hastane
projesi programdan çıkarıldı. Ancak, yanlış anlaşılmamalıdır; biz, bir taraftan
da, ihtiyaç olan bölgelerde, yeni hastane projelerine başlıyoruz. Bu anlamda,
bütün ülkede "bölge eğitim hastaneleri" kavramını geliştirmeyi
düşünüyoruz. Örnek vermek gerekirse, Samsun'da, Trabzon'da, Van'da, Erzurum'da,
Diyarbakır'da, tıpkı Adana, Bursa, İzmir, Ankara ve İstanbul'da olduğu gibi
bölge eğitim hastaneleri yapacağız; bunların sayısı, aşağı yukarı, 20 ile 23
arasında olacak. Şu anda, finansman modellerini çalışıyoruz. Biz, bu bölge
eğitim hastaneleriyle de, ülkemiz insanının, kendi bölgesinden büyükşehirlere,
yani, Ankara, İstanbul, İzmir'e, özellikle bu üç şehrimize taşınmasını artık
sonlandırmak istiyoruz; çünkü, geniş bir coğrafyaya sahibiz. Bu hususta da,
çalışmalarımız, ciddî bir planlama çerçevesinde devam etmektedir. Bütün bu
uygulamalarla amacımız Türkiyemizin imkân ve kaynaklarını en verimli ve etkili
biçimde kullanmaktır. Bu arada devam eden 197 yeni hastane inşaatının
bitirilmesine ve hizmete alınmasına ağırlık vereceğimizi de özellikle söylemek
istiyorum. Şu anda 197 tane yatırımı başlamış, yarım hastanemiz var.
Değerli milletvekilleri, böylece 10 tane
soruyu cevaplandırmış oldum, her ne kadar, söylediğim gibi, soru sahiplerinin
belki de hiçbirini burada bulamamış olmama rağmen. Bu vesileyle Yüce
Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
İyi akşamlar diliyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Soru önergeleri cevaplandırılmıştır.
11. -
Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in, Diyarbakır-Ergani'deki Çayönü antik
yerleşim birimindeki kazı çalışmalarının ne zaman başlatılacağına ilişkin
Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/458)
BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın
Bakan?.. Yok.
Bu önerge üç birleşim içinde
cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası uyarınca
yazılı soruya çevrilecektir; önerge gündemden çıkarılmıştır.
12. - Adana
Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, beyin göçüne ilişkin Başbakandan sözlü soru
önergesi (6/459)
BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.
Bu önerge üç birleşim içinde
cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası uyarınca
yazılı soruya çevrilecektir; önerge gündemden çıkarılmıştır.
13. - Iğdır
Milletvekili Dursun Akdemir'in, Iğdır Kâzım Karabekir Tarım İşletmesinin düşük
kapasitede çalıştırılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/462)
BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın
Bakan?.. Yok.
Bu önerge üç birleşim içinde
cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası uyarınca
yazılı soruya çevrilecektir; önerge gündemden çıkarılmıştır.
14. -
Mersin Milletvekili Hüseyin Güler'in, özelleştirme aşamasındaki Taşucu SEKA
Akdeniz İşletmesinde çalışan personele ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru
önergesi (6/464) ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı
BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın
Bakan?.. Burada.
Soru önergesini okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Maliye Bakanı Sayın
Kemal Unakıtan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim. 8.5.2003
Dr. Hüseyin Güler
Mersin
Soru:
Özelleştirme aşamasında bulunan Taşucu
SEKA Akdeniz İşletmesinde 590 personel çalıştırılmaktadır. Bu işletmede çalışan
az sayıdaki memurun diğer kamu kurumlarına geçirilmesi düşünülürken, işçi
olarak çalışan personelin durumu ne olacaktır?
Topluma kazandırmakla yükümlü olduğumuz
özürlü ve mahkûm statüsündeki işçiler için Bakanlığınızca herhangi bir
düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?
BAŞKAN - Soruyu cevaplandırmak üzere,
Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) -
Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler'in sözlü soru önergesinde belirtilen ve
tarafımca cevaplandırılması istenilen soruya ilişkin cevabım aşağıda
sunulmuştur:
SEKA Akdeniz İşletmesinde, Eylül 2003 sonu
itibariyle 533 işçi, 18 memur, 60 sözleşmeli personel olmak üzere, toplam 611
kişi istihdam edilmektedir.
Satış sonrasında, memur ve sözleşmeli
personel, 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesi çerçevesinde, diğer kamu kurum ve
kuruluşlarına nakledilecektir.
12.2.2004 tarihinde yapılan ihaleye -daha
önceden bir ihale yapıldı- 3 kuruluş katıldı, önerilen bedeller yeterli
bulunmadığından ihale iptal edildi. Daha önceki yapılan ihale de yine iptal
edildi ve 2 000 000 dolar irat kaydedildi.
4046 sayılı Kanun çerçevesinde
özelleştirilen, kapatılan, birleşme yoluyla tasfiye edilen ve devredilen
kuruluşlarda çalışan memur, sözleşmeli personel ve kapsamdışı statüsünde
çalışanlar, Devlet Personel Başkanlığınca, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına
nakledilmektedir. Özelleştirilen kuruluşlardaki işçilere, özelleştirme sonucu
işsiz kalmaları halinde, 4046 sayılı Kanunun 21 inci maddesi uyarınca, sekiz ay
süreyle iş kaybı tazminatı ödenmektedir. Özelleştirmede Sosyal Destek Projesi
kapsamında, özelleştirmeden dolayı işsiz kalacak personelin yeniden işe
yerleştirilmeleri hususunda çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. 4046 sayılı
Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 21 inci maddesinde
"kapatma ve tasfiye halleri dışında sakat statüsüyle (ilgili kanunların
öngördüğü l, ll ve lll. derece) çalışanlar işten çıkarılamaz. Kapatma ve
tasfiye halinde ise, işten çıkarılan sakat personele iş kaybı tazminatı bu
kanunun tanıdığı hakların iki katı oranında ödenir" denilmektedir.
Özelleştirme kapsamında bulunan
kuruluşlarda çalışan sakat statüsündeki işçilerin hizmet akitleri hiçbir
şekilde feshedilmemektedir. Aynı şekilde, kuruluş özelleştirildikten sonra
sakat statüsündeki işçilerin hizmet akitlerinin feshedilemeyeceğine dair 4046
sayılı Kanunun 21 inci maddesinde düzenleme bulunmaktadır. Kuruluş
özelleştirildikten sonra, kamu tüzelkişiliği sona erdiğinden, Özelleştirme
İdaresi Başkanlığının bu kuruluşlar üzerinde yaptırımda bulunma yetkisi kanunen
mümkün değildir; ancak, özelleştirilen kuruluşlardaki sakat statüsündeki
işçilerle ilgili denetimler, 4857 sayılı İş Kanunu gereğince Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının yetki alanı içindedir. Sakat statüsünde çalışan işçilerin
diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakli, mevcut mevzuat uyarınca mümkün
değildir. Söz konusu işçilerin diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakli için
kanunî düzenlemeler gerekmektedir.
Arz olunur.
Çok teşekkür ederim efendim; sağ olun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, sözlü soru
önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 7 Nisan
2004 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 19.00