DÖNEM
: 22 CİLT : 41 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
53 üncü Birleşim
17 Şubat 2004 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Gümüşhane Milletvekili Temel
Yılmaz'ın, Gümüşhane'nin düşman işgalinden kurtarılışının 86 ncı yıldönümüne
ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Erzurum Milletvekili İbrahim
Özdoğan'ın, Ilıca, Hasankale ve Köprüköy Deliçermik termal kaynak sularının
yararları ile ekonomik anlamda daha çok yararlanabilmek için yapılması
gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in,
inşaat sektörünün sorunlarına, teknik denetimin önemine ve alınması gereken
önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması
B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve
Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ
1.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek ve
22 milletvekilinin, ABD ile ekonomik ilişkiler alanındaki bazı konular hakkında
genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/8)
2.- İstanbul Milletvekili Birgen Keleş ve
22 milletvekilinin, TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesi (8/9)
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Balıkesir Milletvekili Ali Kemal
Deveciler'in, Balıkesir İlinde Altınoluk Adı ile Bir İlçe Kurulması Hakkında
Kanun Teklifinin (2/64) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/144)
2.- Kars Milletvekili Selami Yiğit'in,
4876 Sayılı T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından
Üreticilere Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden
Yapılandırılmasına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin
(2/191) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/145)
IV.-
ÖNERİLER
A) DanIşma Kurulu Önerİlerİ
1.- Kıbrıs konusuyla ilgili (8/7) esas
numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmesinin yapılmasına, sözlü sorular ve
diğer denetim konularının görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
V.-
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol ve İstanbul
Milletvekili Ali Topuz'un, Kıbrıs konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/7)
VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI Sorular ve CevaplarI
1.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün,
2004 malî yılı bütçe hedeflerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal
Unakıtan'ın cevabı (7/1731)
2.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl'ün,
yakalanan Hizbullah terör örgütü mensuplarının öğrenim durumlarına ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/1737)
3.- Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl'ün,
PKK/KADEK terör örgütü mensuplarının öğrenim düzeylerine ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/1739)
4.- Iğdır Milletvekili Yücel Artantaş'ın,
Türkiye aleyhindeki bir filme, İstanbul'daki abide eserler için ayrılan kaynağa
ve Ankara Devlet Halk Dansları Topluluğundaki iki dansçının atamasına ilişkin
sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/1763)
5.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
maden işletmeciliğindeki devlet hakkına ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/1775)
6.- Samsun Milletvekili İlyas Sezai
Önder'in, Bafra Müzesi Projesine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı
Erkan Mumcu'nun cevabı (7/1776)
7.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
komşu ülkelere vize uygulamasının kaldırılıp kaldırılmayacağına ilişkin sorusu
ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün cevabı (7/1777)
8.- Adıyaman Milletvekili Mahmut
Göksu'nun, İmar Bankasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/1809)
9.- Kırşehir Milletvekili Mikail
Arslan'ın, sınırları bitişik belediyelere ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/1814)
10.- Sivas Milletvekili Nurettin Sözen'in,
İSDEMİR'in pelet ve parça cevher alımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1823)
11.- Adana Milletvekili N.Gaye Erbatur'un,
Batman İlindeki hava kirliliğine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman
Pepe'nin cevabı (7/1830)
12.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
tarımsal sigorta konusunda kanun tasarısı hazırlanmasına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/1846)
13.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
kamuda çalışan teknik eğitim fakültesi mezunlarının statüleriyle ilgili bir
düzenleme yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal
Unakıtan'ın cevabı (7/1852)
14.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi ihalesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1854)
15.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in,
Bursa'nın Osmangazi İlçesinde kapanan kütüphanelere ilişkin sorusu ve Kültür ve
Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/1865)
16.- Mersin Milletvekili Mustafa
Özyürek'in, TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi ihalesine ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1876)
17.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
ABD Savunma Bakan Yardımcısına yazdığı iddia edilen mektuba ilişkin Başbakandan
sorusu ve Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün cevabı
(7/1884)
18.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
manipülasyon davalarına, SPK ve İMKB ile ilgili bazı konulara ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/1882)
19.- Diyarbakır Milletvekili Mesut
Değer'in, Gümrük Müsteşarlığında yapılan bazı atamalara ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/1885)
20.- Kırklareli Milletvekili Mehmet
S.Kesimoğlu'nun, tarım arazilerine uygulanacak kira bedeline ilişkin sorusu ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/1887)
21.- Osmaniye Milletvekili Necati
Uzdil'in, icra müdür ve müdür yardımcılığı sınavını yedek olarak kazananların
atamalarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/1895)
22.- Adana Milletvekili Atilla
Başoğlu'nun, Karabağ meselesine Hükümetin yaklaşımına ilişkin sorusu ve
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün cevabı (7/1897)
23.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
hakkında düzenlenen fezlekeye ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın
cevabı (7/1938)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç
oturum yaptı.
Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz, Cem
Karaca'nın vefatı nedeniyle merhumun sanatçı kişiliğine,
Ordu Milletvekili Hamit Taşçı, kadının
toplum içindeki yeri ve sorunları ile alınması gereken önlemlere,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Denizli Milletvekilli V. Haşim Oral'ın,
Denizli İli Çivril İlçesindeki elma üreticilerinin sorunları ve bu konuda
yapılması gereken çalışmalara ilişkin gündemdışı konuşmasına, Tarım ve
Köyişleri Bakanı Sami Güçlü, cevap verdi.
Litvanya Meclis Başkanı Arturas Paulauskas
ve beraberindeki parlamento heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının konuğu olarak ülkemizi resmî ziyaretine ilişkin Başkanlık
tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk ve 23
milletvekilinin, Büyük Menderes Havzasındaki çevre sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/167) okundu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve
öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Antalya Milletvekili Feridun Fikret
Baloğlu'nun (6/900) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi
okundu, sorunun geri verildiği bildirildi.
Genel Kurulu ziyaret eden
Sırbistan-Karadağ Devletler Birliği Başkanı Sivettozar Maroviç ve beraberindeki
heyete Başkanlıkça "Hoşgeldiniz" denildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk
Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146),
2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523)
(S. Sayısı: 152),
3 üncü sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S. Sayısı: 305),
Görüşmeleri, daha önce geri alınan
maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden, ertelendi.
4 üncü sırasında bulunan, İcra ve İflas
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair (1/718) (S. Sayısı: 372);
5 inci sırasında bulunan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu Arasında Uluslararası
Karayolu Taşımacılığı Anlaşması ile Anlaşmada Değişiklik Yapan Notaların
(1/661) (S. Sayısı: 344),
6 ncı sırasında bulunan, Avrupa
Radyokomünikasyon Ofisi Kuruluş Sözleşmesinin (1/667) (S. Sayısı: 345),
7 nci sırasında bulunan, Sınıraşan Örgütlü
Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek Ateşli Silahlar, Parçaları ve
Aksamları ile Mühimmatının Yasadışı Üretimine ve Kaçakçılığına Karşı Protokolün
(1/668) (S. Sayısı: 346),
8 inci sırasında bulunan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Bakanlar Kurulu Arasında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna
Hükümeti Arasında Ticarî Denizcilik Anlaşmasına Değişiklik Getiren Protokolün
(1/672) (S. Sayısı: 348),
9 uncu sırasında bulunan, Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kırgız Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kendi
Vatandaşlarının Geri Kabulüne İlişkin Anlaşmanın (1/671) (S. Sayısı: 347),
10 uncu sırasında bulunan, Özel Karayolu
Taşıtlarının Geçici İthaline Dair Gümrük Sözleşmesi Değişikliklerinin (1/415)
(S. Sayısı: 351),
11 inci sırasında bulunan, Eşyanın
Sınırlardaki Kontrollerinin Uyumlaştırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin
(1/430) (S. Sayısı: 352),
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair;
Kanun Tasarılarının, görüşmelerini
müteakiben elektronik cihazla yapılan açıkoylamalardan sonra, kabul edilip
kanunlaştıkları açıklandı.
12 nci sırasında bulunan, Geçici İthalat
Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/679)
(S. Sayısı: 353) görüşmeleri, ilgili Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından, ertelendi.
17 Şubat 2004 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 20.02'de son verildi.
|
|
İsmail
Alptekin |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Mevlüt
Akgün |
|
Türkân
Miçooğulları |
|
Karaman |
|
İzmir |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No.
: 82
II. - GELEN KÂĞITLAR
13 Şubat 2004 Cuma
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan'ın, kredi kartı faizlerinin düşürülmesine ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/940) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.1.2004)
2.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan'ın, ÖSS'ye girecek öğrencilerin 2. dönemde idarî izinli
sayılıp sayılmayacaklarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi
(6/941) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.1.2004)
3.- Muğla Milletvekili
Fahrettin Üstün'ün, termik santralların olumsuz etkilediği yörelerdeki
insanlara bazı avantajlar sağlanıp sağlanmayacağına ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/942) (Başkanlığa geliş tarihi:
6.2.2004)
4.- Ankara Milletvekili
Yakup Kepenek'in, bir ABD şirketinin kollandığı iddiasına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/943) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2004)
5.- Hatay Milletvekili
Züheyir Amber'in, Devlet Planlama Teşkilâtının planlamadaki rolüne ilişkin
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) sözlü soru önergesi
(6/944) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2004)
6.- Şanlıurfa Milletvekili
Mahmut Yıldız'ın, Şanlıurfa Devlet Hastanesi Başhekimiyle ilgili soruşturmanın
sonucuna ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/945) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.2.2004)
7.- Balıkesir
Milletvekili Sedat Pekel'in, çiftçi borçlarının ertelenmesine ve mağdur
çiftçilere yönelik çalışmalara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/946) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)
8.- Balıkesir
Milletvekili Sedat Pekel'in, Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğüne gönderilen
yangınla mücadele ödeneğine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru
önergesi (6/947) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
9.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur İli Çavdır İlçesi Söğüt Kasabasının Acil Servis
ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/948) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.2.2004)
10.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur İlindeki bir karayolu güzergâhının
değiştirilmesi projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru
önergesi (6/949) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
11.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur İlindeki bir karayolu güzergâhının
değiştirilmesi projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru
önergesi (6/950) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
12.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, yatırım ve işletme kredisi kriterleri ile organize sanayi
bölgelerine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/951)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
13.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, Vergi Barışı Kanununun sonuçlarına ilişkin Maliye Bakanından
sözlü soru önergesi (6/952) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
14.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim Özkan'ın, Burdur'un Bucak İlçesindeki bazı yerleşim birimleri
arasındaki yolun asfalt ihtiyacına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü
soru önergesi (6/953) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Ankara Milletvekili
Yakup Kepenek'in, iade edilen soru önergelerine ilişkin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/1967) (Başkanlığa geliş tarihi:
6.2.2004)
2.- İstanbul Milletvekili
Birgen Keleş'in, IMF heyetinin çeşitli toplum kesimleri temsilcileriyle
görüşmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1968) (Başkanlığa geliş
tarihi: 30.1.2004)
3.- İstanbul Milletvekili
Emin Şirin'in, medya kuruluşu sahiplerinin kamu ihalelerine katılmasını
sınırlayıcı yeni düzenleme çalışmalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/1969) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)
4.- Antalya Milletvekili
Atila Emek'in, Osmanlı tapu tahrir defterlerinin çeviri ve kodifiyesinin
durdurulmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1970) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.2.2004)
5.- İstanbul Milletvekili
Bihlun Tamaylıgil'in, Başbakanlık Teftiş Kurulunun Vakıfbank incelemesine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1971) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.2.2004)
6.- Ankara Milletvekili
Yılmaz Ateş'in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin kamulaştırdığı bir arsayı
sattığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1972)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9.2.2004)
7.- Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale'de yaşanan afet sonrasında ilgililerin
sorumluluklarına ve alınacak önlemlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1973) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)
8.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce'nin, Yalova'daki bir toplu konut alanının yoluna ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1974) (Başkanlığa geliş
tarihi: 5.2.2004)
9.- Muğla Milletvekili
Ali Arslan'ın, Göcek Tüneli Projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1975) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)
10.- Bursa Milletvekili
Kemal Demirel'in, Bursa-İnegöl-Bozüyük yolundaki çalışmalara ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1976) (Başkanlığa geliş
tarihi: 10.2.2004)
11.- Muğla Milletvekili
Ali Arslan'ın, Bakanlığın bir binasında memurlara kapı önlerinde nöbet
tutturulduğu iddiasına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1977)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.1.2004)
12.- Denizli Milletvekili
Mehmet U. Neşşar'ın, Sözleşmeli Sağlık Personeli Seçme Sınavının sonuçlarına
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1978) (Başkanlığa geliş
tarihi: 6.2.2004)
13.- Adana Milletvekili
N. Gaye Erbatur'un, 112 Ambulans Servisine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1979) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
14.- Osmaniye
Milletvekili Necati Uzdil'in, pamuk ithaline ve üretimine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1980) (Başkanlığa geliş tarihi:
21.1.2004)
15.- Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale'de doğal afet mağduru zeytin
üreticilerine yönelik çalışmalara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1981) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)
16.- Bursa Milletvekili
Kemal Demirel'in, mağdur zeytin üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1982) (Başkanlığa geliş tarihi:
10.2.2004)
17.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce'nin, orman işçilerinin ücretleri ile, orman ürünlerinin rüsum
bedellerine ve ithalatına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1983) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)
18.- Denizli Milletvekili
Mustafa Gazalcı'nın, Denizli'de hava kirliliğini önlemek için ne gibi
çalışmalar yapıldığına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1984) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)
19.- Afyon Milletvekili
Halil Ünlütepe'nin, Ankara-İzmir demiryolu projesine ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1985) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.2.2004)
20.- İzmir Milletvekili
K. Kemal Anadol'un, çeşitli kanunlar uyarınca hüküm giyenlere ya da
yargılananlara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1986)
(Başkanlığa geliş tarihi: 9.2.2004)
21.- Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale'de fırtına felaketi nedeniyle esnaf ve
sanatkârların uğradığı zararın telafisine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1987) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.2.2004)
22.- Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale'ye doğal afet nedeniyle elektrik
verilememesine ve elektrik ödemelerinin ertelenip ertelenmeyeceğine ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1988) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.2.2004)
23.- Sinop Milletvekili
Engin Altay'ın, onarımdaki Sinop Müzesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1989) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
24.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, kiradaki vakıf gayrimenkullerine ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali Şahin) yazılı soru önergesi (7/1990)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
25.- Samsun Milletvekili
Mehmet Kurt'un, Osmanlı Devletince İrlanda'nın Drogheda şehrine yardım gönderilmesine
ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi
(7/1991) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
26.- Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, taşımalı eğitime ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1992) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
No.: 83
16 Şubat 2004 Pazartesi
Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Emin Şirin'in, örtülü ödeneğin kullanım usulüne ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/1694)
2.- Ankara Milletvekili
Zekeriya Akıncı'nın, Keçiören Belediyesinin Ovacık'ta yürüttüğü bir konut
projesiyle ilgili usulsüzlük iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1703)
3.- Ankara Milletvekili
Zekeriya Akıncı'nın, Ankara'daki LPG istasyonlarına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1705)
4.- İstanbul Milletvekili
Berhan Şimşek'in, 58 ve 59 uncu hükümetler döneminde hakkında soruşturma izni
istenen memurlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1713)
5.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, polis teşkilâtındaki intihar vakalarına ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1722)
No.: 84
17 Şubat 2004 Salı
Rapor
1.- Uzman Jandarma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu
Raporu (1/737) (S. Sayısı: 374) (Dağıtma tarihi: 17.2.2004) (GÜNDEME)
Genel Görüşme Önergeleri
1.- Ankara Milletvekili
Yakup Kepenek ve 22 Milletvekilinin, ABD ile ekonomik ilişkiler alanındaki bazı
konular hakkında Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri
uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/8) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.2.2004)
2.- İstanbul Milletvekili
Birgen Keleş ve 22 Milletvekilinin, TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi konusunda
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2004)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
17 Şubat 2004 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale), Suat KILIÇ (Samsun)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 53 üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç
arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er
dakikadır. Hükümet bu konuşmalara cevap verebilir. Hükümetin konuşma süresi 20
dakikadır.
Gündemdışı ilk söz,
Gümüşhane İlinin düşman işgalinden kurtarılışının 86 ncı yıldönümü
münasebetiyle söz isteyen Gümüşhane Milletvekili Temel Yılmaz'a aittir.
Sayın Yılmaz, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.-
Gümüşhane Milletvekili Temel Yılmaz'ın, Gümüşhane'nin düşman işgalinden
kurtarılışının 86 ncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
TEMEL YILMAZ (Gümüşhane)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gümüşhane İlimizin düşman işgalinden
kurtarılışının 86 ncı yıldönümü nedeniyle gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Genel Kurulu ve Yüce Türk Milletini saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kurtuluş günümüz münasebetiyle ilimizin tarihiyle ilgili
bilgiler vererek, sizlere Gümüşhanemizi tanıtmak istiyorum. Kuruluşu milattan
önce 3000 yıllarına dayanan Gümüşhane, hiç kuşkusuz, tarihî süreç içerisinde
çeşitli unsurların etkilemesiyle günümüze dek önemini kaybetmemiş yerlerimizden
biridir. Tarih öncesi çağlarda birçok medeniyete ev sahipliği yapan Gümüşhane
ve çevresi, 1048 yılında Türk idaresine geçmiş, 1514 yılına kadar Türk
beylikleri ve boyları arasında el değiştirmiştir. 1514 yılında Osmanlı
İmparatorluğu yönetimine bağlanan Gümüşhane, Osmanlı hazinesinin beşte 1
oranında gümüş sikke ihtiyacını karşılamıştır.
1647'de Gümüşhane'yi
ziyaret eden Evliya Çelebi, buralarda gümüş madeninin çok olduğunu, çalışır ve
boşaltılmış durumda 70 kadar ocak bulunduğunu bildirmektedir. Yine, bu
ocaklardan yedi koldan kurşunsuz gümüş cevheri çıkarıldığını ve bu şehirde Emin
Mahallesinde darphane olduğunu yazarak, üzerinde "Canca'da
basılmıştır" yazılı birkaç akçenin kendisinde olduğunu anlatmaktadır.
Gümüşhane'de doğan her
çocuğun gümüşten kaşığının, çatalının ve tabağının olduğu rivayet edilir.
Şehrin nüfusunun her geçen gün artmasında, coğrafî konumunun, tarihî İpek Yolu
üzerinde bulunmasının ve madenlerinin önemli rolü olmuştur.
Osmanlı döneminde iki kez
Ruslar tarafından işgal edilen Gümüşhane'nin birinci işgali, Doğu Anadolunun
kilidi olan Erzurum'un 8 Temmuz 1829'da teslim alınmasından sonra olmuş ve 18
gün Rus işgali altında kalmıştır. 14 Eylül 1829 tarihinde Edirne Anlaşmasıyla
son bulan harp, Osmanlı Devletini maddî ve manevî kayıplara uğratmıştır.
Gümüşhane, seksenyedi yıl
sonra, Birinci Dünya Savaşı sırasında, ikinci kez, 19 Temmuz 1916 tarihinde
Ruslar tarafından işgal edilmiş ve yaklaşık iki yıl Rus ve Ermenilerin
vahşetine sahne olmuştur. 16 Şubat 1916'da Erzurum'un Ruslar tarafından işgal
edilmesi üzerine, 3. Ordu Komutanlığına getirilen Vehip Paşa, Tercan'ın
batısından, Bayburt'un doğusu ve Trabzon'un batı hattına kadar ilerlemiş olan
düşmanı durdurur. 1916'nın mayısında, Vehip Paşa, elindeki kuvvetlerle Ruslara
saldırır. Bu saldırı Rus ordusunun planını bozar. 18 Haziran 1916 tarihinde düşmanın
Trabzon kanadına saldırı gerçekleştirilir. Rusların 1. Alayı, 34. Tümenimizin
çekilmesiyle, boş kalan yerlerden, 19 Temmuz 1916 tarihinde Gümüşhane'ye girer.
Gümüşhane'yi işgal eden Rus kuvvetleri Trabzon yolunu kendilerine açmış
olurlar. Gümüşhane ve çevresi, bu işgal karşısında, özellikle Ermeni zulmü
altında ezilirken, Rusya'da çıkan ihtilal nedeniyle, 18 Aralık 1917'de Erzincan
Mütarekesi imzalanmış, Ruslar, ordularını geri çekmeyi kabul etmişlerdir;
ancak, Ermeniler, Gümüşhane ve çevresinde katliamlara devam etmişlerdir. 3.
Ordu Komutanı Vehip Paşa, tek taraflı olarak, 5 Şubat 1918'de, Erzincan
Mütarekesinin geçersiz olduğunu ilan ederek, 3. Kafkas Ordusuyla yeniden savaşı
başlatmış ve bu suretle, Torul İlçemiz 14 Şubat, Gümüşhane 15 Şubat ve Kelkit
İlçemiz 17 Şubat 1918'de Rus işgalinden kurtarılmıştır. Yani, bugün, Kelkit
İlçemizin kurtarılış günüdür. Bu vesileyle, buradan, tüm Kelkitli
hemşerilerimin kurtuluş gününü kutluyor, kendilerine saygı ve sevgilerimi
gönderiyorum.
Gümüşhane, Osmanlı hakimiyetinin
ilk yıllarında Erzurum Eyaletine, daha sonraki yıllarda Trabzon'a bağlanmış,
1925 yılında il olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Yılmaz.
TEMEL YILMAZ (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk tarihi, Türk Milletinin bağımsız
yaşama tutkusu ve varlığını sürdürmek için yaptığı inanılması güç mücadelelere
ilişkin olaylarla dolu savaşlara sahne olmuştur.
Türk Milletinin ölümsüz
zaferlerini kanlarıyla tarihe yazan aziz şehitlerimizi daima hatırlamak,
kahramanlarımıza ebedî şükran borcumuzu ifade etmek ve gelecek nesillere
anlatmak, hepimizin başta gelen görevidir. Bizlere, üstün fedakârlıklarıyla,
bugünleri ve vatan topraklarını armağan eden kahramanlar, ilkbaharın
tazeliğini, yazın kavurucu sıcağını, sonbaharın hüznünü, kışın dondurucu
soğuğunu, cephelerde, at sırtında, siperlerde ve mevzilerde geçirmiş, şehit ya
da gazi olmuşlardır. Türk anne ve babaları, vatan için, gözlerini kırpmadan,
özlemlerini içlerine atarak, çocuklarını savaşa göndermişlerdir.
Tarih şahittir ki,
Gümüşhane insanının kalbi, her zaman, vatan aşkı ve millet sevgisiyle dolu
olmuştur. Gümüşhaneli, her zaman, devletine bağlılığını göstermiştir.
Bu vesileyle, buradan,
aziz şehitlerimizi, bir kez daha, rahmetle anıyor, Yüce Meclisi ve Yüce Türk
Milletini saygılarımla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Yılmaz.
Gündemdışı ikinci söz,
Erzurum İlinin Ilıca, Hasankale ve Köprüköy Deliçermik termal kaynak sularının
potansiyeliyle ilgili söz isteyen, Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan'a
aittir.
Sayın Özdoğan, buyurun.
2.- Erzurum
Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Ilıca, Hasankale ve Köprüköy Deliçermik termal
kaynak sularının yararları ile ekonomik anlamda daha çok yararlanabilmek için
yapılması gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Erzurum'un Ilıca, Hasankale ve Köprüköy Deliçermik
termal kaynak sularının potansiyeli hakkında gündemdışı söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
"Termal su",
"ılıca", "germiap" veya "çermik" gibi adlarla
anılan sıcak sular, yeryüzüne düşen atmosferik kökenli suların, kırıklı,
çatlaklı ve gözenekli kayaçlardan derinlere süzülmesi ve bir akifer kayaçta
depo edilerek, ısınıp hidrolik basınç sayesinde kırıklı zayıf zonlardan yüzeye
çıkmasıyla oluşmaktadır. Eğer, bu sıcak sular kaptaja alınır ve tesis yapılır
ise, buna kaplıca adı verilmektedir. Üzerinde herhangi bir tesis yapılmamış
sıcak suları "kaplıca" olarak nitelendirmek mümkün değildir.
Termal sular, dünyada,
çeşitli alanlarda kullanılmaktadır. Kullanımda, suların sıcaklık derecesi rol
oynar. Bu sular, yeryüzüne ulaşırken çeşitli kayaçlarla temasta olması
nedeniyle, mineralce zenginleşmektedir.
Aşağıda görüleceği üzere,
Erzurum'un Ilıca, Hasankale ve Köprüköy İlçesindeki Deliçermik sıcak su
kaynakları düşük sıcaklık derecesi nedeniyle 40 derecenin altındaki termal
suların kullanıldığı alanlarda son derece yararlıdır.
Ilıca Termal Kaynakları:
Ilıca İlçesi sınırları içindedirler. Başlıca üç alanda yüzeye çıkarlar.
Kaynaklardan ilçe merkezinin güneyindekiler, Büyük -kaynaklı- Çermik, Zincirli
Çermik, Oluklu Çermik, İstasyonun kuzeyindeki İstasyon Kaynağı ve Kazutlar
Mevkiindeki ise, Kokmuşlar Çermiği olarak bilinmektedir. Bunlardan en çok
ziyaret edilen termal kaynaklar, Büyük, Zincirli, Oluklu Çermik olarak bilinen
hamamlardır.
Büyük, Zincirli ve Oluklu
Çermik suların sıcaklığı 39 derecedir. Bu sıcak sular üzerine hamamlar yapılmış
olup, havuzlara pompaj ve borularla verilmektedir. Bu havuzların tabanından da
su çıkışı vuku bulmaktadır. Sıcak suların toplam debisi 4 litre/saniye
kadardır. Bu sıcak sulardan, yakındaki termal otelde de yararlanılmaktadır.
Çermiklerin suları karbondioksitli ve kükürt kokuludur. Bünyesinde karbonlu
hidrojen ve bitüm bulunması nedeniyle, dünyada nadir sulardan sayılmaktadır.
Ilıca kaplıca suları, bikarbonat, sodyumklorür bakımından zengindir, bol köpük
ihtiva etmektedir.
Sulardan, Türkiye'nin her
yerinden, daha çok da Erzurum'a yakın Bayburt, Trabzon, Rize gibi illerden
gelen halk tarafından yararlanılmaktadır. Sular, daha çok, banyo tatbikleriyle
değerlendirilmektedir. Sular, cilt, romatizma, beslenme bozuklukları,
nevraljiye, kadın hastalıklarına, mesane taşlarına, böbrek rahatsızlıklarına ve
felce iyi gelmektedir.
Erzurum İline oldukça
yakın bir konumda bulunması -ki, 15 kilometredir- Ilıca termal kaynaklarını
avantajlı bir duruma sokmaktadır.
Termal kaynaklardan,
sağlık ve termal turizm alanında yararlanmak mümkündür. Bu konuda Türkiye ve
dünya kamuoyunun dikkatini çekiyor, turizm acentelerini iyi bir kazanç için
uyarıyorum.
Yörenin iklim şartları,
kaplıcalardan yararlanmanın daha çok yaz mevsiminde gerçekleşmesine yol
açmaktadır. Kış mevsiminde ziyaretçi sayısı oldukça azalmaktadır. Palandöken
Dağı Kış Sporları Merkeziyle koordine sağlandığı takdirde, sezon uzatılabilir.
Hasankale termal su
kaynakları: Hasankale termal su kaynakları, kendi adıyla anılan yerleşim
biriminin içinde, Erzurum-Kars kara ve demiryolunun güneyinde, Hasankale
Çayının kenarındadır. Yerleşim biriminin güney kesiminde yer alan kaynakların
deniz seviyesinden yüksekliği 1 655-1 660 metre kadardır. Hasankale İlçe
merkezinin Erzurum Şehrine uzaklığı 39 kilometredir. Erzurum ile Hasankale
arasında Pasinler Belediyesi tarafından organize edilen otobüs seferleri
vardır. Bunun yanında, Ağrı, Iğdır ve Kars yönüne giden vasıtalarla da termal
kaynaklara ulaşmak mümkündür.
Kaynaklar üzerinde, Büyük
Kaplıca, Küçük Kaplıca, Kale Otel Kaplıcası ve şifalı banyolu otel kaplıcası
olarak nitelendirilen tesisler bulunmaktadır.
Termal suların sıcaklık
derecesi 39-40 derece arasında değişmektedir. Suların pH'ı 6,5 olup, , asitik
sular grubundandır. Sular, bikarbonat klorür, sodyum karbondioksit ve radyoaktif
yönünden zengindir. Hasankale termal kaynak sularının en önemli özelliği, radon
değerine sahip olmasıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Bu suların radyoaktif emanasyon ihtiva etmesinden dolayı "gençlik
suyu" adı verilmektedir. Bu suların, organizmanın biyolojik faaliyetlerini
artırıcı özelliği vardır.
Termal sulardan içme ve
banyo kürü şeklinde yararlanılmaktadır. Sular, içmek suretiyle alınınca, mide,
bağırsak, safra kesesi, karaciğer, pankreas, kırık çıkıklarla ilgili
rekalsifikasyon bozukluklarında, hazmı kolaylaştırıcı, diürezi artırıcı,
bağırsak bozukluklarında; sıcak banyo şeklinde uygulama yapıldığında,
romatizmal hastalıklarda, cilt hastalıklarında, kronik travmatik olaylarda,
felçler ile subakut lokal kanlanmayı sağlamada, adale spazmlarını çözmede,
inflamasyonlarda, kanın fagasitozunu artırmada ve hipertansiyona karşı
kullanılabilir.
Bundan dolayı, termal
kaynaklar birçok ziyaretçinin akınına uğramaktadır. Romatizmal hastalıkları,
cilt ve mide hastalıkları ve beslenme bozukluğu olanlar tarafından daha fazla
ziyaret edilmektedir.
Bu sular, madensuyu
olarak hizmete sunulabilir. Hasankale termal suları, sağlık tedavisi, seracılık
ve konutların ısıtılmasında kullanılabilir.
Köprüköy Deliçermik
Kaynağı:
Deliçermik kaynakları,
Köprüköy İlçe merkezinin 2,5 kilometre kadar kuzeyinde Çermikdere Vadisinin
batısındadır. Ulaşım bakımından, Erzurum-Kars karayoluna ve demiryoluna yakın
bir konumdadır; yani, hem demiryolu ve hem de karayolunu kullanarak kaynak
sahasına ulaşmak mümkündür.
İller Bankası tarafından
yapılmış tesisleri olan bu çermiğin suları 25 derece sıcaklığındadır. Sular,
başlıca iki alandan çıkmaktadır; bunun yanında çeşitli noktalardan çıkışların
olduğu da görülmektedir. Kaynaklar, güneybatı-kuzeydoğu yönünde sıralanır.
Batıdaki kaynakların bulunduğu yerde, kadınların ve erkeklerin ayrı ayrı
kullandığı, 7x12 metre ebatlarında iki havuz bulunmaktadır. Sular, artezyen
yaparak çıkmakta olup, çıkan sular iki havuza borularla verilmektedir.
Suyun debisi 10
litre/saniye kadardır. Bu havuzların yanında ise, çamur banyoları
bulunmaktadır. Köprüköy Deliçermik suları bikarbonatlı, sodyumlu, kalsiyumlu,
demirli ve bromürlü madensuyudur. Sulardan çamur banyosu, su banyosu ve içmece
şeklinde yararlanılmaktadır. Ziyaretçileri havuzların yanındaki...
BAŞKAN - Sayın Özdoğan,
şu anda sürenizi 2,5 dakika geçtiniz; lütfen tamamlar mısınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla)
- Tamamlıyorum.
Deliçermik sularında
çamurlu banyo yapıldığı takdirde hipertansiyona karşı, deri ve romatizma
hastalıklarında, içmece şeklinde kullanıldığında ise hazmı kolaylaştırıcı ve
diürezi artırıcı olduğu tıbben ispatlanmıştır.
Sonuç olarak şunu
söylemek istiyoruz: Gerek Köprüköy Deliçermik, gerek Hasankale ve gerekse Ilıca
Termal Kaynakları termal tedavide ve turizm alanında yararlanılmaya müsaittir.
Bu amaçla, modern termal tedavi kurulabilir. Tesisler modern bir hale
getirildikten sonra çeşitli reklamlarla tanıtımı yapılmalıdır.
Termal kaynakların
ulaşımla ilgili bir problemi yoktur.
Kaynaklar ulaşım konusunda şanslı bir konuma sahiptir. Erzurum'da havaalanının
bulunması, kara ve demiryollarının, kaynakların yakınından geçiyor olması,
termal kaynaklar için en önemli avantajlardandır.
Konuşmama son verirken,
Yüce Heyetinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, sıcak su borularında meydana gelen arıza sebebiyle, Genel Kurul
salonunun ısıtılması mümkün olmamaktadır. Tamir çalışmaları devam etmektedir.
Saygıyla bilgilerinize
arz olunur.
Gündemdışı üçüncü söz,
inşaat sektörünün sorunlarıyla ilgili söz isteyen Balıkesir Milletvekili Sedat
Pekel'e aittir.
Sayın Pekel, buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
3. - Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel’in, inşaat
sektörünün sorunlarına, teknik denetimin önemine ve alınması gereken önlemlere
ilişkin gündemdışı konuşması
SEDAT PEKEL (Balıkesir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ekonomisinin en önemli sektörü
olan inşaat sektörünün sorunları üzerinde gündemdışı söz almış bulunuyorum;
konuşmama başlamadan önce hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
ekonomimizin yatırım, istihdam, ihracat, kalkınma hamlesinin en önemli aracı,
ekonomimizin lokomotifi olan inşaat sektörü, ekonomik yapı içerisinde ayrı bir
yere ve öneme sahiptir.
İnşaat sektörü, çeşitli
mal ve hizmet üretimiyle doğrudan ilişkilidir ve yoğun anlamda, işgücü
kullanımının yanı sıra, sosyoekonomik refah düzeyine olan katkısıyla, ülkemiz
ekonomisi için son derece önemlidir.
İnşaat sektörü, 2001
yılından bu yana geçen üç yıllık dönemde, gittikçe ağırlaşan bir kriz
yaşamaktadır. 2001 ve 2002 yıllarında, sırasıyla, yüzde 5,9 ve yüzde 4,9 olarak
gerçekleşen küçülme oranları, 2003'ün ilk dokuz aylık dönemi itibariyle yüzde
16,2 ile rekor düzeye ulaşmıştır. Bu oran, 1999'da bir yandan ekonomik
konjonktüre, diğer yandan depreme bağlı olarak yüzde 12,7 oranında gerçekleşmiş
ve sektörün tarihindeki rekor olarak bilinen küçülmenin de epeyce üzerindedir.
Bununla birlikte, son üç
yıllık dönemde, işsizlik de yüzde 12'ler düzeyinde seyreden çok yüksek oranlara
ulaşmıştır. İşsizlikteki artışın, inşaat sektöründeki krizle yakından ilişkisi
olması ve ivme kazanarak devam etmesinin gözden kaçırılmaması gerekmektedir.
Diğer sektörler
üzerindeki etkileriyle birlikte, gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı
yüzde 30'u bulan tarımdışı istihdamdaki payı yaklaşık yüzde 10 olan ve en az 5
500 000 vatandaşımıza gelir yaratan inşaat sektörünün krizden çıkamaması,
ülkemiz ve yurttaşlarımız için, gittikçe ağırlaşan bedelleri de beraberinde
getirecektir.
Sayın milletvekilleri,
Türkiye'deki toplam yatırımların yüzde 60'ı inşaat yatırımlarıdır. Bu
yatırımların da yüzde 80'i kamu finansmanıyla gerçekleştirilmektedir. 90'lı yıllar
boyunca aşırı düzeylere yükselmiş olan kamu borç stoku, 2000 yılından itibaren
istikrar programlarını ve kamu tasarrufunu zorunlu hale getirmiş, faizdışı
fazla olarak bilinen kamu tasarrufunun da en önemli kalemi yatırım harcamaları
olmuştur. Bu durum öylesine vahim boyutlara ulaşmıştır ki, 2001 ve 2002
yıllarında kamu yatırımlarına tahsis edilen bütçe reel olarak 1998 seviyesinin
altında kalmış, aynı eğilim AKP Hükümetinin iktidar olduğu 2003'te de devam
etmiştir. Bu gerçekliği rakamsal olarak ifade etmek gerekirse 2003 yılı için 8
katrilyon lira olarak belirlenen yatırım bütçesi daha sonra 6,5 katrilyon
liraya düşürülmüş, fiilen kullanılan tutar ise bunun da altında kalmış, 5
katrilyon lira seviyesinde gerçekleşmiştir. 2003 yılı ilk dokuz aylık dönemde,
kamu bina inşaat yatırımlarında yüzde 40, binadışı inşaat yatırımlarında ise
yüzde 9,2 gerileme kaydedilmiştir. Yatırım harcamaları, bu yıl, AKP Hükümeti
tarafından son yirmi yılın en düşük seviyesine çekilmiş; toplam bütçe
giderlerinin yaklaşık olarak yüzde 4,9'u yatırım için ayrılmıştır. Bu
rakamlardan da anlaşılacağı üzere, AKP Hükümeti tarafından yatırıma ayrılan
pay, inşaat sektörüne önem verilmediğini açıkça göstermektedir.
Değerli milletvekilleri,
acil eylem planına göre karayollarının iyileştirilmesine yönelik 15 000
kilometre duble yol, yapım çalışmaları başlatan AKP Hükümetinin bu projesinin
başarısızlığı ortaya çıkmıştır. Şu ana kadar yapılan 1 600 kilometrelik duble
yol az zamanda yapılmış bir iş olarak, başarı olarak görülebilmektedir; ancak,
bu kadar yol, çok kalitesiz asfalt kaplama olarak yapılmış, ilk yağmur, kar
yağışında dökülmüş, halen büyük bir bölümü de kullanılamamaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Pekel,
buyurun.
SEDAT PEKEL (Devamla) -
Bayındırlık Bakanı Sayın Zeki Ergezen, genel müdürlük ve bölge müdürlüklerine
gönderdiği resmî yazısında, yaptığı seyahatler sırasında gördüğü durumu
anlatarak, personelinin iş programına uygun hareket etmediğini, başarısız
olunduğunu belirtiyor, yollara kaliteli kaplama yapılmadığına dikkati çekiyor
ve "2004'te hiçbir başarısızlık istemiyorum" diyor. Sabah Gazetesi
Yazarı Yavuz Donat'ın köşeyazısında "İtiraf" başlığıyla verilen bu
ifadeler, AKP Hükümetinin iddialı olduğu duble yol icraatlarındaki
başarısızlığın göstergesidir. Türkiye'nin, elbette duble yollara ihtiyacı
vardır; ancak, boşa harcanacak 1 lirası dahi yoktur.
Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de inşaat sektöründeki yatırımlar, konutları, konutdışı yapıları ve
altyapıyı kapsar ve bunlar arasında konutun payı yüzde 50'nin üzerindedir.
Konut alanındaki sorunlar ve iyileştirmeler sektörün tümünü, sektörün yaşadığı
tüm sıkıntılar da ülkedeki konutla ilgili gelişmeleri etkilemektedir. Son on
yılda peşpeşe yaşanan ekonomik krizler, genelde inşaat sektörünü, özelde de
konut sunum ve alımını ciddî boyutlarda etkilemiştir. Bununla birlikte,
Türkiye'de konut açığı çarpıcı boyutlardadır. 2002 yılında Başbakanlık
tarafından yapılan bir araştırmada, Türkiye'nin, 2000-2010 yılları arasında,
kentsel anlamda, 10 906 368 konuta ihtiyacı olduğu; stoklar dikkate alındığında
ise, konut ihtiyacının en az 6 382 197 olacağı tespit edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
inşaat ve yapılaşmayla ilgili sorunların altında -ekonomik etkenlerin yanı
sıra- yatan bir diğer neden ise, kuralların en çok çiğnendiği, çıkar
hesaplarının, kalite, kural ve yasalara uyma gibi kavramların önüne geçtiği
görülmektedir. Öyle ki, yapılar, yeterli teknik denetimden geçirilmemiş
olabilmektedir.
Çok kısa bir zaman önce
Konya'da meydana gelen üzücü olay ve Marmara depreminin acı deneyimleri,
bizlere, yapı denetim sisteminin gerekliliğini göstermiştir. Marmara depreminin
ardından yapıda denetim sisteminin devreye girmiş olması, çok ciddî bir adım
olarak değerlendirilmektedir.
BAŞKAN - Sayın Pekel,
lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.
SEDAT PEKEL (Devamla) -
Toparlıyorum efendim.
Ancak, görülüyor ki, yapı
denetim sistemini düzenleyen kanun, ne yazık ki, yetersiz kalmaktadır.
Yapı denetiminde en
önemli sorunlardan birini de, denetim ücretlerinin yüksekliği oluşturmaktadır.
4708 sayılı Kanunla, yapı yaklaşık maliyetinin yüzde 3'ü olan asgarî denetim
ücreti, yeterli teknik denetimlerden kaçınılmasına neden olabilmektedir. Bu
nedenle, asgarî denetim ücreti, yasal bir düzenlemeyle makul düzeylere çekilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
inşaat sektöründe ortaya çıkacak canlanma, bu sektöre girdi veren çok sayıdaki
imalat sanayii sektörünün canlanmasına da olanak verecektir.
İnşaat sektörü, genelde
emek/yoğun bir sektör olduğu için, istihdamın artışında da önemli bir etki
yaratacaktır. Bu nedenle, AKP Hükümetinin bu sektörün önünü açacak icraatlar
yapacağını, özellikle son dönemde artan ve inşaat maliyetinde önemli bir yer
tutan demir fiyatlarının makul düzeylere indirilmesi konusunda çalışma
yapacağını ümit ediyor; sözlerime son verirken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Pekel.
Saygıdeğer
milletvekilleri, gündemdışı konuşmalar tamamlanmıştır.
Başkanlığın Genel Kurula
diğer sunuşları vardır.
2 adet genel görüşme
önergesi vardır; ayrı ayrı okutuyorum:
B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve
Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ
1.- Ankara
Milletvekili Yakup Kepenek ve 22 milletvekilinin, ABD ile ekonomik ilişkiler
alanındaki bazı konular hakkında genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi
(8/8)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Ankara
9 Şubat 2004
Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın Amerika Birleşik Devletlerine yaptığı resmî seyahat, doğal olarak,
toplumu ve devlet faaliyetlerini yakından ilgilendirmektedir. Bu seyahatin,
özellikle iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler yönünden önemi çok açıktır.
Böyle olmakla birlikte,
Başbakanın ABD gezisi sonrasında Türkiye-ABD ilişkilerinin ekonomik boyutları
bağlamında neler görüşüldüğü, hangi sonuçlara varıldığı ve anlaşmalar yapıldığı
konularında, bugüne kadar kamuoyuna yeterince bilgi verilmemiştir. Bu konudaki
basın-yayında yer alan bilgiler de yetersiz ve çok dağınıktır.
Bu nedenle, iki ülke
arasındaki resmî görüşmelerde:
1- Ekonomi alanında
ABD'nin Türkiye'den istekleri nelerdir?
2- ABD isteklerinin
hangileri yerine getirilecektir?
3- Eğer, basına yansıdığı
gibi, Uzan Grubunun Motorolaya olan 2 900 000 000 dolarlık borcu Türkiye
tarafından ödenecek midir?
4- Motorolanın borcu ödenecekse,
bu ödeme nasıl karşılanacaktır?
5- Ülkemizde faaliyet
gösteren ABD kökenli Cargill Şirketinin mısırdan nişasta şekeri (yapay
tatlandırıcı) üretimi üzerindeki kota kaldırılacak mıdır?
6- Yapay tatlandırıcı
kotanın kaldırılması sonucu ülkemizin pancar
üreticileri ve şeker sanayii nasıl etkilenecektir?
7- Cargill ile ilgili olarak görülmekte olan davalar
konusunda kolaylık sağlanacağı sözü verilmiş midir?
8- Böyle bir söz
verilmesi, Anayasanın bağımsız yargı kavramıyla bağdaşmakta mıdır?
9- Türkiye-ABD
ticaretinde, Türkiye çıkışlı, özellikle ülkemizde kurulacak nitelikli sanayi
bölgelerinde üretilecek ürünlerin ABD'ye satışında kolaylık gösterilecek midir?
10- Türkiye'ye ABD
şirketlerinin yatırım yapması konusundaki gelişmeler nedir?
Yukarıda sayılan ve ABD
ile ekonomik ilişkilerde yer alan benzeri konuların açıklık kazanması amacıyla
Anayasanın 98 inci ve İçtüzüğün 102 nci ve 103 üncü maddeleri uyarınca genel
görüşme açılmasını istiyoruz.
Saygılarımızla.
1- Yakup Kepenek (Ankara)
2- Ahmet Sırrı Özbek (İstanbul)
3- Ersoy Bulut (Mersin)
4- Ali Oksal (Mersin)
5- Muharrem Toprak (İzmir)
6- Ali Rıza Gülçiçek (İstanbul)
7- Salih Gün (Kocaeli)
8- Rasim Çakır (Edirne)
9- Sıdıka Sarıbekir (İstanbul)
10- Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
11- Kemal Kılıçdaroğlu (İstanbul)
12- İsmail Özay (Çanakkale)
13- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
14- İdris Sami Tandoğdu (Ordu)
15- Nail Kamacı (Antalya)
16- Halil Tiryaki (Kırıkkale)
17- Mustafa Özyurt (Bursa)
18- Nadir Saraç (Zonguldak)
19- Mustafa Gazalcı (Denizli)
20- Mehmet Işık (Giresun)
21- Kâzım Türkmen (Ordu)
22- Vezir Akdemir (İzmir)
23- Nezir Büyükcengiz (Konya)
Gerekçe :
Amerika Birleşik
Devletleri, yarım asır öncesinden başlayarak ülkemiz ile siyasal, ekonomik ve
savunma alanında işbirliği yapmaktadır.
Yine aynı ülke, özellikle 1990 sonrasında yaşanan uluslararası gelişmelerin de
katkısıyla, dünya devletleri içinde süper güç konumu kazanmıştır,
Türkiye-ABD siyasal
ilişkileri önemli olmakla birlikte, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de
büyük önem taşıyor. Ülkemizin uyguladığı IMF destekli İstikrar Programı'na,
ABD'nin belirleyici bir duyarlılık gösterdiği yadsınamaz. Ek olarak, Türkiye
çıkışlı ürünlerin, özellikle, ayakkabı, dokuma ve deri sanayii ürünlerinin ABD
pazarında satışına bu ülke tarafından kolaylık gösterilmesi ve ABD
şirketlerinin ülkemizde mal ve hizmet üretimi amacıyla yatırım yapmalarının
sağlanması da ekonomimiz açısından oldukça önemlidir. Başbakanın seyahatinde bu konularda yapılan görüşmeler ve
bunların sonuçlarının kamuoyu tarafından bilinmesi, çok önemlidir. Ek olarak :
1- Ülkemizin Uzan
Grubunun ABD'nin Motorola ortaklığına olan 2 900 000 000 dolarlık borcu bu
tartışma noktalarından biridir. Başbakan Erdoğan'ın bu borcun ödeneceği sözü
verdiği basında yer almış ve yalanlanmamıştır. Motorola borcu, iç ya da dış
borçlanma ile mi ödenecektir? Bu sorunun yanıtı verilmelidir.
2- Cargill şirketine
ilişkin olarak:
a- Bu şirketin esas
faaliyeti nişasta kökenli şeker üretimidir. Türkiye hükümetleri, pancar
üreticilerini ve şeker sanayiini korumak amacıyla mısır şekerine yüzde 10 kota
uyguluyordu; ABD baskıları sonucu bu kota oranı yüzde 15'e çıkarılmıştı.
Başbakan Erdoğan'ın ABD Başkanına, mısır şekeri kotasını artırma sözü verip
vermediği, eğer kota artırılacaksa yeni kota miktarının ne kadar olacağı, başta
pancar üreticileri olmak üzere kamuoyuna açıklanmalıdır.
b- Cargill firması,
Bursa'daki fabrika inşaatı nedeniyle yargılanmaktadır. Başkan Bush'a, bu konuda
bir yargılama kolaylığı sağlanacağı sözü verilmiş midir? Eğer böyle bir söz
verilmişse, bu sözün, Anayasamızın yargı bağımsızlığı ilkesiyle bağdaşmadığı
neden gözönüne alınmamıştır.
c- Cargill, Ülkerin
ortağıdır ve Başbakan Erdoğan'ın da ortağı olduğu Yeni Doğan Gıda Pazarlama ve
Ticaret A. Ş. Ülkerin bayiidir. Başbakana uzanan bu şirket ilişkileri
Cargill'in kollanmasında etkili olmuş mudur?
d- ABD'nin kimi en üst
düzey devlet yöneticilerinin Cargill firmasıyla parasal ilişkileri olduğu
yönünde basında yer alan haberlerin doğruluk derecesi nedir?
Genel görüşme açılması,
Meclisin bilgi edinme ve denetim işlevlerinin yerine getirmesiyle birlikte, bu,
çok önemli konuların açıklık kazanması ve ülke kamuoyu tarafından bilinmesi
için de gereklidir.
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge gündemdeki yerini
alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Diğer önergeyi
okutuyorum:
2. - İstanbul Milletvekili Birgen Keleş ve 22
milletvekilinin, TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi konusunda genel görüşme açılmasına
ilişkin önergesi (8/9)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Sektöründe Avrupa'nın 7
nci büyük şirketi olan ve dünyanın en iyi 400 şirketi arasında bulunan
TÜPRAŞ'ın kamuda kalan yüzde 65,76 hissesi de özelleştirilmek üzere ihaleye
çıkarılmıştır. TÜPRAŞ'ın özelleştirilmesi konusunda kamuoyunda yapılan
tartışmalar, gerek özelleştirme nedenlerinin gerek ihale koşullarının gerekse
ihale sonuçlarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesini kaçınılmaz
kılmaktadır. Bu nedenle, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri
uyarınca genel görüşme açılmasını arz ve teklif ederiz.
1- Birgen Keleş (İstanbul)
2- Ahmet Sırrı Özbek (İstanbul)
3- Ersoy Bulut (Mersin)
4- Ali Oksal (Mersin)
5- Muharrem Toprak (İzmir)
6- Ali Rıza Gülçiçek (İstanbul)
7- Salih Gün (Kocaeli)
8- Rasim Çakır (Edirne)
9- Kemal Kılıçdaroğlu (İstanbul)
10- Sıdıka Sarıbekir (İstanbul)
11-Mehmet Mesut Özakcan (Aydın)
12- İsmail Özay (Çanakkale)
13- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
14- İdris Sami Tandoğdu (Ordu)
15- Nail Kamacı (Antalya)
16- Halil Tiryaki (Kırıkkale)
17- Mustafa Özyurt (Bursa)
18- Nadir Saraç (Zonguldak)
19- Mustafa Gazalcı (Denizli)
20- Mehmet Işık (Giresun)
21- Kâzım Türkmen (Ordu)
22- Vezir Akdemir (İzmir)
23- Nezir Büyükcengiz (Konya)
Gerekçe:
Petrol ürünleri sanayii,
hampetrolün rafinerilerde stoklanıp arıtılmasını ve üretilen ürünlerin dağıtım
kuruluşları aracılığıyla tüketiciye ulaştırılmasını içeren entegre bir
yapıdadır. TÜPRAŞ, 27 600 000 ton/yıl kapasiteyle Türkiye rafinaj kapasitesinin
yüzde 86'sına sahiptir. Yeniden edinme değeri, 7 000 000 dolar dolayındadır.
2002 yılı itibariyle 16,5 katrilyon TL ciro, 557 000 000 dolar ihracat yapan ve
Türkiye'nin en fazla Kurumlar Vergisi ödeyen şirketlerinden olan TÜPRAŞ,
devlete, ayda 900 trilyon TL kaynak sağlamaktadır. Ürettiği ürünler açısından
büyük stratejik öneme ve özellikle askerî ihtiyaçlar bakımından yaşamsal değere
sahiptir. TÜPRAŞ, mevcut yapısıyla, Avrupa'nın en modern ve en verimli
rafinerileri arasındadır. 4.12.2003 tarih ve 5015 sayılı Petrol Piyasası
Kanununun 5 inci maddesi, TÜPRAŞ'a rafinajın yanı sıra akaryakıt dağıtım
faaliyetlerinde bulunma hakkı da vermektedir. Özelleştirme politikası
savunulurken genel olarak ileri sürülen gerekçelerin hiçbirisi TÜPRAŞ için
geçerli değildir.
TÜPRAŞ devletin sırtında
bir yük oluşturmamaktadır. 2002 yılı net kârı 174 trilyon TL'dir.
TÜPRAŞ, Türkiye'nin
rafinaj kapasitesinin yüzde 86'sına sahiptir. Ancak, yüzde 34,24'lük hissesi
halka açıktır ve bu hisse içerisinde yabancı yatırımcı payı yüzde 43,4'tür.
Kamuda kalan yüzde 65,76 hissesi blok olarak satıldığında, TÜPRAŞ, özel/yabancı
bir tekel haline gelecektir. Dağıtım hakkını da kazanmış olması, özel/yabancı
tekele daha da büyük bir güç sağlayacaktır. Dolayısıyla, özelleştirme nedeniyle
sık sık kullanılan tekelin kırılması savı, TÜPRAŞ açısından geçerli değildir.
Özelleştirmenin TÜPRAŞ'a
verimlilik sağlayacağı da söylenemez. TÜPRAŞ, Türkiye'nin en büyük 500 şirketi
arasında birinci sıradadır. Avrupa'nın en modern ve verimli rafinerileri arasındadır.
Çok iyi yetişmiş elemanlara, büyük bir teknik birikime sahip, yeni yatırımlarla
güçlendirilmiş, kârlı, verimli, modern bir kuruluştur.
Sermayenin tabana
yayılması savı da TÜPRAŞ için geçerli değildir. Blok satış kararı alındığından,
özelleştirme sonucunda şirketin çoğunluk hissesi tabana yayılmayacak,
özel/yabancı bir şirketin kontrolüne geçecektir.
Özelleştirmeyle teknoloji
transferi sağlanacağı tezi de TÜPRAŞ açısından geçerli değildir; çünkü, master
plan çerçevesinde başlatılan 2 milyar dolarlık yatırım seferberliği 2004 yılı
sonunda tamamlanacak ve 80 000 000 dolar ek bir yatırımla TÜPRAŞ'ın tüm
ürünleri Avrupa standardına ulaşmış olacaktır. TÜPRAŞ, yatırım master planı
çerçevesinde yaptığı tüm yatırımları kendi olanaklarıyla gerçekleştirmiştir.
Özetle, genelde
özelleştirme için kullanılan argümanların hiçbirisi TÜPRAŞ açısından geçerli
olmadığı gibi, özelleştirme stratejik açıdan, istihdam açısından, bütçe
açısından ek sorunlar yaratacaktır. Kaldı ki, TÜPRAŞ'ın hem ihale yöntemi, hem
de ihale sonuçları büyük tartışmalara yol açmaktadır. İhalede çok düşük teklif
verilmesi, ihaleden sonra açık artırmaya gidilmemesi, Zorlu Grubunun ihaleye
son dakikada katılması, Efremor Kautschuk Gmbh Şirketinin ne olduğu ciddî
tartışma konusudur. Efremor Şirketinin adresinde bulunmadığı, şirket yönetimine
telefonla bile ulaşılamadığı ve şirketin yüzde 49'unun tanınmayan bir off-shore
şirketi olduğu iddia edilmektedir. Bu ve benzeri iddialar, TÜPRAŞ'ın
özelleştirilmesinin TBMM'de genel görüşme açılarak incelenmesini daha da acil
hale getirmektedir.
BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge gündemdeki yerini
alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası
geldiğinde yapılacaktır.
Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım.
IV.-
ÖNERİLER
A) DanIşma Kurulu Önerİlerİ
1.- Kıbrıs
konusuyla ilgili (8/7) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmesinin
yapılmasına, sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmemesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 66 Tarihi : 17.2.2004
Genel Kurulun 17.2.2004
Salı günkü (bugün) birleşiminde, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 139 uncu sırasında yer
alan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol ve İstanbul Milletvekili Ali Topuz'un, Kıbrıs
konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir
genel görüşme açılmasına ilişkin (8/7) esas numaralı genel görüşme önergesinin
öngörüşmesinin yapılması, sözlü sorular ve diğer denetim konularının
görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına sunulması, Danışma Kurulunca uygun
görülmüştür.
Sadık Yakut
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Vekili
Eyüp Fatsa Ali Topuz
AK Parti Grubu Başkanvekili CHP Grubu Başkanvekili
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
İçtüzüğün 37 nci
maddesine göre verilmiş 2 adet, doğrudan gündeme alınma önergesi vardır; ayrı
ayrı okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.-
Balıkesir Milletvekili Ali Kemal Deveciler'in, Balıkesir İlinde Altınoluk Adı
ile Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/64) doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/144)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
28 Ocak 2003 tarihinde
Başkanlığımıza vermiş olduğum (2/64) esas nolu Balıkesir İlinde Altınoluk
Adıyla İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifimin üzerinden yaklaşık bir yıl
geçmesine rağmen herhangi bir işlem yapılmamıştır.
İçtüzüğün 37 nci
maddesine göre gereğinin yapılmasını arz ederim.15.1.2004
Ali Kemal Deveciler
Balıkesir
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Deveciler, söz
talebiniz var; buyurun.
ALİ KEMAL DEVECİLER
(Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Balıkesir İlimizin Edremit
İlçesine bağlı Altınoluk Beldesinin Yüce Meclisimizce ilçe yapılması
hususundaki görüşlerimi açıklamak amacıyla söz almış bulunmaktayım. Konuşmama
başlamadan önce hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
Altınoluk Beldesi, Yunan mitolojisinde İda diye anılan, bugünkü adıyla Kaz
Dağlarının güney yamaçları ve Edremit Körfezinin kuzeyinde kurulmuş, mavi ile
yeşilin birbirine karıştığı, ender doğa güzelliklerini sinesinde toplamış şirin
bir beldemizdir.
E-24 karayolu üzerinde
bulunan ve Balıkesir İlinin Çanakkale sınırına en yakın bir yerleşim birimi
olan Altınoluk, Çanakkale'ye 110, İzmir'e 225, Balıkesir'e 115, İlçe Merkezi
Edremit'e 25, batıda Çanakkale'nin Ayvacık İlçesine 35 kilometre uzaklıktadır.
22 000 hektar alanı
kapsayan yüzölçümünün 10 000 hektarı ormanlık alan, 2 700 hektarı planlanmış
alan olup, geriye kalan bölümü zeytinliklerle kaplıdır.
2000 yılında 11 028, 2003
yılında 15 000'i aşmış olan Altınoluk'un nüfusu, turizmin gelişmesiyle yaz
aylarında 200 000'in üzerine çıkmaktadır.
450 yılı aşan geçmişe
sahip beldemiz, 1927 yılına kadar Papazlık adıyla bilinirken, bu tarihten
itibaren Altınoluk adını almıştır. Ayrıca, beldemiz sınırları içerisinde üç
yıldır kazıları devam etmekte olan 2 800 yıllık tarihî Antandros Şehri
mevcuttur. Bu şehrin bulunduğu alan arkeolojik SİT olarak koruma altına
alınmıştır. Altınoluk köy merkezi, kentsel SİT alanı olup, Rum ve Osmanlı sivil
mimarlık örnekleri koruma altındadır.
1923 yılından 1983 yılına
kadar, 60 yıl bucak merkezi olan Altınoluk, 1983 yılında bucak müdürlüklerinin
kaldırılmasıyla Edremit İlçesine bağlı olarak kalmıştır.
1957 yılında kasabada
belediye kurulup kurulmaması yolunda yapılan halkoylaması sonunda, halkın,
belediye kurulması yönünde istemini ortaya koymasıyla, aynı yıl belediye
kurularak çalışmalarına başlamıştır.
Belediyenin kurulması ve
turizm hareketlerinin giderek hızlanmasıyla büyük bir gelişme gösteren
Altınoluk, giderek, Edremit Körfezinin ve Türkiyemizin, hatta Avrupa'nın en
önemli turistik merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Başta Kaz Dağları ve
Antandros kazıları olmak üzere, sahip olduğu tarihî zenginliklerin yanında,
asırlık çınar ağaçları, bol oksijenli güzel havası, tertemiz denizi, kaynak
suları ve güleryüzlü, sıcakkanlı insanlarıyla son yıllarda bir turizm patlaması
gerçekleştiren Altınoluk, otel ve motellerin dışında, ev pansiyonculuğunu da
geliştirerek bugünkü durumuyla Balıkesir'in 18 ilçesinin 8'inden -nüfus,
ekonomi, kültür ve coğrafî anlamda- büyük olup, ilçe olmayı çoktan hak etmiş
bulunmaktadır; çünkü, bu hareketliliği ve artan nüfusuyla Altınoluk halkı ve
köylerde yaşayanlar, devletle ve çeşitli kurumlarla olan her türlü işlerini,
Altınoluk'un bağlı olduğu 25 kilometre uzaklıktaki Edremit İlçesinde halletmek
zorunda kalmaktadır. Bu durum, halkımızın büyük sıkıntılar yaşamasına ve iş
kaybına neden olduğu gibi, turizm açısından da olumsuz etkilere neden
olmaktadır.
Beldemizin, ilçeye
dönüştürülmesinin getireceği olanaklarla daha da gelişeceğine, sosyal,
kültürel, ekonomik ve turizm yönünden örnek bir ilçe olacağına ve yurdumuzu
bütün dünyada daha iyi tanıtacağına inancımız tamdır.
Değerli milletvekilleri,
Altınoluk Beldesinin ilçe olması durumunda, Altınoluk Beldesine çevredeki en
yakın köyler olan Narlı, Doyran, Avcılar, Arıtaşı, Tahtakuşlar, Çamlıbel,
Kavlaklar'ın ve Kızılçukur yerleşim birimlerinin bağlanması uygun olacaktır. Bu
yerleşim birimlerinin Altınoluk'a uzaklıkları, 6 ilâ 12 kilometre olup,
Edremit'e uzaklıkları ise 33 ile 20 kilometre arasındadır.
Altınoluk Beldesinin ilçe
olması durumunda, Edremit İlçesinin nüfus ve yüzölçümü bakımından önemli bir
kaybının olmayacağını da burada sizlere bildirmek istiyorum.
Altınoluk ve yukarıda
belirttiğim bağlanması gerekecek 7 köy ve 1 yerleşim biriminin son 2000 yılı
nüfusları toplamı 16 748'dir. Edremit İlçe nüfusu ise aynı yılda 73 500
idi. Altınoluk'un ayrılması durumunda, bu nüfus, o günkü sayıyla 56 752'ye
düşmüş olacaktır.
Yine, 708 kilometrekare
olan Edremit'in ilçe yüzölçümünden Altınoluk merkez ve bağlanması gerekecek
köylerin yüzölçümü toplamı olan 94 kilometrekare düşüldüğünde, geriye,
Edremit'e 614 kilometrekare yüzölçümü kalacaktır.
Görülüyor ki, 7 köy ve 1
yerleşim biriminin Altınoluk'a bağlanması durumunda, Anayasamızın öngördüğü
sosyal devlet anlayışına uygunluk daha çok ortaya çıkmış olacaktır.
Burada asıl önemli olan,
Edremit İlçesinin alan ve nüfus kaybından ziyade, Altınoluk ve Altınoluk'a
bağlanması düşünülen yerleşim birimlerindeki insanların ihtiyaçları olan
hizmetleri onlara daha etkin bir şekilde sağlamak ve bu konuda insanlarımıza
yardımcı olmaktır.
Altınoluk'un ilçe
olmasının jeopolitik açıdan da büyük önemi vardır; çünkü, Ege Denizindeki Yunan
adalarına çok yakın bir konumdadır ve beldenin ortasından E-24 karayolu
geçmektedir. Turizm bakımından çok gelişmiş olması nedeniyle de ayrıca ilçe
olması gereken bir yerleşim birimidir.
Turizm dışında, belde ve
köy sınırları içerisinde bulunan 450 000'e yakın zeytin ağacının bulunması yöre
ekonomisi için büyük önem taşımaktadır; çünkü, bu zeytinliklerin ürünü, belde
halkının yanı sıra, çevre il, ilçe ve köylerden gelen işçiler tarafından
toplanıldığından yaz aylarında olduğu gibi, kış aylarında da Antınoluk'ta canlı
bir ekonomi yaşanmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ALİ KEMAL DEVECİLER
(Devamla) -Bu zeytinliklerden üretilen ortalama 45 000 ton zeytinin ülke
ekonomisine akçalı olarak katkısı 20 trilyon lira civarındadır. Tariş
kayıtlarına göre de her yıl 700 ton civarında zeytinyağı, üyeler tarafından
Tariş'e dökülmekte ve bunun parasal karşılığı olan 3 trilyon lira da üyelere
ödenmektedir.
Bu sözlerimden
anlaşılacağı gibi, Altınoluk Beldesinin en önemli gelir kaynakları, ülke
ekonomisine de büyük katkı sağlayan turizm, zeytin ve zeytin ürünleridir.
Şu anda 4 mahalleden
oluşan Altınoluk'un en önemli özelliklerinden birisi de, arıtmalı kanalizasyon
sisteminin mevcut olması ve yazın 200 000'i bulan nüfusuna rağmen, su sorununun
bulunmamasıdır.
Değerli milletvekilleri,
özellikle son yıllarda dağ turizminin gelişmesiyle de yerli ve yabancı
turistlerin büyük ölçüde ilgisini çeken Altınoluk, İsviçre Alplerine eşdeğer
bol oksijenli güzel havası, mavi bayrak taşıyan temiz denizi, tarihî yapıtları
ve güleryüzlü insanlarıyla ilçe olmayı gerçekten hak eden bir beldemizdir.
Okuma yazma oranı yüzde
100 olan Altınoluk'ta, her yıl düzenlenen kültür ve sanat ağırlıklı
festivaller, çeşitli ulusal ve uluslararası düzeydeki panel, sempozyum ve
konferanslar, bu şirin beldemizin dünya çapında daha çok tanınmasına neden
olmaktadır.
Anlatmaya çalıştığım gibi
son yıllarda bir turizm patlaması yaşayan Altınoluk, ekonomik gücü, doğasının
cömertliği, görülmeye değer tarihî ve kültürel zenginlikleriyle, Türkiye ve
dünya turizm hareketlerinde önemli bir yer almaya başlamıştır.
Ayrıca, Altınoluk ve
mücavir alanı içerisinde, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Erdemir, Sosyal
Sigortalar Kurumu, Ankara Belediyesi gibi resmî kuruluşlarımıza ait kamplar ve
dinlenme tesisleri bulunmaktadır. Bu tesisler de, Altınoluk'a ayrı bir
hareketlilik getirmektedir.
Bu geniş alanda bulunan 4
adet jandarma karakoluyla güvenlik sağlanmakta olup, son on yıl içerisinde
güvenlikle ilgili etkili bir olay tespit edilmemiştir; ancak, Altınoluk, hızla
büyüyen, gelişen ve nüfusu hızla artan bir yerleşim birimi olduğundan, polis
örgütüne ve adliyeye büyük ihtiyaç duyulmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Altınoluk'la ilgili bazı gelişmeleri sizlere sunmak istiyorum. 1994 yılında
Emlak Vergisi mükellefi sayısı 14 245 iken, 2004 yılında bu sayı 34 433'e
ulaşmıştır. Aynı şekilde, 1994 yılında Çevre Temizlik Vergisi mükellefi sayısı
3 100 iken, bu sayı 2004 yılında 24 686'ya, su abone sayısı ise 5 988'den 15
372'ye ulaşmıştır.
BAŞKAN - Sayın Deveciler,
lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.
ALİ KEMAL DEVECİLER
(Devamla) - Bitiriyorum.
Şu anda 5 000 kişilik amfiteatrı, değerli işadamı
Ayhan Şahenk'in katkısıyla yapılan kapalı kültür salonu, olimpik standartlarda
çim sahası, helikopter pisti, yıldızlı otelleri ve pansiyonlar, 2 tenis kortu
ve 1 adet halı sahayı içerisinde barındıran spor kompleksi, 5 000 kitap
kapasiteli halk kütüphanesi, belediye tarafından yapılan sosyal konutları,
asfalt plenti, ÇED raporu onaylı çöp depolama merkezi, tarihî Antandros antik
kenti bilimsel kazıları, Çam Mahallesinde bulunan ve Anıtlar Kurulu tarafından
tescil edilen 36 adet tarihî binası, 3 ünitesi tamamlanan arıtma tesisli
kanalizasyon sistemi, katılımcı demokrasinin gereği olarak oluşturulan Kent
Meclisi, optimist ve laser dalında eğitim veren yelken kulübü, play-off'a
kalmayı garantileyen futbol kulübü, amatör deplasmanlı ligde mücadele eden
voleybol kız takımının çalışmaları, yapımı süren sanayi sitesi ve şehirlerarası
otobüs terminali ile yapımı tamamlanan ve uluslararası düzeyde olan Türkiye'nin
ilk astım hastanesi ile dağ ve deniz turizminin dışında sağlık turizmine de
büyük hizmet verecek olan hastanesiyle Altınoluk, sizlerin değerli katkılarıyla,
Türkiyemizin tanıtımına büyük katkıda bulunacak bir ilçemiz olacaktır.
Şirin Altınoluk
Beldemizin ilçe olması için vereceğiniz katkı ve desteklere şimdiden teşekkür
ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
Saygıdeğer
milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
İkinci önergeyi
okutuyorum:
2.- Kars Milletvekili Selami Yiğit'in; 4876 Sayılı "TC
Ziraat Bankası A.Ş ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Üreticelere
Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden
Yapılandırılmasına İlişkin Kanun'da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifinin (2/191) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/145)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
(2/191) esas numaralı
kanun teklifime İçtüzüğün 37 nci maddesine göre işlem yapılması hususunu
saygılarımla arz ederim.
Selami Yiğit
Kars
BAŞKAN - Sayın Yiğit,
konuşacak mısınız?
SELAMİ YİĞİT (Kars) -
Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
SELAMİ YİĞİT (Kars) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4876 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat
Bankası ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Üreticilere Kullandırılan ve
Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanunda
değişiklik yapılmasına dair verdiğim kanun teklifi ilgili komisyonda süresi
içinde sonuçlandırılmadığından, İçtüzüğün 37 nci maddesi uyarınca, doğrudan
Genel Kurulun gündemine alınmasını temin maksadıyla söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
hatırlanacağı üzere, 5 Haziran 2003 tarihinde, gece geç saatlere kadar
görüşmeleri süren 4876 sayılı Yasa, uygulamada çeşitli sorunlarla karşı karşıya
kalmıştır. Söz konusu yasa tasarısının genel gerekçesinde, çiftçi borçlarının
zamana yayılarak ödenmesinin sağlanması, tarım sektörünün canlanması
hedeflenmekteydi.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, anılan kanun çıkalı yaklaşık sekiz ay oldu; ama, çiftçimizin
perişanlığı devam ediyor. Yasanın uygulama sonuçlarına baktığımızda, amaca
ulaşmadığı anlaşılmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, tarım kredi kooperatiflerinin yaklaşık 234 000 ortağının 2003 yılı ekim
ayı sonuna kadar ödemeleri gereken 131 trilyon lira olan birinci taksit tutarı,
29 Ocak 2004 tarihi itibariyle ancak 87 trilyon TL olarak tahsil
edilebilmiştir. 74 000 ortağın 44 trilyonluk taksit borcu tahsil edilememiştir.
Bunun üzerine, Tarım Kredi Kooperatifleri Yönetim Kurulu, taksitlerin tahsilini
mümkün kılabilmek için 30 Nisan 2004 tarihine kadar süreyi uzatmıştır. Sonuç
olarak, yüzde 30'luk ilk taksiti ödemeyenleri ve hiç başvuruda bulunmayan
ortakları dikkate aldığımızda, tarım kredi kooperatifi ortağı çiftçilerimizin
yüzde 40'ı 4876 sayılı Kanunun mağduru durumundadır. Aynı aksama, Ziraat
Bankası açısından da yaşanmakta olup, Ziraat Bankası da 4876 sayılı Kanunda
öngörülen sürenin bitimini takiben 30 Nisan 2004 tarihine kadar ek bir süre
vermek durumunda kalmıştır. Anlaşılan odur ki, yeni bir yasal düzenleme
yapılmazsa, çiftçilerimiz yeni mağduriyetlere uğrayacaklardır.
Değerli milletvekilleri,
4876 sayılı Yasa kapsamında yeniden yapılandırmadan yararlanma süresi sona
erdiği için devam edecek mi etmeyecek mi, edecekse hangi koşullarla devam
edecek, devam etmeyecekse banka mevzuatı doğrultusunda borcun tamamının
muacceliyeti yolundaki bir uygulamanın neden olacağı ilave yüklerin boyutları
nedir, ne kadardır ve çiftçinin ne gibi sorunlarla karşılaşacağı maalesef
bilinmemektedir.
Değerli milletvekilleri,
yukarıda belirtmeye çalıştığım tahsilattaki aksaklıklar Türkiye geneli için
geçerlidir. Oysa, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine baktığımız zaman durum
çok daha olumsuzdur. Örneğin, seçim bölgem Kars'ta, Ziraat Bankasına müracaat
eden ve peşinatını yatıran çiftçilerden ilk taksiti ödeyenlerin oranı Türkiye
genelinin çok çok altındadır. Yine, Kars'ta, tarım kredi kooperatiflerine olan
borçların yeniden yapılandırılmasıyla birlikte şu ana kadar tahsil edilmesi
gereken paranın yarısı bile tahsil edilememiştir.
Değerli milletvekilleri,
kanun teklifimiz, 4876 sayılı Kanunun 1 inci ve 3 üncü maddelerinde değişiklik
yapılmasını öngörmektedir. 4876 sayılı Kanunda değişiklik yapılmasına dair
kanun teklifimizin 1 inci maddesi, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne borçlu
olan çiftçilerin de 4876 sayılı Kanun hükmünden yararlanmasını öngörmektedir.
Söz konusu yasayla, TİGEM'e borçlu olan çiftçiler mağdur edilmişlerdir. Kanun
teklifimiz Genel Kurulca kabul edildiği takdirde, bu mağduriyet ortadan
kalkacaktır.
Teklifimiz, toplam borcun
peşin ödenen yüzde 10'luk kısmından artakalan borç miktarının üçte 1'i 2004
Ekim ayı sonuna kadar, ikinci üçte 1'lik kısım 2005 yılının ekim ayı sonuna
kadar ve son üçte 1'lik borç taksiti 2006 yılının ekim ayı sonuna kadar
yayılmak suretiyle mağdur çiftçilerimize bir parça nefes alma imkânı
sağlayacaktır.
Değerli milletvekilleri,
gerek tarım kredi kooperatifleri gerekse Ziraat Bankasının yönetim kurulları bu
ödeme sürelerini ertelemek durumuyla karşı karşıyadırlar ve bu fiilî durumu da
gözönünde bulundurarak, Yüce Genel Kurulun kanun teklifimizi kabul etmesi
halinde, çiftçilerimizin isteği doğrultusunda bir görev yapmış olacağız.
Bu vesileyle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Yiğit,
teşekkür ediyorum.
Sayın Öğüt, buyurun.
Süreniz 5 dakikadır.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TC Ziraat Bankası AŞ ve Tarım Kredi
Kooperatifleri Tarafından Üreticilere Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen
Tarımsal Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin 4876 sayılı Kanunun bir
maddesinde değişiklik yapılması için vermiş olduğum kanun teklifimin gündeme
alınmasını arz ediyorum; bu vesileyle, bizi televizyonu başında izleyen bütün
çiftçilere ve vatandaşlarımıza selam ve saygılarımı iletiyorum.
Değerli milletvekilleri,
6 Haziran 2003 tarihinde bir kanun çıkardık, Türkiye'deki çiftçilerin
borçlarının ertelenmesi ve durumlarının iyileştirilmesi için; ancak,
çiftçilerimiz, borçlarını, şu ana kadar ödeyemedi. 415 000 çiftçimiz borcunu
ödeyemedi. Hükümet, bu borçları 30
Nisan tarihine kadar erteledi; fakat, çiftçilerimizin, bu kış şartlarında,
ekonomik sıkıntılar içerisinde bu borçlarını ödemesi mümkün değildir. Benim
istirhamım, bu çiftçi borçlarının bir yıl uzatılarak taksite bağlanmasıdır;
yani, benim teklifim, birinci taksitini 2003 Ekiminde yatırmayanlar, faizsiz
olarak 2004 Ekiminde birinci taksiti yatırsınlar; 2005'te ikinci taksitini,
2006'da da üçüncü taksitini yatırsınlar. Eğer böyle olmazsa, hakikaten, bu kış
şartları altında, çiftçilerimizin borcunu ödemesi mümkün değildir.
Ayrıca, tarımsal kalkınma
kooperatiflerimiz var. Bu tarımsal kalkınma kooperatiflerimize olan borçlarda,
maalesef, şu ana kadar bir erteleme olmadı. 3 Kasım seçimlerinden önce, biz de,
İktidar Partisi de, söz verdik: Gelir gelmez çiftçi borçlarının faizlerini
sileceğiz, anaparayı da dörde böleceğiz. Başkanım, doğru mu bu; doğrudur.
Ancak, ne oldu; Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine olan çiftçi
borçlarına bir iyileştirme yaptık, o da ödenmedi; fakat, tarımsal kalkınma
kooperatiflerine de borçlar ödenmedi ve erteleme olmadı, bir kolaylık
getirilmedi. Şu anda, 94 000 tane dosya, Bakanlar Kurulu kararıyla Maliye
Bakanlığına aktarıldı; Maliye Bakanlığına, çiftçilerimizi icraya vermek üzere
bu dosyalar aktarıldı. Şu anda, daha önceki borçlarından ötürü de borçlarını
ödeyemeyen çiftçilerimizin evlerine haciz gitmeye başladı. Anadoluda, şimdi,
gideceksiniz, 28 Marttaki seçimlerin propagandasında göreceksiniz. Eğer, Adalet
ve Kalkınma Partisi çiftçi dostuysa, bu kanun teklifimizi kabul etsin, gündeme
alsın; hiç olmazsa, bu kış şartları altında insanların evine icra gitmesin,
haciz gitmesin. Aksi takdirde, hakikaten, Anadolu'da perişan bir durumda olan
çiftçilerimizin borçları ödenmez duruma gelmiştir ve herkesin evine şu anda
haciz gitmiştir. Dahası var; Maliye Bakanlığı, 94 548 çiftçimize de hacze
başlayacak; yani, bu çiftçilerimizi perişan duruma düşürmeyelim.
Sevgili Başkanım, sevgili
milletvekilleri; hükümet, geldiği zaman "acil eylem planı" dedi. Bir
yıllık acil eylem planında "biz, bu işleri gelir gelmez
çözeceğiz..." Bırakın çözmeyi,
hakikaten, çiftçi perişan oldu.
Burada iki partiyiz.
Sizden istirham ediyorum, şu kanun teklifini gündeme alalım ve bu çiftçilerde
bir rahatlama olsun. Bu çiftçilerde rahatlama olsun ki... Biz milletvekiliyiz;
insanlar, bizden bir şey bekliyor "sizi seçtik gönderdik, ne yapıyorsunuz
kardeşim orada" diyorlar. Hakikaten, herkes bunu diyor ve insanlar haklı.
Ne yaptığımızı ben de bilemiyorum.
Şimdi, sizin, sayınız çok
diye her şeyi reddetmeye hakkınız da yoktur. 28 Marttaki seçimlerde çiftçi size
de ders verecektir; ben, buna inanıyorum; ama, siz de dersinizi almayın, biz de
dersimizi almayalım. Gelin, iki partiyiz, birleşelim, çiftçiler için vermiş
olduğumuz şu kanun teklifini çıkaralım. Bu kanun teklifimin doğrudan gündeme
alınmasını arz ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ENSAR ÖGÜT (Devamla) -
Başkanım, 1 dakika...
BAŞKAN - Cümlenizi
tamamlar mısınız.
Buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, ödemesi 30 Nisana kadar uzatılan taksitlerin, 30 Nisana kadar
ödenmesi mümkün değil; çünkü, kış şartlarında çiftçi üretim yapamıyor; nereden
ödeyecek?! Yani, çiftçinin evine haciz gitmekle, elindeki, ahırındaki malını
almakla, elindeki traktörünü almakla da yetmez. Bunu istirham ediyorum. Nisan
ayı gübreleme zamanı; ama, halen, çiftçinin mazot parasının ikinci taksiti
ödenmedi. Bu kanun teklifimiz kabul edilir ve bu çiftçi borçları, hiç olmazsa,
bir yıl ertelenmiş olursa, çiftçilerimiz rahat nefes alır; onlar borcunu öder,
devletin kasasına para girer; aksi takdirde, çiftçiler perişan olur.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Öğüt.
Sayın milletvekilleri,
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri,
gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.
Alınan karar gereğince,
bu kısmın 139 uncu sırasında yer alan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
İzmir Milletvekili Kemal Anadol ve İstanbul Milletvekili Ali Topuz'un, Kıbrıs
konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir
genel görüşme açılmasına ilişkin önergesinin öngörüşmesine başlıyoruz.
V.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.-
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili K.
Kemal Anadol ve İstanbul Milletvekili Ali Topuz'un, Kıbrıs konusunda genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/7)
BAŞKAN - Hükümet?..
Burada.
Genel görüşme önergesi,
Genel Kurulun 10.2.2004 tarihli 50 nci Birleşiminde okunduğundan, tekrar
okutmuyorum.
İçtüzüğümüze göre, genel
görüşme açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, Hükümete, siyasî parti
gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer
imza sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri, Hükümet
ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi için 10 dakikadır.
Şimdi, söz alan sayın
üyelerin isimlerini okuyorum: Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdullah Gül; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Onur Öymen; AK Parti Grubu adına, Düzce Milletvekili Yaşar Yakış;
önerge sahipleri adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ.
İlk söz, Hükümet adına,
Sayın Abdullah Gül'ündür.
Sayın Bakanım, buyurun.
(Alkışlar)
Sayın Bakanım, süreniz 20
dakika.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi Hükümetim adına saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak
istiyorum.
Herkesin yakinen takip
ettiği gibi, geçen hafta içerisinde New York'ta Kıbrıs'la ilgili müzakereler
yapıldı. Aslında, bu süreç içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisini
bilgilendirmek için teşebbüse geçtim; ama, daha sonra, müzakerelere zarar
vereceği düşüncesiyle -ki, bu konuda uyarıldık- sizlerle, gruplarla da istişare
ederek bilgilendirmekten vazgeçtim. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisinin de böyle
bir genel görüşme talebi vardı; yine, gruplar olarak konuşuldu, bütün
arkadaşlar makul buldular ve bu haftaya kalmış oldu; bundan dolayı, Cumhuriyet
Halk Partisine ve milletvekili arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum.
Kıbrıs konusu, hepimizin
millî davasıdır. Kıbrıs konusunda Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk Halkının yüksek
çıkarlarının korunması hepimizin müşterek temel hedefidir. Bu amaçla, adil,
kalıcı, kapsamlı ve -çok daha önemlisi- yaşayabilir bir çözüme ulaşılması
Türkiye'nin her zaman temel tercihi olmuştur.
Türkiye, bugüne kadar,
Kıbrıs Türk Halkının, barış, huzur ve refah içinde yaşaması, dinî ve millî kimliğini
ve Türkiye'yle bağlarını muhafaza etmesi için elinden gelen her çabayı
göstermiştir ve göstermeye de devam edecektir; bu konuda hiçbir fedakârlıktan
da şimdiye kadar kaçınılmamıştır. Her zaman vurguladığım gibi önceliğimiz,
Kıbrıs Türkünün haklarının, güvenliğinin ve refahının korunması olmuştur. Bu,
bizim için hem siyasî ve hukukî hem de ahlakî bir yükümlülüktür.
Bu çerçevede,
Hükümetimiz, iktidara geldiği günden itibaren, Kıbrıs sorununun, adil, kalıcı
ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulması, Kıbrıs Türklerinin gerek siyasî gerekse
ekonomik olarak maruz kaldıkları baskılardan kurtulmaları için gayret
göstermiştir. Bu doğrultuda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın
Denktaş başta olmak üzere, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümetiyle daima
yakın ilişkiler içerisinde olunmuştur.
Değerli arkadaşlar,
özellikle Avrupa Birliği içindeki bazı gelişmeler, 2004 yılını Kıbrıs için
önemli ve belirleyici bir yıl olarak ortaya çıkarmıştır. Bilindiği üzere, Güney
Kıbrıs Rum Yönetiminin 1990 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti adına Avrupa Birliğine
tek taraflı olarak yaptığı tam üyelik başvurusu, çeşitli merhalelerden
geçmiştir. 1999 yılında müzakerelere başlamışlar ve nihayet, tarafların,
Birleşmiş Milletler çerçevesinde bir çözüme ulaşamaması üzerine, tam üyelik
süreci 12-13 Aralık 2002 tarihinde Avrupa Birliğinin Kopenhag Zirvesinde kabul
edilmiştir. Yani, 2002 Kopenhag Zirvesinde, Rum kesiminin, herhangi bir anlaşma
olmazsa, tek taraflı olarak Kıbrıs'ı temsilen Avrupa Birliğine tam üye olacağı
kararlaştırılmıştır. Böylece, Kıbrıs adı altında, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin
1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine üye olması yönünde bir siyasî karar
benimsenmiştir. Bu doğrultuda, Avrupa Birliği müktesebatının Kuzey Kıbrıs'ta
uygulanmasının, Avrupa Birliği Konseyinin ikinci bir kararına kadar askıya
alınacağı da açıklanmıştır.
Türkiye olarak, tüm bu
safhalarda, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin tek taraflı üyelik başvurusuna
karşılık hukukî ve siyasî itirazlarımızı her zaman yapmışızdır; daha önceki
uluslararası anlaşmalardan hakkımız olan garantörlük haklarından doğan
yükümlülükleri her zaman yerine getirmişizdir; ama, bir taraftan da, gerçek, bu
olarak karşımıza çıkmıştır.
Kopenhag Kararına göre,
Kıbrıs sorununda bir çözüme varılamaması halinde, fiilen, sadece, Ada'daki Rum
yönetiminin Avrupa Birliğine üye olması söz konusu olacaktır. Türkiye, söz
konusu kararı, hukukî ve siyasî bakımdan kabul etmediğini açıklamıştır. Bu
çerçevede, Kıbrıs'taki barışın ve mevcut garantilerimizin devamını sağlayan,
Türk-Yunan dengesini koruyan, Ada'daki iki tarafın eşitliğini kabul eden,
uzlaşmaya dayalı yeni bir ortaklık oluşturulmasına yönelik bir siyasal
anlaşmaya varılmasını arzu ettiğimizi ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin
önerilerinin müzakeresine devam edilmesini desteklediğimizi de her zaman
açıklamışızdır.
Güney Kıbrıs Rum
yönetiminin 1 Mayıs 2004 tarihi itibariyle Avrupa Birliğine üye olmasının,
başta Kıbrıs sorunu olmak üzere, Türkiye'ye ve Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkilerine olumsuz etkilerde bulunması kaçınılmazdır. Her şeyden önce, Rum
liderliği, Avrupa Birliği içerisinde, Kıbrıs sorununu kendi tezleri
doğrultusunda çözümlemek ve Kıbrıs Türk Halkını Avrupa Birliği potası
içerisinde eritmek yollarını arayacaktır; esas tehlike de buradadır.
Değerli arkadaşlar, biz,
bütün bu çalışmalara başlarken, Bakanlık olarak, 2004 yılının kritik yıl
olduğunu görüp, yani, Rum kesiminin tek başına Avrupa Birliğine girmek üzere
olduğunu görünce ve bunu engellemeye hiç kimsenin de gücünün olmadığı açıkça
ortaya çıkınca, o zaman, oturduk, ciddî ciddî çalışmalar yaptık, alternatiflere
baktık; Kıbrıs Türk toplumunun yapısını inceledik -bunların hepsini, yakından
takip ediyorsunuz- bunun ortaya çıkaracağı olumsuzlukları konuştuk. Hiç
tanımadığımız bir ülke, Avrupa Birliğinin tam üyesi olacak ve bizim de bu
toplulukla ilişkilerimiz devam edecek; ya Avrupa Birliğiyle ilgili bütün
beklentilerimizi ve iddialarımızı bırakacağız veyahut da Avrupa Birliğiyle
temaslarımıza devam edeceğiz. Gün gelecek, karşımızda, toplantıların başkanı
Rum olacak. Gün gelecek, Avrupa Birliğinden Türkiye'ye gelen heyetlerin başkanı
Rum olacak. Gün gelecek, Avrupa Savunma ve Güvenlik Politikasında Türk askeri
ile Rum askeri beraber olacak. Tabiî, bütün bunların çıkaracağı inanılmaz
sorunlar vardı.
Diğer taraftan, Türk
kesimine baktığımızda, Türk kesiminde de Avrupa Birliğinin cazibesi karşısında
dayanılmaz bir durum söz konusuydu. Bunu hepiniz yakından biliyorsunuz. Yapılan
son seçimde bu konunun ne kadar gündeme geldiğini ve orada, neticede, halk
tarafından da ne kadar destek gördüğünü hep beraber gördük. Dolayısıyla, bütün
bunlar dikkatli bir şekilde çalışılarak bu noktalara gelindi.
Esas tehlike buradadır
dedim. Esas tehlike, Rum kesiminin tek taraflı olarak Avrupa Birliğine girmesi
ve planları da, dışarıda kalan Türk kesimini eritmek için her şeyi
yapmalarıdır. Aslında, bunu en iyi ifade eden Yunanistan Başbakanı Sayın
Simitis olmuştur. Simitis, Ada'yı ziyaret ettiğinde, aynen şunu demiştir:
"Enosis gerçekleşiyor." Enosis, yirmi sene önce başka türlü
gerçekleşebilirdi, bugün başka türlü gerçekleşebilir. Bugünkü gerçekleşme
şekli, Rum tarafının bütün Ada'yı temsil ediyor gibi Avrupa Birliğine girmesi
ve Avrupa Birliğinin cazibesi adı altında, Türk kesimini eritmek için her türlü
şeyin yapılmasıdır. Buna da Türk kesiminin ne kadar açık olduğunu herhalde
herkes görüyordur.
İşte, bütün bunlar
değerlendirilmiş, Türk-Yunan sorunlarına ilaveten, Kıbrıs sorunu ile
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği konusu, biz istesek de istemesek de,
birbiriyle doğrudan bağlantılı konular haline de gelmiştir. Şüphesiz ki, Avrupa
Birliğinin kriterleri siyasî kriterlerdir, müzakereye başlamak için. Bunu her
zaman kayda geçirmişizdir ve her zaman söylemişizdir; ama, demin söylediğim ve
izah ettiğim çizgi içerisinde ise, bir bağ ortaya çıkmıştır. Buna karşılık,
yeni bir ortaklık çerçevesinde Kıbrıs Türk tarafının eşit ortak olacağı bir
Kıbrıs, hem Kıbrıs Türkü hem Türkiye hem de Avrupa Birliği için faydalı
olacaktır. Böylece, Avrupa Birliği içinde Kıbrıslı Türkler aracılığıyla
Türkiye'ye olan destek de, tabiî ki, pekişecektir. Aynı zamanda, Avrupa Birliği
içinde Türkiye'ye karşı çıkabilecek bir unsur izale edilmiş olacaktır. Bu
husus, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik süreci nereye giderse gitsin,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri her halükârda devam edeceğine göre, bu
ilişkiler bakımından büyük önem taşımaktadır.
Değerli arkadaşlar, bu
çerçevede, Hükümetimiz, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Avrupa Birliğine tek yanlı
olarak üye olması öngörülen 1 Mayıs 2004 tarihinden önce, belirli parametreler
çerçevesinde Kıbrıs sorununun bir çözüme kavuşturulması ve Ada'da iki kurucu
devletin oluşturacağı yeni ortaklık devletinin Avrupa Birliğine üye olmasının
sağlanması için çalışmıştır. Bunun, gerek Türkiye gerekse Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin yüksek çıkarlarının korunması açısından elzem olduğunu
düşünüyoruz. Bir anlaşma olursa, neticede "Birleşik Kıbrıs
Cumhuriyeti" olarak gireceklerdir ve iki ayrı Kıbrıs Türk Devleti ve
Kıbrıs Rum Devleti altdevletler olacaktır.
Hatırlanacağı üzere,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin müzakere sürecine ilişkin 1 Nisan 2003
tarihli raporunu takiben Güvenlik Konseyinin 14 Nisan 2003'te aldığı kararda,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde Annan
Planından yararlanarak kapsamlı bir çözüme ulaşılması maksadıyla müzakerelere
devam etmeleri istenmiştir. Genel Sekreterin iyi niyet misyonunu sürdürmesi
yönünde destek verilmiştir. Bunu sürekli olarak, Türkiye, her Kıbrıs
toplantısından sonra da tekrarlamıştır.
Biz, her zaman şunu
söylüyoruz, bir çözüme varılırken geçmişte Kıbrıs Türk Halkının yaşadığı acı
dolu tecrübeler muhakkak hatırda tutulmalıdır, varılacak çözüm, yeni sorunlara
ve gerginliklere yol açmamalıdır. Kıbrıs Türkleri ve Rumlarının barış ve
güvenlik içinde yan yana yaşayabilecekleri bir ortam sağlanmalıdır. Bugün,
Kıbrıs'ta, dini ve dili ayrı iki halk, iki ayrı demokratik düzen ve yönetim
vardır; dolayısıyla, varılacak çözüm, öncelikle, iki kesimliliği ve tarafların
eşit statüsünü koruyacak yeni bir ortaklığa dayanmalıdır. Ada üzerindeki
Türk-Yunan dengesi korunmalıdır.
23 Ocak 2004 tarihinde
gerçekleştirilen Millî Güvenlik Kurulu toplantısında, Türk tarafınca
müzakerelerin yeniden başlatılması yönünde inisiyatif alınması hususunda bir
tavsiye kararı da alınmıştır. Toplantıda, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Hükümetiyle yakın danışma ve işbirliği halinde müzakere sürecinin
başlatılması amacıyla, konuyu, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle ele
almasının yararlı olacağı, Kıbrıs'ta müzakere sürecinin yeniden canlandırılması
yönünde girişimlere başlanmasının yararı ve gereği konusunda görüş birliğine
varılmış; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyon ve desteğinin
sürdüğü de teyit edilmiş; Annan Planını referans alan, Ada'nın gerçeklerine
dayalı bir çözüme müzakereler yoluyla ulaşılması konusundaki siyasî kararlılık
ortaya konulmuştur. Şüphesiz ki, bunlar, istişare niyetinde yapılmıştır ve
tavsiye olarak da ortaya çıkmıştır.
Annan Planı üzerindeki
değişiklik önerilerimiz ile müzakerelerin yeniden başlatılmasına ilişkin
görüşlerimiz, 24-26 Ocak 2004 tarihleri arasında Ankara'yı ziyaret eden Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Denktaş ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin yeni hükümetiyle en üst düzeyde ele alınmıştır. Türkiye ile
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında, müzakerelerin yeniden başlatılmasının
gereği hususunda görüş birliğine varılmıştır.
Sayın Başbakan, 24 Ocak
2004 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan ile Davos'ta bir
görüşme yapmıştır. Genel Sekreter Annan'a, görüş ve beklentilerimiz ayrıntılı
bir şekilde izah ve Türk tarafının, Rum tarafının tutumlarının gerisinde
kalmayacağını ifade etmiştir. Annan, Türk tarafının tutumundan duyduğu memnuniyeti
dile getirmiş, müzakerelerin başlatılması için koşulları tekrarlamıştır.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Annan görüşmenin ardından yaptığı
açıklamada, görüşmenin son derece iyi ve yapıcı geçtiğini ve bu konuda
Türkiye'nin siyasî bir iradesinin olduğunu görmüştür.
Sayın Başbakan, 26-31
Ocak tarihlerini kapsayan Amerika Birleşik Devletleri ziyaretinde, 28 Ocak günü
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Bush ile de bir görüşme yapmıştır. Bu
görüşmede ben de bulundum. Bu görüşmede de, Türk tarafının ve Türkiye'nin,
kalıcı bir çözüm için, olması gereken şartları açıkça, uzunca ve detaylı bir
şekilde kendisine izah etmiştir. Ada'da kalıcı bir barışın olabilmesi için,
Ada'nın problemsiz bir şekilde her iki tarafa bırakılmasının amacın ortak bir
devlet çatısı altında beraber yaşamak olduğuna göre, mümkün olduğu kadar
Ada'nın sorumsuz bir şekilde her iki tarafa bırakılmasının bir görev olduğunu
ve bunun içinde neler yapılması gerektiği detaylı bir şekilde izah edilmiştir.
Daha sonra da, Dışişleri bakanları olarak, Dışişleri Bakanlığında yaptığımız
görüşmelerde bunlar detaylandırılmıştır.
Değerli arkadaşlar,
Hükümetimiz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamlarının görüşlerini, Millî
Güvenlik Kurulunun tavsiyelerini, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin tutumunu
Bakanlar Kurulunda hep birlikte değerlendirmiş ve bir hareket çizgisi tespit
etmiştir. Bu noktaya gelirken, Hükümetimiz, bir işi daha yapmıştır;
Bakanlığımızda, takip edilecek politika ve amacımızın ne olduğunu tespit
ettikten sonra, bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasî partilerimize de
anlatmıştır. Geçen yıl içerisinde, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezinde,
Genel Başkan Sayın Deniz Baykal, Kemal Derviş Bey, İnal Batu Bey ve Onur Öymen
Beyin bulunduğu bir toplulukta, kendilerine, geniş bir şekilde bilgi verilmiş.
New York'a görüşmelere gidilmeden önce de, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarımız
-Müsteşarım- Uğur Ziyal de, Cumhuriyet Halk Partisinin bu konularla ilgili
sözcüsü ve değerli eski diplomat Onur Öymen'e, ne yapmayı istediğimizi, ne yapacağımızı
ve sonunda ne için uğraşacağımızı geniş bir şekilde, detaylı bir şekilde
anlatmıştır.
Doğru Yol Partisi de
-kendilerine teşekkür ediyorum- ne yapılıyor diye bizden bir brifing talebinde
bulunmuştur; aynı şekilde, Genel Başkan Sayın Mehmet Ağar'ın da hazır bulunduğu
Genel İdare Kurulu toplantısına, Bakanlığımdaki bu konuyla ilgili en yetkili
arkadaşlarımı gönderdim ve en yetkili arkadaşlarım, ne yapmak istediğimizi,
nereye varmak istediğimizi, kendilerine yeterli bir şekilde izah etmiştir.
Milliyetçi Hareket
Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, Genel Başkanımız ve Başbakanımıza
bir mektupla bazı sorular sormuştur; kendisine, aynı şekilde, mektupla, Sayın
Başbakan cevap vermiş ve bilgilendirmiştir.
Değerli arkadaşlar, bütün
bunları söylerken, şunu söylüyorum: Şüphesiz ki, demokratik bir ülkede, nihaî
kararı siyasî irade verecektir; ama, siyasî irade, bu kararını verirken,
gerekli her türlü istişarî toplantıları yapmıştır; bilgilendirilmesi
gerekenleri bilgilendirmiştir, fikir alması gereken kurumlardan ve kişilerden
de detaylı fikir almıştır. Buna özellikle dikkat ettik, buna, bundan sonra da
devam edeceğiz. Müzakere süreci Ada'ya taşınmıştır. Bu süreç içerisinde de,
başta siyasî partilerimiz olmak üzere, ilgili herkesle yakın temas halinde
olunacaktır.
Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri, Kıbrıs'taki iki lidere ve garantör ülkelerin başbakanlarına
gönderdiği 4 Şubat 2004 tarihli mektuplarıyla, iki liderin başkanlıklarındaki
heyetleri ve garantör ülkelerin temsilcilerini 10 Şubatta New York'a davet
etmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bu davetle birlikte, Genel
Sekreter, mektubunda bir de takvim öngörmüştür. Bu takvimin neticesinde de bir
referandum öngörmüştür ve bu davete icabet etmeyi, bu mektupla ortaya konulan
konuların kabulü olarak algılayacağını da söylemiştir. Bu davet üzerine, 5 ve 6
Şubatta Ankara'da Hükümetimizle yaptıkları istişareleri takiben, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş başkanlığında, Başbakan Sayın
Talat ve Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Sayın Serdar Denktaş'ın da yer
aldığı Kıbrıs Türk Heyeti 8 Şubatta New York'a gitmiştir. New York'ta ülkemizi,
Müsteşarım Büyükelçi Uğur Ziyal başkanlığında bir heyet temsil etmiştir.
Değerli arkadaşlar,
müzakereler sırasında şu ortaya çıkmıştır, biraz sonra detayını vereceğim: Rum
tarafı, bu müzakerelerde, Avrupa Birliğini, müzakerelerin içerisine bir parça
olarak, bir taraf olarak sokmak için gayret etmiştir; fakat, bunun böyle
olmayacağı kendilerine anlatılmış, müzakere safhasında bunlar açık açık dile
getirilmiş -yani, New York'taki müzakere içerisinde- ve neticede bunların
olmayacağı ortaya çıkmıştır. Annan Planında, Rum tarafının birçok değişiklik
gerçekleştirmek istediği esasen bilinmekteydi. Rumlar, bir süredir, özellikle
Avrupa Birliği nezdinde girişimlerde bulunarak, çözümün Avrupa Birliği
müktesebatına uygun ve bu anlamda iyileşebilir olması gerektiği iddiasını öne
sürmüşlerdir. Rumlar, istedikleri değişiklikleri Türk tarafını Avrupa
Birliğiyle karşı karşıya bırakarak sağlama çabası içine girmişlerdir. Ayrıca,
Avrupa Birliğini müzakere sürecinin tarafı haline getirmek de istemişlerdir. Bu
yaklaşım ve girişim, Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve üye
ülkelerden kabul görmemiştir. Açıkçası, Avrupa Birliği Komisyonu bildiri
yayımlamıştır "bizi bu işe katmayın" demiştir. Avrupa Parlamentosu
Başkanı Sayın Cox bildiri yayımlamıştır "biz, bu işin tarafı değiliz"
demiştir ve Avrupa Birliği, kendisinin tam üyesi olan iki ülkeye karşı objektif
bir tavır alabilmiştir.
Biz, müzakere sürecinin,
tarafların, öncelikle Ada'daki iki taraf ve garantör ülkeler olarak Türkiye ve
Yunanistan olduğunu her zaman hatırlattık. Neticede, bu görüşlerimiz müzakerede
kabul edilmiştir; yani, Türkiye ve Yunanistan anavatan olduğuna göre, günü
geldiğinde, bu ülkeler de ellerini taşın altına koymalı, dördü bir araya
gelerek bu meseleyi halletmek için ne gerekiyorsa yapmalı tezini önceden beri
ileri sürüyorduk; neticede, bu kabul edilmiştir.
Nitekim, Birleşmiş
Milletler Genel Sekreterinin taraflara sunduğu nihaî açıklama metninde, Avrupa
Birliğinin, sürece taraf olmadan, teknik düzeyde, Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterinin talep ettiği ölçüde katkı sağlayacağı belirtilmiştir. Ayrıca,
Avrupa Birliğinin varılacak çözüme kendini uyarlayacağı güvencesi verdiği teyit
edilmiştir. Esasen, gerek Birleşmiş Milletler gerek Hükümetimiz gerekse Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti, Avrupa Birliği Komisyonu ile Annan Planının
uygulanmasıyla ilgili hususlarda teknik istişareleri öteden beri yürütmektedir.
Genel Sekreter, müzakereleri takiben yaptığı açıklamada, müzakerelerde Avrupa
Birliğinin katkısının sınırlı ve teknik düzeyde olacağını ve bunun da, müzakere
sürecinde değil, uygulanması aşamasında ortaya çıkacağını açıkça dile
getirmiştir. Ayrıca, Genel Sekreter, Kıbrıs'ta varılacak mutabakatın Avrupa
Birliği hukukuna uyarlanmasını da bir kez daha hatırlatmıştır.
Biz, Avrupa Komisyonuyla
ve diğer ilgililerle Kıbrıs'ta varılacak mutabakatın, Avrupa Birliğinin
birincil hukuku -"primary
law" dedikleri birincil hukuku- esas hukuku haline getirilmesi gerektiğini
ifade etmekte ve izahatta devamlı talep etmekteyiz. Bu çerçevede, Planda,
mevcut derogasyon ve kalıcı kısıtlamaların, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği
takvimiyle de uyumlu hale getirilmesi istenmektedir.
Değerli arkadaşlar,
burada amacımız şudur: Ada'da varılabilecek bir mutabakat sonunda -referandumla
da kabul edilir- ve Ada, birleşik Kıbrıs cumhuriyeti olarak yoluna devam etmeye
başladıktan sonra, Avrupa Birliği hukuku vasıtasıyla, orada elde edilen,
varılan nihaî metinlerin delinmemesidir. Çünkü, Avrupa Birliği hukuku
içerisinde birçok mahkeme vardır ve bu mahkemeler vasıtasıyla bazen oradaki
anlaşmalar değiştirilebilir. İşte, bunları garanti altına almak için, Avrupa
Birliğinin esas hukuku haline getirilmesini talep ettik ve bu da, bütün
taraflarca kabul edildi; ayrıca, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bunu,
mutabakata varılan New York'taki metnin içine de koydu.
Türk tarafının da Planda
yapılmasını zarurî gördüğü değişiklikler bulunmaktadır. Bu değişiklikler,
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bütün ilgili kurumların, titiz ve
ayrıntılı, ortak çalışmaları sonucunda tespit edilmiştir. Bunları kısaca
özetlemek istiyorum. Bu Plan üzerinde hangi değişiklikleri arzu ediyoruz,
neleri arzu ediyoruz, nelerin gerçekleşmesini arzu ediyoruz; bununla ilgili
birçok çalışma yapılmıştır. Bunların bir kısmını sizler de biliyorsunuz, bir
kısmı da, tabiî ki, Bakanlığın bildiği çalışmalardır.
Önce, Ada'da iki ayrı
eşit tarafın bulunduğunun teyidi ve iki kesimliliğin güçlendirilmesi,
dolayısıyla, Planda öngörülenden daha az sayıda Rumun Kuzey'e dönmesi, çözümün
iki halka ve iki kesime dayandığı hususunun kurulacak ortaklığın siyasî
yapısına ve karar alma mekanizmalarına yansıtılması; yani, iki kesimliliğin iki
tarafta kesin hale getirilmesi.
Ada'daki Türk askerî
varlığı üzerindeki kısıtlamaların hafifletilmesi ve Türkiye'nin garantörlük
haklarının kalıcı bir şekilde fiilen sürdürülmesi.
Üçüncü olarak önemli
gördüğümüz de, Birleşmiş Milletler tarafından önerilmiş olan ve çok girintili
çıkıntılı bir sınır çizgisi ihtiva eden haritanın, daha az sayıda Kıbrıslı
Türkün yerinden olmasına yol açacak ve daha düz bir sınır hattı içerecek
şekilde yeniden çizilmesidir.
Kıbrıs konusunda
çözümsüzlüğün bir çözüm olmayacağı Hükümetimizce defalarca tekrarlanmıştır;
ancak, bunun anlamı, ne pahasına olursa olsun çözüm, kesinlikle değildir.
Hükümetimiz, Kıbrıs konusunda müzakerelerin yeniden başlatılması yönündeki
açılımı şekillendirirken, Kıbrıs konusunda, ülkemiz için bir millî dava
olduğunun bilincinde olarak, tüm kurumlarımızın oydaşlaşmasıyla, Planda yer
alması gereken hususlar dikkatle belirlenmiş ve bunları yaparken de, Yüce Türk
Milletinin ve aynı zamanda Kıbrıs Türk Halkının menfaatları en üst düzeyde
gözetilmiştir.
10 ve 11 Şubat günlerinde
Kıbrıs Türk ve Rum tarafının, Genel Sekreter Annan ve Birleşmiş Milletler
heyetiyle yaptıkları görüşmede, Rum lider, Kıbrıs Türk tarafını masadan
kaçırmaya çalışmıştır. Rum tarafı, Sayın Denktaş'ın bu konuda kendilerinin
eline koz vereceği ve Genel Sekreterin önerdiği takvim ve müzakere yöntemine
itiraz edeceği beklentisi içerisinde olmuştur. Rum tarafının bu tutumuna
karşılık, Sayın Denktaş, Genel Sekretere, Kıbrıs Türk tarafının Planda
değişiklik yapılmasını istediği hususlara ilişkin görüşlerini yapıcı bir
şekilde izah etmiştir.
Taraflar arasında anlaşma
sağlanamaması halinde ne gibi bir yöntem izlenmesi gerektiği konusunda Genel
Sekreterin taraflara öneriler getirmesi istemine de yine Kıbrıs Türk tarafı
olumlu yanıt vermiş ve bu konudaki önerilerini Genel Sekretere sunmuştur. Rum
tarafı ise, bu konuda herhangi bir öneri sunmamıştır.
Kıbrıs Türk tarafının
sunduğu ve Birleşmiş Milletler ile ilgili ülkelerce desteklenen öneride,
tarafların üzerinde mutabakata varamadığı hususların, garantör ülke olarak
Türkiye ve Yunanistan'ın da katılacağı dörtlü formatta yapılacak toplantıda ele
alınması ve bu toplantıda da sonuç alınmazsa, Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterinin, toplantıdaki görüşlerin ışığında, Plana nihaî şeklini vermesi
öngörülmektedir. Bu önerimiz, hem etkin olması hem de Birleşmiş Milletler
parametrelerinin içinde kalmasıyla dikkat çekmiş ve çözüm irademizin kanıtı
olarak, uluslararası toplumda da övgüyle karşılanmıştır.
Bu meyanda, müzakereleri
gördükten sonra ve Türkiye ile Yunanistan'ın katılacağı dörtlü müzakerelerde
taraflar bir mutabakata varamadıkları takdirde, müzakerelerde tarafların ortaya
koyduğu tutumları gözönünde tutarak, Genel Sekreter Annan, planını nihaî hale
getirecektir. Tabiatıyla, Genel Sekreter de, takdirini, bu müzakerelere göre
şekillendirecektir.
Ada'da, nihaî sorumluluk,
referandumlarda, iki kurucu halkın yeni devleti kurup kurmama yolunda göstereceği
iradeye bağlı olacaktır.
Değerli arkadaşlar, iki
taraf bir araya geldi, anlaşamadı; onun üzerine dörtlü olarak bir araya
gelinecek. Dörtlü olarak da anlaşamadılar, o zaman, bu tartışmaların ışığında,
Genel Sekretere "sen, nihaî olarak metni bitir" denilecek. O da metni
bitirdikten sonra, hep beraber bakılacak. Eğer -demokratik düzen böyle işler-.
demokrasiye inanacaksak, netice de böyle olacaktır. Bakacağız, bakacak Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Halkı "bu, bizim istediğimiz gibi olmamış, bu bizi
tatmin etmiyor" derse, referandumda reddedecektir. Eğer, kendisini tatmin
edecek bir değişikliği görüyorsa, o zaman "evet" diyecektir. Aynı şey
Rum tarafı için de söz konusu olacaktır. Tabiî, burada da bitmeyecektir. Ondan
sonra da, son söz, tabiî ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Yunanistan
Parlamentosunun olacaktır. Burada, tabiatıyla, Anayasamızın gerekleri
çerçevesinde, söz konusu anlaşmalara ilişkin son sözü Yüce Meclisimiz
söyleyecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kıbrıs konusunda her zaman tarihî
kararlar almıştır, Hükümetimiz, cumhuriyet hükümetlerinin Kıbrıs'ta şimdiye
kadar gösterdikleri bilinç ve sorumluluk içinde hareket etmektedir.
Kıbrıs'ta kalıcı bir
barış ve çözüm, her iki tarafın da kazanımlar elde edeceği, yaşayabilir bir
ortaklık olacaktır. Kıbrıs Türk Halkı, varlığını ve kimliğini Kıbrıs Türk
Devleti çatısı altında sürdürecek, bu, yeni ortaklığın iki temel taşından biri
olacaktır. Bunun için müzakereler yapılacaktır, bu müzakereler neticesinde
nihaî metin ortaya çıkacaktır.
Değerli arkadaşlar,
sözlerimi özetleyerek şöyle bitirmek istiyorum: Bu, millî bir meseledir. Bu
meselenin bu sene çözümlenebilmesi için bizi siyasî irade almaya sevk eden
konu, Rum tarafının tek başına Avrupa Birliğine girmesi ve girdikten sonra
ortaya çıkacak büyük problemlerdir. Bu, bir taraftan, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetindeki Türk vatandaşlarının eritilmesidir -ki, Simitis, bunu
"Enosis gerçekleşiyor" diye duyurmuştur; eğer o şekilde işleseydi-
diğer taraftan da, Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri açısından ortaya
çıkacak durumlardır.
Ayrıca, Bakanlığımız,
bütün bu çalışmaları yaparken, sürekli, istişareler içerisinde olmuştur; demin
size anlattım. New York'ta müzakereler devam ederken, önemli kararlar
alınırken, en nihaî kararlar alınırken, Sayın Cumhurbaşkanımızla, tabiî ki, bu
konunun güvenlik boyutu olduğu için, Silahlı Kuvvetlerimizi ilgilendirdiği
için, Sayın Genelkurmay Başkanımızla, sürekli temas edilmiştir, istişare
edilmiştir. Her gün, o süre içerisinde, New York'tan gelen bilgiler, devamlı, sürekli
olarak kendilerine aktarılmıştır, kendi fikirleri alınmıştır ve neticede, böyle
bir istişare sonucunda, Hükümet, New York'taki delegasyonumuza talimatlar
vermiştir; her şey bu şekilde neticelenmiştir.
Tabiî, işler bitmemiştir.
Şimdi, aslında, işlerin daha zor tarafı Ada'da başlamaktadır; bu, müzakere
safhasıdır. Planın üzerinde kabul edebileceğimiz değişikliklerin yapılıp
yapılmayacağı bu süre içerisinde ortaya çıkacaktır. Bu süre içerisinde,
şüphesiz ki, yine, sabırlı, bilinçli, bilgili; ama, kararlı bir çalışma
olacaktır. Bütün bu çalışmalar yapılırken, Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin
Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, tarihî bir rol oynamıştır, bütün
toplantılarda önderlik yapmıştır; hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini
düşünmüştür hem Türkiye'yi düşünmüştür ve böyle, büyük bir sorumluluk
içerisinde hareket etmiştir. Aslında, Sayın Denktaş'ın New York'taki hareket
tarzıdır ki, Rum kesimini şaşırtmıştır, uluslararası camiayı da şaşırtmıştır.
Şimdi, aynı dikkat, Türk heyetinin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin müşterek
çalışmaları Ada'da aynen devam
edecektir.
Ada'da arzu ettiğimiz
şeyler şunlardır: Birincisi, iki kesimliliğin iyice belirgin hale gelmesi ve
iki kesimliliğin ileride yozlaşamayacak şekilde garanti altına alınması;
ikincisi, garantilerin pekiştirilmesi; üçüncüsü, çok girintili çıkıntılı olan
sınırların daha düzgün bir hale getirilmesidir. Bunlar temin edilir ve
gerçekleşirse, o zaman, kalıcı bir barış olur. Kalıcı barışı, hepimizin, iyi
niyetli olarak arzu etmesi gerekir; çünkü, nihayette, ortak bir devlet ortaya
çıkacak. Ortak bir devletin ortaya çıkabilmesi için, her iki tarafın da tatmin
olacağı şerefli bir neticenin ortaya çıkması gerekir ve bunun da, her iki halk
tarafından kabul edilmesi gerekir. Niyetimiz, arzumuz ve isteğimiz, iki tarafın
anlaşarak bir metin ortaya çıkarması ve bunu, her iki taraf halkının kabul
etmesidir. O zaman, tabiî, her şey en iyi şartlarda olacaktır.
Böyle olursa, artık,
bölgemiz, düşmanlıkların beslendiği, çatışmaların beslendiği değil, tam
tersine, işbirliğinin, dayanışmanın ve ortak çıkarların öne çıkarıldığı bir
bölge olacaktır; Doğu Akdeniz, tamamen, işbirliği yapılan yer haline
dönüşecektir.
Türkiye, tabiî, Kıbrıs'a
yakın bir ülkedir, büyük potansiyeli vardır. Türkiye'nin bütün bu büyük
potansiyeli bütün Kıbrıs'ın çıkarına kullanılacaktır ve burada, her iki tarafın
hak ve hukuku gözetilerek, gelecekte, Avrupa Birliğinin içerisinde kalıcı bir
barış olacaktır; arzumuz budur. Eğer, nihayette, ortaya çıkacak metin tatmin
edici olursa, bunlar olacaktır. Ayrıca, tabiî, Türkiye Avrupa Birliğine tam üye
olduktan sonra anlaşmalar tamamen yürürlüğe girecektir; çünkü, bu Planın birçok
kesimi, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerini ve Avrupa Birliğine tam
üyeliğini öngörmektedir; Türkiye Avrupa Birliğine tam üye olmadıktan sonra, bu
Planın birçok tarafı çalışmayacaktır ve işlemeyecektir. Dolayısıyla, böyle bir
bağlantı vardır.
Burada şunu
düşünebilirsiniz... Tabiî ki, böyle bir konuda herkesin dikkatli olması
gerekir. Yapıcı tenkitleri biliyoruz; ama, eğer, çözümsüzlüğü çözüm olarak
görenler varsa, o zaman şunu düşünmeleri lazım: Burada bir anlaşma olmazsa,
takvim, Türkiye'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki Türklerin lehine mi
işleyecektir aleyhine mi işleyecektir; bunun bir projeksiyonunu yapıp bakmamız
gerekir. Eğer, beş sene sonra, on sene sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki
Türkler daha kuvvetli hale gelecek, Türkiye'nin konumu çok daha iyi olacak
deniliyorsa, her halükârda, anlaşmazlığı tercih ederiz; ama, tarihe bir
bakarsanız, bazen bunun böyle olmadığını görürsünüz. Bunu derken, her halükârda
-konuşma metnimde de belirttim- kabul etmeyeceğimiz şeylere "evet"
diyeceğiz anlamının çıkmaması gerekir. Bizim...
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Şimdiye kadar biz mi uzlaşmadık Sayın Bakanım?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Efendim?..
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Şimdiye kadar uzlaşmayan biz miydik, Türkiye miydi?! Öyle bir intiba
bırakıyorsunuz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, hayır; değildi.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
O halde, niye?.. Yani, şimdiye kadar biz miydik uzlaşmayan?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, değildik.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Çözümsüzlüğün kaynağı Türkiye miydi?
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, değildi.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti miydi?
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır, değildi. Bunların hepsini
söyledim.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Hep öyle sunuyorsunuz Sayın Bakanım.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Efendim?..
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Hep öyle sunuyorsunuz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Niye öyle sunayım?!.
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
lütfen, Genel Kurula hitap eder misiniz.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ben, şunu söylüyorum: Karar
verirken...
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Çözümsüzlüğü biz mi istedik?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) -
Hayır... Ama, unutmayın ki, bir gerçek, bir realite var; Kıbrıs Rum
kesimi, treni kalkmış gidiyor, tek başına üye olacak diyorum. Sizin Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki toplumunuzu da iyi inceleyin diyorum; yani,
hepimiz, toplumumuzu iyi inceleyelim, noksanlıklarımıza ve eksikliklerimize
bakalım... Geçen otuz sene içerisinde yapmamız gerekenleri, geçmiş hükümetler,
hepimiz dahil olmak üzere -hepimiz zaman zaman hükümetlerin içinde olduk-
yeteri kadar yerine getirdik mi, yaptık mı yapmadık mı, sonuna kadar kaya gibi
direnebilecek bir toplum oluşturduk mu oluşturmadık mı; bütün bunlara bakın ve
nihayette kararımızı ona göre vereceğiz diyoruz; ama, bütün bunlara rağmen,
eğer, ortaya çıkacak olan plan, bizleri tatmin etmeyecek bir plansa, kendi
toplumumuza da güvenmemiz lazım; referandumla da, orada, reddetme imkânı
vardır, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de reddetme imkânı vardır.
Ben, size, tabiî, süreçle
ilgili bilgi verdim. Bu süreçle ilgili bilgiyi daha önce verdiğimiz gibi, şimdi
verdiğimiz gibi, bundan sonra da vermeye devam edeceğiz. Herkesin, hepinizin,
yapıcı tenkitlerinizi, katkılarınızı muhakkak ki, dikkate alacağız ve bunları,
şüphesiz ki, yerine getirmek için uğraşacağız. Hepinize teşekkür ediyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, İstanbul Milletvekili Onur Öymen; buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ONUR
ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun, Kıbrıs konusunda bir genel görüşme açılması için verdiği
önerge üzerinde, Grup adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclise
saygılarımı sunuyorum. Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül'e, verdiği bilgiler
için teşekkür ediyorum. Bu bilgilerle ilgili görüşlerimizi birazdan Yüce
Heyetinize sunacağız. Yalnız, şimdiden, şu kadarını söyleyeyim; Sayın Gül'ün
verdiği bilgiler, maalesef, bizim endişelerimizi azaltmamıştır, hatta,
artırmıştır.
Kıbrıs konusundaki son
gelişmeleri, gerçekten, biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, büyük bir
endişeyle izliyoruz. Kıbrıs meselesi, Türkiye'de, yarım yüzyıldan beri, bütün
siyasî partilerin katılımı ve desteğiyle bir millî dava olarak yürütülmüştür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bu davaya öncülük etmiştir. Ne yazık ki, son
zamanlarda hükümetin izlediği tutum, Yüce Meclisin tavrını önemsemediğini
göstermekte ve bu millî davaya zarar vermektedir.
BAŞKAN- Sayın Öymen, bir
saniyenizi rica ediyorum.
Muhterem arkadaşlar,
milletvekili arkadaşlarımız, uğultudan dolayı konuşmayı yeterince dikkatli
izleyemediklerini söylüyorlar. Lütfen, hassasiyet gösterelim.
Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Öymen.
ONUR ÖYMEN (Devamla)-
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Ülkemizin çok uzun
yıllardan beri izlediği politikalarda köklü değişiklikler yapılmasının gündeme
geldiği bir dönemde, hükümet konuyu Meclisin gündemine getirmemiş ve Meclisin
düşüncelerini öğrenmeye ihtiyaç duymadan, ileride çok sıkıntılı sonuçlar
doğurabilecek bazı taahhütlerin altına girmiş ve şimdiye kadar izlediğimiz
politikalardan önemli sapmalar yapmıştır. Bu durumu kaygı verici buluyoruz.
Sayın Bakanın söylediği
doğrudur; Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Sayın Genel Başkanımızın ve bazı
parti yöneticisi arkadaşlarımızın huzurunda bilgi vermişlerdir, bizi
aydınlatmışlardır, kendilerine içtenlikle teşekkür ediyoruz. Yalnız, şu
kadarını hatırlatayım; önümüzdeki günlerde bu brifingin birinci yılını
kutlayacağız. (CHP sıralarından alkışlar) Bu brifing...
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri)- Size bir ay öncesinde bilgi verdim.
ONUR ÖYMEN (Devamla)- Onu
şimdi söyleyeceğim, müsaade ederseniz.
Sayın Bakan, haklı olarak
istical gösteriyor, benim bir sonra söyleyeceğim cümleyi hatırlatıyor; onun
için, teşekkür ediyorum; şimdi söyleyeceğim.
Şimdi, birinci yılını
kutlayacağımız bir başka olay daha var; onu da Yüce Heyetinizle paylaşmak
istiyorum. Gene önümüzdeki günlerde, Sayın Dışişleri Bakanımızın Türkiye Büyük
Millet Meclisi Dışişleri Komisyonuna yaptığı ilk ve tek ziyaretin birinci
yıldönümünü kutlayacağız. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
demokratik ülkelerde böyle mi oluyor?! Demokratik ülkelerde parlamentolarla
ilişkiler bu şekilde mi yürütülüyor?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri)- Kaç kere sizi davet ettim.
ONUR ÖYMEN (Devamla)-
Televizyonda görüyorsunuz, İngiltere Başbakanı, bizzat, haftada iki gün, üç gün
parlamentoya geliyor, bilgi veriyor, hesap veriyor.
Sayın Bakan, müsaade
ederseniz, görüşlerimi bitireyim; ben sizi dikkatle dinledim; siz de, herhalde,
beni dikkatle dinleyeceksiniz.
Sayın Bakanımızı
Dışişleri Komisyonunda çok özledik; ümit ediyoruz ki, yakında bu özlemimizi
gideririz.
Yalnız, size bir şey
hatırlatayım: Sayın Bakan, demokratik ülkelerden, demokratik ülkelerde işlerin
nasıl yürütüldüğünden bahsetti. Biz, geçenlerde, çok değerli AKP'li
arkadaşlarımızla bir demokratik ülkeyi ziyaret ettik; orası Danimarka'dır.
Orada bize dediler ki: "Son haftalar içerisinde, Dışişleri Komisyonumuz,
sadece Irak konusunda 22 kere olağanüstü toplantı yapmıştır ve Dışişleri
Bakanımız bu toplantıların hepsine katılmıştır."
Şimdi, siyasî düzeyde bu
temas eksikliğini, gerçekten, ciddî bir eksiklik olarak görüyoruz ve hiç
değilse bundan sonra telafi edileceğini ümit ediyoruz.
Sayın Bakan, Dışişleri
Müsteşarının bana verdiği bilgilerden bahsetti. Kendisine ve Sayın Müsteşara,
bunun için içtenlikle teşekkür ediyorum. Kendisiyle, iki eski dost olarak,
meslektaş olarak, hem bunu -Kıbrıs meselesini- konuştuk hem Ege sorunlarını
konuştuk ve hükümetimizin görüşlerini öğrendik. Bu konuşmamız da, Millî
Güvenlik Kurulu toplantısından önce oldu. Ondan sonraki gelişmeler hakkında
hiçbir şey bilmiyoruz.
Şimdi, bu konuda hükümete
yapabileceğim en büyük katkı, verebileceğimiz en büyük destek, bu konuşmanın
içeriği hakkında Yüce Meclise bilgi vermemektir; bilmem, görüşlerimi
anlatabiliyor muyum?!
Eğer, bu konuşmanın
içeriğini bilseydiniz, eğer Sayın Denktaş bu konuşmanın içeriğini bilseydi,
sanıyorum ki, çok mutlu olmazdınız, Sayın Denktaş da çok mutlu olmazdı.
Türkiye'nin, gerçekten,
dışpolitikasına hâkim olan düşüncelerin, hedeflerin, yöntemlerin, beklentilerin
ne olduğunu öğrenmekten çok derin üzüntü duydum. Bunu, bu kadar söylemekle
yetineceğim huzurunuzda.
Gerçekten, Türkiye, çok
daha iyi, milletimize, halkımıza çok daha layık bir dışpolitikayı hak etmiştir.
Bugünkü durumda karşılaştığımız sıkıntılar -birazdan anlatacağım- maalesef,
izlenen bu dışpolitikanın bir ürünüdür.
New York görüşmelerinden
hemen önce, Türkiye'nin Kıbrıs politikası, Çankaya Zirvesinde ve daha sonra
Millî Güvenlik Kurulunda değerlendirilmiş ve yapılan açıklamalarla kamuoyuna
duyurulmuştur. 8 Ocakta Ankara'da Sayın Cumhurbaşkanının başkanlığında yapılan
zirve toplantısının sonuç bildirisinde şu görüşlere yer verilmiştir: Kıbrıs
sorununa hakça ve kalıcı bir çözüm bulunması Türkiye ve KKTC'nin ortak arzu ve
hedefi olup, Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet
misyonuna olan desteğini sürdürmekte ve Ada'nın gerçekleri temelinde, Ada'nın
gerçekleri temelinde -üçüncü defa okuyorum- Ada'nın gerçekleri temelinde bir
çözüme, müzakere yoluyla hızla ulaşılması konusundaki siyasî kararlılığı teyit
etmiştir. Daha sonra kabul edilen Millî Güvenlik Kurulu kararında da çözümün, Kıbrıs'ın
gerçeklerinden hareket edilerek bulunulacağı belirtilmiş, Kofi Annan Planından
da "bir referans belgesi" olarak söz edilmiştir.
Şimdi, Sayın Dışişleri
Bakanımız o günlerde hemen bir demeç verdi, Millî Güvenlik Kurulunun bir
danışma organı olduğunu hatırlattı. Biraz önce de kendisi aynı sözü tekrarladı.
Gayet tabiî ki, biz de biliyoruz, Anayasamıza göre Millî Güvenlik Kurulu bir
danışma organıdır; ama, öyle bir danışma organıdır ki, aldığı kararların
altında Sayın Cumhurbaşkanının imzası vardır, Sayın Başbakanın imzası vardır,
Sayın Dışişleri Bakanının imzası vardır, Millî Savunma Bakanının imzası vardır,
Genelkurmay Başkanının ve komutanların imzası vardır. O bakımdan, hiç kimse,
danışma organıdır diye, Millî Güvenlik Kurulunu herhalde hafife almıyordur.
Millî Güvenlik Kurulu bir danışma organıdır; ama, bir kanaryasevenler derneği
değildir. O bakımdan, biz, Millî Güvenlik Kurulu kararlarını ciddîye alıyoruz
ve bu kararları; altında hükümetin Başbakanının, üyelerinin imzasının olduğu bu
kararları Türkiye'nin görüşlerini yansıtan belgeler olarak alıyoruz. En
azından, bunu böyle düşünmeye hakkımız olduğuna inanıyoruz.
Biraz önce Sayın
Dışişleri Bakanı da bu belgeden bahsetti; biz de daha önce bunu söyledik. Bir
köşeyazarımız, bizim, Millî Güvenlik Kuruluna atıfta bulunmamızı esefle
karşıladığını yazıyor. Millî Güvenlik Kurulu, Türkiye'nin bir anayasal kuruluşu
değil midir? Buna atıfta bulunmakta esef edilecek ne var? Millî Güvenlik
Kurulunu yok mu farz edeceğiz? İşte, bunları biz, dikkatle ve üzüntüyle
karşılıyoruz.
Şimdi, bu kararlardan
sonra ne oldu: Çankaya Zirvesinde bir karar alındı, Millî Güvenlik Kurulunda
bir karar alındı. Sonra, Sayın Başbakan Davos'a gitti ve orada Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteriyle görüştü. Peki, Millî Güvenlik Kurulu kararından
sonra Genel Sekretere ne dedi; maalesef, anladığımız kadarıyla, Sayın Başbakan,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine, Davos'ta, Ankara'da kararlaştırılan
şeylerden bambaşka şeyler söylemiştir; Ankara'da kamuoyuna açıklanan,
Türkiye'nin resmî tutumuyla hiç bağdaşmayan şeyler söylemiştir. Nereden
biliyoruz bunu; bunu şuradan biliyoruz: Kofi Annan'ın 4 Şubat günü Sayın
Denktaş'a gönderdiği mektuptan biliyoruz.
Bakın, bu mektupta ne
diyor: "Kıbrıs Rum Lideriyle Türkiye Başbakanı, Kofi Annan Planı çerçevesi
içinde kalan az sayıda değişiklik önerisi yapacaklarını bana taahhüt
etmişlerdir." Nerede Kıbrıs'ın gerçekleri?.. Hani, biz Kıbrıs'ın
gerçeklerinden hareket ederek çözüm arıyorduk? Bundan bahis yok. Hani, biz Kofi Annan Planını müzakere
zemini olarak kabul etmiyorduk, bu
çerçevenin dışına taşacaktık? Bundan bahis yok. Taahhüt edilmiş bunlar. Şimdi,
endişe verici olan budur. Biz niçin endişe ediyoruz; bunun için endişe
ediyoruz. Bir kere, bu Planın zeminini kabul ettiğiniz zaman, bu Planın dışına çıkamazsınız
arkadaşlar. İşte, daha dün, Rum Cumhurbaşkanı Papodopulos diyor ki: "Türk
teklifleri Kofi Annan Planının çerçevesinin dışındadır." Öyle anlaşılıyor
ki, şimdi, Kıbrıs'ta birinci tartışma bunun üzerinde yapılacak: Tekliflerimiz
çerçevenin içinde midir dışında mıdır. Çerçeveyi resmen kabul etmişsiniz.
Bu çerçeveyi kabul etmek
ne anlama geliyor; şu anlama geliyor: Bu planın çerçevesi Türkiye Büyük Millet
Meclisinin onayıyla yürürlüğe giren 1960 tarihli Londra ve Zürih Anlaşmalarıyla
bağdaşmamaktadır, bunu değiştirmektedir; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
iradesiyle kabul ettiğiniz bir anlaşmayı tadil ediyorsunuz. Edilebilir; bunun
yolu ne; bu iradenin sahibi olan Meclise geleceksiniz bilgi vereceksiniz,
tartışmaya açacaksınız. İş bittikten sonra Meclise gelip, biz her işi yaptık,
her işi en iyi şekilde yaptık demekle olmuyor. Zamanında geleceksiniz. Millî
politikayı değiştiriyorsunuz arkadaşlar. Yapılan iş hafife alınacak iş değildir
ve bunu nasıl yapıyorsunuz; kamuoyuna açıkladığınız resmî görüşlerden farklı
olarak yapıyorsunuz, resen yapıyorsunuz ve gidip Birleşmiş Milletler Genel
Sekreterine bunları söylüyorsunuz.
Sayın Başbakanımızın
müzakere zemini olarak, çerçevesi olarak kabul ettiği Kofi Annan Planı ne
diyor; buna iyi bakmak lazım. Sayın Dışişleri Bakanımız haklı olarak iki
kesimlilikten bahsetti, iki kesimliliğin öneminden bahsetti. Ben size çok açık
söyleyeyim; Kofi Annan Planının özü iki kesimliliği ortadan kaldırıyor. Bizim
otuz senedir savunduğumuz görüş şuydu: Kıbrıs'ta iki kesimli, iki toplumlu bir
devletin kurulması. Burada bütün meclisler, bütün hükümetler şimdiye kadar bunu
savundu. İki kesimlilik, iki toplumluluk ne demek; her toplum kendi kesiminde
yaşıyor demek. Kofi Annan Planı ne diyor; Kofi Annan Planına bakarsanız, iyi incelerseniz
-biz satır satır okuduk, çok dikkatle inceledik diğer arkadaşlarımla birlikte-
Kofi Annan Planı şunu söylüyor: "Güneyde bir Rum Devleti olacak; ama,
mütecanis bir Rum Devleti olacak." Türklerin gidip de güneye yerleşme
niyeti olmadığını herkes biliyor; ama, kuzeyde ne olacak; kuzeyde -Sayın Genel
Başkanımız da açıkladı- bir Türk-Rum devleti olacak, Mütecanis bir Türk Devleti
olmayacak. Kofi Annan Planının son üçüncü şeklinde deniliyor ki: "Kuzeye,
oradaki Türk nüfusunun yüzde 21'i kadar Rum geçecek." Ne demektir bu?.. 42
000 Rum geçecek. Ne demektir bu; 42 000 Rum demektir. Başka ne diyor; Karpas
bölgesinde evvelce yaşamış olan Rumlar buraya tekrar dönecekler... Bu ne
demektir; 12 000 kişi daha dönecektir. Başka ne diyor; bütün bunların dışında,
65 yaşın üzerinde olan Rumlar, yanlarına birer refakatçi de almak kaydıyla
kuzeye gelip yerleşme hakkına sahip olacaklar. Kaç kişidir bu hakka sahip
olanlar Kıbrıs'ta; 65 yaşından büyük olan insanların sayısı 35 000 kişidir;
birer de refakatçiyle 70 000 kişidir. 70 000 kişi bu hakkı kullanmayabilir.
Bunların içinde, diyelim ki, 20 000 kişi kullandı; o zaman ortaya çıkan tablo,
yaklaşık 80 000 kişilik bir Rum kesiminin, bir Rum topluluğunun, daraltılmış
Türk kesimine gireceğini gösteriyor. İşte, iki kesimliliği kaldıran budur.
Şimdi, bunu değiştirebiliyor musunuz?.. Bunu değiştirme önergesi verme hakkınız
var mı?.. Planın özü bu. Gidip de, bunu değiştirmek için masaya bir teklif
koyduğunuz anda, size diyeceklerdir ki, Davos'ta aklınız neredeydi, New York'ta
aklınız neredeydi?! Niçin bunları o zaman söylemediniz?! Söylediniz de kabul mu
etti karşı taraf bu teklifleri, öyle mi oturuyoruz masaya? Öyleyse, öğrenelim,
çok seviniriz. Ama, bunu bize söyleyen hiç olmadı.
Değerli arkadaşlar,
durum, sandığınızdan çok daha ciddîdir ve burada varılacak sonuç, gerçekten,
çok ciddî sıkıntılara, çatışmalara yol açabilecek bir durumdur.
Şimdi, bakınız, size bir
örnek vereyim. Avrupa'da, bir ülkede, farklı etnik, dinî kökenden insanların
nüfusu toplam nüfusun yüzde 8'ine ulaştığı zaman alarm zilleri çalıyor. Biz en
son gittik; Danimarka'da şu anda en büyük mesele, yabancı nüfusun yüzde 8'e
ulaşmış olması; kıyamet kopuyor, seçim sonuçlarını bu etkiliyor. Kuzey
Kıbrıs'ta yüzde kaça çıkacak; yüzde 40, yüzde 40!.. Avrupa'da alarm zilleri
çaldıran oranın 5 misline çıkacak. İşte, Kofi Annan Planı budur; işte, temel
olarak kabul ettiğimiz Kofi Annan Planı bunu söylüyor. İşte, sizlere, bunu
anlatmaya çalışıyoruz.
Peki, böyle bir durumda
huzur içinde, barış içinde yaşayacaklar mı bu insanlar? Değerli arkadaşlar,
bazıları diyorlar ki, efendim, Avrupa Birliğine üye olacaklar; Avrupa Birliğine
üye olduktan sonra, huzur içinde, barış içinde yaşamaktan başka yolu var mı;
Avrupa'da böyle yaşamıyor mu insanlar... Çok değerli arkadaşlarım, Kuzey
İrlanda Avrupa değil midir?! Kuzey İrlanda'da insanlar huzur içinde mi yaşıyor,
barış için de mi yaşıyor?! İspanya'da Bask bölgesi Avrupa Birliği toprağı değil
midir?! Orada, insanlar, huzur içinde mi yaşıyor; yoksa, her gün birbirlerini
mi öldürüyorlar?.. Avrupa Birliğinin topraklarının içinde olmak, ne zamandan
beri huzurun, güvenliğin sigortası olmuştur! Birbirimizi aldatmayalım,
kendimizi aldatmayalım! Haa, öyle bir durum vardır ki, Fransa ile İngiltere
arasında olduğu gibi, bir uzlaşma kültürü oluşmuştur; bu kültür çerçevesinde,
zaten, artık, söz konusu bile değildir tarafların çatışmaları, hiçbir olay
çıkmaz. Değerli arkadaşlar, Kıbrıs'ta bu mudur durum?!
Dün akşam televizyonları
izlediniz mi? Dün akşam televizyonları izlediyseniz görmüşsünüzdür ki, dün,
Kıbrıs'ın Rum kesiminde, PKK bayraklarıyla, PKK liderinin fotoğraflarıyla büyük
bir gösteri düzenlenmiştir; Kıbrıs Rum yöneticilerinin izniyle, onayıyla
düzenlenmiştir. Unutmayalım, terörist lider bir Yunan Büyükelçiliğinde
yakalandığı zaman, cebinde Kıbrıs Rum pasaportu taşıyordu.
Efendim, bunlar militan
gruplardır, bunları dikkate almayın, her ülkede olur... Peki, Kıbrıs'ta Enonis
yanlıları, EOKA yanlıları vazgeçmişler midir projelerinden; artık, bunlar,
dağılmış mıdır; hayır. Partileri var, dernekleri var, gazeteleri var. Her gün,
EOKA fikrini savunan çabalarda bulunuyorlar.
Efendim, onlar da
radikaldir; ama, siz, çoğunluğa bakın... Peki, çoğunluk ne yapıyor; çoğunluk
şunu yapıyor: 5 Aralık 2003 tarihinde; yani, iki ay önce, Kıbrıs Rum Parlamentosu
bir karar aldı. Ne diyor bu kararda; bu kararda diyor ki: Kurtuluş Savaşı
sırasında, Türkiye, Yunanistan'a, Yunanlara jenosit uygulamıştır. Şimdi,
uzlaşmaya vardığımız günlerde, siz, uzlaşma kültürünü böyle mi
yaratacaksınız?.. İşte, içinize alacağınız, toplumumuzun yüzde 40'ını
oluşturacak insanlar bu insanlar. Keşke, uzlaşma kültürü yerleşmiş olsaydı da,
biz de, bunu, bu kürsüden sevinçle karşılasaydık, alkışlasaydık. Sayın
Dışişleri Bakanımız bunları bilmiyor mu; bilmez olur mu! Peki, bunu bile bile,
siz Kofi Annan Planının içeriğini nasıl kabul ettiniz? Bu soruyu soruyoruz.
Şimdi, inşallah, hiçbir
şey olmayacak diyelim, hiçbir çatışma olmaz,insanlar huzur içinde yaşarlar.
Peki, ya yaşayamazlarsa ne olacak?.. Ya geçmişteki acıları, sıkıntıları bize
hatırlatacak olaylar olursa ne olacak?.. Saldırılar olursa ne olacak?.. Belli
ki, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de bunu bekliyor ki, barış gücü
görevlendirmiş. Plana göre, Kuzey Kıbrıs'ta bir barış gücü görev alacak.
"Efendim, orası
Avrupa toprağı olacak" diyenlere soruyoruz; hangi Avrupa ülkesinde barış
gücü var?.. Huzur olacağı beklenen bir toprağa barış gücü yerleştirilir mi?..
Bu barış gücü, barikatlar kurma hakkına sahip, her türlü güvenlik tedbiri alma
hakkına sahip. Demek ki, siz de çatışma bekliyorsunuz.
Peki, bir çatışma olursa
Türk birlikleri ne yapacak, Ada'da kalan Türk askerleri ne yapacak; cevabını
vereyim merak ediyorsanız: Ada'da kalan Türk birlikleri hiçbir şey yapmayacak.
Plana göre, Ada'da kalan Türk birliklerinin üç tane yetkisi vardır.
Birinci yetki, karargâhın
içinde eğitim yapmak; ikinci yetki, malzeme ve teçhizatının bakım ve onarımını
yapmak; üçüncü yetki, törenlere katılmak. Türk Barış Kuvvetlerinin, kalacak
birliklerin Kıbrıs'taki yetkileri, görevleri bundan ibaret.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Öymen.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Teşekkür ederim.
Peki, sınırı koruma
yetkileri olacak mı; hayır olmayacak. Peki, sınırı kim koruyacak; hiç kimse
korumayacak. Plan diyor ki, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, bırakın sınırları
korumayı, sınıra yaklaşması yasaktır. Yani, sınırı kimse korumayacak. Bu
militanlar orada, PKK'cılar orada, EOKA'cılar orada, bütün husumet sahibi
insanlar orada, biz bunlara sınırlarımızı açacağız ve güveneceğiz!.. Kime
güveneceğiz; Avrupa Birliğine girdik, artık, bundan sonra hiçbir şey olmayacak,
huzur içinde uyuyacağız diyeceğiz.
Biz, uyuyamayacağız
arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partililer huzur içinde uyuyamayacaklardır! (CHP
sıralarından alkışlar)
Başka neler diyor plan;
Rumlara terk edilecek topraklardan 52 000 ilâ 65 000 Türk, kuzeyde daraltılmış
bölgeye geçecek. 80 000 Rum, 60 000 Türk, 140 000 insan, şimdikine nazaran bir
hayli daraltılmış bölgeye gidecek. Neyle yaşayacak bu insanlar, nasıl
yaşayacaklar?.. Suları bırakıyorsunuz güneyde, verimli tarım topraklarını
bırakıyorsunuz; bunlar tarımdan yaşayan insanlar, bunları neresine koyacaksınız
Kuzey Kıbrıs'ın? Kıbrıs'ı bilen arkadaşlarınız vardır, söyleyin, 130 000 insanı
Kuzey Kıbrıs'ta daraltılmış bölgede barındıracak bir toprak, bir iş sahası, su
kaynağı, tarım arazisi var mıdır; ben size söyleyeyim, yoktur. Ayrıca, birçok
mülkiyet problemi çıkacak.
Bütün bunları size
söylüyoruz, bu safhada söylüyoruz, ileride karşılaşacağımız sorunların ne kadar
ciddî olduğunu belirtmek için söylüyoruz.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) -
Siz olsaydınız nasıl çözerdiniz?
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Siz olsaydınız nasıl çözerdiniz... Biz olsaydık ne yapacağımızı size
söyleyeyim; ama, ne yapmayacağımızı önce söyleyeyim; sizin yaptığınızı yapmazdık...
Sizin yaptığınızı yapmazdık... (CHP sıralarından alkışlar) Ne yapardık; şunu
yapardık; baskıları reddederdik. Güney Kıbrıs'ın tek başına Avrupa Birliğine
üye olmasına imkân vermemek için bütün gücümüzü kullanırdık.
Sayın Bakan
"efendim, çaresizdik, yoluna girmiş üyelerin, ne yapalım; yapacak hiçbir
şeyimiz yoktu" diyor. Değerli arkadaşlar, bu, hukuka aykırıdır. Bu hükümet
dahil, geçmiş bütün Türk hükümetleri, Rum kesiminin tek başına AB'ye üye
olmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu, antlaşmalara aykırı olduğunu
Birleşmiş Milletlere tescil ettirmiştir. Şimdi neredesiniz, bu sözünüzün
arkasında duruyor musunuz, yoksa bunu unuttunuz mu?.. Hayatın gerçeği budur
deyip, bundan vaz mı geçtiniz?.. Otuz yıldır savunduğumuz bu tezden vaz mı
geçtiniz?..
Değerli arkadaşlarım,
bunu size çok açıkça söylüyorum; Türkiye, tezlerinden vazgeçmiştir.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) -
Cevap alamadım...
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Biz olsaydık ne yapardık... Sizden önceki hükümetler ne yaptı?.. Kıbrıs'ta,
Rumlar, S-300 füzelerini konuşlandıracaktı, S-300 füzelerini konuşlandırıp
Türkiye için büyük bir tehdit oluşturacaklardı. Füzeleri ısmarladılar, füzeler
imal edildi, hazırlandı, konuşlandırılmak üzereydi. Sizden önceki Türk
hükümetleri öyle bir tepki gösterdiler, devletin ağırlığını öyle bir
hissettirdiler ki, bir tane kurşun atmadan bu füzelerin konuşlandırılmasına
engel oldular. İşte, devlet, böyle yapar; devletseniz, bunu yapacaksınız;
devletseniz, Rumların üyeliğine engel olacaksınız, bunu durduracaksınız. (CHP
sıralarından alkışlar) Buna gücünüz yoksa, devletiz diye çıkmayın ortaya!
Gözünüzün önünde, gözünüzün içine baka baka hukuku, anlaşmaları ihlal
ediyorlar. Açın Mendelson raporunu okuyun; İngiltere'nin en ünlü
hukukçularından biri "Kıbrıslı Rumların üyelik başvurusunda bulunması
bile, Londra ve Zürih Anlaşmalarına aykırıdır" diyor. Siz de bunu
benimsiyorsunuz; hükümet olarak, bu görüşü Birleşmiş Milletlere tescil
ettiriniz. Sonra ne yaptınız; sonra, bunu unuttunuz, hayatın gerçeği budur diye
bunu yok farz ettiniz, hukukî haklarımızı, çıkarlarımızı yok saydınız. İşte,
biz, bunu yapmazdık; biz, sonuna kadar mücadele ederdik; çünkü, haklıyız.
Kalkıp Rumlara diyorlar ki, hiçbir önşart olmadan AB'ye üye olursunuz. Siz buna
ne diyorsunuz; hiçbir şey demiyorsunuz. Türkiye'ye ne diyorlar; sizin üyelik
müzakeresine başlamanız için Kıbrıs meselesinin çözülmesi lazım. Siz ne
diyorsunuz buna; efendim, çözmeye çalışıyoruz diyorsunuz. Bir devlet böyle mi
yapar, kendine saygısı olan, inancı olan, güveni olan bir devlet böyle mi yapar?!
Haklı mıdır bu dedikleri; siz, bunu, haklı görüyor musunuz?! Bu, çifte standart
değil midir?! Bu çifte standarda karşı bizim devlet olarak direnme gücümüz yok
mudur?! İşte, biz, sizden bunu bekliyoruz. Bunu yapın; göreceksiniz ki, biz,
tek bir vücut gibi arkanızda olacağız. Sizden hiçbir şey beklemiyoruz;
Türkiye'nin hakkını koruyun, çıkarını koruyun, itibarını koruyun; bizden daha
büyük destekçiniz olmayacak.
Sayın Başbakan, kalkıyor
"siz, bu konuyu içpolitika malzemesi olarak kullanıyorsunuz" diyor. Bu
sözleri, çok derin bir üzüntüyle karşıladık değerli arkadaşlarım. Böyle bir
şeyi nasıl söylersiniz?! Atatürk'ün, İsmet Paşanın partisine bunu nasıl
söylersiniz?! Bana bir tane örnek gösteriniz, geçmişte ve bugün, herhangi bir
millî menfaatı ilgilendiren dışpolitika konusunu içpolitika için
kullandığımızın bir tek örneğini gösterin! Ben, size örnek vereyim: Geçen kasım
ayında, Kıbrıs'ta Sayın Başbakanla beraberdik. Sayın Başbakan, çok güzel bir
konuşma yaptı; Türkiye'nin şimdiye kadar izlediği politikaların çizgisinde
kararlı, güçlü, bizim de paylaştığımız bir konuşma yaptı. Sayın Genel
Başkanımız oradaydı, biz oradaydık; biz, alkışladık Başbakanı. Ben gittim,
kendim tebrik ettim, dedim ki, bütün söylediklerinize katılıyorum, bir tek
cümlesine itiraz etmiyorum; bize, muhalefet yapma fırsatı vermediniz. Şimdi,
bu, içpolitika mıdır?! İçpolitika için
mi bunu yaptık?! İstismar etmek isteseniz, her konuşmada bir cümle bulursunuz,
bir kelime bulursunuz; bu, istismar mıdır?! Bu mudur içpolitika?! Burada,
kalktık, ne yaptık; Türkiye'nin AB üyeliği için getirdiğiniz uyum paketlerinin
hepsini onayladık, hepsini destekledik. İçpolitika için mi yaptık bunu?!
İsteseydik, burada, eleştirilecek laflar bulamaz mıydık?!. Ama, millî menfaatı
her şeyin üstünde tuttuk.
Değerli arkadaşlar,
Atatürk'ün partisi budur, Cumhuriyet Halk Partisi budur; bize haksızlık
yapmayın, bizi itham etmeye kalkmayın, vereceğimiz cevabın altından
kalkamazsınız! (CHP sıralarından alkışlar) Onun için, Cumhuriyet Halk
Partisini, dışpolitika konularını, millî menfaatı ilgilendiren konuları
içpolitika için istismar etmekle hiçbir şekilde itham etmeyin; dediğim gibi,
bundan, sonra, siz de üzüntü duyarsınız.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, New York'ta kabul edilen metne gelince; demin söyledim; bir, Kofi
Annan Planının özünü kabul ediyorsunuz; iki, arada, Rum-Türk görüşmeleri var,
Türk-Yunan görüşmeleri var. Daha sonra ne var; daha sonra, son sözü, metne son
şekli verme hakkını Kofi Annan'a bırakıyorsunuz. Sizin politikanız bu muydu?..
Halka açıkladığınız politika bu muydu?.. Çankaya Zirvesinin politikası bu
muydu?.. Millî Güvenlik Kurulunda bunu mu kararlaştırdınız?.. Şimdi, bunu, New
York'ta kararlaştırdınız ve bunu başarı olarak halka anlattınız.
Gazetede bir havadis
okudum, Deniliyor ki, Sayın Denktaş, bu metne onayını vermeden önce, Sayın
Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Genelkurmay Başkanımızın onayını almıştır. Sayın
Dışişleri Bakanımız da, biraz önce, bu anlama gelebilecek sözler söyledi; bunu,
dikkatle not ettik; fakat, şunu da not ettik: Bu haberler basında
yayımlandıktan sonra, bunları doğrulayan veya yalanlayan hiçbir resmî açıklama
yapılmamıştır. Ne olmuştur; acaba, New York Zirvesi sırasında yeni bir Çankaya
zirvesi yapıldı da bizim mi haberimiz olmadı?.. Bu belgeyi devletin bütün
yetkili kurumları, başta Sayın Cumhurbaşkanımız birlikte incelediler ve
"işte, en iyi metin budur, Sayın Denktaş'a da söyleyin bizim
desteğimizi" dediler de Denktaş öyle mi onayladı? Bu konuda Sayın Bakan
eğer Yüce Meclisi aydınlatabilirse, bundan derin bir mutluluk duyacağız; ama
eğer böyle değilse, bunun çok derin sonuçları olacaktır; bunu size şu anda bu
kadar söylüyorum, daha fazlasını söylemiyorum.
Değerli arkadaşlarım,
meselenin bir başka yönü var. Sayın Bakan diyor ki, Mecliste bu konu
onaylanmadan önce Kıbrıs'ta referandum yapılacaktır, sonra onun sonucuna göre
Yüce Meclis karar verecektir. Kofi Annan'ın mektubu böyle demiyor! Kofi
Annan'ın 4 Şubat tarihli mektubuna bakınız, orada "önce devletler tutumunu
bildirecekler 9 Nisana kadar, ondan sonra 21 Nisanda referandum yapılacak"
diyor. Efendim, sonra bunu değiştirdik... Değiştirdiyseniz, buyurun açıklayın;
ama, bizim elimizdeki belge böyle söylüyor. New York açıklaması ne diyor; New
York açıklaması da diyor ki, usul konularında Kofi Annan'ın mektubundaki
esaslara uyulacak; yani, önce biz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin iradesini
bilmeden burada karar vereceğiz, sonra orada onaylanacak. Bu, çok ciddî bir
sorundur. Yani, bu yolla Kuzey Kıbrıs halkının iradesini mi etki altına
alacağız?.. Bu mudur amaç, belli değil. Bu konuda da ciddî tereddütlerimiz var.
Değerli arkadaşlar,
ayrıca, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde bir Anayasa var. Bu Anayasanın nasıl
değiştirileceği o Anayasanın içinde yazılı. Acaba, bu konuda sizde bilgi var
mı? Kofi Annan ile görüşüp kabul ettiğiniz metin, Kuzey Kıbrıs Anayasasına göre
uygulanabilir bir metin mi, bir plan mı? Bu konuda dikkatinizi çekiyorum, bu
konuyu dikkatinize getiriyorum.
Değerli arkadaşlar, bütün
bunlardan sonra, bakıp da, biz Rumları köşeye sıkıştırdık, çok başarılı olduk,
onlar perişan oldular gibi sözler söylerseniz, belki size inanacak birkaç kişi
bulursunuz; ama sonunda gerçekler ortaya çıkınca, o insanları da hüsrana
uğratırsınız. Açık konuşalım, Sayın Denktaş "zafer çığlıkları atmayın.
Fazla sevinmenin zamanı değildir. Kendi başarımızdan bahsetmenin zamanı
değildir; çok çetin müzakerelerin arifesindeyiz" diyor, gerçekten öyledir.
Şimdi birlik olacağız, beraber olacağız, dayanışma içinde olacağız, el ele
vereceğiz ve bu aşamada en başarılı sonucu almaya çalışacağız. Biz ümitli
miyiz; doğrusunu isterseniz çok ümitli değiliz. Niçin çok ümitli değiliz;
çünkü, demin saydığım bütün sakıncaları içeren bir planın esasını kabul etmiş
durumdayız.
Bazıları diyorlar ki,
efendim, siz statükocu musunuz, statükoyu mu savunuyorsunuz? Ne kadar kötü!
Bizi eleştiriyorlar, Cumhuriyet Halk Partisini eleştiriyorlar. Değerli
arkadaşlar, bunu söyleyenler, diplomasiden hiç anlamayanlardır. Statükoyu
değiştirmeyi herkes ister; ama, kendi lehine değiştirmek için ister. Statükoyu,
işler kötüye gitsin diye değiştirelim diyen olur mu?! (CHP sıralarından
alkışlar) Statükoculuk, bizim kamuoyunda bir suç gibi anlatılıyor,
yansıtılıyor. Statükoculuktan daha kötüsü, statükoyu bozmaktır, kötü yönde
bozmaktır.
Şimdi, ben, size bir
örnek vereyim: Kardak krizinde biz ne yaptık, büyük başarımız neydi bizim;
Sayın Baykal'ın Dışişleri Bakanımız olduğu dönemde, Rum askerini oradan atarak,
Rum Bayrağını atarak ne yaptık; statükoya döndük, statükoyu koruduk ve o zaman,
Türkiye'nin statükoyu koruması, en büyük başarı olarak anlatıldı. Ege'de ne
yapıyoruz; karasularının 12 mile genişletilmesine engel olarak ne yapıyoruz;
statükoyu koruyoruz. Yanlış mı yapıyoruz, suç mu işliyoruz?! O bakımdan, hiç
kimse, bilir bilmez, statükoyu koruyorlar, siz statükocusunuz filan diye laflar
etmesin, bu, onların cehaletini ortaya koyar. Size de tavsiye ederim,
Cumhuriyet Halk Partisinden bahsederken, sakın ola ki, statükocu falan demeyin.
Ayrıca, çözüm
istemeyenlerden falan da bahsetmeyin. "Çözümsüzlük çözüm değildir"
dedi Sayın Bakan, Sayın Başbakan da bunu sık sık söylüyor. Değerli arkadaşlar,
size kim söyledi "çözümsüzlük çözümdür" diye, böyle bir referans var
mı elinizde; Genel Başkanımız mı söyledi, bir parti yetkilimiz mi söyledi,
birisi çıkıp bu kürsüden, çözümsüzlük istiyoruz mu dedi; kime cevap
veriyorsunuz?! Hayalî bir niyet atfedip, Fransızların "niyet
yargılaması" dediği gibi, bir partiye, birtakım insanlara, birtakım
niyetler atfediyorsunuz, sonra, o niyetlere kahramanca karşı çıkıyorsunuz; bu
niyette olan yok ki, çözümsüzlüğü savunan yok ki! (CHP sıralarından alkışlar) O
bakımdan, karanlıkta ıslık çalmayalım, gölge boksu yapmayalım. Bu yöntemler
sizi başarıya götürmez.
Değerli arkadaşlar, Sayın
Başbakan "otuz yıldır yanlış işler yapılmıştır; otuz yıldır işbaşına gelen
bütün hükümetler yanlış iş yapmıştır Kıbrıs'ta" diyor. Tesadüf o ki, biz,
Meclis arşivlerini karıştırdık, Meclis zabıtlarını karıştırdık, bir de baktık
ki, Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül, vaktiyle bu kürsüden yaptığı bir
konuşmada -tesadüf bu ya- aynı rakamı vererek "otuz yıldır işbaşına gelen
bütün hükümetler doğru iş yapmışlardır" diyor. (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, hangisine
inanalım; otuz yıldır doğru iş mi yaptık, yanlış iş mi yaptık?
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Hatırlamadı, hatırlamadı.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Sayın Bakan hatırlamadıysa, bende kopyası var, takdim ederim.
Şimdi, doğrusunu
isterseniz, Sayın Gül'ün hakkı var, otuz yıldan beri, Türkiye doğru iş
yapmıştır; Türkiye'nin çıkarlarını korumuştur, en önemlisi, oradaki
insanlarımızı barış, özgürlük ve güvenlik içinde yaşatmıştır. Kötü mü
yapmıştır?! Şimdiki gibi sınırları kaldırıp da, can güvenliğini Rumlara teslim
mi etseydik otuz yıldan beri, o muydu doğru politika?!
Değerli arkadaşlarım, bu
konudaki görüşlerimizi her zaman, her vesileyle dile getirmeye devam ediyoruz,
devam edeceğiz.
Bir şey daha söyleyeyim
size: Çok önemli taktik hatalar yaptık...
BAŞKAN - Sayın Öymen,
Sayın Gül'e verdiğim eksüreyi size de veriyorum; son 5 dakikaya girdiniz, onu
hatırlatmak istedim.
Buyurun.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Çok teşekkür ediyorum, 5 dakikada çok şey söyleriz.
Şimdi, Sayın Başbakan
Davos'a giderken ne diyor: "De Soto'yu alın görevden, yerine bir arabulucu
tayin edin." Arkadaşlar, yarın görüşmeler başlıyor; kimdir Kıbrıs'ta
Birleşmiş Milletlerin yetkilisi, görevlisi; De Soto. Demek ki, boşa atılmış bir
kurşun oldu bu sözünüz. Zeminini hazırlamadan, Genel Sekreterin bunu kabul edip
etmeyeceğini bilmeden, bunu basına niçin söylersiniz ve kendinizi güç duruma
düşürürsünüz!
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Ağzından kaçmış...
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Başka ne diyor "arabulucu tayin edin" diyor. Edildi mi; edilmedi.
Kimi düşünüyormuş; belki de Colin Powelli düşünüyormuş; Amerikalılar reddetti.
Efendim, arabulucu olmasa da olur, kolaylaştırıcı tayin edelim; kabul edildi
mi; edilmedi. Orada da mahcup olduk. Başka ne dedi; "Kofi Annan Planı
olmasın, kısaltılmış bir plan olsun" dedi; bunu da kamuoyuna açıkladı;
kabul edildi mi; edilmedi.
Değerli arkadaşlarım,
diplomaside zemin yoklaması diye bir yöntem vardır. Önce araştırırsınız,
teklifleriniz kabul edilebilecek mi, kabul edilme şansı var mı; varsa, kabul
edildikten sonra kamuoyuna açıklarsınız; ama, kabul edilmeden, uluorta böyle
beyanlarda bulunursanız, mahcup olursunuz, ülkemizi de güç duruma düşürürsünüz,
küçük düşürürsünüz.
Değerli arkadaşlar,
burada, size ayrıntılarını okumayacağım; ama, tavsiye ederim, 1992 yılından
2003 yılına kadar, Yüce Meclisin Kıbrıs konusunda oybirliğiyle aldığı kararları
okuyunuz. Göreceksiniz ki, bu kararlarda milletimiz, Meclisimiz, bir yumruk
gibi Kıbrıs meselesine sahip çıkmıştır, millî dava olarak görmüştür. Daha geçen
yıl, sizinle birlikte bir kararı oybirliğiyle kabul ettik.
Sizlere, oybirliğiyle
kabul ettiğimiz kararın şu cümlelerini hatırlatıyorum: "Kıbrıs meselesine
bulunacak çözümün tarafların eşit statüsü ve eşitliğine dayanması gerekir.
Türkiye'nin garantörlük haklarını sürdürmesi gerekir. Kıbrıs sorunu,
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecine bir önşart olarak takdim
edilemez." Bunun gibi birçok husus söylüyoruz. Bugün yapılanlar bunların
hepsine aykırıdır.
Bütün bunları niçin
yapıyoruz; Sayın Bakanı dinledik, Avrupa Birliğine girmek için yapıyoruz; yani,
biz, bunları yapmazsak, Rumlar girecek, veto hakkına sahip olacaklar, Avrupa
Birliği bizi alacakken almayacak, çok zor durumda kalacağız; işte, bütün
bunları önlemek için bu fedakârlığa katlanıyoruz.
Sayın Bakana, huzurunuzda
bir soru soruyorum ve bu sorunun cevabını gerçekten merak ederek soruyorum:
Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı çıkan Avrupalı siyasî partilerden
bir tanesi, ama bir tanesi, size, Kıbrıs meselesi çözülürse, biz, Türkiye'nin
üyeliğini destekleriz dedi mi? Daha dün, bunların öncülüğünü yapan Alman
Hıristiyan Demokrat Partisinin Genel Başkanı Angela Merkel'le beraberdik. Sayın
AKP'li ve CHP'li arkadaşlarımızla birlikte, bir çalışma yemeğinde, onların
görüşlerini değiştirmek için tam iki saat uğraştık. Israrla, inatla,
Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkıyorlar ve Türkiye'ye özel bir statü verilmesini
istiyorlar. İtiraf ediyorum; başaramadık... Başaramadık... Gerekçelerini
anlattı, iki saat boyunca, bize, niçin Türkiye'nin üyeliğine karşı olduklarını
anlattı.
Değerli arkadaşlarım,
Kıbrıs'tan, bir tek kelimeyle bile bahsetmedi. Kıbrıs meselesi çözülürse,
tutumumuzu değiştiririz demedi. Peki, diğer Avrupalı partiler dedi mi; onlar da
demedi. Siz neye güveniyorsunuz?! Kıbrıs meselesi çözülürse Avrupa'da bizim
üyeliğimize karşı olanların tutumlarını değiştireceklerini nereden
çıkarıyorsunuz?! Kim size söyledi bunu?!
Değerli arkadaşlar,
gazetelerde "ver de kurtul" diye yazıyor. "Ver de kurtul"
politikasını eleştiriyor bazı yazarlar.
Değerli arkadaşlarım
"ver de kurtul"dan daha kötüsü var; ver, ama kurtulama! Hem
verirsiniz hem hiçbir şey alamazsınız! (CHP sıralarından alkışlar) İşte, endişe
verici olan budur.
Biz, hükümeti uyarıyoruz;
dikkatli olunuz, sonra halkın içine çıkamazsınız. Kıbrıs'ı feda edersiniz,
vaktiyle Girit'i feda ettiğimiz gibi; ondan sonra da, halka, karşılığında ne
aldığınızı anlatamazsınız. İnşallah, üyelik tarihi verirler, inşallah üyelik
sürecine başlarız, önce biz sizi alkışlarız. Hiç kuşkunuz olmasın, biz, sizinle
beraber çalışıyoruz. Sakın ola ki, İktidar Partisi bunu başaramasın da, biz de
puan kazanalım diye düşünüyoruz zannetmeyin, işte arkadaşlarınıza sorunuz, gece
gündüz, yurt içinde ve yurt dışında size destek oluyoruz, bunun için
çalışıyoruz. Hiç aklınıza başka bir şey gelmesin; ama, tablo ortada.
Daha geçen gün,
Danimarkalı arkadaşlarla beraberdik...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öymen,
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
..üyelik tarihi verilmesine İktidar Partisinin başkanı karşıdır, iktidarı
dışarıdan destekleyen parti kesinlikle karşıdır, muhalefet partisinin başkanı
karşıdır. Tablo bu. Hollanda'da da bu, Avusturya'da da bu.
Değerli arkadaşlarım,
sözlerimi bitiriyorum. Bu konuyu, daha önce söylediğimiz gibi, bir millî mesele
olarak takip etmek zorundayız. Sayın Genel Başkanımızın sözleriyle cümlelerimi
tamamlayacağım. Bu içinde bulunduğumuz aşama, demin anlattığım nedenlerle,
seksen yıldan beri izlediğimiz, Lozan'dan beri izlediğimiz Türk
dışpolitikasının bir kırılma noktasıdır. Bunu, size, inanarak söylüyorum,
hiçbir içpolitika düşüncesi taşımadan söylüyorum. Bu politikanın adı, kaderimizi
başkalarının insafına terk eden politikanın adı diplomaside teslimiyettir.
Beğensek de, beğenmesek de budur. "Meclis karar verecektir, referandum
olacaktır" bunlar güzel sözlerdir; sonucunu göreceğiz.
Sizi uyarıyoruz; bu
yoldan ne kadar erken dönebilirseniz o kadar iyidir. Kıbrıs'ta, Sayın
Denktaş'ın başarılı sonuç alması için biz bütün gücümüzle çalışacağız,
Kıbrıs'ta, şerefli, adil bir çözümün bulunması için bütün gücümüzle
çalışacağız; ama, hükümeti uyarıyoruz, dış baskılarla hareket etmeyiniz, kararlılık
gösteriniz, cesaretle hareket ediniz, temel çıkarlarımızdan taviz vermeyiniz. O
zaman, yalnız Cumhuriyet Halk Partisini değil, bütün halkı arkanızda
bulursunuz. Bunu yapamazsanız, teslimiyetçi politika izlerseniz değerli
arkadaşlarım, korkarım ki insan içine çıkamazsınız.
Saygılar sunuyorum ve
önergemizin kabulünü öneriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, Sayın Öymen bazı
sorular sordular. Çok kısa olarak bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Sayın Onur Öymen'in, Sayın Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Abdullah Gül'le ilgili olarak yaptığı bazı açıklamalar sebebiyle,
Sayın Dışişleri Bakanının söz talebi vardır; kendisine söz veriyorum.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Onur Öymen'i
dikkatli bir şekilde dinledim. Tabiî, bütün katkıları için önce teşekkür
ediyorum; bana tevcih ettiği sorular var, onlara da açıklık getirmek istiyorum.
Yalnız, ona geçmeden
önce, bir şeyi, burada, hepinizin huzurunuzda ifade etmek istiyorum. Hep
beraber dinledik, Sayın Onur Öymen, Annan Planının bugünkü halini söyledi,
anlattı burada. Ada'da yarın başlayacak kıran kırana müzakereler olacak ve o
müzakerelerde, o Plan üzerinde değişiklikler yapılacak. Hepimizin, bizim de,
sizin de, kendilerinin de arzu ettiği değişiklikler bu müzakere sırasında
yapılacak. Dolayısıyla, bakılacak neticede, o değişiklikler yapıldı mı,
yapılmadı mı...
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Yapılmazsa ne olacak?
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Yapılmadıysa reddedilecek.
Yapılmayan, aleyhinize olan şeyi, o halkla beraber yaşayacak halk,
benimsemediği, sevmediği, aleyhine olan şeyi kabul eder mi; etmeyecek. Biz de
tercihimizi açıkça söyleyeceğiz.
İkinci nokta şu: Açıklık
istediği için...
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Referanduma gidilmeyecek değil mi?
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Referandumda oyunuzla hayır
diyeceksiniz, ben beğenmiyorum bunu diyeceksiniz, kabul etmiyorum diyeceksiniz,
istediğim yapılmamış diyeceksiniz; yani, bunu söyleyeceksiniz. Eğer tatmin
oluyorsanız da evet diyeceksiniz.
İkinci nokta şu: Türkiye
Büyük Millet Meclisi son sözü söyleyecektir. Yani, Onur Öymen Bey burada
söyledi, tekrar açıklık getiriyorum. Anayasamıza göre, İçtüzüğümüze göre, kendi
hukukî düzenlemelerimize göre, bu böyledir. 1960 Kıbrıs Antlaşmasını, nasıl, son
olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi her şey bittikten sonra onayladıysa, o
zaman da en son olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinin takdirine sunulacaktır;
takdiriniz onaylamak da olabilir, onaylamamak da olabilir.
Başka bir nokta şu: Sayın
Öymen yine bana sordular "New York'taki görüşmeler olurken, biz
bilmiyoruz, Sayın Cumhurbaşkanıyla, Sayın Genelkurmay Başkanıyla nasıl
görüşüldü" diye. Ben, konuşmamda açıkça, uzun uzun söyledim; ama, bir kez
daha, ısrarlı olarak istedikleri için bilgi veriyorum: Her gün, düzenli olarak,
New York'ta ne oluyor ne bitiyor, bunlar sürekli olarak geldi; sürekli olarak,
Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Genelkurmay Başkanı bilgilendirildi. Ayrıca,
New York'tan yazılı metinler geldi, yazılı metinler kendilerine gönderildi. Ayrıca,
ben ziyaret ettim Sayın Cumhurbaşkanımızı, bu süre içerisinde, bu üç gün
içerisinde sürekli görüşüldü; kendilerine metinleri verdim, bilgilendirdim;
kendilerinin bazı tavsiyeleri oldu; onlar konuldu. Sayın Genelkurmay
Başkanımızla Sayın Başbakan görüştü; ben de görüşmeye sonra katıldım.
Dolayısıyla, dinamik bir süreç içerisinde zaman zaman değişik konumlara gelindi
ve bunlarla ilgili devamlı bilgiler verildi.
Bir noktayı daha yine
Onur Bey sordular: "Kıbrıs meselesi hallolursa, Türkiye, Avrupa Birliğine
kesin girecek mi?" Biz diyoruz, Kıbrıs meselesi, Avrupa Birliğine girmenin
bir şartı değildir. Avrupa Birliğine girmenin şartı, Kopenhag Siyasî
Kriterlerini tam düzenlemek ve uygulamaktır; ama, Kıbrıs çözülürse, muhakkak
ki, bütün uluslararası platformlarda olduğu gibi, Avrupa Birliğinde de olumlu
bir hava olacaktır; ama, ben burada şunu söyledim: Bu ne yazık ki ya
anlaşılmadı veyahut da biraz üstü kapalı geçildi, Onur Bey tarafından. Eğer,
Rum kesimi, tek taraflı olarak Kıbrıs'ı temsilen Avrupa Birliğine girerse
Enosis o zaman gerçekleşiyor dedim; çünkü, Rumların hedefi bu şekilde Türk
kesimini eritmektir. O açıdan bizim için çok önemlidir.
Başka bir nokta da şu:
Evet, biz buna sonuna kadar itiraz ettik. Sadece yapmadığımız şey savaş ilan
etmekti; ama, siz iktidarda olsaydınız savaş ilan eder miydiniz onu bilmiyorum,
Avrupa Birliğine karşı. Burada açık konuşuyorum sizinle. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) -
Sayın Bakan, Avrupa Birliğine niye savaş ilan edelim?
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Onur Bey bir şey daha söyledi...
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) -
Kıbrıs'tan sonra kıta sahanlığı gelmeyecek mi?!
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bakın, değerli arkadaşlar, bütün
bunlar bizim İktidarımızdan önce gelişmiştir. O iktidarlarda sizler de
bulundunuz zaman zaman. Bu bir sene içinde Rum kesiminin önü açılmamıştır. Rum
kesiminin Avrupa Birliğine önü beş altı sene önce açılmıştır ve bu süre içinde
de zımnen Türkiye "evet, oraya, Avrupa Birliğine yürü" demiştir. Rum
kesiminin önü taa o zaman kesilebilirdi; ama, o zaman kesilmemiştir. Türkiye,
dolaylı olarak da, ne yazık ki, bunu kabul etmiştir ve Rum kesiminin Avrupa
Birliğine tam üyeliğinin yolu taa o zaman açılmıştır ve o trend işlemiştir,
işlemiştir, bu hale gelmiştir. Bizim İktidarımızda, bakıyoruz, biz, aslında
krizi kurtarmaya çalışıyoruz. Biz, aslında, çok daha kötü durumlara düşecek
Türk kesimini nasıl daha iyi duruma getiririz, ona uğraşıyoruz ve Türk kesimini
Avrupa Birliğine, ortak Kıbrıs Devleti çatısı altında sokmaya çalışıyoruz, eğer
istediğimiz düzenlemeler Annan Planı üzerinde yapılırsa; bunun da altını
çiziyorum size. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Başka bir nokta şu: Bunu,
doğrusu, Onur Beyin centilmenliğiyle pek bağdaştıramadım. Ben de daha önce
yaptığım konuşmalarda "otuz senedir iyi yapılmış" dedim. Otuz sene
önce tabiî ki Barış Harekâtı doğruydu; tabiî ki, hepimiz, o zaman herkes büyük
heyecan duydu, tabiî ki, bu, desteklendi; ama, benim bu kürsüde söylediğim şey
şuydu: Otuz sene geçti, bugünleri düşünerek, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinde çok daha iyi bir ekonomi sağlayabilir, çok daha sağlam -öbür
tarafta 15 000 dolar olurken burada 4 000-5 000 dolara bile ulaşamayan bir
kesim bırakmazdı- millî, manevî değerlerle mücehhez kılabilirdi; Türkiye'nin,
bazı hastalıkları oraya taşınmayabilirdi, orada bir sosyalist düzen gibi, her
şey devletçi bir düzen kurulmayabilirdi. Tanınmamış olmasına rağmen, orası
ekonomik olarak, bütün zorluklara rağmen, cazip hale getirilebilirdi. Bunları
söyledim yanlış olarak. Yoksa, benim, burada, daha önce yaptığım konuşmamla bir
tezadım yok; başından beri, Kıbrıs'la ilgili ne düşünüyorsam, onu söylüyorum.
Bir de son olarak,
müsaade ederse, yine Onur Beye şunu söylerim: Doğru, Dışişleri Komisyonuna bir
kez geldim Mecliste; ama, Dışişleri Komisyonuyla dışarıda, Dışişleri
Komisyonunda kaç kez bir araya geldik, onu, Dışişleri Komisyonunun Cumhuriyet
Halk Partili üyelerine sorarım.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Komisyona bir kere geldiniz Sayın Bakan!..
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ayrıca, Sayın Onur Öymen,
Cumhuriyet Halk Partisinin değerli diplomat milletvekilleriyle kaç kez bir
araya geldim ve istişare ettim. Bunlar düşünülürse, herhalde, biraz, yönelttiği
tenkitlerde haksız olduğu çıkacaktır.
Teşekkür ederim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Öymen, Dışişleri
Bakanımızın yaptığı açıklamalar konusunda sizin ilave edeceğiniz bir husus var
mı efendim?
ONUR ÖYMEN (İstanbul) -
Evet.
BAŞKAN - Kısaca
açıklamanızı yapın; artık, konuyu fazla uzatmayalım.
Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
ONUR ÖYMEN (İstanbul) -
Sayın Bakana, bu açıklamaları için teşekkür ediyorum.
Çok ciddî ve somut bir
konu var önümüzde. 4 Şubat tarihli mektubu okuyacak olursanız, bu mektupta
diyor ki: "Ülkeler -yani, Türkiye ve Yunanistan- üzerinde mutabakata
varılacak metinle ilgili onaylarını 9 Nisan tarihine kadar Genel Sekretere
bildireceklerdir." Aynı metinde diyor ki: "Kıbrıs'ta referandum 21
Nisan tarihinde yapılacaktır." Bendeki bilgi yanlış değilse... 9 Nisan, 21
Nisandan önce geliyor. Nasıl olacak da, biz referandumun sonucuna bakarak
Mecliste karar vereceğiz?! Bu değiştirildiyse eğer, açıklansın; çünkü,
Birleşmiş Milletler açıklamasında böyle bir şey yok. Yani, hükümet, bunu
değiştirdiyse öğrenmek isteriz. Gerçekten, çok yararlı olur.
Şimdi, bu otuz yıl
meselesine gelince, çok açıktır Sayın Gül'ün söyledikleri; ona benim ilave
edecek bir şeyim yok. Meclis zabıtları vardır. Sayın Gül diyor ki: "Otuz
yıldır doğru iş yapılmıştır." Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da
"otuz yıldır yanlış iş yapılmıştır" diyor. Yani "otuz yıl önce
bir kere doğru iş yapıldı" demiyor. Sayın Gül'ün çok açık beyanı var. Ben,
arzu eden arkadaşlarımıza metnini gönderirim.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Şimdi göstermeniz lazım Sayın Öymen.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Doğru da söylüyor. Eleştiri için söylemiyorum. Doğru söylüyor. "Otuz
yıldır doğru iş yapılmıştır" diyor.
Değerli arkadaşlarım,
otuz yıldır ne yapılmıştır...
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Ekonomik olarak yanlış yapılmıştır.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Müsaade buyurun...
Mesela, otuz yıl içinde
yapılanlardan biri Kıbrıs Türk Barış Harekâtıdır. Yanlış mıdır? Biz yaptık, Cumhuriyet
Halk Partisi Hükümeti. Otuz yıldır yapılanlardan biri nedir; Amerikan askerî
ambargosunu kaldırmak olmuştur. Yanlış mı yapılmıştır? Bütün haksızlıklara
direnmek olmuştur. Yanlış mı yapılmıştır? Deniliyor ki, efendim, biz hazır
bulduk, beş sene önce Kıbrıs Rumlarının üyeliği rayına oturmuştu. Oturmamıştı
arkadaşlar. Sayın Genel Başkanımız açıkladı; 1999 Helsinki Zirvesinde bu konuda
alınan karar üzerine, Finlandiya Başbakanı Lipponen, Sayın Başbakan Ecevit'e
bir mektup yolladı ve Kıbrıs sorununun, Türkiye'nin üyeliğini engellemeyeceğini
söyledi.
Şimdi, bunları
görmezlikten gelmeyelim. Sizden önceki hangi hükümet, Kıbrıs'ın, Türkiye ve
Yunanistan'ın aynı zamanda üye olmadıkları bir milletlerarası kuruluşa üye
olamayacağı ilkesinden caydı? Hangi hükümet, bundan geri adım attı? Başlangıçta
sizin hükümet dahil, bütün hükümetler, bu görüşü savundu. Şimdi bundan
cayıyorsunuz; niçin? Dayanamadığınız için mi, direnemediğiniz için mi, çok mu
baskı geliyor üzerinize; söyleyin, biz, size yardımcı olalım, destek olalım, bu
baskılara birlikte göğüs gerelim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Öymen,
lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız efendim.
ONUR ÖYMEN (Devamla) -
Toparlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bütün bu konularda son olarak bir cümle söyleyeceğim. Hükümetten küçük bir
ricamız var. Sayın Bakan bunu cerh edecektir, eminim. Sizden küçük bir ricamız
var. Biz, bu konudaki görüşlerimizi açıkça halka anlatacağız, anlatmaya devam
edeceğiz; çünkü, bu bizim görevimizdir. Bir tek ricamız var; sakın ola ki,
önümüze medya barajları kurmaya kalkışmayın, kendi destekçileriniz,
yandaşlarınız vasıtasıyla, bizim görüşlerimizin halka ulaşmasına, sakın ola ki,
engel olmaya çalışmayın. (AK Parti sıralarından "yok canım öyle bir
şey" sesleri) Türkiye'de demokrasi yaşadıkça, Cumhuriyet Halk Partisi
konuşacaktır ve sesini halka duyuracaktır.
Teşekkür ediyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Öymen,
teşekkür ederim.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Düzce Milletvekili Sayın Yaşar Yakış; buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
YAŞAR YAKIŞ (Düzce) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu toplantı,
Kıbrıs'la ilgili bir toplantı olmaktan çıkıp, Sayın Öymen'in neleri
karıştırdığı, neleri karıştırmadığı sorununun tartışılması haline geldi. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
V. HAŞİM ORAL (Denizli) -
Sizin Bakanlığınızı da biliyoruz Sayın Yakış!
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Onun için, ben, aslında, doğrudan doğruya, Kıbrıs konusundan girecektim; fakat,
madem konu bu hale geldi; ben de, Değerli Arkadaşım Sayın Öymen'in
söyledikleriyle ilgili not ettiğim bir iki hususun üzerinde durmak istiyorum.
Bütün olarak Sayın
Öymen'in söyledikleri ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söyledikleri
birlikte değerlendirildiği zaman aşağı yukarı şu anlama geliyor: Siz, bize ne
yapacağınızı söyleyin, biz de, size tavsiyelerimizi söyleyelim, ondan sonra
kenara çekilin, bu memleketi biz yönetelim. Pek tabiî ki, demokraside böyle bir
yöntem olsa, biz ona da uyarız; ama, böyle bir yöntem olmadığı için, uymakta
belki güçlük çekeceğiz.
YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) -
Ne alaka?!
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Şimdi, bir başka husus da şu: Sayın Denktaş Ankara'ya geldi, bir zirveye
katıldı, burada Türk tarafının ortak görüşü oluşturuldu, ondan sonra Sayın Denktaş
New York'a gitti, müzakereler devam etti ve bu müzakerelere devam edilmesi için
Sayın Denktaş'ın da rızasıyla bir karar alındı. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi
diyor ki veyahut da demeye getiriyor ki: "Efendim, Denktaş bilmez neye
'evet' deneceğini, onu biz biliriz; Denktaş yanlış yapıyor, bu müzakerelere
başlamakla Denktaş hatalı yoldadır, doğru yolda olan Cumhuriyet Halk Partisinin
görüşüdür, onu nazarı itibara almayın." Bunun ne kadar isabetli bir görüş
olduğunu da sizlerin takdirine bırakmak istiyorum. Başka hususlar da vardı;
ama, bilmiyorum üzerinde durmaya gerek var mı...
Ege konusundaki
görüşmeler, bizim bilebildiğimiz kadarıyla, gayet olumlu bir yolda devam
ediyor. Pek tabiî ki, müzakerelerin gizliliği nedeniyle her aşamadaki hususlar
açıklanmaz; ama, anladığım kadarıyla, açıklandığı zaman bu Meclise de bilgi
verilecektir ve o zaman, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli milletvekilleri ve
sözcüleri de bizi değerli kanaatlerinden istifade ettirirler.
Sayın Öymen, bir de
"Sakın bizi eleştirmeyin, bize itham yöneltmeyin; öyle cevaplar veririz
ki, altından kalkamazsınız" ve "meydanlarda her şeyi söyleyeceğiz,
bunu önlemeye kalkmayın" diyorlar. AK Partinin edebiyatında ve usulünde
böyle bir yöntem yok. Cumhuriyet Halk Partisi 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce
de meydanlarda söyleyeceğini söylemişti, AK Parti de söyleyeceklerini
söylemişti; halk, hangisine ne kadar hak verdiğini oylarıyla ortaya koymuştur.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Ben, şimdi, bu kısa mülahazalardan sonra kendi
konuşmama gelmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hükümetimizin, Kıbrıs konusunda Yüce Meclisimize bilgi vermesi
için yapılan bu oturumda AK Partinin görüşlerini sizlerle paylaşmak için
huzurunuzdayım.
AK Parti Grubu,
Kıbrıs'ta, kalıcı, yaşayabilir ve adil bir çözüm istemektedir. Hükümetimiz de
yılların ihmaliyle çözümsüzlük yumağı haline gelmiş olan bu sorunu çözümlemeye
kararlı olduğunu ortaya koymuştur. Bu ihmalin içinde Cumhuriyet Halk Partisinin
payı olduğunu da pek tabiî ki kabul etmek zorundayız.
Nasıl içpolitikada temel
hak ve özgürlükler alanında attığımız adımlar Avrupalı dostlarımızı şaşkınlık
içinde bıraktıysa, Kıbrıs konusunda attığımız adım da, aynı şekilde, Avrupalı
dostlarımızı ve uluslararası camiayı, cesaretiyle, şaşkınlık içinde bırakmıştır!..
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) -
Sayın Yakış, Kıbrıs Dostluk Grubunda böyle konuşmuyordunuz.
BAŞKAN - Lütfen...
Lütfen... Hatibe müdahale etmeyiniz.
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Sayın Başkan, ben, zatıâlinizin şahsında Büyük Millet Meclisine hitap ediyorum;
onun için, oturdukları yerden müdahale eden değerli arkadaşlarımıza cevap
vermeyi arzu etmiyorum. Benim muhatabım, değerli milletvekilleri adına
zatıâlinizdir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Tamam efendim.
Siz, Genel Kurula hitap edin Sayın Yakış.
Buyurun.
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Değerli milletvekilleri, Türk Hükümeti bu kararları kapalı kapılar arkasında
almış değildir. Bu kararın bütün hazırlıkları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
makamları ile Türk makamları arasında, her aşamasında çok sıkı bir işbirliğiyle
yürütülmüştür. Orada mı kalmıştır; hayır, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin de
siyasî düzeyde karar verici makamları olan Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve
Dışişleri Bakanı buraya gelerek, Ankara'da bir zirve gerçekleştirmişlerdir ve
Türk tutumu, işte o zirveden sonra oluşturulmuştur. Belki, Sayın Öymen'in
dikkatinden kaçmış olan husus da budur. Orada, karar, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti makamlarının da tamamen katkısıyla ve onayıyla alınmıştır. Bu
tutum, onlarla istişare sonucunda ortaya konmuş bir tutumdur.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti, kalıcı ve adil bir çözüme, ancak, her iki tarafın hayatî
çıkarlarını gözeten bir yaklaşımla ulaşılabileceği kanısındadır. Bu düşünceyi
hareket noktası olarak benimsemek suretiyle, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti, müzakerelerin yeniden başlaması için bir inisiyatif almıştır. Bu
inisiyatif sayesinde, bugün, şimdiye kadarkilerden çok daha somut bir çözüm
umudu ortaya çıkmış bulunmaktadır.
AK Parti olarak bizim
tercihimiz, Ada'daki iki tarafın serbest iradeleriyle konuyu müzakere etmeleri
ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde, 1
Mayıs 2004 tarihinden önce, hakkaniyete uygun bir çözüme ulaşmalarıdır.
Burada, iki hususun
üzerinde özellikle durmak istiyorum. Bir tanesi, 1 Mayıs 2004 tarihi. Neden bu
tarih; bu tarih neden bu kadar önemli oluyor; bu tarih, şunun için önemli
oluyor: Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunsa da bulunmasa da, bu tarihte, Güney
Kıbrıs Rum yönetimi, bütün Ada'yı temsilen, Avrupa Birliğine üye olacaktır;
fakat, bir çözüm bulunursa, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de, yeni kurulacak
olan Kıbrıs Devletinin bir parçası olarak, Rum yönetimiyle birlikte Avrupa
Birliğine girecektir. Dolayısıyla, bu tarihin önemi, bu husustan
kaynaklanmaktadır.
Üzerinde durmak istediğim
ikinci husus da, neden, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet
misyonu çerçevesinde çözüm aradığımız hususudur. Acaba, en iyi çerçeve,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesi midir; daha
uygun bir çerçeve bulunabilir mi, aranabilir mi? Bizim değerlendirmemize göre,
Annan Planı, Türkiye'nin bekleyebileceği ideal bir çözüm modeli değildir. Eğer,
onlarca yıldan beri, Kıbrıs sorunu, hamaset edebiyatı yapılarak çözümsüzlüğe
terk edilmemiş olsaydı, belki bugün daha güçlü bir konumda olurduk ve belki
daha uygun bir çerçeve oluşturma imkânımız halen mevcut olurdu. Biz, Annan
Planına, bugünkü koşullarda, ideal bir çözüm değil, bir ehvenişer olarak
bakıyoruz. Bu planın alternatifi, çözümü çok daha zor olan bir sorunlar
yığınıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; siyaset arenasında, seçmen, artık, sadece eleştiri yapmış
olmak için yapılan eleştirilere itibar etmemektedir; eleştiri yapanın, daha
uygun bir çözüm önerip önermediğine de bakmaktadır ve o önerinin gerçekçi olup
olmadığına da bakmaktadır. Hükümetimiz de, Annan Planının orasını burasını
eleştirmekle yetinmekten, ısrarla ve daima kaçınmıştır ve bu Plan olmazsa,
alternatifinin ne olacağını her zaman sorgulamıştır. Hükümet, bu Planı
reddedersek sonuçlarının ne olacağını soğukkanlılıkla değerlendirmiş, ondan
sonra bu politikayı belirlemiştir. Bu planı reddedersek, pek tabiî ki, ne Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ne de Türkiye batacaktır; ama, Kıbrıs sorununun çözümü
şimdikinden çok daha zor bir mecraa girmiş olacaktır. Geçmişte bu sorunun
çözümü zamana havale edildiği için bugünkü duruma gelinmiştir. Biz de, eğer,
kolay yolu seçip sorunu zamana bırakmış olsaydık, ancak bundan sonraki
kuşaklara daha zor bir çözüm bırakmış olacaktık. Hükümetimiz bunu yapmadı ve ne
Kıbrıs konusunda ne de başka bir konuda, biz, tozları halının altına süpürme
politikası izledik. Geçmiş iktidarların yaptığı gibi, sorunu daha büyümüş
olarak gelecek kuşaklara havale etmek yoluna sapmadık. Hastanın durumunun
ağırlaştığını görerek tedaviye derhal başladık ve acı bir ilacı bugün almayı
tercih ettik.
Hükümetimizin attığı
adım, siyasette bir liderlik tavrını ortaya koymaktadır. Liderlik, halkın
nabzına göre şerbet vermek değildir. Liderlik, gerektiğinde acı reçete yazmayı
göze alabilmektir. Bu acı reçetenin neden alınması gerektiğini halka doğru
anlattığınız zaman, halk bunu anlamaktadır. Hatta, halk, kendisini bilge
zanneden birçok kimseden daha iyi anlamaktadır, tedavi için bu acı reçetenin en
doğru yol olduğuna ikna da olmaktadır ve sonuçta da, nasıl, bir hasta,
kendisini acı reçete vermek suretiyle tedavi eden doktoruna medyunu şükran
olmakta ise, halk da kendisine acı reçete vermek suretiyle halkın yolunu açan
liderlere aynı şekilde destek vermektedir. İşte, biz, halkımızın bu konuda bize
destek verip vermeyeceğini bir süre sonra, Kıbrıs sorunu çözümlendikten sonra
hepimiz birlikte göreceğiz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; KKTC'nin Güney Kıbrıs'la birlikte AB'ye girmesi şu sıralarda
üzerinde çalışılan çözüm planının ayrılmaz bir parçasıdır. KKTC'nin de Rum
kesimiyle birlikte AB'ye girmesini öngören başka bir çerçeve şu anda, maalesef,
mevcut değildir ve Kıbrıs sorununun tarafları arasında, bugün ile 1 Mayısa
kadar geçecek süre içinde hiç yoktan böyle bir çerçeve geliştirmek mümkün
görünmemektedir ve böyle bir şeyi beklemek de gerçekçi değildir. Diplomaside
gerçekçi olmak en az haklı olmak kadar önemlidir. Sayın Öymen, burada, haklı
olduğumuz alanların üzerine vurgu yaptı; fakat, deneyimli bir diplomat olarak
gerçekçi olmanın da ne kadar önemli olduğunu Atatürk zamanında izlenen
politikalarımızla her diplomatımız bilir. İşte, bu nedenledir ki, biz AK Parti
olarak çözümü Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu
çerçevesinde aramanın en gerçekçi yaklaşım olduğuna karar verdik ve bunu ilan
ettik. Sayın Başbakanımız, bu tutumumuzu açıkladıktan sonra, Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri de tarafları New York'a davet etti. Türk tarafı,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye olarak, New York'a gitti ve 10-13
Şubatta Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin himayesinde yapılan görüşmelere
yapıcı, yaratıcı ve yönlendirici bir tutumla katıldı; bu görüşmelerde, Genel
Sekreterin işini kolaylaştıracak bir yöntem önerdi; bu yöntem, Genel Sekreter
tarafından da takdirle karşılandı ve benimsendi. Yöntem -Sayın Gül tarafından
da biraz önce izah edilmişti- kısaca şunu önermektedir: Kıbrıs Türk tarafı ve
Kıbrıs Rum tarafı, 19 Şubat ile 22 Mart günleri arasındaki bir aylık süre
içerisinde, Annan Planı üzerinde müzakereyi sürdürecekler, bu müzakerede bir
anlaşmaya varamazlarsa, halen anlaşamadıkları noktalar kalmışsa, bu kez,
anavatanların da müzakereye katılması suretiyle, ikili yerine dörtlü bir
forumda tartışmaya başlanılacaktır; eğer, bu dörtlü forum da bazı sorunları
halen çözümleyememişse, o sorunların çözümü Genel Sekretere bırakılacaktır.
Türk tarafının önerdiği yöntemin özeti bu. Böylelikle, Türk tarafı, hem
yaratıcı ve yapıcı bir tavır içinde olduğunu ortaya koymuş hem de tıkanıklığı
çözecek bir yol göstermiştir.
AK Parti Meclis Grubu,
Türk diplomasisine böyle bir başarı armağan eden hükümetimizi, Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti liderliğini ve bu ince diplomasinin teknik hazırlıklarını
başarıyla ikmal etmiş olan Dışişleri Bakanlığımızın seçkin kadrolarını
kutlamayı ve onlara bu kürsüden teşekkür etmeyi bir borç saymaktadır. Tarih, bu
cesaretli adımı, önemiyle mütenasip olarak mutlaka değerlendirecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türk tarafının önerdiği bu çalışma yönteminin üstünlüğü şu
noktada yatmaktadır: Ada'daki Türk ve Rum taraflar, kendileri bir çözüme
ulaşamadıkları takdirde, çözümün, bu kez, kendilerinin dışında bir irade
tarafından nasıl olsa gerçekleştirileceğini görmektedirler; bu nedenle, çözümü
onlara bırakmaktansa, kendi iradeleriyle ulaşmak amacıyla ellerinden gelen
çabayı göstermeleri beklenir. Aynı durum, anavatanların katılmasıyla yapılacak
müzakereler için de geçerlidir. Eğer, orada da müzakerelerde bir sonuç
alınamazsa, yine, onların da iradesi dışında bir yerde, boşluklar, bu kez,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından doldurulacaktır. Böylelikle,
aslında, Yunan ve Rum tarafının önüne bir teşvik unsuru konulmuş olmaktadır.
Peki, neden, bu öneri Rum
ve Yunan tarafı için bir teşvik unsuru oluyor da, Türk tarafı için olmuyor?
Sebebi basit; çünkü, Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum yönetimini tüm adayı
temsilen, Avrupa Birliğine almaya karar vermek suretiyle, çok vahim bir hata
işlemişti. Bu hata neticesinde, Avrupa Birliği ve onun dışındaki üçüncü
taraflar ve uluslararası camia, Kıbrıs Rum kesimi üzerinde etkide bulunma, onu
etkileme yollarını, imkânlarını elinden çıkarmış olmaktadır. Bunun sonucu
olarak da, Kıbrıs Rum kesimi, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için taviz vermeye
yanaşmamaktadır; çünkü, sorun çözümlenmese dahi, nasıl olsa Avrupa Birliğine
girmektedir. Böyle bir durumda, Rum tarafını çözüm için taviz vermeye
zorlamanın en etkili yolu, bir çözüm bulunamazsa, Genel Sekreterin, dürüst bir
borsa komisyoncusu gibi davranarak, çözümü kendisinin önermesidir. İşte, Türk
tarafının önerisinin güçlü tarafı, en önemli tarafı bu noktasıdır.
Burada şöyle bir soru
-nitekim Sayın Öymen de bu soruyu ortaya attı- akla gelebilir: Kıbrıs'taki Türk
ve Rum Halklarının kendilerini bu kadar yakından ilgilendiren bir hususta karar
verme yetkisini...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yakış,
buyurun.
YAŞAR YAKIŞ (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkanım.
...Kıbrıs Rum ve Türk
tarafların, böyle önemli bir konuda, kendileri adına karar verme yetkisini
başkalarına devretmesi doğru mudur? Aslında, böyle bir yetki devri mevzubahis
değildir. Kıbrıs Türk ve Rum taraflar, önce, kendileri anlaşmaya çalışacaklar.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri onlar adına karar vermiyor; onlar adına,
halka sunulacak olan, referanduma sunulacak olan metnin ortaya çıkarılması için
çaba sarf edecek. En sonunda bu metni kabul veya reddedecek olan, Kuzey Kıbrıs
Türk Halkı ve Güney Kıbrıs Rum Halkıdır. Annan'a verilen yetki, bu metnin
ortaya çıkarılmasıdır; yoksa, "hayır" veya "evet" deme
yetkisi, Annan'a verilmiş değildir.
New York'taki
müzakerelerde Türk tarafının izlediği kararlı, dikkatli ve esnek tutum,
müzakerelerde Türk tarafını bir adım öne geçirmiştir. Bu sonucun alınmasında
birçok etmen rol oynamıştır. Sayın Denktaş, onlarca yıldan beri oluşturduğu
birikimiyle, bu tutumun şekillenmesinde en önemli katkıyı yapmıştır. Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin yeni Başbakanı Sayın
Talat da siyasî iradelerini bu tutumun arkasına koyunca, Türkiye'nin tutumu,
gayet güçlü bir tutum haline dönüşmüştür.
Müzakereler boyunca, Türk
tarafı, popülist bir yaklaşımdan uzak duracaktır. "Büyük zafer kazandık,
Rum tarafını perişan ettik" gibi söylemler peşinde değiliz ve olmayacağız.
Türk tarafınca ortaya konulan tutumun en önemli özelliği, her iki tarafa da
kazanma imkânı veren bir tutumdur; "kazan kazan yöntemi" dediğimiz
yöntemdir.
AK Parti, Kıbrıs Rum
kesimini, Türk kesiminin Ada'da birlikte yaşayacakları bir ortağı olarak
görmektedir. Bu iki ortak, oturarak, ortak mülkleri olan Kıbrıs Adasını, kendileri
için barış içerisinde yaşanabilir bir ülke haline getireceklerdir. Bu bir
"ver kurtul" politikası mıdır? Sayın Öymen, yine "ver
kurtul" politikası olduğu anlamına gelen ifadeler kullandı. Kıbrıs
konusunda olan biteni doğru ortaya koyarsak, bunun bir "ver kurtul"
politikası olup olmadığını herkes kendisi takdir edebilecektir.
Kıbrıs'ta şu anda
yapılmakta olan şudur; daha doğrusu, Kıbrıs konusuyla ilgili olarak yapılmakta
olan şudur: Kıbrıs Adasının doğal sahibi olan iki halk, Türk ve Rum Halkları,
kendi aralarındaki bir sorunu çözmek için masaya oturmuşlar ve çözüm arama
çabası içine girmişlerdir. Kıbrıs Adası onlarındır. Karşılıklı fedakârlıkta
nereye kadar gidebileceklerine, onlar, kendileri karar vereceklerdir. Bir çözüm
formülü geliştirdikleri zaman, bunu, bir referandumla, hükümranlığın asıl
sahibi olan kendi halklarının onayına sunacaklardır. Dolayısıyla, Kıbrıs
konusunda, kimse, kimsenin malını kimseye veriyor değildir. Bunun bir "ver
kurtul" politikası olup olmadığının takdirini, bu iddiayı ileri sürenlerin
aklıselimine bırakmak istiyorum.
Kıbrıs Cumhuriyetinin bir
garantörü olarak Türkiye de, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan garantörlük
haklarını kullanarak, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında varılan
mutabakatı Yüce Meclisimizin onayına sunacaktır. Varılacak anlaşmanın Türkiye
tarafından onaylanıp onaylanmayacağını Yüce Meclisimiz belirleyecek; yani,
sizler belirleyeceksiniz. Eğer, ille de bir "ver kurtul" politikası
bulunduğu ileri sürülüyorsa, bu politikanın uygulanıp uygulanmadığına karar
verecek olan, yine Yüce Meclisimizdir, sizlersiniz. Bugün gelinen noktada, Türk
tarafı, şimdiye kadar olduğu gibi, sorunun çözümü için yapıcı tutumunu
sürdürmeye devam edecektir. Uluslararası camiadan beklentimiz, Rum-Yunan
tarafının da Türk tarafı gibi yapıcı olmaya teşvik edilmesidir. Bu yapılırsa,
sadece Kıbrıs sorunu çözümlenmiş olmakla kalmayacak, aynı zamanda Doğu
Akdenizde bir istikrar ortamı doğacak ve Türk-Yunan ilişkileri bundan olumlu
biçimde etkilenecektir. Ayrıca, Avrupa Birliği de, bünyesine bölünmüş ve
sorunlu bir devleti üye olarak almış duruma düşmekten kurtulacaktır. Bu
yapılmazsa, müzakerelerin çıkmaza saplanması ihtimali büyüktür; ancak, bu kez,
kimsenin Türk tarafını uzlaşmaz taraf olarak ilan etmeye hakkı olmayacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada üzerinde durulması yararlı olacak bir başka husus da,
Kıbrıs sorunu çözümlenirse, Türkiye'ye AB'ye giriş müzakerelerine başlamak için
bir tarih verilmesi kesin midir sorusudur. Sayın Öymen de bunu ortaya attı,
Sayın Gül de bu konuda görüşlerini dile getirdi. Ben de bu soruya kısa bir
cevap vermek istiyorum: Hayır, kesin değildir tarih alabileceğimiz. Ancak,
Kıbrıs sorununun çözümlenmesinin Türkiye'nin AB'ye giriş müzakerelerine
başlanması için tarih verilmesini kolaylaştıracağı ise kesin, o kesin.
Peki, öyleyse,
hükümetimiz neden bu sorunu alelacele çözümleme çabasına girmiştir; bunun
sebebi basittir; Partimiz, Kıbrıs sorununun çözümlenmesini Avrupa Birliği
işinden bağımsız olarak değerlendirmekte; böyle bir sorunumuz, Avrupa Birliğine
girme sorunumuz olsa da olmasa da, Kıbrıs sorununu çözümlenmesi gereken bir
sorun olarak görmektedir. Parti programımızın dışpolitikayla ilgili bölümüne
bakarsanız, Türkiye'nin komşularıyla olan sorunlarını çözümlemeye öncelik
vereceğini orada belirtmiştir. Dolayısıyla, Kıbrıs sorunu, Avrupa Birliği
meselesinden bağımsız olarak da çözümlenmesi gereken bir konudur.
Konuşmama son verirken,
şu hususun altını bir kere daha çizmek istiyorum: Hükümetimiz, Kıbrıs sorununu,
bugünkü koşullarda olabilecek en uygun çözüme kavuşturmak için elinden gelen
çabayı sarf etmeye devam etmektedir. Maalesef, etrafta felaket tellallığı yapan
çok kimse vardır; bunu hepimiz görüyoruz. Böyle bir konuda felaket tellallığı
yapmaya gerek yoktur. Türkiye'nin yönetimi, dışpolitika da dahil olmak üzere,
emin ellerdedir. Hükümet, Yüce Meclis tarafından kendisine gösterilen güvene
layık olmak için elinden gelen çabayı göstermeye devam edecektir.
Biz, AK Parti Grubu
olarak, Hükümetimizin Kıbrıs konusunda aldığı inisiyatifi destekliyor ve bu
tutumun da arkasında olduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Yakış,
teşekkür ediyorum.
Önerge sahipleri adına,
İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Elekdağ, süreniz 10
dakika.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
1960 yılından bu yana, gelmiş geçmiş bütün Türk hükümetleri tarafından
"millî dava" olarak nitelenen Kıbrıs sorununun, siyasî eşitlik
bazında hakça ve kalıcı bir çözüme kavuşturulmasında Kuzey Kıbrıs'ın olduğu
kadar Türkiye'nin de büyük yarar ve çıkarı vardır. Bu bakımdan, New York'ta Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Başkanlığında yapılan görüşmeler
sonucunda Kıbrıs'ta müzakere yolunun açılmış olması ilk bakışta umut verici bir
gelişme gibi görünüyor; ancak, bu konuda, New York'ta kabul edilmiş olan belge
incelenince, bu umut, maalesef, sönüveriyor.
Değerli arkadaşlarım,
sözünü ettiğim 13 Şubat 2004 tarihli belge, kilit nitelikte bir belgedir;
Kıbrıs sorununun nasıl, ne şekilde ve hangi şablona göre çözüme bağlanacağını
önceden saptayan bir metindir. Bu bakımdan, bu belgenin içeriğinin KKTC'ye ve
Türkiye'ye ne gibi yükümlülükler getirdiğinin ve başlattığı sürecin Kuzey
Kıbrıs'ı ve Türkiye'yi nereye götüreceğinin gerçekçi, objektif ve soğukkanlı
bir bakışla değerlendirilmesinde yarar vardır. Konuşmamda bu kıstaslara
hassasiyetle uyacağım.
Değerli arkadaşlarım,
önce, New York'ta, 13 Şubatta Kıbrıs Rum ve Türk heyetleri tarafından kabul
edilmiş bulunan belgenin ne olduğuna ve ne olmadığına bir bakalım. Değerli
arkadaşlarım, bu belge, sadece bir müzakere yöntemi metnidir. Birleşmiş Milletler
Genel Sekreteri, bu belgeyle, taraflara, müzakerelerde izleyecekleri mecburî
nitelikteki bir prosedürü, bir usulü empoze etmiştir. Bu belgeyi inceleyince
de, gerek müzakere usulü gerekse müzakerelerden çıkacak sonuçlar hakkında ciddî
endişe ve kaygılara kapılmamak mümkün değildir. Değerli arkadaşlarım, bizi
tereddüt ve endişeye sevk eden temel neden, Türk Hükümetinin olmazsa olmaz
nitelikteki resmî görüş ve önerilerinin Annan Planı zemininde yapılacak
müzakereler sonucunda ortaya çıkacak anlaşmada yer almasının sağlanamayacağı
hususundaki derin kuşkudur. Sayın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanımız
Abdullah Gül, biraz önce yaptığı konuşmada, bu olmazsa olmazlara değindi. Ben
de bunlar üzerinde kısaca durmak istiyorum. Nedir bu olmazsa olmazlar?..
1 - Annan Planı, Türk
Halkının varlığını ve eşitlik hakkını yok sayıyor. Plana göre, kurulan devletin
meşruiyet kaynağı, kurucu halklar veya devletler değil, fertlerdir. Bu sakat
yaklaşım değiştirilmeli ve Kıbrıs Cumhuriyetinin eşit haklara sahip olan Türk
ve Rum Milletlerinden oluştuğu anayasada yer almalıdır.
2 - Annan Planı, güneyden
kuzeye yoğun bir göç dalgası yaratıyor ve belirli bir zaman diliminde 80 000
civarında Rumun Kuzey Kıbrıs'ta yerleşmesini öngörüyor. Plan, böylece, son otuz
yıldır Ada'da barış ve istikrarın dayandığı iki kesimli yapıyı kaldırarak,
yerine sağlıksız ve tehlikeli bir durumu ikame ediyor. Bu bakımdan, iki
kesimlilik muhafaza edilmelidir.
3 - Kuzey ile güney
arasındaki sınır çizgisi düz bir şekilde belirlenmelidir.
4 - Garanti anlaşması
sulandırılmadan muhafaza edilmelidir.
5 - Türk askerinin Kuzey
Kıbrıs'taki varlığı, Türkiye Avrupa Birliğine girdikten sonra da, sembolik
düzeyde de olsa, sürdürülmelidir.
6 - Çözüm anlaşması,
Avrupa Birliğinin temel yasası statüsünü kazanmalı -buna "primary
law" diyorlar- yani, değiştirilemez bir niteliğe sahip bulunmalıdır.
Rum tarafının, çözüm
çerçevesinde kabul edilecek metinleri, Avrupa Birliği normlarına ve hukukuna
uydurmak bahanesiyle değiştirip yozlaştırması kesinlikle önlenmelidir.
Sayın Onur Öymen, yaptığı
konuşmada, Annan Planının içeriğini ayrıntılı bir şekilde ele aldı, CHP'nin bu
konudaki görüşlerini ve olmazsa olmazlarını ortaya koydu. Ben, bu kapsamlı
yaklaşımdan değil de, hükümetin, Genelkurmayın ve Dışişlerinin görüşlerini
alarak oluşturduğu asgarî nitelikteki olmazsa olmazlar listesinden söz
ediyorum. Görüleceği gibi, bu 6 maddelik asgarîye indirilmiş olmazsa olmazlar,
Annan Planının temel dengelerini bozan bir nitelik ve boyuta sahip değildir.
Bunlar çözüm anlaşmasında yer almadığı takdirde, Türk varlığının Kuzey
Kıbrıs'ta devamı ve can güvenliği sağlanamaz, Türkiye'nin stratejik çıkarları
da tehdit altında kalır. Bunun da ötesinde, Ada'da bugüne kadar süregelen barış
ve istikrar da tehlikeye atılır.
Bu noktayı biraz açmakta
fayda var değerli arkadaşlarım. Kıbrıs'ta kanlı olayların, katliamların ve
etnik temizlik girişimlerinin son bulması ve barış ve istikrar ortamının hâkim
olması, 1974'ten bu yana Ada'da uygulanan iki kesimlilik sayesinde olmuştur. Bu
gerçeğe sırt çevirmek telafi edilmez sorunlara yol açar. Kıbrıs sorununa çözüm
getireceğiz diye iki kesimlilik ortadan kaldırılır veya aşındırılırsa, bu
durumun anlaşmazlıklara, sürtüşmelere ve kanlı çatışmalara yol açabilecek bir
ortam yaratacağı gözardı edilmemelidir.
Bu bakımdan, Ada'da
barış, huzur ve güvenin korunması ve güçlendirilmesi isteniyorsa, çözümüm,
sağlam ve sulandırılmamış iki kesimli bir yapı üzerine bina edilmesi
zorunludur.
Bu hususları belirttikten
sonra, şu sorunun yanıtını arayalım: New York'ta 13 Şubatta kabul edilen
müzakere yöntemi çerçevesinde, Sayın Bakan tarafından açıklanmış bulunan
olmazsa olmazların çözüm anlaşmasında yer alması sağlanabilecek midir?
Önce şu hususu
belirtmekte yarar var: Türk tarafının önerisiyle tadil edilen yeni müzakere
yöntemi, müzakerelerin son aşamasında Türkiye ile Yunanistan'ın da kısa bir
süre müzakere sürecine katılmalarının ötesinde, işin esası ve özü açısından,
öncekine nazaran hiçbir önemli değişiklik getirmemektedir; çünkü, New York'ta
kabul edilen yeni yöntemde, öncekinde olduğu gibi, Annan Planının müzakere
zemini oluşturacağını ve tarafların planın özünü, esasını ve temel dengelerini
değiştirici nitelikte öneriler ileri süremeyeceğini öngörüyor; bu bir. Bu ilke,
hem Kıbrıs Türk ve Rum tarafları hem de Türkiye ile Yunanistan için geçerlidir.
Tüm taraflar, müzakere masasına bu şartla oturuyorlar değerli arkadaşlarım.
İkincisi de, yeni
müzakere yöntemi, uzlaşma sağlanamadığı takdirde, bu boşlukların Annan
tarafından doldurulmasını öngörüyor; yani, eskisi gibi, son söz, yine, Annan'da
olacak.
Sonuç olarak, Türk
tarafı, 13 Şubatta, New York'ta, üzerinde mutabık kalınan yeni müzakere
yöntemini kabul ederek, kendini Annan Planına hapsetmiş ve siyasî iradesini
Annan'a teslim etmiş oluyor. Rum ve Yunan tarafının da aynı durumda olduğunu
söyleyeceksiniz. Doğru; ama, bir farkla; Plan hazırlanırken Rum-Yunan tarafıyla
istişare edilmiş, onların görüşleri alınmış. Nitekim, eski Cumhurbaşkanı
Klerides, Plan oluşturulurken kendisiyle istişarelerde bulunulduğunu Kıbrıs Rum
basınına açıkladı.
Şimdi, değerli
arkadaşlarım, bu durumda sizlere soruyorum: Bu müzakere koşullarında
Türkiye'nin asgarî olmazsa olmazlarının tatmin edici bir şekilde çözüm
içerisinde yer alması sağlanabilir mi? Maalesef, bu soruya olumlu bir yanıt vermek
mümkün değil. Bunun da birkaç nedeni var: Birincisi, Türk tarafının, kendisini,
Annan müzakere yöntemiyle, tam bir deligömleği içine sokmuş olmasından ileri
geliyor. Esasen, Kofi Annan'ın 4 Şubat günlü davet mektubunda belirttiği gibi,
Sayın Başbakanın, Davos'ta, kendisine, Planın özüyle ilgili herhangi bir
değişiklik önerisinde bulunmayacağını taahhüt etmiş olması ve Türkiye'nin
yapacağı önerilerin sınırlı sayıda olacağını peşinen kabul etmiş olması, Türk
tarafının önerilerinin kabul şansını sınırlamış bulunuyor.
İkinci neden, Türk
tarafının bu müzakereye son derece dengesiz koşullarda oturmasından ileri
geliyor. Rum tarafı, Annan Planına "evet" de dese "hayır"
da dese, 1 Mayısta Avrupa Birliği üyeliğini garanti etmiş durumda. Böyle
olunca, Rum tarafı, herhangi bir yaptırım riski olmadan masaya oturuyor.
Değerli arkadaşlarım, bu şartlarda, Rumların Türk tarafına en ufak bir ödün
vermesinin beklenmesi aşırı saflık olur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Elekdağ.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(Devamla) - Teşekkür ediyorum efendim.
Ödün vermek şöyle dursun,
Rum tarafı, Türk tarafına verilen hakların kısıtlanmasını istemekte ve Planın
kendi lehine iyileştirilmesinde direnmektedir. Nitekim, Rum Lideri Papadopulos
"Türk tarafının önerileri Annan Planının özüne aykırıdır" diye
açıklamalar yapmaktadır, şimdiden beyanatlar vermektedir. Ayrıca, Planı
değiştirmek için kapsamlı önerilerde bulunacağını açıklıyor.
Bu nedenlerle,
müzakereler sonucunda, Annan'ın, bazı kozmetik değişiklikler dışında,
Türkiye'nin olmazsa olmazlarını karşılamasını beklemenin aşırı iyimserlik
olacağı, hatta, hayalperestlik olacağı kanısındayım.
Annan, taraflar arasında
anlaşmaya varılmaması üzerine, bizzat kendisi tarafından boşlukların
doldurulması vakti geldiğinde, Planın felsefesi çerçevesinde hareket edecektir;
yani, herhangi bir konuda vereceği karar, Planda öngörülenin doğrultusunda
olacaktır.
Bütün bu
söylediklerimizden, şu üç nokta tam bir netlikle ortaya çıkıyor değerli
arkadaşlarım: Birincisi, New York'ta kabul edilen müzakere yöntemi, Türkiye'yi
Annan Planını içine hapsetmiştir. Bu yöntemle, Planın, gerek Ada'daki Türk
toplumunun gerekse Türkiye'nin güvenliği açısından sakıncalı olan yanlarını
düzeltme imkânı, Türkiye'nin ve KKTC'nin elinden alınmıştır. İkincisi, Türkiye
ve Kıbrıs Türkleri için yaşamsal önemde olan olmazsa olmazların belirlenmesi
Kofi Annan'ın insafına terk edilmiştir. Üçüncüsü, bu koşullarda, Kıbrıs'ta,
Türklerin varlığını ve güvenliğini koruyan, Türkiye'nin de stratejik çıkarlarını
teminat altına alan, adil ve hakça bir çözüme ulaşabileceği umudunu beslemek
aşırı iyimserlik olur.
Değerli arkadaşlarım,
çizdiğim hiç de parlak olmayan bu tabloyu sizlerle paylaşmak beni hiç mutlu
etmiyor; fakat, dürüst bir değerlendirme, başka bir sonuç çıkarmama da,
açıklamama da imkân vermiyor.
Bu konuda Kıbrıs Rum
Lideri Papadopulos'un yaptığı değerlendirme de ilginç. Papadopulos, Ada'ya
dönüşünde verdiği demeçlerde, New York'ta diplomatik zaferi Rum tarafının
kazandığını söyledi ve şöyle devam etti; aynen okuyorum: "Türk tarafı ve
Denktaş, Annan Planını ölü ve gömülmüş sayıyor, Annan Planının ismini dahi
ağızlarına almak istemiyorlardı. Oysa, şimdi, hem Kıbrıs Türkleri hem de
Türkiye, Annan Planı temelinde müzakerelere oturmak zorundadır. Bu, bizim
başarımızdır." Bu, tabiatıyla, Papadopulos'un bakış açısı; ama, soruyorum:
Rum Liderin söylediğinin yanlış olduğunu kim iddia edebilir?
Sözlerime son vermeden,
Avrupa Birliği konusunda birkaç söz söylemek istiyorum. Halkımızın yüzde
75'inin desteklediği Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği, Türk siyasî hayatının
mihverine kalıcı biçimde oturmuştur. Buna rağmen, ülkemizde, hâlâ, Avrupa
Birliği dışında kalacak bir Türkiye'nin kayıplarını ve karşılaşacağı riskleri
tam teşhis edemeyen bir aydın kitlesi vardır. Biz, Türkiye'nin çıkarını, Avrupa
blokunun oluşturduğu demokrasi, güven ve refah bölgesi içerisinde yer almasında
görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
esasında, orta vadede Avrupa Birliğine tam üyeliği garanti edilmiş bir Türkiye
için, biraz önce belirtmiş olduğum şu olmazsa olmazların kritik bir anlam ifade
etmeyeceğini de belirtmeliyim; ancak, o ana kadar, bu olmazsa olmazların
Türkiye ve Kıbrıs Türkleri için önemi yaşamsaldır. Avrupa Birliği yolunda
ilerlerken, gerçekçi olmamızda yarar var. Kısa bir süre önce, Avrupa Birliği
Zirvesinde yüzümüze gülüp, sırtımızı sıvazlayanların, bize verdikleri vaatlerle
ilgili olarak "önce uyutalım, sonra unutalım" dediklerine ilişkin
bandı televizyon ekranlarından seyrettiğimizi unutmayalım. Bu bağlamda,
Atina'nın, Ege sorunlarını gündeme getirerek, bunların kendi görüşleri
doğrultusunda hallini Ankara'ya dayatmak istemesinin ve bu bahaneyle Türkiye'ye
müzakere tarihî verilmesini engellemeye çalışmasının çok ciddî bir olasılık
olduğunu da hatırımızdan çıkarmayalım. Nitekim, eski Başbakan Simitis birkaç
kere bu hususta açıklamalarda bulunmuş ve Kıbrıs meselesinin çözümünden sonra
Ege'ye sıra geleceğini belirtmişti.
İki yıldır Türkiye ile
Yunanistan arasında Ege sorunları konusunda devam eden istikşafî müzakerelerden
şu ana kadar dişe dokunur bir şey çıkıp çıkmadığı bilinmiyor. Esasen,
görüşmelere istikşafî denmesi de bundan ileri geliyor.
Değerli arkadaşlarım,
Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı meslektaşımla bu konuları 2,5 yıl
müzakere ettim. Bu müzakereler, Başbakan Ecevit ile Başbakan Karamanlis'in
devamlı bilgilendirilmeleri ve görüşmelere aktif katkıda bulunmaları suretiyle
yürütüldü. Tam bir yere geldik derken, Yunan tarafı müzakereleri askıya
alıverdi. Bu tecrübenin ışığında konuşuyorum.
Yunanistan, Ege'de sadece
kıta sahanlığı sorunu olduğunu, bunun da Uluslararası Adalet Divanı yoluyla
halledilmesini istiyor. Bu konuda son derece ısrarlı. Atina, ayrıca, hem
uluslararası anlaşmaları hem de Türkiye'nin haklarını ihlal ederek, Ege'de
kendisi tarafından yaratılan, adaların silahlandırılması, FIR Hattı,
karasuları, hava sahası gibi bir dizi olup bittiyi ve sorunu ise, bunların
kendi egemenlik tasarrufları alanında olduğunu iddia ederek Türkiye'yle bu
konuları görüşmek dahi istemiyor. Atina'nın bu tutumundan bugün de 1 milimetre
dahi sapmadığını biliyorum. Yunanistan'ın halihazır politikasının, istikşafî
görüşmelerle hem Türkiye'yi uyutmak hem de uluslararası camiaya ihtilafın halli
için bir şeyler yapılıyor görüntüsünü vermek, böylece, 2004 yılı sonuna kadar
zaman kazanmak olduğu anlaşılıyor. Evet, Yunanistan pusuya yatmış durumda
bekliyor. Türkiye'ye üyelik için müzakere tarihi verileceği zaman Ege
sorunlarını gündeme getirerek, taleplerini, veto tehdidiyle ülkemize dayatmayı
hesaplıyor.
Değerli arkadaşlarım, bu
değerlendirmemde yanılmayı çok isterim. Herhalûkarda Sayın Dışişleri
Bakanımızın da bu konuda Meclisimizi aydınlatmasının çok yararlı olacağını
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
görüleceği gibi, Avrupa Birliği yolu, zannettiğimizden daha uzun ve engebeli.
Bu yolda kararlılıkla ilerlememiz lazım; ama, şunu bilelim: Kıbrıs sorunu
çözüldükten sonra da Avrupa Birliğinin tarih vermesi cepte keklik değil.
Önümüze yeni engeller çıkarılması bize sürpriz olmasın. Konulara eğer bu
bilinçle yaklaşırsak, o zaman ihtiyatsız ödünler vermiş ve gereksiz riskler
almış olmayız.
Yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim
Sayın Elekdağ.
Sayın milletvekilleri,
Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Ağar'ın, İçtüzüğün 60 ıncı maddesi gereğince
söz talebi vardır. Kendisine, yerinden, söz vereceğim.
Sayın Ağar, buyurun.
MEHMET KEMAL AĞAR
(Elazığ)- Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Öncelikle, bütün
konuşmacılara teşekkür ediyoruz. Sayın Dışişleri Bakanımızın verdiği
bilgilerden istifade ettiğimizi ifade ediyorum; ancak, gerek Kıbrıs Rum
kesiminde gerek Yunanistan'da konunun sürekli parlamentolar düzeyinde
görüşüldüğü ve görüşmelere gitmeden evvel parlamentolardan gerekli gücün de
alındığı gözönüne alındığında, konunun, her aşamada Meclisle paylaşılmasının
büyük yararı olduğu kanaatimizi ifade etmek istiyorum ve bir ölçüde de
Türkiye'nin bütününü çok yakından ilgilendiren konuyu Meclisin bir bütün ve
görüntü halinde daha alakalı görünmesinin de milletimizin beklentisi olduğu
gerçeğini ifade etmek lazım.
Ben Sayın Bakandan bir
konunun açıklığa kavuşturulmasını arzu etmekteyim; onu arz etmek isterim
kendilerine. Bu, tabiî, konunun en temel meselesi; müzakereler açılmıştır,
büyük bir iyi niyetle herkes müzakerelerin iyi bir sonuçla, Türkiye'nin ve
oradaki toplumumuzun menfaatlarının korunur tarzda sonuçlanmasını
beklemektedir. Biraz evvel Sayın Elekdağ'ın büyük bir vukufiyetle ifade
ettikleri bütün risklerin de gözönünde olduğu gerçeği ortadadır. Meselede bir
ehvenişerin içerisinde, çizgisinde kalmak değil, meseleyi mutlak Türkiye'nin
menfaatları çerçevesinde çözebilmeyi sağlamak gereği vardır. Buradaki bir temel
konu, ortaya çıkacak anlaşmanın, eğer, kabul edilirse ve bütün prosedürden
geçerse, konuşmanın bir yerinde -ben tam göremedim zaman yokluğundan- Sayın
Bakan bunun, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterince Avrupa birincil hukuku
içerisine alınacağı, yani, kurucu anlaşma içerisine alınacağı konusunda garanti
verdi gibi bir söz... Ben yanlış anlamış olabilirim veya görüşmelerin sonunda
çıkacak gibidir. Bu noktanın, ben, fevkalade önemli olduğunu görüyorum.
Neresinden bakarsak bakalım, Türk toplumu açısından da, mesele, Avrupa Birliği
yolculuğumuzla doğrudan ilişkilendirilmektedir. Dolayısıyla, bu Meclisin
üstüne, bütün Meclisler gibi, belki, Birinci Meclis kadar önemli bir görev
düşmektedir Kıbrıs meselesinde. Her milletvekili, meseleyi çok yakinen takip
edip, hür iradesine göre meseleyle ilgili son kararı verme durumundadır. Bir
önemli karar verip, bütün tavizleri verip de, sonunda hiçbir şey alamayan ülke
durumunda kalmanın sorumluluğunu ne hükümet ne Meclis olarak bizlerin
taşıyabilmesi mümkündür. Konunun diğer aşamalarında da, Meclise her zaman
taşınmasında hükümet açısından da yarar vardır, hükümete de güç verecek bir
meseledir. Bütün bu görüşmelerde, nelerin görüşüldüğü veya ne gibi garantiler
verildiği konusunda net ve açıklayıcı bilgiler olmamıştır. Belki konunun
tekniği açısından, gerek Davos'taki Annan görüşmesi, gerekse Washington'daki
heyet halindeki ve Amerikan Başkanıyla özel görüşmelerle ilgili olarak Meclise
yeterli bilgi verilmemiştir, belki de verilmesi gerekmiyordur; onun da tebarüz ettirilmesi gerekirdi diye
düşünüyorum.
İnşallah, oylarınızla,
eğer genel görüşme yapılacak olursa, orada İçtüzüğün bize sağlayabileceği,
cılız da olsa, imkânlar içerisinde görüşlerimizi ifade etme imkânı bulacağız,
yoksa, aksi takdirde, medya vasıtasıyla veya doğrudan millete giderek
görüşlerimizi ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkana,
hoşgörülerinden ötürü teşekkürlerimi sunuyorum.
Sağ olun.
BAŞKAN - Sayın Ağar, ben
de teşekkür ediyorum.
Sayın Bakan, Sayın
Ağar'ın sözleriyle ilgili olarak açıklama yapacaklar.
Buyurun Sayın Bakan.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Mehmet Ağar'a gerçekten
teşekkür ederim; söyledikleri konu önemlidir. Konuşmamda da buna değindim.
Avrupa Birliğinin esas hukuku içerisine girecektir. Bunu, Avrupa Birliği de
görüşmelerimizde kabul etmiştir, Genel Sekreter de bunu bilmektedir. Onun için,
New York'ta yayımlanan metnin içine konmuştur. Ama, tabiî ki, şu anda
müzakereler sürerken nasıl olacak, hangi yöntemlerle bu sağlanacak; bu, o zaman ortaya çıkacaktır; ama, gerek Avrupa
Birliği gerek Birleşmiş Milletler gerekse bütün kesimler bunun böyle olması
gerekliliğini kabul etmişlerdir, teyit etmişlerdir.
İleride herhangi bir
teknik yanlışlık yapmamak için Avrupa Birliği
hukukunu çok iyi bilen hukukçular devrededir, çalışılmaktadır, o temin
edilecektir. Bir mutabakat vardır.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Saygıdeğer milletvekilleri,
genel görüşme önergesi üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, genel görüşme
açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım.
Genel görüşme açılmasını
kabul edenler... Kabul etmeyenler... Sayın milletvekilleri, görüşmeler yeterli
bulunmuş ve Genel Kurulca genel görüşme açılması kabul edilmemiştir.
Sözlü soru önergeleriyle,
kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 18 Şubat 2004 Çarşamba
günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 18.36