DÖNEM
: 22 YASAMA
YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 34
30 uncu Birleşim
18 Aralık 2003 Perşembe
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/688) (S.Sayısı: 284)
2.- 2002 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî Yılı Genel Bütçeli Daireler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/656, 3/370, 3/372, 3/373) (S.Sayısı: 286)
3.- 2004 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/689) (S.Sayısı: 285)
4.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/657, 3/371)
(S.Sayısı: 287)
A) TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
B)
CUMHURBAŞKANLIĞI
1.- Cumhurbaşkanlığı 2004 Malî Yılı
Bütçesi
2.- Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı
Kesinhesabı
C) SAYIŞTAY
BAŞKANLIĞI
1.- Sayıştay Başkanlığı 2004 Malî Yılı
Bütçesi
2.- Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı
Kesinhesabı
D) ANAYASA
MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2004 Malî
Yılı Bütçesi
2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
IV.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in,
Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe'nin, konuşmasında, Grubuna sataşması
nedeniyle konuşması
V.- SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın,
Baltalimanı Tesislerinin İstanbul Üniversitesine tahsisinin kaldırılması
kararına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in
cevabı (7/1363)
2.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur
Yaka'nın, orman işçilerinin sosyal güvenlik ve çocuklarının eğitim sorunlarına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1413)
3.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın,
son on yılda kurulan enerji tesislerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/1446)
4.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin,
görevden alınan yönetici düzeyindeki personele ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1448)
5.- Denizli Milletvekili Mustafa
Gazalcı'nın, İlköğretim Kurumlar Yönetmeliğindeki bazı düzenlemelere ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1451)
6.- Ankara Milletvekili Mehmet
Tomanbay'ın, yıllık ders planı çizelgesinde Atatürkçülükle ilgili konular
bölümüne yer verilmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1481)
7.- İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu'nun, Türk Telekomun RTÜK kararına aykırı olduğu iddia edilen bir
uygulamasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın cevabı
(7/1515)
8.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
gıda ürünlerindeki katkı maddelerinin Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğince
uygunluğuna ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/1521)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
beş oturum yaptı.
İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, SSK
hastanelerinde yaşanan personel tayinleri nedeniyle karşılaşılan sorunlara ve
emeklilerin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılara,
Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut,
Erzurum'da karla mücadele destek projesi ve ithal kömürle ilgili sorunların
çözümü için alınması gereken tedbirlere,
İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.
İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in,
faili meçhul cinayetlerde yitirdiğimiz aydınlarımızın anısına ve Necip
Hablemitoğlu'nun öldürülüşünün birinci yıldönümüne ilişkin gündemdışı
konuşmasına, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, cevap verdi.
Bulgaristan Ulusal Meclisi Dış Politika,
Savunma ve Güvenlik Komisyonu Başkanının TBMM Dışişleri Komisyonu heyetini
Bulgaristan'a resmî davetine icabet edecek milletvekillerine ilişkin Başkanlık
tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın Avusturya
Meclis Başkanı Andreas Khol'un resmî davetine beraberinde bir Parlamento
heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.
Niğde Milletvekili Orhan Eraslan ve 66
milletvekilinin, patates yetiştiriciliğinin ve patates üreticilerinin
sorunlarının araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/152) Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in
görüşmelerde bulunmak üzere Rusya'ya yaptığı resmî ziyarete İstanbul
Milletvekili Tayyar Altıkulaç'ın da,
Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un
görüşmelerde bulunmak üzere İran'a yaptığı resmî ziyarete İstanbul Milletvekili
Nevzat Yalçıntaş'ın da,
Katılmalarının uygun görüldüğüne ilişkin
Başbakanlık tezkerelerinin;
Genel Kurulun 17.12.2003 Çarşamba günkü
(bugün) birleşiminde; daha önce gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve
bastırılarak dağıtılan 307 sıra sayılı kanun teklifinin 48 saat geçmeden
gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler
kısmının 7 nci sırasına alınmasına ve bu birleşimde gündemin 8 inci sırasına
kadar olan işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin AK
Parti Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra,
Kabul edildikleri açıklandı.
Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı,
Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu
görüşlerden farklı görüşleri kendilerine atfetmesi nedeniyle bir açıklama
yaptı.
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının:
1 inci |
sırasında |
bulunan |
(6/330), |
2 nci |
" |
" |
(6/332), |
3 üncü |
" |
" |
(6/334), |
Esas numaralı sorular, üç
birleşim içinde cevaplandırılmadığından yazılı soruya çevrildi, soru sahipleri
de görüşlerini açıkladı.
4 üncü |
sırasında |
bulunan |
(6/336), |
5 inci |
" |
" |
(6/337), |
6 ncı |
" |
" |
(6/338), |
7 nci |
" |
" |
(6/339), |
8 inci |
sırasında |
bulunan |
(6/342), |
10 uncu |
" |
" |
(6/345), |
12 nci |
" |
" |
(6/347), |
13 üncü |
" |
" |
(6/348), |
14 üncü |
" |
" |
(6/349), |
15 inci |
" |
" |
(6/354), |
17 nci |
" |
" |
(6/356), |
18 inci |
" |
" |
(6/357), |
19 uncu |
" |
" |
(6/358), |
20 nci |
" |
" |
(6/359), |
22 nci |
" |
" |
(6/362), |
23 üncü |
" |
" |
(6/363), |
24 üncü |
" |
" |
(6/364), |
26 ncı |
" |
" |
(6/366), |
27 nci |
" |
" |
(6/367), |
28 inci |
" |
" |
(6/368), |
29 uncu |
" |
" |
(6369), |
30 uncu |
" |
" |
(6/372), |
31 inci |
" |
" |
(6/373), |
32 nci |
" |
" |
(6/374), |
33 üncü |
" |
" |
(6/375), |
34 üncü |
" |
" |
(6/376), |
35 inci |
" |
" |
(6/378), |
Esas numaralı sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır
bulunmadıklarından, ertelendi. |
|
|
|
9 uncu |
sırasında |
bulunan |
(6/343) |
16 ncı |
" |
" |
(6/355), |
21 inci |
" |
" |
(6/361), |
25 inci |
" |
" |
(6/365), |
Esas numaralı sorulara,
Devlet Bakanı Ali Babacan,
11 inci sırasında bulunan
(6/346), esas numaralı soruya, İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu,
Cevap verdi; (6/343),
(6/346), (6/355) esas numaralı soru sahipleri de karşı görüşlerini açıkladı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk
Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında (1/521) (S. Sayısı: 146),
2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin (1/523) (S. Sayısı: 152),
Kanun Tasarılarının görüşmeleri, daha önce
geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden,
Ertelendi.
3 üncü sırasında bulunan ve önceki
birleşimde 4 üncü maddesine kadar görüşmeleri tamamlanan, At Yarışları Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına (1/356) (S. Sayısı: 138),
4 üncü sırasında bulunan, Olağanüstü Hal
Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Bir Geçici Madde
Eklenmesine (1/647) (S. Sayısı: 268),
Dair Kanun Tasarılarının, yapılan
görüşmelerden sonra;
5 inci sırasında bulunan, Vergi Usul
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısının (1/681) (S. Sayısı: 306), görüşmelerini müteakiben
elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra;
Kabul edildikleri ve kanunlaştıkları
açıklandı.
6 ncı sırasında bulunan, Çanakkale
Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî
Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212)
(S.Sayısı: 305) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı, maddelerine geçilmesi
sırasında istem üzerine elektronik cihazla yapılan yoklamalar sonucunda Genel
Kurulda toplantı yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından;
Alınan karar gereğince, 2004 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını
görüşmek için, 18 Aralık 2003 Perşembe günü saat 11.00'de toplanmak üzere,
birleşime 22.21'de son verildi.
|
|
Yılmaz Ateş |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Suat Kılıç |
|
Enver Yılmaz |
|
Samsun |
|
Ordu |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
|
|
Yaşar Tüzün |
|
|
|
Bilecik |
|
|
|
Kâtip Üye |
|
No. : 48
II. - GELEN KÂĞITLAR
18 Aralık 2003 Perşembe
Rapor
1.- Denizli Milletvekili
Ümmet Kandoğan'ın; Bazı Belediyelerin Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi ve
İçişleri Komisyonu Raporu (2/216) (S. Sayısı: 308) (Dağıtma tarihi: 18.12.2003)
(GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Mersin Milletvekili
Ersoy Bulut'un, Anamur'a yeni bir cezaevi yapılıp yapılmayacağına ilişkin
Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/881) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.12.2003)
2.- Mersin Milletvekili
Ersoy Bulut'un, Mersin-Gülnar-İshaklar Köyü sağlık ocağına ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/882) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)
3.- Mersin Milletvekili
Ersoy Bulut'un, Anamur Devlet Hastanesinin beyin cerrahı ihtiyacına ve hasta
naklinde yaşanan sorunlara ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi
(6/883) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)
4.- Mersin Milletvekili
Ersoy Bulut'un, Anamur'dan Mersin ve Antalya'ya deniz otobüsü ile ulaşım
sağlanıp sağlanmayacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi
(6/884) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)
5.- Mersin Milletvekili
Ersoy Bulut'un, Anamur'a ağır ceza mahkemesi açılıp açılmayacağına ilişkin
Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/885) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.12.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Muğla Milletvekili
Ali Arslan'ın, Muğla-Dalaman'daki bir fabrikanın çevre kirliliği oluşturduğu
iddialarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/1673)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)
2.- İstanbul Milletvekili
Ali Rıza Gülçiçek'in, Diyanet İşleri Başkanlığından diğer kurumlara geçiş yapan
personele ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi
(7/1674) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)
3.- Antalya Milletvekili
Nail Kamacı'nın, çiçek üreticilerinin bazı sorunlarına ve çiçek borsası kurulup
kurulmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1675) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)
4.- Antalya Milletvekili
Nail Kamacı'nın, Beydağları Sahil Millî Parkındaki tesisin tadilatıyla ilgili
iddialara ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/1676)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)
5.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Adana'nın Kozan İlçesinde bazı kamu kuruluşlarının
teşkilatlarının kapatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1677)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)
6.- Bursa Milletvekili
Kemal Demirel'in, Bursa-Tophane Çocuk Kütüphanesinin kapatılacağı iddiasına
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/1678) (Başkanlığa
geliş tarihi: 17.12.2003)
7.- Bursa Milletvekili
Kemal Demirel'in, Bursa-Yenişehir-Sinanpaşa Camii'nin korunması ve
restorasyonuna ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1679) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)
8.- Hatay Milletvekili
Gökhan Durgun'un, Türkbank'ın kapatılmasının nedenlerine ve çalışanlarının
başka bir kuruma aktarılıp aktarılmayacağına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/1680) (Başkanlığa
geliş tarihi: 17.12.2003)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.00
18 Aralık 2003 Perşembe
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 30 uncu Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayımız
vardır; gündeme geçiyoruz.
Gündemimize göre, 2004
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.
III. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.- 2004
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/688) (S. Sayısı:
284) (x)
2.- 2002
Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî
Yılı Genel Bütçeli Daireler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/656, 3/370, 3/372,
3/373) (S. Sayısı: 286) (x)
3.- 2004
Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/689) (S. Sayısı: 285) (x)
4.- 2002
Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/657, 3/371) (S. Sayısı: 287) (x)
BAŞKAN - Komisyon?...
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri,
komisyon raporları 284, 285, 286 ve 287 sıra sayılarıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Şimdi, bütçe kanun
tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere hükümete söz vereceğim.
Sayın Maliye Bakanı;
buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 17 Ekim 2003 günü Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2004
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2002 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı,
Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle incelenip son şeklini almış ve
bugün de Yüce Meclisin takdir ve tensiplerine arz edilmiş bulunmaktadır. Bu
vesileyle, Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine, yoğun ve
yorucu çalışmaları ve yapıcı katkıları için huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bilindiği üzere, demokratik rejimlerde bütçelerin temelinde
bütçe hakkı vardır. Bütçe hakkı, ulusların, egemenliklerini, kamu gelir ve
giderleri üzerindeki yetkilerini parlamentonun kullanımına devretmesiyle
sistemleşmiş ve bir malî müessese olarak anayasalarla düzenlenmiştir.
(x) 284, 286,285,287 S. Sayılı Basmayazılar ve ödenek
cetvelleri tutanağa eklidir.
Bu düzenleme
çerçevesinde, hangi hizmetler için ne miktarda harcama yapılması gerekeceğine
ve bu harcamalar nedeniyle halka ne gibi malî yükümlülükler yükleneceğine,
millet adına, Meclis tarafından karar verilmektedir.
Bugün, görüşmelerine
başlayacağımız 2004 bütçesi, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetlerinin 2 nci
bütçesi olacaktır.
Türkiye Cumhuriyetinin 59
uncu ve Adalet ve Kalkınma Partisinin 2 nci Hükümeti olarak hedefimiz, ekonomik
istikrarı sağlamış, rekabetçi bir piyasa yapısı oluşturmuş, sürdürülebilir bir
kalkınma ortamını yakalamış ve bunun nimetlerini adil bir şekilde dağıtan,
yoksulluğun ve yolsuzluğun giderildiği, özgür ve müreffeh insanların barış
içerisinde yaşadığı, çağdaş dünyayla entegre olmuş demokratik bir Türkiye
misyonunu gerçekleştirmektir.
2004 bütçesi, bütçelerin
toplum hayatındaki önem ve özelliği de dikkate alınarak, bu hedefler
doğrultusunda, titiz çalışmalar sonucu hazırlanmıştır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 2003 yılı, bulunduğumuz bölge odaklı olmak üzere, dünya için
kritik bir yıl olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Irak'ta yaşanan
gelişmeler, genelde dünyayı ve global ekonomiyi olumsuz etkilemiş ve
etkilemektedir.
Yılın başlarındaki
gerilimli ortam belirsizliklere neden olmuş; ancak, mart ayı ortalarındaki
Irak'a müdahalenin beklenenden daha kısa sürede bitmesi, iyimser beklentileri
artırmıştır.
2003 yılının ilk
yarısında, gelişmiş ekonomilerin genelinde canlanma kaydedilememiş ise de,
üçüncü çeyreğe ait veriler, canlanmanın başladığı izlenimini vermektedir.
Amerika Birleşik
Devletleri ekonomisi, yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 8,2'yle son yirmi yılın en
hızlı büyümesini gerçekleştirmiştir. Buna rağmen, yüksek düzeydeki bütçe ve
cari işlem açıkları ile tüketici borçları, ekonomik büyümeyi tehdit etmeye
devam etmektedir.
Euro bölgesinde, ikinci
çeyrekte ekonomide kaydedilen daralma, üçüncü çeyrekte büyümeye dönüşmüştür.
İkinci çeyrekte ekonomileri küçülen Almanya, İtalya, Hollanda ve son olarak da
Fransa'nın üretimlerindeki artış, bölgede iyileşme beklentilerini artırmıştır;
ancak, bazı Avrupa ülkelerinde bütçe açıkları yüzde 3 kriterini aşmıştır.
Avrupa Birliği Ekonomik ve Malî İşler Konseyi tarafından, Almanya ve Fransa'ya,
bütçe açıklarını kriterlere uygun hale getirmeleri için, 2005 yılına kadar
eksüre verilmesi, kurumsal çerçevenin güvenilirliğinin ve kamu finansmanının
sürdürülebilirliğinin riske gireceği endişelerine yol açmıştır.
Toparlanma işaretleri
görülen Japon ekonomisinde, deflasyon, hızını kaybetmekle birlikte, halen risk
oluşturmaya devam etmektedir.
Asya'daki yükselen piyasa
ekonomileri ise, gerek bölge içi gerekse dış pazarlarla olan ticaretlerindeki
canlılık sayesinde, yüksek büyüme hızlarını sürdürmektedirler.
Latin Amerika ülkeleri de
geçen yıla göre daha iyi bir büyüme performansı göstermekte, finans
piyasalarındaki iyileşmeler, yabancı sermaye girişini artırmaktadır.
Ortadoğu bölgesinde, Irak
krizinden etkilenmeyen ülkeler ile yüksek petrol fiyatlarından yararlanan
ülkelerin katkısıyla, beklentiler büyümenin artacağı yönündedir.
Ekonomileri yoğun olarak
Batı Avrupa ülkelerine bağlı olan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, euro
bölgesindeki ekonomik gelişmelerden etkilenmektedirler. Bağımsız Devletler
Topluluğu ülkelerinde ise, ekonomik faaliyetlerdeki canlılık devam etmektedir.
Jeopolitik gelişmelerden
petrol ve altın fiyatları önemli ölçüde etkilenmiştir. Irak'a müdahale
sırasında 34 dolara kadar yükselen petrol fiyatları, daha sonra gerilemeye
başlamıştır. OPEC, eylül ayı sonunda, üretim kotasını yüzde 3,5 oranında
kısmaya karar vermiş, aralık ayındaki toplantıda da, üretim miktarında bir
değişikliğe gitmemiştir. Belirsizliklerin devam etmesi, Nijerya ve Venezuela
ile Irak'ın petrol üretimlerindeki istikrarsızlık ve terör olayları, hampetrol
fiyatlarını artırmıştır. Halen, hampetrolün varil fiyatı, 30 dolar civarında
seyretmektedir.
Eylül ayı sonlarında 390
doları aşarak son yedi yılın en yüksek seviyesini gören altının ons fiyatı da,
bir ara düşme eğilimine girmiş; ancak, tekrar artarak, 400 doların üzerine
çıkmıştır.
Diğer bir önemli gelişme
de, euro ile dolar arasındaki mücadeledir. Bu yıl, euro ile dolar arasındaki
rekabet hızlanmış ve euro, dolar karşısında değer kazanmaya başlamıştır. Mayıs
ayında 1,1895'le zirve yapan euro / dolar paritesi sonra gerilemiş ise de,
eylül ayında tekrar artmaya başlamıştır; parite, aralık ayı başından itibaren
de 1,20'yi aşmıştır. Bu durum, ABD ile Avrupa Birliği ekonomileri yanında,
global ekonomide de etkili olmaktadır.
Mevcut gelişmeler
çerçevesinde, 2003 yılında, gelişmiş ekonomilerde yüzde 1,8; gelişmekte olan ve
geçiş sürecindeki ülkelerde yüzde 5 dolayında bir büyüme olacağı, dünya
ekonomisindeki büyümenin de yüzde 3'ler seviyesinde kalacağı tahmin
edilmektedir. Dünya ticaret hacmi artış tahmini ise, yüzde 2,9'dur. 2004
yılında ise, dünya ekonomisinde yüzde 4,1; gelişmiş ekonomilerde yüzde 2,9;
gelişmekte olan ülkelerde yüzde 5,6; geçiş süreci ülkelerinde yüzde 4,7 büyüme olacağı,
dünya ticaretinin ise yüzde 5,5 genişleyeceği tahmin edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
dünya her geçen gün değişmekte; teknolojik ilerleme, finansal hareketlilik,
bilgi ve işgücü akımı yoluyla giderek rekabete açık bir pazara dönüşmektedir. Üretim, ulaştırma ve haberleşme sektörlerindeki
çok hızlı değişmeler, ulusal pazarların dünya pazarlarıyla bütünleşmesini
kolaylaştırmakta ve ticaretin serbestleşmesi, ülkeleri birbirine daha bağımlı
hale getirmektedir.
Küreselleşmenin olumlu
etkilerinin yanında, ne yazık ki, olumsuz etkileri de vardır. En kritik olanı
da, 6 100 000 000 dünya nüfusunun yaklaşık yarısı olan 2 800 000 000 insanın
günlük ortalama 2 doların altında, 1 200 000 000 insanın ise günlük 1 doların
altında bir gelirle yaşamak mecburiyetinde olmasıdır. Zengini daha zengin,
yoksulu daha yoksul yapan politikalar yerine, ekonomik refahın dünya ölçeğinde
yaygınlaşmasını ve adil paylaşılmasını sağlayan, gelir dağılımındaki çarpıklığa
çözüm getiren politikalara, daha fazla geç kalmadan, özel bir önem ve öncelik
verilmesi şarttır.
Günümüzde küreselleşmeden
soyutlanmak mümkün değildir, doğru da değildir. Bu süreçte, ülkelerin,
içpazarlarını genişletebilmek, uluslararası rekabette daha güçlü olabilmek ve
küreselleşmenin muhtemel zararlarından korunabilmek amacıyla, bölgelerindeki
ülkelerle işbirliğini ve ticareti artırma gayretleri, bölgesel entegrasyonların
doğmasına yol açımıştır. Avrupa Birliğiyle başlayan bölgesel entegrasyonları,
ASEAN, APEC, MERCOSUR, NAFTA, Şanghay İşbirliği Örgütü takip etmiştir.
Bu oluşumların önemi ve
etkinliği önemi ve etkinliği her geçen gün artmakta, kendi içlerindeki
işbirliği gelişmekte ve güçlenmektedir. Bu organizasyonların ilki olan ve bizim
de üye olmayı hedeflediğimiz Avrupa Birliğine üye ülke sayısı 2004 yılında 25'e
ulaşacaktır.
Geçtiğimiz günlerde
Avrupa Birliğinin gündemindeki en önemli konulardan biri, 2002'de Avrupa'nın
Geleceğine Dair Konvansiyonun toplanarak hazırlamaya başladığı, bütün üyelere
uygun yeni bir yapılanmayı sağlayacak anayasa taslağıyla ilgili yoğun
tartışmalar olmuştur. 12-13 Aralıktaki Brüksel Zirvesinde anayasa tartışmaları
başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Anayasayla ilgili
anlaşmazlıklar yanında, önemli bir anlaşmazlık da euro ile ilgilidir. 2002
yılından itibaren nakdî para olarak kullanılmakta olan Birliğin tek para birimi
euroyu kullanmayı İngiltere, Danimarka ve İsveç kabul etmemektedirler.
Bilindiği gibi, Avrupa Birliği, Irak konusunda da ortak bir politika
oluşturamamıştır. Bu ve benzeri anlaşmazlıklar, Avrupa Birliğinin küresel bir
güç olma niyet ve hedefinin sorgulanmasına sebep olmaktadır. Oysa, Avrupa
Birliği için, bu dönemde atılacak adımlar, küresel güç olma hedefinde tarihî
önem taşımaktadır. 2003 yılı İlerleme Raporunda ve Brüksel Zirvesi Sonuç
Bildirgesinde de belirtildiği üzere, hükümetimiz, Birliğe tam üyelik için temel
teşkil eden kriterlerin gerçekleştirilmesi yönünde gereken adımları atmaktadır,
atmaya da devam edecektir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; dünyaya, dünya ekonomilerine kısaca göz attıktan sonra,
müsaadenizle, Türkiye'deki gelişmeler hakkında da yüksek heyetinize bilgi arz
etmek istiyorum.
Doğu ile batı, kuzey ile
güney arasında köprü olan bir coğrafyada, zor bir bölgede bulunan ülkemiz
ekonomik olarak da güçlü olmalıdır.
Ülkemizi, içine
düşürüldüğü istikrarsız ve dalgalı büyüme, yüksek işsizlik, dengesiz gelir
dağılımı, yüksek enflasyon ve ağır kamu borç stoku gibi ciddî ve neredeyse
kronikleşmiş sorunlardan kurtarmak mecburiyeti vardır. Ekonomiyi normal
işleyişine döndürmek, kamu maliyesini
sağlıklı bir yapıya kavuşturup kamu kesiminin malî piyasalar üzerindeki
yükünü azaltarak özel kesim yatırımlarını canlandırmak ve enflasyonu
düşürerek istikrarlı bir büyümeyi
sağlamak bizim temel amacımız oldu.
Bu amaç çerçevesinde,
önce, krizler sonucu tıkanmış olan ekonomiyi tekrar işler hale getirmek
istedik.
Malî milat kaldırıldı;
mükelleflerimizle vergi barışı yapıldı; ekonominin canlanmasına katkıda
bulunuldu ve üstelik, önemli denebilecek bir ilave gelir sağlandı.
SSK ve Bağ-Kur barışıyla,
hem bu kurumların malî bünyelerini düzeltmek hem de vatandaşlarımızın sosyal
güvenlik hizmetlerinden mahrum kalmalarını önlemek için bu kurumlara prim borcu
bulunan vatandaşlarımızın lehine ödeme kolaylıkları getirildi.
Çiftçiler ile esnaf ve
sanatkârlara yönelik kredi barışı ile tarımsal kredilerin ve esnaf ve
sanatkârlara kullandırılan kredilerin faiz oranları düşürüldü; ayrıca, sorunlu
hale gelen tarımsal krediler yeniden yapılandırıldı.
Çiftçilere, ziraî
işletmelerinde kullandıkları mazot için destekleme ödemesi başlatıldı.
Kambiyo barışıyla,
haklarında kambiyo takibi başlatılan firmalara, yükümlülüklerini yerine
getirmeleri şartıyla, para cezalarında indirim ve haklarında başlatılan
işlemler ile yargı kararlarının kaldırılması imkânı sağlandı.
Vatandaşlar, kredi
kartları borçları için yüksek faiz ödemekten kurtarıldı. Tüketici Kanunu
değiştirilerek tüketiciler lehine önemli düzenlemeler yapıldı; uygulamada
yaşanılan problemler ve boşluklar giderildi. Uluslararası mevzuata uyum
sağlandı.
Çek sistemi, zamanın
gereklerine göre yeniden düzenlendi; suiistimallere yönelik yaptırımlar, miktar
ve kapsam olarak artırıldı.
Tasarrufu teşvikte
anapara ödendi, nemalar takvime bağlandı.
Kamu ihalelerindeki
tıkanıklık giderildi.
Hazine taşınmazlarının
hızla ekonomiye kazandırılması için gerekli ortam oluşturuldu.
İş Kanunu, Türkiye İş
Kurumu Kanunu, Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu yürürlüğe girdi.
Kamu hizmetlerinin daha
etkin ve hızlı yürütülebilmesi amacıyla, Çevre ve Orman Bakanlıkları ile Turizm
ve Kültür Bakanlıkları birleştirildi.
Kamu kurum ve
kuruluşlarında yeni tasarruf tedbirleri uygulamaya konuldu.
Doğrudan Yabancı
Yatırımlar Kanunuyla yabancılara Türkiye'de serbestçe yatırım yapabilme olanağı
getirildi; izin ve onay kaldırıldı, bürokratik işlemler asgarî düzeye
indirildi.
Şirket kuruluş işlemleri
azaltıldı; hem süre kısaltıldı hem de kolaylaştırıldı.
KOBİ'lere, KOSGEB'in
vereceği destek sayısı 8 adetten 38 adede çıkarıldı.
Türk kamu malî yönetim ve
denetim sistemini, Avrupa Birliği ve uluslararası standartlarla uyumlu hale
getiren, bütçenin kapsamını genişleten, bütçenin hazırlama sürecini öne alıp
kamu idarelerinin bütçenin uygulanması ve denetimi konularında inisiyatiflerini
artıran, muhasebe birliğini sağlayan, yeni bir iç denetim sistemi getiren,
kamuda performans, verimlilik, saydamlık ve hesap verebilirliği öngören Kamu
Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Yüce Meclis tarafından kabul edildi.
Yıllardır eleştirilen bir
eksikliği gidermek üzere, vergilendirmede enflasyonu dikkate alarak gerçek
kazançlar üzerinden vergi alınmasını sağlayacak olan tasarıyı da, dün Yüce
Meclis kabul etti.
IMF ile olan stand-by
anlaşmasının 4 üncü ve 5 inci gözden geçirme görüşmeleri başarıyla tamamlandı,
6 ncı gözden geçirme görüşmelerinde de mutabakat sağlandı. Bu kuruluşa olan
borçlar yeniden yapılandırıldı.
Ekonomik program
kararlılıkla uygulandı, sapma olmadı. Malî disipline özel bir önem verildi.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Irak meselesinde ve dünya ekonomisinde belirgin bir düzelme
kaydedilmemesine rağmen, bizim ekonomimizde bu yılın ilk dokuz ayında yüzde 5,2
oranında reel büyüme gerçekleşti.
Gayri safî millî
hâsılamız, ilk çeyrekte yüzde 7,4, ikinci çeyrekte yüzde 3,7 ve üçüncü çeyrekte
yüzde 4,9 büyüdü. İlk dokuz aylık dönemde, az yılı nedeniyle tarımda yüzde 0,5
gerileme olurken, sanayide yüzde 6,8; hizmetler sektöründe de yüzde 6,1
oranlarında büyüme kaydedildi.
Son aylarda kapasite
kullanımı ve üretimdeki rekor artışlarla dışticaretimizdeki gelişmeler, 2003
yılı için hedeflenen büyüme hızının gerçekleşeceğini göstermektedir.
2003 yılının Ocak-Eylül
dönemi itibariyle, ihracat yüzde 30,4 artışla 33 600 000 000 dolar oldu.
Türkiye İhracatçılar Meclisinin verilerine göre, 17 Aralık itibariyle, 2003
yılı ihracatımız 45 400 000 000 dolara ulaştı.
2003 Ocak-Eylül döneminde
ithalat da yüzde 34,5 artışla 49 milyar dolar oldu ve geçen yılın aynı dönemine
göre 12 600 000 000 dolar fazla gerçekleşti. Bu fazlalığın 1 700 000 000 doları
sermaye malları, 9 400 000 000 doları ara malları, 1 500 000 000 doları da
tüketim malları ithalatındaki artıştan kaynaklandı.
Bu dönemde ihracatın
ithalatı karşılama oranı yüzde 68,5; dışticaret açığı 15 400 000 000 milyar
dolardır.
Oniki aylık değerler
itibariyle, bu yıl mayıs ayından itibaren ihracatımız 40 milyar doları aşmaya
başlamıştır.
İhracat ve
ithalatımızdaki bu artışlarda, ekonomideki canlanma yanında Türk Lirasının
değer kazanması ve euro/dolar paritesindeki gelişmeler de etkili olmaktadır.
2003 yılının Ocak-Eylül
döneminde cari işlemler dengesi 4 milyar dolar açık vermiştir. Öte yandan, 2003
yılının ilk dokuz aylık döneminde 6 milyar dolar sermaye girişi olmuş;
rezervlerde 5 800 000 000 dolar artış meydana gelmiştir. Merkez Bankası döviz
rezervleri 2002 yılı sonunda 26 800 000 000 dolar iken, 5 Aralık 2003 tarihi
itibariyle 31 300 000 000 dolara yükselmiştir.
Ekim ayında yapılan
tahminler, 2003 sonu itibariyle ihracatın 45 900 000 000 dolar, ithalatın ise
67 200 000 000 dolar olacağı; cari
dengedeki açığın da 7 700 000 000 dolar dolayında gerçekleşeceği yönündeydi.
Ancak, başta ihracatın daha fazla olacağına ilişkin, olmak üzere, son veriler,
cari dengedeki açığın daha da az olacağına işaret etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada bir konuya temas etmek istiyorum: Ekonomik dengelerdeki
bu güzel gelişmeler, bu iyi sonuçlar, bazen, gerek muhalefetteki arkadaşlarımız
tarafından gerekse bazı çevreler tarafından "efendim, 2000 yılında da
ekonomik göstergelerde böyle güzellikler görülmüştü; ancak, sonradan, 2000
Kasım krizi, 2001 Şubat krizi geldi; onun için, bu iyileşmelere öyle iyi gözle
bakmayalım, biraz daha şüpheci olalım" gibi bazı yaklaşımlar sergilenmektedir.
Şimdi, bizim
Hükümetimizin takip ettiği ve temelinde malî disiplin olan ekonomik
politikaların güzelleştirilmesini, iyileştirilmesini, istikrarlı bir ekonomik
politika takip edilmesinin sonundaki bu iyi neticeleri 2000 yılındaki neticelerle
karıştırmamak lazım.
Şimdi, bakınız, size çok
kısa bir örnek vermek istiyorum. 2000 yılındaki ve 2003 yılındaki göstergeleri
aldım, bir tablo hazırlattım. Bu tabloyu, sizin yüksek bilgilerinize sunmak
istiyorum:
Bir defa, döviz kuru
sisteminde 2000 yılında kontrollü bir hareket vardı, bizim zamanımızda serbest
dalgalanma var; floating sistemi dediğimiz sistem. Yani, dövize talep fazla
olursa döviz artar, az olursa döviz azalır; dövizin fiyatını, tamamen serbest
piyasa belirliyor. Bu, bir defa en büyük sigortadır. Bizim Hükümetimiz bunu
takip ediyor ve bunu da takip etmeye devam edecek.
İkincisi, 2000 yılında,
kısa vadeli borçların toplamının dış borçlara oranı 23,8'ken, bizim haziranda
aldığımız rakam 12,2. İkisinin arasında yarıdan fazla fark var.
İhracattaki artış 2000
yılında yüzde 4,5 olmuş. Bizim zamanımızda, ocak-eylül döneminde, artış yüzde
30 olmuş.
İthalattaki artış, o
zaman yüzde 34 olmuş, bizde de yüzde 34,5 olmuş. Yani, ithalatta aşırı bir
artışımız yok; bu neden; çünkü, cari açıklara da tesir eder.
İhracatın ithalatı
karşılama oranı 2000 yılında yüzde 51, bizde yüzde 68,5.
Toplam kamu faizdışı
fazlanın gayri safî millî hâsılaya oranı 2000 yılında yüzde 3, bizde 6,7.
Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası toplam rezervlerinin kısa vadeli borçlara oranı, 2000 yılında yüzde
81,9 -rate'i 81,9- bizde 194,2; 2 mislinden daha fazla. Bankalardaki açık
pozisyon, o tarihte, 2000'de, 5 445 000 000 dolar; açık pozisyon çok fazla.
Bizde açık pozisyon yok artıran; artı, 267 000 000 dolar. Ayrıca, Merkez
Bankasının rezervleri, o tarihte, 23 000 000 000 dolar; bizde, 5 Aralıkta, 32
600 000 000 dolar.
Onun için, bu tabloya
iyice bakmak lazım; 2000 yılındaki koalisyon hükümetleri ile AK Parti
Hükümetinin 2003 yılındaki performansının arasında hiç alaka yok ve herkes emin
olsun, hiç kimse, birtakım, efendim, ileride şu olur bu olur gibi karamsar
tablolar çizmeye kalkmasın; bunu da bilgilerinize arz ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
2003 yılının ilk ve
ikinci dönemlerinde, geçen yılın aynı dönemlerine göre, az da olsa yüksek olan
işsizlik oranı, üçüncü döneminde, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 3,6
azalarak, yüzde 9,4 olmuştur. Şimdi, 2003 yılında, bizim performansımızın
neticesi olan göstergelere, birtakım kimseler inanamaz bir durumda; rüya mı
görüyoruz diyorlar; nasıl oluyor bu diyorlar; bir şey mi var bunun altında
diyorlar. Evet, bunun altında, AK Parti Hükümetinin, istikrarlı politikalarını
büyük bir iradeyle tatbik etmesi yatıyor; altında bu var. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Bizim Hükümetimizin
önceliklerinden bir tanesi, işsizliğin azaltılmasıdır. Şimdi, bize, burada,
bütçenin tenkidi konusunda gelecekler; "efendim, işsizlik, daha hâlâ
azaltılmadı" diyecekler. Evet, 2003 yılında, işsizliği ümit etmememize
rağmen- bir miktar azalttık; ama, 2004 yılında, yatırımların daha fazla
hızlanmasıyla -ki, yatırımlar artık yavaş yavaş başlayacaktır; bunları, önce
içerideki müteşebbislerimizin yatırımları, sonra da yabancı sermaye yatırımları
izleyecektir- yatırımın gelmesiyle, işsizlik azaltılacaktır. Göreceksiniz, 2004
yılı da işsizliğin azaltılması yılı olacaktır.
Önümüzdeki yıl,
ekonomideki büyüme sürecinin istikrarlı bir şekilde devam etmesi ile yatırım,
üretim ve ihracattaki artışların katkısıyla, istihdamın artarak işsizliğin daha
da azalacağını tahmin ediyoruz.
Enflasyonla mücadelemiz
başarıyla devam ediyor. 2003 yılının ocak-kasım, onbir aylık döneminde, toptan
eşya fiyatlarındaki artış oranı 14,3 puan gerilemeyle yüzde 13,2; tüketici
fiyatlarında ise 10,4 puan azalışla yüzde 17,3 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu
durum, enflasyonun hedeflenen düzeyde gerçekleşeceğini açıkça ortaya
koymaktadır.
Ekonomik programımızı
uygulamada gösterdiğimiz kararlılık ve oluşturduğumuz güven ortamıyla,
enflasyon son yirmialtı yılın en düşük seviyesine gerilemiştir. Enflasyondaki
düşüş süreci, artık, geçici değil, kalıcı hale gelmeye başlamış ve bu eğilim
beklentilere de yansımıştır.
Enflasyonla mücadelede
gösterilen bu başarı önemli olmakla birlikte, gelinen noktayla yetinilmemesi
gerektiğinin de bilincindeyiz. Amacımız, enflasyonu kalıcı olarak tek haneli
rakamlara indirmektir.
2003 yılının haziran ayı
itibariyle, kamu ve özel sektör toplamı dışborçlarımız 137 900 000 000
dolardır. 2003 yılı ekim ayı itibariyle, konsolide bütçenin dışborcu 61 700 000
000 dolar, içborcu 180,2 katrilyon liradır.
Kamu kesimi borçlanma
gereği ise, 2002 yılındaki yüzde 12,8 seviyesinden 2003 yılı sonunda 4,1 puan
azalışla yüzde 8,7'ye gerilemiş olacaktır.
İçborçlanmada faiz
oranları gerilemiş ve kasım ayında ağırlıklı ortalama bileşik faiz yüzde
28,7'ye inmiştir. 16 Aralıkta yapılan ihalede 91 günlük vadeli bonoda yıllık
bileşik faiz, yüzde 25,65; 700 gün vadeli altı ayda bir sabit kupon ödemeli
tahvilde yüzde 26,58 oranında olmuştur.
Şimdi, 2003 yılının
başlarını, 2002 yılını bir düşünün sayın arkadaşlar, ondan öncekileri bir
düşünün; bu rakamlara inilecek denildiği zaman "hayrola, rüya mı
görüyorsunuz" derlerdi; yani "böyle şey olur mu" derlerdi. Demek
ki oluyormuş.
Faizlerdeki bu gerileme
umut vericidir. Türkiye'nin içinde bulunduğu borç-faiz sarmalından kurtulması
yönündeki kararlılığımızda herhangi bir değişiklik yoktur.
Avrupa Birliği Maastricht
kriterlerine göre kamu kesimi açığı gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 3'ünü
aşmamalıdır. Kamu kesimi açığının makul seviyelere indirilmesi amacıyla,
yeterli faizdışı fazla vermek başta olmak üzere, içborç stokunun düşürülmesi ve
borç-faiz ödemelerinin bütçedeki payının azaltılması yönündeki mücadelemiz
kararlılıkla devam etmektedir.
Bu mücadeleye kamu ve
özel bütün kurum ve kesimlerin verdiği desteğe teşekkür ediyorum; bu hayatî
desteğin daha da etkin bir şekilde devamını istiyorum.
Şimdi, burada bir husus
var. Bize derler ki : "Efendim, kamu borç stokunu azaltmak istiyorsunuz,
bakıyoruz, yıl sonuna göre kamu borç stoku arttı." Kamu borç stokunun
tespiti gayri safî millî hâsılaya göre tayin edilecektir. Bu kriter, Maastricht
Kriterleri yüzde 60'ın altıdır. İşbaşına geldiğimiz zamanlar, bizden önce, bu,
yüzde 90 seviyelerine çıkmıştı. Uyguladığımız politikalar neticesinde, bu, daha
sonra yüzde 70'lere doğru inmeye başladı ve orta vadede de bunu yüzde 60'ların
altına indirme gayreti içerisindeyiz, inşallah bunu indireceğiz.
Burada en önemli sorun
şudur: Şimdi, ülke riskinin büyük olduğu yerlerde faizler yüksek oluyor.
Faizlerin yüksek olması, millete, ağır bir yük, altından kalkılamayacak bir yük
getiriyor. Bizden daha fazla borçlu olan ülkeler de var; mesela bizde yüzde
70'ler seviyesinde olan borçlar, İtalya'da 105, Yunanistan'da o kadar, daha
başka ülkelerde daha fazla, Fransa'nın ise 60 seviyelerine çıkmış bulunuyor,
bunu alta çekmek için uğraşıyor; ama, oralarda ülke riski az olduğu için,
istikrarlı bir ekonomi olduğu için, borç bulmada, borcun yapılanmasında bir
problem olmadığı için faiz derdi diye, faiz yükü diye bir yük yok; var; fakat,
altından kalkılabilir. Bizim de amacımız, faizleri düşürürken gayri safî millî
hâsılaya oranını düşürmek ve bunun yanında, istikrarlı bir ekonomi politikası
takip ederek, ülke riskini düşürerek faizleri gerektiği şekilde aşağı indirmek.
Bunu yaptık mı; yaptık. Nasıl yaptık; işte, yüzde 60'lardan, yüzde 70'lerden
yüzde 25'lere düşürdük; bu, kolay iş değil.
"Efendim, birtakım
konjonktürel gelişmeler dolayısıyla ekonomide iyileşmeler görülmüştür"
lafı gerçekleri ifade etmemektedir. Bizim takip ettiğimiz, Hükümetin
kararlılıkla takip ettiği istikrarlı ekonomik politika olmasaydı, malî disiplin
olmasaydı, bugünleri görmemiz mümkün olmazdı. Bunu iyice belirtmekte, altını
çizerek söylemekte yarar görüyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi, size, 2002 Kesinhesap Kanununu da arz etmek istiyorum
ve bunu da dikkatlice dinlemenizi özellikle istirham ediyorum. Şimdi, bakınız,
2002 yılı -yani, 2002 yılındaki hükümetin- Kesinhesap Kanunu; bütçenin
performansı. Yapmış oldukları bütçeyi nasıl gerçekleştirmişler; çünkü, bu,
önemli bir misal.
Şimdi, 2002 yılı
bütçesinde, giderler, önceki yıla göre, yüzde 43,6 oranında artarak 115
katrilyon lira; gelirler de 46,7 oranında artarak 75 katrilyon lira ve bütçe
açığı da yüzde 38,1 artışla 40,1 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşmiştir. 2002
yılı bütçesinde, başlangıçta, 98 katrilyon lira öngörülen giderleri, 17,6
katrilyon lira sapmayla, yani, 98,1 katrilyon lira olarak tahmin etmişler;
fakat, tahminleri 115,7 katrilyon olarak gerçekleşmiş; yani, tahminlerinden
17,6 katrilyon lira daha fazla gider olmuş. Bu ne demek. Bu, bütçe disiplini
yok demek; bunun manası bu.
Şimdi, kesinhesap
kanunları 5 dakikada geçiveriyor; kesinhesap kanunu demek, bir hükümetin
performansı demektir. Bunun, niye böyle oldu, niye yapıldı, niye yapılamadı
diye irdelenmesi lazım. Şimdi, faiz giderleri, başlangıçta, 42,8 katrilyon
lira; yüzde 21,2 aşarak, 51,9 katrilyon liraya çıkmış. 2002 yılının başında
bütçe hazırlanırken denilmiş ki "bu sene 42,8 katrilyon lira faiz
ödeyeceğiz." Bir bakmışlar ki, sene sonunda 52 katrilyon lira olmuş bu.
Neden; iyi politika takip edilememiş de ondan, faizler tahminlerden de yüksek
çıkmış ondan, ülke riskini artırmışlar da ondan. Bunun bir manası bu.
Faiz hariç giderler de,
yine 55 katrilyon hesaplanmış 63,8 katrilyon olarak gerçekleşmiştir. Tabiî,
bütçe açığı da ona göre yüksek oluyor. Bütçe gelirleri de 71,2 katrilyon
hesaplanmış 75,6 katrilyon gerçekleşmiş; yani, tahminlerinden daha fazla gelir
elde etmişler; bu da iyi bir şey, güzel bir şey.
Yine, 2002 yılı
bütçesinde başlangıçta 26,9 katrilyon lira olarak görülen açık kaç olmuş
biliyor musunuz; yüzde 49 artmış, 40,1 katrilyon olmuş. 26 nerede, 40 nerede?!
Tahminler böyle; buna da tahmin denmez tabiî.
Şimdi, faizdışı fazla
var. Faizdışı fazla, bütçe disiplini için fevkalade önemli. Yurtiçi, yurtdışı
bütün finans çevrelerinin, bir memleketin malî disiplinini ve ekonomik
başarısını tayin ederken aldığı bir numaralı endikatör, faizdışı fazladır.
Faizdışı fazlayı tutturdun mu "tamam, bu iş iyi" derler; tutturamadın
mı, burada bir sakatlık var.
Ne olmuş 2002'de; 15,9
katrilyon lira olarak öngörülen faizdışı fazla, 25,8 azalarak 11,8 katrilyon
lirada kalmış; Yani, tutturulamamış; yüzde 6,5 olması gereken faizdışı, yüzde
4,3 olmuştur.
Şimdi, değerli
arkadaşlarımız bazen bize diyorlar ki : "Efendim, zaten, daha önce
yürürlükte olan bir ekonomik program vardı. Bu ekonomik program aynen tatbik
edildi; onun üzerine AK Parti Hükümeti de başarılı oldu." Yani, kendi
programı değil, başkalarının daha önce vermiş olduğu program; biz de onu tatbik
etmişiz ve ondan dolayı da başarılı olmuşuz!..
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir)- IMF'nin programı o, Sayın Bakan!.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla)- Şimdi, aklın yolu bir. Ben, şimdi, şu şöyle olacak, şöyle
olacak, şöyle olacak diyeyim. Bunu demek mi önemlidir, tatbik etmek mi
önemlidir... (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, bir program
yapmış; ama, delik deşik; program, program değil. 6,5 faizdışı, olmuş 4,5;
faizler çıkmış bilmem neye, bütçe açığı çıkmış şuna; ondan sonra, evvelden bir
program varmış!.. Biz, bunu tatbik
etmedik. Biz, bakın, nasıl tatbik ettik. Biz, yüzde 6,5 dedik, yüzde 6,5'i
tutturuyoruz. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) 2003
yılı gerçekleşmelerini göreceğiz. Biz, bütçe açığı 45 dedik, şimdi 40'a indiriyoruz
onu. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
OĞUZ OYAN (İzmir)- Yanlış
söylüyorsunuz; bütçe hedefinin yüzde 5...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla)- Efendim, söyleyeyim, giderler demişiz, daha az yapmışız ve
dolayısıyla, ilk defa, bakın, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, bütçelere bakın,
burada, bütçeleri konuşuyoruz; bütçelere bakın; makro ekonomik dengeler vardır,
hedefler. Efendim, bizde ne idi; büyüme yüzde 5, enflasyon, TÜFE yüzde 20; öyle
mi? Efendim, bütçe faizdışı 6,5; ihracat 40 milyar doların üstünde, 41-42;
neyse; ilk defa bu hedeflerin tamamını tutturan bir bütçe huzurlarınıza
geliyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Tamamını tutturan, sapma yapmayan...
Bundan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Bu konudaki yardımlarınızdan dolayı
sizlere de teşekkür ediyorum sayın milletvekilleri, sayın muhalefetteki
arkadaşlarımız ve iktidardaki arkadaşlarımız; katkılarınızdan dolayı hepinize
teşekkür ediyorum; çünkü, bu başarı, Türk Milletinin başarısıdır. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Çiftçiler de öyle diyor!..
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Şimdi onu da açıklayacağım; biraz bekleyin.
2003 yılı bütçesinin
ocak-kasım dönemini kapsayan onbir aylık uygulama sonuçları, bütçe hedeflerine
ulaşılmasında herhangi bir sıkıntının yaşanmayacağını ortaya koymaktadır.
Bu dönemde, konsolide
bütçe giderleri 121,7 katrilyon lira, konsolide bütçe gelirleri 88,7 katrilyon
lira, konsolide bütçe açığı ise 33 katrilyon lira olmuştur.
Şimdi, kısaca bu
kalemleri de size okuyayım.
M. CEVDET SELVİ
(Eskişehir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan elini cebinden çıkarsın!
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Bütçe giderleri içinde; personel giderleri 27,4 katrilyon
lira, diğer cari giderler 5,5 katrilyon lira, yatırım giderleri 4,5 katrilyon
lira, transferler 84,3 katrilyon lira olarak gerçekleşmiştir.
Borç faizi ödemelerinin
53,2 katrilyon lira, vergi iadelerinin 7,3 katrilyon lira, sosyal güvenlik
kurumlarına transferlerin 14,8 katrilyon lira, tarımsal destekleme ödemelerinin
2,4 katrilyon lira, KİT'lere transferlerin 1,3 katrilyon lira olduğu
görülmektedir.
Konsolide bütçe
gelirlerinin ise; 74,7 katrilyon lirası vergi gelirleri, 8,8 katrilyon lirası
vergidışı gelirler, 3,6 katrilyon lirası özel gelir ve fonlar, 1,7 katrilyon
lirası ise katma bütçe gelirleridir.
Bütçelerin en önemli
performans göstergesi olan faizdışı fazla ocak-kasım döneminde 20,2 katrilyon
lira olarak gerçekleşmiştir. IMF tanımlı faizdışı fazla ise, yıl sonu
gerçekleşme tahmininin yüzde 109,8'ine ulaşarak 19,6 katrilyon lira olmuştur.
Yani, kasım ayında, yıl sonu hedefini aştık; ancak, burada, yine de tedbirli
olmamız lazım, aralık ayı rakamlarını beklememiz lazım; aralık ayında çıkacak
rakamlar, son rakamlardır. Kasım ayında biz bunu zaten geçtik gibi bir
iyimserlik ve rehavete kapılmamız da söz konusu değildir ve temkini hiçbir
zaman elden bırakmıyoruz.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Hükümetimiz, kuruluşundan itibaren, malî disiplinin tesis
edilmesi konusuna özel bir önem vermiş ve bu amaçla, ödeneküstü harcama
yapılması imkânını kısıtlamıştır. Malî disiplin konusundaki kararlılığın ve
Yüce Meclisimizin bütçe hakkına saygının bir göstergesi olarak sevk edilen
Ekbütçe Kanunu Tasarısı kanunlaşmıştır.
Ekbütçe Kanunuyla, kamu
hizmetlerinde herhangi bir aksamaya meydan verilmemesi için, yetmeyeceği
anlaşılan tertiplere toplam 4,5 katrilyon lira eködenek alınmıştır.
Bu ödeneğin, 576 trilyon
lirası personel giderleri, 1,8 katrilyon lirası vergi iadeleri, 1,2 katrilyon
lirası sosyal güvenlik kurumları, 327 trilyon lirası Sosyal Yardımlaşma ve
Dayanışmayı Teşvik Fonu, 310 trilyon lirası doğrudan gelir desteği ödemeleri,
155 trilyon lirası yeşil kart ödemeleri, 100 trilyon lirası yedek ödenek
ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla alınmıştır.
Buna karşılık, 2003 yılı
sonuna kadar kullanılmayacağı anlaşılan 6 katrilyon 251 trilyon lirası borç
faiz ödemeleri olmak üzere, değişik transfer kalemlerinden toplam 6,9 katrilyon
liralık ödenek de iptal edilmiştir. Ayrıca, diğer cari ödeneklerinin 500
trilyon liraya, yatırım ödeneklerinin de 1,5 katrilyon liraya kadar olan
kısmının iptali konusunda yetki alınmıştır.
Ödenek eklemeleri ve
iptallerinden sonra, 2003 yılında, başlangıçta 146 katrilyon lira olarak
öngörülen giderlerin, yıl sonunda 141,3 katrilyon lira olacağı, konsolide bütçe
gelirlerinin de yıl sonu itibariyle 100,3 katrilyon lira düzeyinde
gerçekleşeceği beklenmektedir. Bu durumda, bütçe açığı, öngörülen 45,2
katrilyon lira yerine, yüzde 9,3 azalışla 41 katrilyon lira, faizdışı fazla ise
18,2 katrilyon lira olacaktır.
Görüldüğü üzere, 2003
yılı, bütçe uygulamaları açısından uzun yıllardır özlediğimiz bir başarıyı
ortaya koymaktadır. Bu, kuşkusuz, malî disipline verdiğimiz önemin göstergesidir.
Malî disiplin çok önemli. Malî disipline riayet etmeyen aileden de hayır
gelmez, şirketse, şirketten de hayır gelmez; devletse, devletten de hayır
gelmez; bu çok önemli. (AK Parti sıralarından alkışlar) Onun için, bizim
Hükümetimiz, popülist politika yapmayan bir hükümettir. Popülist politika
yapmaya ihtiyacımız da yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Hükümetimiz, enflasyonu
tek haneli rakamlara indirmek, kamu borç stokunun gayri safî millî hâsılaya
oranını düşürmek, üretim ve ihracat artışını sürdürmek, işsizliği azaltmak,
istikrarlı ve yüksek bir büyüme performansına ulaşmak azmindedir. Bunu hedef
alan ekonomik programımızı disiplinle ve kararlılıkla uygulamaya devam
edeceğiz.
Bu çerçevede belirlenen
2004 yılı makroekonomik büyüklükleri şöyledir: Gayri safî millî hâsıla 419,7
katrilyon lira olacaktır. Büyüme hızı yüzde 5 olacaktır. Bakın, dikkat
ederseniz, Hükümetimiz, istikrarlı, sürdürülebilir bir büyümenin peşindedir;
yoksa, rakamları çok fazla yukarılara çıkarmış, ondan sonra aşağılara indirmiş;
yani, fluctuation'lara meydan verme gibi bir niyetimiz yoktur. İstikrarlı
olsun, sürdürülebilir olsun, makul olsun. Çok büyük hedeflerin peşinde değiliz;
ama, istikrarın peşindeyiz, sürdürülebilir büyümenin peşindeyiz. Bunun için de,
en önemli husus, siyasî ve ekonomik istikrarın devamıdır; bu çok önemlidir.
Gayri safî millî hâsıla
deflatörü yüzde 11,9; TEFE yıl sonu yüzde 12, TÜFE yıl sonu yüzde 12, ihracat
51,5 milyar dolar, ithalat 75 milyar dolar olarak tahmin edilmiştir.
2004 yılı makro
büyüklüklerini verdim; şimdi, müsaadenizle, diğer bütçe büyüklüklerini de
bilgilerinize arz etmek istiyorum:
2004 bütçesinin
büyüklükleri ve dengeleride bu makroekonomik öngörülere, hükümet programının
hedeflerine ve önceliklerine uygun olarak hazırlanıp, Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulmuştur.
2004 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı, Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler sonucunda önemli bir
değişikliğe uğramadan kabul edilmiştir. Bütçenin gelir ve gider rakamları
toplamda aynı kalmış; ancak, gider kalemlerinde az bir değişiklik olmuştur.
Bu çerçevede, 2004
bütçesinde, bütçe giderleri 160,9 katrilyon lira, bütçe gelirleri 114,5
katrilyon lira, bütçe açığı 46,4 katrilyon lira, faizdışı fazla 19,8 katrilyon
lira olarak tahmin edilmiştir.
Konsolide bütçe
giderlerinin 35,3 katrilyon lirası personel, 9,9 katrilyon lirası cari, 7,6
katrilyon lirası yatırım, 108,2 katrilyon lirası ise transfer ödeneklerinden
oluşmaktadır.
Transfer kalemleri içinde
borç faizi ödemelerine 66,2 katrilyon lira, KİT transferlerine 1,5 katrilyon
lira, vergi iadelerine 11,4 katrilyon lira, sosyal güvenlik kurumlarına 16
katrilyon lira, kuruluş transferlerine 3,7 katrilyon lira, tarımsal destek
ödemelerineyse 3,7 katrilyon lira ödenek ayrılmıştır. Yani, çiftçilerimize,
köylülerimize, 2004 yılında, bu bütçe imkânları içerisinde azamîsi hesaplanıp
verilmektedir. "Çiftçiye ne veriyorsunuz, köylüye ne veriyorsunuz, az
veriyorsunuz" gibi sözleri bırakalım, buradaki rakamlara bakalım; biz, 3,7
katrilyon lira destek veriyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Devamı gelecek... Devamı gelecek...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Her şeyin devamı çok güzel gelecek, milletimiz, her gün
daha iyi olacak, yüzü daha iyi gülecek ve bunu, AK Parti hükümetleri sayesinde
yapacak inşallah. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
MUHARREM KILIÇ (Malatya)
- Sayın Bakan, geçen yıl verdiğiniz sözleri, hâlâ, yerine getirmediniz.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Ödedik, hepsini ödedik efendim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bütçe büyüklüklerinin gayri safî millî hâsılaya oranı ise, Hükümetimizin,
kamunun ekonomideki payının düşürülmesi ve vergi yükünün azaltılması yönünde
benimsediği politikaya uygun bir eğilim göstermektedir.
Bakınız, bütçelerin
ekonomiden aldığı payı gittikçe küçültmemiz icap ediyor; ekonominin gelişmesi
için bu şarttır. Hükümetimiz de, bu politikaya uygun olarak uygulamalar
yapmaktadır; çünkü, bundan sonra, özel sektör ağırlıklı ekonomiyi göreceksiniz.
Yatırım da orada olacak, istihdam da orada olacak, ihracat da orada olacak,
üretim de orada olacak ve o özel sektör de, ayakları üzerinde durmasını bilen
bir özel sektör olacaktır.
2003 yılı gerçekleşme
tahminlerine göre, 2004 yılında, bütçe giderlerinin oranı yüzde 39,6'dan yüzde
38,3'e, faizdışı giderlerin oranı yüzde 23'ten yüzde 22,6'ya, bütçe
gelirlerinin oranı yüzde 28,1'den yüzde 27,3'e, vergi gelirlerinin oranı yüzde
24,3'ten yüzde 23,6'ya, bütçe açığının oranı yüzde 11,5'ten yüzde 11'e
düşecektir.
Şimdi, deniliyor ki,
efendim, devamlı surette vergilerimiz artıyor, bu hükümet de, geldi, vergiyi
indireceğim dedi; ama, vergiyi artırdı...
MUHARREM KILIÇ (Malatya)
- Borçlar da artıyor.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Efendim, bakın, vergi gelirlerinin oranı yüzde 24,3'ten
yüzde 23,6'ya düşecek; yani, genel vergiyi -toplumdan aldığımız vergileri-
azaltıyoruz. Rakamlar burada. Onun için, hiç kimse, kendine uygun yorumlar
yapmaya kalkmasın. Alsın... Bunlar herkese açık.
Şimdi, bizde şeffaflık
çok önemli. Maliye Bakanlığı, yapmış olduğu harcamaları nerelere yaptı,
kimlere, ne ödeme yaptı, hangi kalemlere ödedi, gelirleri nereden topladı,
vergi gelirlerini hangi vergilerden topladı; her ay, internet sayfamızda
yayımlıyoruz. Hem sözlü veya yazılı olarak açıklıyorum hem de internet
sayfamızda yayımlıyoruz. Herkes internet sayfamıza girsin, rakamları alsın.
Hükümetimiz, Maliye Bakanlığının ne yaptığını; yani, bu milletten topladığı
paraları nereye harcadığını, açık seçik, net, şeffaf bir şekilde açıklamaya
başlamıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU
(Antalya) - Internetten izleyin, internetten izleyin... Ne izliyorsunuz!
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Tabiî, laptop'ları da aldınız, oradan bakınız; herkes
oradan baksın. (AK Parti sıralarından alkışlar)
GÜROL ERGİN (Muğla) - Siz
de aldınız mı Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Herkes aldı. Sayın Başkanımıza teşekkür etmeniz lazım.
TUNCAY ERCENK (Antalya) -
Karıştırdın... Karıştırdın işi...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Internete giremeyenler de, bana, yazılı olarak veya
telefonla müracaat edebilirler. Yani, burada, elektronik sisteme
girilemediğinde yazılı olarak kâğıt verip de "kabul" yazıyoruz ya,
onun gibi bir şey varsa, ben de her türlü bilgiyi veririm.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Yine karıştırdın Sayın Bakan, yine karıştırdın işleri... Sapla saman karıştı.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Efendim, sapla samanı millet karıştırmaz; siz de
karıştırmayın.
GÜROL ERGİN (Muğla) -
Biraz da naylon faturalardan bahsedin, Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Faiz ödemelerinin gelişimi konusunda 2003 yılında
kaydedilen olumlu gelişme 2004 yılında da devam edecektir. Borç faizi
ödemelerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, 2002 yılında yüzde 19 iken, 2003
yılında yüzde 16,6'ya, 2004 yılında da yüzde 15,8'e gerileyecektir.
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Ne sayıyorsun burada,
ne sayıyorsun!.. Millet aç; memlekette açlık var!
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Aynı şekilde, bütçeden borç faizi ödemelerine ayrılan
payın da 2004 yılında yüzde 41,1'e düşeceği tahmin edilmektedir.
Bu veriler de
göstermektedir ki, bütçedeki faiz baskısı giderek hafiflemektedir; bu, çok
önemli bir husustur. Bu hafifleye hafifleye... Tamamen, milletin sırtındaki bu
kamburu atmak mecburiyetindeyiz.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir)- Milletin sırtındaki kambur sizsiniz.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla)- Bu kamburu bu hale getirenler düşünsün. Sen de üzerine
alınma. Bundan öncekiler düşünsün bunu.
2004 yılı bütçesi, Türk
bütçe tarihinde yeni bir anlayışın uygulamaya konulacağı bütçe olacaktır.
Fonksiyonel sınıflandırmayı da içeren ve birkaç yıldır pilot uygulamaları
yapılan analitik bütçe sınıflandırması 2004 bütçesiyle hayata geçirilmektedir.
Bu yeni bütçe
sınıflandırmasının en önemli özelliği, kamu harcamalarının ekonomik faaliyetler
üzerindeki etkilerinin analizine imkân sağlaması ve uluslararası
karşılaştırmalar yapılmasını mümkün kılmasıdır. Bütçe kod sistemi, uluslararası
standartlara ve Avrupa Birliği normlarına uygun bir yapıya kavuşmaktadır. Bu
şekilde, 2003 yılı Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Programın gereği de
yerine getirilmektedir.
Analitik bütçe
sınıflandırmasında bütçe gider ve gelirlerinin izlenme ve sunum şekli
değişmektedir. Ancak, geçmiş yıllarla karşılaştırma yapılabilmesi ve kamuoyunca
daha iyi anlaşılabilmesi açısından 2004 bütçe sunumu şu anda uygulanmakta olan
bütçe sınıflandırmasına göre yapılmaktadır.
2004 yılı bütçe
sonuçlarının alınmaya başlanması ve kamuoyunun yeni bütçe kod yapısına
alışmasıyla birlikte sunumlar da analitik bütçe sınıflandırması esas alınarak
yapılmaya başlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2003 yılı bütçesinde olduğu gibi, 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu
da kamu sektöründe malî disiplinin tavizsiz bir şekilde uygulanması hedefine
odaklanmıştır.
2004 Malî Yılı Bütçe
Kanununda kamu harcamalarında tasarrufu ve etkinliği sağlamaya ve gelirleri
artırmaya yönelik önlemler de yer almaktadır. Bu önlemler şunlardır:
Maliye Bakanlığına,
dengeli ve etkili bir bütçe politikasının yürütülmesi amacıyla, kamu istihdam
politikası, ödeneklerin kullanımı, gelir ve giderlere ilişkin mevzuatta yer
alan konularda standartlar belirlenmesi hususunda yetki verilmektedir.
Kamu kurum ve kuruluşları
arasında ihtiyaç fazlası eşya ve levazımın bedelsiz olarak devrine imkân
sağlanması amacıyla Maliye Bakanlığına yetki verilmektedir.
Sağlık harcamalarında
tasarruf sağlanması ve kötüye kullanımların önlenmesi amacıyla tedbirler
alınması için Maliye Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ile Emekli Sandığı Genel
Müdürlüğüne yetki verilmektedir.
Yedek ödenekten yapılacak
aktarmalarda, ilke olarak, aktarılan tutar, ekleme yapılan tertibin başlangıç
ödeneğinin yüzde 10'uyla sınırlandırılmaktadır.
Maliye Bakanına, özel
gelir ve devren özel gelir kaydedilen tutarları iptal ederek, bütçeye gelir
yazma, özel ödenekleri ve devren özel ödenek kaydedilen miktarları iptal etme
konusunda yetki verilmektedir.
Garantili imkân limiti 1
milyar ABD Dolarıyla sınırlandırılmaktadır.
Personel açıktan atamaları
ile konsolide bütçe dışındaki kurum ve kuruluşlardan yapılacak memur nakilleri
toplam 40 000 kadro adediyle sınırlandırılmaktadır. Böylece, emeklilik ve diğer
nedenlerle ayrılmalar dikkate alındığında, sadece konsolide bütçeye dahil
kurumlarda memur adedi yaklaşık 12 000 kişi azaltılacaktır.
Bakınız, şimdiye kadar
devlet, maalesef, bir çiftlik olarak görülmüş. Onun tanıdığını sok, bunun
tanıdığını sok, kadroları şişir ve bu hale getirildi. İlk defa Hükümetimiz,
gerekeni yapıyor; popülist davranmıyor ve gerekeni belli limitlerle alıyor ve
onun üzerine de katiyen çıkmıyor. Bugünlere geldik, bu şeylere geldik, iyi
şeyleri yakaladık; ama, işte, bunlara riayet ederek yaptık.
Onun için, yok efendim,
kadrolaşıyormuşsunuz, yok bilmem ne yapıyormuşsunuz... Bunlar, boş laflar.
Bakın, devleti ne hale getiriyoruz. O çiftlik miftlik hikâyesi kalktı artık,
yok böyle şey! (AK Parti sıralarından alkışlar) Kadroların kullanımını da sıkı
esas ve usullere bağlıyoruz.
Kamu kurum ve
kuruluşlarının uluslararası kuruluşlara üye olmaları, Dışişleri Bakanlığının
iznine bağlı kılınmaktadır. Burası da ayrı bir dert. Herkes "şu işim var
dışarı gideceğim, bu işim var dışarı çıkacağım..." Niye dışarı çıkıyorsun!
Bu milletin herkese vereceği bol bol harcırahları, binlerce dolarları yok.
Lazımsa çıkılacak, lazım değilse çıkılmayacak. "Falan yere üye olacağız,
ver paraları." Nereye veriyorsun paraları! Dışişleri Bakanlığına bağlı;
gerekirse üye yaptıracağız, gerekmezse böyle bedava iş yok! Herkes ayağını
yorganına göre uzatacak. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Kamu kurum ve
kuruluşlarınca işletilen eğitim ve dinlenme tesisi, spor tesisi ve benzeri
sosyal tesislerin satışına devam edilecektir. Henüz satılmamış olanların
giderleri için ise bütçeden herhangi bir katkıda da bulunmayacağız.
Eğitim amacıyla yurt
dışına gönderilecek kamu görevlilerinin lisansüstü öğrenim konularının,
çalışmakta oldukları birimlerin görev alanlarıyla doğrudan ilgili olması şartı
öngörülmektedir. Ben gideceğim, bilmem nerede öğrenim yapacağım... Lazımsa yap,
lazım değilse yapma; öyle, keyfî iş yok.
Kamulaştırma
bedellerinin, sertifikayla ödenmesine imkân tanınacaktır. Kamu malî
yönetimindeki girdilerin kontrol edilmesi şeklindeki anlayışın terk edilerek,
sonuçların kontrol edildiği performans esaslı bütçeleme anlayışının uygulamaya
konulması yönündeki çalışmalara devam edilmesi öngörülmektedir. Bunu,
biliyorsunuz, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunuyla getirdik, malî açıdan
performansa bakacağız; idarî açıdan da buna muvazi, paralel olarak kanun
değişikliği geliyor.
Devlet memurlarının
aylıklarına uygulanacak artış oranı, bütçe imkânları ve enflasyon hedefleri
dikkate alınarak belirlenmiştir. Önceki yıllardan farklı olarak, yılın ikinci
yarısında uygulanacak katsayılar da bütçe kanunuyla belirlenmektedir. Bu
tertipte yılın ilk yarısında yüzde 6, ikinci yarısında yüzde 6 artış yapılması
kararlaştırılmıştır. Bu artışlar sonucunda 2004 yılında memur aylıkları
ortalama bazda yüzde 13,8; kümülatif bazda 12,4 oranında artacaktır.
Devlet memurlarının
aylıklarında yapılacak artış, enflasyon oranının üzerinde oluyor; çünkü,
enflasyon yüzde 12 olarak dikkate alındığında bu görülüyor.
Ayrıca, kamu
görevlilerine Bakanlar Kurulunca belirlenecek tarihlerde ve tutarda iki bölüm
halinde toplam 160 000 000 lira tutarında ilave bir ödeme daha yapılacaktır.
Ocak ayındaki yüzde 6
oranında yapılacak zam sonucunda, en düşük dereceli memurun maaşı 428 000 000
liradan 454 000 000 liraya yükselecektir. Memur emeklilerinin maaşları ise,
çalışanlara göre daha fazla oranda olmak üzere yüzde 7,9 ile yüzde 6,4 arasında
değişen oranlarda artmaktadır. Memur emeklilerinde alt sınır aylığı ise yüzde
7,9 oranında artarak 448 500 000 liradan 483 000 000 liraya yükselecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biraz da vergi sistemi hakkında bilgi vermek istiyorum.
Vergi sisteminin temel
görevi kamu hizmetlerinin gerçekleştirilmesi için gerekli finansmanı
sağlamaktır. Bununla beraber, zamanla vergi sisteminin fonksiyonları da artmış,
ekonomik ve sosyal amaçlar da vergi sisteminin görevleri arasına girmiştir.
Dolayısıyla, vergileme, gerek kamu finansmanı gerekse ekonomik ve sosyal
politikalar açısından daha da önem kazanmıştır.
Vergi toplama gerekliliği
ve vergiye yüklenen önemli fonksiyonlar, ülkelerin vergi yapılarının ve
sistemlerinin sürekli geliştirilmesini zorunlu kılmakta, bu zorunluluk
vergilendirme alanını son derece dinamik bir yapıya büründürmektedir.
Hükümetimiz göreve
başladığında vergi sisteminde yapmayı planladıklarını ilan etmiş ve bunların
büyük bölümünü de kısa dönemde birer birer gerçekleştirmiştir.
Bu kapsamda ilk iş olarak
malî miladı kaldırdık. Malî miladın kaldırılması, saydam bir vergi mevzuatının
oluşturulması ve vergi mevzuatındaki belirsizliklerin kaldırılarak mükellef
hukukunun azamî ölçüde korunması açısından olduğu gibi Anayasanın 2 nci
maddesinde ifadesini bulan hukuk güvenliği ilkesi bakımından da önemli bir
uygulama olmuştur.
Vergi sisteminin
iyileştirilmesi çalışmalarının ikinci aşamasında vergi barışı projesi hızla
hayata geçirilmiş ve başarıyla uygulanmıştır.
Vergi sisteminin
iyileştirilmesi çalışmalarının son aşaması vergi sisteminin reforme
edilmesidir. Bu süreç, önemli yapısal değişiklikler yapan bazı kanunlarla
başlamış; ancak, henüz sonuçlanmamıştır. Bu, dinamik bir süreçtir ve ekonomik
ve sosyal hayattaki değişme ve gelişmeler bu süreci şekillendirmeye devam
edecektir.
Vergi sisteminin
iyileştirilmesi çerçevesinde yapılan diğer düzenlemeleri de başlıklar halinde
şöylece özetleyebilirim:
Yatırım indirimi mevzuatı
tümüyle değiştirilmiş, başta, teşvik belgeleri kaldırılmıştır. Artık, yatırım
indiriminden istifade etmek isteyen bir kimse Ankara'ya gelip dolaşmayacak,
devlet daireleri önünde beklemeyecek, evrakları alıp da şu imzaladı, bu
imzalamadı, şunu bekliyorum şeklinde artık kimse böyle bir derde girmeyecek;
olduğu yerden, yatırımı yapan, otomatik olarak yatırım indiriminden istifade
edecek. Bu çok önemli bir adımdır.
İkincisi "yatırım
indirimi vergiden istisna" diyorduk; ama, yüzde 19,8; oraya bir Stopaj
Vergisi koyuyorduk; bu vergiyi de tamamen kaldırdık. Yatırım yapanın önünde bir
engel kalmıyor.
Ayrıca, bizim toplam
vergi yükümüz, şirketlerde, elde ettiğinden Kurumlar Vergisi ödüyorsun,
stopajını ödüyorsun, dağıtınca vergi ödüyorsun; yüzde 65'lere varıyordu, vergi
yükü yüzde 65 oluyordu. Şimdi bunu kaldırdık, vergi yükünü yüzde 45'e indirdik.
İster dağıtsın, ister dağıtmasın; bir kimsenin, sonunda, en fazla ödeyeceği
vergi yüzde 45. Bu ne demektir; bu, vergi yükünü azaltmak suretiyle doğacak
fonların yatırıma yönlendirilmesi demektir.
Sağlık ve eğitime verilen
önem de bizim için çok önemlidir. Bu konuda, dedik ki, hastane yapan, okul
yapan, vergi matrahından bunları indirir. Şimdi, bunun sonucu ne oldu; bunu
yaptık, yürürlüğe girdi, yılın ilk aylarında yaptık. Tabiî, vatandaşlarımız,
kendilerine verilen bu imkânlardan yararlanmak, aynı zamanda da devletimize
yardım etmek istiyor. Şu anda Millî Eğitim Bakanımızın bana söylediği şu :
"Okul açma, temel atma törenlerine yetişemez hale geldim, her bir konuşmamda
özellikle sana teşekkür ediyorum." Bu, fevkalade arttı. Vatandaşımız diyor
ki : "Mademki, vergi matrahımdan indirme hakkı verildi, ben okul
yaptırayım, hastane yaptırayım." Bunun çok olumlu tepkilerini ve
neticelerini alıyoruz.
Bunlara ilave olarak,
ihracatın, KOBİ'lerin, kısaca, teşvike değer bütün ekonomik faaliyetlerin önünü
açtık.
Eğer, yurtdışı
müteahhitlik hizmetlerinden, para gelirse, ben şu kadar para kazandım; ver
bakalım bunun vergisini... "Sen ver bakalım bunun vergisini"
dediğiniz zaman, adam, ben bu parayı getireyim mi Türkiye'ye, getirmeyeyim mi
diye düşünüyor. Kaldırdık, vergi yok... Ne oldu; şimdi, onların yurtdışındaki
bütün kazançları Türkiye'ye geliyor. Müteahhitlik hizmetlerinde bunu yaptık;
ama, diğerlerinde de bunu yapacağız, yakında onu yapacağız. Neden; herkes
kendine yatırımcı çekmek istiyor. Biz, kendi paramızı dışarıdan getiremiyoruz.
Bunların önünü açıyoruz.
İhracatçıların Katma
Değer Vergisi iade alacaklarına kolaylık getirdik ve bununla beraber, mahsup
imkânlarını çalıştırıyoruz. Adamın sigorta borcu var, vergi alacağı var. Vergi
alacağını alamıyor, sigorta bir de ceza yazıyor; neden "efendim, ben
alacağımı istedim, borcum yok..." Şimdi mahsup imkânını çalıştırmaya
başladık; artık, öyle, ceza yazma falan yok. Alacağı var, mahsup edeceksin,
cezaya falan girme işi yok.
Şimdi, size, bir de
kısaca, kayıtdışından bahsetmek istiyorum. Kayıtdışı ekonomiyle mücadele,
yıllardır hemen hemen her iktidar tarafından öne çıkarılan, ama, maalesef,
ciddî bir mesafe alınamayan alanların başında geliyor. Umuyorum ki, bu konuda
da Hükümetimizin farklılığı kendisini gösterecektir. Teknik olarak kayıtdışı
ekonomi kavramı, mal ve hizmet
üretimine konu olmasına rağmen, ekonominin geleneksel ölçüm yöntemleriyle
tespit edilemediğinden, millî muhasebe kayıtlarında yer almayan ve gayri safî
millî hâsıla büyüklüklerine yansımayan alanları kapsıyor.
Tabiî, bunların çok
değişik tanımlarını yapmak mümkün ve bu konuda çok değişik tahminler de yapmak
mümkün; ancak, ben, burada bir hususu belirtmek istiyorum. Bu kayıtdışı
ekonomiyi de doğuran bazı sebepler vardır. Nedir; vergi adaletsizliğidir.
Fiktif kazançlar üzerinden vergi alınıyordu ve adam doğru dürüst vergi ödemeye
kalksa, sermayeyi kediye yükleyecek.
Bakın, dün neyi kabul
ettik; enflasyon muhasebesini kabul ettik. Artık, gerçek gelir üzerinden vergi
alacağız; öyle, gelirin gölgesinden vergi alınmayacak, kendisinden alınacak.
Dolayısıyla, birtakım şeyleri, şunları, bunları, masraf yazamıyorumdu, şimdi
onları da masraf yazdırıyoruz; bundan sonra onlar da masraf neyi istersen masraf
yaz. Efendim, enflasyon; onu da yaz kardeşim; onu da getirdik; ama, bundan
sonra, artık, kayıtdışına beni itecek
bir sebep vardır mazereti ortadan kalkıyor, yok öyle bir şey, onları kaldırdık
önce. Şimdi de diyeceğiz ki, arkadaş, herkes hesabını kitabını iyi yapsın,
bundan sonra ben artık kayıtdışı falan istemiyorum; bunu diyeceğiz ve kimsenin
mazereti kalmıyor, vergi kaçırma
mazereti ortadan kalkmış bulunuyor. Onun için de 2004 yılını,
kayıtdışıyla mücadele yılı ilan ediyoruz.
Kayıtdışı demek, sadece
hiç vergi dairesine kayıt olmamış, bütün kazançlarını kayıtdışında bırakan
kimseler demek değil, onlar bir defa hedef, tam 12'de; ama, ödemesi gerektiği
gibi ödemeyenler de çok var, onların da üzerine sektörel sektörel gideceğiz. Bu
konuda da siz sayın milletvekillerimden ben şunu rica ediyorum, bunların
üzerine giderken : "Aman Sayın Bakanım, falanca bizim tanıdık, üzerine
müfettişler gitmiş, bunun üzerine kontroller gitmiş" gibi şeylerle bana
gelmeyin.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Arkadaşlarınıza söylüyorsunuz, değil mi efendim?
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Size, başta da size, size söylüyorum.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Biz gelmeyiz zaten.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - O konuda da yardımlarınızı istiyorum hepinizin.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Görürsen o zaman söyle.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Efendim?..
ALİ RIZA BODUR (İzmir) -
Geldiğimizi görürseniz söyleyin.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Olur, hiç merak etmeyin, söylerim ben, bende laf durmaz,
söylerim.
Şimdi, fazla vaktinizi
almak istemiyorum, bazı noktaları da atlayarak gidiyorum. Size, 2004 yılı vergi
bütçesinden de bahsetmek istiyorum.
2004 yılı bütçesinde,
genel bütçe gelirleri tahmini 113,7 katrilyon lira, vergi gelirleri tahmini
99,2 katrilyon lira olarak öngörülmüştür. 2003 yılında vergi gelirlerinin gayri
safî millî hâsılaya oranı yüzde 24,3 civarında olacaktır, 2004 yılındaysa bu
oran yaklaşık olarak yüzde 23,6 olacaktır, yani daha azalacaktır.
Şimdi, bizim,
vergicilikte önemli olan, dikkat ettiğimiz temel bir husus var; vergi
politikalarının, maliye politikalarının, ekonomi politikalarıyla paralel olması
lazım. Bu ne demek; ekonominin büyümesine mâni olmaması lazım. Ekonominin
büyümesi şarttır. Bakınız, gayri safî millî hâsılamızın 3 500 dolarlar
civarında olduğundan bahsediyoruz, burnumuzun dibindeki Yunanistan'da 15 000
doları aşmış bulunuyor. Onun için, aslolan, ekonomiyi büyütmemiz, büyümeyi
sağlamamız, maliye politikalarının, vergi politikalarının da bununla paralel
olması lazım. Vergiyi toplayacağım diye klasik maliyecilik yaparak ekonominin
önünü kapatmamamız esastır, ekonominin büyümesinin önündeki engelleri
kaldırmamız esastır. Onun için, biz, teşviklere de önem veriyoruz, reel
sektörümüze de önem veriyoruz ve onun yanındayız; malî politikalarımızı, vergi
politikalarımızı da buna göre ayarlıyoruz. Bu, fevkalade önemlidir. O bakımdan,
vergi gelirlerimizi, tabana yaymak suretiyle artıracağız; ancak, belli bir
kesimin üzerine yığmamak suretiyle bunları daha da azaltacağız; yani, rate'lerini,
nispetlerini, imkân nispetinde daha da azaltacağız; ama, bunları yaparken,
bütçe hassasiyetlerimize fevkalade de riayet etmek mecburiyetimiz vardır.
Bir de, vergi barışı
yaptık. Vergi barışından da, bu sene 2,4 katrilyon lira gelir hedefliyorduk, bu
kadar alacağız diye. Baktık, daha kasım ayında, bu miktarı aşmışız. Bütün
halkımız, gönüllü olarak buraya iştirak etmiştir, bizim bu barış çağrımıza
cevap vermiştir; bundan dolayı, Türk Milletine tekrar teşekkür ediyorum.
Bir de, bankacılık
sektörüyle ilgili bazı bilgiler vermek istiyorum. Bankacılık sektörünün,
ekonomideki tasarrufların toplanarak reel yatırımlara aktarılmasında, sermaye
birikiminin oluşmasında ve dolayısıyla, büyümedeki rolü çok büyüktür.
Bankacılık işlemleri üzerindeki yüklerin azaltılması, kredi maliyetlerinin
düşürülmesinde, piyasalara derinlik ve istikrar kazandırılmasında, bankaların
uluslararası piyasadaki rekabet koşullarının iyileştirilmesinde son derece
önemlidir.
Bu noktadan hareketle,
biz de, aracılık maliyetlerinin azaltılması çerçevesinde, birçok vergiyi
kaldırıyoruz. Kambiyo senetleri vardı, hepiniz bilirsiniz. Getirin bakalım
senetleri, getirin pulu, yapıştır... Ne kadar; yüzde 5... Vermeyin şu senedi
veyahut da şu senedi vereyim; ama, şunu gösterme, legal olarak gösterme, bir
kenara yaz, vadesi geldiğinde getirirsin, pul yapıştırmayalım.. Yani, halkı
devamlı illegal davranmaya itiyoruz. Şimdi, o senetlerin üzerindeki o pul işini
kaldırdık; yok, serbest, kim kime senet verirse versin; rahat, gidiyor onu
söyleyeyim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunlar küçük gözüküyor; ama, küçük
falan değil.
Efendim, Çöp Vergisini su
faturalarına ilave ettik. İşte "çöp suya karıştı" diye yazmış gazete.
Suya falan karıştığı yok. Milletin çektiği çile kalktı, işler su gibi akmaya
başladı; su gibi... (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Yani, bir kişi, bir beyanname verecek... Millet vergi vermeye razı; ama,
beyanname verirken çektiği çileden bir kurtulsa. Şimdi, bir günü gidiyor; al,
götür, beyanname oldu, olmadı; bir de gel bakalım, sırada dur, bilmem ne yap
falan; çile... Şimdi, kaldırdık o çileyi, fena mı yaptık yani? (AK Parti
sıralarından "Doğru" sesleri, alkışlar)
Evet, teşekkür ederim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) -
Bakalım ne kadar artacak vergi...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Bir de, şimdi, kredi kartıyla vergi ödemeyi getirdik.
Bakın, bundan sonra, oturduğu yerden, bankadan ödenecek; öyle düzenlemeler
yaptık; dün açıkladım. Oturduğu yerden vergisini ödeyecek. Şimdi, millet,
seyahatte gitmiş, efendim, Emlak Vergisini bir türlü ödeyemiyorum, Gelir
Vergisini ödeyemiyorum... Kardeşim, hiç gelme yahu, olduğun yerden öde.
Tatildeysen tatilde öde, yurtdışına çıktın, gelemedin, eyvah kaçtı diye hiç
düşünme, olduğun yerden öde vergini. Almanya'da yaşıyor; "yahu, ben altı
ayda bir geliyorum, vergimi..." Oradan öde. Bu kolaylıkları getirdik; iyi
mi oldu kötü mü oldu şimdi, söyleyin allahaşkına. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Şimdi, yine, bazı şeyler
verdik; serbest meslek kazancının tespitinde dikkate alınan giderler kapsamı
genişletildi. Nedir; yaz kardeşim giderlerini, ne gider yaptıysan yaz yahu;
ama...
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Neler mesela?..
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Üstat, onları alırsınız şeyden; var, hepsi var.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Neleri yazacak onu anlat; boyayı badanayı mı yazacak?
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Boyayı badanayı da yazsın; o da var, boya badana da var.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Zaten yazıyor, yeni bir şey getirmiyor Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN
(Devamla) - Ama ödemen gereken vergi?.. 2 000 000 000-2 500 000 000 senede
kazanç beyan etmiş, bakıyorsun, evi var, araba güzel, yazlık var, yaşantı
güzel, çocuklar da kolejde okuyor, ondan sonra gel ayda 200 000 000 lira
kazandım... İşte bu olmaz, bu olmayacak, buna da son vereceğiz. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Nereden buldunu kaldırırsanız böyle olur.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Nereden buldunu şimdiye kadar bir kere tatbik ettiyseniz
söyleyin.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Siz etmediniz.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Tatbik etmediğiniz konularla, teorik konularla bu milleti
oyalandırmayın, pratik hareket edin, millete hizmet edelim hep beraber,
hepinizi, sizi ona hizmete çağırıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bu millet bize oy verdi
bu çatının altına getirdi. Bizim buraya geliş gayemiz, milletimize hizmet
etmek. Onun için, gelin, bana yardımcı olun hepiniz. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- O zaman, şikâyet etmeyin.
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Şikâyet yok, yapıyoruz, yaptıklarımızı da söylüyoruz, ara
sıra da soruyoruz, "sayın milletimiz ne düşünüyorsunuz" diye anket
yapıyoruz; onları da hepimiz görüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, bir de teknoloji
hususunda hiçbir şey yapılmıyor deniyordu. Teknoloji çok önemli; milletlerin
gelişmesinde çok önemli. Teknolojik gelişmeye ayak uyduramadığımız zaman çağdaş
ülkeler seviyesine yetişmemizin imkânı olmaz. O bakımdan, biz şimdi teknolojik
gelişmeleri sağlamakla ilgili olarak, vergi kanunlarımızda onlarla da ilgili
güzel kararlar aldık. Mesela, dedik ki, teknoloji geliştirme bölgelerini
işleten yönetici şirketler on yıl süreli Kurumlar Vergisinden istisnadır. Orada
çalışan nitelikli personel vergiden istisna, vergi ödemeyecek. Çünkü bizim çok
önemli altyapımız var, üniversitelerimizden yetişen çok nitelikli
öğrencilerimiz, talebelerimiz ve iş kaynağımız bizim çok önemli, insan
kaynaklarımız önemli. Bunlardan yeteri kadar istifade edemiyoruz ve maalesef,
işsizlik oranı, eğitimli yerlerde biraz daha fazla oluyor. Biz, işte bu yerleri
geliştireceğiz. Bunları geliştirmek için de, bütün teşvik edici kararları
alıyoruz, almaya da devam edeceğiz ve göreceksiniz ki, ileride, Türkiye'de,
bilişim sektörü çok fazla gelişecektir.
Bir insanı istihdam etmek
için, belli yatırımlar yapmak lazım. En az yatırımı bu sektör gerektiriyor, en
fazla katmadeğeri de bu sektör sağlıyor. Bilişim sektörü fevkalade önemli.
Kaynak? Kaynağımız da var, insan kaynağımız da var, çok şükür.
Şimdi, biz, bunları
geliştireceğiz, teşvik edeceğiz ve Türkiye'nin en önemli sektörlerinden biri
olacak; hem gelir getirecek hem Türkiye'deki çehreyi değiştirecek; çünkü,
bakın, şimdi artık, ekonomilerde değişik birtakım kriterler gelmeye
başlamıştır. Faizlerin düşürülmesi, enflasyonun düşürülmesi, büyümenin
sağlanması kriterleri... Artık, yavaş yavaş değişik kriterler geliyor; iyi
yönetim. İyi yönetim, bir kriterdir; artık, modern kriterlerden bir tanesidir.
İyi yönetilen ülkelere bakın, iyi yönetilmeyen ülkelere bakın; iyi yönetilenler
gelişmiştir, iyi yönetilmeyenler geri kalmıştır. Ülkemizin, bundan sonra, layık
olduğu yönetimlerle idare edilmesi lazımdır; şeffaf, açık, dürüst. Çok önemli.
Onun dışında, verimlilik
çok önemlidir. Verimlilik kriterlerini ekonomimizin temel dinamiği haline
getirmemiz lazımdır; çok önemli kriterlerdir. Bunları nazarı itibara alarak
hareket ediyoruz.
HÜSEYİN BAYINDIR
(Kırşehir) - Söylediğinize kendiniz de inanmıyorsunuz...
MALİYE BAKANI KEMAL
UNAKITAN (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümetimizin göreve
geldiği günden beri uyguladığı vergi politikası, toplumun geniş kesimleri
tarafından destek görmüştür. Gelinen noktada alınan sonuçlar, bu politikaların
doğruluğunu ve geniş kesimlerin desteğinin sağlam bir hareket noktası olduğunu
açıkça göstermiştir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; günümüzde, artık, iyi bir yönetim, şeffaflık, güvenilirlik,
hesap verebilirlik, işbirliği, verimlilik ve müşteri, mükellef ve vatandaş
memnuniyetini esas alan, kaliteli ve etkin hizmet sunumu, güçlü bir ekonomik
performansa ulaşmak ve küreselleşen dünyada rekabet edebilmek için olmazsa
olmaz unsurlar haline gelmiştir.
Başbakanımız Sayın Recep
Tayyip Erdoğan liderliğindeki 59 uncu Hükümet de, bu unsurları esas alarak
başarılı bir yönetim ve verimli bir çalışma gösterdi. Oluşan güven ortamı,
kararlılık ve tavizsiz uygulanan malî disiplin sonucu ekonomide olumlu
gelişmeler sağlandı, hedeflere ulaşıldı. Bu bakımdan, 2003 yılı önemli bir yıl
oldu. Emeklerimizin boşa gitmemesi, hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için
kararlı ve disiplinli uygulamalara 2004 yılında da devam edilecektir.
2004 bütçesi, ülke
ihtiyaçları ve gerçekleri dikkate alınarak hazırlanmış, şeffaf, samimî ve
gerçekçi bir bütçedir. Bu bütçenin temel hedefleri, kayıtdışıyla mücadele
etmek, izlenen sıkı malî disiplin anlayışının aynı kararlılıkla yürütülmesi
suretiyle kamu maliyesindeki iyileşmeyi hızlandırmak, malî dengesizlikleri
azaltarak enflasyonun makul seviyelere çekilmesine ve ekonomideki canlılığı
artırarak, sürdürülebilir büyüme ortamının oluşmasına yardımcı olmaktır.
Hedeflerimiz
gerçekleştikçe, ekonominin önü açılacak, yatırım ve üretim artacak, işsizlik,
yoksulluk, gelir dağılımındaki dengesizlik azalacak, insanımız yeniden iş ve
daha fazla aş sahibi olacaktır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk diyor ki: "Siyasî,
askerî zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle
taçlandırılmazlarsa, husule gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda sönerler.
Ekonomisi zayıf olan bir millet, fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz, sosyal ve
siyasî felaketlerden yakasını kurtaramaz." Bu ifadeler, bugün de
geçerlidir; yarın da geçerli olacaktır.
O nedenle, hedefimiz,
gelişmiş ve güçlü bir Türkiye'dir. Bu, Türk Milletinin bize verdiği bir
görevdir. Bu hedefe, kararlı ve disiplinli adımlarla ulaşacağız.
Bize omuz veren
vatandaşlarıma ve sizlere şükranlarımı sunuyorum. Yapacağınız yoğun ve yorucu
çalışmalar ile katkılarınız için Hükümetim ve şahsım adına teşekkür ediyor,
2004 bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olması temennisiyle, sizlere
ve bizi televizyonları başında dinleyen
vatandaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Sağ olun, var olun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri,
bütçe görüşmeleri, 10.12.2003 tarihli 26 ncı Birleşimde alınan karara uygun
olarak basılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.
Başlangıçta, bütçenin
tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasî parti grupları ve Hükümet adına yapılacak
konuşmalar -Hükümetin sunuş konuşması hariç- 1'er saat -bu süre birden fazla
konuşmacı tarafından kullanılabilir-
kişisel konuşmalar 10'ar dakikadır.
Şimdi, bütçenin tümü
üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını,
sırasıyla okuyorum:
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal, AK Parti Grubu adına
Zonguldak Milletvekili Sayın Köksal Toptan.
Şahısları adına, lehinde
söz alanlar, Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün, Bursa Milletvekili Sayın
Niyazi Pakyürek, Zonguldak Milletvekili Sayın Fazlı Erdoğan, Gaziantep
Milletvekili Sayın Fatma Şahin; aleyhinde söz alanlar, Iğdır Milletvekili Sayın
Dursun Akdemir, Ağrı Milletvekili Sayın Naci Aslan.
Sayın milletvekilleri,
Sayın Deniz Baykal, konuşmasının bütünlüğünü muhafaza etmek için, söz
vermiyorum.
Saat 14.00'te tekrar
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 12.43
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 14.00
BAŞKAN : Bülent ARINÇ
KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 30 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri,
2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının müzakerelerine kaldığımız yerden
devam ediyoruz.
III. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1.- 2004
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/688)
(S.Sayısı: 284) (Devam)
2.- 2002
Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî
Yılı Genel Bütçeli Daireler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/656, 3/370, 3/372,
3/373) (S.Sayısı: 286) (Devam)
3.- 2004
Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/689) (S.Sayısı: 285) (Devam)
4.- 2002
Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/657, 3/371) (S.Sayısı: 287) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerlerini almışlardır.
Söz sırası, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan, Antalya Milletvekili Sayın Deniz
Baykal'a aittir.
Buyurun Sayın Baykal.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Baykal, süreniz 1
saat efendim.
CHP GRUBU ADINA DENİZ
BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 2004 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ve 2002 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısıyla ilgili
görüşmelerin bu aşamasında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Başkan,
size ve Türkiye Büyük Millet Meclisine içten saygılarımı sunuyorum. Bu bütçe
görüşmelerinin ülkemize, ülkemizin içinde bulunduğu durumun doğru
değerlendirilmesine, sorunlarının çözümüne katkılar getirmesini diliyorum.
Değerli arkadaşlarım,
uzun bir dönem boyunca, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütçe görüşmelerini
izlemek ve katılmak fırsatını buldum; ama, bana öyle geliyor ki, bu yıl
gerçekleştirmeye başladığımız bütçe görüşmeleri bir ilki temsil etmektedir.
Parlamentonun ve İktidar Partisi Grubunun ve hükümetin, Sayın Başbakanın
Türkiye'nin bütçe görüşmelerine bu kadar ilgisiz kaldığı bir dönemi ben
hatırlamıyorum. Bir başbakanın katılımı olmadan Türkiye'nin bütçe görüşmeleri
yapma durumunda olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bütçesini, başbakanın
katılmadığı bir Genel Kurul toplantısıyla ele aldığının bir başka örneğini
hatırlamıyorum.
Sayın Başkan, size, bu
oturumun önemini çok doğru bir şekilde değerlendirerek bizzat bu oturuma
başkanlık yapma kararını almış olduğunuz için saygılarımı sunuyorum. Bütçe
görüşmelerinin önemi konusundaki genel duyarsızlığın Meclis Başkanı düzeyine
çıkamamış olması, bizim için bir teselli kaynağıdır. Türkiye'nin bunca sorunu
var. Türkiye'nin etrafında bir ateş çemberi oluştu. Büyük dışpolitika
sorunlarıyla karşı karşıyayız. Ekonomimiz, bıçak sırtında, bir krizi aşmaya
gayret ediyor. Bunun gerektirdiği ciddî kararların alınması ihtiyacı önümüzde
duruyor. Böyle bir tablo karşısında, Türkiye'nin, Türkiye'yi yöneten siyasî
kadronun bütçe görüşmelerine, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin millî bütçeyle ilgili bu müzakeresine bu kadar ilgisiz
kalabilmesinin altında ne yattığını anlamakta, gerçekten, güçlükle karşı
karşıya kalıyorum. Belki, bu bütçelerin konuşulacak nesi var; bütçeler, zaten,
dışarıda kararlaştırılmış olan bir programın uygulanması doğrultusunda
otomatiğe bağlanmış, müzakeresi, değerlendirmesi anlamlı olmayan bir
olupbittiyi temsil ediyor; bütçe, öyle olmuş, böyle bitmiş; bunun kararı
Türkiye Büyük Millet Meclisinde
alınmıyor ki, Mecliste neyi konuşacağız; imzayı atmışız, IMF ile bir programı
kararlaştırmışız, bu programı uygulamaya çalışıyoruz; eh, bunun bir formalitesi
olarak da, önümüze bir bütçe geliyor; bunu bu kadar önemsemenin anlamı yoktur
gibi bir duygu, bir teslimiyet anlayışı, galiba, Türkiye'yi yöneten kadroların
zihnine yerleşmeye başladı ve belki de, bütçe görüşmelerine yönelik bu
ilgisizliğin altında böyle bir duygunun yatıyor olduğunu, daha da büyük üzüntüyle
görmek durumundayım.
Değerli arkadaşlarım,
biz, işimizi yapmaya gayret edelim. Türkiye'nin önünde ciddî konular var, ciddî
sorunlar var. Bu bütçe de, o sorunların ele alınması için bir fırsat
oluşturuyor. Türkiye -hep, çok iyi yaşadık, biliyoruz- iki büyük krizin içinden
geçti ve 2001 Şubatından sonra, bir iddialı, kapsamlı bir istikrar programı oluşturup,
o programı kararlılıkla uygulama zorunluluğuyla karşı karşıya kaldı ve Türkiye,
2002 yılından itibaren, bir programı, bir istikrar programını sürdürmeye ve
Türkiye'yi krize sürükleyen yanlışlıkları aşmaya, kontrol altına almaya
çalışıyor. Bu yanlışlıklar, bir boyutuyla, elbette, enflasyon şeklinde
kendisini gösteriyordu. Enflasyonu bertaraf etmeye ve malî istikrarı sağlamaya
yönelik bir program 2002 yılı başından beri Türkiye'de uygulanıyor. Şimdi, biz,
2004 yılı bütçesini yapıyoruz. İktidar, bir yıldan beri işbaşındadır, 2003 yılı
bütçesini yapmıştır ve uygulamasını gerçekleştirmiştir; şimdi 2004 yılına
yönelinmiştir. Burada bir durum değerlendirmesi yapmakta yarar vardır.
Böyle bir kriz
sonrasında, kapsamlı, iddialı bir istikrar programını Türkiye uygulamak
mecburiyeti içine düşmüştür ve bu mecburiyet etrafında bir çalışma yapılmıştır,
bir hazırlık yapılmıştır, bir program oluşturulmuştur; o program uygulanıyor.
Müzakeresini yapmakta olduğumuz 2004 yılı ve geride bırakmakta olduğumuz 2003
yılı, bu program uygulamasının ikinci dilimini teşkil etmektedir. Program
uygulamasının birinci dilimi 2002 yılıdır. 2003 yılında ikinci dilim
uygulanmıştır. Şimdi, 2004 yılının bütçesini burada kabul etmemiz bizden
bekleniyor.
Değerli arkadaşlarım,
böyle programlar, iddialı programlar toplumda büyük sarsıntılar, büyük
çalkantılar yaratırlar; Türkiyemizde de öyle olmuştur. Böyle bir programı
uygulamak zorunda kalmış olmamız, büyük bir siyasî çalkantıyı da beraberinde
doğurmuştur. Bildiğiniz gibi, geçen hükümeti oluşturan siyasî partiler, seçimde
çok ağır bir yenilgiyle karşı karşıya kalmışlardır. Tabiî, bunun çok nedenleri
vardır; ama, o nedenlerin arasında, Türkiye'nin bir istikrar programını
uygulama kararını almış olması ve onun gerektirdiği ciddî malî disipline
yönelmiş olması da bir önemli faktör olmuştur; yani, o programın bedeli daha
önceki hükümet tarafından ödenmiştir ve kabul etmeliyiz ki, 2002 yılındaki
ekonomik uygulama, Türkiye'nin, uygulanan programın bazı noktalarda sonuç
almaya elverişli olduğunu bize göstermesiyle sonuçlanmıştır. 2002 yılı ekonomik
göstergeleri bize gösteriyor ki, bu program enflasyonu indirme konusunda
başarılı olma umudunu vermiştir. Nitekim, enflasyon 2002 yılında yüzde 70
düzeyinde iken, yüzde 30 düzeyine indirilmiştir. Bu, çok önemli, iddialı bir
enflasyon indirme çabasıdır. Enflasyonun inişine paralel olarak faizlerin inmeye
başlaması, yine, 2002 yılında kendisini göstermeye başlamıştır; faizlerde bir
inme süreci 2002 yılında başlamıştır, enflasyonda inme süreci başlamıştır ve 2002
yılında, Türkiye'de, bir yıl öncesiyle mukayese edildiği zaman, çok şaşırtıcı
bir ekonomik büyüme ortaya çıkmıştır, yüzde 7,8'lik bir büyümeyi de o program
güvence altına almıştır.
Tabiî, bu, Türkiye'nin sorunlardan
kurtulduğu anlamına gelmez, enflasyonu kontrol altına alma bakımından mesafe
aldığımızı, bu konuda bir şansı yakaladığımızı bize göstermektedir ve
değerlidir; ama, başka alanların da dikkatle gözlenmesi ve başka sorunlar
birikiyor mu, başka krizler hazırlanıyor mu, bunun sürekli bir dikkat, teyakkuz
içinde irdelenmesi ihtiyacı da elbette ortadadır. 2002 yılından sonra 2003 yılı
performansı şimdi arkamızdadır, ona da bakıp bir değerlendirme yapmak
durumundayız. Sonra, önümüzdeki döneme yönelik, 2004 ve sonrasına yönelik
ekonomi programımızı şekillendirme ve tartışma, irdeleme durumundayız.
2003 yılında ortaya çıkan tablo bize,
enflasyondaki inme sürecinin devam ettiğini gösteriyor. Bu, memnuniyet verici
bir gelişmedir. Yüzde 30'a inmiş olan enflasyonun, şimdi, yüzde 20'ye -bu yıl-
ineceğini görüyoruz. Bu da önemlidir; çünkü, daha az bir inme var gibi
gözüküyor; ama, inme aşağıya doğru yöneldikçe, indirme daha da güçleşmeye
başlar. O bakımdan, yüzde 30'dan yüzde 20'ye enflasyonun iniyor olması da
memnuniyetle karşılanması gereken bir tablodur.
Yine, büyüme bakımından geçen yılki
düzeyde olmasa da, yüzde 7,8 düzeyinde olmasa da, bu yıl da, büyüme trendinin
devam ettiğini görüyoruz; yüzde 5,4'lük bir büyümeyle karşı karşıyayız. Yılın
üçüncü çeyreği rakamlarına dayanarak bunu söylüyorum. Bu da, Türkiye'de bir
büyüme tablosunun bulunduğunu ortaya koymaktadır. Buna bakarak "bizim
program başarıya ulaştı, Türkiye, krizden artık çıkıyor" rahatlığına
ulaşmamız, maalesef, söz konusu değildir. Yani, böylesine iddialı programlar
başka ülkelerde de kararlılıkla uygulanır, hatta, enflasyon sıfıra iner, bir
süre öyle de kalır; ama, bir süre sonra, tekrar, bunun kalıcı, güvenilir
olmadığı gerçeği acı bir biçimde ortaya çıkar. Latin Amerika bunun örnekleriyle
doludur.
Şimdi, biz Türkiye olarak kendimizi güvence
altına almaya çalışıyoruz, enflasyonu denetlemeye gayret ediyoruz, bu konuda
memnuniyet verici işaretler var; ama, başka alanlarda durum nedir; onu, bir
ilkel siyasal savunma duygusuna girmeden, siyasal suçlama arayışına da
yönelmeden, açık kafayla irdelememizde yarar vardır.
Değerli arkadaşlarım, buraya baktığımız
zaman gördüğümüz bazı şaşırtıcı işaretler var. Demin söylediğim olumlu
işaretlerin yanında, bizi kaygılandıran başka bazı işaretler var. Nedir
bunlar?.. Türkiye'nin krize sürüklenmesinin en temel nedeni, hepimizin çok iyi
bildiği gibi, ülkenin, çok büyük bir borç batağına saplanmış olmasıdır ve bir
istikrar programının başarıya ulaşması, ülkenin borç yükünün azalmaya
başlamasıyla mümkün olur. Türkiye, borç üretmeyen bir ekonomiye
dönüştürülebilmelidir. Bunu başarabilirsek rahatlarız. Acaba bu konuda tablo
nedir; Türkiye ekonomisinin borç karşısındaki manzarası nedir? Biz, borç
batağından çıkmaya yönelmiş bir ülke haline geldiğimizi söyleyebilir miyiz;
borç yükünü azaltmaya başladığımızı söyleyebilir miyiz?
Değerli arkadaşlarım, buraya baktığımız
zaman durumun pek parlak olmadığı gözüküyor. Türkiye, bu iki yıllık çaba
sonunda -2002 ve 2003 sonunda- maalesef, borç ödeyen bir ekonomi haline, borç
azaltan bir ekonomi haline gelememiştir. Yapılan incelemeler, rakamlar, bize
açıkça gösteriyor ki, Türkiye'nin borç stoku bu yıl, 2003 yılında artmıştır.
Yani, çeşitli hesaplama yöntemleri kullanılabilir; fakat, daha dikkatli bir
şekilde baktığımız zaman, bunu hep birlikte görüyoruz. Oradaki manzara şöyle
gözüküyor: Türkiye, borçlarını 2003 yılında -iç borçlarını- yüzde 25 oranında
artırmıştır. Yani, net borç stokunu konuşuyorum. Borçlanma miktarı... O ayrı;
çok büyük borçlanma yapılmıştır. Mesela, AKP iktidara geldiği zaman, 2002
Ekiminde Türkiye'nin borç stoku 144,2 katrilyondu; 144,2 katrilyon borçla bu
iktidar devreye girdi ve yıl sonunda, daha doğrusu ekim sonunda, geldiğimiz
noktada yapılan yeni borç miktarı 142,5 katrilyondur; yani, devralınan borç
stoku kadar ek bir borçlanma yapılmıştır. Tabiî, bu net borç artışı anlamına
gelmez; çünkü, o borçlanma yapılıyor, bir kısmı da ödeniyor. Neti ne olmuştur
derseniz; neti yüzde 25 artmıştır; yani, Türkiye, borç stokuna 2003 yılında
dörtte 1 ekleme yapmıştır. Bu, çok yüksek bir rakamdır, çok ağır bir rakamdır.
Türkiye'nin borç sarmalından kurtulduğunu söylemek olanağı, maalesef, yoktur.
Değerli arkadaşlarım, bunlara daha
ayrıntılı olarak birazdan bakacağız; ben, işin genel tablosuna dikkatinizi
çekmeye çalışıyorum. Türkiye, bu aralık ayı sonuna geldiğimiz zaman, büyük bir
ihtimalle, borç stokuna, 50 ilâ 60 katrilyon civarında net bir borç eklemiş
konuma gelecektir. Şimdi, ana meseleyi çözmüş değiliz, ana meselede bir azalma
sürecini başlatmış değiliz, ana mesele aynen devam ediyor, borç işi aynen devam
ediyor. Bu, göz önünde tutulması gereken bir temel nokta.
İkincisi, değerli arkadaşlarım, Türkiye,
dış dünyayla ilişkilerinde, dış ekonomik ilişkilerinde -yani, ticarî
ilişkilerinde, ihracat ithalat, turistik gelir gider farkı, işçi dövizleri,
sermaye hareketleri- net olarak kaygı verici düzeyde açık vermeye başlamıştır.
Bu, belki, asıl özenle, önemle, ilgiyle izlememiz gereken ana konuyu
oluşturmaktadır. Yani, 2003 yılında Türkiye'de, ihracat müthiş bir artış
gösterdi, ithalat daha müthiş bir artış gösterdi; çeşitli sermaye hareketleri
oldu, turizmden gelirler, giderler oldu. Sonuç ne; ne oldu; dış dünyayla dövize
dayalı ilişkide nasıl bir tablo ortaya çıktı? Ortaya çıkan tablo, Türk
ekonomisinin dışa yönelik kanamasının kaygı verici bir noktaya yükselmekte olduğudur.
Bakınız, bu bütçe, geride bıraktığımız
bütçe, mart ayında, bu yıl sonu için 3 500 000 000 dolarlık bir carî açık
öngörüyordu. Deniliyordu ki, yıl sonunda biz, dış dünyayla alırız veririz,
sonunda 3 500 000 000 dolarlık bir açık ortaya çıkar ve onu da kontrol ederiz.
Bu varsayımla yola çıkılmıştı, 3 defa bu tahmin değişti ve en son geldiğimiz
noktada, en son tahmin 7 400 000 000 olarak yapıldı. 2004 yılının programında
öngörülen rakam ise, 7 700 000 000 dolardır. 7 700 000 000 dolar, Türkiye'nin
gayri safî millî hâsılasının yüzde 3'ünden fazlasıdır. Yüzde 3, yüzde 4, çok
tehlikeli rakamlardır. Bu yıl bu düzeyde bir carî açığı Türkiye kontrol eder;
bunda bir sorun olmaz, bunu aşarız; ama, bu, 2004 için alarm verici
sayılmalıdır. 2004 yılında da carî açığın böyle artmaya devam ettiği görülecek
olursa, bunun şu andaki dengeler üzerinde çok olumsuz yansımaları ortaya çıkar,
reel faizler yükselmeye başlar, kur politikası sıkıntıya girmeye başlar ve
başka rahatsızlıklar çıkar. Bu, hemen kontrol altına alınması gereken bir
olaydır. Bunun altında ne yatıyor; büyük ithalat patlaması yatıyor. Büyük
ithalat patlamasının altında, Türk Lirasının gerçeğin üzerinde
değerlendirilmesini esas alan bir kur politikası yatıyor. O kur politikası,
ithalatı teşvik ediyor. Şimdi faizler de indiği ve bankacılık sistemi de
tüketici kredilerine destek vermeye, kredi vermeye başladığı için, önümüzdeki
dönemde bunun daha da hızlanarak ortaya çıkması söz konusudur. Derhal,
ciddî, bu konuda ince ayar yapılmasına
ihtiyaç vardır. Ekonomiyi yönetenlerin bu tehlikeyi görmeleri, buna karşı çok
ciddî hazırlık ortaya koymaları ve önümüzdeki yıl, 2004 yılında, cari açığın bu
düzeylerde tekrar ortaya çıkmasına fırsat vermemeleri mutlak bir ihtiyaçtır.
Eğer, bu konuda bir gevşeklik, yine bu yılı aynen devam ettiririz rahatlığı
ortaya çıkarsa, korkarım, çok ciddî bir tabloyla karşı karşıya kalabiliriz.
Cari açık ikinci önemli nokta. Borç devam ediyor, artıyor; cari açık büyüyor,
kaygı verici düzeye çıkıyor.
Değerli arkadaşlarım, bunun altında ne
yatıyor? Bakınız, Türkiye, bu politikayı götürürken, 2003 yılında olağanüstü
bir vergi uygulaması yaptı. Her zaman başedilemeyecek, göze alınamayacak çok
iddialı, kapsamlı bir vergi uygulaması yaptı Türkiye; uçan kuştan vergi aldı,
çift vergi aldı, yeni yeni vergi kalemleri icat etti, onlardan vergi aldı,
geçmişte ödenmemiş olan borçların ödenmesini sağlamak için yeni düzenlemeler
yaptı, geçmişe yönelik vergi sağması yapmaya çalıştı. Müthiş bir vergi
uygulamasıyla -biz buna vergi terörü diyoruz- Türkiye 2003 yılında karşı
karşıya kaldı. Yani, vatandaşın elinde avucunda, kolunda bileğinde, boynunda ne
varsa alındı vergi olarak. Müthiş, her zaman yapılamayacak bir vergi
uygulaması. Bununla borç ödendi. Yatırım yapıldı mı; maalesef, yatırım
yapılmadı. Bir başka temel nokta da bu. Yani, 2003 yılında, Türkiye, topladığı
paralarla yatırım yapamamıştır. Yatırım yapamamış olması, Türkiye'nin önümüzdeki
dönemdeki sorunlarının ortaya çıkmasına yönelik bir altyapı oluşturmaktadır.
Bakınız, Türkiye, 2003 yılında, cumhuriyet tarihinin en düşük yatırım
planlamasını yaptı ve üzüntüyle tespit ediyoruz ki, 2003 yılında 8 katrilyon
liralık bir kamu yatırımı öngörüldüğü halde,
bunun ancak 6,5 katrilyon lirası harcanabilmiştir. Yani, Türkiye, 6,5
katrilyon lirayı ancak harcayabilmiş, 1,5 katrilyon lirayı kamu yatırımı olarak
harcayamamıştır.
Değerli arkadaşlarım, tabiî, bu, Sayın
Bakanın konuşmasında bahsettiği, sıkı maliye politikası, para politikası sadedinde, doğrultusunda bir
anlayışı yansıtmaktadır, bunu anlıyorum; ama, sıkı para politikasının kurbanı
olarak, IMF'nin de onayıyla, kamu yatırımları olarak 8 katrilyon öngörüldüğü
halde, IMF bile bunu kabul ettiği halde, siz, sıkı para politikası
uygulayacağım deyip, bu 8 katrilyonun 1,5 katrilyonunu harcamama noktasına
gelirseniz, çok ağır bir bedel ödettirirsiniz. Onun kısılması gereken yerler,
kamu yatırımlarının dışındaki alanlar olmalıydı.
Yani, şunu söylemek istiyorum: Türkiye'nin
borcu artıyor, Türkiye'de cari açık büyüyor, Türkiye'de kamu yatırımları
azalıyor, Türkiye'de müthiş bir vergi seferberliği yaşanıyor ve bu tablo, aman,
işler iyi gidiyor diye, bizi feraha götürecek bir tablo sayılmamalıdır;
sayanlar varsa, bunu çok iyi değerlendirmelidir. Bunu, bir uyarı olarak dile
getirmeyi görev biliyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, Plan ve
Bütçe Komisyonunda bu bütçenin 2003 bütçesiyle arasındaki fark nedir konusu
konuşulurken -Sayın Bakan, o samimî üslubuyla, 2003'te, "canım, biz, bu
sorunları kucağımızda bulduk, yapacak bir şey yok; işte, ona göre bir bütçe;
bununla idare ediverin" demişti- 2004 bütçesi için, Sayın Bakan
"canım, bu bütçeyi 2003'le mukayese ettiğiniz zaman, işte, ayvaz kasap
aynı hesap; bizim iş de öyle" diye, samimî üslubuyla bir itirafta
bulunmuştu. Tabiî, iktidarın kendisini kasap yerine koyduğu dikkate alınacak
olunursa (CHP sıralarından alkışlar) benim, buna daha uygun bir gözlem
düşünerek söyleyebileceğim "iktidar et derdinde, vatandaş can
derdinde"dir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu bütçe de, tıpkı 2003 bütçesi
gibi, vatandaşı can derdinde bırakan bir bütçedir; sosyal yönü olmayan ve
halkın elindekini avucundakini çeken, emen ve Türkiye'nin temel sorunlarında
"hele şükür, helal olsun, verdik ya, artık borçtan kurtulmaya başladık,
dış denge oturmaya başladı" dedirtme noktasına da getiremeyen bir
bütçedir. Samimiyetle, açıklıkla, dürüstlükle söyleyeceğim budur.
Değerli arkadaşlarım, bu kadar para
alınmış. Borç ödenmiş; borç azalmamış. Yatırım yapılamamış. Sonuç ne; işsizlik,
çok ciddî bir sosyal sorun olarak ortaya çıkmaya başlamış. İşte, bu, çok ağır
bir olaydır. Bunun üzerinde de, iktidarın, çok ciddiyetle durması lazımdır.
Maalesef, Türkiye'nin bu istikrar programını uyguladığı sürece ortaya çıkan ve
özellikle bu yıl kendisini daha bariz şekilde gösteren bir durumla karşı
karşıyayız; işsizlik artıyor.
Tabiî, işsizlik artıyor. Bunun nedenlerini
ararken, büyümenin nasıl bir büyüme olduğuna bakarsanız görüyorsunuz. Yani,
büyümeye baktığınız zaman gördüğünüz şu: Büyümede, tarım küçülüyor -çok net bir
şekilde, resmî rakamlar bize gösteriyor ki, tarım, bu yıl küçülmüştür- inşaat
da küçülüyor, malî sektör de küçülüyor; bu büyüme nereden geliyor diye
baktığınız zaman, iki kaynak buluyorsunuz. Bu kaynaklardan birisi, iç talep
artıyor -belli bir ölçüde iç talebin artışına bağlı bir büyüme- ve belki, asıl
önemli olan, stok artıyor. Bu yıl gerçekleşen yüzde 5,4'lük büyümenin altında
çok önemli bir stok artışı vardır. Yani, ekonomi çalışıyor, üretiyor; bu,
üretim olarak kayda giriyor; nerede bu, vatandaş tüketti mi, ne oldu dediğiniz
zaman "bu, stokta" deniliyor. Böyle bir stok tablosu, bir yıl için,
belki, mazur görülebilir, anlayışla karşılanabilir. Geçen yıl nasıldı şu yüzde
7,8 büyüme diyorsunuz, bir içine giriyorsunuz büyümenin; görüyorsunuz ki, ortaya
çıkan büyüme, stoka dayalı bir büyüme; o büyüme de stoktan sağlanmış. Yani,
2002 için de bunu söylüyorum; 2002 de stoka dayalı bir büyüme. 2003?.. O da
stoka dayalı bir büyüme. Sayın Bakanın getirdiği bütçeye bakıyoruz -2004- o da
stoka bel bağlamış bir bütçe. 2004'te de yüzde 5 büyüyecekmişiz ve stoka büyüyecekmişiz.
Değerli arkadaşlarım, bu, garip bir tablo.
Gerçekten şaşırtıcı bir manzara. Yani, iktisatçıların bu tabloyu izah etmesine
ihtiyaç var. Türkiye, ekonomik büyüme rakamları ortaya çıksın diye, üretip
üretip stokta bunu biriktiriyor gibi bir tablo, gerçekten, izah edilmesi güç
bir tablo ortaya koyuyor.
Bu, işte, işsizlik olayı... Bir yandan
büyüme var, bir yandan işsizlik var. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Eğer
Türkiye büyüyorsa, işsizliğin azalması lazım. Büyüme, böyle büyüme! Şimdi,
böyle bir büyüme, tartışılması gereken bir büyümedir. Büyüme deyip geçmeyelim,
büyümenin içyüzüne bakalım.
Bazı iktisatçılar, bu çarpık tabloyu ciddî
şekilde değerlendiriyorlar; bir taraftan, demin benim üzerinde durduğum borç
miktarının artıyor olmasını, cari açığın büyüyor olmasını, kamu yatırımlarının
azalıyor olmasını dikkate alarak, buna yoksullaştırıcı bir büyüme diyorlar.
Türkiye, yoksullaştırıcı bir büyüme sürecinin içindedir teşhisini koyan
iktisatçılar, tezlerini giderek daha etkili bir şekilde ifade etmeye
başlıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bu, makro tabloya
baktığımız zaman gördüğümüz manzaradır ve bunun sonucu şudur: Bugün, 2003 yılı
sonunda, Türkiye'nin adam başına millî geliri 1998 yılının altındadır. Yani,
beş yıl Türkiye bunca çile çekti, acı çekti, fedakârlık yaptı; geldiğimiz
nokta, 1998 yılının adam başına gelir düzeyinin, sabit fiyatlarla ölçüldüğü
zaman, 2003 fiyatları esas alınarak ölçüldüğü zaman, daha altında bir gelir
düzeyi olduğu gerçeğidir.
RECEP KORAL (İstanbul) - Kaç dolar?
DENİZ BAYKAL (Devamla) - 3 000 doların
altında; hâlâ, öyle; yani, 2003'ü esas alacak olursanız.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye,
büyüme sürecini sürekli yatırım yaparak gerçekleştirdi. Türkiye, yatırım yapma
iddiasından vazgeçemez; Türkiye, yatırım yapmaktan geri kalarak ilerleyemez.
Bu, fevkalade önemli bir olaydır.
Türkiye'de yatırımlar çok ciddî şekilde
azalmıştır; sadece bu bütçe için söylemiyorum, 2004 bütçesi için söylemiyorum;
Türkiye, bir süredir, yatırımda havlu atmış bir anlayışın içerisine girmiştir
ve bu, bizi, gelecek bakımından ciddî sorunlarla karşı karşıya bırakmaya
başlamıştır.
Bakınız, bizim, şimdi, gayri safî millî
hâsılaya göre yüzde 4,2'lik bir oranda kamu yatırımları planlaması yaptığımız
görülüyor; 1980'li yıllarda, bu, yüzde 10 düzeyindeydi; yani, Türkiye, gayri
safî millî hâsılasının yüzde 10'u düzeyinde yatırım yapan bir ülkeydi; 1990'lı
yıllarda yüzde 7'ye düştü; şimdi geldiğimiz nokta yüzde 4,2'dir. İşsizlik, onun
sonucu olarak artmıştır, büyümeyle ilgili tereddütler o nedenle ortaya çıkmaya
başlamıştır.
Yani, bugün 2003 yılı fiyatlarıyla,
1990'lı yılların ikinci yarısında, Türkiye'nin yaptığı sadece altyapı
yatırımları -kamu yatırımlarının tümünde kastetmiyorum- 2003 parasıyla 18-19
katrilyondu; bugün bu rakam 10 katrilyonun altındadır. Yani, Türkiye, geleceğe
yönelik iddiasını, geleceği kurma hevesini, çabasını, artık, önemsemez bir
noktaya gelmeye başlamıştır. Bu, bizi, ciddî sorunlarla karşı karşıya
bırakabilecektir. Bu tablo içerisinde, tabiî, işsizliğin artmasından hayret
duymaya hiçbir neden yoktur.
Ayrıca, bir başka nokta da, tabiî,
Türkiye'nin dış dünyayla ilişkilerinde yabancı sermaye girişidir. Yıllardır bu
konuda gayretler gösterildi; işte, imzaları azalttık, bürokrasiyi kaldırdık
denildiği halde, maalesef, somut bir ilerlemeyi ortaya koyamamıştır. 2002
yılında 2003 üç yılı için öngörülen yabancı sermaye girişi 1 200 000 000
dolardı; hesaplar ona göre yapılmıştı. 2003'te 1 200 000 000 dolarlık yabancı
sermaye gelir denilmişti, on ayın sonunda gerçekleşen miktar 16 000 000
dolardır. Türkiye, sadece 16 000 000 dolarlık yabancı sermaye girişiyle karşı
karşıya kalmıştır. Şimdi, 2004 için de hesap yaparken, yine, 2 milyar dolarlık
bir yabancı sermaye girişi öngörülmektedir ve dengeler buna göre kurulmuştur
"işsizlik o sayıda artacak" diye, Sayın Bakan, bizlere güvence
vermektedir. İnşallah, öyle olur; ama, tablo bu, yaşadığımız gerçekler bu.
Değerli arkadaşlarım, demin de ifade
ettim, 2003 Ekim sonunda Türkiye'nin 142,5 katrilyonluk içborç stoku vardı; bu,
aşağı yukarı bir yılda yapılan borçlanmaya eşittir. Yani, borç stokunu,
Türkiye, bir yıl boyunca duble edecek şekilde bir borçlanma yapmıştır ve açık
bir ifadeyle söylemek gerekirse, bırakınız toplam kamu borçlarının azalmasını,
on ayda net 46 katrilyon lira -36'sı içborçlar, 10 katrilyon da dışborçlardan
olmak üzere- daha da artmıştır. Bu yılın son iki ayındaki artışlar da hesaba
katılırsa, borçlardaki net artışın 50 ile 60 katrilyon arasında bir noktaya
yaklaşacağı tahmin edilebilir.
Borç stokundaki artış kadar önemli diğer
bir nokta, AKP döneminde hazinenin yüksek düzeyde reel faiz ödemek zorunda
kalmış olmasıdır. Yani, yılın başlarında özellikle, olağanüstü yüksek düzeyde
borçlanma yapılma durumu ortaya çıkmıştı ve bu reel faiz oranları son aylarda
önemli ölçüde azalmıştır, bu, çok sevindirici bir gelişmedir; ancak, yasal
hiçbir önlem alınmadığı takdirde, dışkaynaklara bağlı bir büyüme sürdürüldüğü
için bu oranların korunması 2004 yılı için garanti değildir. Bakın, şimdi, faiz
oranlarının yüzde 26'ya, yüzde 27'ye indiğini görüyoruz; bu, bir yıl sonrası
için öngörülen faiz oranı; bir yıl sonra, oniki ay sonra enflasyonun yüzde
12'ye ineceği öngörülüyor. Enflasyonun yüzde 12'ye inmesi halinde, yüzde 27'lik
bir faiz oranı, 15 puanlık bir reel faizi ifade ediyor. Tabiî, 30-35 puanlık
bir reel faizle mukayese edildiği zaman bu da memnuniyet vericidir; ama, bu,
yeterli değildir, bu, garanti değildir.
Türkiye ne zaman rahatlar biliyor musunuz;
Türkiye, büyüme oranıyla faizdışı fazla oranının toplamı, yani 6,5'le gerçekleştireceğimiz
büyüme oranının toplamı, yılda gerçekleşecek ortalama reel faizin üzerine
çıktığı zaman rahatlar. Borçlar işte o zaman devrilmeye başlar, borçlar o zaman
azalmaya başlar.
Türkiye'de, geride bıraktığımız yılda,
reel faizler, yüzde 30'lardan yüzde 15'lere kadar indi; ortalaması yüzde 18-20
civarında olsa bile, 6,5 reel faiz, yüzde 5,4 bir ekonomik büyüme, 12 civarında
bir toplam; onun üzerindeki her puan Türkiye'nin borç yükünün daha da arttığını
bize gösteriyor. Bunu aşmak zorunluluğu vardır. Bunun için reel faizin
indirilmesi lazımdır. Reel faizi de tehdit edecek, gelecekte, en temel
unsurlardan birisi, cari açığın nasıl gelişeceğidir. 2004 yılında cari açığın
nasıl gelişeceği fevkalade önemli olacaktır. Bu da, ithalat-ihracat dengesinin
nasıl olacağına bağlıdır, Türkiye'nin dış dünyayla ilişkilerinin nasıl
gelişeceğine bağlıdır.
Gene, borç çevirme oranı da sevindirici
bir noktaya gelebilmiş değildir. Yani, Türkiye, ödediği borçların ne kadarı
kadar yeniden borçlanmaktadır; bu oran yüzde 90'ların üstüne çıkmıştı; normalde
bu oranın yüzde 70-75 düzeyinde olması gerekirdi.
Değerli arkadaşlarım, bunlar, işin genel
tablosu. Tabiî, olaya girerken, önümüzde bir bütçe var; ama, iki tane hükümet
programı var arkamızda. O hükümet programının yanı sıra acil eylem planı var ve
seçim bildirgeleri, seçim taahhütleri var. Bütün bunlara baktığımız zaman,
gördüğümüz manzara şudur: Yani, biz, onları bırakarak, demin yaptığım analizi
yaparak bu gözlemleri ortaya koyuyoruz. Tabiî, onlara baktığımız zaman tablo
çok farklıdır. Bize, çok garanti bir şekilde "takip edin ve hesap
sorun" diyerek acil eylem planında birtakım açık angajmanlar yapılmıştı.
Şimdi, ben şunu görmek istiyorum:
"Konut seferberliğini başlatacağız" demişlerdi; ne oldu, konut
seferberliği başladı mı Türkiye'de?
"Ekonomi yönetimini tek çatı altında
toplayacağız" denilmişti; ekonomi yönetimi müthiş bir dağınıklık
göstermeye devam ediyor.
"Ücretlerde özel indirimi kademeli
olarak artırıp asgarî ücret seviyesine çıkaracağız" demişlerdi; bırakınız
asgarî ücret seviyesine çıkarmayı, ücretlerde özel indirim tamamen
kaldırılmıştır.
"Açlık sınırının altındaki aileler
kayda alınacak ve ilk üç ayda bu işlem tamamlanacak, üçüncü aydan itibaren de
kendilerine yardım yapılabilecek" deniliyordu; bunların hepsi birer boş
söz olarak duruyor; unutuldu. Yani, bunlar, yapmayı vaat edip de
yapmadıklarınızın birkaç tanesinin örneği.
Bu arada, yaptıklarınıza gelince şunları
görmezlikten gelmek mümkün değil: 1 000 000'u aşkın öğrencinin sütünü kestiniz;
1 000 000'un üzerindeki öğrenciye her sabah süt veriliyordu, bu sütü
kaldırdınız.
64 000 üniversite öğrencisinin bursunu
kestiniz, 64 000 üniversite öğrencisinin bursunu azalttınız.
"Vergiyi tabana yayacağız"
dediniz, bunun üç ayda mevzuatı hazırlanacaktı; tam tersine, bir vergi terörü
estirdiniz.
"Elektrik fiyatları üzerindeki TRT
payını üç ayda kaldıracağız" dediniz; geri adım attınız, bu konuyu
unuttunuz.
"Vatandaşların hayat standardını
artırmayı sağlayan ekonomik politikalara ağırlık verilecektir" dediniz;
tam aksini yaptınız, yoksulluğu ve işsizliği artırdınız.
"İlk üç ay içinde hayvancılık
sektörünün geliştirilmesi için acil tedbir alınacaktır" dediniz; hiçbir
tedbir alınmadı, tam tersine, hayvancılık kendi kaderine terk edildi, tarımın
en perişan alt kesimi olmaya devam ediyor.
Efendim "yeşil mazot getireceğiz" demiştiniz; bu konuda
göstermelik bir adım attınız. O adımın da hiçbir kalıcı, etkili yönü, maalesef,
ortaya çıkmadı.
"Tarım ürünleri sigorta kanunu
çıkarılacak" demiştiniz; bunların hepsi de unutuldu, terk edildi.
Değerli arkadaşlarım, bunları şunun için
vurguluyorum: İzlediğiniz politika insanı dışlıyor, insanı yok sayıyor;
uygulanan programda insan yok, programın sosyal boyutu yok.
Tabiî, şimdi, siz, diyeceksiniz ki:
"Biz, ilköğretim çocuklarına kitapları bedava dağıttık, yoksul ailelere
kömür dağıttık, ramazanda iftar çadırları kurduk." Bunlar doğru; ama,
bunlar yeterli değil, bunlar birer aldatmaca. Bakınız, sizler, ilköğretimde
öğrencilere verilen sütü kestiniz, bunun yerine kitap verdiniz. Öğrencilere
verilen bursu kestiniz, bunun yerine kömür verdiniz. Oysa, biz, hükümet olarak,
şunu bekliyorduk: Hem sütü verin hem kitapları; hem bursu verin hem de kömürü.
(CHP sıralarından alkışlar)
İnsanları aldatmanın gereği yok, doğruları
yapalım. Kaldı ki, insanlar, sizden iane ve sadaka değil, iş istiyorlar,
emeğinin karşılığını alabileceği bir gelire kavuşmayı istiyorlar. En kutsal hak
çalışma hakkı, iş talep etme hakkı. İşsiz bir duruma sürüklenen milyonlarca
insanın acısını, arada sırada onlara erzak torbaları dağıtarak telafi
edemezsiniz.
Değerli arkadaşlarım, hükümet, memur maaşlarında, yılın ikinci
yarısı için net 47 000 000 liralık bir artış sağlamıştır. Bu zam, ilk altı ayın
reel kaybını bile telafi etmemektedir. Yıl sonu enflasyonunun yüzde 20 olacağı
dikkate alındığında, 2003 yılında ortalama yüzde 12 zam alan memurun reel kaybı
yüzde 8'e çıkmaktadır.
Sayın milletvekilleri, isterseniz daha
somut bir örnek vereyim: Bugün, 9 uncu derecenin 1 inci kademesindeki bir
öğretmenin maaşı, halen 626 140 000 liradır. Bütün memurların olduğu gibi,
öğretmenlerin maaşları da yetersizdir. Öğretmen maaşı ile yoksulluk sınırı
hesaplarını karşılaştırdığımızda, öğretmenlerin nasıl sefalete terk
edildiklerini açıkça görürüz. Türk-İşin yaptığı araştırmaya göre, 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırını ifade
eden harcama tutarı, kasım ayında, 1 352 000 000 liradır. Öğretmenlerin
maaşları, yoksulluk sınırının yarısından dahi azdır. Türk-İşin araştırmasına
göre, 4 kişilik ailenin sadece mutfak harcamaları, kasım ayında, 455 000 000
liradır. 625 000 000 lira aylık alan bir öğretmen, 455 000 000 lira mutfak
harcamasını yaptıktan sonra kalan 171 000 000 lirayla kira giderini mi, ısınma ve ulaşım masraflarını mı, çocuklarının
okul harcamalarını mı karşılayacaktır ve siz, öğretmenden, çocuklarımızı
yetiştirmesi için görev bekleyeceksiniz! Acaba hangi uygar ülke kendi
öğretmenine bu yoksulluğu reva görmüştür?!.
Değerli arkadaşlarım, AKP Hükümetinde
yoksulluğa mahkûm edilenler sadece öğretmenler değil; Devlet İstatistik Enstitüsünün
verilerine göre, bugün Türkiye'de 12 200 000 kişi açlık sınırındadır
-dikkatinizi çekiyorum; yoksulluk değil, açlık sınırı- ve bu insanların sayısı
azalacağına, maalesef, artmaktadır. Ramazanda yoksul ailelerin sofralarında
fotoğraf çektirerek bu sorun çözülmüyor. Daha da acı olanı, bu sorunu çözmeye
hükümet de yanaşmak istemiyor.
Değerli arkadaşlarım, hükümet programında,
hükümetin, fakirliği ve işsizliği azaltacağından söz ediliyor. Geçen bir yıl
içinde, ne fakirlik azaltılmıştır ne de işsizlik azaltılmıştır; tam aksine,
insanlar daha da yoksullaşmış ve işsizlik, daha da egemen hale gelmeye
başlamıştır.
Türkiye, sosyal boyutu ihmal edilen bu
programla bir yere varamaz. Açlığa ve yoksulluğa savaş açmayan bir hükümet
kalıcı olamaz; insanı yok sayan bir
hükümet, hükümet edemez. Bugün geldiğimiz nokta, iç açıcı bir nokta değildir.
Böyle bir noktaya geldik ki, yoksul aileler çocuklarına bakamaz duruma
düştüler. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun Sayın Genel Müdürü
açıklıyor "çocuklarını bırakmak için kuruma yapılan başvurular 8 000'den
34 000'e çıktı" diyor "İnsanlar, çocuklarını okutamaz; insanlar,
karınlarını doyuramaz hale geldiler" diyor; sokakta yaşayan çocukların
sayısının hızla arttığını söylüyor ve Sayın Genel Müdür sözlerine ekliyor
"bu sorunu üç yıla kadar çözemezsek, İstanbullular sokağa çıkamayacak
duruma düşebilirler" diyor. Değerli arkadaşlarım, bu, karşı karşıya
bulunduğumuz manzara.
Değerli arkadaşlarım, hükümet, lüks
evlerinde oturup, ahkâm kesen ve Türkiye'yi tozpembe gösteren çevrelerin
yarattığı tablonun sarhoşluğuna kendisini teslim etmesin. (CHP sıralarından
alkışlar) Bunlar ülkenin acı gerçekleridir, bunları görmekten bir an bile uzak
düşmesin.
Değerli arkadaşlarım, maalesef, bu
ekonomik tablo, bu acı gerçekler, bu sosyal facialar Türkiye'de yaşanırken,
hükümetin en önem verdiği konu olarak kadrolaşma kendisini gösteriyor. Yani, bu
hükümet, kendisine verdiği temel misyonla, devletin kritik noktalarına vücut
dilimizden anlayacak insanları yerleştirelim, bizimle diyalog kuracak, bizi
anlayacak, bizim isteğimizi yerine getirecek kadrolarla, devleti, cumhuriyeti
denetim altına alalım hesabı ve arayışı içine girmişler gibi gözüküyor; bu, çok
yanlış olmuştur.
Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu hükümet,
hapisteki bir insanı bir kamu kuruluşunun yönetim kuruluna atamıştır; iş, ta bu
noktaya kadar getirilmiştir. Hakkında soruşturma yapılmış, çeşitli suçlamalara
hedef olmuş, hiç bu ayırımları gözetmeden, acımasızca girmiştir. Bunun en
belirgin uygulandığı yerlerin başında da Millî Eğitim Bakanlığı gelmiştir.
Tehlikeli bir kadrolaşma orada yürütülmek istenmektedir. AKP, iktidara gelir
gelmez çıkardığı bir genelgeyle, il ve ilçe müdürlüklerinde vekâleten görev
yapan 30'u il, 513'ü ilçe müdürü, 105'i il müdür yardımcısı, 247'si il şube
müdürü, 246'sı da ilçe şube müdürü olmak üzere, toplam 1 041 kişiyi görevinden
almıştır. Vekâleten görev yapanların yerine, yeniden vekâleten görevlendirmeler
yapılmıştır. Tayin edilmek istenenlerin şartlarını uygun görmediği için Sayın
Cumhurbaşkanının imzalamaması üzerine, o uygun görülmeyen kimseler, vekâleten,
orada, tam yetkiyle görev yapma durumuna sokulmuşlardır. Talim Terbiye
Kurulunda çalışan 167 kişi, bir gece darbesiyle, bir anda görevinden
uzaklaştırılmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğünde çok tartışmalı atamalar
yapılmıştır. Hizbullah operasyonuna katılan, bu konuda uzmanlığı bütün emniyet
teşkilatında takdir gören insanlar, Hizbullahın etkili olduğu yerlerden
alınmış, çok alakasız, geri planlarda görevlendirilmişlerdir.
Değerli arkadaşlarım, kadrolaşma
konusundaki acımasız üslubunuzun en belirgin örneklerinden birisini, bir yasa
çıkarmak suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisini alet ederek, TÜBİTAK
konusunda gerçekleştirmiş olduğunuzu da ifade etmeliyim. Gerçekten,
Türkiye'nin, parlak, hiçbir günlük siyasete karışmamış, sıcak siyasî
tartışmaların içinde yer almamış, adı hiçbir şekilde siyaset kulislerinde
dolaşmayan, işini de en iyi şekilde, ehil bir biçimde yapan, dünyanın en saygın
kuruluşlarında büyük ilgi gören TÜBİTAK yönetimi, bu hükümetin, orayı da kendi
anlayışıma teslim alacağım iddiası sonucunda, acımasızca çiğnenmiştir.
Değerli arkadaşlarım, tablo bu; siyaset,
böyle bir manzara içinde. Bu arada, tabiî, Türkiye, sosyal sorunlarını artıran
bir yanlış vergi politikasının tutsağı haline getirilmiştir. Çok adaletsiz, çok
dengesiz, muhtaç kesimleri ezen bir vergi politikası, Türkiye'de
uygulanmaktadır; tarihimizde ilk kez, dolaylı vergilerin oranı, bugünkü düzeye
çıkmıştır. Bu, Türkiye'de vergi adaleti anlayışının bir kenara bırakıldığının
bir açık ifadesidir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin, bir an
önce, kayıtdışını kayıt altın almaya ihtiyacı var; ilk yapılması gereken iş
budur; gerisi, hiçbir önemi olmayan, kendi kendimizi aldatmaya yönelik
çabalardır. Türkiye'nin masrafını kim taşıyacak, Türkiye'nin yükünü kim
taşıyacak? Toplumun yarısından vergi alarak bunu sürdürmeye kalkarsanız,
aldığınız vergilerle Türkiye'yi ayakta tutamazsınız, hizmet veremezsiniz,
borçları ödeyemezsiniz ve büyük bir adaletsizlik yapmış olursunuz. Bir an önce,
bu sorunu çözmek lazımdır. Bu sorunu çözme doğrultusunda hiçbir ciddî arayışın
bu iktidarda var olduğunu görmüyoruz; tam tersine, ters sinyaller veriliyor,
bunu ortadan kaldıracak, buna zarar verecek çeşitli uygulamalar birbiri
ardından gerçekleştiriliyor. Yapılması gereken birinci iş budur. Türkiye,
derhal, kayıtdışını kayıt altına alacak önlemleri gerçekleştirmelidir ve
Türkiye'nin, derli toplu bir ciddî vergi reformuna ihtiyacı vardır. Yapılması
gereken ciddî işler bunlardır; gerisi, sıkıştık mı çift vergi alalım, sıkıştık
mı olağanüstü vergileri sürekli hale getirelim, dolaylı vergilerin oranını
artıralım... Bu yaklaşımla, Türkiye, bu sorunların üstesinden gelemez.
Ek Taşıt Vergisi mükellefi 8 000 000
kişiye, ek Emlak Vergisi mükellefi 18 000 000 kişiye ekvergi getirdiniz.
Getirirken de- geçmişte de olağanüstü hallerde bu yapılmıştı- istisnalar
getirilirdi; bir tek evi olana ya da işte, arabayı ticarî kazanç için kullanma
durumunda olana kolaylık getirilirdi; bunları da bir tarafa bırakarak,
acımasızca, üzerine yürüdünüz. Anayasa Mahkemesi, bu konuda iptal kararını
verdi; tekrar, bu konunun üzerine yürüdünüz; Anayasa Mahkemesi, tekrar, iptal
etmek durumunda kaldı. Bunlar, doğru yaklaşımlar değil; bunlar, halkı anlayan,
yoksulun derdine duyarlı bir yaklaşım, bir anlayış değil. İzlenen vergi
politikası, hammadde fiyatlarını artırıyor, Türkiye'nin sanayiine ciddî darbe
vuruyor; izlenen vergi politikası, Türkiye'de işçi ücretlerini, prim uygulaması
yoluyla, istihdam vergisi haline dönüştürüyor.
Değerli arkadaşlarım, özelleştirme
uygulaması da, yine, bu hükümetin, durup bir değerlendirme yapması gereken
konuların başındadır. Özelleştirme, bir kanama konusu olmaya devam ediyor.
Bugüne kadar izlenen sağlıksız politikalar, bu hükümet tarafından, maalesef,
sürdürülmektedir. Bakın, şu ortaya çıkmıştır artık: Hukuku gözardı ederek
özelleştirme yapılmaz, ver kurtul anlayışıyla özelleştirme yapılmaz, eşe dosta
kıyak çekme ya da "babalar gibi satarım" cakalanmasıyla özelleştirme
yapılmaz, (CHP sıralarından alkışlar) tekel yaratmak amacıyla özelleştirme
yapılmaz. Özelleştirme, yapılacaksa, ülke çıkarları doğrultusunda yapılır.
Özelleştirmede geldiğimiz noktaya
dikkatinizi çekeyim: Bugüne kadar yapılan özelleştirmelerden sonra 17 368
çalışan işinden atılmıştır; 54 işletme, satıldıktan sonra kapatılmıştır; 28
işletmenin ise ne olduğunu Özelleştirme İdaresi bile bilmemektedir. Bugün,
Özelleştirme İdaresi, Türkiye'nin en verimsiz KİT'i haline gelmiştir. Tekel ve
Petkim ihaleleri fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Özelleştirmeden beklenen kaynaklar
da kesinlikle gelmemiştir. Onyedi yılda Türkiye'nin sağladığı özelleştirme
gelirinin astarı yüzünden pahalı olmuştur, masrafı, elde edilen gelire yakın
bir düzeyde ortaya çıkmıştır.
Türkiye'nin son yıllarda bütçe açığı 30
milyar dolar civarındadır. 3 milyar dolar bile bu yirmi yılın özelleştirme
geliri değildir ve biz, hâlâ, ekonomiyi, bu konuda yeni atılımlar yaparak
düzelteceğiz diye kendimizi avutuyoruz.
Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri
de sosyal güvenliktir. Sosyal güvenlik, maalesef, kendi ayakları üzerinde
duran, kapsamı, arzu ettiğimiz genişliğe ulaştırılmış bir duruma bir türlü
getirilememiştir. Primleri artırarak açıkları kapatma politikası iflas
etmiştir. Primlerin artışıyla toplanan gelirin artmadığı, tam tersine,
azaldığı, artık açıkça ortaya çıkmıştır.
Bu hükümetin çıkardığı SSK ve Bağ-Kur prim
affı ise, sonuçları itibariyle bekleneni vermemiştir. Vergi Barışı Yasasıyla,
naylon faturacıya, hayalî ihracatçıya, vergi kaçakçısına getirilen kolaylık
Bağ-Kurluya getirilmemiş, bu insanlar mağdur edilmiştir.
İşçi ve Bağ-Kur emeklileri perişan
haldedirler. Ağırlaşan yaşam koşulları, bu insanları ciddî biçimde
yoksullaştırmıştır. 2003 yılında yapılan sosyal destek ödemesi, bu insanlarda
hayal kırıklığı yaratmıştır; çünkü, emeklilere verilmesi gereken aylık TÜFE
oranındaki artışlar verilmemiş, emeklilerin hakkı olan sosyal destek
ödemesinden düşülmüştür. 2004 yılında, hükümetin bu konuda ne yapacağı ise daha
belli değildir.
Daha acı olanı ise, 2004 yılı bütçesinde
sosyal güvenlik kurumlarına ayrılan payın gerçekçi olmamasıdır. Örneğin, 2004
yılında, sosyal güvenliğe 15 katrilyon 966 trilyon lira ayrılmıştır; bu miktar,
2003 yılında harcanması öngörülen tutarın altındadır. Bu, hükümetimizin,
emeklilere, 2004 yılında da, insanca yaşayacakları bir aylığı vermeyeceğini
ortaya koymaktadır.
Değerli arkadaşlarım, enflasyon düşünce
hep birlikte seviniyoruz. Elbette, enflasyonun düşmesi gerekiyor; ama, insafla
düşünürsek, enflasyonun düşüşünün asgarî ücretliye ve emekliye yansımadığını
hep birlikte görürüz. Enflasyon düşerken hayat pahalılığı düşmüyor ve sonuçta,
sabit gelirlilerin, esnaf ve sanatkârın, çiftçinin satın alma gücünde ciddî
gerilemeler ortaya çıkıyor. Bu insanlar, neredeyse, hükümetin izlediği
politikalarla toplumun dışına itiliyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bugün, 10 000 000
kişinin ücreti asgarî ücret düzeyindedir. Kayıtdışı çalışan yaklaşık 4 500
000-5 000 000 kişinin ücret düzeyi de asgarî ücrete göre belirlenmektedir.
Ancak, 2003 başında net 225 000 000 lira seviyesine çıkarılan asgarî ücretin
satın alma gücü azalmaya devam etmektedir. Bugün gelinen noktada, zaten yetersiz olan asgarî ücretin satın
alma gücü, yılbaşından bu yana yüzde 12 düzeyinde azalmıştır.
Değerli arkadaşlarım, AKP, iktidar olmadan
önce çay ile simit hesabı yapardı; iktidar, bu hesabı çok çabuk unuttu. Bakın,
somut gerçekleri size hatırlatayım: Ocak 2002'de, asgarî ücretle 24 kilogram dana
eti alınırken, Kasım 2003'te, bu rakam 19 kilograma düşmüştür. Ocak 2003'te,
asgarî ücretle 41 kilogram beyaz peynir alınırken, bu rakam, Kasım 2003'te 35
kilograma düşmüştür. 2003 başında, asgarî ücretle 647 kilogram kuru soğan
alınırken, Kasım 2003'te, bu miktar 278 kilograma düşmüştür.
Değerli arkadaşlarım, sağlık da, bir temel
sorun alanı olmaya devam ediyor. Bugün geldiğimiz noktaya bakınca, şu tabloyu
görüyoruz: İlaç kuyrukları kalkmamış, daha da uzamıştır. Sigorta primini
ödediğiniz halde, ya özel muayene için para ödeyeceksiniz ya da muayene olmak
için günlerce bekleyeceksiniz. Tomografi çektirmek için aylarca
bekleyeceksiniz. Ameliyat olmak için bıçak parası öderseniz, zamanında ameliyat
olacaksınız; ödemezseniz, yine aylarca bekleyeceksiniz. Bağ-Kurluysanız, önce
paranızla tedavi olacaksınız, daha sonra paranızı Bağ-Kurdan almak için, ayrıca
kuyruğa gireceksiniz. En az altı yıllık ciddî bir eğitimden geçip, önce
pratisyen doktor, daha sonra da ciddî bir sınavla, dört yıllık bir eğitimden
geçip uzman doktor olacaksınız ve size, devlet, insanca yaşayacağınız bir aylık
vermeyecek, sizi özel muayenehane açmaya zorlayacak. Hastanelerde ciddî
personel sıkıntısı çekilirken, binlerce ebe, hemşire, laborant, diş hekimi,
eczacı, dışarıda işsiz gezmeye devam edecek.
Değerli arkadaşlarım, sağlık
politikamızda, maalesef, koruyucu hekimlik anlayışı bir türlü ciddîye
alınmayacak, aslında, en ekonomik, en etkili, en önemli politika bu olduğu
halde, bir türlü, bu, gündeme gelmeyecek.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'deki
ekonomik sorunlar, sosyal sorunlar, işsizlik manzarası, maalesef, bütün
ağırlığıyla devam ediyor. Onun içindir ki, bugün, ucuz ekmek almak için sabahın
erken saatlerinde kuyruğa giren insanlar, semt pazarlarındaki artıklardan
geçinenler, geliri olmadığı için çocuklarını okutamayanlar, trafik lambaları
başında dilenen yaşlı kadınlar, çöplerden topladığı kâğıt ve plastik
artıklarıyla ailesini geçindirmeye çalışanlar, okulundan birincilikle mezun
olmasına karşın iş bulamayanlar, Türkiye'nin gerçek manzarası olmaya devam
ediyor.
Değerli arkadaşlarım, bu işsizlik
manzarasına yönelik olarak, dikkatinizi, bir kez daha, buraya çekmek istiyorum.
Bu yılın temmuz - eylül döneminde, geçen yılın temmuz - eylül dönemine göre 422
000 kişi daha işsiz kalmıştır; yani, iktidarınız döneminde işsize iş vermek
değil, bir önceki yılda iş sahibi olduğu halde, yarım milyona yakın insanın iş
bulamaz hale düşmesiyle sonuçlanan bir politika uygulanmıştır.
Bütün bunların ötesinde, bütün bunların
yanı sıra, en acı olayların yaşandığı sektör, tarım sektörü olarak karşımıza
çıkmaktadır. Değerli arkadaşlarım, tarımın önemi belli, işgücünün yüzde 34'ü
orada çalışıyor, gayri safî millî hâsılanın yüzde 12,5'i oradan temin ediliyor,
Türkiye'de istikrarın güvencesi, Türkiye'nin geleceğe yönelik beslenme
güvencesi, fevkalade önemli bir sektör; fakat, bu sektör de, AKP İktidarından
sonra, perişan olmaya devam ediyor.
Dünya Bankasının katkısıyla, artık,
tarıma, ekonomik değil sosyal bir bakış açısıyla yaklaşılmaya başlanmıştır;
yani "burada insanlar yoksul kalmaya devam edecekler, onların acılarını
önlememiz mümkün değil, onları ayakta tutmamız mümkün değil; hiç olmazsa,
onlara, sosyal destek verelim" anlayışıyla doğrudan gelir desteği
uygulaması başlatılmıştır. Doğrudan gelir desteği, tarıma, üretime, verimliliğe
endeksli olmadan, sadece adam başına "eğer toprağın varsa, o topraktan
geçimini sağlamak zorundaysan sana bunu veriyorum" diye verilmiştir.
Tabiî, toprağa mülkiyetle bağlı olduğu halde, toprakta yaşamayan, üretmeyen pek
çok insan da, bu vesileyle doğrudan gelir desteğinden yararlanma imkânını
bulmuştur; tutarsız, yanlış bir anlayışla uygulanmaktadır ve maalesef kötü
uygulanmaktadır. Yetersizdir ve 2003 yılında, bu yılda ödenmesi gereken
doğrudan gelir desteklerinin tümü ödenememiştir "2004 yılında, belki
seçimlerden önce, bahar aylarında bunu yaparız" hesabının peşinde
koşulmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, Ege
Bölgesinde, pamuk ekim alanlarında, geçen yıla göre yüzde 8,5 azalma oldu.
Ankara, Konya, Sivas gibi Orta Anadolu bölgelerindeki hububat üretimi
yapanların yaklaşık yüzde 30'u birkaç yıl içinde tarım dışına çıkmıştır. Tarım,
bilinçli olarak geri plana itilmiştir; ekonomisi çarpıklaşmıştır. Traktör
fiyatları bir yılda yüzde 24 yükselmiştir. Gübre fiyatlarında çok büyük
artışlar ortaya çıkmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baykal, süreniz bitti;
lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Eylül ayında 210
000 lira olan amonyum sülfat, bu ay, yani, aralık ayında, üç ay sonra 275 000
liraya; 235 000 lira olan 33'lük amonyum nitrat 315 000 liraya, 305 000 lira
olan üre 375 000 liraya, 380 000 lira olan DAP'ın da fiyatı 450 000 liraya
yükselmiştir; üç ayda olmuştur bu ve tarımda olmuştur. Çiftçi, bu fiyatlarla
gübreyi alacak, ekecek ve bu fiyat artışını telafi edecek üretimi sağlayacak ve
ayakta kalmayı başaracak! Gerçekten, kabul edilebilecek bir tablo değildir.
Çiftçinin borçlarını yeniden
yapılandıralım diye bir yaklaşım ortaya konuldu. Bizim milletvekili
arkadaşlarımız bu konuda ciddî uyarılar ifade ettiler. Gelinen nokta, gerçekten
üzüntü verici bir manzaradır. Borçlu çiftçilerimizin önemli bir kısmı
borçlarını ödemek için gayret göstermişlerdir, girişim yapmışlardır. Yüzde
10'luk ilk taksiti ödemişlerdir; ama, yüzde 30'luk taksite geldiği zaman,
maalesef, ödeyemez hale gelmişlerdir. Şimdi, onların yüzde 90 faizle borçlarını
ödemesini beklemekteyiz; hiçbir şekilde kabul edilebilir bir anlayış değildir.
Değerli arkadaşlarım, bu manzara,
gerçekten, kabul edilebilir değildir. Türk çiftçisi, hâlâ, dünyanın en pahalı
mazotunu alan ve üretimini ona göre yapan bir çiftçi konumundadır. İlk kez bu
yıl, Türkiye, 500 000 000 doların üzerinde net tarım ithalatı yapan bir ülke
haline gelmiştir; yani, ihraç ettiğimiz tarım ürünleri ile ithal ettiğimiz
tarım ürünleri arasında, ithalat, yarım milyar dolara yakın bir sıçrama
göstermiştir. Türkiye, artık, dışarıdan karnını doyuran, beslenen, tarım ürünü
almaya mecbur ülkelerden birisi haline gelmiştir. Bu politika, yanlış bir
politikadır; bunun çok önemli sosyal sorunları ortaya çıkmaktadır; kentlerde
yaşadığımız işsizlik, tarımdaki bu çökme, Türkiye'de suç işleme oranlarının
yükselmesi, Türkiye'de kapkaçların giderek yaygınlaşması ve hepimizi üzen
manzaraların ortaya çıkması sonucunu kolaylaştırıcı bir durum yaratmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bu manzara
karşısında, Türkiye'de, tarıma yönelik olarak şunu hepimizin görmesini
istiyorum. Bu sıkıntılı manzara karşısında, Tarım Bakanlığı, sık sık proje icat
ederek bu tabloyu düzelteceğini zannediyor. Yani, çiftçi perişan, fiyatlar
kabul edilebilir gibi değil, borçlar ödenemez hale gelmiş, icra memurları
tekrar köyün önüne çıkmış; o anlaşmaya rağmen, şimdi, yeni yeni çıkmaya
başlamış; bu tablo içinde Tarım Bakanlığı ne yapıyor diye bir göz atacak
olursanız, proje ürettiğini görüyorsunuz. Üretilen projelerden birisi
"efendim, köylere yeni tarım elemanı göndereceğiz." Kardeşim, Tarım
Bakanlığında kullanamadığın binlerce personeli çalıştırdın da, şimdi, köye,
yeni, maaşlı, sözleşmeli insan göndererek çiftçinin sorununu çözeceğini mi
düşünüyorsun; çocuk mu aldatıyorsun?! Bu programın reklamına verdiğiniz
harcama, bu programın tanıtılması için yaptığınız gayret, hepsi, maalesef, uçup
gitmiştir; hiçbir işe yaramayan boş bir proje durumundadır. Hiçbir işe
yaramayan derken, belki haksızlık ediyorum. Belki de, bunlar, önümüzdeki yerel
seçimlere giderken işe yarayabilir, belli amaçlarla kullanılabilir. Önceden
"sınavla alacağız" demişlerdi; şimdi gördük "mülakatla
alacağız" diyorlar; hayırlı olsun. 30 000 ziraat mühendisi işsiz gezerken,
1 000'ine maaş vererek, çiftçinin sırtından maaş vererek, çiftçinin sorununu
çözeceğiniz cakasını satmaya çalışıyorsunuz.
Yine, bir proje "efendim,
hayvancılığı kalkındıracağız..." Devlet Bakanı ile Tarım Bakanı bir araya
gelmişler, protokol imzalamışlar hayvancılığı kalkındırmak için. Ee, ne
yapacaksınız; "fak-fuk fondan hayvancılık alanındaki kooperatiflerin 10
tanesine kredi vereceğiz."
Değerli arkadaşlarım, fak-fuk fondan
yapmadığınız şey kalmadı, her şeyi oradan yaptınız, şimdi, sıra kooperatifçilik
ile hayvancılığa geldi. Yani, hayvancılığı da, kooperatifçiliği de fak-fuk fona
düşürdünüz, mecbur ettiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bunlar ciddî işler
değil. Türkiye'de, tarım küçülüyor, çiftçi perişan oluyor, hükümet çiftçiye
verdiği sözleri unutmuş, önündeki programı uyguluyor ve Sayın Bakan da, buraya
gelip bize "iyi uyguladım ama, değil mi; bakın, hiç açık vermedim ve
Türkiye'de, yatırımları kıstım,
çiftçiyi kıstım" diyor. İyi yaptın Sayın Bakan! İyi yaptın!.. İnşallah,
senin hakkından o çiftçi gelecektir! (CHP sıralarından alkışlar)
Özetle bakacak olursak tarıma, doğrudan
gelir desteği tapulu mülke verilmeye devam ediliyor; tapusuz, o toprağı
işleyene tek kuruş yok, tapusu olup da işlemeye var; dengesizlik devam ediyor.
Üretime verimlilik kriterleri getirilmemiştir. Ödeme zamanı düzeltilmemiştir.
2003 yılı desteği gelecek sene ödenecek.
Değerli arkadaşlarım, hayvancılığın
desteklenmesi tamamen bir kenara bırakılmıştır. Yeşil mazot yerine, yine
doğrudan gelir desteğinin 3 000 000
lirası oraya aktarılarak, böylece
"yeşil mazot yaptık" diyebilme arayışına girilmiştir; hiçbir anlamı,
hiçbir ciddiyeti kalmamıştır. Nadasa bırakılan, otlak olarak kullanılan tapulu
alanlara dahi ucuz mazot desteği verilmeye başlanmıştır. Gerçekten ihtiyacı
olanlar da bunu alamaz haldedir.
Borçların yeniden yapılandırılması hiçbir
şekilde işlememiştir. Kırsal kesime destek projeleri hiçbir sonuç vermemiştir.
Proje lafıyla sorun çözmek mümkün olsaydı, Türkiye'nin sorunları çoktan
çözülürdü. Ortaya bir laf çıkar, "proje" de, bir de tanıtım
organizasyonu gelsin, reklamını yapsın, televizyonlar da versin ve sorunlar
çözüldü zannedilsin; bu, kendini aldatmaktan başka hiçbir sonucu vermez.
Değerli arkadaşlarım, önemli bir nokta da
bu mısır ithaliyle ilgili. Mısır üretimi açığımız yılda ortalama 1 100 000 ton,
2003 yılında ithal edilen 1 800 000 ton.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de pancar
üretimine kota getirildi, pancar üretimi kotayla kısıtlandı, tam tersi sözler
verildiği halde "pancar kotasını kaldıracağız, tütün kotasını
kaldıracağız" denildiği halde, pancar kotası aynen işlemeye devam ediyor.
Değerli arkadaşlarım, bu kota, Türkiye'de
şeker üretiminin pancardan mısıra kayması sonucunu doğuruyor. Türkiye,
dışarıdan, Amerika'dan mısır ithal ediyor, o mısıra dayalı glikoz üretiyor ve
onu şeker üretiminde kullanıyor.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, kendi
çiftçisine ambargo koyuyor, şeker politikasını Amerikan çiftçisinin üretimine
bağlıyor.
Tarım Bakanı "mısır ithalinde gümrüğü
yüzde 45'ten yüzde 70'e çıkardık" diyor. Tabiî, Tarım Bakanına sormamız
lazım, hasat zamanına yakın gümrük bir ara yüzde 20'ye düşüyor, bundan hiç
bahsetmiyor, gümrüğün yeniden artırılması ise daha sonra bir kararnameyle
hazırlanıp sunuluyor, bir sayın bakan da bu kararnameyi uzun bir süre, 35 gün
sumeninin altında tutuyor, tam Türkiye'de mısır hasadının yapıldığı dönemlerde
ve bu sayın bakanın oğlunun da mısır ithalatıyla uğraştığını daha sonra
öğreniyoruz.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Becerikli bakan,
becerikli!..
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, maalesef, Türkiye'nin manzarası bu olmaya devam ediyor.
Bu bütçe görüşmesinde bizim konuşmamız
gereken çok konu var; dışpolitikamız var, terör sorunumuz var, içpolitika
gelişmeleri var.
Sayın Başkanın hoşgörüsünü çok fazla
suiistimal etmek istemiyorum; ama, daha önce konuşan Sayın Bakanın, verilen
süreye ek olarak yarım saati aşkın bir süreyi kullandığını dikkate alıp, aynı
ölçüleri kullanmaya kalkarsam, bilmiyorum, Sayın Başkanın hoşgörüsünü zorlamış
olur muyum?
BAŞKAN - Sayın Baykal, lütfen, konuşmanızı
tamamlayınız; takdirlerinize sunuyorum; 10 dakika eksüre kullandınız; mümkün
olduğu kadar, kısa bir zaman içerisinde konuşmanızı tamamlayın. (CHP
sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Bunun ötesinde bir değerlendirme yapmanız
söz konusu olamaz zaten.
Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız
dönemde, Türkiye, çok önemli sorunlarla karşı karşıya kaldı. Birdenbire bu bir
yıllık iktidar döneminde, Türkiye, Irakta'ki savaş karşısında bir politika
geliştirmek durumunda oldu. Bu durumun ülkemiz için çok ciddî tehlikeleri
ortaya koyabileceğini düşünerek, biz, taa başından beri kamuoyumuzu ve
Meclisimizi duyarlı olmaya davet ettik ve Türkiye'nin, çevremizdeki bu yangına
karışmaması gerektiğini net bir şekilde ortaya koyduk. Tam tersine, bize
"çevremizde yangın varsa, ona karışmak bizim görevimizdir"
anlayışıyla cevap verdiler; ama, Türkiye'nin bu yangına karışmamasının ne kadar
önemli olduğunu biz ısrarla anlatmaya çalıştık; fakat, hükümet, öyle
anlaşılıyor ki, dışpolitika tercihlerini Türkiye'nin ihtiyaçları ve yararları
dışında, komşularımızın talepleri ve istemleriyle şekillenen bir anlayışla
ortaya koymuştur ve bu Parlamentonun önüne, bildiğiniz gibi, 1 Mart'ta bir tezkere
gelmiştir. Bu tezkereyi hükümet getirmiştir. Tezkere, Türkiye'nin, Irak
savaşına en tehlikeli biçimde karışmasını öngörmüştür. Türkiye topraklarında 65
000 yabancı askerin yerleşmesini, ne zaman çıkacağı belli olmadan yerleşmesini
ve burayı bir üs gibi kullanarak, çevremizdeki ülkelere yönelik askerî harekât
yapma izninin onlara verilmesini öngören bir tezkere getirilmiştir. Bunu,
bugünkü gelişmeleri görmüş insanlar olarak şimdi düşününce, ne kadar çılgınca,
ne kadar zararlı olabilecek bir girişim olduğunu, herhalde çok daha iyi
değerlendiriyoruz. Maalesef, geldiğimiz noktada hükümet, bütün bu gelişmeleri
bir kenara bırakarak, çok doğru bir tercih kullandığı anlayışıyla, Türkiye'yi
Irak'taki yangının içine doğrudan Amerika'nın yanında sokacak bir teklifi
buraya getirmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuda çok ciddî bir sınav
vermiştir ve hükümetin bütün çabasına rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
doğru bir kararla, Türkiye'yi bunun dışında tutmuştur. Bu kararın ne kadar
doğru olduğu, yaşanan gelişmelerin ışığında, bugün, çok daha iyi ortaya
çıkmaktadır; yani, hükümetin Türkiye'ye çok ciddî bir dert açması ihtimali
muhalefetin ve Parlamentonun çabasıyla önlenebilmiştir; bunu, bir defa, bir
temel nokta olarak tespit etmek istiyorum.
Tabiî, arkasından 7 Ekimde, ikinci bir
kez, Türkiye'nin Irak'a asker göndermesine yönelik bir tezkere gelmiştir;
maalesef, bu tezkere geçmiştir. Geçmiş olan bu tezkere, Amerika'nın talebini
geri çekmesiyle uygulanamamıştır. Tabiî, bu tablo, Türkiye'de hükümeti, hangi
anlayışla dışpolitika götürdüğü konusunda izahı imkânsız bir tablonun içine
sokmuştur; yani, Amerika istediği için mi bunu getiriyorsun?! O
"evet" deyince kararı çıkaracaksın "hayır" deyince
çıkarmayacaksın; yani, bunu anlamak mümkün değil. Böyle bir tabloya bugüne
kadar hiçbir cumhuriyet hükümeti düşmemiştir. Gerçekten hüzün verici bir manzara
ortaya çıkmıştır ve 7 Ekimde alınan o karar neyse ki uygulanmamıştır, Türk
askeri doğrudan Irak'taki bu savaş cehenneminin içine itilmemiştir; ama, bu
arada başka yanlışlar devam etmiştir. Dubai'de, ekonomiden sorumlu Sayın Bakan,
yine, Türkiye'nin Kuzey Irak'a hiçbir şekilde girmeme taahhüdünü içeren bir
anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşma büyük tepkiyle, Türkiye'de, karşılanmıştır.
Biz talep etmişizdir "verin şu anlaşmayı görelim" diye; fakat, hâlâ,
ben, bu anlaşmayı görebilmiş değilim. "Muhalefet, daima, bizimle işbirliği
içinde her türlü bilgiyi paylaşacağımız bir muhatabımız olacaktır" diyen
iktidar, böyle bir temel konuda, bize, hâlâ, o anlaşma metnini göstermemiştir.
Bunun ne olacağı belli değildir. Böyle bir taahhüdün bu ortamda yapılması kabul
edilebilir şey değildir.
Irak, Kuzey Irak'ta 6 000 PKK'lı
teröristin, militanın, Türkiye'ye yönelik her an harekete geçebileceği bir üs
halinde olmaya devam ediyor. Bunun ortadan kaldırılması konusunda Türkiye'nin
yaptığı talepler, maalesef, karşılanmamıştır. Amerika Birleşik Devletleri, bize
"prensip olarak haklısınız, gereğini yapacağız" demiş; ama, şu ana
kadar, hâlâ, gereğini yapmamıştır. Tam tersine, bizden, onların terörist
olmaktan çıkarılmasını ve Türkiye'ye taşınmasını öngören bir yasa çıkarmamızı
istemiştir. Maalesef, bu garip yasa da Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne
gelmiştir; Eve Dönüş Yasası. Bunun mantığı nedir, bununla neyi elde
edeceksiniz, kim istiyor, niçin çıkarıyorsunuz diye feryat etmemize rağmen, o
yasa, bu Meclisten çıkarılmıştır. O yasa uygulanarak, mahkûm olmuş yüzlerce PKK
militanı cezaevinden tahliye edilmiştir. O yasa çıkarılarak, mahkûm olmuş
yüzlerce Hizbullah militanı, 400'den fazlası cezaevinden tahliye edilmiştir.
Bunları, biz, daha o zaman söylemişizdir. Bu yasa çıktığı halde, 6 000 PKK'lı
militan Kuzey Irak'ta varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bizim hükümetin bu
konularda sesi soluğu çıkamaz hale gelmiştir. Türkiye'nin bir terör belasıyla
karşı karşıya gelmesi, bu yapılan yanlışın ne kadar büyük bir hata oluşturduğunu
bir kez daha ortaya koymuştur. Böylesine tutarsız, çelişkili bir dışpolitika
uygulamasının içinden Türkiye'yi büyük bir tehlikeye atmadan, Meclisin de
katkılarıyla, şu ana kadar gelmeyi başardık. İnşallah, bundan sonra da böyle
devam eder; ama, bu konuda her an ciddî tehlikelerin, tehditlerin ortaya
çıkması kaçınılmaz görünüyor.
Değerli arkadaşlarım, yaşadığımız olaylar
hepimiz için çok uyarıcı olmuştur. Bakınız, bir terör olayıyla karşı karşıya
kaldık. Bu terörün niteliğinin ne olduğunu dahi hükümet açık bir şekilde ifade
edemedi. Bu terör nereden kaynaklanıyor, Türkiye'de bu terör potansiyeli nerede
duruyor, Türkiye'nin geçmişinde böyle bir terör birikimi var mıydı, kimdir
bunlar, niçin bunları yapıyorlar; bu
konuda net bir değerlendirme yapmaktan hükümet ısrarla kaçınmıştır. Tabiî, bu
kaçınma çok anlamlıdır. Niye böyle bir kaçınmanın yürütüldüğü, sorulması
gereken ana sorundur ve hâlâ, bu konularda net bir değerlendirmenin
yapılamadığına tanık oluyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu terör bize şunu
göstermiş olmalıdır: Din ile siyasetin birbirinden mutlak olarak ayrılması
lazımdır; yani, dinin siyasallaştırılması kadar tehlikeli bir şey olamaz; çok
temel bir noktadır. Din, insanlık tarihi boyunca yaşanmış, görülmü,ş çok
saygıdeğer, çok önemli bir olay; ama, en büyük sorun, dini siyasetin içine
sokmaktır. Eğitimi, hukuku ve devlet yönetimini din anlayışına dayandırmaya
kalktığınız zaman, her türlü tehlike sizi bekler. (CHP sıralarından alkışlar)
Bakınız, bunu, bütün dünya yaşayarak
öğrendi; Avrupa da öyle, Hıristiyanlık da öyle. Onlar, yüzlerce yıl, bunu
başarma çabası içine girdiler ve çok ağır bedel ödediler, büyük mezhep
kavgaları yaşadılar, katliamlar yaşadılar, engizisyonlar kurdular ve sonunda
bir noktaya geldiler; Papanın hakkı Papaya, Sezar'ın hakkı Sezar'a, kralın
hakkı da krala. Bu ikisini birbirine karıştırmayalım. Her ikisi de, şimdi,
kendi işlevini yerine getiriyor. Devlet ve din; bunları birbirine alet
ettiğiniz zaman, ortaya, çok tehlikeli, patlayıcı bir manzara çıkar; çünkü,
dinde tartışma olmaz, dinde ikna olmaz; din, inanç işidir; siyaset, tartışma
işidir, ikna işidir. Dinde şirk koşulmaz, siyasette muhalefetsiz bir siyaset
düşüncesi kabul görmez. O nedenle, bunları birbirinden ayıracağız. Bunları
birbirine karıştırdığımız zaman, sonu felakettir. İnanan insan, dinî
anlayışının gereği siyaset yapmaya kalkarsa, laf, söz, akıl, mantık dinlemez,
uzlaşma aramaz. Gerçek onun tekelinde, ne yapacağını biliyor, onu yapacak o;
nasıl gerekirse öyle yapacak, terörse terörle yapacak onu; çünkü, doğru orada!
Değerli arkadaşlarımız, bu ayırımı
yapmamız lazım. Bu ayırımı yapma gereğini bu son terör olayı bize öğretmiş
olmalıdır ve şimdi, bu terör olayını yaşadıktan sonra, umut ediyorum -inşallah-
hükümet, YÖK Yasasını belli bir şekilde çıkarma çabasının ne kadar uygun
olmaktan uzak bulunduğunu değerlendirme fırsatını elde etmiştir. Son zamanlarda
bu YÖK'ü konuşmuyoruz. Niye konuşmuyoruz; ortam müsait değil. Niye müsait değil
ortam, niye müsait değil, ne ders aldınız; bunu görelim, bunu anlayalım. Yani,
bu olayları yaşadıktan sonra, şimdi, tekrar, eğitim ve din ilişkisini yeniden
ısıtmaya kalkmanın nasıl sakıncalar doğuracağı kendisini göstermiş olmalıdır.
Hükümetin, bu dersi almış olduğunu umut ediyorum; almış olmalıdır. Biz, bu iş,
bu noktaya gelmesin istedik; böyle olacağını öngörerek, bütün temaslarımızda,
hükümete, sakın ha, bu konularla ilgilenmeyin dedik.
Değerli arkadaşlarım, bu sonuçları hep
beraber çıkarmış olduğumuzu umut ediyorum.
Son birkaç konuya, yolsuzluklar,
dokunulmazlıklar konularına değinerek sözlerimi bağlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, önce, İmar Bankası
uygulaması konusundaki değerlendirmemi sizlere sunmalıyım. Maalesef, bu konuda,
hükümet, bu operasyonu, doğru, başarılı bir şekilde götürememiştir; yani, bu,
hem devlete çok ciddî zarar doğuracak şekilde hem o bankada mevduatı olan
vatandaşları büyük sıkıntılara sürükleyecek şekilde götürülmüştür ve iyi
olmamıştır; büyük yanlışlıklar yapılmıştır. Geldiğimiz noktada, devletin
sırtında 8,8 katrilyon yük birikmiştir, 380 000 masum vatandaşımız, parasını,
oraya, devletin hukukunu ciddîye alarak yatırdığı için mağdur duruma düşmüştür
-paraları ödenecek olsa da mağdurdurlar- bir kısmı çok daha ileri bir
mağduriyet içine sürüklenmiştir ve bütün bunlar, operasyon iyi planlanmadığı,
iyi düzenlenmediği için olmuştur. Türkiye'de bugüne kadar 20 banka batmıştır,
batan bankaların hiçbirinde bir tek vatandaşın mevduatı zarar görmemiştir; ama,
şimdi AKP İktidarı döneminde bir tek banka batmıştır, batırılmıştır. Öyle
batırılmıştır ki, orada mevduatı olan 380 000 kişi bunun zararını çekmiştir.
Yanlış olmuştur ve üstelik de, devletin sırtında 8,8 katrilyon bir yük birikmiş
durumdadır. Üstelik, adaletsizlikler yapılmıştır. Yok, hazine bonosuna
vereceğiz vermeyeceğiz... İzah etmek mümkün değildir, hukukî tablo izah edilir
gibi değildir. "Ticarî mevduata sınır koymayacağız..." Değerli
arkadaşlarım, niye ticarî mevduata sınır koymuyorsunuz da, vatandaşın kendi
birikimiyle, tasarrufuyla açtığı mevduata 50 milyarlık sınır koyuyorsunuz?
Üstelik, ticarî mevduatın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamı içinde
olmadığını, ticarî mevduat dolayısıyla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna prim
ödenmediğini dikkate alacak olursanız, ticarî mevduata sahip olanlara bu büyük
bonkörlüğün yapılmasını; buna karşılık, emekli ikramiyesini, 20-25 milyarı
götürüp bankaya yatırmış, oradan üç kuruş alarak çoluk çocuğuna destek olmaya
çalışan insanların mağdur edilmesini, isminizin başındaki o adalet kavramıyla
nasıl bağdaştırıyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar)
Yanlış yapılmıştır, yanlış götürülmüştür,
bir faciadır baştan aşağıya. Yani, Çukurova ve Kepeze el koyduğunuz tarihten 3
Temmuzda İmar Bankasına el koyacağınız tarihe kadar geçen süre içinde Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonunun, BDDK Yönetim Kurulunun karar alamaz bir durumda, üye
eksikliği içinde varlığını sürdürmesine müsamaha göstermenin hangi planlama
anlayışıyla, hangi yönetim anlayışıyla izahı mümkündür? Âciz bir BDDK...
Üstelik, BDDK'yı göreve çağıran çok önemli kararlar alıyorsunuz, el koymalar
uyguluyorsunuz, bunun bankaya yansıması kaçınılmaz. Günler geçiyor, haftalar
geçiyor, hesaplar, transferler, off-shore'lar, ortalık allak bullak ve Türkiye
seyrediyor, ondan sonra da bu manzaraya düşüyoruz. Gerçekten, bir ciddî ülkede
bunun hesabı sorulur. Biz, üçte 1'lik milletvekillerimizle bu hesabı soramayız;
ama, size tavsiye ediyorum AKP Grubu; haklarınıza sahip çıkınız, bunun hesabını
sorunuz; hiç olmazsa, vatandaşların ruhu ferahlasın. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Baykal, affedersiniz, 25
dakika oldu.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - 5 dakikam mı
kaldı?
BAŞKAN - 5 dakika içerisinde
toparlarsanız, çok sevinirim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, bu dokunulmazlık konusuna, Sayın Başkanın da oturumumuza
Başkanlık yaptığı bu noktada değinmeyi bir fırsat sayıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Anayasamızda,
dokunulmazlıkla ilgili bir değişiklik yapma ihtiyacı ortada; bunu söyledik,
bunu bekliyoruz. Bunu bir tarafa bırakıyorum. Anayasamızda hiçbir değişiklik
yapılmasa dahi, bizim Anayasamızın öngördüğü bir hukuk mekanizmasının battal
edilmesine, fiilen işlemez hale düşürülmesine, onu fiilen işlemez hale getiren
başkanın da iftiharla bunu ilan etmesine, hukuk saygısı olan kimsenin aklının
yatması mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım, Parlamentomuzda
karara bağlanması gereken 129 tane dokunulmazlığın kaldırılması dosyası vardır;
129 dosya duruyor, bunların gereğinin yapılması gerekiyor. Anayasamız bunun
için bir mekanizma öngörmüş; komisyon toplanacak, bunları değerlendirecek,
kaldıracak ya da kaldırmayacak; ama, toplanacak, ele alacak, değerlendirecek ve
hüküm verecek. Bu yapılmıyor; bir yılı aşkın süredir bu yapılmıyor, bunu
yapacak olan komisyon toplanmıyor, bunu yapacak olan komisyonun başkanı bunu
yapmayacağını iftiharla ilan ediyor. Böyle bir şey olamaz!.. Böyle bir şey
olamaz!.. Bu, hukuka sığmaz, bu, insafa sığmaz, insanlığa sığmaz. Bunun, derhal
önünün alınması lazım. Bir insan, Ali kıran baş kesen... Çıkmış, Parlamentonun
mekanizmasını çalıştırmıyor "çalıştırmayacağım" diyor. Niye
çalıştırmayacaksın; "yargıya güvenmiyorum..." Sen kim oluyorsun da
yargıya güvenmiyorsun; sana kim güveniyor ki?! (CHP sıralarından alkışlar)
Yargıya güvenmiyorsan, gereğini yap. Her yıl, dillerinde tüy bitti yargı
başkanlarının adlî yılın açılış törenlerinde yaptıkları konuşmalarda; gereğini
yapın, düzeltin. Düzeltmeyiz... Ee, o zaman öbür gereğini yap, mahkemeye ver;
vermeyiz...
Değerli arkadaşlarım, biz yargılanmak
istiyoruz. O, 129 dosyadan bir kısmı bizimle ilgili. En kutsal hak, yargılanma
hakkıdır. Biz adalet istiyoruz, adalet!.. Yargılanmak istiyoruz, hukuku
istiyoruz! (CHP sıralarından alkışlar) Niye vermiyorsunuz?! Bize niye
vermiyorsunuz, yargılanma hakkımızı niye bizden esirgiyorsunuz?! Niye arkamızda
saklanıyorsunuz?! Olur mu böyle bir şey?! Herkes sorumluluğunu üstlensin.
Kaldırın bizim sorumluluklarımızı, kendi sorumluluklarınız sizde kalacaksa
kalsın.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkan, sayın
AKP milletvekilleri, sayın hükümet; lütfen, bu tabloya bir son veriniz. Bu,
Türkiye'ye yakışmıyor. Bundan ıstırap duyuyorum. Hiç kimsenin, Anayasanın bu
mekanizmasını engellemeye hakkı yoktur; bu, bir anayasal suçtur.
MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - 5 yıldır
neredeydiniz Sayın Baykal?!
DENİZ BAYKAL (Devamla) - Efendim, bu, 5
yıl meselesi değil, bunu çalıştırın kardeşim! (AK Parti sıralarından
gürültüler) Kardeşim, biz Parlamentoya 2002 yılının 3 Kasımında girdik,
girerken de bunu ilan ettik ve hep beraber taahhüt ettik, bir yıldan beri de
söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Çalıştırın komisyonu kardeşim, komisyonu
çalıştırın. Anayasa değişikliğini yapmayacaksanız, o ayrı bir iş; anayasa
değişikliğini bıraktım, Anayasayı işletin. Şu andaki Anayasa işlemiyor, darbe
yapıldı, engelleniyor; bir komisyon tıkıyor, mekanizmayı işletmiyor. Bunun izah
edilebilir bir tarafı var mı?! Bu çalışsın. Bu bir fiilî durumdur. Derhal,
bunun çalışması lazım. Bizimkileri kaldırın kardeşlerim; biz bunu istiyoruz.
Bizim dokunulmazlıklarımız kalksın. "Kaldırmayız, sizinkini de
kaldırmayız, sizinki de kalacak..." Böyle bir şey olabilir mi?!
Değerli arkadaşlarım, bu bir büyük acıdır.
Türkiye'nin en temel konularından birisi, halkımızın en temel özlemlerinden
birisi, Türkiye'nin dürüst bir yönetime kavuşmasıdır.
Siz, şimdi, geçmiş yönetimi Yüce Divana
götürecek süreci harekete geçirdiniz, hep beraber geçirdik. Peki, Mesut
Yılmaz'ı, diğer bakanları mahkemeye göndermekte bir sakınca görmüyorsunuz da,
kendinizi mahkemeye götürecek süreçte niye bir sakınca görüyorsunuz? Yargıya o
giderken güvensizlik söz konusu olmuyor da, siz yargıya gideceğiniz zaman mı
güvensizlik söz konusu oluyor?! (CHP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Yani, onları Yüce Divana göndermenin bir vebali vardır, bir
sorumluluğu vardır. Adama sorarlar, sen, çuvaldızı bana batırdın da iğneyi ne yapıyorsun,
iğneyi de kendine bir sokuver derler. Ben kendime iğneyi sokmam, sana da
çuvaldızı batırırım!.. Bu anlayışla siyaset olmaz, hak olmaz, adalet olmaz ve
halkın saygısı kazanılmaz. Bu, çok büyük bir olaydır, bir büyük buhrandır; buna
engel olunuz. Bu böyle gitmez. Bu konu çözülmelidir.
Anayasayı değiştirmeyecekseniz, erkekçe
çıkın "değiştirmeyeceğiz" deyin. "Aldık oyları, vaat ettik; ama,
artık değiştirmeyeceğiz" deyiniz. Ama, var olan Anayasayı işlemekten
alıkoymayınız. Biz kaldırılmasını istiyoruz dokunulmazlıklarımızın, kaldırın
lütfen... Kaldırın... Kaldırmamanın sorumluluğu, vebali, günahı çok büyüktür.
Sayın Başkan, anlayışınıza yürekten
teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, 2004 yılı
bütçesinin, konuştuğumuz sorunlardan arındırılarak önümüzdeki dönemde Türkiye
için daha yararlı bir biçime sokulup uygulanmasını diliyorum.
Hepinize, sevgiler, saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından ayakta alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baykal.
Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Zonguldak Milletvekili Sayın Köksal Toptan konuşacaktır.
Sayın Toptan, buyurun efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Toptan, süreniz 1 saat efendim.
AK PARTİ GRUBU ADINA KÖKSAL TOPTAN
(Zonguldak) - Sayın Başkanım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli
üyeleri; 2004 yılı konsolide devlet bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubunun görüşlerini ifade etmeye başlamadan önce, zatıâlinizi ve Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; dünya,
1215 tarihli Magna Carta'dan bu yana, halktan toplanan paraların, nereye,
nerede, nasıl, niçin harcandığının mücadelesine, çok zaman trajik; ama, özünde
insanlığı daha ileriye götüren örneklerle tanıklık etmiştir. 1776 Amerikan
Bağımsızlık Mücadelesi, 1789 Fransız İhtilali bu zincirin hemen akla gelen
dönüşüm halkalarıdır. Günümüzde ise hükümetlerin bütçeleri özü itibariyle bu
temel çizgiyi korumakla birlikte, yeni değerleri esas alan, yeni kavramları çok
daha öne çıkaran bir anlayışın dokümanı olarak değerlendirilmektedir. Bu
tanımda bütçeler, bizde olduğu gibi hemen hemen tüm demokratik ülkelerde, deyim
yerindeyse bütçeden başka her şeyin konuşulduğu dokümanlar olarak
nitelendirilmektedir. Konuşmamda, bu anlamda bazı konuları sizinle paylaşıp
analiz etmeye çalışırken, Plan ve Bütçe Komisyonunda muhalefet ve iktidar
sözcüsü değerli milletvekili arkadaşlarımızın ayrıntılı olarak irdelediği bazı
rakamlara, düşüncelerimi kuvvetlendirmek bakımından temas edeceğim.
Uygulama ve gelecek perspektifi gibi
iddialı dokümanlar olan bütçelerin, yasama organlarında tartışılması ve bu
tartışmalardan elde edilecek sonuçların uygulamada dikkate alınarak
değerlendirilmesi amaçlanır; ancak, hiç kuşku yoktur ki, hükümetlerin gelir ve
gider belgeleri olan bütçelerin, iktidar ve muhalefet olarak beraber
uygulanması söz konusu değildir. Uygulamayı hükümetler yapacak, muhalefet ise
denetleyecektir.
Değerli milletvekilleri, bir Anadolu
deyimiyle, muhalefet baldan tatlıdır, o nedenle de tartışmanın kolay ve rahat
olan tarafıdır; ancak, ülke siyasetinde geçmişte izleri olan ve gelecek için de
iddiasını sürdüren muhalif tüm siyasî hareketlerin daha bir dikkatli olması,
sorumluluk anlayışını terk etmemesi, halka umut vermesi ve varsa somut
önerilerle uygulamaya katkıda bulunması beklenir. Sayın Baykal'ın biraz evvel,
itiraf etmeliyim ki, büyük bir keyifle izlediğim konuşmasında bu izlenimi
aldığım için mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum. Öyle ümit ediyorum ki,
uygulayıcı hükümet ve sayın bakanlar, Sayın Baykal'ın altını çizdiği ve benim
de, biraz sonra, belki, kısmen temas edeceğim önemli sorunları dikkatle izleyecek
ve o konuşmadan birtakım katkılar alacaklardır.
Zaman zaman, gerçi bizim arkadaşlarımız,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup arkadaşlarımız, Cumhuriyet Halk
Partisinin yer yer artan muhalefet dozundan şikâyetçi oluyorlar. Ben,
kendilerine şu olayı anlatırım: İkinci Dünya Savaşının, bildiğiniz muzaffer
Başbakanı Churchill, seçimden sonra yapılan ilk seçimi kaybetmiştir, partisi
kaybetmiştir. O zaman, gazeteciler Churcill'e sorarlar: "Sir, bundan sonra
siz ne yapacaksınız?" O da, hiç unutulmayan şu cevabı verir:"Bizim
görevimiz, muhalefet olarak muhalefet yapmaktır."
Ama, biz, Sayın Baykal'ın biraz evvel
dinlediğimiz konuşmasından, Cumhuriyet Halk Partisinin görevinin, muhalefet
olarak sadece muhalefet yapmak olmadığını anladık; bundan da, bir kez daha
ifade edeyim, büyük bir mutluluk duyduk.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm
toplumların, o arada, bizim de temel birtakım hedeflerimiz vardır. Çantamda
-biraz evvel önümdeydi- TÜGİAD'ın, Türkiye Genç İşadamları Derneğinin
"Cumhuriyetin 100 üncü Kuruluş Yıldönümüne Doğru Genç Vizyon
Arayışları" başlığını taşıyan ve 2 dergiye yayılan, sosyal yapısal ve
siyasal yapısal dönüşümler konusunda 2023 yılında neler beklediklerini, neler istediklerini,
neler hedeflediklerini konu alan bir inceleme var. Genç kuşaklar, bizden, 2023
yılının şimdiden yapılandırılmasını bekliyorlar.
O nedenle, biz birbirimizi
eleştirebiliriz, iktidar-muhalefet olarak diyaloğumuzda eksikliklerimiz
olabilir, toplum olarak eksikliklerimiz, yanlışlıklarımız olabilir, zaman zaman
birbirimizi anlamakta zorluk da çekebiliriz, iktidarın uygulamalarından yer yer
samimî endişeler de duyulabilir, tartışmayı sövüşmeye dökmeden, bunları kendi
içimizde tartışırız, çözeriz veya çözemeyiz; ama, bir şeyi ne görmezlikten
gelebiliriz ne de ondan vazgeçebiliriz Türkiye'nin geleceği, çocuklarımızın,
gençlerimizin gelecek Türkiyesi. Bu geleceği, toplum olarak beraber kurmak,
beraber yaşatmak, beraber büyütmek ve beraber donatmak mecburiyetindeyiz.
Beraber kurmak istediğimiz bu gelecek nedir; biz, bunu kendi bakış açımızdan
ortaya koyuyor ve sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasî
partilere değil, tüm sivil toplum örgütlerine, gelecek beklentisi ve iddiası
olan herkese açıyoruz. Bu, bir büyük değişim projesidir ve bize göre, çağı
yakalamak için de böyle bir değişim projesine Türkiye'nin, Türk toplumunun
gereksinimi vardır. Artık, babacıl, ulufeci, keyfî ve müsrif bir yönetim
anlayışı, bütün dünyada çok gerilerde kalmıştır; çünkü, böyle bir devlet
anlayışı kaçınılmaz olarak "üretmeden bölüşme" siyasî kavgalarına,
toplumları vardırır. Boyun eğmek veya yönetimdeki siyasî partinin adamı olmak,
nimete kavuşmanın tek aracı haline gelir. Bu ise, adaletsizliğe, işsizliğe ve yolsuzluğa
yol açar. Bunun sonucunda, ürettiğinden çok tüketen ve her şeyi devletten
bekleyen bir halkla keyfî ve otoriter, yolsuzluklara fırsat veren bir yönetim
anlayışı ortaya çıkar. Oysa, modern
devletlerin, devletin babalığına ve cömertliğine değil, vatandaşın kendisine ve
sorumluluğuna ve görevlerine dayanan bir ahlak anlayışına ve devlet örgütlenmesine
ihtiyacı vardır. Böyle bir devlet anlayışını
yerleştiremediğimiz takdirde toplum olarak, ülkeyi, şimdiye kadar zaman
zaman yaşadığımız gibi, siyasal bir savaş alanı haline getiririz; buna hakkımız
yoktur.
O halde, geleceğin Türkiyesini beraber
kurmak için herkes gücünün yettiği kadarıyla elini taşın altına sokmalı,
sokmanın zamanı gelmiştir diye düşünüyoruz.
Bir ortak vizyonu hep beraber
paylaşabiliriz. Bu nedir diye kendimize bir soru soracak olursak, şu başlıkları
sizinle beraber paylaşmak istiyorum:
Dünyanın ve bölgemizin sorumlu, güvenilir,
saygın bir üyesi; ama, yeni dünyanın, yeni dünya düzeninin sıradan bir üyesi
değil, onu kuran ülkelerden olan bir Türkiye.
Başta gençlerimiz ve kadınlarımız olmak
üzere, halkın siyasete karşı zedelenen güven duygusunu yeniden kazandırmak
suretiyle, onların, yönetime etkin bir biçimde, yönetimin her aşamasında
katkısını sağlayacak ve onu vatandaş olmanın keyif ve sorumluluğuna
kavuşturacak mevcut bürokratik engellerden kesinlikle arınmış, devleti, kendi
aslî fonksiyonlarında çok güçlü; ama, ticarî ve ekonomik faaliyet gibi
alanların dışına çıkararak yeniden yapılanan, çağdaş kurumlarını kuran bir
Türkiye.
İnsanımızın, özgür, demokrat ve mutlu
olduğu, herkesin insan haklarını, barış ve huzura katkıyı görev saydığı,
birbirimizi sevmeyi ilke haline getireceğimiz, gelecek ve yaşam kaygısının
olmadığı bir Türkiye.
Çağdaş ve nitelikli bir eğitimin yanında,
rekabeti toplumsal yaşamın her alanında geçerli ve sürekli kılan, bireyi,
bilişim çağının donanmış, bilişimci ruhu desteklenmiş, sorumluluktan kaçıp
sadece kendini düşünen bir ahlak anlayışına imkân vermeyen, yepyeni, büyük ve
güzel değerler sisteminin egemen olduğu bir Türkiye.
Demokrasiye ters düşen seçkincilik kültürü
yerine, aydın kültürü ve onun aydın tipini yaratan, millete büyük devlet
adamlığı yapmak yerine, onun hizmetkârlığını üstlenmeye talip olan bir
anlayışın tüm siyasî organizasyonlara egemen olduğu ve böylece, bir siyaset
felsefesiyle, bireyin öncelikler listesinde en üste yerleştirildiği bir
Türkiye.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; böyle bir hedefi gerçekleştirmede, elbette ki zorluklarımız ve
engellerimiz de vardır; ancak, tarih boyu bu topraklarda yaşamanın bedelini
ödeyen Türk Milleti, bilinmeli ki, bu toprakları terk edecek değildir. Gök
delinse, yer yarılsa, içimize fitne sokulsa bile, herkes bilmeli ki,
demokrasiyle taçlandırılmış Türkiye Cumhuriyeti, dünya durdukça kalacak ve bu
topraklar, sonsuza kadar bizim, bizim çocuklarımızın olacaktır. O zaman, biz,
zorluk ve engelleri görüp yılgınlığa düşmek yerine, önümüzdeki fırsatları
belirleyip onlar üzerinde durmalı ve bu fırsatlardan yararlanmanın yollarını
aramalıyız. Nedir bu fırsatlar; Türkiye, dünyadaki siyasî, sosyal ve ekonomik
çelişki, çatışma ve gelişmelerin en çok yaşandığı Balkanlar, Kafkaslar,
Ortadoğu bölgesinin hemen kapısında duran, doğal olarak da bu bölgedeki tüm
hareket ve gelişmelerden etkilenen bir konumdadır.
Yıllarca Beyaz Saray Millî Güvenlik
Danışmanlığını da yapan Brezinski'nin "Büyük Satranç Tahtası" isimli
eserindeki şu cümleleri sizinle paylaşmak istiyorum: "500 yıldır,
Avrasyalılar, dünya olaylarına hâkim olmuşlardır. Avrasya, dünyanın en büyük
kıtası ve jeopolitik eksenidir. Dünyanın fizikî zenginliğinin çoğu, gerek
yeraltı kaynakları gerekse yerüstü tesisleri oradadır. Global gayri safî millî
hâsılanın yüzde 60'ını üretir ve bilinen enerji kaynaklarının dörtte 3'ü
oradadır. Amerika'dan sonra en büyük 6 ekonomi ve askerî silahlanmaya en fazla
harcama yapan 6 ülke oradadır. Amerika'nın politik ve ekonomik rakiplerinin
hepsi, Avrasyalıdır. Kümülatif olarak Avrasya'nın gücü, Amerika'nınkini tamamen
gölgede bırakır."
Değerli milletvekilleri, Türkiye, aynı
zamanda, çağın zenginlik-fakirlik ayrışmasında yeni bir şekil olarak çizilen
kuzey-güney ekseninin de tam ortasındadır ve Türkiye, kendi kültür ve kimliğini
Anadolu'da mevcut 4 000 yıllık uygarlıklarla uyumlaştırarak, tüm dünyada örnek
alınması gereken bir modele öncülük yapmaktadır. Bu anlamda, Türkiye,
medeniyetler çatışması iddia ve beklentilerini akıllardan söküp atacak ileri
bir medeniyet anlayışının da öncülüğünü yapmaktadır. Türkiyesiz Balkanlar,
Türkiyesiz Kafkaslar, Türkiyesiz Ortadoğu sorunlarının kalıcı bir çözüme
kavuşturulmasının mümkün olmadığını, bugün, artık herkes bilmektedir.
Öte yandan, Türkiye, İslam dünyasının
Batıyla ilişkilerinde örnek alınmaya çalışılırken, Batı dünyası da İslam
dünyasını anlamak için önce Türkiye'yi anlamak ihtiyacını hissetmektedir. Bazı
ülkelerde görülen ve zaman zaman endişeler yarattığı gözlenen radikal eylem ve
taleplerin, genelde bu ülkelerdeki demokrasi yoksunluğunun sonucu olduğu,
eksikliklerine rağmen tam demokrasiye geçme konusunda çok ciddî adımlar atan
Türkiye'nin ise, bir zamanlar komünizme karşı siyasal bir araç olarak
kullanılan Müslümanlığın şimdilerde başka siyasal amaçlarla kullanılmasına da
izin ve fırsat vermeyerek, herkesçe örnek alınması gereken bir tutum izlediği,
tüm dünya tarafından gözlenmekte ve takdir edilmektedir. İşte, beraberce
yüceltelim dediğimiz Türkiye budur.
Gerek bulunduğumuz coğrafya gerek
konjonktürel getiriler gerek sahip olduğumuz, ama, tam anlamıyla bir türlü
zenginliğe dönüştüremediğimiz imkânlarımız ve genç insan gücümüz, bizi, gelecek
için umutlu ve avantajlı kılmaktadır; ancak, bizim, bu avantajlara yaslanarak
geleceğimizi kurmamızın da mümkün olmadığı açıktır. Bu bakımdan, Türkiye, bir
yandan bu mevcut avantajı akılcı kullanmaya devam ederken, öte yandan da
demokrasi ve özgürlük alanını daha da genişleterek, insan haklarına daha çok
önem vererek, eğitim ve sağlık alanlarına daha çok kaynak ayırarak, Türkiye'yi,
hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir barış ve sevgi ülkesi haline getirerek,
ekonomisini daha da büyüterek, bu gayretlerini kalıcı politikalar haline
getirmelidir.
İşte, üzerinde konuştuğumuz 2004 yılı
konsolide devlet bütçesi, bu hedeflere varmada, hedefler ve rakamsal olarak ne
kadar izin veriyor, ona kısaca değinmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bir ülkede
ekonominin temel istikrarsızlık nedeninin kamu kesimi açıkları olduğu
bilinmektedir. Devletin vergi ve diğer çeşitli araçlarla elde ettiği
gelirlerden daha çok harcama yapmak zorunda kalması, benzer tüm ülkelerin ve o
arada da Türkiye ekonomisinin belini büken temel unsurdur. Kamu kesimi borç
yükünün yüksekliği, bu yükün karşılanması için girilen borç sarmalı, borcun
borçla karşılanması açmazı, yatırım ve özel kesim teşviklerine kaynak ayırma
imkânlarını ortadan kaldırmaktadır; ancak, Sayın Baykal'ın -biraz evvel
üzerinde durduğu- borçla ilgili değerlendirmelerine katılma imkânı yoktur.
Girilen borç sarmalı bu hükümetin işi değildir. Daha ötesi, bir IMF bütçesi
olarak değerlendirilen 2003 ve 2004 yılı bütçeleri de bu hükümetin aslında son
eseri değildir. Bu bütçeler IMF'nin eseriyse, 2000, 2001 yılı içerisinde elinde
mektuplarla IMF koridorlarında dolaşan AK Partisi Grubu içerisinden bir tane
arkadaşımız yoktur. O nedenle, bana göre geçmişe takılıp kalmak ve oradan
hareketle değerlendirme yapmak yerine, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili
değerlendirmeye ağırlık vermek daha doğru bir yaklaşım olur diye
değerlendirmekteyiz.
Dünyanın bütün kalkınmış ülkelerinde,
dışborcun, içborcun olduğu ve bunun büyük oranlara vardığı herkes tarafından
bilinmektedir. Burada önemli olan, borcun gayri safî millî hâsılaya oranından
daha çok, borçlanma maliyetinin ne gösterdiğidir; biraz sonra o maliyetler
üzerinde duracağım; ama şu bilinmektedir ki, Türkiye'de borçlanma gereksinimi
gayri safî millî hâsılaya göre yüzde 70'ler düzeyine inmiş; ama, daha önemlisi
borçlanma maliyetleri yarıdan daha aşağıya indirilmiştir. Bana göre önemli olan
budur, başarı da budur. O nedenle, bir yıl öncesine kadar borcun borçla
karşılanması için başvurulan borçlanma taleplerinin, yeni borç alırken daha da
yüksek çıkması nedeniyle borcun gayri safî millî hâsılaya oranının gittikçe
yükseldiği; ama şimdi bunun 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra meydana gelen
istikrar ortamıyla tersine döndüğü görülmektedir.
Değerli arkadaşlarım, enflasyonla birlikte
yüksek faiz, toplumun belli bir kesimine emeksiz yüksek gelir sağlarken, dar ve
sabit gelirli kesimler aleyhine haksız ve adaletsiz bir vergi ortamı ortaya
çıkarmaktadır. Faize dayalı yüksek gelir sahiplerinin millî gelirden aldıkları
yüksek pay oranında yatırım ve üretim yapmamaları, tasarruf eğilimleri olmaması
nedeniyle de ülke ekonomisinin durmasına ve hatta gerilemesine neden olduğu
bilinmektedir. Bir ülke ekonomisinin canlılık ve büyümesi, tüketim gereksinimi
duyan geniş kesimlerin harcama imkânlarıyla yakın orantılıdır. Bu nedenle, bu
kesimlerin satın alma gücünü artırma politikaları üretilmelidir. Bu, akıllıca
yapıldığı takdirde, sosyal kesimler arasında gelir dağılımı adaleti
sağlanmasının yanında, üretim kapasitesini artıracak, yatırımcıya güven gelecek,
yeni yatırımlar yapılmasının ortamı sağlanmış olacaktır.
Muhalefetin sıkça eleştirdiği ve bu parayı
nereden buldunuz diye endişeyle karşıladığı 2003 yılı Bağ-Kur ve SSK emekli
maaşları, köylüye yapılan değişik destekler, asgarî ücreti artırma gayretleri,
nema ödemelerine başlanması ve hem köylüye hem de sosyal güvenlik kurumlarına
toplam 18,5 katrilyonun aktarılması, böylesine doğru bir ekonomik ve sosyal
politikanın sonucudur. O nedenle de, hükümetin bu kadar kaynak aktarmasına
rağmen enflasyonu yükseltici bir etki yapmamasını, bu doğru sosyal
politikaların bir sonucu olarak görmekteyiz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
uygulanan bu olumlu ve dikkatli politikalar sonucu, 2003 yılında, yıl sonu
itibariyle enflasyonun TEFE'de yüzde 16'lara, devlet borçlanmaları faizlerinde
ise yüzde 26'lar düzeyine ineceği anlaşılmış, kapasite kullanım oranı yüzde
85'lere çıkmış, dışticaret hacmi ise, deyim yerindeyse, tam anlamıyla
patlamıştır. Bunlar, son yılların gerçekten rekor rakamlarıdır.
Bu tablonun başka ekonomik göstergelerine
de değineceğiz; ama, hepimizin heyecanla paylaşmaya hakkımız olan bu tablonun,
hemen yanı başımızda meydana gelen Irak savaşına rağmen gerçekleştiğini de
gözden ırak tutmamalıyız.
TÜSİAD'ın 2002 Ekim ayındaki dergisinden
size aktaracağımız şu cümleler, içinde bulunmuş olduğumuz şartları
değerlendirme bakımından, bana göre, gerçekten dikkate değerdir. TÜSİAD, 2002
Ekim ayında şöyle diyor: "1991 Körfez Savaşının ardından bölgedeki ticarî
faaliyetlerin durmasıyla, Türkiye, sadece ekonomik değil, önemli bir sosyal
maliyete de katlanmak zorunda kalmıştır. Yeni bir savaş durumunda -ki oldu- on
yılı aşkın bir sürede ancak düzelebilen bölgedeki ticarî faaliyetler, belirsiz
bir süre için tekrar duracak, Türkiye'nin ödemeler dengesi olumsuz etkilenecek
ve finansal piyasaların artan risk primine verecekleri tepki, ekonomik program
ve özellikle borç dinamiklerini zorlayacaktır." Çok şükür ki, bunların
hiçbiri olmadı.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
klasik olarak, hükümetler, bütçe açıklarından kurtulmak için, genelde ya
vergileri yükseltir yahut yeni vergiler koyarlar veyahut da kamu harcamalarını
kısarlar. Gördük ki, birtakım zorunlu düzenlemeler dışında, 2003 yılı
uygulamalarında vergi salmak kolaycılığına bu hükümet çok fazla müracaat etmemiştir.
Daha çok, israfı önlemek için bir mücadelenin verildiğini ve bunun inatla
sürdürüldüğünü gördük; ancak, Sayın Baykal'ın da üzerinde durduğu, Sayın Maliye
Bakanının da konuşmasında yer alan ve hepimizin yürekten paylaştığı kayıtdışı
ekonomiyle ilgili endişeler sürmektedir. Belki, kayıtdışı ekonomi, piyasa
canlılığının belli bir nedeni olarak değerlendirilebilir; ancak, yüzde 50'lere
vardığı ve hatta geçtiği söylenen bu haksız ve hukuksuz durumun düzeltilmesi ve
Sayın Maliye Bakanının ifade ettiği gibi, 2004 yılının "kayıtdışı
ekonomiyle mücadele yılı" olmasını biz de diliyoruz. Böylelikle, vergi
tabanı âdil olarak genişleyecek, hepsinden önemlisi, bu sayede vergi
dilimlerinin de düşürülmesi mümkün hale gelebilecektir. O nedenle, gerçek gelir
üzerinden vergi almayı hedeflediğini bildiğimiz Enflasyon Muhasebesi Kanununun
çıkmış olmasını, bu yolda atılmış çok önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz.
Kamuda israfın önlenmesinin, yılların
biriktirdiği alışkanlıklar nedeniyle, kolay olmadığını çok iyi bilmekteyiz.
Lojman ve makam arabası saltanatının sürdüğü birkaç yüksek bürokratın, kendi
kendimizi kandırmak pahasına "eğitim tesisleri" adı altında, sadece
onların gittiği tesisleri mutlaka elden çıkarmak ve dünyada artık emsali
görülmeyen bu durumdan Türkiye'nin kurtulmasını sağlamak gerekmektedir. Bu
emsalsiz sorunu çözmekle görevli Maliye Bakanlığına önerimiz ise, bu işe önce
kendilerinden, kendi tesislerinden başlamalarıdır. Yoksa, dönüp Sayın Unakıtan'a "ele verir talkımı kendi yutar
salkımı" derler ve kimse de inanmaz.
Biz, bu benzersizliğimizi, dünyada, başka
alanlarda, ilimde, teknolojide, sanatta, edebiyatta ve sporda elde edelim
istiyoruz.
Çok kısıtlı imkânlarla bağlandığını
bildiğimiz 2003-2004 yılı bütçe uygulamasında ısrarla, israfla mücadelenin
sürdürülmesini, devlet bürokrasisinin az imkânla çok yapabilen dikkat ve
heyecana kavuşturulmasını diliyoruz. Bilmemiz gerekir ki, aradığımız, daha az
devlet yahut daha çok devlet değil, daha iyi devlettir. Türkiye, kamu parasının
politikacılar ve bürokratlar tarafından kötü kullanılmasından çok canı yanan
bir ülkedir. Bunun önüne geçmek gerekir; ancak, bunun önüne geçerken de paranın
doğru ve yerinde kullanılmasının imkânsız hale getirilmemesi, sorumluluk duygusu
yüksek bir yönetim anlayışının tüm devlet yönetimine egemen olmasının
sağlanması gerekir.
Türkiye, yıllarca, bakanlık ve ilgili
daire bürokratlarının, hatta üniversite rektörlerinin, Maliye Bakanlığı şube
müdürlerinin önünde yıllık ödeneklerini alabilmek için saatlerce
beklediklerinin şikâyetleriyle zaman geçirmiştir. Bunu kırmamız ve bir eski
generalin dediği gibi "insanlara bir işi nasıl yapacaklarını sakın
söylemeyin, onlardan ne beklediğinizi söyleyin, başarılarıyla sizi
şaşırtacaklardır" sözlerine itibar etmek, insanımıza güvenmek, onları güvenilir
hale getirmek zorundayız. Bunu bize sağlamasını umduğumuz ve hükümet tarafından
hazırlanan Kamu Reformu Kanunu Tasarısının sonuçlarını dikkatle, ümitle
beklediğimizi de ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; birkaç
cümleyle de hükümetin gündeminde olan ve yakında Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kuruluna geleceğini umduğumuz yerelleşmeyle ilgili bir iki gözlemimizi
sizinle paylaşmak istiyoruz.
Türkiye'de, büyük bir kesimin
yerelleşmenin kaçınılmazlığını kabul ve bunu program ve söylemlerine koyarken,
bazı kesimler de, yerel yönetimlerin güçlenmesinin ve bir sivil toplum kurumu
olarak şekillenmesinin, devletin üniter yapısını bozacağı, birlik ve
beraberliğe sekte vuracağı tehlikesinin bulunduğunu ileri sürmektedirler.
Bu endişelerin önemli bir bölümünün, her
zaman iç ve dış tehditlerle başı ağrıyan Türkiye için samimî olduğuna
inanıyoruz; ancak, biz, yerel yönetimlerin güçlenmesinin merkezî yönetimi
zayıflatmayacağı, tersine, güç ve hareket kabiliyetini artıracağı, yolsuzluk,
adamsendecilik, kayırmacılık, tembellik gibi illetlerden bizi kurtaracağı ve
halkın denetimini sağlayacağı düşüncesindeyiz. Ankara'dan dağıtacağımız yetki
sorumluluk da içereceğinden, bu görev bölüşümüyle, taşranın Ankara ve
dolayısıyla devletten şikâyetleri bitecek; siyaset, giderek bir iktidar
mücadelesi olmaktan çıkarak, toplumun her kesiminin ilgi konusu haline gelecek,
katılımcılık artacak, siyasetin kâr, rant ve pay bölüşümü ortadan kalkacak;
böylece, devlet, siyasî ve bürokratik yandaşların işgal alanı olmaktan çıkarak,
halkın devleti olacak, millet devletini, devlet de milletini daha sıkı
kucaklayacaktır.
Değerli arkadaşlarım, siyaset, toplum
halinde yaşamanın ve demokrasinin olmazsa olmaz alt tabanıdır. Elbette,
demokrasi, farklılıktır ve farklı düşünenlerin bir arada yaşamayı
becerebildikleri rejimin adıdır. İnsan özü farklılıktır; ama, aynı zamanda, bir
arada yaşamaktır. Bir arada yaşamak, aynı biçimde yaşamak, aynı biçimde
düşünmek, aynı biçimde davranmak değildir. Kuşkusuz, farklılıklardan fitne de
çıkabilir. Bu, her zaman ve her yerde görüldüğü gibi, Türkiye'nin de hiç
yabancısı olmadığı bir durumdur.
Benzer endişelerin, Türkiye'de,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde de yaşandığını görmekteyiz. Türkiye'nin en
büyük sivil toplum örgütlerinden birinin yayımlamış olduğu bir broşürdeki şu
ifadeler çok ilginçtir: "Bir kişi, hem Avrupa Birliği üyeliğine yandaş ve
hem de Atatürkçü olamaz. Avrupa Birliği ile Atatürkçülük sadece çelişmezler,
aynı zamanda da çatışırlar." Bu düşünce sahipleri, küreselleşmenin millî
devletleri hem üstten ve hem de alttan zayıflatmaya çalıştığını, çokkültürlülük
propagandasıyla bunun, etnik ve dinsel motiflerle kuvvetlendirildiğini ve bunun sonucu, Batı emperyalizminin yeni
bir sömürgecilik ve işgal silahı olarak kullanıldığını öne sürmektedirler.
Değerli arkadaşlarım, kendimize, gücümüze
ve bu tür sorunları yaşayan başka ülkelerin bunun altından nasıl kalktıklarına
bakarak, bizim de bunun altından kalkabileceğimize, bu oyuna gelmeyeceğimize
inanmamız lazım. Bin yıldır bulunduğumuz bu toprakların sınırlarını çizen, hem
de kanla, canla çizen Türk Milleti, kurduğu cumhuriyet ve çağdaş standartlara
kavuşturmaya çalıştığı demokrasisiyle, herkese ve her yere karşı kendini
koruyacak refleks ve dinamiklere sahiptir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok insan hakları ve daha çok
refah, daha iyi bir yaşam taleplerinin doruğa ulaştığı bir çağı geçiyoruz;
ancak, diğer yandan da, bu isteklerin yanında, dünya, büyük bir gelir dağılımı
adaletsizliğini de yaşamaktadır. Dünyadaki 15 zenginin toplam servetinin,
Afrika'nın tüm gelirinden daha çok olduğunu biliyoruz. Dünya nüfusunun yüzde
20'sinin açlıkla savaştığını, her yıl yüzbinlerce çocuğun açlık ve
bakımsızlıktan öldüğünü de biliyoruz. İleri teknolojinin, tüm doğal zenginlik
ve dengeleri altüst ettiğini, dünya nimetlerinin adil dağıtılmadığını da
biliyoruz. Bu adaletsizlik, hem global ve hem de tek tek bütün toplumların ve
onları yönetenlerin sorunu olmaya devam ediyor; çünkü, adına global terör
dediğimiz vahşet, aynı zamanda, bu dengesiz ve haksız tabloyu istismar ederek,
enerji boşalmalarına ve reflekslerine de zemin hazırlamaktadır. Bu durum, tüm
ülkeleri derinden etkiliyor, yeni önlemler almaya tüm toplumları mecbur ediyor.
Gelir dağılımının bölgesel ve sosyal
gruplar arası adaletsizliği, bütün ülkelerin ve o arada da Türkiye'nin en
önemli sorunu olma özelliğini de korumaktadır. Kabul etmek gerekir ki, güvenli
ve iç dayanışma geleneğini koruyan sağlam aile yapımız, bizi, daha büyük sosyal
sorunlardan korumaktadır; ama, tehlike önümüzdedir.
Değerli arkadaşlarım, böyle bir dünyada
refah ve demokrasiye açılan kapıdan giremeyenler, en azından buna
çalışamayanlar, yarın böyle bir taleple dünyanın önüne çıksalar, belki fırsat
da bulamayacaklardır. O nedenle, Avrupa Birliği yolu, bizim için, bizim
toplumumuz için, hatta bizden daha çok, geleceğimiz, torunlarımız ve geleceğin,
onların Türkiyesi için önem taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Avrupa Birliğiyle ilgili olarak şu tespitleri de yapmakta fayda
görüyorum: Türkiye'nin Batı tercihi yeni değildir. Tanzimatla başlayan
Batılılaşma hareketlerinin daha derinlere gittiği, Osmanlı İmparatorluğunun her
döneminde, İmparatorluğun Batıyla ilişkiler içinde bulunduğu, 1815'te yeni
kurulan Amerika Birleşik Devletleriyle, daha Avrupa ülkelerinin pek çoğunun
yapmamasına karşılık bir ticaret anlaşmasının yapıldığı ve hepsinin ötesinde,
Atatürk ve arkadaşlarının Batılılara karşı gerçekleştirdiği Kurtuluş Savaşını
Batılılaşmak amacıyla yaptığı da herkes tarafından bilinmektedir. Nasıl ki,
Atatürk, Medenî Kanunu İsviçre'den, Ceza Kanununu İtalya'dan ve idare
sistemimizi Fransa'dan getirirken, sosyal yaşantımızı oralara uydurmaya
çalışırken millî devletten vazgeçmediyse, bugün Avrupa Birliği mücadelesini
sürdürenler de bundan kesinlikle vazgeçmiş olamazlar.
Avrupa Birliği üyeliği değil, dünyadaki
gelişmelerin yarattığı zihinsel kaosun bizi de etkilemesi, ileride de
etkilemeye devam etmesi mümkündür. Etnik ve diğer ayrılıkların zaman zaman
tahrik unsuru olarak Türkiyemizde ne denli kullanıldığı ve bunun insanımızın
canına ve malına ne gibi zararlar verdiği, hep beraber yaşanan bir olgudur;
ama, bize düşen, aklı ve topyekûn milletimizin menfaatını önde tutarak bu oyuna
gelmemek, bu sorunların temel çaresi olarak demokrasimizi yaşatmaktır.
Şunu çok iyi biliyoruz: Ekonomik, sosyal
ve siyasal sorunlarımızı özgür ve demokrat cumhuriyetle aşar ve üniter yapımızı
da sonuna kadar ancak bu yolla koruruz. Avrupa Birliğinin önümüze koyduğu ve
uygulamamızı istediği Kopenhag ve Maastricht Kriterleri dediğimiz düzenlemeler
bu açıdan değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bu alanda, hükümet ve bu Meclis,
gerçekten, gelecek kuşakların takdirle anacakları büyük bir başarıya imza
atmış, uyum paketleri ve diğer düzenlemelerle sağladığı toplumsal mutabakatla
herkesi şaşırtmış ve yapılamaz sanılanı başarmıştır.
"Avrupa kültürü Hıristiyanlık
demektir" saplantısından kurtulamamış birtakım fanatik Avrupalı gruplara
"Avrupa, Ortadoğu ve problemli Kafkaslarla sınırlı olmasın; Türkiye orada
tamponluk yapsın" gayretlerine rağmen elde edilen bu başarıyı görmezlikten
gelmek, orasına burasına kulp takmaya çalışmak haksızlıktır, kıskançlıktır.
Avrupalı kimi ırkçı, kimi dinci kıskanç grupların, asırlar boyu, Türkleri
Avrupa'dan tahliye edelim hayalleri de, herkesin, bütün toplumumuzun gayretiyle
bir kere daha bozulmuştur.
Değerli arkadaşlarım "Avrupa Birliği
üyesi olmak, gerçekten bu kadar önemli mi" sorusuna, zannediyorum,
toplumumuzun yüzde 80'ine yakını "evet" cevabını vermektedir. Gerçi,
zaman zaman Avrupa'yı toptan ret ve inkâr edenler de Türkiye'de vardır.
Avrupa'nın, Türkiye'nin kaderini başka coğrafyalarda, yaşanmamış, yaşatılamamış
tarihlerde aramaya kalkışanlar da vardır. Etrafımızı duvarla çevirip, kale
burçlarından sağa sola kılıç sallamaya çalışanlar da vardır. Bu düşünce
sahiplerinin düşüncelerine saygı duyuyor ve kendilerini bu hayal dünyalarıyla
baş başa bırakıyoruz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; soğuk
savaş döneminin zorunlu beraberliklerini bir tarafa bırakırsak, Atilla ile
başlayan Avrupa ilişkilerimizde bizim onlara, onların da bize yakın durduğu bu
dönem kadar başka bir dönem yoktur. Unutmamak gerekir ki, Avrupa Birliği
sınırları içerisinde yaşayan, 1 000 000'u seçmen, 3 500 000 vatandaşımız,
Avrupa Birliği üyesi bazı ülkelerin nüfusundan daha çoktur. Avrupa Birliği
üyesi ülkelerde 160 000'e yakın vatandaşımız, ırkdaşımız serbest ticaret
yapmakta ve oraların ekonomisiyle rekabet edebilme gücünü yakalamaktadır.
Nihayet, 800 000 çocuğumuz ilk ve ortaöğrenimde, 50 000 gencimiz ise
üniversitede okumaktadır. Bunlar, gönüllerinde Türkiye Cumhuriyeti sevdası
taşıyan bizim geleceklerimizdir, oradaki zenginliklerimizdir. Yıllarca Türk
ekonomisini ayakta tutan ve bütçe kalemlerinde "işçi dövizi" olarak
yer alan bölümden, bana sorarsanız, artık Türkiye yavaş yavaş vazgeçmeli ve
orada yaşayan vatandaşlarımızın eğitimlerinin çok iyi yapılmasını sağlayacak
bir biçime getirilmelidir. Öte yandan,
dışticaret hareketlerine baktığımız zaman, turizm hareketlerine
baktığımız zaman, Türkiye'nin Avrupa'yla çok fazla iç içe olduğunu da
görmekteyiz.
İçinde kendimize yaraşır bir yer tutmaya
çalıştığımız dünya, yeni ve karmaşık gelişmeleri de yaşamaktadır. Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılması, soğuk savaş döneminin sona
ermesi, ekonomilerin yeni anlayışlarla yeniden yapılandırılması, demokrasi
talepleri, ideolojilerin yıkılması, etnik duyguların kamçılanması, bazı
tabuların yıkılması, yeni kimlik arayışları, tüm toplumları derinden
etkilemektedir. Refah toplumları, bunların olumsuz etkilerinden en az zarar
görmekte veya etkilenmemek için başka işbirliklerine gitmektedir. Yakında Güney
Amerika ülkelerini de içine alacağı söylenen NAFTA, Pasifik Okyanusunu
çeviren 15 ülkeyi içine alan APEC ve
nihayet, bizim girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği, bu bölgesel ihtiyaçlardan
doğan olaylardır. Bu nedenlerle, hükümetimiz, bir yandan Avrupa Birliği
süreciyle ilgili gayretlerini büyük bir heyecan ve kararlılıkla sürdürürken,
öte yandan da, dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmelerde inisiyatif almaktadır,
almaya devam etmelidir. Bu arada, bölge ve komşu ülkelerle her alandaki
ilişkilerimiz genişletilip geliştirilirken, ticaret hacmimiz artırılırken, Türk
dünyasıyla gevşeyen ilişkilerimize yeni bir ivme kazandırılmış, Amerika
Birleşik Devletleriyle olan ilişkilerimizdeki karşılıklı menfaat, saygı ve
dostluk çizgisi dikkatle korunmuş, Türk Başbakanı, bir anlamda, dünyanın
gündemine oturmuştur. Bu durum, Türkiye'nin gururudur.
Bu çerçevede, Sayın Baykal'ın, bütçe
görüşmelerinde Sayın Başbakanın bulunmaması eleştirisine cevap anlamında değil;
ama, tespit anlamında, bir hususu altını çizerek ifade etmek istiyorum.
Dışişleri Bakanlığı da yapan Sayın Baykal çok iyi bilmektedir ki, uluslararası
programlar ve ilişkiler günler, haftalar ve hatta aylar değil, yıllar önce
kararlaştırılır. O nedenle, Sayın Başbakan da, bütçe takvimi daha belli olmadan
kararlaştırılmış olan ve son yıllarda ilişkilerimizde bazı zedelenmeler olduğu
tespit edilen Özbekistan'ı ziyaretiyle ilgili olarak yurt dışında bulunduğu
için, bugün bütçe müzakerelerini takip edemiyor; ama, değerli bakan
arkadaşlarımız, Başbakan Yardımcısı arkadaşlarımız burada ona vekâleten
bulunduklarına göre, bir sorun yoktur diye düşünmekteyim.
Genelde bütçe müzakerelerinde bir
heyecansızlık var deniliyorsa, burada, bana göre, ayırım yapılmadan herkesin
pay alması lazım. Nitekim, Sayın Baykal konuştuktan sonra, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun da Türkiye Büyük Millet Meclisi sıralarını terk ettiğini
gözlemlemekteyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bizim, Avrupa
Birliği yolunda üye olmak adına yapmaya çalıştıklarımız, onların isteklerini
karşılaması bakımından değil, daha ötesinde bir önem ve değer taşımaktadır.
Yani, biz, Avrupa Birliği istemese, demokrasi ve özgürlük alanını
genişletmeyecek miyiz; insan haklarına saygıyı esas alan uygulamaları hayata
geçirmeyecek miyiz?!
Bu hükümetin elinde iki tane önemli ev
ödevi var. Bunlardan bir tanesi, Avrupa Birliğiyle yapmış olduğumuz, Türkiye
olarak da gerçekleştirmeyi taahhüt ettiğimiz Ulusal Program ve diğeri de,
dünyanın en büyük ve en güçlü devletlerinden biri olmaya Türkiye'yi taşımaya
söz vermiş ve bunu sağlayacak olan işlerini de seçim beyannamesine, parti
programına ve acil eylem planına koyan Adalet ve Kalkınma Partisinin siyasal
belgeleridir. Gerçi, Sayın Baykal'ın acil eylem planıyla ilgili söylediklerini
burada tek tek analiz etmek istemiyorum; ama, acil eylem planıyla takvime
bağlanmış olan çok önemli işlerin gerçekten hayata geçirildiğini, YÖK'le ilgili
düzenlemenin de yakında yapılacağını ummaktayız.
Şimdi, burada, YÖK'le ilgili bir iki cümle
söylemek isterim. Şimdi ne yapılmak isteniyor? "Siz, hükümet olarak, YÖK
Kanununu getirip bize dayatma yapmayın" denildi. O zaman, hükümet, döndü,
Üniversitelerarası Kurula "siz, bir çalışma yapın; çünkü, biz, daha özgür
bir üniversite istiyoruz, daha iyi çalışan bir üniversite istiyoruz, Cumhuriyet
Halk Partisinin programında da olan, YÖK'ün bugünkü işlevinden arındırılmasını
istiyoruz" dedi. Ee, siz yapın getirin... Burada, Türkiye'de hiç kimsenin
fikir ayrılığı olmadığına göre, eleştirecek ne var? Biz yapıyoruz, getiriyoruz
beğenmiyorsunuz; başkaları yapsın getirsin diyoruz, ona da itiraz ediyorsunuz.
Bir yerde anlaşmamız, bir yerde uzlaşmamız lazım diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğiyle bu
iktidarın değil, daha evvelki hükümetlerin sözünü verdiği taahhütleri yerine
getirirken, gerçekleştirilen işlerin milletimizin işine yarayıp yaramadığı
ilkesi kesinlikle gözardı edilmemektedir. Bu bakımdan, Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlarımızın da büyük bir özen ve ilgiyle katkı yaptığı uyum paketleri,
onlar dışında çıkarılan pek çok kanun ve yönetmelik, alınan yüzlerce karar,
müsterih olmalıyız ki, bizim insanımıza lazım olduğu için önem taşımaktadır.
İleride Avrupa Birliği üyesi olamazsak kaldırıp atacağımız, vazgeçeceğimiz
şeyler değildir; tam tersine, Birlik üyesi olsak da olmasak da, bunlar, daha da
geliştirilerek hayata geçirmemiz gereken dünyanın yeni düzeninin gerekleridir.
Burada, insan hakları kavramı üzerinde bir
satır açmak istiyorum. Çağımızda yükselen değerlerden biri olan insan hakları
ve ihlalleri, artık, uluslararası gözlem altındadır ve bunlar sınır
tanımamaktadır. Soğuk savaş yıllarında, 1988 yılında Rus tanklarının girdiği
Prag'da, aydınlar Rus generallerine "dünya sizi görüyor" diye
bağırıyordu. Dünyanın Bosna zulmünü televizyon dizisi izler gibi izlediğini de
hepimiz biliyoruz. İnsanlık, Körfez ve Irak savaşını da naklen izledi ve en son
Kaliforniya'da, geçenlerde, bir zencinin bir polis tarafından dövülerek
öldürülmesini dehşetle izledi. O zaman, dünyadan soyutlanmak değil, dünyanın
yükselen bu değerini içimize sindirmek ve bir yaşam biçimi haline getirmek
zorundayız. Tarihte insan hakları belgeleri vardır, kimi 1215 Magnacarta'yı,
kimi 1789 Fransız İhtilal Beyannamesini, kimi de İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesini kaynak gösterir. Bana sorarsanız, ilk insan hakları beyannamesi
veda hutbesi ve veda hutbesindeki "Bir Arabın Arap olmayan yabancıya, bir
yabancının da bir Araba üstünlüğü yoktur" sözleridir. (AK Parti
sıralarından alkışlar) O nedenle, insan hakları kavramını, insan hakları
ihlalini her zaman gündeminde bizim kadar rahat tutması gereken, bizim kadar
zorunlu olarak gündeminde tutması gereken bir başka ülke yoktur diye düşünmekteyim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
soğuksavaş dönemi sonlarına kadar, tarih boyu, yönetenler, genelde, hükmetme
alanlarını genişletmek için çalışmışlar "kutsal devlet, devlet baba, güçlü
devlet" kavramları çok öne çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası
örneğinde gördüğümüz gibi "faşist devlet", sonrasında "komünist
devlet" anlayışları, insanlığa büyük boyutlarda felaketler yaşattılar,
insanı yok saydılar. Irak'ın totaliter yönetimi, yirmi yıldır, sadece kendi
insanına kıymakla kalmadı, tüm bölgeyi tehdit altında tuttu.
Günümüzde bazı Batılı devletler, insan
hakları savunuculuğuna ideolojik bir elbise giydirerek, kendi dışındaki
ülkelere bu araçla müdahale etme hakkını bulmaya çalışmaktadırlar. Böyle
niyetlere imkân vermemenin yolu, bu alandaki istismar nedenlerini ortadan
kaldırmak, sivil toplum yaratarak çağın devleti olmaktır. Bu iktidar, işte bunu
yapıyor; uyum paketleriyle de bu Meclis buna yol veriyor, destek veriyor.
Değerli arkadaşlarım, bu hükümet,
dokunulması değil, konuşulup tartışması bile öcü gibi görünen bazı kararları
alıyor, yürürlüğe koyuyor; sivil toplum olmanın önündeki yasal engelleri
kaldırıyor; insanımızın fıtratındaki özellik ve güzellikleri harekete geçirmek
için onun elini kolunu çözüyor, girişimcilik ruhunu kamçılıyor; yaratıcılığını
teşvik ederek, bilgi toplumu insanı olması için, tüm imkânlarını kullanıyor.
Bu anlamda, 2003 yılını bir cümleyle
değerlendirecek olursak, 2003 yılı tam anlamıyla demokrasiye yatırım yılı
olmuştur. Biz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu olarak, 2003 yılı bütçesine
bunları yapsın diye oy vermiştik. Verdiğimiz oyun, milletimizin bu yüce çatı
altında temsilcileri olarak, karşılığını aldığımız için, 2004 yılı bütçesine de
bu düşünceler ışığı altında bakıyoruz ve ona göre oy vereceğiz. Hiç kuşku yok
ki, 2003 yılı beklentilerimizin gerçekleşmesi, hele de, biraz sonra değineceğim
gibi, bir kısmının, tamim ve taahhüt edilenden daha iyi gerçekleşmesi, 2004
yılı için beklenti çıtamızı yükseltmiştir. Hükümetten daha çok gayret, israfla
daha çok mücadele, daha çok verimlilik ve daha çok koşmak istiyoruz; çünkü,
Dicle'nin kenarında koyununu kaybeden çobanın, çocuklarına yemek verme yerine
taş kaynatan annenin; oğluna kızına iş bulamayan babanın, harçlık için
dedesinin eline bakan gencin; kapısını çalacak kimsesi olmayan yetimin,
kimsesizin; isteklerine kulak verilmesini isteyen engellilerin, güzel bir
gelecek hayal eden çocuklarımızın, bebeklerimizin, biliniz ki, gönülleri de,
gözleri de, ümitleri de, duaları da bu iktidardadır, ona dönüktür. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın milletvekilleri, 2003 yılı
bütçesinin ve ekonomik programının uygulanmasında karşılaşılan zorlukları
biliyoruz. Bir yandan, hemen, yanıbaşımızda ortaya çıkan savaş, özelleştirmeden
beklenilen gelirlerin gerçekleşmemiş olması, Türkiye için çok önemli bir atıl
kaynak olarak duran orman vasfını kaybetmiş olan arazilerin satışıyla ilgili
anayasa değişikliğinin bir türlü gerçekleşmemiş olması, dünyada ve özellikle
Avrupa'da ekonominin durağanlık süreci içerisine girmesi ve hiç hesapta olmayan
ve yaklaşık 9 katrilyonluk bir ekmaliyet getireceği anlaşılan İmar Bankası
olayı, 2003 yılını olumsuz etkileyen faktörler olmuştur. Buna rağmen, siyasî
istikrarın ekonomik güven ortamına dönüşmesi ve bunun sonucu sürdürülebilir bir
kalkınma ortamının yakalanması; malî disipline özenle riayet edilmesi, israfı
önlemede çok titiz hareket edilmesi; kamu borç stokunun yüzde 70'lere
indirilmesi ve daha da önemlisi, borçlanma maliyetinin düşürülmesi; yatırım
önceliklerinin verimlilik ilkesi dikkate alınarak kararlaştırılması; reel
sektörün önünü açan malî ve idarî desteklerin sağlanması, bürokratik engellerin
asgarî düzeye indirilmesi; başta elektrik, doğalgaz ve mazot olmak üzere girdi
maliyetlerinde sağlanan destekler sayesinde ihracat ortamının iyileştirilmesi;
ekonomi yönetiminin titiz, dikkatli ve güven veren politikalarla kararlılık
göstermesi; Sayın Başbakanın iç ve dış kamuoyuna Türkiye ve Türkiye'nin
geleceği hakkında güven telkin eden söz ve davranışları; dış politikamızdaki
inanç ve kararlılık, bu zor geçen seneyi tahmin edilenin aksine, oldukça rahat
geçmemizi sağlamıştır. Kuşkusuz, rahat geçmiş olması Türkiye ekonomisinin
düzlüğe çıktığı anlamına gelmemektedir. Büyük bir toplu konut hamlesine
başlanılmıştır; Sayın Baykal başlanılmadı diyor; ama, başlanılmıştır. 15 000
kilometrelik duble yolun yüzde 10'u olan 1 500 kilometresinin temeli atılmış,
önemli bölümü bitirilmiştir. Tüm zorluklara rağmen işçi, memur ve emekliler
enflasyona ezdirilmemiştir. Giresun'daki Ali Dayının fındığı daha çok para
etmiştir. Kozan'da emekli maaşıyla geçinen Ayşe Teyze ise, geçen sene 24 000 000
liraya almış olduğu mutfak tüpünü bu sene 22 000 000 liraya almıştır.
Zonguldak'taki 75 yaşındaki Dursun Dede ise, almış olduğu 350 000 000 liralık
emekli maaşını alır almaz "üç gün içerisinde bu paramın kıymeti
kaybolur" diye döviz bürosuna artık koşmak zorunda kalmamıştır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım;
böylesi dar ve az rakamlı bir bütçenin uygulayıcısı olan hükümet, devletimizin
aslî fonksiyonlarını zaafa uğratmaksızın ve bu alanlarda kesinlikle hiçbir
kısıtlamaya gidilmeksizin, sosyal politikaları da gözden uzak tutmayarak ortaya
koyduğu performansla aldığı karne, 2004 yılı ve gelecek için ümit vermektedir.
Bu, Türkiye açısından gerçekten önemlidir.
Gelecek için milletimizi umutlandıran 2003
yılı karnesinin bazı noktalarını sizlerle paylaşmak istiyorum. 2003 yılı sonu
gerçekleşmeleri itibariyle, enflasyonun, TEFE'de yüzde 16, TÜFE'de yüzde 20;
yıllık bileşik borçlanma faizinin yüzde 26; ithalatın 68 milyar dolar,
ihracatın 48 milyar dolar; kamu kesimi borçlanma gereğinin gayri safî millî
hâsılaya oranının, yüzde 8,7; faizdışı fazlanın 6,5; kalkınma hızının yüzde 5;
reel faiz oranının ise yüzde 12 olacağı anlaşılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Sayın Kemal
Unakıtan 2003 yılı bütçe müzakereleri sırasında, 23.3.2003 tarihinde burada
yaptığı konuşmada şöyle demiştir: "2003 yılı sonu itibariyle TEFE'de enflasyon
14,7'lik bir orana varacaktır." Sayın Bakan bunu tutturamadı, yüzde 16
oldu. İhracata "30 400 000 000 dolar" dedi; 48 milyar dolar olacağı
anlaşılıyor. İthalata ise "55 600 000 000 dolar" dedi; 68 milyar
dolar olacağı anlaşılıyor. "Bütçe açığı 45 katrilyon" dedi; 41
katrilyon olacağı anlaşıldı; o da tutmadı.
Türkiye, yakın zamana kadar, hayal
edemeyeceği rakamlarla tanışıyor. Sayın Unakıtan, sizden rica ediyoruz, 2004
yılı rakamlarında da, verdiğiniz rakamları daha aşağılara, kimini daha
yukarılara çekerek, gene tutturmayın, gene bize sürprizler yaşatın. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Dışticaret hacminin 116 milyar dolara
vardığı; bunun içinde, 6 500 000 000 dolarlık otomotiv olmak üzere, sanayi
ürünlerinin önemli bir yer tuttuğu; bir gemi dolusu narenciye satıp,
karşılığında birkaç tane elektronik aygıt alan Türkiye'nin, artık, dünyanın her
bir tarafına bilgisayar, beyaz eşya, motor aksamı sattığı bugünlerin keyfini
herkes çıkarmalı, bu gururu herkes paylaşmalı ve bu başarıyı herkes gönlüne
sindirerek alkışlamalıdır diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, 2003 yılı için Sayın
Bakan böyle tahminlerde bulunmuş, yanılmış da, başkaları ne demiş; çok kısa
olarak onlara da göz atmak istiyorum. Aynı gün, Türkiye Büyük Millet
Meclisinde, yani, burada konuşan Sayın Baykal, 2003 yılı bütçe görüşmeleri
sırasında enflasyon, reel faizler ve içborçlanma faizleriyle ilgili de, bakınız,
neler söylemiş: "Enflasyon, maalesef, olumsuz sinyaller vermeye
başlamıştır. 2003 yılının ocak ve şubat ayıyla ilgili enflasyon rakamları,
Türkiye'de enflasyonun, öngörüldüğü gibi, yüzde 20-yüzde 17 düzeyine ineceği
konusunda kuşkuya düşürmüştür. Sadece iki ayın enflasyon rakamları, TÜFE'de,
bize, bir yıl için beklenen enflasyon artışının yarısının gittiğini ortaya
koymuştur. İki ayda hedefin yarısı tüketilmiştir ve gerçekçi değerlendirmeler,
2003 yılına yönelik enflasyon bekleyişinin bu yılın altında olmasının kesin
olmadığı izlenimini vermektedir ve tam tersi ihtimaller de söz konusudur.
Geçmişte de, böyle, ilk adımları atıyoruz ve arkasından onu tutamıyoruz, onun
gereğini yerine getiremiyoruz; tekrar, enflasyon, kontrol edilemez bir hale
geliyor. Aman öyle olmasın!" Aman öyle olmadı Sayın Baykal: Onun için, bu
keyfi hep beraber paylaşalım diyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Yine, Sayın Baykal, aynı konuşmasında,
reel faizler için, bakınız, ne diyor: "Şimdi, geldiğimiz noktada,
maalesef, tekrar, 2002 seçim öncesi tabloya, reel faizlerin yükselmeye
başladığını görüyoruz. Reel faizler, siyasî zafiyetin bedelidir, siyasî
zafiyetin karşılığıdır ve bugünkü iktidarla ilgili olarak, kaygı verici bir
reel faiz tablosu ortaya çıkmaya başlamıştır." Sonuçlar böyle çıkmamış ve
reel faizler, yüzde 40'lardan yüzde 12'lere inmiştir.
Yine, bakınız, Sayın Baykal, aynı
konuşmasında, borçlanma faiziyle ilgili "Türkiye'nin bu sene ödeyeceği
içborçların toplamı 83 milyar dolar olarak gözüküyor. 83 milyar doları ödemeyeceğiz
de döndüreceğiz. 83 milyar doları döndürürken, borçlandığınız faizden, kötü
yönetimin sonucu, 10 puan daha fazla faiz öderseniz, ödeyeceğiniz ekfaiz 8 300
000 000 dolardır. Eğer iyi yönetim olursa, 83 milyar doları döndürürken
borçlandığınız faizden 10 puan daha aşağıya indirir, oradan, size 8 300 000 000
dolar kazandırır. Kötü yönetim ile iyi yönetim arasındaki fark 16 600 000 000
dolardır. Bu, kimsenin cebinden çıkmaz; vergi değildir, algı değildir. Bu,
güvenilirliğin, ciddiyetin, ne yapacağını bilmenin, gerçekleri doğru tespit
etmenin ve gereken adımları atmanın doğal sonucudur" demiş; yüzde yüzde
doğru demiş. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Aynı konuşmasında, Sayın Baykal, bakınız
ne diyor: "Ekonomide mucize olmaz, ekonomide sürpriz olmaz; sürpriz, at
yarışlarında olur, altılı ganyanda olur."
Şimdi, bu sürpriz olmuş ve içborçlanma
faizleri, Sayın Baykal'ın örneğini verdiği gibi, 10 puan düşmemiş, 20 puan
düşmemiş, neredeyse 30 puana yakın düşmüş ve sürpriz olmuştur. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın
Maliye Bakanından, Sayın Baykal'dan başka tahminlerinde yanılanlar yok mu,
biraz da o noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. TÜSİAD'ın Nisan 2003 tarihli
aylık dergisine bakmak ve oradaki tahminleri, çok özetle, sizinle paylaşmak
istiyorum. Buna göre, 2003 yılı itibariyle, enflasyonun TEFE'de yüzde 29,4;
TÜFE'de yüzde 26,7 olacağı, ithalatın 54 600 000 000 dolar, ihracatın 43 500
000 000 dolar olarak gerçekleşeceği, döviz kurunun dolarda 1 815 000 lira olacağı,
Merkez Bankası döviz rezervinin de 28 300 000 000 milyar dolar olarak kalacağı
tahmin edilmiştir. Bu tahminler de tutmadı. Umuyoruz ki, şimdi yapılacak olan
tahminler de, gelecek yıl sonu itibariyle tutmaz ve Türkiye, hak ettiği
kalkınmışlık sürecine bir an evvel girer.
Değerli arkadaşlarım, ancak, kabul
etmemiz, itiraf etmemiz gerekir ki, bu tablo çok kolay gerçekleştirilmemiştir;
bu tablo, Erzurum'da soğukta titreyen elleriyle yollarda çalışan işçilerimizin;
yazın kavurucu sıcağında Trakya'da, Harran'da, Konya Ovasında bereket arayan
köylümüzün; çok zor şartlar altında ayın sonunu getirmeye çalışan
öğretmenlerimizin, tüm memurlarımızın; can ve mal güvenliğimizi koruyan
polisimizin, askerimizin; kendine, ailesine ve vatanına yararlı olmak için,
küçük harçlıklarla, zor şartlar altında eğitimini sürdüren üniversiteli
gençlerimizin; dul ve yetimlerimizin, emeklilerimizin; dünyanın dört bir
yanında iş kovalayan cesur ve girişimci işadamlarımızın; yokluklardan mutfakta
mucize yaratan ev kadınlarımızın; esnaf ve sanatkârımızın ve sevgili
arkadaşlarım, en önemlisi de "şu anda benim işim yok; ama, gelecekte işim
olacak" diyen işsiz gençlerimizin, hepimizi derinden düşündürmesi gereken
fedakârlıkları, hoşgörüleri ve sabırları sayesinde gerçekleştirilmiştir; onlara
şükran borçluyuz. O nedenle, Sayın Baykal'ın, saydığım bu konuları da dile
getiren hatırlatmasını, hükümetin, önümüzdeki yıl uygulamasında gözden ırak
tutmamasını, dar ve sabit gelirli bu kesimin derdine mutlaka çare bulacak
politikalar üretmesini, özellikle de istihdam yaratan alanlara bir şekilde
kaynak aktarılmasını sağlamasını diliyor ve bekliyoruz.
Sayın Baykal'ın, bu sene yatırımlarında
rakamsal olarak meydana gelen azalmayla ilgili işaret ettiği noktalara da
katılmamak mümkün değil; ama, artık, hepimiz, bir siyasî tercihle karşı karşıya
kalmak durumundayız. Bu ülke kalkınmasını devlet eliyle mi yapacağız, yoksa
özel sektör eliyle mi yapacağız; Adalet ve Kalkınma Partisinin tercihi, Türkiye
kalkınmasının özel sektör eliyle yapılacağıdır. Ancak, bu sene, özel sektörün
de, gereği gibi, yeteri kadar yatırım yapmadığını, yatırım ortamının, artık,
yavaş yavaş Türkiye'ye geldiğini hep beraber biliyoruz, hep beraber yaşıyoruz.
Devlet yatırımlarında ise, ağırlıklı olarak altyapı yatırımlarına öncelik
verilmesi gerektiği ve bunun da, kıt imkânlara rağmen, 2003 yılında, olabildiği
kadarıyla verimli yapıldığı, 2004 yılı içerisinde de aynı politikaların
izleneceği anlaşılmaktadır. Buna rağmen, Devlet Planlama Teşkilatı rakamlarına
baktığımız zaman, 2003 yılı uygulamalarında, kamu ve özel sektör yatırımlarının
reel olarak yüzde 13 oranında arttığını görmekteyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bunlar yanında, bu yıl içerisinde uygulanan ekonomik program, malî disiplin ve
kararlılık, bizi, ekonominin yapısal yönlerinin giderek oturmaya başladığı,
havadan nem kapan bir ekonomiden, terörden ve savaştan tınmayan bir ekonomiye
geçtiğimiz noktasına getirmiştir. Ancak, hiç kuşku yok ki, hâlâ, çok büyük kamu
finansman açığı bulunan, iç ve dış sermayeli yatırımları, biraz evvel ifade
ettiğim gibi, henüz, istediği boyuta taşıyamamış ve bu nedenle de, başta
istihdam olmak üzere, ekonominin sosyal yanıyla ilgili yapacak çok işi bulunan
Türkiye'nin ve bu hükümetin, elbette, halka vereceği, halka vermesi gereken
daha çok şeyi vardır.
Reel faizler yüzde 40'lardan yüzde 12'lere
düşmüş ve bu, hayal edilemeyecek bir hedef olarak gerçekleştirilmiştir. Böyle
olsa bile, reel faizin daha da aşağılara inmesi gerekir ve faizin, bir
tasarrufları gasp ve gelir kaynağı olmaktan çıkarılması gerekir diye
düşünmekteyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Toptan, süreniz bitti;
lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.
KÖKSAL TOPTAN (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Baykal'ın da üzerinde durduğu gibi,
Türkiye'nin, özelleştirmede istediği hedeflere varamadığı bilinmektedir.
Özelleştirmeden elde edilen gelirlerin, ancak Özelleştirme İdaresinin
Dairesinin masraflarına yettiği, yıllardan beri süregelen bir şikâyettir. Bu
arada, iyi niyetlerle kurulduğuna şüphe etmediğimiz ve sayısı hiç de az olmayan
özerk kurulların da böyle bir akıbete sürüklenmemesini ve bunun önlemlerinin
şimdiden alınmasını ümit ediyoruz. Bankaları özelleştirelim derken, onları,
âdeta devletleştirirken, bir de KİT'leri özelleştirmeye çalışırken daha büyük
KİT'ler yaratmamalıyız diye düşünmekteyiz.
Diğer taraftan, ancak 100 milyar dolarlık
bir ekonomik büyüklüğe sahip olan bankacılık sektöründe, hükümetin aldığı ve
almayı düşündüğü kararların bir an evvel hayata geçirilerek, bankaların,
ekonominin aktif aktörü haline getirilmesini ve bu sektörün, güvene, istikrara
ve güçlü bir yapıya kavuşturulmasını dilemekteyiz.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, son
birkaç yıldır Türkiye'de yaşanan yolsuzluk olayları ve iddiaları, hepimizin
dikkatini, bir kere daha yargı üzerinde yoğunlaştırmıştır. Yargıdan beklentiler
düne göre daha da artmış, savcı ve hâkimlerimizin kimi kere olmayan
yetkilerinin niçin kullanılmadığı çok aydın çevrelerde bile tartışılmış, gazete
manşetlerinde sorgulanmıştır. Hükümet, bir yandan, uyum yasalarıyla Türkiye'yi
daha özgür ve demokrat yapmaya çalışarak dev adımlar atarken, öte yandan,
yolsuzluk mücadelesinde de, tam aksine, yolsuzların hareket alanını daraltan ve
bu amaçla da savcı ve hâkimlerimizin yasal güçlerini artıran önlemleri alarak
yürürlüğe koymuştur. Böylece, Türkiye, giderek, faize dayalı rant ekonomisiyle
devlet ve millet kaynaklarının haksız kullanımı demek olan yolsuzluk ekonomisi
sarmalından kurtulacaktır. Bu mücadelede, elbette ki, kuvvetler ayrılığı ilkesi
gereği önemli bir erk olan bağımsız yargı çok önem taşımaktadır. Bağımsız ve
güvenilir yargı tartışmalarını toplumumuzun yapması doğaldır. 1961 ve 1982
Anayasalarının getirdiği düzenlemelerden hangisinin doğru olduğu, yargı
bağımsızlığı için getirilen anayasal düzenlemelerin yeterli olup olmadığı hep
tartışılır, tartışılmalıdır. Esasen bunu, yargı, kendisi de yapmaktadır.
Yargıtayın eski bir Sayın Başkanının adlî yıl açış konuşmasında "hâkimler
vicdanlarıyla cüzdanları arasına sıkışmışlardır" isyanı ne kadar herkesi
düşündürmüşse, Yargıtayın şimdiki Sayın Başkanı Eraslan Özkaya'nın bu yılki
adlî yıl açış konuşmasındaki "Türk hukukunda hak ve özgürlüklerin
güvenceye kavuşturulmasında hukukun üstünlüğünün sağlanmasındaki ikincil unsuru
da tam olarak gerçekleştirdiğini; yargının, doğru, etkin ve zamanında işlevini
yerine getirdiğini söylemek olanağı yoktur" sözleri de dikkatle analiz
edilmelidir. O zaman, iktidar ve muhalefet olarak, hukukun üstünlüğünün
sağlanması yolunda bağımsız bir yargının önündeki engelleri kaldırmak için hep
beraber hareket etmeliyiz. Durum buyken, bazı milletvekili arkadaşlarımızın
yukarıdaki sözleri teyit eden beyanlarını esas alarak suçlamalarda bulunmak
bana göre haksızlıktır. Sadece dokunulmazlıkla ilgili tartışmalarda değil, her
alanda bağımsız yargı herkese lazımdır, herkesin güvencesidir. Bunda kimsenin
kuşkusu yoktur.
Uygulamada zaman zaman yanlışlıklar,
haksızlıklar da olmuştur, pek çok insan da bu uygulamaların mağduru olmuştur;
bu, tüm dünyada da olmaktadır; ama, çok dar zamanlarda; 12 Eylül 1980
sonrasında Türk yargısının ne denli cesur kararlar verdiğini ve pek çok
mağduriyeti nasıl önlediğini, yaşayan bir kişi olarak ben bilmekteyim. O
nedenle, yargıya güvenmemek diye bir şey yok; inanalım ve güvenelim; ki,
Türkiye'de hâkimler vardır, çok zor şartlar içerisinde görevini yapmaya çalışan
hâkimler vardır.
Hükümetin bu alanda yaptığı birtakım
iyileşmelere dikkatinizi çekmek istiyorum. Türk Ceza Kanunu, usul kanunları
başta olmak üzere, pek çok kanun tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet
Komisyonunda tartışılmış, pek çok kanun tasarısı buradan geçmiş ve bu arada,
bölge adliye mahkemeleri, adalet akademisi gibi reform nitelikli yasa
tasarıları da Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçerek yasalaşmıştır.
Adalet Bakanlığının bu konulardaki gayret
ve kararlılığını, gerçekten, yürekten kutluyoruz ve şahsen, ben, Adalet
Komisyonunda görev yapan Cumhuriyet Halk Partili ve AK Partili arkadaşlarıma da
yürekten teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yargı bağımsızlığıyla ilgili kalan eksikleri gidermek ve tam bağımsız ve etkin
bir yargı ortamı yaratmak hepimizin görevidir. Anayasanın 83 üncü maddesiyle
düzenlenen milletvekili dokunulmazlığı, Türk toplumunda sürekli tartışılan ve
kapsamı üzerinde çeşitli eleştiriler getirilen bir konudur.
Demokrasilerde, yasama organı üyelerinin
bu görevlerini, baskı, engel ve yargılama korkusundan uzak, çekinmeden yerine
getirebilmeleri, modern demokrasilerin üzerinde mutabık kaldıkları bir
husustur; kapsamı konusunda ise farklılıklar vardır.
Bizim Anayasamız, gereksiz ayrıntılara
girerek, milletvekillerini, trafik cezası ödemekten, herhangi bir olay
nedeniyle bilgisine bile başvurmaktan sakınmış, katı bir dokunulmazlık
getirmiştir. Bize göre de bu doğru değildir; ancak, Türk yönetim tarzında,
devlet adına, millet adına bir erk kullanıp da dokunulmazlığı olmayan, sevgili
arkadaşlarım, sadece çaycılar ve odacılar kalmıştır, herkesin dokunulmazlığı
vardır.
O nedenle, doğrusu olan, bütün
dokunulmazlık olayını masanın üzerine yatırmak ve üyesi olmaya çalıştığımız
Avrupa Birliği üyesi ülkelerde sorun nasıl çözülmüşse, durum ne ise, ona göre
hareket etmektir diye düşünmekteyim.
Böyle yapmayıp da, sorunu, sadece
milletvekili dokunulmazlığıyla sınırlı tutup "tüm yolsuzlukların zırhı bu
hükümlerdir" diye bir kanı uyandırırsak, en azından, Yüce Meclise ve onun
çok değerli milletvekillerine haksızlık yapmış oluruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu
tartışmaları geçen yasama döneminde de yaşadık. Geçen dönem Mecliste olup da şu
anda aramızda bulunmayan yaklaşık 500 milletvekili arkadaşımız var. Sormak
gerekir, bunların hangisi takipte, hangisi hapiste?!
Sözlerimi, izin verirseniz, toparlamak
istiyorum.
Bir büyük Türkiye'yi hep beraber yapma
gayretleri içerisinde birbirimizi eleştirirken, birbirimizin eksiklerini dile
getirirken, kesinlikle, Türkiye'nin birliğinden, bütünlüğünden ödün vermeden
hareket etmek zorundayız; çünkü, bu gemide hepimiz varız. Ben, Sayın Baykal'ın
bugün yapmış olduğu konuşmaya bir kere daha teşekkür etmek istiyorum; çünkü, bu
anlayış, bizi, varmak istediğimiz hedefe vardıracaktır diye düşünmekteyim. Bir
kere daha, ben, şu kanıya vardım ki, anlatmaya çalıştığım büyük Türkiye
vizyonunu, bu kadrolar -muhalefetiyle olsun, iktidarıyla olsun-
gerçekleştirebilecek bir iyi niyete ve bir büyük güce sahiptir. O nedenle,
şimdi, hemen şimdi, bu konuda herkes üzerine düşeni yapmak göreviyle karşı
karşıyadır.
2004 yılı bütçesinin aziz milletimize
hayırlı olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum ve sözlerimi, sevgili
arkadaşlarım, Anadolunun iki yağız delikanlısının ortak sevdası olduğunu
bildiğim Şeyh Edebali'nin şu sözleriyle bitirmek istiyorum: "İnsanı yaşat
ki, devlet yaşasın."
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Toptan, çok teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına
yapılan konuşmalar bitmiştir; şahısları adına yapılacak konuşmalara geçiyorum.
İlk söz, bütçenin lehinde söz isteyen,
Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün'e aittir.
Sayın Ergün, buyurun efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 10 dakika.
NİHAT ERGÜN (Kocaeli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2004 yılı Malî Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde, şahsım
adına, söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 2004 yılı bütçesi üzerinde görüşmeler
yapıyoruz ve böylesine bir bütçeyi görüştüğümüz ortamın nasıl bir ortam
olduğunu ve böylesine bir bütçeye bizi getiren günlerin nasıl günler olduğunu
kısaca özetlemekte yarar var.
Biliyorsunuz, bütçeler üzerinde
eleştiriler de olabilir, bütçelerin kendi içerisinde taşıdığı Türkiye vizyonuna
yönelik iyimser yaklaşımlar da olabilir. Elbette, muhalefet partileri, bütçeler
üzerindeki eleştiri noktalarını ortaya koyacaklardır ve koymuşlardır;
Türkiye'nin büyüklüğü ile bu bütçenin büyüklüğü arasındaki ilişkileri
irdelemeye çalışmışlardır. Bu eleştirileri bir kenara koymak kaydıyla, Türkiye
Cumhuriyetinin 59 uncu hükümetinin getirmiş olduğu, hükümetimizin getirmiş
olduğu bu bütçenin, aynı zamanda, Türkiye'nin geçmişten kaynaklanan sorunlarını
çözme kabiliyetini içerisinde taşıdığı gibi Türkiye'nin geleceğine dair
umutları da bünyesinde taşıdığı çok açık bir gerçektir.
Türkiye, bugünlere, bir siyasî
istikrarsızlık ortamından, ekonomik ve sosyal dengelerin altüst olduğu, bütçe
disiplininin yok olduğu bir ortamdan gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, geçmiş
dönemlerde, Türkiye uzun yıllar koalisyonlarla idare edildi ve koalisyonlar,
gerçekten, Türkiye'nin sorunlarını çözme konusunda bize büyük güçlükler
yaşattılar. Siyasî istikrarsızlık, aynı zamanda ekonomik istikrarsızlık
anlamına da geldi ve millet, siyasî istikrarsızlığın doğurmuş olduğu, kötü
yönetimlerin doğurmuş olduğu ekonomik istikrarsızlıkların, ekonomik
problemlerin altında gerçekten ezildi ve milletimiz, Türkiye'nin ekonomik
problemlerinin, sosyal problemlerinin, dışpolitika problemlerinin çözüm
anahtarı olarak öncelikle siyasî istikrarın temin edilmesini gördü ve 3 Kasım
2002 seçimlerinde, siyasî istikrarı, milletimiz, kendi eliyle temin etti.
Siyasî istikrarın temininden maksadım,
sadece AK Partinin tek başına iktidara getirilmiş olması değildir; aynı zamanda
Türk siyasetinin yeniden yapılandırılma iradesidir. Aziz milletimiz, Türk
siyasetini bir muhafazakâr demokrat partinin iktidarı ve bir sosyal demokrat
partinin muhalefeti çerçevesinde örgütleme iradesini de beyan etmiştir. Yani,
bir yandan Adalet ve Kalkınma Partisini iktidara getirirken, bir yandan sosyal
demokrat bir siyasî parti olarak muhalefet yapma görevini Cumhuriyet Halk
Partisine vermiştir. Türkiye'nin en köklü siyasî partisi olan ve Türk siyasî
geleneğinde önemli rolü olan bir siyasî partinin muhalefeti ile muhafazakâr
demokrat partinin bir iktidarını birlikte bugün görüyoruz. İki kanatlı bir
siyasî yapıyı öngörmüş ve bu siyasî yapıyı, Türkiye'nin problemlerinin çözüm
anahtarının başlangıcı olarak kabul etmiştir ve gerçekten de bugün siyasî
istikrar vardır. Bugün 2004 yılı bütçesini görüşüyoruz; biz, Parlamento olarak
bu bütçeyi görüşürken, Sayın Başbakanımız, Sayın Dışişleri Bakanımız,
Türkiye'nin uluslararası menfaatlarını ve çıkarlarını gözeten başka
toplantılarda bulunmak üzere Özbekistan'da, Japonya'da ya da dünyanın başka
yerlerinde ülkemiz adına başka temaslarda rahatça bulunabiliyorlar. Türkiye, bu
kadar güven, bu kadar istikrar ortamında 2004 yılı bütçesini görüşebilme
imkânına kavuşmuştur.
Değerli arkadaşlar, 2002 yılında yapılan,
bir seçimdir. Seçimler, demokrasiye ait kavramlardır ve bu nedenle, seçimle
gelen iktidarlar, demokrasiyi, hukuk devleti ilkelerini, hukukun üstünlüğünü ve
piyasa ekonomisi kurallarını gözeterek icraatlarını yaparlar. Bu nedenle, AK
Parti İktidarı da, icraatlarını yaparken, bir yandan demokratik şartları
gözetmekte, bir yandan hukuk devleti ilkelerini, bir yandan da piyasa
ekonomisinin kurallarını gözetmeye kendisini mecbur hissetmektedir. Çünkü,
bunlar olmazsa, o zaman, Türkiye'de, gerçekten, ekonomik problemleri başka
koşullar altında çözmek, demokrasinin olmadığı, hukukun hiçe sayıldığı ve
piyasa ekonomisi şartlarından başka bir ekonomik modele doğru geçildiği bir
atmosferi özlemek gerekir ki, onun da, dünyanın başına neler açtığını ve hiçbir
sorunun çözümüne katkı sağlamadığını hepimiz, hepiniz yakın tarih içerisinde
görmüş bulunuyoruz. Ancak, demokratik süreçler içerisinde hukukun üstünlüğünü,
hukuk devleti ilkelerini ve piyasa ekonomisi şartlarını gözeterek sorunları
çözmek, uzun, ince bir yoldur. Seçimlerle doğan sonuçlardan devrimlerle doğan
sonuçlar beklenemez. Devrimler çoğu zaman demokrasiyi gözardı ederler, çoğu
zaman hukuku gözardı ederler, çoğu zaman piyasa ekonomisi koşullarını gözardı
ederler. Mademki Türkiye'de yeni bir iktidar, yeni bir siyasî istikrar temin
edilmiştir; bu siyasî istikrar içerisinde, sabırla ve metanetle; ama,
demokrasiyi gözeterek, hukuk devleti ilkelerini gözeterek ve piyasa ekonomisi
şartları içerisinde problemlerimizi çözeceğiz.
Değerli arkadaşlar, ülkenin içinde
bulunduğu şartlar ile ülkenin hazırlamış olduğu, ülke yönetiminin hazırlamış
olduğu bütçeler arasında elbette çok yakın ilişkiler vardır. Eğer, ülkenin
içinde bulunduğu, yaşamış olduğu şartlar, geçmişten gelen büyük problemleri
bünyesinde taşımıyor olsaydı, elbette, bugün konuştuğumuz bütçe, bugün
konuştuğumuzdan çok daha farklı bir bütçe olabilirdi. Yatırım harcamalarının
çok daha yukarıda olduğu, sağlığa, eğitime, adalete, diğer sosyal güvenlik
kurumlarına harcanacak olan ödeneklerin çok daha fazla olduğu bir bütçeyle
karşı karşıya kalabilirdik, kalmalıydık da; çünkü, Türkiye'nin büyüklüğü, çok daha
büyük rakamlarla bütçeler meydana getirmeyi gerekli kılıyor. Ama, Türkiye,
içinde bulunduğumuz şartlara geçmişten, ağır yüklerle gelmiştir. Bu ağır
yüklerin içinde, bu ağır yükleri birlikte çözmeye mecburuz, bu ağır yüklerin
bize dayattığı şartlarla bütçe imkânlarını zorluyoruz.
Bu bütçe ne barındırıyor içerisinde; halk,
bizler, bu bütçeden ne bekliyoruz ve bizim beklentilerimizi karşılayabilecek
işaretleri bütçe kendi içerisinde taşıyor mu; evet.
Değerli arkadaşlar, biz, bütçeden, israfın
önüne geçilmesini bekliyoruz. Biz, bütçeden, bütçe uygulamalarından, bütçenin
yapılış tarzından, yolsuzluğun ve yoksulluğun önüne geçilmesini bekliyoruz.
Biz, bütçeden, Türkiye'nin, içinde bulunduğu borç ve faiz batağından
çıkarılmasını bekliyoruz ve biz, bu bütçe uygulamalarından, bütçe
rakamlarından, işsizliğin azaltılması, istihdamın artırılması imkânlarının
yaratılmasını bekliyoruz. Bütün bunların işaretlerini bu bütçe içerisinde
görebiliyor muyuz; evet.
Değerli arkadaşlar, hem 2003 yılı bütçesi
hem de 2004 yılı bütçesi, kendi bünyesinde bu imkânları barındırmaktadır;
çünkü, benden önceki konuşmacıların da ifade ettikleri gibi, gerçekten, bu
bütçe uygulamalarıyla faiz oranları yüzde 70'lerden yüzde yüzde 25'lere
indirilmiştir. Enflasyon, yüzde 20'lerin altına çekilmiştir ve borcun, gayri
safî millî hâsıla içindeki payı, yüzde 100'lerden yüzde 70'lerin altına
çekilmiştir; yüzde 60'ların altına da çekilme istidası bu bütçenin içerisinde
görülmektedir.
Aynı zamanda, 2004 yılı hedefleri olarak,
enflasyonun yüzde 10'lara çekildiği, Türkiye'de faiz oranlarının yüzde 15'lerde
olduğu, borçların gayri safî milî hâsıla içerisindeki payının yüzde 60'ların
altına düştüğü bir tabloyu görme imkânımız vardır. Bu bütçe, bu imkânları
bünyesinde barındırmakta ve Türkiye'ye, yeni bir Türkiye vizyonu sunma şansını
önümüze koymaktadır.
2003 yılı ve 2004 yılı bütçeleri, aslında,
devletin, bir sosyal devlet olma gereği yapacağı eğitim, sağlık ve sosyal
yardım harcamalarının artırılmasına bir zemin hazırlamaktadır; çünkü, geçmiş
uygulamalardaki dağınıklık, geçmişteki israf, geçmişteki yolsuzluk, geçmişteki
kötü yönetimin bugüne taşıdığı gerçekler, bizim, eğitimde, sağlıkta ve sosyal
yardım harcamalarında, gerçekten Türkiye'nin önüne çok ciddî rakamlar koymamıza
engel teşkil etmektedir. Ama, hem 2003 yılı bütçesi hem de 2004 yılı bütçesi,
Türkiye'nin geleceğinde, eğitimin, sağlığın ve sosyal yardım
harcamalarının gerçekten ciddî manada
artacağının işaretlerini bizim önümüze koymaktadır. 2005 ve 2006 yıllarında,
özellikle, bunların nasıl olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Değerli arkadaşlar, bu bütçe
uygulamalarıyla, artık, devlet yeni bir şekle kavuşuyor. Devlet, piyasadaki
parayı üretime ve istihdama gitmesi gereken, yatırıma gitmesi gereken parayı
yüksek faizle çeken, emen bir ekonomiden, artık, yüksek faizle para ihtiyacı
olmayan, yüksek faizden gelir elde etmeyi kârlı bulmayan, ticareti, üretimi....
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ergün, süreniz bitti;
lütfen konuşmanızı tamamlayın.
NİHAT ERGÜN (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın
Başkan; teşekkür ederim.
...ve yatırımı daha kârlı bulan bir
ekonomik atmosfere doğru Türkiye'yi götürmektedir; çünkü, Türkiye, çok daha
kolay borç bulabilmektedir; çok daha çeşitli kaynaklardan borç bulabildiği
gibi, çok ucuza borç bulabilme imkânını elde etmiştir. Artık, devlet,
kaynaklarını israf eden değil, kaynakları etkin ve verimli kullanan bir devlet
haline, siyasî istikrar ve iyi bir yönetimle kavuşmuş bulunuyor. Daha az
parayla daha çok iş yapma kabiliyetini devlet yakalamış bulunuyor. Bu nedenle
de, artık, devletin piyasadan yüksek faizle para talebi önemli oranda ortadan
kalkmış bulunuyor; yüksek faizle devlete borç vererek ayakta kalan, rant elde
eden kesimlerin de, artık, uluslararası piyasalara, iç piyasaya, yatırıma ve
üretime yönelmesinin zamanı gelmiş bulunuyor. İşte, bu bütçe imkânları, bize,
bunu gerçekten sağlıyor. Bu nedenle, 2004 yılı bütçesi, kendi içerisinde,
geleceğe dair ciddî umutları önümüze koymaktadır. Hele, 2004 yılı bütçe
uygulamasıyla az önce söylediğim hedeflere ulaştığımızda, yani, enflasyonun
yüzde 10'lara çekildiği ve faiz oranlarının yüzde 15'lere çekildiği, gayri safî
millî hâsılanın, hedefte olduğu gibi, yaklaşık 300 milyar dolara ulaştığı ve
aştığı bir noktada, 2005 yılında, Türkiye, yeni bir tabloyla karşı karşıya
kalmış olacaktır. Ekonomiden sorumlu değerli Devlet Bakanımızın ve Maliye
Bakanımızın da açıklamış olduğu gibi, Türkiye, parasından 6 sıfır atma
aşamasına gelmiştir. Artık, kendi çocuklarımıza anlatmış olduğumuz "biz
çocukluğumuzda simidi 50 kuruşa alıyorduk" dediğimiz hadiseyi, 2005
yılından itibaren Türkiye yeniden yaşamaya başlayacak ve Türkiye'de insanlar
simidi 50 kuruşa alabilecek bir imkânı gerçekten elde etmiş olacaklardır. Bu
açıdan, bu tablonun devamı, Türkiye'de ekonomik istikrarın sürdürülebilir
olmasına bağlıdır, ekonomik istikrarın sürdürülebilir olması, siyasî istikrarın
sürdürülebilir olmasına bağlıdır. Bu nedenle, iktidar ve muhalefet olarak
üzerimize düşen görev, Türkiye'de, mutlak surette, siyasî istikrarın sürdürülebilirliğine
katkı sağlamamız gerekiyor; bunun önemli adımları vardır.
Değerli arkadaşlar, biz, bir yandan
iktidar olarak, muhafazakâr demokrat tabandaki desteğimizi artırırken, bir
yandan da muhalefetin, sosyal demokrat tabandaki desteğini artırması ve
geliştirmesinin imkânları ve fırsatları ülkemizde vardır. Önümüzdeki mahallî
idareler seçimlerini, hem iktidar hem de muhalefet, Türkiye'de siyasî
istikrarın devamına katkı sağlayabilecek olan bir fırsat olarak görmelidir.
Ülkemizin sorunlarını nasıl fırsata dönüştürdüysek, ülkemizin önündeki yeni
fırsatları da siyasî istikrara dönüştürmenin yolunu bulmamız gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, fırsatlar, hazırlıklı
beyinler için fırsattır; yoksa, fırsatlar, hazırlıklı olunmadığı zaman bulutlar
gibidir, gelirler ve geçerler. Türkiye Cumhuriyeti Devletine, milletimiz,
siyasî istikrarın devamı ve problemlerinin çözümü için, büyük bir fırsat
vermiştir. Bu fırsatı, AK Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak iyi
kullanmalıyız, iyi değerlendirmeliyiz; Türkiye siyasetinin muhafazakâr demokrat
ve sosyal demokrat bir ikili çizgide devam etmesini sağlamalıyız.
Son söz olarak şunu söylemek istiyorum ve
sözlerimi bitiriyorum: Evimizin sorunları var; evimizin sorunlarını, evin
halkıyla paylaşmalıyız. Ülkemizin gerçek sahibi olan milletimizle, sürekli, hem
iktidar olarak hem muhalefet olarak bir araya gelmekten kesinlikle endişe
etmemeliyiz. Bu sorunlarımızı, köylümüzle, esnafımızla, işçimizle,
dargelirlimizle, memurumuzla paylaşmalıyız. İktidar milletvekillerine, muhalefet
milletvekillerine ve bakanlarımıza düşen en önemli görevlerden bir tanesinin bu
olduğunu düşünüyorum; çünkü, evin sorunlarını evdekilerle paylaştığımız sürece,
evdekiler, bu sorunların çözümüne katkı sağlayacaklardır. Eğer, katlanmamız
gereken sıkıntılar varsa, evdekiler, katlanmamız gereken sıkıntılara bizlerle
beraber, hatta bizim tahmin ettiğimizden çok daha fazla, çok daha güçlü bir
iradeyle katlanma imkânını bize sağlamış olacaklardır. Bu nedenle,
Parlamentonun, milletvekillerimizin, iktidar ve muhalefet olarak, halktan
kopmaması gerekmektedir.
Milletimizin hassasiyetlerine dikkat
etmemiz gerektiğini; yeni dönemde, söylemlerimizde ve eylemlerimizde,
milletimizin siyasete ve siyasetçiye olan güvenini sarsacak tavır ve
davranışlardan uzak kalmamamız gerektiğini hatırlatıyor, bu duygu ve
düşüncelerle, hükümetimizin 2004 yılı malî bütçesine olumlu oy vereceğimi ifade
ediyorum ve bütçenin, aziz milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor,
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Ergün, çok teşekkür ederim.
Hükümet söz istemektedir.
Sayın Maliye Bakanı Kemal Unakıtan;
buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) -
Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
burada, saat 11.00'de başlayan ve devam eden, 2004 yılı bütçe görüşmelerini
yapıyoruz. Hükümet olarak biz, sunumumuzu yaptık; muhalefet partisi adına Sayın
Genel Başkan, AK Parti adına da Sayın Köksal Toptan görüşlerini açıkladılar;
şahsı adına konuşmalar yapıldı ve devam ediyor. Ben, burada, şimdiye kadar
yapılmış olan konuşmaları dikkatle dinlemeye gayret gösterdim. Önce,
konuşmalarından dolayı, bütün konuşmacılara teşekkürlerimi sunuyorum; çünkü,
bütçeler, bir hükümetin, önümüzdeki dönemde ne işler yapacağını ve yapacağı bu
işler dolayısıyla, o yapacağı harcamalar dolayısıyla, o gelirleri nasıl elde
edeceğini göstermesi açısından, bütün milleti, her kesimi ve herkesi çok
yakından ilgilendirmektedir; dolayısıyla da, bu millet bizi seçti getirdi ve
buradaki, bu çatı altındaki bütün milletvekillerini de çok yakından
ilgilendirmektedir.
Şimdi, tabiî, muhalefet partisinin Sayın
Başkanını, ben de, iyi dinlemeye gayret ettim; çünkü, bizim, hükümet olarak,
Parti olarak anlayışımız, yapılan bütün tenkitlere kulak vermek, iyi dinlemek,
alacağımız iyi şeyler varsa da, onları alıp, tatbik etmektir; bizim düşüncemiz
bu ve bunu, aynı zamanda, bütün sivil toplum örgütlerine de yapıyoruz ve
yapacağımız işi toplumla paylaşmak istiyoruz. Sayın Baykal da, burada, bütçe
görüşmelerinin ne kadar önemli olduğunu ifade etti ve bundan dolayı da "bu
kadar önemli bir görüşmede, acaba, Sayın Başbakan niye yok" diye, Sayın
Başbakanımıza biraz tarizde bulundu. Takdir edersiniz ki, Türkiye Cumhuriyeti,
son günlerde, en aktif Başbakanını görüyor; yani, o kadar ki, ülkenin içinde,
dışında, doğusunda, batısında, kuzeyinde, her yerde Başbakan var. Dış ülkelere
yapmış olduğu seyahatler de fazla oluyor ve ülkemizin itibarının artmış
olmasından dolayı da herkes Başbakanımızı davet ediyor, görüşmek istiyor;
kimileri geliyor, kimileri de davet ediyor; bunlar da daha önceden yapılmış
olan programlardır, Dışişleri Bakanlığı tarafından önceden saati, gidişi, her
şeyi programlanır; bütçe görüşmelerinin bugün başlamasından önce programlanmış
olmasından dolayı burada bulunamadı.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Ayarlayın.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Bütün bakanlar
mı öyle?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Bütçe görüşmeleri bu kadar çok önemli, evet; peki, Sayın Baykal konuşmasını
yapar yapmaz niye gitti? Bütçe görüşmeleri mi önemli, Sayın Baykal'ın konuşması
mı önemli; ben onu anlayamadım. Mademki önemli, o zaman hep beraber dinleyelim
burada. Sonra, tabiî biz hükümetiz, ben Maliye Bakanı olarak da bütçeyi
savunuyorum; hani, kendini övmek gibi olmasın; ama, böyle kıymetli bir Maliye
Bakanı olunca da rahatlıkla gitti Sayın Başbakanımız, yani. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın arkadaşlar, bütçe teknik bir
konudur. Teknik konu olması hasebiyle burada teknik bazı tenkitler de
getirilmiştir, yeniden değerlemeler yapılmıştır, o konulara ben öncelik vermek
istiyorum ve cevaplandırırken Sayın Genel Başkana da son derece saygılı bir
şekilde cevap vermeye gayret edeceğim; çünkü partilerin genel başkanları saygı
gösterilmeye değer kimselerdir.
OĞUZ OYAN (İzmir) - Karşı cevap hakkımız
olacak mı?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Tabiî, tabiî... Başkan bilir tabiî.
Şimdi, Sayın Baykal, borç yükünden
başladı, yine teknik olması hasebiyle söylüyorum, cari açıklarla devam etti,
yatırım ve büyümelerden bahsetti ve işsizlik konusuna değindi; ana konular
bunlar, diğer konular da var tabiî; ama, ekonomik bakımdan ana konular bunlar.
Şimdi, bakınız, borç yükü
değerlendirmeleri, Avrupa kriterlerine göre, gayri safî millî hâsılaya
oranlarıyla ölçülür. Maastricht Kriterleri vardır, bütün Avrupa Birliği için
geçerli çağdaş kriterlerdir bunlar ve bu kriterlere göre, bu oran yüzde 60'tır,
60 tutturulacak, 60'ın altında olması lazım. Şimdi, 60'ın altında olmadığından
dolayı da bir sıkıntı var Avrupa Birliğinde; Almanya, Fransa bu kriterleri
biraz aşmış durumda. Onlara da Konsey yeni bir şey verdi.
Bizde borç yükü çok fazlaydı; yani,
Türkiye'nin en mühim meselelerinden biri, işte, o kamu borç yükü, fevkalade
fazla olmuş; neden; bana göre, kötü yönetimden. Böyle yönetilmez. Ondan
olmuştur.
Biz geldik, borç yükünü devraldık. O borç
yükü fazla olmakla beraber, bir kötü tarafıda, yapılandırma, vadeleri çok
kötüydü; yani, devlet, üç aydan fazla borçlanamaz hale gelmişti. Öyle bir şey
devraldık ve bundan dolayı da, o borçların faizleri katrilyonlarca lira, 2003
yılı için 65,5 katrilyon lira hesaplanıyordu.
Şimdi, biz, bu borçları ödeyeceğiz,
faizlerini de ödeyeceğiz. Ondan sonra, hem borcu öde hem faizi öde hem de borcu
düşür... Böyle olmaz o; hesabı hepimiz yapalım. Nasıl olur; bu borçlanma gereği
azaltılır, borçlanma gereği gide gide azaltılır. İşte, biz, bir defa, borçlanma
gereğini azalttık.
Şimdi, bakın, ben söyleyeyim; kasım ayına
kadar bilfiil ödediğimiz faizler 53 katrilyon lira. Bunlar, daha önce alınmış
borçların faizi. Bunun karşılığında sen ne kadar borçlanmışsın; 36 katrilyon
lira. Demek ki, ben borçlanmam gerekenden 17 katrilyon lira daha az
borçlanmışım. Ondan dolayı da gayri safî millî hâsılaya göre, yüzde 90'lara
çıkmış olan borç, yüzde 70'lere iniyor. Belli bir zaman içerisinde de -akşamdan
sabaha olmaz bu işler- 60'ın altına ineceğiz; yani, Avrupa Birliği kriterlerine
uyacağız. Dolayısıyla burada "nominal olarak borç arttı" demek, ya bu
hesabı yapmamak yahut da ben muhalefetim, ille bir şeyler söyleyeceğim
demektir. Söyle de, bu iş biraz da uygun olsun.
Borçlanma gereğini azaltıyoruz, faizleri
düşürüyoruz ve artık, bir yıllık, iki yıllık, yedi yıllık, on yıllık
borçlanıyoruz. Dış pazarlara da baktığınız zaman, eskiden 80'lerde olan
talepler, şimdi 130'ların üzerine çıktı; yani, talep ediliyor. Şu anda da -her
şeyi açıklamıyoruz ama- bize borç vermek için kapımızda bekleyenler var; ama,
biz de, her gelene "aman ne güzel, borç para bulduk, alacağız"
demiyoruz. Bize uygun mudur, değil midir diye inceliyoruz; gerekli görürsek alırız
gerekli görmezsek almayız. Neden; hesabımızı kitabımızı yaparak adım atıyoruz;
mesele bu.
Şimdi "reel faizleri yüksek
ödüyorsunuz" denildi; bir, bir sene öncesine bakın bir de şimdiye bakın.
Sayın Toptan da bunları açıkladı, kendisine de teşekkür ediyorum. Bakın, 2002
Haziran ayında iç borçlanma reel faizleri yüzde 31, 2002 Ekim ayında yüzde 28,
2002 Kasım ayında yüzde 21.
Şimdi, bir Irak savaşı geçirdik; Irak
savaşında her şey bıçak gibi kesildi, hepiniz biliyorsunuz. Enflasyon da yüksek
çıktı, o da yüksek çıktı; ama, Irak savaşı geçer geçmez, orada da yüzde 25'lere
çıktı; ama, 2003 Kasım ayı borçlanmasında yüzde 12'ye indi; nereden; 31'den
12'ye iniyor. Bu, daha da inecek. Niye; çünkü, devlete güvenilirlik geldi.
Şimdi herkes Türkiye için iyi şeyler konuşuyor. Bana, diğer bakan
arkadaşlarımıza, Başbakanımıza, yurt içinden, yurt dışından, ekonomiyle ilgili
birçok otorite geliyor, finans sektöründen birçok kimse geliyor, büyük banka
sahipleri geliyor, beynelmilel kuruluş temsilcileri geliyor, onların raporları
geliyor; öyle, gösterişten, kimse Türkiye'ye "iyi" demez. Öyle
yaranacak da, bilmem ne olacak da... Kimse kimsenin kara kaşı için kara gözü
için bunu söylemez; bitti, yok öyle şey! İyi diyorlarsa, notunu
yükseltiyorlarsa tamam, doğru yoldasın; mesele bu.
Şimdi, biz başka ne yapmışız; faizlerin
gayri safî millî hâsılaya olan yükünü de azaltıyoruz; çünkü, o faiz kamburu
dediğim çekilmez bir yükü; devletin üzerinde, neredeyse soygun gibi olan bir
yükü, 2002'de yüzde 19 iken 2003'te yüzde 16'ya indiriyoruz, 2004'te yüzde 15'e
indiriyoruz. Borçlanma gereğini de, 2002'de yüzde 12,8 iken, 2003'te 8,7'ye
indiriyoruz. Bunlar, rakamlardır; buradaki istatistikî rakamlar herkese
açıktır. Onun için, tamam, tenkit edilelim; ama, bunu rakamlara göre yapalım.
Şimdi, gelelim cari açık meselesine. Bir
şey arz etmek istiyorum; tabiî, sayın muhalefete de şöyle hak veriyorum; işleri
de zor. Ne yapalım -başarılı olduk- tenkit de zor. Neyi tenkit edecek; zor.
SEDAT PEKEL (Balıkesir) - Millet kan
ağlıyor!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Şimdi, 2003 yılı bütçesinde nasıl tenkitler yapılmıştı, ben, o zamanı iyi
hatırlıyorum. Tabiî, o tenkitlerden eser kalmadı. Şimdi, bazen, yaptı desen
olmuyor, yapmadı desen olmuyor; iki arada... Şunları şunları yaptınız; ama,
yine de dikkat edin, çok önemli, yoksa, kısa zamanda gümbürtüye gidersiniz gibi
tavsiyelerle karşılaşıyoruz, ona da teşekkür ederiz; ama, ben, şimdi,
gerçekleri açıklayayım.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Mısıra gel,
mısıra!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Cari açık önemli. Cari açık nasıl önemli; gayri safî millî hâsılanın yüzde
3'ünü, 4'ünü, 5'ini aştığı zaman, hakikaten önemli.
Cari açıklar nasıl artar; ithalatın artar,
ihracatın azalır, turizm gelirlerin azalır; yani, ödemeler bilançosundaki
kalemler, bir taraf artar, döviz ödemelerin artar, döviz girdilerin azalır.
Şimdi, tabiî, yine Irak savaşından
kaynaklanan bir husus vardı. Irak savaşından dolayı, döviz girdilerimizde
fevkalade bir düşme oldu; ama, çok şükür, ondan sonra hızlı bir toparlanma
oldu; bu arada, cari açıkları yeniden revize etme mecburiyetinde kaldık.
Bir de, bizim ihracatımız, ithalata bağlı
bir ihracat, onu da kabul etmek lazım; çünkü, bizde, sermaye mallarına göre,
aramalları ithalatı fazla, baktığınız zaman onu da görüyorsunuz; fakat, bu
arada, ihracatımız fevkalade artmış oldu; yani, tahminlerin ötesinde bir artış
oldu. Burada, ihracatçılarımızı da kutlamak istiyorum, fevkalade bir performans
gösterdiler ve bundan sonra da göstermeye devam edecekler, ona inanıyorum
Turizm gelirlerinin azalmasından dolayı, biz, revize ettik ve 2003 yılı döviz
cari açıklarını 7 700 000 000 dolar olarak yazdık. 7 700 000 000 dolar, gayri
safî millî hâsılanın 3,4'üne tekabül ediyor; bir tehlike sınırı değil.
Sonradan, yıl sonu gerçekleşmelerine baktığımızda, bunun da altında
gerçekleşecek cari açıklar. Neden; turizm gelirlerimiz arttı. Kaybımızı recover
ettik, onun üzerine ilave gelirler gelmeye başladı. İhracat gelirlerimiz,
beklediğimizin de üzerinde arttı. İhracatımızın, sene sonunda 47 - 48 milyar
dolar sınırında gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz ve bu cari açığın da, 6 500
000 000 - 7 000 000 000 dolar olacağını tahmin ediyoruz; yani, beklentilerin de
altında olacak. Dolayısıyla, bundan, hiç kimsenin, herhangi bir kuşkusu olmasın;
cari açıklar bakımından, bizim bir derdimiz yok.
Bir de, bizim takip ettiğimiz, dalgalı kur
sistemi dediğimiz bir döviz politikası var. İthalata çok fazla yönelindiğinde,
dövize olan talep arttığı için otomatikman yükseliyor ve ithal malların
maliyetleri yükseldiği için, ona olan talep azalıyor. Böyle, otomatik bir denge
de var.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Bakan,
yüzde 7,7'yi bir ay evvel siz tahmin etmediniz mi?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Yüzde 7,7 değil, 7,7 milyar dolar... 7 milyar dolar olarak eski gelişmelere
göre revize yaptık; şimdi, bu tahminimizin de altında gerçekleşecek cari açık;
mesele bu efendim.
Gelelim 2004 yılına. Diyorlar ki
"dikkat edin." Evet, biz dikkat ediyoruz, hesabımıza, kitabımıza iyi
bakıyoruz; gayri safî millî hâsılamız yükseliyor ve 2004'teki açığı da 7 600
000 000 dolar olarak hesaplıyoruz. Bizim birtakım rezervlerimiz de var; ama, ne
olur ne olmaz diye onlara hiç dokunmuyoruz. İşini kış tut, yaz çıkarsa bahtına.
Biz, şimdi, 7 600 000 000 doları yazdık; bu da, yüzde 3'e tekabül ediyor; bu
da, bir tehlike sınırı değildir; cari açık da bu.
Müsaadenizle, büyümeyle ilgili konuya
gelmek istiyorum. Büyümede, tabiî, mühim olan husus, istikrarlı büyümeyi devam
ettirmektir; yani, bir indi, bir çıktı, onlar tehlikeli. Yani, insanların ısısı
gibi bir şey; sağlıklı olan, devamlı olan... Yüzde 5 dedik; bizim yüzde 5'i de,
hatta, onun biraz üstünü de tutturacağımız artık aşikâr; ama, bu arada, deniyor
ki bize "efendim, bu, stok artışından kaynaklandı."
OĞUZ OYAN (İzmir) - Siz diyorsunuz, resmî
rakamlar diyor.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Haa, şimdi, resmî rakamlar... Hocam, zaten siz hazırlıyorsunuz bunları, Sayın
Baykal da burada söylüyor. O resmî rakamları, biraz daha ben sizin ıttılaınıza
sunmak istiyorum.
OĞUZ OYAN (İzmir) - Resmî rakamlar
söylüyor, heyetinize danışın; biz rakam üretmiyoruz.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Onu söyleyeyim ben o zaman; ya sizde bir şey var ya bende bir şey var; buna bir
bakalım.
OĞUZ OYAN (İzmir) - Sizde bir şey var.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Bakın, elcevap: 2001 yılında üretimin daralmasıyla birlikte stoklar da hızla
erimiş ve yüzde 9,5'lik küçülmenin 4,6 puanı stok azalışından kaynaklanmıştır.
2002 yılında ise stok artışının büyümeye katkısı 7,1 puan olmuştur. Yani,
bakın, 2002'deki büyümenin hemen hemen tamamına yakın kısmı stok artışından
olmuş.
Stok artışının büyümeye katkısı, küçülerek
de olsa, 2003 yılında da devam etmiştir. 2003 yılının tamamında, büyümenin, 2,4
puanı stoklardan gelmiştir. 7,1 nerede, 2,4 nerede...
OĞUZ OYAN (İzmir) - 7,8 iken 2,1; 5,4 iken
2,4 Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Biraz sabır hocam...
OĞUZ OYAN (İzmir) - Neyle
karşılaştırdığınızı...
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Öteki tamamı, hocam; burası...
BAŞKAN - Sayın Bakanım, affedersiniz;
açıklamalarınızı dikkatle izliyoruz; ancak, her şeye cevap vermek zorunda
değilsiniz; lütfen, Genel Kurula hitap edin. Bir turumuz daha var; onu da
hatırlatıyorum.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Sayın Başkanım, peki; teşekkür ederim. Biraz da, ben yeni vekilim; ondan oluyor
bu herhalde.
2004 programında ise stoklarda azalma
bekleniyor ve büyümeye katkısı 2004'te eksi 0,4; yani, 2004'teki büyüme
stoklardan olmayacak, stoklar, bir miktar, çok az da olsa, menfi bir tesir bile
yapacaktır. Dolayısıyla, Sayın Baykal'ın dediği gibi, 2004 yılında stok
artışından büyüme yoktur.
Ayrıca, bir hususu daha belirtmek
istiyorum. Şimdi, tarımda büyüme, bir yılda az olur, bir yılda fazla olur. Otuz
senelik verilerin neticesidir bu. 2003 yılı az olmuştur, 2004 yılında tarımda
büyüme olacaktır.
İnşaat sektörüne gelince; evet, küçülme
vardır inşaat sektöründe. Yalnız, 2004 yılında bizi ümitlendiren bir husus daha
vardır. Özel sektöre belediyelerce verilen inşaat ruhsatlarında, 2003'ün üçüncü
çeyreğinde yüzde 193,5 oranında artış yaşanmıştır; yani, 2004 yılında da
inşaatta bir kıpırdama bekliyoruz.
Büyümeler eskiden şöyle olurdu: Efendim,
yatırım bütçelerini fazlalaştırın; ondan sonra, bilhassa inşaat sektörünü
canlandırın, hızlı bir büyümeyi yakalayın. Ama, onun parası nereden temin
ediliyor; onun kaynağı nasıl temin ediliyor; öyle bir şeyi hiç kimse
düşünmüyor. Bul da, nereden bulursan bul! İşte, o zihniyet bizi bugünlere
getirdi.
Şimdi, biz, büyüme fazla büyük olmasın;
ama, kalıcı ve sürekli olsun diyoruz; fakat -büyümelerdeki yatırımlara
geliyorum şimdi- yatırımlar, artık, özel sektöre kaymış durumda. Özel sektör
yatırımları büyüyerek devam ettiği zaman o ülkenin sağlıklı büyümesi vardır;
ama, devletin popülist politikalarıyla yatırımlar hızla artırılır, bir
artırılır bir geri çekilirse, ekonominin de ayarı kaçar. Fakat, ona rağmen,
eldeki bütçe imkânlarına göre, en iyiyi de gene yapmak mecburiyetindeyiz;
çünkü, elimizde öyle yatırımlar var ki, otuz senedir devam ediyor; yazık,
günah!.. Artık, yatırım yatırımlıktan çıkmış, baraj barajlıktan çıkmış, bina
binalıktan çıkmış, hiçbir işe yaramıyor, ekonomik değeri kalmamış. Al bakalım,
oraya para yatırıyor; yani, kör kuyuya taş atar gibi. Nereye veriyorsun
bunları?! Onun için, biz, Devlet Planlama Teşkilatında bütün yatırımları
yeniden ele aldık ve dedik ki, önce, az bir parayla bitecek olanları ele
alalım; önce, onlara verelim. Yüzde 90'ı bitmiş, yüzde 10'una veriyoruz parayı,
bitiriyoruz; hiç olmadı, ekonomiye kazandırıyoruz. Onun için, 40 tane, 50 tane
birden; gölettir, barajdır bir çırpıda açıyoruz. Başbakanımız yetişemediği
için, buradan açılış yapıyor; bir düğmeye basıyor, 40 tane birden açılıyor. (AK
Parti sıralarından alkışlar) 2003 yılında 6,5 katrilyon olan yatırımı da 7,5-8
katrilyon liraya çıkardık; ama, yatırımlarda, Kamu İhale Yasasından dolayı
birtakım sıkıntılarımız da oldu; inşallah, 2004 yılında onları yaşamayız.
Şimdi, işsizlikle ilgili bazı konulara
değinmek istiyorum. İstihdam ve işsizlik...
YAKUP KEPENEK (Ankara) - Sayın Bakan, bu
işe hiç girmeyin; çok ayıp olur.
OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Vallahi çok ayıp
oluyor.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Hiç ayıp olmaz; gerçekleri konuşalım.
Şimdi, bakınız, işsizliğin ortadan
kaldırılabilmesi için mevcut işletmelerin yerine yenilerinin de yapılması
lazım. Bugüne kadar Türkiye'de enteresan bir şey oldu "verimlilik
artışı" diye bir şey oldu. Her yerde, Avrupa'da işgücü verimliliği yüzde
0,5 iken, bizde verimlilik yüzde 8,5 arttı; dolayısıyla, aynı işçiyle devam
edilmeye başlandı. Fakat, şimdi, takip edilen politikaların neticesinde yavaş
yavaş bu da çözülmeye başlandı, üçüncü çeyrekte işsizlik azalmaya başladı. Az;
ama, başladı. Üçüncü çeyrekte ilaveten 86 000 işsiz iş buldu...
HASAN AYDIN (İstanbul) - Nerede Sayın
Bakan; bir tane söyler misiniz, nerede?!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Efendim, rakamlar burada, istediğiniz rakamları ben size veririm. Muhalefette
de biraz çalışma ve araştırma istiyor tabiî! Yani, olmuyor!..
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale
etmeyin lütfen...
Sayın Bakan, buyurun.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Şimdi, özellikle inşaat sektörünün 2004'te daha fazlalaşmasıyla ve
yatırımların... Çünkü, onların da, artık, bütün kapasite kullanımları son
noktaya geldi; bunu hepiniz izliyorsunuz, Devlet İstatistik Enstitüsü açıklıyor
bunları. Bundan sonra yeni yatırımlarla büyümeler devam edecek. Yeni
yatırımlar, yeni iş demektir. Son zamanlarda alınan teşvik belgeleri de bunu
bize gösteriyor. Diğer ekonomik göstergeler de gösteriyor ki, 2004 yılında,
inşallah, işsizliği, hissedilir seviyelerde azaltmaya başlayacağız. Bunu da
böylece arz etmek istiyorum.
Efendim, Sayın Baykal, bir de "Toplu
Konut İdaresi projeniz yok; niçin başlamadınız" dedi; başladık, başladık.
2003 yılının ilk onbir ayı içinde 10 ilde 7 831 konut, altyapısıyla birlikte
tamamlandı, bitti. 2004 yılı ocak ayına kadar 42 yerde 18 894 konutun ihalesi
bitiriliyor. 2004 yılı ocak ayı itibariyle 26 725 konutun yapımına başlanacak;
2004 yılı sonuna kadar 100 000 konut yapılmış olacak. 4,5 katrilyon Türk Lirası
ekonomiye kazandırılıp, 500 000 kişiye de böylece iş imkânı sağlanıyor. Kaynak;
Toplu Konut İdaresi.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Gelecek sene
bunları burada bir daha değerlendiririz.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Çünkü, bizim Başbakanımız bu toplukonuta çok önem veren birisi; belediye
başkanlığı zamanında da böyle yaptı; yani, misallerini orada görmemiz mümkün.
Şimdi, biz, tabiî, bu bütçeyi yaparken...
Sayın Başkan, herhalde espri katmak için, bizim daha önce, başka bir husus için
söylediğimiz Ayvaz kasap hikâyesini de söyledi. Öyle, bizim dediğimiz... Tabiî,
bunlar belki biliniyor; herhalde bilinmesi lazım. Net bütçeler ve brüt bütçeler
vardır bu analitik bütçelerde, tekniği bakımından. Aldığınız gelirleri
yazarsınız; ondan sonra, şu kadar da vergi iadesi yapıyorum -vergi
gelirlerinden- dersiniz, onları düşersiniz, net olarak yazarsınız yahut da
giderlerinizi net olarak yazarsınız; ama, bütçenin ne sağında ne solunda ne
harcamalarda ne gelirlerde fark olur; hiçbirinde olmaz, aynıdır. O aynıyı
belirtmek için bir basın toplantısında söylediğim sözü tekrarlayarak burada;
yani, bir nevi küçümser sözlerle, bizim bütçeyi küçümsemeye kalktı; ama, kim,
nasıl, neye kalkarsa kalksın, güneş balçıkla sıvanmaz; bütçe ortada... (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Malî sektördeki küçülmeden kısaca
bahsedeyim. Malî sektörün üzerinden, biliyorsunuz, o krizlerle tank geçti ve
bunların, yeniden, tekrar kendine gelmesi önemlidir; ama, üçüncü çeyrekten
itibaren malî sektör büyümeye geçti; Bankalar Birliğinden bunun bilgileri
alınabilir. Bankaların da son beyan ettikleri kârlar 2 katrilyona yaklaştı.
Dolayısıyla, malî sektörde de büyüme başlamış bulunuyor.
Şimdi, bir de, çok enteresan bazı şeyler
var; yani, ben, bazen de şaşırdım. "Enflasyon düşünce, satın alma gücü de
düşüyor" diyor Sayın Başkan; yani, enflasyonu düşürmeyelim mi, ne yapalım;
yani, öyle bir şey mi; konuyu tam anlayamadım! Sonra, file hesapları falan;
işte şu kadar et alınıyor... Hangi kasaptan alıyor eti ben bilmiyorum; ama,
Başkan, eti biraz da halkın gittiği yerlerden alırsa, o zaman, fiyat düşüşleri
görülür.
Şimdi, hiçbir yere gidilmiyorsa, şu
Maltepe'ye, Gazi Mustafa Kemal Bulvarından Tandoğan'a kadar bir gidin, sağa
sola bakın, indirimleri görün. "Biz çıldırdık" diye yazmış kapıya.
Çıldıran falan kimse yok, fiyatlar düşmüş. Fiyatlar öyle düştü diye,
"çıldırdık" diyor. Yani, bakın, fiyatlar düşüyor; ondan sonra
"millete ne zaman yansıyacak..." Yansıdı. Bakın fiyatlara
allahaşkına. Fiyatlara bakın, bakın bunlara. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) -
Vatandaşın alım gücü yok; onun için düşüyor fiyatlar.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Dolayısıyla, ekonomiyi iyi takip etmek lazım. O file hesapları eskide kaldı;
ona, siz de karşıydınız zaten.
Sağlık hizmetleri, kuyruklar falan...
Bakın arkadaşlar, Çalışma Bakanı biraz önce bana telefon etti. Sağlık
Bakanlığına bağlı, Çalışma Bakanlığına bağlı -diğer, özel, işte PTT'dir,
Demiryollarıdır- bütün hastaneler, bir pilot uygulama yapıldı, muvaffak olundu,
tek çatı altında toplanıyor şimdi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Ondan sonra, memurlarımızın gidip ille
devlet hastanelerinin önünde kuyruk beklemesine lüzum yok. Bizim Hükümetimiz,
ilk defa, özel sağlık kuruluşlarıyla anlaşma yaptı; memurumuz, emeklimiz,
bundan sonra özel sağlık tesislerine de, hastanelerine de rahatlıkla
gidebiliyor.
Efendim, şimdi, doktor bulma, hemşire
bulma, bilmem ne, hakikaten zor. Neden; işte, doktor, bilmem ne, doğuya
gidecek. Doğuya gidiyor, ondan sonra bir tanıdığını buluyor, küt, herkes
burada. Bu, ülkenin bir gerçeği, saklamanın âlemi yok. Buna sistemde bir çözüm
bulmamız lazım; sistem bozuk çünkü. Onun için, sözleşmeli personel rejimine
geçtik ve Sağlık Bakanlığına da bununla ilgili 15 000 kadro verdik ve yakında
göreceksiniz. Nerede çalışıyorsun; Erzurum. Erzurum için alınıyor, Ağrı için
alınıyor. Köyde ebe, orası için alınıyor. Hiç kimse, artık, tanıdık peşine
düşmeyecek. Ben oradan geliyorum demek, o sözleşmeyi bozdum, ben işten
ayrılıyorum demek; buna geçildi.
Millî Eğitimde de böyle. Efendim neymiş;
kadro. Ne kadrosu; torba kadro diyorlar yahut da depo... (Gülüşmeler) Yahu, bu
işin deposu mu olur allahını seversen?! Öğretmenin deposu mu olur?! Herkes
birbirinin tanıdığı; bulmuş herkes, Ankara'da yatıyor. İstanbul'da,
Ankara'da... Onları kaldıracağız, haberiniz olsun. Depo mepo yok.
Şimdi, bir de, tabiî popülist politikayı
biz yapmayalım diyoruz; ama, muhalefetimiz alışmış mı ne yapmış, ben anlamadım.
Şimdi, memurlar şöyle... Bakın, memurlara 2003 yılında yaptığımız zamla -aile
yardım ödeneği dahil- en düşük dereceli memurumuzun maaşı kümülatif bazda yüzde
24,8; ortalama bazda ise yüzde 39,7 artmış. Sayın Başkan diyor ki: "Yüzde
20 enflasyon." Bu rakamlar, yüzde 20'nin altında mı üstünde mi?!
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Göze bağlı...
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Bakmaya bağlı, evet.
Efendim, tarımsal, köylümüz şöyle...
Bakın, biz, şimdi, geldiğimiz günden beri tarıma önem veriyoruz, hayvancılığa
önem veriyoruz, çiftçimize önem veriyoruz ve buna da, bu bütçenin imkânlarının
son zerresine kadar kullanarak yardım yapıyoruz.
Şimdi, 2004 yılında doğrudan gelir desteği
3 katrilyon lira, pamuk, diğer ürünler desteği 300 trilyon lira, çay primi 40
trilyon lira, şekerpancarı telafi ödemeleri 55 trilyon lira, hayvancılık
desteği 200 trilyon lira, tarımsal krediler 100 trilyon lira, tarım reformu 100
trilyon lira; 3,795 trilyon lira biz vereceğiz. Pardon, katrilyon... O,
sıfırları atacağız artık; kanunu hazırladık, Başbakanlığa da kanun gitti.
Haberiniz olsun, 6 sıfır gidiyor. İnşallah, şu millet, artık parasıyla da
övünür hale gelecek.
Tabiî, ben, ekonomi ve maliyeyle ilgili
bir bakan olduğum için, bazı konular da benim konumu aşıyor; ama, bazılarına da
cevap vermek mecburiyetindeyim. Şimdi, bir mısır kararnamesinden bahsetti
benimle ilgili. Alakası yok. Külliyen... Olmaz yani!.. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Olmaz... Ama, şahsım olduğu için, fazla da söylemiyorum.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Siz niye
alındınız?!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Şimdi, terör... Terör konusunda... Teröre bir türlü ad bulamadınız. Şurada,
buna benzer terörler yapıldı bu memlekette, hava meydanı da basıldı,
biliyorsunuz hepiniz; geçmişi bir hatırlayın. İlk defa, bu terörün üzerine, bu
kadar kararlı ve azimli gittik ve ben, İçişleri Bakanımız başta olmak üzere,
bütün güvenlik birimlerimizi kutluyorum; 24 saatte adamların isimleri tespit
edildi, çok kısa zamanda kendileri yakalandı. Ondan sonra, "daha, tespit edilemedi..."
Adamın DNA'ları bile tespit edildi yahu, daha ne tespit edilsin; tutuldu,
getirildi.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Hangi örgütten?...
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Şimdi, isim koy, isim koy... İsim koyun madem, çok meraklısınız, isim babası
mısınız yani, koyun. Terörün ismi olmaz; terör terördür; her türlü terör,
terördür. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bilmem, o örgüt yapmış, bu örgüt
yapmış, şu örgüt yapmış; yani, o örgütü tutacağız, bu örgütü karşımıza... Böyle
şey mi olur yani, allahaşkına... Terörün karşısında; bütün millet, bütün
insanlık buna karşı; çünkü, insanlığa karşı bir suç. Terörü, asla ve kata kabul
etmiyoruz; onu, devamlı surette kınıyoruz ve Allah, bu terörden bütün insanlığı
korusun. Terör suçu, en büyük suç. Onun için, evirip çevirip şey etmenin alemi
yok. Terörün karşısında, hepimizin burada tek yumruk olması lazım.
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - O zaman niye af
çıkardınız, Sayın Bakan?!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Efendim?..
NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Niye af
çıkardınız?!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Sayın Başkanı dinleyeyim ben, neyse...
Şimdi, din-siyaset... Yahu, Türkiye
Cumhuriyeti, hukuk devleti, sosyal, laik devlettir. Biz, parti olarak ilan
ettik -Sayın Başbakanımız da- "biz, din partisi değiliz" dedik;
referansımız da yoktur. Bunu, bizim kadar söyleyen, herhalde olmamıştır; ama,
ille bir şey söylemek için bu konular niye getiriliyor, onu da anlamıyorum.
Şimdi, Sayın Başkan diyor ki: "Dinde
siyaset olmaz; din, çok yücedir." Tamam, kabul, aynen "tartışma
olmaz, ikna da olmaz." O ikna mikna işini biz yapmadık; evvelden, o
çocukları toplayıp toplayıp, ikna odalarına biz sokmadık. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Allahaşkına yapmayın bunu, bunları getirmeyin, bunları
getirmeyelim.
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Sayın Bakan,
çocukları kim topluyor?
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen,
müdahale etmeyin.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Şimdi, gelelim, işçilerden özel indirim alınmış da, daha fazla... Hayır, tam
tersine, özel indirim, özel gider şeyi kaldırıldı; ama, öyle bir sistem
getirdik ki, işçiye verdiğimiz, sağladığımız imkân daha arttı.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Ne kadar oldu?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Ne kadar...
Bir dakikanızı istiyorum...
Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü
hesap yaptı, acaba ne kadar oldu, ben de merak ettim. 18 000 000 avantaj
sağlanırken, 20 800 000 liraya çıktı, 2004'te bu avantaj daha da fazlaya
çıkacak.
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - 2 000 000 mu Sayın
Bakan?!
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Daha fazla çıkacak...
BAŞKAN - Sayın Bakanım, konuşmanızı lütfen
tamamlar mısınız.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Tamam, bitmek üzere Sayın Başkanım.
İkide bir "sütü kestiniz"
diyorlar bize. "Talebelerden sütü kestiniz..."
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Sütten
kesildiniz!..
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Bedava kitapları kim verdi? Ve o bedava kitapları bedava olarak vermenin
dışında, o organizasyonundan dolayı, Millî Eğitim Bakanını kutluyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Okullar açıldı... Hepiniz talebelik
yaptınız. Biz, onbeş gün, bir ay, şu kitabı bulduk, bu kitabı bulamadık diye,
kırtasiyeci kırtasiyeci dolaşırdık, öyle mi? (AK Parti sıralarından
"Evet" sesleri) Şimdi, herkes, kitabını masasının üzerinde buldu. Bu
ne güzel bir şey!
ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Hem de
parasız...
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Hem de parasız...
Şimdi, Kredi ve Yurtlar Kurumundan 65 000
000 veriyorduk talebelere, 90 000 000 liraya çıkardık. Başbakanımız açıkladı,
bunu böyle görüyoruz dedik, bütçeye 105 trilyon ilave koyduk onunla ilgili.
Şimdi, kalkıp da "talebelerin sütünü kestiniz, ettiniz" demenin âlemi
var mı yani?!
Şimdi, süt meselesine gelince; ben de
merak ettim ne sütü kesmişiz diye.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) -
Talebelerin sütünü kestiniz.
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Sordurdum burada otururken ve Millî Eğitim Bakanlığından cevap geldi "bu
süt, Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır'da dağıtılıyordu, başka illerde
dağıtılmıyordu" dediler. Süt dedikleri bu. Herkese dağıtılıyordu; yani, bu
illerde, Ankara, İstanbul, İzmir'de... Oh kekâ, dağıt, içsinler; sonra... (AK
parti sıralarından alkışlar) Şimdi, niye kesti; çok zehirlenmeler olmuş. Şimdi,
biz, onun o şeyini kaldırıp, yine veririz; çünkü, biz, yavrularımızı proteinle
beslemek niyetindeyiz, bunu da biz yapacağız inşallah. (AK Parti sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gülüşmeler)
Sayın Başkanımızın da müsamahasına
sığınarak, vaktinizi aldım...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Levent Kırca
kızacak size...
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Mısır işi ne
oldu Sayın Bakan?
MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) -
Konuşmak isteyenler kürsüye gelebilirler.
Benim maruzatım bu kadar, fazla vaktinizi
almak istemiyorum. 2004 bütçesi hakikaten önemli bir bütçe, hakikaten Türk
Milletine yaraşır bir bütçe. İnşallah daha ilerlere gideceğiz; ama,
yaptıklarımızla da yetinmeyeceğiz, daha ileri gideceğiz, daha iyilerini
yapacağız, hep beraber yapacağız, herkesin, muhalefet ve iktidarın katkısıyla
yapacağız.
Ben, hepinize çok teşekkür ediyorum ve
saygılar sunuyorum efendim; sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ederim.
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Oğlunuz ne
yapıyor? Mısır işi ne oldu?
BAŞKAN - Sayın Bayındır... Lütfen...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Topuz, buyurun efendim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın
Maliye Bakanı, konuşması sırasında, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına konuşan Sayın Genel Başkanımızın konuşmalarının belli bölümlerini
çarpıtarak ifade etmiştir. 69 uncu madde gereğince söz hakkı doğmuştur.
Grubumuz adına söz istiyoruz efendim.
BAŞKAN - Sayın Topuz, konuşmayı dikkatle
izledim, Sayın Baykal'ın eleştirilerine Sayın Bakan cevap verdiler. 69 uncu
madde kapsamında bir sataşma görmüyorum.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Açıklama hakkı
doğmuştur Sayın Başkan... Yanlış bir uygulama yaptınız...
BAŞKAN - Bütçenin tümü üzerinde şahsı
adına son konuşma, bütçenin aleyhinde söz alan Iğdır Milletvekili Sayın Dursun Akdemir'e
aittir.
Sayın Akdemir, buyurun efendim.
Sayın Akdemir süreniz 10 dakika.
DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum; ayrıca, Partim DYP
adına, yüce milletimize, buradan saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
bütçeler, her zaman için devletin en önemli belgeleri olmuştur. Bütçeler,
hukukî, sosyal, iktisadî, malî ve siyasî boyutları itibariyle ülkenin ve
insanlarının geleceğe hazırlanmasında etkin bir role, ülkenin bütün sorunlarının
tartışıldığı ve çare arandığı bir zemin teşkil etmesi bakımından da ayrı bir
öneme sahiptir.
Değerli arkadaşlarım, 2004 yılı bütçesini
ana hatlarıyla değerlendirecek olursak, konsolide bütçe aracılığıyla 160,9
katrilyon lira kamu harcaması yapılacağı öngörülmektedir. Bu da, millî gelirin
yaklaşık yüzde 38'ine tekabül eder. Bu büyüklüğün, kamu harcamalarının tümünü
temsil ettiği de ayrıca şüphelidir. Konsolide bütçeden yapılan kamu
harcamalarının toplam kamu harcamalarına ulaşmada çok sağlıklı bir gösterge
olmaması, bizim sistemimizin zaafını teşkil etmektedir.
Diğer taraftan, söz konusu 160,9 katrilyon
liralık harcamanın 94,7 katrilyon lirası faizdışı harcama, 66,2 katrilyon
lirası ise doğrudan faiz harcamalarından oluşmaktadır. Faiz ödemelerinin millî
gelire oranı yüzde 15,8 gibi, hâlâ kabul edilemeyecek bir büyüklükte devam
etmektedir.
BAŞKAN - Sayın Akdemir, bir saniye
efendim, affedersiniz.
Sayın milletvekilleri, son konuşma
yapılıyor. Sayın Akdemir'i, lütfen dinleyelim; Genel Kurulda bir uğultu var.
Rica ediyorum.
Buyurun efendim.
DURSUN AKDEMİR (Devamla) - Sayın Başkanın
hatırlattığı gibi, bu söz hakkını alabilmek için en erken gelen bir
milletvekiliydim ve orada birincilik kazanmıştım. O nedenle, hatırlatmalarını
çok değerli buluyorum, kendisine teşekkür ediyorum.
Bunun yanı sıra, öngörülen vergi
gelirlerinin yaklaşık olarak yüzde 67'si, toplam gelirlerin ise yüzde 58'i faiz
ödemelerine gidecektir. Faizdışı kamu harcamaları içerisinde sosyal güvenlik
sistemine, KİT'lere, tarıma yapılacak transfer ödemeleri ile yatırım
harcamaları da bulunmaktadır. Bir başka deyişle, 2004 yılı içerisinde milletin
boğazı daha da sıkılacaktır. Şimdi, tüm ülkemizi, 70 000 000'u ilgilendiren
sosyal güvenlik meselesine girmek istiyorum.
Harcamalar kaleminde en iddialı hedef
sosyal güvenlikte öngörülmektedir. Yaklaşık 16 katrilyon Türk Lirası olan bu
harcama hedefine göre, sosyal güvenlik harcamalarının reel olarak yüzde 4
düşürülmesi söz konusudur. 2004 yılı için konulan ödeneğin, SSK harcamalarını
yüzde 40 oranında azaltacağı öngörüsüyle düşürüldüğü ve gayri safî millî
hâsılanın yüzde 3,8'ine indiği görülmektedir; ancak, bunun nasıl yapılacağına
ilişkin bir açıklama ya da strateji deklare edilememektedir. Bu alanda herhangi
bir yapısal reform da henüz yapılamadığından, hedefin nasıl tutturulacağı
hususu muallakta kalmaktadır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım,
kurumsallaşmış bir toplumsal dayanışma olan sosyal güvenlik sistemi, gerek genç
nesillerden yaşlı ve muhtaç kesimlere ve gerekse yüksek gelir gruplarından
düşük gelir gruplarına büyük ölçekli gelir transferleri şeklinde somutlaşır.
Ülkemizde aktuaryel temellere oturtulmamış ve doğru kurgulanmamış bir sosyal
güvenlik sistemi ve yapılan transferlerin yanlış alanlara yönlenmesi sonucunda
emekli aylıkları ve muhtaç yaşlılara verilen sosyal yardımlar küçük seviyelerde
kalmış, sağlık hizmetlerinde yeterlilik ve kalite sağlanamamıştır. Türkiye'deki
sosyal güvenlik sistemi incelendiğinde, sorunun gelişmiş ülkelerde olduğu gibi,
nüfusun yaşlanması ve hayatta kalma beklentisinin yükselmesi gibi demokratik
kaynaklı olmadığı görülecektir. Sosyal güvenlik kuruluşlarımızın -yani, Sosyal
Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur, TC Emekli Sandığı- malî yapıları genel hatlarıyla
değerlendirildiğinde bu kuruluşların 2002 yılı açıklarının 9,5 katrilyon Türk
Lirası, 2003 yılı açıklarının ise, tahminî olarak 12 katrilyon Türk Lirası
olarak gerçekleştiği öngörülmektedir.
Değerli arkadaşlarım, sosyal güvenlik
açıklarının kapatılması adına, reform başlığı altında yapılan düzenlemelerin bir
sonucu da, SSK primlerine esas alınan taban ücret, otomatik olarak geçmiş yılın
enflasyon oranına ve ekonomik büyümeye bağlı olarak artırılmaktadır. Buradan
görülmektedir ki, 2003 yılı içinde yüzde 20 enflasyon hedefi söz konusu iken,
Sosyal Sigortalar Kurumu primlerine esas alınan taban ücret yüzde 25 civarında
artırılmıştır. Özel sektörden, fiyatlandırmalara geçmiş enflasyona göre değil,
hedeflenen enflasyona göre davranmalarını isteyen hükümetin, 2004 yılında da
aynı anlaşılmaz uygulamaya devam ederek, taban ücreti yüzde 25 civarında
artırması, açıkları kapatmak yerine, sistemi kayıtdışılığa özendirecektir.
Böylesi bir oluşumda gelir kaybı kaçınılmazdır.
Değerli arkadaşlarım, işgücüne katılım
oranı ile prim tahsilat oranının düşük olduğu, bağımlılık oranının ise yüksek
olduğu sosyal güvenlik sistemine 2004 yılında da asgarî 300 000-350 000 kişinin
daha entegre olacağını düşünürsek, bütçeden sosyal güvenlik için ayrılmış olan
16 katrilyon liralık transferin gerçekçi olduğunu düşünmek mümkün değildir. Mevzuat
ve altyapı sorunlarını çözmeden "reform" adı altında yapılan
uygulamaların yatırım maliyetlerini artırması ve kayıtdışılığı özendirmesi söz
konusu olmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, burada, bütçe
kitapçığından, sağlık ve eğitim konusuna hükümetin nasıl baktığını iki paragraf
okuyarak sizlere örnek olarak göstermek istiyorum. Kitapçığın 28 inci
sayfasında, aynen: "Hükümet programında şöyle deniliyor: Sağlık
harcamalarında tasarruf sağlanması ve kötü kullanımların önlenmesi amacıyla
tedbirler alınması için Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Türkiye
Cumhuriyeti Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne yetki verilmiştir."
Sayın arkadaşlarım, ben burada hayrete
düştüm. Sağlık harcamaları, tasarruf düşünülmemesi gereken bir konudur. Ben
hekimim; eğer sağlıkta, ilk planda tasarruf kelimesini kullanırsanız, insan
sağlığını direkt olarak etkilemiş olursunuz.
Sayın Bakanım, eğer sağlıkta tasarruf
önplana çıkarsa, yeni doğan bebeğin hakkını kesmiş olursunuz. Dolayısıyla,
tasarruf kelimesinin yerinde kullanılması lazım. Burada, sağlık harcamasında
tasarruftan şu kastediliyor; verimlilik kastediliyor, kaynağın yerinde
kullanılması kastediliyor, kaynağın uygun hastanede uygun hastaya kullanılması
kastediliyor. O nedenle, lütfen, insan sağlığında tasarrufa gidilecek şekilde
tasarruf kelimesinin yaygınlaşmaması konusunda özen gösterilmesini talep
ediyorum.
Ayrıca, Sayın Köksal Toptan beyin biraz
önce Şeyh Edebali'den aktardığı gibi "insanı yaşat ki, devlet
yaşasın." Dolayısıyla, bu töreye, bu geleneğe uyabilmek için, insan
sağlığına yeterli kaynağın ayrılması gerekiyor ve bu hükümet programında
sağlığa ne kadar para ayrıldığının sözü edilmemektedir.
Yine, aynı şekilde, 33 üncü sayfada
"sağlık ve eğitime verilen önem ve ülkemizin bu alanlardaki ihtiyacının
giderilmesi hedefleri kapsamında, okul, sağlık tesisi ve yurt bağışlarıyla
mevcut tesislerin bakımı ve onarımı gerçekleşmektedir" denilmektedir.
Buradan da şu görülüyor değerli
arkadaşlarım: Hükümetin, sağlık ve eğitim konusunda kaynak ayırmadığı, direkt
olarak, eğitim ve sağlığın bağışlarla karşılandığı beyan edilmektedir ki, bu,
hükümetin çok önemli bir aczi olarak ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, bu
örnekleri verdikten sonra, konuşmama şu şekilde devam edeceğim. Büyüme
konusunda hükümetin iddialı olduğu ortada; halbuki, 2004 yılı için yüzde 5'lik
büyüme oranı çok iyimser bir tahmini içermektedir. Çünkü, 2002 ve 2003
yıllarındaki yüksek büyüme oranları da göz önüne alındığında, ekonomide büyük
büyüme, stok artışı ve ihracata dayalı bir modeli içermektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Akdemir, süreniz bitti;
konuşmanızı lütfen tamamlayın.
DURSUN AKDEMİR (Devamla) - Peki efendim.
Teşekkür ediyorum.
Nitekim, 2003 yılında büyüme oranında
kaydedilen artış, toplum kesimlerini ne ölçüde memnun etmiştir; herhalde, faiz
elde edenlerin dışında toplumun hiçbir kesiminde olumlu yansımalarını izlemek
mümkün değildir. Gelir dağılımındaki artan bozulma ve fakirleşme kimsenin
gözünden kaçmamaktadır.
Bir yandan "büyüyoruz" mesajı
verilirken, öte yandan sabit sermaye yatırımı yok denecek düzeyde, işgücü
talebi yok; dolayısıyla, işsizlik gündemimizden düşmüyor.
Hükümet, 2004 yılında bütçe kaynaklarıyla
ciddî bir yatırım artışı öngörememektedir.
Değerli arkadaşlarım, ayrıca, bu arada,
malumlarınız olduğu üzere, Güneydoğu ve özellikle Doğu Anadolu Bölgemizin en
önemli geçim kaynağı tarım ve bu bünye içerisinde hayvancılıktır. Hükümet, bu
sektörle ilgili hiçbir ciddî önlem almadığı gibi, 2002 yılına ait mazot
desteğinin ancak yüzde 50'sini ödemiş, 2003 yılına ait doğrudan gelir desteğini
ise hiç ödememiştir. Bu ödemenin bir yıl sonra yapılacağının hükümetçe beyanı
da mevcuttur ayrıca. Bugün, besicilik kârlı gibi gözükse bile, et üreticisinin
karkas kilogramı 7 500 000'den ürettiği et, tüketici tarafından 15 000 000'a
satın alınabilmektedir.
Diğer taraftan, doğu ve güneydoğu
sınırlarımızda kaçak hayvan girişi hızlanarak artmaktadır. Bu husus, hem et
üreticisini hem insan sağlığını olumsuz şekilde etkilemektedir.
Türkiye'nin besi hayvancılığı materyalinin
kaynağı olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu çiftçisinin mutlaka desteklenmesi
gerekmektedir. Bunun yanında, devletin yönlendirici olma özelliği, Et ve Balık
Kurumunun revize edilerek aktif bir duruma getirilmesiyle mümkün olabilecektir.
Ayrıca, kotalardan bahsetmek istiyorum
burada. Ben, bir hafta önce Iğdır'a gittiğimde, orada, pancar kotası ve kantar
yetersizliği nedeniyle pancarın kar altında kalacağı ve pancarın hayvana
yedirileceği ifade edilmektedir. Türkiye, o kadar zengin bir ülkedir ki, pancar
üretip, hayvana yem olarak kullanıyor!
2004 yılı için hedeflenen büyüme oranının
gerçekleşmesinde itici gücün özel sektör yatırımları olması öngörülmektedir.
Özel sektör için yatırım iklimi yaratılamamıştır maalesef.
Ayrıca, kapasite artışı sağlayacak olan
doğrudan yabancı yatırımlar ise, ülke ekonomisine ciddî katkı yapacak düzeyde
değildir.
Maalesef, 20-24 yaş arası üniversite
mezunlarının yüzde 32'sinin iş bulamadığı bir ülke durumundayız. Göreceli
olarak daha iyi tahsili olanlar iş bulamıyorsa veya işgücü ile yapılan işin
niteliği arasında çelişki varsa, istihdam boyutunda ciddî nitelik sorunu var
demektir. Görülmektedir ki, hükümetin gündeminde istihdam da yoktur.
Yatırım yapamayan bir ekonomi,
kapasitesini artıramıyor demektir. Kapasite kullanım oranları, kurulu
kapasitenin sınırlarına gelmiştir. Ekonomide, ilerleyen günlerde, sorunlar
yaşanacağı aşikârdır.
Ayrıca, vergi gelirlerinde, bir önceki
yıla göre yüzde 14,3 oranında artış hedeflendiği görülüyor.
Diğer taraftan, vergi gelirleri gayri safî
millî hâsılayla karşılaştırıldığında, 2003 yılında yüzde 24,3 olan oransal
büyüklüğün, 2004 yılında yüzde 23,6'ya düştüğü görülmektedir.
Kendisinden neredeyse 4,5 kat büyüklüğe
sahip olan ve önceki yıla göre yüzde 17 civarında rakamsal artış gösteren gayri
safî millî hâsıla ile vergi gelirlerini mukayese edip, oransal olarak düşüş var
demek, rakamsal verilerle toplumu aldatmak demek oluyor.
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım;
bütçe gelir kalemini etkileyecek bir faktör de, özelleştirmedir. Hükümetimizin
iddialı bir biçimde ortaya koyduğu 4 500 000 000 dolarlık 2003 yılı
özelleştirme gelir hedefinin, yıl sonunda, ancak yüzde 5'lere ulaşabildiği yine
göz önündeki bir gerçektir.
Borçlanma konusunda da ayrıca büyük bir
sıkıntı var. Faiz oranlarında beklenmedik bir yükseliş ya da vade yapısında bir
olumsuzluğa yönelme, tüm bütçe dengelerini altüst etmeye yetebilecek
durumdadır. Kaldı ki, 8 katrilyon liralık İmar Bankası yükü ortada durmaktadır.
Bunu ne yapacaksınız, nasıl yapacaksınız?
Şartlarını Yüce Parlamentonun dahi
bilmediği meşhur 8 500 000 000 dolarlık ABD yardımı gelmeyince, acaba işler ne
olacak? Nasıl tutturacaksınız bu hedefleri?
Sonuç olarak, IMF direktifleri ve
gözetiminde hazırlanan 2004 yılı konsolide bütçe hedefleri iddialı öngörüleri
içerse de, gerçekleşmesi siyasî ve ekonomik istikrara bağlıdır. Sosyal sigorta
kurumlarının, belediyelerin, devlet ve belediye işletmelerinin, özel gelirleri
olan kamu kesimi fon yönetimlerinin açıkları sürmektedir. Ancak, kamu kesimi
açığının yüzde 60'tan fazlası devlet bütçesi açıklarından oluşmaktadır. Vergi
gelirlerinin 3/2'sinin borç ödemelerine gittiği, diğer transfer harcamalarının
reel olarak arttığı bir ortamda, gider azaltıcı diğer kalem cari ve yatırım
kalemlerinde ciddî bir tasarruf etme ya da harcama azaltılması, ekonomik ve
sosyal şartlar dikkate alındığında, gerçekçi olamayacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti konsolide bütçesi,
gerekli kamu hizmetini de üretemez duruma gelmiş bulunmaktadır. Öncelikle,
hükümet, eğitim, sağlık, güvenlik ve adalet hizmetlerinde olmanın sorumluluğunu
yerine getirememe zafiyeti içerisindedir. Yapılması gereken yenileme
yatırımlarının ertelenmesi, birkaç yıl sonra yatırım maliyetlerini çok daha
fazlalaştıracaktır.
Değerli Başkanım, sayın arkadaşlarım;
ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal şartlar, sıkı para ve maliye
politikalarının uygulanmasında zorluklar yaratacaktır. 2004 yılı bütçesi de
sosyal boyutu olmayan harcamalardan oluşan bir tablo görünümündedir; içerisinde
sanayici, ihracatçı, tüccar, çiftçi, köylü, esnaf, memur, emekli, dul ve
yetimler; velhasıl, bir bütün olarak milletin kendisi yoktur.
Bütçede tartışılması gereken, bütçe
aracılığıyla üretilen kamu hizmetlerinin niteliği, etkinliği ve niceliği
olmalıdır.
Diğer bir taraftan, Türkiye Cumhuriyeti
bütçeleri, bir kamu hizmeti üretim aracı olmaktan çıkmış ve tipik bir transfer
bütçesine dönüşmüştür. Dolayısıyla, nerede kaldı kamu harcamalarının
azaltılması, şeffaflığı, hesap bilirliği; hani nerede?!
Bu arada, ülke sorunlarını çözmede
yetersiz kalacağı görülen 2004 yılı konsolide bütçesinin milletimize hayırlı
olmasını diliyorum.
Devletimizin ve milletimizin sorunlarına
çözüm getiremeyen, pembe hayaller kurduran rakamlar çizelgesine ret oyu
kullanacağımızı ifade ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Akdemir, çok teşekkür
ederim.
Sayın milletvekilleri, 2004 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, 2004 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum:
1- 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının
maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2- 2002 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
3- 2004 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
4- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Böylece, 2004 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul
edilmiştir.
Şimdi, sırasıyla, her 4 tasarının da 1
inci maddelerini okutuyorum:
2004 MALÎ YILI BÜTÇE
KANUNU TASARISI
BİRİNCİ
KISIM
Genel
Hükümler
BİRİNCİ
BÖLÜM
Gider,
Gelir ve Denge
Gider bütçesi
MADDE 1. - Genel bütçeye dahil dairelerin
harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere
149.858.129.000.000.000 liralık ödenek verilmiştir.
2002 MALÎ YILI KESİNHESAP
KANUNU TASARISI
Gider Bütçesi
MADDE 1. - Genel bütçeli idarelerin 2002
Malî Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (114 963
019 060 000 000.-) lira olarak gerçekleşmiştir.
2004 MALÎ YILI KATMA
BÜTÇELİ İDARELER BÜTÇE KANUNU TASARISI
Ödenekler, öz gelirler, Hazine yardımı
MADDE 1.- a) Katma bütçeli idarelerin 2004
yılında yapacakları hizmetler için 11.683.044.770.000.000 lira ödenek
verilmiştir.
b) Katma bütçeli idarelerin 2004 yılı
gelirleri 800.000.000.000.000 lirası öz gelir, 10.883.044.770.000.000 lirası
Hazine yardımı olmak üzere toplam 11.683.044.770.000.000 lira olarak tahmin
edilmiştir.
2002 MALÎ
YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER KESİNHESAP KANUNU TASARISI
Gider Bütçesi
MADDE 1. - Katma bütçeli idarelerin 2002
malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, 10 353 085
651 120 000 lira olarak
gerçekleştirilmiştir.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bütçe
üzerindeki görüşmelere devam etmek için, saat 19.00'da toplanmak üzere,
birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 18.06
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati : 19.00
BAŞKAN :
Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP
ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 30 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
2004 malî yılı bütçe görüşme programında,
Çevre ve Orman Bakanlığı bütçesi ile Ulaştırma Bakanlığı bütçesi yer
değiştirmiştir. Buna göre, Çevre ve Orman Bakanlığı bütçesi, 20.12.2003
Cumartesi günü dördüncü turda, Millî Savunma Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı bütçeleriyle birlikte görüşülecektir.
Ulaştırma Bakanlığı bütçesi de, 21.12.2003
Pazar günü altıncı turda Sağlık Bakanlığı bütçesiyle birlikte görüşülecektir.
Sayın milletvekillerinin bilgilerine
sunulur.
Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü
maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu tasarılarının
görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına
giren kuruluşların 2004 malî yılı bütçeleri ile 2002 malî yılı
kesinhesaplarının görüşmelerine başlıyoruz.
Program uyarınca, bugün bir tur görüşme
yapacağız. Birinci turda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı -Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu bütçesiyle birlikte- Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay
Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.
III.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
l.- 2004
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/688; 1/689; 1/656, 3/370, 3/372, 3/373; 1/657, 3/371) (S.Sayısı: 284, 286, 285,
287) (Devam)
A) TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1.- Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2004 Malî
Yılı Bütçesi
2.- Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
B)
CUMHURBAŞKANLIĞI
1.-
Cumhurbaşkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi
2.-
Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
C) SAYIŞTAY
BAŞKANLIĞI
1.-
Sayıştay Başkanlığı 2004 Malî Yılı
Bütçesi
2.-
Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı
Kesinhesabı
D) ANAYASA
MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1.- Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi
2.- Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı
Kesinhesabı
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri, 10.12.2003 tarihli
26 ncı Birleşimde, bütçe görüşmelerinde, soruların, gerekçesiz olarak, yerinden
sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması
kararlaştırılmıştır.
Buna göre, turda yer alan bütçelerle
ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine
kadar sorularını sorabilmeleri için şifrelerini yazıp, parmak izlerini
tanıttıktan sonra, ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir.
Mikrofonlarındaki kırmızı ışık yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz
talepleri kabul edilmiş olacaktır.
Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra,
soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden soracaklardır. Soru
sorma işlemi 10 dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de 10 dakika
süre verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri
kalan süre içinde sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.
Bilgilerinize sunulur.
Birinci turda, grupları ve şahısları adına
söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Gruplar: AK Parti Grubu adına; Adana
Milletvekili Abdullah Çalışkan, Ordu Milletvekili Enver Yılmaz, İstanbul
Milletvekili Burhan Kuzu, Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Ali Bulut,
Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; Adana
Milletvekili Uğur Aksöz, Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe, Adana Milletvekili
Kemal Sağ, Ankara Milletvekili Oya Araslı.
Şahısları adına; lehinde; Mardin
Milletvekili Mehmet Beşir Hamidi, Eskişehir Milletvekili Fahri Keskin,
Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan; aleyhinde; Konya Milletvekili Atilla Kart
ve Tokat Milletvekili Resul Tosun.
Sayın milletvekilleri, söz sırası, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Abdullah Çalışkan Beyde.(AK
Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Çalışkan, süreleri nasıl
paylaşacaksınız, kendi aranızda anlaştınız mı?
ABDULLAH ÇALIŞKAN (Adana) - 9'ar dakika
yazıyor.
SADULLAH ERGİN (Hatay) - 9'ar dakika Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Peki, tamam Sayın Başkan.
Sayın Çalışkan, buyurun.
AK PARTİ GRUBU ADINA ABDULLAH ÇALIŞKAN
(Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi
2004 malî yılı bütçesiyle alakalı olarak AK Parti Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Parti Grubu ve şahsım adına, Heyeti Âliyyei Vükelayı saygıyla
selamlıyorum; lütfen kabul buyurunuz efendim. Bugün, elbette, Maliye Bakanımız
Osmanlıca tabirler kullandı, biz de ona biraz atıfta bulunalım dedik.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçesinin
teknik ayrıntılarıyla ilgili olarak Başkanlık Divanı Üyemiz Ordu
Milletvekilimiz Sayın Enver Yılmaz Bey konuşacaklardır; şimdiden kendisine
teşekkür ediyorum. Ben, daha çok, siyaset ve millî irade üzerinde durmak
istiyorum.
Dün, hepimizin bildiği gibi, Büyük Türk
Düşünürü Hazreti Mevlânâ, vuslatının 730 uncu yıldönümünde törenlerle anıldı.
Elbette, aramızdan bu törene katılan arkadaşlarımız oldu. Şimdiden, onların
gözlerinden okuyorum, ışıltıları alıyorum.
Bugünlerde, ülkeler işgal edilirken,
bombalar patlarken Mevlânâ'nın sesine, nefesine, her geçen gün daha çok
ihtiyacımız olduğu gün gibi ortaya çıkmaktadır. Onun için, biz siyasetçilere
ışık tutacak Mevlânâ'nın şu veciz sözüyle sözlerime başlamak istiyorum:
"Bu dünyada hep mesih-i âlemiz,
Derde derman, zahm-ı cana merhemiz"
İşte, bu üç tabir, siyasetçilere bizlere
ışık tutacaktır. Nedir o; mesih olmak, derman olmak ve merhem olmak.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
çatı altında bulunan vekiller olarak dünyanın en şerefli işiyle iştigal
etmekteyiz; bu şerefli iş siyasettir. Siyaset, yaşayabilmek için insanın en
aslî ve hakikî ihtiyacıdır; siyaset, bir meslek değil insanın en kutsal icrai
faaliyetidir. Siyaset, devletle toplum arasında bir bağdır; aynı zamanda,
toplumun, sevgi, saygı, yardımlaşma ve beraberliğini sağlama aracıdır. Siyaset,
halkın bütün kesimlerine yaşanabilir ortamlar hazırlamaktır. Siyaset,
doğruların kalmasına çalışırken yanlışların değiştirilmesi için de daha çok
çalışmaktır. Siyaset, her türlü bozulmaya, çürümeye, yozlaşmaya karşı ahlakî
değerlerde topluma önderlik etmektir. Siyaset, siyasî irademize sahip çıkmak ve
siyasî irademizi gasbettirmemektir. Siyaset, kendi geleceğimize, çocuklarımızın
geleceğine, ülkemizin geleceğine sahip çıkmaktır. Siyaset, kirlilikle ve
kötülükle savaşmak, temizleri ve iyileri korumak, bunun için güçlü olmak ve bu
mücadeleden de onur duymaktır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; siyaset
yaptığımız ülkemizin seksen yıllık siyasî tarihine baktığımız zaman, Türkiye'de
siyaset yapmanın ne kadar zor ve meşakkatli bir iş olduğunu görürüz.
Türkiye'nin siyasî haritası âdeta bir mayınlı tarla gibidir. 27 Mayıs 1960 ve
12 Eylül 1980 olmak üzere, iki sefer darbe yapılmış, 12 Mart 1971'de muhtıra
verilmiş ve 28 Şubat 1997'de bir süreç başlatılmıştır. 12 kez sıkıyönetim ilan
edilmiş; ülkemizin, yirmibeş yılı sıkıyönetim, farklı bölgelerinde ise onbeş
yılı olağanüstü hal altında geçmiştir. Seksen yılın otuz yılında tek parti
yönetimiyle idare olunmuş, geri kalan kısmında ise toplam 59 hükümet kurulmuş,
hükümetlerin ortalama ömrü 1,4 yıl olmuştur. Bu süre zarfında 57 siyasî parti
kapatılmış, siyaseten katl olayları olmuş, başbakanlar ve bakanlar idam
edilmiştir. İşte, Türkiye'nin seksen yıllık siyasî haritası budur.
Ülkemizde siyaset yapmak gerçekten zor
demiştik. Bu zorluk, yalnızca siyaset yapılan zeminden kaynaklanmamakta,
siyaset arenasındaki aktörlerin bugüne kadarki uyguladıkları çirkin siyasetten
de kaynaklanmaktadır. Piyasa siyaseti yapan siyaset esnafı, siyasî zemini
fazlasıyla kirlettiler. Bu siyasî kirlilik, demokrasinin yerleşmesini,
gelişmesini, sürdürülebilir ve yönetebilir bir demokrasi haline gelmesini
engellemiştir. Halk arasında itibarı en düşük kişiler, siyasetçiler olarak
anılagelmiştir. Halk nazarında "milletvekili" denildiği zaman, ihale
takip eden, eşine dostuna iş bulan, sefahat içinde yaşayan, halktan kopuk
kişiler olarak akla gelmekteydi. Bazı milletvekilleri, halkı bu düşüncesinde
haklı çıkaracak çok işler yapmışlardır; hatta, bazılarının isimleri
"fırdöndü"ye çıkmıştır. Akşam yatarken bir başka partide, gece
rüyasında ne görüyorsa görüyor, sabah, bir bakıyorsunuz, başka partide. İlke
yok, ideoloji yok, ülkü yok, hedef yok, amaç yok...
Üzülerek söylemek istiyorum ki, bazı
milletvekilleri, Meclisin itibarına gölge düşürecek öyle işler yapmışlar ki,
magazin piyasasına "çiçek sulamak" diye tabir ettiğimiz bir kavram kazandırmışlardır.
Bunu üzülerek söylüyorum.
Böylece, siyasetçiler en güvenilmeyen
kişiler, Meclis en güvenilmeyen kurum olarak kabul ediliyor; halk, seçtiği
vekilin kendisini temsil ettiğine inanmıyor ve sonuçta, demokrasiye, yasalara
güven duymayan bir toplum ortaya çıkıyordu.
Toplumumuzda yaygın olan siyaset
hakkındaki bu kanaatin olumlu yönde değişmesi için, 22 nci Dönem
milletvekilleri olarak bizlere çok büyük işler ve sorumluluklar düşmektedir.
Biz, AK Parti milletvekilleri olarak, ülkemizde, temiz siyasetin, dürüst
siyasetin, ilkeli siyasetin, şeffaf siyasetin ve erdemli siyasetin kalıcı
olması için çalışacağımıza söz veriyoruz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
parlamenter sistemde Meclis, siyasetin kalbi ve merkez üssüdür, halkın
iradesinin tecelligâhıdır. Demokratik sistemlerde en üstün otorite halktır;
ondan sonra ikinci otorite ise, halkın temsilcileridir; yani, sizlersiniz. Bu
otoritenin zaafa uğramaması için millî iradenin temsilcisi olarak bizler,
toplumun en itibarlı kişileri; Meclis, en itibarlı kurumu olmak zorundadır.
Millî iradenin temsilinde ve egemenlik
haklarımızda çok kıskanç olmak zorundayız. Seksen yıllık dönemde, milletin
egemenlik hakkı çok tartışılmıştır. 1924 Anayasasında egemenlik şöyle ifade
ediliyor:"Hâkimiyet, bilâkaydü şart milletindir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi milletin yegâne ve hakiki mümessili olup, millet namına hakkı
hâkimiyeti istimal eder." Yani, biraz daha açıklarsak, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, milletin tek ve hakikî temsilcisidir ve millet adına egemenlik
kullanır deniyor.
Oysa, 1961 ve 1982 Anayasasına
baktığımızda "Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir. Türk Milleti,
egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle
kullanır"deniyor.
İşte, en önemli vurgu da burası. Bu
yetkili organlar kimler; yani, 1961 ve 1982 Anayasasıyla, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, egemenliği millet adına kullanan tek makam olmaktan çıkarılmış, bunun
yerine, bürokratik kurumlar egemenliğin kullanımına ortak edilmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çalışkan, lütfen sözlerinizi tamamlayın.
Buyurun.
ABDULLAH ÇALIŞKAN (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Başkan.
Ülkemizde kırk yıldır, demokrasinin,
yönetemeyen demokrasi haline gelmesinde, hükümetlerin iktidarda iken muktedir
olamama durumuna gelmesinde en önemli neden bu olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti
tarif edilirken, bürokratik cumhuriyet olarak tarif edilmeye başlanmıştır. 22
nci Dönem milletvekilleri olarak bizlere düşen en önemli görevlerden biri de,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin elinden alınan egemenlik hakkının yeniden aslî
sahibine verilmesidir; yani, Türkiye'nin, bürokratik cumhuriyetten demokratik
cumhuriyete dönüştürülmesidir. Aslolan, siyasî irademize sahip çıkmak ve siyasî
irademizi gasbettirmemektir.
3 Kasım seçimlerinden sonra
milletvekillerimizin siyasete getirdiği kalite ve seviyeye Meclis
Başkanlığımızın reform çalışmalarıyla yaptığı katkı, ülkemizde Meclisimizin hak
ettiği itibarlı, güçlü konuma gelmesine neden olmuştur. Bu nedenle, şahsım
adına mensubu olmakla ömür boyu gurur duyacağım Türkiye Büyük Millet Meclisinin
siyasî değerini yükselten bu çalışmalar için, başta Meclis Başkanımız olmak
üzere, tüm Başkanlık Divanına ve yöneticilere teşekkürlerimi sunuyorum.
Ayrıca, itibarı yükselen bir Meclisin,
sosyal yaşamımızda ve siyasette ne denli büyük anlam taşıdığının da bir kez
daha altını çizmek istiyorum. Ancak ve ancak güçlü ve itibarlı bir Meclis
olursa gerçek bir yerleşik demokrasiye ulaşacağımıza inanıyorum. Millî iradenin
gücü ne kadar çok siyasete ve Meclise yansırsa, halkın huzuru ve mutluluğu da o
denli fazla olacaktır. Büyük Milletimize hak ettiği güzellikte bir Meclis
teslim etmek için var gücümüzle çalışacağız. Gelecekte çocuklarımız, onur
duyacakları bir Meclise sahip olacaktır.
Sayın Başkan, bir miktar da, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu bütçesiyle alakalı konuşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, iletişim özgürlüğü,
demokrasiyi var eden ve yaşatan özgürlüktür. Demokrasinin, dolayısıyla, halkın
güçlenmesi, özgür ve sorumlu basının olmasıyla mümkündür. Günümüzde, özellikle
yeni iletişim teknolojilerinin sağladığı imkânlar, kitle iletişim araçları,
büyük ölçüde hegemonik ilişkilerin silahı haline gelmiştir.
Türk toplumu, ekseriyetle televizyona
bağlı bir toplumdur. Ailelerimizin yüzde 85'i, günde ortalama 4 saat televizyon
izlemektedir. Dar ve sabit gelirli aileler için televizyon, başlıca eğlence,
bilgilenme ve boş zamanlarını değerlendirme aracıdır. Dolayısıyla, ticarî ve
siyasî çıkarlar nedeniyle, bilgi yerine bilgisizlik, doğru ve yeterli haber
yerine çarpıtma ve manipülasyon, beceri kazandırma yerine bağımlı tüketicileri
artırma şeklinde bir yayın politikası izlenmektedir. İzlenme payını ve oranını
artırmak uğruna, televizyon programlarında, sıradışı, abartılı, marjinal,
inanılmaz, tuhaf, çarpıcı, şaşırtıcı olgular toplumsal değerleri hiçe sayarak
ısrarla dramatize ediliyor ve vurgulanıyor. Böylesi bir yayın anlayışıyla
ortaya çıkan manzara, aklın, ahlakın, insanî değerlerin yok olduğu ve kötülüğün
egemen olduğu bir dünya görüntüsüdür; ki, böylesi bir izlenim, bireyin yaşama
sevincini büyük ölçüde kırmakta ve yok etmektedir. Medya eliyle üretilen
kültürün en önemli görünümlerinden ikisi, şiddet ve müstehcenliktir. Şiddet ve
pornografi içeren yayınlar, en fazla ilgi çeken yayınlar olmakla beraber,
psikolojik yıkımı en güçlü yayınlardır. Bu tür yayınların, özellikle çocuklar
ve gençler üzerinde telafisi mümkün olmayan izler bıraktığı görülmektedir.
Hızlı bir değişim yaşayan Türk toplumunda, kitle iletişim araçlarının payı
büyüktür. Yayın içeriğinde, değişen toplumsal yapının gereklerine uygun,
eğitici ve uyarıcı mesajlara yer verilmesi, toplumsal kalkınmanın önemli bir
boyutu olarak kabul edilmelidir.
Her toplum, evrensel olduğu kadar kendine
özgü kültürel değerlere de sahiptir.
BAŞKAN - Sayın Çalışkan, bütçe görüşmeleri
sırasında hatip olan arkadaşların sözlerini kesmek istemiyorum; onun için,
konuşmanızı toparlayınız.
ABDULLAH ÇALIŞKAN (Devamla) - Toparlıyorum
Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Burada, yapılan eksüre ilaveleri
ne kadarsa, diğer konuşmacılara da aynı şekilde eksüre vereceğim; bunları tek
tek not alıyorum. Onun için, konuşmanızı biraz hızlı tamamlarsanız memnun
olurum.
Buyurun.
ABDULLAH ÇALIŞKAN (Devamla) - Teşekkür
ederim efendim.
Kitle iletişim araçları, toplumumuzu
ayakta tutan millî ve manevî değerleri dikkate alarak yayın yapmalıdır. Bu
cümleden hareketle, 1990'lı yıllarda bir oldubittiyle yayına başlayan özel
radyo ve televizyonların denetimini gerçekleştirmek üzere kurulan RTÜK'ün,
bugün, arzulanan işlevlerini yerine getirecek ne kanunî ne hukukî ne de fizikî
altyapısı oluşturulabilmiştir.
Ayrıca, yerel televizyonlar ve radyoların
beklediği frekans ihalesinin de bir an evvel yapılması gerekir.
RTÜK'ün 2004 malî yılı bütçesi, 85 trilyon
506 milyar TL'dir.
Millî iradenin tecelligâhı olan Türkiye
Büyük Millet Meclisinin ve RTÜK'ün 2004 malî yılı bütçelerinin milletimize
hayırlı olmasını temenni ediyorum, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Çalışkan, teşekkür
ediyorum.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına,
ikinci söz, Ordu Milletvekili Enver Yılmaz'a aittir.
Sayın Yılmaz, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ENVER YILMAZ (Ordu) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2004
malî yılı bütçesiyle ilgili söz almış bulunuyorum; AK Parti Grubu ve şahsım
adına, sizleri saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinden
itibaren, hem demokrasimizde hem hukukumuzda, birtakım çarpıklıkları, geçmiş
dönemlerde hep beraber gördük; fakat, bu yanlışlıkların içinde bir yer vardı
ki, her platformda, her süreçte devamlı haksızlıklara uğrayan ve bu
haksızlıklar karşısında kendini ifade edemeyen, kendini izah edemeyen bir
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve milletvekili grubu vardı. Her türlü basın ve
yayın organlarının, delilsiz, haksız isnatlarına rağmen, toplum huzurunda,
kendisini savunmaktan, birtakım gerekçelerle, imtina eden bir Türkiye Büyük
Millet Meclisi vardı. Kimilerine göre, milletvekilleri, cahil, iş takipçisi,
devletin yüksek maaşı ile beslenen, Meclis ise, içerisinde çiğköfte yoğrulan,
lokantasında ucuz yemek yenilen, devletin kamburu olarak tasvir edilmiştir.
Prof. Dr. Sayın Mustafa Erdoğan'ın dediği gibi, bilinçli bir yapı Parlamentoyu
kötülüyor ve bu yapının neticesinde de, millet iradesini devlet iradesinin
altına almak gibi bir irade ortaya çıkıyor.
Tabiî ki, Meclisin itibarını ve işleyişini
yükseltmek, demokrasinin ve halkımızın en önemli kurumunu hak ettiği yere
getirmek, sizlere, bizlere, görev olarak düşmekteydi. Sayın Meclis Başkanımız
Bülent Arınç'ın Başkanlığında, buna yönelik -biraz önce belirtmiş olduğum
olumsuz tablolardan kurtulabilmek için- çok düzenli çalışmalara başlandı. Önce,
idarî düzenlemelere el atıldı; ardından, Meclisimizi halka, Meclisimizi
aydınlara tanıtmak, Meclisimizin geçmiş dönemdeki bu olumsuz itibarını kamuoyu
nazarında yıkmak için gerekli çalışmalara başlandı ve bu çalışmalar neticesinde
o kadar ilginç rakamlar ortaya çıktı ki, dünya parlamentoları içinde, en fazla
üniversite mezununun olduğu parlamentonun, bu çatı altında yaşayan sizlerin ve
bizlerin olduğu parlamento olduğu ortaya çıktı; yüzde 90'ı üniversite mezunu
olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin, aynı zamanda 155 milletvekilinin de
üniversitelerde akademik kariyer için çalışmalar yaptığını ortaya koydu.
Milletvekillerimiz bu dönemde lojmanlarını
terk etti, Maliye Bakanlığına gerekli devir işlemlerini yaptı. Şimdiye kadar,
milletvekillerimiz hiç zam almadılar. Parti kesintileri, seçmen masrafları,
özel giderleri, Meclisteki telefon paraları, günde 8 000 ziyaretçinin çay ve
yemek masrafları da dikkate alındığında, mevcut maaşları yetmediği gibi
milletvekillerimiz keseden de yemeye başladılar. Yüksek maaş aldığı iddia
edilen milletvekillerinin bugünkü kamu personeli içinde Türkiye'de 32 nci
sırada maaş aldığı, maalesef, hiç kimseye anlatılamadı. Elbette ki, Sayın
Başkanımızın Başkanlığındaki Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı
üyeleri ve siz çok kıymetli milletvekillerimizin öncelikle kendilerini
kamuoyuna izah ve anlatması öncelikli görevidir.
Bu tespitlerden sonra, 22 nci Dönem
milletvekilleri olarak, bu olumsuz bakışın ve durumun telafisi için yoğun bir
çalışmaya başlanıldı. Parlamenter sistemde, Meclisin, siyasetin kalbi ve
merkezi olduğu tekrar hatırlatıldı; bundan böyle herkesin ve her kesimin,
Meclisi ve milletvekillerini saygıyla dikkate alacağı bir dönemin başlangıcı
oldu.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2004 bütçesi 248 trilyon 910 milyar liradır.
Bunun 138 trilyonluk kısmı personel gideridir. 2004 yılı bütçesinin ortalama
artış oranı 2003 yılı bütçesiyle kıyaslandığında yaklaşık yüzde 11
civarındadır. 2003 yılı bütçesinde tasarruflara son derece önem verilmiştir.
Örneğin, ekonomik ömrünü bitirmiş, masrafları çoğalan 35 adet araç, Maliye
Bakanlığına devredilmiştir; akaryakıt ve bakım onarımdan tasarruf sağlanmıştır.
Araçlara taşıt tanıma sistemi taktırılmış, yakıt tüketimi, katettiği kilometre
ve güzergâhları, elektronik ortamda izlenme imkânına sahip olunmuştur. Meclis
bahçesindeki havuzların izolasyonu yapılmış, otoparklar yenilenmiş, yeni
otoparklar kazandırılmıştır. Kampus ısı merkezi ayrıştırılmış, bunun sonucunda,
bir yıllık kısa bir süre içinde, 70 milyar liralık doğalgaz ve elektrik
tasarrufu sağlanmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci
Dönem çalışmaları 14 Kasım 2002 tarihinde başlamıştır. O tarihten bu yana 114
birleşim toplanılmış, 603 saat çalışılmış ve bu çalışmalar, 26 000 sayfa
tutanak altına alınmıştır. Yeni yasama yılında 26 birleşim toplanılmış, 103 saat
çalışılmıştır.
22 nci Dönemde, yasama olarak 444 adet
kanun tasarısı, 262 adet kanun hükmünde kararname, 212 adet kanun teklifi, 41
adet Meclis kararı alınmıştır. Meclisimiz, 20 ve 21 inci Dönem çalışmalarıyla
kıyaslandığında, yüzde 40 oranında daha fazla çalışmıştır.
Yine 22 nci Dönemde, 865 adet sözlü soru
önergesi, 1 613 yazılı soru önergesi, 4 adet genel görüşme önergesi, 152 adet
Meclis araştırması önergesi verilmiştir. 19 Meclis araştırması önergesi kabul
edilmiş, kabul edilen önergeler için 10 adet Meclis araştırması komisyonu
kurulmuş, bunlardan 5'i de raporunu vermiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Meclis, Avrupa Birliğine uyum sağlayan örnek kurum seçilmiştir. e-Meclisi
oluşturmak için çalışmalar başlamış, bu çerçevede, milletvekillerimize birer
dizüstü bilgisayar verilmiştir. Seçmenler ile milletvekillerimiz internet
ortamında buluşmuş, sivil toplum örgütlerinin ve vatandaşlarımızın yasama
sürecine katılımı sağlanmıştır. e-Meclis Projesi kapsamında, kulislere,
doğrudan internete bağlı kiosklarla kablosuz internete çıkış imkânı veren
cihazlar konulmuştur. Bu cihazlar, gerek görüldüğü takdirde, zaman içinde
yaygınlaştırılacaktır.
Kablosuz internet cihazları vasıtasıyla,
sayın milletvekillerimiz, dizüstü bilgisayarlarla, kendilerinin alacağı uygun
bir erişim kartını takarak, çalışma odalarının dışında da internete girme
hakkına sahip olacaklardır.
Milletvekillerimizin, seçmenlerle ve seçim
bölgeleriyle internet üzerinden görüntülü ve sesli iletişimlerini sağlayan
internet ortamının bu yıl sağlanması beklenmektedir. Bu amaçla, Aralık 2003
itibariyle, internete bağlantı hızımız 2 megabi'ten 10 megabite
yükseltilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi web sitesinde
bulunan, özellikle yasama ve denetim çalışmalarımıza ait bilgilerin kapsamının
daha da geliştirilmesi, milletvekillerine sunulan günlük basın bültenleri gibi
birçok materyalin, yine, elektronik ortama aktarılarak kâğıt tüketiminde ciddî
tasarruf sağlanması amaçlanmıştır.
Böyle büyük bir proje hayata geçirilirken,
sevindirici olan, Meclis bütçesinden bir harcama yapılmadan, özel bir bankayla
yapılan anlaşma gereği, bu imkâna kavuşulmuş olmasıdır. Gerçi, bu konu siyasî
polemik haline getirilmiş, kamuoyunda farklı şekilde yansıtılmaya
çalışılmıştır; ancak, bilinmelidir ki, bugün itibariyle 3 milletvekilimiz
dışında, dizüstü bilgisayarı almayan milletvekilimiz kalmamıştır.
Bu projenin yanında, bu anlaşma
çerçevesinde Mecliste son teknoloji, elektronik geçiş sistemine de önümüzdeki
günlerde geçilecektir. Keza, eleştiri konusu yapılan Aycell firmasıyla aynı
nitelikte protokol çerçevesinde, vekillerimize uygun şartlarda konuşma imkânı
ve 1'er cep telefonu cihazı verilerek, Meclisin telefon giderlerinde büyük
azalmalar beklenmektedir, milletvekillerimizin tamamı bu haktan faydalanmak
için gerekli işlemleri de yapmışlardır.
Söz konusu projelerle, vatandaşlarımızın,
o kadar yolu katedip buraya gelmelerine gerek kalmaksızın, vekilleriyle, yani
bizlerle daha rahatlıkla görüşmeleri de mümkün olacaktır. Milletvekillerimiz,
seçim bölgeleriyle görüntülü ve sesli haberleşme imkânına sahip olacaklardır.
Bu şekilde, bazı günlerde 8 000-10 000'i bulan Meclisin ziyaretçi sayısında da
ciddî şekilde azalma beklenmektedir.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
kamuoyunun ilgi ve dikkatini çeken bir konu da, Parlamentomuzun, idarî ve
personel rejimi gibi konularda gündemde kalması "en büyük KİT"
yakıştırmalarına maruz kalmasıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, lütfen, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
ENVER YILMAZ (Devamla) - Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan.
Türkiye Büyük Millet Meclisi idarî
teşkilatının yönetimi, Parlamento için bir referans niteliği taşımaktadır.
Devlet sistemindeki özgün konumu nedeniyle Parlamento için, genel kamu personel
rejimi içerisinde olmakla birlikte, kimi yönlerden farklılaştırılmış bir
personel statüsü çizilmesinin, tanınan esneklik ve sağlanan geniş imkânların,
yetkin bir insan kaynağının oluşturulmasını amaçladığı açıktır. İstisnaî
memuriyet olarak adlandırılan bu statü, amacına uygun değerlendirilememiştir.
Halen, Türkiye Büyük Millet Meclisinde,
geçici personel dahil, 4 800 personel çalışmakta, bu personelden 1 081'i, Millî
Saraylar Dairesi Başkanlığında istihdam edilmektedir. Bu dönemde, personel
sayısı 145 kişi azaltılmıştır.
Avrupa Birliği standardını yakalamaya
çalışan bir Türkiye'de, Meclisimizin bu yapısı, artık bizi zorlamaktadır. Bu
nedenle, Meclis idarî teşkilat yapısının organizasyon analizi yapılarak,
yeniden gözden geçirilmesine ve 2919 sayılı Kanunun modern bir çerçeveye
kavuşturulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Kurumda çok farklı statüde personelin
istihdamı da sorunlar yaratmaktadır. Personel sayıları, bazı birimlerde çok
fazla ve gereksiz gözükürken, bazı birimlerimizde yetersiz kalmaktadır. Bu
yetersizliğe, personelimizin gerekli düzeyde eğitim almamış olması, uzman
personel sayısının çok az olması ve kariyer uzmanlık sisteminin etkin bir
yapıya kavuşturulamaması da etki etmektedir.
Tüm bunlara ek olarak, ücret sistemi,
nitelikli personeli motive etmekten uzaktır ve üretkenliği de düşürmektedir.
Personel yönetimindeki bu sorunları çözmek için, norm kadro çalışması da
başlatılmıştır.
Sayın milletvekilleri, milletvekili
danışmanları, görev yeri, görev ve çalışma süreleri yönünden, doğrudan
milletvekillerine, bizlere bağlı bir birimdir. Bu nedenle, seçim çevrelerinde,
parti genel merkezlerinde çalışan danışmanlar bulunmaktadır. Her ne kadar,
milletvekillerinin yasama ve araştırma faaliyetlerine yardımcı olacakları
belirtilmekte ise de, Avrupa Birliğine uyum sürecinde, Avrupa Birliği ülkeleri
parlamentolarındaki danışmanlık kurumları incelenmeli ve bu konuda gerekli
düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır.
Ayrıca, son dönemdeki Meclis altyapısına
dönük çalışmaları, park alanlarında, koridor ve lokantalarda yapılan
çalışmaları da övgüye layık buluyoruz.
Cumhuriyetimizin demokrasi ve devletimizin
hukuk temelleri üzerine gelişmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, toplumun
hukukunu titizlikle korumasına bağlıdır. Bu Meclisin itibarı, milletimizin
itibarıdır. Zira, bu Meclis, milletimizin yegâne istinatgâhı, devletimizin ve
demokrasimizin teminatıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin önemini,
değerini, saygınlığını ve gerekliliğini korumak, kollamak, bizlere, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyelerine düşmektedir.
Halkımız, tüm bu çalışmalarımızı yakından
takip etmekte ve takdirle karşılamaktadır. Meclisimiz, aynı tempo, samimiyet ve
ciddiyetle çalışmalarına bundan sonra da devam edecektir.
2004 yılı bütçemizin hayırlı olmasını
diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Yılmaz, teşekkür ediyorum.
AK Parti Grubu adına üçüncü konuşmacı,
İstanbul Milletvekili Sayın Burhan Kuzu?.. Yok.
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet
Ali Bulut; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ALİ BULUT
(Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 yılı bütçesi
üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, öncelikle iktidar
- muhalefet düalizmi ya da karşıtlığı saplantısıyla ülke sorunlarına yaklaşma
yanlışlığından kurtulmamız gerektiğinin altını çizerek sözlerime başlamak
istiyorum; yani, muvafık - muhalif yaklaşımı yerine, müdahil yaklaşım
içerisinde olmamız gerektiğinden bahsetmek istiyorum. Alışılagelmiş usuldür; ne
olursa olsun, hangi gerekçeler öne sürülürse sürülsün, her yıl, bütçe
görüşmeleri, mekanik, kısır, hedefi belirsiz tartışmalar çerçevesinde cereyan
eder ve etmektedir. Oysa ki, Türkiye gerçekleriyle örtüşen, gerçek anlamda
yanlışları eleştirip öneri getiren, doğruları ise takdir edip destekleyen bir
yaklaşım, ihtiyaç duyduğumuz yaklaşımdır.
Bütçe, basit ve yalın anlatımla, 70 000
000 ülke insanımızın, bir yıllık siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamının rakamsal
ifadesidir; sadece bütçeyi hazırlayan iktidarı değil, muhalefeti de doğrudan
ilgilendirmektedir.
Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere,
Sayıştay, 1862 yılında, Divanı Muhasebat adıyla kurulmuştur.
Sayıştay, bağımsız statüsü, kurumsal
yapısı, özerk ve tarafsız konumuyla, demokratik rejimlerin vazgeçilmez bir
unsuru olmuştur.
Türkiye'de, Fransız modeli örnek alınarak
kurulan Sayıştay, kamu yönetiminde saydamlığın sağlanmasında, hukuka ve
yasalara uygun, hızlı ve verimli bir performans çerçevesinde, çok önemli ve
etkili görevler üstlenen anayasal bir kuruluştur.
Anayasamızın 160 ıncı maddesinde
Sayıştayın görevleri belirlenmiştir. Buna göre Sayıştay, genel ve katma bütçeli
dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına denetleyen bağımsız bir kuruluştur.
Sayıştay, Meclis adına kamu maliyesi
denetimi yapmaktadır. Bir başka deyişle, devletin parasının nereye harcandığı
tespit edilmeye çalışılmaktadır. Aslında, kamu maliyesinin denetimi
dediğimizde, bu kavram, kamu harcamalarını, vergiyi, gelirlerin toplanmasını,
harcanmasını ve gerektiğinde borçlanmaya gidilmesini ifade etmektedir. Tüm bu
kompleks yapı, birbirinden ayrılmaksızın, Sayıştayın denetimine ve analizine
tabidir. Sayıştayın görevi ve sorumlulukları bu bağlamda çok önemli ve ağırdır.
Sayıştay, Anayasadan ve Sayıştay Kanunundan aldığı yetkiyle, genel ve katma
bütçeli dairelerin bütün gelir, gider ve mallarını inceleyerek, sonuçlarını
Meclise bildirmektedir.
Her geçen gün, Sayıştayın görev alanı
artış göstermektedir. Kamu harcaması yapılan tüm alanlar, kurumun görev alanına
girmektedir. Sayıştayın Meclis adına bağımsız ve tarafsız olarak yaptığı
denetim sonucunda, sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama yoluyla kesin
hükme bağlamak ve denetimi Meclise bildirmekle, amaçlanan, devletin malî
yapısının düzenli, verimli ve yasalara uygun bir şekilde işlemesine yardımcı
olmaktır.
Sayıştay, ülkemiz için varlığı zorunlu
olan bir kurumdur. Bunun önemli sebepleri vardır; şöyle ki, kamu parasının
kullanıldığı her yerin Sayıştayca denetlenmesi, kamusal hesap verme
sorumluluğunun ne ölçüde yerine getirildiği, Sayıştayın Meclise sunduğu
raporlardan anlaşılmaktadır.
Sayıştayı önemli ve vazgeçilmez bir kurum
yapan diğer bir özellik ise 1996 yılından beri gündemde olan performans denetimine
sahip olmasıdır. Sayıştay Kanununa eklenen maddeyle performans denetimi
yapılmaktadır. Bu denetimle, aslında, Sayıştay, kendi performansını
denetleyerek, üstlendiği sorumlulukları yerine getirirken ne ölçüde verimli
olduğunu ortaya koymaktadır. Bu olgu, çağdaş denetim normlarını yakalamada çok
önemli bir adımdır. Performans denetimi yapılırken genel hukuk normlarının
dışına çıkılmadan Meclise objektif bilgiler sunulmaktadır.
Belirtmek istediğim diğer bir husus ise
Sayıştayın bağımsız, tarafsız ve objektif olarak çalışması ve bu çalışmaların
ürünü olan verimli denetim raporlarını Meclise sunabilmesi için, çağdaş denetim
normlarının ve fizikî çalışma ortamının sağlanması gerekmektedir. Buna ek
olarak, çağdaş denetim metot ve tekniklerinin uygulanması da gerekmektedir.
Gelişmiş demokratik ülkelerde, Sayıştay denetimi denilince bu ölçütler önem arz
etmektedir.
Bildiğimiz ve yaşadığımız gibi, denetim,
ülkemizin işlevsel kamu mekanizmasının önemli bir ayağıdır. Sürekli, denetim
yetersizliğinden ve denetimin etkin olmamasından şikâyet edilir. Bunun sonucu,
yolsuzluklar ortaya çıkar. Sonuçta da, yakın geçmişte hep birlikte gördüğümüz
gibi, tarihimizin en büyük iki kriziyle ülkemiz karşı karşıya kalmıştır. Bu
krizlerde denetimsizliğin açık bir rolü vardır; çünkü, krizin temel
sebeplerinden birisi yolsuzluktur. Yolsuzluğun da sebeplerinden en önemlisi,
yeterli ve gerekli denetimin olmamasıdır.
Şimdi, biz, Türkiye'de her kesimin şikâyet
ettiği, kamunun hantallığı, tıkanmışlığı, çürümüşlüğüne yeni bir çözüm getirmek
istiyoruz. Bunu da, Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısıyla iktidarımızın
çözeceğini belirtmek istiyorum. Burada önemli olan, siyasal, sosyal, ekonomik
her kesimin Türkiye'ye sahip olma duyarlılığı ve bilinciyle konuya
yaklaşmasıdır; kurumsal çıkardan çok, ülke çıkarı açısından yaklaşmalarıdır.
Hem şikâyet edip hem de şikâyet konularının çözülmesine yönelik çabaların önünü
tıkamak önemli bir paradokstur, samimîyetsizliktir, kasıtlı girişimlerdir.
Kuşkusuz, bu konuda, geniş katılımlı bir konsensüsün gereğine inanıyoruz; bu
yönde de, hükümetimiz çaba sarf ediyor. Bu çabalarımızı saptırmanın, konu
dışına çıkarmanın hiçbir pozitif amacı olamaz. Biz, denetimin bir merkezden
gerçekleştirilmesi, yani, temel olarak Sayıştayın etkinliğinin artırılıp
denetimin parçalılıktan kurtarılmasını öngörüyoruz; çünkü, Sayıştayın daha etkin
hale getirilmesi, ancak bu şekilde mümkündür. Bazı kurum ve kuruluşların da
yetkilerinin elden gitmesi psikozuna girmemesi gerekiyor. Hiçbir kurumun
yetkisi elinden alınmamaktadır; aksine, yetkilerinin yerine getirilmesi için
dolaylı olarak da motive edilmektedir.
Biz, tüm kurum, kuruluş ve kesimlerin
denetim altında olmasını, bu denetimin doğru zamanda, doğru elemanla, doğru
araçla gerçekleştirilmesini, hiçbir kurum, kuruluş ve kesimin denetimdışı
bırakılmamasını amaçlıyoruz; ancak, bunu yaparken, kurum, kuruluş ve
kesimlerin, Demokles'in kılıcının tehdidi altında bir psikolojiye girmemesini
istiyoruz; bunun önlemlerini de, hükümetimiz almış bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Sayıştay,
yukarıda belirttiğimiz gibi, ülkemizin temel kurumlarındandır. Yüzkırkbir
yıllık tarihî geçmişi bulunan Sayıştayı, etkin denetimiyle çağdaş bir kurum
haline dönüştürmek, bu tasarının temel yaklaşımlarından birisidir. Bizim kamuda
yeniden yapılanma anlayışımızın vizyonu, tarihsellik ve çağdaşlık çizgisinde,
kurumları, çağın gereklerine göre yeniden yapılandırmaktır. Onun için de, bu
reformun temel perspektifinin, değişimin yönetimi için yönetimde değişim
olduğunu ifade ediyoruz.
Bu tasarımızla, etkinlik, denetim, yeniden
yapılandırma konularında merkezî yönetimin Türkiye gerçekleriyle örtüşen
küresel bir vizyon getirdiğini görmek gerekiyor. Kamuda şikâyet edilen ne varsa
tamamı ele alınmaktadır; öncelikle de, denetim üzerinde özellikle
durulmaktadır. Bizim nihaî hedefimiz, insanına ve kurumlarına bütünüyle güvenen
"aslolan beyandır" duygusuna sahip olan bir yapısallıktır. Bu anlayış
içerisinde bir denetim anlayışı getirmek istiyoruz. İnsanlarımızın kurumlarına,
kurumlarımızın da insanlarına aynı güven içerisinde bulundukları bir yapısal
mekanizma oluşturmaya çalışıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Bulut.
MEHMET ALİ BULUT (Devamla) -
Sayıştayımızın da, bu bağlamda, yargı yetkisiyle donatılmış önemli bir kurum
olduğuna ve Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısıyla daha da etkinleşeceğine, hep
birlikte, inşallah tanık olacağız.
Bilindiği üzere, Yedinci Uyum Paketi
çerçevesinde getirilen bir hükümle, Silahlı Kuvvetlerimizin harcamaları
Sayıştay denetimine alınmıştır. Böylece, denetimdışı kamu kurumları
azaltılmıştır. Bu durum, gerçekten, denetim konusunda yapılan en büyük reform
olarak değerlendirilmiştir.
Değerli milletvekilleri, son olarak bir
konuya daha değinmek istiyorum. Bilindiği gibi, geçmiş zamanda, Sayıştayın
arşivi yanmıştır. Sayıştay gibi çok önemli bir kurumun, ihtiyacı olan arşive
hâlâ sahip olmaması ciddî bir eksikliktir. Bu eksikliğin de bir an önce
giderilmesi gerektiğini ifade ediyorum.
2004 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı
olması dileğiyle, hepinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bulut.
AK Parti Grubu adına dördüncü konuşmacı
İstanbul Milletvekili Sayın Burhan Kuzu; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA BURHAN KUZU
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde konuşmak üzere, Grubum
adına söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, bizim hükümet
modelimiz parlamenter rejimdir. Parlamenter modelde cumhurbaşkanının konumu ve
yetkilerinin sembolik olması gerekiyor. O bakımdan, bütçe münasebetiyle, bu
alanda Türkiye'de yaşanan bazı sorunlara dikkat çekmek istiyorum.
Şimdi, bir defa, Anayasamıza göre,
cumhurbaşkanının dışarıdan seçilmesi imkânı getirilmiştir. Bu, belki, vatandaşa
da yol açmak bakımından isabetli olmuştur; ancak, yükseköğrenim şartı hâlâ
bulunduğu için, yine, bir kısıtlı alan tanınmıştır. Eski dönemlerde de doğrudan
Meclis içinden seçildiğinden, evvela senatör yapılmak suretiyle bu yol
açılıyordu. Dolaylı yola gitmemek bakımından, belki bu yol isabetli; ama, bunu
genişletmek lazım.
İkinci bir husus, bizim Anayasamızda 7
yıllık bir süre öngörülmüş. Alman Anayasasına baktığımız zaman -parlamenterizm
anlamında- 5 yıllık bir süredir. Başka ülkelerde 7 yıllık süreler var; mesela,
Fransa'da; ama, doğrudan seçildiği için, belki farklı algılanabilir. Bu konuda
da 5 (+) 5 formülünün Türkiye şartlarına daha uyacağını düşünüyoruz.
Yetkileri alanında eleştirimiz, bence en
önemli yanlışlık, sembolik yetkiye sahip olması gereken cumhurbaşkanlığı
makamının, oldukça fazla yetkilerle donatılmış olmasıdır. Bunun, tabiî, temeli,
zannediyorum, 12 Eylül 1980 harekâtından sonra, siyasetçiye güven krizi
bağlamında yaklaşıldığı için, bürokratik kesime daha ağırlık verilmiş, genel
oyla seçilen kesim biraz kenara itilmiş. O zaman da, tabiî, sorumlu olmayan
makamlara fazla fazla yetkiler verilmiş. Bu, elbette ki, doğru bir yöntem
değildir.
Bunu sağlamada en büyük yanlışlık, 1961
Anayasasına göre, bu yetkileri tek maddede toplamak olmuştur. Gerçekten, bu
maddeyi okuduğunuz zaman, diyorsunuz ki, bu sistemde tek yetkili
cumhurbaşkanıdır. Yasamaya karşı
olanlar, yürütmeye karşı, yargıya karşı olanlar şeklinde sıralanmış, tek
tek sayılmış; ayrıca, ilgili maddelerde sayılmış. Nitekim, rahmetli Özal
"bu maddeyi ben okuduğum zaman -104 üncü maddeyi- tek yetkili benim diye
düşünüyorum" demişti. Tabiî ki, çok da yanlış değildi bence.
Yapılacak birinci iş olarak bu maddedeki
yetkileri dağıtmak lazım; zaten, ilgili çok maddede bu tekrarlanıyor.
Psikolojik etkiden, bir defa, kurtarmak lazım bu noktada. Ayrıca, atama
yetkilerini de bir gözden geçirmemiz gerekiyor. Birçok kanun çerçevesinde,
sayın cumhurbaşkanına atama yetkileri tanınmış Anayasa dışında. Elimdeki
kanunlara bakıldığı zaman, 15 üyeyi birçok kurula direkt atama yetkisine sahip
görülmektedir.
Bütün bunların dışında, cumhurbaşkanının
sorumluluğu meselesine gelince; tek başına yaptığı işlemler aleyhine,
malumunuz, dava açılamıyor. Ben de soruyorum, acaba, bu işlemden hangisini tek
başına yapacaktır; bunlar, Anayasada sayılmamış. Doktrin bunu belirlemeye
çalışıyor. Mahkemede dava açılamadığı için bir içtihat da oluşmuyor. Herkes,
farklı bir şekilde tasnif yapıyor. Halbuki, bakıyoruz, Alman, Fransız ve Yunan
Anayasaları -ki, bunlar da Fransa'yı bırakırsanız, parlamenter rejim
sayılırlar- tek tek saymışlar. Bizim eski dönemde de taslaklarda bunlar hep
sayılmaya çalışılmış; fakat, nedense, bir türlü metne yansımamış. Dava
açamadığımıza göre, bunun mutlaka bilinmesi lazım; aksi halde, sorumlu olmayan
makamlara, bir de yargı yolu kapalı işlemler yapma fırsatı vermiş duruma
düşeriz.
Deniyor ki "devletin başı sıfatıyla
yaparsa, bunu tek başına yapar; yürütmenin başı sıfatıyla yaparsa, bunu
Bakanlar Kuruluyla birlikte yapar." Ama, bunun da çok net elimizde ölçüsü
yok. Şu halde, bu konuda ciddî bir tasnif gerekiyor.
Cumhurbaşkanına bağlı kurumlar var. Bu
kurumların fonksiyonlarına bakıyoruz. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği
eskiden de vardı; ama, 82 Anayasası bunu, Beyaz Saraya dönüştürecek şekilde
yetkiyle donatmış ve bir anlamda anayasal plana çekmiş. Eskiden bu, malum,
kanun bazında düzenleniyordu. O yetmiyor gibi, ayrıca, cumhurbaşkanına
kararname çıkarma yetkisi vermek suretiyle -bizde olmayan bir işlem türü bence;
Anayasa olduğu için yapacak bir şeyimiz de yok- merkezî idareye yetki verme
durumunda kalmış ve kendisi, bizatihi, özellikle personel alım ve
yerleştirilmesi bakımından düzenleme noktasına getirilmiş.
Devlet Denetleme Kurulu, fonksiyonunu
yerine getiremiyor; belki yapısı itibariyle yerine getiremiyor, belki gerçekten
çalıştırılamıyor. Cumhurbaşkanının talimatıyla harekete geçen bu kurul, aldığı
raporu ne yapacak; Başbakana gönderiyor. Şikâyet zaten orayla ilgili, aynı yere
tekrar gönderdiğiniz zaman sonuç alamıyorsunuz. Şu halde, bu kurul da,
fonksiyonunu bence ifa edemiyor. Halbuki, kurulun oluşum sebebine baktığımız
zaman şöyle diyor: "Merkezî idarenin önemli bir görevi olan denetim
fonksiyonunun bugüne kadar çeşitli nedenlerle gereğince yerine getirilememiş
olması sebebiyle" diyerek başlıyor. Şu halde, iktidarın, çıkarmak istediği
özellikle kamu reformu yasasındaki "23 000 denetçiye rağmen Türkiye'de
yolsuzluk önlenemiyor" gerekçesi, aslında, taa 1980'de konulmuş. Bu
teşhis, bence, doğru gözüküyor. Öyle zannediyorum, bunları kaldırarak, başka
ülkelerde gördüğümüz, Avrupa Birliği bağlamında, dünyada 86 ülkede olan ombudsmanlık,
bir kurum şeklinde getirilirse, herhalde, isabetli olsa gerekir.
Şimdi, bu genel bilgilerden sonra, bir iki
başka konuya girmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, mutlak
sorumsuzluk durumunda bulunan cumhurbaşkanının, mutlak tarafsızlığı da esastır.
Bir parti mensubu gibi konuşamaz; partilerüstü, objektif, tarafsız bir şahsiyet
olmalıdır. Tenkit ve tasvipten öte, uyarıcı ve irşat edici bir rol oynaması
lazım.
Parlamenter rejimde cumhurbaşkanlığında,
İngiltere'de olduğu gibi ya da Amerika'da başkanlık sisteminde olduğu gibi
hangisini benimseyeceğimizi bilmemiz gerekiyor; yani, İngiltere'deki gibi
"kral hükümet etmez, saltanat sürer" ilkesini mi -ki, doğrusu budur
aslında -o zaman yetkiyi vermememiz lazım- ya da "kral saltanat sürmez,
hükümet eder" Amerikan formülünü ya da Fransız formülünü mü; o zaman da,
halk tarafından seçimi getirmemiz lazım. Bir taraftan sorumsuz kılacaksın, öbür
taraftan da, birçok yetkiyle donatacaksınız; zannediyorum, bu, işin özüne
uymuyor.
Cumhurbaşkanının hakemlik görevini, gereği
gibi uzlaştırıcı bir şekilde, kriz çıkarıcı makam olmaksızın yapmaya çalışması
lazım. Bu bakımdan, bunu bir fırsat bilerek, resepsiyon krizinin, Türkiye'de
bir daha yaşanmamasını temenni ettiğimi özellikle belirtmek isterim.
Sayın Cumhurbaşkanının, Anayasa Mahkemesi
Başkanıyken söylediği sözleri hepimiz hatırlıyoruz "bu yetkiler,
parlamenter modeldeki sorumlu olmayan bir makam için çoktur" demişti. Çok
isabet buyurmuştur, doğru söylemişlerdir. Biz de hep yazageldik, çizegeldik;
bunu, yeniden gözden geçirmemiz lazım. Şu sözünü ve tespitini çok önemsiyorum:
"Demokrasilerin en önemli ilkesi, insanın devlet için değil, devletin
insan için var olmasıdır." Bu alanda da çalışmalar yapmamız gerekiyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
görülüyor ki, 1982 Anayasası, kuvvetlerarası ilişkileri yanlış dizayn etmiştir.
Bunu tekrar ele alıp, çok aşırı yetkiler verilen bu makamı, parlamenter rejimde
gördüğümüz sembolik yetkiyle donatılmış olan bir alana çekmek lazım. Bunu
yapmadığımız sürece, Türkiye'de tartışmaların sonu gelmeyecektir ya da yarı
başkanlık, başkanlık modeli gibi -hem sorumlu belli hem yetkili belli- formülleri aramamız, gerekmektedir. Davulu
kime veriyor isek, mutlaka, tokmağı da onun eline vermemiz lazım; aksi halde,
davulun sesini hoş işitmeyiz. Türkiye, bunu yaşıyor bana sorarsanız. Bundan, bir
an önce kurtulmamız lazım.
Bakın, bu hükümet modeli için ne diyor
bizim siyaset bilimcileri; bu tespitte bulunanlar, hepimizin yakından tanıdığı
ve AK Partiyle alakası olmayan birçok bilim adamıdır; özellikle onu de
söyleyeyim ki, hani, daha inandırıcı olsun: Bir kısmı "bu model otoriter
başkanlık sistemi" diyor, bir kısmı "başkancı parlamenter rejim"
diyor, bir kısmı "başkancıl sistem" diyor; böyle gidiyor.
Dolayısıyla, bu modelin adını, evvela, çok net olarak koymamız lazım. Aksi
halde, cumhurbaşkanı-hükümet çatışmaları, özellikle kararname krizi bağlamında
sorunlar yaşarız ülkede.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BURHAN KUZU (Devamla) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kuzu.
BURHAN KUZU (Devamla) - Elbette ki,
Cumhurbaşkanlığı makamı bir noter değildir, tasdik makamı değildir, hiçbir şeye
bakmadan... Mutlaka bir süzgeçtir; zaten, Anayasada da, Anayasayı koruma,
kollama görevi verilmiştir. Esasen, bu, yarı başkanlık modelinde, Fransa'da
verilen bir yetkidir; halk tarafından seçilen cumhurbaşkanına verilen bir
yetkidir; bu konuda dikkati çekmek istiyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı yetkilerini
kullanırken, mutlaka, eline gelen bir kararnameye -atama kararnamesiyle örnek
verelim- şartları taşıyıp taşımaması bakımından bakabilir. İşte, şu makama
gelmek için on yıllık memur olma şartı gibi; bu tutmuyorsa, elbette ki, bunu
imzalamayacaktır; bu, çok normaldir; ama, (A) şahsı değil (B) şahsı getirilsin
şeklindeki bir yaklaşım, sonunda, siyasete girmeye ve tarafsızlık ilkesini
bozmaya kadar götürür; buna dikkat çekmek istiyorum.
Uygulamaya baktığımız zaman, Sayın
Cumhurbaşkanı döneminde, 57 nci hükümet döneminde Köşke sunulan kararnamelerin
yüzde 2'si geri dönerken, 58 inci ve 59 uncu hükümetler döneminde yüzde 24'ü
geri çevrilmektedir. Zannediyorum, iki cumhuriyet hükümeti arasında bunca fark
olmaması lazım; biri, farklı, yanlış yapabilir; ama, herhalde, yanlışlık
oranının bu kadar olmaması lazım; buraya parmak basmak istiyorum ve bu konuda
da, cidden sorun olduğunu düşünüyorum ve şunu soruyorum: Hükümetin
kadrolaşmasından söz açıldığında -sık sık gündeme gelen bir durum- sormak
lazım; acaba, Cumhurbaşkanlığında, Sayın Demirel döneminden kalma kaç personel
çalışmaktadır; hiç, bunu araştırdınız mı; bu konuda da, gerçekten bilgi sahibi
olmak istiyoruz.
Sonuç itibariyle, rejimi tekrar eski
haline getirmemiz; parlamenter rejim diyorsak parlamenter rejim dememiz, ismini
tam ve doğru koymamız gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, aksi halde,
sistemi tanınmaz hale getirmiş oluruz. Özellikle de, bu konuya dikkat çekmek
istedim.
Sayın Başkanım, bir dakika müsaade
buyurursanız, bir şeyi açıklamak istiyorum. Son günlerde, kamuoyunda çok sık
gündeme gelen ve burada da, benim ismim geçerek kullanılan dokunulmazlık
meselesinde bir iki kelam edeceğim sadece.
Sayın Deniz Baykal, bugünkü konuşmada ve
her salı, sürekli, ismimi vermese bile, herkesin bildiği şekilde "karma
komisyon başkanı" diyerek; bayramdan sonra toplayacağız komisyonu dedik ya
"hangi bayram" diye soruyor bana. Tabiî, elbette ki, geçen bayramı
kastettik, onu herkes biliyor.
Bir defa, şunu özellikle belirtmek
istiyorum. Kesinlikle, ortada fiilî bir durum yok. Yani, karma komisyon üyeleri
olarak biz bir toplantı yaptık, biliyorlar. Cumhuriyet Halk Partili
vekillerimizin verdiği, bizim desteklediğimiz önergeyle bir araştırma komisyonu
kuruldu. Doğru ya da yanlış, en azından nezaketen bu komisyonu beklemek
durumundayız, raporu bugün yarın elimize geçecek ve...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - O, anayasa
değişikliğiyle ilgili...
BURHAN KUZU (Devamla) - Hayır efendim... O
araştırma komisyonunun gerekçesine bakarsanız, dört husus sayılmış. Bunlardan
bir tanesinde de "dünyada ve bizde erteleme sebepleri ve nedenleri"
deniliyor. Bunu da görmemiz lazım.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Tamam da efendim,
şu anda bekleyen dosyalarla ne ilgisi var?
BURHAN KUZU (Devamla) - İşte, bu, bekleyen
dosyaları getirmek bakımından bize lazım; çünkü...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Dosyalarla ne
ilgisi var?
BURHAN KUZU (Devamla) - Sayın Topuz,
müsaadenizle...
...bizim, komisyon olarak, bu dosyaları
erteleme ya da ertelememede bir teklif yetkimiz var; bunda ışık tutacak.
Biliyorsunuz ki, bu konuda İçtüzükte bir düzenleme yok, açık bir hüküm yok.
Yani, buraya getirdiğimiz zaman... Eski dönemlerde gördük, 250 dosya gelmiş,
20'sinin dokunulmazlığı kaldırılmış, geriye kalanları ertelenmiş. Ondan önceki
dönem, bakıyorsunuz, 262 dosya gelmiş, bunlardan 19'unun dokunulmazlığı
kaldırılmış, gerisi ertelenmiş.
MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Kötü
emsal olmaz Sayın Kuzu.
BURHAN KUZU (Devamla) - Sonuç itibariyle,
köklü çözüm istiyorsanız, uzlaşma komisyonuna üye veriniz; Sayın Muhalefet
Partisi, size sesleniyorum. O zaman, üye verirsiniz, komisyonu çalıştırırsınız.
Aksi halde, biz, bu komisyonun dosyalarını...
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Dosyaları rafa
kaldıranlara cezalarını halk verdi ama!
BURHAN KUZU (Devamla) - Getireceğiz, hiç
merak etmeyin, yakında gelir.
Dosya sayısına baktığımız zaman "129
dosya" diyor Sayın Deniz Baykal, 114 dosya var. Bu dosyaların dağılımı, 53
dosya AK Parti, 48 dosya da Cumhuriyet Halk Partisine mensup olarak gözüküyor.
Kişi bazında, elbette ki, 66 milletvekilinin dosyası, 20'si CHP'ye, geriye
kalan 44 dosya da AK Partiye ait olarak gözüküyor.
Sonuç itibariyle, tekrar söylüyorum,
muhalefet partimiz bu konuda hakikaten samimiyse, uzlaşma komisyonuna üyeyi
verir, komisyonu çalıştırır. Bakın, eski dönemde -geçen dönemi kastediyorum;
dosya orada, buyurun, dosya herkese açık- birbuçuk yıl bu dosya gündeme
gelmemiş; birkaç kez, bu, böyle olmuş. Şahsıma ait bir mesele filan değil,
kusura bakmayın, ilk defa ben yapmıyorum bu işi, bir uygulamayı götürüyoruz. Ne
beklenmiş; Anayasa değişsin denmiş, beklenmiş, olmamış; af denmiş, olmamış;
yasa değişsin denmiş, olmamış; nihayet biz de sekiz ay bekledik, baktık ki ümit
yok sizden, yakında getireceğiz.
Saygılarımı sunuyorum efendim.
Teşekkür ediyorum, sağ olun, var olun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Kuzu, teşekkür ediyorum.
AK Parti Grubu adına beşinci konuşmacı,
Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu.
Sayın Sıvacıoğlu; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSA SIVACIOĞLU
(Kastamonu) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2004 malî yılı Anayasa Mahkemesi bütçesi üzerinde Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Burhan Hocama, benim yapacağım konuşmayı
da kolaylaştırdığı için ayrıca teşekkür ediyorum
Değerli milletvekilleri, 1921 ve 1924
Anayasalarında yer almayan Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasasıyla hukukumuza
girmiş yüksek bir yargı organıdır. Görevi, kanunların, kanun hükmünde
kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetlemek; Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu
üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî
Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, başsavcılarını, cumhuriyet başsavcı
vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Sayıştay Başkan ve üyelerini,
görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılamak; siyasî
parti davalarına, özellikle de siyasî partilerin kapatılmalarına karar vermek,
herhangi bir mahkemede Anayasaya aykırılığı öne sürülen kanun veya kanun
hükmündeki kararnamenin hükümlerini Anayasaya uygunluk yönünden incelemek
şeklinde sıralanabilir.
Görüldüğü gibi, Anayasa Mahkemesi son
derece önemli görevler ifa etmektedir. En önemlisi de, millî iradeyi temsil
eden Meclisin çıkarmış olduğu yasa gibi bir işlemi denetleyen konumdadır. Bunu
sıradan bir organ gibi görmek mümkün değildir. Bu nedenle, mahkemenin hem
oluşumu hem üyelerinin seçiliş biçimi büyük önem arz etmektedir.
Anayasamızın başlangıç bölümünde ifadesini
bulan kuvvetler ayrılığı ilkesi, kuvvetler arasında medenî bir işbölümü ve
işbirliğine dayanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı, bu çerçevede, belli devlet
yetki ve görevlerini kullanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı arasında işbölümü
ve işbirliği her zaman gözetilmek durumundadır. Dengenin, kuvvetlerden biri
lehine veya aleyhine bozulmasının parlamenter sistemin özüne ve dolayısıyla,
demokrasiye zarar vereceği unutulmamalıdır.
Nitekim, Anayasanın 153 üncü maddesi,
Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak
biçimde hüküm tesis edemeyeceğini açıkça hükme bağlamıştır. Bu açık hükme
rağmen Anayasa Mahkemesinin bazı kararları, maalesef, birtakım hukukçularımız
tarafından kanun hükmüymüş gibi algılanabilmektedir.
Anayasa Mahkemesi açısından sürekli
tartışılan ve şikâyetçi olunan bir diğer konu, gerekçeli kararların oldukça geç
yazılması ve geç yayımlanmasıdır. Hatta, yakın tarihimizde, 2802 sayılı
Hâkimler ve Savcılar Kanunuyla ilgili bir kararını birbuçuk iki yıl gibi geç
yazmış olması da hafızalarımızdadır. Bu nedenle, bazı tedbirler, bir an önce
alınmalıdır. Mahkemenin üye sayısı artırılarak, Yargıtay ve Danıştayda olduğu
gibi daireler kurulmak suretiyle işyükü azaltılabilir, hem de bu şekilde görev
bölümü yapılarak, daha da işlerlik kazandırılabilir. Üyelerin Cumhurbaşkanınca
atanması, kuvvetler ayrılığı ilkesi, yargının tam bağımsızlığının sağlanması
amacı ve hukuk devleti geleneğine de ters düşmektedir. Bu nedenle, çok önemli
görevler ifa eden Anayasa Mahkemesinin üyelerinin seçimi için, daha objektif
kriterler getirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi
kamuoyunda ve hukuk camiasında tartışmalara yol açan yürütmeyi durdurma
kararını vermeye halen de devam etmektedir. Bu yetki, Anayasada açıkça
verilmediği halde, maalesef, kullanılmaktadır. Eğer, bu, bir zorunluluk ise,
yasal zemine oturtulmalı veya uygulamadan vazgeçilmelidir. 11 asıl ve 4 yedek
üyeden teşekkül eden Anayasa Mahkemesi üye sayısı, millî iradeyi temsil eden
yasama organınca üye verilmek suretiyle artırılmalıdır.
Mevcut Anayasamıza göre, Anayasa
Mahkemesine başvuru yolları, iptal davası ve itiraz yollarından ibarettir.
Bunun dışında, bireylerin de Anayasa Mahkemesine doğrudan doğruya başvurmasına
imkân sağlanmalıdır. Bu yönde bir değişiklik yapıldığı takdirde, özellikle
temel hak ya da hürriyetlerin ihlal edildiği iddiasında olan her birey, Anayasa
Mahkemesi nezdinde hak arama imkânına kavuşmuş olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Anayasa Mahkemesi bütçesi üzerindeki bu konuşmamdan önce, geçmiş yıllara ait
bütçe görüşmelerine ilişkin zabıtları da okudum. İktidar ve muhalefete mensup
milletvekilleri, aşağı yukarı, aynı şeyleri değişik kelime ve cümlelerle ifade
etmişler. İktidara mensup milletvekili ve biraz önce konuşan Anayasa Komisyonu
Başkanımız Sayın Burhan Kuzu da, muhalefete mensup Sayın Oya Araslı da,
akademisyen sıfatlarıyla, tam tamına olmasa da, önceki yılları da kapsayacak
şekilde benzer konuşmaları, bir yıl önceki bütçe konuşmalarında dile
getirmişlerdir.
Bilindiği ve sık sık tekrarlandığı üzere,
yasama yetkisi, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir, bu yetki
devredilemez. Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır. Anayasamızın bu hükümlerine göre, üç ayrı güçten ikisi; yani,
yasama ve yargı Türk Milleti adına yetkilerini kullanmakta, idare de Anayasa ve
kanunlara uygun olarak mevcut hukuk sistemimiz içinde hareket etmektedir;
ancak, bu organların zaman zaman, istenmese de çatıştıkları alanlar görülmekte,
bu, kamuoyumuza da yansımaktadır. Başta Anayasa olmak üzere, anayasal kurum ve
kuruluşlar, özellikle de, Yüksek Öğretim Kurulu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu, Yüksek Askerî Şûra kararları, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, bütçesini
görüşmekte olduğumuz Anayasa Mahkemesi, hatta -biraz önce de ifade edildiği
gibi- Cumhurbaşkanlığı- ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, yetki karmaşıklığı
nedeniyle tartışma konusu edilebilmektedir. Yarı başkanlık veya başkanlık
sistemlerine geçme teklifleri bu tartışmaların bir ürünüdür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN- Buyurun Sayın Sıvacıoğlu.
MUSA SIVACIOĞLU (Devamla)- Bitiriyorum
Sayın Başkan.
Mevcut Anayasamızın, kabul edildiği 1982
yılından bu yana, 8 kanunla 60'a yakın maddesi değiştirilmiştir. Bu da, tıkanan
sistemimize işlerlik kazandırma zamanının geldiğini açıkça ifade etmektedir.
6'lar Avrupasından 25'ler Avrupasına gidilen, bizim de 2004 yılı sonunda
müzakere tarihi almaya çalıştığımız Avrupa Birliğinin kendi anayasalarını
yapmaya ramak kaldığı günümüzde, uygar milletler camiasındaki yerimizi almamız
için çok şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Tüm kurum ve kuruluşlarıyla eksiksiz
çalışan, toplumun ortak payda kabul edebileceği tartışmasız bir anayasaya
kavuşmak dileğiyle, 2004 yılına ait Anayasa Mahkemesi bütçesinin hayırlı
olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN- Sayın Sıvacıoğlu, teşekkür
ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Adana
Milletvekili Sayın Uğur Aksöz; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Aksöz, süreyi nasıl kullanacaksınız?
UĞUR AKSÖZ (Adana) - Ben 15 dakika, benden
sonraki üç arkadaşım 10'ar dakika konuşacak. Bizden artacak süreyi diğer
arkadaşlara ilave edersiniz.
BAŞKAN - Peki.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA UĞUR AKSÖZ (Adana) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan bütçe yasa tasarısının,
Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Radyo ve Televizyon Üst Kuruluyla ilgili bölümü
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi ifade etmek üzere
huzurunuzdayım; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Demokrasinin kalbi bu Meclistir. Bu ülkede
demokrasiye gönül vermiş herkesin birinci görevi, bu Meclisin itibarını
yaşatmak ve daha da yüceltmektir. Meclisin itibarını daha da yüceltmek için
bazı önerilerimizi bu kısa vakitte, kısaca arz etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bu Meclis, artık, şu
dokunulmazlık işini bir an önce çözmeye mecburdur. Bu konu, her iki partinin
seçim vaadinde vardır. Toplum, bizlerin bu konuyu çözmesini beklemektedir. Bu
konudan, sizler de rahatsızsınız, bizler de rahatsızız, toplum da rahatsız. O
halde, bu konuyu çözmek için, artık, oturup bir araya gelmemiz gerekiyor. Bir
kere daha Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini anlatırsak, belki,
arkadaşlarımız dokunulmazlık deyince ellerini açmazlar, dikkatle dinlerler.
Değerli arkadaşlar, bir kere, biz
"dokunulmazlık tamamen kalksın" demiyoruz. Elbette, kürsüde yapılan
tüm konuşmalar alabildiğine özgür olsun, elbette, bu konuşmaların dışarıda
tekrarında dokunulmazlık devam etsin; ama, herhangi bir suç ortaya çıkmışsa,
hiç kimse, milletvekili de olsa dokunulmazlık zırhının arkasına saklanmasın.
Gerekiyorsa, özel bir yargılama usulü getirelim; gerekiyorsa, milletvekili
sadece Yargıtayda, ehil bir dairede yargılansın; tutuklanmasın, gözaltına
alınmasın; ama, yargılansın. Asıl yargılanırken, milletvekilinin yargılanmaması
düşünülemez. Tutuklanmasın, gözaltına alınmasın diyoruz ve bir şey daha
söylüyoruz, ceza alırsa da, bu cezasını dönem sonunda çeksin. Demek ki, burada,
milletvekiline, yargılanmadan dolayı gelecek herhangi bir konu yok ve bu konuyu
ertelemenin, ne bize ne de demokrasiye faydası var.
Değerli arkadaşlar, bir de, olaya şu
açıdan bakmamız lazım: Milletvekilini, yargılanma gibi en önemli insan
hakkından ve aklanma gibi her dürüst insanın ulaşmak istediği amaçtan mahrum
etmeye kimsenin hakkı yoktur. Sonra, şu da bir gerçek ki, bugünün hukuk
ilkeleri içerisinde, hiç kimseye, istemediği bir elbiseyi zorla
giydiremezsiniz. Bir milletvekili, ben dokunulmazlık istemiyorum diyorsa, ona,
zorla, dokunulmazlık zırhını giydiremezsiniz. Bir milletvekili, ben yargılanmak
ve aklanmak hakkımı kullanmak istiyorum diyorsa, hiçbir kişinin onu engelleme
hakkı da olamaz. Değerli milletvekilleri, işte, bu nedenle, Sayın Meclis
Başkanımızın "isteyenin dokunulmazlığı kaldırılsın" çağrısına
yürekten katılıyoruz. Yalnız, bunun için yasal bir düzenlemeyi beklemeye hiç
gerek yoktur. Hemen, bu bütçe görüşmelerinden sonra dokunulmazlık dosyalarını
görüşmeye başlayalım ve isteyenin dokunulmazlığını komisyonlarda kaldırarak,
hiç olmazsa, bir adım atalım. Sayın Meclis Başkanımızın bu konuda yetkisi
vardır, İçtüzük bunu amirdir; tıkanan komisyonlara, yürümeyen komisyonlara
müdahale etme hakkı da vardır; zaten, kendi de bu yolda bir açıklama yaptığına
göre, biz diyoruz ki, gelin, bütçe görüşmelerinden sonra, hiç olmazsa,
isteyenin dokunulmazlığını kaldırarak, topluma bir demokratik mesaj verelim.
Bu, çok önemli konu dışında, Meclisin daha
iyi çalışmasına yönelik birkaç önerimiz daha vardır. Bir kere, milletvekilinden
verim almak için, ona iyi bir çalışma ortamı sağlamak gerekir. Değerli
arkadaşlar, bugün, (F) tipi cezaevlerinde, tek kişilik koğuşlar 10
metrekareyken, milletvekili odaları yalnızca 9 metrekaredir ve üstelik,
sekreteri, danışmanı da, odasından uzakta bir yerlerdedir. Bunun da çok acil
olarak düzeltilmesi lazımdır. Daha önce, geçmiş senelerde, Mecliste,
milletvekili odaları için bir proje yarışması düzenlenmiştir. Birinci gelen
proje arşivdedir. Sadece, onu hayata geçirmek için bir karar verilecektir;
hepsi o kadar; milletvekilimiz daha rahat çalışma ortamını bu odalarda bulacaktır.
Milletvekilinin, gelen ziyaretçilerden,
çalışmaya ve okumaya vakit bulamadığı herkesin malumudur. Egemenlik milletin
olduğuna göre, halka, Meclise gelmeyin denilemez. O halde, buna, kesin bir
çözüm bulmak gerekir. Dünyada, her demokratik ülkede, milletvekilinin, seçim
çevresinde bir bürosu ve sekreteryası vardır ve bunun masraflarını meclisler
ödemektedirler. Ayrıca, Anayasa çerçevesinde, merkezî yetkilerin birkısmı yerel
yönetimlere devredildiğinde, bu iki iş aynı anda, aynı zamanda yapıldığı
müddetçe, artık, vatandaşın Ankara'ya gelmesinin de hiçbir nedeni
kalmayacaktır.
Meclisin saygınlığı, bir bakıma,
milletvekilinin saygınlığına bağlıdır. Oysa, milletvekillerine gündem bir hafta
önceden verilmediği için, hiçbir milletvekili, gelecek hafta hangi yasanın ne
gün görüşüleceğini bilememektedir. Milletvekilleri, alelacele oy kullanmaya
koşarken, içeriğini ve ülkeye neler getireceğini pek bilmediği konularda parmak
kaldırmanın acısını çekmekte ve giderek, belki de, kendisine olan saygısını
kaybedebilmektedir. Bu nedenle, ilke olarak, milletvekillerine, perşembe
akşamları, gelecek haftanın ayrıntılı gündemi verilmeli, ona hazırlanması için
zaman tanınmalı ve önünü görebilmesine yardımcı olunmalıdır.
İçtüzüğümüzdeki çok istisnaî hallerde
kullanılması gereken 48 saat geçmeden yasa tasarılarının görüşülmesi usulü, çok
önemli günlerde, çok önemli yasalar için ve çok istisnaî hallerde
kullanılmalıdır.
Sözlü soru konusu da, artık, tamamen
verimsiz bir hale gelmiştir. Yüzlerce sözlü soru birikmekte, çoğunun güncelliği
ve kıymeti kalmamaktadır. Bu durumda, ya tüm soruları, cevap süreleri kısa
tutularak yazılı soru şekline dönüştürelim ya da sözlü soru işlemine devam
edeceksek, haftanın bir gününü, örneğin, pazartesi günlerini sadece sözlü
sorulara ayırarak, cevap verecek bakanları orada hazır tutarak, her hafta sözlü
sorular bitinceye kadar o gün Meclisi çalıştıralım ve denetim mekanizması tıkır
tıkır işler bir hale gelsin.
İçtüzüğümüz, bugüne kadar, yamalı bohça
gibi hep oradan buradan düzeltildi. İki parti gruplu Parlamentonun bu
nimetinden istifade ederek, İçtüzüğü, artık, baştan sona bir bütün olarak ele
almak, muhalefetle tam bir mutabakat halinde yenilemek şart olmuştur. Bu işlem,
Meclis çalışmalarını son derece hızlandıracak ve yoruma meydan vermeyecek
açıklıkta yapılarak, Parlamentodaki tüm çekişmeler ortadan kalkacaktır.
Değerli arkadaşlar, en büyük saygı,
kişinin, önce, kendisine göstermesi gereken saygıdır. Zaman zaman görüyoruz,
bazı beyanatlar, bazı yorumlar, bazı tiyatro oyunları, bazı skeçler oluyor.
Oralarda, milletvekillerine hakaret marifet sayılıyor; milletvekillerini
aşağılayıcı sözleri, küçültücü edaları sık sık görüyoruz. Kendimize saygı
gereği, kişisel olaylarda gerekli davaları hemen açmalıyız ve bu konuda
duraksama olmamalıdır. Bugün, en küçük bir şirketin bile, haklarını savunan
avukatları vardır. Yüce Meclisimiz de, Meclisin manevî şahsiyetini hedef alan
bu tür tavırlar karşısında, hukukçuları vasıtasıyla, gerekli davaları derhal
açmalı, kendisini, manevî şahsiyetini ve saygınlığını, hukuk içinde, adalet
yollarına başvurarak aramalıdır.
Değerli arkadaşlar, bu küçük
hatırlatmalardan sonra, en önemli konuya gelmek istiyorum. Bizce, Türkiye'nin
en büyük sorunu, yasama, yürütme ve yargı olarak adlandırılan üç kuvvetin
birbirinin içine girmiş olmasıdır. Birbirine müdahale etmediği müddetçe bu
kuvvetler yaşar ve saygın işbölümünü sürdürdükçe de gelişirler; fakat,
ülkemizde durum bunun tamamen tersidir. Yasama, yürütmeden ne gelirse onu
yasalaştırır. Hükümetin başındaki kişi genellikle çoğunluk partisinin de
başında olduğu için, denetleme konusunda da genellikle onun dediği olur.
Neticede, Meclis, özgür denetleme görevini yapamaz. Öte yandan, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kuruluna Adalet Bakanı ve Müsteşarı başkanlık edince, yargı da
çekingen davranmaya başlar. Böylece, ne olur; yürütme, büyür, büyür büyür,
âdeta, devleşir, yasama kuvvetini ve yargı kuvvetini etkisi altına alır. Bugün,
Türkiye'de bu yaşanmaktadır. Sonuçta, kuvvetler ayrılığı yok olmuştur ve sonuçta,
yaralanan, maalesef, demokrasimiz olmuştur. Bunu düzeltmek de, bizim
çıkaracağımız yasalarla ve elbirliğiyle mümkündür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
konuşmamın geri kalan kısmında da Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan bahsetmek
istiyorum. Bugün, televizyonlar o kadar güçlenmiştir ki, haber takip etme
sınırını çoktan aşmış, gündem yapan, toplumu yönlendiren, istediğini batıran
istediğini yücelten büyük bir güce ulaşmıştır. Bu korkunç güçlü televizyonları
denetleyen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ise, maalesef, güçsüz bırakılmıştır;
çünkü, Anayasa Mahkemesinin verdiği yürütme kararı sonucu, yeni bir anayasa
düzenlemesi yapılmadan, üyelerin bir kısmını Meclisin seçmesi olanağı ortadan
kalkmıştır. Ayrıca, yetkilerinin bir kısmı Telekomünikasyon Kurumuna, bir kısmı
da Haberleşme Yüksek Kuruluna devredilmiştir. Kurul, böylece, çokbaşlı olmuş;
ama, güçsüzleşmiştir; çünkü, tam 760 kişilik kadrosu halen eksiktir. İşte, bu
kurul, bu haliyle, sayıları 260'ı bulan yerel, bölgesel ve ulusal
televizyonları denetleyecek ve yine, sayıları 1 000'in üzerindeki radyoları
kontrol edecektir. Üstelik, verdikleri kararlar, yargının yavaş işlemesi sonucu,
ancak aylar sonra infaz edilebilmektedir ve o zaman, hiçbir önemi de
kalmamaktadır.
Peki, hükümet, neden bu düğümü çözmez,
neden anayasal ve yasal düzenlemeleri yapmaz da, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulunu bağlayıp, televizyonları serbest bırakır?
Ama, bütün bu olaylardan daha elim ve daha
vahim bir konu vardır, o da şudur: Frekans ve kanallar, kamu kaynağıdır, asla
bedava kullandırılamaz. Televizyonlar da, kendilerine frekans tahsisi
yapılmamışsa, bir bakıma, yasal değildir veya onları ruhsatsız olarak da
isimlendirebiliriz. Bugün, Türkiye'de, hükümet kurmaya, hükümet devirmeye
yeltenen, istediğini vezir istediğini rezil eden bu televizyonların hiçbirinin
frekans tahsisi yoktur. Bu anlamda, hepsi de ruhsatsız kuruluşlardır. Milyon
dolarlar karşılığı el değiştirirler, kimse sormaz; sahiplerinin çoğu
paravandır, asıl sahiplerinin kim olduğunu kimse araştırmaz.
Şimdi, hükümete soruyorum: Bu frekans
ihalesini neden açmıyorsunuz? Buradan gelecek milyonlarca dolara ihtiyaç yok
mudur? O paralar orada dururken, neden faizle borç alınmaktadır? Ruhsatsız
denilebilecek bu kanallar, yine, milyon dolarlarla el değiştirdikçe vergi kaybı
olmuyor mu? Televizyonların gerçek sahiplerinin kim olduğu sizi hiç
ilgilendirmiyor mu? Bankalara bir gecede, dev gibi şirketlere bir günde el
koyma gücünü kendinde bulan hükümet, Radyo ve Televizyon Üst Kuruluyla ilgili
yasal ve anayasal düzenlemeleri neden yapmamaktadır? Çok büyük para gelecek
frekans ihalelerini neden yapmamaktadır?
Yaşadığımız pek çok sorunun, bu frekans
ihalesi ve televizyon sahipliğiyle doğrudan ve dolaylı ilişkisi olduğunu bir
kez daha yineliyor, herkesi bu konuda düşünmeye ve işin perde arkasını
araştırmaya davet ediyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Aksöz, teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci
sözcü, Afyon Milletvekili Sayın Halil Ünlütepe.
Buyurun Sayın Ünlütepe. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA HALİL ÜNLÜTEPE (Afyon) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve
Grubumuz adına saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli
görevlerinden birisi de bütçe yapmaktır. Bütçe görüşmeleri, toplumun ilgiyle
izlediği görüşmelerden birisidir. Bu görüşmelerde, siyasî iktidarın
uygulamaları ve sonuçları tartışılır. Bütçe yasa tasarıları genellikle uzun bir
periyodik zaman diliminde görüşülürken, bu dönem 7 güne sığdırılmıştır. Bu da,
siyasî iktidarın, bütçe gibi çok önemli bir yasaya verdiği değeri
göstermektedir!
Cumhurbaşkanlığı makamı, hayatî önem
taşıyan bir makamdır. Sayın Cumhurbaşkanı, devletin başıdır, Türkiye
Cumhuriyetinin ve Türk Milletinin birliğini temsil eder, Anayasanın
uygulanmasını gözetir. Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne,
demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına, laik cumhuriyet ilkesine bağlı
kalacağına dair yemin ederek görevine başlar.
Sayın Cumhurbaşkanı, göreve geldiğinden bu
yana uygulamalarında hukukçu kimliğini önplanda tutmuş, kendisi hukuk
kurallarına uymaya çalışırken, diğer kurumların da bu kurallara uymasını
sağlamaya çalışmıştır. Cumhurbaşkanının bu konudaki tutarlılığı, çalışmalarında
her zaman halkın yararını gözetmesi, mütevazı kişiliği, siyasî hesaplardan ve
tartışmalardan uzak durmaya çalışması halk tarafından da takdirle karşılanmış;
bu yüce makamın saygınlığı, Cumhurbaşkanının şahsıyla daha da artmıştır.
Anayasamızda belirtildiği gibi, Türkiye
Cumhuriyetinin nitelikleri değişemez, değiştirilemez. Dolayısıyla, Türkiye
Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olma niteliğini
sonsuza kadar koruyacaktır. Sayın Cumhurbaşkanımız, Cumhurbaşkanı, seçildiği
gün Türkiye Büyük Millet Meclisindeki ilk konuşmasında, laiklik ilkesinin
ödünsüz bir kararlılıkla korunacağını, din kurallarıyla devlet ve toplumsal
yaşamın düzenlenemeyeceğini, devletin toplumda hukuku egemen kılacağını, bunu
sağlamanın devletin görevi olduğunu, kimsenin hukukun üstünde olmadığını ve
hukukun gereğinin her zaman ve herkese karşı eşit olarak yerine getirileceğini
belirtmiştir.
Geçtiğimiz dönemde Adalet ve Kalkınma
Partisinin irticaî faaliyetleri ve kadrolaşma iddiaları sadece
Cumhurbaşkanlığında değil, toplumun tüm kesimlerinde rahatsızlık yaratmıştır.
(AK Parti sıralarından "sözünü geri al" sesleri)
İzin verin, dinleyin... Dinleyin efendim,
dinleyin... (AK Parti sıralarından "neyi dinleyeceğiz" sesleri)
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa)-
Laflarınıza dikkat edin!
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)- Hükümetin,
birikim, liyakat ve yeterlilik aramaksızın devletin kilit noktalarında
kadrolaşması, belli dünya görüşü içerisinde bulunan kişilerin bu özelliklerini
atamalarda tercih sebebi olarak değerlendirmesi, aynı anlayışın
üniversitelerimizde de uygulanmak istenmesi üzerine, (AK Parti sıralarından
gürültüler) Sayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye Cumhuriyetinin laik, demokratik ve
sosyal bir hukuk devleti olma niteliğinin ve Atatürk ilke ve inkılaplarının
korunması gerektiğini, cumhuriyetin tüm kazanımlarının sonsuza dek
yaşatılmasının herkesin ortak sorumluluğu olduğunu, zaman zaman belirtme
ihtiyacı duymuştur.
Bu tür eylem ve uygulamalar, cumhuriyetin
temel niteliklerini sıklıkla tartışma konusu yapınca, Sayın Cumhurbaşkanımız, 1
Ekim 2003 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmasında, aynen
"Türkiye'de köktendincilik akımının temelinde, din kurallarına dayalı
devlet kurmak, çağdaş hukukun yerine şeriat hukukunu getirmek ve toplumumuzun
cumhuriyet döneminde elde ettiği tüm çağdaş kazanımları yok etmek amacı
yatmaktadır" diyerek, kadrolaşmalardaki tehlikeyi anlatmaya çalışmıştır.
(AK Parti sıralarından gürültüler)
MEHMET SOYDAN (Hatay) - Senin kafanda
karanlık var.
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Atamalar
nedeniyle Sayın Cumhurbaşkanının gösterdiği titizlik, zaman zaman, devletin
tepesinde uyumun olması gerektiğini gündeme getirmiştir. Bu uyumun,
cumhuriyetin nitelikleri üzerinde olacağı tartışmasızdır. Zaten, Sayın
Cumhurbaşkanı, cumhuriyetin niteliklerini korumada taraf olduğunu açıklamıştır.
Siyasî iktidar, Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan atama kararnamelerini
vekaleten atama yoluyla uygulamaya koymakta, bu tür uygulamanın ise, çok
tehlikeli bir uygulama olduğunu kamuoyu da zaman zaman tartışmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Adalet ve Kalkınma Partisinin hükümeti, Cumhuriyet Halk Partisinin zaman zaman
uyarılarına rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisinde sayısal çoğunluğuna
dayanarak, Anayasa ve hukuka aykırı yasalar çıkarmış, bunlardan bazıları
hukuksal ve bilimsel gerekçelerle Sayın Cumhurbaşkanlığınca tekrar görüşülmek
üzere geri gönderildiğinden, siyasî iktidar, hukuk tanımaz bir şekilde
yanlışında ısrar etmiş, çoğunlukla yasaları aynen kabul ederek, geri
göndermiştir. Hatta, Cumhurbaşkanının yasaları geri gönderme gerekçesine
bakmadan, bu gerekçeleri incelemeden "aynen geri göndereceğiz" diye
açıklama yapan sayın bakanlar, sayın grup başkanvekilleri olmuştur.
MEHMET SOYDAN (Hatay) - O zaman, hepsini
Cumhurbaşkanı halletsin!
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Cumhurbaşkanı,
ikinci kez, yasayı aynen yayımlamak zorundadır, Anayasa gereği. Yayımladığı
yasalardan bir kısmını, Anayasa Mahkemesine götürmüştür. Bunun dışında,
Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da, iktidarın, çoğunluğuna dayanarak
çıkardığı yasalardan 39 tanesinin Anayasaya aykırılık nedeniyle Anayasa
Mahkemesine götürüldüğü, bilinen bir gerçektir.
Mecliste çıkarılan temel yasaların pek
çoğu, Sayın Cumhurbaşkanımızca tekrar görüşülmesi amacıyla iade olunmuş ve
zaman zaman Anayasa Mahkemesince de iptal edilmiştir. Bakın, bazılarını okumak
istiyorum: Malî milat yasası, veto edilmiş; vergi affı, adı vergi barışı,
birilerini kurtaran bir yasa; 61 yaş yasası, veto edilmiş, buna rağmen tekrar
çıkarılmış, Anayasa Mahkemesine gitmiş... Albayraklar'ın vergi borçlarından
kurtarılmasına ilişkin yasa, veto edilmiş; ormanla ilgili yasa, veto edilmiş;
Altıncı Uyum Yasası, veto edilmiş; ormanlarla ilgili iki yasa tekrar, veto
edilmiş ve tarikat okullarının desteklenmesi yönündeki yasa da veto edilmiştir.
Yani, bir dönemde Meclisin çıkardığı
önemli yasaların çok büyük bir kısmı üst makamca geri gönderiliyor veya Anayasa
Mahkemesince veto ediliyorsa, Parlamentonun bu konuda biraz daha düşünmesi
gerektiği kanaatindeyim.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Orası üst
makam değil. Parlamentonun üstünde makam yoktur.
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Adalet ve
Kalkınma Partisinin hukuksuzlukta ısrarı üzerine, duble yasalar çıkarılmak
zorunda kalınmıştır. Açıkçası, hukuksuzluk özendirilir bir duruma gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma
Partisi olarak sayısal bir çoğunluğa sahipsiniz. Bu bir gerçektir; ama, çoğulcu
demokrasilerde çoğunluğun mutlak egemenliği kabul edilmemiştir. Sayısal çoğunluk, hukuk devleti ilkesiyle sınırlandırılmıştır.
Sayısal çoğunluğu olanın hukuka uymaması söz konusu değildir. Hukuk, herkes
için vardır ve bir gün herkese lazım olacaktır. Zira, hukuk, ülkelerin
çağdaşlaşma sürecinde belirleyici olan en önemli unsurlardan birisidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, devam edin.
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; Sayın Cumhurbaşkanımızın, Cumhuriyet Bayramı nedeniyle
verdiği resepsiyona çağrı şekli tartışmalara neden olmuştur. Siyasal iktidar, Sayın Cumhurbaşkanının davet şeklini
hukuksuzluğu özendirir bir şekilde başka mecralara çekmeye çalışmıştır.
Halbuki, resepsiyonun verildiği yer, Cumhurbaşkanlığı Makamıdır. Burasının
kamusal alan olduğu tartışmasızdır.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) - Nere kamusal
alan, nere?!
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Türbanın siyasî
bir simge olduğu, uluslararası ve ulusal yargı kararlarıyla kabul olunmuştur.
Danıştay ve Anayasa Mahkemesi
kararlarına göre kamusal alanda türban takılması olanaklı değildir.
ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) - Yargıda kamusal alan diye bir şey
yok!
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Yargı
kararları, Sayın Cumhurbaşkanı dahil, siyasî iktidarı, milletvekillerini ve
herkesi bağlar. Sayın Cumhurbaşkanı da yargı kararına uyarak bu tür bir
resepsiyonu verme yükümlülüğü içine girmiştir.
Laiklik, Türkiye Cumhuriyetinin tüm ilke,
kural ve kurumlarının temelini oluşturan bir anlayıştır. Anayasamız bu anlayışı
değiştirilemez görmüş ve güvence altına almıştır. Sayın Cumhurbaşkanı bu
konudaki hassasiyetini göstermek istemiştir. Zaten başka türlü davranması da
hukuk ilkeleriyle bağdaşmazdı. Sayın Cumhurbaşkanının davetinin bu çerçevede
değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bizler, şu anda yaptığımız görev
dolayısıyla kanun yapıcıları olarak hukuka en önce uymak zorunda olan
kişileriz. Aksi halde, yapmış olduğumuz görevle çelişir bir konuma düşeriz.
Sayın Başkan, değerli üyeler; Sayın
Cumhurbaşkanımızın 1 Ekim 2003 tarihindeki Meclisi açış konuşmasının bir
bendini daha okumak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı, aynen "yolsuzluklarla
ve örgütlü suçlarla savaşım konusunda ulusal bir harekât başlatılmalı. Yasama
dokunulmazlığının sınırlandırılması için gerekli düzenleme yapılmalıdır"
diyerek, son günlerde tartışılan dokunulmazlıklar konusuna Yüce Parlamentonun
dikkatini çekmeye çalışmıştır. Siyasî iktidar ve AK Partili milletvekilleri bu
konuya duyarsız davranmaktadır. Bir değerli milletvekilimiz "yargı
bağımsızlığı olmadığı için dokunulmazlıklar kaldırılmamalı", yine saygın
bir bakanımız "milletvekillerinin yargı bağımsızlığından endişeleri
var" şeklindeki açıklamaları, başta yargı mensupları olmak üzere sivil
toplum örgütleri ve vatandaşlarımız tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bunlar
çok ciddî sonuçlara neden olacak olan açıklamalardır. Yasama ve yürütmenin
saygınlığını artırmaya çalışırken, devletin temel unsuru olan bağımsız yargıya
böylesine insafsız bir suçlamada bulunulmasını ve bu suçlamaları yapanları da
açıklıkla kınamak istiyorum.
Sevgili arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanının
uyarısının önemini bugünlerde daha çok anlıyoruz ve görüyoruz.
Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesince, eski bir
siyasî parti lideri ve başbakan hakkında ve arkadaşları aleyhinde verilen yargı
kararı, Yargıtay ilgili dairesince de onaylanmıştır. Suç, evrakta sahtecilik
suçudur. Bu suç, Türk Ceza Yasasında "Ammenin İtimadı Aleyhinde
Cürümler" kısmında düzenlenmiştir, kamu düzeniyle ilgilidir. Bu suçtan
hüküm giyenler, vatandaşlık hakkını sınırlı olarak kullanabilirler.
Bu suçtan mahkûm olmuş sayın
milletvekillerimiz var. Eğer, milletvekili olmasalardı, bugün, bu yaptıkları
eylemin cezasını çekmek üzere bir yere gideceklerdi. Aynı suçtan yargılanmak
üzere soruşturması süren; fakat, milletvekili olması nedeniyle yargılaması
yapılamayan bakanlarımız da var. Bir suç isnadıdır. İsnat, yargı sonuna kadar
sanığın suçsuzluğunu gösterir. Açıkçası, bu bakanlardan birisi, Sayın Dışişleri
Bakanı, diğer bakan ise Sayın İçişleri Bakanımızdır. Ammenin aleyhinde, itimadı
aleyhinde cürüm işlemiş ve bakanlık görevlerini yürüten bu değerli
bakanlarımız, bu görevlerini yürütürken, ne dereceye kadar Türkiye'nin
menfaatınadır... Bu suçlardan dolayı soruşturma geçirdiğini, dava arkadaşlarının
da mahkûm olduğunu tüm dünya bilmektedir. Ülke saygınlığını düşünerek, acaba,
sayın bakanlar, bulundukları görevden istifayı düşünebiliyorlar mı?
RESUL TOSUN (Tokat) - Sayın Başkan, 6
dakika geçti...
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; sözlerimi bağlıyorum.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Devam
et... Heyecanlı oluyor!
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Peki, heyecanlı
oluyorsa, söyleyeyim.
BAŞKAN - Sayın Milletvekilim, lütfen
buyurun.
HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Bağlıyorum
efendim.
Sayın Kuzu, dokunulmazlıklarla ilgili
söylediği bir sözde, bunların görüşülmesi konusunu bahsetti. Halbuki, İçtüzük
açık; karma komisyon toplanmalı ve hemen bir altkomisyon kurarak dosyaları
göndermelidir. Yapacağımız iş budur ve Anayasa Komisyonu ile Adalet
Komisyonunun görevi de İçtüzükte belirlenmiştir.
Sevgili arkadaşlarım, sözlerime son
verirken, Sayın Cumhurbaşkanımız, seçkin hukukçu kimliğiyle, hukukun üstünlüğü
ilkelerinin hayata geçirilmesi
hususundaki gayretiyle uluslararası alanda ülkemize saygınlık kazandırmış,
doğrulukla, dürüstlükle ve laikliğin güvencesi olarak görevini sürdürmüş, bu
tutum ve davranışlarıyla yurttaşların saygınlığını kazanmıştır.
Bu düşüncelerle, 2004 yılı bütçesinin
hayırlı olmasını diler, hepinize saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünlütepe.
SADULLAH ERGİN (Hatay) -Sayın Başkan,
Sayın Hatip, AK Parti Grubunu itham
edecek beyanlarda bulunmuştur.
AK Partinin irticaî faaliyetlere destek verdiğine dair imalarda ve açık
sözlerle beyanlarda bulunmuştur.
Bu noktada, 69 uncu madde muvacehesinde,
cevap hakkımızı kullanmak istiyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Ergin, tutanakları getirtip
incelettireyim, ondan sonra söz hakkınızı, saklıdır, vereceğim.
BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkan
"Kuzu" dedi, bana da söz hakkı doğdu.
BAŞKAN - Sayın Kuzu, soyisminizle hitap
ettiği için, burada bir sataşma yok.
Sayın Ergin, konuyu arkadaşlarıma
incelettireceğim, söz hakkınız bakidir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü
sözcü, Adana Milletvekili Sayın Kemal Sağ; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA KEMAL SAĞ (Adana) - Sayın
Başkanım, değerli milletvekilleri; 2004 yılı Bütçe Kanunu Tasarısının
Sayıştayla ilgili bölümü hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayıştay, Anayasanın 160 ıncı maddesindeki
hüküm uyarınca, Büyük Millet Meclisi adına denetim ve yargı görevini üstlenmiş
önemli bir kuruluştur; bu görevi nasıl yapacağı da Sayıştay Yasasında
açıklanmıştır.
Sayıştay, kamu yönetiminde şeffaflığın
sağlanması, kamu harcamalarının hukuka uygun ve etkin bir şekilde yapılmasında
Yüce Meclis adına, önemli bir fonksiyonu haizdir. Sayıştay, cumhuriyetin kuruluşundan
bu yana, genel, katma ve özel bütçeli tüm kamu kurumlarını özellikle harcamalar
yönünden denetlemektedir. Son yirmi yıllık süreçte bu denetimden kaçmak için
bir fon furyası başlamıştı, böylece, kamu harcamalarının bir bölümü denetim
dışında bırakılmaktaydı. Neyse ki, birkaç yıldır Maliye Bakanlığının da
direnmesiyle, kısmen bunun önüne geçilebilmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son
yıllarda ayyuka çıkan yolsuzlukların temelinde, malî denetimlerin yapılmasına
yeterince izin verilmemesi yatmaktadır. Birileri, acaba ucu bana da dokunur mu
korkusuyla malî denetimlere pek sıcak bakmamışlardır.
Geçen hafta Yüce Mecliste yasalaşan Kamu
Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda, Sayıştay, denetim alanı genişleyen ve
harcama sonrası dışdenetim organı olarak inceleme sonuçlarını Türkiye Büyük
Millet Meclisine raporlayan bir kurum olarak yer almıştır. Peki, AKP'li değerli
dostlarım, siz değil miydiniz yargıya güvenmeyen? Peki, nasıl oluyor da bu
kadar güvenip, tüm kamu kurumlarının harcamalar yönünden dış denetimini bir
yargı organı olan Sayıştaya bırakıyorsunuz?! Üstelik, Yüce Meclise
getireceğiniz kamu yönetimi temel yasa tasarısıyla da bu yetkiyi pekiştirmeyi
düşünüyorsunuz. Diyeceğim şu ki: Bir taraftan yargıya güvenmediğinizi ifade
ediyorsunuz, diğer taraftan da güvenmediğiniz bu yargıya tüyü bitmemiş yetimlerin
hakkının denetimini veriyorsunuz. Söyler misiniz, bunun hangisi doğru; biz,
sizin hangi düşüncenize inanacağız?!
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sen çok iyi
bilirsin!
KEMAL SAĞ (Devamla) - Sayıştay açısından
güzel bir gelişmeyi dile getirerek sözlerimi sürdürüyorum. Bütçe ödeneklerine
baktığımız zaman, hükümetin, Sayıştaya oldukça önem verdiğini görüyoruz. Şöyle
ki: Bu yıl Sayıştaya ayrılan paydaki artış oranı, yüzde 14'tür. Sayıştayın
genel bütçe içindeki payına bakıyoruz, geçen sene onbinde 3 olan bu oran, bu
yıl onbinde 4'e çıkarılmıştır. Bu rakamlar, Sayıştay açısından iyi bir
gelişmedir, hükümetçe verilen iyi bir mesajdır.
Bu güzel mesajın ardından, ben de, Sayın
Sayıştay Başkanımıza bir mesaj vermek istiyorum. Efendim, bazı makamlar vardır
ki, bu makamda olan insanların, devletin geleceği, ülkenin idare tarzı,
toplumun özellikleri ve siyasal açıdan çok dikkatli olmak, kısacası, lider ve
örnek birer insan olmak mecburiyetleri vardır. Bu insanların ağzından çıkan her
cümle, anında toplumda yankı bulur. Örneğin, Sayın Sayıştay Başkanının Plan ve
Bütçe Komisyonunda sarf ettiği ve sehven ağzından çıktığına inandığım
"ben, kamusal alan tanımam" sözünü hatırlatmak istiyorum. Böyle bir
cümle, Sayın Başkana kesinlikle yakışmamıştır. Her ne kadar seçimle gelmiş olsa
dahi, anayasal bir kurumun başındaki bir insanın, bu cümleyi Türkiye Büyük
Millet Meclisi çatısı altında kullanabilmiş olması, demokrasimiz açısından
kaygı vericidir. Sayın Başkanın, türban ve kamusal alan konusunda bu kadar
tepki göstermesine, doğrusu, bir anlam veremedim. Hele hele, Türkiye'nin bundan
çok daha önemli ve acil sorunları gündemdeyken, Sayın Başkandan, bundan böyle,
bu konularda daha dikkatli ve anayasal bazı kavramlara saygılı olmalarını
bekliyoruz; tüm ülkenin de bu beklentide olduğunu düşünüyoruz. Az önce,
kuliste, Sayın Başkanla karşılaştık, bu konuyu görüştük. Sayın Başkanım,
kendilerinin çok demokratik bir insan olduğunu söylediler; bilmiyorum, eğer bir
usul varsa, burada, bu sözleri beyan etsinler; ama, ben, bu sözlerin
doğruluğuna inanmak istiyorum ve bundan sonra, Sayın Başkanımı böyle görmek
istiyorum.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - İnan... İnan...
KEMAL SAĞ (Devamla) - İnanmaya biz hazırız
efendim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Sayıştay bütçesi, kamu harcamalarının denetimini yakından ilgilendirdiği için,
bir eleştirimi daha ifade etmek istiyorum. Yüce Mecliste yasalaşan Kamu Malî
Yönetimi ve Kontrol Yasasının, bir harcama reformu olarak bu Meclisten
geçmesini isterdik; ancak, ne var ki, bu yasa, sadece temel bazı konularda
olumlu düzenlemeler içeren bir yasa olmaktan öteye gidemedi. Kamu malî
sisteminin ihtiyaç duyduğu birçok temel konu, bazı kişisel kaygılar veya
kurumsal çıkarlar uğruna, maalesef, kapsam dışında bırakıldı. Bu kanunla,
stratejik planlama ve performansa dayalı bütçe sistemine geçilmesi son derece
olumlu bir gelişmedir; kamuda muhasebe birliği sağlanmaktadır; Sayıştay
denetiminin kapsamı genişletilmektedir. Tabiî, buna bağlı olarak, Sayıştay da,
kendini buna göre hazırlamalı ve gerekli önlemleri bir an önce almalıdır.
Değerli dostlarım, bu noktada, Sayıştayın
kapasitesi ve denetim gücü hakkında sizleri biraz bilgilendirmek istiyorum.
Şu anda Sayıştay bünyesinde 54 üye ve 500
civarında meslek mensubu görev yapmaktadır. Buna karşılık, Sayıştayın
denetlemek durumunda olduğu birim sayısı, faaliyet raporlarına göre 2001
yılında 13 241, 2002 yılında 8 175, 2003 yılında ise 7 237'dir.
Sayın üyeler, lütfen dikkat ediniz, 2003
yılı sonunda bunların sadece 788'i denetlenmiş olacaktır; yani sadece ve sadece
yüzde 11'i.
Sayın Başbakanım, buradan size
sesleniyorum. Bugünkü durumda bile denetlemesi gereken birimlerin sadece yüzde
11'ini denetleyebilen bir Sayıştaya, bunlar az geliyormuşçasına, ekdenetim
görevleri veriyorsunuz ve halka dönüp "yolsuzlukları böyle
önleyeceğim" diyorsunuz. Ben de şimdi dönüp siz değerli AKP'lilere diyorum
ki, yolsuzlukları böyle önleyemezsiniz. Bir taraftan teftiş kurullarının
kaldırılmasını öngöreceksiniz, diğer taraftan yolsuzlukları önleyeceksiniz; hem
de denetlemesi gereken birimlerin sadece yüzde 11'ini denetleyebilen bir
Sayıştayla... Sizleri biraz inandırıcı olmaya davet ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir
başka önemli konu daha var. AKP Hükümeti, altmışbeş yıldan bu yana KİT'lerin
denetimiyle görevlendirilen ve Anayasanın 165 inci maddesinde belirtilen
görevleri üstlenen Yüksek Denetleme Kurulunu, Sayıştay bünyesine almayı
planlıyor. Bu kurul 18 üyesi ve 124 meslek mensubuyla görev alanı içinde
bulunan 248 birimin tamamını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Sağ, buyurun.
KEMAL SAĞ (Devamla) - ... her yıl eksiksiz
olarak denetlemiş olup, Türkiye'de performans denetimini yapan ilk kuruluştur.
Şimdi, AKP tutuyor, bu kurulu, az önce durumunu arz etmeye çalıştığım
Sayıştayın içine alıp eritmeyi düşünüyor.
Değerli arkadaşlar, bu birleştirmenin
Anayasaya uygun olup olmadığı ve KİT denetimlerinin daha başarılı olup
olmayacağı tartışmaya açıktır. Kanaatimce, Anayasanın 165 inci maddesi, eğer
gerekçesiyle birlikte değerlendirilirse, durum Anayasaya aykırı gibi
gözükmektedir.
Biz, her zaman olduğu gibi, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak, bir kez daha, uyarı görevimizi yerine getiriyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son
olarak bir konuya daha değinerek sözlerimi tamamlayacağım.
Ülkemizde, sayıları 10'a ulaşan üst kurul
ve bağımsız diğer kurullar vardır. Bu kurulların bütçelerinin denetimi büyük
bir önem taşımaktadır. Bu kurulların sayısı arttıkça, ülkelerin yürütme organı
olan bakanlar kurulunun önem ve fonksiyonu azalmaktadır. Hükümet, genel olarak,
bunları denetleme imkânına da sahip değildir. Bu nedenle, bu kurulların
bütçelerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi gerekmektedir.
Az önce değindiğim, Kamu Malî Yönetimi ve
Kontrol Yasası, bu kurulların bütçesinin, doğrudan Türkiye Büyük Millet
Meclisine gönderilmesini hükme bağlamıştır. Bence, bu kurulların bütçeleri
doğrudan Maliye Bakanlığına gönderilseydi, bütçenin birliği ilkesine daha uygun
davranılmış olurdu. Ayrıca, bu kurulların harcamalarının Sayıştay denetimine
tabi olması ve denetim sonuçlarının da, raporlanarak süratle Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulması gereği gözden ırak tutulmamalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
düşüncelerle sözlerimi tamamlarken, 2004 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı
olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Sağ, teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son
söz, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı'ya aittir.
Sayın Araslı, buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
içinde Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum ve sizleri, şahsım
ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hukukun üstünlüğünü sağlamak, devlet için yaşamsal bir değer taşımaktadır;
çünkü, devletin en temel ve öncelikli görevi ve işlevi, hukuk düzenini
kurmaktır. Hukuk düzeni, hepimizin bildiği gibi, kurallardan oluşur ve bu
kurallar arasında bir alt-üst ilişkisi vardır. Alt kademede yer alan
kuralların, bir üst kademede yer alan kurallara uygun olması gerekir. Katı
anayasa düzeninin bulunduğu bir ülkede, anayasa, içhukuk düzeninde, kurallar
dizininde en üst sıradaki yerdedir; ondan sonra kanunlar gelir ve kanunlar,
anayasaya uygun olmak durumundadır.
Anayasanın bu üstünlüğünün bir anlam ifade
edebilmesi, kanunların anayasaya uygunluğunun sağlanabilmesi için, bir denetim
mekanizmasının kurulması gereklidir. Aksi takdirde, anayasanın üstünlüğü kâğıt
üzerinde kalmaya mahkûm olur. parlamentodaki geçici çoğunluklar, Parlamentodaki
azınlık üzerinde rahatça istibdat kurup, yönetimi keyfîleştirebilirler.
Kanunların anayasaya uygunluğunun
denetimi, yargısal veya siyasal yolla yapılabilir veya her iki yol birlikte
kullanılabilir.
Kuşkusuz, demokrasilerde, yasama organının
çıkardığı bir kanunun, anayasaya uygunluğunun bir yargı organınca
denetlenmesinin kabulü, uzun bir gelişim sürecinin sonunda ve çoğunlukçu
demokrasi anlayışından, çoğulcu demokrasi anlayışına geçişle mümkün
olabilmiştir. Günümüzde ise, çağdaş demokrasilerin büyük bir çoğunluğunda,
kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi yapılmaktadır.
Türkiye, bu noktaya 1961'de ulaşmış ve ilk
defa, 1961 tarihli Anayasamızla, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal
denetimini yapmak üzere, bir yüksek yargı organı kurulmuştur. Bu yargı organı,
Anayasa Mahkememizdir. 1921 ve 1924 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarının,
Meclis üstünlüğü anlayışına dayalı olduğu gözönünde tutulacak olursa, 1961
tarihli Anayasayla Meclis iradesini denetleyecek bir Anayasa Mahkemesi
kuruluşunun siyasal tarihimiz bakımından bir dönüm noktası oluşturduğunu
söylemek hiç de zor değildir. 1961 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
böyle bir yargısal denetim mekanizması kurmasının kökeninde, 1957-1960 yılları
arasında Meclis çoğunluğunun muhalefet üzerinde kurduğu istibdadın yol açtığı
sorunların yattığını söyleyebiliriz.
Değerli milletvekilleri, bir devlette
anayasa yargısının kendisinden beklenen görev ve işlevleri sağlıklı bir biçimde
yerine getirebilmesinin en önemli önkoşulu, anayasa yargısı yapan yargıcın ve
mahkemenin bağımsızlığıdır. Yargıcın iş yükünün ağırlığı ise, yargılamanın
hızını ve kalitesini olumsuz biçimde etkileyen bir faktördür.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde,
Anayasa yargısından beklenen görev ve işlevleri, Anayasa Mahkememizin büyük bir
özen ve özveriyle yerine getirdiğinden kimsenin kuşkusu olmamak gerekir.
Özellikle, 2003 yılı boyunca Anayasa Mahkememizin vermiş olduğu kararlar,
toplumumuzun "Ankara'da yargıçlar var" tümcesini, büyük bir onur ve
güvenle, sıkça tekrarlamasını sağlamıştır.
Anayasa Mahkememiz, 776 sayılı ve
10.4.2003 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yapılan ve muhalefetin
yasama çalışmalarına katkı olanaklarını kısıtlayan İçtüzük değişikliğini iptal
ederek ve yürürlüğünü durdurarak, demokrasimizin, demokrasinin beşiği olan
yasama organında katledilmesini engellemiştir.
İktidarın kadrolaşma amacı doğrultusunda
çıkarılan ve zorunlu emeklilik yaş sınırını 61'e çeken 4839 sayılı ve 4019
sayılı Kanunlar hakkında Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal ve yürürlüğü
durdurma kararları, pek çok deneyimli ve birikimli kamu görevlisini bir
kıyımdan kurtarmıştır.
2003 Malî Yılı Bütçe Kanunundaki
Anayasanın 161 ve 153 üncü maddelerinde yer alan ilkelere aykırı hükümlerinin
yürürlüklerinin durdurulması, hukukun üstünlüğünün bir kez daha güvence altına
alınmasını sağlamıştır. Ek Motorlu Taşıt Vergisini getiren 4837 sayılı ve 4962
sayılı Kanunların ilgili hükümlerinin iptali ve yürürlüklerinin durdurulması,
verginin bu alanlarda bir haraç haline dönüşmesini önlemiştir.
Anayasa Mahkemesinin, kararlarıyla,
demokrasimizde ve siyasal yaşamımızda, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına çok
değerli katkılar yapmış olduğunu burada ifade etmeyi bir görev biliyorum.
Anayasa Mahkemesinin, bu çok önemli görevleri ağır bir iş yükü altında
çalışarak yerine getirdiği ise yadsınamaz bir gerçektir. Bu durum, Anayasa
Mahkemesinin temel sorunlarından birisidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
çoğunluğun iradesini ulusun iradesi olarak kabul etmeye başlayan ve bu nedenle
Anayasanın koyduğu sınırlara sığmak gibi bir endişe duymayan Adalet ve Kalkınma
Partisinin anlayışının getirdiği Anayasaya aykırı kanunların, bu iş yükünün her
gün biraz daha artmasına yol açtığı da ortadadır. Adalet ve Kalkınma Partisi,
anlaşılıyor ki, Anayasaya aykırı kanun yapmayı alışkanlık haline getirmiştir.
Anayasayı ya yok saymakta veya kendisini Anayasayla bağlı görmemektedir. Bu da,
Anayasa Mahkemesinin iş yükünün daha da artacağını göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi
Başkanlığına yıllardır bütçelerde ayrılan ödeneklerde, giderek artan iş
yüklerinin ağırlığı altında ezilmeden, özenle görev yapan Anayasa Mahkemesi
yargıçlarımızın ve Anayasa Mahkemesinin diğer personelinin ve Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı ödeneğinin, görevlerinin önem ve ağırlığıyla orantılı olmadığı
görülmektedir. Bu da, Anayasa Mahkememizin karşı karşıya kaldığı sorunlardan
bir başkasıdır. 2004 Malî Yılı Bütçe Tasarısı da, bu konuda olumlu ve yeterli
bir gelişmenin olamayacağını göstermektedir; ama, kuşkusuz, Anayasa Mahkememiz,
bundan önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da, mütevazı imkânlara rağmen,
görevini büyük bir özen ve başarıyla yerine getirmeye devam edecektir.
Değerli milletvekilleri, kanunların
Anayasaya uygunluğunun sağlanmasında, elbette ki, en önemli rol Anayasa
Mahkemesinindir; ama, bu alanda tek görevli Anayasa Mahkemesi değildir. Türkiye
Büyük Millet Meclisine de, yasaların Anayasaya uygunluğunu sağlamak ve hukukun
üstünlüğünü gerçekleştirmek konusunda en az Anayasa Mahkemesi kadar görev
düşmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu görevi, yasaların yapılışında
Anayasaya aykırılıktan kaçınmak veya Anayasaya aykırılığını tespit ettiği
yasaları yürürlükten kaldırmak suretiyle yerine getirmek durumundadır.
Kuşkusuz, bu sözü söyledikten sonra geriye
dönüp, 2003 malî yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, gerçekten, ifade
edilen biçimde, Anayasaya uygunluğu sağlamak için görevini yerine getirip
getirmediğini, milletvekilleri olarak kendimize sormamız gerekmektedir. Anayasa
Mahkemesinde 2003 yılının başından bugüne kadar 15 iptal davasının açılmış
olması ve görüşülen 7 dosyanın 1’i hariç, hepsinde iptal veya yürürlüğü
durdurma kararı verilmiş olması, bu sorunun yanıtının, maalesef, olumlu
olamayacağını göstermektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Araslı.
OYA ARASLI (Devamla) - Burada, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tüm yasa teklif
ve tasarılarının Anayasaya aykırı bulduğu hükümleri hakkında bıkmadan,
usanmadan uyarılarda bulunduğunu ve gerektiğinde Anayasa Mahkemesinde iptal
için dava açtığını kimsenin yadsıyamayacağını biliyorum. Bu uyarılar, maalesef,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu tarafından hiçbir zaman dikkate alınmamıştır.
Bunun sonucunda, çoğu kez, bir kanunu, Cumhurbaşkanının Anayasaya aykırılık
gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine iade etmesi nedeniyle iki kez
görüşmek gerekmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun ikinci kez yapılan
görüşmede, Cumhurbaşkanının ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun uyarılarına
rağmen, aynen kabul ettiği kanunların Cumhuriyet Halk Partisinin Anayasa
Mahkemesine açtığı iptal davaları sonucunda iptal edilmeleri nedeniyle, aynı
konu için tekrar tekrar düzenleme yapılarak gereksizce zaman harcanmıştır. Bu
özensizlik ve ısrarcılık, yasama çalışmalarının maliyetini de yükseltmiştir.
Boşa harcanan, sonuçta, ulusumuzun ve devletimizin malî imkânları olmuştur.
Anayasaya uygunluğu sağlamak bakımından
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2003 yılında gerçekten üzerine düşenleri yapıp
yapmadığını değerlendirirken değinmemiz gereken bir başka husus da, Anayasa
Mahkemesi kararlarıyla ilgili değerlendirmelerdir. Kimi İktidar Partisi
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluğu mu, yoksa, Anayasa
Mahkemesindeki 11 yargıcın mı kararının daha doğru olacağı sorusunu sorarak,
neredeyse, Anayasa yargısının meşruiyetini tartışmaya açabilmişlerdir; kimi
İktidar Partisi milletvekilleri ise, Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğü
durdurma kararlarının meşru olmadığını söylemekte sakınca görmemişlerdir.
Değerli arkadaşlarım, yürürlüğü durdurma
kararı, aslında, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümezliği
ilkesinin gereği olarak alınması gereken bir ihtiyatî tedbirdir. Bu nedenle,
bunun meşruiyetini tartışmaya açmak, gereksiz ve yersizdir. Bu tür
yaklaşımların son derece üzüntü ve ürküntü verici olduğunu, Anayasa Mahkemesi
kararlarını yok farz ederek, Anayasa yargısını tartışmalı hale getirmeye
çalışarak, hukukun üstünlüğünün gerçekleştirilemeyeceğini söylemeyi bir görev
biliyorum. Elbette ki, Anayasa Mahkemesi kararları eleştirilebilir; ama,
anayasa yargısı yönteminin meşruiyetini sorgulamak, bizi, çok yıllar önce
dünyanın kapatmış olduğu bir tartışmanın orta yerine atar. Anayasa Mahkemesi
kararları elbette eleştirilebilir; ama, Anayasa Mahkemesi kararlarını yok farz
etmek, bizi, hukuka aykırılıktan, Anayasaya saygısızlıktan öte hiçbir yere
götüremez.
Değerli milletvekilleri, Anayasaya
aykırılık, hukukî bir sorundur; duygusal ölçütlerle değil, hukuk bilgisiyle
belirlenebilir. Eğer, bir konuda Anayasaya aykırılık, hem muhalefet partisi hem
Cumhurbaşkanı hem de Anayasa Mahkemesi tarafından iddia ediliyorsa, burada,
aynı görüşü paylaşanlar arasında bir duygusal ve siyasal beraberlik bağı olduğu
gibi bir varsayımla avunmak yerine, bu kadar kişinin ayrı ayrı işaret ettiği
bir aykırılığın çok ciddî olduğunu düşünerek bu aykırılığı gidermeye çalışmak,
doğru olan yoldur. Ancak, aklın gerektirdiği bu yolun, Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunca benimsenmediği ve her Anayasaya aykırılık iddiasının ve bunu izleyen,
Cumhurbaşkanınca iade olayının arkasından "Cumhuriyet Halk Partisi iddia
ediyor, onun iddiasını Cumhurbaşkanının vetosu takip ediyor" sözleriyle
ima edilen bir beraberliğe dayanılarak, Anayasaya aykırılık iddialarının
dikkate alınmadığı görülmektedir.
Değerli milletvekilleri, anayasanın
üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesi, takdir edersiniz ki, böyle bir yaklaşımla
yaşama geçirilemez. Ülkemizde hukuk devleti ve anayasanın üstünlüğü ilkeleriyle
ilgili olarak, öncelikle gerçekleştirmemiz ve üzerinde durmamız gereken bir
başka husus da, milletvekili dokunulmazlığının Anayasadaki sınırlarının
daraltılması ve hakkında dokunulmazlığın kaldırılması talebi bulunan
milletvekillerinin acilen dokunulmazlıklarının kaldırılmasıdır. Bu
dokunulmazlıkların kaldırılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
savsaklanması, Anayasanın ve İçtüzüğün açıkça ihlali anlamına gelir; çünkü,
Anayasa ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü, yargıdan gelen dokunulmazlığın
kaldırılması taleplerinin görüşülmesini erteleme konusunda yasama organına
herhangi bir yetki tanımamıştır. Değerli kimi milletvekilleri, bu konuda,
Anayasada ve İçtüzükte bir engel olmadığından yola çıkarak, bu ertelemeyi, bu
savsaklamayı makul göstermeye çalıştılar; ama, hukukçuların bildiği bir gerçek
var; eğer bir kamu işleminde bir süre belirlenmemişse, o kamu işleminin makul
süre içerisinde tamamlanması gerekir. Makul süreler dışına çıkan her gecikme, o
işlemin savsaklandığı anlamına gelir.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Birbuçuk yıl...
OYA ARASLI (Devamla) - Burada da, bizim
üzerimize düşen, dokunulmazlık kaldırılması taleplerini makul süre içerisinde
tamamlamaktır. Bundan önceki dönemlerde Parlamentoda bu taleplerin
görüşülmesinin geciktirilmiş olması, bizim için bir mazeret olmamalıdır.
Ben diyorum ki, o zamanlarda
geciktirilmiştir belki; ama, o zaman, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden
kurulu karma komisyonun başkanı bir anayasa hukuku profesörü değildi, şimdi bir
anayasa hukuku profesörü. (CHP sıralarından alkışlar)
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Fark etmez...
OYA ARASLI (Devamla) - Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak, bu farkın getirisini yaşamak istiyoruz.
Dokunulmazlıkların kaldırılması işlemine bir an önce devam edilmesi ve
tamamlanmasını bekliyoruz.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Getiriyoruz, az kaldı.
OYA ARASLI (Devamla) - Eğer, aksi hareket edilirse, bu, Anayasa ve
hukukun üstünlüğü anlayışına vurulan ağır bir darbe olacaktır. Anayasayı bizzat
ihlal eden bir yasama organının ise, başkalarının Anayasaya uymasını beklemesi
mümkün değildir. Bazı milletvekilleri, bazı İktidar Partisi milletvekilleri,
dokunulmazlıkların kaldırılmasından çekinilmesini, yargının bağımsızlığına
güvensizlikle açıklamaya çalışmaktadırlar.
Değerli arkadaşlarım, eğer, yargının
gerçekten bağımsız olduğundan, gerçekten güvenilir olduğundan kuşkuya düşülüyor
ise, bu sorunu gidermenin sorumlusu, yetkilisi iktidardır, Adalet Bakanlığıdır.
Yakınmak yerine, gerekeni yapmak zorundadır ve hiçbirimizin, kendimizi teslim
etmediğimiz yargının önüne, vatandaşa "otur" deme hakkı yoktur. Bu
mazeret, maalesef, yargının önüne ben oturmayayım; ama, o sakıncalı gördüğüm,
bağımsızlığını zedeli gördüğüm, siyasallaşmış bulduğum yargının önüne vatandaş
otursun, bundan ben herhangi bir rahatsızlık duymam diyor.
BAŞKAN - Sayın Araslı, konuşmanızı
toparlar mısınız.
OYA ARASLI (Devamla) - Böyle bir anlayışı
da hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak mümkün değildir. Bu anlayışları terk
etmemiz halinde, öyle zannediyorum ki, Anayasa Mahkemesinin temel sorunlarından
biri olan önündeki dosya sayısının çokluğu da aşılmış olacaktır.
Böyle günlere bir an önce ulaşılmasını
diliyorum. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda Adalet ve Kalkınma
Partisinin en kısa zamanda gerekeni yapacağına inanmak istiyorum.
Sizlere saygılar sunarak ve Sayın Başkana
anlayışından dolayı teşekkürlerimi ifade ederek sözlerimi sona erdiriyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Araslı.
Saygıdeğer milletvekilleri, biraz önce,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Afyon Milletvekili Sayın Halil
Ünlütepe'nin konuşması sırasında AK Parti Grubuna sataşma gerekçesiyle,
İçtüzüğün 69 uncu maddesi gereğince AK Parti Grup Başkanvekili Sayın Sadullah
Ergin'in söz talebi olmuştur.
Tutanakların incelenmesinde, ifadeler
sırasında, bu sataşmanın olduğunu tespit ettim. Şu anda, Sadullah Ergin Beye
sataşma gerekçesiyle söz vereceğim.
Sayın Ergin, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
İSMET ATALAY (İstanbul) - Sataşma ne,
hangi konuda?
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Bakacağız,
öğreneceğiz şimdi sataşmayı.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, dikkat
ederseniz şu ana kadar hiçbir hatibin sözünü kesmedim ve burada, tek tek, her
şey belli. Bütçe görüşmeleri sırasında bunu belirttim. Burada, bakınız, ben
okumak istemedim, bir kararımı söyledim; ama, okuyacağım.
İfade aynen şöyle: "Geçtiğimiz
dönemde Adalet ve Kalkınma Partisinin irticaî faaliyetleri ve kadrolaşma
iddiaları sadece Cumhurbaşkanlığında değil, toplumun tüm kesimlerinde
rahatsızlık yaratmıştır." Bu ifade, bütün bir topluma aidiyet
göstermektedir.
İSMET ATALAY (İstanbul) - Yanlış mı; doğru
bir şey.
BAŞKAN - Sayın Ergine söz veriyorum.
Sayın Ergin, konuşmanız sırasında yeni bir
sataşmaya sebebiyet vermeden konuyu cevaplarsanız memnun olurum.
Buyurun efendim.
IV. -
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. - Hatay
Milletvekili Sadullah Ergin’in, Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe’nin,
konuşmasında, Grubuna sataşması nedeniyle konuşması
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Gecenin şu saatinde, 2004 yılı bütçesini
hazırlamak üzere, büyük fedakarlıklarla, burada, değerli milletvekili
arkadaşlarımız, iktidar-muhalefet gayret ediyor. Tabiî, belli bir uyum, belli
bir anlayış içerisinde, oldukça medenî bir zeminde bu tartışmalar, çalışmalar
devam ediyor; ancak, bu uyum, bu güzel tablo bazı arkadaşlarımızı rahatsız mı
ediyor bilemiyorum, zaman zaman, buraya çıkıp, hakikaten, mesnedi olmayan ve
asla ve kata bizim üzerimize yakışmayan birtakım ithamlarda bulunmaları havayı
gerginleştiriyor, buradaki mehabeti bozuyor ve şu kutsal çatıya yakışmayacak
tablolar ortaya çıkıyor.
Şimdi, sayın hatip buraya çıkarak, biraz
önce Başkanın ifade ettiği beyanlarda bulundu. Sayın hatibin ağzı ile kulağı
arasında çok fazla mesafe olduğunu düşünüyorum. Ben, şunu sormak istiyorum: AK
Partinin, bir yıllık icraatı döneminde yapmış olduğu icraatlar ortada. Acaba,
enflasyonun düşmesi, ekonomik dengelerin kurulması, millî gelirin artması, ihracatın
patlaması ve piyasalara, hükümete, devlete güvenin oluşması ve yaşama sevincini
kaybetmiş bu milletin yarınlara umutla bakmasını doğuracak şu zeminin oluşması
mıdır irticai faaliyet?! (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu hükümetin, bugüne
kadar yaptığı icraatlar içerisinde akla, bilime, bu milletin ihtiyaçlarına
uymayan hangi icraatı olmuştur?!
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Hizbullahçılara
çıkan af!
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, o bahsettiğiniz Eve Dönüş Yasası, bu devletin kurumlarıyla,
Cumhurbaşkanıyla, Genelkurmay Başkanıyla, istihbarat örgütleriyle istişare
edilerek, ülke ihtiyaçları düşünülerek, birlikte hazırlanmış bir yasadır (AK
Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) AK Parti Grubunun tek
başına buraya getirdiği bir yasa değildir.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Onun için mi
geldiler, teslim oldular?!
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Lütfen,
konuştuğumuz sözleri kulağımız işitsin ve bir söz söylerken, sözün nereye
gittiğini iyice düşünelim.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Bilerek söylüyoruz.
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Bakın, birtakım
ifadelerde bulunursunuz; bunları ispat ederseniz, alkış alırsınız; ama, ispat
edemezseniz, müfteri olmak durumuna düşersiniz. Hukukta temel bir ilke vardır;
müddei, müddeasını ispatla mükelleftir. Bunu, en iyi hocam bilir. İddia eden,
iddiasını ispat edecektir; ama, değerli arkadaşlar, AK Parti, kurulduğu günden
bugüne kadar, sadece ve sadece, çağdaş değerlerle, evrensel insan haklarıyla,
kalkınmayla ve milletimize huzur, saadet, mutluluk getirmekle uğraşmış ve
icraatıyla da bunu referans olarak ortaya koymuş bir parti. Bizim geçmişimizde,
asla ve kata, tek parti dönemi uygulamaları yoktur; bizim geçmişimizde,
totaliter anlayışlar ve bunların ifadesi yoktur.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bizim
var mı yani?!
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Bizim iki
yıllık geçmişimizde, sadece ve sadece, özgürlükler, kalkınma ve çağdaş değerler
olmuştur. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ne
geçmişiniz var; iki yıllık partisiniz!
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Dolayısıyla,
biz, programımızda yazdığımız, tüzüğümüze koyduğumuz, hükümet programımızda
deklare ettiğimiz bu çağdaş değerlere ulaşmak için, var gücümüzle çalışacağız.
Biz, çağdaş dünyayla kucaklaşmak için, var gücümüzle çalışıp, koşup,
yorulacağız, burada ter akıtacağız ve milletimizle beraber, aydınlık yarınlara
yürümeye devam edeceğiz. Bu yürüyüşümüzün, milletimizden tasvip gördüğünü,
beğeni gördüğünü, hüsnükabul gördüğünü düşünüyoruz; kamuoyundaki artan
desteğimiz de, bunu göstermektedir.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Kim
söylüyor?!
SADULLAH ERGİN (Devamla)- Biz, bu yolda
yürümeye devam edeceğiz; ama, siz -takdir size aittir- bu şekildeki muhalefet
anlayışıyla ya da millete rağmen bu ifadeleri kullanmakla, bilemiyorum, bir
dahaki seçimlerde barajı aşar mısınız, aşmaz mısınız... (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ayıp
yani!.. Sen aşacak mısın bakalım; seçimde göreceğiz.
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Sizin bu
ifadelerinizi, sizin bu tavrınızı, milletimizin engin sağduyusuna ve 28 Martta
yapılacak olan seçimlerdeki sandığa havale ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Seçimde
göreceğiz onu!
BAŞKAN - Sayın Ergin, teşekkür ediyorum.
III. -
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1. - 2004
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/688; 1/689; 1/656, 3/370, 3/372, 3/373; 1/657, 3/371) (S. Sayısı: 284, 286, 285, 287) (Devam)
A) TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1. -
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
2004 Malî Yılı Bütçesi
2. -
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
2002 Malî Yılı Kesinhesabı
B)
CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)
1. -
Cumhurbaşkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi
2. -
Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
C) SAYIŞTAY
BAŞKANLIĞI (Devam)
1. -
Sayıştay Başkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi
2. -
Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı
Kesinhesabı
D) ANAYASA
MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (Devam)
1. -
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2004
Malî Yılı Bütçesi
2. -
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî
Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gruplar
adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Birinci turda, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay ve Anayasa Mahkemesi bütçeleri üzerinde,
lehte, Mardin Milletvekili Mehmet Beşir Hamidi'nin söz talebi vardır.
Sayın Hamidi, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Mardin) - Sayın
Başkan, Yüce Meclisimizin çok değerli üyeleri; 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı üzerinde şahsım adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunmaktayım.
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, devlet harcamalarının
ve gelirlerinin temel belgesi olan bütçe kanununun ilk tur görüşmelerini bugün
yapıyoruz. İlk turda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı -ki, buna Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu bütçesi de dahildir- Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay ve
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçelerini görüşüyoruz. Bütün kurumlarımızın
bütçelerinin hayırlı olmasını diliyorum.
Bu saatte, tekrar, sizlere, kurumlarımızın
bütçelerini uzun uzun, rakamlarla anlatmak yerine, bütçenin geneli
çerçevesindeki düşüncelerimi ifade edeceğim.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye için 2004
yılı, fevkalade önemli bir dönemin başlangıcına işaret etmektedir. 2004 yılı,
bir yandan Avrupa Birliğine tam üyelik görüşmeleri için tarih almayı umut
ettiğimiz, diğer yandan Kıbrıs'ta nihaî çözüm için çabaların yoğunlaştığı bir
yıl olacaktır.
İstikbale ilişkin stratejik kararların
verileceği bir yılın bütçesine yansıyan ekonomik göstergeler, bize,
Türkiye'nin, bu çetin dönemi başarıyla taçlandırabileceğinin ümidini
vermektedir. Çünkü, siyasî bakımdan güçlü ve başı dik bir Türkiye için
önkoşullardan birisi, ekonomisinin güçlü olmasıdır. 90'lı yıllar boyunca
siyasal istikrarsızlık ve ekonomik krizlerin birbirini besleyerek büyüttüğü
belirsizlik ortamını, artık geride bıraktık. İstikrar ve güven, bugün yakaladığımız
başarılı ekonomik performansın iki anahtar sözcüğüdür. Türk Halkı, 3 Kasım
seçimlerinde, kesin ve tartışmasız bir kararla, siyasal istikrarsızlığa son
vermiş, iktidara getirdiği AK Parti ise, lideri, hükümeti ve Meclisteki
çalışmalarıyla, kendisine duyulan güveni boşa çıkarmamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bölgemizde yaşanan
olumsuzlukların getirdiği tedirginliğe rağmen, geçtiğimiz yıl ekonomimiz
açısından gerçekten başarılı bir yıl olmuştur. Makroekonomik göstergelere
bakıldığında, Türkiye'nin uzun yıllardır yaşadığı ve neredeyse artık
kanıksadığı, çözümden umudunu kestiği temel sorunlarını çözmeye başladığı
görülmüştür. Enflasyon bunlardan birisidir. Fakirden alıp zengine veren, gelir
dağılımını adaletsizleştiren, sosyal yapımızı içten içe kemiren bu ekonomi
zararlısı, nihayet yenilgiye uğratılmak üzeredir. Bu yıl yüzde 20'nin altına
düşürülen enflasyon için 2004 bütçesine konulan yüzde 12 hedefinin de gerçekçi
bir hedef olduğunu düşünüyorum. Esasen, ekonomik aktörler başta olmak üzere
toplumun tüm kesimleri, bu hedefi gerçekçi ve gerçekleşebilir bulmaktadır;
çünkü, hükümetimizin uyguladığı program, malî ve parasal disiplinin ve döviz
kurundaki istikrarın devamını öngörmektedir; piyasa, hesabını bu beklenti
üzerine yapmaktadır. Enflasyonla beraber düşen faiz hadleri, ekonomimiz ve
bütçemiz üzerindeki baskıları daha da önemli ölçüde hafifletmiştir. 2002
yılında yaklaşık yüzde 65 olan ortalama bileşik iç borçlanma faiz oranı, 2003
yılında 35 puan gerileyerek yüzde 30'lar seviyesinde kalmıştır. Böylelikle,
bütçemiz ve dolayısıyla Türkiye için nefes alma imkânı sağlamıştır, yeniden,
yatırımları ve sosyal harcamalarını düşünebilir hale getirmiştir. Türkiye, yüzünü,
yeniden, üretmeye ve yeniden, yatırıma döndürmüştür. Güven ve istikrar
ortamının devam etmesi, gelecek beklentilerinin yükselmesine ve yeni
yatırımlara neden teşkil etmektedir.
Uluslararası kuruluşların Türkiye'yle
ilgili değerlendirmelerinin sürekli olumlu yönde yükselmesi, dışkredi itibarımızı
da yükseltmektedir. Türkiye, daha az risk primiyle borçlanabilir hale
gelmiştir.
2002 yılında bütçeden borç faizi
ödemelerine yüzde 44,8 pay ayrılırken, 2003 yılında bu rakam yüzde 41,9'a, 2004
yılında ise yüzde 41,1'e düşmesi beklenmektedir.
Reel faizlerin düşmesi, döviz kurundaki
istikrar ve yüzde 5'lik büyüme hızına erişilebilinmesi sayesinde, kamu borç
stoku da düşmektedir. 2001 yılında gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 92
olan kamu net borç stokunun, bu yılın sonunda yüzde 70'ler seviyesine düşmesi
beklenmektedir.
Türkiye, artık, borçlarını çevirebilir ve
yönetebilir noktadadır. Ağır borç stoku yüzünden günübirlik, hatta, anlık
kararlardan, geleceği planlayabilen bir Türkiye'ye varılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Hamidi, lütfen konuşmanızı
tamamlar mısınız.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Devamla) - İç ve
dışborç kredi bulmada yüksek risk primi ve faiz ödemek mecburiyeti, kararlı ve
dengeli politikalarla aşılmaya başlanmıştır.
İkinci büyük başarısı ihracattadır. Döviz
kurunun dengesinin beklenilenden düşük olduğu için ihracatımızın azalacağı
savları doğru çıkmamıştır; ihracatımızın, bu yıl 50 milyar doları aşarak aylık
rekorları yıllığa dönüştürebileceği kesindir.
Güçlü Türk Lirasının, ihracatımız üzerinde
de olumlu sonuçlar doğurabileceği ispatlanmıştır.
1980'lerde dışarıya tarım ürünleri ve
sınırlı miktarda aramamul satabilen Türkiye'nin, bugün kompozisyonunda sanayi
mallarının ağırlık kazandığı, 50 milyar doları aşan bir ihracat porföyünün
oluşması hepimizin gururudur.
Önümüzdeki yıl, Irak'ta istikrarın
sağlanmasıyla birlikte ihracatımızın beklenenden de fazla olacağı kesindir.
Bölgede barış ve huzurun sağlanması Türkiye'nin lehinedir.
Türkiye, özellikle doğu komşularına daha
çok mal ve hizmet sevk edebilecek konumdadır. Coğrafî yakınlığımız, tarihî ve
kültürel bağlarımız bizim üstünlüğümüzdür.
Komşularımızla iyi ilişkilerimizin
getirdiği fırsatların ekonomik hayatımızı nasıl canlandıracağını, bir sınır
ilimiz olan Mardin Milletvekili olarak yakından biliyorum.
Habur Sınır Kapımızın aktifleşmesiyle
birlikte yıllardır boş yatan kamyoncularımız, yeniden umuda ve daha iyi bir
yaşam için yollara çıkmıştır.
Sınır ticaret merkezlerimizin
tamamlanmasıyla birlikte sınır illerimizin yeni gelir kaynaklarına kavuşacağı
açıktır. Sınır illerimizdeki organize sanayi bölgelerimizin ve serbest ticaret
bölgelerimizin altyapı eksikliklerinin giderilmesi ve buralarda yatırım yapacak
olan yatırımcılara daha cazip imkânlar sunulması çabalarını memnuniyetle
karşılamaktayız.
Türkiye'nin sınır illerindeki serbest
bölgeleriyle bir ihracat üssü olabilme imkânı vardır.
Değerli arkadaşlarım, Irak savaşına ve
geçtiğimiz ay İstanbul'da bizi de vuran küresel terör tehdidine rağmen,
turizmde de dengeli bir yılı geride bıraktık; 8 700 000 000 milyar dolar
civarında gerçekleşmesi beklenen turizm gelirlerinin, 2004 yılında sıçrama
yapması için yeni markalar ve turizm merkezlerini yaratıp, dünyaya
tanıtmalıyız.
Kültür ve inanç turizminin geliştirilmesinde potansiyeli olan
bölgelerimizdeki altyapı eksikliklerimizi gidermek için gayret sarf etmeliyiz.
2004 yılının ilk aylarında, UNESCO'nun, Mardin'in dünya kültür mirasına dahil
edilmesiyle ilgili vereceği karar o bakımdan çok önemlidir.
Değerli arkadaşlarım, 2003 yılı, dünyada
savaş ve Türkiye'de barış yılı olmuştur. AK Parti İktidarı, devletle toplumu
yeniden barıştırmıştır. Vergi barışı projesi vergi mükellefleriyle, sosyal
güvenlik barışı projesi SSK ve Bağ-Kur prim borçlularıyla, zorunlu
tasarrufların anaparalarının ödenmesi, nemalarının da ödeme takviminin
belirlenmesiyle tüm çalışanlarla, işçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarında seyyanen,
memur emeklilerine enflasyonun üzerinde yapılan artışla tüm emeklilerle barış
sağlanmıştır. Asgarî ücret konusunda Sayın Başbakanımızın hassasiyetle üzerinde
durduğu artışın gerçekleşmesiyle de, inşallah, asgarî ücretle çalışanlarla da
barış sağlayabileceğiz.
Değerli arkadaşlarım, AK Parti İktidarı,
hortumcularla, talancılarla, vurguncularla barış yapmamış, asla da
yapmayacaktır. Toplumda sağlanan güvenin, ekonomide sağlanan derinliğin,
vurguncudan, talancıdan, hortumcudan hesap sorulmasıyla yakından ilgisi vardır.
BAŞKAN - Sayın Hamidi, lütfen, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Devamla) - Açık ve
şeffaf yönetim anlayışı halkın devlete güvenini pekiştireceği gibi,
demokratikleşmeye de katkıda bulunacaktır.
Değerli arkadaşlarım, güçlü bir
Türkiye'nin, bölge ve dünya barışına katkı anlamına geldiği unutulmamalıdır.
Türkiye, medeniyet ve din savaşlarından söz edildiği bir dünyada, inançlara
saygılı, çoğulcu kültürel anlayışı, serbest pazar ekonomisi, her gün daha çok
tahkim ettiğimiz demokrasisiyle model bir ülkedir.
AK Parti İktidarının insan odaklı yönetim
anlayışı ve projeleri, Türkiye'nin yeniden çağı yakalaması fırsatını da
beraberinde getirmiştir. Esasen, Türkiye'nin güçlü ve büyük bir ülke olması
için, köklü bir tarihi, genç ve dinamik bir nüfusu, stratejik bir coğrafyası,
kendisini dışarıda da ispatlamış işadamları ve her şeyden önemlisi, kendisini
değiştirebilme yeteneği vardır. Eksik olan şey güçlü bir liderlik ve siyasal
istikrardı. Şimdi bunlara da sahibiz ve inşallah, Türkiye, dünyadaki büyükler
arasındaki yerini en kısa sürede alacaktır. Bu bakımdan, ekonomideki bu
toparlanmanın ve çok olumlu sonuçlarına tanık olduğumuz yapısal reformların
devam etmesi gerekmektedir. Gündemi daha çok siyasî konular doldurduğu için,
yeteri kadar gündeme gelmeyen Avrupa Birliği Maastricht ekonomi kriterlerinin
çoğunda, Türkiye, bugün, adaylık görüşmelerini yapan ülkelerden daha iyi duruma
gelmektedir.
Bütçedeki temel makro hedeflerin
tutturulacağına olan güvenimiz tamdır. Yüzde 12'lik enflasyon belki daha da
aşağıya çekilebilecektir. Enflasyon konusundaki psikolojik duvar artık
yıkılmıştır.
BAŞKAN - Sayın Hamidi... Sayın Hamidi...
MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Devamla) - Bütçe
üzerindeki faiz baskısı hafifletilmiştir. Faizdışı fazla hedefi, 2003'te olduğu
gibi, 2004'te de rahatlıkla yakalanabilecektir. Yatırımların ve yabancı
sermayenin önünde engel kalmamıştır. Vergiler toplanabilir ölçüdedir. Malî
disiplin sağlanmıştır. Çalışanların reel gelir kaybı olmayacaktır. Sosyal,
eğitim ve sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesinde imkânlar ölçüsünde yeterli
ödenek ayrılmıştır. Kamu kurumlarında tasarruf için gerekli önlemler
alınmıştır.
Kısaca, ayrıntısına girmeden, sizlere arz
ettiğim gerekçelerle, 2004 yılı bütçesine, bundan sonraki aşamalarda da olumlu
oy vereceğimi ifade etmek istiyorum. Bu vesileyle, bütçenin hazırlanmasında
özverili çalışmalarından dolayı, başta Maliye Bakanımız Sayın Kemal Unakıtan ve
Hazineden sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Ali Babacan'ın şahsında ilgili tüm
kuruluşların çalışanlarını ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde dikkatli ve
sınırsız bir mesai anlayışıyla bütçenin Genel Kurula gelmesini sağlayan Plan ve
Bütçe Komisyonunun değerli Başkan ve üyelerini tebrik ediyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyor, 2004 yılı
bütçesinin, tekrar, hayırlı olmasını niyaz ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hamidi.
Birinci turda, aleyhte, Konya Milletvekili
Sayın Atilla Kart.
Sayın Kart, buyurun efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bir tur görüşmeler üzerinde kişisel görüşlerimi belirtmek
üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bilindiği üzere,
Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, yasama faaliyeti yanında denetim faaliyeti
de aslî görevlerimizden birisidir. 22 nci Dönem olarak, soru, araştırma ve
soruşturma önergelerinin şeklî ve istatistikî bir değerlendirmesini yapmayacağım;
denetim günlerinin kısıtlanmasından ve soru önergelerine geç cevap
verilmesinden de söz etmeyeceğim değerli arkadaşlarım. İdarî ve adlî denetim
mekanizmalarımız yanında yasama denetimi mekanizmaları düzenleniş amacına uygun
çalışıyor mu çalışmıyor mu, bu yolda bilinçli bir engelleme var mı yok mu,
bunun değerlendirmesini izninizle yapmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, idarî denetim
mekanizmalarımız -ki, bunlar arasında teftiş kurulları, meslekî denetim
birimleri ve özerk kurullar başta gelmektedir- bu denetim birimleri zamanında
ve yerinde çalışmadığı içindir ki, yargının sorunları daha da birikmekte ve
artmaktadır. Yargının sorunları, artık, toplumun bildiği ve kabul ettiği
sorunlar haline gelmiştir. Yargı, bu sorunlarına ve ihmal edilmişliğine rağmen,
dürüst, objektif ve hukuka uygun yapı ve uygulamasını özde korumayı
başarmıştır. Gelinen süreçte ise, 57 nci hükümet döneminde olduğu gibi, 58 ve
59 uncu hükümetler döneminde de idarî ve adlî denetim mekanizmalarına müdahale
süreci, maalesef, yoğunlaşmaya başlamıştır. Bunun da ötesinde, yasama denetimi
engellenmekle kalınmamış, bu denetimin işlemez hale getirilmesi süreci
başlamıştır. Kurum ve kuralların içi boşaltılmaya başlanmıştır. Bu konuları
soyut değerlendirmelerle geçiştirmeyeceğim ve bunları somut olarak açıklamak
istiyorum değerli arkadaşlarım.
Somut örnekleriyle açıklamak istiyorum.
Seydişehir Eti Alüminyum tesislerinin özelleştirilmesi. Bu konuda şöyle bir
iddia söz konusu: Yasal özelleştirme süreci başlamadan, belli sermaye
gruplarıyla hukuka aykırı ilişkiler içine girildiği iddiası söz konusu ve bu
yolda ciddî bulgular söz konusu. Bu sebepledir ki, tarafımdan 4 tane soru
önergesi verilmiş, araştırma önergesi verilmiş ve olay suç duyurusu aşamasına
kadar gelmiştir.
Dördüncü soru önergemde, Sayın Başbakana
şunu soruyorum: 4 tane şirketten söz ediyorum, 3 tane araçtan söz ediyorum; bu
şirketler arasındaki ilişki nedir, hissedarlar arasındaki ilişki nedir diyorum
ve araçların kayıtları kime ait diye soruyorum ve bunun yanında, Sual Holding Başkanı
Vekselberg ile Sayın Başbakanın yaptığı görüşmenin içeriğini soruyorum. Sayın
Başbakan adına, Sayın Maliye Bakanı cevap veriyor. Sayın Maliye Bakanının
verdiği cevap şu, değerli arkadaşlarım: "Efendim, bu şirket kayıtları
Özelleştirme İdaresi Başkanlığında mevcut değildir. Bu araçların kayıtları da
Eti Alüminyum AŞ'ye ait değildir."
Şirket kayıtlarının ticaret sicilinde
bulunduğunu, araçların kayıtlarının trafik tescilde bulunduğunu herhalde
hepimiz biliyoruz. Sayın Bakanın görevi, ilgili birimlerden bu bilgileri
derleyip soru önergesine cevap vermektir. Bu cevaptan sonra, bu bilgileri
vermeyen, geçiştirmeye çalışan ve Vekselberg ile yapılan görüşmeye ilişkin
bilgileri vermek istemeyen hükümetin bu cevabından kuşku duymaz mısınız? Sahte
plakalı araçlarla, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bilgisi dahilinde bu
tesislerin ziyaret edilmesi sizi rahatsız etmez mi? Beni rahatsız ediyor
değerli arkadaşlarım. İnanıyorum ki, asgarî sağduyu ve sorumluluk sahibi olan
herkesi de rahatsız ediyordur.
Sayın Bakan, Sayın Maliye Bakanı, siz,
hangi saydamlıktan söz ediyorsunuz, hangi şeffaflıktan söz ediyorsunuz?!
Saydamlığı bırakın, esrarengiz ilişkilere cevap dahi vermiyorsunuz, resmî
zeminde cevap dahi vermiyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ATİLLA KART (Devamla) - Sizi, ciddî
olmaya, daha tutarlı olmaya ve daha inandırıcı olmaya davet ediyorum.
İkinci bir örnek, emniyet kadrolaşması.
Sayın İçişleri Bakanına soruyoruz "ikinci sınıf emniyet müdürlerinin
terfiinde kıdem ve liyakat listesini neden esas almadınız" diyoruz.
"81 kişilik terfi listesini düzenlerken neden kıdem liyakat listesinin ilk
150 sırasından sonraki kişilerin terfiini yaptınız" diyoruz. Sayın Bakanın
verdiği cevap: "Terfiler kıdem kitapçığına uygun yapılmıştır."
Sayın Bakan, biz, kıdem kitapçığına uygun
yapılıp yapılmadığını sormuyoruz; o kıdem kitapçığının, neden liyakat
listesine, bakanlığın onbeş yıl içerisinde, onsekiz yıl içerisinde oluşturduğu
bakanlık kayıtlarına aykırı yapıldığını soruyoruz. Bakanlığın kendi kayıtlarına
ve hakkaniyete uygun terfi yapılmayıp, belli siyasî ölçüler ve tarikat
ilişkileri içerisinde terfi yapıldığı içindir ki, devletin arşivi, âdeta, yok
edilmiş, istihbaratın beyni sökülmüştür. Böyle bir terfi yapılanmasından sonra,
İstanbul'da istihbarat zafiyetinin doğmasına herhalde şaşırmamak gerekir. Böyle
bir zafiyet ve hak tanımazlık, inanıyorum ki, inanmak istiyorum ki, sizi de
rahatsız edecektir değerli arkadaşlarım.
MEHMET SOYDAN (Hatay) - Öyle bir şey yok.
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşım,
bu, beni rahatsız etmekten öte, endişelendiriyor. Asgarî sağduyu sahibi olan
herkes, böyle bir terfiden rahatsız olmalıdır. Ben, kıdem ve terfi listesinin 1
inci sırasında yer alıyorum, benim üstüme 294 üncü sıradaki adamı
getiriyorsanız, orada benim çalışma şevkim kalır mı değerli arkadaşım?! Hak
bunun neresinde?! Hukuk bunun neresinde?! Böyle bir anlayışı kabullenmek, böyle
bir anlayışı desteklemek mümkün mü?!
MEHMET SOYDAN (Hatay) - Yanlış biliyorsun.
ATİLLA KART (Devamla) - Yanlış bilmiyorum;
belgelere dayanarak konuşuyorum değerli arkadaşım, soru önergeleriyle ve
verilen cevaplarla konuşuyorum.
Üçüncü soru önergemiz, şeker üretimiyle
ilgili soru önergesidir. Bu soru önergesinde -Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanına
gerekçeleriyle soruyoruz- ne diyoruz; diyoruz ki: Mısır kotası neden
artırılmıştır? Seçim öncesi verdiğiniz söylemlere neden uymadınız? Belli bir
dönemde mısır ithalatı için kimlere izin verilmiştir? Devamında ne diyoruz
biliyor musunuz; devamında da diyoruz ki: Kargil firması ile Ülker grubu
arasında herhangi bir ortaklık var mıdır? Ülker grubu, mısır alanında
tekelleşmekte olan Kargil grubuyla birlikte Cola Turca üretimi ve dağıtımı
yapmakta mıdır? Sayın Başbakanın oğlu, Cola Turcanın dağıtımını yapmakta mıdır?
(AK Parti sıralarından gürültüler)
Müsaade buyurun, soru soruyorum.
Aralarında her hangi bir ilişki var mıdır diyorum değerli arkadaşım. Verilen
cevaplarda, bu konuların hiçbirine temas edilmiyor. Bu konular, bizim yasama
denetimi görevimizle doğrudan ilgili olan konular; biz bunları sorgulamayacağız
da neyi sorgulayacağız?! Niçin soruyoruz bunu; kamu yetkisi kötüye kullanılıyor
mu kullanılmıyor mu; bunu tahkik etmek, herhalde bizim sorumluluğumuzdur. Bu
ilişkilerin gizlenilmek istenilmesine neden ihtiyaç duyulmaktadır? Kamu ve
toplum adına soruyoruz. Bu ilişkileri hiç mi merak etmiyorsunuz? Bu ilişkileri
sorgulamak gereğini duymuyor musunuz? Bunları geçiştirelim mi değerli
arkadaşlarım?! Bunların üstünde hiçbir sorgulama yapmadan, değerlendirme
yapmadan bunları geçiştirelim mi; bunu mu arzu ediyorsunuz?!
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Bütçe
görüşmelerinde değil de, başka bir zaman...
ATİLLA KART (Devamla) - Yasama denetimi
kapsamında soruyorum değerli arkadaşım. Bunları soru önergeleri kapsamında
sordum. Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesini tartışıyoruz. Türkiye
Büyük Millet Meclisinin en önemli fonksiyonu denetim fonksiyonudur. Denetim
fonksiyonunun tahkiki anlamında, herhalde, bunları soracağım; izin buyurun.
Karma komisyon çalışmalarına geliyoruz.
İçtüzüğün 132 nci maddesi çok açık, amir düzenleme yapıyor, resen düzenleme yapıyor, diğer komisyon çalışmalarından farklı
bir düzenleme yapıyor. O komisyonun
nasıl çalışacağını açık bir şekilde düzenliyor. Siz, komisyon başkanı olarak,
26 ncı maddeye uygun olarak, yeterli imzayla da ayrıca başvuru yapılmasına
rağmen "ben komisyon başkanı olarak komisyonu toplantıya çağırmaya gerek
görmüyorum" diyemezsiniz; böyle bir yetkiniz olamaz. Siz, komisyonun ve
Genel Kurulun iradesi yerine, kendi iradenizi beyan edemezsiniz.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Komisyon toplantısında siz de vardınız...
ATİLLA KART (Devamla) - Beyan ettiğiniz
zaman, keyfî ve sorumsuz davranmış olursunuz Sayın Kuzu.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Konuyu saptırma; Komisyon toplandı.
ATİLLA KART (Devamla) - Bunu, artık kabul
edin.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Yalan söylüyorsun!
ATİLLA KART (Devamla) - Böyle bir
uygulama, böyle bir tavır hiçbir demokratik ülkede olamaz; böyle bir uygulama
hiçbir hukuk devletinde söz konusu olamaz. Nerede olabilir, biliyor musunuz;
antidemokratik ülkelerde olabilir, keyfî ve otoriter sistemlerde olabilir.
MEHMET SOYDAN (Hatay) - Az oy alanlar
iktidar mı olmalı; böyle bir demokrasi mi?!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...
ATİLLA KART (Devamla) - Daha da vahim
olanı nedir biliyor musunuz değerli arkadaşım; bu keyfîliğe Meclis Başkanı ses
çıkarmıyor; yazılı olarak yaptığımız başvurulara, en azından cevap dahi
verilmiyor. Bu uygulamalar, yasama denetimini yok eden uygulamalardır. Bunlar,
artık, istisnaî uygulamalar olmaktan çıkmış, genel uygulamalar halini almıştır.
Sayın Meclis Başkanı "Cumhuriyet Halk
Partililer isterse dokunulmazlıklarının kaldırılmasını isteyebilirler, talep
edebilirler" diyor. Elbette Sayın Başkan; bunu, elbette istiyoruz. Bunun
için Anayasa ve İçtüzük değişikliğine gerek yok; bunun için karma komisyonun
toplantıya çağrılması yeterli. Bu noktada da...
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Az kaldı az!..
ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Kuzu, sizin
o görevi yapmayacağınız anlaşılıyor. (CHP sıralarından alkışlar)
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Siz gelince yaparsınız!
ATİLLA KART (Devamla) - Bu noktada, Sayın
Meclis Başkanının, İçtüzükten doğan denetim görevini, komisyon çalışmalarını
denetleme görevini yerine getirmesi gerekiyor. Sayın Meclis Başkanının diğer
çalışmaları bir tarafa; ama, bu konuda kendimden çok emin olarak söylüyorum ki,
Sayın Meclis Başkanı etkin ve tarafsız olarak görevini yapmamıştır. Sayın
Meclis Başkanını, görevini yapmaya, bir defa daha, davet ediyoruz.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Araştırma komisyonu önergesini neden verdiniz; söyler misiniz?!
ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Kuzu, sakin
olur musunuz. Sakin olur musunuz...
BAŞKAN - Sayın Kuzu...
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Önergeyi neden verdiniz?!
ATİLLA KART (Devamla) - Biraz sağduyulu
olur musunuz Sayın Kuzu.
ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU
(İstanbul) - Bir şey bilmiyorsun!
BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen Genel Kurula
hitap eder misiniz.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkan,
teşekkür ediyorum.
Bütün bu somut olaylar neyi gösteriyor
değerli arkadaşlarım; olay, kadrolaşma boyutlarını aşmıştır değerli
arkadaşlarım. Kurumların...
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Böyle
gerdirerek olmaz ki!
ATİLLA KART (Devamla) - Müsaade buyurun
değerli arkadaşım.
AHMET YENİ (Samsun) - Bu kadrolar nereden
geliyor?!
MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Yeni
Zelanda'dan mı geldi?!
ATİLLA KART (Devamla) - Onu anlatmaya
çalışıyorum. Siz, ilk 81 kişinin yerine ilk 150'den sonraki insanları
getirdiğiniz zaman, bu, kadrolaşma olmuyor mu değerli arkadaşlarım?!
AHMET YENİ (Samsun) - Kadrolaşma olmaz;
hayır.
ATİLLA KART (Devamla) - Bu ne oluyor; bu,
kamu yetkisinin kötüye kullanılmasıdır, takdir hakkının kötüye kullanılmasıdır.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hadi canım sen
de!..
AHMET YENİ (Samsun) - Yer değişikliği...
BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, devam ediniz.
ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım,
Hükümet Sözcüsü olan Sayın Adalet Bakanı, 58 inci hükümetin kuruluşu aşamasında
şunu söylemişti; ne kadar güzel bir temenniydi: "Efendim, en büyük
hedefim, en büyük amacım, Adalet Bakanlığı bütçesini yüzde 2'ler seviyesine
çıkarmak." 2003 yılı bütçesine bakıyoruz, binde 75, 2004'e bakıyoruz,
binde 9'lar seviyesinde; yani, yüzde 1'in altında.
Değerli arkadaşlarım, hükümet bütçesi,
Sayın Bakanın gayretlerine rağmen, hükümetin bu anlayışı içerisinde yüzde 2'ler
seviyesine hiçbir zaman ulaşmaz; çünkü, yargının güçlenmesi, hukuk denetiminin
yapılması bu hükümetin amaçları arasında yoktur, söz konusu değildir. Aksine,
yargı denetimini zayıflatacak ve zaafa uğratacak, bu mekanizmayı
siyasallaştıracak bir yapının altyapısı kurulmaya çalışılıyor. "Yargıya
güvenmiyoruz" yolundaki söylem "iktidar ve yönetim" kavramıyla
bağdaşmaz. Bu söylem, kurumların içinin boşaltıldığı yolundaki
değerlendirmemize de, maalesef, kuvvet kazandıran bir başka söylem olmuştur.
Sayın milletvekilleri, konjonktürü
kullanarak demokratik kavramların ve kurumların politize edildiğini, bunun
yanında "özelleştirme" kavramının rant aktarımı için kullanıldığını
üzülerek görüyoruz.
57 nci ve daha önceki hükümetlerde görev
yapan başbakan ve bakanlara yönelik olarak Yüce Divan süreci başlatılmıştır; bu
sürecin başlatılması gerekiyordu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
Buyurun.
ATİLLA KART (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkan; hoşgörünüz için teşekkür ediyorum.
Ancak, bu uygulama yapılırken, hemen
devamında, mevcut döneme yönelik olarak, yargı yolunu kapatmanın arayışları
içine girilmesinin herhalde tutarlı bir yönü olamaz. Milletvekilliği göreviyle
hiçbir şekilde bağdaşmayan, ciddî ve belli aşamalara gelen ve Anayasanın 76 ncı
maddesi kapsamında kalan suçlamalara rağmen, yargı yolu kapatılmak
istenmektedir.
Değerli arkadaşlarım, bunun devamı şudur:
Üzülerek ve endişeyle, kamu yönetimi tasarılarında, kamu personeli
görevlendirmelerinde, bütçe anlayışı ve uygulamalarında, dokunulmazlığın
sınırlandırılması olaylarında, keyfî ve otoriter yönetim anlayışının
hızlandığını görüyoruz. Lütfen, siyasî iktidarın, Türkiye Büyük Millet
Meclisine tahakküm etmesine, yönlendirmesine fırsat vermeyelim.
Değerli arkadaşlarım, kurum ve kavramların
içinin boşaltılmasına fırsat vermeyelim.
Değerli arkadaşlarım, cemaat anlayışı ve
dayanışmasının kamu yönetiminde egemen olmasına fırsat vermeyelim.
Gelinen süreçte, maalesef, siyasî
iktidarda bu sağduyuyu göremiyoruz. Elbette, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de
aynı tavır içinde olamayacağını ümit ve temenni etmek istiyoruz. Bu sınavı ve
görevi, siyasî kaygıları ve hesapları aşarak vermemiz gerekiyor.
HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Vehimle
konuşuyorsunuz, vehim içerisindesiniz.
ATİLLA KART (Devamla) - Vehimle
konuşmuyorum. Bakın, size, soru önergelerinden söz ediyorum, cevaplardan söz
ediyorum. Lütfen, bu sorularıma cevap verin. Bu sorularıma cevap vermediğiniz
zaman, kimin yanlış uygulamalar yaptığı çok somut olarak ortaya çıkacaktır.
BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
ATİLLA KART (Devamla) - Bu çerçevede ve
dayatmacı bir uygulamaya girmeden görevimizi yapmamız gereğini, bir defa daha,
önemle vurguluyorum.
Elbette, bütçenin ülkemiz için yararlı
olmasını diliyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.
Sayın milletvekilleri, birinci turdaki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, sorulara geçiyoruz.
Şu ana kadar bize intikal eden soru
talebi, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na aittir.
Sayın Aslanoğlu, buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) -
Efendim, 2004 yılı bütçemizin ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Birinci sorum Meclisle ilgili.
Sayın Başkanım, Mecliste çalışanların
tümünün servisini kaldırdınız. Bu insanlara sormadınız. Çok zor koşullar
altında gelip gidiyorlar. Bu, tasarruf tedbiri ise, en azından, ücretlerini
kendilerinden alarak, bir şekilde bu insanların yine servisle gelip gitmesini
sağlayamaz mıydınız? Verimsiz bir çalışma ortamı. Çok zor koşullarda geliyor
çalışanlar. Burada bir tedbir düşünmüyor musunuz?
Diğer sorularım RTÜK Başkanıma:
1- Frekans ihalesi olacak mı efendim?
2- Yayın standardı çok düşük olan
özellikle Anadoludaki televizyon ve yerel radyolar şu anda büyük haksız
rekabetle karşı karşıya kalmaktadırlar. Acaba bunlar için bir önlem düşünüyor
musunuz?
RTÜK'ü, sadece ceza veren bir öğretmen
olarak ve bugüne kadar, sadece faturada brüt yüzde 10 alan bir kurum olarak
görüyor özellikle Anadoludaki tüm kurumlar. Acaba, frekans ihalesine kadar,
özellikle, ulusal medyada değil de, Anadolu medyasındaki bu yüzde 10'luk oranı
düşüremez mi?
Artı, RTÜK'ü sadece Ankara'dan tanıyorlar.
Özellikle yerel radyolarımız, yerel televizyonlarımız RTÜK'ümüzü çok
özlemişler; ama, bir şekilde RTÜK'e ulaşamıyorlar; acaba, RTÜK'ümüz, en az
yılda bir gidip, Anadoluda değişik seminerler verip, değişik şekilde, bu
insanlarla kaynaşıp bunların sorunlarını dinleyemez mi? Bugüne kadar hiç böyle
bir şey yapılmamış.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN- Sayın Yeni, söz talepleriyle
ilgili konuyu açış konuşmamda söylemiştim. Birinci tur görüşmelerinin bitimine
kadar olan süre içerisinde söz talebinizin olması gerekirdi; ama, birinci tur
görüşmelerinin bitimine kadar söz talebiniz bize intikal etmedi; onun için,
kendi koyduğumuz bu kaideyi çiğnememek için size bu konuda söz veremeyeceğim.
Kusura bakmayın.
Meclisle ilgili soruyu cevaplandırmak
üzere, Meclis Başkanvekilimiz Sayın İsmail Alptekin; buyurun.
TBMM BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Ankara)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapılan müzakereler çerçevesinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu sözcüsü Adana Milletvekilimiz Sayın Uğur Aksöz,
konuşmaları sırasında bir konuya değinmişlerdir. Biz de, Başkanlık olarak,
bunun açıklanmasında yarar görüyoruz. Sayın milletvekillerimizin de, Meclis
Başkanlığının bu konuda yaptığı çalışmaları, takip ettiği prosedürü, belki de
daha yakından görme ve duyma imkânları olacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî
şahsiyetine ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerine karşı işlenen
suçlar, basın ve diğer yollarla yapılan fiilî ve sözlü hakaret ve tavırlar
karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisinin ne gibi işlem yaptığı, bu konuda bir
çalışmasının olup olmadığı -bizim anladığımız kadarıyla- şeklinde bir sorusu
olmuştur.
Elbette ki, bu konu, hassas bir konudur;
geçmişte, zaman zaman tartışılmış. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının,
milletin temsilcilerinin ve bu kutsal çatının, her türlü bu tip davranışlardan
uzak tutulması, varsa, gereğinin yapılması hususunda ortak bir ittifakı ve
talebi olmuştur.
Yazılı ve görsel basındaki Türkiye Büyük
Millet Meclisimiz ve milletvekillerimizle ilgili haberler, hukukî açıdan
değerlendirilmekte, Meclis Başkanlığımız tarafından bu konuda da bir “İzleme
Kurulu” kurulmuş bulunmaktadır. Bu kurulun başında da Hukuk İkinci Müşavirimiz,
Hukuk Müşavirliğimiz vardır.
Yayımlanan haber ve yazılar, kurul
tarafından incelenmekte, meselenin hukukî ve cezaî yönüne bakılmakta ve
değerlendirme sonucunda da, Meclis Başkanımız veya ilgili milletvekilimizin
talimatı doğrultusunda gerekli işlemler yapılmaktadır.
Bu çerçevede, Türk Ceza Kanununun 159 uncu
maddesinde düzenlenen Türkiye Büyük Millet Meclisini açıkça tahkir ve tezyif
ile yine yasanın 266 ncı ve devamı maddelerinde düzenlenen basın yoluyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin onur ve saygınlığının çiğnenmesi
suçlarıyla ilgili bugüne kadar 17 dava açılmıştır. Bu konuda Başkanlığımız ve
kurulan izleme kurulu, değerli milletvekillerimize her türlü hizmeti vermekte,
gerektiğinde dilekçelerini dahi yazıp, gerekli kolaylığı ve hukukî yolları
göstermektedir.
Diğer taraftan, çok ağır tahkir ve tümüyle
gerçekdışı haber olmadığı sürece, yine, basında çıkan bu yoldaki yazı ve
haberlerle ilgili, hukukî yollara başvurulmayıp, basın-yayın kuruluşlarının
yetkililerine açıklama gönderilmekte, ayrıca, basın açıklaması yapmak
suretiyle, halkımız aydınlatılmaktadır.
Bu konuda Başkanlığımız gerçekten titizlik
göstermektedir. Değerli milletvekillerimiz, bu konuda ümit ediyorum ki, böyle
bir şey olmaz, olduğu takdirde yukarıda ifade ettiğim izleme kurulumuzdan
gerekli hukukî desteği alabilirler. Kaldı ki, bu kurul, ilgili milletvekilimize
de konuyu aktararak, gerekli tavsiyede bulunmaktadır.
Sayın Aslanoğlu, zannediyorum ki, Bütçe
Komisyonu görüşmeleri sırasında da bu konuda bir soru sormuş olabilir; o zaman
da çok geniş bir açıklama yapılmıştı.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Hayır,
sormadım.
TBMM BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Bolu) -
Bildiğiniz gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışanlarıyla ilgili bugüne
kadar alışılmış bir personel taşıma sistemi vardı; yani, servislerimiz vardı;
ama, bu servislerin önemli bir kısmı, yaş itibariyle miadını doldurmuş ve o
servislerin tamiri de son derece pahalı. Diğer taraftan, alınan kararlar
çerçevesinde, yeni bir yatırım yapmak suretiyle servis alma imkânımız da
yoktur. Dolayısıyla, on yılı aşkın süredir bu hizmeti gören bu servis
araçlarıyla personelimizi taşımamız her yönüyle mahzurlu. Çünkü, hem
Karayolları Yasasına göre hem hukukun genel prensiplerine göre biz, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı olarak servislere bindirerek evine götürdüğümüz
ve evinden getirdiğimiz personelimizin her türlü korunması noktasında hukuken
sorumluyuz. Doğacak bir trafik kazası ve başka bir hukukî durum, bizi sorumlu
kılmaktadır. Dolayısıyla, onları biz sağlıkla götürüp getirmek durumundayız. Bu
bakımdan, yapılan çalışmalar sonunda, bu servislerin, hatlardan kaldırılması,
çalıştırılmaması ve Maliyeye iadesi uygun görülmüştür.
Diğer taraftan, uzun bir çalışma
yaptırılarak, çalışanlarımızın önemli bir kısmının da -bu da bir realitedir-
kendi özel araçlarıyla, arkadaşlarıyla ya da münferiden bu gelip gitme
hususunda kendi imkânlarını kullandığı görülmüştür. Gönlümüz istiyor ki,
elbette ki bütün çalışanlarımızı evlerine saatinde götürelim ve saatinde
alalım. Elimizde kalan, daha miadını doldurmamış yeni araçlarımız servisten
kaldırılmamıştır. Bu araçlar halen faaliyetlerine devam ediyor. Bu araçlar,
sabah erken hizmetine gelen personelimizi erkence alıyor, buraya getiriyor,
hizmetler aksamıyor, akşam da Meclisimiz, bu tip, geç vakitlere kadar çalıştığı
zaman, yine, bu çalışmalara katılan personelimizi alıyor, evlerine kadar
götürüyor. Böylece, belirli noktada, çalışanlarımızın mağduriyeti ortadan
kaldırılmış oluyor.
Şu ana kadar Meclis Başkanlığının, elinden
gelen imkânlarla personelimiz için yapabildiği budur. Ümit ediyorum ki, ileriki
günlerde yapılacak çalışmalarda yine yeni bir formül bulunabilir. Belki de yeni
imkânlar sağlanırsa, Meclis Başkanlığımız elbette ki bunu değerlendirecektir.
Bu durumu da böylece, gerek Meclis Başkanımızın değişik atmosferlerde yaptığı
açıklamalar doğrultusunda gerekse yine bütçe görüşmeleri sırasında yapılan
açıklamalar paralelinde bir defa daha Yüce Heyetinize arz etmiş bulunuyorum.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Efendim
"parasını biz verelim, bizi koordine etsin; ihale etsin bir yere, parasını
biz verelim" diyorlar.
BAŞKAN - Sayın Alptekin cevabınız
tamamlandı mı?
TBMM BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Ankara)
- Evet, bu soruya açıklama noktasında verebileceğimiz cevap budur.
BAŞKAN - Sayın Alptekin, teşekkür
ediyorum.
TBMM BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Ankara)
- Ben de teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu'nun RTÜK'le
ilgili sorularını Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener
Bey cevaplandıracaktır.
Sayın Şener buyurun.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, Sayın Aslanoğlu'nun yerel radyo ve
televizyonların rekabet gücünün artırılması gerektiğiyle ilgili görüşlerine
katılıyorum. Gerçekten, medyanın birinci görevi toplumu doğru
bilgilendirmektir. Toplumun doğru bilgilenebilmesi için, doğru bilgi edinme
hakkının korunabilmesi için radyo ve televizyonlardaki yayınların çoksesli ve
çokyönlü olmasında büyük faydalar vardır; tekelleşmeler meydana geldiği
takdirde toplum bu hakkını elde edemez, ulaşamaz. Yerel radyo ve
televizyonların rekabet gücünü kaybetmesi de bu bahsettiğim doğru bilgilenme
hakkına ulaşmada büyük bir engel teşkil eder. Bu bakımdan, konunun üzerinde
durulması gerektiği kanaatindeyim.
Burada, özellikle ulusal radyo ve
televizyonların reklam gelirleri üzerinden alınan payların, kesintilerin oranı
ile yerel radyo ve televizyonların reklam gelirleri üzerinden alınan
kesintilerin eşit oranda olması yerel medya açısından bir olumsuzluktur,
rekabet gücünü olumsuz etkileyecek bir durumdur. Bu konuyla ilgili olarak, RTÜK
Başkanlığı bünyesinde bir taslak çalışma sürdürülmektedir. Bu çalışma
olgunlaştığı ve hükümete intikal ettiği takdirde, yasalaşma süreciyle ilgili
mekanizmalar devreye girecektir.
Diğer taraftan, Sayın Aslanoğlu
"RTÜK, sadece ceza veren bir kurum olarak algılanmamalı" dediler;
gerçekten doğru. Aynı zamanda, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bir düzenleyici
kuruldur; hafızalarda, hatıralarda sürekli kararan ekranlarla hatırlanması da
doğru değil. Zaten, kurul da bunu böyle düşünüyor; ama, görevlerini yerine
getirmek de mutlaka sorumlulukları dahilindedir.
Bu çerçeve içerisinde, sadece ceza
kesmeden öte, Anadolunun sorunlarını dinlemesi lazım, belki, Anadoluya açılması
lazım, yerel radyo ve televizyonların sıkıntılarını alması gerekir diyor. Bu
konu, zaten, RTÜK Başkanlığının da paylaştığı bir husustur. Nitekim, bölge
müdürlükleri bünyesinde, bu tür yerel sorunlara ulaşmaya yönelik çalışmalar
yaptıklarını belirtiyorlar. Diğer taraftan, RTÜK Başkanımız Sayın Karaca
"bütün yerel radyo ve televizyonların sorumluları, ilgilileri her zaman
beni arıyorlar, bana ulaşıyorlar, bundan sonra da arayabilirler" diyor.
Böylece, biz bütün Türkiye'ye ilan etmiş olduk; umarım ki, herhalde,
telefonlara bakmaktan yorulmaz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) -
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, şimdi, sırasıyla,
birinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini
ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2004 malî
yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
02 -
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI
1. -
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2004 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
|
Fonksiyonel |
|
|
Kod |
Açıklama Lira |
|
01 |
Genel Kamu Hizmetleri |
248 908 000 000 000 |
|
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. |
|
|
|
02 |
Savunma Hizmetleri |
10 000 000 000 |
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2004 malî
yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
bütçesinin sonunda yer alan Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun toplam 85 506 000
000 000 lira gider ve 85 506 000 000 000 lira gelirle bağlanan 2004 malî yılı
bütçesi ile kurumun kadro cetvelleri, 13.4.1994 tarihli 3984 numaralı Kanunun
12 nci maddesi gereğince karara bağlanmış bulunmaktadır.
Bilgilerinize arz olunur.
Sayın millevekilleri, Plan ve Bütçe
Komisyonu Başkanlığı, Başkanlığımıza vaki müracaatında, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu merkez teşkilatı kadro cetvellerinin tanzimi sırasında, 2004 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısının eki cetvelinin 20 nci sayfasında yer alan asın ve
halkla ilişkiler müşaviri kadrosunun sehven 1 inci derece yerine 3 üncü derece
olarak yazıldığının tespit edildiğini belirtmiştir.
Bu nedenle, söz konusu cetveldeki 3 üncü
derece 1 inci derece olarak düzeltilmiştir.
Bilgilerinize sunuyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 malî
yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2. -
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 Malî Yılı
Kesinhesabı
A - C E T V E L İ
|
|
L i r a |
|
|
|
|
|
|
- Genel Ödenek Toplamı |
: |
187 765 554 750 000 |
|
- Toplam Harcama |
: |
168 630 494 910 000 |
|
- İptal Edilen Ödenek |
: |
19 135 059 840 000 |
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 malî
yılı kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2004 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
01 - CUMHURBAŞKANLIĞI
1. -
Cumhurbaşkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
|
Fonksiyonel |
|
|
|
Kod |
Açıklama
Lira |
|
|
|
|
|
|
01 |
Genel Kamu Hizmetleri |
30 000 000 000 000 |
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir
Cumhurbaşkanlığı 2004 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2002 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2. -
Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını
okutuyorum:
Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C E T V E L İ
|
|
L i r a |
|
|
|
|
|
|
- Genel Ödenek Toplamı |
: |
19 306 149 670 000 |
|
- Toplam Harcama |
: |
14 216 397 050 000 |
|
- İptal Edilen Ödenek |
: |
5 089 752 620 000 |
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Cumhurbaşkanlığı 2002 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2004 malî yılı
bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
06 -
SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI
1. -
Sayıştay Başkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
|
Fonksiyonel |
|
|
|
Kod |
Açıklama Lira |
|
|
|
|
|
|
01 |
Genel
Kamu Hizmetleri |
9 995
650 000 000 |
|
BAŞKAN -
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. |
|
|
|
02 |
Savunma
Hizmetleri |
75 000
000 000 |
|
BAŞKAN -
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. |
|
|
|
03 |
Kamu
Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri |
45 494
350 000 000 |
|
BAŞKAN -
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. |
|
|
|
09 |
Eğitim
Hizmetleri |
790 000
000 000 |
BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2004 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2002 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2. -
Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - (A) cetvelinin genel toplamını
okutuyorum:
Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
A - C E T V E L İ
|
|
L i r a |
|
|
|
|
|
|
- Genel
Ödenek Toplamı |
: |
41 952
800 000 000 |
|
- Toplam
Harcama |
: |
28 717
026 120 000 |
|
- İptal
Edilen Ödenek |
: |
13 235
773 880 000 |
BAŞKAN - (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayıştay Başkanlığı 2002 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığının 2004 malî
yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
03 -
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI
1.- Anayasa
Mahkemesi Başkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
|
Fonksiyonel |
|
|
|
|
Kod |
Açıklama Lira |
|
|
|
|
|
|
|
|
01 |
Genel Kamu Hizmetleri |
1 784 000 000 000 |
|
|
BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. |
|
|
|
|
03 |
Kamu Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri |
4 099 000 000 000 |
|
BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2004 malî
yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 malî
yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
2. -
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN - (A) cetvelinin genel toplamını
okutuyorum:
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı
Kesinhesabı
A - C E T V E L İ
|
|
L i r a |
|
|
|
|
|
|
- Genel Ödenek Toplamı |
: |
2 788 500 000 000 |
|
- Toplam Harcama |
: |
2 516 323 760 000 |
|
- İptal Edilen Ödenek |
: |
272 176 240 000 |
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 malî
yılı kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir.
Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi
Başkanlığının 2004 malî yılı bütçeleri ile 2002 malî yılı kesinhesapları kabul
edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım,
birinci tur görüşmeler tamamlanmıştır.
Programa göre, kuruluşların bütçe ve
kesinhesaplarını görüşmek için, alınan karar gereğince, 19 Aralık 2003 Cuma
günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati : 22.20