BIM 2 2 2004-02-27T12:10:00Z 2004-02-27T12:10:00Z 41 28143 160418 TBMM 1336 320 197004 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 41       YASAMA YILI : 2

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

53 üncü Birleşim

17 Şubat 2004 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Gümüşhane Milletvekili Temel Yılmaz'ın, Gümüşhane'nin düşman işgalinden kurtarılışının 86 ncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

2.- Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Ilıca, Hasankale ve Köprüköy Deliçermik termal kaynak sularının yararları ile ekonomik anlamda daha çok yararlanabilmek için yapılması gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in, inşaat sektörünün sorunlarına, teknik denetimin önemine ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 22 milletvekilinin, ABD ile ekonomik ilişkiler alanındaki bazı konular hakkında genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/8)

2.- İstanbul Milletvekili Birgen Keleş ve 22 milletvekilinin, TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Balıkesir Milletvekili Ali Kemal Deveciler'in, Balıkesir İlinde Altınoluk Adı ile Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/64) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/144)

2.- Kars Milletvekili Selami Yiğit'in, 4876 Sayılı T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Üreticilere Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/191) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/145)

IV.- ÖNERİLER

A) DanIşma Kurulu Önerİlerİ

1.- Kıbrıs konusuyla ilgili (8/7) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmesinin yapılmasına, sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve İstanbul Milletvekili Ali Topuz'un, Kıbrıs konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/7)

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, 2004 malî yılı bütçe hedeflerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1731)

2.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl'ün, yakalanan Hizbullah terör örgütü mensuplarının öğrenim durumlarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/1737)

3.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl'ün, PKK/KADEK terör örgütü mensuplarının öğrenim düzeylerine ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/1739)

4.- Iğdır Milletvekili Yücel Artantaş'ın, Türkiye aleyhindeki bir filme, İstanbul'daki abide eserler için ayrılan kaynağa ve Ankara Devlet Halk Dansları Topluluğundaki iki dansçının atamasına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/1763)

5.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, maden işletmeciliğindeki devlet hakkına ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/1775)

6.- Samsun Milletvekili İlyas Sezai Önder'in, Bafra Müzesi Projesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/1776)

7.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, komşu ülkelere vize uygulamasının kaldırılıp kaldırılmayacağına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün cevabı (7/1777)

8.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, İmar Bankasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/1809)

9.- Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan'ın, sınırları bitişik belediyelere ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/1814)

10.- Sivas Milletvekili Nurettin Sözen'in, İSDEMİR'in pelet ve parça cevher alımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1823)

11.- Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur'un, Batman İlindeki hava kirliliğine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1830)

12.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, tarımsal sigorta konusunda kanun tasarısı hazırlanmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/1846)

13.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, kamuda çalışan teknik eğitim fakültesi mezunlarının statüleriyle ilgili bir düzenleme yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1852)

14.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi ihalesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1854)

15.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in, Bursa'nın Osmangazi İlçesinde kapanan kütüphanelere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/1865)

16.- Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek'in, TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi ihalesine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1876)

17.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, ABD Savunma Bakan Yardımcısına yazdığı iddia edilen mektuba ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün cevabı (7/1884)

18.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, manipülasyon davalarına, SPK ve İMKB ile ilgili bazı konulara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/1882)

19.- Diyarbakır Milletvekili Mesut Değer'in, Gümrük Müsteşarlığında yapılan bazı atamalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/1885)

20.- Kırklareli Milletvekili Mehmet S.Kesimoğlu'nun, tarım arazilerine uygulanacak kira bedeline ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/1887)

21.- Osmaniye Milletvekili Necati Uzdil'in, icra müdür ve müdür yardımcılığı sınavını yedek olarak kazananların atamalarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/1895)

22.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, Karabağ meselesine Hükümetin yaklaşımına ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün cevabı (7/1897)

23.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, hakkında düzenlenen fezlekeye ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1938)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz, Cem Karaca'nın vefatı nedeniyle merhumun sanatçı kişiliğine,

Ordu Milletvekili Hamit Taşçı, kadının toplum içindeki yeri ve sorunları ile alınması gereken önlemlere,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Denizli Milletvekilli V. Haşim Oral'ın, Denizli İli Çivril İlçesindeki elma üreticilerinin sorunları ve bu konuda yapılması gereken çalışmalara ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü, cevap verdi.

Litvanya Meclis Başkanı Arturas Paulauskas ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının konuğu olarak ülkemizi resmî ziyaretine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk ve 23 milletvekilinin, Büyük Menderes Havzasındaki çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/167) okundu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun (6/900) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu, sorunun geri verildiği bildirildi.

Genel Kurulu ziyaret eden Sırbistan-Karadağ Devletler Birliği Başkanı Sivettozar Maroviç ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146),

2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523) (S. Sayısı: 152),

3 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305),

Görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden, ertelendi.

4 üncü sırasında bulunan, İcra ve İflas Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair (1/718) (S. Sayısı: 372);

5 inci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu Arasında Uluslararası Karayolu Taşımacılığı Anlaşması ile Anlaşmada Değişiklik Yapan Notaların (1/661) (S. Sayısı: 344),

6 ncı sırasında bulunan, Avrupa Radyokomünikasyon Ofisi Kuruluş Sözleşmesinin (1/667) (S. Sayısı: 345),

7 nci sırasında bulunan, Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek Ateşli Silahlar, Parçaları ve Aksamları ile Mühimmatının Yasadışı Üretimine ve Kaçakçılığına Karşı Protokolün (1/668) (S. Sayısı: 346),

8 inci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Bakanlar Kurulu Arasında  Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Hükümeti Arasında Ticarî Denizcilik Anlaşmasına Değişiklik Getiren Protokolün (1/672) (S. Sayısı: 348),

9 uncu sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kendi Vatandaşlarının Geri Kabulüne İlişkin Anlaşmanın (1/671) (S. Sayısı: 347),

10 uncu sırasında bulunan, Özel Karayolu Taşıtlarının Geçici İthaline Dair Gümrük Sözleşmesi Değişikliklerinin (1/415) (S. Sayısı: 351),

11 inci sırasında bulunan, Eşyanın Sınırlardaki Kontrollerinin Uyumlaştırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin (1/430) (S. Sayısı: 352),

Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair;

Kanun Tasarılarının, görüşmelerini müteakiben elektronik cihazla yapılan açıkoylamalardan sonra, kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

12 nci sırasında bulunan, Geçici İthalat Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/679) (S. Sayısı: 353) görüşmeleri, ilgili Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi.

17 Şubat 2004 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 20.02'de son verildi.

 

 

 

İsmail Alptekin

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Mevlüt Akgün

 

Türkân Miçooğulları

 

Karaman

 

İzmir

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye


                                                                                                                                   No. : 82

II. - GELEN KÂĞITLAR

13 Şubat 2004 Cuma

 

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, kredi kartı faizlerinin düşürülmesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/940) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.1.2004)

2.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, ÖSS'ye girecek öğrencilerin 2. dönemde idarî izinli sayılıp sayılmayacaklarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/941) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.1.2004)

3.- Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün'ün, termik santralların olumsuz etkilediği yörelerdeki insanlara bazı avantajlar sağlanıp sağlanmayacağına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/942) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2004)

4.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, bir ABD şirketinin kollandığı iddiasına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/943) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2004)

5.- Hatay Milletvekili Züheyir Amber'in, Devlet Planlama Teşkilâtının planlamadaki rolüne ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) sözlü soru önergesi (6/944) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2004)

6.- Şanlıurfa Milletvekili Mahmut Yıldız'ın, Şanlıurfa Devlet Hastanesi Başhekimiyle ilgili soruşturmanın sonucuna ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/945) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

7.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in, çiftçi borçlarının ertelenmesine ve mağdur çiftçilere yönelik çalışmalara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/946) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

8.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in, Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğüne gönderilen yangınla mücadele ödeneğine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/947) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

9.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur İli Çavdır İlçesi Söğüt Kasabasının Acil Servis ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/948) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

10.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur İlindeki bir karayolu güzergâhının değiştirilmesi projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/949) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

11.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur İlindeki bir karayolu güzergâhının değiştirilmesi projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/950) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

12.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, yatırım ve işletme kredisi kriterleri ile organize sanayi bölgelerine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/951) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

13.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Vergi Barışı Kanununun sonuçlarına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/952) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

14.- Burdur Milletvekili Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur'un Bucak İlçesindeki bazı yerleşim birimleri arasındaki yolun asfalt ihtiyacına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/953) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, iade edilen soru önergelerine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/1967) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2004)

2.- İstanbul Milletvekili Birgen Keleş'in, IMF heyetinin çeşitli toplum kesimleri temsilcileriyle görüşmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1968) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.1.2004)

3.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, medya kuruluşu sahiplerinin kamu ihalelerine katılmasını sınırlayıcı yeni düzenleme çalışmalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1969) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

4.- Antalya Milletvekili Atila Emek'in, Osmanlı tapu tahrir defterlerinin çeviri ve kodifiyesinin durdurulmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1970) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

5.- İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil'in, Başbakanlık Teftiş Kurulunun Vakıfbank incelemesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1971) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

6.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin kamulaştırdığı bir arsayı sattığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1972) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.2.2004)

7.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale'de yaşanan afet sonrasında ilgililerin sorumluluklarına ve alınacak önlemlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1973) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

8.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, Yalova'daki bir toplu konut alanının yoluna ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1974) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.2.2004)

9.- Muğla Milletvekili Ali Arslan'ın, Göcek Tüneli Projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1975) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

10.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in, Bursa-İnegöl-Bozüyük yolundaki çalışmalara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1976) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

11.- Muğla Milletvekili Ali Arslan'ın, Bakanlığın bir binasında memurlara kapı önlerinde nöbet tutturulduğu iddiasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1977) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.1.2004)

12.- Denizli Milletvekili Mehmet U. Neşşar'ın, Sözleşmeli Sağlık Personeli Seçme Sınavının sonuçlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1978) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2004)

13.- Adana Milletvekili N. Gaye Erbatur'un, 112 Ambulans Servisine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1979) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

14.- Osmaniye Milletvekili Necati Uzdil'in, pamuk ithaline ve üretimine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1980) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.1.2004)

15.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale'de doğal afet mağduru zeytin üreticilerine yönelik çalışmalara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1981) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

16.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in, mağdur zeytin üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1982) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

17.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, orman işçilerinin ücretleri ile, orman ürünlerinin rüsum bedellerine ve ithalatına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/1983) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

18.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın, Denizli'de hava kirliliğini önlemek için ne gibi çalışmalar yapıldığına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/1984) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

19.- Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe'nin, Ankara-İzmir demiryolu projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1985) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2004)

20.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol'un, çeşitli kanunlar uyarınca hüküm giyenlere ya da yargılananlara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1986) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.2.2004)

21.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale'de fırtına felaketi nedeniyle esnaf ve sanatkârların uğradığı zararın telafisine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/1987) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

22.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale'ye doğal afet nedeniyle elektrik verilememesine ve elektrik ödemelerinin ertelenip ertelenmeyeceğine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1988) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)

23.- Sinop Milletvekili Engin Altay'ın, onarımdaki Sinop Müzesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/1989) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

24.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, kiradaki vakıf gayrimenkullerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali Şahin) yazılı soru önergesi (7/1990) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

25.- Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un, Osmanlı Devletince İrlanda'nın Drogheda şehrine yardım gönderilmesine ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1991) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

26.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, taşımalı eğitime ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1992) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

 

                                                                                                                              No.: 83

16 Şubat 2004 Pazartesi

 

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, örtülü ödeneğin kullanım usulüne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1694)

2.- Ankara Milletvekili Zekeriya Akıncı'nın, Keçiören Belediyesinin Ovacık'ta yürüttüğü bir konut projesiyle ilgili usulsüzlük iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1703)

3.- Ankara Milletvekili Zekeriya Akıncı'nın, Ankara'daki LPG istasyonlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1705)

4.- İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in, 58 ve 59 uncu hükümetler döneminde hakkında soruşturma izni istenen memurlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1713)

5.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, polis teşkilâtındaki intihar vakalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1722)

 

 

                                                                                                                                 No.: 84

17 Şubat 2004 Salı

 

Rapor

1.- Uzman Jandarma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/737) (S. Sayısı: 374) (Dağıtma tarihi: 17.2.2004) (GÜNDEME)

 

Genel Görüşme Önergeleri

1.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 22 Milletvekilinin, ABD ile ekonomik ilişkiler alanındaki bazı konular hakkında Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/8) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)

2.- İstanbul Milletvekili Birgen Keleş ve 22 Milletvekilinin, TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

17 Şubat 2004 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Suat KILIÇ (Samsun)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet bu konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin konuşma süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, Gümüşhane İlinin düşman işgalinden kurtarılışının 86 ncı yıldönümü münasebetiyle söz isteyen Gümüşhane Milletvekili Temel Yılmaz'a aittir.

Sayın Yılmaz, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

 III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Gümüşhane Milletvekili Temel Yılmaz'ın, Gümüşhane'nin düşman işgalinden kurtarılışının 86 ncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

TEMEL YILMAZ (Gümüşhane) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gümüşhane İlimizin düşman işgalinden kurtarılışının 86 ncı yıldönümü nedeniyle gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Genel Kurulu ve Yüce Türk Milletini saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kurtuluş günümüz münasebetiyle ilimizin tarihiyle ilgili bilgiler vererek, sizlere Gümüşhanemizi tanıtmak istiyorum. Kuruluşu milattan önce 3000 yıllarına dayanan Gümüşhane, hiç kuşkusuz, tarihî süreç içerisinde çeşitli unsurların etkilemesiyle günümüze dek önemini kaybetmemiş yerlerimizden biridir. Tarih öncesi çağlarda birçok medeniyete ev sahipliği yapan Gümüşhane ve çevresi, 1048 yılında Türk idaresine geçmiş, 1514 yılına kadar Türk beylikleri ve boyları arasında el değiştirmiştir. 1514 yılında Osmanlı İmparatorluğu yönetimine bağlanan Gümüşhane, Osmanlı hazinesinin beşte 1 oranında gümüş sikke ihtiyacını karşılamıştır.

1647'de Gümüşhane'yi ziyaret eden Evliya Çelebi, buralarda gümüş madeninin çok olduğunu, çalışır ve boşaltılmış durumda 70 kadar ocak bulunduğunu bildirmektedir. Yine, bu ocaklardan yedi koldan kurşunsuz gümüş cevheri çıkarıldığını ve bu şehirde Emin Mahallesinde darphane olduğunu yazarak, üzerinde "Canca'da basılmıştır" yazılı birkaç akçenin kendisinde olduğunu anlatmaktadır.

Gümüşhane'de doğan her çocuğun gümüşten kaşığının, çatalının ve tabağının olduğu rivayet edilir. Şehrin nüfusunun her geçen gün artmasında, coğrafî konumunun, tarihî İpek Yolu üzerinde bulunmasının ve madenlerinin önemli rolü olmuştur.

Osmanlı döneminde iki kez Ruslar tarafından işgal edilen Gümüşhane'nin birinci işgali, Doğu Anadolunun kilidi olan Erzurum'un 8 Temmuz 1829'da teslim alınmasından sonra olmuş ve 18 gün Rus işgali altında kalmıştır. 14 Eylül 1829 tarihinde Edirne Anlaşmasıyla son bulan harp, Osmanlı Devletini maddî ve manevî kayıplara uğratmıştır.

Gümüşhane, seksenyedi yıl sonra, Birinci Dünya Savaşı sırasında, ikinci kez, 19 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar tarafından işgal edilmiş ve yaklaşık iki yıl Rus ve Ermenilerin vahşetine sahne olmuştur. 16 Şubat 1916'da Erzurum'un Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine, 3. Ordu Komutanlığına getirilen Vehip Paşa, Tercan'ın batısından, Bayburt'un doğusu ve Trabzon'un batı hattına kadar ilerlemiş olan düşmanı durdurur. 1916'nın mayısında, Vehip Paşa, elindeki kuvvetlerle Ruslara saldırır. Bu saldırı Rus ordusunun planını bozar. 18 Haziran 1916 tarihinde düşmanın Trabzon kanadına saldırı gerçekleştirilir. Rusların 1. Alayı, 34. Tümenimizin çekilmesiyle, boş kalan yerlerden, 19 Temmuz 1916 tarihinde Gümüşhane'ye girer. Gümüşhane'yi işgal eden Rus kuvvetleri Trabzon yolunu kendilerine açmış olurlar. Gümüşhane ve çevresi, bu işgal karşısında, özellikle Ermeni zulmü altında ezilirken, Rusya'da çıkan ihtilal nedeniyle, 18 Aralık 1917'de Erzincan Mütarekesi imzalanmış, Ruslar, ordularını geri çekmeyi kabul etmişlerdir; ancak, Ermeniler, Gümüşhane ve çevresinde katliamlara devam etmişlerdir. 3. Ordu Komutanı Vehip Paşa, tek taraflı olarak, 5 Şubat 1918'de, Erzincan Mütarekesinin geçersiz olduğunu ilan ederek, 3. Kafkas Ordusuyla yeniden savaşı başlatmış ve bu suretle, Torul İlçemiz 14 Şubat, Gümüşhane 15 Şubat ve Kelkit İlçemiz 17 Şubat 1918'de Rus işgalinden kurtarılmıştır. Yani, bugün, Kelkit İlçemizin kurtarılış günüdür. Bu vesileyle, buradan, tüm Kelkitli hemşerilerimin kurtuluş gününü kutluyor, kendilerine saygı ve sevgilerimi gönderiyorum.

Gümüşhane, Osmanlı hakimiyetinin ilk yıllarında Erzurum Eyaletine, daha sonraki yıllarda Trabzon'a bağlanmış, 1925 yılında il olmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yılmaz.

TEMEL YILMAZ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk tarihi, Türk Milletinin bağımsız yaşama tutkusu ve varlığını sürdürmek için yaptığı inanılması güç mücadelelere ilişkin olaylarla dolu savaşlara sahne olmuştur.

Türk Milletinin ölümsüz zaferlerini kanlarıyla tarihe yazan aziz şehitlerimizi daima hatırlamak, kahramanlarımıza ebedî şükran borcumuzu ifade etmek ve gelecek nesillere anlatmak, hepimizin başta gelen görevidir. Bizlere, üstün fedakârlıklarıyla, bugünleri ve vatan topraklarını armağan eden kahramanlar, ilkbaharın tazeliğini, yazın kavurucu sıcağını, sonbaharın hüznünü, kışın dondurucu soğuğunu, cephelerde, at sırtında, siperlerde ve mevzilerde geçirmiş, şehit ya da gazi olmuşlardır. Türk anne ve babaları, vatan için, gözlerini kırpmadan, özlemlerini içlerine atarak, çocuklarını savaşa göndermişlerdir.

Tarih şahittir ki, Gümüşhane insanının kalbi, her zaman, vatan aşkı ve millet sevgisiyle dolu olmuştur. Gümüşhaneli, her zaman, devletine bağlılığını göstermiştir.

Bu vesileyle, buradan, aziz şehitlerimizi, bir kez daha, rahmetle anıyor, Yüce Meclisi ve Yüce Türk Milletini saygılarımla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

Gündemdışı ikinci söz, Erzurum İlinin Ilıca, Hasankale ve Köprüköy Deliçermik termal kaynak sularının potansiyeliyle ilgili söz isteyen, Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan'a aittir.

Sayın Özdoğan, buyurun.

2.- Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Ilıca, Hasankale ve Köprüköy Deliçermik termal kaynak sularının yararları ile ekonomik anlamda daha çok yararlanabilmek için yapılması gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması

 İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Erzurum'un Ilıca, Hasankale ve Köprüköy Deliçermik termal kaynak sularının potansiyeli hakkında gündemdışı söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

"Termal su", "ılıca", "germiap" veya "çermik" gibi adlarla anılan sıcak sular, yeryüzüne düşen atmosferik kökenli suların, kırıklı, çatlaklı ve gözenekli kayaçlardan derinlere süzülmesi ve bir akifer kayaçta depo edilerek, ısınıp hidrolik basınç sayesinde kırıklı zayıf zonlardan yüzeye çıkmasıyla oluşmaktadır. Eğer, bu sıcak sular kaptaja alınır ve tesis yapılır ise, buna kaplıca adı verilmektedir. Üzerinde herhangi bir tesis yapılmamış sıcak suları "kaplıca" olarak nitelendirmek mümkün değildir.

Termal sular, dünyada, çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. Kullanımda, suların sıcaklık derecesi rol oynar. Bu sular, yeryüzüne ulaşırken çeşitli kayaçlarla temasta olması nedeniyle, mineralce zenginleşmektedir.

Aşağıda görüleceği üzere, Erzurum'un Ilıca, Hasankale ve Köprüköy İlçesindeki Deliçermik sıcak su kaynakları düşük sıcaklık derecesi nedeniyle 40 derecenin altındaki termal suların kullanıldığı alanlarda son derece yararlıdır.

Ilıca Termal Kaynakları: Ilıca İlçesi sınırları içindedirler. Başlıca üç alanda yüzeye çıkarlar. Kaynaklardan ilçe merkezinin güneyindekiler, Büyük -kaynaklı- Çermik, Zincirli Çermik, Oluklu Çermik, İstasyonun kuzeyindeki İstasyon Kaynağı ve Kazutlar Mevkiindeki ise, Kokmuşlar Çermiği olarak bilinmektedir. Bunlardan en çok ziyaret edilen termal kaynaklar, Büyük, Zincirli, Oluklu Çermik olarak bilinen hamamlardır.

Büyük, Zincirli ve Oluklu Çermik suların sıcaklığı 39 derecedir. Bu sıcak sular üzerine hamamlar yapılmış olup, havuzlara pompaj ve borularla verilmektedir. Bu havuzların tabanından da su çıkışı vuku bulmaktadır. Sıcak suların toplam debisi 4 litre/saniye kadardır. Bu sıcak sulardan, yakındaki termal otelde de yararlanılmaktadır. Çermiklerin suları karbondioksitli ve kükürt kokuludur. Bünyesinde karbonlu hidrojen ve bitüm bulunması nedeniyle, dünyada nadir sulardan sayılmaktadır. Ilıca kaplıca suları, bikarbonat, sodyumklorür bakımından zengindir, bol köpük ihtiva etmektedir.

Sulardan, Türkiye'nin her yerinden, daha çok da Erzurum'a yakın Bayburt, Trabzon, Rize gibi illerden gelen halk tarafından yararlanılmaktadır. Sular, daha çok, banyo tatbikleriyle değerlendirilmektedir. Sular, cilt, romatizma, beslenme bozuklukları, nevraljiye, kadın hastalıklarına, mesane taşlarına, böbrek rahatsızlıklarına ve felce iyi gelmektedir.

Erzurum İline oldukça yakın bir konumda bulunması -ki, 15 kilometredir- Ilıca termal kaynaklarını avantajlı bir duruma sokmaktadır.

Termal kaynaklardan, sağlık ve termal turizm alanında yararlanmak mümkündür. Bu konuda Türkiye ve dünya kamuoyunun dikkatini çekiyor, turizm acentelerini iyi bir kazanç için uyarıyorum.

Yörenin iklim şartları, kaplıcalardan yararlanmanın daha çok yaz mevsiminde gerçekleşmesine yol açmaktadır. Kış mevsiminde ziyaretçi sayısı oldukça azalmaktadır. Palandöken Dağı Kış Sporları Merkeziyle koordine sağlandığı takdirde, sezon uzatılabilir.

Hasankale termal su kaynakları: Hasankale termal su kaynakları, kendi adıyla anılan yerleşim biriminin içinde, Erzurum-Kars kara ve demiryolunun güneyinde, Hasankale Çayının kenarındadır. Yerleşim biriminin güney kesiminde yer alan kaynakların deniz seviyesinden yüksekliği 1 655-1 660 metre kadardır. Hasankale İlçe merkezinin Erzurum Şehrine uzaklığı 39 kilometredir. Erzurum ile Hasankale arasında Pasinler Belediyesi tarafından organize edilen otobüs seferleri vardır. Bunun yanında, Ağrı, Iğdır ve Kars yönüne giden vasıtalarla da termal kaynaklara ulaşmak mümkündür.

Kaynaklar üzerinde, Büyük Kaplıca, Küçük Kaplıca, Kale Otel Kaplıcası ve şifalı banyolu otel kaplıcası olarak nitelendirilen tesisler bulunmaktadır.

Termal suların sıcaklık derecesi 39-40 derece arasında değişmektedir. Suların pH'ı 6,5 olup, , asitik sular grubundandır. Sular, bikarbonat klorür, sodyum karbondioksit ve radyoaktif yönünden zengindir. Hasankale termal kaynak sularının en önemli özelliği, radon değerine sahip olmasıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bu suların radyoaktif emanasyon ihtiva etmesinden dolayı "gençlik suyu" adı verilmektedir. Bu suların, organizmanın biyolojik faaliyetlerini artırıcı özelliği vardır.

Termal sulardan içme ve banyo kürü şeklinde yararlanılmaktadır. Sular, içmek suretiyle alınınca, mide, bağırsak, safra kesesi, karaciğer, pankreas, kırık çıkıklarla ilgili rekalsifikasyon bozukluklarında, hazmı kolaylaştırıcı, diürezi artırıcı, bağırsak bozukluklarında; sıcak banyo şeklinde uygulama yapıldığında, romatizmal hastalıklarda, cilt hastalıklarında, kronik travmatik olaylarda, felçler ile subakut lokal kanlanmayı sağlamada, adale spazmlarını çözmede, inflamasyonlarda, kanın fagasitozunu artırmada ve hipertansiyona karşı kullanılabilir.

Bundan dolayı, termal kaynaklar birçok ziyaretçinin akınına uğramaktadır. Romatizmal hastalıkları, cilt ve mide hastalıkları ve beslenme bozukluğu olanlar tarafından daha fazla ziyaret edilmektedir.

Bu sular, madensuyu olarak hizmete sunulabilir. Hasankale termal suları, sağlık tedavisi, seracılık ve konutların ısıtılmasında kullanılabilir.

Köprüköy Deliçermik Kaynağı:

Deliçermik kaynakları, Köprüköy İlçe merkezinin 2,5 kilometre kadar kuzeyinde Çermikdere Vadisinin batısındadır. Ulaşım bakımından, Erzurum-Kars karayoluna ve demiryoluna yakın bir konumdadır; yani, hem demiryolu ve hem de karayolunu kullanarak kaynak sahasına ulaşmak mümkündür.

İller Bankası tarafından yapılmış tesisleri olan bu çermiğin suları 25 derece sıcaklığındadır. Sular, başlıca iki alandan çıkmaktadır; bunun yanında çeşitli noktalardan çıkışların olduğu da görülmektedir. Kaynaklar, güneybatı-kuzeydoğu yönünde sıralanır. Batıdaki kaynakların bulunduğu yerde, kadınların ve erkeklerin ayrı ayrı kullandığı, 7x12 metre ebatlarında iki havuz bulunmaktadır. Sular, artezyen yaparak çıkmakta olup, çıkan sular iki havuza borularla verilmektedir.

Suyun debisi 10 litre/saniye kadardır. Bu havuzların yanında ise, çamur banyoları bulunmaktadır. Köprüköy Deliçermik suları bikarbonatlı, sodyumlu, kalsiyumlu, demirli ve bromürlü madensuyudur. Sulardan çamur banyosu, su banyosu ve içmece şeklinde yararlanılmaktadır. Ziyaretçileri havuzların yanındaki...

BAŞKAN - Sayın Özdoğan, şu anda sürenizi 2,5 dakika geçtiniz; lütfen tamamlar mısınız.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Tamamlıyorum.

Deliçermik sularında çamurlu banyo yapıldığı takdirde hipertansiyona karşı, deri ve romatizma hastalıklarında, içmece şeklinde kullanıldığında ise hazmı kolaylaştırıcı ve diürezi artırıcı olduğu tıbben ispatlanmıştır.

Sonuç olarak şunu söylemek istiyoruz: Gerek Köprüköy Deliçermik, gerek Hasankale ve gerekse Ilıca Termal Kaynakları termal tedavide ve turizm alanında yararlanılmaya müsaittir. Bu amaçla, modern termal tedavi kurulabilir. Tesisler modern bir hale getirildikten sonra çeşitli reklamlarla tanıtımı yapılmalıdır.

Termal kaynakların ulaşımla ilgili bir problemi  yoktur. Kaynaklar ulaşım konusunda şanslı bir konuma sahiptir. Erzurum'da havaalanının bulunması, kara ve demiryollarının, kaynakların yakınından geçiyor olması, termal kaynaklar için en önemli avantajlardandır.

Konuşmama son verirken, Yüce Heyetinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, sıcak su borularında meydana gelen arıza sebebiyle, Genel Kurul salonunun ısıtılması mümkün olmamaktadır. Tamir çalışmaları devam etmektedir.

Saygıyla bilgilerinize arz olunur.

Gündemdışı üçüncü söz, inşaat sektörünün sorunlarıyla ilgili söz isteyen Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'e aittir.

Sayın Pekel, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

3. - Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel’in, inşaat sektörünün sorunlarına, teknik denetimin önemine ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması

SEDAT PEKEL (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ekonomisinin en önemli sektörü olan inşaat sektörünün sorunları üzerinde gündemdışı söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce  hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, ekonomimizin yatırım, istihdam, ihracat, kalkınma hamlesinin en önemli aracı, ekonomimizin lokomotifi olan inşaat sektörü, ekonomik yapı içerisinde ayrı bir yere ve öneme sahiptir.

İnşaat sektörü, çeşitli mal ve hizmet üretimiyle doğrudan ilişkilidir ve yoğun anlamda, işgücü kullanımının yanı sıra, sosyoekonomik refah düzeyine olan katkısıyla, ülkemiz ekonomisi için son derece önemlidir.

İnşaat sektörü, 2001 yılından bu yana geçen üç yıllık dönemde, gittikçe ağırlaşan bir kriz yaşamaktadır. 2001 ve 2002 yıllarında, sırasıyla, yüzde 5,9 ve yüzde 4,9 olarak gerçekleşen küçülme oranları, 2003'ün ilk dokuz aylık dönemi itibariyle yüzde 16,2 ile rekor düzeye ulaşmıştır. Bu oran, 1999'da bir yandan ekonomik konjonktüre, diğer yandan depreme bağlı olarak yüzde 12,7 oranında gerçekleşmiş ve sektörün tarihindeki rekor olarak bilinen küçülmenin de epeyce üzerindedir.

Bununla birlikte, son üç yıllık dönemde, işsizlik de yüzde 12'ler düzeyinde seyreden çok yüksek oranlara ulaşmıştır. İşsizlikteki artışın, inşaat sektöründeki krizle yakından ilişkisi olması ve ivme kazanarak devam etmesinin gözden kaçırılmaması gerekmektedir.

Diğer sektörler üzerindeki etkileriyle birlikte, gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı yüzde 30'u bulan tarımdışı istihdamdaki payı yaklaşık yüzde 10 olan ve en az 5 500 000 vatandaşımıza gelir yaratan inşaat sektörünün krizden çıkamaması, ülkemiz ve yurttaşlarımız için, gittikçe ağırlaşan bedelleri de beraberinde getirecektir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'deki toplam yatırımların yüzde 60'ı inşaat yatırımlarıdır. Bu yatırımların da yüzde 80'i kamu finansmanıyla gerçekleştirilmektedir. 90'lı yıllar boyunca aşırı düzeylere yükselmiş olan kamu borç stoku, 2000 yılından itibaren istikrar programlarını ve kamu tasarrufunu zorunlu hale getirmiş, faizdışı fazla olarak bilinen kamu tasarrufunun da en önemli kalemi yatırım harcamaları olmuştur. Bu durum öylesine vahim boyutlara ulaşmıştır ki, 2001 ve 2002 yıllarında kamu yatırımlarına tahsis edilen bütçe reel olarak 1998 seviyesinin altında kalmış, aynı eğilim AKP Hükümetinin iktidar olduğu 2003'te de devam etmiştir. Bu gerçekliği rakamsal olarak ifade etmek gerekirse 2003 yılı için 8 katrilyon lira olarak belirlenen yatırım bütçesi daha sonra 6,5 katrilyon liraya düşürülmüş, fiilen kullanılan tutar ise bunun da altında kalmış, 5 katrilyon lira seviyesinde gerçekleşmiştir. 2003 yılı ilk dokuz aylık dönemde, kamu bina inşaat yatırımlarında yüzde 40, binadışı inşaat yatırımlarında ise yüzde 9,2 gerileme kaydedilmiştir. Yatırım harcamaları, bu yıl, AKP Hükümeti tarafından son yirmi yılın en düşük seviyesine çekilmiş; toplam bütçe giderlerinin yaklaşık olarak yüzde 4,9'u yatırım için ayrılmıştır. Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere, AKP Hükümeti tarafından yatırıma ayrılan pay, inşaat sektörüne önem verilmediğini açıkça göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, acil eylem planına göre karayollarının iyileştirilmesine yönelik 15 000 kilometre duble yol, yapım çalışmaları başlatan AKP Hükümetinin bu projesinin başarısızlığı ortaya çıkmıştır. Şu ana kadar yapılan 1 600 kilometrelik duble yol az zamanda yapılmış bir iş olarak, başarı olarak görülebilmektedir; ancak, bu kadar yol, çok kalitesiz asfalt kaplama olarak yapılmış, ilk yağmur, kar yağışında dökülmüş, halen büyük bir bölümü de kullanılamamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Pekel, buyurun.

SEDAT PEKEL (Devamla) - Bayındırlık Bakanı Sayın Zeki Ergezen, genel müdürlük ve bölge müdürlüklerine gönderdiği resmî yazısında, yaptığı seyahatler sırasında gördüğü durumu anlatarak, personelinin iş programına uygun hareket etmediğini, başarısız olunduğunu belirtiyor, yollara kaliteli kaplama yapılmadığına dikkati çekiyor ve "2004'te hiçbir başarısızlık istemiyorum" diyor. Sabah Gazetesi Yazarı Yavuz Donat'ın köşeyazısında "İtiraf" başlığıyla verilen bu ifadeler, AKP Hükümetinin iddialı olduğu duble yol icraatlarındaki başarısızlığın göstergesidir. Türkiye'nin, elbette duble yollara ihtiyacı vardır; ancak, boşa harcanacak 1 lirası dahi yoktur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de inşaat sektöründeki yatırımlar, konutları, konutdışı yapıları ve altyapıyı kapsar ve bunlar arasında konutun payı yüzde 50'nin üzerindedir. Konut alanındaki sorunlar ve iyileştirmeler sektörün tümünü, sektörün yaşadığı tüm sıkıntılar da ülkedeki konutla ilgili gelişmeleri etkilemektedir. Son on yılda peşpeşe yaşanan ekonomik krizler, genelde inşaat sektörünü, özelde de konut sunum ve alımını ciddî boyutlarda etkilemiştir. Bununla birlikte, Türkiye'de konut açığı çarpıcı boyutlardadır. 2002 yılında Başbakanlık tarafından yapılan bir araştırmada, Türkiye'nin, 2000-2010 yılları arasında, kentsel anlamda, 10 906 368 konuta ihtiyacı olduğu; stoklar dikkate alındığında ise, konut ihtiyacının en az 6 382 197 olacağı tespit edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, inşaat ve yapılaşmayla ilgili sorunların altında -ekonomik etkenlerin yanı sıra- yatan bir diğer neden ise, kuralların en çok çiğnendiği, çıkar hesaplarının, kalite, kural ve yasalara uyma gibi kavramların önüne geçtiği görülmektedir. Öyle ki, yapılar, yeterli teknik denetimden geçirilmemiş olabilmektedir.

Çok kısa bir zaman önce Konya'da meydana gelen üzücü olay ve Marmara depreminin acı deneyimleri, bizlere, yapı denetim sisteminin gerekliliğini göstermiştir. Marmara depreminin ardından yapıda denetim sisteminin devreye girmiş olması, çok ciddî bir adım olarak değerlendirilmektedir.

BAŞKAN - Sayın Pekel, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

SEDAT PEKEL (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Ancak, görülüyor ki, yapı denetim sistemini düzenleyen kanun, ne yazık ki, yetersiz kalmaktadır.

Yapı denetiminde en önemli sorunlardan birini de, denetim ücretlerinin yüksekliği oluşturmaktadır. 4708 sayılı Kanunla, yapı yaklaşık maliyetinin yüzde 3'ü olan asgarî denetim ücreti, yeterli teknik denetimlerden kaçınılmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle, asgarî denetim ücreti, yasal bir düzenlemeyle makul düzeylere çekilmelidir.

Değerli milletvekilleri, inşaat sektöründe ortaya çıkacak canlanma, bu sektöre girdi veren çok sayıdaki imalat sanayii sektörünün canlanmasına da olanak verecektir.

İnşaat sektörü, genelde emek/yoğun bir sektör olduğu için, istihdamın artışında da önemli bir etki yaratacaktır. Bu nedenle, AKP Hükümetinin bu sektörün önünü açacak icraatlar yapacağını, özellikle son dönemde artan ve inşaat maliyetinde önemli bir yer tutan demir fiyatlarının makul düzeylere indirilmesi konusunda çalışma yapacağını ümit ediyor; sözlerime son verirken, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Pekel.

Saygıdeğer milletvekilleri, gündemdışı konuşmalar tamamlanmıştır.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

2 adet genel görüşme önergesi vardır; ayrı ayrı okutuyorum:

 B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve 22 milletvekilinin, ABD ile ekonomik ilişkiler alanındaki bazı konular hakkında genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/8)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

                                                                             Ankara

                                                                   9 Şubat 2004

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Amerika Birleşik Devletlerine yaptığı resmî seyahat, doğal olarak, toplumu ve devlet faaliyetlerini yakından ilgilendirmektedir. Bu seyahatin, özellikle iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler yönünden önemi çok açıktır.

Böyle olmakla birlikte, Başbakanın ABD gezisi sonrasında Türkiye-ABD ilişkilerinin ekonomik boyutları bağlamında neler görüşüldüğü, hangi sonuçlara varıldığı ve anlaşmalar yapıldığı konularında, bugüne kadar kamuoyuna yeterince bilgi verilmemiştir. Bu konudaki basın-yayında yer alan bilgiler de yetersiz ve çok dağınıktır.

Bu nedenle, iki ülke arasındaki resmî görüşmelerde:

1- Ekonomi alanında ABD'nin Türkiye'den istekleri nelerdir?

2- ABD isteklerinin hangileri yerine getirilecektir?

3- Eğer, basına yansıdığı gibi, Uzan Grubunun Motorolaya olan 2 900 000 000 dolarlık borcu Türkiye tarafından ödenecek midir?

4- Motorolanın borcu ödenecekse, bu ödeme nasıl karşılanacaktır?

5- Ülkemizde faaliyet gösteren ABD kökenli Cargill Şirketinin mısırdan nişasta şekeri (yapay tatlandırıcı) üretimi üzerindeki kota kaldırılacak mıdır?

6- Yapay tatlandırıcı kotanın kaldırılması sonucu ülkemizin pancar  üreticileri ve şeker sanayii nasıl etkilenecektir?

7- Cargill  ile ilgili olarak görülmekte olan davalar konusunda kolaylık sağlanacağı sözü verilmiş midir?

8- Böyle bir söz verilmesi, Anayasanın bağımsız yargı kavramıyla bağdaşmakta mıdır?

9- Türkiye-ABD ticaretinde, Türkiye çıkışlı, özellikle ülkemizde kurulacak nitelikli sanayi bölgelerinde üretilecek ürünlerin ABD'ye satışında kolaylık gösterilecek midir?

10- Türkiye'ye ABD şirketlerinin yatırım yapması konusundaki gelişmeler nedir?

Yukarıda sayılan ve ABD ile ekonomik ilişkilerde yer alan benzeri konuların açıklık kazanması amacıyla Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 102 nci ve 103 üncü maddeleri uyarınca genel görüşme açılmasını istiyoruz.

Saygılarımızla.

1- Yakup Kepenek                                (Ankara)

2- Ahmet Sırrı Özbek                                (İstanbul)

3- Ersoy Bulut                                (Mersin)

4- Ali Oksal                                (Mersin)

5- Muharrem Toprak                                (İzmir)

  6- Ali Rıza Gülçiçek                                (İstanbul)

  7- Salih Gün                                (Kocaeli)

  8- Rasim Çakır                                (Edirne)

  9- Sıdıka Sarıbekir                                (İstanbul)

10- Mehmet Mesut Özakcan                                (Aydın)

11- Kemal Kılıçdaroğlu                                (İstanbul)

12- İsmail Özay                                (Çanakkale)

13- Ali Cumhur Yaka                                (Muğla)

14- İdris Sami Tandoğdu                                (Ordu)

15- Nail Kamacı                                (Antalya)

16- Halil Tiryaki                                (Kırıkkale)

17- Mustafa Özyurt                                (Bursa)

18- Nadir Saraç                                (Zonguldak)

19- Mustafa Gazalcı                                (Denizli)

20- Mehmet Işık                                (Giresun)

21- Kâzım Türkmen                                (Ordu)

22- Vezir Akdemir                                (İzmir)

23- Nezir Büyükcengiz                                (Konya)

Gerekçe :

Amerika Birleşik Devletleri, yarım asır öncesinden başlayarak ülkemiz ile siyasal, ekonomik ve savunma  alanında işbirliği yapmaktadır. Yine aynı ülke, özellikle 1990 sonrasında yaşanan uluslararası gelişmelerin de katkısıyla, dünya devletleri içinde süper güç konumu kazanmıştır,

Türkiye-ABD siyasal ilişkileri önemli olmakla birlikte, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de büyük önem taşıyor. Ülkemizin uyguladığı IMF destekli İstikrar Programı'na, ABD'nin belirleyici bir duyarlılık gösterdiği yadsınamaz. Ek olarak, Türkiye çıkışlı ürünlerin, özellikle, ayakkabı, dokuma ve deri sanayii ürünlerinin ABD pazarında satışına bu ülke tarafından kolaylık gösterilmesi ve ABD şirketlerinin ülkemizde mal ve hizmet üretimi amacıyla yatırım yapmalarının sağlanması da ekonomimiz açısından oldukça önemlidir.  Başbakanın seyahatinde bu konularda yapılan görüşmeler ve bunların sonuçlarının kamuoyu tarafından bilinmesi,  çok önemlidir. Ek olarak :

1- Ülkemizin Uzan Grubunun ABD'nin Motorola ortaklığına olan 2 900 000 000 dolarlık borcu bu tartışma noktalarından biridir. Başbakan Erdoğan'ın bu borcun ödeneceği sözü verdiği basında yer almış ve yalanlanmamıştır. Motorola borcu, iç ya da dış borçlanma ile mi ödenecektir? Bu sorunun yanıtı verilmelidir.

2- Cargill şirketine ilişkin olarak:

a- Bu şirketin esas faaliyeti nişasta kökenli şeker üretimidir. Türkiye hükümetleri, pancar üreticilerini ve şeker sanayiini korumak amacıyla mısır şekerine yüzde 10 kota uyguluyordu; ABD baskıları sonucu bu kota oranı yüzde 15'e çıkarılmıştı. Başbakan Erdoğan'ın ABD Başkanına, mısır şekeri kotasını artırma sözü verip vermediği, eğer kota artırılacaksa yeni kota miktarının ne kadar olacağı, başta pancar üreticileri olmak üzere kamuoyuna açıklanmalıdır.

b- Cargill firması, Bursa'daki fabrika inşaatı nedeniyle yargılanmaktadır. Başkan Bush'a, bu konuda bir yargılama kolaylığı sağlanacağı sözü verilmiş midir? Eğer böyle bir söz verilmişse, bu sözün, Anayasamızın yargı bağımsızlığı ilkesiyle bağdaşmadığı neden gözönüne alınmamıştır.

c- Cargill, Ülkerin ortağıdır ve Başbakan Erdoğan'ın da ortağı olduğu Yeni Doğan Gıda Pazarlama ve Ticaret A. Ş. Ülkerin bayiidir. Başbakana uzanan bu şirket ilişkileri Cargill'in kollanmasında etkili olmuş mudur?

d- ABD'nin kimi en üst düzey devlet yöneticilerinin Cargill firmasıyla parasal ilişkileri olduğu yönünde basında yer alan haberlerin doğruluk derecesi nedir?

Genel görüşme açılması, Meclisin bilgi edinme ve denetim işlevlerinin yerine getirmesiyle birlikte, bu, çok önemli konuların açıklık kazanması ve ülke kamuoyu tarafından bilinmesi için de gereklidir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemdeki yerini alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2. - İstanbul Milletvekili Birgen Keleş ve 22 milletvekilinin, TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sektöründe Avrupa'nın 7 nci büyük şirketi olan ve dünyanın en iyi 400 şirketi arasında bulunan TÜPRAŞ'ın kamuda kalan yüzde 65,76 hissesi de özelleştirilmek üzere ihaleye çıkarılmıştır. TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi konusunda kamuoyunda yapılan tartışmalar, gerek özelleştirme nedenlerinin gerek ihale koşullarının gerekse ihale sonuçlarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Bu nedenle, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca genel görüşme açılmasını arz ve teklif ederiz.

  1- Birgen Keleş                                (İstanbul)

  2- Ahmet Sırrı Özbek                                 (İstanbul)

  3- Ersoy Bulut                                (Mersin)

  4- Ali Oksal                                (Mersin)

  5- Muharrem Toprak                                (İzmir)

  6- Ali Rıza Gülçiçek                                (İstanbul)

  7- Salih Gün                                (Kocaeli)

  8- Rasim Çakır                                (Edirne)

  9- Kemal Kılıçdaroğlu                                (İstanbul)

10- Sıdıka Sarıbekir                                (İstanbul)

11-Mehmet Mesut Özakcan                                (Aydın)

12- İsmail Özay                                (Çanakkale)

13- Ali Cumhur Yaka                                (Muğla)

14- İdris Sami Tandoğdu                                (Ordu)

15- Nail Kamacı                                (Antalya)

16- Halil Tiryaki                                (Kırıkkale)

17- Mustafa Özyurt                                (Bursa)

18- Nadir Saraç                                (Zonguldak)

19- Mustafa Gazalcı                                (Denizli)

20- Mehmet Işık                                (Giresun)

21- Kâzım Türkmen                                (Ordu)

22- Vezir Akdemir                                (İzmir)

23- Nezir Büyükcengiz                                (Konya)

Gerekçe:

Petrol ürünleri sanayii, hampetrolün rafinerilerde stoklanıp arıtılmasını ve üretilen ürünlerin dağıtım kuruluşları aracılığıyla tüketiciye ulaştırılmasını içeren entegre bir yapıdadır. TÜPRAŞ, 27 600 000 ton/yıl kapasiteyle Türkiye rafinaj kapasitesinin yüzde 86'sına sahiptir. Yeniden edinme değeri, 7 000 000 dolar dolayındadır. 2002 yılı itibariyle 16,5 katrilyon TL ciro, 557 000 000 dolar ihracat yapan ve Türkiye'nin en fazla Kurumlar Vergisi ödeyen şirketlerinden olan TÜPRAŞ, devlete, ayda 900 trilyon TL kaynak sağlamaktadır. Ürettiği ürünler açısından büyük stratejik öneme ve özellikle askerî ihtiyaçlar bakımından yaşamsal değere sahiptir. TÜPRAŞ, mevcut yapısıyla, Avrupa'nın en modern ve en verimli rafinerileri arasındadır. 4.12.2003 tarih ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanununun 5 inci maddesi, TÜPRAŞ'a rafinajın yanı sıra akaryakıt dağıtım faaliyetlerinde bulunma hakkı da vermektedir. Özelleştirme politikası savunulurken genel olarak ileri sürülen gerekçelerin hiçbirisi TÜPRAŞ için geçerli değildir.

TÜPRAŞ devletin sırtında bir yük oluşturmamaktadır. 2002 yılı net kârı 174 trilyon TL'dir.

TÜPRAŞ, Türkiye'nin rafinaj kapasitesinin yüzde 86'sına sahiptir. Ancak, yüzde 34,24'lük hissesi halka açıktır ve bu hisse içerisinde yabancı yatırımcı payı yüzde 43,4'tür. Kamuda kalan yüzde 65,76 hissesi blok olarak satıldığında, TÜPRAŞ, özel/yabancı bir tekel haline gelecektir. Dağıtım hakkını da kazanmış olması, özel/yabancı tekele daha da büyük bir güç sağlayacaktır. Dolayısıyla, özelleştirme nedeniyle sık sık kullanılan tekelin kırılması savı, TÜPRAŞ açısından geçerli değildir.

Özelleştirmenin TÜPRAŞ'a verimlilik sağlayacağı da söylenemez. TÜPRAŞ, Türkiye'nin en büyük 500 şirketi arasında birinci sıradadır. Avrupa'nın en modern ve verimli rafinerileri arasındadır. Çok iyi yetişmiş elemanlara, büyük bir teknik birikime sahip, yeni yatırımlarla güçlendirilmiş, kârlı, verimli, modern bir kuruluştur.

Sermayenin tabana yayılması savı da TÜPRAŞ için geçerli değildir. Blok satış kararı alındığından, özelleştirme sonucunda şirketin çoğunluk hissesi tabana yayılmayacak, özel/yabancı bir şirketin kontrolüne geçecektir.

Özelleştirmeyle teknoloji transferi sağlanacağı tezi de TÜPRAŞ açısından geçerli değildir; çünkü, master plan çerçevesinde başlatılan 2 milyar dolarlık yatırım seferberliği 2004 yılı sonunda tamamlanacak ve 80 000 000 dolar ek bir yatırımla TÜPRAŞ'ın tüm ürünleri Avrupa standardına ulaşmış olacaktır. TÜPRAŞ, yatırım master planı çerçevesinde yaptığı tüm yatırımları kendi olanaklarıyla gerçekleştirmiştir.

Özetle, genelde özelleştirme için kullanılan argümanların hiçbirisi TÜPRAŞ açısından geçerli olmadığı gibi, özelleştirme stratejik açıdan, istihdam açısından, bütçe açısından ek sorunlar yaratacaktır. Kaldı ki, TÜPRAŞ'ın hem ihale yöntemi, hem de ihale sonuçları büyük tartışmalara yol açmaktadır. İhalede çok düşük teklif verilmesi, ihaleden sonra açık artırmaya gidilmemesi, Zorlu Grubunun ihaleye son dakikada katılması, Efremor Kautschuk Gmbh Şirketinin ne olduğu ciddî tartışma konusudur. Efremor Şirketinin adresinde bulunmadığı, şirket yönetimine telefonla bile ulaşılamadığı ve şirketin yüzde 49'unun tanınmayan bir off-shore şirketi olduğu iddia edilmektedir. Bu ve benzeri iddialar, TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesinin TBMM'de genel görüşme açılarak incelenmesini daha da acil hale getirmektedir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemdeki yerini alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.

 IV.- ÖNERİLER

A) DanIşma Kurulu Önerİlerİ

1.- Kıbrıs konusuyla ilgili (8/7) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmesinin yapılmasına, sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No: 66                                                                                Tarihi : 17.2.2004

Genel Kurulun 17.2.2004 Salı günkü (bugün) birleşiminde, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 139 uncu sırasında yer alan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve İstanbul Milletvekili Ali Topuz'un, Kıbrıs konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin (8/7) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmesinin yapılması, sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına sunulması, Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                                                                     Sadık Yakut

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                 Başkanı Vekili

Eyüp Fatsa                                               Ali Topuz

AK Parti Grubu Başkanvekili                                CHP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş 2 adet, doğrudan gündeme alınma önergesi vardır; ayrı ayrı okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Balıkesir Milletvekili Ali Kemal Deveciler'in, Balıkesir İlinde Altınoluk Adı ile Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/64) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/144)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

28 Ocak 2003 tarihinde Başkanlığımıza vermiş olduğum (2/64) esas nolu Balıkesir İlinde Altınoluk Adıyla İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifimin üzerinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen herhangi bir işlem yapılmamıştır.

İçtüzüğün 37 nci maddesine göre gereğinin yapılmasını arz ederim.15.1.2004

                                                        Ali Kemal Deveciler

                                                                          Balıkesir

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Deveciler, söz talebiniz var; buyurun.

ALİ KEMAL DEVECİLER (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Balıkesir İlimizin Edremit İlçesine bağlı Altınoluk Beldesinin Yüce Meclisimizce ilçe yapılması hususundaki görüşlerimi açıklamak amacıyla söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan önce hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Altınoluk Beldesi, Yunan mitolojisinde İda diye anılan, bugünkü adıyla Kaz Dağlarının güney yamaçları ve Edremit Körfezinin kuzeyinde kurulmuş, mavi ile yeşilin birbirine karıştığı, ender doğa güzelliklerini sinesinde toplamış şirin bir beldemizdir.

E-24 karayolu üzerinde bulunan ve Balıkesir İlinin Çanakkale sınırına en yakın bir yerleşim birimi olan Altınoluk, Çanakkale'ye 110, İzmir'e 225, Balıkesir'e 115, İlçe Merkezi Edremit'e 25, batıda Çanakkale'nin Ayvacık İlçesine 35 kilometre uzaklıktadır.

22 000 hektar alanı kapsayan yüzölçümünün 10 000 hektarı ormanlık alan, 2 700 hektarı planlanmış alan olup, geriye kalan bölümü zeytinliklerle kaplıdır.

2000 yılında 11 028, 2003 yılında 15 000'i aşmış olan Altınoluk'un nüfusu, turizmin gelişmesiyle yaz aylarında 200 000'in üzerine çıkmaktadır.

450 yılı aşan geçmişe sahip beldemiz, 1927 yılına kadar Papazlık adıyla bilinirken, bu tarihten itibaren Altınoluk adını almıştır. Ayrıca, beldemiz sınırları içerisinde üç yıldır kazıları devam etmekte olan 2 800 yıllık tarihî Antandros Şehri mevcuttur. Bu şehrin bulunduğu alan arkeolojik SİT olarak koruma altına alınmıştır. Altınoluk köy merkezi, kentsel SİT alanı olup, Rum ve Osmanlı sivil mimarlık örnekleri koruma altındadır.

1923 yılından 1983 yılına kadar, 60 yıl bucak merkezi olan Altınoluk, 1983 yılında bucak müdürlüklerinin kaldırılmasıyla Edremit İlçesine bağlı olarak kalmıştır.

1957 yılında kasabada belediye kurulup kurulmaması yolunda yapılan halkoylaması sonunda, halkın, belediye kurulması yönünde istemini ortaya koymasıyla, aynı yıl belediye kurularak çalışmalarına başlamıştır.

Belediyenin kurulması ve turizm hareketlerinin giderek hızlanmasıyla büyük bir gelişme gösteren Altınoluk, giderek, Edremit Körfezinin ve Türkiyemizin, hatta Avrupa'nın en önemli turistik merkezlerinden biri haline gelmiştir.

Başta Kaz Dağları ve Antandros kazıları olmak üzere, sahip olduğu tarihî zenginliklerin yanında, asırlık çınar ağaçları, bol oksijenli güzel havası, tertemiz denizi, kaynak suları ve güleryüzlü, sıcakkanlı insanlarıyla son yıllarda bir turizm patlaması gerçekleştiren Altınoluk, otel ve motellerin dışında, ev pansiyonculuğunu da geliştirerek bugünkü durumuyla Balıkesir'in 18 ilçesinin 8'inden -nüfus, ekonomi, kültür ve coğrafî anlamda- büyük olup, ilçe olmayı çoktan hak etmiş bulunmaktadır; çünkü, bu hareketliliği ve artan nüfusuyla Altınoluk halkı ve köylerde yaşayanlar, devletle ve çeşitli kurumlarla olan her türlü işlerini, Altınoluk'un bağlı olduğu 25 kilometre uzaklıktaki Edremit İlçesinde halletmek zorunda kalmaktadır. Bu durum, halkımızın büyük sıkıntılar yaşamasına ve iş kaybına neden olduğu gibi, turizm açısından da olumsuz etkilere neden olmaktadır.

Beldemizin, ilçeye dönüştürülmesinin getireceği olanaklarla daha da gelişeceğine, sosyal, kültürel, ekonomik ve turizm yönünden örnek bir ilçe olacağına ve yurdumuzu bütün dünyada daha iyi tanıtacağına inancımız tamdır.

Değerli milletvekilleri, Altınoluk Beldesinin ilçe olması durumunda, Altınoluk Beldesine çevredeki en yakın köyler olan Narlı, Doyran, Avcılar, Arıtaşı, Tahtakuşlar, Çamlıbel, Kavlaklar'ın ve Kızılçukur yerleşim birimlerinin bağlanması uygun olacaktır. Bu yerleşim birimlerinin Altınoluk'a uzaklıkları, 6 ilâ 12 kilometre olup, Edremit'e uzaklıkları ise 33 ile 20 kilometre arasındadır.

Altınoluk Beldesinin ilçe olması durumunda, Edremit İlçesinin nüfus ve yüzölçümü bakımından önemli bir kaybının olmayacağını da burada sizlere bildirmek istiyorum.

Altınoluk ve yukarıda belirttiğim bağlanması gerekecek 7 köy ve 1 yerleşim biriminin son 2000 yılı nüfusları toplamı  16 748'dir.  Edremit İlçe nüfusu ise aynı yılda 73 500 idi. Altınoluk'un ayrılması durumunda, bu nüfus, o günkü sayıyla 56 752'ye düşmüş olacaktır.

Yine, 708 kilometrekare olan Edremit'in ilçe yüzölçümünden Altınoluk merkez ve bağlanması gerekecek köylerin yüzölçümü toplamı olan 94 kilometrekare düşüldüğünde, geriye, Edremit'e 614 kilometrekare yüzölçümü kalacaktır.

Görülüyor ki, 7 köy ve 1 yerleşim biriminin Altınoluk'a bağlanması durumunda, Anayasamızın öngördüğü sosyal devlet anlayışına uygunluk daha çok ortaya çıkmış olacaktır.

Burada asıl önemli olan, Edremit İlçesinin alan ve nüfus kaybından ziyade, Altınoluk ve Altınoluk'a bağlanması düşünülen yerleşim birimlerindeki insanların ihtiyaçları olan hizmetleri onlara daha etkin bir şekilde sağlamak ve bu konuda insanlarımıza yardımcı olmaktır.

Altınoluk'un ilçe olmasının jeopolitik açıdan da büyük önemi vardır; çünkü, Ege Denizindeki Yunan adalarına çok yakın bir konumdadır ve beldenin ortasından E-24 karayolu geçmektedir. Turizm bakımından çok gelişmiş olması nedeniyle de ayrıca ilçe olması gereken bir yerleşim birimidir.

Turizm dışında, belde ve köy sınırları içerisinde bulunan 450 000'e yakın zeytin ağacının bulunması yöre ekonomisi için büyük önem taşımaktadır; çünkü, bu zeytinliklerin ürünü, belde halkının yanı sıra, çevre il, ilçe ve köylerden gelen işçiler tarafından toplanıldığından yaz aylarında olduğu gibi, kış aylarında da Antınoluk'ta canlı bir ekonomi yaşanmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ALİ KEMAL DEVECİLER (Devamla) -Bu zeytinliklerden üretilen ortalama 45 000 ton zeytinin ülke ekonomisine akçalı olarak katkısı 20 trilyon lira civarındadır. Tariş kayıtlarına göre de her yıl 700 ton civarında zeytinyağı, üyeler tarafından Tariş'e dökülmekte ve bunun parasal karşılığı olan 3 trilyon lira da üyelere ödenmektedir.

Bu sözlerimden anlaşılacağı gibi, Altınoluk Beldesinin en önemli gelir kaynakları, ülke ekonomisine de büyük katkı sağlayan turizm, zeytin ve zeytin ürünleridir.

Şu anda 4 mahalleden oluşan Altınoluk'un en önemli özelliklerinden birisi de, arıtmalı kanalizasyon sisteminin mevcut olması ve yazın 200 000'i bulan nüfusuna rağmen, su sorununun bulunmamasıdır.

Değerli milletvekilleri, özellikle son yıllarda dağ turizminin gelişmesiyle de yerli ve yabancı turistlerin büyük ölçüde ilgisini çeken Altınoluk, İsviçre Alplerine eşdeğer bol oksijenli güzel havası, mavi bayrak taşıyan temiz denizi, tarihî yapıtları ve güleryüzlü insanlarıyla ilçe olmayı gerçekten hak eden bir beldemizdir.

Okuma yazma oranı yüzde 100 olan Altınoluk'ta, her yıl düzenlenen kültür ve sanat ağırlıklı festivaller, çeşitli ulusal ve uluslararası düzeydeki panel, sempozyum ve konferanslar, bu şirin beldemizin dünya çapında daha çok tanınmasına neden olmaktadır.

Anlatmaya çalıştığım gibi son yıllarda bir turizm patlaması yaşayan Altınoluk, ekonomik gücü, doğasının cömertliği, görülmeye değer tarihî ve kültürel zenginlikleriyle, Türkiye ve dünya turizm hareketlerinde önemli bir yer almaya başlamıştır.

Ayrıca, Altınoluk ve mücavir alanı içerisinde, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Erdemir, Sosyal Sigortalar Kurumu, Ankara Belediyesi gibi resmî kuruluşlarımıza ait kamplar ve dinlenme tesisleri bulunmaktadır. Bu tesisler de, Altınoluk'a ayrı bir hareketlilik getirmektedir.

Bu geniş alanda bulunan 4 adet jandarma karakoluyla güvenlik sağlanmakta olup, son on yıl içerisinde güvenlikle ilgili etkili bir olay tespit edilmemiştir; ancak, Altınoluk, hızla büyüyen, gelişen ve nüfusu hızla artan bir yerleşim birimi olduğundan, polis örgütüne ve adliyeye büyük ihtiyaç duyulmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Altınoluk'la ilgili bazı gelişmeleri sizlere sunmak istiyorum. 1994 yılında Emlak Vergisi mükellefi sayısı 14 245 iken, 2004 yılında bu sayı 34 433'e ulaşmıştır. Aynı şekilde, 1994 yılında Çevre Temizlik Vergisi mükellefi sayısı 3 100 iken, bu sayı 2004 yılında 24 686'ya, su abone sayısı ise 5 988'den 15 372'ye ulaşmıştır.

BAŞKAN - Sayın Deveciler, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

ALİ KEMAL DEVECİLER (Devamla) - Bitiriyorum.

Şu anda  5 000 kişilik amfiteatrı, değerli işadamı Ayhan Şahenk'in katkısıyla yapılan kapalı kültür salonu, olimpik standartlarda çim sahası, helikopter pisti, yıldızlı otelleri ve pansiyonlar, 2 tenis kortu ve 1 adet halı sahayı içerisinde barındıran spor kompleksi, 5 000 kitap kapasiteli halk kütüphanesi, belediye tarafından yapılan sosyal konutları, asfalt plenti, ÇED raporu onaylı çöp depolama merkezi, tarihî Antandros antik kenti bilimsel kazıları, Çam Mahallesinde bulunan ve Anıtlar Kurulu tarafından tescil edilen 36 adet tarihî binası, 3 ünitesi tamamlanan arıtma tesisli kanalizasyon sistemi, katılımcı demokrasinin gereği olarak oluşturulan Kent Meclisi, optimist ve laser dalında eğitim veren yelken kulübü, play-off'a kalmayı garantileyen futbol kulübü, amatör deplasmanlı ligde mücadele eden voleybol kız takımının çalışmaları, yapımı süren sanayi sitesi ve şehirlerarası otobüs terminali ile yapımı tamamlanan ve uluslararası düzeyde olan Türkiye'nin ilk astım hastanesi ile dağ ve deniz turizminin dışında sağlık turizmine de büyük hizmet verecek olan hastanesiyle Altınoluk, sizlerin değerli katkılarıyla, Türkiyemizin tanıtımına büyük katkıda bulunacak bir ilçemiz olacaktır.

Şirin Altınoluk Beldemizin ilçe olması için vereceğiniz katkı ve desteklere şimdiden teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür

Saygıdeğer milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

2.- Kars Milletvekili Selami Yiğit'in; 4876 Sayılı "TC Ziraat Bankası A.Ş ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Üreticelere Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun'da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/191) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/145)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/191) esas numaralı kanun teklifime İçtüzüğün 37 nci maddesine göre işlem yapılması hususunu saygılarımla arz ederim.

                                                                     Selami Yiğit

                                                                                Kars

BAŞKAN - Sayın Yiğit, konuşacak mısınız?

SELAMİ YİĞİT (Kars) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

SELAMİ YİĞİT (Kars) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4876 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Üreticilere Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanunda değişiklik yapılmasına dair verdiğim kanun teklifi ilgili komisyonda süresi içinde sonuçlandırılmadığından, İçtüzüğün 37 nci maddesi uyarınca, doğrudan Genel Kurulun gündemine alınmasını temin maksadıyla söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hatırlanacağı üzere, 5 Haziran 2003 tarihinde, gece geç saatlere kadar görüşmeleri süren 4876 sayılı Yasa, uygulamada çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Söz konusu yasa tasarısının genel gerekçesinde, çiftçi borçlarının zamana yayılarak ödenmesinin sağlanması, tarım sektörünün canlanması hedeflenmekteydi.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, anılan kanun çıkalı yaklaşık sekiz ay oldu; ama, çiftçimizin perişanlığı devam ediyor. Yasanın uygulama sonuçlarına baktığımızda, amaca ulaşmadığı anlaşılmaktadır.

Değerli milletvekilleri,  tarım kredi    kooperatiflerinin   yaklaşık 234 000 ortağının 2003 yılı ekim ayı sonuna kadar ödemeleri gereken 131 trilyon lira olan birinci taksit tutarı, 29 Ocak 2004 tarihi itibariyle ancak 87 trilyon TL olarak tahsil edilebilmiştir. 74 000 ortağın 44 trilyonluk taksit borcu tahsil edilememiştir. Bunun üzerine, Tarım Kredi Kooperatifleri Yönetim Kurulu, taksitlerin tahsilini mümkün kılabilmek için 30 Nisan 2004 tarihine kadar süreyi uzatmıştır. Sonuç olarak, yüzde 30'luk ilk taksiti ödemeyenleri ve hiç başvuruda bulunmayan ortakları dikkate aldığımızda, tarım kredi kooperatifi ortağı çiftçilerimizin yüzde 40'ı 4876 sayılı Kanunun mağduru durumundadır. Aynı aksama, Ziraat Bankası açısından da yaşanmakta olup, Ziraat Bankası da 4876 sayılı Kanunda öngörülen sürenin bitimini takiben 30 Nisan 2004 tarihine kadar ek bir süre vermek durumunda kalmıştır. Anlaşılan odur ki, yeni bir yasal düzenleme yapılmazsa, çiftçilerimiz yeni mağduriyetlere uğrayacaklardır.

Değerli milletvekilleri, 4876 sayılı Yasa kapsamında yeniden yapılandırmadan yararlanma süresi sona erdiği için devam edecek mi etmeyecek mi, edecekse hangi koşullarla devam edecek, devam etmeyecekse banka mevzuatı doğrultusunda borcun tamamının muacceliyeti yolundaki bir uygulamanın neden olacağı ilave yüklerin boyutları nedir, ne kadardır ve çiftçinin ne gibi sorunlarla karşılaşacağı maalesef bilinmemektedir.

Değerli milletvekilleri, yukarıda belirtmeye çalıştığım tahsilattaki aksaklıklar Türkiye geneli için geçerlidir. Oysa, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine baktığımız zaman durum çok daha olumsuzdur. Örneğin, seçim bölgem Kars'ta, Ziraat Bankasına müracaat eden ve peşinatını yatıran çiftçilerden ilk taksiti ödeyenlerin oranı Türkiye genelinin çok çok altındadır. Yine, Kars'ta, tarım kredi kooperatiflerine olan borçların yeniden yapılandırılmasıyla birlikte şu ana kadar tahsil edilmesi gereken paranın yarısı bile tahsil edilememiştir.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifimiz, 4876 sayılı Kanunun 1 inci ve 3 üncü maddelerinde değişiklik yapılmasını öngörmektedir. 4876 sayılı Kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifimizin 1 inci maddesi, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne borçlu olan çiftçilerin de 4876 sayılı Kanun hükmünden yararlanmasını öngörmektedir. Söz konusu yasayla, TİGEM'e borçlu olan çiftçiler mağdur edilmişlerdir. Kanun teklifimiz Genel Kurulca kabul edildiği takdirde, bu mağduriyet ortadan kalkacaktır.

Teklifimiz, toplam borcun peşin ödenen yüzde 10'luk kısmından artakalan borç miktarının üçte 1'i 2004 Ekim ayı sonuna kadar, ikinci üçte 1'lik kısım 2005 yılının ekim ayı sonuna kadar ve son üçte 1'lik borç taksiti 2006 yılının ekim ayı sonuna kadar yayılmak suretiyle mağdur çiftçilerimize bir parça nefes alma imkânı sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, gerek tarım kredi kooperatifleri gerekse Ziraat Bankasının yönetim kurulları bu ödeme sürelerini ertelemek durumuyla karşı karşıyadırlar ve bu fiilî durumu da gözönünde bulundurarak, Yüce Genel Kurulun kanun teklifimizi kabul etmesi halinde, çiftçilerimizin isteği doğrultusunda bir görev yapmış olacağız.

Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yiğit, teşekkür ediyorum.

Sayın Öğüt, buyurun.

Süreniz 5 dakikadır.

ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TC Ziraat Bankası AŞ ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Üreticilere Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 4876 sayılı Kanunun bir maddesinde değişiklik yapılması için vermiş olduğum kanun teklifimin gündeme alınmasını arz ediyorum; bu vesileyle, bizi televizyonu başında izleyen bütün çiftçilere ve vatandaşlarımıza selam ve saygılarımı iletiyorum.

Değerli milletvekilleri, 6 Haziran 2003 tarihinde bir kanun çıkardık, Türkiye'deki çiftçilerin borçlarının ertelenmesi ve durumlarının iyileştirilmesi için; ancak, çiftçilerimiz, borçlarını, şu ana kadar ödeyemedi. 415 000 çiftçimiz borcunu ödeyemedi. Hükümet,  bu borçları 30 Nisan tarihine kadar erteledi; fakat, çiftçilerimizin, bu kış şartlarında, ekonomik sıkıntılar içerisinde bu borçlarını ödemesi mümkün değildir. Benim istirhamım, bu çiftçi borçlarının bir yıl uzatılarak taksite bağlanmasıdır; yani, benim teklifim, birinci taksitini 2003 Ekiminde yatırmayanlar, faizsiz olarak 2004 Ekiminde birinci taksiti yatırsınlar; 2005'te ikinci taksitini, 2006'da da üçüncü taksitini yatırsınlar. Eğer böyle olmazsa, hakikaten, bu kış şartları altında, çiftçilerimizin borcunu ödemesi mümkün değildir.

Ayrıca, tarımsal kalkınma kooperatiflerimiz var. Bu tarımsal kalkınma kooperatiflerimize olan borçlarda, maalesef, şu ana kadar bir erteleme olmadı. 3 Kasım seçimlerinden önce, biz de, İktidar Partisi de, söz verdik: Gelir gelmez çiftçi borçlarının faizlerini sileceğiz, anaparayı da dörde böleceğiz. Başkanım, doğru mu bu; doğrudur. Ancak, ne oldu; Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine olan çiftçi borçlarına bir iyileştirme yaptık, o da ödenmedi; fakat, tarımsal kalkınma kooperatiflerine de borçlar ödenmedi ve erteleme olmadı, bir kolaylık getirilmedi. Şu anda, 94 000 tane dosya, Bakanlar Kurulu kararıyla Maliye Bakanlığına aktarıldı; Maliye Bakanlığına, çiftçilerimizi icraya vermek üzere bu dosyalar aktarıldı. Şu anda, daha önceki borçlarından ötürü de borçlarını ödeyemeyen çiftçilerimizin evlerine haciz gitmeye başladı. Anadoluda, şimdi, gideceksiniz, 28 Marttaki seçimlerin propagandasında göreceksiniz. Eğer, Adalet ve Kalkınma Partisi çiftçi dostuysa, bu kanun teklifimizi kabul etsin, gündeme alsın; hiç olmazsa, bu kış şartları altında insanların evine icra gitmesin, haciz gitmesin. Aksi takdirde, hakikaten, Anadolu'da perişan bir durumda olan çiftçilerimizin borçları ödenmez duruma gelmiştir ve herkesin evine şu anda haciz gitmiştir. Dahası var; Maliye Bakanlığı, 94 548 çiftçimize de hacze başlayacak; yani, bu çiftçilerimizi perişan duruma düşürmeyelim.

Sevgili Başkanım, sevgili milletvekilleri; hükümet, geldiği zaman "acil eylem planı" dedi. Bir yıllık acil eylem planında "biz, bu işleri gelir gelmez çözeceğiz..."  Bırakın çözmeyi, hakikaten, çiftçi perişan oldu.

Burada iki partiyiz. Sizden istirham ediyorum, şu kanun teklifini gündeme alalım ve bu çiftçilerde bir rahatlama olsun. Bu çiftçilerde rahatlama olsun ki... Biz milletvekiliyiz; insanlar, bizden bir şey bekliyor "sizi seçtik gönderdik, ne yapıyorsunuz kardeşim orada" diyorlar. Hakikaten, herkes bunu diyor ve insanlar haklı. Ne yaptığımızı ben de bilemiyorum.

Şimdi, sizin, sayınız çok diye her şeyi reddetmeye hakkınız da yoktur. 28 Marttaki seçimlerde çiftçi size de ders verecektir; ben, buna inanıyorum; ama, siz de dersinizi almayın, biz de dersimizi almayalım. Gelin, iki partiyiz, birleşelim, çiftçiler için vermiş olduğumuz şu kanun teklifini çıkaralım. Bu kanun teklifimin doğrudan gündeme alınmasını arz ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENSAR ÖGÜT (Devamla) - Başkanım, 1 dakika...

BAŞKAN - Cümlenizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Değerli arkadaşlar, ödemesi 30 Nisana kadar uzatılan taksitlerin, 30 Nisana kadar ödenmesi mümkün değil; çünkü, kış şartlarında çiftçi üretim yapamıyor; nereden ödeyecek?! Yani, çiftçinin evine haciz gitmekle, elindeki, ahırındaki malını almakla, elindeki traktörünü almakla da yetmez. Bunu istirham ediyorum. Nisan ayı gübreleme zamanı; ama, halen, çiftçinin mazot parasının ikinci taksiti ödenmedi. Bu kanun teklifimiz kabul edilir ve bu çiftçi borçları, hiç olmazsa, bir yıl ertelenmiş olursa, çiftçilerimiz rahat nefes alır; onlar borcunu öder, devletin kasasına para girer; aksi takdirde, çiftçiler perişan olur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öğüt.

Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Alınan karar gereğince, bu kısmın 139 uncu sırasında yer alan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Kemal Anadol ve İstanbul Milletvekili Ali Topuz'un, Kıbrıs konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesinin öngörüşmesine başlıyoruz.

V.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve İstanbul Milletvekili Ali Topuz'un, Kıbrıs konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/7)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Genel görüşme önergesi, Genel Kurulun 10.2.2004 tarihli 50 nci Birleşiminde okunduğundan, tekrar okutmuyorum.

İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, Hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, Hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi için 10 dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Onur Öymen; AK Parti Grubu adına, Düzce Milletvekili Yaşar Yakış; önerge sahipleri adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ.

İlk söz, Hükümet adına, Sayın Abdullah Gül'ündür.

Sayın Bakanım, buyurun. (Alkışlar)

Sayın Bakanım, süreniz 20 dakika.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi Hükümetim adına saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Herkesin yakinen takip ettiği gibi, geçen hafta içerisinde New York'ta Kıbrıs'la ilgili müzakereler yapıldı. Aslında, bu süreç içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisini bilgilendirmek için teşebbüse geçtim; ama, daha sonra, müzakerelere zarar vereceği düşüncesiyle -ki, bu konuda uyarıldık- sizlerle, gruplarla da istişare ederek bilgilendirmekten vazgeçtim. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisinin de böyle bir genel görüşme talebi vardı; yine, gruplar olarak konuşuldu, bütün arkadaşlar makul buldular ve bu haftaya kalmış oldu; bundan dolayı, Cumhuriyet Halk Partisine ve milletvekili arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum.

Kıbrıs konusu, hepimizin millî davasıdır. Kıbrıs konusunda Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk Halkının yüksek çıkarlarının korunması hepimizin müşterek temel hedefidir. Bu amaçla, adil, kalıcı, kapsamlı ve -çok daha önemlisi- yaşayabilir bir çözüme ulaşılması Türkiye'nin her zaman temel tercihi olmuştur.

Türkiye, bugüne kadar, Kıbrıs Türk Halkının, barış, huzur ve refah içinde yaşaması, dinî ve millî kimliğini ve Türkiye'yle bağlarını muhafaza etmesi için elinden gelen her çabayı göstermiştir ve göstermeye de devam edecektir; bu konuda hiçbir fedakârlıktan da şimdiye kadar kaçınılmamıştır. Her zaman vurguladığım gibi önceliğimiz, Kıbrıs Türkünün haklarının, güvenliğinin ve refahının korunması olmuştur. Bu, bizim için hem siyasî ve hukukî hem de ahlakî bir yükümlülüktür.

Bu çerçevede, Hükümetimiz, iktidara geldiği günden itibaren, Kıbrıs sorununun, adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulması, Kıbrıs Türklerinin gerek siyasî gerekse ekonomik olarak maruz kaldıkları baskılardan kurtulmaları için gayret göstermiştir. Bu doğrultuda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş başta olmak üzere, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümetiyle daima yakın ilişkiler içerisinde olunmuştur.

Değerli arkadaşlar, özellikle Avrupa Birliği içindeki bazı gelişmeler, 2004 yılını Kıbrıs için önemli ve belirleyici bir yıl olarak ortaya çıkarmıştır. Bilindiği üzere, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin 1990 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti adına Avrupa Birliğine tek taraflı olarak yaptığı tam üyelik başvurusu, çeşitli merhalelerden geçmiştir. 1999 yılında müzakerelere başlamışlar ve nihayet, tarafların, Birleşmiş Milletler çerçevesinde bir çözüme ulaşamaması üzerine, tam üyelik süreci 12-13 Aralık 2002 tarihinde Avrupa Birliğinin Kopenhag Zirvesinde kabul edilmiştir. Yani, 2002 Kopenhag Zirvesinde, Rum kesiminin, herhangi bir anlaşma olmazsa, tek taraflı olarak Kıbrıs'ı temsilen Avrupa Birliğine tam üye olacağı kararlaştırılmıştır. Böylece, Kıbrıs adı altında, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine üye olması yönünde bir siyasî karar benimsenmiştir. Bu doğrultuda, Avrupa Birliği müktesebatının Kuzey Kıbrıs'ta uygulanmasının, Avrupa Birliği Konseyinin ikinci bir kararına kadar askıya alınacağı da açıklanmıştır.

Türkiye olarak, tüm bu safhalarda, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin tek taraflı üyelik başvurusuna karşılık hukukî ve siyasî itirazlarımızı her zaman yapmışızdır; daha önceki uluslararası anlaşmalardan hakkımız olan garantörlük haklarından doğan yükümlülükleri her zaman yerine getirmişizdir; ama, bir taraftan da, gerçek, bu olarak karşımıza çıkmıştır.

Kopenhag Kararına göre, Kıbrıs sorununda bir çözüme varılamaması halinde, fiilen, sadece, Ada'daki Rum yönetiminin Avrupa Birliğine üye olması söz konusu olacaktır. Türkiye, söz konusu kararı, hukukî ve siyasî bakımdan kabul etmediğini açıklamıştır. Bu çerçevede, Kıbrıs'taki barışın ve mevcut garantilerimizin devamını sağlayan, Türk-Yunan dengesini koruyan, Ada'daki iki tarafın eşitliğini kabul eden, uzlaşmaya dayalı yeni bir ortaklık oluşturulmasına yönelik bir siyasal anlaşmaya varılmasını arzu ettiğimizi ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin önerilerinin müzakeresine devam edilmesini desteklediğimizi de her zaman açıklamışızdır.

Güney Kıbrıs Rum yönetiminin 1 Mayıs 2004 tarihi itibariyle Avrupa Birliğine üye olmasının, başta Kıbrıs sorunu olmak üzere, Türkiye'ye ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine olumsuz etkilerde bulunması kaçınılmazdır. Her şeyden önce, Rum liderliği, Avrupa Birliği içerisinde, Kıbrıs sorununu kendi tezleri doğrultusunda çözümlemek ve Kıbrıs Türk Halkını Avrupa Birliği potası içerisinde eritmek yollarını arayacaktır; esas tehlike de buradadır.

Değerli arkadaşlar, biz, bütün bu çalışmalara başlarken, Bakanlık olarak, 2004 yılının kritik yıl olduğunu görüp, yani, Rum kesiminin tek başına Avrupa Birliğine girmek üzere olduğunu görünce ve bunu engellemeye hiç kimsenin de gücünün olmadığı açıkça ortaya çıkınca, o zaman, oturduk, ciddî ciddî çalışmalar yaptık, alternatiflere baktık; Kıbrıs Türk toplumunun yapısını inceledik -bunların hepsini, yakından takip ediyorsunuz- bunun ortaya çıkaracağı olumsuzlukları konuştuk. Hiç tanımadığımız bir ülke, Avrupa Birliğinin tam üyesi olacak ve bizim de bu toplulukla ilişkilerimiz devam edecek; ya Avrupa Birliğiyle ilgili bütün beklentilerimizi ve iddialarımızı bırakacağız veyahut da Avrupa Birliğiyle temaslarımıza devam edeceğiz. Gün gelecek, karşımızda, toplantıların başkanı Rum olacak. Gün gelecek, Avrupa Birliğinden Türkiye'ye gelen heyetlerin başkanı Rum olacak. Gün gelecek, Avrupa Savunma ve Güvenlik Politikasında Türk askeri ile Rum askeri beraber olacak. Tabiî, bütün bunların çıkaracağı inanılmaz sorunlar vardı.

Diğer taraftan, Türk kesimine baktığımızda, Türk kesiminde de Avrupa Birliğinin cazibesi karşısında dayanılmaz bir durum söz konusuydu. Bunu hepiniz yakından biliyorsunuz. Yapılan son seçimde bu konunun ne kadar gündeme geldiğini ve orada, neticede, halk tarafından da ne kadar destek gördüğünü hep beraber gördük. Dolayısıyla, bütün bunlar dikkatli bir şekilde çalışılarak bu noktalara gelindi.

Esas tehlike buradadır dedim. Esas tehlike, Rum kesiminin tek taraflı olarak Avrupa Birliğine girmesi ve planları da, dışarıda kalan Türk kesimini eritmek için her şeyi yapmalarıdır. Aslında, bunu en iyi ifade eden Yunanistan Başbakanı Sayın Simitis olmuştur. Simitis, Ada'yı ziyaret ettiğinde, aynen şunu demiştir: "Enosis gerçekleşiyor." Enosis, yirmi sene önce başka türlü gerçekleşebilirdi, bugün başka türlü gerçekleşebilir. Bugünkü gerçekleşme şekli, Rum tarafının bütün Ada'yı temsil ediyor gibi Avrupa Birliğine girmesi ve Avrupa Birliğinin cazibesi adı altında, Türk kesimini eritmek için her türlü şeyin yapılmasıdır. Buna da Türk kesiminin ne kadar açık olduğunu herhalde herkes görüyordur.

İşte, bütün bunlar değerlendirilmiş, Türk-Yunan sorunlarına ilaveten, Kıbrıs sorunu ile Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği konusu, biz istesek de istemesek de, birbiriyle doğrudan bağlantılı konular haline de gelmiştir. Şüphesiz ki, Avrupa Birliğinin kriterleri siyasî kriterlerdir, müzakereye başlamak için. Bunu her zaman kayda geçirmişizdir ve her zaman söylemişizdir; ama, demin söylediğim ve izah ettiğim çizgi içerisinde ise, bir bağ ortaya çıkmıştır. Buna karşılık, yeni bir ortaklık çerçevesinde Kıbrıs Türk tarafının eşit ortak olacağı bir Kıbrıs, hem Kıbrıs Türkü hem Türkiye hem de Avrupa Birliği için faydalı olacaktır. Böylece, Avrupa Birliği içinde Kıbrıslı Türkler aracılığıyla Türkiye'ye olan destek de, tabiî ki, pekişecektir. Aynı zamanda, Avrupa Birliği içinde Türkiye'ye karşı çıkabilecek bir unsur izale edilmiş olacaktır. Bu husus, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik süreci nereye giderse gitsin, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri her halükârda devam edeceğine göre, bu ilişkiler bakımından büyük önem taşımaktadır.

Değerli arkadaşlar, bu çerçevede, Hükümetimiz, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Avrupa Birliğine tek yanlı olarak üye olması öngörülen 1 Mayıs 2004 tarihinden önce, belirli parametreler çerçevesinde Kıbrıs sorununun bir çözüme kavuşturulması ve Ada'da iki kurucu devletin oluşturacağı yeni ortaklık devletinin Avrupa Birliğine üye olmasının sağlanması için çalışmıştır. Bunun, gerek Türkiye gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yüksek çıkarlarının korunması açısından elzem olduğunu düşünüyoruz. Bir anlaşma olursa, neticede "Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak gireceklerdir ve iki ayrı Kıbrıs Türk Devleti ve Kıbrıs Rum Devleti altdevletler olacaktır.

Hatırlanacağı üzere, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin müzakere sürecine ilişkin 1 Nisan 2003 tarihli raporunu takiben Güvenlik Konseyinin 14 Nisan 2003'te aldığı kararda, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde Annan Planından yararlanarak kapsamlı bir çözüme ulaşılması maksadıyla müzakerelere devam etmeleri istenmiştir. Genel Sekreterin iyi niyet misyonunu sürdürmesi yönünde destek verilmiştir. Bunu sürekli olarak, Türkiye, her Kıbrıs toplantısından sonra da tekrarlamıştır.

Biz, her zaman şunu söylüyoruz, bir çözüme varılırken geçmişte Kıbrıs Türk Halkının yaşadığı acı dolu tecrübeler muhakkak hatırda tutulmalıdır, varılacak çözüm, yeni sorunlara ve gerginliklere yol açmamalıdır. Kıbrıs Türkleri ve Rumlarının barış ve güvenlik içinde yan yana yaşayabilecekleri bir ortam sağlanmalıdır. Bugün, Kıbrıs'ta, dini ve dili ayrı iki halk, iki ayrı demokratik düzen ve yönetim vardır; dolayısıyla, varılacak çözüm, öncelikle, iki kesimliliği ve tarafların eşit statüsünü koruyacak yeni bir ortaklığa dayanmalıdır. Ada üzerindeki Türk-Yunan dengesi korunmalıdır.

23 Ocak 2004 tarihinde gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu toplantısında, Türk tarafınca müzakerelerin yeniden başlatılması yönünde inisiyatif alınması hususunda bir tavsiye kararı da alınmıştır. Toplantıda, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümetiyle yakın danışma ve işbirliği halinde müzakere sürecinin başlatılması amacıyla, konuyu, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle ele almasının yararlı olacağı, Kıbrıs'ta müzakere sürecinin yeniden canlandırılması yönünde girişimlere başlanmasının yararı ve gereği konusunda görüş birliğine varılmış; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyon ve desteğinin sürdüğü de teyit edilmiş; Annan Planını referans alan, Ada'nın gerçeklerine dayalı bir çözüme müzakereler yoluyla ulaşılması konusundaki siyasî kararlılık ortaya konulmuştur. Şüphesiz ki, bunlar, istişare niyetinde yapılmıştır ve tavsiye olarak da ortaya çıkmıştır.

Annan Planı üzerindeki değişiklik önerilerimiz ile müzakerelerin yeniden başlatılmasına ilişkin görüşlerimiz, 24-26 Ocak 2004 tarihleri arasında Ankara'yı ziyaret eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Denktaş ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yeni hükümetiyle en üst düzeyde ele alınmıştır. Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında, müzakerelerin yeniden başlatılmasının gereği hususunda görüş birliğine varılmıştır.

Sayın Başbakan, 24 Ocak 2004 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan ile Davos'ta bir görüşme yapmıştır. Genel Sekreter Annan'a, görüş ve beklentilerimiz ayrıntılı bir şekilde izah ve Türk tarafının, Rum tarafının tutumlarının gerisinde kalmayacağını ifade etmiştir. Annan, Türk tarafının tutumundan duyduğu memnuniyeti dile getirmiş, müzakerelerin başlatılması için koşulları tekrarlamıştır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, görüşmenin son derece iyi ve yapıcı geçtiğini ve bu konuda Türkiye'nin siyasî bir iradesinin olduğunu görmüştür.

Sayın Başbakan, 26-31 Ocak tarihlerini kapsayan Amerika Birleşik Devletleri ziyaretinde, 28 Ocak günü Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush ile de bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmede ben de bulundum. Bu görüşmede de, Türk tarafının ve Türkiye'nin, kalıcı bir çözüm için, olması gereken şartları açıkça, uzunca ve detaylı bir şekilde kendisine izah etmiştir. Ada'da kalıcı bir barışın olabilmesi için, Ada'nın problemsiz bir şekilde her iki tarafa bırakılmasının amacın ortak bir devlet çatısı altında beraber yaşamak olduğuna göre, mümkün olduğu kadar Ada'nın sorumsuz bir şekilde her iki tarafa bırakılmasının bir görev olduğunu ve bunun içinde neler yapılması gerektiği detaylı bir şekilde izah edilmiştir. Daha sonra da, Dışişleri bakanları olarak, Dışişleri Bakanlığında yaptığımız görüşmelerde bunlar detaylandırılmıştır.

Değerli arkadaşlar, Hükümetimiz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamlarının görüşlerini, Millî Güvenlik Kurulunun tavsiyelerini, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin tutumunu Bakanlar Kurulunda hep birlikte değerlendirmiş ve bir hareket çizgisi tespit etmiştir. Bu noktaya gelirken, Hükümetimiz, bir işi daha yapmıştır; Bakanlığımızda, takip edilecek politika ve amacımızın ne olduğunu tespit ettikten sonra, bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî partilerimize de anlatmıştır. Geçen yıl içerisinde, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinde, Genel Başkan Sayın Deniz Baykal, Kemal Derviş Bey, İnal Batu Bey ve Onur Öymen Beyin bulunduğu bir toplulukta, kendilerine, geniş bir şekilde bilgi verilmiş. New York'a görüşmelere gidilmeden önce de, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarımız -Müsteşarım- Uğur Ziyal de, Cumhuriyet Halk Partisinin bu konularla ilgili sözcüsü ve değerli eski diplomat Onur Öymen'e, ne yapmayı istediğimizi, ne yapacağımızı ve sonunda ne için uğraşacağımızı geniş bir şekilde, detaylı bir şekilde anlatmıştır.

Doğru Yol Partisi de -kendilerine teşekkür ediyorum- ne yapılıyor diye bizden bir brifing talebinde bulunmuştur; aynı şekilde, Genel Başkan Sayın Mehmet Ağar'ın da hazır bulunduğu Genel İdare Kurulu toplantısına, Bakanlığımdaki bu konuyla ilgili en yetkili arkadaşlarımı gönderdim ve en yetkili arkadaşlarım, ne yapmak istediğimizi, nereye varmak istediğimizi, kendilerine yeterli bir şekilde izah etmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, Genel Başkanımız ve Başbakanımıza bir mektupla bazı sorular sormuştur; kendisine, aynı şekilde, mektupla, Sayın Başbakan cevap vermiş ve bilgilendirmiştir.

Değerli arkadaşlar, bütün bunları söylerken, şunu söylüyorum: Şüphesiz ki, demokratik bir ülkede, nihaî kararı siyasî irade verecektir; ama, siyasî irade, bu kararını verirken, gerekli her türlü istişarî toplantıları yapmıştır; bilgilendirilmesi gerekenleri bilgilendirmiştir, fikir alması gereken kurumlardan ve kişilerden de detaylı fikir almıştır. Buna özellikle dikkat ettik, buna, bundan sonra da devam edeceğiz. Müzakere süreci Ada'ya taşınmıştır. Bu süreç içerisinde de, başta siyasî partilerimiz olmak üzere, ilgili herkesle yakın temas halinde olunacaktır.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Kıbrıs'taki iki lidere ve garantör ülkelerin başbakanlarına gönderdiği 4 Şubat 2004 tarihli mektuplarıyla, iki liderin başkanlıklarındaki heyetleri ve garantör ülkelerin temsilcilerini 10 Şubatta New York'a davet etmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bu davetle birlikte, Genel Sekreter, mektubunda bir de takvim öngörmüştür. Bu takvimin neticesinde de bir referandum öngörmüştür ve bu davete icabet etmeyi, bu mektupla ortaya konulan konuların kabulü olarak algılayacağını da söylemiştir. Bu davet üzerine, 5 ve 6 Şubatta Ankara'da Hükümetimizle yaptıkları istişareleri takiben, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş başkanlığında, Başbakan Sayın Talat ve Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sayın Serdar Denktaş'ın da yer aldığı Kıbrıs Türk Heyeti 8 Şubatta New York'a gitmiştir. New York'ta ülkemizi, Müsteşarım Büyükelçi Uğur Ziyal başkanlığında bir heyet temsil etmiştir.

Değerli arkadaşlar, müzakereler sırasında şu ortaya çıkmıştır, biraz sonra detayını vereceğim: Rum tarafı, bu müzakerelerde, Avrupa Birliğini, müzakerelerin içerisine bir parça olarak, bir taraf olarak sokmak için gayret etmiştir; fakat, bunun böyle olmayacağı kendilerine anlatılmış, müzakere safhasında bunlar açık açık dile getirilmiş -yani, New York'taki müzakere içerisinde- ve neticede bunların olmayacağı ortaya çıkmıştır. Annan Planında, Rum tarafının birçok değişiklik gerçekleştirmek istediği esasen bilinmekteydi. Rumlar, bir süredir, özellikle Avrupa Birliği nezdinde girişimlerde bulunarak, çözümün Avrupa Birliği müktesebatına uygun ve bu anlamda iyileşebilir olması gerektiği iddiasını öne sürmüşlerdir. Rumlar, istedikleri değişiklikleri Türk tarafını Avrupa Birliğiyle karşı karşıya bırakarak sağlama çabası içine girmişlerdir. Ayrıca, Avrupa Birliğini müzakere sürecinin tarafı haline getirmek de istemişlerdir. Bu yaklaşım ve girişim, Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve üye ülkelerden kabul görmemiştir. Açıkçası, Avrupa Birliği Komisyonu bildiri yayımlamıştır "bizi bu işe katmayın" demiştir. Avrupa Parlamentosu Başkanı Sayın Cox bildiri yayımlamıştır "biz, bu işin tarafı değiliz" demiştir ve Avrupa Birliği, kendisinin tam üyesi olan iki ülkeye karşı objektif bir tavır alabilmiştir.

Biz, müzakere sürecinin, tarafların, öncelikle Ada'daki iki taraf ve garantör ülkeler olarak Türkiye ve Yunanistan olduğunu her zaman hatırlattık. Neticede, bu görüşlerimiz müzakerede kabul edilmiştir; yani, Türkiye ve Yunanistan anavatan olduğuna göre, günü geldiğinde, bu ülkeler de ellerini taşın altına koymalı, dördü bir araya gelerek bu meseleyi halletmek için ne gerekiyorsa yapmalı tezini önceden beri ileri sürüyorduk; neticede, bu kabul edilmiştir.

Nitekim, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin taraflara sunduğu nihaî açıklama metninde, Avrupa Birliğinin, sürece taraf olmadan, teknik düzeyde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin talep ettiği ölçüde katkı sağlayacağı belirtilmiştir. Ayrıca, Avrupa Birliğinin varılacak çözüme kendini uyarlayacağı güvencesi verdiği teyit edilmiştir. Esasen, gerek Birleşmiş Milletler gerek Hükümetimiz gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti, Avrupa Birliği Komisyonu ile Annan Planının uygulanmasıyla ilgili hususlarda teknik istişareleri öteden beri yürütmektedir. Genel Sekreter, müzakereleri takiben yaptığı açıklamada, müzakerelerde Avrupa Birliğinin katkısının sınırlı ve teknik düzeyde olacağını ve bunun da, müzakere sürecinde değil, uygulanması aşamasında ortaya çıkacağını açıkça dile getirmiştir. Ayrıca, Genel Sekreter, Kıbrıs'ta varılacak mutabakatın Avrupa Birliği hukukuna uyarlanmasını da bir kez daha hatırlatmıştır.

Biz, Avrupa Komisyonuyla ve diğer ilgililerle Kıbrıs'ta varılacak mutabakatın, Avrupa Birliğinin birincil hukuku  -"primary law" dedikleri birincil hukuku- esas hukuku haline getirilmesi gerektiğini ifade etmekte ve izahatta devamlı talep etmekteyiz. Bu çerçevede, Planda, mevcut derogasyon ve kalıcı kısıtlamaların, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği takvimiyle de uyumlu hale getirilmesi istenmektedir.

Değerli arkadaşlar, burada amacımız şudur: Ada'da varılabilecek bir mutabakat sonunda -referandumla da kabul edilir- ve Ada, birleşik Kıbrıs cumhuriyeti olarak yoluna devam etmeye başladıktan sonra, Avrupa Birliği hukuku vasıtasıyla, orada elde edilen, varılan nihaî metinlerin delinmemesidir. Çünkü, Avrupa Birliği hukuku içerisinde birçok mahkeme vardır ve bu mahkemeler vasıtasıyla bazen oradaki anlaşmalar değiştirilebilir. İşte, bunları garanti altına almak için, Avrupa Birliğinin esas hukuku haline getirilmesini talep ettik ve bu da, bütün taraflarca kabul edildi; ayrıca, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bunu, mutabakata varılan New York'taki metnin içine de koydu.

Türk tarafının da Planda yapılmasını zarurî gördüğü değişiklikler bulunmaktadır. Bu değişiklikler, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bütün ilgili kurumların, titiz ve ayrıntılı, ortak çalışmaları sonucunda tespit edilmiştir. Bunları kısaca özetlemek istiyorum. Bu Plan üzerinde hangi değişiklikleri arzu ediyoruz, neleri arzu ediyoruz, nelerin gerçekleşmesini arzu ediyoruz; bununla ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Bunların bir kısmını sizler de biliyorsunuz, bir kısmı da, tabiî ki, Bakanlığın bildiği çalışmalardır.

Önce, Ada'da iki ayrı eşit tarafın bulunduğunun teyidi ve iki kesimliliğin güçlendirilmesi, dolayısıyla, Planda öngörülenden daha az sayıda Rumun Kuzey'e dönmesi, çözümün iki halka ve iki kesime dayandığı hususunun kurulacak ortaklığın siyasî yapısına ve karar alma mekanizmalarına yansıtılması; yani, iki kesimliliğin iki tarafta kesin hale getirilmesi.

Ada'daki Türk askerî varlığı üzerindeki kısıtlamaların hafifletilmesi ve Türkiye'nin garantörlük haklarının kalıcı bir şekilde fiilen sürdürülmesi.

Üçüncü olarak önemli gördüğümüz de, Birleşmiş Milletler tarafından önerilmiş olan ve çok girintili çıkıntılı bir sınır çizgisi ihtiva eden haritanın, daha az sayıda Kıbrıslı Türkün yerinden olmasına yol açacak ve daha düz bir sınır hattı içerecek şekilde yeniden çizilmesidir. 

Kıbrıs konusunda çözümsüzlüğün bir çözüm olmayacağı Hükümetimizce defalarca tekrarlanmıştır; ancak, bunun anlamı, ne pahasına olursa olsun çözüm, kesinlikle değildir. Hükümetimiz, Kıbrıs konusunda müzakerelerin yeniden başlatılması yönündeki açılımı şekillendirirken, Kıbrıs konusunda, ülkemiz için bir millî dava olduğunun bilincinde olarak, tüm kurumlarımızın oydaşlaşmasıyla, Planda yer alması gereken hususlar dikkatle belirlenmiş ve bunları yaparken de, Yüce Türk Milletinin ve aynı zamanda Kıbrıs Türk Halkının menfaatları en üst düzeyde gözetilmiştir.

10 ve 11 Şubat günlerinde Kıbrıs Türk ve Rum tarafının, Genel Sekreter Annan ve Birleşmiş Milletler heyetiyle yaptıkları görüşmede, Rum lider, Kıbrıs Türk tarafını masadan kaçırmaya çalışmıştır. Rum tarafı, Sayın Denktaş'ın bu konuda kendilerinin eline koz vereceği ve Genel Sekreterin önerdiği takvim ve müzakere yöntemine itiraz edeceği beklentisi içerisinde olmuştur. Rum tarafının bu tutumuna karşılık, Sayın Denktaş, Genel Sekretere, Kıbrıs Türk tarafının Planda değişiklik yapılmasını istediği hususlara ilişkin görüşlerini yapıcı bir şekilde izah etmiştir.

Taraflar arasında anlaşma sağlanamaması halinde ne gibi bir yöntem izlenmesi gerektiği konusunda Genel Sekreterin taraflara öneriler getirmesi istemine de yine Kıbrıs Türk tarafı olumlu yanıt vermiş ve bu konudaki önerilerini Genel Sekretere sunmuştur. Rum tarafı ise, bu konuda herhangi bir öneri sunmamıştır.

Kıbrıs Türk tarafının sunduğu ve Birleşmiş Milletler ile ilgili ülkelerce desteklenen öneride, tarafların üzerinde mutabakata varamadığı hususların, garantör ülke olarak Türkiye ve Yunanistan'ın da katılacağı dörtlü formatta yapılacak toplantıda ele alınması ve bu toplantıda da sonuç alınmazsa, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin, toplantıdaki görüşlerin ışığında, Plana nihaî şeklini vermesi öngörülmektedir. Bu önerimiz, hem etkin olması hem de Birleşmiş Milletler parametrelerinin içinde kalmasıyla dikkat çekmiş ve çözüm irademizin kanıtı olarak, uluslararası toplumda da övgüyle karşılanmıştır.

Bu meyanda, müzakereleri gördükten sonra ve Türkiye ile Yunanistan'ın katılacağı dörtlü müzakerelerde taraflar bir mutabakata varamadıkları takdirde, müzakerelerde tarafların ortaya koyduğu tutumları gözönünde tutarak, Genel Sekreter Annan, planını nihaî hale getirecektir. Tabiatıyla, Genel Sekreter de, takdirini, bu müzakerelere göre şekillendirecektir.

Ada'da, nihaî sorumluluk, referandumlarda, iki kurucu halkın yeni devleti kurup kurmama yolunda göstereceği iradeye bağlı olacaktır.

Değerli arkadaşlar, iki taraf bir araya geldi, anlaşamadı; onun üzerine dörtlü olarak bir araya gelinecek. Dörtlü olarak da anlaşamadılar, o zaman, bu tartışmaların ışığında, Genel Sekretere "sen, nihaî olarak metni bitir" denilecek. O da metni bitirdikten sonra, hep beraber bakılacak. Eğer -demokratik düzen böyle işler-. demokrasiye inanacaksak, netice de böyle olacaktır. Bakacağız, bakacak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Halkı "bu, bizim istediğimiz gibi olmamış, bu bizi tatmin etmiyor" derse, referandumda reddedecektir. Eğer, kendisini tatmin edecek bir değişikliği görüyorsa, o zaman "evet" diyecektir. Aynı şey Rum tarafı için de söz konusu olacaktır. Tabiî, burada da bitmeyecektir. Ondan sonra da, son söz, tabiî ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Yunanistan Parlamentosunun olacaktır. Burada, tabiatıyla, Anayasamızın gerekleri çerçevesinde, söz konusu anlaşmalara ilişkin son sözü Yüce Meclisimiz söyleyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kıbrıs konusunda her zaman tarihî kararlar almıştır, Hükümetimiz, cumhuriyet hükümetlerinin Kıbrıs'ta şimdiye kadar gösterdikleri bilinç ve sorumluluk içinde hareket etmektedir.

Kıbrıs'ta kalıcı bir barış ve çözüm, her iki tarafın da kazanımlar elde edeceği, yaşayabilir bir ortaklık olacaktır. Kıbrıs Türk Halkı, varlığını ve kimliğini Kıbrıs Türk Devleti çatısı altında sürdürecek, bu, yeni ortaklığın iki temel taşından biri olacaktır. Bunun için müzakereler yapılacaktır, bu müzakereler neticesinde nihaî metin ortaya çıkacaktır.

Değerli arkadaşlar, sözlerimi özetleyerek şöyle bitirmek istiyorum: Bu, millî bir meseledir. Bu meselenin bu sene çözümlenebilmesi için bizi siyasî irade almaya sevk eden konu, Rum tarafının tek başına Avrupa Birliğine girmesi ve girdikten sonra ortaya çıkacak büyük problemlerdir. Bu, bir taraftan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki Türk vatandaşlarının eritilmesidir -ki, Simitis, bunu "Enosis gerçekleşiyor" diye duyurmuştur; eğer o şekilde işleseydi- diğer taraftan da, Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri açısından ortaya çıkacak durumlardır.

Ayrıca, Bakanlığımız, bütün bu çalışmaları yaparken, sürekli, istişareler içerisinde olmuştur; demin size anlattım. New York'ta müzakereler devam ederken, önemli kararlar alınırken, en nihaî kararlar alınırken, Sayın Cumhurbaşkanımızla, tabiî ki, bu konunun güvenlik boyutu olduğu için, Silahlı Kuvvetlerimizi ilgilendirdiği için, Sayın Genelkurmay Başkanımızla, sürekli temas edilmiştir, istişare edilmiştir. Her gün, o süre içerisinde, New York'tan gelen bilgiler, devamlı, sürekli olarak kendilerine aktarılmıştır, kendi fikirleri alınmıştır ve neticede, böyle bir istişare sonucunda, Hükümet, New York'taki delegasyonumuza talimatlar vermiştir; her şey bu şekilde neticelenmiştir.

Tabiî, işler bitmemiştir. Şimdi, aslında, işlerin daha zor tarafı Ada'da başlamaktadır; bu, müzakere safhasıdır. Planın üzerinde kabul edebileceğimiz değişikliklerin yapılıp yapılmayacağı bu süre içerisinde ortaya çıkacaktır. Bu süre içerisinde, şüphesiz ki, yine, sabırlı, bilinçli, bilgili; ama, kararlı bir çalışma olacaktır. Bütün bu çalışmalar yapılırken, Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, tarihî bir rol oynamıştır, bütün toplantılarda önderlik yapmıştır; hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini düşünmüştür hem Türkiye'yi düşünmüştür ve böyle, büyük bir sorumluluk içerisinde hareket etmiştir. Aslında, Sayın Denktaş'ın New York'taki hareket tarzıdır ki, Rum kesimini şaşırtmıştır, uluslararası camiayı da şaşırtmıştır. Şimdi, aynı dikkat, Türk heyetinin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin müşterek çalışmaları Ada'da  aynen devam edecektir.

Ada'da arzu ettiğimiz şeyler şunlardır: Birincisi, iki kesimliliğin iyice belirgin hale gelmesi ve iki kesimliliğin ileride yozlaşamayacak şekilde garanti altına alınması; ikincisi, garantilerin pekiştirilmesi; üçüncüsü, çok girintili çıkıntılı olan sınırların daha düzgün bir hale getirilmesidir. Bunlar temin edilir ve gerçekleşirse, o zaman, kalıcı bir barış olur. Kalıcı barışı, hepimizin, iyi niyetli olarak arzu etmesi gerekir; çünkü, nihayette, ortak bir devlet ortaya çıkacak. Ortak bir devletin ortaya çıkabilmesi için, her iki tarafın da tatmin olacağı şerefli bir neticenin ortaya çıkması gerekir ve bunun da, her iki halk tarafından kabul edilmesi gerekir. Niyetimiz, arzumuz ve isteğimiz, iki tarafın anlaşarak bir metin ortaya çıkarması ve bunu, her iki taraf halkının kabul etmesidir. O zaman, tabiî, her şey en iyi şartlarda olacaktır.

Böyle olursa, artık, bölgemiz, düşmanlıkların beslendiği, çatışmaların beslendiği değil, tam tersine, işbirliğinin, dayanışmanın ve ortak çıkarların öne çıkarıldığı bir bölge olacaktır; Doğu Akdeniz, tamamen, işbirliği yapılan yer haline dönüşecektir.

Türkiye, tabiî, Kıbrıs'a yakın bir ülkedir, büyük potansiyeli vardır. Türkiye'nin bütün bu büyük potansiyeli bütün Kıbrıs'ın çıkarına kullanılacaktır ve burada, her iki tarafın hak ve hukuku gözetilerek, gelecekte, Avrupa Birliğinin içerisinde kalıcı bir barış olacaktır; arzumuz budur. Eğer, nihayette, ortaya çıkacak metin tatmin edici olursa, bunlar olacaktır. Ayrıca, tabiî, Türkiye Avrupa Birliğine tam üye olduktan sonra anlaşmalar tamamen yürürlüğe girecektir; çünkü, bu Planın birçok kesimi, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerini ve Avrupa Birliğine tam üyeliğini öngörmektedir; Türkiye Avrupa Birliğine tam üye olmadıktan sonra, bu Planın birçok tarafı çalışmayacaktır ve işlemeyecektir. Dolayısıyla, böyle bir bağlantı vardır.

Burada şunu düşünebilirsiniz... Tabiî ki, böyle bir konuda herkesin dikkatli olması gerekir. Yapıcı tenkitleri biliyoruz; ama, eğer, çözümsüzlüğü çözüm olarak görenler varsa, o zaman şunu düşünmeleri lazım: Burada bir anlaşma olmazsa, takvim, Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki Türklerin lehine mi işleyecektir aleyhine mi işleyecektir; bunun bir projeksiyonunu yapıp bakmamız gerekir. Eğer, beş sene sonra, on sene sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki Türkler daha kuvvetli hale gelecek, Türkiye'nin konumu çok daha iyi olacak deniliyorsa, her halükârda, anlaşmazlığı tercih ederiz; ama, tarihe bir bakarsanız, bazen bunun böyle olmadığını görürsünüz. Bunu derken, her halükârda -konuşma metnimde de belirttim- kabul etmeyeceğimiz şeylere "evet" diyeceğiz anlamının çıkmaması gerekir. Bizim...

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Şimdiye kadar biz mi uzlaşmadık Sayın Bakanım?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Efendim?..

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Şimdiye kadar uzlaşmayan biz miydik, Türkiye miydi?! Öyle bir intiba bırakıyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, hayır; değildi.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - O halde, niye?.. Yani, şimdiye kadar biz miydik uzlaşmayan?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, değildik.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Çözümsüzlüğün kaynağı Türkiye miydi?

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, değildi.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti miydi?

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, değildi. Bunların hepsini söyledim.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Hep öyle sunuyorsunuz Sayın Bakanım.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Efendim?..

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Hep öyle sunuyorsunuz.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Niye öyle sunayım?!.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, lütfen, Genel Kurula hitap eder misiniz.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ben, şunu söylüyorum: Karar verirken...

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Çözümsüzlüğü biz mi istedik?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) -  Hayır... Ama, unutmayın ki, bir gerçek, bir realite var; Kıbrıs Rum kesimi, treni kalkmış gidiyor, tek başına üye olacak diyorum. Sizin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki toplumunuzu da iyi inceleyin diyorum; yani, hepimiz, toplumumuzu iyi inceleyelim, noksanlıklarımıza ve eksikliklerimize bakalım... Geçen otuz sene içerisinde yapmamız gerekenleri, geçmiş hükümetler, hepimiz dahil olmak üzere -hepimiz zaman zaman hükümetlerin içinde olduk- yeteri kadar yerine getirdik mi, yaptık mı yapmadık mı, sonuna kadar kaya gibi direnebilecek bir toplum oluşturduk mu oluşturmadık mı; bütün bunlara bakın ve nihayette kararımızı ona göre vereceğiz diyoruz; ama, bütün bunlara rağmen, eğer, ortaya çıkacak olan plan, bizleri tatmin etmeyecek bir plansa, kendi toplumumuza da güvenmemiz lazım; referandumla da, orada, reddetme imkânı vardır, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de reddetme imkânı vardır.

Ben, size, tabiî, süreçle ilgili bilgi verdim. Bu süreçle ilgili bilgiyi daha önce verdiğimiz gibi, şimdi verdiğimiz gibi, bundan sonra da vermeye devam edeceğiz. Herkesin, hepinizin, yapıcı tenkitlerinizi, katkılarınızı muhakkak ki, dikkate alacağız ve bunları, şüphesiz ki, yerine getirmek için uğraşacağız. Hepinize teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Onur Öymen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, Kıbrıs konusunda bir genel görüşme açılması için verdiği önerge üzerinde, Grup adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül'e, verdiği bilgiler için teşekkür ediyorum. Bu bilgilerle ilgili görüşlerimizi birazdan Yüce Heyetinize sunacağız. Yalnız, şimdiden, şu kadarını söyleyeyim; Sayın Gül'ün verdiği bilgiler, maalesef, bizim endişelerimizi azaltmamıştır, hatta, artırmıştır.

Kıbrıs konusundaki son gelişmeleri, gerçekten, biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, büyük bir endişeyle izliyoruz. Kıbrıs meselesi, Türkiye'de, yarım yüzyıldan beri, bütün siyasî partilerin katılımı ve desteğiyle bir millî dava olarak yürütülmüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu davaya öncülük etmiştir. Ne yazık ki, son zamanlarda hükümetin izlediği tutum, Yüce Meclisin tavrını önemsemediğini göstermekte ve bu millî davaya zarar vermektedir.

BAŞKAN- Sayın Öymen, bir saniyenizi rica ediyorum.

Muhterem arkadaşlar, milletvekili arkadaşlarımız, uğultudan dolayı konuşmayı yeterince dikkatli izleyemediklerini söylüyorlar. Lütfen, hassasiyet gösterelim.

Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Öymen.

ONUR ÖYMEN (Devamla)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ülkemizin çok uzun yıllardan beri izlediği politikalarda köklü değişiklikler yapılmasının gündeme geldiği bir dönemde, hükümet konuyu Meclisin gündemine getirmemiş ve Meclisin düşüncelerini öğrenmeye ihtiyaç duymadan, ileride çok sıkıntılı sonuçlar doğurabilecek bazı taahhütlerin altına girmiş ve şimdiye kadar izlediğimiz politikalardan önemli sapmalar yapmıştır. Bu durumu kaygı verici buluyoruz.

Sayın Bakanın söylediği doğrudur; Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Sayın Genel Başkanımızın ve bazı parti yöneticisi arkadaşlarımızın huzurunda bilgi vermişlerdir, bizi aydınlatmışlardır, kendilerine içtenlikle teşekkür ediyoruz. Yalnız, şu kadarını hatırlatayım; önümüzdeki günlerde bu brifingin birinci yılını kutlayacağız. (CHP sıralarından alkışlar) Bu brifing...

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri)- Size bir ay öncesinde bilgi verdim.

ONUR ÖYMEN (Devamla)- Onu şimdi söyleyeceğim, müsaade ederseniz.

Sayın Bakan, haklı olarak istical gösteriyor, benim bir sonra söyleyeceğim cümleyi hatırlatıyor; onun için, teşekkür ediyorum; şimdi söyleyeceğim.

Şimdi, birinci yılını kutlayacağımız bir başka olay daha var; onu da Yüce Heyetinizle paylaşmak istiyorum. Gene önümüzdeki günlerde, Sayın Dışişleri Bakanımızın Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonuna yaptığı ilk ve tek ziyaretin birinci yıldönümünü kutlayacağız. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, demokratik ülkelerde böyle mi oluyor?! Demokratik ülkelerde parlamentolarla ilişkiler bu şekilde mi yürütülüyor?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri)- Kaç kere sizi davet ettim.

ONUR ÖYMEN (Devamla)- Televizyonda görüyorsunuz, İngiltere Başbakanı, bizzat, haftada iki gün, üç gün parlamentoya geliyor, bilgi veriyor, hesap veriyor.

Sayın Bakan, müsaade ederseniz, görüşlerimi bitireyim; ben sizi dikkatle dinledim; siz de, herhalde, beni dikkatle dinleyeceksiniz.

Sayın Bakanımızı Dışişleri Komisyonunda çok özledik; ümit ediyoruz ki, yakında bu özlemimizi gideririz.

Yalnız, size bir şey hatırlatayım: Sayın Bakan, demokratik ülkelerden, demokratik ülkelerde işlerin nasıl yürütüldüğünden bahsetti. Biz, geçenlerde, çok değerli AKP'li arkadaşlarımızla bir demokratik ülkeyi ziyaret ettik; orası Danimarka'dır. Orada bize dediler ki: "Son haftalar içerisinde, Dışişleri Komisyonumuz, sadece Irak konusunda 22 kere olağanüstü toplantı yapmıştır ve Dışişleri Bakanımız bu toplantıların hepsine katılmıştır."

Şimdi, siyasî düzeyde bu temas eksikliğini, gerçekten, ciddî bir eksiklik olarak görüyoruz ve hiç değilse bundan sonra telafi edileceğini ümit ediyoruz.

Sayın Bakan, Dışişleri Müsteşarının bana verdiği bilgilerden bahsetti. Kendisine ve Sayın Müsteşara, bunun için içtenlikle teşekkür ediyorum. Kendisiyle, iki eski dost olarak, meslektaş olarak, hem bunu -Kıbrıs meselesini- konuştuk hem Ege sorunlarını konuştuk ve hükümetimizin görüşlerini öğrendik. Bu konuşmamız da, Millî Güvenlik Kurulu toplantısından önce oldu. Ondan sonraki gelişmeler hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.

Şimdi, bu konuda hükümete yapabileceğim en büyük katkı, verebileceğimiz en büyük destek, bu konuşmanın içeriği hakkında Yüce Meclise bilgi vermemektir; bilmem, görüşlerimi anlatabiliyor muyum?!

Eğer, bu konuşmanın içeriğini bilseydiniz, eğer Sayın Denktaş bu konuşmanın içeriğini bilseydi, sanıyorum ki, çok mutlu olmazdınız, Sayın Denktaş da çok mutlu olmazdı.

Türkiye'nin, gerçekten, dışpolitikasına hâkim olan düşüncelerin, hedeflerin, yöntemlerin, beklentilerin ne olduğunu öğrenmekten çok derin üzüntü duydum. Bunu, bu kadar söylemekle yetineceğim huzurunuzda.

Gerçekten, Türkiye, çok daha iyi, milletimize, halkımıza çok daha layık bir dışpolitikayı hak etmiştir. Bugünkü durumda karşılaştığımız sıkıntılar -birazdan anlatacağım- maalesef, izlenen bu dışpolitikanın bir ürünüdür.

New York görüşmelerinden hemen önce, Türkiye'nin Kıbrıs politikası, Çankaya Zirvesinde ve daha sonra Millî Güvenlik Kurulunda değerlendirilmiş ve yapılan açıklamalarla kamuoyuna duyurulmuştur. 8 Ocakta Ankara'da Sayın Cumhurbaşkanının başkanlığında yapılan zirve toplantısının sonuç bildirisinde şu görüşlere yer verilmiştir: Kıbrıs sorununa hakça ve kalıcı bir çözüm bulunması Türkiye ve KKTC'nin ortak arzu ve hedefi olup, Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonuna olan desteğini sürdürmekte ve Ada'nın gerçekleri temelinde, Ada'nın gerçekleri temelinde -üçüncü defa okuyorum- Ada'nın gerçekleri temelinde bir çözüme, müzakere yoluyla hızla ulaşılması konusundaki siyasî kararlılığı teyit etmiştir. Daha sonra kabul edilen Millî Güvenlik Kurulu kararında da çözümün, Kıbrıs'ın gerçeklerinden hareket edilerek bulunulacağı belirtilmiş, Kofi Annan Planından da "bir referans belgesi" olarak söz edilmiştir.

Şimdi, Sayın Dışişleri Bakanımız o günlerde hemen bir demeç verdi, Millî Güvenlik Kurulunun bir danışma organı olduğunu hatırlattı. Biraz önce de kendisi aynı sözü tekrarladı. Gayet tabiî ki, biz de biliyoruz, Anayasamıza göre Millî Güvenlik Kurulu bir danışma organıdır; ama, öyle bir danışma organıdır ki, aldığı kararların altında Sayın Cumhurbaşkanının imzası vardır, Sayın Başbakanın imzası vardır, Sayın Dışişleri Bakanının imzası vardır, Millî Savunma Bakanının imzası vardır, Genelkurmay Başkanının ve komutanların imzası vardır. O bakımdan, hiç kimse, danışma organıdır diye, Millî Güvenlik Kurulunu herhalde hafife almıyordur. Millî Güvenlik Kurulu bir danışma organıdır; ama, bir kanaryasevenler derneği değildir. O bakımdan, biz, Millî Güvenlik Kurulu kararlarını ciddîye alıyoruz ve bu kararları; altında hükümetin Başbakanının, üyelerinin imzasının olduğu bu kararları Türkiye'nin görüşlerini yansıtan belgeler olarak alıyoruz. En azından, bunu böyle düşünmeye hakkımız olduğuna inanıyoruz.

Biraz önce Sayın Dışişleri Bakanı da bu belgeden bahsetti; biz de daha önce bunu söyledik. Bir köşeyazarımız, bizim, Millî Güvenlik Kuruluna atıfta bulunmamızı esefle karşıladığını yazıyor. Millî Güvenlik Kurulu, Türkiye'nin bir anayasal kuruluşu değil midir? Buna atıfta bulunmakta esef edilecek ne var? Millî Güvenlik Kurulunu yok mu farz edeceğiz? İşte, bunları biz, dikkatle ve üzüntüyle karşılıyoruz.

Şimdi, bu kararlardan sonra ne oldu: Çankaya Zirvesinde bir karar alındı, Millî Güvenlik Kurulunda bir karar alındı. Sonra, Sayın Başbakan Davos'a gitti ve orada Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle görüştü. Peki, Millî Güvenlik Kurulu kararından sonra Genel Sekretere ne dedi; maalesef, anladığımız kadarıyla, Sayın Başbakan, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine, Davos'ta, Ankara'da kararlaştırılan şeylerden bambaşka şeyler söylemiştir; Ankara'da kamuoyuna açıklanan, Türkiye'nin resmî tutumuyla hiç bağdaşmayan şeyler söylemiştir. Nereden biliyoruz bunu; bunu şuradan biliyoruz: Kofi Annan'ın 4 Şubat günü Sayın Denktaş'a gönderdiği mektuptan biliyoruz.

Bakın, bu mektupta ne diyor: "Kıbrıs Rum Lideriyle Türkiye Başbakanı, Kofi Annan Planı çerçevesi içinde kalan az sayıda değişiklik önerisi yapacaklarını bana taahhüt etmişlerdir." Nerede Kıbrıs'ın gerçekleri?.. Hani, biz Kıbrıs'ın gerçeklerinden hareket ederek çözüm arıyorduk? Bundan bahis  yok. Hani, biz Kofi Annan Planını müzakere zemini olarak kabul etmiyorduk,  bu çerçevenin dışına taşacaktık? Bundan bahis yok. Taahhüt edilmiş bunlar. Şimdi, endişe verici olan budur. Biz niçin endişe ediyoruz; bunun için endişe ediyoruz. Bir kere, bu Planın zeminini kabul ettiğiniz zaman, bu Planın dışına çıkamazsınız arkadaşlar. İşte, daha dün, Rum Cumhurbaşkanı Papodopulos diyor ki: "Türk teklifleri Kofi Annan Planının çerçevesinin dışındadır." Öyle anlaşılıyor ki, şimdi, Kıbrıs'ta birinci tartışma bunun üzerinde yapılacak: Tekliflerimiz çerçevenin içinde midir dışında mıdır. Çerçeveyi resmen kabul etmişsiniz.

Bu çerçeveyi kabul etmek ne anlama geliyor; şu anlama geliyor: Bu planın çerçevesi Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayıyla yürürlüğe giren 1960 tarihli Londra ve Zürih Anlaşmalarıyla bağdaşmamaktadır, bunu değiştirmektedir; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesiyle kabul ettiğiniz bir anlaşmayı tadil ediyorsunuz. Edilebilir; bunun yolu ne; bu iradenin sahibi olan Meclise geleceksiniz bilgi vereceksiniz, tartışmaya açacaksınız. İş bittikten sonra Meclise gelip, biz her işi yaptık, her işi en iyi şekilde yaptık demekle olmuyor. Zamanında geleceksiniz. Millî politikayı değiştiriyorsunuz arkadaşlar. Yapılan iş hafife alınacak iş değildir ve bunu nasıl yapıyorsunuz; kamuoyuna açıkladığınız resmî görüşlerden farklı olarak yapıyorsunuz, resen yapıyorsunuz ve gidip Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine bunları söylüyorsunuz.

Sayın Başbakanımızın müzakere zemini olarak, çerçevesi olarak kabul ettiği Kofi Annan Planı ne diyor; buna iyi bakmak lazım. Sayın Dışişleri Bakanımız haklı olarak iki kesimlilikten bahsetti, iki kesimliliğin öneminden bahsetti. Ben size çok açık söyleyeyim; Kofi Annan Planının özü iki kesimliliği ortadan kaldırıyor. Bizim otuz senedir savunduğumuz görüş şuydu: Kıbrıs'ta iki kesimli, iki toplumlu bir devletin kurulması. Burada bütün meclisler, bütün hükümetler şimdiye kadar bunu savundu. İki kesimlilik, iki toplumluluk ne demek; her toplum kendi kesiminde yaşıyor demek. Kofi Annan Planı ne diyor; Kofi Annan Planına bakarsanız, iyi incelerseniz -biz satır satır okuduk, çok dikkatle inceledik diğer arkadaşlarımla birlikte- Kofi Annan Planı şunu söylüyor: "Güneyde bir Rum Devleti olacak; ama, mütecanis bir Rum Devleti olacak." Türklerin gidip de güneye yerleşme niyeti olmadığını herkes biliyor; ama, kuzeyde ne olacak; kuzeyde -Sayın Genel Başkanımız da açıkladı- bir Türk-Rum devleti olacak, Mütecanis bir Türk Devleti olmayacak. Kofi Annan Planının son üçüncü şeklinde deniliyor ki: "Kuzeye, oradaki Türk nüfusunun yüzde 21'i kadar Rum geçecek." Ne demektir bu?.. 42 000 Rum geçecek. Ne demektir bu; 42 000 Rum demektir. Başka ne diyor; Karpas bölgesinde evvelce yaşamış olan Rumlar buraya tekrar dönecekler... Bu ne demektir; 12 000 kişi daha dönecektir. Başka ne diyor; bütün bunların dışında, 65 yaşın üzerinde olan Rumlar, yanlarına birer refakatçi de almak kaydıyla kuzeye gelip yerleşme hakkına sahip olacaklar. Kaç kişidir bu hakka sahip olanlar Kıbrıs'ta; 65 yaşından büyük olan insanların sayısı 35 000 kişidir; birer de refakatçiyle 70 000 kişidir. 70 000 kişi bu hakkı kullanmayabilir. Bunların içinde, diyelim ki, 20 000 kişi kullandı; o zaman ortaya çıkan tablo, yaklaşık 80 000 kişilik bir Rum kesiminin, bir Rum topluluğunun, daraltılmış Türk kesimine gireceğini gösteriyor. İşte, iki kesimliliği kaldıran budur. Şimdi, bunu değiştirebiliyor musunuz?.. Bunu değiştirme önergesi verme hakkınız var mı?.. Planın özü bu. Gidip de, bunu değiştirmek için masaya bir teklif koyduğunuz anda, size diyeceklerdir ki, Davos'ta aklınız neredeydi, New York'ta aklınız neredeydi?! Niçin bunları o zaman söylemediniz?! Söylediniz de kabul mu etti karşı taraf bu teklifleri, öyle mi oturuyoruz masaya? Öyleyse, öğrenelim, çok seviniriz. Ama, bunu bize söyleyen hiç olmadı.

Değerli arkadaşlar, durum, sandığınızdan çok daha ciddîdir ve burada varılacak sonuç, gerçekten, çok ciddî sıkıntılara, çatışmalara yol açabilecek bir durumdur.

Şimdi, bakınız, size bir örnek vereyim. Avrupa'da, bir ülkede, farklı etnik, dinî kökenden insanların nüfusu toplam nüfusun yüzde 8'ine ulaştığı zaman alarm zilleri çalıyor. Biz en son gittik; Danimarka'da şu anda en büyük mesele, yabancı nüfusun yüzde 8'e ulaşmış olması; kıyamet kopuyor, seçim sonuçlarını bu etkiliyor. Kuzey Kıbrıs'ta yüzde kaça çıkacak; yüzde 40, yüzde 40!.. Avrupa'da alarm zilleri çaldıran oranın 5 misline çıkacak. İşte, Kofi Annan Planı budur; işte, temel olarak kabul ettiğimiz Kofi Annan Planı bunu söylüyor. İşte, sizlere, bunu anlatmaya çalışıyoruz.

Peki, böyle bir durumda huzur içinde, barış içinde yaşayacaklar mı bu insanlar? Değerli arkadaşlar, bazıları diyorlar ki, efendim, Avrupa Birliğine üye olacaklar; Avrupa Birliğine üye olduktan sonra, huzur içinde, barış içinde yaşamaktan başka yolu var mı; Avrupa'da böyle yaşamıyor mu insanlar... Çok değerli arkadaşlarım, Kuzey İrlanda Avrupa değil midir?! Kuzey İrlanda'da insanlar huzur içinde mi yaşıyor, barış için de mi yaşıyor?! İspanya'da Bask bölgesi Avrupa Birliği toprağı değil midir?! Orada, insanlar, huzur içinde mi yaşıyor; yoksa, her gün birbirlerini mi öldürüyorlar?.. Avrupa Birliğinin topraklarının içinde olmak, ne zamandan beri huzurun, güvenliğin sigortası olmuştur! Birbirimizi aldatmayalım, kendimizi aldatmayalım! Haa, öyle bir durum vardır ki, Fransa ile İngiltere arasında olduğu gibi, bir uzlaşma kültürü oluşmuştur; bu kültür çerçevesinde, zaten, artık, söz konusu bile değildir tarafların çatışmaları, hiçbir olay çıkmaz. Değerli arkadaşlar, Kıbrıs'ta bu mudur durum?!

Dün akşam televizyonları izlediniz mi? Dün akşam televizyonları izlediyseniz görmüşsünüzdür ki, dün, Kıbrıs'ın Rum kesiminde, PKK bayraklarıyla, PKK liderinin fotoğraflarıyla büyük bir gösteri düzenlenmiştir; Kıbrıs Rum yöneticilerinin izniyle, onayıyla düzenlenmiştir. Unutmayalım, terörist lider bir Yunan Büyükelçiliğinde yakalandığı zaman, cebinde Kıbrıs Rum pasaportu taşıyordu.

Efendim, bunlar militan gruplardır, bunları dikkate almayın, her ülkede olur... Peki, Kıbrıs'ta Enonis yanlıları, EOKA yanlıları vazgeçmişler midir projelerinden; artık, bunlar, dağılmış mıdır; hayır. Partileri var, dernekleri var, gazeteleri var. Her gün, EOKA fikrini savunan çabalarda bulunuyorlar.

Efendim, onlar da radikaldir; ama, siz, çoğunluğa bakın... Peki, çoğunluk ne yapıyor; çoğunluk şunu yapıyor: 5 Aralık 2003 tarihinde; yani, iki ay önce, Kıbrıs Rum Parlamentosu bir karar aldı. Ne diyor bu kararda; bu kararda diyor ki: Kurtuluş Savaşı sırasında, Türkiye, Yunanistan'a, Yunanlara jenosit uygulamıştır. Şimdi, uzlaşmaya vardığımız günlerde, siz, uzlaşma kültürünü böyle mi yaratacaksınız?.. İşte, içinize alacağınız, toplumumuzun yüzde 40'ını oluşturacak insanlar bu insanlar. Keşke, uzlaşma kültürü yerleşmiş olsaydı da, biz de, bunu, bu kürsüden sevinçle karşılasaydık, alkışlasaydık. Sayın Dışişleri Bakanımız bunları bilmiyor mu; bilmez olur mu! Peki, bunu bile bile, siz Kofi Annan Planının içeriğini nasıl kabul ettiniz? Bu soruyu soruyoruz.

Şimdi, inşallah, hiçbir şey olmayacak diyelim, hiçbir çatışma olmaz,insanlar huzur içinde yaşarlar. Peki, ya yaşayamazlarsa ne olacak?.. Ya geçmişteki acıları, sıkıntıları bize hatırlatacak olaylar olursa ne olacak?.. Saldırılar olursa ne olacak?.. Belli ki, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de bunu bekliyor ki, barış gücü görevlendirmiş. Plana göre, Kuzey Kıbrıs'ta bir barış gücü görev alacak.

"Efendim, orası Avrupa toprağı olacak" diyenlere soruyoruz; hangi Avrupa ülkesinde barış gücü var?.. Huzur olacağı beklenen bir toprağa barış gücü yerleştirilir mi?.. Bu barış gücü, barikatlar kurma hakkına sahip, her türlü güvenlik tedbiri alma hakkına sahip. Demek ki, siz de çatışma bekliyorsunuz.

Peki, bir çatışma olursa Türk birlikleri ne yapacak, Ada'da kalan Türk askerleri ne yapacak; cevabını vereyim merak ediyorsanız: Ada'da kalan Türk birlikleri hiçbir şey yapmayacak. Plana göre, Ada'da kalan Türk birliklerinin üç tane yetkisi vardır.

Birinci yetki, karargâhın içinde eğitim yapmak; ikinci yetki, malzeme ve teçhizatının bakım ve onarımını yapmak; üçüncü yetki, törenlere katılmak. Türk Barış Kuvvetlerinin, kalacak birliklerin Kıbrıs'taki yetkileri, görevleri bundan ibaret.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Öymen.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Teşekkür ederim.

Peki, sınırı koruma yetkileri olacak mı; hayır olmayacak. Peki, sınırı kim koruyacak; hiç kimse korumayacak. Plan diyor ki, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, bırakın sınırları korumayı, sınıra yaklaşması yasaktır. Yani, sınırı kimse korumayacak. Bu militanlar orada, PKK'cılar orada, EOKA'cılar orada, bütün husumet sahibi insanlar orada, biz bunlara sınırlarımızı açacağız ve güveneceğiz!.. Kime güveneceğiz; Avrupa Birliğine girdik, artık, bundan sonra hiçbir şey olmayacak, huzur içinde uyuyacağız diyeceğiz.

Biz, uyuyamayacağız arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partililer huzur içinde uyuyamayacaklardır! (CHP sıralarından alkışlar)

Başka neler diyor plan; Rumlara terk edilecek topraklardan 52 000 ilâ 65 000 Türk, kuzeyde daraltılmış bölgeye geçecek. 80 000 Rum, 60 000 Türk, 140 000 insan, şimdikine nazaran bir hayli daraltılmış bölgeye gidecek. Neyle yaşayacak bu insanlar, nasıl yaşayacaklar?.. Suları bırakıyorsunuz güneyde, verimli tarım topraklarını bırakıyorsunuz; bunlar tarımdan yaşayan insanlar, bunları neresine koyacaksınız Kuzey Kıbrıs'ın? Kıbrıs'ı bilen arkadaşlarınız vardır, söyleyin, 130 000 insanı Kuzey Kıbrıs'ta daraltılmış bölgede barındıracak bir toprak, bir iş sahası, su kaynağı, tarım arazisi var mıdır; ben size söyleyeyim, yoktur. Ayrıca, birçok mülkiyet problemi çıkacak.

Bütün bunları size söylüyoruz, bu safhada söylüyoruz, ileride karşılaşacağımız sorunların ne kadar ciddî olduğunu belirtmek için söylüyoruz.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Siz olsaydınız nasıl çözerdiniz?

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Siz olsaydınız nasıl çözerdiniz... Biz olsaydık ne yapacağımızı size söyleyeyim; ama, ne yapmayacağımızı önce söyleyeyim; sizin yaptığınızı yapmazdık... Sizin yaptığınızı yapmazdık... (CHP sıralarından alkışlar) Ne yapardık; şunu yapardık; baskıları reddederdik. Güney Kıbrıs'ın tek başına Avrupa Birliğine üye olmasına imkân vermemek için bütün gücümüzü kullanırdık.

Sayın Bakan "efendim, çaresizdik, yoluna girmiş üyelerin, ne yapalım; yapacak hiçbir şeyimiz yoktu" diyor. Değerli arkadaşlar, bu, hukuka aykırıdır. Bu hükümet dahil, geçmiş bütün Türk hükümetleri, Rum kesiminin tek başına AB'ye üye olmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu, antlaşmalara aykırı olduğunu Birleşmiş Milletlere tescil ettirmiştir. Şimdi neredesiniz, bu sözünüzün arkasında duruyor musunuz, yoksa bunu unuttunuz mu?.. Hayatın gerçeği budur deyip, bundan vaz mı geçtiniz?.. Otuz yıldır savunduğumuz bu tezden vaz mı geçtiniz?..

Değerli arkadaşlarım, bunu size çok açıkça söylüyorum; Türkiye, tezlerinden vazgeçmiştir.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Cevap alamadım...

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Biz olsaydık ne yapardık... Sizden önceki hükümetler ne yaptı?.. Kıbrıs'ta, Rumlar, S-300 füzelerini konuşlandıracaktı, S-300 füzelerini konuşlandırıp Türkiye için büyük bir tehdit oluşturacaklardı. Füzeleri ısmarladılar, füzeler imal edildi, hazırlandı, konuşlandırılmak üzereydi. Sizden önceki Türk hükümetleri öyle bir tepki gösterdiler, devletin ağırlığını öyle bir hissettirdiler ki, bir tane kurşun atmadan bu füzelerin konuşlandırılmasına engel oldular. İşte, devlet, böyle yapar; devletseniz, bunu yapacaksınız; devletseniz, Rumların üyeliğine engel olacaksınız, bunu durduracaksınız. (CHP sıralarından alkışlar) Buna gücünüz yoksa, devletiz diye çıkmayın ortaya! Gözünüzün önünde, gözünüzün içine baka baka hukuku, anlaşmaları ihlal ediyorlar. Açın Mendelson raporunu okuyun; İngiltere'nin en ünlü hukukçularından biri "Kıbrıslı Rumların üyelik başvurusunda bulunması bile, Londra ve Zürih Anlaşmalarına aykırıdır" diyor. Siz de bunu benimsiyorsunuz; hükümet olarak, bu görüşü Birleşmiş Milletlere tescil ettiriniz. Sonra ne yaptınız; sonra, bunu unuttunuz, hayatın gerçeği budur diye bunu yok farz ettiniz, hukukî haklarımızı, çıkarlarımızı yok saydınız. İşte, biz, bunu yapmazdık; biz, sonuna kadar mücadele ederdik; çünkü, haklıyız. Kalkıp Rumlara diyorlar ki, hiçbir önşart olmadan AB'ye üye olursunuz. Siz buna ne diyorsunuz; hiçbir şey demiyorsunuz. Türkiye'ye ne diyorlar; sizin üyelik müzakeresine başlamanız için Kıbrıs meselesinin çözülmesi lazım. Siz ne diyorsunuz buna; efendim, çözmeye çalışıyoruz diyorsunuz. Bir devlet böyle mi yapar, kendine saygısı olan, inancı olan, güveni olan bir devlet böyle mi yapar?! Haklı mıdır bu dedikleri; siz, bunu, haklı görüyor musunuz?! Bu, çifte standart değil midir?! Bu çifte standarda karşı bizim devlet olarak direnme gücümüz yok mudur?! İşte, biz, sizden bunu bekliyoruz. Bunu yapın; göreceksiniz ki, biz, tek bir vücut gibi arkanızda olacağız. Sizden hiçbir şey beklemiyoruz; Türkiye'nin hakkını koruyun, çıkarını koruyun, itibarını koruyun; bizden daha büyük destekçiniz olmayacak.

Sayın Başbakan, kalkıyor "siz, bu konuyu içpolitika malzemesi olarak kullanıyorsunuz" diyor. Bu sözleri, çok derin bir üzüntüyle karşıladık değerli arkadaşlarım. Böyle bir şeyi nasıl söylersiniz?! Atatürk'ün, İsmet Paşanın partisine bunu nasıl söylersiniz?! Bana bir tane örnek gösteriniz, geçmişte ve bugün, herhangi bir millî menfaatı ilgilendiren dışpolitika konusunu içpolitika için kullandığımızın bir tek örneğini gösterin! Ben, size örnek vereyim: Geçen kasım ayında, Kıbrıs'ta Sayın Başbakanla beraberdik. Sayın Başbakan, çok güzel bir konuşma yaptı; Türkiye'nin şimdiye kadar izlediği politikaların çizgisinde kararlı, güçlü, bizim de paylaştığımız bir konuşma yaptı. Sayın Genel Başkanımız oradaydı, biz oradaydık; biz, alkışladık Başbakanı. Ben gittim, kendim tebrik ettim, dedim ki, bütün söylediklerinize katılıyorum, bir tek cümlesine itiraz etmiyorum; bize, muhalefet yapma fırsatı vermediniz. Şimdi, bu, içpolitika mıdır?!  İçpolitika için mi bunu yaptık?! İstismar etmek isteseniz, her konuşmada bir cümle bulursunuz, bir kelime bulursunuz; bu, istismar mıdır?! Bu mudur içpolitika?! Burada, kalktık, ne yaptık; Türkiye'nin AB üyeliği için getirdiğiniz uyum paketlerinin hepsini onayladık, hepsini destekledik. İçpolitika için mi yaptık bunu?! İsteseydik, burada, eleştirilecek laflar bulamaz mıydık?!. Ama, millî menfaatı her şeyin üstünde tuttuk.

Değerli arkadaşlar, Atatürk'ün partisi budur, Cumhuriyet Halk Partisi budur; bize haksızlık yapmayın, bizi itham etmeye kalkmayın, vereceğimiz cevabın altından kalkamazsınız! (CHP sıralarından alkışlar) Onun için, Cumhuriyet Halk Partisini, dışpolitika konularını, millî menfaatı ilgilendiren konuları içpolitika için istismar etmekle hiçbir şekilde itham etmeyin; dediğim gibi, bundan, sonra, siz de üzüntü duyarsınız.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, New York'ta kabul edilen metne gelince; demin söyledim; bir, Kofi Annan Planının özünü kabul ediyorsunuz; iki, arada, Rum-Türk görüşmeleri var, Türk-Yunan görüşmeleri var. Daha sonra ne var; daha sonra, son sözü, metne son şekli verme hakkını Kofi Annan'a bırakıyorsunuz. Sizin politikanız bu muydu?.. Halka açıkladığınız politika bu muydu?.. Çankaya Zirvesinin politikası bu muydu?.. Millî Güvenlik Kurulunda bunu mu kararlaştırdınız?.. Şimdi, bunu, New York'ta kararlaştırdınız ve bunu başarı olarak halka anlattınız.

Gazetede bir havadis okudum, Deniliyor ki, Sayın Denktaş, bu metne onayını vermeden önce, Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Genelkurmay Başkanımızın onayını almıştır. Sayın Dışişleri Bakanımız da, biraz önce, bu anlama gelebilecek sözler söyledi; bunu, dikkatle not ettik; fakat, şunu da not ettik: Bu haberler basında yayımlandıktan sonra, bunları doğrulayan veya yalanlayan hiçbir resmî açıklama yapılmamıştır. Ne olmuştur; acaba, New York Zirvesi sırasında yeni bir Çankaya zirvesi yapıldı da bizim mi haberimiz olmadı?.. Bu belgeyi devletin bütün yetkili kurumları, başta Sayın Cumhurbaşkanımız birlikte incelediler ve "işte, en iyi metin budur, Sayın Denktaş'a da söyleyin bizim desteğimizi" dediler de Denktaş öyle mi onayladı? Bu konuda Sayın Bakan eğer Yüce Meclisi aydınlatabilirse, bundan derin bir mutluluk duyacağız; ama eğer böyle değilse, bunun çok derin sonuçları olacaktır; bunu size şu anda bu kadar söylüyorum, daha fazlasını söylemiyorum.

Değerli arkadaşlarım, meselenin bir başka yönü var. Sayın Bakan diyor ki, Mecliste bu konu onaylanmadan önce Kıbrıs'ta referandum yapılacaktır, sonra onun sonucuna göre Yüce Meclis karar verecektir. Kofi Annan'ın mektubu böyle demiyor! Kofi Annan'ın 4 Şubat tarihli mektubuna bakınız, orada "önce devletler tutumunu bildirecekler 9 Nisana kadar, ondan sonra 21 Nisanda referandum yapılacak" diyor. Efendim, sonra bunu değiştirdik... Değiştirdiyseniz, buyurun açıklayın; ama, bizim elimizdeki belge böyle söylüyor. New York açıklaması ne diyor; New York açıklaması da diyor ki, usul konularında Kofi Annan'ın mektubundaki esaslara uyulacak; yani, önce biz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin iradesini bilmeden burada karar vereceğiz, sonra orada onaylanacak. Bu, çok ciddî bir sorundur. Yani, bu yolla Kuzey Kıbrıs halkının iradesini mi etki altına alacağız?.. Bu mudur amaç, belli değil. Bu konuda da ciddî tereddütlerimiz var.

Değerli arkadaşlar, ayrıca, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bir Anayasa var. Bu Anayasanın nasıl değiştirileceği o Anayasanın içinde yazılı. Acaba, bu konuda sizde bilgi var mı? Kofi Annan ile görüşüp kabul ettiğiniz metin, Kuzey Kıbrıs Anayasasına göre uygulanabilir bir metin mi, bir plan mı? Bu konuda dikkatinizi çekiyorum, bu konuyu dikkatinize getiriyorum.

Değerli arkadaşlar, bütün bunlardan sonra, bakıp da, biz Rumları köşeye sıkıştırdık, çok başarılı olduk, onlar perişan oldular gibi sözler söylerseniz, belki size inanacak birkaç kişi bulursunuz; ama sonunda gerçekler ortaya çıkınca, o insanları da hüsrana uğratırsınız. Açık konuşalım, Sayın Denktaş "zafer çığlıkları atmayın. Fazla sevinmenin zamanı değildir. Kendi başarımızdan bahsetmenin zamanı değildir; çok çetin müzakerelerin arifesindeyiz" diyor, gerçekten öyledir. Şimdi birlik olacağız, beraber olacağız, dayanışma içinde olacağız, el ele vereceğiz ve bu aşamada en başarılı sonucu almaya çalışacağız. Biz ümitli miyiz; doğrusunu isterseniz çok ümitli değiliz. Niçin çok ümitli değiliz; çünkü, demin saydığım bütün sakıncaları içeren bir planın esasını kabul etmiş durumdayız.

Bazıları diyorlar ki, efendim, siz statükocu musunuz, statükoyu mu savunuyorsunuz? Ne kadar kötü! Bizi eleştiriyorlar, Cumhuriyet Halk Partisini eleştiriyorlar. Değerli arkadaşlar, bunu söyleyenler, diplomasiden hiç anlamayanlardır. Statükoyu değiştirmeyi herkes ister; ama, kendi lehine değiştirmek için ister. Statükoyu, işler kötüye gitsin diye değiştirelim diyen olur mu?! (CHP sıralarından alkışlar) Statükoculuk, bizim kamuoyunda bir suç gibi anlatılıyor, yansıtılıyor. Statükoculuktan daha kötüsü, statükoyu bozmaktır, kötü yönde bozmaktır.

Şimdi, ben, size bir örnek vereyim: Kardak krizinde biz ne yaptık, büyük başarımız neydi bizim; Sayın Baykal'ın Dışişleri Bakanımız olduğu dönemde, Rum askerini oradan atarak, Rum Bayrağını atarak ne yaptık; statükoya döndük, statükoyu koruduk ve o zaman, Türkiye'nin statükoyu koruması, en büyük başarı olarak anlatıldı. Ege'de ne yapıyoruz; karasularının 12 mile genişletilmesine engel olarak ne yapıyoruz; statükoyu koruyoruz. Yanlış mı yapıyoruz, suç mu işliyoruz?! O bakımdan, hiç kimse, bilir bilmez, statükoyu koruyorlar, siz statükocusunuz filan diye laflar etmesin, bu, onların cehaletini ortaya koyar. Size de tavsiye ederim, Cumhuriyet Halk Partisinden bahsederken, sakın ola ki, statükocu falan demeyin.

Ayrıca, çözüm istemeyenlerden falan da bahsetmeyin. "Çözümsüzlük çözüm değildir" dedi Sayın Bakan, Sayın Başbakan da bunu sık sık söylüyor. Değerli arkadaşlar, size kim söyledi "çözümsüzlük çözümdür" diye, böyle bir referans var mı elinizde; Genel Başkanımız mı söyledi, bir parti yetkilimiz mi söyledi, birisi çıkıp bu kürsüden, çözümsüzlük istiyoruz mu dedi; kime cevap veriyorsunuz?! Hayalî bir niyet atfedip, Fransızların "niyet yargılaması" dediği gibi, bir partiye, birtakım insanlara, birtakım niyetler atfediyorsunuz, sonra, o niyetlere kahramanca karşı çıkıyorsunuz; bu niyette olan yok ki, çözümsüzlüğü savunan yok ki! (CHP sıralarından alkışlar) O bakımdan, karanlıkta ıslık çalmayalım, gölge boksu yapmayalım. Bu yöntemler sizi başarıya götürmez.

Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan "otuz yıldır yanlış işler yapılmıştır; otuz yıldır işbaşına gelen bütün hükümetler yanlış iş yapmıştır Kıbrıs'ta" diyor. Tesadüf o ki, biz, Meclis arşivlerini karıştırdık, Meclis zabıtlarını karıştırdık, bir de baktık ki, Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül, vaktiyle bu kürsüden yaptığı bir konuşmada -tesadüf bu ya- aynı rakamı vererek "otuz yıldır işbaşına gelen bütün hükümetler doğru iş yapmışlardır" diyor. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, hangisine inanalım; otuz yıldır doğru iş mi yaptık, yanlış iş mi yaptık?

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Hatırlamadı, hatırlamadı.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Sayın Bakan hatırlamadıysa, bende kopyası var, takdim ederim.

Şimdi, doğrusunu isterseniz, Sayın Gül'ün hakkı var, otuz yıldan beri, Türkiye doğru iş yapmıştır; Türkiye'nin çıkarlarını korumuştur, en önemlisi, oradaki insanlarımızı barış, özgürlük ve güvenlik içinde yaşatmıştır. Kötü mü yapmıştır?! Şimdiki gibi sınırları kaldırıp da, can güvenliğini Rumlara teslim mi etseydik otuz yıldan beri, o muydu doğru politika?!

Değerli arkadaşlarım, bu konudaki görüşlerimizi her zaman, her vesileyle dile getirmeye devam ediyoruz, devam edeceğiz.

Bir şey daha söyleyeyim size: Çok önemli taktik hatalar yaptık...

BAŞKAN - Sayın Öymen, Sayın Gül'e verdiğim eksüreyi size de veriyorum; son 5 dakikaya girdiniz, onu hatırlatmak istedim.

Buyurun.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Çok teşekkür ediyorum, 5 dakikada çok şey söyleriz.

Şimdi, Sayın Başbakan Davos'a giderken ne diyor: "De Soto'yu alın görevden, yerine bir arabulucu tayin edin." Arkadaşlar, yarın görüşmeler başlıyor; kimdir Kıbrıs'ta Birleşmiş Milletlerin yetkilisi, görevlisi; De Soto. Demek ki, boşa atılmış bir kurşun oldu bu sözünüz. Zeminini hazırlamadan, Genel Sekreterin bunu kabul edip etmeyeceğini bilmeden, bunu basına niçin söylersiniz ve kendinizi güç duruma düşürürsünüz!

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Ağzından kaçmış...

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Başka ne diyor "arabulucu tayin edin" diyor. Edildi mi; edilmedi. Kimi düşünüyormuş; belki de Colin Powelli düşünüyormuş; Amerikalılar reddetti. Efendim, arabulucu olmasa da olur, kolaylaştırıcı tayin edelim; kabul edildi mi; edilmedi. Orada da mahcup olduk. Başka ne dedi; "Kofi Annan Planı olmasın, kısaltılmış bir plan olsun" dedi; bunu da kamuoyuna açıkladı; kabul edildi mi; edilmedi.

Değerli arkadaşlarım, diplomaside zemin yoklaması diye bir yöntem vardır. Önce araştırırsınız, teklifleriniz kabul edilebilecek mi, kabul edilme şansı var mı; varsa, kabul edildikten sonra kamuoyuna açıklarsınız; ama, kabul edilmeden, uluorta böyle beyanlarda bulunursanız, mahcup olursunuz, ülkemizi de güç duruma düşürürsünüz, küçük düşürürsünüz.

Değerli arkadaşlar, burada, size ayrıntılarını okumayacağım; ama, tavsiye ederim, 1992 yılından 2003 yılına kadar, Yüce Meclisin Kıbrıs konusunda oybirliğiyle aldığı kararları okuyunuz. Göreceksiniz ki, bu kararlarda milletimiz, Meclisimiz, bir yumruk gibi Kıbrıs meselesine sahip çıkmıştır, millî dava olarak görmüştür. Daha geçen yıl, sizinle birlikte bir kararı oybirliğiyle kabul ettik.

Sizlere, oybirliğiyle kabul ettiğimiz kararın şu cümlelerini hatırlatıyorum: "Kıbrıs meselesine bulunacak çözümün tarafların eşit statüsü ve eşitliğine dayanması gerekir. Türkiye'nin garantörlük haklarını sürdürmesi gerekir. Kıbrıs sorunu, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecine bir önşart olarak takdim edilemez." Bunun gibi birçok husus söylüyoruz. Bugün yapılanlar bunların hepsine aykırıdır.

Bütün bunları niçin yapıyoruz; Sayın Bakanı dinledik, Avrupa Birliğine girmek için yapıyoruz; yani, biz, bunları yapmazsak, Rumlar girecek, veto hakkına sahip olacaklar, Avrupa Birliği bizi alacakken almayacak, çok zor durumda kalacağız; işte, bütün bunları önlemek için bu fedakârlığa katlanıyoruz.

Sayın Bakana, huzurunuzda bir soru soruyorum ve bu sorunun cevabını gerçekten merak ederek soruyorum: Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan Avrupalı siyasî partilerden bir tanesi, ama bir tanesi, size, Kıbrıs meselesi çözülürse, biz, Türkiye'nin üyeliğini destekleriz dedi mi? Daha dün, bunların öncülüğünü yapan Alman Hıristiyan Demokrat Partisinin Genel Başkanı Angela Merkel'le beraberdik. Sayın AKP'li ve CHP'li arkadaşlarımızla birlikte, bir çalışma yemeğinde, onların görüşlerini değiştirmek için tam iki saat uğraştık. Israrla, inatla, Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkıyorlar ve Türkiye'ye özel bir statü verilmesini istiyorlar. İtiraf ediyorum; başaramadık... Başaramadık... Gerekçelerini anlattı, iki saat boyunca, bize, niçin Türkiye'nin üyeliğine karşı olduklarını anlattı.

Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs'tan, bir tek kelimeyle bile bahsetmedi. Kıbrıs meselesi çözülürse, tutumumuzu değiştiririz demedi. Peki, diğer Avrupalı partiler dedi mi; onlar da demedi. Siz neye güveniyorsunuz?! Kıbrıs meselesi çözülürse Avrupa'da bizim üyeliğimize karşı olanların tutumlarını değiştireceklerini nereden çıkarıyorsunuz?! Kim size söyledi bunu?!

Değerli arkadaşlar, gazetelerde "ver de kurtul" diye yazıyor. "Ver de kurtul" politikasını eleştiriyor bazı yazarlar.

Değerli arkadaşlarım "ver de kurtul"dan daha kötüsü var; ver, ama kurtulama! Hem verirsiniz hem hiçbir şey alamazsınız! (CHP sıralarından alkışlar) İşte, endişe verici olan budur.

Biz, hükümeti uyarıyoruz; dikkatli olunuz, sonra halkın içine çıkamazsınız. Kıbrıs'ı feda edersiniz, vaktiyle Girit'i feda ettiğimiz gibi; ondan sonra da, halka, karşılığında ne aldığınızı anlatamazsınız. İnşallah, üyelik tarihi verirler, inşallah üyelik sürecine başlarız, önce biz sizi alkışlarız. Hiç kuşkunuz olmasın, biz, sizinle beraber çalışıyoruz. Sakın ola ki, İktidar Partisi bunu başaramasın da, biz de puan kazanalım diye düşünüyoruz zannetmeyin, işte arkadaşlarınıza sorunuz, gece gündüz, yurt içinde ve yurt dışında size destek oluyoruz, bunun için çalışıyoruz. Hiç aklınıza başka bir şey gelmesin; ama, tablo ortada.

Daha geçen gün, Danimarkalı arkadaşlarla beraberdik...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öymen, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - ..üyelik tarihi verilmesine İktidar Partisinin başkanı karşıdır, iktidarı dışarıdan destekleyen parti kesinlikle karşıdır, muhalefet partisinin başkanı karşıdır. Tablo bu. Hollanda'da da bu, Avusturya'da da bu.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi bitiriyorum. Bu konuyu, daha önce söylediğimiz gibi, bir millî mesele olarak takip etmek zorundayız. Sayın Genel Başkanımızın sözleriyle cümlelerimi tamamlayacağım. Bu içinde bulunduğumuz aşama, demin anlattığım nedenlerle, seksen yıldan beri izlediğimiz, Lozan'dan beri izlediğimiz Türk dışpolitikasının bir kırılma noktasıdır. Bunu, size, inanarak söylüyorum, hiçbir içpolitika düşüncesi taşımadan söylüyorum. Bu politikanın adı, kaderimizi başkalarının insafına terk eden politikanın adı diplomaside teslimiyettir. Beğensek de, beğenmesek de budur. "Meclis karar verecektir, referandum olacaktır" bunlar güzel sözlerdir; sonucunu göreceğiz.

Sizi uyarıyoruz; bu yoldan ne kadar erken dönebilirseniz o kadar iyidir. Kıbrıs'ta, Sayın Denktaş'ın başarılı sonuç alması için biz bütün gücümüzle çalışacağız, Kıbrıs'ta, şerefli, adil bir çözümün bulunması için bütün gücümüzle çalışacağız; ama, hükümeti uyarıyoruz, dış baskılarla hareket etmeyiniz, kararlılık gösteriniz, cesaretle hareket ediniz, temel çıkarlarımızdan taviz vermeyiniz. O zaman, yalnız Cumhuriyet Halk Partisini değil, bütün halkı arkanızda bulursunuz. Bunu yapamazsanız, teslimiyetçi politika izlerseniz değerli arkadaşlarım, korkarım ki insan içine çıkamazsınız.

Saygılar sunuyorum ve önergemizin kabulünü öneriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, Sayın Öymen bazı sorular sordular. Çok kısa olarak bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Onur Öymen'in, Sayın Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'le ilgili olarak yaptığı bazı açıklamalar sebebiyle, Sayın Dışişleri Bakanının söz talebi vardır; kendisine söz veriyorum.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Onur Öymen'i dikkatli bir şekilde dinledim. Tabiî, bütün katkıları için önce teşekkür ediyorum; bana tevcih ettiği sorular var, onlara da açıklık getirmek istiyorum.

Yalnız, ona geçmeden önce, bir şeyi, burada, hepinizin huzurunuzda ifade etmek istiyorum. Hep beraber dinledik, Sayın Onur Öymen, Annan Planının bugünkü halini söyledi, anlattı burada. Ada'da yarın başlayacak kıran kırana müzakereler olacak ve o müzakerelerde, o Plan üzerinde değişiklikler yapılacak. Hepimizin, bizim de, sizin de, kendilerinin de arzu ettiği değişiklikler bu müzakere sırasında yapılacak. Dolayısıyla, bakılacak neticede, o değişiklikler yapıldı mı, yapılmadı mı...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yapılmazsa ne olacak?

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Yapılmadıysa reddedilecek. Yapılmayan, aleyhinize olan şeyi, o halkla beraber yaşayacak halk, benimsemediği, sevmediği, aleyhine olan şeyi kabul eder mi; etmeyecek. Biz de tercihimizi açıkça söyleyeceğiz.

İkinci nokta şu: Açıklık istediği için...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Referanduma gidilmeyecek değil mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Referandumda oyunuzla hayır diyeceksiniz, ben beğenmiyorum bunu diyeceksiniz, kabul etmiyorum diyeceksiniz, istediğim yapılmamış diyeceksiniz; yani, bunu söyleyeceksiniz. Eğer tatmin oluyorsanız da evet diyeceksiniz.

İkinci nokta şu: Türkiye Büyük Millet Meclisi son sözü söyleyecektir. Yani, Onur Öymen Bey burada söyledi, tekrar açıklık getiriyorum. Anayasamıza göre, İçtüzüğümüze göre, kendi hukukî düzenlemelerimize göre, bu böyledir. 1960 Kıbrıs Antlaşmasını, nasıl, son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi her şey bittikten sonra onayladıysa, o zaman da en son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdirine sunulacaktır; takdiriniz onaylamak da olabilir, onaylamamak da olabilir.

Başka bir nokta şu: Sayın Öymen yine bana sordular "New York'taki görüşmeler olurken, biz bilmiyoruz, Sayın Cumhurbaşkanıyla, Sayın Genelkurmay Başkanıyla nasıl görüşüldü" diye. Ben, konuşmamda açıkça, uzun uzun söyledim; ama, bir kez daha, ısrarlı olarak istedikleri için bilgi veriyorum: Her gün, düzenli olarak, New York'ta ne oluyor ne bitiyor, bunlar sürekli olarak geldi; sürekli olarak, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Genelkurmay Başkanı bilgilendirildi. Ayrıca, New York'tan yazılı metinler geldi, yazılı metinler kendilerine gönderildi. Ayrıca, ben ziyaret ettim Sayın Cumhurbaşkanımızı, bu süre içerisinde, bu üç gün içerisinde sürekli görüşüldü; kendilerine metinleri verdim, bilgilendirdim; kendilerinin bazı tavsiyeleri oldu; onlar konuldu. Sayın Genelkurmay Başkanımızla Sayın Başbakan görüştü; ben de görüşmeye sonra katıldım. Dolayısıyla, dinamik bir süreç içerisinde zaman zaman değişik konumlara gelindi ve bunlarla ilgili devamlı bilgiler verildi.

Bir noktayı daha yine Onur Bey sordular: "Kıbrıs meselesi hallolursa, Türkiye, Avrupa Birliğine kesin girecek mi?" Biz diyoruz, Kıbrıs meselesi, Avrupa Birliğine girmenin bir şartı değildir. Avrupa Birliğine girmenin şartı, Kopenhag Siyasî Kriterlerini tam düzenlemek ve uygulamaktır; ama, Kıbrıs çözülürse, muhakkak ki, bütün uluslararası platformlarda olduğu gibi, Avrupa Birliğinde de olumlu bir hava olacaktır; ama, ben burada şunu söyledim: Bu ne yazık ki ya anlaşılmadı veyahut da biraz üstü kapalı geçildi, Onur Bey tarafından. Eğer, Rum kesimi, tek taraflı olarak Kıbrıs'ı temsilen Avrupa Birliğine girerse Enosis o zaman gerçekleşiyor dedim; çünkü, Rumların hedefi bu şekilde Türk kesimini eritmektir. O açıdan bizim için çok önemlidir.

Başka bir nokta da şu: Evet, biz buna sonuna kadar itiraz ettik. Sadece yapmadığımız şey savaş ilan etmekti; ama, siz iktidarda olsaydınız savaş ilan eder miydiniz onu bilmiyorum, Avrupa Birliğine karşı. Burada açık konuşuyorum sizinle. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Sayın Bakan, Avrupa Birliğine niye savaş ilan edelim?

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Onur Bey bir şey daha söyledi...

FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Kıbrıs'tan sonra kıta sahanlığı gelmeyecek mi?!

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlar, bütün bunlar bizim İktidarımızdan önce gelişmiştir. O iktidarlarda sizler de bulundunuz zaman zaman. Bu bir sene içinde Rum kesiminin önü açılmamıştır. Rum kesiminin Avrupa Birliğine önü beş altı sene önce açılmıştır ve bu süre içinde de zımnen Türkiye "evet, oraya, Avrupa Birliğine yürü" demiştir. Rum kesiminin önü taa o zaman kesilebilirdi; ama, o zaman kesilmemiştir. Türkiye, dolaylı olarak da, ne yazık ki, bunu kabul etmiştir ve Rum kesiminin Avrupa Birliğine tam üyeliğinin yolu taa o zaman açılmıştır ve o trend işlemiştir, işlemiştir, bu hale gelmiştir. Bizim İktidarımızda, bakıyoruz, biz, aslında krizi kurtarmaya çalışıyoruz. Biz, aslında, çok daha kötü durumlara düşecek Türk kesimini nasıl daha iyi duruma getiririz, ona uğraşıyoruz ve Türk kesimini Avrupa Birliğine, ortak Kıbrıs Devleti çatısı altında sokmaya çalışıyoruz, eğer istediğimiz düzenlemeler Annan Planı üzerinde yapılırsa; bunun da altını çiziyorum size. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Başka bir nokta şu: Bunu, doğrusu, Onur Beyin centilmenliğiyle pek bağdaştıramadım. Ben de daha önce yaptığım konuşmalarda "otuz senedir iyi yapılmış" dedim. Otuz sene önce tabiî ki Barış Harekâtı doğruydu; tabiî ki, hepimiz, o zaman herkes büyük heyecan duydu, tabiî ki, bu, desteklendi; ama, benim bu kürsüde söylediğim şey şuydu: Otuz sene geçti, bugünleri düşünerek, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde çok daha iyi bir ekonomi sağlayabilir, çok daha sağlam -öbür tarafta 15 000 dolar olurken burada 4 000-5 000 dolara bile ulaşamayan bir kesim bırakmazdı- millî, manevî değerlerle mücehhez kılabilirdi; Türkiye'nin, bazı hastalıkları oraya taşınmayabilirdi, orada bir sosyalist düzen gibi, her şey devletçi bir düzen kurulmayabilirdi. Tanınmamış olmasına rağmen, orası ekonomik olarak, bütün zorluklara rağmen, cazip hale getirilebilirdi. Bunları söyledim yanlış olarak. Yoksa, benim, burada, daha önce yaptığım konuşmamla bir tezadım yok; başından beri, Kıbrıs'la ilgili ne düşünüyorsam, onu söylüyorum.

Bir de son olarak, müsaade ederse, yine Onur Beye şunu söylerim: Doğru, Dışişleri Komisyonuna bir kez geldim Mecliste; ama, Dışişleri Komisyonuyla dışarıda, Dışişleri Komisyonunda kaç kez bir araya geldik, onu, Dışişleri Komisyonunun Cumhuriyet Halk Partili üyelerine sorarım.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Komisyona bir kere geldiniz Sayın Bakan!..

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ayrıca, Sayın Onur Öymen, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli diplomat milletvekilleriyle kaç kez bir araya geldim ve istişare ettim. Bunlar düşünülürse, herhalde, biraz, yönelttiği tenkitlerde haksız olduğu çıkacaktır.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Öymen, Dışişleri Bakanımızın yaptığı açıklamalar konusunda sizin ilave edeceğiniz bir husus var mı efendim?

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Evet.

BAŞKAN - Kısaca açıklamanızı yapın; artık, konuyu fazla uzatmayalım.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Bakana, bu açıklamaları için teşekkür ediyorum.

Çok ciddî ve somut bir konu var önümüzde. 4 Şubat tarihli mektubu okuyacak olursanız, bu mektupta diyor ki: "Ülkeler -yani, Türkiye ve Yunanistan- üzerinde mutabakata varılacak metinle ilgili onaylarını 9 Nisan tarihine kadar Genel Sekretere bildireceklerdir." Aynı metinde diyor ki: "Kıbrıs'ta referandum 21 Nisan tarihinde yapılacaktır." Bendeki bilgi yanlış değilse... 9 Nisan, 21 Nisandan önce geliyor. Nasıl olacak da, biz referandumun sonucuna bakarak Mecliste karar vereceğiz?! Bu değiştirildiyse eğer, açıklansın; çünkü, Birleşmiş Milletler açıklamasında böyle bir şey yok. Yani, hükümet, bunu değiştirdiyse öğrenmek isteriz. Gerçekten, çok yararlı olur.

Şimdi, bu otuz yıl meselesine gelince, çok açıktır Sayın Gül'ün söyledikleri; ona benim ilave edecek bir şeyim yok. Meclis zabıtları vardır. Sayın Gül diyor ki: "Otuz yıldır doğru iş yapılmıştır." Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da "otuz yıldır yanlış iş yapılmıştır" diyor. Yani "otuz yıl önce bir kere doğru iş yapıldı" demiyor. Sayın Gül'ün çok açık beyanı var. Ben, arzu eden arkadaşlarımıza metnini gönderirim.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Şimdi göstermeniz lazım Sayın Öymen.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Doğru da söylüyor. Eleştiri için söylemiyorum. Doğru söylüyor. "Otuz yıldır doğru iş yapılmıştır" diyor.

Değerli arkadaşlarım, otuz yıldır ne yapılmıştır...

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Ekonomik olarak yanlış yapılmıştır.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Müsaade buyurun...

Mesela, otuz yıl içinde yapılanlardan biri Kıbrıs Türk Barış Harekâtıdır. Yanlış mıdır? Biz yaptık, Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti. Otuz yıldır yapılanlardan biri nedir; Amerikan askerî ambargosunu kaldırmak olmuştur. Yanlış mı yapılmıştır? Bütün haksızlıklara direnmek olmuştur. Yanlış mı yapılmıştır? Deniliyor ki, efendim, biz hazır bulduk, beş sene önce Kıbrıs Rumlarının üyeliği rayına oturmuştu. Oturmamıştı arkadaşlar. Sayın Genel Başkanımız açıkladı; 1999 Helsinki Zirvesinde bu konuda alınan karar üzerine, Finlandiya Başbakanı Lipponen, Sayın Başbakan Ecevit'e bir mektup yolladı ve Kıbrıs sorununun, Türkiye'nin üyeliğini engellemeyeceğini söyledi.

Şimdi, bunları görmezlikten gelmeyelim. Sizden önceki hangi hükümet, Kıbrıs'ın, Türkiye ve Yunanistan'ın aynı zamanda üye olmadıkları bir milletlerarası kuruluşa üye olamayacağı ilkesinden caydı? Hangi hükümet, bundan geri adım attı? Başlangıçta sizin hükümet dahil, bütün hükümetler, bu görüşü savundu. Şimdi bundan cayıyorsunuz; niçin? Dayanamadığınız için mi, direnemediğiniz için mi, çok mu baskı geliyor üzerinize; söyleyin, biz, size yardımcı olalım, destek olalım, bu baskılara birlikte göğüs gerelim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Öymen, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız efendim.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Toparlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu konularda son olarak bir cümle söyleyeceğim. Hükümetten küçük bir ricamız var. Sayın Bakan bunu cerh edecektir, eminim. Sizden küçük bir ricamız var. Biz, bu konudaki görüşlerimizi açıkça halka anlatacağız, anlatmaya devam edeceğiz; çünkü, bu bizim görevimizdir. Bir tek ricamız var; sakın ola ki, önümüze medya barajları kurmaya kalkışmayın, kendi destekçileriniz, yandaşlarınız vasıtasıyla, bizim görüşlerimizin halka ulaşmasına, sakın ola ki, engel olmaya çalışmayın. (AK Parti sıralarından "yok canım öyle bir şey" sesleri) Türkiye'de demokrasi yaşadıkça, Cumhuriyet Halk Partisi konuşacaktır ve sesini halka duyuracaktır.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) 

BAŞKAN - Sayın Öymen, teşekkür ederim.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Düzce Milletvekili Sayın Yaşar Yakış; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA YAŞAR YAKIŞ (Düzce) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu toplantı, Kıbrıs'la ilgili bir toplantı olmaktan çıkıp, Sayın Öymen'in neleri karıştırdığı, neleri karıştırmadığı sorununun tartışılması haline geldi. (AK Parti sıralarından alkışlar)

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sizin Bakanlığınızı da biliyoruz Sayın Yakış!

YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - Onun için, ben, aslında, doğrudan doğruya, Kıbrıs konusundan girecektim; fakat, madem konu bu hale geldi; ben de, Değerli Arkadaşım Sayın Öymen'in söyledikleriyle ilgili not ettiğim bir iki hususun üzerinde durmak istiyorum.

Bütün olarak Sayın Öymen'in söyledikleri ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söyledikleri birlikte değerlendirildiği zaman aşağı yukarı şu anlama geliyor: Siz, bize ne yapacağınızı söyleyin, biz de, size tavsiyelerimizi söyleyelim, ondan sonra kenara çekilin, bu memleketi biz yönetelim. Pek tabiî ki, demokraside böyle bir yöntem olsa, biz ona da uyarız; ama, böyle bir yöntem olmadığı için, uymakta belki güçlük çekeceğiz.

YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Ne alaka?!

YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - Şimdi, bir başka husus da şu: Sayın Denktaş Ankara'ya geldi, bir zirveye katıldı, burada Türk tarafının ortak görüşü oluşturuldu, ondan sonra Sayın Denktaş New York'a gitti, müzakereler devam etti ve bu müzakerelere devam edilmesi için Sayın Denktaş'ın da rızasıyla bir karar alındı. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi diyor ki veyahut da demeye getiriyor ki: "Efendim, Denktaş bilmez neye 'evet' deneceğini, onu biz biliriz; Denktaş yanlış yapıyor, bu müzakerelere başlamakla Denktaş hatalı yoldadır, doğru yolda olan Cumhuriyet Halk Partisinin görüşüdür, onu nazarı itibara almayın." Bunun ne kadar isabetli bir görüş olduğunu da sizlerin takdirine bırakmak istiyorum. Başka hususlar da vardı; ama, bilmiyorum üzerinde durmaya gerek var mı...

Ege konusundaki görüşmeler, bizim bilebildiğimiz kadarıyla, gayet olumlu bir yolda devam ediyor. Pek tabiî ki, müzakerelerin gizliliği nedeniyle her aşamadaki hususlar açıklanmaz; ama, anladığım kadarıyla, açıklandığı zaman bu Meclise de bilgi verilecektir ve o zaman, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli milletvekilleri ve sözcüleri de bizi değerli kanaatlerinden istifade ettirirler.

Sayın Öymen, bir de "Sakın bizi eleştirmeyin, bize itham yöneltmeyin; öyle cevaplar veririz ki, altından kalkamazsınız" ve "meydanlarda her şeyi söyleyeceğiz, bunu önlemeye kalkmayın" diyorlar. AK Partinin edebiyatında ve usulünde böyle bir yöntem yok. Cumhuriyet Halk Partisi 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce de meydanlarda söyleyeceğini söylemişti, AK Parti de söyleyeceklerini söylemişti; halk, hangisine ne kadar hak verdiğini oylarıyla ortaya koymuştur. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ben, şimdi, bu kısa mülahazalardan sonra kendi konuşmama gelmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümetimizin, Kıbrıs konusunda Yüce Meclisimize bilgi vermesi için yapılan bu oturumda AK Partinin görüşlerini sizlerle paylaşmak için huzurunuzdayım.

AK Parti Grubu, Kıbrıs'ta, kalıcı, yaşayabilir ve adil bir çözüm istemektedir. Hükümetimiz de yılların ihmaliyle çözümsüzlük yumağı haline gelmiş olan bu sorunu çözümlemeye kararlı olduğunu ortaya koymuştur. Bu ihmalin içinde Cumhuriyet Halk Partisinin payı olduğunu da pek tabiî ki kabul etmek zorundayız.

Nasıl içpolitikada temel hak ve özgürlükler alanında attığımız adımlar Avrupalı dostlarımızı şaşkınlık içinde bıraktıysa, Kıbrıs konusunda attığımız adım da, aynı şekilde, Avrupalı dostlarımızı ve uluslararası camiayı, cesaretiyle, şaşkınlık içinde bırakmıştır!..

FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Sayın Yakış, Kıbrıs Dostluk Grubunda böyle konuşmuyordunuz.

BAŞKAN - Lütfen... Lütfen... Hatibe müdahale etmeyiniz.

YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - Sayın Başkan, ben, zatıâlinizin şahsında Büyük Millet Meclisine hitap ediyorum; onun için, oturdukları yerden müdahale eden değerli arkadaşlarımıza cevap vermeyi arzu etmiyorum. Benim muhatabım, değerli milletvekilleri adına zatıâlinizdir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Tamam efendim. Siz, Genel Kurula hitap edin Sayın Yakış.

Buyurun.

YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türk Hükümeti bu kararları kapalı kapılar arkasında almış değildir. Bu kararın bütün hazırlıkları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamları ile Türk makamları arasında, her aşamasında çok sıkı bir işbirliğiyle yürütülmüştür. Orada mı kalmıştır; hayır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin de siyasî düzeyde karar verici makamları olan Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Dışişleri Bakanı buraya gelerek, Ankara'da bir zirve gerçekleştirmişlerdir ve Türk tutumu, işte o zirveden sonra oluşturulmuştur. Belki, Sayın Öymen'in dikkatinden kaçmış olan husus da budur. Orada, karar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamlarının da tamamen katkısıyla ve onayıyla alınmıştır. Bu tutum, onlarla istişare sonucunda ortaya konmuş bir tutumdur.

Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kalıcı ve adil bir çözüme, ancak, her iki tarafın hayatî çıkarlarını gözeten bir yaklaşımla ulaşılabileceği kanısındadır. Bu düşünceyi hareket noktası olarak benimsemek suretiyle, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, müzakerelerin yeniden başlaması için bir inisiyatif almıştır. Bu inisiyatif sayesinde, bugün, şimdiye kadarkilerden çok daha somut bir çözüm umudu ortaya çıkmış bulunmaktadır.

AK Parti olarak bizim tercihimiz, Ada'daki iki tarafın serbest iradeleriyle konuyu müzakere etmeleri ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde, 1 Mayıs 2004 tarihinden önce, hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmalarıdır.

Burada, iki hususun üzerinde özellikle durmak istiyorum. Bir tanesi, 1 Mayıs 2004 tarihi. Neden bu tarih; bu tarih neden bu kadar önemli oluyor; bu tarih, şunun için önemli oluyor: Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunsa da bulunmasa da, bu tarihte, Güney Kıbrıs Rum yönetimi, bütün Ada'yı temsilen, Avrupa Birliğine üye olacaktır; fakat, bir çözüm bulunursa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de, yeni kurulacak olan Kıbrıs Devletinin bir parçası olarak, Rum yönetimiyle birlikte Avrupa Birliğine girecektir. Dolayısıyla, bu tarihin önemi, bu husustan kaynaklanmaktadır.

Üzerinde durmak istediğim ikinci husus da, neden, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde çözüm aradığımız hususudur. Acaba, en iyi çerçeve, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesi midir; daha uygun bir çerçeve bulunabilir mi, aranabilir mi? Bizim değerlendirmemize göre, Annan Planı, Türkiye'nin bekleyebileceği ideal bir çözüm modeli değildir. Eğer, onlarca yıldan beri, Kıbrıs sorunu, hamaset edebiyatı yapılarak çözümsüzlüğe terk edilmemiş olsaydı, belki bugün daha güçlü bir konumda olurduk ve belki daha uygun bir çerçeve oluşturma imkânımız halen mevcut olurdu. Biz, Annan Planına, bugünkü koşullarda, ideal bir çözüm değil, bir ehvenişer olarak bakıyoruz. Bu planın alternatifi, çözümü çok daha zor olan bir sorunlar yığınıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; siyaset arenasında, seçmen, artık, sadece eleştiri yapmış olmak için yapılan eleştirilere itibar etmemektedir; eleştiri yapanın, daha uygun bir çözüm önerip önermediğine de bakmaktadır ve o önerinin gerçekçi olup olmadığına da bakmaktadır. Hükümetimiz de, Annan Planının orasını burasını eleştirmekle yetinmekten, ısrarla ve daima kaçınmıştır ve bu Plan olmazsa, alternatifinin ne olacağını her zaman sorgulamıştır. Hükümet, bu Planı reddedersek sonuçlarının ne olacağını soğukkanlılıkla değerlendirmiş, ondan sonra bu politikayı belirlemiştir. Bu planı reddedersek, pek tabiî ki, ne Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ne de Türkiye batacaktır; ama, Kıbrıs sorununun çözümü şimdikinden çok daha zor bir mecraa girmiş olacaktır. Geçmişte bu sorunun çözümü zamana havale edildiği için bugünkü duruma gelinmiştir. Biz de, eğer, kolay yolu seçip sorunu zamana bırakmış olsaydık, ancak bundan sonraki kuşaklara daha zor bir çözüm bırakmış olacaktık. Hükümetimiz bunu yapmadı ve ne Kıbrıs konusunda ne de başka bir konuda, biz, tozları halının altına süpürme politikası izledik. Geçmiş iktidarların yaptığı gibi, sorunu daha büyümüş olarak gelecek kuşaklara havale etmek yoluna sapmadık. Hastanın durumunun ağırlaştığını görerek tedaviye derhal başladık ve acı bir ilacı bugün almayı tercih ettik.

Hükümetimizin attığı adım, siyasette bir liderlik tavrını ortaya koymaktadır. Liderlik, halkın nabzına göre şerbet vermek değildir. Liderlik, gerektiğinde acı reçete yazmayı göze alabilmektir. Bu acı reçetenin neden alınması gerektiğini halka doğru anlattığınız zaman, halk bunu anlamaktadır. Hatta, halk, kendisini bilge zanneden birçok kimseden daha iyi anlamaktadır, tedavi için bu acı reçetenin en doğru yol olduğuna ikna da olmaktadır ve sonuçta da, nasıl, bir hasta, kendisini acı reçete vermek suretiyle tedavi eden doktoruna medyunu şükran olmakta ise, halk da kendisine acı reçete vermek suretiyle halkın yolunu açan liderlere aynı şekilde destek vermektedir. İşte, biz, halkımızın bu konuda bize destek verip vermeyeceğini bir süre sonra, Kıbrıs sorunu çözümlendikten sonra hepimiz birlikte göreceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; KKTC'nin Güney Kıbrıs'la birlikte AB'ye girmesi şu sıralarda üzerinde çalışılan çözüm planının ayrılmaz bir parçasıdır. KKTC'nin de Rum kesimiyle birlikte AB'ye girmesini öngören başka bir çerçeve şu anda, maalesef, mevcut değildir ve Kıbrıs sorununun tarafları arasında, bugün ile 1 Mayısa kadar geçecek süre içinde hiç yoktan böyle bir çerçeve geliştirmek mümkün görünmemektedir ve böyle bir şeyi beklemek de gerçekçi değildir. Diplomaside gerçekçi olmak en az haklı olmak kadar önemlidir. Sayın Öymen, burada, haklı olduğumuz alanların üzerine vurgu yaptı; fakat, deneyimli bir diplomat olarak gerçekçi olmanın da ne kadar önemli olduğunu Atatürk zamanında izlenen politikalarımızla her diplomatımız bilir. İşte, bu nedenledir ki, biz AK Parti olarak çözümü Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde aramanın en gerçekçi yaklaşım olduğuna karar verdik ve bunu ilan ettik. Sayın Başbakanımız, bu tutumumuzu açıkladıktan sonra, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de tarafları New York'a davet etti. Türk tarafı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye olarak, New York'a gitti ve 10-13 Şubatta Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin himayesinde yapılan görüşmelere yapıcı, yaratıcı ve yönlendirici bir tutumla katıldı; bu görüşmelerde, Genel Sekreterin işini kolaylaştıracak bir yöntem önerdi; bu yöntem, Genel Sekreter tarafından da takdirle karşılandı ve benimsendi. Yöntem -Sayın Gül tarafından da biraz önce izah edilmişti- kısaca şunu önermektedir: Kıbrıs Türk tarafı ve Kıbrıs Rum tarafı, 19 Şubat ile 22 Mart günleri arasındaki bir aylık süre içerisinde, Annan Planı üzerinde müzakereyi sürdürecekler, bu müzakerede bir anlaşmaya varamazlarsa, halen anlaşamadıkları noktalar kalmışsa, bu kez, anavatanların da müzakereye katılması suretiyle, ikili yerine dörtlü bir forumda tartışmaya başlanılacaktır; eğer, bu dörtlü forum da bazı sorunları halen çözümleyememişse, o sorunların çözümü Genel Sekretere bırakılacaktır. Türk tarafının önerdiği yöntemin özeti bu. Böylelikle, Türk tarafı, hem yaratıcı ve yapıcı bir tavır içinde olduğunu ortaya koymuş hem de tıkanıklığı çözecek bir yol göstermiştir.

AK Parti Meclis Grubu, Türk diplomasisine böyle bir başarı armağan eden hükümetimizi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti liderliğini ve bu ince diplomasinin teknik hazırlıklarını başarıyla ikmal etmiş olan Dışişleri Bakanlığımızın seçkin kadrolarını kutlamayı ve onlara bu kürsüden teşekkür etmeyi bir borç saymaktadır. Tarih, bu cesaretli adımı, önemiyle mütenasip olarak mutlaka değerlendirecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk tarafının önerdiği bu çalışma yönteminin üstünlüğü şu noktada yatmaktadır: Ada'daki Türk ve Rum taraflar, kendileri bir çözüme ulaşamadıkları takdirde, çözümün, bu kez, kendilerinin dışında bir irade tarafından nasıl olsa gerçekleştirileceğini görmektedirler; bu nedenle, çözümü onlara bırakmaktansa, kendi iradeleriyle ulaşmak amacıyla ellerinden gelen çabayı göstermeleri beklenir. Aynı durum, anavatanların katılmasıyla yapılacak müzakereler için de geçerlidir. Eğer, orada da müzakerelerde bir sonuç alınamazsa, yine, onların da iradesi dışında bir yerde, boşluklar, bu kez, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından doldurulacaktır. Böylelikle, aslında, Yunan ve Rum tarafının önüne bir teşvik unsuru konulmuş olmaktadır.

Peki, neden, bu öneri Rum ve Yunan tarafı için bir teşvik unsuru oluyor da, Türk tarafı için olmuyor? Sebebi basit; çünkü, Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum yönetimini tüm adayı temsilen, Avrupa Birliğine almaya karar vermek suretiyle, çok vahim bir hata işlemişti. Bu hata neticesinde, Avrupa Birliği ve onun dışındaki üçüncü taraflar ve uluslararası camia, Kıbrıs Rum kesimi üzerinde etkide bulunma, onu etkileme yollarını, imkânlarını elinden çıkarmış olmaktadır. Bunun sonucu olarak da, Kıbrıs Rum kesimi, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için taviz vermeye yanaşmamaktadır; çünkü, sorun çözümlenmese dahi, nasıl olsa Avrupa Birliğine girmektedir. Böyle bir durumda, Rum tarafını çözüm için taviz vermeye zorlamanın en etkili yolu, bir çözüm bulunamazsa, Genel Sekreterin, dürüst bir borsa komisyoncusu gibi davranarak, çözümü kendisinin önermesidir. İşte, Türk tarafının önerisinin güçlü tarafı, en önemli tarafı bu noktasıdır.

Burada şöyle bir soru -nitekim Sayın Öymen de bu soruyu ortaya attı- akla gelebilir: Kıbrıs'taki Türk ve Rum Halklarının kendilerini bu kadar yakından ilgilendiren bir hususta karar verme yetkisini...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yakış, buyurun.

YAŞAR YAKIŞ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

...Kıbrıs Rum ve Türk tarafların, böyle önemli bir konuda, kendileri adına karar verme yetkisini başkalarına devretmesi doğru mudur? Aslında, böyle bir yetki devri mevzubahis değildir. Kıbrıs Türk ve Rum taraflar, önce, kendileri anlaşmaya çalışacaklar. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri onlar adına karar vermiyor; onlar adına, halka sunulacak olan, referanduma sunulacak olan metnin ortaya çıkarılması için çaba sarf edecek. En sonunda bu metni kabul veya reddedecek olan, Kuzey Kıbrıs Türk Halkı ve Güney Kıbrıs Rum Halkıdır. Annan'a verilen yetki, bu metnin ortaya çıkarılmasıdır; yoksa, "hayır" veya "evet" deme yetkisi, Annan'a verilmiş değildir.

New York'taki müzakerelerde Türk tarafının izlediği kararlı, dikkatli ve esnek tutum, müzakerelerde Türk tarafını bir adım öne geçirmiştir. Bu sonucun alınmasında birçok etmen rol oynamıştır. Sayın Denktaş, onlarca yıldan beri oluşturduğu birikimiyle, bu tutumun şekillenmesinde en önemli katkıyı yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yeni Başbakanı Sayın Talat da siyasî iradelerini bu tutumun arkasına koyunca, Türkiye'nin tutumu, gayet güçlü bir tutum haline dönüşmüştür.

Müzakereler boyunca, Türk tarafı, popülist bir yaklaşımdan uzak duracaktır. "Büyük zafer kazandık, Rum tarafını perişan ettik" gibi söylemler peşinde değiliz ve olmayacağız. Türk tarafınca ortaya konulan tutumun en önemli özelliği, her iki tarafa da kazanma imkânı veren bir tutumdur; "kazan kazan yöntemi" dediğimiz yöntemdir.

AK Parti, Kıbrıs Rum kesimini, Türk kesiminin Ada'da birlikte yaşayacakları bir ortağı olarak görmektedir. Bu iki ortak, oturarak, ortak mülkleri olan Kıbrıs Adasını, kendileri için barış içerisinde yaşanabilir bir ülke haline getireceklerdir. Bu bir "ver kurtul" politikası mıdır? Sayın Öymen, yine "ver kurtul" politikası olduğu anlamına gelen ifadeler kullandı. Kıbrıs konusunda olan biteni doğru ortaya koyarsak, bunun bir "ver kurtul" politikası olup olmadığını herkes kendisi takdir edebilecektir.

Kıbrıs'ta şu anda yapılmakta olan şudur; daha doğrusu, Kıbrıs konusuyla ilgili olarak yapılmakta olan şudur: Kıbrıs Adasının doğal sahibi olan iki halk, Türk ve Rum Halkları, kendi aralarındaki bir sorunu çözmek için masaya oturmuşlar ve çözüm arama çabası içine girmişlerdir. Kıbrıs Adası onlarındır. Karşılıklı fedakârlıkta nereye kadar gidebileceklerine, onlar, kendileri karar vereceklerdir. Bir çözüm formülü geliştirdikleri zaman, bunu, bir referandumla, hükümranlığın asıl sahibi olan kendi halklarının onayına sunacaklardır. Dolayısıyla, Kıbrıs konusunda, kimse, kimsenin malını kimseye veriyor değildir. Bunun bir "ver kurtul" politikası olup olmadığının takdirini, bu iddiayı ileri sürenlerin aklıselimine bırakmak istiyorum.

Kıbrıs Cumhuriyetinin bir garantörü olarak Türkiye de, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan garantörlük haklarını kullanarak, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında varılan mutabakatı Yüce Meclisimizin onayına sunacaktır. Varılacak anlaşmanın Türkiye tarafından onaylanıp onaylanmayacağını Yüce Meclisimiz belirleyecek; yani, sizler belirleyeceksiniz. Eğer, ille de bir "ver kurtul" politikası bulunduğu ileri sürülüyorsa, bu politikanın uygulanıp uygulanmadığına karar verecek olan, yine Yüce Meclisimizdir, sizlersiniz. Bugün gelinen noktada, Türk tarafı, şimdiye kadar olduğu gibi, sorunun çözümü için yapıcı tutumunu sürdürmeye devam edecektir. Uluslararası camiadan beklentimiz, Rum-Yunan tarafının da Türk tarafı gibi yapıcı olmaya teşvik edilmesidir. Bu yapılırsa, sadece Kıbrıs sorunu çözümlenmiş olmakla kalmayacak, aynı zamanda Doğu Akdenizde bir istikrar ortamı doğacak ve Türk-Yunan ilişkileri bundan olumlu biçimde etkilenecektir. Ayrıca, Avrupa Birliği de, bünyesine bölünmüş ve sorunlu bir devleti üye olarak almış duruma düşmekten kurtulacaktır. Bu yapılmazsa, müzakerelerin çıkmaza saplanması ihtimali büyüktür; ancak, bu kez, kimsenin Türk tarafını uzlaşmaz taraf olarak ilan etmeye hakkı olmayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada üzerinde durulması yararlı olacak bir başka husus da, Kıbrıs sorunu çözümlenirse, Türkiye'ye AB'ye giriş müzakerelerine başlamak için bir tarih verilmesi kesin midir sorusudur. Sayın Öymen de bunu ortaya attı, Sayın Gül de bu konuda görüşlerini dile getirdi. Ben de bu soruya kısa bir cevap vermek istiyorum: Hayır, kesin değildir tarih alabileceğimiz. Ancak, Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin Türkiye'nin AB'ye giriş müzakerelerine başlanması için tarih verilmesini kolaylaştıracağı ise kesin, o kesin.

Peki, öyleyse, hükümetimiz neden bu sorunu alelacele çözümleme çabasına girmiştir; bunun sebebi basittir; Partimiz, Kıbrıs sorununun çözümlenmesini Avrupa Birliği işinden bağımsız olarak değerlendirmekte; böyle bir sorunumuz, Avrupa Birliğine girme sorunumuz olsa da olmasa da, Kıbrıs sorununu çözümlenmesi gereken bir sorun olarak görmektedir. Parti programımızın dışpolitikayla ilgili bölümüne bakarsanız, Türkiye'nin komşularıyla olan sorunlarını çözümlemeye öncelik vereceğini orada belirtmiştir. Dolayısıyla, Kıbrıs sorunu, Avrupa Birliği meselesinden bağımsız olarak da çözümlenmesi gereken bir konudur.

Konuşmama son verirken, şu hususun altını bir kere daha çizmek istiyorum: Hükümetimiz, Kıbrıs sorununu, bugünkü koşullarda olabilecek en uygun çözüme kavuşturmak için elinden gelen çabayı sarf etmeye devam etmektedir. Maalesef, etrafta felaket tellallığı yapan çok kimse vardır; bunu hepimiz görüyoruz. Böyle bir konuda felaket tellallığı yapmaya gerek yoktur. Türkiye'nin yönetimi, dışpolitika da dahil olmak üzere, emin ellerdedir. Hükümet, Yüce Meclis tarafından kendisine gösterilen güvene layık olmak için elinden gelen çabayı göstermeye devam edecektir.

Biz, AK Parti Grubu olarak, Hükümetimizin Kıbrıs konusunda aldığı inisiyatifi destekliyor ve bu tutumun da arkasında olduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yakış, teşekkür ediyorum.

Önerge sahipleri adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Elekdağ, süreniz 10 dakika.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 1960 yılından bu yana, gelmiş geçmiş bütün Türk hükümetleri tarafından "millî dava" olarak nitelenen Kıbrıs sorununun, siyasî eşitlik bazında hakça ve kalıcı bir çözüme kavuşturulmasında Kuzey Kıbrıs'ın olduğu kadar Türkiye'nin de büyük yarar ve çıkarı vardır. Bu bakımdan, New York'ta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Başkanlığında yapılan görüşmeler sonucunda Kıbrıs'ta müzakere yolunun açılmış olması ilk bakışta umut verici bir gelişme gibi görünüyor; ancak, bu konuda, New York'ta kabul edilmiş olan belge incelenince, bu umut, maalesef, sönüveriyor.

Değerli arkadaşlarım, sözünü ettiğim 13 Şubat 2004 tarihli belge, kilit nitelikte bir belgedir; Kıbrıs sorununun nasıl, ne şekilde ve hangi şablona göre çözüme bağlanacağını önceden saptayan bir metindir. Bu bakımdan, bu belgenin içeriğinin KKTC'ye ve Türkiye'ye ne gibi yükümlülükler getirdiğinin ve başlattığı sürecin Kuzey Kıbrıs'ı ve Türkiye'yi nereye götüreceğinin gerçekçi, objektif ve soğukkanlı bir bakışla değerlendirilmesinde yarar vardır. Konuşmamda bu kıstaslara hassasiyetle uyacağım.

Değerli arkadaşlarım, önce, New York'ta, 13 Şubatta Kıbrıs Rum ve Türk heyetleri tarafından kabul edilmiş bulunan belgenin ne olduğuna ve ne olmadığına bir bakalım. Değerli arkadaşlarım, bu belge, sadece bir müzakere yöntemi metnidir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bu belgeyle, taraflara, müzakerelerde izleyecekleri mecburî nitelikteki bir prosedürü, bir usulü empoze etmiştir. Bu belgeyi inceleyince de, gerek müzakere usulü gerekse müzakerelerden çıkacak sonuçlar hakkında ciddî endişe ve kaygılara kapılmamak mümkün değildir. Değerli arkadaşlarım, bizi tereddüt ve endişeye sevk eden temel neden, Türk Hükümetinin olmazsa olmaz nitelikteki resmî görüş ve önerilerinin Annan Planı zemininde yapılacak müzakereler sonucunda ortaya çıkacak anlaşmada yer almasının sağlanamayacağı hususundaki derin kuşkudur. Sayın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanımız Abdullah Gül, biraz önce yaptığı konuşmada, bu olmazsa olmazlara değindi. Ben de bunlar üzerinde kısaca durmak istiyorum. Nedir bu olmazsa olmazlar?..

1 - Annan Planı, Türk Halkının varlığını ve eşitlik hakkını yok sayıyor. Plana göre, kurulan devletin meşruiyet kaynağı, kurucu halklar veya devletler değil, fertlerdir. Bu sakat yaklaşım değiştirilmeli ve Kıbrıs Cumhuriyetinin eşit haklara sahip olan Türk ve Rum Milletlerinden oluştuğu anayasada yer almalıdır.

2 - Annan Planı, güneyden kuzeye yoğun bir göç dalgası yaratıyor ve belirli bir zaman diliminde 80 000 civarında Rumun Kuzey Kıbrıs'ta yerleşmesini öngörüyor. Plan, böylece, son otuz yıldır Ada'da barış ve istikrarın dayandığı iki kesimli yapıyı kaldırarak, yerine sağlıksız ve tehlikeli bir durumu ikame ediyor. Bu bakımdan, iki kesimlilik muhafaza edilmelidir.

3 - Kuzey ile güney arasındaki sınır çizgisi düz bir şekilde belirlenmelidir.

4 - Garanti anlaşması sulandırılmadan muhafaza edilmelidir.

5 - Türk askerinin Kuzey Kıbrıs'taki varlığı, Türkiye Avrupa Birliğine girdikten sonra da, sembolik düzeyde de olsa, sürdürülmelidir.

6 - Çözüm anlaşması, Avrupa Birliğinin temel yasası statüsünü kazanmalı -buna "primary law" diyorlar- yani, değiştirilemez bir niteliğe sahip bulunmalıdır.

Rum tarafının, çözüm çerçevesinde kabul edilecek metinleri, Avrupa Birliği normlarına ve hukukuna uydurmak bahanesiyle değiştirip yozlaştırması kesinlikle önlenmelidir.

Sayın Onur Öymen, yaptığı konuşmada, Annan Planının içeriğini ayrıntılı bir şekilde ele aldı, CHP'nin bu konudaki görüşlerini ve olmazsa olmazlarını ortaya koydu. Ben, bu kapsamlı yaklaşımdan değil de, hükümetin, Genelkurmayın ve Dışişlerinin görüşlerini alarak oluşturduğu asgarî nitelikteki olmazsa olmazlar listesinden söz ediyorum. Görüleceği gibi, bu 6 maddelik asgarîye indirilmiş olmazsa olmazlar, Annan Planının temel dengelerini bozan bir nitelik ve boyuta sahip değildir. Bunlar çözüm anlaşmasında yer almadığı takdirde, Türk varlığının Kuzey Kıbrıs'ta devamı ve can güvenliği sağlanamaz, Türkiye'nin stratejik çıkarları da tehdit altında kalır. Bunun da ötesinde, Ada'da bugüne kadar süregelen barış ve istikrar da tehlikeye atılır.

Bu noktayı biraz açmakta fayda var değerli arkadaşlarım. Kıbrıs'ta kanlı olayların, katliamların ve etnik temizlik girişimlerinin son bulması ve barış ve istikrar ortamının hâkim olması, 1974'ten bu yana Ada'da uygulanan iki kesimlilik sayesinde olmuştur. Bu gerçeğe sırt çevirmek telafi edilmez sorunlara yol açar. Kıbrıs sorununa çözüm getireceğiz diye iki kesimlilik ortadan kaldırılır veya aşındırılırsa, bu durumun anlaşmazlıklara, sürtüşmelere ve kanlı çatışmalara yol açabilecek bir ortam yaratacağı gözardı edilmemelidir.

Bu bakımdan, Ada'da barış, huzur ve güvenin korunması ve güçlendirilmesi isteniyorsa, çözümüm, sağlam ve sulandırılmamış iki kesimli bir yapı üzerine bina edilmesi zorunludur.

Bu hususları belirttikten sonra, şu sorunun yanıtını arayalım: New York'ta 13 Şubatta kabul edilen müzakere yöntemi çerçevesinde, Sayın Bakan tarafından açıklanmış bulunan olmazsa olmazların çözüm anlaşmasında yer alması sağlanabilecek midir?

Önce şu hususu belirtmekte yarar var: Türk tarafının önerisiyle tadil edilen yeni müzakere yöntemi, müzakerelerin son aşamasında Türkiye ile Yunanistan'ın da kısa bir süre müzakere sürecine katılmalarının ötesinde, işin esası ve özü açısından, öncekine nazaran hiçbir önemli değişiklik getirmemektedir; çünkü, New York'ta kabul edilen yeni yöntemde, öncekinde olduğu gibi, Annan Planının müzakere zemini oluşturacağını ve tarafların planın özünü, esasını ve temel dengelerini değiştirici nitelikte öneriler ileri süremeyeceğini öngörüyor; bu bir. Bu ilke, hem Kıbrıs Türk ve Rum tarafları hem de Türkiye ile Yunanistan için geçerlidir. Tüm taraflar, müzakere masasına bu şartla oturuyorlar değerli arkadaşlarım.

İkincisi de, yeni müzakere yöntemi, uzlaşma sağlanamadığı takdirde, bu boşlukların Annan tarafından doldurulmasını öngörüyor; yani, eskisi gibi, son söz, yine, Annan'da olacak.

Sonuç olarak, Türk tarafı, 13 Şubatta, New York'ta, üzerinde mutabık kalınan yeni müzakere yöntemini kabul ederek, kendini Annan Planına hapsetmiş ve siyasî iradesini Annan'a teslim etmiş oluyor. Rum ve Yunan tarafının da aynı durumda olduğunu söyleyeceksiniz. Doğru; ama, bir farkla; Plan hazırlanırken Rum-Yunan tarafıyla istişare edilmiş, onların görüşleri alınmış. Nitekim, eski Cumhurbaşkanı Klerides, Plan oluşturulurken kendisiyle istişarelerde bulunulduğunu Kıbrıs Rum basınına açıkladı.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu durumda sizlere soruyorum: Bu müzakere koşullarında Türkiye'nin asgarî olmazsa olmazlarının tatmin edici bir şekilde çözüm içerisinde yer alması sağlanabilir mi? Maalesef, bu soruya olumlu bir yanıt vermek mümkün değil. Bunun da birkaç nedeni var: Birincisi, Türk tarafının, kendisini, Annan müzakere yöntemiyle, tam bir deligömleği içine sokmuş olmasından ileri geliyor. Esasen, Kofi Annan'ın 4 Şubat günlü davet mektubunda belirttiği gibi, Sayın Başbakanın, Davos'ta, kendisine, Planın özüyle ilgili herhangi bir değişiklik önerisinde bulunmayacağını taahhüt etmiş olması ve Türkiye'nin yapacağı önerilerin sınırlı sayıda olacağını peşinen kabul etmiş olması, Türk tarafının önerilerinin kabul şansını sınırlamış bulunuyor.

İkinci neden, Türk tarafının bu müzakereye son derece dengesiz koşullarda oturmasından ileri geliyor. Rum tarafı, Annan Planına "evet" de dese "hayır" da dese, 1 Mayısta Avrupa Birliği üyeliğini garanti etmiş durumda. Böyle olunca, Rum tarafı, herhangi bir yaptırım riski olmadan masaya oturuyor. Değerli arkadaşlarım, bu şartlarda, Rumların Türk tarafına en ufak bir ödün vermesinin beklenmesi aşırı saflık olur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Elekdağ.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) - Teşekkür ediyorum efendim.

Ödün vermek şöyle dursun, Rum tarafı, Türk tarafına verilen hakların kısıtlanmasını istemekte ve Planın kendi lehine iyileştirilmesinde direnmektedir. Nitekim, Rum Lideri Papadopulos "Türk tarafının önerileri Annan Planının özüne aykırıdır" diye açıklamalar yapmaktadır, şimdiden beyanatlar vermektedir. Ayrıca, Planı değiştirmek için kapsamlı önerilerde bulunacağını açıklıyor.

Bu nedenlerle, müzakereler sonucunda, Annan'ın, bazı kozmetik değişiklikler dışında, Türkiye'nin olmazsa olmazlarını karşılamasını beklemenin aşırı iyimserlik olacağı, hatta, hayalperestlik olacağı kanısındayım.

Annan, taraflar arasında anlaşmaya varılmaması üzerine, bizzat kendisi tarafından boşlukların doldurulması vakti geldiğinde, Planın felsefesi çerçevesinde hareket edecektir; yani, herhangi bir konuda vereceği karar, Planda öngörülenin doğrultusunda olacaktır.

Bütün bu söylediklerimizden, şu üç nokta tam bir netlikle ortaya çıkıyor değerli arkadaşlarım: Birincisi, New York'ta kabul edilen müzakere yöntemi, Türkiye'yi Annan Planını içine hapsetmiştir. Bu yöntemle, Planın, gerek Ada'daki Türk toplumunun gerekse Türkiye'nin güvenliği açısından sakıncalı olan yanlarını düzeltme imkânı, Türkiye'nin ve KKTC'nin elinden alınmıştır. İkincisi, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için yaşamsal önemde olan olmazsa olmazların belirlenmesi Kofi Annan'ın insafına terk edilmiştir. Üçüncüsü, bu koşullarda, Kıbrıs'ta, Türklerin varlığını ve güvenliğini koruyan, Türkiye'nin de stratejik çıkarlarını teminat altına alan, adil ve hakça bir çözüme ulaşabileceği umudunu beslemek aşırı iyimserlik olur.

Değerli arkadaşlarım, çizdiğim hiç de parlak olmayan bu tabloyu sizlerle paylaşmak beni hiç mutlu etmiyor; fakat, dürüst bir değerlendirme, başka bir sonuç çıkarmama da, açıklamama da imkân vermiyor.

Bu konuda Kıbrıs Rum Lideri Papadopulos'un yaptığı değerlendirme de ilginç. Papadopulos, Ada'ya dönüşünde verdiği demeçlerde, New York'ta diplomatik zaferi Rum tarafının kazandığını söyledi ve şöyle devam etti; aynen okuyorum: "Türk tarafı ve Denktaş, Annan Planını ölü ve gömülmüş sayıyor, Annan Planının ismini dahi ağızlarına almak istemiyorlardı. Oysa, şimdi, hem Kıbrıs Türkleri hem de Türkiye, Annan Planı temelinde müzakerelere oturmak zorundadır. Bu, bizim başarımızdır." Bu, tabiatıyla, Papadopulos'un bakış açısı; ama, soruyorum: Rum Liderin söylediğinin yanlış olduğunu kim iddia edebilir?

Sözlerime son vermeden, Avrupa Birliği konusunda birkaç söz söylemek istiyorum. Halkımızın yüzde 75'inin desteklediği Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği, Türk siyasî hayatının mihverine kalıcı biçimde oturmuştur. Buna rağmen, ülkemizde, hâlâ, Avrupa Birliği dışında kalacak bir Türkiye'nin kayıplarını ve karşılaşacağı riskleri tam teşhis edemeyen bir aydın kitlesi vardır. Biz, Türkiye'nin çıkarını, Avrupa blokunun oluşturduğu demokrasi, güven ve refah bölgesi içerisinde yer almasında görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, esasında, orta vadede Avrupa Birliğine tam üyeliği garanti edilmiş bir Türkiye için, biraz önce belirtmiş olduğum şu olmazsa olmazların kritik bir anlam ifade etmeyeceğini de belirtmeliyim; ancak, o ana kadar, bu olmazsa olmazların Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için önemi yaşamsaldır. Avrupa Birliği yolunda ilerlerken, gerçekçi olmamızda yarar var. Kısa bir süre önce, Avrupa Birliği Zirvesinde yüzümüze gülüp, sırtımızı sıvazlayanların, bize verdikleri vaatlerle ilgili olarak "önce uyutalım, sonra unutalım" dediklerine ilişkin bandı televizyon ekranlarından seyrettiğimizi unutmayalım. Bu bağlamda, Atina'nın, Ege sorunlarını gündeme getirerek, bunların kendi görüşleri doğrultusunda hallini Ankara'ya dayatmak istemesinin ve bu bahaneyle Türkiye'ye müzakere tarihî verilmesini engellemeye çalışmasının çok ciddî bir olasılık olduğunu da hatırımızdan çıkarmayalım. Nitekim, eski Başbakan Simitis birkaç kere bu hususta açıklamalarda bulunmuş ve Kıbrıs meselesinin çözümünden sonra Ege'ye sıra geleceğini belirtmişti.

İki yıldır Türkiye ile Yunanistan arasında Ege sorunları konusunda devam eden istikşafî müzakerelerden şu ana kadar dişe dokunur bir şey çıkıp çıkmadığı bilinmiyor. Esasen, görüşmelere istikşafî denmesi de bundan ileri geliyor.

Değerli arkadaşlarım, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı meslektaşımla bu konuları 2,5 yıl müzakere ettim. Bu müzakereler, Başbakan Ecevit ile Başbakan Karamanlis'in devamlı bilgilendirilmeleri ve görüşmelere aktif katkıda bulunmaları suretiyle yürütüldü. Tam bir yere geldik derken, Yunan tarafı müzakereleri askıya alıverdi. Bu tecrübenin ışığında konuşuyorum.

Yunanistan, Ege'de sadece kıta sahanlığı sorunu olduğunu, bunun da Uluslararası Adalet Divanı yoluyla halledilmesini istiyor. Bu konuda son derece ısrarlı. Atina, ayrıca, hem uluslararası anlaşmaları hem de Türkiye'nin haklarını ihlal ederek, Ege'de kendisi tarafından yaratılan, adaların silahlandırılması, FIR Hattı, karasuları, hava sahası gibi bir dizi olup bittiyi ve sorunu ise, bunların kendi egemenlik tasarrufları alanında olduğunu iddia ederek Türkiye'yle bu konuları görüşmek dahi istemiyor. Atina'nın bu tutumundan bugün de 1 milimetre dahi sapmadığını biliyorum. Yunanistan'ın halihazır politikasının, istikşafî görüşmelerle hem Türkiye'yi uyutmak hem de uluslararası camiaya ihtilafın halli için bir şeyler yapılıyor görüntüsünü vermek, böylece, 2004 yılı sonuna kadar zaman kazanmak olduğu anlaşılıyor. Evet, Yunanistan pusuya yatmış durumda bekliyor. Türkiye'ye üyelik için müzakere tarihi verileceği zaman Ege sorunlarını gündeme getirerek, taleplerini, veto tehdidiyle ülkemize dayatmayı hesaplıyor.

Değerli arkadaşlarım, bu değerlendirmemde yanılmayı çok isterim. Herhalûkarda Sayın Dışişleri Bakanımızın da bu konuda Meclisimizi aydınlatmasının çok yararlı olacağını düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, görüleceği gibi, Avrupa Birliği yolu, zannettiğimizden daha uzun ve engebeli. Bu yolda kararlılıkla ilerlememiz lazım; ama, şunu bilelim: Kıbrıs sorunu çözüldükten sonra da Avrupa Birliğinin tarih vermesi cepte keklik değil. Önümüze yeni engeller çıkarılması bize sürpriz olmasın. Konulara eğer bu bilinçle yaklaşırsak, o zaman ihtiyatsız ödünler vermiş ve gereksiz riskler almış olmayız.

Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.

Sayın milletvekilleri, Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Ağar'ın, İçtüzüğün 60 ıncı maddesi gereğince söz talebi vardır. Kendisine, yerinden, söz vereceğim.

Sayın Ağar, buyurun.

MEHMET KEMAL AĞAR (Elazığ)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Öncelikle, bütün konuşmacılara teşekkür ediyoruz. Sayın Dışişleri Bakanımızın verdiği bilgilerden istifade ettiğimizi ifade ediyorum; ancak, gerek Kıbrıs Rum kesiminde gerek Yunanistan'da konunun sürekli parlamentolar düzeyinde görüşüldüğü ve görüşmelere gitmeden evvel parlamentolardan gerekli gücün de alındığı gözönüne alındığında, konunun, her aşamada Meclisle paylaşılmasının büyük yararı olduğu kanaatimizi ifade etmek istiyorum ve bir ölçüde de Türkiye'nin bütününü çok yakından ilgilendiren konuyu Meclisin bir bütün ve görüntü halinde daha alakalı görünmesinin de milletimizin beklentisi olduğu gerçeğini ifade etmek lazım.

Ben Sayın Bakandan bir konunun açıklığa kavuşturulmasını arzu etmekteyim; onu arz etmek isterim kendilerine. Bu, tabiî, konunun en temel meselesi; müzakereler açılmıştır, büyük bir iyi niyetle herkes müzakerelerin iyi bir sonuçla, Türkiye'nin ve oradaki toplumumuzun menfaatlarının korunur tarzda sonuçlanmasını beklemektedir. Biraz evvel Sayın Elekdağ'ın büyük bir vukufiyetle ifade ettikleri bütün risklerin de gözönünde olduğu gerçeği ortadadır. Meselede bir ehvenişerin içerisinde, çizgisinde kalmak değil, meseleyi mutlak Türkiye'nin menfaatları çerçevesinde çözebilmeyi sağlamak gereği vardır. Buradaki bir temel konu, ortaya çıkacak anlaşmanın, eğer, kabul edilirse ve bütün prosedürden geçerse, konuşmanın bir yerinde -ben tam göremedim zaman yokluğundan- Sayın Bakan bunun, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterince Avrupa birincil hukuku içerisine alınacağı, yani, kurucu anlaşma içerisine alınacağı konusunda garanti verdi gibi bir söz... Ben yanlış anlamış olabilirim veya görüşmelerin sonunda çıkacak gibidir. Bu noktanın, ben, fevkalade önemli olduğunu görüyorum. Neresinden bakarsak bakalım, Türk toplumu açısından da, mesele, Avrupa Birliği yolculuğumuzla doğrudan ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla, bu Meclisin üstüne, bütün Meclisler gibi, belki, Birinci Meclis kadar önemli bir görev düşmektedir Kıbrıs meselesinde. Her milletvekili, meseleyi çok yakinen takip edip, hür iradesine göre meseleyle ilgili son kararı verme durumundadır. Bir önemli karar verip, bütün tavizleri verip de, sonunda hiçbir şey alamayan ülke durumunda kalmanın sorumluluğunu ne hükümet ne Meclis olarak bizlerin taşıyabilmesi mümkündür. Konunun diğer aşamalarında da, Meclise her zaman taşınmasında hükümet açısından da yarar vardır, hükümete de güç verecek bir meseledir. Bütün bu görüşmelerde, nelerin görüşüldüğü veya ne gibi garantiler verildiği konusunda net ve açıklayıcı bilgiler olmamıştır. Belki konunun tekniği açısından, gerek Davos'taki Annan görüşmesi, gerekse Washington'daki heyet halindeki ve Amerikan Başkanıyla özel görüşmelerle ilgili olarak Meclise yeterli bilgi verilmemiştir, belki de verilmesi  gerekmiyordur; onun da tebarüz ettirilmesi gerekirdi diye düşünüyorum.

İnşallah, oylarınızla, eğer genel görüşme yapılacak olursa, orada İçtüzüğün bize sağlayabileceği, cılız da olsa, imkânlar içerisinde görüşlerimizi ifade etme imkânı bulacağız, yoksa, aksi takdirde, medya vasıtasıyla veya doğrudan millete giderek görüşlerimizi ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkana, hoşgörülerinden ötürü teşekkürlerimi sunuyorum.

Sağ olun.

BAŞKAN - Sayın Ağar, ben de teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, Sayın Ağar'ın sözleriyle ilgili olarak açıklama yapacaklar.

Buyurun Sayın Bakan.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Mehmet Ağar'a gerçekten teşekkür ederim; söyledikleri konu önemlidir. Konuşmamda da buna değindim. Avrupa Birliğinin esas hukuku içerisine girecektir. Bunu, Avrupa Birliği de görüşmelerimizde kabul etmiştir, Genel Sekreter de bunu bilmektedir. Onun için, New York'ta yayımlanan metnin içine konmuştur. Ama, tabiî ki, şu anda müzakereler sürerken nasıl olacak, hangi yöntemlerle  bu sağlanacak; bu, o zaman ortaya çıkacaktır; ama, gerek Avrupa Birliği gerek Birleşmiş Milletler gerekse bütün kesimler bunun böyle olması gerekliliğini kabul etmişlerdir, teyit etmişlerdir.

İleride herhangi bir teknik yanlışlık yapmamak için Avrupa Birliği  hukukunu çok iyi bilen hukukçular devrededir, çalışılmaktadır, o temin edilecektir. Bir mutabakat vardır.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Saygıdeğer milletvekilleri, genel görüşme önergesi üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.

Genel görüşme açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Sayın milletvekilleri, görüşmeler yeterli bulunmuş ve Genel Kurulca genel görüşme açılması kabul edilmemiştir.

Sözlü soru önergeleriyle, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 18 Şubat 2004 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 18.36