BIM 2 3 2004-05-19T09:20:00Z 2004-05-19T09:20:00Z 47 32129 183136 TBMM 1526 366 224903 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 44       YASAMA YILI : 2

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

69 uncu Birleşim

6 Nisan 2004 Salı

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂGITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Bursa Milletvekili Faruk Anbarcıoğlu'nun, Bursa'nın fethinin 678 inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

2. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, Malatya'da kayısı üreticilerinin zararına yol açan don olayının yarattığı sorunlara ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması

3. - Eskişehir Milletvekili Muharrem Tozçöken'in, Türk Polis Teşkilatının kuruluşunun 159 uncu yıldönümüne ve polis teşkilatının içinde bulunduğu sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

4. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Kıbrıs konusunda gelinen noktaya, önümüzdeki sürece ve İsviçre'de yapılan görüşmeler ile Annan Planının aldığı son şekle ilişkin gündemdışı açıklaması ve CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen’in, AK Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik'in grupları adına, Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar'ın şahsı adına konuşmaları

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Hollanda Temsilciler Meclisi Başkanı ve beraberindeki heyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak resmî temaslarda bulunmak üzere ülkemize ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/513)

2. - Bayburt Milletvekili Ülkü Güney'in (2/16) esas numaralı kanun teklifini geri aldığına ilişkin önergesi (4/154)

3. - Kars Milletvekili Selami Yiğit'in (6/957) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/155)

4. - Kars Milletvekili Selami Yiğit'in (6/963) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/156)

5. - Kars Milletvekili Selami Yiğit'in (6/964) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/157)

6. - Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in (6/981) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/158)

7. - Tunus Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler ve Siyasî İşler Komisyonu Başkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Tunus'a davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/514)

8. - Bazı milletvekillerinin belirtilen sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/515)

9. - Bir milletvekiline ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/516)

10. - Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in Suriye'ye yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/517)

11. - Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in Macaristan'a yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/518)

12. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün Rusya Federasyonuna yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/519)

IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in, Adana Milletvekili Ömer Çelik'in, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

V. - SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. - İçişleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

2. - (9/3), (9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim

B) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ

1. - (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonuna üye seçimi

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık'ın, Bursa İlinde yapılan bazı atamalara ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/456) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

2 - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın, Bor Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi inşaatına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/478) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

3 - Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'in, Salihli Devlet Hastanesi ekbinasının ne zaman hizmete gireceğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/523) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

4. - Muğla Milletvekili Ali Arslan'ın, sağlık meslek lisesi mezunlarının istihdam sorununa ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/540) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

5. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın, memurların ilaç katkı payında indirim yapılıp yapılmayacağına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/545) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

6. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın, Niğde Devlet Hastanesinin iç onarım ve bahçe düzenleme ihalesine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/550) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

7 - İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu'nun, sağlık meslek liselerine ilahiyat fakültesi mezunu idareci atandığı iddiasına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/582) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

8. - Ankara Milletvekili İsmail Değerli'nin, hemofili hastalarının tedavisinde kullanılan bir kan ürününün ithal edilip edilmediğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/600) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

9. - İzmir Milletvekili Vezir Akdemir'in, İzmir'in Menemen İlçesinin hastane ve sağlık personeli ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/631) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

10. - Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur İlinin kadın hastalıkları ve doğum hastanesi ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/635) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

11. - Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in, Diyarbakır-Ergani'deki Çayönü antik yerleşim birimindeki kazı çalışmalarının ne zaman başlatılacağına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/458)

12. - Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, beyin göçüne ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/459)

13. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, Iğdır Kâzım Karabekir Tarım İşletmesinin düşük kapasitede çalıştırılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/462)

14. - Mersin Milletvekili Hüseyin Güler'in, özelleştirme aşamasındaki Taşucu SEKA Akdeniz işletmesinde çalışan personele ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/464) ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı

B) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - İzmir Milletvekili Canan Arıtman'ın, bir cenaze törenine katılanlar hakkında kıyafetlerinden ötürü işlem yapılıp yapılmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/1957)

2. - Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un, Osmanlı Devletince İrlanda'nın Drogheda şehrine yardım gönderilmesine ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün cevabı (7/1991)

3. - Tunceli Milletvekili Hasan Güyüldar'ın, internetten kimlik numarası bilgisine ulaşmanın çifte vatandaşlıkta doğuracağı soruna ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/2010)

4. - Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in, Kıbrıs Barış Harekâtında şehit ve gazi olanların sayısına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül'ün cevabı (7/2026)

5. - İzmir Milletvekili Erdal Karademir'in, Millî Eğitim Vakfına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2045)

6. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, kültür merkezlerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/2053)

7. - İzmir Milletvekili Erdal Karademir'in, Eğitim Kurumları Yöneticilerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2067)

8. - Kırklareli Milletvekili Mehmet S.Kesimoğlu'nun, Kristal-İş Sendikasının aldığı grev kararının ertelenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/2070)

9. - Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe'nin, yurtdışı teşkilatında görevlendirileceklerle ilgili yönetmeliğin değiştirildiği iddialarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2077)

10. - Aydın Milletvekili M.Mesut Özakcan'ın, yurtdışı teşkilatına sürekli atanacak personelin seçimine dair yönetmelikte yapılan değişikliğe ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2079)

11. - İzmir Milletvekili Erdal Karademir'in, uzman ve uzman yardımcılığı kadrolarına yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/2080)

12. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Eti Holding Genel Müdür Yardımcılığına yapılan atamaya ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/2088)

13. - İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci'nin, kamuya ve özel sektöre ait santrallardan alınan elektriğin fiyatına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/2089)

14. - Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur'un, trafik yılında kazaların önlenmesi amacıyla uygulanacak programa ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/2090)

15. - Tokat Milletvekili Orhan Ziya Diren'in, vakıf gayrimenkulü kiracısı esnafa geriye dönük stopaj uygulandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/2104)

16. - İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun, kamu bankalarının sorunlu kredi alacaklarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/2107)

17.- Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur'un, greyfurt ihracat desteğinin yükseltilmesine,

- Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/2110, 2111)

18. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı (7/2117)

19. - İzmir Milletvekili Canan Arıtman'ın, Çevre ve Orman Bakanlıklarının birleştirilmesi sonrası görev verilmeyen üst düzey yöneticilere ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/2122)

20. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/2123)

21. - Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur-Merkez Günalan Köyündeki enerji nakil hatları ve trafoya ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/2124)

22. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/2127)

23. - Aydın Milletvekili M.Mesut Özakcan'ın, elektrik üretimi ve ithaline ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/2128)

24. - Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur'un, 4207 sayılı Kanunun gereklerinin yerine getirilmesiyle ilgili bir çalışma olup olmadığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/2130)

25. - Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, akaryakıt taşıyan araçların denetimine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/2133)

26. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, özelleştirmelerde alınan teminatlara ve ödemelerin ertelenmesi kararlarına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/2139)

27. - Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, yerli malların kullanımının teşvik edilmesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2143)

28. - Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, Bingöl İlindeki okul ihalelerini alan inşaat şirketine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/2144)

29. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, belli bir marka yolcu otobüslerinin karıştığı yangınlı kazalara ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/2150)

30. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yançınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/2151)

31. - Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, İsdemir ve Erdemirin demir-çelik ürünleri üretimine ve satışına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/2152)

32. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın, kanun tasarısı taslaklarına ve düzenleyici işlemlere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı (7/2161)

33. - İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun, bir gazetede çıkan Sayıştayla ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın cevabı (7/2234)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Elektronik cihazla yapılan yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından, 6 Nisan 2004 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 15.19'da son verildi.

 

İsmail Alptekin

 

 

Başkanvekili

 

 

Suat Kılıç

Ahmet Küçük

 

Samsun

Çanakkale

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 


No. : 103

II. - GELEN KÂĞITLAR

2 Nisan 2004 Cuma

Tasarı

1. - Basın Kanunu Tasarısı (1/781) (Anayasa; Avrupa Birliği Uyum ve Adalet Komisyonlarına)  (Başkanlığa geliş tarihi: 24.3.2004)

Yazılı Soru Önergesi

1. - İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun, bir gazetede çıkan Sayıştayla ilgili iddialara ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/2234) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.2.2004)

 

 

 

 

No. : 104

5 Nisan 2004 Pazartesi

Sözlü Soru Önergeleri

1. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, Iğdır ilçe ve belde belediyelerinin SSK ve Emekli Sandığı borçlarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/1021) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)

2. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, 2004 Yılı Bütçesinden illere ayrılan paylara ve Iğdır İlindeki bazı çalışmalara ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1022) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)

3. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki illere Ziraat Bankasının verdiği hayvancılık kredilerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/1023) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)

4. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, hayvancılık kredisine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1024) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol'un, bir şirketin ve iki bakanın vergi barışı olarak adlandırılan düzenlemeden yararlanıp yararlanmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2237) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.3.2004)

2. - İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in, RTÜK'ün 2001-2003 yıllarının denetlenmesiyle ilgili DDK raporuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2238) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.3.2004)

3. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Diyanet İşleri Başkanının, ABD Ulusal Güvenlik Konseyiyle yaptığı ileri sürülen görüşmelerine ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/2239) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)

4. - Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç'ın, çiftçilere doğrudan gelir desteği ödemelerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2240) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)

5. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, elektrik piyasasına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2241) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.3.2004)

6. - İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol'un, meslek hastalıklarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/2242) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.3.2004)

7. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, deprem ihtimaline karşı alınan tedbirlere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/2243) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.3.2004)

8. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, "kaynağı belirsiz para" ifadesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2244) (Başkanlığa geliş tarihi: 31.3.2004)

9. - Yozgat Milletvekili Emin Koç'un, TBMM Genel Sekreteri ve bir Başkan Müşaviri hakkındaki bazı iddialara ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/2245) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.4.2004)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1. - İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Yuvacık Barajı ve Melen Projesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1934)

2. - İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in, AB Komisyonu 2003 yılı İlerleme Raporundaki işkence ile ilgili tıbbi raporlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1940)
BİRİNCİ OTURUM

6 Nisan 2004 Salı

Açılma Saati : 15.00

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 69 uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır.

Hükümet, bu konuşmalara cevap verebilir; hükümetin cevap süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, Bursa İlinin fethinin 678 inci yıldönümü nedeniyle söz isteyen Bursa Milletvekili Sayın Faruk Anbarcıoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Anbarcıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Bursa Milletvekili Faruk Anbarcıoğlu'nun, Bursa'nın fethinin 678 inci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 6 Nisan 1326 tarihinde fethedilen ve Osmanlının ilk başkenti olan şirin Bursamızın fethinin 678 inci yıldönümü sebebiyle söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Yüce Meclisimizi ve bizi izlemekte olan aziz milletimizi, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Ayrıca, Polis Haftası dolayısıyla, değerli polis kardeşlerimizin bu gününü de tebrik ediyor, görev başında şehit düşmüş olanlara Allah'tan rahmet, geride kalanlara da sağlıklı, sıhhatli ömür diliyorum.

Sayın milletvekilleri, eski adı Prusa olan ve milattan önce 232-192 yılları arasında yaşamış olana Prusias tarafından kurulan Bursa'da, Osmanlıların fethine kadar, Truvalılar, Lidyalılar, Makedonyalılar ve Romalılar gibi birçok kültür hüküm sürmüştür. Osmanlı tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Bursa, cumhuriyet dönemimize de damgasını vurmuş, Doğu Trakya ve Boğazların bugünkü misakımillî sınırlarına dahil edilmesini somutlaştıran Mudanya Mütarekesi, yine, şirin ilçemiz Mudanya'da imzalanmıştır.

Fetihten önce, 1204-1261 yılları arasında İznik İlçemize bağlı sönük bir tekfurluk olan Bursa, Doğu Roma İmparatorluğunun gezinti ve aynı zamanda Anadolu üzerindeki ticaret merkezlerinden bir yerdi. 1314 yılında başlayan ve tam 12 yıl süren kuşatma, 6 Nisan 1326 tarihinde Bursa'nın fethiyle gerçekleşmiştir. Şehrin Marmara'ya doğru olan kuzey kısmı dışında üç yanı Osmanlıların eline geçmiş; fakat, yapımı bin yıl öncesine kadar dayanan surlarla çevrili olan kent ortada kalmıştır. Bunun üzerine, Osman Gazi, iki hisar yaptırarak şehre giriş ve çıkışları kontrol altına almıştır. Osman Gazi, şehrin kuşatmasını planlı bir şekilde başlattıktan sonra, bir yandan Bursa çevresinde henüz fethedilmemiş bölgelerin Osmanlı yönetimine katılması politikasını uygulamış ve hatta, onun bir amacı, bir yandan Marmara'ya, bir yandan da Karadeniz'e ulaşmak olmuştu. Bizans arazisinin içinde ince, uzun girintiler yaparak düşmanın kendi arasındaki irtibatı kesmeyi hedeflemiş ve her birinin, kendi başına, yalnız kalmasını sağlamıştı. Şüphesiz ki, bu fetih, tesadüften uzak olup, tamamen, ince, uzun, satranç şeklindeki bir planın gereğiydi.

Osman Gazi devrinde, ülkenin yüzölçümü 4 800 kilometrekare iken, daha sonra 16 000 kilometrekareye çıkmıştır. Osman Gazi hastalanınca yerine geçen oğlu Orhan Gazi, sırasıyla Mudanya, Gemlik ve Orhaneli'yi fethetti. Böylece, Bursa'nın Marmara tarafından da kuşatılması tamamlanmış oldu; şehir, âdeta bir çember içerisinde kalmıştı. Orhan Gazi, babasının tavsiyesine uyarak, Orhaneli'nin fethinden sonra Bursa'ya geçti ve Pınarbaşı mevkiine ordusunu konuşlandırdı. Daha sonra, Bursa Tekfuru Evrenos'a bir elçi göndererek, ona şu güvenceleri verip, Bursa'yı teslim etmesini istedi:

1- Halkın canına ve malına asla dokunulmayacak.

2- İsteyen herkes dilediği zaman şehirden serbestçe çıkabilecek.

3- Şehirden çıkarken kimseye dokunulmayacak.

4- Bunu sağlamak için şehirden çıkan halkın başına Türk komutanlar verilecek.

5- Bizans Tekfuru 30 000 flori altın verecek.

Şehre girildiğinde, halktan bazılarının şehri terk etmediği görüldü. Türklerin adaletli ve insaniyetli bir millet oluşu, belki de, onların şehirde kalmalarına yol açmıştı. Türk askeri, şehirde kalan yerli halkın canına, malına dokunmamış, onlara, vicdan ile inanç hürriyeti ve özgürlüğü tanımıştır.

Bu kuşatma sırasında, Moğol istilasından kaçan, aralarında Bandırzade Muhammet Mustafa, Gazizade Şeyh Abdüllatif, İsmail Beli ve Mehmet Şemsettin gibi döneme imzasını atmış isimlerin de bulunduğu dervişler, erenler, evliyalar ve Ahiler, o kargaşa esnasında Anadolu'ya geçerek Bursa'nın fethine bizzat katılmışlar ve tarihin altın sayfalarına yerleşmişlerdir.

Keçecizade Fuat Paşa "Bursa, Osmanlı tarihinin dibacesidir" derken, Bursa'nın, Osmanlı tarihi kadar -hatta, farkında olmadan-  cumhuriyet tarihimiz için de ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu söylüyordu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Anbarcıoğlu, 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Bugün, ülkemizin dördüncü büyük sanayi ve ticaret merkezi haline gelen şehrimiz, tüm kentsel özellikleri bünyesinde barındıran, ama sürekli göç alan, 1991 yılında, Avrupa Konseyince Avrupa kenti ilan edilen, bir zamanlar ipek denilince akla ilk gelen ender illerimizdendir.

Sanat tarihi bakımından çok önemli olan bu bölgemizde, ülkemizin en zengin Bizans devri mezar kalıntıları, çeşitli mimarî eserler, seramikler, paralar, camdan mamul harika eserler, Bursa Arkeoloji Müzesinde, tarih ve kültürle ilgilenen ziyaretçilerini beklemektedir. 

17 ilçesi, 37 beldesi, yüzlerce köyüyle tarih ve kültürümüzü ayakta tutan Bursamız, İstanbulumuz gibi ülkemizin nadide incilerinden biridir; ancak "Avrupa kenti" olarak anılan Bursamızın çevre yolunun bir an önce bitirilmesi, şehrin dört bir yanına doğalgazın yaygınlaştırılması, şehrimize yakışmayan, örümcek ağı gibi, elektrik direkleri üzerindeki tellerin yeraltına indirilmesi, şehir trafiğini rahatlatacak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Anbarcıoğlu, lütfen Genel Kurula teşekkür eder misiniz.

Mikrofonunuzu sadece teşekkür cümlesi için açıyorum; buyurun.

FARUK ANBARCIOĞLU (Devamla) - Şanlı ecdadımızın Bursa'yı fethettiği bu günde, Bursamızı ve ülkemizi bugünlere getiren tüm ülkemiz yöneticilerine teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Anbarcıoğlu.

Gündemdışı ikinci söz, Malatya'da meydana gelen ve meyveciliğimize büyük zarar veren don nedeniyle söz isteyen, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na aittir.

Sayın Aslanoğlu, buyurun.

Süreniz 5 dakika.

 2. - Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, Malatya'da kayısı üreticilerinin zararına yol açan don olayının yarattığı sorunlara ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; öncelikle, söz hakkını bana devrettiği için, bu duyarlılığı gösterdiği için, Iğdır Milletvekilimiz Sayın Dursun Akdemir'e teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, pazartesi gecesi Malatya'da büyük bir don olayı meydana gelmiştir. Bu don olayında 60 000 kişinin ekmeği yok oldu. Malatya'daki 60 000 kayısı üreticisinin tek bir kayısısı kalmadı. Bunun yıllık bedeli ise yaklaşık 250 000 000 dolar. 60 000 kişinin ekmeği gitti. Tabiî ki, bu, tabiî bir afet, Tanrı'dan geliyor.

Malatya ekonomisi tamamen kayısıya bağlı. Malatya'da her taşın altında, her ekonomik olayda kayısı vardır; çünkü, tek ürün, başka ürünümüz yoktur.

Bu insanlar, özellikle bu yıl yiyecek ekmek bulamayacaklar; kayısı, bu insanların tek ürünleri, tek geçim kaynakları. Ayrıca, Türkiye'de yetişen kayısının yüzde 90'ı Malatya'da yetişmektedir ve Türkiye'den ihraç edilen kayısının, yine, yüzde 90'ı Malatya kayısısı olarak ihraç edilmektedir. Yılda, yaklaşık, ülkemizin 150 000 000 dolarlık döviz girdisi ve Malatya insanının ekmeği tabiî bir afetle yok oldu. Bu, bir tabiî afettir; yani, deprem, sel de tabiî bir afettir; ama, bu don olayı da tüm ürünü yok etti ve bu da, Malatya için en büyük tabiî afettir.

Köylü son derece perişandır. Zaten, bugün bana en az 100 tane telefon geldi; insanlar ağlıyor "ekmeğimiz yok oldu" diyorlar. Borçları var; gübreyi borçla alıyorlar, benzini borçla alıyorlar ve hasat için marttan itibaren bahçeleri hazırlamaya başlıyorlar; ama, borçla alınan her şey yok olduğu için, bu sene ürün alınmayacak.

Tabiî, mesele, sadece 60 000 kayısı üreticisi değil; mesele, tüm Malatya ekonomisi; her şey kayısıya bağlı. Kayısı olmayınca, Malatya ekonomisinde dal kımıldamıyor; başka bir ürünümüz yoktur. Ben, buradan, tüm Malatya köylüsüne, tüm Malatya esnafına geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, Tanrı'dan bir daha böyle bir tabiî afet göstermemesini diliyorum; çünkü, ekmek, herkesin ekmeği.

Sayın milletvekilleri, biraz önce, ben, bu konuyu, burada, Sayın Başbakanımıza ve Sayın Tarım Bakanımıza ilettim. Tabiî, mutlaka, tabiî bir afettir; ama, Malatya çiftçisine, Malatya esnafına acaba alternatif ne çözümler bulabiliriz ve bu tabiî afetten Malatya en az nasıl zarar görür; ben, hükümetimizden, özellikle Malatya köylüsü adına yardım bekliyorum. Bu tabiî afetin bir depremden, bir selden farkı yok; ekmek yok oldu.

Sayın milletvekilleri, yaklaşık onbeş gün önce tüm kayısılar çiçek açmıştı, bembeyazdı Malatya, her tarafı bembeyazdı; sadece yüksek yerlerde yüzde 10'luk bir kayısı çiçek açmamıştı, bir tek onlar bu dondan zarar görmedi; onun dışında Malatya ekonomisinin yüzde 90'ı yok oldu. Ben, özellikle hükümetimizin bu konuda çok duyarlı davranacağını bilmek istiyorum ve Malatya köylüsünün sorununa öncelikle çözüm getirilmesini diliyorum.

Ben, tekrar, bu söz hakkını bana devrettiği için -Iğdır da bir kayısı yetiştiricisi ilimiz- Iğdır Milletvekilimiz Sayın Akdemir'e bir kez daha teşekkür ediyorum ve tüm Malatya halkına geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Gündemdışı üçüncü söz, Polis Haftası nedeniyle söz isteyen Eskişehir Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken'e aittir.

Sayın Tozçöken, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3. - Eskişehir Milletvekili Muharrem Tozçöken'in, Türk Polis Teşkilatının kuruluşunun 159 uncu yıldönümüne ve polis teşkilatının içinde bulunduğu sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

MUHARREM TOZÇÖKEN (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türk Polis Teşkilatının kuruluşunun 159 uncu yıldönümü münasebetiyle söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bir devletin aslî görevi ve devlet olmanın zorunlu şartlarından biri, kamu düzeninin korunması, bireylerin can ve mal güvenliğinin sağlanmasıdır. Bu bağlamda, güvenlik hizmetleri, diğer hizmetlerin önkoşuludur. İşte, vazgeçilmez olan bu hizmetleri, ülkemiz vatandaşlarının yüzde 80'ine Türk Polis Teşkilatı ifa etmektedir. Başka bir anlamda, polis, demokrasi ve hukukun, huzurun ve asayişin teminatıdır. Nitekim, bu anlayışı, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin polis hakkındaki bildirilerinde de görmekteyiz. 1979 yılı 690 sayılı Kararının 5 inci maddesinde şöyle denilmektedir: "Polisler, içinde görev yaptıkları toplumun maddî ve manevî aktif desteğinden yararlanmalıdır."

Bir başka kararında ise "polisin, içinde görev yaptığı çevre, meslekî, psikolojik ve maddî koşulları, birliği, tarafsızlığı ve onuru koruyacak nitelikte olmalıdır. Polisler adil bir ücret hakkına sahiptirler. Bu ücretin tespitinde tehlike ve sorumluluğun önemi, çalışma saatlerinin düzensizliği gibi özel faktörler dikkate alınmalıdır."

Avrupa ülkelerinde güvenlik mühendisi olarak da nitelendirilen polis, diğer memurlar gibi normal çalışma süresi kadar çalışmasına rağmen, en yüksek maaşı alan ve sosyal yaşamı en iyi durumda bulunan kamu görevlileri arasındadır. Ülkemizde ise, maalesef, Türk polisinin durumu gerçekten içler acısıdır. Şöyle ki: İşin gerekleri, iş riski, çalışma koşulları ve üstlenilen sorumluluk açısından polislik mesleğinin diğer devlet memurluklarıyla karşılaştırılması işin özüne aykırıdır; ancak, müsaade ederseniz, burada, yine de çok kısa bir karşılaştırma yapmak istiyorum.

Diğer devlet memurları haftada iki gün tatil yaparken, polisler sadece bir gün tatil yapabilmektedir. Yine, diğer devlet memurları, resmî tatil ve bayram günlerinde izin yaparken, polisler çalışmaktadır. Hatta, bazı bayramlarda diğer memurlar 9 gün tatil yaparken, polis yine çalışmaktadır. Aynı şekilde, bir memur günde 8 saat çalışırken, polis ise 12 saat çalışmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bakınız, 2003 yılında bir kamu görevlisi 249 gün ve 1 992 saat çalışırken, bir Emniyet Teşkilatı mensubunun  -bunun hemen hemen iki katına yakın çalıştığı gözlenmiştir- bir senede 1 764 saat fazla çalışması vardır. Bu işin çözümü, fazla mesaide, diğer memurlarda olduğu gibi, saat başı ücreti verilmesinden geçmektedir.

Kendisine ve ailesine hiç vakit ayıramayan, iş stresi ve çalışma koşullarının ağırlığından sosyal hayat kavramını unutan, çocuğunun yüzünü göremeyen polislerimiz, bir de ekonomik imkânsızlıklar eklenince, maalesef, birtakım psikolojik ve fizyolojik sağlık sorunlarıyla karşılaşmakta ve bu sorunlar bazen intiharlarla neticelenmektedir.

Yine, dikkat çekmek istediğim bir husus daha var; bu da, on yılda 309 emniyet mensubu intihar etmiştir. Yine, 1 783 kişi meslek hastalıklarından vefat etmiştir. 612 kişi görev malulü olmuş, 406 kişi görev esnasında vefat etmiş, 1 347 Emniyet Teşkilatı mensubumuz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Tozçöken, 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

MUHARREM TOZÇÖKEN (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Polis, gerçekten, zor şartlar altında görev yapmaktadır; ama "eşit işe eşit ücret" ilkesinden hareketle, bakın, bir jandarma assubay çavuşun ekgöstergesi 3 600 iken, aynı süre hizmeti bulunan polis memurunun ekgöstergesi 650'dir. Yine, bir jandarma assubay 27 milyar Türk Lirası emekli ikramiyesi alırken, bir polis 15 milyar almaktadır. Jandarma assubayı 812 000 000 Türk Lirası emekli maaşı alırken, bir polis 483 000 000 lira emekli maaşı almaktadır.

Ben, zamanın kısalığı dolayısıyla, burada arz etmek istediğim konuları yeterince arz edemedim; ancak, burada, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, tüm hükümet üyelerimizin ve milletvekillerimizin Polis Teşkilatıyla ilgili duyarlılıklarına teşekkür ediyorum. İnşallah, 22 nci Dönemde, inanıyorum ki, Polis Teşkilatıyla ilgili olarak çok güzel hizmetler ifa edilecektir.

Ben, bu duygularla, başta Sayın Başkanımıza ve milletvekillerimize huzurunuzda teşekkür ediyorum. Şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum. Polis Teşkilatının 159 uncu kuruluş yıldönümünün hayırlı olmasını diliyorum. Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tozçöken.

Sayın Tozçöken'in konuşmasına, İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap verecektir.

Sayın Bakan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Eskişehir Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken'in, "Polis Haftası" konulu gündemdışı konuşmasından dolayı huzurlarınızdayım; bu vesileyle, konuşmama başlamadan önce, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum.

Modern Türkiye Cumhuriyetine Osmanlıdan miras birkaç devlet kurumundan birinin de Türk Polis Teşkilatı olduğu malumlarınızdır. Emniyet Teşkilatımızın "polis" unvanıyla 10 Nisan 1845 tarihinde İstanbul'da faaliyete başladığında sahip olduğu imkân ve kabiliyetleri ile bugün geldiği nokta arasında önemli farklar bulunduğunu ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Türk Polis Teşkilatı, eğitilmiş insangücü, modern araç ve gereçleriyle ülkemizin yüzakı bir kuruluşu haline gelmiştir. Sayısı 200 000'i bulan Emniyet Teşkilatı, geldiği seviyeyi yeterli görmemekte ve çağın gereklerine uyum ve kendini yenileme konusunda arayışlar içerisinde olmaya devam etmektedir.

Ana gayesi ülkemizin huzur ve güvenliğini sağlamak olan Emniyet Teşkilatı, kesintisiz 24 saat hizmet üreten birkaç kamu kurumumuzdan birisidir. Bu ayırıcı vasfıyla, polisimiz, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılığı, insan haklarına saygıyı, demokratik parlamenter nizamı korumayı kendisine şiar edinmiştir. İşte, bu nedenlerle de, polisin eğitimine öncelik vererek, personeli Avrupa Birliği standartları seviyesinde yetiştirmeye gayret etmekteyiz; çünkü, biliyoruz ki, insan haklarına saygı ve demokrasi, 21 inci Yüzyılın en önemli siyasal mekanizmaları olarak insanlık tarihinde yerini alacaktır. Yine eminiz ki, bu değerleri, ancak, kaliteli ve hedefi olan bir eğitim yaklaşımıyla sağlayabiliriz.

Bizim öngördüğümüz yeni polis tipi, disiplinli, çalışkan, halkla ilişkilere önem veren, sorun çözücü, çağın gelişmelerini takip eden ve uyum gösteren, insan haklarına saygılı ve yardımperver kişilik yapısına sahip olacaktır. Bu çerçevede, alınması gereken bütün tedbirleri alıyor ve 21 inci Yüzyılın anlayışına uygun polis yetiştiriyoruz. Oluşturduğumuz eğitim altyapısıyla, bir yandan, polis kaynağını, polis meslek yüksekokullarına ve akademisine kaydırırken, öte yandan da, geçmişte Teşkilata alınan lise mezunlarına iki yıllık yükseköğrenim imkânı sağlıyoruz. Böylece, halkın huzuruna daha nitelikli bir polis imajıyla çıkmayı hedefliyoruz. İyi yetiştirilmiş personelin amaca uygun sevk ve idaresi için tedbirler geliştirmeyi de ihmal etmiyoruz.

Vatandaş odaklı kamu hizmeti anlayışıyla hazırladığımız "toplum destekli polislik projesi" bu tedbirler paketinin ilk aşamasıdır. Bu projeyle, halkla işbirliğini daha da güçlendirmeyi hedefliyoruz. Bu bakımdan,    polis-halk ilişkilerini karşılıklı olarak geliştirmek amacıyla, vatandaş taleplerini öne çıkaran bir yaklaşımla hareket ediyoruz. Suç ve suçlularla mücadelede vatandaşın desteğini alan, halkın polise karşı güven duygusunu geliştiren hizmet politikaları üretiyoruz. Bu şekilde, suçlulukla daha iyi mücadele edileceğine de inanıyoruz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, 58 ve 59 uncu cumhuriyet hükümetlerinin "işkenceye sıfır tolerans" sloganını önplanda tuttuğunu biliyorsunuz. Bu denli iddialı bir yaklaşımı ortaya koyarken, hükümetimizin güvenci, sağduyu sahibi ve iyi eğitilmiş polis gücünün varlığı  olmuştur.  Bir yandan insan hakları alanında mevzuat iyileştirmeleri yaparken, öbür yandan da polis, amir ve memurlarını süratle bu alanda eğitime tabi tuttuk. Polisimizin üzerinde yoğunlaşan stres sebeplerini araştırdık. Çalışma koşullarını iyileştirmek için önce idarî ve daha sonra da yasal tedbirler geliştirmek üzere çalışmalar yaptırdık ve yaptırmaya da devam ediyoruz.

Biraz önce değerli milletvekili arkadaşım Sayın Muharrem Tozçöken'in dile getirdiği konular üzerinde ciddiyetle çalışmaktayız ve bunlarla ilgili olarak, idarî tedbir anlamında da, ilk bakanlık görevime başlar başlamaz, il valiliklerine verdiğimiz talimatla, polisimizin çalışma süresinin haftada 40 saati aşmamasını istedik. Polislik mesleğinin doğasından kaynaklanan stres ortamını dağıtmak üzere spor, sanat ve diğer sosyal aktiviteler için uygun zaman ve zemin oluşturulmasını istedik.

Nihayet, hedefimiz olan 250 kişiye 1 polis oranının yakalanması için bir program dahilinde çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; polis mesleğinin sorunlarının altyapıyla düzeltileceğine inanıyoruz. Bu konulara ilişkin çalışmalarımız devam etmektedir. Bir bölüm yasa tasarısı Başbakanlığımıza, bir bölümü de Yüce Meclisimize sunulmuştur. İnanıyorum ki, Parlamentomuz, Emniyet Teşkilatı mensuplarının ve polis mesleğinin sorunları konusundaki tekliflerimize destek verecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Emniyet Teşkilatımız ülkemizin güzide bir kurumudur; Batı'ya açılan penceresidir; sahip olduğu donanımlarıyla, pek çok ülkeden meslektaşlarına eğitim verecek seviyeye gelmiş, kendisine gıptayla bakılan güzel bir yuvadır. Teşkilatın bugünkü başarısının yakalanması için emeğini esirgemeyen herkese ve bütün mensuplarımıza, huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum.

Bu vesileyle, özellikle temel amacımız olan vatanın bölünmez bütünlüğünün korunması ve yurtta emniyet ve asayişin sağlanması uğrunda canlarını feda eden aziz şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum, güzide Polis Teşkilatımızın kuruluşunun 159 uncu yıldönümünü kutluyorum ve bütün Emniyet Teşkilatı mensubu arkadaşlarımın gözlerinden öpüyorum.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Kıbrıs sorunuyla ilgili son gelişmeler hakkında Genel Kurula bilgi vermek üzere İçtüzüğün 59 uncu maddesine göre söz talebi vardır; gündeme geçmeden önce, bu talebi yerine getireceğim.

Sayın Bakanın açıklamasından sonra, istemleri halinde, siyasî parti gruplarına ve grubu bulunmayan milletvekillerinden birine söz vereceğim.

Konuşma süreleri, hükümet için 20, siyasî parti grupları için 10'ar, grubu bulunmayan milletvekilleri için 5 dakikadır.

Sayın Bakan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

4. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Kıbrıs konusunda gelinen noktaya, önümüzdeki sürece ve İsviçre'de yapılan görüşmeler ile Annan Planının aldığı son şekle ilişkin gündemdışı açıklaması ve CHP İstanbul Milletvekili Onur Öymen, AK Parti Adana Milletvekili Ömer Çelik'in grupları adına, Elazığ Milletvekili Mehmet Kemal Ağar'ın şahsı adına konuşmaları

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Hükümetim adına, Yüce Meclisin değerli üyeleri olan siz değerli milletvekillerini önce saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Kıbrıs konusunda gelinen nokta, önümüzdeki süreç ve İsviçre'de yapılan görüşmelerle ilgili ve Annan Planının aldığı son şekille ilgili olarak Yüce Meclisimize bilgi vermeyi bir görev addettim; bu sebeple huzurlarınızdayım.

İnanıyorum ki, böyle önemli, tarihî bir konuyu soğukkanlılıkla Meclisimizin değerlendirmesi, her türlü hamasetten uzak; ama, dikkatli ve titiz bir şekilde her şeyi değerlendirerek burada paylaşılması, hepimiz için tarihî bir sorumluluktur.

Bu çerçeve içerisinde, bugüne nasıl geldik ve niçin geldik; bunu önce sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, hükümet olduktan sonra şuna baktık: 1 Mayıs 2004 tarihinde, Kıbrıs Rum Devleti, bütün Ada'yı temsilen tek başına Avrupa Birliğine girmek üzere, tam üye olmak üzere. Bu süreci durdurmak mümkün değil; ama, bu sürecin nasıl başladığını da hepimizin çok iyi bilmesi gerekir. İlkönce, 1995 yılında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında Gümrük Birliği Anlaşması yapılırken, o zaman, Türkiye'nin gümrük birliğine girmesi karşılığında Rum kesiminin de Avrupa Birliğine tam üyelik sürecinin başlaması kabul edilmiştir. Dolayısıyla, Türkiye, o zamandan, bu gerçeği, Rum treninin istasyondan kalkış gerçeğini, Avrupa Birliğine doğru kalkış gerçeğini kabul etmiştir. O zaman biz iktidarda değildik; o zamanki iktidarda, Cumhuriyet Halk Partisi de koalisyon ortağı olarak vardı.

İkinci bir gerçek şudur...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Koalisyon ortağı değildi Sayın Gül; bir koalisyon protokolü yoktur, bir koalisyon ortaklığı söz konusu değildir. Cumhuriyet Halk Partisi, o gün işbaşında bulunan hükümetle hiçbir hukukî bağlantı içinde değildir.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Baykal, Cumhuriyet Halk Partisi o hükümetin içinde değil miydi? Dışişleri Bakanı kimdi? Bugün partinizden ayrılmış olabilir, bugün partiniz isim değiştirmiş olabilir; ama, partinizin... (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, konuşmanıza devam ediniz.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Gül, o, Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti değildir. Cumhuriyet Halk Partisi 30 Ekim 1995 tarihinde koalisyonu kurmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi, 1995 yılının 30 Ekim tarihinde koalisyon kurmuştur; seçime yönelik olarak kurmuştur. Bahsettiğiniz hükümet, Cumhuriyet Halk Partisiyle hükmî ya da fiilî hiçbir ilişkisi olmayan bir hükümettir.

BAŞKAN - Sayın Bakanım...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Karayalçın...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - SHP adına oradadır o.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - O zaman, bugünkü Cumhuriyet Halk Partisi... O günkü şartlar altında, o günkü olağanüstü dönem altında, Cumhuriyet Halk Partisinin o günkü devamının SHP olduğunu herkes biliyor.  (CHP sıralarından gürültüler)

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır, hayır...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hay hay, olabilir.

İkinci önemli...

DENİZ BAYKAL (Antalya)- Bakın, bu hatayı sık sık yapıyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Olabilir; itiraz ediyorsanız, olabilir.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - O ayrı bir hükmî şahsiyettir.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tamam, tamam...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır, biz değiliz... Bugünkü hükümetin Refah Partisiyle ilişkisini kabul etmiyorsunuz da, Cumhuriyet Halk Partisinin SHP'yle ilişkisini neden kabul ediyorsunuz?!

MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Siz de Saadet Partisinin devamısınız o zaman.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, lütfen, konuşmanıza devam eder misiniz.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ben, Refah Partisinde Genel Başkan Yardımcısı olduğumu, Fazilet Partisinde Genel Başkan Yardımcısı olduğumu, bunları hiçbir zaman inkâr etmedim ve o zaman yaptığım her şeyi de üstlendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Siz "hayır" diyorsanız, öyle kabul edelim Sayın Baykal. Tamam...

BAŞKAN - Sayın Bakanım, Genel Kurula hitap eder misiniz.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Ben dediğim için değil, gerçek olduğu için...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Gerçek öyleyse, tamam, hay hay...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Bakın, SHP ayrı bir partidir, şu anda da vardır, duruyor; şu anda da var; o zaman da ayrı bir partiydi. O zaman da Cumhuriyet Halk Partisi vardı; ama, Cumhuriyet Halk Partisi hükümette değildi, koalisyon protokolü yoktu, bir anlaşma yoktu. Ayrı bir parti, kendi başına SHP diye bir parti oradaydı.

BAŞKAN - Sayın Baykal...

Sayın Bakanım, lütfen devam ediniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, önemli olan nokta şudur: Türkiye'nin... Sayın Baykal'ın söylediklerinin doğru olduğunu kabul ediyorum...

MEHMET SEMERCİ (Aydın) - Ama, düzeltin konuşmanızı; Cumhuriyet Halk Partisi koalisyonda yoktu, Cumhuriyet Halk Partisi o zaman iktidarda yoktu...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tamam kardeşim, söyledim işte. Tamam, Sayın Baykal'ın söylediklerinin doğru olduğunu kabul ediyorum dedim.

MEHMET SEMERCİ (Aydın) - Siz söylediniz, siz düzeltin.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tamam, Sayın Karayalçın... Tamam, sizinle ilgili değildir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, yerinizden müdahale etmeyiniz.

Sayın Bakanım, buyurun.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - O gün, önemli olan, Türkiye Hükümeti, Rum treninin kalkışını onayladı.

İkinci önemli bir nokta ise, 1999 yılıdır. 1999 yılında da Sayın Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde, Helsinki'de, Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylığı kabul edilirken, yine Rum treninin Avrupa Birliğine doğru sürat alması, yine onaylandı. Ben bunları tarihî bir gerçek olarak ortaya koyuyorum.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Londra ve Zürih anlaşmaları?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ne alakası var?.!

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Ne ilgisi var?! Doğru dürüst bilgi verin.

BAŞKAN - Sayın Oral, lütfen, müdahale etmeyiniz...

DIŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Kardeşim, bak şimdi...

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - O zaman, Rum kesiminin Avrupa Birliğine girmesi uluslararası anlaşmalarla kabul edilmiş midir; edilmiştir...

BAŞKAN - Sayın Oral, lütfen..

Sayın Bakanım, Genel Kurula hitap ediniz.

Buyurun.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Biraz sonra onlara geleceğim... Dinleyeceksiniz...

Burada kararınızı verirken -tabiî herkes istediği kararı verecektir...

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Hayır, her şeyden bahsedin, herkes doğruyu bilsin.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) -  Türkiye Büyük Millet Meclisinde böyle bir uygulama yoktur. Ben hazırım karşılıklı soru cevaba, hiç çekinmem; ama, böyle bir uygulama yoktur ve bu Meclisin huzuruna yakışmaz, o açıdan... Yoksa, ben hazırım her türlü karşılıklı konuşmaya. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İkinci nokta, 1999 yılıdır. Dolayısıyla, 1995'te ve 1999 yılında Rum kesiminin Avrupa Birliğine tam üyeliği kabul edilmiştir ve o, süratle yol almaya başlamıştır; yıllar akmıştır ve bugüne gelinmiştir. Biz baktık, şöyle bir gerçekle karşı karşıya kaldık: Rum kesimi, Ada’yı temsilen tek başına Avrupa Birliğine girmek üzere. Bu treni durdurmak lazım; çünkü, Rum kesimi tek başına Ada'yı temsilen Avrupa Birliğine girdiğinde, bir, Türkiye açısından birçok zorluklar ortaya çıkacaktır; iki -ki, çok daha önemlisi- Kıbrıs Türkleri açısından çok daha sıkıntılı dönem başlayacaktır ve korkumuz şudur ki, bugün zaten arada büyük bir fark vardır, ileride Adayı temsilen tek başına Avrupa Birliğine giren Rum kesimi karşısında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin giderek çok zayıflayacağı kanaati bizde hasıl olmuştur. Bunun üzerine Hükümetimiz harekete geçmiştir. Önce Dışişleri Bakanlığımızda çalışmalar yapılmıştır. Devletimizin ilgili kurumlarıyla sıkı işbirliği içinde olunmuştur, Genelkurmay Başkanlığıyla, uzun, beraber çalışmalar yapılmıştır. Neticede, Sayın Başbakan, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine "müzakereleri tekrar başlat" diye çağrıda bulunmuştur. Davos'ta başbaşa görüştüklerinde bunu kendisine söylemiştir ve neticede, Genel Sekreter, New York'ta tarafları görüşmeye davet etmişlerdir. New York'taki görüşmeler tıkandığında, bu tıkanıklığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türk heyeti beraber aşmıştır. Sayın Denktaş'ın masaya koyduğu teklifle aşılmıştır ve şu karara varılmıştır: Müzakere Ada'ya taşınacak. Ada'da Rum tarafı ve Türk tarafı uğraşacak. Eğer bir neticeye varırlarsa ne güzel. Neticeye varamazlarsa, Türkiye ve Yunanistan dahil olacak. O da olmazsa, sonunda Genel Sekreter boşlukları dolduracak. Bu çerçeve içerisinde 19 Şubat-22 Mart tarihleri arasında Ada’da görüşmeler başlamıştır; ama, 15 görüşme yapılmıştır, buna karşılık, sadece ortak bayrak ve millî marşta anlaşma sağlanmıştır. Bunun ötesinde, Rum tarafının geri duruşu ve böyle bir neticeye neden olmuş, bir anlaşma, bir uzlaşma yanlısı olmayışı yüzünden Ada'da görüşmeler kopmuştur.

New York mutabakatı gereği, İsviçre'nin Lüzern Şehrinde 24 Martta tekrar görüşmeler başlamıştır. Buna, Türkiye ve Yunanistan da dahil olmuştur. Dolayısıyla, Türkiye'yi, benim Başkanlığımda bir heyet temsil etmiştir. Heyetimizde, Dışişleri Bakanlığımızın ve Genelkurmay Başkanlığımızın da temsilcisi bulunmuştur.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş İsviçre'ye gelmemişlerdir; ama, Başbakan Mehmet Ali Talat ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş'a tam yetki vermişlerdir. Ayrıca, kendisinin Müşteşarı olan Sayın Ergun Olgun da heyet içerisinde olmuştur ve Sayın Denktaş ile sürekli temas halinde olmuştur.

Bizim buradaki stratejimiz ve arzumuz şudur: Bir uzlaşmaya varmak, Annan Planı üzerinde değişiklikler yapmak. Bunun için, iki kesimliliğin daha kuvvetli hale getirilmesi, garantilerin pekiştirilmesi, Türk bölümü içerisine gelecek Rum sayısının azaltılması, eşitliğin kurumlar seviyesinde sağlanması ve haritanın düzleşmesidir; çünkü, Üçüncü Annan Planında harita girintili çıkıntılıydı.

Bu önceliklerle biz gittik ve burada çetin müzakereler olmuştur. Bu müzakerelerde heyetimiz gerçekten büyük bir gayret göstermiştir; Dışişleri Bakanlığının değerli diplomatları, Başbakanlığın, Genelkurmay Başkanlığının değerli temsilcileri, hukukçularımız müzakerelere gece gündüz katılmışlardır, Türkiye'nin ve Kıbrıs Türklerinin çıkarlarını canla başla savunmuşlardır. Azamî sonuç almak için diplomasinin bütün imkânları devreye sokulmuştur.

Zürih'ten önce, Türkiye şu hazırlığı yapmıştır: Birleşmiş Milletler nezdinde, Amerika Birleşik Devletleri nezdinde ve İngiltere nezdinde yoğun bir çalışma içerisine girmiştir ve tezlerini anlatmıştır ve bu tezlerin kabulünün sağlanması için onlardan da destek istemiştir. Görüşmelerde Rum tarafı, sonuna kadar uzlaşmaz bir tutum izlemiş, hiçbir zaman öncelikli bir liste vermemiş, sonuna kadar, masadan ayrılmak için imkânlar aramıştır. Türk tarafı olarak bizler ise, bir anlaşma ortaya çıkarabilmek için önceliklerimiz üzerinde yoğunlaşmış ve önceliklerimizi bütün dünyaya, Birleşmiş Milletlere ve bu işe yardım eden herkese sonuna kadar anlatmışızdır. Neticede, taraflar arasında bir uzlaşma olmamıştır. Rum tarafı son dakikaya kadar bu işin orada kalması için açık-gizli her türlü teklifi de yapmıştır. Açıkçası, Türkiye açısından orada işleri bırakmak, mümkün olabilirdi; ama, Kuzey Kıbrıs Türklerinin geleceğini düşündüğümüz için, müzakerelere devamın daha doğru olduğu kanaatine varılmıştır . Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine de, gizli tutulan bu öneri, sonunda yapılmıştır. Sayın Başbakan ve Karamanlis'le yapılan toplantılarda bu teklif resmen de dile getirilmiştir. Çünkü, Rumların bütün amacı, 1 Mayısta Avrupa Birliğine girmektir. 1 Mayısta Avrupa Birliğine tek başlarına girdikten sonra çok büyük bir nefes alacaklarına ve çok rahatlayacaklarına inanmışlardır. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk heyetleri olarak beraberce, müşterek olarak aldığımız kararla buna fırsat verilmemiştir.

Değerli arkadaşlar, neticede, Annan Planı üzerinde değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerle ortaya yeni bir "Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti" çıkmaktadır. Bunun bazı teknik özelliklerinin neler olduğunu sizlere burada aktarmak istiyorum. Buna göre, 1 Mayıs 2004 tarihinde yeni düzen yürürlüğe girdiği anda, devletin adı "Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti", hükümetin adı federal hükümet olacak, kurucu devletlerin adları Kıbrıs Türk Devleti ve Kıbrıs Rum Devleti olacaktır. Federal hükümetin anayasasına ilaveten kurucu devletlerin de ayrı ayrı anayasaları olacaktır. Planın önceki versiyonundaki geçiş dönemi, Kıbrıs'ın, 1 Mayıs 2004'te, fiilen Avrupa Birliği üyesi olacağı nedeniyle, iki aya indirilmiştir. Bu çerçevede önceki düzenlemeye göre ilk otuz ay, iki liderin eşbaşkanlığı üstlenmesi yerine, referandumların olumlu sonuçlanmasını takiben isimleri iki gün içinde taraflara bildirilecek olan kişiler, bu yapılamadığı takdirde, iki lider ilk iki ay içinde birer aylık rotasyonla eşbaşkan olacaklardır. Buna göre anlaşma yürürlüğe girdiği anda devlet başkanı fiilen bir Rum, Mayıs sonundan 1 Temmuza kadar ise bir Türk olacaktır.

Bu dönemde, bakanlar kurulu -referandumdan sonraki iki gün içinde isimleri taraflarca bildirilecek- 3 Rum ve 3 Türk'ten oluşacaktır. Rumlar, avrupa birliği, maliye, adalet ve içişleri; Türkler ise, ulaştırma ve tabiî kaynaklar, dışişleri, savunma ile ticaret ve ekonomi bakanlıklarını üstleneceklerdir. İki aylık bu dönemle, geçici federal parlamento da, iki kurucu devletin meclisleri tarafından atanacak 24 üyeden oluşacaktır.

13 Haziran günü Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yanı sıra federal parlamento ve kurucu devlet meclisleri için de seçimler yapılacak ve bunu takiben geçiş dönemi, 31 Haziran günü sona erecektir.

Yeni dönemde ise, federal devlet başkan ve başkan yardımcılığı ilk beş yıl boyunca onar aylık süreyle, beş yıldan sonra da yirmişer aylık süreyle rotasyona tabi tutulacaktır; bir Türk olacaktır, bir Rum olacaktır. Neticede, altıncı yıldan itibaren iki dönem Rum'a karşı, bir dönem Türk başkan olacaktır.

Başkan yardımcısı, Avrupa Birliği Konseyi toplantısına başkanla birlikte katılacaktır; AB zirve toplantılarına her ikisi bir gideceklerdir.

Başkanlık konseyi, beş yıllığına, 6'sı oy sahibi, 3'ü oy hakkı olmayan toplam 9 üyeden oluşacaktır.

Konsey, üyeleri arasında görev dağılımını kendi belirleyecektir.

2 üye, her biri ayrı kurucu devletten olmak kaydıyla, başkan ve başkan yardımcısı olarak tek listeden seçileceklerdir. Parlamento, ihtiyaç duyulması halinde, oy hakkı bulunmayan konsey üyelerinin sayısını, 1/3'ü Türk olmak kaydıyla, artırabilecektir.

Dışişleri bakanı ve Avrupa Birliği işlerinden sorumlu bakan, ayrı kurucu devletten olacaktır; dışişleri bakanı Türk olacaksa, AB bakanı Rum olacaktır.

Başkanlık Konseyi oydaşlaşmayla karar almaya çalışacak; bu mümkün olmadığı takdirde, basit çoğunlukta karar alınacak, ancak, en az 1 Türk üyenin olumlu oyu aranacaktır.

Ortak devletin yasama organı, senato ve temsilciler meclisinden oluşacaktır. Senato ve temsilciler meclisi başkanları aynı kurucu devlete mensup olmayacak, aynı kurucu devletten ardı ardına iki başkan seçilemeyecektir. Başkan ve başkan yardımcıları da ayrı kurucu devletlerden olacaklardır. Alt ve üst meclisler beşer yıl süreyle seçilecek 48 üyeden oluşacaktır.

Nispî temsil sistemiyle seçilecek temsilciler meclisinde en az 12 Türk milletvekili olacak, senato ise 24 Türk ve 24 Rum senatörden oluşacaktır.

Senato seçimleri toplumsal, yani, etnik bazda yapılacak ve böylece eşit üyelik sistemi garanti altına alınmış olacaktır.

Temsilciler meclisinde kararlar basit çoğunlukla alınacak, senatoda ise oylamaya katılan Türk üyelerin en az ¼'ünün olumlu oyu olmadan karar alınamayacaktır.

Kurucu devlet yetkilerini ilgilendiren ve deniz ve hava sahalarıyla ilgili uluslararası anlaşmaların onaylanmasında, vatandaşlık, göç, su kaynakları ve vergilerle ilgili yasalarda, federal bütçede, başkanlık konseyinin seçiminde ve özel çoğunluk gerektiren diğer konularda ise oturuma katılan Türk üyelerin asgarî 2/5 oyu aranacaktır. Kararların yürürlüğe girebilmesi için hem temsilciler meclisinde hem senatoda kabul edilmesi gerekmektedir.

Federal kurumların da anlaşma yürürlüğe girdiği andan itibaren işler durumda bulunması ve iki aylık bir geçiş dönemine tabi olması öngörülmektedir. Bu çerçevede, başlıca kurumlar olarak, yüksek mahkeme, başsavcılık, Kıbrıs merkez bankası, sayıştay öngörülmektedir.

Yüksek mahkeme, başkanlık konseyi tarafından, her bir kurucu devletten bir kez için dokuz yıl süreyle 6'şar hâkim ve 3 yabancı üye olmak üzere toplam 15 hâkimden oluşacaktır.

Yüksek mahkeme, aynı zamanda, hem anayasa mahkemesi hem aslî federal yargı mahkemesi olacaktır. Burada, Türk ve Rum hâkim sayısı eşit olacak. Yabancı hâkimlerin listesi daha önce Dışişleri Bakanlığımıza verilmiştir ve onların içerisinden elenen isimler olmuştur, adil davranacağına kanaat getirdiğimiz isimler olmuştur ve bir liste onaylanmıştır; dolayısıyla, o listeden olacaktır.

Kıbrıs merkez bankası, federal hükümet organlarından bağımsız olacaktır. Bankanın, başkanı, başkan yardımcısı, idare kurulu ve para politikaları komitesi bulunacaktır. yedi yıllık süre için atanacak başkan ve başkan yardımcısı, aynı kurucu devletten olamayacaktır. Diğer üyeleri beş yıl süreyle atanacak idare kurulu ise, 2 Kıbrıslı Türk, 2 Kıbrıslı Rum ve 1 yabancı üyeden oluşacaktır. Para politikaları komitesi ise, yedi yıl görev yapacaktır. Kararlar oyçokluğuyla alınacak, dolayısıyla, yabancı üyenin oyu belirleyici olabilecektir. Aynı şekilde, sayıştayda da aynı düzen olacaktır.

Plana göre, federal hükümet, aşağıda belirlenen yasama ve yürütme erklerini egemence kullanacaktır: Uluslararası anlaşmaların aktedilmesi ve savunma politikasının belirlenmesi dahil, dış ilişkiler, Avrupa Birliğiyle ilişkiler, para basımı, para politikası ve bankacılık düzenlemesi, bütçe ve tüm dolaylı vergiler dahil federal malî işler ve federal ekonomi ve ticaret politikası, su kaynakları da dahil olmak üzere doğal kaynaklar, meteoroloji, havacılık, uluslararası denizcilik ve birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin kıta sahanlığı ve karasuları, iletişim, Kıbrıs vatandaşlığı ve muhaceret, terörizmle mücadele, genel ve özel aflar, fikrî haklar, eski eserler.

Ortak devlete devredilmeyen yetkilerin tümü, kurucu devletlerde kalacaktır ve kurucu devletler, bu yetkileri hükümranca kullanabileceklerdir. Kurucu devletler, yetkileri içinde yer alan turizm, çevre koruma, balıkçılık, tarım, spor, eğitim, ulaştırma, sağlık gibi konularda federal hükümetle uyum sağlanmasından sorumlu olacaklardır. Planın son versiyonunda, tarım ve balıkçılık, münhasıran kurucu devlet yetkileri arasına alınmıştır. Kurucu devletler, kendi bölgelerindeki havaalanlarını ve limanları da kontrol edebilecekler, mülkiyetlerine sahip olabileceklerdir.

Ayrıca, kurucu devletler, kültürel ve ticarî konulara ilaveten, ekonomik yatırım ve malî yardım konularında da uluslararası anlaşmalar imzalayabileceklerdir; yani, Kıbrıs Türk Devleti, federal devletten bağımsız olarak, isterse Türkiye'yle, her türlü ekonomik, ticarî, yatırım ve kültürel anlaşmalar yapabilecektir.

İki tarafın önceden imzalamış oldukları uluslararası anlaşmalar, bir liste dahilinde, geçerli olmayı sürdürecektir. Rum tarafının ve Türk tarafının da Türkiye'yle yapmış olduğu 57 anlaşma kabul edilmiş ve eklere girmiştir.

Kurucu devletlerin halihazırdaki kurumları, anlaşma yürürlüğe girdiğinde, kendilerini, yeni düzene ve yeni anayasalarına uyarlamış olacaklardır. Kurucu devletlerin yasalarının uyumunun kontrolü için, federal yüksek mahkeme yetkili kılınmıştır. Tabiatıyla bakanlıklar ve diğer icracı kuruluşlar, kurucu devletin yetki alanlarına göre, yeniden organize edilecektir. Kurucu devletlerin başkan veya başkanlıkları, ilk on yıl, oy hakkı olmaksızın, bakanlık konseyi çalışmalarına davet edilebileceklerdir.

Kurucu devletlerin, ayrıca, kendi bayrakları ve marşları olacaktır. Bunun yanı sıra, birleşik Kıbrıs cumhuriyeti ve AB bayrakları da olacaktır.

Referanduma sunulacak yeni kuruluş anlaşması 163 sayfa olup, yasaları ve anlaşmaları içeren ekleriyle birlikte, metin yaklaşık 9 000 sayfayı tutmaktadır. Bunlar, kuruluş anlaşmasını oluşturan ana maddeler, anayasa, anayasal nitelikteki yasalar, federal yasalar, federal hükümet ve kurucu devletler arasındaki işbirliği anlaşmaları, birleşik Kıbrıs cumhuriyetini bağlayıcı uluslararası anlaşmalar, toprak düzenlemeleri, mülkiyet, uzlaşı komisyonu ve yeni düzenin yürürlüğe girişi olmak üzere 9 ana bölümden oluşmaktadır. 163 sayfalık ana metnin dışındaki bu yasalar teknik komiteler tarafından gözden geçirilmiştir; gerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki gerek bizim komitelerimiz... Bunlar, genellikle uyum yasalarıdır, Avrupa Birliğine uyum yasaları şeklindedir; ama, eğer, bunların, anayasaya, esas metne olan aykırı tarafları varsa, bunlar, ona göre düzeltilecektir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Planın son hali itibariyle bazı kayda değer hususları ve yapılan son değişiklikleri de şöyle özetlemek mümkündür: Toprak düzenlemeleri itibariyle, Annan Planının üçüncü versiyonunun ekindeki harita aynen kalmıştır. Toprak devri, üçüncü ayın sonundan itibaren, ara bölge ve meskûn olmayan yerlerden başlamak üzere, altı aşamalı bir takvim çerçevesinde gerçekleşmektedir. Söz konusu takvim, planın son versiyonunda, yirmidokuz aydan kırkiki aya çıkarılmıştır. Bu süre uzatımı, esas itibariyle, önceki takvime ilaveten Türk tarafınca aşamalı olarak boşaltılacak toprakların belirli sürelerle Birleşmiş Milletlerin yönetiminde kalacak olmasından kaynaklanmaktadır. Hukuken ilk günden itibaren Rum tarafına terk edilmiş olacak toprakların yönetimi, söz konusu takvim uyarınca geçici bir süreyle fiilen Kıbrıs Türk Devletinde olacaktır. Birinci yılın sonuna kadar terk edilecek topraklar, Birleşmiş Milletler tarafından belirlenecek takvime göre Rum tarafına devredilecektir. Buna göre anlaşma yürürlüğe girdikten yüzdört gün sonra ara bölgeye ilaveten kapalı Maraş ve Erenköy, ondan üç ay sonra da Düzce ve Taşköy Rumlara verilecektir. Yıl sonuna kadar Rumlara terk edilecek bölgeler bundan ibarettir.

Burada, halen yaşamakta olan Türk sayısı 75 kişidir. Birinci yıldan sonra ise önceki takvime ilaveten terk edilecek topraklar, Rum yönetimine geçmeden önce üç ilâ on aylık sürelerle Birleşmiş Milletler gözetimine devredilecektir. Haritada Türk tarafına yüzde 29,2 oranında toprak kalmaktadır. Buna mukabil Türk tarafı, Ada'nın kıyı şeritlerinin yüzde 52'sine sahip olmaktadır. Rumlara verilecek topraklarda yaklaşık 58 000 Kıbrıs Türkü yaşamaktadır, bu insanların kırkiki aylık takvim çerçevesinde aşamalar halinde bu bölgeleri terk ederek Kıbrıs Türk Kurucu Devleti kalıcı topraklarına göç etmeleri gerekmektedir, şayet arzu ederlerse.

Bu konuyu, bu mülk konusunu biraz daha açıklamak istiyorum. Annan Planının mülkiyet ve ikamete ilişkin bölümlerine bakıldığında, bunun esasen bir göç veya yeniden iskân planı değil, mülkiyet iadesi planı olduğu görülecektir; yani, 1974 öncesi yer değiştiren Türklerin güneydeki mallarının mülkiyetine, Rumların ise kuzeydeki mallarının mülkiyetine belirli koşullar ve süreler çerçevesinde yeniden sahip olmalarına imkân sağlamaktadır. Mülkiyet iadesi programı, beraberinde zorunlu bir iskân veya ikamet değişikliğini getirmemektedir. Dolayısıyla, takriben üçbuçuk yıl içinde, kademeli olarak boşaltılacak topraklarda yaşayan Türklerin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarının, derhal ve toplu bir göçü veya yeniden iskânı, Planda zorunlu tutulmamaktadır. Bunlar, arzu ve tercih ederlerse, söz konusu köy veya kasabalardaki kendi evlerinde yaşamaya devam edebileceklerdir veya buralarda konut satın alabilecek, kiralayabilecek veya boşalttıkları bir konut karşılığı alternatif konut talebinde bulunabileceklerdir. Kıbrıs Türk Devleti topraklarında ikamet etmeyi tercih etmeleri halinde, buralarda, alternatif konut taleplerinde bulunabileceklerdir. Her halükârda, alternatif konut temin edilmeden, hiç kimsenin yer değiştirmesi söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla, zorunlu bir göç söz konusu değildir; yerinden ayrılacak kişilere, muhakkak, bir yer gösterilecektir.

Ancak, bütün bunlara rağmen, bizim, tabiatıyla, her ihtimali ve azamî sayıları dikkate alarak hareket etmemiz gerekir, herkesin yerini terk edeceğini düşünmemiz gerekir, tahliye edilecek topraklarda yaşayan Kıbrıslı Türklerin tamamının Kıbrıs Türk Devleti tarafına geçebilecekleri ihtimaline göre hazırlıklarımızı yapmamız gerekir.

Ayrıca, Planın, Kıbrıslı Rumların kurucu Türk Devleti topraklarındaki gayrimenkullerine yeniden sahip olmalarıyla ilgili düzenlemeleri de İsviçre'de tadilata uğratılmıştır.

Kıbrıs Türk heyetinin titizlikle yaptığı çalışmalar ve Lefkoşa'dan alınan onayla, sistem, daha uygun hale getirilmiştir. Buna göre de, halen Rumlara ait gayrimenkullerde oturan Kıbrıslı Türklerin, bu konutları satın alabilmeleri, güneyde terk ettikleri konutlarıyla değiştirmeleri veya kiralayabilmeleri mümkün olacaktır. Esasen, gayrimenkullerin iadesi, asgarî beş yıl sonra başlayacaktır. Bu, uzun bir sürecin ve koşulların tamamlanmasından sonra gerçekleşecektir.

Esasen, Planda da, bu şekilde yer değiştirecek kişilerle ilgili her türlü hazırlık ve güvence, malî ve ekonomik yardım mekanizmaları öngörülmektedir. Gerekli ödeneklerin Kıbrıs bütçesine konulması hususu anlaşmaya girmiştir. Bu konuda uluslararası taahhütler de alınmıştır. Önümüzdeki günlerde bir donörler toplantısı yapılacaktır; ama, şunu bilmemiz gerekir ki, sonunda, esas iş yine Türkiye'ye ait olacaktır.

Ayrıca, 100 000 Rum'un Türk tarafına geçeceğinden söz ediliyor; bu doğru değildir. Rumlar, sadece, mallarının mülkiyetini, belirli süre ve koşullarda elde edeceklerdir. Rumların Türk tarafında ikâmet hakkı 5 yıl sonra başlayacaktır. Bunların sayısı da, 6 ncı ve 9 uncu yıllar arasında, takriben 13 000 -yani, nüfusun yüzde 6'sı- 10 uncu ve 14 üncü yıllar arasında, takriben 26 000 olacaktır. Bundan sonra, 20 nci yılda veya Türkiye AB'ye girene kadar, bu sayı, azamî -eğer yüzde 18'lik kontenjanın hepsini kullanırlarsa- 39 000 olacaktır. Biz bunu böyle bilelim, hepsinin geleceğini varsayalım; ama, şu bir gerçektir ki, birçok kişi gelmeyi tercih etmeyecektir. Bu sayılar, azamî sayılardır. Bütün bu insanların güneydeki işlerini, evlerini bırakıp topluca kuzeye geleceklerini düşünmek... Bu biraz zordur; ama, biz, yine, hepsinin geleceğini varsayarak, maksimum olarak düşünmemiz gerekir.

Bütün bunlara rağmen, tabiî ki, Türkiye'nin de Avrupa Birliğine tam üyeliği gerçekleştikten sonra, oradaki Türk-Rum sayısı, hiçbir zaman 2/3 oranını değiştirmeyecektir.

Değerli arkadaşlar, burada, mülkiyete geri dönüş kapsamında, Rumların, Türk tarafında, geri dönecekleri mal ve mülkün oranı, önceki Planda, köy ve belediyeler için -yani, değiştirilmeden önce-  yüzde 20, Kıbrıs Türk Devleti genelinde yüzde 10 iken, Kıbrıs Türk tarafınca getirilen bir öneri çerçevesinde, demin söylediğim gibi, her Rum'un kuzeydeki eski mülkünün 1/3'üne sahip olması yönündedir. İzahını biraz önce yaptım. Geri kalan 2/3'ü ise, tazminatlı alacaklardır. Ancak, Karpaz bölgesindeki Dip Karpaz, Yeni Erenköy, Sipahi ve Adaçay köylerinin eski Rum sakinlerinin herhangi bir sınırlama olmadan eski mülklerine dönmeleri hususu, Birleşmiş Milletler tarafından, eski Planda yer aldığı üzere, muhafaza edilmiştir.

Bizim için çok önemli olan bir konu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesiyle ilgili konuydu. Rumların kuzeyde bıraktıkları topraklar için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açtıkları ve açacakları davalara ilişkin olarak ise, çözümden sonra, sorumluluğun birleşik Kıbrıs cumhuriyetine geçmesine ilişkin hükümler Plana derc edilmiştir. Eşbaşkanlar tarafından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanına ve Avrupa Konseyine bildirilmesi öngörülen bu konudaki mevcut ve müstakbel tüm davaların birleşik Kıbrıs cumhuriyeti tarafından üstlenileceğine ilişkin mektuplar da Plana eklenmiştir. Söz konusu mektuplarda eşbaşkanlar, kurucu anlaşmayla kurulan yeni düzende yerlerinden olacak mağdurlar için tüm iç düzenlemelerin ve yasal yolların öngörüldüğünü belirtmekte, dolayısıyla, bu hususta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde devam eden tüm davaların düşürülmesini talep etmektedirler.

Sizin de bildiğiniz gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, aleyhimizde, 4 000 civarında dava vardır.  Bu dosyaların hepsi düşecektir ve Kıbrıs'a gidecektir. Böylece, Türk ve Rum tarafların yeni devletin kuruluşunda mülkiyetle ilgili her türlü ihtilafın öncelikle içhukukta çözümlenmesi yönünde ortak bir iradeye sahip oldukları ortaya konulmuştur. Bu, bizim en önem verdiğimiz konulardan biriydi. Bildiğiniz gibi, daha önce bir Loizidiu davası vardı. Buna benzer 4 000'e yakın davanın aleyhimizde neticelenmesi karşısında, bunların muhatabı Türkiye olacaktı. Şimdi, bunlar birleşik Kıbrıs cumhuriyetine gitmiştir. Mal, mülk mübadelesiyle ilgili bütün bu konular, orada kurulan mekanizmalarla asgarî düzeye indirilecek ve çözülecektir.

Değerli arkadaşlar, bu Planda çok önem  verdiğimiz başka bir nokta da şuydu: Bildiğiniz gibi, Barış Harekâtından sonra, Türkiye'den Kıbrıs'a giden ve yerleşen vatandaşlarımız vardı. Bu vatandaşlarımızın sayısı 40 000 olarak düşünülmüştür; daha önceki Planda, Üçüncü Annan Planında 33 000 seviyesindeydi. Bu, müzakereler neticesinde, 45 000'e çıkmıştır. Türkiye asıllı ve daha sonra Kıbrıs'a gidip yerleşen 45 000 Türk vatandaşı da Kıbrıs vatandaşı olacaktır; dolayısıyla, eğer onaylanırsa, neticede Avrupa Birliği vatandaşı olacaklardır. Dolayısıyla, bu, bizim en önem verdiğimiz bir konu idi.

Bunun dışında, son dönemlerde, Kıbrıs'a, geçici süreler için giden ve orada çalışmak için giden bazı Türk vatandaşları vardır. Bunlarla ilgili bazı özel statüler getirilmiştir; ama, tabiî, bunlar vatandaş olmamıştır.

Kıbrıs Türk Devletinde ve Kıbrıs Rum Devletinde ikamet izni verilecek Türk ve Yunan vatandaşlarının miktarı, her iki kurucu devletin nüfusunun yüzde 10'unu geçmeyecektir. Buna göre, anlaşma yürürlüğe girdiğinde, Türk vatandaşlarının kuzeydeki sayısı yaklaşık 20 000'i, Yunan vatandaşlarının güneydeki sayısı yaklaşık 70 000'i geçmeyecek, daha sonra bu oran yüzde 5 olacaktır. Üniversite öğrencileri ve öğretim üyeleri bu oranın dışında kalacaktır. Dolayısıyla, Kıbrıs Türk Devletindeki üniversiteler çok önemlidir, bu üniversitelerin önü kesilmeyecektir, bu üniversitelere Türkiye'den öğrenci gitmesi mümkün olacaktır.

Yine, bizim ısrarımız üzerine, Planın son versiyonuna, anlaşmadan ondokuz yıl sonra ya da Türkiye AB'ye girdikten sonra bu düzenlemelerin tamamen ortadan kalkacağı da eklenmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu Planın en önemli başka yanlarından birisi, bizim gitmeden önce önem verdiğimiz yanlardan birisi -demin söylediğim gibi- garantilerle ilgili konudur. Önce, Ada askerden arındırılacaktır. Mevcut Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk kuvvetleri, belirlenen ve asker çekilme sürelerini de gözeten bir plan dahilinde lağvedilmektedir. Kurucu devletlerin sadece polisi olacaktır. Planda, nüfusa göre hesaplanan polis sayısı, mevcut durumda, kuzey için yaklaşık 1 900, güney için yaklaşık 4 900 olmaktadır. Federal polis ise, eşit sayıda Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumdan oluşacaktır; federal devletin polisi eşit sayıda oluşacaktır.

Annan Planı, garanti ve ittifak anlaşmalarının, Ada'da kurulan yeni düzeni dikkate alarak, aynen devam etmesini amirdir. Dolayısıyla, değerli arkadaşımın biraz önce söylediği Zürih ve Londra Anlaşmaları, bu Plana aynen geçmiştir, hiçbir değişikliğe uğramadan, aynen geçmiştir. O zaman 1960 Anayasasının garantörü idiler, şimdi ise bu Planla ortaya çıkan -deminden beri anlattığım ve biraz sonra anlatacağım- yeni devletin garantörü olarak devam edeceklerdir; ama, garantörlük, aynen devam etmektedir. Garantör ülkeler, sadece birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin değil, sadece federasyonun değil, aynı zamanda kurucu devletlerin de toprak bütünlüklerini, güvenliklerini ve anayasal düzenlerini de garanti edeceklerdir. Rum - Yunan tarafı, buna, görüşmelerde şiddetle karşı çıkmıştır. Son dakikaya kadar müzakere ettiğimiz ve son dakikaya kadar ısrarcı olduğumuz konulardan biri bu olmuştur. Rum tarafı "tamam, garantörlük, federe devlet için devam etsin; ama, Türkiye Kıbrıs Türk Devletinin, Yunanistan da Kıbrıs Rum Devletinin garantörü olarak devam etsin" demişlerdir.  Biz, burada, kesenkes bir adım geri atmadık; çünkü, kırkdört yıllık anlaşmanın bir taraftan zedelenmesi -görünürde, belki, iyi bile olabilir- ileride başka aşınmalara yol açacağı için, o ihtimali gördüğümüz için, bu konuda kesinlikle taviz vermeyeceğimiz hususunda sonuna kadar ısrar ettik.

İttifak anlaşması uyarınca, Kıbrıs Türk Devletinde konuşlandırılabilecek Türk ve Kıbrıs Rum Devletinde konuşlandırılabilecek Yunan birliklerinin sayısı 2011 yılına kadar 6 000; 2018 yılına veya Türkiye'nin AB üyeliğine kadar 3 000 olacaktır. Planın önceki versiyonunda Türkiye, AB üyesi olduktan sonra "bir AB ülkesi, başka bir AB ülkesinde asker bulunduramaz, böyle bir düzenleme Avrupa Birliğinde yoktur" diye geri çekiliyordu ve Türkiye, AB'ye tam üye olduktan sonra Ada'da hiç asker bulundurmayacaktı. Biz, yine, daha önceki anlaşmaların gereği bunda çok ısrarcı olduk ve 650 Türk askerinin -1960'ta da öyleydi- Türkiye "çekiyorum" diyene kadar, Türkiye "çekiyorum" demediği süre içerisinde ilelebet Ada'da olmasında ısrarcı olduk. Son ana kadar bizim ısrarımız oldu, Rum tarafının da tersinden ısrarı oldu; ama, neticede bizim dediğimiz oldu. Her üç yılda bir, Türk ve Yunan tarafı bir araya gelerek, devam edelim mi, çekelim mi diye görüşecekler; eğer, ittifakla, çekelim derlerse, o zaman çekilecek. Dolayısıyla, burada, Türkiye'nin bu garantisi de aynen devam etmiştir; Türk askeri, Ada'da, Türkiye istediği takdirde, ilelebet duracaktır.

Asker sayısında 6 000'e ulaşılabilmesi için, çekilmenin yüzde 20'lik ilk aşaması Ocak 2005'te tamamlanmak üzere, yirmidokuz aylık bir geri çekilme takvimi öngörülmektedir.

Değerli arkadaşlar, hepimizin çok üstünde durduğu başka bir konu da, birincil hukuk meselesidir. Bu konu hakkında da şu açıklamayı yapmak istiyorum size; gelinen nokta şudur... Sizinle her şeyi açık açık paylaşıyorum burada; çünkü -sonunda söyleyeceğim- bu Planın artıları da vardır, eksileri de vardır; hepimiz, tercihimizi yaparken, bütün bunları bilerek yapacağız.

AB birincil hukuku meselesine gelince; anlaşmanın hukukî güvenliği konusu, başından itibaren üzerinde durduğumuz bir husus olmuştur. Bu, şu anlama gelmektedir: Bir dava açılması halinde, Avrupa Adalet Divanının, bu anlaşmanın Avrupa Birliğinin mülkiyet ve dolaşım hakkıyla ilgili temel ilkelerini ihlal ettiğine karar vermesinin önlenmesi gerekmektedir. Planın ilk taslağında yer alan istisna hükümleri, yani derogasyonlar, kalıcı karakter arz etmekteydi üçüncü Planda. Biz, İsviçre'ye, Luzern'e gitmeden önce, elimizde olan Planda, bütün bu istisnalar kalıcıydı. Dolayısıyla, bunların hukukî güvenliği için, AB birincil mevzuatının parçası haline gelmesi acil bir nitelik kazanmaktaydı; bizim için o zaman acildi. Bunlar, esasen iki maddedir: Birincisi, Kıbrıs Türk Devletinin kendi topraklarında mülkiyet alımını isterse kısıtlaması; ikincisi, kurucu devletlerin topraklarında, diğer kurucu devlet vatandaşlarının ikamet oranının düzenlenmesi.

Avrupa hukukunda, kalıcı derogasyonları asgarîye indirme eğilimi olduğu dikkate alınarak ve bütün tarafların mutabakatıyla bu derogasyonlar muhafaza edilmiş; ancak, geçici hale getirilmiştir, İsviçre'de yapılan çalışmalarla. Bu geçicilik, Avrupa hukukunda geçerli olan ekonomik seviyenin eşitlenmesi ve etnik kültürel kimliğin korunması ilkelerine dayandırılmıştır. Böylece, bu uygulamanın, mülkiyet ve ikamet özgürlüğünü ancak geçici olarak ve geçerli sebeplerle sınırladığı söylenebilecektir. Ayrıca, paralel bir ölçüt olarak, bunların, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğine kadar geçerli olacağı hükmü getirilmiştir. Derogasyonların geçici hale gelmesiyle, bunların birincil hukuk sayılması acil bir ihtiyaç olmaktan, Üçüncü Annan Planına göre, şimdi çıkmıştır.

AB Komisyonu, birincil ve ikincil mevzuat arasında bir statüde bulunan uyarlama senedi yöntemini, uyarlamayı AB Konseyine sunmayı resmen taahhüt etmiş bulunmaktadır. Komisyon, bu konudaki süreci 7 Nisan günü başlatacaktır. Uyarlama senediyle, Avrupa Birliği, Kıbrıs'ın AB'ye girişiyle ilgili olarak geçen yıl onaylanmış olan Katılım Anlaşması ekindeki Onuncu Protokolün 4 üncü maddesine dayanarak kendisini yeni anlaşmaya uyarlamış olacaktır. Katılım Anlaşması, esasen, birincil mevzuat niteliği taşımaktadır. Buna dayanarak hazırlanan uyarlama senedi bütün üye ülkelerce imzalanacak ve parlamentolarınca onaylanacaktır. Dolayısıyla, son derece güçlü bir belge haline gelecektir. Uluslararası hukukçulardan aldığımız mütalaalar bunu teyit etmektedir. Ayrıca, anlaşma, Birleşmiş Milletlere tevdi edilerek tescil edilecektir. Güvenlik Konseyinin bir kararıyla onaylanacaktır. Böylece, uluslararası hukukun bir parçası haline gelmiş olacaktır. Bütün bu tedbirler, anlaşmanın hukukî güvenliğini daha kuvvetli hale getirmektedir. Buna rağmen, hukukî güvenliği daha da pekiştirmek ve en küçük bir kuşkuya dahi yer bırakmamak amacıyla ilave taleplerde bulunduk. Bu anlaşmanın birincil mevzuat haline gelmesinde ısrar ettik.

Değerli arkadaşlar, aslında, bu, mümkündü. Şöyle mümkündü: Avrupa Birliği de bu hazırlığı yapmıştı. Eğer, daha önce, biz, bu Planı, şimdi, şu son geçen aylarda yaptığımız gibi, müzakere etseydik, bugün aldıklarımızı alsaydık, Avrupa Birliğinin 15 üye ülkesi, bunu parlamentolarından 1 Mayıstan önce geçirecekti; ama, şu anda, 1 Mayısa kadar bunun teknik olarak geçmesi mümkün değildir. O bakımdan, bizim ısrarımız şudur: Evet, birinci hukukî zırh alındıktan sonra, ikinci hukukî zırhın da sürecinin başlatılmasıdır; bunda ısrarcıyız. Bununla ilgili metne, anlaşmaya, şu metin, aynen, şu şekilde konulmuştur; aynen okuyorum: "Avrupa Birliği Komisyonu, birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin Avrupa Birliğine katılım koşullarını içeren ekli uyum senedini her iki tarafta ayrı ayrı ve aynı anda yapılacak referandumlardan sonra, ancak 24 Nisandan önce değerlendirmek üzere ve 1 Mayıs 2004 tarihinden önce onaylanmak üzere, Avrupa Birliği Konseyine sunmayı taahhüt eder. Bundan öteye, Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa Birliği hukuk sistemi içinde bütün taraflara birincil hukukun oluşturulmasıyla sonuçlanacak ve hukukî kesinlik ve güvenlik sağlayacak nihaî bir sonucu gecikmeksizin ortaya çıkarmayı taahhüt eder."

Değerli milletvekilleri...

BAŞKAN - Sayın Bakanım, konuşmanızı toparlar mısınız.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade ederseniz, bazı önemli unsurlar da var. Bunlar, belki, kayda geçmesi açısından önemlidir. Eğer değerli arkadaşlarımın da müsaadesi olursa...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Tabiî... Tabiî...

CANAN ARITMAN (İzmir) - Tabiî...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Devam edilsin; bunlar çok önemli.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Aynı şekilde, muhalefet de, belki, görüşlerini geniş bir şekilde anlatabilir.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, şimdi, bütün bunlardan sonra yaptığımız çalışmayla, bu Annan Planıyla, bu son şekliyle -beşinci şeklidir bu- ne alınıyor; yani, bize neler alınabiliyor, bunları, biz, şöyle bir özetledik. Bunları, sizlerle paylaşmak istiyorum. Önce, iki kesimlilikle ilgili neler olmuştur.

Yeni ortaklığın iki kesimli olacağı açıkça ortaya konulmuştur; iki tarafın birbirinin ayrı kimliğini ve bütünlüğünü tanıması ortaya konulmuştur, kabul edilmiştir.

Tarafların, birbirlerinin kültürel, dinî, siyasî, sosyal ve dil kimliklerine saygı gösterecekleri açıkça yazılmıştır. Bir tarafın diğeri üzerinde hâkimiyet kurması reddedilmiştir; bir tarafın diğeri üzerinde otorite ve yetki iddia edemeyeceği açıkça yazılmıştır. Aslında, bildiğiniz gibi, biz, egemenlik üzerinde çok ısrar ettik, egemenliği almayı çok istiyorduk; çünkü, tam egemenlik, ileride bağımsızlık yolu da olurdu; ama, birleşik Kıbrıs devletini devam ettirmek Planın ana gayesi olduğu için, bu egemenlik tam olarak alınamamıştır; ama, burada şu olmuştur: Rum tarafının dünyaca tanınmış olan egemenliği de geri alınmıştır. Yani, Türk tarafı, Rum tarafı üzerinde bir otorite ve yetki kullanamayacaktır; Rum tarafı da, Türk tarafı üzerinde bir yetki, baskı ve otorite kullanamayacaktır. Dolayısıyla, tersinden böyle bir durum ortaya çıkmıştır.

Kurucu devletlerin kendi anayasaları olacaktır. İki kesimliliğin gereği, kurucu devletlerin kara sınırlarının bulunacağı açıkça yazılmıştır. Kurucu devletlerin kendi bayrakları, kendi marşları olacaktır. Kıbrıs Türk Devleti tarafından, belki de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağı ve marşı kabul edilecektir; kendi bilecekleri bir iştir. Kurucu devletlerin kimliklerine, güvenliklerine ve anayasal düzenlerine herkes tarafından saygı gösterilecektir. Kurucu devletlerin ve federal hükümetin birbirlerinin yetki ve işlevlerine karışılmayacaktır; kimse karışamayacaktır. Yeni haritada, Kıbrıs Türk Devleti ismen gösterilecektir. İki kurucu devlet arasında yeni bir sınır belirlenmesi, geçiş noktalarının olması kararlaştırılmıştır. Federal ve kurucu devlet yasaları arasında hiyerarşi olmayacaktır. Kurucu devletlerin iç vatandaşlık verebileceği ve bir kişinin, aynı zamanda her iki kurucu devletin iç vatandaşlığına sahip olamayacağı açıkça yazılmıştır; yani, bir Rum gelip de Türk devletinde, Türk tarafında durur ve vatandaş olursa, oradaki Rum vatandaşlığını kaybedecektir. Dolayısıyla, bu, gelişi azaltacaktır; yüzde 18'e ulaşacağını tahmin etmiyoruz; ama, bizim, yüzde 18'i gelecekmiş gibi hareket etmemiz gerektiğinin bir kez daha altını çiziyorum.

Kurucu devletlerin, kendi millî kimliklerini korumak amacıyla, diğer kurucu devlet vatandaşlarının ikametine sınırlama getirebilecekleri bu Planla ortaya çıkmıştır. Bunun aşamalarını biraz önce söylediğim için, derine girmek istemiyorum.

Senatoya Kıbrıs Türk Devletinden seçileceklerin daima Türk olacağı yazılmıştır.

Kurucu devletlerin, dış dünyayla ticarî ve kültürel ilişki kurabilecekleri, anlaşma imzalayabilecekleri kabul edilmiştir.

Federal yasalara karşı işlenen suçlar üzerinde, kurucu devletlerin, öncelikli adlî işlem yetkisine sahip olmaları kabul edilmiştir.

Kurucu devletlerin ayrı polis teşkilatı olacaktır.

Ortaklık ve eşitlik açısından ise, Kıbrıs'ın Türkiye Türkleri, Kıbrıs'ın Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumlarının ortak evi olduğu açıkça, beraber ifade edilmiştir, anlaşmaya geçmiştir.

Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumlarının 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin ortak kurucuları oldukları kaydedilmiştir.

Kıbrıslı Türklerin ve Kıbrıslı Rumların yeni sistemi, ayrı ayrı sahip oldukları kurucu yetkilerini kullanarak oluşturacakları kararlaştırılmıştır.

İki taraf arasındaki ilişkinin bir azınlık-çoğunluk değil, siyasî eşitlik ilişkisi olduğu açıkça kabul edilmiştir. Türklerin nüfusu 220 000'dir, diğerleri 700 000 civarındadır; ama, burada siyasî eşitliktir esas olan. Dolayısıyla...

Bizim korkumuz şuydu değerli arkadaşlar: Avrupa Birliğine, Rumlar, Ada'yı temsilen tek başına girerlerse, ondan sonra, oynayacakları kart, tamam, siz gelin, siz de bize katılın... O zaman ayrı bir devlet olarak değil, o zaman bir azınlık olarak gireceklerdi. Bütün bunun için, hâlâ, son dakikaya kadar ısrar ediyorlar ki, gelin, bu işi yapmayalım diye.

Kurucu devletlerin birbirinin eşiti olduklarının anayasada açıkça belirtilmiş olması dedim.

Geçiş dönemi sürecince, federal düzeyde devlet başkanlığının iki eşbaşkandan oluşması, federal hükümetin eşit sayıda üyeden oluşması,

Kurucu devlet parlamentolarından eşit sayıda parlamenterin           -yani, 24'e 24- geçiş dönemi parlamentosunda görev almaları,

13 Haziran 2004 tarihinde kurucu devletler, federal parlamento ve Avrupa Parlamentosu için düzenlenecek seçimlerden sonra başkanlık konseyinin ilk görev dönemi boyunca başkan ve yardımcısı arasındaki rotasyonun 10'ar aylık eşit sürelerle gerçekleşmesi,

İki kurucu devletin yekdiğeriyle işbirliği anlaşması yapabilmesi,

Kurucu devletlerin dış ilişkiler ve AB politikasının belirlenmesine katılacakları, beraber katılmaları,

Federal parlamentonun senato kanadında kurucu devletlerin eşit sayıda temsil edilecekleri.

Değerli arkadaşlar, bunları çoğaltabilirim. Burada çok önemli başka bir nokta şu: Dünyanın 10 önemli ülkesindeki büyükelçiliklerin -çekilecektir onlar- yarısı Türk olacaktır yarısı Rum olacaktır; diğerlerinde ise, yine eşit ağırlık devam edecektir.

Güvenlik anlaşmaları ve garantilerle ilgili konuları biraz önce açık bir şekilde söyledim. Türkiye'nin rolüyle ilgili konuları bir kez daha özetlemem gerekirse; Türkiye ve Yunanistan'la özel ilişkiler devam edecek. Kıbrıs Türk Devleti Türkiye'yle, demin söylediğim çerçevede, malî, ekonomik, ticarî ve kültürel ilişkiler kurabilecek, anlaşmalar yapabilecek ve buralarda büro açabilecek.

Anlaşmayla Kıbrıs'ta yeni bir düzenin kurulacağı -a news state of affairs- yeni bir devletin kurulacağı gayet açık bir şekilde ortaya çıkıyor.

Taraflar, ortaklıklarını yenilemeye karar verdiklerini ilan edecekler,

Birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin marşı olacak, birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin bayrağı olacak,

Kurucu anlaşma Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyince onaylanacak,

Avrupa Konseyi -bu da bizim için çok önemlidir; çünkü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kaynağı Avrupa Konseyidir- kurucu anlaşmayı onaylayacaktır.

Avrupa Birliğinin de kurucu anlaşmayı onaylayacağı, kendisini çözümün parametrelerine uyarlayacağı bunun içerisindedir. Birçok şey Avrupa Birliğiyle beraberleştirilmektedir.

Değerli arkadaşlar, daha fazla vaktinizi almamak için, netice olarak şuna geliyorum: Şimdi, karşımızda iki alternatif vardır. Şüphesiz ki, kararı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki değerli vatandaşlar, Türkler vereceklerdir. Onlar nasıl karar verirlerse, o kararlarına saygı duyacağız; çünkü, bu, başından kabul edilmiştir; ama, önemli olan, bu referandumun gayet açık, şeffaf ve düzgün bir şekilde olmasıdır. Nasıl, geçen genel seçimler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde, bütün dünyayı utandıracak şekilde açık ve düzgün olduysa, bu referandum da öyle olacaktır ve böyle karar vereceklerdir.

Önde iki şey vardır; onlar açısından da, bizim açımızdan da; çünkü, bizi de ilgilendirmektedir. Eğer "evet" çıkarsa bize de gelecektir, o zaman bizim de sorumluluğumuz olacaktır. O zaman, tekrar konuşacağız burada onu; ama, iki şey vardır: Birincisi, bizden önceki hükümetler gibi, statükoyu devam ettirmek, bugünkü hali devam ettirmek. Bu, bir tercihtir.

Böyle olursa karşımıza ne çıkar bakmak gerekir. Böyle olursa şu ihtimaller vardır: Birincisi, biz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini dünyaya tanıtabilir miyiz; Rumlar Avrupa Birliğine girdi, biz statükoyu devam ettiriyoruz, dünyaya tanıtabilir miyiz?

Değerli arkadaşlar, hepimizin gönlünden geçen, benim de gönlümden geçen, benim de, çocukluğumdan beri Kıbrıs davasını kendime dava olarak kabul etmiş ve fiilen de birçok hareketin içinde bulunmuş bir kişi olarak gönlümden geçen şey, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin, ayrı, bağımsız bir devlet olarak tanınmasıdır; ama, daha iyi imkânlar içerisinde bu olmamıştır. Ne bir Türk Cumhuriyeti kardeşimiz ne bir dindaşımız, Müslüman ülke bunu tanımıştır. Dolayısıyla, bunun tanınabileceğini gerçekçi görmüyorum.

İkincisi, Türkiye'ye ilhak etmek. Bunu da gerçekçi görmüyorum; çünkü, bu da, bütün dünya dengelerinde birçok şeyi değiştirecektir. Geriye, statükoyu devam ettirmek kalmaktadır. Statüko, bugünkü gördüğümüz statükodur, ambargolarla karşı karşıyadır. Evet, bizim, orada, çok sayıda, 40 000 civarında askerimiz vardır; ama, ne yazık ki, ambargoyu da delememekteyiz. Dolayısıyla, ambargo devam etmektedir, devam edecektir.

İkincisi şudur...

Ama, bunun da avantajları vardır; çünkü, bu planın, muhakkak ki, uygulanmaya geçince bazı sıkıntıları olacaktır. Sizlerle açık konuşuyorum; muhakkak ki, bazı sıkıntıları olacaktır; kolay değildir, uğraşılacaktır, malî sorumluluklar getirecektir; ama, bir buna bakmak gerekir; ikincisi de, deminden beri ortaya koyduğum ve tarif ettiğim, yeni anlaşmayla ortaya çıkacak Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti ve bunun içerisindeki Kıbrıs Türk Devleti vatandaşı olmak mı veyahut da bunu kabul etmek mi; bu karar, herkesin dikkatli bir şekilde bakması gereken, bütün çalışması gereken... Hepimizin sorumluluğu vardır; Kıbrıs'ta yaşayanların da sorumluluğu vardır, bizim de sorumluluğumuz vardır. Bu konuları, lütfen, hepimiz, gerçekçi, her türlü parti kaygısından ve her türlü karşılıklı, onun dediğine evet diyeyim, bunun hayır dediğine de ben evet demeyeyim zihniyetinden uzak, soğukkanlı bir şekilde değerlendirelim ve buna göre karar verelim.

Buna göre, biz, oturduk, kendimiz çalıştık Hükümet olarak; bizim kanaatimiz, bu şekliyle, yeni ortaya çıkmakta olan Kıbrıs Türk Devletinin ve Kıbrıs Türklerinin daha iyi yaşayabileceği kanaatindeyiz. Şüphesiz ki, kararı kendileri vereceklerdir ve bu karara da hepimiz saygı göstereceğiz.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, tarihî bir noktayı düzeltmek istiyorum ve bu düzeltmeyi, bizzat Sayın Bakanın bu kürsüden yapmasını rica ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisinin içinde olduğu veya içinde olmadığı, hiçbir Türk hükümeti, Güney Kıbrıs Rum kesiminin Avrupa Birliği üyeliği sürecini onaylamamıştır, onaylayan hiçbir belgeye imza atmamıştır, ne gümrük birliği sırasında ne daha önce ne daha sonra. Eğer, hükümetin elinde bunun aksini kanıtlayacak bir belge varsa, biz, böyle bir belgeyi bilmiyoruz; ama, varsa, lütfen, açıklasınlar; çünkü, bizim bildiğimiz, o zamanki hükümetin Dışişleri Bakanı Sayın Karayalçın, bunun tam tersini gümrük birliği müzakereleri sırasında açıkça ilan etmiştir, daha sonra da, Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin Kıbrıs politikasını açıkça kamuoyuna bildirmiştir. O bakımdan, bu yanlışın hemen düzeltilmesi lazım. Aksi takdirde, sadece Sayın Bakanın burada, bugün yaptığı konuşma, ileride Türkiye'nin başına çok büyük iş açabilir. Buna benzer bir konuşmayı, vaktiyle, Türk Dışişleri Bakanı Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapmıştı ve Yunanlar, yetmiş yıldan beri, her vesileyle bunu gündeme getiriyorlar ve Türkiye'nin tutumunun o olduğunu söylüyorlar; halbuki, Türkiye'nin politikası o değildir.

O bakımdan, Sayın Bakandan rica ediyorum; lütfen, derhal, geliniz, burada, bu kürsüde bunu düzeltiniz. Yanlış anlamalara imkân vermeyelim, ileride de başımıza sıkıntı verecek bir durum çıkarmayalım.

Değerli arkadaşlar, Kıbrıs konusunda son otuz yılın en önemli dönemecine girmiş bulunuyoruz. Sayın Başbakanın ocak ayında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'la yaptığı görüşmeden sonra yaşanan hızlı gelişmeler, Bürgenstock'ta Kofi Annan'ın son şeklini verdiği metnin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Taraflarca üzerinde mutabakata varılamayan ve imzalanamayan bu metin, 24 Nisan tarihinde, Kıbrıs'ta her iki toplumun onayına sunulacaktır.

Önce, şunu belirtmek istiyorum: İzlenen bu yöntemi doğru bulmuyoruz, yadırgıyoruz ve dünyada bir örneğinin bulunduğunu da sanmıyoruz. Metne son şeklinin verilmesi yetkisinin Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine bırakılması dünyada emsali görülmemiş bir uygulamadır; niçin böyle bir yöntem Ortadoğu ihtilafında uygulanmıyor; niçin böyle bir yöntem Azerî-Ermeni ihtilafında uygulanmamıştır; niçin böyle bir yöntem Keşmir ihtilafında uygulanmamıştır; çünkü, kendisine saygısı olan hiçbir devlet son sözü başkalarına bırakmamıştır da onun için. Türkiye de bugüne kadar böyle bir yöntemi kabul etmemiştir, etmemişti, bu hükümet işbaşına gelinceye kadar.

Değerli arkadaşlar, uluslararası bir anlaşmanın referanduma sunulabilmesi için, önce ilgili hükümetlerin o metin üzerinde anlaşmaları gerekiyor, uluslararası uygulama budur; önce müzakere edeceksiniz, bir metin üzerinde anlaşacaksınız, gerekirse onu halkın oyuna sunacaksınız, Avrupa Birliği içinde de dışında da bunun pek çok örneği var; ama, burada ne yapılıyor; burada bunun tam tersi yapılıyor. Hükümetler arasında anlaşmaya varılmamış, imzalanmamış bir metin halkın onayına sunuluyor; yani, hükümetlerin iradesi bir tarafa bırakılarak halkın hakemliğine sunuluyor. İşte, bu, yadırganacak bir husustur ve bunun da örneğini eğer biliyorsa Sayın Bakan, bize de açıklarsa biz de öğrenmiş oluruz.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Kıbrıslı Türkler, ekleriyle birlikte 9 000 sayfayı bulduğu anlaşılan bir metni kabul veya reddedeceklerdir. Bu metnin henüz Türkçe çevirisi bile yapılmamıştır ve belgede yer alan bazı anayasa ve yasa metinleri henüz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisinde bile görüşülüp onaylanmamıştır.

Özetle, Kıbrıslı Türkler kendi kaderlerini, çocuklarının geleceğini ilgilendiren hayatî bir konuda, içeriğini tam bilmedikleri bir metin üzerinde, yabancıların yoğun propagandaları ve zaman baskısı altında karar vermek zorunda bırakılmaktadırlar. Bunca yıldan beri zulme uğramış, hiçbir kusuru olmadığı halde baskılara, ambargolara maruz kalmış bir halka bu muameleyi reva görenleri tarih affetmeyecektir arkadaşlar; bunu açıklıkla ifade etmek istiyorum Yüce Meclisin huzurunda.

Bürgenstock'ta, Sayın Başbakan, metni kabul ettiğini -basına yansıyan bilgilere göre- eğer Rum, Yunan tarafı da kabul ederse, kendisinin de bunu imzalamaya veya Türk tarafına imzalatmaya hazır olduğunu söylemiştir. Yunanlar kabul etmediği için metin imzalanmamıştır, basın haberleri böyle söylüyor, iyi ki de öyle olmuştur; aksi takdirde, Sayın Başbakan, tarihe, içeriğini bilmediği bir metni imzalayan ilk başbakan olarak geçecekti. Denilebilir ki "9 000 sayfanın çoğu ayrıntıdır, başbakanların ayrıntıları bilmesi gerekmez, uzmanların bilmesi yeterlidir." Televizyonların açıkladığına göre, Sayın Başbakan, biraz önce grupta da buna benzer şeyler söylemiş.

Değerli arkadaşlar, diplomaside çok önemli bir söz var, diyorlar ki: "Şeytan, ayrıntıda gizlidir." Bazen ayrıntı sayılan bir konu, ileride, başınıza çok büyük sıkıntılar açabilir. Örneğin, Yunanistan'ın NATO'ya dönüşü sırasında, Türkiye'nin de o zaman ayrıntı sanarak kabul ettiği, dikkat etmediği bazı belgeler başımıza inanılmayacak büyük sıkıntılar açmıştır ve biz bu belgeleri iptal ettirmek için tam yirmi yıl uğraşmışızdır. O bakımdan, hiçbir belgeye, hiçbir kâğıda "önemsizdir, ayrıntıdır, okumasak da olur" demeyeceksiniz, hepsini okuyacaksınız, bileceksiniz ve bunları bilmeden de hiçbir metni imzalamayacaksınız. En azından, bizim, Cumhuriyet Halk Partililer olarak devlet anlayışımız, içeriğini bilmediğimiz, okumadığımız herhangi bir metnin kabulüne olanak vermemektedir. Biz iktidarda olsaydık, emin olunuz ki, içeriğini tamamen bilmediğimiz hiçbir metni onaylamazdık ve hiçbir metnin de kamuoyuna sunulmasına izin vermezdik.

Değerli arkadaşlar, biz, bu 9 000 sayfalık metni görmedik, aranızda gören var mı bilmiyorum, aranızda okuyan var mı bilmiyorum, Sayın Başbakan okumuş mudur, Sayın Dışişleri Bakanı okumuş mudur bilmiyorum; ama, şunu biliyorum ki, elimizde bulunan ve inceleme fırsatı bulduğumuz 200 sayfalık metin, Kıbrıs halkının onayına sunulacak olan çok önemli belgeleri içermiyor. Bizim elimizdeki metin budur,. 200 sayfalık bir metindir; fakat, bu metnin içerisinde, hayatî derecede önemli bazı belgeler yoktur; onun için, onları biz de bilmiyoruz. Ne gibi; mesela, kurucu devletlerin anayasaları yoktur; başlık olarak ismi var, metni yok. Biz, şu anda referanduma sunulacak metinde, Kıbrıslı Türklerin nasıl bir anayasa için oy kullanacaklarını bilmiyoruz, Kıbrıslı Türklerin de bildiğini zannetmiyoruz.

Sayın Denktaş, Bürgenstock'ta görüşmeler devam ederken "Kofi Annan'a yeni bir anayasa tasarısı vermeyeceğiz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Anayasasını vereceğiz; gerekirse, onu ileride tadil ederiz" demişti. Peki, öyle mi oldu; hayır, öyle olmadı. Uzmanlar tarafından hazırlandığı söylenen bir anayasa tasarısı Annan'a verildi.

Bu metin, Kuzey Kıbrıs Türk Meclisinde görüşülmüş müdür, onaylanmış mıdır; hayır, görüşülmemiştir ve onaylanmamıştır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanının onayı alınmış mıdır; hayır, alınmamıştır. Basına yansıyan haberlerden anladığımız kadarıyla, kendi devletinizin anayasasını kendi Meclisinizde görüşmeden, kendi Cumhurbaşkanınızın onayını almadan Birleşmiş Milletlere vermişsiniz.

Değerli arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi?! Böyle bir şeyi herhangi bir devlet kabul eder mi?! Sizin anayasanız, sizin temel yasanız, devletinize yön verecek temel hükümler orada. Siz, onu görüşmeden, bazı uzmanların hazırladığı bir metne itimat ederek, olduğu gibi Birleşmiş Milletlere veriyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi?! İşte, belge elimizde, belgede bu anayasa yok. Rum kesiminin anayasası da yok; onların da nasıl bir yönetimle idare edileceklerini bilmiyoruz.

Bu 9 000 sayfa içerisinde başka neler var; ayrıntı sanılan, hani "okunmasa da olur" dediğimiz 9 000 sayfa içerisinde başka neler var; birçok temel yasa metni var. Plan, halkoylamasında kabul edilirse, bunlar yeni Kıbrıs devletinin temel yasaları olacak.

Peki, bunlar nerede hazırlandı; öyle anlaşılıyor ki, bunların çoğu Rum kesiminden geldi. Bizdeki bilgi bu. Sayın Bakan aksini biliyorsa, bize de söylerse seviniriz. Rumlar demişler ki: "Biz bu yasaları, Avrupa Birliğiyle birlikte, Avrupa normlarına uygun olarak hazırladık, siz de kabul edin" ve biz de bu metinleri alt komitelerde görüşerek Birleşmiş Milletlere vermişiz. Peki, üst komitede görüştük mü; görüşmedik. Başgörüşmecimiz onayladı mı; onaylamadı. Bunlar, temel metinler, temel yasalar. Burada yüzlerce metin var. 9 000 sayfa, ne demek; 9 000 sayfa bir ansiklopedi demek arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öymen, buyurun.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Bunun içerisinde birsürü temel yasa var. Bu yasaları bilmeden, Mecliste görüşmeden, devletinizin üst kurullarında ele almadan, Cumhurbaşkanınıza onaylatmadan Birleşmiş Milletlere veriyorsunuz. Yani, neyi verdiğinizin farkında bile değilsiniz siyasî düzeyde.

Başka ne var; başka şu var: Kıbrıs Rumlarının yıllardan beri imzaladığı 100'den fazla anlaşma var. Peki, bu anlaşmalar, Kıbrıs Türk Meclisinde görüşüldü mü; hayır, onlar da görüşülmedi. Bu anlaşmalar, yarın, Kıbrıs Devletinin anlaşmaları olacak, sizi de bağlayacak. Türk tarafının da yaptığı bazı anlaşmalar var; ama, büyük çoğunluğu Rumların yaptığı anlaşmalar. İşte, 9 000 sayfanın içerisinde, "ayrıntı" dediğimiz, "canım, okumasak da olur" dediğimiz metnin içerisinde bunlar var.

Başka ne var; başka şu var: Mesela, Kıbrıs'ın kıta sahanlığıyla ilgili metinler var. Kıbrıs'ın kıta sahanlığı Türkiye'yi çok yakından ilgilendiriyor. Yunanistan'la, şu kıta sahanlığı konusunda yaşadığımız sorunlara bakın, yetmiş yıldan beri boğuşuyoruz, çözemiyoruz. Şimdi, bir de, Kıbrıs ile aramızda kıta sahanlığı meselesi çıkacak. Bunun metnini biliyor muyuz; hayır. Elimizdeki belgede var mı; yok. Bize verildiği mi; verilmedi. AKP Grubuna verildi mi, bilmiyorum; ama, bize verilmedi. Biz, bunu bilmiyoruz ve bunu da onaylayacak, Kıbrıslı Türkler. Yarın, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip, bunu da onaylatacaksınız, bilmediğimiz metinleri.

Değerli arkadaşlar, işte, onun için, biz diyoruz ki, böyle metinler dikkatle incelenmelidir, bütün ayrıntıları bilinmelidir ve hükümet, kalkıp da, burada, Yüce Meclise bilgi verirken, en azından, bunları kendisi biliyor olmalıdır.

Ben, şimdi, Sayın Bakana bir kere daha soruyorum: Bahsettiğim bütün bu belgeleri bir kere okudunuz mu? Kıta sahanlığı belgesini bir kere okudunuz mu? Hava sahasıyla ilgili belgeyi bir kere okudunuz mu? Karasularıyla ilgili belgeyi bir kere okudunuz mu?

Bizdeki bilgiye göre, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kendi özgür iradesiyle kullanacağı 1 metrelik sahili olmayacak; bunu biliyor musunuz? 1 metrelik sahilimiz olmayacak; merkezî hükümetin denetiminde; yani, Rum çoğunluğunun olduğu merkezî hükümetin denetiminde bütün sahiller, bütün sahil güvenlik. Kıbrıs'tan bir sandalla açılıp Rumların bilgisi, onayı dışında, Türkiye'ye gelemeyeceksiniz. Bizdeki bilgi bu; doğru değilse, lütfen, Sayın Bakan gelsin desin ki "hayır, sahiller bizim egemenliğimizdedir" biz de öğrenelim.

İşte, değerli arkadaşlar, bahsettiğimiz metin böyle bir metin. O bakımdan, yani, metnin böyle sadece bazı olumlu taraflarını önplana çıkarmak yeterli değil, bütün boyutlarıyla açıkça görüşmek lazım.

Şimdi, biz, geçmişte bu gibi durumlara atıfta bulunup da Yüce Mecliste bunu bir teslimiyetçilik belgesi diye takdim ettiğimiz zaman hissettim ki bazı AKP'li arkadaşlarımız üzüldüler. Ben de onların üzüntülerini paylaşıyorum; onun için, bu sözlerimi geri alıyorum. Bu metin bir teslimiyetçilik belgesi değildir; ama, şunu da söyleyeceğim: Teslimiyetçilik belgesinde hiç değilse neyi imzaladığınızı bilirsiniz. Bu belge teslimiyetçilik belgesinden de beterdir; çünkü, içeriğini bilmiyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Tarihimizin en kötü belgesi, tarihimizin en utanç verici belgesi Sevr Anlaşmasını bile imzalarken biz, neyi imzaladığımızı biliyorduk, şimdi bilmiyoruz, bunu size anlatıyorum, bunu bilmiyoruz. Onu imzalayan Osmanlı heyeti, hiç değilse neyi imzaladığını biliyordu, metni okumuştu; şimdi, okumadığımız bir metin var, size bunu anlatıyorum, lütfen dikkat ediniz, kulak veriniz, ciddîye alınız bu uyarılarımızı. Bu bahsettiğimiz konu bir millî davadır; bu, bir parti meselesi değildir. Sayın Bakana iştirak ediyorum, hiçbir şekilde bu meseleyi bir parti davası gibi ele almayalım, bunu bir millî dava gibi ele alalım. Ben, Adalet ve Kalkınma Partisine mensup milletvekillerimizin bu millî davada Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri gibi duyarlılık göstereceklerine inanıyorum. Kesinlikle bunu bir parti meselesi olarak görmeyelim; ama, şunu bir kere daha söylüyorum: Biz, bu hükümete yakıştırmıyoruz; bilmediği, baştan sona okumadığı bir metnin gelip de burada methiyesini yapmasını yakıştıramıyoruz.

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Okumadığını ne biliyorsunuz?

BAŞKAN - Sayın Şahin, lütfen...

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Efendim, okuduysa, işte, soruyorum,  Sayın Bakan gelsin burada desin ki "biz, baştan sona bu metni ve eklerini okuduk" ben de kendisine teşekkür edeyim, tebrik edeyim; buyursun, gelsin söylesin. Sayın Başbakan biraz önce söylüyor "ayrıntılarını okumak gerekmez" diye sizin Grubunuzda söyledi, biz televizyonlarda dinledik yanlış duymadıysak; ama, okudularsa, desinler ki "okuduk."

Şimdi, değerli arkadaşlarım...

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ)- Doktora mı yapacağız?!.

ONUR ÖYMEN (Devamla)- Evet doktora yapacağız... Evet, doktora yapacağız...

Bu kadar önemli bir millî davada değerli arkadaşlarım, bu, böyle basit bir denizcilik hakları anlaşması, denizde çalışanların güvenliğiyle ilgili bir anlaşma değil. Bu bahsettiğimiz anlaşma, bir devleti sona erdiren anlaşmadır; bir milletin haklarını, özgürlüğünü kısıtlayan bir anlaşmadır. Bahsettiğimiz anlaşma bir temel anlaşmadır. Nasıl, siz, bunu okumadan imzalamayı uygun görürsünüz?!. Böyle bir şeye ne hakkınız var?!. Ne hakkınız var?!. Bunu yapamazsınız... Bunu yapamayız...

Sizi uyarıyorum; bilmediğiniz, okumadığınız bir metni kalkıp burada savunmaya kalkmayın siyasî düzeyde. "Uzmanlarımız okumuştur" diye geçiştirilecek bir konu değildir. Lütfen, dikkat ediniz ve lütfen dikkatle dinleyiniz sözlerimizi.

ÜNAL KACIR (İstanbul)- Siz okudunuz mu?

ONUR ÖYMEN (Devamla)- Okumadık diyorum size. Bizim elimizde de yok; verin, biz de okuyalım.

ÜNAL KACIR (İstanbul)- Okumadığınız şeyin içeriğini nereden biliyorsunuz?!.

ONUR ÖYMEN (Devamla)- Okuduğumuz metnin içeriğinden bahsediyoruz. Okumadığımız metnin içeriğini nereden bilebiliriz; haklısınız, gayet tabiî ki bilmiyoruz. İşte, biz diyoruz ki, içeriğini bilelim, öyle tartışalım.

Şimdi, değerli arkadaşlar, yalnız, dikkatinizi şuna çekmek istiyorum: İsviçre'de daha müzakereler yapılırken ve şu metne son şekli verilmemişken, bazı siyasetçiler medyalara çıktılar ve bu metnin propagandasını yapmaya başladılar. Dediler ki "efendim, referandum olumsuz sonuçlanırsa felaket olur." Bunu demek için, daha bekleyin de bitsin müzakere değil mi?!. Elinizde bir son metin olsun; bu bile yok. Elinizde son metin yokken "bunun onaylanmaması bir felaket" diyorlar.

Değerli arkadaşlarım, hükümet, çok sık, çözmekten bahsediyor, bu meseleyi çözmekten bahsediyor "çözümsüzlüğe karşıyız" diyor; fakat bizim gördüğümüz kadarıyla, bu yaklaşımların, bu yöntemlerin adı çözmek değildir, çözülmektir. Maalesef, Kıbrıs sorununda çözülmeye gidiyoruz; işin gerçeği bu.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu genel tablo içinde Bürgenstock'taki çalışmalara ve elimizdeki eksik metnin anahatlarına baktığımız zaman gördüğümüz tablo şudur: Öyle anlaşılıyor ki, hükümet, daha önce bu Mecliste görüştüğümüz Kofi Annan Planının eksiklerini, sakıncalarını gidermek için çaba göstermiştir ve bazı konularda lehte iyileştirmeler de yaptırmıştır.-Sayın Bakan anlattı- ama, bizim gördüğümüz kadarıyla, yapılan bu değişiklikler, bizim açımızdan tatminkâr sayılabilecek düzeyde değildir, yeterli değildir. Eski metnin gerisine giden değişiklikler de yapılmıştır; yani, bize daha önce verilen metne nazaran -biz inceledik, karşılaştırdık- Rumların lehine değişiklikler de yapılmıştır; onlardan hiç bahsedilmiyor.

Türk tarafının lehine sayılabilecek en önemli değişiklik şu: Senato seçiminde, sadece senato seçiminde, Kıbrıslı Rumlar Rum kesimiyle birlikte oy kullanacak, Kıbrıslı Türkler Türk kesimiyle birlikte oy kullanacak. Tek yapılan değişiklik bu. Ama, federal hükümetin temsilciler meclisi oylamasına geçtiğiniz zaman, bu oylamada, Kıbrıslı Rumlar Türk tarafına yerleşmişlerse Türk tarafıyla birlikte oy kullanacaklar. Yerel parlamentoların seçiminde Türk tarafındaki Rumlar Türk tarafıyla birlikte oy kullanacaklar. Basının yazdığı doğru değil.

Bu, ne demektir; bu şu demektir: Zaman içinde, federal parlamentonun senato değil ama temsilciler meclisi kanadında Türklerin dışında Türk kesiminden seçilmiş Rumlar da olabilecek. Başka?.. Maronitler de olabilecek. Böyle diyor anlaşma. Başka?.. Türk kesimindeki parlamentoda da Türklerin dışında Rumlar olabilecek. Bunları biliyor musunuz?

İşte "iyileştirme yaptık, Türkler Türk tarafında, Rumlar Rum tarafında" diye kamuoyunda, basında söylenilen şeyler sadece federal senatoyla ilgilidir, onun dışında hiç böyle bir hüküm yoktur.

Değerli arkadaşlar, hükümet, iki kesimliliği güçlendirmek için çalışacağını söylemiştir; ama, maalesef, bunu gerçekleştirememiştir. Şimdi, Sayın Bakan biraz önce dedi ki, işte "yüzde 18'e indirildi, kuzeye geçecek Rumların sayısı azamî 39 000 olacak."

Değerli arkadaşlarım, üzülerek söylüyorum, bu, doğru değildir. Bu, doğru değildir. Planın 196 ncı sayfasına bakınız; orada deniliyor ki: "Planın, anlaşmanın imzalanmasından sonra ondokuz yıl içinde veya Türkiye Avrupa Birliğine üye olduktan sonra -hangisi daha önce olursa deniliyor- bu tahditler kaldırılacak ve kuzeye geçecek Rumların oranı üçte 1'e kadar yükselebilecektir." Yani, bunun miktarı 39 000 değildir, 70 000'dir. Kuzeyin nüfusu 214 000'dir, bunun yüzde 33'ü de 70 000 yapar. İçimize girecek insanların sayısı, ondokuz yıl sonra, 70 000 olacak. Ayrıca, bu, Sayın Bakanın dediği gibi, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olması şartına bağlı değil. Üye olmasa da, ondokuz yıl geçince, işte, bu tahdit kaldırılıyor. Bunları Yüce Meclisin bilgisine sunuyorum.

Biz, öteden beri şu tehlikeye dikkati çekiyorduk, diyorduk ki: Güneyde bir Rum devleti olacak, kuzeyde bir Türk-Rum karma devleti olacak; işte, gelinen nokta budur, bu anlaşmanın son şeklinin yarattığı durum budur. Güneyde bir Rum devleti, kuzeyde bir Türk-Rum karma devleti olacak. Bunu bilelim, adı Türk devleti olsa bile.

Bakın, Sayın Dışişleri Bakanımız, 17 Şubatta Büyük Millet Meclisinde yapılan görüşmelerde ne dedi, kendi sözlerini söylüyorum: "Birleşmiş Milletler tarafından önerilmiş olan, çok girintili, çıkıntılı bir sınır çizgisi ihtiva eden haritanın, daha az sayıda Kıbrıslı Türkün yerinden olmasına yol açacak ve daha düz bir sınır hattı içerecek şekilde yeniden çizilmesi, önemli gördüğümüz bir husustur." Demek ki, bunları istemişiz. Alabildik mi; hayır, alamadık; harita aynı harita, aynı girintiler çıkıntılar var. Kuzeye geçecek, evlerinden sökülecek, göç etmek zorunda bırakılacak Türklerin sayısını azaltabildik mi; hayır, azaltamadık. Bizdeki bilgiye göre, 60 000 Türk, evlerinden sökülecek, kuzeye geçirilecek, Beşparmak Dağlarının yamaçlarındaki çorak topraklara getirilecek. Bunlara hangi araziyi vereceksiniz? Elinizde boş arazi var mı; yok. Bunlar tarım nüfusu. Bunlar ne yiyecek, ne içecek, belli değil. Sadece, onlara konut yapımından bahsediyorsunuz. Ne iş vereceksiniz? Bir tarım nüfusunu, yukarıda, beş karış, bir karış boş toprak olmayan bir araziye nasıl iskân edeceksiniz? Bunun cevabı var mı sizde; bizde yok; varsa, gelin, biz de bilelim.

Başka ne demişti Sayın Gül, Mecliste; "Planda yapılmasını zarurî gördüğümüz değişiklikler arasında, daha az sayıda Rumun kuzeye geçmesi var." Söyledim; 70 000 Rum geçiyor. Bunu bir başarı olarak sayacaksanız, buyurun...

Sayın Denktaş, bu iki kesimliliğin güçlendirilmesini "olmazsa olmaz" koşullar arasında sayıyordu "olmazsa olmaz..." Öyle anlaşılıyor ki, bizim hükümetin yaklaşımına göre "olmasa da olur"; "olmazsa olmaz" görüşü değil "olmasa da olur."

Şimdi, mülkiyet konusunda yapılan düzenlemeler var, bunların ayrıntısına girmeyeceğim; fakat, son derece karmaşık bir tablo çıkardığını ve insanları çok uzun yıllar perişan edeceğini ben size açıklıkla söyleyebilirim ve burada da son sözü siz söylemeyeceksiniz; mülkiyet konusunda kurulan komisyonlar, yabancı başkanlar, vesaire, o kadar karmaşık bir sistem getiriyor ki, bunun içinden çıkılması mümkün olamayacaktır diye endişe ediyoruz.

Bir de şu var: Şimdi, kısıtlı da olsa bazı avantajlar sağladık. Sayın Bakan söyledi, bunu teminat altına almak için "derogasyon" sistemi getiriyoruz; yani, Avrupa hukukuna göre vatandaşların sahip olduğu mutlak mülkiyet hakkına kısıtlama getiriyorsunuz, derogasyon bu demek. Peki, bu derogasyonu sağlayabildik mi? "Olmazsa olmaz" diyorduk, Sayın Başbakanın demeçleri var bu konuda, sağlayabildik mi; hayır, sağlayamadık. İşte, kendisi de söyledi, adaptasyon yasası adı altında birincil hukukla bağdaşmayacak bir düzenleme yapılacaktır. Bu yeterli mi; bizzat Sayın Başbakan söylüyor, kendisine katılıyorum "bu risklidir" diyor. Peki, değerli arkadaşlarım, Kıbrıslı Türklerin sırtına böyle bir risk yükleme hakkını kendimizde nereden buluyoruz? Nasıl yükleyebilirsiniz böyle bir riski? Risk olduğunu siz söylüyorsunuz, niye bu riski aldınız? Niçin bu riski alıyoruz; bir izahı var mı bunun?

Şimdi, bir şey daha söyleyeyim size, tutun ki derogasyonu sağladık; bu, işi halleder miydi; etmezdi; çünkü, Avrupa'da bu konuyla ilgili iki hukuk sistemi var; bir tanesi Avrupa Birliği hukuku, bir tanesi de Strasbourg'daki Avrupa Konseyi çerçevesinde İnsan Hakları Sözleşmesine göre kurulmuş İnsan Hakları Mahkemesi. Şimdi, İnsan Hakları Mahkemesini bağlamıyor Avrupa Birliğinin derogasyonları, onu bilmeniz lazım, İnsan Hakları Mahkemesini bağlamıyor. Geçmişte örneği var; İngiltere'nin Cebelitarık'la ilgili bir vakasında, İngiltere'nin Avrupa Birliğinde sağladığı birincil hukuk niteliğindeki derogasyonu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi reddetmiştir; bunu biliyor musunuz; reddetmiştir. Yani, derogasyonu sağlamış bile olsaydınız, bu, yeterince başarı olmayacaktı; bunu size söylemek istiyorum. Bu konuda yapılan düzenlemeler son derece yetersiz, mektup yazacaklarmış da, rica edeceklermiş filan... Bunların hiçbir şeyi yoktur.

Şimdi, arkadaşlarım, bütün bunları niçin yapıyoruz; Avrupa Birliğine girişimiz kolaylaşsın, bize üyelik tarihi verilsin diye, değil mi. Sayın Başbakana huzurunuzda sormak istiyorum: Siz, Kıbrıs meselesi çözülürse bütün Avrupa Birliği ülkesi hükümetlerin bize üyelik tarihi verecekleri konusunda bir yerden teminat aldınız mı?

Bakın, biz, geçen hafta, Adalet ve Kalkınma Partisine mensup çok değerli üç arkadaşımızla birlikte Viyana'daydık; Avusturya Parlamentosunda bunu konuştuk. İktidara mensup koalisyon ortağı iki parti var ve bize çok açıkça söylediler, dediler ki: "Bizim tutumumuzun Kıbrıs'la filan ilgisi yok, Türkiye'deki reformlarla da ilgisi yok, bizim kendimize özgü başka nedenlerimiz var. Onun için, biz, Türkiye'nin üyeliğine karşıyız. Biz, Türkiye'ye özel statü verilmesini istiyoruz." Bizzat Avusturya Başbakanının demeci var "25 000-30 000 çiftçiyi Avrupa'ya alamayız" diyor. "Tam üyelik, eksi tarım, eksi serbest dolaşım." Başbakanın formülü budur.

Şimdi, siz, buna bakarak diyebilir misiniz ki, Kıbrıs'ı feda ediyoruz; ama, karşılığında Avrupa Birliğini alıyoruz? Buyurun...

Şimdi, Sayın Başbakan, kürsüye çıkıp, diyebilir mi ki, bu söylediğiniz yanlıştır!..

Daha Danimarka'yı anlatmadım, daha Hollanda'yı anlatmadım, Fransa kapalı kutudur... Oralardan da sürpriz bekleyebiliriz; ama... İnşallah bunları aşarız.

Denilebilir ki, efendim, içpolitikadır, siz bakmayın, ileride bunların hepsi tutumunu değiştirir, olumlu oy verir; inşallah öyle olur. Biz, bunun için çalışıyoruz. Başkalarının tahmininin aksine, biz, AKP'li arkadaşlarımızla beraber, Türkiye'nin AB üyeliği için olağanüstü bir çaba sarf ediyoruz; hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Biz, bunu da bir millî mesele olarak görüyoruz; ama, sizi uyarıyoruz, zannetmeyiniz ki, Kıbrıs çözülürse Avrupa Birliğinin bütün kapıları açılacaktır, herkes Kıbrıs'ın çözümünü bekliyor; bu, doğru değil. İşte, size bunu anlatmak istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu anlattıklarımdan daha mühim, daha önemli bir konu var; o da, güvenlik boyutudur. Burada, bizim güvenlikle ilgili bazı taleplerimiz oldu. Uzun etmeyeceğim, ama, şunu söyleyeyim size: Ne istedik biz; kuzeydeki bizim askerî birliğimizin serbest dolaşım hakkı olsun, bir yerden bir yere serbestçe gidebilsin dedik. Gidebiliyor mu bu anlaşmayla; gidemiyor. 4 cipten fazla askerimizin bir yerden bir yere gitmesi, 48 saat önceden bildirime tabidir.

Ne dedik; sınır güvenliğini askerlerimiz korusun. Koruyabiliyor mu; koruyamıyor; askerlerimizin sınıra yaklaşması yasak. Ne dedik; kuzeyde barış gücü olmasın, güvenliği biz sağlayalım; oldu mu; olmadı; kuzeye barış gücü yerleşecek. Efendim, 650 askerimizi uzun vadede tutabileceğiz; tutabileceğiz; ama, arkadaşlar, bununla ilgili maddede bir hüküm var, orada "nihaî hedef, Ada'nın tamamen silahsızlandırılmasıdır" deniliyor. Bu 650 askerinizin geri çekilmesi için her üç yılda bir gözden geçirme toplantısı yapılacak, bunu biliyor musunuz? Yani, 650 askeri bir süre bulundurma hakkınız var; ama, biz itiraz ederiz efendim, hiç mühim değil filan... Siz kabul etmişsiniz. Bu metinde Türkiye kabul etmiştir ki, askerlerin tamamını çekeceğiz; yalnız, bunun için tarafların rızası lazımdır filan; böyle birtakım koruyucu hükümler getirilmiş; ama, ilkeyi zaten kabul etmişsiniz; yani "ben, askerin tamamını çekeceğim" ilkesini metne yazmışsınız.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bütün bunlardan sonra bazıları "İsviçre'deki görüşmeler bir zaferdir" diyor. Bunu Lozan'la kıyaslayanlar var basında. Şunu açıkça ifade etmek zorundayım: Değerli arkadaşlarım, bunu Lozan'la kıyaslamak, Lozan Anlaşmasına karşı saygılı bir davranış değildir, Lozan Anlaşması, bütün büyük devletlerin baskılarına direnen bir milletin elde ettiği bir zaferdir. İsviçre'de varılan mutabakat ise, dış baskılara direnemeyen bir hükümetin alabildiği bir sonuçtur. Bu ikisini karşılaştırmak büyük haksızlıktır Lozan'a ve o Lozan'ı yapanlara.

Değerli arkadaşlar, Kofi Annan, ayın 7'sine kadar sizden cevap bekliyor; yarın cevap vereceksiniz; nasıl vereceksiniz! Kuzeyde referandum yapılmasını kabul ettiğinizi söyleyeceksiniz, belki, başka yükümlülüklere gireceksiniz. Meclisten yetki aldınız mı?! Değiştirdiğiniz metin, değiştirmek istediğiniz metin, Yüce Meclisin onayladığı bir uluslararası anlaşmadır. Yetki bizdedir. Şimdi, siz, Meclisin yetkisine ait bir konuda, hükümet olarak diyeceksiniz ki, biz, referandumu kabul ediyoruz, bu metnin içeriğiyle ilgili Kıbrıs Türk Halkının oy vermesini kabul ediyoruz, başka düzenlemeyi kabul ediyoruz. Sanıyorum ki, çok ciddî bir Anayasa sorunuyla karşı karşıya kalmak üzereyiz. Hükümeti uyarıyoruz; lütfen, Meclisten yetki almadan bu yola kalkışmayın, bu yola girmeyin; ileride başınız çok ağrır. Bu konuda sizi şimdiden uyarıyoruz; bizim hukukçularımızın görüşü budur.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu safhada deniliyor ki: "Kimse etkilemesin Kıbrıslı Türkleri, tarafsız kalalım, Kıbrıslı Türkler nasıl karar verirse kabulümüzdür." Peki, bu belge nedir?! Biraz önce milletvekillerine dağıtılan bu belge nedir?! Dün, basın-yayın aracılığıyla, bütün basın mensuplarına dağıtılan belge nedir; sadece anlaşmanın olumlu taraflarını gösteren, biraz önce Sayın Bakanın çok dürüstçe ifade ettiği olumsuz taraflarına  hiç değinmeyen  bir belge. Bunu nasıl yaparsınız?! Hani, propaganda yapmayacaktınız? Hani "Meclis Başkanı, hükümet, Kıbrıslı Türkleri etkilemeye çalışmayacak" deniliyordu! Nedir bu belge, bunun anlamı nedir; size soruyoruz. O zaman, niçin bunun propagandasını yapıyorsunuz?!

Şimdi, arkadaşlarım, bir nokta daha var. Millî Güvenlik Kurulunun dünkü kararının sonuçlarını dikkatle okuduk. Öyle anlaşılıyor ki, Millî Güvenlik Kurulu, bu metnin Kıbrıslı Türkler tarafından onaylanması için bir çağrıda bulunmamıştır; yani, Millî Güvenlik Kurulu bir mesafe koyuyor. Zaten, İsviçre toplantısından önce yapılan zirve toplantısına Sayın Cumhurbaşkanımızın katılmaması da dikkatimizden kaçmamıştı.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, sizin yanınızda kim var, onu düşününüz. Eski Cumhurbaşkanımız, 9. Cumhurbaşkanımız, hemen hemen, kelime kelime,  bizim burada dile getirdiğimiz görüşleri ifade ediyor ve bu Plana karşı olduğunu söylüyor. Kıbrıs'ta Türkleri katliamdan kurtaran eski Başbakan Sayın Ecevit bunu söylüyor. Evvelce, Mecliste Kıbrıs ile ilgili bütün kararlara oybirliğiyle katılan bütün siyasî partilerin liderleri aynı şeyi söylüyor.

Değerli arkadaşlarım, peki, kim Adalet ve Kalkınma Partisinin politikasını destekliyor, Türkiye'de hangi siyasî güç destekliyor?

AHMET IŞIK (Konya) - Millet destekliyor, millet...

AHMET YENİ (Samsun) - Halk destekliyor, halk...

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Millet destekliyor... Çok güzel söylediniz değerli arkadaşım; size teşekkür ediyorum. Ben, geçtiğimiz günlerde, tam 12 ilde, bu konuda, vatandaşla görüştüm, konferanslar verdim, onların sorularına cevap verdim, onlara sorular sordum.

Değerli arkadaşlarım, belki inanmayacaksınız; ama, size açıkyüreklilikle söyleyeyim ki, hükümetin Kıbrıs konusunda izlediği politikayı destekleyen bir kişiye rastlamadım. Belki, inanmazsınız... (AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET IŞIK (Konya) - Ne alakası var!..

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Hiç alakası yok.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Müsaade buyurun... Ben, size, kendi izlenimimi anlatıyorum arkadaşım. Basında okudunuz, Sayın Başbakan diyor ki: "Bizim Kıbrıs politikamız bize puan kaybettirdi." Hani millet destekliyordu?!

AHMET IŞIK (Konya) - Millet destekliyor.

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Halk destekliyor.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Değerli arkadaşım, sizin sorunuza en iyi cevabı, bundan on gün önce Kütahya'nın Dumlupınar İlçesinde görüştüğüm bir vatandaşımız verdi. Vatandaşımız Halk Partili değildi... (AK Parti sıralarından gürültüler)

Sözümü dinler misiniz.

Halk Partili olmayan bir vatandaş -yakasında başka bir partinin rozeti vardı- dedi ki: "Kıbrıs'ı vermek şehitlerimizi de vermektir." Vatandaşın sesini merak ediyorsanız, vatandaşın sesi budur!

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Kıbrıs'ı veren yok. Hayal görüyorsun.

AHMET IŞIK (Konya) - Otuz yıldır çözülmemiş, kangren olmuş... En son söz siyasî iradenin.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitiriyorum; yalnız, sözlerimi bitirmeden şunu söyleyeceğim: Biz, Kıbrıs meselesini, şimdiye kadar, bir millî dava olarak götürdük. Bu Meclis, Kıbrıs konusunda, 1992'den 2003 yılına kadar, 6 defa karar aldı, 6 ncısını sizlerle beraber aldık, sizin oylarınızla aldık. 6 Mart 2003 tarihinde, Mecliste bu kararı aldığımız zaman, Kofi Annan Planı masanın üzerindeydi ve Meclisin aldığı kararda, bir kelimeyle bile Kofi Annan Planına atıfta bulunulmamaktadır ve o kararda yazılan hususlar, bugün varılan noktayla taban tabana zıttır. Bunu siz onayladınız. Siz kanaat mi değiştirdiniz? O zamanki gibi düşünmüyor musunuz? Daha önemlisini söyleyeyim; biz, bu meseleyi, yarım yüzyıldan beri, Kıbrıs'taki soydaşlarımızla el ele yürüttük, hep görüş birliği içerisinde olduk, hep tam bir dayanışma içerisinde olduk. Şimdi ne görüyoruz; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, hükümetin bu konuda izlediği politikaya açıkça karşı bir tavır almıştır. Bu metnin onaylanmaması gerektiğini "hayır" denilmesi gerektiğini açıkça ifade ediyor. İlk defa, biz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanıyla ters düştük. Bu, övünülecek bir durum mudur?! Demek ki, biz Sayın Denktaş'ı bile ikna edemedik. Biz, Sayın Denktaş'ın, bugün, buraya gelerek bu kürsüde görüşlerini açıklaması için çalıştık; fakat, Meclis Başkanımızdan bir yanıt aldık; diyor ki: "Efendim, kendisi müracaat ederse bir imkân araştırırız." Yani, dilekçe verecek. Şimdiye kadar bu kürsüde söz alan, Yüce Meclise hitap eden yabancı cumhurbaşkanları -bilmiyorum, eğer öyle değilse beni düzeltin- dilekçe vererek mi geldiler buraya, biz mi onları davet ettik?! Biz, Sayın Denktaş geçen defa buraya geldiğinde, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuyla birlikte davet etmedik mi kendisini, birlikte çağırmadık mı?! Şimdi niye istemiyorsunuz?!

YÜKSEL ÇORBACIOĞLU (Artvin)- Ayakta alkışladılar, ayakta!

ONUR ÖYMEN (Devamla)- Ayakta alkışladınız. Şimdi niçin Denktaş'ı duymak istemiyorsunuz?! Çünkü, onun söyleyeceklerinden rahatsızlık duyuyorsunuz, kamuoyuna açıkladığı görüşlerden rahatsızlık duyuyorsunuz.

AHMET IŞIK (Konya)- Kararı Kıbrıs Halkı verecek, Denktaş değil.

ONUR ÖYMEN (Devamla)- Değerli arkadaşlarım, ben sözlerimi bitiriyorum.

Siz, kanaatinizde serbestsiniz. Özgür milletvekilleri olarak, siz, kendiniz kendi kararınızı verirsiniz; bizim, sizi etkileyecek sayımız yok; kendiniz vicdanî kararınızı vereceksiniz. Biz size bilgi veriyoruz, biz size görüşlerimizi anlatıyoruz. Bu görüşleri dikkate almak almamak sizin bileceğiniz iştir; ama, şunu da size söyleyeyim, bunu söylemeden edemeyeceğim: Tarih karşısında hükümetimiz de, Meclisimiz de büyük bir sorumluluk altındadır. Alacağımız kararlar, burada tarihe karşı büyük bir sorumluluk taşıyacaktır. Bizim hepimizin vicdanî sorumluluğumuz var. Bu vicdanî sorumluluğu içinizde hissederek tutumunuzu tespit edeceğinizi umuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu koşullar altında, biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, Kıbrıs Türk Halkının, referandumda bütün bu gerçekleri gözönünde bulundurarak en isabetli karar vereceğini umuyoruz.

Türk Hükümetine, yabancı ülkelerin hükümetlerine ve uluslararası kuruluşlara çağrıda bulunuyoruz: Bu kader günlerinde Kıbrıslı Türkleri baskı altına almaya çalışmayın, onları propaganda bombardımanına tabi tutmayın, çocuklarının geleceğini ilgilendiren bir konuda, bırakın, kararlarını özgür iradeleriyle versinler.

Eğer, Kıbrıslı Türkler Kofi Annan Planını reddetmeyi kararlaştırırlarsa, biz, Sayın Genel Başkanımızın birkaç gün önce televizyonda ifade ettiği gibi, Kıbrıslı Türklerin bu kararını saygıyla karşılayacağız.

Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öymen.

AHMET IŞIK (Konya) - "Evet" derse ne diyeceksiniz Sayın Öymen?

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Size bırakacağız.

AHMET IŞIK (Konya) - "Evet" derse yine aynı şekilde...

BAŞKAN - Sayın Işık, lütfen...

Sayın milletvekilleri, Sayın Dışişleri Bakanının, karasularıyla ilgili ve anlaşmalarla ilgili olarak Sayın Öymen'in yaptığı bazı açıklamaların kendi görüşü dışında olduğunu beyan ederek, kısa bir açıklama için söz talebi vardır.

Sayın Bakanı davet ediyorum; buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Kısaca bir açıklama getirmek istiyorum. Bütün metinler, Kıbrıs'ta komiteler tarafından okunmuştur. Kıbrıs'ta müzakereler devam ederken, siyasî müzakereler ve teknik çalışmalar iki ayrı komite tarafından götürülmüştür ve bu iki ayrı komite çalışmaları devam ederken, bütün metinler uzmanlar tarafından tadil edilmiştir, okunmuştur ve bu uzmanlara, Türkiye olarak, biz de Dışişleri Bakanlığı olarak katkıda bulunmuşuzdur, bizim uzmanlarımız da gitmiştir. Dolayısıyla, bizim bilmediğimiz herhangi bir metin yoktur.

İkinci bir nokta; bunun neticesi şudur: Sayın Öymen'in de dediği gibi, eğer bunlar görülmemiş ve çalışılmamış olsaydı yanlış şeyler olacaktı. Mesela, Rum tarafının önerdiği planın ekinde yer alan karasuları, bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge, kıta sahanlığı ve arama kurtarmaya ilişkin yasalar -40 ıncı, 47 nci ve 48 inci- görüşlerimiz doğrultusunda değiştirilmiştir. Bu yasalar, Rumların istediği gibi kaleme alınsaydı, Türkiye ile yeni kurulacak birleşik Kıbrıs cumhuriyeti arasında Ege benzeri ihtilafların ortaya çıkması o zaman muhtemeldi; ama, bunların hepsi değerlendirilmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bir de, belki, Sayın Öymen dikkat etmediler veyahut da konuşmaları sırasında tam takip edememiş olabilirler. Türkiye, Avrupa Birliğine tam olarak girene kadar, yani yirmi yıl sonuna kadar, Rumların, Kıbrıs Türk Devleti içerisindeki sayıları, Türk nüfusunun yüzde 18'ini geçemeyecek; ama, girdikten sonra bu oran 1/3 oranında olacak; bunu konuşmamda söyledim, saklamadım. Yalnız, buna karşı bir şey daha var; bu engeli, biz İsviçre'de yapılan görüşmelerde kaldırttık. Bu da şuydu: Üçüncü Annan Planına göre, Türkiye, Avrupa Birliğine tam üye olduktan sonra, Türkiye'den Kıbrıs Türk kesimine gidecek insanların sayısı, nüfusun yüzde 5'ini geçemeyecekti; biz bunu kaldırdık. Dolayısıyla, 70 000 000'luk Türkiye'den, eğer, Kıbrıs Türk kesimine hiç insan gitmeyecekse, o zaman söylediğiniz tehlike olabilir, evet, yani, Rumlar gidip oraya yerleşebilirler...

FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Garantisi var mı?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ama, unutmayın ki, Türkiye, Avrupa Birliğine tam üye olduktan sonra, artık, bugün Avrupa'da seyahat ederken nasıl sınırlar kalkmışsa, nasıl gümrükler yoksa, herkes istediği yerden toprak alıyor veriyor ise, Türkiye'den de herkes istediği toprağı -İstanbul'dan- alacak, biz de gittiğimiz her yerde istediğimiz toprağı alabileceğiz. 70 000 000'luk Türkiye, eğer, Kıbrıs Türk Devletini ve birleşik Kıbrıs cumhuriyetini etkileyemiyorsa, o zaman, zaten yapılacak hiçbir şey yok demektir.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Etkileyemiyor işte Sayın Bakan...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - O bakımdan, tam tersine, bunlar, korkulacak şeyler değil; Rumların korktuğu şeylerdir. Onun içindir ki, hâlâ, Rum kesimi bu işi bozmak için uğraşıyor.

Ben, bir de Sayın Öymen'in -tabiî ki, tecrübeli bir diplomat, müsteşarlık yapmıştır- şu analizi de yapmasını beklerdim. acaba Avrupa Birliğine Rumlar, Adayı tek taraflı temsilen girse ve bugünkü statüko da devam etse, o zaman ne çıkardı ortaya?! Bunların da bir incelenmesi gerekirdi.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Bakanın bana atfen söylediği bir şey doğru değil, onu düzelmek istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Öymen, Sayın Bakanın size atfettiği söz şuydu: "Kıbrıs Rumları, kendi başlarına Kıbrıs'ı temsilen Avrupa Birliğine girerlerse durum ne olurdu?" Ona mı cevap vereceksiniz?

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Evet.

BAŞKAN - Bahsedilen konuyla ilgili olarak, Sayın Öymen, buyurun

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Değerli arkadaşlarım, öyle anlaşılıyor ki, hükümetimiz, Güney Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyeliğini bir kader olarak kabul etmiştir. Oysa, biz, daha önce de bu Mecliste açıkladık; Güney Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine tek başına üye olması, uluslararası hukukun açık bir ihlalidir. Çünkü, şu anda yürürlükte olan Londra ve Zürih Anlaşmalarına göre, Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan'ın aynı zamanda üye olmadığı bir milletlerarası kuruluşa katılamaz. Türkiye'nin resmî görüşü budur. Adalet ve Kalkınma Partisinin de iktidara geldiğinde resmî görüşü budur ve AKP İktidarı bu görüşü Birleşmiş Milletlere tescil ettirmiştir. Sonra ne olmuştur; hayatın gerçeğidir diyerek bu görüşten vazgeçtik, bu tezimizden vazgeçtik; yani, neleri kaybettiğimizi söylerken, bunu da söylemek lazım. Yani, siz, Avrupa Birliğinin, uluslararası hukuka aykırı olarak Rumları üye yapmasını içinize sindireceksiniz. Böyle bir şey olabilir mi?!

Sonra, Sayın Bakan "efendim, belki dikkatinden kaçtı Öymen'in; ben dedim ki; Türkiye Avrupa Birliğine üye olduktan sonra üçte 1'lik bir çerçeve içinde, bir sınır içinde Rumlar kuzeye yerleşebilecek" diyor.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan öyle diyor da, bizim elimizdeki metinde öyle denilmiyor; bizim elimizdeki metinde "bu sözleşmenin yürürlüğe girmesinden ondokuz yıl sonra veya Türkiye Avrupa Birliğine üye olduğu tarihten itibaren bunların hangisi daha önce olursa o geçerlidir" deniliyor; üçte 1'lik uygulama başlayacaktır. Yani, hiç temenni etmeyiz; Türkiye Avrupa Birliğine hiç giremese, ondokuz yıl sonra kuzeyin üçte 1'i Rum olacaktır; anlaşma bunu söylüyor; bunu düzeltmek istiyorum.

Bir de Türkiye'den gidecek Türklerden bahsetti Sayın Bakan. Orada da, zannediyorum, çok önemli bir husus var. Değerli arkadaşlarım, Türk tarafı, yanılmıyorsam, bugün veya yarın, Türkiye'den giden ve Kıbrıs'a yerleşen 45 000 vatandaşımızın ismini Birleşmiş Milletlere verecektir. Siz, böyle bir anlaşmayı hiç duydunuz mu?! Vatandaşların isim listesini yabancı bir ülkeye veya kuruluşa veren bir devlet hiç olmuş mudur?! Vereceksiniz... Kaç Türk var Kıbrıs'ta; 45 000'den fazlaysa, 46 000'se, 50 000'se, 60 000'se, geri kalan, demek ki, Ada'yı terk edecek. Bunu, nasıl içinize sindirirsiniz; hangi gerekçeyle bu seçimi yapacaksınız? Hangisi kalacak, hangisi gidecek; erken gelenler mi, ilkönce vatandaşlık alanlar mı? Unutmayalım ki arkadaşlar, şu anda Kıbrıs'a yerleşmiş olan, yasal olarak orada vatandaşlık hakkı kazanan Türkler de, vatandaşlarımız da çok büyük bir tedirginlik içindedir.

Çok değerli arkadaşlarım, bir kere daha tekrarlıyorum, bunu, Sayın Bakana da bir kere daha söylüyorum: Bu meseleyi millî bir dava olarak sonuna kadar götürmek zorundayız. Kesinlikle içpolitika düşüncesine kapılmayınız ve vicdanınızla hareket ediniz. Bu gittiğimiz yol çok tehlikeli bir yoldur, çok sakıncalı bir yoldur. Korkarız ki, sonunda, inşallah yanılırız; ama, korkarız ki, sonunda, Girit'i kaybettiğimiz gibi Kıbrıs'ı da kaybedeceğiz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öymen.

AK Parti Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Ömer Çelik; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ÖMER ÇELİK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti Grubu ve CHP Grubu, bugün yaptığımız görüşmenin, bir millî dava üzerinde yapılan çok önemli bir görüşme olduğu ve Yüce Meclisin tarihî bir sorumlulukla karşı karşıya olduğu ve bu sorumluluğu hakkıyla yerine getireceği konusunda mutabıktır; bu, sevindirici bir şeydir. Bu mutabakatın altında görüş farklılıkları olması da doğaldır.

Ben, hafızaları tazelemek bakımından, benim bizzat, Bürgenstock'taki görüşmelerde Rum tarafında hissettiğim psikolojinin, bizim orada gözlemlediğimiz şekilde, yabancı basına bire bir yansıdığını gördüm. Size, bizim orada gözlemlediğimiz ve müzakerelerin, varılan sonucun karşı tarafça nasıl anlaşıldığını gösteren ve aynen yabancı basına yansıyan birkaç şey okuyacağım. Financial Times Gazetesinde şöyle bir ifade var: Rumların çoğunun, Annan Planının, Türklerin 1974'teki işgalini sonradan meşrulaştırdığı ve Türklere daha fazla hak tanıdığı görüşünde oldukları belirtiliyor. Tabiî, bu "işgal" lafını kökten ve derin bir şekilde reddediyoruz; fakat, onların, bundan ne kadar rahatsızlık duyduğunu anlatan bir ifade. Amerika'nın Sesi Radyosunda müzakerelerle ilgili söylenen yorum: "Rum tarafında büyük hayal kırıklığı."

M. CEVDET SELVİ (Eskişehir) - İşinize geleni kabul ediyor, diğerini reddiyorsunuz...

ÖMER ÇELİK (Devamla) -  Financial Times Gazetesi "Türkiye, müzakerelerden kazanan taraf olarak çıktı." Associated Press ajansı "binlerce Kıbrıslı Rum, Türk yanlısı olarak nitelendirdikleri Birleşmiş Milletler Planına karşı çıkıyorlar ve diyorlar ki: İtibarımız gereği, otuz yıldır süregelen yasadışı işgali ve Kuzey Kıbrıs'taki 200 000 Kıbrıslı Rum'un maruz kaldığı etnik temizliği meşrulaştıran böyle bir planı reddetmeliyiz." Onların "etnik temizlik ve işgal" dediği şeyi, kökten bir şekilde reddediyoruz; fakat, müzakerelerde varılan sonucun onlarda nasıl bir hayal kırıklığı ve bozgun yarattığını göstermesi bakımından bu ifadeyi belirttim. Yunan basını: "Yenilgiyi itiraf etmek daha gerçekçi. Yunanistan ile Kıbrıs Rum kesimi, birkaç ay içinde, AB nezdinde, kötü, şımarık çocuk pozisyonuna düşecek." Yine, Yunan basınından Alitia Gazetesi "bu planı da reddedersek tek bir gelişme olacak, Türkiye, haklı olarak ve hiçbir sorun olmadan AB'ye girecek; bizler, Avrupa'nın karabezi olacağız, öte yandan işgalin emrivakileri daimleşecek" diye yorum yapmış. Yine Yunan basınında "Planda, Lefkoşa'nın yazılı olarak sunduğu talepler gözönüne alınmadı. Annan, tahrikçi denecek bir şekilde sadece Türk taleplerini Plana dahil etmeye çalıştı" diye yorum yapılmış.

Gerçekten, bizim, müzakereler esnasında takip ettiğimiz süreç ve karşı tarafta gözlemlediğimiz durum da bu idi ve işin başından itibaren ve özellikle de son gün, Türk tarafı büyük bir ısrarda bulunarak Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle görüşerek "karşılıklı olarak anlaşalım ve bu süreçten çekilelim" dediler. Çünkü, tabiri caizse, onların tuzu kuru, 1 Mayıstan sonra Güney Kıbrıs Avrupa Birliğine üye oluyor ve Türk tarafı, yıllardır süren haksız izolasyon ve dünya tarafından tanınmamışlıkla baş başa kalıyor. Üzerlerinden şu anki uluslararası baskı kalktığında da bundan sonra masaya hiçbir şekilde yanaşmayacaklarını, masada bulunmaya olumlu bakmayacaklarını orada tespit ettik. Gerçekten, bu aşamada, Sayın Bakanın, Sayın Öymen'e sorduğu soru çok önemlidir. Gerçekten, eğer, bu aşamada elde edilen kazanımlar bir kenara bırakılır ve bu Plan, bir şekilde, Türk tarafının, iki kurucu devletten birisi olarak eşit bir statüyle Avrupa Birliğine giren birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin parçası olmasının gerçekleşmesini sağlamazsa 1 Mayıstan sonra ne olacak? Siz, istediğiniz kadar tanımadığınız bir statüden bugün bahsedin, 1 Mayıstan sonra, Avrupa Birliği fikrini sürdürmek istiyorsanız -ki sürdürmek durumundasınız; çünkü Türkiye'nin muasır medeniyet hedefinin somutlaşmış ifadesi olarak devletin müktesebatına girmiştir- o zaman ne yapacaksınız; Rumlarla ortak tatbikat yapmaktan karşılıklı büyükelçilik açmaya kadar, tanınmanın ötesinde, beraber faaliyetlere gireceksiniz. Dolayısıyla, bugün ifade ettiğiniz şeyin, 1 Mayıstan sonra teorik ve pratik olarak bir değeri kalmayacak.

O sebeple, tablonun öbür tarafını da net olarak görmek durumundayız. Bugün bu statü reddedildiği zaman, Türk tarafının baş başa kalacağı izolasyon ve bu dışlanmışlığı, kime, nasıl anlatacağımız konusunda sarih bir bilgiye kavuşmak zorundayız.

Bir kere, Sayın Öymen, sık sık, Türk Hükümetinin, bu kararı baskı altında aldığını söylüyor. Ne bizim hükümetimizin ne de herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin, herhangi bir konuda, baskı altında karar alabileceğini kabul edemeyiz. Hiçbir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, baskıyla karar almaz. Baskıyla karar almak, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tanımına aykırı bir şeydir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, Luzern sürecinde, baskı neticesinde oluşmuş bir sonuç yok. Bu, bizim başlattığımız bir sürecin, alınabilecek en iyi neticeye ulaştırılmasıdır ve bu neticeden de, Rum tarafının, hiçbir şekilde memnun olmadığı ortadadır.

Şimdi, bir şey söyleniyor, deniliyor ki: Bu nasıl bir uygulamadır? Bundan önce, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin, herhangi bir sorun hakkında böyle bir uygulama ortaya koyduğu görülmüş müdür?

BAŞKAN - Sayın Çelik, bir dakikanızı rica edeyim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, lütfen, yerlerinize oturur ve aranızda konuşmayı keserseniz... Hatibin konuşması anlaşılmıyor. İstirham ediyorum, lütfen...

Buyurun Sayın Çelik.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Teşekkür ederim.

Ortada bir durum var, otuz yıldır çözülemeyen bir sorun var ve bu sorun, bir şekilde, sürekli, bizim aleyhimize olarak, uluslararası kamuoyunda kullanılıyor. Ortaya çıkan yöntem, bu sorunu belli bir takvim kısıtlamasına bağlayarak çözmenin yolu olarak ortaya çıkmıştır.

Şimdi, burada bir ifade kullanılıyor, deniliyor ki: Saygın bir devlet, üçüncü bir tarafın hakemliğini ya da onun ortaya koyduğu yöntemi kabul etmez. Yani, nerede yaşıyoruz allahaşkına; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını kabul etmiyor mu, bir başka tarafın kararlarını ciddiye almıyor mu... İçinde bulunduğumuz çağda, bu yöntemler, aslında, saygın devlet olmamanın değil, tam tersine, saygın devlet olmanın kıstasları olarak değerlendirilmiyor mu...

Planda en çok önemsediğimiz konulardan bir tanesi, kuşkusuz, iki kesimlilik. İki kesimliliğin masada elde edilebilecek kısımları, azamî şekilde elde edilmiştir. Tabiî, bir şeyi masada elde etmek, hiçbir şekilde, onu, sahada da elde etmek anlamına gelmiyor. Sahada elde etme ve sahada bu süreci koruma kısmını, ileriki safhalarda tekrar tekrar konuşmak durumundayız; fakat, federal temsilciler meclisinde oy kullanmada, kurucu devlet vatandaşı olma şartı vardır. Bir şahıs, iki kurucu devlet vatandaşlığını da iktibas edemez. Dolayısıyla bu tarafta oy kullanacak birinin Rum vatandaşlığını terk etmesi lazım.

Ayrıca, şunu da unutmamak lazım ki, bizim Türk kurucu devleti, o taraftaki vatandaşlığını terk eden şahsa bu tarafta vatandaşlık verme mecburiyetinde değildir. Dolayısıyla iki kesimliliğin korunması için bütün garantiler elde edilmiştir.

Mülkiyet rejimi konusunda hükümet eleştiriliyor. Bu konuda samimiyetle ve kesin bir şekilde şunu söylemek gerekir: Oranın şartlarını, oranın siyasî tarihini ve o sahadaki gerçekleri çok daha iyi bileceği için mülkiyet rejimi konusunda Kıbrıs Türklerinin isteği hükümetimiz tarafından esas alınmıştır. Yani, bu mülkiyet rejiminin ortaya çıkışında, Kıbrıs Türklerinin istemediği herhangi bir şey söz konusu değildir.

"Anlaşma olmadı" deniliyor; kuşkusuz, anlaşma tam olarak yok. Bu, nihayetinde, bir müzakere süreci; ama, müzakerelerde bütün tarafların görüş ve önerileri belli bir ölçüde karşılanarak bu noktaya varılmıştır.

Çok önemsenen bir konu da şudur: Senatonun bütün konularda veto hakkı vardır. Bütün konularda veto hakkı olan Senatonun, yarısının Türk kalması, Türk tarafının kayda geçirdiği bir başarı olarak değerlendirilmelidir. Ne olursa olsun, Senatonun yarısı Türk kalacaktır ve bu Senatonun her konuda veto etme hakkı vardır.

Ayrıca, şunu da unutmamak gerekir: Temsilciler Meclisinde, Rum tarafındaki Türkler de oy kullanabilecektir.

Şimdi, gelinen bu noktada ortada bir tablo var; bunu, sadece bugünden bakarak değerlendiremeyiz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti haksız bir şekilde izole edilmiştir, haksız ambargolarla karşı karşıyadır ve bugüne kadar kullanılan yöntem, imkânlar ve güçle bu ortadan kaldırılamamıştır. 1 Mayıstan sonra da, mevcut haksızlık dengesi Rumlar lehine daha çok artacak, Türkler aleyhine daha çok derinleşecektir. Burada siyasî bir bakışla "bu durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz" şeklinde bir değerlendirme yapmak gerekir.

Referandum sürecine engel olmak veya referandum sürecine gidilmemesi, bu yönde tavsiyede bulunulması, bu yönde taraf olunması gibi bir şeyden bahsediliyor. Tabiî, bu, burada söylenebilir; ama, gerçekten, dünyaya baktığımızda, Türkiye'ye baktığımızda, Kıbrıs'a baktığımızda, içinde yaşadığımız uluslararası koşullara baktığımızda, şunu net ve açık bir şekilde söylemek tarihî bir sorumluluktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çelik, buyurun.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu saatten sonra, referandum sürecine karşı çıkmak, Türkiye'yi uluslararası kamuoyunda son derece zor duruma düşürür ve bunun çok ciddî riskleri olur. Ayrıca, hem kendi gözlemlerim hem pek çok siyasînin gözlemi hem de bu konu üzerinde kafa yoran ciddî analistlerin gözlemi şudur: Türkiye, eğer böyle bir tavır alırsa, bu, sadece ve sadece Rum tarafındaki aşırıların ekmeğine yağ sürmek olur; yani, Papodopulos'un bize yapamadığını biz kendi kendimize yapmış oluruz.

Referanduma engel olmamız da, bu saatten sonra, mantıkdışı bir olay olacaktır; çünkü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti referandumla ilgili yasayı onaylamıştır. Bizim referanduma karşı çıkmamız, Kıbrıs Halkının iradesine karşı çıkmak olur ve orada, iki ayrı halk ve iki ayrı egemenlik olduğu tezini de reddetmemiz anlamına gelir.

Yine, çok önemli bir kazanım da şudur: Birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin kurulmasından sonra, Türkçe, en kısa zamanda Avrupa Birliği dili olacaktır. Ortaya çıkan taslaklarda, birleşik Kıbrıs cumhuriyetinin kurulmasından sonra, beş yıl içerisinde Türkçenin bütün zeminlerde resmî dil olarak kabul edilmesi şeklinde bir yaklaşım vardı. Bu, tanınmamış bir statünün tanınması; ardından, tanınmış devletlerin birinci ligine geçmesi ve hemen ardından da kendi dilini Avrupa Birliğinde, birinci ligdeki devletler arasında resmî dil haline getirmesi konusunda büyük bir kazanımdı; fakat, Türk tarafı olarak, bu beş yıl şartını bile fazla bulduk ve oraya şu ifade konuldu: "En kısa zamanda Türkçenin Avrupa Birliği dili olması." Hatta, teknik imkânsızlık olmayan yerlerde, anında, Türkçe, Avrupa Birliği dili olarak kabul edilecektir.

Hükümetin Genel Sekretere göndereceği mektup konusunda yorum farklılıkları ortaya çıkıyor. Hükümetin Genel Sekretere göndereceği  mektubun statüsü şudur: Mektup, anlaşmanın referanduma gönderilmesine onay vermektedir; yani, denilmektedir ki, ben bu sürece onay veriyorum. Referandumun onaylanması halinde, Türkiye'deki iç onay sürecinin tamamlanması beklenecektir; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylaması beklenecektir. Takiben, bütün bu süreç tamamlandıktan sonra anlaşmayı imzalayabileceğini söylüyor; yani, Plana, şu aşamada -her türlü tedbiri almış olduğumuzu göstermek bakımından bunu söylüyorum- verilmiş bir onay yoktur, hükümetin bu sürecin işlemesine dönük bir onayı vardır, hükümet bu süreci işletecektir. Ayrıca, zaten sürecin tamamlanması için, Kıbrıs Türk Halkının ve Yüce Meclisin buna onay vermesi gerekmektedir. Hükümetin, bu iki Meclise ait yetkiyi kendi yetkisi gibi göstermesi hiçbir şekilde söz konusu değildir.

Yine, çelişki gibi, ortaya bir şey konuldu, o da şu: Haritanın, daha önce, girinti ve çıkıntılarının düzeltilmesine önem verildiği, bu konunun söylendiği; ama, şimdi bunun gerçekleştirilemediği söylendi.

Şimdi, kuşkusuz birtakım stratejik değerlendirmelerde, orada yaşadıkları için, oranın gerçeklerini bildikleri için ve bundan sonra da orada yaşayacakları için, Kıbrıs Türk tarafının mülahazalarını, bizim hükümetimiz, kendi mülahazalarının önünde tutmaya özen göstermiştir. Haritanın şu anda girintili çıkıntılı olması, yine Kıbrıs Türk tarafının; yani, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin talebi doğrultusunda olmuştur; haritanın düzleştirilmesi halinde, Kıbrıs Türk tarafı için son derece önemli tarihî Türk köyleri, stratejik değeri olan bazı bölgelerin karşı tarafta kalacağı şeklinde bir kaygı iletilmiştir ve hükümetimiz bunu kabul ettiği için, haritanın girintili çıkıntılı olmasında bir mahzur görmemiştir.

Size açıkça söylemek istediğim şey şudur: Hükümetlerin devredışı bırakılıp, halkların sürecin içine katılması gibi bir argümanın ve bunun dışında ortaya sürülen argümanların gerçekle bir alakası yok. Hükümetler zaten süreci işletmektedir; ama, sürecin tamamlanması için, hükümetlerin onay verebileceği aşamaya gelmesi için, halkların onayı gerekmektedir. Süreç son derece berraktır ve son derece açıktır.

Şimdi söyleyeceğim konu çok önemli. Deniliyor ki: "Başbakan ve Bakan içeriğini bilmediği bir metne imza atıyor." Birincisi, metnin içeriği bilinmiyor diye bir şey yok. Siyasî tarafı konusunda, zaten siyasîler olarak, Sayın Başbakan ve Sayın Bakan, olayın her aşamasında varlar. Teknik konularla ilgili olarak da, uzmanlar, bunun her tarafını, bütün risklerini dikkate alarak her şekilde değerlendirmişlerdir. Buna karşı deniliyor ki: "Sayın Başbakanın, bunu, uzmanlara bırakması gerekmez, bizzat kendisinin okuması gerekir." Burası padişahlık değil ki, burası demokratik bir devlet; devletin kurumları, bu konuda topyekûn karar alıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ne zamandan beri, herhangi bir anlaşmayı, bir başbakanın ya da bakanın, tek başına okuyup, ondan sonra bunu değerlendirdiği; uzmanlarla hiç görüşmeden, uzmanların görüşlerini değerlendirmeden bir sonuca vardığı görülüyor?! Bu, son derece yanlış bir argüman.

Ayrıca, Sayın Öymen kendisi de diplomattır, çok iyi bilir ki, birçok konuda, çalıştığı bakanlar ve çalıştığı başbakanlar, kendisinin ve diplomat arkadaşlarının verdiği görüşleri dikkate almışlardır; çünkü, nihayetinde, kendileri orada devleti temsil etmektedir, o konuda da bir karar geliştirilmiştir. Sayın Öymen'in diplomatlık yaptığı dönemde, herhangi bir bakanın ya da başbakanın, bir anlaşma metnini kendisinin alıp, diplomatlara göstermeyip, evde okuyup, ondan sonra dışarı çıktığı mı görülmüştür?!

Açık bir şey var, tabiî bu da çok hoş bir şey "şeytan ayrıntıda gizlidir." Doğrudur, şeytan ayrıntıda gizlidir; fakat, ayrıntıda gizli diye korkuttuğumuz şeytanların cesameti ile bu ayrıntılar karşısında cevap verecek ve bunları takip edecek Türk Devletinin gücü arasında büyük bir orantısızlık kuruyorsunuz. Bahsettiğimiz devlet, herhangi bir devlet değildir;  bütün bu ayrıntıları, oraya gizlenmiş "şeytanlar" dediğiniz bütün bu şeyleri savacak dedektörlere sahiptir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sık sık, anlaşmayla ilgili bahsedilen konularda, ileride birtakım gelişmeler olursa bunun başka sonuçları doğuracağı, çok daha başka gelişmeler karşısında çok daha başka sonuçlarla karşı karşıya kalacağımız söyleniyor. Kuşkusuz doğrudur, hayat değişken bir şeydir ve sürekli yeni riskler üretir; fakat, burada düşünülmesi gereken şey de şudur: Masada elde ettiğimiz statü, şu ana kadar elde edilmiş ve bundan sonra elde edilebilecek en iyi statüdür. Bu, tanınmayan ve izole edilmiş bir devleti, tanınma statüsüne, eşit, egemen iki parçadan biri olarak dilini Avrupa Birliği dili yapma statüsüne ve oradan da, tanınmış devletlerin birinci ligine sokma statüsüne getirmektedir.

Dolayısıyla, bu sürece, sadece, birtakım iç siyasî mülahazalarla karşı çıkmanın, hem Türkiye Cumhuriyeti açısından hem de Kıbrıslı Türkler açısından yaratacağı çok büyük veballer vardır.

Bir de, Sayın Öymen'i, gerçekten, samimiyetle, bu Meclis çatısı altında çalışan iki dost olarak uyarmak istediğim bir konu var. Sayın Öymen'in sık sık başvurduğu bir argüman var; o da, Millî Güvenlik Kurulu ile hükümeti karşı karşıya gösterme. Şimdi, bakınız, Sayın Öymen'in bu ifadelerinin yanlış anlaşılmasından korkuyorum, zaman zaman da yanlış anlaşılıyor. Millî Güvenlik Kurulu, devletimizin en önemli ve en değerli kurumlarından birisidir, devletin hafızasını temsil etmektedir ve Türkiye'de hükümet eden herkes açısından son derece yararlı bir istişare kurumudur; fakat, bilinmesi gereken bir şey vardır: Türkiye'yi, Millî Güvenlik Kurulu değil, hükümet yönetmektedir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Türkiye Cumhuriyeti, demokratik bir devlettir. Millî Güvenlik Kurulu kararları ile hükümeti karşı karşıya getirmek, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin demokratik vasfını tam anlamamak demektir.

FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Yalnız, satmak için hükümet olmadınız.

ÖMER ÇELİK (Devamla) - Kuşkusuz, Millî Güvenlik Kurulu kararları, zaten, belirtildiği gibi, istişarî nitelikli olduğu için, hükümetlerin dikkate aldığı, belli bir zeminde değerlendirdiği ve orada hükümet tarafı da olduğu için, çoğu kez hükümet politikalarıyla uyumlu sonuçların çıktığı kararlardır; ama, birisi çıkar da siz, hükümet olarak, Millî Güvenlik Kurulu kararlarıyla çelişiyorsunuz derse, bu, korkarım, özellikle dışarıda, Türkiye'nin demokratik devlet olma vasfını zedeleyen bir yanlış anlaşılma olarak ortaya çıkabilir ve Türkiye'yi hükümet mi yönetiyor Millî Güvenlik Kurulu mu yönetiyor gibi bir yanlış anlaşılma doğurabilir. Bu konuda, kendisini, gerçekten, hiçbir siyasî mülahazaya girmeden, dostça uyarıyorum.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bir argümantasyon olarak, gerçekten, bu son aşamaya gelinceye kadar, Rumlar, âdeta, oturmuşlardı, bir oyun kurmuşlardı ve bu oyunda, sürekli olarak, Türk tarafını suçlu, kendilerini iyi taraf olarak gösteriyorlardı. Bu son aşamayla birlikte, bu oyun bozulmuştur; Türkiye Cumhuriyeti lehine bozulmuştur, Kıbrıs Türk tarafı lehine bozulmuştur. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hükümetimiz, Bürgenstock'ta, oyunun kimyasını bozmuştur, oyunun kimyası bozulmuştur. Rumlar, bugüne kadar, tek taraflı bir satranç oyunu oynuyorlardı. Türk Hükümetinin, Türk siyasetçisinin ve Türk diplomatlarının kurduğu usta satranç oyunu karşısında yapacakları hiçbir şey kalmadı. Türk tarafının oynadığı satranç oyunu karşısında tavla oynamaya mahkûm oldular.

Gelinen nokta, Türk tarafı açısından, kuşkusuz, bu bir müzakere sürecidir, bir kazan-kazan sürecidir; hiç kimsenin bir diğerinin bileğini bükmeye çalışacağı şekilde sonuca ulaştırılacak bir süreç değildir. O sebeple, kimsenin bir zafer çığlığı attığı yoktur. Bu bir zafer midir, bir teslimiyet midir gibi bir tartışma yürütmek, bu sürecin doğasına ait argümanları görmezden gelmek anlamına gelir. O sebeple, değerlendirilmesi gereken şudur: Türk tarafı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Kıbrıs Türk tarafı lehine elde edilebilecek en iyi aşamayı elde etmiştir ve bunun hem Türkiye tarafından hem de Kıbrıs Türkleri tarafından en iyi şekilde değerlendirileceğine inanıyoruz.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik.

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Öymen, âdet haline getirmeyelim. Lütfen buyurursanız...

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - 69 uncu madde gereğince...

BAŞKAN - Hangi konuda söz talep ettiğinizi bildirin.

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Söylüyorum.

BAŞKAN - Efendim, hangi konuda konuşma talep ettiğinizi belirtin, ben, ona göre inceleyip söz vereyim. Lütfen buyurur musunuz efendim...

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Şimdi söylüyorum.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Dinlemiyorsunuz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Şahsı adına, Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Ağar; buyurun...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Efendim, niye dinlemiyorsunuz?

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Millî Güvenlik Kurulu ile hükümeti karşı karşıya...

BAŞKAN - Efendim, bakınız, birleşim devam ediyor. Hangi konuda söz istediğinizi bildirirseniz değerlendireceğim Sayın Öymen. İstediğiniz anda kürsüye çıkma hakkı veremem size, kusura bakmayın, buyurun...

Sayın Ağar, lütfen, buyurun efendim.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Burada kötü bir niyet yok.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Önce dinleyin.

BAŞKAN - Efendim, dileğini belirtir Sayın Öymen; ben incelerim, ona göre takdir hakkımı kullanırım.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Dinlemiyorsunuz Sayın Başkan; çok yanlış yapıyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Ağar, buyurur musunuz efendim...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, talebi almıyorsunuz.

BAŞKAN - Efendim, müracaatınızı yapınız, ben ona göre değerlendireyim. Lütfen...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yazılı mı yapalım?

BAŞKAN - Evet, hangi konuda yapıldığını belirtin.

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Öymen, bakınız, Sayın Bakanın yazılı talebi var burada.

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Millî Güvenlik Kurulu ile hükümeti karşı karşıya getirdiğimi söyledi.

BAŞKAN - Efendim, tamam... Belirtin... Ben bilemem onu. Sayın Ağar'dan sonra söz vereceğim. Siz müracaatınızı yapın.

Sayın Ağar, affedersiniz.

Buyurun efendim;.

MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Partim adına hepinize saygılar sunarak sözlerime başlıyorum.

Bugün, tabiî, fevkalade önemli bir görüşme yapılıyor Yüce Meclisimizin çatısı altında. Keşke, bütün, geçmiş olan bu süreçte, zaman zaman hükümetin bilgilendirme yoluna başvurması suretiyle bu tür görüşmeler fazlasıyla olabilseydi. Çünkü, ifade etmek gerekir ki, Türkiye, ilk defa, bir büyük millî davada, bir millî siyaset davasında ikiye bölünmüştür. Türkiye, bugüne kadar, demokrasi tarihi içinde, uzun yıllar, tek ses, tek yürek olarak tavır koyduğu meselede, ortaya koyduğu dışpolitika meselesinde ilk defa ikiye bölünmüştür. Sürecin hiçbir önemli döneminde, hükümet, Meclisle bir bilgi paylaşmayı öne almamıştır; Meclisle paylaşmadığı gibi, siyasî partilerin hiçbirisiyle de bu paylaşımı yapma gibi bir tutumun içerisine girmemiştir.

Konuşmanın başında, Sayın Dışişleri Bakanının söylediklerine, birkaç kelimeyle de olsa, değinmek mecburiyetim var. Ben, Sayın Bakanın, herhalde dikkatinden kaçtı diye düşünüyorum. Mecliste fiilen olmayan kişilerin cevap verme imkânı olmadığı konularda, bence, bahsetmeme gereğine dikkat etmek lazım. Gerek Sayın Çiller gerekse Sayın Ecevit Hükümetleri, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolundaki perspektifine uygun adımları hep atagelmişlerdir. Dolayısıyla, Türkiye'nin gümrük birliğiyle ilgili meselesi ayrı bir tartışma konusu olabilir; ancak, bilinmesi lazım gelen konu şudur: Katma Protokol gereğince, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde atması lazım gelen adımlardan birisi olarak bu adım atılmış ve Türkiye'nin mesafe aldığı Avrupa Birliği yolunda da önemli dönemeçlerden birisi olmuştur. Aynı şekilde, 1999 Helsinki Zirvesi de, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolculuğunun çok önemli bir dönemecidir. Sayın Ecevit'in, burada, attığı imza ve daha sonrasında, gerek geçen dönem gerekse bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Avrupa Birliğiyle ilgili olarak yapılan bütün çalışmalar bir müşterek mutabakat içerisinde yürüyegelmiştir. Kaldı ki, o dönemlerde, sizin geçmişte mensup olduğunuz siyasî hareketler, Avrupa Birliğini, Hıristiyan kulübü, Batı kulübü olarak görüp, başka tür eleştiride bulunduğunuz zamanlarda, o partiler, Avrupa Birliği yolunda sağlam ve uygun adımlar atmıştır. Aynı şekilde, Sayın Karayalçın açısından da bu düzeltmeyi yapmayı, ben, şahsen gerekli görüyorum.

Tabiî, son süreçte, Kıbrıs'la ilgili, stratejik önem bakımından çok sözler söylenmiştir. Mesele niye bu kadar büyütülüyor, dünya değişti, farklı konumlara geldi denildiğinde, tarihten bir nebze söz etmek gerekiyor. İnebahtı Savaşından sonra Sadrazam Sokullu'nun tarihlere geçen büyük sözü vardır: "İnebahtı'da donanmamızı yakmakla sakalımızı tıraş ettiniz; biz, Kıbrıs'ı almakla kolunuzu kestik" demiştir. O Kıbrıs, bu Kıbrıs'tır; hâlâ devam etmektedir; ancak, bugün, tabiî, Kıbrıs'ta bir bayrak inecektir, bir toprak kaybı olacaktır, tarihî bir dönemdir. Hepimizin önünde, gerçekten, biraz evvel de ifade edildiği gibi, tarihî sorumluluklar vardır; ancak, bu tarihî sorumluluğun en büyüğü, hiç şüphesiz ki, İktidar Partisi Grubundadır ve onun içerisinden çıkarmış olduğu hükümettedir.

Yüce Meclisin değerli üyeleri zor ve yorucu bir seçim dönemi geçirdiler, Anadolu'dan döndüler, mutlaka oradaki görüşleri de aldılar, oradaki hissiyatı da aldılar ve bu süreçte de, bundan sonraki süreçte de, her zaman, bütün, aldıkları bu intibalar ve bir tarihsel perspektif içerisinde meseleyi değerlendireceklerdir; çünkü, Yüce Meclisin üyeleri, hiç şüphesiz ki, tarih şuuru ve geleceğe yönelik sorumluluk duygusuyla hareket edeceklerdir. Günlük siyasetin ve günlük makamların gelip geçici olduğunu her birimiz çok iyi biliyoruz.

Dışarıdan gelen bazı desteklerle hükümet ayakta tutulabilir, ekonomik kazanımlar filan da elde edilebilir. Bir bombardımanla, meseleyi -biraz evvel sağduyulu bir ifade oldu- bir zafer filan gibi takdim edebilme imkânı yoktur. Biraz evvel, konuşmalarda geçti; bugün, Rum kesiminin derin bir üzüntü içerisinde olduğu ve büyük bir yoğunlukla "hayır" diyeceği biçiminde izlenimler olduğu ifade edildi. Çok zaman kalmadı, birkaç gün sonra oradaki bütün açıklamaları göreceğiz. İki üç gün sonra, bir hayal kırıklığı mı, yoksa toptan bir referandum "evet"ine mi dönüşeceğini hep birlikte göreceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ağar, buyurun.

MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Tarihi aldatma imkânımız yok. Büyük devlet, büyük millet, dışpolitikada günlük küçük manevralarla değil, uzun vadeli büyük stratejilerle idare ediliyor; hayat hep böyle. Tarih, bizi eteklerimizden çekiştiriyor; ama, İktidar Grubunu ziyadesiyle. Dönüp, Selanik'e bakmamız lazım; 29 camiden bugün sadece 1 tane var; minaresi yıkılmış, müze haline getirilmiş. Dönüp baktığınızda, Türkiye'de, Osmanlıda hiçbir kilisenin taşına dahi dokunulmamıştır. Balkanları, Girit'i nasıl kaybettiğimiz malumumuzdur.

Şimdi, Planla ilgili iyimser bütün her şeyi aldık. Biliyorsunuz, Plan, başlangıçta kabul edilecekti, sonra Sayın Denktaş'ın tavırları... Hükümetle neler görüşüldü, görüşülmedi; onları çok net bilmiyoruz Mecliste ifade edilmediği için veya şahsen de bilgi verilmediği için. Bilmiyorum, Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanına belki bilgi verilmiş olabilir.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hayır...

MEHMET KEMAL AĞAR (Devamla) - Dördüncü Plana kadar gelindi, versiyon dört oldu. Masa başında müzakerelerle versiyon sekiz, on da olabilirdi, daha farklı gelişmeler kaydedilebilirdi; bugün, ileri safhada lehte gelişmeler kaydedildiği ifade ediliyorsa.

Şimdi "büyük başarı sağlandı" derken, ortaya bir uzlaşma değil, bir uzlaşmazlık metni çıktığı açık bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Çözüm anlaşmasında öngörülen uygulamaların, geçmişteki anlaşmazlıkları tetikleyecek nitelikte olduğu görülmektedir. Çözüm anlaşması uygulamaya geçtiğinde, 57 000 Türk tekrar kuzeye geliyor ve bu bölgelere de 30 000-35 000 Rum yerleştirilecektir.

Meseleleri kısa vadeli perspektif içerisinde görürseniz, birtakım meselelerin size anlatımı çok yumuşak gelir. Meseleleri uzun vadeli perspektif içerisinde görme mecburiyeti vardır. 1959-1960 Zürih, Londra Anlaşmaları, Demokrat Partinin, bu büyük millete sadakatinin, Türk tarihine sadakatinin şaşmaz eserleridir. Bugün, hayatını millet yolunda feda etmiş rahmetli Menderes'i ve Zorlu'yu, bir kez daha, bu kürsüden, rahmetle ve minnetle anıyorum.

1960 Anlaşması, Türkiye için, enosisin yolunu kapatmıştır Kıbrıs'ta ve iki kesimliliğin önünü açan bir anlaşmadır. Bu anlaşma, Enosisin yolunu açmıştır. Bunu ben söylemiyorum, kim söylüyor derseniz; bundan evvelki Yunan Başbakanı Simitis söylüyor. Simitis, geçtiğimiz bahar aylarında "Enosis yoluna girmiştir" beyanatını vermiştir; kısa bir zaman evvel, onbeş gün evvel de "Kıbrıs meselesinin tümüyle halli, bundan sonra, AB'nin hukuk normları içerisinde gerçekleştirilecektir" demiştir. İşte, derogasyonlar dediğimiz, istisnaî hükümler dediğimiz meselelerin ne kadar can alıcı bir noktada olduğu ortadadır.

O bakımdan, dikkatle bakıldığında 3 tane önemli konu var. Bunlardan bir tanesi, biraz evvel söylediğim gibi, Rum tarafı hiç memnun değildir. Bunu göreceğiz, memnun olup olmadığını göreceğiz. Çok uzun zaman yok, üç gün sonra göreceğiz ve referandum sonucunda da ne kadar yüksek bir "evet" çıktığını göreceğiz.

Bir diğer konu, Rumlarla New York'ta yapılacak müzakerelerden evvel hükümetimiz, Alvaro De Soto'nun Türk düşmanı olduğunu, hep aleyhte çalıştığını, kesinlikle bu müzakerelerin içine sokulmaması gerektiğini -belki de bir diplomatik üslubun dışında- çok açıkça ifade etti. Görünen odur ki, o açıkça ifade etmenin sonucunda, Alvaro De Soto kısa zamanda bir Türk dostu (!) oldu ve bütün bu belgelerin içerisinde lehimize olan gelişmelerin hepsini kalemiyle sağladı! Bundan dolayı da farklı bir perspektifin oluştuğunun bize net bir şekilde herhalde izah edilmesi gerekiyor.

Bir diğer konu da "Kıbrıs sorununda elde edilecek en mükemmel sonuçtur..." Düz bir laf. "Elde edilecek en kötü sonuçtur" da denilebilir.

Ortaya çıkan şu sonuç vardır: Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye Cumhuriyetinin iki büyük güvencesi var idi burada. Bunlar, iki kesimlilik - burada, iki ayrı bölgede yaşamaları konusu deliniyor- ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki askerî varlığımız. Bu garanti anlaşmalarının işlevsiz ve fonksiyonsuz hale geldiği ortadadır.

Bütün bunlara rağmen Türkiye çözümün dışında kalmalı mıydı, Türkiye çözmeli miydi?.. Hükümetin hazırlıksız geldiği ortadadır. İktidara geldiği ilk günden itibaren, muhalefetiyle iktidarıyla, Türkiye'de çözüm konusunda irade olsaydı, bu müzakereler önceden başlasaydı ve burada hiç görülmediği ölçüde Türkiye'nin ikiye bölünmesi olmasaydı, atılacak adımlar daha iyi , ortaya çıkacak sonuçlar çok daha kolay olacaktı. Ancak görünen odur ki, bugünkü ortaya konulan tavır ve tutumda, 1878'den sonra, bir daha Kıbrıs'ın devredileceği gibi bir tehlike vardır; bu tehlikenin varlığını görmeme imkânı yoktur; açıkça görülen bir tehlike halindedir; bunu görmemek söz konusu değildir; 1960'la kıyaslanması filan da mümkün değildir. Bunu tekraren ifade ediyorum; bugünkü Plan, Enosisin önünü açıyor; bu açıkça ifade ediliyor. Bu, bizim söylediğimiz bir şey filan değildir; Yunan eski Başbakanı Simitis'in -tekraren üstüne basa basa söylüyorum- açık ve net ifadesidir. 1960 Anlaşması, Enosisin önünü tümüyle kapatan bir anlaşmaydı.

Bununla ilgili söylenecek çok söz var. Bence, hükümet, başlattığı bu alışkanlığı -9'undan evvel bir anlaşma veya bir mutabakat metni imzalanacaktır- bu süreç içerisinde devam ettirmelidir ve Meclis bu görüşmelere devam etmelidir.

Meclisin, en son, 6 Mart tarihli, ortaya çıkmış müşterek bir mutabakatı vardır ve bu grubun da ittifakla, oybirliğiyle ortaya koymuş olduğu bir irade beyanıdır. Bugün ortaya çıkan manzara, bu irade beyanının tamamıyla tersidir ve bugün, Türkiye'nin her tarafında insanlar bu konulardaki doyurucu açıklamaları hep bekleyegelmişlerdir; ama, bugün, görüşmelerin sonucunda doyurucu bir anlaşma ortaya çıkmamıştır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının feryatlarına net bir karşılık burada ortaya çıkmamıştır. Kıbrıs Türklerinin güvenliği konusunda, Türkiye'nin garantörlüğü konusunda, garantörlük sisteminin işlevinin devam ettiği konusunda net açıklamalar yoktur. İstisnaî hükümler konusundaki risklerin büyük ölçüde olduğu ortadadır ve silahla halledilemeyenin, zorla halledilemeyenin, hukuk yoluyla birtakım delinmeler suretiyle halledileceği gerçeği vardır. Eğer bu gerçekler söz konusuysa, bu, Kıbrıs'ın 1878 Anlaşmasından sonra, bir daha devri sonucunu doğuracaktır ve gerçekten, bir büyük tarihî sorumluluktur, bir ağır tarihî sorumluluktur. Bu sorumluluk, elbette bu çatı altında olan herkesin sorumluluğudur; ama, öncelikle, hiç şüphe yok ki, İktidar Grubunun ve İktidar Grubunun içerisinden çıkardığı hükümetin sırtında büyük tarihî sorumluluk vardır. Keşke, hükümet, ilk göreve başladığı andan itibaren, Türkiye içerisinde bu siyasî birlikteliği, bugüne kadar bütün millî davalarda yürütülmüş siyasî birlikteliği temin edegelen politikaları izleyebilseydi.

Çok küçük bir örnekle sözlerimi bitirmek istiyorum. 1950-1960 döneminde, Demokrat Parti İktidarı döneminde, Cumhuriyet Halk Partisi, sadece Dışişleri Bakanlığı bütçelerine mahsus olmak üzere, her dönem "evet" oyu vermiştir. Bu, dış dünyaya karşı bir mesajdır ki, dışpolitikada bir bütünlük içerisinde hareket ediyoruz... Bunu, diğer bütün bakanlık bütçelerinden ayrı tutmuştur.

Bu meselenin de önemi budur. Türkiye, millî meselesinde, millî davasında, Kıbrıs gibi, uzun vadede Türkiye açısından fevkalade önemi olan bir davada, hükümetin doğru politikalar izleyememesi yüzünden ortadan ikiye ayrılmış durumdadır.

Bugün, sorumluluğu olan, bir imparatorluğun varisi olan, bir büyük cumhuriyetin sahibi olan Türkiye'nin manevî coğrafyasında gözünü Türkiye'ye dikmiş olan milyonlar nezdinde de ciddî bir hayal kırıklığına uğratacak neticelere uğramayız inşallah diyorum. Bütün milletimizin vicdanı adına, milletimizin sesi adına, konuların yakinen takibi içerisinde olacağız. Hepimizin üzerine düşen sorumluluk büyüktür. Her türlü günlük çıkarın dışında, uzun vadeli stratejik düşünce içerisinde, ülkenin geleceği, Kıbrıs Türkünün geleceği ve büyük manevî coğrafya içerisinde gözüyle bizi takip eden herkesin geleceği açısından, adımlarımızın büyük bir hassasiyetle devam edeceği gerçeğini hiçbir zaman akıldan uzak tutmamamız lazım.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ağar.

Sayın milletvekilleri, Sayın Öymen'in, İçtüzüğün 69 uncu maddesi gereğince, Sayın Ömer Çelik'in konuşmasındaki "Millî Güvenlik Kurulu ile hükümeti karşı karşıya gösterme" şeklindeki sözleri nedeniyle, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfettiği için söz talebi vardır.

Ben, Sayın Çelik'in konuşma metnini getirttim. Burada, Sayın Çelik'in söylediği ifade aynen şu: "Sayın Öymen'in sık sık başvurduğu bir argüman var; o da, Millî Güvenlik Kurulu ile hükümeti karşı karşıya gösterme. Şimdi, bakınız, Sayın Öymen'in bu ifadelerinin yanlış anlaşılmasından korkuyorum" diye devam ediyor.

Sayın Öymen, bu hususta, takdir yetkimi kullanarak size söz vereceğim; ama, Sayın Çelik, bu ifadelerin yanlış anlaşılmasından çekindiğini kendisi de ifade ediyor.

Buyurun.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yani, yanlış anlaşılabilecek bir şey söylemiş!..

IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in, Adana Milletvekili Ömer Çelik'in, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum söz verdiğiniz için.

Sözlerimin yanlış anlaşılmasına imkân yok; çünkü, hiç yanlış anlaşılmaya yol açmayacak şekilde açık konuştuğumu düşünüyorum.

Hiçbir zaman, biz, hükümet ile Millî Güvenlik Kurulunu karşı karşıya getirmeye çalışmadık. Biz, Millî Güvenlik Kurulunun anayasal fonksiyonunu çok iyi biliyoruz, danışmanlık rolü olduğunu biliyoruz. Millî Güvenlik Kurulunun içinde, bizzat başında Cumhurbaşkanının olduğunu, Başbakanın, Millî Savunma Bakanının, Dışişleri Bakanının, başka bakanların üye olduğunu biliyoruz ve şunu söylüyoruz: Millî Güvenlik Kurulu, Türkiye'nin önemli bir kurumudur. Kıbrıs gibi hayatî bir konuda, savunma ve güvenlik boyutu son derece önemli bir konuda, Millî Güvenlik Kurulunun yaptığı açıklama önemlidir diyoruz. Biz, bu açıklamayı dikkatle inceledik ve şu, bizim dikkatimizi çekti: Millî Güvenlik Kurulunun açıklamasında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Halkına, bu anlaşmayı onaylama çağrısı yoktur; bunu söyledim sadece. Bunun, hükümet ile Millî Güvenlik Kurulunu karşı karşıya getirmek gibi...

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Onaylama çağrısı var mı Sayın Öymen?!

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Millî Güvenlik Kurulu ile... (Gürültüler)

Müsaade eder misiniz... Olmalıdır demiyorum; bilakis, biz, karşı görüşü savunuyoruz; ama, dikkat çekiyorum. Bunu, şunun için söylüyorum; aynı zamanda, İsviçre toplantılarına gitmeden önce yapılan zirve toplantısında Sayın Cumhurbaşkanının bulunmadığını da söyledim; bunun da dikkatimizi çektiğini söyledim; sadece Millî Güvenlik Kurulu demiyorum. Müsaade buyurun ve kabul edin; şunu ifade ettim: "Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti, Kıbrıs konusunda izlediği politikada, Türkiye'de, siyasî partilerden de, daha önceki cumhurbaşkanlarından da, hiçbir destek alamamıştır, yalnız kalmıştır" dedim; bunları söyledim ve Millî Güvenlik Kurulu ile hükümeti karşı karşıya getirmek aklımın köşesinden bile geçmez. Yani, hiç söylemediğim sözleri söylemişim gibi nakletmesine de çok şaşırdım değerli arkadaşımın; "evvelce de bunu yapmıştınız" diyor. Zabıtlara baksın, benim bu anlama gelen bir sözüm varsa, lütfen, getirsin ortaya, bunu da tartışalım.

Değerli arkadaşlar, sözümü uzatacak değilim. Sayın Çelik'in "şeytansavar" filan gibi sözlerine de cevap vermeye gerek görmüyorum. Meclisin düzeyini düşürmeyelim.

Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öymen.

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Hollanda Temsilciler Meclisi Başkanı ve beraberindeki heyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak resmî temaslarda bulunmak üzere ülkemize ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/513)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının 15 Ocak 2004 tarih ve 25 sayılı Kararıyla, Hollanda Temsilciler Meclisi Başkanı ve beraberindeki heyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemize resmî ziyarette bulunması kararlaştırılmıştır.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Kanun teklifinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

2. - Bayburt Milletvekili Ülkü Güney'in (2/16) esas numaralı kanun teklifini geri aldığına ilişkin önergesi (4/154)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/16) esas nolu kanun teklifimi geri çekmek istiyorum.

Gereğini arz ederim.

Saygılarımla. 31.3.2004

    Ülkü Güney

           Bayburt

BAŞKAN - Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarında bulunan teklif geri verilmiştir.

Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair 4 adet önerge vardır; okutuyorum:

3. - Kars Milletvekili Selami Yiğit'in (6/957) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/155)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 440 ıncı sırasında yer alan (6/957) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

     Selami Yiğit

                 Kars

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

4. - Kars Milletvekili Selami Yiğit'in (6/963) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/156)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 445 inci sırasında yer alan (6/963) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

     Selami Yiğit

                 Kars

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

5. - Kars Milletvekili Selami Yiğit'in (6/964) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/157)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 446 ncı sırasında yer alan (6/964) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

     Selami Yiğit

                 Kars

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

6. - Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in (6/981) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/158)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 462 nci sırasında yer alan (6/981) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

      Sedat Pekel

          Balıkesir

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Tokat Milletvekili Ergün Dağcıoğlu, Devlet eski Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ve Devlet eski Bakanı Recep Önal haklarında kurulan (9/3) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu üyeliğinden istifa etmiştir.

Bilgilerinize sunulur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım.

7. - Tunus Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler ve Siyasî İşler Komisyonu Başkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Tunus'a davetine icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/514)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Dışişleri Bakanlığının 3 Mart 2004 tarihli ve 90116 sayılı yazısında, Tunus Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler ve Siyasî İşler Komisyonu Başkanının Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu heyetini Tunus'a davet ettiği bildirilmiştir.

Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, bazı sayın milletvekillerinin izinli sayılmalarına dair bir tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

8. - Bazı milletvekillerinin belirtilen sebep ve sürelerle izinli sayılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/515)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Aşağıda adları yazılı sayın milletvekillerinin hizalarında gösterilen süre ve nedenlerle izinli sayılmaları, Başkanlık Divanının 4.3.2004 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

"Adana Milletvekili Ömer Çelik, mazereti nedeniyle, 25.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Afyon Milletvekili Reyhan Balandı, hastalığı nedeniyle 10.2.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 20 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Ağrı Milletvekili Naci Aslan, mazereti nedeniyle 27.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 25 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak, hastalığı nedeniyle 12.2.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 17 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Diyarbakır Milletvekili Mesut Değer, mazereti nedeniyle 19.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 22 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Düzce Milletvekili Fahri Çakır, hastalığı nedeniyle 19.2.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 23 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Eskişehir Milletvekili Mehmet Ali Arıkan, hastalığı nedeniyle 19.1.2004 tarihinden itibaren 15 gün ve 12.2.2004 tarihinden itibaren 15 gün, toplam 30 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"İstanbul Milletvekili Egemen Bağış, mazereti nedeniyle 25.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 13 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"İzmir Milletvekili Vezir Akdemir, hastalığı nedeniyle 20.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 15 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, mazereti nedeniyle 27.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 21 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Kayseri Milletvekili Sadık Yakut, mazereti nedeniyle 26.1.2004 tarihinden geçerli olmak üzere 16 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

"Zonguldak Milletvekili Harun Akın, hastalığı nedeniyle 17.11.2003 tarihinden geçerli olmak üzere 72 gün"

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, bir milletvekiline ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.

9. - Bir milletvekiline ödenek ve yolluğunun verilebilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/516)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız olarak iki aydan fazla izin alan Zonguldak Milletvekili Harun Akın'a, İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının 4.3.2004 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

    Bülent Arınç

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş 3 adet tezkeresi vardır; ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

10. - Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in Suriye’ye yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/517)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in, görüşmelerde bulunmak üzere, bir heyetle birlikte 4-7 Mart 2004 tarihlerinde Suriye'ye yaptığı resmî ziyarete, İstanbul Milletvekili Muharrem Karslı'nın da iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu karanının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

Recep Tayyip Erdoğan

         Başbakan

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

11. - Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in Macaristan'a yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/518)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in, Budapeşte'de düzenlenen "Genişletilmiş Avrupa'da Yeni Büyüme Fırsatları" konulu Avrupa Bakanlar Konferansına katılmak üzere, bir heyetle birlikte 25-29 Şubat 2004 tarihleri arasında Macaristan'a yaptığı resmî ziyarete, Ankara Milletvekili Reha Denemeç'in de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararı sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

Recep Tayyip Erdoğan

         Başbakan

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

12. - Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün Rusya Federasyonuna yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/519)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 23-26 Şubat 2004 tarihlerinde Rusya Federasyonu'na yaptığı resmî ziyarete ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

Recep Tayyip Erdoğan

         Başbakan

Prof. Dr. Mustafa Özyurt                                (Bursa)

Fatma Şahin                                (Gaziantep)

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş                                (İstanbul)

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

 V. - SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. - İçişleri Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim  

BAŞKAN - İçişleri Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için, Hatay Milletvekili Mehmet Soydan aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bakanlıkları sırasında ilgili kuruluşların raporlarının gereğinin yapılmasını geciktirerek ve gerekli tedbirleri zamanında almayarak görevlerini yerine getirmemek suretiyle Türkiye Halk Bankasının zarara uğramasına sebep oldukları, usulsüz işlemlerin yapılmasına imkân sağladıkları iddialarıyla Devlet eski Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ve Devlet eski Bakanı Recep Önal haklarında kurulan (9/3) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda boşalan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için seçim yapacağız.

2. - (9/3), (9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonlarında açık bulunan üyeliklere seçim

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisinin 1 üyelik için 3 katı olarak gösterdiği adayların adlarını okutuyorum:

Mustafa Nuri Akbulut                                (Erzurum)

Mehmet Ali Bulut                                (Kahramanmaraş)

Bayram Özçelik                                (Burdur)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, adayların adları torbaya konulmuştur; torbadan bir isim çekeceğiz.

(9/3) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu üyeliğine Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Ali Bulut seçilmiştir.

Türkbank ihalesi sürecinde, malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri iddiasıyla, eski Başbakan Ahmet Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında kurulan (9/5, 6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda boş bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için seçim yapacağız.

 Adalet ve Kalkınma Partisinin 1 üyelik için 3 katı olarak gösterdiği adayların adlarını okutuyorum:

Ahmet Yeni                                 (Samsun)

Süleyman Sarıbaş                                 (Malatya)

Cüneyit Karabıyık                                 (Van)

BAŞKAN - Adayların adları torbaya konulmuştur; torbadan bir isim çekeceğiz.

(9/5,6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu üyeliğine Van Milletvekili Sayın Cüneyit Karabıyık seçilmiştir.

Şimdi, Genel Kurulun 6.1.2004 tarihli ve 38 inci Birleşiminde kurulması kabul edilen (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun üye seçimini yapacağız.

Meclis soruşturmasını yürütecek komisyonun üyeleri, Anayasanın 100 üncü maddesine göre, siyasî partilerin güçleri oranında verecekleri üye sayısının 3 katı olarak gösterdikleri adaylar arasından adçekme suretiyle tespit edilecektir.

Bu soruşturma komisyonunda, Adalet ve Kalkınma Partisi 10, Cumhuriyet Halk Partisi 5 üyelikle temsil edilecektir.

Şimdi, bakanlığı sırasında yapılan ihalelerde usulsüzlüklerde bulunduğu ve bu ihalelerle ilgili yolsuzluk iddialarının tahkikini zamanında yaptırmayarak görevini kötüye kullandığı, aynı zamanda mal varlığında haksız bir artışa sebebiyet verdiği ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 306 ve 240 ıncı maddeleri ile Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun 12, 13, 14 ve 15 inci maddelerine uyduğu iddiasıyla, Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında kurulması kabul edilen (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun üye seçimine başlıyoruz.

B) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ

1. - (9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonuna üye seçimi

BAŞKAN - Siyasî partilerin kendilerine düşen üyelikler için 3 katı olarak gösterdikleri adayların adlarını okutuyorum:

(9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu Üyeleri Aday Listesi: (45)

Adı ve Soyadı                                Seçim Çevresi

Adalet ve Kalkınma Partisi (30)

Mustafa Elitaş                                (Kayseri)

Mustafa Öztürk                                (Sinop)

Eyüp Ayar                                (Kocaeli)

İbrahim Hakkı Aşkar                                (Afyon)

Bekir Bozdağ                                (Yozgat)

Süleyman Sarıbaş                                (Malatya)

Ömer Kulaksız                                 (Sivas)

Osman Seyfi                                (Nevşehir)

Mehmet Emin Tutan                                (Bursa)

Orhan Yıldız                                (Artvin)

Ahmet Ertürk                                (Aydın)

Hacı İbrahim Kabarık                                (Bartın)

Recep Özel                                (Isparta)

Mehmet Sekmen                                (İstanbul)

Mehmet Ali Bulut                                (Kahramanmaraş)

Ziyattin Yağcı                                (Adana)

Ahmet Yeni                                (Samsun)

Hakan Taşcı                                (Manisa)

Hasan Kara                                (Kilis)

Mustafa Nuri Akbulut                                (Erzurum)

Mahmut Kaplan                                (Şanlıurfa)

Mehmet Mehdi Eker                                (Diyarbakır)

Ahmet Işık                                (Konya)

Mustafa Ilıcalı                                (Erzurum)

Turhan Çömez                                (Balıkesir)

Osman Kılıç                                (Sivas)

Muharrem Tozçöken                                (Eskişehir)

Zeki Karabayır                                (Kars)

Ali Osman Sali                                (Balıkesir)

Zülfü Demirbağ                                (Elazığ)

Cumhuriyet Halk Partisi (15)

Kemal Sağ                                (Adana)

Halil Ünlütepe                                (Afyon)

Naci Aslan                                (Ağrı)

Rasim Çakır                                (Edirne)

Erol Tınastepe                                (Erzincan)

Mehmet Vedat Yücesan                                (Eskişehir)

Gökhan Durgun                                (Hatay)

Ahmet Sırrı Özbek                                (İstanbul)

Abdurrezzak Erten                                (İzmir)

Selami Yiğit                                (Kars)

Nezir Büyükcengiz                                (Konya)

Ufuk Özkan                                (Manisa)

Turan Tüysüz                                (Şanlıurfa)

Engin Altay                                (Sinop)

Şevket Arz                                 (Trabzon)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, siyasî partilerin gösterdikleri adayların adları iki ayrı torbaya konulmuştur. Her torbadan üçte 1 oranında isim çekeceğiz.

Adçekmeye Adalet ve Kalkınma Partisinin gösterdiği adaylardan başlıyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun adayları arasından, kurayla 10 üye belirleyeceğiz:

Bekir Bozdağ                                (Yozgat)

Ahmet Ertürk                                (Aydın)

Osman Seyfi                                 (Nevşehir)

Mustafa Elitaş                                (Kayseri)

Recep Özel                                 (Isparta)

Ömer Kulaksız                                (Sivas)

Zülfü Demirbağ                                (Elazığ)

Mustafa Öztürk                                (Sinop)

Süleyman Sarıbaş                                (Malatya)

Hakan Taşcı                                (Manisa)

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun adayları arasından, kurayla 5 üye belirleyeceğiz:

Nezir Büyükcengiz                                 (Konya)

Engin Altay                                 (Sinop)

Rasim Çakır                                (Edirne)

Turan Tüysüz                                (Şanlıurfa)

Kemal Sağ                                (Adana)

(9/8) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunun üye seçimi tamamlanmıştır.

Bu komisyona seçilmiş bulunan sayın üyelerin, 7 Nisan 2004 Çarşamba günü, yani yarın saat 14.00'te AK Parti Grup Salonu arkasında, bahçe içerisinde bulunan Meclis Soruşturması Komisyonu Toplantı Salonunda toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.

Meclis Soruşturması Komisyonuna seçilen üyelerin listesi ile toplantı gün ve saati ilan tahtalarına da asılacaktır.

Sayın milletvekilleri, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 1, 11, 40, 54, 59, 64, 95, 109, 138 ve 142 nci sıralarında yer alan soruları birlikte cevaplandırmak istediğini belirtmiştir; Sayın Bakanın isteği yerine getirilecektir.

Bilgilerinize sunulur.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmına geçiyoruz.

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Bursa Milletvekili Mehmet Küçükaşık'ın, Bursa İlinde yapılan bazı atamalara ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/456) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

2 - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın, Bor Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi inşaatına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/478) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

3 - Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'in, Salihli Devlet Hastanesi ekbinasının ne zaman hizmete gireceğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/523) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

4. - Muğla Milletvekili Ali Arslan'ın, sağlık meslek lisesi mezunlarının istihdam sorununa ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/540) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

5. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın, memurların ilaç katkı payında indirim yapılıp yapılmayacağına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/545) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

6. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın, Niğde Devlet Hastanesinin iç onarım ve bahçe düzenleme ihalesine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/550) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

7 - İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu'nun, sağlık meslek liselerine ilahiyat fakültesi mezunu idareci atandığı iddiasına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/582) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

8. - Ankara Milletvekili İsmail Değerli'nin, hemofili hastalarının tedavisinde kullanılan bir kan ürününün ithal edilip edilmediğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/600) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

9. - İzmir Milletvekili Vezir Akdemir'in, İzmir'in Menemen İlçesinin hastane ve sağlık personeli ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/631) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

10. - Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur İlinin kadın hastalıkları ve doğum hastanesi ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/635) ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı

BAŞKAN- Sayın Sağlık Bakanının talebi doğrultusunda, cevaplandırmak istediği soruları okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 

           Mehmet Küçükaşık

               Bursa

Bursa İl Sağlık Müdür Yardımcılığına veteriner hekim, Zübeyde Hanım Doğumevi Müdür Yardımcılığına imam, devlet hastanesine ise yeni bir başhekim atanmış, İl Sağlık Müdürlüğü kadroları yeniden düzenlenmiştir.

Sorular:

1- İl Sağlık Müdür Yardımcılığına atanan Veteriner Hekim, 24.7.2001 tarih ve 24472 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan "Sağlık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Yatak ve Kadro Standartları Yönetmeliği"ndeki şartları taşıyor mu? Taşımıyorsa kıstasınız nedir?

2- Bursa İlindeki hizmetleri vatandaşlarımızca takdir edilen Bursa Devlet Hastanesi Başhekiminin görevden alınması ve bunu takip eden 12 başhekim yardımcısı, başhemşire, 4 başhemşire yardımcılarının istifalarını nasıl açıklıyorsunuz?

3- Türkiye'nin 5 inci büyük kenti olan Bursa'nın Zübeyde Hanım Doğumevi Müdür Yardımcılığına bir imamın getirilmesini uygun buluyor musunuz?

4- Bu atamalar "liyakat ve yeterlilik" ilkelerine uygun mudur? Uygun değilse iptali söz konusu mudur?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

  Orhan Eraslan

               Niğde

Niğde İli Bor İlçesinde Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi olarak başlatılan inşaat, yüzde 70 oranında tamamlanmıştır.

Yetkililer tarafından zaman zaman farklı amaçlar için de kullanılacağı açıklanan bu merkezin bir an önce tamamlanması, hem Niğde ve Bor halkı açısından hem de ülke kaynaklarının etkin kullanımı bakımından yararlı olacaktır.

Bu itibarla;

Soru 1- Bor Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi 2003 yılı içerisinde bitirilecek midir?

Soru 2- Söz konusu merkez bu yıl tamamlanmayacak ise ne zaman, hangi program dahilinde bitirilecektir?

Soru 3- Binanın başka bir amaçla kullanılması düşünülmekte midir? Düşünülüyor ise hangi hizmete yönelik olarak açılacaktır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

    Nuri Çilingir

            Manisa

Manisa Salihli Devlet Hastanesi, konumu dolayısıyla bir bölge hastanesi gibi hizmet vermektedir. Hasta yoğunluğuna, mevcut bina ve teçhizat cevap vermemektedir.

Buna göre;

Salihli Devlet Hastanesi ekbinasını ne zaman bitirip hizmete açmayı düşünüyorsunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda yer alan konunun Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak yanıtlanması için gereğini arz ederim.

        Ali Arslan

              Muğla

Halen sağlık meslek lisesi mezunu 46 000 nitelikli eleman atama beklemekte olup, bu yıl mezun olacaklarla bu sayı daha da artacaktır. Diğer yandan, 2002 yılında 11 389 sağlıkevinin 8 384'ünde ebe bulunmamaktadır. Toplam hasta yataklarının yüzde 20'si, yeterli sayı ve nitelikte hekim, hemşire ve destek personeli sağlanamadığından hizmetdışı kalmaktadır.

Sağlık Bakanlığına bağlı kurumlarda sağlık personeli kadro doluluk oranı hemşirelerde yüzde 62, ebelerde yüzde 72, sağlık memuru ve teknisyenlerde yüzde 55,7'dir.

1- Sağlık meslek liselerinden mezun olan, binbir emekle yetiştirdiğimiz gençlerimizin işsizlik sorunlarının çözülmesi öncelikli sorunlarınızdan mıdır?

2- Bu soruna yönelik çalışmalarınız ne aşamadadır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

  Orhan Eraslan

               Niğde

Bilindiği üzere, devlet memurlarının maaşlarından, kullandıkları ilaç bedellerinin yüzde 20'si oranında katkı payı kesintisi yapılmaktadır.

Bu kesintiler, daha önce, direkt olarak eczaneye ödenmekte ve eczacılarca, mağdur durumda olan memurlara bazı kolaylıklar tanınmaktaydı.

Yeni uygulamayla, maaştan kesinti yapılmakta ve bu kesintiler, kimi zaman, memurların maaşlarını dahi geçmektedir. Bu durum, pek çoğu yoksulluk sınırında yaşayan memur ailelerimizi zorunlu durumlarda dahi ilaç kullanmama gibi sonuçlara itmektedir.

Soru: Bakanlığınızca, memurlarımızın ilaç katkı payında bir indirime gidilmesi veya eski sisteme dönülmesi gibi bir uygulama düşünülmekte midir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

  Orhan Eraslan

               Niğde

Niğde Devlet Hastanesinin bu yıl içerisinde iç onarımı ve bahçe düzenlemesi yapılmaktadır.

Soru 1- Niğde Devlet Hastanesinin iç onarım ve bahçe düzenlemesi işinin muhammen bedeli kaç liradır?

Soru 2- İhalesi yapılmış mıdır? Yapılmış ise, nerede ilan edilmiştir? Kime ihale edilmiştir?

Soru 3- Bu ihaleyi alan firmanın AKP Niğde İl Başkanlığıyla bir ilgisi var mıdır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılması ricasıyla.

              Güldal Okuducu

           İstanbul

1- Göreve geldiğiniz günden bugüne, sağlık meslek liselerine, ilahiyat fakültesi mezunu müdür ataması yapıldı mı?

2- Böyle bir atama yapıldıysa, kaç okula kaç ilahiyat mezunu atanmıştır?

3- Bakanlığınız tarafından, AKP milletvekilleri rahat iş takibi yapabilsin diye iletişim merkezi açtınız mı? Böyle bir merkez açıldıysa, merkezin amacını açıklar mısınız?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

  İsmail Değerli

             Ankara

Sağlıklı vatandaşların alınan kanlarından, bilindiği gibi, çeşitli kan ürünleri elde edilmektedir. Bu ürünlerden biri de Faktör XIII'tür. Bu madde hemofilili hastaların tedavisinde kullanılmaktadır.

1.- Her yıl, hemofilili hastaları tedavi etmek için yurt dışından 80 000 000-100 000 000 dolarlık Faktör XIII ithal edildiği iddiaları doğru mudur?

2.- Faktör XIII'ün ülkemizde üretilebilmesi için gerekli olan yatırımın bedeli nedir?

3.- Bu üretimin yapılamamasının nedenleri arasında yeterli ve sağlıklı kan bulunamayışı yer almakta mıdır?

4.- Böyle bir aksaklık söz konusu değilse, ilgili maddenin ülkemizde üretilerek, kaynaklarımızın heba edilmemesi konusunda Bakanlığınız ne gibi önlem almaktadır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak yanıtlanmasını arz ederim.

Vezir Akdemir

                İzmir

600 000 nüfusu bulunan Menemen İlçemizde hizmet veren sağlık personeli sayısı yetersizdir. Bu sebeple vatandaşımız mağdur olmaktadır. Şu anda hizmette bulunan hastane binasının poliklinik, makine ve diğer cihazlar yetersiz olduğundan yeterli sağlık hizmeti verilememektedir. Yeni hastane hizmet binasının arsasının kamulaştırma işlemi yapılmamıştır.

1.- Yoğun göç alıp 600 000 nüfusa ulaşan İzmir'in Menemen İlçesinin 1993 yılından beri inşaatı devam eden Devlet Hastanesi hizmet binasının arsasının halen kamulaştırma işlemi yapılamamıştır. Bu nedenle, hastane hizmet binasının kamulaştırma çalışmaları yapılıyor mu? Ayrıca, yeni hastane binası ne zaman faaliyete geçecektir?

2.- İlçemizde nüfus yoğunluğu gözönünde bulundurulduğunda, hizmet gören mevcut sağlık personeli olan doktor, hemşire ve hastabakıcı sayısı yeterli midir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Anayasa ve Meclis İçtüzüğü uyarınca Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ tarafından sözlü olarak yanıtlanmasını arz ederim.

          Ramazan Kerim Özkan

             Burdur

Burdur Devlet Hastanesi ve SSK Hastanesi kısıtlı yatak kapasiteleriyle ilimizde hizmet vermektedir.

Son yıllarda, hastanelere ait yatak kapasitelerinin artan ihtiyacı gerekli ölçüde karşılayamaması nedeniyle ilimizde önemli sağlık sorunlarının yaşanması söz konusu olacaktır.

İlimizde kurulacak bir kadın hastalıkları ve doğum hastanesinin bu hastanelerin yükünü önemli ölçüde azaltacağı görüşündeyim.

1.- Burdur İlinde bir kadın hastalıkları ve doğum hastanesi kurulmasını uygun bulur musunuz?

2.- İlimizde, kadın hastalıkları ve çocuk sağlığı açısından da son derece önemli hizmetler verecek olan böyle bir hastanenin mümkün olan en kısa sürede açılmasını düşünür müsünüz?

BAŞKAN - İlgili soru önergelerini cevaplandırmak üzere, Sağlık Bakanı Sayın Recep Akdağ; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) -Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçi, soru sahiplerini şu anda salonda göremiyoruz; ama, biz görevimizi yapıp sorulan sorulara cevaplarımızı verelim, cevaplarımız zabıtlara geçecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Küçükaşık'ın, 7.5.2003 tarihli, Bursa İlinde yapılan bazı atamalar ve görevlendirmelerle alakalı sözlü soru önergesine cevap vermek istiyorum, Yüce Meclisimizi saygıyla  selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Sayın Milletvekilimizin bahis konusu ettiği Veteriner Hekim, Bursa İl Halk Sağlığı Laboratuvarı Müdürlüğünde görevli iken, ilkönce, 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa istinaden, Valilik tarafından, ihtiyaca binaen, il onayıyla, İl Sağlık Müdür Yardımcısı olarak görevlendirilmiştir. Anılan Veteriner Hekim, idarî ve malî konularda ehliyet ve liyakate sahip, gıda ve çevre sağlığı konularında deneyimli bir personeldir. Bu nedenlerle ve yine ihtiyaca binaen, Bursa Valiliğinin 19.2.2004 tarihli talebi üzerine, Bakanlığımca İl Sağlık Müdür Yardımcısı olarak görevlendirilen söz konusu Müdür Yardımcımıza, Gıda ve Çevre Sağlığı Şubesi ile İl Halk Sağlığı Laboratuvarı birimleri bağlanmıştır. Bu, asaleten yapılmış bir atama değil, hizmet gereği bir görevlendirmedir.

Aynı soru önergesinde bahis konusu edilen imam ise, Valilikçe, il onayına istinaden, Bursa Zübeyde Hanım Doğumevi Hastanesi Müdür Yardımcısı olarak görevlendirilmiş, bu görevlendirme, daha sonra, yine, aynı Valilikçe iptal edilmiştir.

Bu nedenle, iddia edildiği üzere, Bakanlığımca, bu iki personel hakkında, Sağlık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Yatak ve Kadro Standartları Yönetmeliği hükümlerine aykırı bir atama yapıldığından söz edilmesi mümkün değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 11 inci sırada yer alan, Niğde Milletvekili Sayın Orhan Eraslan'ın, Niğde İli Bor İlçesinde bulunan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi inşaatına ilişkin 14.5.2003 tarihli sözlü soru önergesini cevaplamak üzere huzurunuzdayım.

Sayın milletvekilleri, 2003 yılı yatırım programında yer alan 100 yataklı Niğde-Bor Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi inşaatının fizikî gerçekleşmesi yüzde 75 civarındaydı. Söz konusu merkez için 2003 yılı bütçe ödeneği olan 500 milyar Türk Lirası, tesisin yapımını yürütmekte olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesine aktarılmış ve kullandırılmıştır. 2004 yılında ise 500 milyar Türk Lirası aktarılacaktır. Bakanlığıma ait söz konusu inşaatın, yatırım programında yer aldığı şekliyle 2005 yılında bitirilmesi planlanmaktadır.

Adı geçen merkezin başka bir amaçla kullanılmasına yönelik olarak, Bakanlığımca, halihazırda herhangi bir planlama yapılmış değildir.

Sayın Milletvekilimizin ilgisine teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 40 ıncı sırada yer alan, Manisa Milletvekilimiz Sayın Nuri Çilingir'in, Manisa-Salihli Devlet Hastanesi ek bina inşaatının ne zaman hizmete açılacağına dair 23.5.2003 tarihli sözlü soru önergesini cevaplıyorum.

Değerli milletvekilleri, söz konusu hastane, yani, Manisa-Salihli Devlet Hastanesi ekbina inşaatının fizikî gerçekleşmesi yüzde 90 civarındadır. Söz konusu yatırım için 2003 yılı bütçe ödeneği olan 750 milyar, ek tesisin yapımını yürütmekte olan Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçesine aktarılmış ve kullandırılmıştır. İnşaatın, 2001 yılında yapılan keşif sonucu hesaplanan ödeneğinin yetersiz kalması sebebiyle, 18.12.2003 tarihinde tasfiyesi söz konusudur ve tekrar ikmal ihalesi yapılacaktır.

Daha önce de bu kürsüden arz ettiğim gibi, önemli bir kısmı geçmişte belki iyi planlanamamış olduğu için yatırım bütçemize ciddî yük teşkil eden bütün sağlık yatırımlarımızı, mevcut bütçe imkânlarımız ve Türkiye sağlık envanteri çalışmamız çerçevesinde tamamlama yoluna gidiyoruz. Manisa Salihli Devlet Hastanesi ekbina inşaatı da, bu paralelde, 2004 yılında bitirilmesi planlanan yatırımlarımız arasında yer almaktadır.

Sayın Milletvekilimiz Nuri Çilingir'in ilgisine teşekkür ediyorum.

54 üncü sırada bulunan ve Muğla Milletvekilimiz Sayın Dr. Ali Arslan'ın, 4.6.2003 tarihli, sağlık meslek lisesi mezunlarının istihdamına ilişkin sözlü soru önergesini cevaplıyorum.

Sayın milletvekilleri, sağlık meslek liselerinden mezun olan yardımcı sağlık personelinin Bakanlığım bünyesinde ihtiyaç bulunan sağlık kurum ve kuruluşlarına atamalarının zaman zaman yapılarak, mağduriyetlerinin giderilmesi ve aynı zamanda, yeterli sayı ve nitelikte personelle sağlık hizmetlerinin vatandaşlarımıza daha verimli ve dengeli bir şekilde sunulması öncelikli amaçlarımız arasında yer almaktadır. Ancak, şunu özellikle ifade etmek istiyorum ki, bu okullar, geçtiğimiz hükümetler döneminde, hem sayı ve hem de öğrenci sayıları itibariyle gereğinden fazla çoğaltılmış ve bu şekilde, önümüze ciddî bir mezun öğrenci yükü çıkmış durumdadır. Bu itibarla, 2000 ve 2001 yıllarında, sağlık meslek lisesi mezunlarından Sağlık Bakanlığımız kadrolarına toplam 4 287 atamanın yapıldığını görmekteyiz. Oysa, Yüce Meclisimizde sizlerin oylarıyla kabul edilen 4924 sayılı Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yörelerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması Hakkında Kanun gereğince, yalnızca bu yıl; yani, 2003 yılında yapılan planlamalarla, 2004 yılının başlarında 5 036 sağlık meslek lisesi mezununun yerleştirilmesi yapılmıştır. Bu da, bizim, Hükümet olarak konuya verdiğimiz önemi göstermektedir. Önümüzdeki dönemde yeni kadroların ihdas edilmesiyle, sağlık meslek lisesi mezunlarımızın istihdamının sürdürüleceğini ifade etmek  istiyorum.

Bu arada, yine aynı kanunla, sağlık kuruluşlarımızın doğrudan sözleşmeli sağlık personeli çalıştırmasının önünü açan bir hükümle -şimdi usul ve esasları belirliyoruz- hastanelerimiz, ihtiyaçları olan personeli, kendi dönersermayeleriyle de görevlendirebilecekler, istihdam edebilecekler; bu da ikinci bir istihdam imkânı oluşturmuş olacak.

Ayrıca, özel sektörün devlet memurlarına ve memur emeklilerine hizmet vermesinin önünü açışımızla, bu hususta, özel sektörde de, ciddî yeni  istihdam alanları oluşmaktadır.

Niğde Milletvekilimiz Sayın Orhan Eraslan'ın, 59 uncu sırada bulunan, 5.6.2003 tarihli, devlet memurlarının, maaşlarından, kullandıkları ilaçların bedellerinin yüzde 20'si oranında alınan ilaç katkı payı uygulamasıyla ilgili sözlü soru önergesini cevaplamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu uygulama -Maliye Bakanlığımızca yayımlanarak- Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı gibi geri ödeme kurumlarınca yürütülmektedir.  Aslında, doğrudan Bakanlığımla ilgili olmamasına rağmen, bu konuya temas etmeyi önemli görüyorum. Bundan önce nasıl bir yöntemle iş görülüyordu; vatandaş, bu ödemeleri, doğrudan eczanelere yapıyordu ve zaman zaman, eczaneler ile vatandaş arasında oluşabilen bazı özel pazarlıklar sonucunda, bu ödemeler yapılmayıp, çok büyük ilaç harcamalarına yol açılabiliyordu. Dolayısıyla, aşırı tüketime ve israfa neden olan, geçmişteki yöntem kaldırılmış ve dünyadaki uygulamalara da paralel olarak, katılım payının, bu şekilde, doğrudan alınması yoluna gidilmiştir. Aslında, bu, çok doğru bir uygulamadır, yerinde bir uygulamadır ve sözlü soru önergesinin verildiği tarihten bugüne kadar, bu uygulamayla, ilaç  konusunda ciddî bir tasarruf yaptığımızı da görmekteyiz.

Bu arada, yatan hastalardan ve raporu olan, sürekli ilaç kullanan, kronik hastalığı olan hastalardan, bu yüzde 20 ilaç katkı payının alınmadığını, dolayısıyla, herhangi bir mağduriyete sebep verilmediğini de özellikle ifade ediyorum ve Sayın Milletvekilimizin ilgisi için teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 64 üncü sırasında bulunan ve yine Niğde Milletvekilimiz Sayın Orhan Eraslan'ın, 5.6.2003 tarihli, Niğde Devlet Hastanesinin iç onarım ve bahçe düzenlemesi ihalesine ilişkin sözlü soru önergesine cevap vermek üzere huzurunuzdayım.

Sayın milletvekilleri, Niğde Devlet Hastanemizin iç onarım ve bahçe düzenlemesi inşaatıyla ilgili olarak, Sayın milletvekilimizin, soru önergesine söz konusu ettiği maliyet miktarı 6 milyar Türk Lirasıdır. Yanlış duymadınız, bu 6 milyar Türk Lirası için, şimdi sizlere, huzurunuzda cevap veriyorum.

Kamu İhale Kanununun 22 nci maddesinin (d) fıkrasında belirtilen limiti aşmadığı için -bu limit 6 325 000 000 liradır- piyasa araştırması sonucu doğrudan temin suretiyle alım yapıldığından herhangi bir ilana gerek görülmemiştir; yani, normal mevzuat çerçevesinde yapılmıştır.

Niğde Devlet Hastanemizde yapılan bu küçük onarım ve tadilatla ilgili alımlar, tamamen yasal bir zeminde cereyan etmiş olup, hiçbir şekilde soru önergesinde iddia edildiği gibi bazı kişi ve kişilerin korunması mevzubahis değildir.

Tabiî, bu soruyu vesile bilerek, şunu da ifade etmek isterim ki, Hükümetimiz, bu 6 milyar Türk Lirası bir tarafa dursun, 6 katrilyon Türk liralık yolsuzluk yapılan bir ülkede, bunların üzerine giderek, bu meseleleri çözmenin peşindedir.

Sayın Milletvekilimizin ilgisine teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 95 inci sırasındaki, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Güldal Okuducu'nun, 13.6.2003 tarihli ve sağlık meslek liselerine, ilahiyat fakültesi mezunu idareci atanıp atanmadığı ve Sağlık Bakanlığında AK Parti milletvekilleri için iletişim merkezi açılıp açılmadığına ilişkin sözlü soru önergesini cevaplıyorum.

Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanı olarak göreve başladığım günden bu yana Bakanlığımda yapılan bütün atamalar mevzuata uygun bir biçimde, kamu yararı ve hizmet gerekleri gözetilerek ve özellikle ehliyet ve liyakat ilkelerine azamî hassasiyet gösterilerek yapılmaktadır. Bu ilkeler kapsamında, Bakanlığıma bağlı 279 sağlık meslek lisesinden sadece 4'üne Bakanlığım döneminde ehliyet ve liyakat kriterleri çerçevesinde müdürlük görevi yapmaya uygun ilahiyat fakültesi mezunu öğretmen, müdür olarak atanmıştır. Aslında bu soruyu çok garipsediğimi de ifade etmek istiyorum. Belirtmek isterim ki, ilahiyat fakülteleri ülkemizin anayasal eğitim kurumlarıdır ve ilahiyat fakültesi mezunları dışında bu sağlık meslek liselerine atanan müdürlerin bir dökümünü vereyim size: 145 sağlık meslek lisemizde kültür dersleri öğretmenleri, 86 sağlık meslek lisemizde de meslek dersleri öğretmenleri müdürlük görevini yürütmektedir. Yani, 145 kültür dersi öğretmeninden sadece 4'ü ilahiyat fakültesi mezunudur ki, söylediğim gibi, ilahiyat fakültelerimiz de ülkemizin seçkin anayasal eğitim kurumlarıdır. Buradan mezun olan kişilerin liyakat ve ehliyet ölçüleri çerçevesinde bir okulda müdürlük yapmaları kadar tabiî bir şey olamaz.

Değerli milletvekilleri, bu arada, bu soruyu fırsat bilerek Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezimizden bahsetmek istiyorum. Çünkü, burada AK Parti milletvekilleri için iletişim merkezi açılıp açılmadığı soruluyor.

Kısaltılmış ismiyle SABİM diye kamuoyuna sunduğumuz Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi, bütün vatandaşlarımızın Sağlık Bakanlığıyla ilgili her türlü problemlerini, şikâyet, öneri ve taleplerini dinleyip değerlendirmek, iletilen sorunlara anında ve yerinde müdahale ederek çözüm üretmek amacıyla 2003 yılının temmuz ayında kurulmuştur. Ülkemiz genelinde 184 numaralı telefon hattı, Bakanlığım merkezinde bulunan SABİM çağrı merkezine yönlendirilmiş olup, aramalara, 7 gün 24 saat prensibiyle ve tamamı sağlık personelinden oluşan kalabalık bir ekiple, yeterli bilgi ve beceriyle donatılmış, sağlık mevzuatına hâkim operatörler tarafından cevap verilmektedir.

Kayda alınan bütün ihbar, şikâyet, öneri ve talepler, ilgili yetkililer -SABİM yetkilileri- tarafından değerlendirildikten sonra çözüm birimlerine yönlendirilmektedir. 81 ilimizdeki sağlık müdürleri ve onların bu meseleyle ilişkilendirdikleri müdür yardımcıları "SABİM çözümleyicileri" olarak görevlendirilmiştir.

Çözümleyiciler, kendi illerine ilişkin olarak gelen sorunları hızlı bir şekilde değerlendirmekte, gerekli inceleme ve araştırmaları yaparak, başvuru sahiplerine, etkili ve yerinde çözümlerle geri bildirim yapmaktadırlar.

SABİM projesi, vatandaşlarımızın, tüm teknolojik imkânlardan yararlanarak -telefonla, faksla veya e-postayla- talep ve şikâyetlerini doğrudan Sağlık Bakanlığına ulaştırmasının yolunu açmıştır. Ayrıca, birime doğrudan başvuran vatandaşlarımızın da talepleri değerlendirilerek kaydedilmekte ve çözüme kavuşturulmaktadır.

Kayıtların alındığı ilk basamaktan başlamak üzere, geri bildirime kadar, başvurulara ilişkin tüm süreçler yakinen izlenmekte, gerektiğinde müdahale edilerek yönlendirilmektedir.

Sayın milletvekilleri, SABİM projesi kapsamında toplanan ve depolanan kayıtlar, verinin bilgiye dönüştürülmesi ve analiz edilmesiyle, sağlık sektöründe bazı istatistikî bilgileri toplamamızı da sağlamakta, böylece, sürekli ve kendiliğinden bir kamuoyu araştırması niteliği taşımaktadır.

Sistem, başvuruları teker teker çözüme kavuşturmanın yanında, halkımızın duyarlılık alanlarının tespiti, yürürlükte olan uygulamalarda yeniden düzenleme ve iyileştirmelerin yapılması ve ileriye yönelik sağlık politikalarımızı belirlemek üzere, stratejik planlama yapılabilmesine imkân sağlamaktadır.

Bakanlığımın hizmet kalitesini yükseltmek amacıyla faaliyette olan SABİM'e, kurulduğu günden bu yana yani, Temmuz 2003'ten bugüne kadar 10 000'den fazla başvuru yapılmış, bunların yüzde 96'sı sonuçlandırılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söz konusu iletişim merkezi, iktidar ve muhalefet ayırımı olmaksızın, bütün halkımıza, bu arada pek tabiîdir ki, halkımızın değerli temsilcileri olan tüm milletvekillerimize hizmet vermek üzere kurulmuştur. Bu anlamda çok olumlu bir çalışma olup, benim gözümde, Bakanlığımın yenidoğan ve şimdi büyüttüğümüz bir yeni bebeği, çocuğudur. Sağlık Bakanı olarak, bakanlığımızca yapılan bütün çalışmaların, hükümetimiz tarafından yapılan bütün sağlık çalışmalarının sadece halkımızın yüzünü güldürecek ve problemlerinin çözümünü sağlamaya odaklanmış faaliyetler olduğunu ifade ediyor, bu vesileyle, sayın milletvekilimize de alakası için teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, sözlü soruların 109 uncu sırasındaki, Ankara Milletvekilimiz Sayın İsmail Değerli'nin 20.6.2003 tarihli ve hemofili hastalığının tedavisinde kullanılan faktör 13'le alakalı sözlü soru önergesine cevap vermek üzere huzurunuzda bulunmaktayım. Bir hususu, soruya cevap vermeye geçmeden önce düzeltmek isterim. Bu, muhtemelen faktör 8 olmalıdır, bir yazım hatası olduğunu düşünüyorum; çünkü, pratikte kullanılan ürün faktör 13 değil, faktör 8'dir.

Sayın milletvekilleri, ithal edilen faktör 8 için 2002 yılında 20 000 000 dolar, 2003 yılında ise 23 000 000 dolar ödeme yapılmıştır. Tek başına faktör 8 üretimi ekonomik olmadığından, bütün dünyada sadece faktör 8 değil, diğer kan ürünlerini de üreten tesisler kurulmaktadır. Ülkemizde de bu tür bir tesisin kurulabilmesi için gereken yatırımın bedelinin, kullanılacak teknoloji ve üretim kapasitesine göre 50 000 000 ilâ 100 000 000 dolar civarında değişeceği tahmin edilmektedir.

Değerli milletvekillerimiz, ülkemizde kan toplama görevi genel anlamda, biliyorsunuz, halen, Kızılay tarafından yürütülmekte ve yılda yaklaşık 1 000 000 ünite kan toplanmaktadır. Ancak, bu kanların çoğu, kan bankalarımızın yetersizliğinden dolayı tam kan olarak kullanılmakta, kanın bu ürüne dönüştürülebilecek sıvı kısmı, plazma kısmı, maalesef, diğer kısmından ayrıştırılmamaktadır. Halbuki bu miktardaki kanın uygun şekilde değerlendirilmesi durumunda, yılda 300-400 ton plazma, yani, kanın sıvı kısmı elde edilebilir ki, bundan da 100 000 000 ünite faktör 8 üretilebilir. Ülkemizde halen 40 000 000 ünite faktör 8 kullanılmaktadır. Ancak, bu miktarın da aslında gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında, hastalarımızın tedavilerinin optimal şartlarda, en doğru şartlarda yapılması için 60 000 000 ilâ 120 000 000 ünite civarında olması gerekmektedir

Şimdi, bu mesele, ülkemizin öteden beri gelen hakikaten ciddî meselelerinden biridir; yani, kanın toplanması, gerekli kısımlarının hastalara verilmesi, geri kalan kısmının da bir ürün haline dönüştürülmesi. Bunun için Hükümetimiz döneminde gerekli çalışmaları başlattık. Hedefimiz, kanı da acil durumlarda kullanılan bir ilaç gibi değerlendirip, hastanelerimizde hastaların her zaman kullanımına hazır şekilde tutabilmek, böylece vatandaşın hastane kapılarında kan aramasına da bir son vermektir; kan ihtiyaçları için "nerede kan bulurum" düşüncesiyle vatandaşlarımızın merkez merkez dolaşmalarının, hatta bu hususta bazı tıbbî etikdışı uygulamaların da önüne geçmektir. Bunu sağlamak için 10 ayrı ilimizde hizmet verecek bölgesel kan merkezlerini kurmak üzere bir planlamaya başlamış bulunmaktayız. Bu merkezler, bütün bölgelerden uygun verici programlarıyla kan toplayarak o bölgenin kan ihtiyacını karşılayacaktır.

Toplanan kanlardan kullanım miktarının üzerinde kalan plazma dediğimiz sıvı kısımlar için de kan ürünleri üretim tesisi kurulması planlanmaktadır. Bu şekilde, bu ürünlerin ithalatı için harcanan paraların ülkemizde kalması sağlanmış olacaktır.

Sağlık Bakanlığımız ileri teknoloji gerektiren bu çalışmada, şu anda, Avusturya hükümetiyle ortak bir proje yürütmektedir. Bunun dışında, özel sektörü de bu noktaya teşvik ediyoruz. Konuyla ilgili Bakanlığımıza yapılan diğer tekliflerin de projelendirilmesi için ilgilileri bilgilendirmiş durumdayız. Bu projenin ve projenin işlerliğini kolaylaştıran yasayla ilgili mevzuat çalışmalarının, halen, Bakanlığımız ekiplerince sürdürülmekte olduğunu, iktidar sürecimizde hedeflediğimiz bu noktaya ulaşma kararlılığımızı ifade ediyor; bu vesileyle, sayın milletvekilimize de, tekrar, teşekkür ediyorum.

Değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; sözlü soruların 138 inci sırasında yer alan, İzmir Milletvekilimiz Sayın Vezir Akdemir, 2.7.2003 tarihli ve İzmir İli Menemen İlçesinin hastane ve sağlık personeli ihtiyacına yönelik bir soru sormuştur.

Değerli milletvekilleri, İzmir-Menemen Devlet Hastanesi inşaatının fizikî gerçekleşmesi yüzde 92'dir. Söz konusu hastanemizin bir an önce hizmete açılması hususunda gerekli kamulaştırma işlemleri için ilgili ödeneklerin serbest bırakılmasını bekliyoruz.

Hastanenin tamamlanması için, 2004 yılında Bakanlığımız bütçesinden 500 milyar, özel idare müdürlüğü bütçesinden de -valilikçe yaptığımız görüşmelerle- 1 trilyon ödenek ayrılmasını planlanmış durumdayız. Söz konusu hastanemizi, 2004 yılında bitirmeyi planladığımız yatırımlarımızın arasına da koymuş durumdayız.

Menemen İlçesinde sağlık personeli ihtiyacına gelince; 46 000 nüfusu olan Menemen İlçemizde, 46'sı uzman ve 50'si pratisyen olmak üzere 96 hekim, 93 hemşire, 67 ebe, 46 sağlık memuru ve 52 diğer personelimiz bulunmaktadır.

Aslına bakılırsa, İzmir İlimiz, sağlık personeli başına düşen nüfus açısından Türkiye'nin zengin illeri arasındadır ve Menemen İlçemiz de, İzmir İlinin ortalamalarına yakın rakamları ihtiva etmektedir.

Doğrusu, ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, İç Anadolunun bazı bölgelerinde, Karadeniz Bölgesindeki yine kırsal kesimde, Akdeniz Bölgesindeki kırsal kesimde personel açığımız dikkate alındığında, Menemen İlçemizin personel açısından oldukça zengin bir ilçe olduğunu söyleyebilirim.

Bütün bunlara rağmen, acil tıp teknisyeni ihtiyacı gözönüne alınarak, İzmir Menemen İlçemize, sözleşmeli olarak, 5 acil tıp teknisyeni atanmış durumdadır. Kuşkusuz, oransal anlamda, yani, rölatif olarak düşünüldüğünde eleman sayısı yeterli olan Menemen İlçemizin de sağlık personeline ihtiyacı vardır; ancak, söylediğim gibi, öncelikleri gözeterek hareket etmek durumundayız. Amacımız, ülkemizin sağlık göstergelerini Avrupa Birliği ülkelerinin düzeyine yükselterek, vatandaşlarımızın hak ettikleri sağlık hizmetini hızlı ve verimli bir biçimde almalarını sağlamaktır.

Sayın milletvekilimiz Vezir Akdemir'e, ilgisinden dolayı teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 142 nci sırasında bulunan, Burdur Milletvekilimiz Sayın Ramazan Kerim Özkan'ın Burdur İlinde bir kadın hastalıkları ve doğum hastanesi açılması istemine ilişkin sözlü soru önergesini cevaplandırmak üzere huzurlarınızdayım.

Sayın milletvekilleri, sayın milletvekilimiz Ramazan Kerim Özkan'ın söz konusu ettiği Burdur İlimizdeki Devlet Hastanesi, 300 yataklı bir hastanedir. Bu ilimizde, kadın hastalıkları ve doğum servisimizin yatak işgal oranı, 2003 yılı ekim, kasım, aralık ayları baz alınarak hesaplandığında, yüzde 27'dir. Bu yüzde 27'lik orangöz önüne alındığında, bu servisin tam kapasiteyle çalışması halinde Burdur İlimizin bu ihtiyacına cevap vereceği açıktır.

Şunu özellikle ifade etmek isterim ki, ülkemizde, biz hükümet etmeye başladığımızda sağlık yatırımları açısından şöyle bir tabloyla karşılaştık: Ülkenin bazı bölgelerinde müthiş bir biçimde yatak, hastane binası, sağlık ocağı, sağlık merkezi binası, ekipman ihtiyaçlarımız varken ve yatırıma başlanmamışken, bazı bölgelerinde de, 3 000 - 5 000 nüfuslu ilçelerimizde hastane yatırımları başlatılmış durumdaydı. İlk işlerimizden öncelikli işlerimizden biri, bütün yatırımlarımızı, altı aylık bir süreç içerisinde, mahallinde ve merkezde yaptığımız çalışmalarla, daha sonra Devlet Planlama Teşkilatıyla ortak yaptığımız çalışmalarla yeniden gözden geçirip, Türkiye'de bir ilk olan Türkiye sağlık envanterini hazırlamak oldu. Bu Türkiye sağlık envanteriyle, sayısı 1 152 olan sağlık yatırımlarımızı, 1 152'den, 2003 yılı başı itibariyle, 800'lere indirdik, 2004 başı itibariyle de 500'lere indirdik; yani, 58 inci ve 59 uncu hükümetlerimiz döneminde, gereksiz gördüğümüz birçok yatırımı da, bir anlamda ayıklamış olduk. Bu yatırımlara başlamamız, hakikaten, hiç akılcı olmayacaktı. Elimizdeki mevcut sağlık yatırımlarımızı, hiç yeni yatırım yapmasak bile, bina olarak tamamlamak için gerekli olan ihtiyacımız 2 katrilyonun üzerindedir. Kaldı ki, ülkemizin bazı bölgelerinde de, acilen, yeni yatırımlara ihtiyaç var; dolayısıyla, gereksiz yatırımları ayıklayarak, böyle, yeni bir envanter ortaya koymuş olduk ve bu şekilde yolumuza devam ediyoruz.

Bu paralelde, daha önce yatırım programına alınan ve atıl vaziyette bekleyen yatırımlardan yaklaşık 35 adet hastane projesi programdan çıkarıldı. Ancak, yanlış anlaşılmamalıdır; biz, bir taraftan da, ihtiyaç olan bölgelerde, yeni hastane projelerine başlıyoruz. Bu anlamda, bütün ülkede "bölge eğitim hastaneleri" kavramını geliştirmeyi düşünüyoruz. Örnek vermek gerekirse, Samsun'da, Trabzon'da, Van'da, Erzurum'da, Diyarbakır'da, tıpkı Adana, Bursa, İzmir, Ankara ve İstanbul'da olduğu gibi bölge eğitim hastaneleri yapacağız; bunların sayısı, aşağı yukarı, 20 ile 23 arasında olacak. Şu anda, finansman modellerini çalışıyoruz. Biz, bu bölge eğitim hastaneleriyle de, ülkemiz insanının, kendi bölgesinden büyükşehirlere, yani, Ankara, İstanbul, İzmir'e, özellikle bu üç şehrimize taşınmasını artık sonlandırmak istiyoruz; çünkü, geniş bir coğrafyaya sahibiz. Bu hususta da, çalışmalarımız, ciddî bir planlama çerçevesinde devam etmektedir. Bütün bu uygulamalarla amacımız Türkiyemizin imkân ve kaynaklarını en verimli ve etkili biçimde kullanmaktır. Bu arada devam eden 197 yeni hastane inşaatının bitirilmesine ve hizmete alınmasına ağırlık vereceğimizi de özellikle söylemek istiyorum. Şu anda 197 tane yatırımı başlamış, yarım hastanemiz var.

Değerli milletvekilleri, böylece 10 tane soruyu cevaplandırmış oldum, her ne kadar, söylediğim gibi, soru sahiplerinin belki de hiçbirini burada bulamamış olmama rağmen. Bu vesileyle Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

İyi akşamlar diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Soru önergeleri cevaplandırılmıştır.

11. - Diyarbakır Milletvekili Muhsin Koçyiğit'in, Diyarbakır-Ergani'deki Çayönü antik yerleşim birimindeki kazı çalışmalarının ne zaman başlatılacağına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/458)

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Bu önerge üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası uyarınca yazılı soruya çevrilecektir; önerge gündemden çıkarılmıştır.

12. - Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, beyin göçüne ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/459)

 BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Bu önerge üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası uyarınca yazılı soruya çevrilecektir; önerge gündemden çıkarılmıştır.

13. - Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir'in, Iğdır Kâzım Karabekir Tarım İşletmesinin düşük kapasitede çalıştırılmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/462)

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Bu önerge üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası uyarınca yazılı soruya çevrilecektir; önerge gündemden çıkarılmıştır.

14. - Mersin Milletvekili Hüseyin Güler'in, özelleştirme aşamasındaki Taşucu SEKA Akdeniz İşletmesinde çalışan personele ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/464) ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.

Soru önergesini okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim. 8.5.2003

Dr. Hüseyin Güler

             Mersin

Soru:

Özelleştirme aşamasında bulunan Taşucu SEKA Akdeniz İşletmesinde 590 personel çalıştırılmaktadır. Bu işletmede çalışan az sayıdaki memurun diğer kamu kurumlarına geçirilmesi düşünülürken, işçi olarak çalışan personelin durumu ne olacaktır?

Topluma kazandırmakla yükümlü olduğumuz özürlü ve mahkûm statüsündeki işçiler için Bakanlığınızca herhangi bir düzenleme yapmayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN - Soruyu cevaplandırmak üzere, Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler'in sözlü soru önergesinde belirtilen ve tarafımca cevaplandırılması istenilen soruya ilişkin cevabım aşağıda sunulmuştur:

SEKA Akdeniz İşletmesinde, Eylül 2003 sonu itibariyle 533 işçi, 18 memur, 60 sözleşmeli personel olmak üzere, toplam 611 kişi istihdam edilmektedir.

Satış sonrasında, memur ve sözleşmeli personel, 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesi çerçevesinde, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilecektir.

12.2.2004 tarihinde yapılan ihaleye -daha önceden bir ihale yapıldı- 3 kuruluş katıldı, önerilen bedeller yeterli bulunmadığından ihale iptal edildi. Daha önceki yapılan ihale de yine iptal edildi ve 2 000 000 dolar irat kaydedildi.

4046 sayılı Kanun çerçevesinde özelleştirilen, kapatılan, birleşme yoluyla tasfiye edilen ve devredilen kuruluşlarda çalışan memur, sözleşmeli personel ve kapsamdışı statüsünde çalışanlar, Devlet Personel Başkanlığınca, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmektedir. Özelleştirilen kuruluşlardaki işçilere, özelleştirme sonucu işsiz kalmaları halinde, 4046 sayılı Kanunun 21 inci maddesi uyarınca, sekiz ay süreyle iş kaybı tazminatı ödenmektedir. Özelleştirmede Sosyal Destek Projesi kapsamında, özelleştirmeden dolayı işsiz kalacak personelin yeniden işe yerleştirilmeleri hususunda çeşitli çalışmalar yapılmaktadır. 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 21 inci maddesinde "kapatma ve tasfiye halleri dışında sakat statüsüyle (ilgili kanunların öngördüğü l, ll ve lll. derece) çalışanlar işten çıkarılamaz. Kapatma ve tasfiye halinde ise, işten çıkarılan sakat personele iş kaybı tazminatı bu kanunun tanıdığı hakların iki katı oranında ödenir" denilmektedir.

Özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşlarda çalışan sakat statüsündeki işçilerin hizmet akitleri hiçbir şekilde feshedilmemektedir. Aynı şekilde, kuruluş özelleştirildikten sonra sakat statüsündeki işçilerin hizmet akitlerinin feshedilemeyeceğine dair 4046 sayılı Kanunun 21 inci maddesinde düzenleme bulunmaktadır. Kuruluş özelleştirildikten sonra, kamu tüzelkişiliği sona erdiğinden, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bu kuruluşlar üzerinde yaptırımda bulunma yetkisi kanunen mümkün değildir; ancak, özelleştirilen kuruluşlardaki sakat statüsündeki işçilerle ilgili denetimler, 4857 sayılı İş Kanunu gereğince Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının yetki alanı içindedir. Sakat statüsünde çalışan işçilerin diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakli, mevcut mevzuat uyarınca mümkün değildir. Söz konusu işçilerin diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakli için kanunî düzenlemeler gerekmektedir.

Arz olunur.

Çok teşekkür ederim efendim; sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 7 Nisan 2004 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 19.00