BIM 2 5 2004-01-14T09:15:00Z 2004-01-14T09:15:00Z 82 61691 351639 TBMM 2930 703 431837 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        YASAMA YILI : 2

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 34

 

30 uncu Birleşim

18 Aralık 2003 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/688) (S.Sayısı: 284)

2.- 2002 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî Yılı Genel Bütçeli Daireler Kesinhesap  Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/656, 3/370, 3/372, 3/373) (S.Sayısı: 286)

3.- 2004 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/689) (S.Sayısı: 285)

4.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/657, 3/371) (S.Sayısı: 287)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI

1.- Cumhurbaşkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi

2.- Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1.- Sayıştay Başkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi

2.- Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ANAYASA MAHKEMESİ  BAŞKANLIĞI

1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2004 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2002 Malî Yılı Kesinhesabı

IV.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.- Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in, Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe'nin, konuşmasında, Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, Baltalimanı Tesislerinin İstanbul Üniversitesine tahsisinin kaldırılması kararına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1363)

2.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur Yaka'nın, orman işçilerinin sosyal güvenlik ve çocuklarının eğitim sorunlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1413)

3.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın, son on yılda kurulan enerji tesislerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/1446)

4.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, görevden alınan yönetici düzeyindeki personele ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1448)

5.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın, İlköğretim Kurumlar Yönetmeliğindeki bazı düzenlemelere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1451)

6.- Ankara Milletvekili Mehmet Tomanbay'ın, yıllık ders planı çizelgesinde Atatürkçülükle ilgili konular bölümüne yer verilmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1481)

7.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Türk Telekomun RTÜK kararına aykırı olduğu iddia edilen bir uygulamasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın cevabı (7/1515)

8.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, gıda ürünlerindeki katkı maddelerinin Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğince uygunluğuna ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/1521)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak beş oturum yaptı.

İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, SSK hastanelerinde yaşanan personel tayinleri nedeniyle karşılaşılan sorunlara ve emeklilerin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılara,

Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut, Erzurum'da karla mücadele destek projesi ve ithal kömürle ilgili sorunların çözümü için alınması gereken tedbirlere,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek'in, faili meçhul cinayetlerde yitirdiğimiz aydınlarımızın anısına ve Necip Hablemitoğlu'nun öldürülüşünün birinci yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşmasına, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, cevap verdi.

Bulgaristan Ulusal Meclisi Dış Politika, Savunma ve Güvenlik Komisyonu Başkanının TBMM Dışişleri Komisyonu heyetini Bulgaristan'a resmî davetine icabet edecek milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın Avusturya Meclis Başkanı Andreas Khol'un resmî davetine beraberinde bir Parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

Niğde Milletvekili Orhan Eraslan ve 66 milletvekilinin, patates yetiştiriciliğinin ve patates üreticilerinin sorunlarının araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/152) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in görüşmelerde bulunmak üzere Rusya'ya yaptığı resmî ziyarete İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç'ın da,

Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un görüşmelerde bulunmak üzere İran'a yaptığı resmî ziyarete İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'ın da,

Katılmalarının uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkerelerinin;

Genel Kurulun 17.12.2003 Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde; daha önce gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 307 sıra sayılı kanun teklifinin 48 saat geçmeden gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler kısmının 7 nci sırasına alınmasına ve bu birleşimde gündemin 8 inci sırasına kadar olan işlerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin AK Parti Grubu önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra,

Kabul edildikleri açıklandı.

Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin'in, konuşmasında, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendilerine atfetmesi nedeniyle bir açıklama yaptı.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:

1 inci

sırasında

bulunan

(6/330),

2 nci

"

"

(6/332),

3 üncü

"

"

(6/334),

Esas numaralı sorular, üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından yazılı soruya çevrildi, soru sahipleri de görüşlerini açıkladı.

4 üncü

sırasında

bulunan

(6/336),

5 inci

"

"

(6/337),

6 ncı

"

"

(6/338),

7 nci

"

"

(6/339),

8 inci

sırasında

bulunan

(6/342),

10 uncu

"

"

(6/345),

12 nci

"

"

(6/347),

13 üncü

"

"

(6/348),

14 üncü

"

"

(6/349),

15 inci

"

"

(6/354),

17 nci

"

"

(6/356),

18 inci

"

"

(6/357),

19 uncu

"

"

(6/358),

20 nci

"

"

(6/359),

22 nci

"

"

(6/362),

23 üncü

"

"

(6/363),

24 üncü

"

"

(6/364),

26 ncı

"

"

(6/366),

27 nci

"

"

(6/367),

28 inci

"

"

(6/368),

29 uncu

"

"

(6369),

30 uncu

"

"

(6/372),

31 inci

"

"

(6/373),

32 nci

"

"

(6/374),

33 üncü

"

"

(6/375),

34 üncü

"

"

(6/376),

35 inci

"

"

(6/378),

Esas numaralı sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

 

 

 

9 uncu

sırasında

bulunan

(6/343)

16 ncı

"

"

(6/355),

21 inci

"

"

(6/361),

25 inci

"

"

(6/365),

Esas numaralı sorulara, Devlet Bakanı Ali Babacan,

11 inci                  sırasında                   bulunan     (6/346), esas numaralı soruya, İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu,

Cevap verdi; (6/343), (6/346), (6/355) esas numaralı soru sahipleri de karşı görüşlerini açıkladı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında (1/521) (S. Sayısı: 146),

2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin (1/523) (S. Sayısı: 152),

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden,

Ertelendi.

3 üncü sırasında bulunan ve önceki birleşimde 4 üncü maddesine kadar görüşmeleri tamamlanan, At Yarışları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına (1/356) (S. Sayısı: 138),

4 üncü sırasında bulunan, Olağanüstü Hal Bölge Valiliği İhdası Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Bir Geçici Madde Eklenmesine (1/647) (S. Sayısı: 268),

Dair Kanun Tasarılarının, yapılan görüşmelerden sonra;

5 inci sırasında bulunan, Vergi Usul Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ve Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/681) (S. Sayısı: 306), görüşmelerini müteakiben elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra;

Kabul edildikleri ve kanunlaştıkları açıklandı.

6 ncı sırasında bulunan, Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin; Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin (2/212) (S.Sayısı: 305) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı, maddelerine geçilmesi sırasında istem üzerine elektronik cihazla yapılan yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından;

Alınan karar gereğince, 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını görüşmek için, 18 Aralık 2003 Perşembe günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.21'de son verildi.

 

 

 

Yılmaz Ateş

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Suat Kılıç

 

Enver Yılmaz

 

Samsun

 

Ordu

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Yaşar Tüzün

 

 

 

Bilecik

 

 

 

Kâtip Üye

 


             No. : 48

II. - GELEN KÂĞITLAR

18 Aralık 2003 Perşembe

Rapor

1.- Denizli Milletvekili Ümmet Kandoğan'ın; Bazı Belediyelerin Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/216) (S. Sayısı: 308) (Dağıtma tarihi: 18.12.2003) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Mersin Milletvekili Ersoy Bulut'un, Anamur'a yeni bir cezaevi yapılıp yapılmayacağına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/881) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

2.- Mersin Milletvekili Ersoy Bulut'un, Mersin-Gülnar-İshaklar Köyü sağlık ocağına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/882) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

3.- Mersin Milletvekili Ersoy Bulut'un, Anamur Devlet Hastanesinin beyin cerrahı ihtiyacına ve hasta naklinde yaşanan sorunlara ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/883) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

4.- Mersin Milletvekili Ersoy Bulut'un, Anamur'dan Mersin ve Antalya'ya deniz otobüsü ile ulaşım sağlanıp sağlanmayacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/884) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

5.- Mersin Milletvekili Ersoy Bulut'un, Anamur'a ağır ceza mahkemesi açılıp açılmayacağına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/885) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Muğla Milletvekili Ali Arslan'ın, Muğla-Dalaman'daki bir fabrikanın çevre kirliliği oluşturduğu iddialarına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/1673) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

2.- İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek'in, Diyanet İşleri Başkanlığından diğer kurumlara geçiş yapan personele ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/1674) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

3.- Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın, çiçek üreticilerinin bazı sorunlarına ve çiçek borsası kurulup kurulmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1675) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

4.- Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın, Beydağları Sahil Millî Parkındaki tesisin tadilatıyla ilgili iddialara ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/1676) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

5.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, Adana'nın Kozan İlçesinde bazı kamu kuruluşlarının teşkilatlarının kapatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1677) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

6.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in, Bursa-Tophane Çocuk Kütüphanesinin kapatılacağı iddiasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/1678) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

7.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in, Bursa-Yenişehir-Sinanpaşa Camii'nin korunması ve restorasyonuna ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/1679) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

8.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun'un, Türkbank'ın kapatılmasının nedenlerine ve çalışanlarının başka bir kuruma aktarılıp aktarılmayacağına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/1680) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.12.2003)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.00

18 Aralık 2003 Perşembe

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 30 uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır; gündeme geçiyoruz.

Gündemimize göre, 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.

III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/688) (S. Sayısı: 284) (x)

2.- 2002 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî Yılı Genel Bütçeli Daireler Kesinhesap  Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/656, 3/370, 3/372, 3/373) (S. Sayısı: 286) (x)

3.- 2004 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/689) (S. Sayısı: 285) (x)

4.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/657, 3/371) (S. Sayısı: 287) (x)

BAŞKAN - Komisyon?... Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporları 284, 285, 286 ve 287 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, bütçe kanun tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere hükümete söz vereceğim.

Sayın Maliye Bakanı; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 17 Ekim 2003 günü Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2002 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı, Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle incelenip son şeklini almış ve bugün de Yüce Meclisin takdir ve tensiplerine arz edilmiş bulunmaktadır. Bu vesileyle, Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine, yoğun ve yorucu çalışmaları ve yapıcı katkıları için huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, demokratik rejimlerde bütçelerin temelinde bütçe hakkı vardır. Bütçe hakkı, ulusların, egemenliklerini, kamu gelir ve giderleri üzerindeki yetkilerini parlamentonun kullanımına devretmesiyle sistemleşmiş ve bir malî müessese olarak anayasalarla düzenlenmiştir.

                                           

(x) 284, 286,285,287 S. Sayılı Basmayazılar ve ödenek cetvelleri tutanağa eklidir.

Bu düzenleme çerçevesinde, hangi hizmetler için ne miktarda harcama yapılması gerekeceğine ve bu harcamalar nedeniyle halka ne gibi malî yükümlülükler yükleneceğine, millet adına, Meclis tarafından karar verilmektedir.

Bugün, görüşmelerine başlayacağımız 2004 bütçesi, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetlerinin 2 nci bütçesi olacaktır.

Türkiye Cumhuriyetinin 59 uncu ve Adalet ve Kalkınma Partisinin 2 nci Hükümeti olarak hedefimiz, ekonomik istikrarı sağlamış, rekabetçi bir piyasa yapısı oluşturmuş, sürdürülebilir bir kalkınma ortamını yakalamış ve bunun nimetlerini adil bir şekilde dağıtan, yoksulluğun ve yolsuzluğun giderildiği, özgür ve müreffeh insanların barış içerisinde yaşadığı, çağdaş dünyayla entegre olmuş demokratik bir Türkiye misyonunu gerçekleştirmektir.

2004 bütçesi, bütçelerin toplum hayatındaki önem ve özelliği de dikkate alınarak, bu hedefler doğrultusunda, titiz çalışmalar sonucu hazırlanmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2003 yılı, bulunduğumuz bölge odaklı olmak üzere, dünya için kritik bir yıl olmuştur, olmaya da devam etmektedir. Irak'ta yaşanan gelişmeler, genelde dünyayı ve global ekonomiyi olumsuz etkilemiş ve etkilemektedir.

Yılın başlarındaki gerilimli ortam belirsizliklere neden olmuş; ancak, mart ayı ortalarındaki Irak'a müdahalenin beklenenden daha kısa sürede bitmesi, iyimser beklentileri artırmıştır.

2003 yılının ilk yarısında, gelişmiş ekonomilerin genelinde canlanma kaydedilememiş ise de, üçüncü çeyreğe ait veriler, canlanmanın başladığı izlenimini vermektedir.

Amerika Birleşik Devletleri ekonomisi, yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 8,2'yle son yirmi yılın en hızlı büyümesini gerçekleştirmiştir. Buna rağmen, yüksek düzeydeki bütçe ve cari işlem açıkları ile tüketici borçları, ekonomik büyümeyi tehdit etmeye devam etmektedir.

Euro bölgesinde, ikinci çeyrekte ekonomide kaydedilen daralma, üçüncü çeyrekte büyümeye dönüşmüştür. İkinci çeyrekte ekonomileri küçülen Almanya, İtalya, Hollanda ve son olarak da Fransa'nın üretimlerindeki artış, bölgede iyileşme beklentilerini artırmıştır; ancak, bazı Avrupa ülkelerinde bütçe açıkları yüzde 3 kriterini aşmıştır. Avrupa Birliği Ekonomik ve Malî İşler Konseyi tarafından, Almanya ve Fransa'ya, bütçe açıklarını kriterlere uygun hale getirmeleri için, 2005 yılına kadar eksüre verilmesi, kurumsal çerçevenin güvenilirliğinin ve kamu finansmanının sürdürülebilirliğinin riske gireceği endişelerine yol açmıştır.

Toparlanma işaretleri görülen Japon ekonomisinde, deflasyon, hızını kaybetmekle birlikte, halen risk oluşturmaya devam etmektedir.

Asya'daki yükselen piyasa ekonomileri ise, gerek bölge içi gerekse dış pazarlarla olan ticaretlerindeki canlılık sayesinde, yüksek büyüme hızlarını sürdürmektedirler.

Latin Amerika ülkeleri de geçen yıla göre daha iyi bir büyüme performansı göstermekte, finans piyasalarındaki iyileşmeler, yabancı sermaye girişini artırmaktadır.

Ortadoğu bölgesinde, Irak krizinden etkilenmeyen ülkeler ile yüksek petrol fiyatlarından yararlanan ülkelerin katkısıyla, beklentiler büyümenin artacağı yönündedir.

Ekonomileri yoğun olarak Batı Avrupa ülkelerine bağlı olan Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, euro bölgesindeki ekonomik gelişmelerden etkilenmektedirler. Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinde ise, ekonomik faaliyetlerdeki canlılık devam etmektedir.

Jeopolitik gelişmelerden petrol ve altın fiyatları önemli ölçüde etkilenmiştir. Irak'a müdahale sırasında 34 dolara kadar yükselen petrol fiyatları, daha sonra gerilemeye başlamıştır. OPEC, eylül ayı sonunda, üretim kotasını yüzde 3,5 oranında kısmaya karar vermiş, aralık ayındaki toplantıda da, üretim miktarında bir değişikliğe gitmemiştir. Belirsizliklerin devam etmesi, Nijerya ve Venezuela ile Irak'ın petrol üretimlerindeki istikrarsızlık ve terör olayları, hampetrol fiyatlarını artırmıştır. Halen, hampetrolün varil fiyatı, 30 dolar civarında seyretmektedir.

Eylül ayı sonlarında 390 doları aşarak son yedi yılın en yüksek seviyesini gören altının ons fiyatı da, bir ara düşme eğilimine girmiş; ancak, tekrar artarak, 400 doların üzerine çıkmıştır.

Diğer bir önemli gelişme de, euro ile dolar arasındaki mücadeledir. Bu yıl, euro ile dolar arasındaki rekabet hızlanmış ve euro, dolar karşısında değer kazanmaya başlamıştır. Mayıs ayında 1,1895'le zirve yapan euro / dolar paritesi sonra gerilemiş ise de, eylül ayında tekrar artmaya başlamıştır; parite, aralık ayı başından itibaren de 1,20'yi aşmıştır. Bu durum, ABD ile Avrupa Birliği ekonomileri yanında, global ekonomide de etkili olmaktadır.

Mevcut gelişmeler çerçevesinde, 2003 yılında, gelişmiş ekonomilerde yüzde 1,8; gelişmekte olan ve geçiş sürecindeki ülkelerde yüzde 5 dolayında bir büyüme olacağı, dünya ekonomisindeki büyümenin de yüzde 3'ler seviyesinde kalacağı tahmin edilmektedir. Dünya ticaret hacmi artış tahmini ise, yüzde 2,9'dur. 2004 yılında ise, dünya ekonomisinde yüzde 4,1; gelişmiş ekonomilerde yüzde 2,9; gelişmekte olan ülkelerde yüzde 5,6; geçiş süreci ülkelerinde yüzde 4,7 büyüme olacağı, dünya ticaretinin ise yüzde 5,5 genişleyeceği tahmin edilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünya her geçen gün değişmekte; teknolojik ilerleme, finansal hareketlilik, bilgi ve işgücü akımı yoluyla giderek rekabete açık  bir pazara dönüşmektedir. Üretim, ulaştırma ve haberleşme sektörlerindeki çok hızlı değişmeler, ulusal pazarların dünya pazarlarıyla bütünleşmesini kolaylaştırmakta ve ticaretin serbestleşmesi, ülkeleri birbirine daha bağımlı hale getirmektedir.

Küreselleşmenin olumlu etkilerinin yanında, ne yazık ki, olumsuz etkileri de vardır. En kritik olanı da, 6 100 000 000 dünya nüfusunun yaklaşık yarısı olan 2 800 000 000 insanın günlük ortalama 2 doların altında, 1 200 000 000 insanın ise günlük 1 doların altında bir gelirle yaşamak mecburiyetinde olmasıdır. Zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan politikalar yerine, ekonomik refahın dünya ölçeğinde yaygınlaşmasını ve adil paylaşılmasını sağlayan, gelir dağılımındaki çarpıklığa çözüm getiren politikalara, daha fazla geç kalmadan, özel bir önem ve öncelik verilmesi şarttır.

Günümüzde küreselleşmeden soyutlanmak mümkün değildir, doğru da değildir. Bu süreçte, ülkelerin, içpazarlarını genişletebilmek, uluslararası rekabette daha güçlü olabilmek ve küreselleşmenin muhtemel zararlarından korunabilmek amacıyla, bölgelerindeki ülkelerle işbirliğini ve ticareti artırma gayretleri, bölgesel entegrasyonların doğmasına yol açımıştır. Avrupa Birliğiyle başlayan bölgesel entegrasyonları, ASEAN, APEC, MERCOSUR, NAFTA, Şanghay İşbirliği Örgütü takip etmiştir.

Bu oluşumların önemi ve etkinliği önemi ve etkinliği her geçen gün artmakta, kendi içlerindeki işbirliği gelişmekte ve güçlenmektedir. Bu organizasyonların ilki olan ve bizim de üye olmayı hedeflediğimiz Avrupa Birliğine üye ülke sayısı 2004 yılında 25'e ulaşacaktır.

Geçtiğimiz günlerde Avrupa Birliğinin gündemindeki en önemli konulardan biri, 2002'de Avrupa'nın Geleceğine Dair Konvansiyonun toplanarak hazırlamaya başladığı, bütün üyelere uygun yeni bir yapılanmayı sağlayacak anayasa taslağıyla ilgili yoğun tartışmalar olmuştur. 12-13 Aralıktaki Brüksel Zirvesinde anayasa tartışmaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Anayasayla ilgili anlaşmazlıklar yanında, önemli bir anlaşmazlık da euro ile ilgilidir. 2002 yılından itibaren nakdî para olarak kullanılmakta olan Birliğin tek para birimi euroyu kullanmayı İngiltere, Danimarka ve İsveç kabul etmemektedirler. Bilindiği gibi, Avrupa Birliği, Irak konusunda da ortak bir politika oluşturamamıştır. Bu ve benzeri anlaşmazlıklar, Avrupa Birliğinin küresel bir güç olma niyet ve hedefinin sorgulanmasına sebep olmaktadır. Oysa, Avrupa Birliği için, bu dönemde atılacak adımlar, küresel güç olma hedefinde tarihî önem taşımaktadır. 2003 yılı İlerleme Raporunda ve Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirgesinde de belirtildiği üzere, hükümetimiz, Birliğe tam üyelik için temel teşkil eden kriterlerin gerçekleştirilmesi yönünde gereken adımları atmaktadır, atmaya da devam edecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünyaya, dünya ekonomilerine kısaca göz attıktan sonra, müsaadenizle, Türkiye'deki gelişmeler hakkında da yüksek heyetinize bilgi arz etmek istiyorum.

Doğu ile batı, kuzey ile güney arasında köprü olan bir coğrafyada, zor bir bölgede bulunan ülkemiz ekonomik olarak da güçlü olmalıdır.

Ülkemizi, içine düşürüldüğü istikrarsız ve dalgalı büyüme, yüksek işsizlik, dengesiz gelir dağılımı, yüksek enflasyon ve ağır kamu borç stoku gibi ciddî ve neredeyse kronikleşmiş sorunlardan kurtarmak mecburiyeti vardır. Ekonomiyi normal işleyişine döndürmek, kamu maliyesini  sağlıklı bir yapıya kavuşturup kamu kesiminin malî piyasalar üzerindeki yükünü azaltarak özel kesim yatırımlarını canlandırmak ve enflasyonu düşürerek  istikrarlı bir büyümeyi sağlamak bizim temel amacımız oldu.

Bu amaç çerçevesinde, önce, krizler sonucu tıkanmış olan ekonomiyi tekrar işler hale getirmek istedik.

Malî milat kaldırıldı; mükelleflerimizle vergi barışı yapıldı; ekonominin canlanmasına katkıda bulunuldu ve üstelik, önemli denebilecek bir ilave gelir sağlandı.

SSK ve Bağ-Kur barışıyla, hem bu kurumların malî bünyelerini düzeltmek hem de vatandaşlarımızın sosyal güvenlik hizmetlerinden mahrum kalmalarını önlemek için bu kurumlara prim borcu bulunan vatandaşlarımızın lehine ödeme kolaylıkları getirildi.

Çiftçiler ile esnaf ve sanatkârlara yönelik kredi barışı ile tarımsal kredilerin ve esnaf ve sanatkârlara kullandırılan kredilerin faiz oranları düşürüldü; ayrıca, sorunlu hale gelen tarımsal krediler yeniden yapılandırıldı.

Çiftçilere, ziraî işletmelerinde kullandıkları mazot için destekleme ödemesi başlatıldı.

Kambiyo barışıyla, haklarında kambiyo takibi başlatılan firmalara, yükümlülüklerini yerine getirmeleri şartıyla, para cezalarında indirim ve haklarında başlatılan işlemler ile yargı kararlarının kaldırılması imkânı sağlandı.

Vatandaşlar, kredi kartları borçları için yüksek faiz ödemekten kurtarıldı. Tüketici Kanunu değiştirilerek tüketiciler lehine önemli düzenlemeler yapıldı; uygulamada yaşanılan problemler ve boşluklar giderildi. Uluslararası mevzuata uyum sağlandı.

Çek sistemi, zamanın gereklerine göre yeniden düzenlendi; suiistimallere yönelik yaptırımlar, miktar ve kapsam olarak artırıldı.

Tasarrufu teşvikte anapara ödendi, nemalar takvime bağlandı.

Kamu ihalelerindeki tıkanıklık giderildi.

Hazine taşınmazlarının hızla ekonomiye kazandırılması için gerekli ortam oluşturuldu.

İş Kanunu, Türkiye İş Kurumu Kanunu, Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu yürürlüğe girdi.

Kamu hizmetlerinin daha etkin ve hızlı yürütülebilmesi amacıyla, Çevre ve Orman Bakanlıkları ile Turizm ve Kültür Bakanlıkları birleştirildi.

Kamu kurum ve kuruluşlarında yeni tasarruf tedbirleri uygulamaya konuldu.

Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunuyla yabancılara Türkiye'de serbestçe yatırım yapabilme olanağı getirildi; izin ve onay kaldırıldı, bürokratik işlemler asgarî düzeye indirildi.

Şirket kuruluş işlemleri azaltıldı; hem süre kısaltıldı hem de kolaylaştırıldı.

KOBİ'lere, KOSGEB'in vereceği destek sayısı 8 adetten 38 adede çıkarıldı.

Türk kamu malî yönetim ve denetim sistemini, Avrupa Birliği ve uluslararası standartlarla uyumlu hale getiren, bütçenin kapsamını genişleten, bütçenin hazırlama sürecini öne alıp kamu idarelerinin bütçenin uygulanması ve denetimi konularında inisiyatiflerini artıran, muhasebe birliğini sağlayan, yeni bir iç denetim sistemi getiren, kamuda performans, verimlilik, saydamlık ve hesap verebilirliği öngören Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, Yüce Meclis tarafından kabul edildi.

Yıllardır eleştirilen bir eksikliği gidermek üzere, vergilendirmede enflasyonu dikkate alarak gerçek kazançlar üzerinden vergi alınmasını sağlayacak olan tasarıyı da, dün Yüce Meclis kabul etti.

IMF ile olan stand-by anlaşmasının 4 üncü ve 5 inci gözden geçirme görüşmeleri başarıyla tamamlandı, 6 ncı gözden geçirme görüşmelerinde de mutabakat sağlandı. Bu kuruluşa olan borçlar yeniden yapılandırıldı.

Ekonomik program kararlılıkla uygulandı, sapma olmadı. Malî disipline özel bir önem verildi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Irak meselesinde ve dünya ekonomisinde belirgin bir düzelme kaydedilmemesine rağmen, bizim ekonomimizde bu yılın ilk dokuz ayında yüzde 5,2 oranında reel büyüme gerçekleşti.

Gayri safî millî hâsılamız, ilk çeyrekte yüzde 7,4, ikinci çeyrekte yüzde 3,7 ve üçüncü çeyrekte yüzde 4,9 büyüdü. İlk dokuz aylık dönemde, az yılı nedeniyle tarımda yüzde 0,5 gerileme olurken, sanayide yüzde 6,8; hizmetler sektöründe de yüzde 6,1 oranlarında büyüme kaydedildi.

Son aylarda kapasite kullanımı ve üretimdeki rekor artışlarla dışticaretimizdeki gelişmeler, 2003 yılı için hedeflenen büyüme hızının gerçekleşeceğini göstermektedir.

2003 yılının Ocak-Eylül dönemi itibariyle, ihracat yüzde 30,4 artışla 33 600 000 000 dolar oldu. Türkiye İhracatçılar Meclisinin verilerine göre, 17 Aralık itibariyle, 2003 yılı ihracatımız 45 400 000 000 dolara ulaştı.

2003 Ocak-Eylül döneminde ithalat da yüzde 34,5 artışla 49 milyar dolar oldu ve geçen yılın aynı dönemine göre 12 600 000 000 dolar fazla gerçekleşti. Bu fazlalığın 1 700 000 000 doları sermaye malları, 9 400 000 000 doları ara malları, 1 500 000 000 doları da tüketim malları ithalatındaki artıştan kaynaklandı.

Bu dönemde ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 68,5; dışticaret açığı 15 400 000 000 milyar dolardır.

Oniki aylık değerler itibariyle, bu yıl mayıs ayından itibaren ihracatımız 40 milyar doları aşmaya başlamıştır.

İhracat ve ithalatımızdaki bu artışlarda, ekonomideki canlanma yanında Türk Lirasının değer kazanması ve euro/dolar paritesindeki gelişmeler de etkili olmaktadır.

2003 yılının Ocak-Eylül döneminde cari işlemler dengesi 4 milyar dolar açık vermiştir. Öte yandan, 2003 yılının ilk dokuz aylık döneminde 6 milyar dolar sermaye girişi olmuş; rezervlerde 5 800 000 000 dolar artış meydana gelmiştir. Merkez Bankası döviz rezervleri 2002 yılı sonunda 26 800 000 000 dolar iken, 5 Aralık 2003 tarihi itibariyle 31 300 000 000 dolara yükselmiştir.

Ekim ayında yapılan tahminler, 2003 sonu itibariyle ihracatın 45 900 000 000 dolar, ithalatın ise 67 200 000 000  dolar olacağı; cari dengedeki açığın da 7 700 000 000 dolar dolayında gerçekleşeceği yönündeydi. Ancak, başta ihracatın daha fazla olacağına ilişkin, olmak üzere, son veriler, cari dengedeki açığın daha da az olacağına işaret etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada bir konuya temas etmek istiyorum: Ekonomik dengelerdeki bu güzel gelişmeler, bu iyi sonuçlar, bazen, gerek muhalefetteki arkadaşlarımız tarafından gerekse bazı çevreler tarafından "efendim, 2000 yılında da ekonomik göstergelerde böyle güzellikler görülmüştü; ancak, sonradan, 2000 Kasım krizi, 2001 Şubat krizi geldi; onun için, bu iyileşmelere öyle iyi gözle bakmayalım, biraz daha şüpheci olalım" gibi bazı yaklaşımlar sergilenmektedir.

Şimdi, bizim Hükümetimizin takip ettiği ve temelinde malî disiplin olan ekonomik politikaların güzelleştirilmesini, iyileştirilmesini, istikrarlı bir ekonomik politika takip edilmesinin sonundaki bu iyi neticeleri 2000 yılındaki neticelerle karıştırmamak lazım.

Şimdi, bakınız, size çok kısa bir örnek vermek istiyorum. 2000 yılındaki ve 2003 yılındaki göstergeleri aldım, bir tablo hazırlattım. Bu tabloyu, sizin yüksek bilgilerinize sunmak istiyorum:

Bir defa, döviz kuru sisteminde 2000 yılında kontrollü bir hareket vardı, bizim zamanımızda serbest dalgalanma var; floating sistemi dediğimiz sistem. Yani, dövize talep fazla olursa döviz artar, az olursa döviz azalır; dövizin fiyatını, tamamen serbest piyasa belirliyor. Bu, bir defa en büyük sigortadır. Bizim Hükümetimiz bunu takip ediyor ve bunu da takip etmeye devam edecek.

İkincisi, 2000 yılında, kısa vadeli borçların toplamının dış borçlara oranı 23,8'ken, bizim haziranda aldığımız rakam 12,2. İkisinin arasında yarıdan fazla fark var.

İhracattaki artış 2000 yılında yüzde 4,5 olmuş. Bizim zamanımızda, ocak-eylül döneminde, artış yüzde 30 olmuş.

İthalattaki artış, o zaman yüzde 34 olmuş, bizde de yüzde 34,5 olmuş. Yani, ithalatta aşırı bir artışımız yok; bu neden; çünkü, cari açıklara da tesir eder.

İhracatın ithalatı karşılama oranı 2000 yılında yüzde 51, bizde yüzde 68,5.

Toplam kamu faizdışı fazlanın gayri safî millî hâsılaya oranı 2000 yılında yüzde 3, bizde 6,7.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası toplam rezervlerinin kısa vadeli borçlara oranı, 2000 yılında yüzde 81,9 -rate'i 81,9- bizde 194,2; 2 mislinden daha fazla. Bankalardaki açık pozisyon, o tarihte, 2000'de, 5 445 000 000 dolar; açık pozisyon çok fazla. Bizde açık pozisyon yok artıran; artı, 267 000 000 dolar. Ayrıca, Merkez Bankasının rezervleri, o tarihte, 23 000 000 000 dolar; bizde, 5 Aralıkta, 32 600 000 000 dolar.

Onun için, bu tabloya iyice bakmak lazım; 2000 yılındaki koalisyon hükümetleri ile AK Parti Hükümetinin 2003 yılındaki performansının arasında hiç alaka yok ve herkes emin olsun, hiç kimse, birtakım, efendim, ileride şu olur bu olur gibi karamsar tablolar çizmeye kalkmasın; bunu da bilgilerinize arz ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2003 yılının ilk ve ikinci dönemlerinde, geçen yılın aynı dönemlerine göre, az da olsa yüksek olan işsizlik oranı, üçüncü döneminde, geçen yılın aynı dönemine kıyasla yüzde 3,6 azalarak, yüzde 9,4 olmuştur. Şimdi, 2003 yılında, bizim performansımızın neticesi olan göstergelere, birtakım kimseler inanamaz bir durumda; rüya mı görüyoruz diyorlar; nasıl oluyor bu diyorlar; bir şey mi var bunun altında diyorlar. Evet, bunun altında, AK Parti Hükümetinin, istikrarlı politikalarını büyük bir iradeyle tatbik etmesi yatıyor; altında bu var. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bizim Hükümetimizin önceliklerinden bir tanesi, işsizliğin azaltılmasıdır. Şimdi, bize, burada, bütçenin tenkidi konusunda gelecekler; "efendim, işsizlik, daha hâlâ azaltılmadı" diyecekler. Evet, 2003 yılında, işsizliği ümit etmememize rağmen- bir miktar azalttık; ama, 2004 yılında, yatırımların daha fazla hızlanmasıyla -ki, yatırımlar artık yavaş yavaş başlayacaktır; bunları, önce içerideki müteşebbislerimizin yatırımları, sonra da yabancı sermaye yatırımları izleyecektir- yatırımın gelmesiyle, işsizlik azaltılacaktır. Göreceksiniz, 2004 yılı da işsizliğin azaltılması yılı olacaktır.

Önümüzdeki yıl, ekonomideki büyüme sürecinin istikrarlı bir şekilde devam etmesi ile yatırım, üretim ve ihracattaki artışların katkısıyla, istihdamın artarak işsizliğin daha da azalacağını tahmin ediyoruz.

Enflasyonla mücadelemiz başarıyla devam ediyor. 2003 yılının ocak-kasım, onbir aylık döneminde, toptan eşya fiyatlarındaki artış oranı 14,3 puan gerilemeyle yüzde 13,2; tüketici fiyatlarında ise 10,4 puan azalışla yüzde 17,3 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu durum, enflasyonun hedeflenen düzeyde gerçekleşeceğini açıkça ortaya koymaktadır.

Ekonomik programımızı uygulamada gösterdiğimiz kararlılık ve oluşturduğumuz güven ortamıyla, enflasyon son yirmialtı yılın en düşük seviyesine gerilemiştir. Enflasyondaki düşüş süreci, artık, geçici değil, kalıcı hale gelmeye başlamış ve bu eğilim beklentilere de yansımıştır.

Enflasyonla mücadelede gösterilen bu başarı önemli olmakla birlikte, gelinen noktayla yetinilmemesi gerektiğinin de bilincindeyiz. Amacımız, enflasyonu kalıcı olarak tek haneli rakamlara indirmektir.

2003 yılının haziran ayı itibariyle, kamu ve özel sektör toplamı dışborçlarımız 137 900 000 000 dolardır. 2003 yılı ekim ayı itibariyle, konsolide bütçenin dışborcu 61 700 000 000 dolar, içborcu 180,2 katrilyon liradır.

Kamu kesimi borçlanma gereği ise, 2002 yılındaki yüzde 12,8 seviyesinden 2003 yılı sonunda 4,1 puan azalışla yüzde 8,7'ye gerilemiş olacaktır.

İçborçlanmada faiz oranları gerilemiş ve kasım ayında ağırlıklı ortalama bileşik faiz yüzde 28,7'ye inmiştir. 16 Aralıkta yapılan ihalede 91 günlük vadeli bonoda yıllık bileşik faiz, yüzde 25,65; 700 gün vadeli altı ayda bir sabit kupon ödemeli tahvilde yüzde 26,58 oranında olmuştur.

Şimdi, 2003 yılının başlarını, 2002 yılını bir düşünün sayın arkadaşlar, ondan öncekileri bir düşünün; bu rakamlara inilecek denildiği zaman "hayrola, rüya mı görüyorsunuz" derlerdi; yani "böyle şey olur mu" derlerdi. Demek ki oluyormuş.

Faizlerdeki bu gerileme umut vericidir. Türkiye'nin içinde bulunduğu borç-faiz sarmalından kurtulması yönündeki kararlılığımızda herhangi bir değişiklik yoktur.

Avrupa Birliği Maastricht kriterlerine göre kamu kesimi açığı gayri safî yurtiçi hâsılanın yüzde 3'ünü aşmamalıdır. Kamu kesimi açığının makul seviyelere indirilmesi amacıyla, yeterli faizdışı fazla vermek başta olmak üzere, içborç stokunun düşürülmesi ve borç-faiz ödemelerinin bütçedeki payının azaltılması yönündeki mücadelemiz kararlılıkla devam etmektedir.

Bu mücadeleye kamu ve özel bütün kurum ve kesimlerin verdiği desteğe teşekkür ediyorum; bu hayatî desteğin daha da etkin bir şekilde devamını istiyorum.

Şimdi, burada bir husus var. Bize derler ki : "Efendim, kamu borç stokunu azaltmak istiyorsunuz, bakıyoruz, yıl sonuna göre kamu borç stoku arttı." Kamu borç stokunun tespiti gayri safî millî hâsılaya göre tayin edilecektir. Bu kriter, Maastricht Kriterleri yüzde 60'ın altıdır. İşbaşına geldiğimiz zamanlar, bizden önce, bu, yüzde 90 seviyelerine çıkmıştı. Uyguladığımız politikalar neticesinde, bu, daha sonra yüzde 70'lere doğru inmeye başladı ve orta vadede de bunu yüzde 60'ların altına indirme gayreti içerisindeyiz, inşallah bunu indireceğiz.

Burada en önemli sorun şudur: Şimdi, ülke riskinin büyük olduğu yerlerde faizler yüksek oluyor. Faizlerin yüksek olması, millete, ağır bir yük, altından kalkılamayacak bir yük getiriyor. Bizden daha fazla borçlu olan ülkeler de var; mesela bizde yüzde 70'ler seviyesinde olan borçlar, İtalya'da 105, Yunanistan'da o kadar, daha başka ülkelerde daha fazla, Fransa'nın ise 60 seviyelerine çıkmış bulunuyor, bunu alta çekmek için uğraşıyor; ama, oralarda ülke riski az olduğu için, istikrarlı bir ekonomi olduğu için, borç bulmada, borcun yapılanmasında bir problem olmadığı için faiz derdi diye, faiz yükü diye bir yük yok; var; fakat, altından kalkılabilir. Bizim de amacımız, faizleri düşürürken gayri safî millî hâsılaya oranını düşürmek ve bunun yanında, istikrarlı bir ekonomi politikası takip ederek, ülke riskini düşürerek faizleri gerektiği şekilde aşağı indirmek. Bunu yaptık mı; yaptık. Nasıl yaptık; işte, yüzde 60'lardan, yüzde 70'lerden yüzde 25'lere düşürdük; bu, kolay iş değil.

"Efendim, birtakım konjonktürel gelişmeler dolayısıyla ekonomide iyileşmeler görülmüştür" lafı gerçekleri ifade etmemektedir. Bizim takip ettiğimiz, Hükümetin kararlılıkla takip ettiği istikrarlı ekonomik politika olmasaydı, malî disiplin olmasaydı, bugünleri görmemiz mümkün olmazdı. Bunu iyice belirtmekte, altını çizerek söylemekte yarar görüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, size, 2002 Kesinhesap Kanununu da arz etmek istiyorum ve bunu da dikkatlice dinlemenizi özellikle istirham ediyorum. Şimdi, bakınız, 2002 yılı -yani, 2002 yılındaki hükümetin- Kesinhesap Kanunu; bütçenin performansı. Yapmış oldukları bütçeyi nasıl gerçekleştirmişler; çünkü, bu, önemli bir misal.

Şimdi, 2002 yılı bütçesinde, giderler, önceki yıla göre, yüzde 43,6 oranında artarak 115 katrilyon lira; gelirler de 46,7 oranında artarak 75 katrilyon lira ve bütçe açığı da yüzde 38,1 artışla 40,1 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşmiştir. 2002 yılı bütçesinde, başlangıçta, 98 katrilyon lira öngörülen giderleri, 17,6 katrilyon lira sapmayla, yani, 98,1 katrilyon lira olarak tahmin etmişler; fakat, tahminleri 115,7 katrilyon olarak gerçekleşmiş; yani, tahminlerinden 17,6 katrilyon lira daha fazla gider olmuş. Bu ne demek. Bu, bütçe disiplini yok demek; bunun manası bu.

Şimdi, kesinhesap kanunları 5 dakikada geçiveriyor; kesinhesap kanunu demek, bir hükümetin performansı demektir. Bunun, niye böyle oldu, niye yapıldı, niye yapılamadı diye irdelenmesi lazım. Şimdi, faiz giderleri, başlangıçta, 42,8 katrilyon lira; yüzde 21,2 aşarak, 51,9 katrilyon liraya çıkmış. 2002 yılının başında bütçe hazırlanırken denilmiş ki "bu sene 42,8 katrilyon lira faiz ödeyeceğiz." Bir bakmışlar ki, sene sonunda 52 katrilyon lira olmuş bu. Neden; iyi politika takip edilememiş de ondan, faizler tahminlerden de yüksek çıkmış ondan, ülke riskini artırmışlar da ondan. Bunun bir manası bu.

Faiz hariç giderler de, yine 55 katrilyon hesaplanmış 63,8 katrilyon olarak gerçekleşmiştir. Tabiî, bütçe açığı da ona göre yüksek oluyor. Bütçe gelirleri de 71,2 katrilyon hesaplanmış 75,6 katrilyon gerçekleşmiş; yani, tahminlerinden daha fazla gelir elde etmişler; bu da iyi bir şey, güzel bir şey.

Yine, 2002 yılı bütçesinde başlangıçta 26,9 katrilyon lira olarak görülen açık kaç olmuş biliyor musunuz; yüzde 49 artmış, 40,1 katrilyon olmuş. 26 nerede, 40 nerede?! Tahminler böyle; buna da tahmin denmez tabiî.

Şimdi, faizdışı fazla var. Faizdışı fazla, bütçe disiplini için fevkalade önemli. Yurtiçi, yurtdışı bütün finans çevrelerinin, bir memleketin malî disiplinini ve ekonomik başarısını tayin ederken aldığı bir numaralı endikatör, faizdışı fazladır. Faizdışı fazlayı tutturdun mu "tamam, bu iş iyi" derler; tutturamadın mı, burada bir sakatlık var.

Ne olmuş 2002'de; 15,9 katrilyon lira olarak öngörülen faizdışı fazla, 25,8 azalarak 11,8 katrilyon lirada kalmış; Yani, tutturulamamış; yüzde 6,5 olması gereken faizdışı, yüzde 4,3 olmuştur.

Şimdi, değerli arkadaşlarımız bazen bize diyorlar ki : "Efendim, zaten, daha önce yürürlükte olan bir ekonomik program vardı. Bu ekonomik program aynen tatbik edildi; onun üzerine AK Parti Hükümeti de başarılı oldu." Yani, kendi programı değil, başkalarının daha önce vermiş olduğu program; biz de onu tatbik etmişiz ve ondan dolayı da başarılı olmuşuz!..

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)- IMF'nin programı o, Sayın Bakan!.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)- Şimdi, aklın yolu bir. Ben, şimdi, şu şöyle olacak, şöyle olacak, şöyle olacak diyeyim. Bunu demek mi önemlidir, tatbik etmek mi önemlidir... (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, bir program yapmış; ama, delik deşik; program, program değil. 6,5 faizdışı, olmuş 4,5; faizler çıkmış bilmem neye, bütçe açığı çıkmış şuna; ondan sonra, evvelden bir program varmış!..  Biz, bunu tatbik etmedik. Biz, bakın, nasıl tatbik ettik. Biz, yüzde 6,5 dedik, yüzde 6,5'i tutturuyoruz. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) 2003 yılı gerçekleşmelerini göreceğiz. Biz, bütçe açığı 45 dedik, şimdi 40'a indiriyoruz onu. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

OĞUZ OYAN (İzmir)- Yanlış söylüyorsunuz; bütçe hedefinin yüzde 5...

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)- Efendim, söyleyeyim, giderler demişiz, daha az yapmışız ve dolayısıyla, ilk defa, bakın, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, bütçelere bakın, burada, bütçeleri konuşuyoruz; bütçelere bakın; makro ekonomik dengeler vardır, hedefler. Efendim, bizde ne idi; büyüme yüzde 5, enflasyon, TÜFE yüzde 20; öyle mi? Efendim, bütçe faizdışı 6,5; ihracat 40 milyar doların üstünde, 41-42; neyse; ilk defa bu hedeflerin tamamını tutturan bir bütçe huzurlarınıza geliyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Tamamını tutturan, sapma yapmayan... Bundan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Bu konudaki yardımlarınızdan dolayı sizlere de teşekkür ediyorum sayın milletvekilleri, sayın muhalefetteki arkadaşlarımız ve iktidardaki arkadaşlarımız; katkılarınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum; çünkü, bu başarı, Türk Milletinin başarısıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Çiftçiler de öyle diyor!..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi onu da açıklayacağım; biraz bekleyin.

2003 yılı bütçesinin ocak-kasım dönemini kapsayan onbir aylık uygulama sonuçları, bütçe hedeflerine ulaşılmasında herhangi bir sıkıntının yaşanmayacağını ortaya koymaktadır.

Bu dönemde, konsolide bütçe giderleri 121,7 katrilyon lira, konsolide bütçe gelirleri 88,7 katrilyon lira, konsolide bütçe açığı ise 33 katrilyon lira olmuştur.

Şimdi, kısaca bu kalemleri de size okuyayım.

M. CEVDET SELVİ (Eskişehir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan elini cebinden çıkarsın!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bütçe giderleri içinde; personel giderleri 27,4 katrilyon lira, diğer cari giderler 5,5 katrilyon lira, yatırım giderleri 4,5 katrilyon lira, transferler 84,3 katrilyon lira olarak gerçekleşmiştir.

Borç faizi ödemelerinin 53,2 katrilyon lira, vergi iadelerinin 7,3 katrilyon lira, sosyal güvenlik kurumlarına transferlerin 14,8 katrilyon lira, tarımsal destekleme ödemelerinin 2,4 katrilyon lira, KİT'lere transferlerin 1,3 katrilyon lira olduğu görülmektedir.

Konsolide bütçe gelirlerinin ise; 74,7 katrilyon lirası vergi gelirleri, 8,8 katrilyon lirası vergidışı gelirler, 3,6 katrilyon lirası özel gelir ve fonlar, 1,7 katrilyon lirası ise katma bütçe gelirleridir.

Bütçelerin en önemli performans göstergesi olan faizdışı fazla ocak-kasım döneminde 20,2 katrilyon lira olarak gerçekleşmiştir. IMF tanımlı faizdışı fazla ise, yıl sonu gerçekleşme tahmininin yüzde 109,8'ine ulaşarak 19,6 katrilyon lira olmuştur. Yani, kasım ayında, yıl sonu hedefini aştık; ancak, burada, yine de tedbirli olmamız lazım, aralık ayı rakamlarını beklememiz lazım; aralık ayında çıkacak rakamlar, son rakamlardır. Kasım ayında biz bunu zaten geçtik gibi bir iyimserlik ve rehavete kapılmamız da söz konusu değildir ve temkini hiçbir zaman elden bırakmıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükümetimiz, kuruluşundan itibaren, malî disiplinin tesis edilmesi konusuna özel bir önem vermiş ve bu amaçla, ödeneküstü harcama yapılması imkânını kısıtlamıştır. Malî disiplin konusundaki kararlılığın ve Yüce Meclisimizin bütçe hakkına saygının bir göstergesi olarak sevk edilen Ekbütçe Kanunu Tasarısı kanunlaşmıştır.

Ekbütçe Kanunuyla, kamu hizmetlerinde herhangi bir aksamaya meydan verilmemesi için, yetmeyeceği anlaşılan tertiplere toplam 4,5 katrilyon lira eködenek alınmıştır.

Bu ödeneğin, 576 trilyon lirası personel giderleri, 1,8 katrilyon lirası vergi iadeleri, 1,2 katrilyon lirası sosyal güvenlik kurumları, 327 trilyon lirası Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, 310 trilyon lirası doğrudan gelir desteği ödemeleri, 155 trilyon lirası yeşil kart ödemeleri, 100 trilyon lirası yedek ödenek ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla alınmıştır.

Buna karşılık, 2003 yılı sonuna kadar kullanılmayacağı anlaşılan 6 katrilyon 251 trilyon lirası borç faiz ödemeleri olmak üzere, değişik transfer kalemlerinden toplam 6,9 katrilyon liralık ödenek de iptal edilmiştir. Ayrıca, diğer cari ödeneklerinin 500 trilyon liraya, yatırım ödeneklerinin de 1,5 katrilyon liraya kadar olan kısmının iptali konusunda yetki alınmıştır.

Ödenek eklemeleri ve iptallerinden sonra, 2003 yılında, başlangıçta 146 katrilyon lira olarak öngörülen giderlerin, yıl sonunda 141,3 katrilyon lira olacağı, konsolide bütçe gelirlerinin de yıl sonu itibariyle 100,3 katrilyon lira düzeyinde gerçekleşeceği beklenmektedir. Bu durumda, bütçe açığı, öngörülen 45,2 katrilyon lira yerine, yüzde 9,3 azalışla 41 katrilyon lira, faizdışı fazla ise 18,2 katrilyon lira olacaktır.

Görüldüğü üzere, 2003 yılı, bütçe uygulamaları açısından uzun yıllardır özlediğimiz bir başarıyı ortaya koymaktadır. Bu, kuşkusuz, malî disipline verdiğimiz önemin göstergesidir. Malî disiplin çok önemli. Malî disipline riayet etmeyen aileden de hayır gelmez, şirketse, şirketten de hayır gelmez; devletse, devletten de hayır gelmez; bu çok önemli. (AK Parti sıralarından alkışlar) Onun için, bizim Hükümetimiz, popülist politika yapmayan bir hükümettir. Popülist politika yapmaya ihtiyacımız da yoktur. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Hükümetimiz, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek, kamu borç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranını düşürmek, üretim ve ihracat artışını sürdürmek, işsizliği azaltmak, istikrarlı ve yüksek bir büyüme performansına ulaşmak azmindedir. Bunu hedef alan ekonomik programımızı disiplinle ve kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz.

Bu çerçevede belirlenen 2004 yılı makroekonomik büyüklükleri şöyledir: Gayri safî millî hâsıla 419,7 katrilyon lira olacaktır. Büyüme hızı yüzde 5 olacaktır. Bakın, dikkat ederseniz, Hükümetimiz, istikrarlı, sürdürülebilir bir büyümenin peşindedir; yoksa, rakamları çok fazla yukarılara çıkarmış, ondan sonra aşağılara indirmiş; yani, fluctuation'lara meydan verme gibi bir niyetimiz yoktur. İstikrarlı olsun, sürdürülebilir olsun, makul olsun. Çok büyük hedeflerin peşinde değiliz; ama, istikrarın peşindeyiz, sürdürülebilir büyümenin peşindeyiz. Bunun için de, en önemli husus, siyasî ve ekonomik istikrarın devamıdır; bu çok önemlidir.

Gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 11,9; TEFE yıl sonu yüzde 12, TÜFE yıl sonu yüzde 12, ihracat 51,5 milyar dolar, ithalat 75 milyar dolar olarak tahmin edilmiştir.

2004 yılı makro büyüklüklerini verdim; şimdi, müsaadenizle, diğer bütçe büyüklüklerini de bilgilerinize arz etmek istiyorum:

2004 bütçesinin büyüklükleri ve dengeleride bu makroekonomik öngörülere, hükümet programının hedeflerine ve önceliklerine uygun olarak hazırlanıp, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur.

2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı, Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler sonucunda önemli bir değişikliğe uğramadan kabul edilmiştir. Bütçenin gelir ve gider rakamları toplamda aynı kalmış; ancak, gider kalemlerinde az bir değişiklik olmuştur.

Bu çerçevede, 2004 bütçesinde, bütçe giderleri 160,9 katrilyon lira, bütçe gelirleri 114,5 katrilyon lira, bütçe açığı 46,4 katrilyon lira, faizdışı fazla 19,8 katrilyon lira olarak tahmin edilmiştir.

Konsolide bütçe giderlerinin 35,3 katrilyon lirası personel, 9,9 katrilyon lirası cari, 7,6 katrilyon lirası yatırım, 108,2 katrilyon lirası ise transfer ödeneklerinden oluşmaktadır.

Transfer kalemleri içinde borç faizi ödemelerine 66,2 katrilyon lira, KİT transferlerine 1,5 katrilyon lira, vergi iadelerine 11,4 katrilyon lira, sosyal güvenlik kurumlarına 16 katrilyon lira, kuruluş transferlerine 3,7 katrilyon lira, tarımsal destek ödemelerineyse 3,7 katrilyon lira ödenek ayrılmıştır. Yani, çiftçilerimize, köylülerimize, 2004 yılında, bu bütçe imkânları içerisinde azamîsi hesaplanıp verilmektedir. "Çiftçiye ne veriyorsunuz, köylüye ne veriyorsunuz, az veriyorsunuz" gibi sözleri bırakalım, buradaki rakamlara bakalım; biz, 3,7 katrilyon lira destek veriyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

GÜROL ERGİN (Muğla) - Devamı gelecek... Devamı gelecek...

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Her şeyin devamı çok güzel gelecek, milletimiz, her gün daha iyi olacak, yüzü daha iyi gülecek ve bunu, AK Parti hükümetleri sayesinde yapacak inşallah. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın Bakan, geçen yıl verdiğiniz sözleri, hâlâ, yerine getirmediniz.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ödedik, hepsini ödedik efendim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe büyüklüklerinin gayri safî millî hâsılaya oranı ise, Hükümetimizin, kamunun ekonomideki payının düşürülmesi ve vergi yükünün azaltılması yönünde benimsediği politikaya uygun bir eğilim göstermektedir.

Bakınız, bütçelerin ekonomiden aldığı payı gittikçe küçültmemiz icap ediyor; ekonominin gelişmesi için bu şarttır. Hükümetimiz de, bu politikaya uygun olarak uygulamalar yapmaktadır; çünkü, bundan sonra, özel sektör ağırlıklı ekonomiyi göreceksiniz. Yatırım da orada olacak, istihdam da orada olacak, ihracat da orada olacak, üretim de orada olacak ve o özel sektör de, ayakları üzerinde durmasını bilen bir özel sektör olacaktır.

2003 yılı gerçekleşme tahminlerine göre, 2004 yılında, bütçe giderlerinin oranı yüzde 39,6'dan yüzde 38,3'e, faizdışı giderlerin oranı yüzde 23'ten yüzde 22,6'ya, bütçe gelirlerinin oranı yüzde 28,1'den yüzde 27,3'e, vergi gelirlerinin oranı yüzde 24,3'ten yüzde 23,6'ya, bütçe açığının oranı yüzde 11,5'ten yüzde 11'e düşecektir.

Şimdi, deniliyor ki, efendim, devamlı surette vergilerimiz artıyor, bu hükümet de, geldi, vergiyi indireceğim dedi; ama, vergiyi artırdı...

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Borçlar da artıyor.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Efendim, bakın, vergi gelirlerinin oranı yüzde 24,3'ten yüzde 23,6'ya düşecek; yani, genel vergiyi -toplumdan aldığımız vergileri- azaltıyoruz. Rakamlar burada. Onun için, hiç kimse, kendine uygun yorumlar yapmaya kalkmasın. Alsın... Bunlar herkese açık.

Şimdi, bizde şeffaflık çok önemli. Maliye Bakanlığı, yapmış olduğu harcamaları nerelere yaptı, kimlere, ne ödeme yaptı, hangi kalemlere ödedi, gelirleri nereden topladı, vergi gelirlerini hangi vergilerden topladı; her ay, internet sayfamızda yayımlıyoruz. Hem sözlü veya yazılı olarak açıklıyorum hem de internet sayfamızda yayımlıyoruz. Herkes internet sayfamıza girsin, rakamları alsın. Hükümetimiz, Maliye Bakanlığının ne yaptığını; yani, bu milletten topladığı paraları nereye harcadığını, açık seçik, net, şeffaf bir şekilde açıklamaya başlamıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Internetten izleyin, internetten izleyin... Ne izliyorsunuz!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Tabiî, laptop'ları da aldınız, oradan bakınız; herkes oradan baksın. (AK Parti sıralarından alkışlar)

GÜROL ERGİN (Muğla) - Siz de aldınız mı Sayın Bakan?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Herkes aldı. Sayın Başkanımıza teşekkür etmeniz lazım.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Karıştırdın... Karıştırdın işi...

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Internete giremeyenler de, bana, yazılı olarak veya telefonla müracaat edebilirler. Yani, burada, elektronik sisteme girilemediğinde yazılı olarak kâğıt verip de "kabul" yazıyoruz ya, onun gibi bir şey varsa, ben de her türlü bilgiyi veririm.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Yine karıştırdın Sayın Bakan, yine karıştırdın işleri... Sapla saman karıştı.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Efendim, sapla samanı millet karıştırmaz; siz de karıştırmayın.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Biraz da naylon faturalardan bahsedin, Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Faiz ödemelerinin gelişimi konusunda 2003 yılında kaydedilen olumlu gelişme 2004 yılında da devam edecektir. Borç faizi ödemelerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, 2002 yılında yüzde 19 iken, 2003 yılında yüzde 16,6'ya, 2004 yılında da yüzde 15,8'e gerileyecektir.

HÜSEYİN  BAYINDIR (Kırşehir) - Ne sayıyorsun burada, ne sayıyorsun!.. Millet aç; memlekette açlık var!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Aynı şekilde, bütçeden borç faizi ödemelerine ayrılan payın da 2004 yılında yüzde 41,1'e düşeceği tahmin edilmektedir.

Bu veriler de göstermektedir ki, bütçedeki faiz baskısı giderek hafiflemektedir; bu, çok önemli bir husustur. Bu hafifleye hafifleye... Tamamen, milletin sırtındaki bu kamburu atmak mecburiyetindeyiz.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)- Milletin sırtındaki kambur sizsiniz.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla)- Bu kamburu bu hale getirenler düşünsün. Sen de üzerine alınma. Bundan öncekiler düşünsün bunu.

2004 yılı bütçesi, Türk bütçe tarihinde yeni bir anlayışın uygulamaya konulacağı bütçe olacaktır. Fonksiyonel sınıflandırmayı da içeren ve birkaç yıldır pilot uygulamaları yapılan analitik bütçe sınıflandırması 2004 bütçesiyle hayata geçirilmektedir.

Bu yeni bütçe sınıflandırmasının en önemli özelliği, kamu harcamalarının ekonomik faaliyetler üzerindeki etkilerinin analizine imkân sağlaması ve uluslararası karşılaştırmalar yapılmasını mümkün kılmasıdır. Bütçe kod sistemi, uluslararası standartlara ve Avrupa Birliği normlarına uygun bir yapıya kavuşmaktadır. Bu şekilde, 2003 yılı Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Programın gereği de yerine getirilmektedir.

Analitik bütçe sınıflandırmasında bütçe gider ve gelirlerinin izlenme ve sunum şekli değişmektedir. Ancak, geçmiş yıllarla karşılaştırma yapılabilmesi ve kamuoyunca daha iyi anlaşılabilmesi açısından 2004 bütçe sunumu şu anda uygulanmakta olan bütçe sınıflandırmasına göre yapılmaktadır.

2004 yılı bütçe sonuçlarının alınmaya başlanması ve kamuoyunun yeni bütçe kod yapısına alışmasıyla birlikte sunumlar da analitik bütçe sınıflandırması esas alınarak yapılmaya başlanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 yılı bütçesinde olduğu gibi, 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu da kamu sektöründe malî disiplinin tavizsiz bir şekilde uygulanması hedefine odaklanmıştır.

2004 Malî Yılı Bütçe Kanununda kamu harcamalarında tasarrufu ve etkinliği sağlamaya ve gelirleri artırmaya yönelik önlemler de yer almaktadır. Bu önlemler şunlardır:

Maliye Bakanlığına, dengeli ve etkili bir bütçe politikasının yürütülmesi amacıyla, kamu istihdam politikası, ödeneklerin kullanımı, gelir ve giderlere ilişkin mevzuatta yer alan konularda standartlar belirlenmesi hususunda yetki verilmektedir.

Kamu kurum ve kuruluşları arasında ihtiyaç fazlası eşya ve levazımın bedelsiz olarak devrine imkân sağlanması amacıyla Maliye Bakanlığına yetki verilmektedir.

Sağlık harcamalarında tasarruf sağlanması ve kötüye kullanımların önlenmesi amacıyla tedbirler alınması için Maliye Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ile Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne yetki verilmektedir.

Yedek ödenekten yapılacak aktarmalarda, ilke olarak, aktarılan tutar, ekleme yapılan tertibin başlangıç ödeneğinin yüzde 10'uyla sınırlandırılmaktadır.

Maliye Bakanına, özel gelir ve devren özel gelir kaydedilen tutarları iptal ederek, bütçeye gelir yazma, özel ödenekleri ve devren özel ödenek kaydedilen miktarları iptal etme konusunda yetki verilmektedir.

Garantili imkân limiti 1 milyar ABD Dolarıyla sınırlandırılmaktadır.

Personel açıktan atamaları ile konsolide bütçe dışındaki kurum ve kuruluşlardan yapılacak memur nakilleri toplam 40 000 kadro adediyle sınırlandırılmaktadır. Böylece, emeklilik ve diğer nedenlerle ayrılmalar dikkate alındığında, sadece konsolide bütçeye dahil kurumlarda memur adedi yaklaşık 12 000 kişi azaltılacaktır.

Bakınız, şimdiye kadar devlet, maalesef, bir çiftlik olarak görülmüş. Onun tanıdığını sok, bunun tanıdığını sok, kadroları şişir ve bu hale getirildi. İlk defa Hükümetimiz, gerekeni yapıyor; popülist davranmıyor ve gerekeni belli limitlerle alıyor ve onun üzerine de katiyen çıkmıyor. Bugünlere geldik, bu şeylere geldik, iyi şeyleri yakaladık; ama, işte, bunlara riayet ederek yaptık.

Onun için, yok efendim, kadrolaşıyormuşsunuz, yok bilmem ne yapıyormuşsunuz... Bunlar, boş laflar. Bakın, devleti ne hale getiriyoruz. O çiftlik miftlik hikâyesi kalktı artık, yok böyle şey! (AK Parti sıralarından alkışlar) Kadroların kullanımını da sıkı esas ve usullere bağlıyoruz.

Kamu kurum ve kuruluşlarının uluslararası kuruluşlara üye olmaları, Dışişleri Bakanlığının iznine bağlı kılınmaktadır. Burası da ayrı bir dert. Herkes "şu işim var dışarı gideceğim, bu işim var dışarı çıkacağım..." Niye dışarı çıkıyorsun! Bu milletin herkese vereceği bol bol harcırahları, binlerce dolarları yok. Lazımsa çıkılacak, lazım değilse çıkılmayacak. "Falan yere üye olacağız, ver paraları." Nereye veriyorsun paraları! Dışişleri Bakanlığına bağlı; gerekirse üye yaptıracağız, gerekmezse böyle bedava iş yok! Herkes ayağını yorganına göre uzatacak. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Kamu kurum ve kuruluşlarınca işletilen eğitim ve dinlenme tesisi, spor tesisi ve benzeri sosyal tesislerin satışına devam edilecektir. Henüz satılmamış olanların giderleri için ise bütçeden herhangi bir katkıda da bulunmayacağız.

Eğitim amacıyla yurt dışına gönderilecek kamu görevlilerinin lisansüstü öğrenim konularının, çalışmakta oldukları birimlerin görev alanlarıyla doğrudan ilgili olması şartı öngörülmektedir. Ben gideceğim, bilmem nerede öğrenim yapacağım... Lazımsa yap, lazım değilse yapma; öyle, keyfî iş yok.

Kamulaştırma bedellerinin, sertifikayla ödenmesine imkân tanınacaktır. Kamu malî yönetimindeki girdilerin kontrol edilmesi şeklindeki anlayışın terk edilerek, sonuçların kontrol edildiği performans esaslı bütçeleme anlayışının uygulamaya konulması yönündeki çalışmalara devam edilmesi öngörülmektedir. Bunu, biliyorsunuz, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunuyla getirdik, malî açıdan performansa bakacağız; idarî açıdan da buna muvazi, paralel olarak kanun değişikliği geliyor.

Devlet memurlarının aylıklarına uygulanacak artış oranı, bütçe imkânları ve enflasyon hedefleri dikkate alınarak belirlenmiştir. Önceki yıllardan farklı olarak, yılın ikinci yarısında uygulanacak katsayılar da bütçe kanunuyla belirlenmektedir. Bu tertipte yılın ilk yarısında yüzde 6, ikinci yarısında yüzde 6 artış yapılması kararlaştırılmıştır. Bu artışlar sonucunda 2004 yılında memur aylıkları ortalama bazda yüzde 13,8; kümülatif bazda 12,4 oranında artacaktır.

Devlet memurlarının aylıklarında yapılacak artış, enflasyon oranının üzerinde oluyor; çünkü, enflasyon yüzde 12 olarak dikkate alındığında bu görülüyor.

Ayrıca, kamu görevlilerine Bakanlar Kurulunca belirlenecek tarihlerde ve tutarda iki bölüm halinde toplam 160 000 000 lira tutarında ilave bir ödeme daha yapılacaktır.

Ocak ayındaki yüzde 6 oranında yapılacak zam sonucunda, en düşük dereceli memurun maaşı 428 000 000 liradan 454 000 000 liraya yükselecektir. Memur emeklilerinin maaşları ise, çalışanlara göre daha fazla oranda olmak üzere yüzde 7,9 ile yüzde 6,4 arasında değişen oranlarda artmaktadır. Memur emeklilerinde alt sınır aylığı ise yüzde 7,9 oranında artarak 448 500 000 liradan 483 000 000 liraya yükselecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz da vergi sistemi hakkında bilgi vermek istiyorum.

Vergi sisteminin temel görevi kamu hizmetlerinin gerçekleştirilmesi için gerekli finansmanı sağlamaktır. Bununla beraber, zamanla vergi sisteminin fonksiyonları da artmış, ekonomik ve sosyal amaçlar da vergi sisteminin görevleri arasına girmiştir. Dolayısıyla, vergileme, gerek kamu finansmanı gerekse ekonomik ve sosyal politikalar açısından daha da önem kazanmıştır.

Vergi toplama gerekliliği ve vergiye yüklenen önemli fonksiyonlar, ülkelerin vergi yapılarının ve sistemlerinin sürekli geliştirilmesini zorunlu kılmakta, bu zorunluluk vergilendirme alanını son derece dinamik bir yapıya büründürmektedir.

Hükümetimiz göreve başladığında vergi sisteminde yapmayı planladıklarını ilan etmiş ve bunların büyük bölümünü de kısa dönemde birer birer gerçekleştirmiştir.

Bu kapsamda ilk iş olarak malî miladı kaldırdık. Malî miladın kaldırılması, saydam bir vergi mevzuatının oluşturulması ve vergi mevzuatındaki belirsizliklerin kaldırılarak mükellef hukukunun azamî ölçüde korunması açısından olduğu gibi Anayasanın 2 nci maddesinde ifadesini bulan hukuk güvenliği ilkesi bakımından da önemli bir uygulama olmuştur.

Vergi sisteminin iyileştirilmesi çalışmalarının ikinci aşamasında vergi barışı projesi hızla hayata geçirilmiş ve başarıyla uygulanmıştır.

Vergi sisteminin iyileştirilmesi çalışmalarının son aşaması vergi sisteminin reforme edilmesidir. Bu süreç, önemli yapısal değişiklikler yapan bazı kanunlarla başlamış; ancak, henüz sonuçlanmamıştır. Bu, dinamik bir süreçtir ve ekonomik ve sosyal hayattaki değişme ve gelişmeler bu süreci şekillendirmeye devam edecektir.

Vergi sisteminin iyileştirilmesi çerçevesinde yapılan diğer düzenlemeleri de başlıklar halinde şöylece özetleyebilirim:

Yatırım indirimi mevzuatı tümüyle değiştirilmiş, başta, teşvik belgeleri kaldırılmıştır. Artık, yatırım indiriminden istifade etmek isteyen bir kimse Ankara'ya gelip dolaşmayacak, devlet daireleri önünde beklemeyecek, evrakları alıp da şu imzaladı, bu imzalamadı, şunu bekliyorum şeklinde artık kimse böyle bir derde girmeyecek; olduğu yerden, yatırımı yapan, otomatik olarak yatırım indiriminden istifade edecek. Bu çok önemli bir adımdır.

İkincisi "yatırım indirimi vergiden istisna" diyorduk; ama, yüzde 19,8; oraya bir Stopaj Vergisi koyuyorduk; bu vergiyi de tamamen kaldırdık. Yatırım yapanın önünde bir engel kalmıyor.

Ayrıca, bizim toplam vergi yükümüz, şirketlerde, elde ettiğinden Kurumlar Vergisi ödüyorsun, stopajını ödüyorsun, dağıtınca vergi ödüyorsun; yüzde 65'lere varıyordu, vergi yükü yüzde 65 oluyordu. Şimdi bunu kaldırdık, vergi yükünü yüzde 45'e indirdik. İster dağıtsın, ister dağıtmasın; bir kimsenin, sonunda, en fazla ödeyeceği vergi yüzde 45. Bu ne demektir; bu, vergi yükünü azaltmak suretiyle doğacak fonların yatırıma yönlendirilmesi demektir.

Sağlık ve eğitime verilen önem de bizim için çok önemlidir. Bu konuda, dedik ki, hastane yapan, okul yapan, vergi matrahından bunları indirir. Şimdi, bunun sonucu ne oldu; bunu yaptık, yürürlüğe girdi, yılın ilk aylarında yaptık. Tabiî, vatandaşlarımız, kendilerine verilen bu imkânlardan yararlanmak, aynı zamanda da devletimize yardım etmek istiyor. Şu anda Millî Eğitim Bakanımızın bana söylediği şu : "Okul açma, temel atma törenlerine yetişemez hale geldim, her bir konuşmamda özellikle sana teşekkür ediyorum." Bu, fevkalade arttı. Vatandaşımız diyor ki : "Mademki, vergi matrahımdan indirme hakkı verildi, ben okul yaptırayım, hastane yaptırayım." Bunun çok olumlu tepkilerini ve neticelerini alıyoruz.

Bunlara ilave olarak, ihracatın, KOBİ'lerin, kısaca, teşvike değer bütün ekonomik faaliyetlerin önünü açtık.

Eğer, yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinden, para gelirse, ben şu kadar para kazandım; ver bakalım bunun vergisini... "Sen ver bakalım bunun vergisini" dediğiniz zaman, adam, ben bu parayı getireyim mi Türkiye'ye, getirmeyeyim mi diye düşünüyor. Kaldırdık, vergi yok... Ne oldu; şimdi, onların yurtdışındaki bütün kazançları Türkiye'ye geliyor. Müteahhitlik hizmetlerinde bunu yaptık; ama, diğerlerinde de bunu yapacağız, yakında onu yapacağız. Neden; herkes kendine yatırımcı çekmek istiyor. Biz, kendi paramızı dışarıdan getiremiyoruz. Bunların önünü açıyoruz.

İhracatçıların Katma Değer Vergisi iade alacaklarına kolaylık getirdik ve bununla beraber, mahsup imkânlarını çalıştırıyoruz. Adamın sigorta borcu var, vergi alacağı var. Vergi alacağını alamıyor, sigorta bir de ceza yazıyor; neden "efendim, ben alacağımı istedim, borcum yok..." Şimdi mahsup imkânını çalıştırmaya başladık; artık, öyle, ceza yazma falan yok. Alacağı var, mahsup edeceksin, cezaya falan girme işi yok.

Şimdi, size, bir de kısaca, kayıtdışından bahsetmek istiyorum. Kayıtdışı ekonomiyle mücadele, yıllardır hemen hemen her iktidar tarafından öne çıkarılan, ama, maalesef, ciddî bir mesafe alınamayan alanların başında geliyor. Umuyorum ki, bu konuda da Hükümetimizin farklılığı kendisini gösterecektir. Teknik olarak kayıtdışı ekonomi kavramı,  mal ve hizmet üretimine konu olmasına rağmen, ekonominin geleneksel ölçüm yöntemleriyle tespit edilemediğinden, millî muhasebe kayıtlarında yer almayan ve gayri safî millî hâsıla büyüklüklerine yansımayan alanları kapsıyor.

Tabiî, bunların çok değişik tanımlarını yapmak mümkün ve bu konuda çok değişik tahminler de yapmak mümkün; ancak, ben, burada bir hususu belirtmek istiyorum. Bu kayıtdışı ekonomiyi de doğuran bazı sebepler vardır. Nedir; vergi adaletsizliğidir. Fiktif kazançlar üzerinden vergi alınıyordu ve adam doğru dürüst vergi ödemeye kalksa, sermayeyi kediye yükleyecek.

Bakın, dün neyi kabul ettik; enflasyon muhasebesini kabul ettik. Artık, gerçek gelir üzerinden vergi alacağız; öyle, gelirin gölgesinden vergi alınmayacak, kendisinden alınacak. Dolayısıyla, birtakım şeyleri, şunları, bunları, masraf yazamıyorumdu, şimdi onları da masraf yazdırıyoruz; bundan sonra onlar da masraf neyi istersen masraf yaz. Efendim, enflasyon; onu da yaz kardeşim; onu da getirdik; ama, bundan sonra, artık,  kayıtdışına beni itecek bir sebep vardır mazereti ortadan kalkıyor, yok öyle bir şey, onları kaldırdık önce. Şimdi de diyeceğiz ki, arkadaş, herkes hesabını kitabını iyi yapsın, bundan sonra ben artık kayıtdışı falan istemiyorum; bunu diyeceğiz ve kimsenin mazereti kalmıyor, vergi kaçırma  mazereti ortadan kalkmış bulunuyor. Onun için de 2004 yılını, kayıtdışıyla mücadele yılı ilan ediyoruz.

Kayıtdışı demek, sadece hiç vergi dairesine kayıt olmamış, bütün kazançlarını kayıtdışında bırakan kimseler demek değil, onlar bir defa hedef, tam 12'de; ama, ödemesi gerektiği gibi ödemeyenler de çok var, onların da üzerine sektörel sektörel gideceğiz. Bu konuda da siz sayın milletvekillerimden ben şunu rica ediyorum, bunların üzerine giderken : "Aman Sayın Bakanım, falanca bizim tanıdık, üzerine müfettişler gitmiş, bunun üzerine kontroller gitmiş" gibi şeylerle bana gelmeyin.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Arkadaşlarınıza söylüyorsunuz, değil mi efendim?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Size, başta da size, size söylüyorum.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Biz gelmeyiz zaten.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - O konuda da yardımlarınızı istiyorum hepinizin.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Görürsen o zaman söyle.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Efendim?..

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Geldiğimizi görürseniz söyleyin.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Olur, hiç merak etmeyin, söylerim ben, bende laf durmaz, söylerim.

Şimdi, fazla vaktinizi almak istemiyorum, bazı noktaları da atlayarak gidiyorum. Size, 2004 yılı vergi bütçesinden de bahsetmek istiyorum.

2004 yılı bütçesinde, genel bütçe gelirleri tahmini 113,7 katrilyon lira, vergi gelirleri tahmini 99,2 katrilyon lira olarak öngörülmüştür. 2003 yılında vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 24,3 civarında olacaktır, 2004 yılındaysa bu oran yaklaşık olarak yüzde 23,6 olacaktır, yani daha azalacaktır.

Şimdi, bizim, vergicilikte önemli olan, dikkat ettiğimiz temel bir husus var; vergi politikalarının, maliye politikalarının, ekonomi politikalarıyla paralel olması lazım. Bu ne demek; ekonominin büyümesine mâni olmaması lazım. Ekonominin büyümesi şarttır. Bakınız, gayri safî millî hâsılamızın 3 500 dolarlar civarında olduğundan bahsediyoruz, burnumuzun dibindeki Yunanistan'da 15 000 doları aşmış bulunuyor. Onun için, aslolan, ekonomiyi büyütmemiz, büyümeyi sağlamamız, maliye politikalarının, vergi politikalarının da bununla paralel olması lazım. Vergiyi toplayacağım diye klasik maliyecilik yaparak ekonominin önünü kapatmamamız esastır, ekonominin büyümesinin önündeki engelleri kaldırmamız esastır. Onun için, biz, teşviklere de önem veriyoruz, reel sektörümüze de önem veriyoruz ve onun yanındayız; malî politikalarımızı, vergi politikalarımızı da buna göre ayarlıyoruz. Bu, fevkalade önemlidir. O bakımdan, vergi gelirlerimizi, tabana yaymak suretiyle artıracağız; ancak, belli bir kesimin üzerine yığmamak suretiyle bunları daha da azaltacağız; yani, rate'lerini, nispetlerini, imkân nispetinde daha da azaltacağız; ama, bunları yaparken, bütçe hassasiyetlerimize fevkalade de riayet etmek mecburiyetimiz vardır.

Bir de, vergi barışı yaptık. Vergi barışından da, bu sene 2,4 katrilyon lira gelir hedefliyorduk, bu kadar alacağız diye. Baktık, daha kasım ayında, bu miktarı aşmışız. Bütün halkımız, gönüllü olarak buraya iştirak etmiştir, bizim bu barış çağrımıza cevap vermiştir; bundan dolayı, Türk Milletine tekrar teşekkür ediyorum.

Bir de, bankacılık sektörüyle ilgili bazı bilgiler vermek istiyorum. Bankacılık sektörünün, ekonomideki tasarrufların toplanarak reel yatırımlara aktarılmasında, sermaye birikiminin oluşmasında ve dolayısıyla, büyümedeki rolü çok büyüktür. Bankacılık işlemleri üzerindeki yüklerin azaltılması, kredi maliyetlerinin düşürülmesinde, piyasalara derinlik ve istikrar kazandırılmasında, bankaların uluslararası piyasadaki rekabet koşullarının iyileştirilmesinde son derece önemlidir.

Bu noktadan hareketle, biz de, aracılık maliyetlerinin azaltılması çerçevesinde, birçok vergiyi kaldırıyoruz. Kambiyo senetleri vardı, hepiniz bilirsiniz. Getirin bakalım senetleri, getirin pulu, yapıştır... Ne kadar; yüzde 5... Vermeyin şu senedi veyahut da şu senedi vereyim; ama, şunu gösterme, legal olarak gösterme, bir kenara yaz, vadesi geldiğinde getirirsin, pul yapıştırmayalım.. Yani, halkı devamlı illegal davranmaya itiyoruz. Şimdi, o senetlerin üzerindeki o pul işini kaldırdık; yok, serbest, kim kime senet verirse versin; rahat, gidiyor onu söyleyeyim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunlar küçük gözüküyor; ama, küçük falan değil.

Efendim, Çöp Vergisini su faturalarına ilave ettik. İşte "çöp suya karıştı" diye yazmış gazete. Suya falan karıştığı yok. Milletin çektiği çile kalktı, işler su gibi akmaya başladı; su gibi... (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yani, bir kişi, bir beyanname verecek... Millet vergi vermeye razı; ama, beyanname verirken çektiği çileden bir kurtulsa. Şimdi, bir günü gidiyor; al, götür, beyanname oldu, olmadı; bir de gel bakalım, sırada dur, bilmem ne yap falan; çile... Şimdi, kaldırdık o çileyi, fena mı yaptık yani? (AK Parti sıralarından "Doğru" sesleri, alkışlar)

Evet, teşekkür ederim.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bakalım ne kadar artacak vergi...

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bir de, şimdi, kredi kartıyla vergi ödemeyi getirdik. Bakın, bundan sonra, oturduğu yerden, bankadan ödenecek; öyle düzenlemeler yaptık; dün açıkladım. Oturduğu yerden vergisini ödeyecek. Şimdi, millet, seyahatte gitmiş, efendim, Emlak Vergisini bir türlü ödeyemiyorum, Gelir Vergisini ödeyemiyorum... Kardeşim, hiç gelme yahu, olduğun yerden öde. Tatildeysen tatilde öde, yurtdışına çıktın, gelemedin, eyvah kaçtı diye hiç düşünme, olduğun yerden öde vergini. Almanya'da yaşıyor; "yahu, ben altı ayda bir geliyorum, vergimi..." Oradan öde. Bu kolaylıkları getirdik; iyi mi oldu kötü mü oldu şimdi, söyleyin allahaşkına. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, yine, bazı şeyler verdik; serbest meslek kazancının tespitinde dikkate alınan giderler kapsamı genişletildi. Nedir; yaz kardeşim giderlerini, ne gider yaptıysan yaz yahu; ama...

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Neler mesela?..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Üstat, onları alırsınız şeyden; var, hepsi var.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Neleri yazacak onu anlat; boyayı badanayı mı yazacak?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Boyayı badanayı da yazsın; o da var, boya badana da var.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Zaten yazıyor, yeni bir şey getirmiyor Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ama ödemen gereken vergi?.. 2 000 000 000-2 500 000 000 senede kazanç beyan etmiş, bakıyorsun, evi var, araba güzel, yazlık var, yaşantı güzel, çocuklar da kolejde okuyor, ondan sonra gel ayda 200 000 000 lira kazandım... İşte bu olmaz, bu olmayacak, buna da son vereceğiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Nereden buldunu kaldırırsanız böyle olur.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Nereden buldunu şimdiye kadar bir kere tatbik ettiyseniz söyleyin.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Siz etmediniz.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Tatbik etmediğiniz konularla, teorik konularla bu milleti oyalandırmayın, pratik hareket edin, millete hizmet edelim hep beraber, hepinizi, sizi ona hizmete çağırıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bu millet bize oy verdi bu çatının altına getirdi. Bizim buraya geliş gayemiz, milletimize hizmet etmek. Onun için, gelin, bana yardımcı olun hepiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - O zaman, şikâyet etmeyin.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şikâyet yok, yapıyoruz, yaptıklarımızı da söylüyoruz, ara sıra da soruyoruz, "sayın milletimiz ne düşünüyorsunuz" diye anket yapıyoruz; onları da hepimiz görüyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, bir de teknoloji hususunda hiçbir şey yapılmıyor deniyordu. Teknoloji çok önemli; milletlerin gelişmesinde çok önemli. Teknolojik gelişmeye ayak uyduramadığımız zaman çağdaş ülkeler seviyesine yetişmemizin imkânı olmaz. O bakımdan, biz şimdi teknolojik gelişmeleri sağlamakla ilgili olarak, vergi kanunlarımızda onlarla da ilgili güzel kararlar aldık. Mesela, dedik ki, teknoloji geliştirme bölgelerini işleten yönetici şirketler on yıl süreli Kurumlar Vergisinden istisnadır. Orada çalışan nitelikli personel vergiden istisna, vergi ödemeyecek. Çünkü bizim çok önemli altyapımız var, üniversitelerimizden yetişen çok nitelikli öğrencilerimiz, talebelerimiz ve iş kaynağımız bizim çok önemli, insan kaynaklarımız önemli. Bunlardan yeteri kadar istifade edemiyoruz ve maalesef, işsizlik oranı, eğitimli yerlerde biraz daha fazla oluyor. Biz, işte bu yerleri geliştireceğiz. Bunları geliştirmek için de, bütün teşvik edici kararları alıyoruz, almaya da devam edeceğiz ve göreceksiniz ki, ileride, Türkiye'de, bilişim sektörü çok fazla gelişecektir.

Bir insanı istihdam etmek için, belli yatırımlar yapmak lazım. En az yatırımı bu sektör gerektiriyor, en fazla katmadeğeri de bu sektör sağlıyor. Bilişim sektörü fevkalade önemli. Kaynak? Kaynağımız da var, insan kaynağımız da var, çok şükür.

Şimdi, biz, bunları geliştireceğiz, teşvik edeceğiz ve Türkiye'nin en önemli sektörlerinden biri olacak; hem gelir getirecek hem Türkiye'deki çehreyi değiştirecek; çünkü, bakın, şimdi artık, ekonomilerde değişik birtakım kriterler gelmeye başlamıştır. Faizlerin düşürülmesi, enflasyonun düşürülmesi, büyümenin sağlanması kriterleri... Artık, yavaş yavaş değişik kriterler geliyor; iyi yönetim. İyi yönetim, bir kriterdir; artık, modern kriterlerden bir tanesidir. İyi yönetilen ülkelere bakın, iyi yönetilmeyen ülkelere bakın; iyi yönetilenler gelişmiştir, iyi yönetilmeyenler geri kalmıştır. Ülkemizin, bundan sonra, layık olduğu yönetimlerle idare edilmesi lazımdır; şeffaf, açık, dürüst. Çok önemli.

Onun dışında, verimlilik çok önemlidir. Verimlilik kriterlerini ekonomimizin temel dinamiği haline getirmemiz lazımdır; çok önemli kriterlerdir. Bunları nazarı itibara alarak hareket ediyoruz.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Söylediğinize kendiniz de inanmıyorsunuz...

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümetimizin göreve geldiği günden beri uyguladığı vergi politikası, toplumun geniş kesimleri tarafından destek görmüştür. Gelinen noktada alınan sonuçlar, bu politikaların doğruluğunu ve geniş kesimlerin desteğinin sağlam bir hareket noktası olduğunu açıkça göstermiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; günümüzde, artık, iyi bir yönetim, şeffaflık, güvenilirlik, hesap verebilirlik, işbirliği, verimlilik ve müşteri, mükellef ve vatandaş memnuniyetini esas alan, kaliteli ve etkin hizmet sunumu, güçlü bir ekonomik performansa ulaşmak ve küreselleşen dünyada rekabet edebilmek için olmazsa olmaz unsurlar haline gelmiştir.

Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki 59 uncu Hükümet de, bu unsurları esas alarak başarılı bir yönetim ve verimli bir çalışma gösterdi. Oluşan güven ortamı, kararlılık ve tavizsiz uygulanan malî disiplin sonucu ekonomide olumlu gelişmeler sağlandı, hedeflere ulaşıldı. Bu bakımdan, 2003 yılı önemli bir yıl oldu. Emeklerimizin boşa gitmemesi, hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için kararlı ve disiplinli uygulamalara 2004 yılında da devam edilecektir.

2004 bütçesi, ülke ihtiyaçları ve gerçekleri dikkate alınarak hazırlanmış, şeffaf, samimî ve gerçekçi bir bütçedir. Bu bütçenin temel hedefleri, kayıtdışıyla mücadele etmek, izlenen sıkı malî disiplin anlayışının aynı kararlılıkla yürütülmesi suretiyle kamu maliyesindeki iyileşmeyi hızlandırmak, malî dengesizlikleri azaltarak enflasyonun makul seviyelere çekilmesine ve ekonomideki canlılığı artırarak, sürdürülebilir büyüme ortamının oluşmasına yardımcı olmaktır.

Hedeflerimiz gerçekleştikçe, ekonominin önü açılacak, yatırım ve üretim artacak, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki dengesizlik azalacak, insanımız yeniden iş ve daha fazla aş sahibi olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk diyor ki: "Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa, husule gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda sönerler. Ekonomisi zayıf olan bir millet, fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz, sosyal ve siyasî felaketlerden yakasını kurtaramaz." Bu ifadeler, bugün de geçerlidir; yarın da geçerli olacaktır.

O nedenle, hedefimiz, gelişmiş ve güçlü bir Türkiye'dir. Bu, Türk Milletinin bize verdiği bir görevdir. Bu hedefe, kararlı ve disiplinli adımlarla ulaşacağız.

Bize omuz veren vatandaşlarıma ve sizlere şükranlarımı sunuyorum. Yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar ile katkılarınız için Hükümetim ve şahsım adına teşekkür ediyor, 2004 bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olması temennisiyle, sizlere ve bizi televizyonları başında dinleyen  vatandaşlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Sağ olun, var olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 10.12.2003 tarihli 26 ncı Birleşimde alınan karara uygun olarak basılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasî parti grupları ve Hükümet adına yapılacak konuşmalar -Hükümetin sunuş konuşması hariç- 1'er saat -bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir-  kişisel konuşmalar 10'ar dakikadır.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını, sırasıyla okuyorum:

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal, AK Parti Grubu adına Zonguldak Milletvekili Sayın Köksal Toptan.

Şahısları adına, lehinde söz alanlar, Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün, Bursa Milletvekili Sayın Niyazi Pakyürek, Zonguldak Milletvekili Sayın Fazlı Erdoğan, Gaziantep Milletvekili Sayın Fatma Şahin; aleyhinde söz alanlar, Iğdır Milletvekili Sayın Dursun Akdemir, Ağrı Milletvekili Sayın Naci Aslan.

Sayın milletvekilleri, Sayın Deniz Baykal, konuşmasının bütünlüğünü muhafaza etmek için, söz vermiyorum.

Saat 14.00'te tekrar toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 12.43

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

BAŞKAN : Bülent ARINÇ

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 30 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının müzakerelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/688) (S.Sayısı: 284) (Devam)

2.- 2002 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî Yılı Genel Bütçeli Daireler Kesinhesap  Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/656, 3/370, 3/372, 3/373) (S.Sayısı: 286) (Devam)

3.- 2004 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/689) (S.Sayısı: 285) (Devam)

4.- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/657, 3/371) (S.Sayısı: 287) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerlerini almışlardır.

Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'a aittir.

Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Baykal, süreniz 1 saat efendim.

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve 2002 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısıyla ilgili görüşmelerin bu aşamasında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Başkan, size ve Türkiye Büyük Millet Meclisine içten saygılarımı sunuyorum. Bu bütçe görüşmelerinin ülkemize, ülkemizin içinde bulunduğu durumun doğru değerlendirilmesine, sorunlarının çözümüne katkılar getirmesini diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, uzun bir dönem boyunca, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütçe görüşmelerini izlemek ve katılmak fırsatını buldum; ama, bana öyle geliyor ki, bu yıl gerçekleştirmeye başladığımız bütçe görüşmeleri bir ilki temsil etmektedir. Parlamentonun ve İktidar Partisi Grubunun ve hükümetin, Sayın Başbakanın Türkiye'nin bütçe görüşmelerine bu kadar ilgisiz kaldığı bir dönemi ben hatırlamıyorum. Bir başbakanın katılımı olmadan Türkiye'nin bütçe görüşmeleri yapma durumunda olduğu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bütçesini, başbakanın katılmadığı bir Genel Kurul toplantısıyla ele aldığının bir başka örneğini hatırlamıyorum.

Sayın Başkan, size, bu oturumun önemini çok doğru bir şekilde değerlendirerek bizzat bu oturuma başkanlık yapma kararını almış olduğunuz için saygılarımı sunuyorum. Bütçe görüşmelerinin önemi konusundaki genel duyarsızlığın Meclis Başkanı düzeyine çıkamamış olması, bizim için bir teselli kaynağıdır. Türkiye'nin bunca sorunu var. Türkiye'nin etrafında bir ateş çemberi oluştu. Büyük dışpolitika sorunlarıyla karşı karşıyayız. Ekonomimiz, bıçak sırtında, bir krizi aşmaya gayret ediyor. Bunun gerektirdiği ciddî kararların alınması ihtiyacı önümüzde duruyor. Böyle bir tablo karşısında, Türkiye'nin, Türkiye'yi yöneten siyasî kadronun bütçe görüşmelerine, Türkiye Büyük Millet  Meclisine, Türkiye Büyük Millet  Meclisinin millî bütçeyle ilgili bu müzakeresine bu kadar ilgisiz kalabilmesinin altında ne yattığını anlamakta, gerçekten, güçlükle karşı karşıya kalıyorum. Belki, bu bütçelerin konuşulacak nesi var; bütçeler, zaten, dışarıda kararlaştırılmış olan bir programın uygulanması doğrultusunda otomatiğe bağlanmış, müzakeresi, değerlendirmesi anlamlı olmayan bir olupbittiyi temsil ediyor; bütçe, öyle olmuş, böyle bitmiş; bunun kararı Türkiye Büyük Millet  Meclisinde alınmıyor ki, Mecliste neyi konuşacağız; imzayı atmışız, IMF ile bir programı kararlaştırmışız, bu programı uygulamaya çalışıyoruz; eh, bunun bir formalitesi olarak da, önümüze bir bütçe geliyor; bunu bu kadar önemsemenin anlamı yoktur gibi bir duygu, bir teslimiyet anlayışı, galiba, Türkiye'yi yöneten kadroların zihnine yerleşmeye başladı ve belki de, bütçe görüşmelerine yönelik bu ilgisizliğin altında böyle bir duygunun yatıyor olduğunu, daha da büyük üzüntüyle görmek durumundayım.

Değerli arkadaşlarım, biz, işimizi yapmaya gayret edelim. Türkiye'nin önünde ciddî konular var, ciddî sorunlar var. Bu bütçe de, o sorunların ele alınması için bir fırsat oluşturuyor. Türkiye -hep, çok iyi yaşadık, biliyoruz- iki büyük krizin içinden geçti ve 2001 Şubatından sonra, bir iddialı, kapsamlı bir istikrar programı oluşturup, o programı kararlılıkla uygulama zorunluluğuyla karşı karşıya kaldı ve Türkiye, 2002 yılından itibaren, bir programı, bir istikrar programını sürdürmeye ve Türkiye'yi krize sürükleyen yanlışlıkları aşmaya, kontrol altına almaya çalışıyor. Bu yanlışlıklar, bir boyutuyla, elbette, enflasyon şeklinde kendisini gösteriyordu. Enflasyonu bertaraf etmeye ve malî istikrarı sağlamaya yönelik bir program 2002 yılı başından beri Türkiye'de uygulanıyor. Şimdi, biz, 2004 yılı bütçesini yapıyoruz. İktidar, bir yıldan beri işbaşındadır, 2003 yılı bütçesini yapmıştır ve uygulamasını gerçekleştirmiştir; şimdi 2004 yılına yönelinmiştir. Burada bir durum değerlendirmesi yapmakta yarar vardır.

Böyle bir kriz sonrasında, kapsamlı, iddialı bir istikrar programını Türkiye uygulamak mecburiyeti içine düşmüştür ve bu mecburiyet etrafında bir çalışma yapılmıştır, bir hazırlık yapılmıştır, bir program oluşturulmuştur; o program uygulanıyor. Müzakeresini yapmakta olduğumuz 2004 yılı ve geride bırakmakta olduğumuz 2003 yılı, bu program uygulamasının ikinci dilimini teşkil etmektedir. Program uygulamasının birinci dilimi 2002 yılıdır. 2003 yılında ikinci dilim uygulanmıştır. Şimdi, 2004 yılının bütçesini burada kabul etmemiz bizden bekleniyor.

Değerli arkadaşlarım, böyle programlar, iddialı programlar toplumda büyük sarsıntılar, büyük çalkantılar yaratırlar; Türkiyemizde de öyle olmuştur. Böyle bir programı uygulamak zorunda kalmış olmamız, büyük bir siyasî çalkantıyı da beraberinde doğurmuştur. Bildiğiniz gibi, geçen hükümeti oluşturan siyasî partiler, seçimde çok ağır bir yenilgiyle karşı karşıya kalmışlardır. Tabiî, bunun çok nedenleri vardır; ama, o nedenlerin arasında, Türkiye'nin bir istikrar programını uygulama kararını almış olması ve onun gerektirdiği ciddî malî disipline yönelmiş olması da bir önemli faktör olmuştur; yani, o programın bedeli daha önceki hükümet tarafından ödenmiştir ve kabul etmeliyiz ki, 2002 yılındaki ekonomik uygulama, Türkiye'nin, uygulanan programın bazı noktalarda sonuç almaya elverişli olduğunu bize göstermesiyle sonuçlanmıştır. 2002 yılı ekonomik göstergeleri bize gösteriyor ki, bu program enflasyonu indirme konusunda başarılı olma umudunu vermiştir. Nitekim, enflasyon 2002 yılında yüzde 70 düzeyinde iken, yüzde 30 düzeyine indirilmiştir. Bu, çok önemli, iddialı bir enflasyon indirme çabasıdır. Enflasyonun inişine paralel olarak faizlerin inmeye başlaması, yine, 2002 yılında kendisini göstermeye başlamıştır; faizlerde bir inme süreci 2002 yılında başlamıştır, enflasyonda inme süreci başlamıştır ve 2002 yılında, Türkiye'de, bir yıl öncesiyle mukayese edildiği zaman, çok şaşırtıcı bir ekonomik büyüme ortaya çıkmıştır, yüzde 7,8'lik bir büyümeyi de o program güvence altına almıştır.

Tabiî, bu, Türkiye'nin sorunlardan kurtulduğu anlamına gelmez, enflasyonu kontrol altına alma bakımından mesafe aldığımızı, bu konuda bir şansı yakaladığımızı bize göstermektedir ve değerlidir; ama, başka alanların da dikkatle gözlenmesi ve başka sorunlar birikiyor mu, başka krizler hazırlanıyor mu, bunun sürekli bir dikkat, teyakkuz içinde irdelenmesi ihtiyacı da elbette ortadadır. 2002 yılından sonra 2003 yılı performansı şimdi arkamızdadır, ona da bakıp bir değerlendirme yapmak durumundayız. Sonra, önümüzdeki döneme yönelik, 2004 ve sonrasına yönelik ekonomi programımızı şekillendirme ve tartışma, irdeleme durumundayız.

2003 yılında ortaya çıkan tablo bize, enflasyondaki inme sürecinin devam ettiğini gösteriyor. Bu, memnuniyet verici bir gelişmedir. Yüzde 30'a inmiş olan enflasyonun, şimdi, yüzde 20'ye -bu yıl- ineceğini görüyoruz. Bu da önemlidir; çünkü, daha az bir inme var gibi gözüküyor; ama, inme aşağıya doğru yöneldikçe, indirme daha da güçleşmeye başlar. O bakımdan, yüzde 30'dan yüzde 20'ye enflasyonun iniyor olması da memnuniyetle karşılanması gereken bir tablodur.

Yine, büyüme bakımından geçen yılki düzeyde olmasa da, yüzde 7,8 düzeyinde olmasa da, bu yıl da, büyüme trendinin devam ettiğini görüyoruz; yüzde 5,4'lük bir büyümeyle karşı karşıyayız. Yılın üçüncü çeyreği rakamlarına dayanarak bunu söylüyorum. Bu da, Türkiye'de bir büyüme tablosunun bulunduğunu ortaya koymaktadır. Buna bakarak "bizim program başarıya ulaştı, Türkiye, krizden artık çıkıyor" rahatlığına ulaşmamız, maalesef, söz konusu değildir. Yani, böylesine iddialı programlar başka ülkelerde de kararlılıkla uygulanır, hatta, enflasyon sıfıra iner, bir süre öyle de kalır; ama, bir süre sonra, tekrar, bunun kalıcı, güvenilir olmadığı gerçeği acı bir biçimde ortaya çıkar. Latin Amerika bunun örnekleriyle doludur.

Şimdi, biz Türkiye olarak kendimizi güvence altına almaya çalışıyoruz, enflasyonu denetlemeye gayret ediyoruz, bu konuda memnuniyet verici işaretler var; ama, başka alanlarda durum nedir; onu, bir ilkel siyasal savunma duygusuna girmeden, siyasal suçlama arayışına da yönelmeden, açık kafayla irdelememizde yarar vardır.

Değerli arkadaşlarım, buraya baktığımız zaman gördüğümüz bazı şaşırtıcı işaretler var. Demin söylediğim olumlu işaretlerin yanında, bizi kaygılandıran başka bazı işaretler var. Nedir bunlar?.. Türkiye'nin krize sürüklenmesinin en temel nedeni, hepimizin çok iyi bildiği gibi, ülkenin, çok büyük bir borç batağına saplanmış olmasıdır ve bir istikrar programının başarıya ulaşması, ülkenin borç yükünün azalmaya başlamasıyla mümkün olur. Türkiye, borç üretmeyen bir ekonomiye dönüştürülebilmelidir. Bunu başarabilirsek rahatlarız. Acaba bu konuda tablo nedir; Türkiye ekonomisinin borç karşısındaki manzarası nedir? Biz, borç batağından çıkmaya yönelmiş bir ülke haline geldiğimizi söyleyebilir miyiz; borç yükünü azaltmaya başladığımızı söyleyebilir miyiz?

Değerli arkadaşlarım, buraya baktığımız zaman durumun pek parlak olmadığı gözüküyor. Türkiye, bu iki yıllık çaba sonunda -2002 ve 2003 sonunda- maalesef, borç ödeyen bir ekonomi haline, borç azaltan bir ekonomi haline gelememiştir. Yapılan incelemeler, rakamlar, bize açıkça gösteriyor ki, Türkiye'nin borç stoku bu yıl, 2003 yılında artmıştır. Yani, çeşitli hesaplama yöntemleri kullanılabilir; fakat, daha dikkatli bir şekilde baktığımız zaman, bunu hep birlikte görüyoruz. Oradaki manzara şöyle gözüküyor: Türkiye, borçlarını 2003 yılında -iç borçlarını- yüzde 25 oranında artırmıştır. Yani, net borç stokunu konuşuyorum. Borçlanma miktarı... O ayrı; çok büyük borçlanma yapılmıştır. Mesela, AKP iktidara geldiği zaman, 2002 Ekiminde Türkiye'nin borç stoku 144,2 katrilyondu; 144,2 katrilyon borçla bu iktidar devreye girdi ve yıl sonunda, daha doğrusu ekim sonunda, geldiğimiz noktada yapılan yeni borç miktarı 142,5 katrilyondur; yani, devralınan borç stoku kadar ek bir borçlanma yapılmıştır. Tabiî, bu net borç artışı anlamına gelmez; çünkü, o borçlanma yapılıyor, bir kısmı da ödeniyor. Neti ne olmuştur derseniz; neti yüzde 25 artmıştır; yani, Türkiye, borç stokuna 2003 yılında dörtte 1 ekleme yapmıştır. Bu, çok yüksek bir rakamdır, çok ağır bir rakamdır. Türkiye'nin borç sarmalından kurtulduğunu söylemek olanağı, maalesef, yoktur.

Değerli arkadaşlarım, bunlara daha ayrıntılı olarak birazdan bakacağız; ben, işin genel tablosuna dikkatinizi çekmeye çalışıyorum. Türkiye, bu aralık ayı sonuna geldiğimiz zaman, büyük bir ihtimalle, borç stokuna, 50 ilâ 60 katrilyon civarında net bir borç eklemiş konuma gelecektir. Şimdi, ana meseleyi çözmüş değiliz, ana meselede bir azalma sürecini başlatmış değiliz, ana mesele aynen devam ediyor, borç işi aynen devam ediyor. Bu, göz önünde tutulması gereken bir temel nokta.

İkincisi, değerli arkadaşlarım, Türkiye, dış dünyayla ilişkilerinde, dış ekonomik ilişkilerinde -yani, ticarî ilişkilerinde, ihracat ithalat, turistik gelir gider farkı, işçi dövizleri, sermaye hareketleri- net olarak kaygı verici düzeyde açık vermeye başlamıştır. Bu, belki, asıl özenle, önemle, ilgiyle izlememiz gereken ana konuyu oluşturmaktadır. Yani, 2003 yılında Türkiye'de, ihracat müthiş bir artış gösterdi, ithalat daha müthiş bir artış gösterdi; çeşitli sermaye hareketleri oldu, turizmden gelirler, giderler oldu. Sonuç ne; ne oldu; dış dünyayla dövize dayalı ilişkide nasıl bir tablo ortaya çıktı? Ortaya çıkan tablo, Türk ekonomisinin dışa yönelik kanamasının kaygı verici bir noktaya yükselmekte olduğudur.

Bakınız, bu bütçe, geride bıraktığımız bütçe, mart ayında, bu yıl sonu için 3 500 000 000 dolarlık bir carî açık öngörüyordu. Deniliyordu ki, yıl sonunda biz, dış dünyayla alırız veririz, sonunda 3 500 000 000 dolarlık bir açık ortaya çıkar ve onu da kontrol ederiz. Bu varsayımla yola çıkılmıştı, 3 defa bu tahmin değişti ve en son geldiğimiz noktada, en son tahmin 7 400 000 000 olarak yapıldı. 2004 yılının programında öngörülen rakam ise, 7 700 000 000 dolardır. 7 700 000 000 dolar, Türkiye'nin gayri safî millî hâsılasının yüzde 3'ünden fazlasıdır. Yüzde 3, yüzde 4, çok tehlikeli rakamlardır. Bu yıl bu düzeyde bir carî açığı Türkiye kontrol eder; bunda bir sorun olmaz, bunu aşarız; ama, bu, 2004 için alarm verici sayılmalıdır. 2004 yılında da carî açığın böyle artmaya devam ettiği görülecek olursa, bunun şu andaki dengeler üzerinde çok olumsuz yansımaları ortaya çıkar, reel faizler yükselmeye başlar, kur politikası sıkıntıya girmeye başlar ve başka rahatsızlıklar çıkar. Bu, hemen kontrol altına alınması gereken bir olaydır. Bunun altında ne yatıyor; büyük ithalat patlaması yatıyor. Büyük ithalat patlamasının altında, Türk Lirasının gerçeğin üzerinde değerlendirilmesini esas alan bir kur politikası yatıyor. O kur politikası, ithalatı teşvik ediyor. Şimdi faizler de indiği ve bankacılık sistemi de tüketici kredilerine destek vermeye, kredi vermeye başladığı için, önümüzdeki dönemde bunun daha da hızlanarak ortaya çıkması söz konusudur. Derhal, ciddî,  bu konuda ince ayar yapılmasına ihtiyaç vardır. Ekonomiyi yönetenlerin bu tehlikeyi görmeleri, buna karşı çok ciddî hazırlık ortaya koymaları ve önümüzdeki yıl, 2004 yılında, cari açığın bu düzeylerde tekrar ortaya çıkmasına fırsat vermemeleri mutlak bir ihtiyaçtır. Eğer, bu konuda bir gevşeklik, yine bu yılı aynen devam ettiririz rahatlığı ortaya çıkarsa, korkarım, çok ciddî bir tabloyla karşı karşıya kalabiliriz. Cari açık ikinci önemli nokta. Borç devam ediyor, artıyor; cari açık büyüyor, kaygı verici düzeye çıkıyor.

Değerli arkadaşlarım, bunun altında ne yatıyor? Bakınız, Türkiye, bu politikayı götürürken, 2003 yılında olağanüstü bir vergi uygulaması yaptı. Her zaman başedilemeyecek, göze alınamayacak çok iddialı, kapsamlı bir vergi uygulaması yaptı Türkiye; uçan kuştan vergi aldı, çift vergi aldı, yeni yeni vergi kalemleri icat etti, onlardan vergi aldı, geçmişte ödenmemiş olan borçların ödenmesini sağlamak için yeni düzenlemeler yaptı, geçmişe yönelik vergi sağması yapmaya çalıştı. Müthiş bir vergi uygulamasıyla -biz buna vergi terörü diyoruz- Türkiye 2003 yılında karşı karşıya kaldı. Yani, vatandaşın elinde avucunda, kolunda bileğinde, boynunda ne varsa alındı vergi olarak. Müthiş, her zaman yapılamayacak bir vergi uygulaması. Bununla borç ödendi. Yatırım yapıldı mı; maalesef, yatırım yapılmadı. Bir başka temel nokta da bu. Yani, 2003 yılında, Türkiye, topladığı paralarla yatırım yapamamıştır. Yatırım yapamamış olması, Türkiye'nin önümüzdeki dönemdeki sorunlarının ortaya çıkmasına yönelik bir altyapı oluşturmaktadır. Bakınız, Türkiye, 2003 yılında, cumhuriyet tarihinin en düşük yatırım planlamasını yaptı ve üzüntüyle tespit ediyoruz ki, 2003 yılında 8 katrilyon liralık bir kamu yatırımı öngörüldüğü halde,  bunun ancak 6,5 katrilyon lirası harcanabilmiştir. Yani, Türkiye, 6,5 katrilyon lirayı ancak harcayabilmiş, 1,5 katrilyon lirayı kamu yatırımı olarak harcayamamıştır.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, bu, Sayın Bakanın konuşmasında bahsettiği, sıkı maliye politikası,  para politikası sadedinde, doğrultusunda bir anlayışı yansıtmaktadır, bunu anlıyorum; ama, sıkı para politikasının kurbanı olarak, IMF'nin de onayıyla, kamu yatırımları olarak 8 katrilyon öngörüldüğü halde, IMF bile bunu kabul ettiği halde, siz, sıkı para politikası uygulayacağım deyip, bu 8 katrilyonun 1,5 katrilyonunu harcamama noktasına gelirseniz, çok ağır bir bedel ödettirirsiniz. Onun kısılması gereken yerler, kamu yatırımlarının dışındaki alanlar olmalıydı.

Yani, şunu söylemek istiyorum: Türkiye'nin borcu artıyor, Türkiye'de cari açık büyüyor, Türkiye'de kamu yatırımları azalıyor, Türkiye'de müthiş bir vergi seferberliği yaşanıyor ve bu tablo, aman, işler iyi gidiyor diye, bizi feraha götürecek bir tablo sayılmamalıdır; sayanlar varsa, bunu çok iyi değerlendirmelidir. Bunu, bir uyarı olarak dile getirmeyi görev biliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Plan ve Bütçe Komisyonunda bu bütçenin 2003 bütçesiyle arasındaki fark nedir konusu konuşulurken -Sayın Bakan, o samimî üslubuyla, 2003'te, "canım, biz, bu sorunları kucağımızda bulduk, yapacak bir şey yok; işte, ona göre bir bütçe; bununla idare ediverin" demişti- 2004 bütçesi için, Sayın Bakan "canım, bu bütçeyi 2003'le mukayese ettiğiniz zaman, işte, ayvaz kasap aynı hesap; bizim iş de öyle" diye, samimî üslubuyla bir itirafta bulunmuştu. Tabiî, iktidarın kendisini kasap yerine koyduğu dikkate alınacak olunursa (CHP sıralarından alkışlar) benim, buna daha uygun bir gözlem düşünerek söyleyebileceğim "iktidar et derdinde, vatandaş can derdinde"dir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu bütçe de, tıpkı 2003 bütçesi gibi, vatandaşı can derdinde bırakan bir bütçedir; sosyal yönü olmayan ve halkın elindekini avucundakini çeken, emen ve Türkiye'nin temel sorunlarında "hele şükür, helal olsun, verdik ya, artık borçtan kurtulmaya başladık, dış denge oturmaya başladı" dedirtme noktasına da getiremeyen bir bütçedir. Samimiyetle, açıklıkla, dürüstlükle söyleyeceğim budur.

Değerli arkadaşlarım, bu kadar para alınmış. Borç ödenmiş; borç azalmamış. Yatırım yapılamamış. Sonuç ne; işsizlik, çok ciddî bir sosyal sorun olarak ortaya çıkmaya başlamış. İşte, bu, çok ağır bir olaydır. Bunun üzerinde de, iktidarın, çok ciddiyetle durması lazımdır. Maalesef, Türkiye'nin bu istikrar programını uyguladığı sürece ortaya çıkan ve özellikle bu yıl kendisini daha bariz şekilde gösteren bir durumla karşı karşıyayız; işsizlik artıyor.

Tabiî, işsizlik artıyor. Bunun nedenlerini ararken, büyümenin nasıl bir büyüme olduğuna bakarsanız görüyorsunuz. Yani, büyümeye baktığınız zaman gördüğünüz şu: Büyümede, tarım küçülüyor -çok net bir şekilde, resmî rakamlar bize gösteriyor ki, tarım, bu yıl küçülmüştür- inşaat da küçülüyor, malî sektör de küçülüyor; bu büyüme nereden geliyor diye baktığınız zaman, iki kaynak buluyorsunuz. Bu kaynaklardan birisi, iç talep artıyor -belli bir ölçüde iç talebin artışına bağlı bir büyüme- ve belki, asıl önemli olan, stok artıyor. Bu yıl gerçekleşen yüzde 5,4'lük büyümenin altında çok önemli bir stok artışı vardır. Yani, ekonomi çalışıyor, üretiyor; bu, üretim olarak kayda giriyor; nerede bu, vatandaş tüketti mi, ne oldu dediğiniz zaman "bu, stokta" deniliyor. Böyle bir stok tablosu, bir yıl için, belki, mazur görülebilir, anlayışla karşılanabilir. Geçen yıl nasıldı şu yüzde 7,8 büyüme diyorsunuz, bir içine giriyorsunuz büyümenin; görüyorsunuz ki, ortaya çıkan büyüme, stoka dayalı bir büyüme; o büyüme de stoktan sağlanmış. Yani, 2002 için de bunu söylüyorum; 2002 de stoka dayalı bir büyüme. 2003?.. O da stoka dayalı bir büyüme. Sayın Bakanın getirdiği bütçeye bakıyoruz -2004- o da stoka bel bağlamış bir bütçe. 2004'te de yüzde 5 büyüyecekmişiz ve stoka büyüyecekmişiz.

Değerli arkadaşlarım, bu, garip bir tablo. Gerçekten şaşırtıcı bir manzara. Yani, iktisatçıların bu tabloyu izah etmesine ihtiyaç var. Türkiye, ekonomik büyüme rakamları ortaya çıksın diye, üretip üretip stokta bunu biriktiriyor gibi bir tablo, gerçekten, izah edilmesi güç bir tablo ortaya koyuyor.

Bu, işte, işsizlik olayı... Bir yandan büyüme var, bir yandan işsizlik var. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu! Eğer Türkiye büyüyorsa, işsizliğin azalması lazım. Büyüme, böyle büyüme! Şimdi, böyle bir büyüme, tartışılması gereken bir büyümedir. Büyüme deyip geçmeyelim, büyümenin içyüzüne bakalım.

Bazı iktisatçılar, bu çarpık tabloyu ciddî şekilde değerlendiriyorlar; bir taraftan, demin benim üzerinde durduğum borç miktarının artıyor olmasını, cari açığın büyüyor olmasını, kamu yatırımlarının azalıyor olmasını dikkate alarak, buna yoksullaştırıcı bir büyüme diyorlar. Türkiye, yoksullaştırıcı bir büyüme sürecinin içindedir teşhisini koyan iktisatçılar, tezlerini giderek daha etkili bir şekilde ifade etmeye başlıyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bu, makro tabloya baktığımız zaman gördüğümüz manzaradır ve bunun sonucu şudur: Bugün, 2003 yılı sonunda, Türkiye'nin adam başına millî geliri 1998 yılının altındadır. Yani, beş yıl Türkiye bunca çile çekti, acı çekti, fedakârlık yaptı; geldiğimiz nokta, 1998 yılının adam başına gelir düzeyinin, sabit fiyatlarla ölçüldüğü zaman, 2003 fiyatları esas alınarak ölçüldüğü zaman, daha altında bir gelir düzeyi olduğu gerçeğidir.

RECEP KORAL (İstanbul) - Kaç dolar?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - 3 000 doların altında; hâlâ, öyle; yani, 2003'ü esas alacak olursanız.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye, büyüme sürecini sürekli yatırım yaparak gerçekleştirdi. Türkiye, yatırım yapma iddiasından vazgeçemez; Türkiye, yatırım yapmaktan geri kalarak ilerleyemez. Bu, fevkalade önemli bir olaydır.

Türkiye'de yatırımlar çok ciddî şekilde azalmıştır; sadece bu bütçe için söylemiyorum, 2004 bütçesi için söylemiyorum; Türkiye, bir süredir, yatırımda havlu atmış bir anlayışın içerisine girmiştir ve bu, bizi, gelecek bakımından ciddî sorunlarla karşı karşıya bırakmaya başlamıştır.

Bakınız, bizim, şimdi, gayri safî millî hâsılaya göre yüzde 4,2'lik bir oranda kamu yatırımları planlaması yaptığımız görülüyor; 1980'li yıllarda, bu, yüzde 10 düzeyindeydi; yani, Türkiye, gayri safî millî hâsılasının yüzde 10'u düzeyinde yatırım yapan bir ülkeydi; 1990'lı yıllarda yüzde 7'ye düştü; şimdi geldiğimiz nokta yüzde 4,2'dir. İşsizlik, onun sonucu olarak artmıştır, büyümeyle ilgili tereddütler o nedenle ortaya çıkmaya başlamıştır.

Yani, bugün 2003 yılı fiyatlarıyla, 1990'lı yılların ikinci yarısında, Türkiye'nin yaptığı sadece altyapı yatırımları -kamu yatırımlarının tümünde kastetmiyorum- 2003 parasıyla 18-19 katrilyondu; bugün bu rakam 10 katrilyonun altındadır. Yani, Türkiye, geleceğe yönelik iddiasını, geleceği kurma hevesini, çabasını, artık, önemsemez bir noktaya gelmeye başlamıştır. Bu, bizi, ciddî sorunlarla karşı karşıya bırakabilecektir. Bu tablo içerisinde, tabiî, işsizliğin artmasından hayret duymaya hiçbir neden yoktur.

Ayrıca, bir başka nokta da, tabiî, Türkiye'nin dış dünyayla ilişkilerinde yabancı sermaye girişidir. Yıllardır bu konuda gayretler gösterildi; işte, imzaları azalttık, bürokrasiyi kaldırdık denildiği halde, maalesef, somut bir ilerlemeyi ortaya koyamamıştır. 2002 yılında 2003 üç yılı için öngörülen yabancı sermaye girişi 1 200 000 000 dolardı; hesaplar ona göre yapılmıştı. 2003'te 1 200 000 000 dolarlık yabancı sermaye gelir denilmişti, on ayın sonunda gerçekleşen miktar 16 000 000 dolardır. Türkiye, sadece 16 000 000 dolarlık yabancı sermaye girişiyle karşı karşıya kalmıştır. Şimdi, 2004 için de hesap yaparken, yine, 2 milyar dolarlık bir yabancı sermaye girişi öngörülmektedir ve dengeler buna göre kurulmuştur "işsizlik o sayıda artacak" diye, Sayın Bakan, bizlere güvence vermektedir. İnşallah, öyle olur; ama, tablo bu, yaşadığımız gerçekler bu.

Değerli arkadaşlarım, demin de ifade ettim, 2003 Ekim sonunda Türkiye'nin 142,5 katrilyonluk içborç stoku vardı; bu, aşağı yukarı bir yılda yapılan borçlanmaya eşittir. Yani, borç stokunu, Türkiye, bir yıl boyunca duble edecek şekilde bir borçlanma yapmıştır ve açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, bırakınız toplam kamu borçlarının azalmasını, on ayda net 46 katrilyon lira -36'sı içborçlar, 10 katrilyon da dışborçlardan olmak üzere- daha da artmıştır. Bu yılın son iki ayındaki artışlar da hesaba katılırsa, borçlardaki net artışın 50 ile 60 katrilyon arasında bir noktaya yaklaşacağı tahmin edilebilir.

Borç stokundaki artış kadar önemli diğer bir nokta, AKP döneminde hazinenin yüksek düzeyde reel faiz ödemek zorunda kalmış olmasıdır. Yani, yılın başlarında özellikle, olağanüstü yüksek düzeyde borçlanma yapılma durumu ortaya çıkmıştı ve bu reel faiz oranları son aylarda önemli ölçüde azalmıştır, bu, çok sevindirici bir gelişmedir; ancak, yasal hiçbir önlem alınmadığı takdirde, dışkaynaklara bağlı bir büyüme sürdürüldüğü için bu oranların korunması 2004 yılı için garanti değildir. Bakın, şimdi, faiz oranlarının yüzde 26'ya, yüzde 27'ye indiğini görüyoruz; bu, bir yıl sonrası için öngörülen faiz oranı; bir yıl sonra, oniki ay sonra enflasyonun yüzde 12'ye ineceği öngörülüyor. Enflasyonun yüzde 12'ye inmesi halinde, yüzde 27'lik bir faiz oranı, 15 puanlık bir reel faizi ifade ediyor. Tabiî, 30-35 puanlık bir reel faizle mukayese edildiği zaman bu da memnuniyet vericidir; ama, bu, yeterli değildir, bu, garanti değildir.

Türkiye ne zaman rahatlar biliyor musunuz; Türkiye, büyüme oranıyla faizdışı fazla oranının toplamı, yani 6,5'le gerçekleştireceğimiz büyüme oranının toplamı, yılda gerçekleşecek ortalama reel faizin üzerine çıktığı zaman rahatlar. Borçlar işte o zaman devrilmeye başlar, borçlar o zaman azalmaya başlar.

Türkiye'de, geride bıraktığımız yılda, reel faizler, yüzde 30'lardan yüzde 15'lere kadar indi; ortalaması yüzde 18-20 civarında olsa bile, 6,5 reel faiz, yüzde 5,4 bir ekonomik büyüme, 12 civarında bir toplam; onun üzerindeki her puan Türkiye'nin borç yükünün daha da arttığını bize gösteriyor. Bunu aşmak zorunluluğu vardır. Bunun için reel faizin indirilmesi lazımdır. Reel faizi de tehdit edecek, gelecekte, en temel unsurlardan birisi, cari açığın nasıl gelişeceğidir. 2004 yılında cari açığın nasıl gelişeceği fevkalade önemli olacaktır. Bu da, ithalat-ihracat dengesinin nasıl olacağına bağlıdır, Türkiye'nin dış dünyayla ilişkilerinin nasıl gelişeceğine bağlıdır.

Gene, borç çevirme oranı da sevindirici bir noktaya gelebilmiş değildir. Yani, Türkiye, ödediği borçların ne kadarı kadar yeniden borçlanmaktadır; bu oran yüzde 90'ların üstüne çıkmıştı; normalde bu oranın yüzde 70-75 düzeyinde olması  gerekirdi.

Değerli arkadaşlarım, bunlar, işin genel tablosu. Tabiî, olaya girerken, önümüzde bir bütçe var; ama, iki tane hükümet programı var arkamızda. O hükümet programının yanı sıra acil eylem planı var ve seçim bildirgeleri, seçim taahhütleri var. Bütün bunlara baktığımız zaman, gördüğümüz manzara şudur: Yani, biz, onları bırakarak, demin yaptığım analizi yaparak bu gözlemleri ortaya koyuyoruz. Tabiî, onlara baktığımız zaman tablo çok farklıdır. Bize, çok garanti bir şekilde "takip edin ve hesap sorun" diyerek acil eylem planında birtakım açık angajmanlar yapılmıştı.

Şimdi, ben şunu görmek istiyorum: "Konut seferberliğini başlatacağız" demişlerdi; ne oldu, konut seferberliği başladı mı Türkiye'de?

"Ekonomi yönetimini tek çatı altında toplayacağız" denilmişti; ekonomi yönetimi müthiş bir dağınıklık göstermeye devam ediyor.

"Ücretlerde özel indirimi kademeli olarak artırıp asgarî ücret seviyesine çıkaracağız" demişlerdi; bırakınız asgarî ücret seviyesine çıkarmayı, ücretlerde özel indirim tamamen kaldırılmıştır.

"Açlık sınırının altındaki aileler kayda alınacak ve ilk üç ayda bu işlem tamamlanacak, üçüncü aydan itibaren de kendilerine yardım yapılabilecek" deniliyordu; bunların hepsi birer boş söz olarak duruyor; unutuldu. Yani, bunlar, yapmayı vaat edip de yapmadıklarınızın birkaç tanesinin örneği.

Bu arada, yaptıklarınıza gelince şunları görmezlikten gelmek mümkün değil: 1 000 000'u aşkın öğrencinin sütünü kestiniz; 1 000 000'un üzerindeki öğrenciye her sabah süt veriliyordu, bu sütü kaldırdınız.

64 000 üniversite öğrencisinin bursunu kestiniz, 64 000 üniversite öğrencisinin bursunu azalttınız.

"Vergiyi tabana yayacağız" dediniz, bunun üç ayda mevzuatı hazırlanacaktı; tam tersine, bir vergi terörü estirdiniz.

"Elektrik fiyatları üzerindeki TRT payını üç ayda kaldıracağız" dediniz; geri adım attınız, bu konuyu unuttunuz.

"Vatandaşların hayat standardını artırmayı sağlayan ekonomik politikalara ağırlık verilecektir" dediniz; tam aksini yaptınız, yoksulluğu ve işsizliği artırdınız.

"İlk üç ay içinde hayvancılık sektörünün geliştirilmesi için acil tedbir alınacaktır" dediniz; hiçbir tedbir alınmadı, tam tersine, hayvancılık kendi kaderine terk edildi, tarımın en perişan alt kesimi olmaya devam ediyor.

 Efendim "yeşil mazot getireceğiz" demiştiniz; bu konuda göstermelik bir adım attınız. O adımın da hiçbir kalıcı, etkili yönü, maalesef, ortaya çıkmadı.

"Tarım ürünleri sigorta kanunu çıkarılacak" demiştiniz; bunların hepsi de unutuldu, terk edildi.

Değerli arkadaşlarım, bunları şunun için vurguluyorum: İzlediğiniz politika insanı dışlıyor, insanı yok sayıyor; uygulanan programda insan yok, programın sosyal boyutu yok.

Tabiî, şimdi, siz, diyeceksiniz ki: "Biz, ilköğretim çocuklarına kitapları bedava dağıttık, yoksul ailelere kömür dağıttık, ramazanda iftar çadırları kurduk." Bunlar doğru; ama, bunlar yeterli değil, bunlar birer aldatmaca. Bakınız, sizler, ilköğretimde öğrencilere verilen sütü kestiniz, bunun yerine kitap verdiniz. Öğrencilere verilen bursu kestiniz, bunun yerine kömür verdiniz. Oysa, biz, hükümet olarak, şunu bekliyorduk: Hem sütü verin hem kitapları; hem bursu verin hem de kömürü. (CHP sıralarından alkışlar)

İnsanları aldatmanın gereği yok, doğruları yapalım. Kaldı ki, insanlar, sizden iane ve sadaka değil, iş istiyorlar, emeğinin karşılığını alabileceği bir gelire kavuşmayı istiyorlar. En kutsal hak çalışma hakkı, iş talep etme hakkı. İşsiz bir duruma sürüklenen milyonlarca insanın acısını, arada sırada onlara erzak torbaları dağıtarak telafi edemezsiniz.

Değerli arkadaşlarım,  hükümet, memur maaşlarında, yılın ikinci yarısı için net 47 000 000 liralık bir artış sağlamıştır. Bu zam, ilk altı ayın reel kaybını bile telafi etmemektedir. Yıl sonu enflasyonunun yüzde 20 olacağı dikkate alındığında, 2003 yılında ortalama yüzde 12 zam alan memurun reel kaybı yüzde 8'e çıkmaktadır. 

Sayın milletvekilleri, isterseniz daha somut bir örnek vereyim: Bugün, 9 uncu derecenin 1 inci kademesindeki bir öğretmenin maaşı, halen 626 140 000 liradır. Bütün memurların olduğu gibi, öğretmenlerin maaşları da yetersizdir. Öğretmen maaşı ile yoksulluk sınırı hesaplarını karşılaştırdığımızda, öğretmenlerin nasıl sefalete terk edildiklerini açıkça görürüz. Türk-İşin yaptığı araştırmaya göre, 4  kişilik ailenin yoksulluk sınırını ifade eden harcama tutarı, kasım ayında, 1 352 000 000 liradır. Öğretmenlerin maaşları, yoksulluk sınırının yarısından dahi azdır. Türk-İşin araştırmasına göre, 4 kişilik ailenin sadece mutfak harcamaları, kasım ayında, 455 000 000 liradır. 625 000 000 lira aylık alan bir öğretmen, 455 000 000 lira mutfak harcamasını yaptıktan sonra kalan 171 000 000 lirayla  kira giderini mi, ısınma ve ulaşım masraflarını mı, çocuklarının okul harcamalarını mı karşılayacaktır ve siz, öğretmenden, çocuklarımızı yetiştirmesi için görev bekleyeceksiniz! Acaba hangi uygar ülke kendi öğretmenine bu yoksulluğu reva görmüştür?!.

Değerli arkadaşlarım, AKP Hükümetinde yoksulluğa mahkûm edilenler sadece öğretmenler değil; Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre, bugün Türkiye'de 12 200 000 kişi açlık sınırındadır -dikkatinizi çekiyorum; yoksulluk değil, açlık sınırı- ve bu insanların sayısı azalacağına, maalesef, artmaktadır. Ramazanda yoksul ailelerin sofralarında fotoğraf çektirerek bu sorun çözülmüyor. Daha da acı olanı, bu sorunu çözmeye hükümet de yanaşmak istemiyor.

Değerli arkadaşlarım, hükümet programında, hükümetin, fakirliği ve işsizliği azaltacağından söz ediliyor. Geçen bir yıl içinde, ne fakirlik azaltılmıştır ne de işsizlik azaltılmıştır; tam aksine, insanlar daha da yoksullaşmış ve işsizlik, daha da egemen hale gelmeye başlamıştır.

Türkiye, sosyal boyutu ihmal edilen bu programla bir yere varamaz. Açlığa ve yoksulluğa savaş açmayan bir hükümet kalıcı olamaz;  insanı yok sayan bir hükümet, hükümet edemez. Bugün geldiğimiz nokta, iç açıcı bir nokta değildir. Böyle bir noktaya geldik ki, yoksul aileler çocuklarına bakamaz duruma düştüler. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun Sayın Genel Müdürü açıklıyor "çocuklarını bırakmak için kuruma yapılan başvurular 8 000'den 34 000'e çıktı" diyor "İnsanlar, çocuklarını okutamaz; insanlar, karınlarını doyuramaz hale geldiler" diyor; sokakta yaşayan çocukların sayısının hızla arttığını söylüyor ve Sayın Genel Müdür sözlerine ekliyor "bu sorunu üç yıla kadar çözemezsek, İstanbullular sokağa çıkamayacak duruma düşebilirler" diyor. Değerli arkadaşlarım, bu, karşı karşıya bulunduğumuz manzara.

Değerli arkadaşlarım, hükümet, lüks evlerinde oturup, ahkâm kesen ve Türkiye'yi tozpembe gösteren çevrelerin yarattığı tablonun sarhoşluğuna kendisini teslim etmesin. (CHP sıralarından alkışlar) Bunlar ülkenin acı gerçekleridir, bunları görmekten bir an bile uzak düşmesin.

Değerli arkadaşlarım, maalesef, bu ekonomik tablo, bu acı gerçekler, bu sosyal facialar Türkiye'de yaşanırken, hükümetin en önem verdiği konu olarak kadrolaşma kendisini gösteriyor. Yani, bu hükümet, kendisine verdiği temel misyonla, devletin kritik noktalarına vücut dilimizden anlayacak insanları yerleştirelim, bizimle diyalog kuracak, bizi anlayacak, bizim isteğimizi yerine getirecek kadrolarla, devleti, cumhuriyeti denetim altına alalım hesabı ve arayışı içine girmişler gibi gözüküyor; bu, çok yanlış olmuştur.

Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu hükümet, hapisteki bir insanı bir kamu kuruluşunun yönetim kuruluna atamıştır; iş, ta bu noktaya kadar getirilmiştir. Hakkında soruşturma yapılmış, çeşitli suçlamalara hedef olmuş, hiç bu ayırımları gözetmeden, acımasızca girmiştir. Bunun en belirgin uygulandığı yerlerin başında da Millî Eğitim Bakanlığı gelmiştir. Tehlikeli bir kadrolaşma orada yürütülmek istenmektedir. AKP, iktidara gelir gelmez çıkardığı bir genelgeyle, il ve ilçe müdürlüklerinde vekâleten görev yapan 30'u il, 513'ü ilçe müdürü, 105'i il müdür yardımcısı, 247'si il şube müdürü, 246'sı da ilçe şube müdürü olmak üzere, toplam 1 041 kişiyi görevinden almıştır. Vekâleten görev yapanların yerine, yeniden vekâleten görevlendirmeler yapılmıştır. Tayin edilmek istenenlerin şartlarını uygun görmediği için Sayın Cumhurbaşkanının imzalamaması üzerine, o uygun görülmeyen kimseler, vekâleten, orada, tam yetkiyle görev yapma durumuna sokulmuşlardır. Talim Terbiye Kurulunda çalışan 167 kişi, bir gece darbesiyle, bir anda görevinden uzaklaştırılmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğünde çok tartışmalı atamalar yapılmıştır. Hizbullah operasyonuna katılan, bu konuda uzmanlığı bütün emniyet teşkilatında takdir gören insanlar, Hizbullahın etkili olduğu yerlerden alınmış, çok alakasız, geri planlarda görevlendirilmişlerdir.

Değerli arkadaşlarım, kadrolaşma konusundaki acımasız üslubunuzun en belirgin örneklerinden birisini, bir yasa çıkarmak suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisini alet ederek, TÜBİTAK konusunda gerçekleştirmiş olduğunuzu da ifade etmeliyim. Gerçekten, Türkiye'nin, parlak, hiçbir günlük siyasete karışmamış, sıcak siyasî tartışmaların içinde yer almamış, adı hiçbir şekilde siyaset kulislerinde dolaşmayan, işini de en iyi şekilde, ehil bir biçimde yapan, dünyanın en saygın kuruluşlarında büyük ilgi gören TÜBİTAK yönetimi, bu hükümetin, orayı da kendi anlayışıma teslim alacağım iddiası sonucunda, acımasızca çiğnenmiştir.

Değerli arkadaşlarım, tablo bu; siyaset, böyle bir manzara içinde. Bu arada, tabiî, Türkiye, sosyal sorunlarını artıran bir yanlış vergi politikasının tutsağı haline getirilmiştir. Çok adaletsiz, çok dengesiz, muhtaç kesimleri ezen bir vergi politikası, Türkiye'de uygulanmaktadır; tarihimizde ilk kez, dolaylı vergilerin oranı, bugünkü düzeye çıkmıştır. Bu, Türkiye'de vergi adaleti anlayışının bir kenara bırakıldığının bir açık ifadesidir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin, bir an önce, kayıtdışını kayıt altın almaya ihtiyacı var; ilk yapılması gereken iş budur; gerisi, hiçbir önemi olmayan, kendi kendimizi aldatmaya yönelik çabalardır. Türkiye'nin masrafını kim taşıyacak, Türkiye'nin yükünü kim taşıyacak? Toplumun yarısından vergi alarak bunu sürdürmeye kalkarsanız, aldığınız vergilerle Türkiye'yi ayakta tutamazsınız, hizmet veremezsiniz, borçları ödeyemezsiniz ve büyük bir adaletsizlik yapmış olursunuz. Bir an önce, bu sorunu çözmek lazımdır. Bu sorunu çözme doğrultusunda hiçbir ciddî arayışın bu iktidarda var olduğunu görmüyoruz; tam tersine, ters sinyaller veriliyor, bunu ortadan kaldıracak, buna zarar verecek çeşitli uygulamalar birbiri ardından gerçekleştiriliyor. Yapılması gereken birinci iş budur. Türkiye, derhal, kayıtdışını kayıt altına alacak önlemleri gerçekleştirmelidir ve Türkiye'nin, derli toplu bir ciddî vergi reformuna ihtiyacı vardır. Yapılması gereken ciddî işler bunlardır; gerisi, sıkıştık mı çift vergi alalım, sıkıştık mı olağanüstü vergileri sürekli hale getirelim, dolaylı vergilerin oranını artıralım... Bu yaklaşımla, Türkiye, bu sorunların üstesinden gelemez.

Ek Taşıt Vergisi mükellefi 8 000 000 kişiye, ek Emlak Vergisi mükellefi 18 000 000 kişiye ekvergi getirdiniz. Getirirken de- geçmişte de olağanüstü hallerde bu yapılmıştı- istisnalar getirilirdi; bir tek evi olana ya da işte, arabayı ticarî kazanç için kullanma durumunda olana kolaylık getirilirdi; bunları da bir tarafa bırakarak, acımasızca, üzerine yürüdünüz. Anayasa Mahkemesi, bu konuda iptal kararını verdi; tekrar, bu konunun üzerine yürüdünüz; Anayasa Mahkemesi, tekrar, iptal etmek durumunda kaldı. Bunlar, doğru yaklaşımlar değil; bunlar, halkı anlayan, yoksulun derdine duyarlı bir yaklaşım, bir anlayış değil. İzlenen vergi politikası, hammadde fiyatlarını artırıyor, Türkiye'nin sanayiine ciddî darbe vuruyor; izlenen vergi politikası, Türkiye'de işçi ücretlerini, prim uygulaması yoluyla, istihdam vergisi haline dönüştürüyor.

Değerli arkadaşlarım, özelleştirme uygulaması da, yine, bu hükümetin, durup bir değerlendirme yapması gereken konuların başındadır. Özelleştirme, bir kanama konusu olmaya devam ediyor. Bugüne kadar izlenen sağlıksız politikalar, bu hükümet tarafından, maalesef, sürdürülmektedir. Bakın, şu ortaya çıkmıştır artık: Hukuku gözardı ederek özelleştirme yapılmaz, ver kurtul anlayışıyla özelleştirme yapılmaz, eşe dosta kıyak çekme ya da "babalar gibi satarım" cakalanmasıyla özelleştirme yapılmaz, (CHP sıralarından alkışlar) tekel yaratmak amacıyla özelleştirme yapılmaz. Özelleştirme, yapılacaksa, ülke çıkarları doğrultusunda yapılır.

Özelleştirmede geldiğimiz noktaya dikkatinizi çekeyim: Bugüne kadar yapılan özelleştirmelerden sonra 17 368 çalışan işinden atılmıştır; 54 işletme, satıldıktan sonra kapatılmıştır; 28 işletmenin ise ne olduğunu Özelleştirme İdaresi bile bilmemektedir. Bugün, Özelleştirme İdaresi, Türkiye'nin en verimsiz KİT'i haline gelmiştir. Tekel ve Petkim ihaleleri fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Özelleştirmeden beklenen kaynaklar da kesinlikle gelmemiştir. Onyedi yılda Türkiye'nin sağladığı özelleştirme gelirinin astarı yüzünden pahalı olmuştur, masrafı, elde edilen gelire yakın bir düzeyde ortaya çıkmıştır.

Türkiye'nin son yıllarda bütçe açığı 30 milyar dolar civarındadır. 3 milyar dolar bile bu yirmi yılın özelleştirme geliri değildir ve biz, hâlâ, ekonomiyi, bu konuda yeni atılımlar yaparak düzelteceğiz diye kendimizi avutuyoruz.

Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri de sosyal güvenliktir. Sosyal güvenlik, maalesef, kendi ayakları üzerinde duran, kapsamı, arzu ettiğimiz genişliğe ulaştırılmış bir duruma bir türlü getirilememiştir. Primleri artırarak açıkları kapatma politikası iflas etmiştir. Primlerin artışıyla toplanan gelirin artmadığı, tam tersine, azaldığı, artık açıkça ortaya çıkmıştır.

Bu hükümetin çıkardığı SSK ve Bağ-Kur prim affı ise, sonuçları itibariyle bekleneni vermemiştir. Vergi Barışı Yasasıyla, naylon faturacıya, hayalî ihracatçıya, vergi kaçakçısına getirilen kolaylık Bağ-Kurluya getirilmemiş, bu insanlar mağdur edilmiştir.

İşçi ve Bağ-Kur emeklileri perişan haldedirler. Ağırlaşan yaşam koşulları, bu insanları ciddî biçimde yoksullaştırmıştır. 2003 yılında yapılan sosyal destek ödemesi, bu insanlarda hayal kırıklığı yaratmıştır; çünkü, emeklilere verilmesi gereken aylık TÜFE oranındaki artışlar verilmemiş, emeklilerin hakkı olan sosyal destek ödemesinden düşülmüştür. 2004 yılında, hükümetin bu konuda ne yapacağı ise daha belli değildir.

Daha acı olanı ise, 2004 yılı bütçesinde sosyal güvenlik kurumlarına ayrılan payın gerçekçi olmamasıdır. Örneğin, 2004 yılında, sosyal güvenliğe 15 katrilyon 966 trilyon lira ayrılmıştır; bu miktar, 2003 yılında harcanması öngörülen tutarın altındadır. Bu, hükümetimizin, emeklilere, 2004 yılında da, insanca yaşayacakları bir aylığı vermeyeceğini ortaya koymaktadır.

Değerli arkadaşlarım, enflasyon düşünce hep birlikte seviniyoruz. Elbette, enflasyonun düşmesi gerekiyor; ama, insafla düşünürsek, enflasyonun düşüşünün asgarî ücretliye ve emekliye yansımadığını hep birlikte görürüz. Enflasyon düşerken hayat pahalılığı düşmüyor ve sonuçta, sabit gelirlilerin, esnaf ve sanatkârın, çiftçinin satın alma gücünde ciddî gerilemeler ortaya çıkıyor. Bu insanlar, neredeyse, hükümetin izlediği politikalarla toplumun dışına itiliyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bugün, 10 000 000 kişinin ücreti asgarî ücret düzeyindedir. Kayıtdışı çalışan yaklaşık 4 500 000-5 000 000 kişinin ücret düzeyi de asgarî ücrete göre belirlenmektedir. Ancak, 2003 başında net 225 000 000 lira seviyesine çıkarılan asgarî ücretin satın alma gücü azalmaya devam etmektedir. Bugün gelinen noktada,  zaten yetersiz olan asgarî ücretin satın alma gücü, yılbaşından bu yana yüzde 12 düzeyinde azalmıştır.

Değerli arkadaşlarım, AKP, iktidar olmadan önce çay ile simit hesabı yapardı; iktidar, bu hesabı çok çabuk unuttu. Bakın, somut gerçekleri size hatırlatayım: Ocak 2002'de, asgarî ücretle 24 kilogram dana eti alınırken, Kasım 2003'te, bu rakam 19 kilograma düşmüştür. Ocak 2003'te, asgarî ücretle 41 kilogram beyaz peynir alınırken, bu rakam, Kasım 2003'te 35 kilograma düşmüştür. 2003 başında, asgarî ücretle 647 kilogram kuru soğan alınırken, Kasım 2003'te, bu miktar 278 kilograma düşmüştür.

Değerli arkadaşlarım, sağlık da, bir temel sorun alanı olmaya devam ediyor. Bugün geldiğimiz noktaya bakınca, şu tabloyu görüyoruz: İlaç kuyrukları kalkmamış, daha da uzamıştır. Sigorta primini ödediğiniz halde, ya özel muayene için para ödeyeceksiniz ya da muayene olmak için günlerce bekleyeceksiniz. Tomografi çektirmek için aylarca bekleyeceksiniz. Ameliyat olmak için bıçak parası öderseniz, zamanında ameliyat olacaksınız; ödemezseniz, yine aylarca bekleyeceksiniz. Bağ-Kurluysanız, önce paranızla tedavi olacaksınız, daha sonra paranızı Bağ-Kurdan almak için, ayrıca kuyruğa gireceksiniz. En az altı yıllık ciddî bir eğitimden geçip, önce pratisyen doktor, daha sonra da ciddî bir sınavla, dört yıllık bir eğitimden geçip uzman doktor olacaksınız ve size, devlet, insanca yaşayacağınız bir aylık vermeyecek, sizi özel muayenehane açmaya zorlayacak. Hastanelerde ciddî personel sıkıntısı çekilirken, binlerce ebe, hemşire, laborant, diş hekimi, eczacı, dışarıda işsiz gezmeye devam edecek.

Değerli arkadaşlarım, sağlık politikamızda, maalesef, koruyucu hekimlik anlayışı bir türlü ciddîye alınmayacak, aslında, en ekonomik, en etkili, en önemli politika bu olduğu halde, bir türlü, bu, gündeme gelmeyecek.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'deki ekonomik sorunlar, sosyal sorunlar, işsizlik manzarası, maalesef, bütün ağırlığıyla devam ediyor. Onun içindir ki, bugün, ucuz ekmek almak için sabahın erken saatlerinde kuyruğa giren insanlar, semt pazarlarındaki artıklardan geçinenler, geliri olmadığı için çocuklarını okutamayanlar, trafik lambaları başında dilenen yaşlı kadınlar, çöplerden topladığı kâğıt ve plastik artıklarıyla ailesini geçindirmeye çalışanlar, okulundan birincilikle mezun olmasına karşın iş bulamayanlar, Türkiye'nin gerçek manzarası olmaya devam ediyor.

Değerli arkadaşlarım, bu işsizlik manzarasına yönelik olarak, dikkatinizi, bir kez daha, buraya çekmek istiyorum. Bu yılın temmuz - eylül döneminde, geçen yılın temmuz - eylül dönemine göre 422 000 kişi daha işsiz kalmıştır; yani, iktidarınız döneminde işsize iş vermek değil, bir önceki yılda iş sahibi olduğu halde, yarım milyona yakın insanın iş bulamaz hale düşmesiyle sonuçlanan bir politika uygulanmıştır.

Bütün bunların ötesinde, bütün bunların yanı sıra, en acı olayların yaşandığı sektör, tarım sektörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Değerli arkadaşlarım, tarımın önemi belli, işgücünün yüzde 34'ü orada çalışıyor, gayri safî millî hâsılanın yüzde 12,5'i oradan temin ediliyor, Türkiye'de istikrarın güvencesi, Türkiye'nin geleceğe yönelik beslenme güvencesi, fevkalade önemli bir sektör; fakat, bu sektör de, AKP İktidarından sonra, perişan olmaya devam ediyor.

Dünya Bankasının katkısıyla, artık, tarıma, ekonomik değil sosyal bir bakış açısıyla yaklaşılmaya başlanmıştır; yani "burada insanlar yoksul kalmaya devam edecekler, onların acılarını önlememiz mümkün değil, onları ayakta tutmamız mümkün değil; hiç olmazsa, onlara, sosyal destek verelim" anlayışıyla doğrudan gelir desteği uygulaması başlatılmıştır. Doğrudan gelir desteği, tarıma, üretime, verimliliğe endeksli olmadan, sadece adam başına "eğer toprağın varsa, o topraktan geçimini sağlamak zorundaysan sana bunu veriyorum" diye verilmiştir. Tabiî, toprağa mülkiyetle bağlı olduğu halde, toprakta yaşamayan, üretmeyen pek çok insan da, bu vesileyle doğrudan gelir desteğinden yararlanma imkânını bulmuştur; tutarsız, yanlış bir anlayışla uygulanmaktadır ve maalesef kötü uygulanmaktadır. Yetersizdir ve 2003 yılında, bu yılda ödenmesi gereken doğrudan gelir desteklerinin tümü ödenememiştir "2004 yılında, belki seçimlerden önce, bahar aylarında bunu yaparız" hesabının peşinde koşulmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, Ege Bölgesinde, pamuk ekim alanlarında, geçen yıla göre yüzde 8,5 azalma oldu. Ankara, Konya, Sivas gibi Orta Anadolu bölgelerindeki hububat üretimi yapanların yaklaşık yüzde 30'u birkaç yıl içinde tarım dışına çıkmıştır. Tarım, bilinçli olarak geri plana itilmiştir; ekonomisi çarpıklaşmıştır. Traktör fiyatları bir yılda yüzde 24 yükselmiştir. Gübre fiyatlarında çok büyük artışlar ortaya çıkmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baykal, süreniz bitti; lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Eylül ayında 210 000 lira olan amonyum sülfat, bu ay, yani, aralık ayında, üç ay sonra 275 000 liraya; 235 000 lira olan 33'lük amonyum nitrat 315 000 liraya, 305 000 lira olan üre 375 000 liraya, 380 000 lira olan DAP'ın da fiyatı 450 000 liraya yükselmiştir; üç ayda olmuştur bu ve tarımda olmuştur. Çiftçi, bu fiyatlarla gübreyi alacak, ekecek ve bu fiyat artışını telafi edecek üretimi sağlayacak ve ayakta kalmayı başaracak! Gerçekten, kabul edilebilecek bir tablo değildir.

Çiftçinin borçlarını yeniden yapılandıralım diye bir yaklaşım ortaya konuldu. Bizim milletvekili arkadaşlarımız bu konuda ciddî uyarılar ifade ettiler. Gelinen nokta, gerçekten üzüntü verici bir manzaradır. Borçlu çiftçilerimizin önemli bir kısmı borçlarını ödemek için gayret göstermişlerdir, girişim yapmışlardır. Yüzde 10'luk ilk taksiti ödemişlerdir; ama, yüzde 30'luk taksite geldiği zaman, maalesef, ödeyemez hale gelmişlerdir. Şimdi, onların yüzde 90 faizle borçlarını ödemesini beklemekteyiz; hiçbir şekilde kabul edilebilir bir anlayış değildir.

Değerli arkadaşlarım, bu manzara, gerçekten, kabul edilebilir değildir. Türk çiftçisi, hâlâ, dünyanın en pahalı mazotunu alan ve üretimini ona göre yapan bir çiftçi konumundadır. İlk kez bu yıl, Türkiye, 500 000 000 doların üzerinde net tarım ithalatı yapan bir ülke haline gelmiştir; yani, ihraç ettiğimiz tarım ürünleri ile ithal ettiğimiz tarım ürünleri arasında, ithalat, yarım milyar dolara yakın bir sıçrama göstermiştir. Türkiye, artık, dışarıdan karnını doyuran, beslenen, tarım ürünü almaya mecbur ülkelerden birisi haline gelmiştir. Bu politika, yanlış bir politikadır; bunun çok önemli sosyal sorunları ortaya çıkmaktadır; kentlerde yaşadığımız işsizlik, tarımdaki bu çökme, Türkiye'de suç işleme oranlarının yükselmesi, Türkiye'de kapkaçların giderek yaygınlaşması ve hepimizi üzen manzaraların ortaya çıkması sonucunu kolaylaştırıcı bir durum yaratmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bu manzara karşısında, Türkiye'de, tarıma yönelik olarak şunu hepimizin görmesini istiyorum. Bu sıkıntılı manzara karşısında, Tarım Bakanlığı, sık sık proje icat ederek bu tabloyu düzelteceğini zannediyor. Yani, çiftçi perişan, fiyatlar kabul edilebilir gibi değil, borçlar ödenemez hale gelmiş, icra memurları tekrar köyün önüne çıkmış; o anlaşmaya rağmen, şimdi, yeni yeni çıkmaya başlamış; bu tablo içinde Tarım Bakanlığı ne yapıyor diye bir göz atacak olursanız, proje ürettiğini görüyorsunuz. Üretilen projelerden birisi "efendim, köylere yeni tarım elemanı göndereceğiz." Kardeşim, Tarım Bakanlığında kullanamadığın binlerce personeli çalıştırdın da, şimdi, köye, yeni, maaşlı, sözleşmeli insan göndererek çiftçinin sorununu çözeceğini mi düşünüyorsun; çocuk mu aldatıyorsun?! Bu programın reklamına verdiğiniz harcama, bu programın tanıtılması için yaptığınız gayret, hepsi, maalesef, uçup gitmiştir; hiçbir işe yaramayan boş bir proje durumundadır. Hiçbir işe yaramayan derken, belki haksızlık ediyorum. Belki de, bunlar, önümüzdeki yerel seçimlere giderken işe yarayabilir, belli amaçlarla kullanılabilir. Önceden "sınavla alacağız" demişlerdi; şimdi gördük "mülakatla alacağız" diyorlar; hayırlı olsun. 30 000 ziraat mühendisi işsiz gezerken, 1 000'ine maaş vererek, çiftçinin sırtından maaş vererek, çiftçinin sorununu çözeceğiniz cakasını satmaya çalışıyorsunuz.

Yine, bir proje "efendim, hayvancılığı kalkındıracağız..." Devlet Bakanı ile Tarım Bakanı bir araya gelmişler, protokol imzalamışlar hayvancılığı kalkındırmak için. Ee, ne yapacaksınız; "fak-fuk fondan hayvancılık alanındaki kooperatiflerin 10 tanesine kredi vereceğiz."

Değerli arkadaşlarım, fak-fuk fondan yapmadığınız şey kalmadı, her şeyi oradan yaptınız, şimdi, sıra kooperatifçilik ile hayvancılığa geldi. Yani, hayvancılığı da, kooperatifçiliği de fak-fuk fona düşürdünüz, mecbur ettiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunlar ciddî işler değil. Türkiye'de, tarım küçülüyor, çiftçi perişan oluyor, hükümet çiftçiye verdiği sözleri unutmuş, önündeki programı uyguluyor ve Sayın Bakan da, buraya gelip bize "iyi uyguladım ama, değil mi; bakın, hiç açık vermedim ve Türkiye'de,  yatırımları kıstım, çiftçiyi kıstım" diyor. İyi yaptın Sayın Bakan! İyi yaptın!.. İnşallah, senin hakkından o çiftçi gelecektir! (CHP sıralarından alkışlar)

Özetle bakacak olursak tarıma, doğrudan gelir desteği tapulu mülke verilmeye devam ediliyor; tapusuz, o toprağı işleyene tek kuruş yok, tapusu olup da işlemeye var; dengesizlik devam ediyor. Üretime verimlilik kriterleri getirilmemiştir. Ödeme zamanı düzeltilmemiştir. 2003 yılı desteği gelecek sene ödenecek.

Değerli arkadaşlarım, hayvancılığın desteklenmesi tamamen bir kenara bırakılmıştır. Yeşil mazot yerine, yine doğrudan gelir desteğinin  3 000 000 lirası  oraya aktarılarak, böylece "yeşil mazot yaptık" diyebilme arayışına girilmiştir; hiçbir anlamı, hiçbir ciddiyeti kalmamıştır. Nadasa bırakılan, otlak olarak kullanılan tapulu alanlara dahi ucuz mazot desteği verilmeye başlanmıştır. Gerçekten ihtiyacı olanlar da bunu alamaz haldedir.

Borçların yeniden yapılandırılması hiçbir şekilde işlememiştir. Kırsal kesime destek projeleri hiçbir sonuç vermemiştir. Proje lafıyla sorun çözmek mümkün olsaydı, Türkiye'nin sorunları çoktan çözülürdü. Ortaya bir laf çıkar, "proje" de, bir de tanıtım organizasyonu gelsin, reklamını yapsın, televizyonlar da versin ve sorunlar çözüldü zannedilsin; bu, kendini aldatmaktan başka hiçbir sonucu vermez.

Değerli arkadaşlarım, önemli bir nokta da bu mısır ithaliyle ilgili. Mısır üretimi açığımız yılda ortalama 1 100 000 ton, 2003 yılında ithal edilen 1 800 000 ton.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de pancar üretimine kota getirildi, pancar üretimi kotayla kısıtlandı, tam tersi sözler verildiği halde "pancar kotasını kaldıracağız, tütün kotasını kaldıracağız" denildiği halde, pancar kotası aynen işlemeye devam ediyor.

Değerli arkadaşlarım, bu kota, Türkiye'de şeker üretiminin pancardan mısıra kayması sonucunu doğuruyor. Türkiye, dışarıdan, Amerika'dan mısır ithal ediyor, o mısıra dayalı glikoz üretiyor ve onu şeker üretiminde kullanıyor.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, kendi çiftçisine ambargo koyuyor, şeker politikasını Amerikan çiftçisinin üretimine bağlıyor.

Tarım Bakanı "mısır ithalinde gümrüğü yüzde 45'ten yüzde 70'e çıkardık" diyor. Tabiî, Tarım Bakanına sormamız lazım, hasat zamanına yakın gümrük bir ara yüzde 20'ye düşüyor, bundan hiç bahsetmiyor, gümrüğün yeniden artırılması ise daha sonra bir kararnameyle hazırlanıp sunuluyor, bir sayın bakan da bu kararnameyi uzun bir süre, 35 gün sumeninin altında tutuyor, tam Türkiye'de mısır hasadının yapıldığı dönemlerde ve bu sayın bakanın oğlunun da mısır ithalatıyla uğraştığını daha sonra öğreniyoruz.

GÜROL ERGİN (Muğla) - Becerikli bakan, becerikli!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, maalesef, Türkiye'nin manzarası bu olmaya devam ediyor.

Bu bütçe görüşmesinde bizim konuşmamız gereken çok konu var; dışpolitikamız var, terör sorunumuz var, içpolitika gelişmeleri var.

Sayın Başkanın hoşgörüsünü çok fazla suiistimal etmek istemiyorum; ama, daha önce konuşan Sayın Bakanın, verilen süreye ek olarak yarım saati aşkın bir süreyi kullandığını dikkate alıp, aynı ölçüleri kullanmaya kalkarsam, bilmiyorum, Sayın Başkanın hoşgörüsünü zorlamış olur muyum?

BAŞKAN - Sayın Baykal, lütfen, konuşmanızı tamamlayınız; takdirlerinize sunuyorum; 10 dakika eksüre kullandınız; mümkün olduğu kadar, kısa bir zaman içerisinde konuşmanızı tamamlayın. (CHP sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bunun ötesinde bir değerlendirme yapmanız söz konusu olamaz zaten.

Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız dönemde, Türkiye, çok önemli sorunlarla karşı karşıya kaldı. Birdenbire bu bir yıllık iktidar döneminde, Türkiye, Irakta'ki savaş karşısında bir politika geliştirmek durumunda oldu. Bu durumun ülkemiz için çok ciddî tehlikeleri ortaya koyabileceğini düşünerek, biz, taa başından beri kamuoyumuzu ve Meclisimizi duyarlı olmaya davet ettik ve Türkiye'nin, çevremizdeki bu yangına karışmaması gerektiğini net bir şekilde ortaya koyduk. Tam tersine, bize "çevremizde yangın varsa, ona karışmak bizim görevimizdir" anlayışıyla cevap verdiler; ama, Türkiye'nin bu yangına karışmamasının ne kadar önemli olduğunu biz ısrarla anlatmaya çalıştık; fakat, hükümet, öyle anlaşılıyor ki, dışpolitika tercihlerini Türkiye'nin ihtiyaçları ve yararları dışında, komşularımızın talepleri ve istemleriyle şekillenen bir anlayışla ortaya koymuştur ve bu Parlamentonun önüne, bildiğiniz gibi, 1 Mart'ta bir tezkere gelmiştir. Bu tezkereyi hükümet getirmiştir. Tezkere, Türkiye'nin, Irak savaşına en tehlikeli biçimde karışmasını öngörmüştür. Türkiye topraklarında 65 000 yabancı askerin yerleşmesini, ne zaman çıkacağı belli olmadan yerleşmesini ve burayı bir üs gibi kullanarak, çevremizdeki ülkelere yönelik askerî harekât yapma izninin onlara verilmesini öngören bir tezkere getirilmiştir. Bunu, bugünkü gelişmeleri görmüş insanlar olarak şimdi düşününce, ne kadar çılgınca, ne kadar zararlı olabilecek bir girişim olduğunu, herhalde çok daha iyi değerlendiriyoruz. Maalesef, geldiğimiz noktada hükümet, bütün bu gelişmeleri bir kenara bırakarak, çok doğru bir tercih kullandığı anlayışıyla, Türkiye'yi Irak'taki yangının içine doğrudan Amerika'nın yanında sokacak bir teklifi buraya getirmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuda çok ciddî bir sınav vermiştir ve hükümetin bütün çabasına rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi, doğru bir kararla, Türkiye'yi bunun dışında tutmuştur. Bu kararın ne kadar doğru olduğu, yaşanan gelişmelerin ışığında, bugün, çok daha iyi ortaya çıkmaktadır; yani, hükümetin Türkiye'ye çok ciddî bir dert açması ihtimali muhalefetin ve Parlamentonun çabasıyla önlenebilmiştir; bunu, bir defa, bir temel nokta olarak tespit etmek istiyorum.

Tabiî, arkasından 7 Ekimde, ikinci bir kez, Türkiye'nin Irak'a asker göndermesine yönelik bir tezkere gelmiştir; maalesef, bu tezkere geçmiştir. Geçmiş olan bu tezkere, Amerika'nın talebini geri çekmesiyle uygulanamamıştır. Tabiî, bu tablo, Türkiye'de hükümeti, hangi anlayışla dışpolitika götürdüğü konusunda izahı imkânsız bir tablonun içine sokmuştur; yani, Amerika istediği için mi bunu getiriyorsun?! O "evet" deyince kararı çıkaracaksın "hayır" deyince çıkarmayacaksın; yani, bunu anlamak mümkün değil. Böyle bir tabloya bugüne kadar hiçbir cumhuriyet hükümeti düşmemiştir. Gerçekten hüzün verici bir manzara ortaya çıkmıştır ve 7 Ekimde alınan o karar neyse ki uygulanmamıştır, Türk askeri doğrudan Irak'taki bu savaş cehenneminin içine itilmemiştir; ama, bu arada başka yanlışlar devam etmiştir. Dubai'de, ekonomiden sorumlu Sayın Bakan, yine, Türkiye'nin Kuzey Irak'a hiçbir şekilde girmeme taahhüdünü içeren bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşma büyük tepkiyle, Türkiye'de, karşılanmıştır. Biz talep etmişizdir "verin şu anlaşmayı görelim" diye; fakat, hâlâ, ben, bu anlaşmayı görebilmiş değilim. "Muhalefet, daima, bizimle işbirliği içinde her türlü bilgiyi paylaşacağımız bir muhatabımız olacaktır" diyen iktidar, böyle bir temel konuda, bize, hâlâ, o anlaşma metnini göstermemiştir. Bunun ne olacağı belli değildir. Böyle bir taahhüdün bu ortamda yapılması kabul edilebilir şey değildir.

Irak, Kuzey Irak'ta 6 000 PKK'lı teröristin, militanın, Türkiye'ye yönelik her an harekete geçebileceği bir üs halinde olmaya devam ediyor. Bunun ortadan kaldırılması konusunda Türkiye'nin yaptığı talepler, maalesef, karşılanmamıştır. Amerika Birleşik Devletleri, bize "prensip olarak haklısınız, gereğini yapacağız" demiş; ama, şu ana kadar, hâlâ, gereğini yapmamıştır. Tam tersine, bizden, onların terörist olmaktan çıkarılmasını ve Türkiye'ye taşınmasını öngören bir yasa çıkarmamızı istemiştir. Maalesef, bu garip yasa da Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelmiştir; Eve Dönüş Yasası. Bunun mantığı nedir, bununla neyi elde edeceksiniz, kim istiyor, niçin çıkarıyorsunuz diye feryat etmemize rağmen, o yasa, bu Meclisten çıkarılmıştır. O yasa uygulanarak, mahkûm olmuş yüzlerce PKK militanı cezaevinden tahliye edilmiştir. O yasa çıkarılarak, mahkûm olmuş yüzlerce Hizbullah militanı, 400'den fazlası cezaevinden tahliye edilmiştir. Bunları, biz, daha o zaman söylemişizdir. Bu yasa çıktığı halde, 6 000 PKK'lı militan Kuzey Irak'ta varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Bizim hükümetin bu konularda sesi soluğu çıkamaz hale gelmiştir. Türkiye'nin bir terör belasıyla karşı karşıya gelmesi, bu yapılan yanlışın ne kadar büyük bir hata oluşturduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Böylesine tutarsız, çelişkili bir dışpolitika uygulamasının içinden Türkiye'yi büyük bir tehlikeye atmadan, Meclisin de katkılarıyla, şu ana kadar gelmeyi başardık. İnşallah, bundan sonra da böyle devam eder; ama, bu konuda her an ciddî tehlikelerin, tehditlerin ortaya çıkması kaçınılmaz görünüyor.

Değerli arkadaşlarım, yaşadığımız olaylar hepimiz için çok uyarıcı olmuştur. Bakınız, bir terör olayıyla karşı karşıya kaldık. Bu terörün niteliğinin ne olduğunu dahi hükümet açık bir şekilde ifade edemedi. Bu terör nereden kaynaklanıyor, Türkiye'de bu terör potansiyeli nerede duruyor, Türkiye'nin geçmişinde böyle bir terör birikimi var mıydı, kimdir bunlar, niçin bunları yapıyorlar;  bu konuda net bir değerlendirme yapmaktan hükümet ısrarla kaçınmıştır. Tabiî, bu kaçınma çok anlamlıdır. Niye böyle bir kaçınmanın yürütüldüğü, sorulması gereken ana sorundur ve hâlâ, bu konularda net bir değerlendirmenin yapılamadığına tanık oluyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu terör bize şunu göstermiş olmalıdır: Din ile siyasetin birbirinden mutlak olarak ayrılması lazımdır; yani, dinin siyasallaştırılması kadar tehlikeli bir şey olamaz; çok temel bir noktadır. Din, insanlık tarihi boyunca yaşanmış, görülmü,ş çok saygıdeğer, çok önemli bir olay; ama, en büyük sorun, dini siyasetin içine sokmaktır. Eğitimi, hukuku ve devlet yönetimini din anlayışına dayandırmaya kalktığınız zaman, her türlü tehlike sizi bekler. (CHP sıralarından alkışlar)

Bakınız, bunu, bütün dünya yaşayarak öğrendi; Avrupa da öyle, Hıristiyanlık da öyle. Onlar, yüzlerce yıl, bunu başarma çabası içine girdiler ve çok ağır bedel ödediler, büyük mezhep kavgaları yaşadılar, katliamlar yaşadılar, engizisyonlar kurdular ve sonunda bir noktaya geldiler; Papanın hakkı Papaya, Sezar'ın hakkı Sezar'a, kralın hakkı da krala. Bu ikisini birbirine karıştırmayalım. Her ikisi de, şimdi, kendi işlevini yerine getiriyor. Devlet ve din; bunları birbirine alet ettiğiniz zaman, ortaya, çok tehlikeli, patlayıcı bir manzara çıkar; çünkü, dinde tartışma olmaz, dinde ikna olmaz; din, inanç işidir; siyaset, tartışma işidir, ikna işidir. Dinde şirk koşulmaz, siyasette muhalefetsiz bir siyaset düşüncesi kabul görmez. O nedenle, bunları birbirinden ayıracağız. Bunları birbirine karıştırdığımız zaman, sonu felakettir. İnanan insan, dinî anlayışının gereği siyaset yapmaya kalkarsa, laf, söz, akıl, mantık dinlemez, uzlaşma aramaz. Gerçek onun tekelinde, ne yapacağını biliyor, onu yapacak o; nasıl gerekirse öyle yapacak, terörse terörle yapacak onu; çünkü, doğru orada!

Değerli arkadaşlarımız, bu ayırımı yapmamız lazım. Bu ayırımı yapma gereğini bu son terör olayı bize öğretmiş olmalıdır ve şimdi, bu terör olayını yaşadıktan sonra, umut ediyorum -inşallah- hükümet, YÖK Yasasını belli bir şekilde çıkarma çabasının ne kadar uygun olmaktan uzak bulunduğunu değerlendirme fırsatını elde etmiştir. Son zamanlarda bu YÖK'ü konuşmuyoruz. Niye konuşmuyoruz; ortam müsait değil. Niye müsait değil ortam, niye müsait değil, ne ders aldınız; bunu görelim, bunu anlayalım. Yani, bu olayları yaşadıktan sonra, şimdi, tekrar, eğitim ve din ilişkisini yeniden ısıtmaya kalkmanın nasıl sakıncalar doğuracağı kendisini göstermiş olmalıdır. Hükümetin, bu dersi almış olduğunu umut ediyorum; almış olmalıdır. Biz, bu iş, bu noktaya gelmesin istedik; böyle olacağını öngörerek, bütün temaslarımızda, hükümete, sakın ha, bu konularla ilgilenmeyin dedik.

Değerli arkadaşlarım, bu sonuçları hep beraber çıkarmış olduğumuzu umut ediyorum.

Son birkaç konuya, yolsuzluklar, dokunulmazlıklar konularına değinerek sözlerimi bağlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, önce, İmar Bankası uygulaması konusundaki değerlendirmemi sizlere sunmalıyım. Maalesef, bu konuda, hükümet, bu operasyonu, doğru, başarılı bir şekilde götürememiştir; yani, bu, hem devlete çok ciddî zarar doğuracak şekilde hem o bankada mevduatı olan vatandaşları büyük sıkıntılara sürükleyecek şekilde götürülmüştür ve iyi olmamıştır; büyük yanlışlıklar yapılmıştır. Geldiğimiz noktada, devletin sırtında 8,8 katrilyon yük birikmiştir, 380 000 masum vatandaşımız, parasını, oraya, devletin hukukunu ciddîye alarak yatırdığı için mağdur duruma düşmüştür -paraları ödenecek olsa da mağdurdurlar- bir kısmı çok daha ileri bir mağduriyet içine sürüklenmiştir ve bütün bunlar, operasyon iyi planlanmadığı, iyi düzenlenmediği için olmuştur. Türkiye'de bugüne kadar 20 banka batmıştır, batan bankaların hiçbirinde bir tek vatandaşın mevduatı zarar görmemiştir; ama, şimdi AKP İktidarı döneminde bir tek banka batmıştır, batırılmıştır. Öyle batırılmıştır ki, orada mevduatı olan 380 000 kişi bunun zararını çekmiştir. Yanlış olmuştur ve üstelik de, devletin sırtında 8,8 katrilyon bir yük birikmiş durumdadır. Üstelik, adaletsizlikler yapılmıştır. Yok, hazine bonosuna vereceğiz vermeyeceğiz... İzah etmek mümkün değildir, hukukî tablo izah edilir gibi değildir. "Ticarî mevduata sınır koymayacağız..." Değerli arkadaşlarım, niye ticarî mevduata sınır koymuyorsunuz da, vatandaşın kendi birikimiyle, tasarrufuyla açtığı mevduata 50 milyarlık sınır koyuyorsunuz? Üstelik, ticarî mevduatın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu kapsamı içinde olmadığını, ticarî mevduat dolayısıyla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna prim ödenmediğini dikkate alacak olursanız, ticarî mevduata sahip olanlara bu büyük bonkörlüğün yapılmasını; buna karşılık, emekli ikramiyesini, 20-25 milyarı götürüp bankaya yatırmış, oradan üç kuruş alarak çoluk çocuğuna destek olmaya çalışan insanların mağdur edilmesini, isminizin başındaki o adalet kavramıyla nasıl bağdaştırıyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar)

Yanlış yapılmıştır, yanlış götürülmüştür, bir faciadır baştan aşağıya. Yani, Çukurova ve Kepeze el koyduğunuz tarihten 3 Temmuzda İmar Bankasına el koyacağınız tarihe kadar geçen süre içinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun, BDDK Yönetim Kurulunun karar alamaz bir durumda, üye eksikliği içinde varlığını sürdürmesine müsamaha göstermenin hangi planlama anlayışıyla, hangi yönetim anlayışıyla izahı mümkündür? Âciz bir BDDK... Üstelik, BDDK'yı göreve çağıran çok önemli kararlar alıyorsunuz, el koymalar uyguluyorsunuz, bunun bankaya yansıması kaçınılmaz. Günler geçiyor, haftalar geçiyor, hesaplar, transferler, off-shore'lar, ortalık allak bullak ve Türkiye seyrediyor, ondan sonra da bu manzaraya düşüyoruz. Gerçekten, bir ciddî ülkede bunun hesabı sorulur. Biz, üçte 1'lik milletvekillerimizle bu hesabı soramayız; ama, size tavsiye ediyorum AKP Grubu; haklarınıza sahip çıkınız, bunun hesabını sorunuz; hiç olmazsa, vatandaşların ruhu ferahlasın. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Baykal, affedersiniz, 25 dakika oldu.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - 5 dakikam mı kaldı?

BAŞKAN - 5 dakika içerisinde toparlarsanız, çok sevinirim.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu dokunulmazlık konusuna, Sayın Başkanın da oturumumuza Başkanlık yaptığı bu noktada değinmeyi bir fırsat sayıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Anayasamızda, dokunulmazlıkla ilgili bir değişiklik yapma ihtiyacı ortada; bunu söyledik, bunu bekliyoruz. Bunu bir tarafa bırakıyorum. Anayasamızda hiçbir değişiklik yapılmasa dahi, bizim Anayasamızın öngördüğü bir hukuk mekanizmasının battal edilmesine, fiilen işlemez hale düşürülmesine, onu fiilen işlemez hale getiren başkanın da iftiharla bunu ilan etmesine, hukuk saygısı olan kimsenin aklının yatması mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, Parlamentomuzda karara bağlanması gereken 129 tane dokunulmazlığın kaldırılması dosyası vardır; 129 dosya duruyor, bunların gereğinin yapılması gerekiyor. Anayasamız bunun için bir mekanizma öngörmüş; komisyon toplanacak, bunları değerlendirecek, kaldıracak ya da kaldırmayacak; ama, toplanacak, ele alacak, değerlendirecek ve hüküm verecek. Bu yapılmıyor; bir yılı aşkın süredir bu yapılmıyor, bunu yapacak olan komisyon toplanmıyor, bunu yapacak olan komisyonun başkanı bunu yapmayacağını iftiharla ilan ediyor. Böyle bir şey olamaz!.. Böyle bir şey olamaz!.. Bu, hukuka sığmaz, bu, insafa sığmaz, insanlığa sığmaz. Bunun, derhal önünün alınması lazım. Bir insan, Ali kıran baş kesen... Çıkmış, Parlamentonun mekanizmasını çalıştırmıyor "çalıştırmayacağım" diyor. Niye çalıştırmayacaksın; "yargıya güvenmiyorum..." Sen kim oluyorsun da yargıya güvenmiyorsun; sana kim güveniyor ki?! (CHP sıralarından alkışlar) Yargıya güvenmiyorsan, gereğini yap. Her yıl, dillerinde tüy bitti yargı başkanlarının adlî yılın açılış törenlerinde yaptıkları konuşmalarda; gereğini yapın, düzeltin. Düzeltmeyiz... Ee, o zaman öbür gereğini yap, mahkemeye ver; vermeyiz...

Değerli arkadaşlarım, biz yargılanmak istiyoruz. O, 129 dosyadan bir kısmı bizimle ilgili. En kutsal hak, yargılanma hakkıdır. Biz adalet istiyoruz, adalet!.. Yargılanmak istiyoruz, hukuku istiyoruz! (CHP sıralarından alkışlar) Niye vermiyorsunuz?! Bize niye vermiyorsunuz, yargılanma hakkımızı niye bizden esirgiyorsunuz?! Niye arkamızda saklanıyorsunuz?! Olur mu böyle bir şey?! Herkes sorumluluğunu üstlensin. Kaldırın bizim sorumluluklarımızı, kendi sorumluluklarınız sizde kalacaksa kalsın.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkan, sayın AKP milletvekilleri, sayın hükümet; lütfen, bu tabloya bir son veriniz. Bu, Türkiye'ye yakışmıyor. Bundan ıstırap duyuyorum. Hiç kimsenin, Anayasanın bu mekanizmasını engellemeye hakkı yoktur; bu, bir anayasal suçtur.

MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - 5 yıldır neredeydiniz Sayın Baykal?!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Efendim, bu, 5 yıl meselesi değil, bunu çalıştırın kardeşim! (AK Parti sıralarından gürültüler) Kardeşim, biz Parlamentoya 2002 yılının 3 Kasımında girdik, girerken de bunu ilan ettik ve hep beraber taahhüt ettik, bir yıldan beri de söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Çalıştırın komisyonu kardeşim, komisyonu çalıştırın. Anayasa değişikliğini yapmayacaksanız, o ayrı bir iş; anayasa değişikliğini bıraktım, Anayasayı işletin. Şu andaki Anayasa işlemiyor, darbe yapıldı, engelleniyor; bir komisyon tıkıyor, mekanizmayı işletmiyor. Bunun izah edilebilir bir tarafı var mı?! Bu çalışsın. Bu bir fiilî durumdur. Derhal, bunun çalışması lazım. Bizimkileri kaldırın kardeşlerim; biz bunu istiyoruz. Bizim dokunulmazlıklarımız kalksın. "Kaldırmayız, sizinkini de kaldırmayız, sizinki de kalacak..." Böyle bir şey olabilir mi?!

Değerli arkadaşlarım, bu bir büyük acıdır. Türkiye'nin en temel konularından birisi, halkımızın en temel özlemlerinden birisi, Türkiye'nin dürüst bir yönetime kavuşmasıdır.

Siz, şimdi, geçmiş yönetimi Yüce Divana götürecek süreci harekete geçirdiniz, hep beraber geçirdik. Peki, Mesut Yılmaz'ı, diğer bakanları mahkemeye göndermekte bir sakınca görmüyorsunuz da, kendinizi mahkemeye götürecek süreçte niye bir sakınca görüyorsunuz? Yargıya o giderken güvensizlik söz konusu olmuyor da, siz yargıya gideceğiniz zaman mı güvensizlik söz konusu oluyor?! (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yani, onları Yüce Divana göndermenin bir vebali vardır, bir sorumluluğu vardır. Adama sorarlar, sen, çuvaldızı bana batırdın da iğneyi ne yapıyorsun, iğneyi de kendine bir sokuver derler. Ben kendime iğneyi sokmam, sana da çuvaldızı batırırım!.. Bu anlayışla siyaset olmaz, hak olmaz, adalet olmaz ve halkın saygısı kazanılmaz. Bu, çok büyük bir olaydır, bir büyük buhrandır; buna engel olunuz. Bu böyle gitmez. Bu konu çözülmelidir.

Anayasayı değiştirmeyecekseniz, erkekçe çıkın "değiştirmeyeceğiz" deyin. "Aldık oyları, vaat ettik; ama, artık değiştirmeyeceğiz" deyiniz. Ama, var olan Anayasayı işlemekten alıkoymayınız. Biz kaldırılmasını istiyoruz dokunulmazlıklarımızın, kaldırın lütfen... Kaldırın... Kaldırmamanın sorumluluğu, vebali, günahı çok büyüktür.

Sayın Başkan, anlayışınıza yürekten teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, 2004 yılı bütçesinin, konuştuğumuz sorunlardan arındırılarak önümüzdeki dönemde Türkiye için daha yararlı bir biçime sokulup uygulanmasını diliyorum.

Hepinize, sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar, AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baykal.

Sayın milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Zonguldak Milletvekili Sayın Köksal Toptan konuşacaktır.

Sayın Toptan, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Toptan, süreniz 1 saat efendim.

AK PARTİ GRUBU ADINA KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) - Sayın Başkanım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok değerli üyeleri; 2004 yılı konsolide devlet bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmeye başlamadan önce, zatıâlinizi ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; dünya, 1215 tarihli Magna Carta'dan bu yana, halktan toplanan paraların, nereye, nerede, nasıl, niçin harcandığının mücadelesine, çok zaman trajik; ama, özünde insanlığı daha ileriye götüren örneklerle tanıklık etmiştir. 1776 Amerikan Bağımsızlık Mücadelesi, 1789 Fransız İhtilali bu zincirin hemen akla gelen dönüşüm halkalarıdır. Günümüzde ise hükümetlerin bütçeleri özü itibariyle bu temel çizgiyi korumakla birlikte, yeni değerleri esas alan, yeni kavramları çok daha öne çıkaran bir anlayışın dokümanı olarak değerlendirilmektedir. Bu tanımda bütçeler, bizde olduğu gibi hemen hemen tüm demokratik ülkelerde, deyim yerindeyse bütçeden başka her şeyin konuşulduğu dokümanlar olarak nitelendirilmektedir. Konuşmamda, bu anlamda bazı konuları sizinle paylaşıp analiz etmeye çalışırken, Plan ve Bütçe Komisyonunda muhalefet ve iktidar sözcüsü değerli milletvekili arkadaşlarımızın ayrıntılı olarak irdelediği bazı rakamlara, düşüncelerimi kuvvetlendirmek bakımından temas edeceğim.

Uygulama ve gelecek perspektifi gibi iddialı dokümanlar olan bütçelerin, yasama organlarında tartışılması ve bu tartışmalardan elde edilecek sonuçların uygulamada dikkate alınarak değerlendirilmesi amaçlanır; ancak, hiç kuşku yoktur ki, hükümetlerin gelir ve gider belgeleri olan bütçelerin, iktidar ve muhalefet olarak beraber uygulanması söz konusu değildir. Uygulamayı hükümetler yapacak, muhalefet ise denetleyecektir.

Değerli milletvekilleri, bir Anadolu deyimiyle, muhalefet baldan tatlıdır, o nedenle de tartışmanın kolay ve rahat olan tarafıdır; ancak, ülke siyasetinde geçmişte izleri olan ve gelecek için de iddiasını sürdüren muhalif tüm siyasî hareketlerin daha bir dikkatli olması, sorumluluk anlayışını terk etmemesi, halka umut vermesi ve varsa somut önerilerle uygulamaya katkıda bulunması beklenir. Sayın Baykal'ın biraz evvel, itiraf etmeliyim ki, büyük bir keyifle izlediğim konuşmasında bu izlenimi aldığım için mutlu olduğumu ifade etmek istiyorum. Öyle ümit ediyorum ki, uygulayıcı hükümet ve sayın bakanlar, Sayın Baykal'ın altını çizdiği ve benim de, biraz sonra, belki, kısmen temas edeceğim önemli sorunları dikkatle izleyecek ve o konuşmadan birtakım katkılar alacaklardır.

Zaman zaman, gerçi bizim arkadaşlarımız, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna mensup arkadaşlarımız, Cumhuriyet Halk Partisinin yer yer artan muhalefet dozundan şikâyetçi oluyorlar. Ben, kendilerine şu olayı anlatırım: İkinci Dünya Savaşının, bildiğiniz muzaffer Başbakanı Churchill, seçimden sonra yapılan ilk seçimi kaybetmiştir, partisi kaybetmiştir. O zaman, gazeteciler Churcill'e sorarlar: "Sir, bundan sonra siz ne yapacaksınız?" O da, hiç unutulmayan şu cevabı verir:"Bizim görevimiz, muhalefet olarak muhalefet yapmaktır."

Ama, biz, Sayın Baykal'ın biraz evvel dinlediğimiz konuşmasından, Cumhuriyet Halk Partisinin görevinin, muhalefet olarak sadece muhalefet yapmak olmadığını anladık; bundan da, bir kez daha ifade edeyim, büyük bir mutluluk duyduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm toplumların, o arada, bizim de temel birtakım hedeflerimiz vardır. Çantamda -biraz evvel önümdeydi- TÜGİAD'ın, Türkiye Genç İşadamları Derneğinin "Cumhuriyetin 100 üncü Kuruluş Yıldönümüne Doğru Genç Vizyon Arayışları" başlığını taşıyan ve 2 dergiye yayılan, sosyal yapısal ve siyasal yapısal dönüşümler konusunda 2023 yılında neler beklediklerini, neler istediklerini, neler hedeflediklerini konu alan bir inceleme var. Genç kuşaklar, bizden, 2023 yılının şimdiden yapılandırılmasını bekliyorlar.

O nedenle, biz birbirimizi eleştirebiliriz, iktidar-muhalefet olarak diyaloğumuzda eksikliklerimiz olabilir, toplum olarak eksikliklerimiz, yanlışlıklarımız olabilir, zaman zaman birbirimizi anlamakta zorluk da çekebiliriz, iktidarın uygulamalarından yer yer samimî endişeler de duyulabilir, tartışmayı sövüşmeye dökmeden, bunları kendi içimizde tartışırız, çözeriz veya çözemeyiz; ama, bir şeyi ne görmezlikten gelebiliriz ne de ondan vazgeçebiliriz Türkiye'nin geleceği, çocuklarımızın, gençlerimizin gelecek Türkiyesi. Bu geleceği, toplum olarak beraber kurmak, beraber yaşatmak, beraber büyütmek ve beraber donatmak mecburiyetindeyiz. Beraber kurmak istediğimiz bu gelecek nedir; biz, bunu kendi bakış açımızdan ortaya koyuyor ve sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasî partilere değil, tüm sivil toplum örgütlerine, gelecek beklentisi ve iddiası olan herkese açıyoruz. Bu, bir büyük değişim projesidir ve bize göre, çağı yakalamak için de böyle bir değişim projesine Türkiye'nin, Türk toplumunun gereksinimi vardır. Artık, babacıl, ulufeci, keyfî ve müsrif bir yönetim anlayışı, bütün dünyada çok gerilerde kalmıştır; çünkü, böyle bir devlet anlayışı kaçınılmaz olarak "üretmeden bölüşme" siyasî kavgalarına, toplumları vardırır. Boyun eğmek veya yönetimdeki siyasî partinin adamı olmak, nimete kavuşmanın tek aracı haline gelir. Bu ise, adaletsizliğe, işsizliğe ve yolsuzluğa yol açar. Bunun sonucunda, ürettiğinden çok tüketen ve her şeyi devletten bekleyen bir halkla keyfî ve otoriter, yolsuzluklara fırsat veren bir yönetim anlayışı  ortaya çıkar. Oysa, modern devletlerin, devletin babalığına ve cömertliğine değil, vatandaşın kendisine ve sorumluluğuna ve görevlerine dayanan bir ahlak anlayışına ve devlet örgütlenmesine ihtiyacı vardır. Böyle bir devlet anlayışını  yerleştiremediğimiz takdirde toplum olarak, ülkeyi, şimdiye kadar zaman zaman yaşadığımız gibi, siyasal bir savaş alanı haline getiririz; buna hakkımız yoktur.

O halde, geleceğin Türkiyesini beraber kurmak için herkes gücünün yettiği kadarıyla elini taşın altına sokmalı, sokmanın zamanı gelmiştir diye düşünüyoruz.

Bir ortak vizyonu hep beraber paylaşabiliriz. Bu nedir diye kendimize bir soru soracak olursak, şu başlıkları sizinle beraber paylaşmak istiyorum:

Dünyanın ve bölgemizin sorumlu, güvenilir, saygın bir üyesi; ama, yeni dünyanın, yeni dünya düzeninin sıradan bir üyesi değil, onu kuran ülkelerden olan bir Türkiye.

Başta gençlerimiz ve kadınlarımız olmak üzere, halkın siyasete karşı zedelenen güven duygusunu yeniden kazandırmak suretiyle, onların, yönetime etkin bir biçimde, yönetimin her aşamasında katkısını sağlayacak ve onu vatandaş olmanın keyif ve sorumluluğuna kavuşturacak mevcut bürokratik engellerden kesinlikle arınmış, devleti, kendi aslî fonksiyonlarında çok güçlü; ama, ticarî ve ekonomik faaliyet gibi alanların dışına çıkararak yeniden yapılanan, çağdaş kurumlarını kuran bir Türkiye.

İnsanımızın, özgür, demokrat ve mutlu olduğu, herkesin insan haklarını, barış ve huzura katkıyı görev saydığı, birbirimizi sevmeyi ilke haline getireceğimiz, gelecek ve yaşam kaygısının olmadığı bir Türkiye.

Çağdaş ve nitelikli bir eğitimin yanında, rekabeti toplumsal yaşamın her alanında geçerli ve sürekli kılan, bireyi, bilişim çağının donanmış, bilişimci ruhu desteklenmiş, sorumluluktan kaçıp sadece kendini düşünen bir ahlak anlayışına imkân vermeyen, yepyeni, büyük ve güzel değerler sisteminin egemen olduğu bir Türkiye.

Demokrasiye ters düşen seçkincilik kültürü yerine, aydın kültürü ve onun aydın tipini yaratan, millete büyük devlet adamlığı yapmak yerine, onun hizmetkârlığını üstlenmeye talip olan bir anlayışın tüm siyasî organizasyonlara egemen olduğu ve böylece, bir siyaset felsefesiyle, bireyin öncelikler listesinde en üste yerleştirildiği bir Türkiye.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; böyle bir hedefi gerçekleştirmede, elbette ki zorluklarımız ve engellerimiz de vardır; ancak, tarih boyu bu topraklarda yaşamanın bedelini ödeyen Türk Milleti, bilinmeli ki, bu toprakları terk edecek değildir. Gök delinse, yer yarılsa, içimize fitne sokulsa bile, herkes bilmeli ki, demokrasiyle taçlandırılmış Türkiye Cumhuriyeti, dünya durdukça kalacak ve bu topraklar, sonsuza kadar bizim, bizim çocuklarımızın olacaktır. O zaman, biz, zorluk ve engelleri görüp yılgınlığa düşmek yerine, önümüzdeki fırsatları belirleyip onlar üzerinde durmalı ve bu fırsatlardan yararlanmanın yollarını aramalıyız. Nedir bu fırsatlar; Türkiye, dünyadaki siyasî, sosyal ve ekonomik çelişki, çatışma ve gelişmelerin en çok yaşandığı Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu bölgesinin hemen kapısında duran, doğal olarak da bu bölgedeki tüm hareket ve gelişmelerden etkilenen bir konumdadır.

Yıllarca Beyaz Saray Millî Güvenlik Danışmanlığını da yapan Brezinski'nin "Büyük Satranç Tahtası" isimli eserindeki şu cümleleri sizinle paylaşmak istiyorum: "500 yıldır, Avrasyalılar, dünya olaylarına hâkim olmuşlardır. Avrasya, dünyanın en büyük kıtası ve jeopolitik eksenidir. Dünyanın fizikî zenginliğinin çoğu, gerek yeraltı kaynakları gerekse yerüstü tesisleri oradadır. Global gayri safî millî hâsılanın yüzde 60'ını üretir ve bilinen enerji kaynaklarının dörtte 3'ü oradadır. Amerika'dan sonra en büyük 6 ekonomi ve askerî silahlanmaya en fazla harcama yapan 6 ülke oradadır. Amerika'nın politik ve ekonomik rakiplerinin hepsi, Avrasyalıdır. Kümülatif olarak Avrasya'nın gücü, Amerika'nınkini tamamen gölgede bırakır."

Değerli milletvekilleri, Türkiye, aynı zamanda, çağın zenginlik-fakirlik ayrışmasında yeni bir şekil olarak çizilen kuzey-güney ekseninin de tam ortasındadır ve Türkiye, kendi kültür ve kimliğini Anadolu'da mevcut 4 000 yıllık uygarlıklarla uyumlaştırarak, tüm dünyada örnek alınması gereken bir modele öncülük yapmaktadır. Bu anlamda, Türkiye, medeniyetler çatışması iddia ve beklentilerini akıllardan söküp atacak ileri bir medeniyet anlayışının da öncülüğünü yapmaktadır. Türkiyesiz Balkanlar, Türkiyesiz Kafkaslar, Türkiyesiz Ortadoğu sorunlarının kalıcı bir çözüme kavuşturulmasının mümkün olmadığını, bugün, artık herkes bilmektedir.

Öte yandan, Türkiye, İslam dünyasının Batıyla ilişkilerinde örnek alınmaya çalışılırken, Batı dünyası da İslam dünyasını anlamak için önce Türkiye'yi anlamak ihtiyacını hissetmektedir. Bazı ülkelerde görülen ve zaman zaman endişeler yarattığı gözlenen radikal eylem ve taleplerin, genelde bu ülkelerdeki demokrasi yoksunluğunun sonucu olduğu, eksikliklerine rağmen tam demokrasiye geçme konusunda çok ciddî adımlar atan Türkiye'nin ise, bir zamanlar komünizme karşı siyasal bir araç olarak kullanılan Müslümanlığın şimdilerde başka siyasal amaçlarla kullanılmasına da izin ve fırsat vermeyerek, herkesçe örnek alınması gereken bir tutum izlediği, tüm dünya tarafından gözlenmekte ve takdir edilmektedir. İşte, beraberce yüceltelim dediğimiz Türkiye budur.

Gerek bulunduğumuz coğrafya gerek konjonktürel getiriler gerek sahip olduğumuz, ama, tam anlamıyla bir türlü zenginliğe dönüştüremediğimiz imkânlarımız ve genç insan gücümüz, bizi, gelecek için umutlu ve avantajlı kılmaktadır; ancak, bizim, bu avantajlara yaslanarak geleceğimizi kurmamızın da mümkün olmadığı açıktır. Bu bakımdan, Türkiye, bir yandan bu mevcut avantajı akılcı kullanmaya devam ederken, öte yandan da demokrasi ve özgürlük alanını daha da genişleterek, insan haklarına daha çok önem vererek, eğitim ve sağlık alanlarına daha çok kaynak ayırarak, Türkiye'yi, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir barış ve sevgi ülkesi haline getirerek, ekonomisini daha da büyüterek, bu gayretlerini kalıcı politikalar haline getirmelidir.

İşte, üzerinde konuştuğumuz 2004 yılı konsolide devlet bütçesi, bu hedeflere varmada, hedefler ve rakamsal olarak ne kadar izin veriyor, ona kısaca değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir ülkede ekonominin temel istikrarsızlık nedeninin kamu kesimi açıkları olduğu bilinmektedir. Devletin vergi ve diğer çeşitli araçlarla elde ettiği gelirlerden daha çok harcama yapmak zorunda kalması, benzer tüm ülkelerin ve o arada da Türkiye ekonomisinin belini büken temel unsurdur. Kamu kesimi borç yükünün yüksekliği, bu yükün karşılanması için girilen borç sarmalı, borcun borçla karşılanması açmazı, yatırım ve özel kesim teşviklerine kaynak ayırma imkânlarını ortadan kaldırmaktadır; ancak, Sayın Baykal'ın -biraz evvel üzerinde durduğu- borçla ilgili değerlendirmelerine katılma imkânı yoktur. Girilen borç sarmalı bu hükümetin işi değildir. Daha ötesi, bir IMF bütçesi olarak değerlendirilen 2003 ve 2004 yılı bütçeleri de bu hükümetin aslında son eseri değildir. Bu bütçeler IMF'nin eseriyse, 2000, 2001 yılı içerisinde elinde mektuplarla IMF koridorlarında dolaşan AK Partisi Grubu içerisinden bir tane arkadaşımız yoktur. O nedenle, bana göre geçmişe takılıp kalmak ve oradan hareketle değerlendirme yapmak yerine, Türkiye'nin geleceğiyle ilgili değerlendirmeye ağırlık vermek daha doğru bir yaklaşım olur diye değerlendirmekteyiz.

Dünyanın bütün kalkınmış ülkelerinde, dışborcun, içborcun olduğu ve bunun büyük oranlara vardığı herkes tarafından bilinmektedir. Burada önemli olan, borcun gayri safî millî hâsılaya oranından daha çok, borçlanma maliyetinin ne gösterdiğidir; biraz sonra o maliyetler üzerinde duracağım; ama şu bilinmektedir ki, Türkiye'de borçlanma gereksinimi gayri safî millî hâsılaya göre yüzde 70'ler düzeyine inmiş; ama, daha önemlisi borçlanma maliyetleri yarıdan daha aşağıya indirilmiştir. Bana göre önemli olan budur, başarı da budur. O nedenle, bir yıl öncesine kadar borcun borçla karşılanması için başvurulan borçlanma taleplerinin, yeni borç alırken daha da yüksek çıkması nedeniyle borcun gayri safî millî hâsılaya oranının gittikçe yükseldiği; ama şimdi bunun 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra meydana gelen istikrar ortamıyla tersine döndüğü görülmektedir.

Değerli arkadaşlarım, enflasyonla birlikte yüksek faiz, toplumun belli bir kesimine emeksiz yüksek gelir sağlarken, dar ve sabit gelirli kesimler aleyhine haksız ve adaletsiz bir vergi ortamı ortaya çıkarmaktadır. Faize dayalı yüksek gelir sahiplerinin millî gelirden aldıkları yüksek pay oranında yatırım ve üretim yapmamaları, tasarruf eğilimleri olmaması nedeniyle de ülke ekonomisinin durmasına ve hatta gerilemesine neden olduğu bilinmektedir. Bir ülke ekonomisinin canlılık ve büyümesi, tüketim gereksinimi duyan geniş kesimlerin harcama imkânlarıyla yakın orantılıdır. Bu nedenle, bu kesimlerin satın alma gücünü artırma politikaları üretilmelidir. Bu, akıllıca yapıldığı takdirde, sosyal kesimler arasında gelir dağılımı adaleti sağlanmasının yanında, üretim kapasitesini artıracak, yatırımcıya güven gelecek, yeni yatırımlar yapılmasının ortamı sağlanmış olacaktır.

Muhalefetin sıkça eleştirdiği ve bu parayı nereden buldunuz diye endişeyle karşıladığı 2003 yılı Bağ-Kur ve SSK emekli maaşları, köylüye yapılan değişik destekler, asgarî ücreti artırma gayretleri, nema ödemelerine başlanması ve hem köylüye hem de sosyal güvenlik kurumlarına toplam 18,5 katrilyonun aktarılması, böylesine doğru bir ekonomik ve sosyal politikanın sonucudur. O nedenle de, hükümetin bu kadar kaynak aktarmasına rağmen enflasyonu yükseltici bir etki yapmamasını, bu doğru sosyal politikaların bir sonucu olarak görmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; uygulanan bu olumlu ve dikkatli politikalar sonucu, 2003 yılında, yıl sonu itibariyle enflasyonun TEFE'de yüzde 16'lara, devlet borçlanmaları faizlerinde ise yüzde 26'lar düzeyine ineceği anlaşılmış, kapasite kullanım oranı yüzde 85'lere çıkmış, dışticaret hacmi ise, deyim yerindeyse, tam anlamıyla patlamıştır. Bunlar, son yılların gerçekten rekor rakamlarıdır.

Bu tablonun başka ekonomik göstergelerine de değineceğiz; ama, hepimizin heyecanla paylaşmaya hakkımız olan bu tablonun, hemen yanı başımızda meydana gelen Irak savaşına rağmen gerçekleştiğini de gözden ırak tutmamalıyız.

TÜSİAD'ın 2002 Ekim ayındaki dergisinden size aktaracağımız şu cümleler, içinde bulunmuş olduğumuz şartları değerlendirme bakımından, bana göre, gerçekten dikkate değerdir. TÜSİAD, 2002 Ekim ayında şöyle diyor: "1991 Körfez Savaşının ardından bölgedeki ticarî faaliyetlerin durmasıyla, Türkiye, sadece ekonomik değil, önemli bir sosyal maliyete de katlanmak zorunda kalmıştır. Yeni bir savaş durumunda -ki oldu- on yılı aşkın bir sürede ancak düzelebilen bölgedeki ticarî faaliyetler, belirsiz bir süre için tekrar duracak, Türkiye'nin ödemeler dengesi olumsuz etkilenecek ve finansal piyasaların artan risk primine verecekleri tepki, ekonomik program ve özellikle borç dinamiklerini zorlayacaktır." Çok şükür ki, bunların hiçbiri olmadı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; klasik olarak, hükümetler, bütçe açıklarından kurtulmak için, genelde ya vergileri yükseltir yahut yeni vergiler koyarlar veyahut da kamu harcamalarını kısarlar. Gördük ki, birtakım zorunlu düzenlemeler dışında, 2003 yılı uygulamalarında vergi salmak kolaycılığına bu hükümet çok fazla müracaat etmemiştir. Daha çok, israfı önlemek için bir mücadelenin verildiğini ve bunun inatla sürdürüldüğünü gördük; ancak, Sayın Baykal'ın da üzerinde durduğu, Sayın Maliye Bakanının da konuşmasında yer alan ve hepimizin yürekten paylaştığı kayıtdışı ekonomiyle ilgili endişeler sürmektedir. Belki, kayıtdışı ekonomi, piyasa canlılığının belli bir nedeni olarak değerlendirilebilir; ancak, yüzde 50'lere vardığı ve hatta geçtiği söylenen bu haksız ve hukuksuz durumun düzeltilmesi ve Sayın Maliye Bakanının ifade ettiği gibi, 2004 yılının "kayıtdışı ekonomiyle mücadele yılı" olmasını biz de diliyoruz. Böylelikle, vergi tabanı âdil olarak genişleyecek, hepsinden önemlisi, bu sayede vergi dilimlerinin de düşürülmesi mümkün hale gelebilecektir. O nedenle, gerçek gelir üzerinden vergi almayı hedeflediğini bildiğimiz Enflasyon Muhasebesi Kanununun çıkmış olmasını, bu yolda atılmış çok önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz.

Kamuda israfın önlenmesinin, yılların biriktirdiği alışkanlıklar nedeniyle, kolay olmadığını çok iyi bilmekteyiz. Lojman ve makam arabası saltanatının sürdüğü birkaç yüksek bürokratın, kendi kendimizi kandırmak pahasına "eğitim tesisleri" adı altında, sadece onların gittiği tesisleri mutlaka elden çıkarmak ve dünyada artık emsali görülmeyen bu durumdan Türkiye'nin kurtulmasını sağlamak gerekmektedir. Bu emsalsiz sorunu çözmekle görevli Maliye Bakanlığına önerimiz ise, bu işe önce kendilerinden, kendi tesislerinden başlamalarıdır.  Yoksa, dönüp Sayın Unakıtan'a "ele verir talkımı kendi yutar salkımı" derler ve kimse de inanmaz.

Biz, bu benzersizliğimizi, dünyada, başka alanlarda, ilimde, teknolojide, sanatta, edebiyatta ve sporda elde edelim istiyoruz.

Çok kısıtlı imkânlarla bağlandığını bildiğimiz 2003-2004 yılı bütçe uygulamasında ısrarla, israfla mücadelenin sürdürülmesini, devlet bürokrasisinin az imkânla çok yapabilen dikkat ve heyecana kavuşturulmasını diliyoruz. Bilmemiz gerekir ki, aradığımız, daha az devlet yahut daha çok devlet değil, daha iyi devlettir. Türkiye, kamu parasının politikacılar ve bürokratlar tarafından kötü kullanılmasından çok canı yanan bir ülkedir. Bunun önüne geçmek gerekir; ancak, bunun önüne geçerken de paranın doğru ve yerinde kullanılmasının imkânsız hale getirilmemesi, sorumluluk duygusu yüksek bir yönetim anlayışının tüm devlet yönetimine egemen olmasının sağlanması gerekir.

Türkiye, yıllarca, bakanlık ve ilgili daire bürokratlarının, hatta üniversite rektörlerinin, Maliye Bakanlığı şube müdürlerinin önünde yıllık ödeneklerini alabilmek için saatlerce beklediklerinin şikâyetleriyle zaman geçirmiştir. Bunu kırmamız ve bir eski generalin dediği gibi "insanlara bir işi nasıl yapacaklarını sakın söylemeyin, onlardan ne beklediğinizi söyleyin, başarılarıyla sizi şaşırtacaklardır" sözlerine itibar etmek, insanımıza güvenmek, onları güvenilir hale getirmek zorundayız. Bunu bize sağlamasını umduğumuz ve hükümet tarafından hazırlanan Kamu Reformu Kanunu Tasarısının sonuçlarını dikkatle, ümitle beklediğimizi de ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; birkaç cümleyle de hükümetin gündeminde olan ve yakında Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna geleceğini umduğumuz yerelleşmeyle ilgili bir iki gözlemimizi sizinle paylaşmak istiyoruz.

Türkiye'de, büyük bir kesimin yerelleşmenin kaçınılmazlığını kabul ve bunu program ve söylemlerine koyarken, bazı kesimler de, yerel yönetimlerin güçlenmesinin ve bir sivil toplum kurumu olarak şekillenmesinin, devletin üniter yapısını bozacağı, birlik ve beraberliğe sekte vuracağı tehlikesinin bulunduğunu ileri sürmektedirler.

Bu endişelerin önemli bir bölümünün, her zaman iç ve dış tehditlerle başı ağrıyan Türkiye için samimî olduğuna inanıyoruz; ancak, biz, yerel yönetimlerin güçlenmesinin merkezî yönetimi zayıflatmayacağı, tersine, güç ve hareket kabiliyetini artıracağı, yolsuzluk, adamsendecilik, kayırmacılık, tembellik gibi illetlerden bizi kurtaracağı ve halkın denetimini sağlayacağı düşüncesindeyiz. Ankara'dan dağıtacağımız yetki sorumluluk da içereceğinden, bu görev bölüşümüyle, taşranın Ankara ve dolayısıyla devletten şikâyetleri bitecek; siyaset, giderek bir iktidar mücadelesi olmaktan çıkarak, toplumun her kesiminin ilgi konusu haline gelecek, katılımcılık artacak, siyasetin kâr, rant ve pay bölüşümü ortadan kalkacak; böylece, devlet, siyasî ve bürokratik yandaşların işgal alanı olmaktan çıkarak, halkın devleti olacak, millet devletini, devlet de milletini daha sıkı kucaklayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, siyaset, toplum halinde yaşamanın ve demokrasinin olmazsa olmaz alt tabanıdır. Elbette, demokrasi, farklılıktır ve farklı düşünenlerin bir arada yaşamayı becerebildikleri rejimin adıdır. İnsan özü farklılıktır; ama, aynı zamanda, bir arada yaşamaktır. Bir arada yaşamak, aynı biçimde yaşamak, aynı biçimde düşünmek, aynı biçimde davranmak değildir. Kuşkusuz, farklılıklardan fitne de çıkabilir. Bu, her zaman ve her yerde görüldüğü gibi, Türkiye'nin de hiç yabancısı olmadığı bir durumdur.

Benzer endişelerin, Türkiye'de, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde de yaşandığını görmekteyiz. Türkiye'nin en büyük sivil toplum örgütlerinden birinin yayımlamış olduğu bir broşürdeki şu ifadeler çok ilginçtir: "Bir kişi, hem Avrupa Birliği üyeliğine yandaş ve hem de Atatürkçü olamaz. Avrupa Birliği ile Atatürkçülük sadece çelişmezler, aynı zamanda da çatışırlar." Bu düşünce sahipleri, küreselleşmenin millî devletleri hem üstten ve hem de alttan zayıflatmaya çalıştığını, çokkültürlülük propagandasıyla bunun, etnik ve dinsel motiflerle  kuvvetlendirildiğini ve bunun sonucu, Batı emperyalizminin yeni bir sömürgecilik ve işgal silahı olarak kullanıldığını öne sürmektedirler.

Değerli arkadaşlarım, kendimize, gücümüze ve bu tür sorunları yaşayan başka ülkelerin bunun altından nasıl kalktıklarına bakarak, bizim de bunun altından kalkabileceğimize, bu oyuna gelmeyeceğimize inanmamız lazım. Bin yıldır bulunduğumuz bu toprakların sınırlarını çizen, hem de kanla, canla çizen Türk Milleti, kurduğu cumhuriyet ve çağdaş standartlara kavuşturmaya çalıştığı demokrasisiyle, herkese ve her yere karşı kendini koruyacak refleks ve dinamiklere sahiptir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok insan hakları ve daha çok refah, daha iyi bir yaşam taleplerinin doruğa ulaştığı bir çağı geçiyoruz; ancak, diğer yandan da, bu isteklerin yanında, dünya, büyük bir gelir dağılımı adaletsizliğini de yaşamaktadır. Dünyadaki 15 zenginin toplam servetinin, Afrika'nın tüm gelirinden daha çok olduğunu biliyoruz. Dünya nüfusunun yüzde 20'sinin açlıkla savaştığını, her yıl yüzbinlerce çocuğun açlık ve bakımsızlıktan öldüğünü de biliyoruz. İleri teknolojinin, tüm doğal zenginlik ve dengeleri altüst ettiğini, dünya nimetlerinin adil dağıtılmadığını da biliyoruz. Bu adaletsizlik, hem global ve hem de tek tek bütün toplumların ve onları yönetenlerin sorunu olmaya devam ediyor; çünkü, adına global terör dediğimiz vahşet, aynı zamanda, bu dengesiz ve haksız tabloyu istismar ederek, enerji boşalmalarına ve reflekslerine de zemin hazırlamaktadır. Bu durum, tüm ülkeleri derinden etkiliyor, yeni önlemler almaya tüm toplumları mecbur ediyor.

Gelir dağılımının bölgesel ve sosyal gruplar arası adaletsizliği, bütün ülkelerin ve o arada da Türkiye'nin en önemli sorunu olma özelliğini de korumaktadır. Kabul etmek gerekir ki, güvenli ve iç dayanışma geleneğini koruyan sağlam aile yapımız, bizi, daha büyük sosyal sorunlardan korumaktadır; ama, tehlike önümüzdedir.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir dünyada refah ve demokrasiye açılan kapıdan giremeyenler, en azından buna çalışamayanlar, yarın böyle bir taleple dünyanın önüne çıksalar, belki fırsat da bulamayacaklardır. O nedenle, Avrupa Birliği yolu, bizim için, bizim toplumumuz için, hatta bizden daha çok, geleceğimiz, torunlarımız ve geleceğin, onların Türkiyesi için önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Avrupa Birliğiyle ilgili olarak şu tespitleri de yapmakta fayda görüyorum: Türkiye'nin Batı tercihi yeni değildir. Tanzimatla başlayan Batılılaşma hareketlerinin daha derinlere gittiği, Osmanlı İmparatorluğunun her döneminde, İmparatorluğun Batıyla ilişkiler içinde bulunduğu, 1815'te yeni kurulan Amerika Birleşik Devletleriyle, daha Avrupa ülkelerinin pek çoğunun yapmamasına karşılık bir ticaret anlaşmasının yapıldığı ve hepsinin ötesinde, Atatürk ve arkadaşlarının Batılılara karşı gerçekleştirdiği Kurtuluş Savaşını Batılılaşmak amacıyla yaptığı da herkes tarafından bilinmektedir. Nasıl ki, Atatürk, Medenî Kanunu İsviçre'den, Ceza Kanununu İtalya'dan ve idare sistemimizi Fransa'dan getirirken, sosyal yaşantımızı oralara uydurmaya çalışırken millî devletten vazgeçmediyse, bugün Avrupa Birliği mücadelesini sürdürenler de bundan kesinlikle vazgeçmiş olamazlar.

Avrupa Birliği üyeliği değil, dünyadaki gelişmelerin yarattığı zihinsel kaosun bizi de etkilemesi, ileride de etkilemeye devam etmesi mümkündür. Etnik ve diğer ayrılıkların zaman zaman tahrik unsuru olarak Türkiyemizde ne denli kullanıldığı ve bunun insanımızın canına ve malına ne gibi zararlar verdiği, hep beraber yaşanan bir olgudur; ama, bize düşen, aklı ve topyekûn milletimizin menfaatını önde tutarak bu oyuna gelmemek, bu sorunların temel çaresi olarak demokrasimizi yaşatmaktır.

Şunu çok iyi biliyoruz: Ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarımızı özgür ve demokrat cumhuriyetle aşar ve üniter yapımızı da sonuna kadar ancak bu yolla koruruz. Avrupa Birliğinin önümüze koyduğu ve uygulamamızı istediği Kopenhag ve Maastricht Kriterleri dediğimiz düzenlemeler bu açıdan değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. Bu alanda, hükümet ve bu Meclis, gerçekten, gelecek kuşakların takdirle anacakları büyük bir başarıya imza atmış, uyum paketleri ve diğer düzenlemelerle sağladığı toplumsal mutabakatla herkesi şaşırtmış ve yapılamaz sanılanı başarmıştır.

"Avrupa kültürü Hıristiyanlık demektir" saplantısından kurtulamamış birtakım fanatik Avrupalı gruplara "Avrupa, Ortadoğu ve problemli Kafkaslarla sınırlı olmasın; Türkiye orada tamponluk yapsın" gayretlerine rağmen elde edilen bu başarıyı görmezlikten gelmek, orasına burasına kulp takmaya çalışmak haksızlıktır, kıskançlıktır. Avrupalı kimi ırkçı, kimi dinci kıskanç grupların, asırlar boyu, Türkleri Avrupa'dan tahliye edelim hayalleri de, herkesin, bütün toplumumuzun gayretiyle bir kere daha bozulmuştur.

Değerli arkadaşlarım "Avrupa Birliği üyesi olmak, gerçekten bu kadar önemli mi" sorusuna, zannediyorum, toplumumuzun yüzde 80'ine yakını "evet" cevabını vermektedir. Gerçi, zaman zaman Avrupa'yı toptan ret ve inkâr edenler de Türkiye'de vardır. Avrupa'nın, Türkiye'nin kaderini başka coğrafyalarda, yaşanmamış, yaşatılamamış tarihlerde aramaya kalkışanlar da vardır. Etrafımızı duvarla çevirip, kale burçlarından sağa sola kılıç sallamaya çalışanlar da vardır. Bu düşünce sahiplerinin düşüncelerine saygı duyuyor ve kendilerini bu hayal dünyalarıyla baş başa bırakıyoruz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; soğuk savaş döneminin zorunlu beraberliklerini bir tarafa bırakırsak, Atilla ile başlayan Avrupa ilişkilerimizde bizim onlara, onların da bize yakın durduğu bu dönem kadar başka bir dönem yoktur. Unutmamak gerekir ki, Avrupa Birliği sınırları içerisinde yaşayan, 1 000 000'u seçmen, 3 500 000 vatandaşımız, Avrupa Birliği üyesi bazı ülkelerin nüfusundan daha çoktur. Avrupa Birliği üyesi ülkelerde 160 000'e yakın vatandaşımız, ırkdaşımız serbest ticaret yapmakta ve oraların ekonomisiyle rekabet edebilme gücünü yakalamaktadır. Nihayet, 800 000 çocuğumuz ilk ve ortaöğrenimde, 50 000 gencimiz ise üniversitede okumaktadır. Bunlar, gönüllerinde Türkiye Cumhuriyeti sevdası taşıyan bizim geleceklerimizdir, oradaki zenginliklerimizdir. Yıllarca Türk ekonomisini ayakta tutan ve bütçe kalemlerinde "işçi dövizi" olarak yer alan bölümden, bana sorarsanız, artık Türkiye yavaş yavaş vazgeçmeli ve orada yaşayan vatandaşlarımızın eğitimlerinin çok iyi yapılmasını sağlayacak bir biçime getirilmelidir. Öte yandan,  dışticaret hareketlerine baktığımız zaman, turizm hareketlerine baktığımız zaman, Türkiye'nin Avrupa'yla çok fazla iç içe olduğunu da görmekteyiz.

İçinde kendimize yaraşır bir yer tutmaya çalıştığımız dünya, yeni ve karmaşık gelişmeleri de yaşamaktadır. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılması, soğuk savaş döneminin sona ermesi, ekonomilerin yeni anlayışlarla yeniden yapılandırılması, demokrasi talepleri, ideolojilerin yıkılması, etnik duyguların kamçılanması, bazı tabuların yıkılması, yeni kimlik arayışları, tüm toplumları derinden etkilemektedir. Refah toplumları, bunların olumsuz etkilerinden en az zarar görmekte veya etkilenmemek için başka işbirliklerine gitmektedir. Yakında Güney Amerika ülkelerini de içine alacağı söylenen NAFTA, Pasifik Okyanusunu çeviren  15 ülkeyi içine alan APEC ve nihayet, bizim girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği, bu bölgesel ihtiyaçlardan doğan olaylardır. Bu nedenlerle, hükümetimiz, bir yandan Avrupa Birliği süreciyle ilgili gayretlerini büyük bir heyecan ve kararlılıkla sürdürürken, öte yandan da, dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmelerde inisiyatif almaktadır, almaya devam etmelidir. Bu arada, bölge ve komşu ülkelerle her alandaki ilişkilerimiz genişletilip geliştirilirken, ticaret hacmimiz artırılırken, Türk dünyasıyla gevşeyen ilişkilerimize yeni bir ivme kazandırılmış, Amerika Birleşik Devletleriyle olan ilişkilerimizdeki karşılıklı menfaat, saygı ve dostluk çizgisi dikkatle korunmuş, Türk Başbakanı, bir anlamda, dünyanın gündemine oturmuştur. Bu durum, Türkiye'nin gururudur.

Bu çerçevede, Sayın Baykal'ın, bütçe görüşmelerinde Sayın Başbakanın bulunmaması eleştirisine cevap anlamında değil; ama, tespit anlamında, bir hususu altını çizerek ifade etmek istiyorum. Dışişleri Bakanlığı da yapan Sayın Baykal çok iyi bilmektedir ki, uluslararası programlar ve ilişkiler günler, haftalar ve hatta aylar değil, yıllar önce kararlaştırılır. O nedenle, Sayın Başbakan da, bütçe takvimi daha belli olmadan kararlaştırılmış olan ve son yıllarda ilişkilerimizde bazı zedelenmeler olduğu tespit edilen Özbekistan'ı ziyaretiyle ilgili olarak yurt dışında bulunduğu için, bugün bütçe müzakerelerini takip edemiyor; ama, değerli bakan arkadaşlarımız, Başbakan Yardımcısı arkadaşlarımız burada ona vekâleten bulunduklarına göre, bir sorun yoktur diye düşünmekteyim.

Genelde bütçe müzakerelerinde bir heyecansızlık var deniliyorsa, burada, bana göre, ayırım yapılmadan herkesin pay alması lazım. Nitekim, Sayın Baykal konuştuktan sonra, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun da Türkiye Büyük Millet Meclisi sıralarını terk ettiğini gözlemlemekteyiz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bizim, Avrupa Birliği yolunda üye olmak adına yapmaya çalıştıklarımız, onların isteklerini karşılaması bakımından değil, daha ötesinde bir önem ve değer taşımaktadır. Yani, biz, Avrupa Birliği istemese, demokrasi ve özgürlük alanını genişletmeyecek miyiz; insan haklarına saygıyı esas alan uygulamaları hayata geçirmeyecek miyiz?!

Bu hükümetin elinde iki tane önemli ev ödevi var. Bunlardan bir tanesi, Avrupa Birliğiyle yapmış olduğumuz, Türkiye olarak da gerçekleştirmeyi taahhüt ettiğimiz Ulusal Program ve diğeri de, dünyanın en büyük ve en güçlü devletlerinden biri olmaya Türkiye'yi taşımaya söz vermiş ve bunu sağlayacak olan işlerini de seçim beyannamesine, parti programına ve acil eylem planına koyan Adalet ve Kalkınma Partisinin siyasal belgeleridir. Gerçi, Sayın Baykal'ın acil eylem planıyla ilgili söylediklerini burada tek tek analiz etmek istemiyorum; ama, acil eylem planıyla takvime bağlanmış olan çok önemli işlerin gerçekten hayata geçirildiğini, YÖK'le ilgili düzenlemenin de yakında yapılacağını ummaktayız.

Şimdi, burada, YÖK'le ilgili bir iki cümle söylemek isterim. Şimdi ne yapılmak isteniyor? "Siz, hükümet olarak, YÖK Kanununu getirip bize dayatma yapmayın" denildi. O zaman, hükümet, döndü, Üniversitelerarası Kurula "siz, bir çalışma yapın; çünkü, biz, daha özgür bir üniversite istiyoruz, daha iyi çalışan bir üniversite istiyoruz, Cumhuriyet Halk Partisinin programında da olan, YÖK'ün bugünkü işlevinden arındırılmasını istiyoruz" dedi. Ee, siz yapın getirin... Burada, Türkiye'de hiç kimsenin fikir ayrılığı olmadığına göre, eleştirecek ne var? Biz yapıyoruz, getiriyoruz beğenmiyorsunuz; başkaları yapsın getirsin diyoruz, ona da itiraz ediyorsunuz. Bir yerde anlaşmamız, bir yerde uzlaşmamız lazım diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğiyle bu iktidarın değil, daha evvelki hükümetlerin sözünü verdiği taahhütleri yerine getirirken, gerçekleştirilen işlerin milletimizin işine yarayıp yaramadığı ilkesi kesinlikle gözardı edilmemektedir. Bu bakımdan, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın da büyük bir özen ve ilgiyle katkı yaptığı uyum paketleri, onlar dışında çıkarılan pek çok kanun ve yönetmelik, alınan yüzlerce karar, müsterih olmalıyız ki, bizim insanımıza lazım olduğu için önem taşımaktadır. İleride Avrupa Birliği üyesi olamazsak kaldırıp atacağımız, vazgeçeceğimiz şeyler değildir; tam tersine, Birlik üyesi olsak da olmasak da, bunlar, daha da geliştirilerek hayata geçirmemiz gereken dünyanın yeni düzeninin gerekleridir.

Burada, insan hakları kavramı üzerinde bir satır açmak istiyorum. Çağımızda yükselen değerlerden biri olan insan hakları ve ihlalleri, artık, uluslararası gözlem altındadır ve bunlar sınır tanımamaktadır. Soğuk savaş yıllarında, 1988 yılında Rus tanklarının girdiği Prag'da, aydınlar Rus generallerine "dünya sizi görüyor" diye bağırıyordu. Dünyanın Bosna zulmünü televizyon dizisi izler gibi izlediğini de hepimiz biliyoruz. İnsanlık, Körfez ve Irak savaşını da naklen izledi ve en son Kaliforniya'da, geçenlerde, bir zencinin bir polis tarafından dövülerek öldürülmesini dehşetle izledi. O zaman, dünyadan soyutlanmak değil, dünyanın yükselen bu değerini içimize sindirmek ve bir yaşam biçimi haline getirmek zorundayız. Tarihte insan hakları belgeleri vardır, kimi 1215 Magnacarta'yı, kimi 1789 Fransız İhtilal Beyannamesini, kimi de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini kaynak gösterir. Bana sorarsanız, ilk insan hakları beyannamesi veda hutbesi ve veda hutbesindeki "Bir Arabın Arap olmayan yabancıya, bir yabancının da bir Araba üstünlüğü yoktur" sözleridir. (AK Parti sıralarından alkışlar) O nedenle, insan hakları kavramını, insan hakları ihlalini her zaman gündeminde bizim kadar rahat tutması gereken, bizim kadar zorunlu olarak gündeminde tutması gereken bir başka ülke yoktur diye düşünmekteyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; soğuksavaş dönemi sonlarına kadar, tarih boyu, yönetenler, genelde, hükmetme alanlarını genişletmek için çalışmışlar "kutsal devlet, devlet baba, güçlü devlet" kavramları çok öne çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası örneğinde gördüğümüz gibi "faşist devlet", sonrasında "komünist devlet" anlayışları, insanlığa büyük boyutlarda felaketler yaşattılar, insanı yok saydılar. Irak'ın totaliter yönetimi, yirmi yıldır, sadece kendi insanına kıymakla kalmadı, tüm bölgeyi tehdit altında tuttu.

Günümüzde bazı Batılı devletler, insan hakları savunuculuğuna ideolojik bir elbise giydirerek, kendi dışındaki ülkelere bu araçla müdahale etme hakkını bulmaya çalışmaktadırlar. Böyle niyetlere imkân vermemenin yolu, bu alandaki istismar nedenlerini ortadan kaldırmak, sivil toplum yaratarak çağın devleti olmaktır. Bu iktidar, işte bunu yapıyor; uyum paketleriyle de bu Meclis buna yol veriyor, destek veriyor.

Değerli arkadaşlarım, bu hükümet, dokunulması değil, konuşulup tartışması bile öcü gibi görünen bazı kararları alıyor, yürürlüğe koyuyor; sivil toplum olmanın önündeki yasal engelleri kaldırıyor; insanımızın fıtratındaki özellik ve güzellikleri harekete geçirmek için onun elini kolunu çözüyor, girişimcilik ruhunu kamçılıyor; yaratıcılığını teşvik ederek, bilgi toplumu insanı olması için, tüm imkânlarını kullanıyor.

Bu anlamda, 2003 yılını bir cümleyle değerlendirecek olursak, 2003 yılı tam anlamıyla demokrasiye yatırım yılı olmuştur. Biz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu olarak, 2003 yılı bütçesine bunları yapsın diye oy vermiştik. Verdiğimiz oyun, milletimizin bu yüce çatı altında temsilcileri olarak, karşılığını aldığımız için, 2004 yılı bütçesine de bu düşünceler ışığı altında bakıyoruz ve ona göre oy vereceğiz. Hiç kuşku yok ki, 2003 yılı beklentilerimizin gerçekleşmesi, hele de, biraz sonra değineceğim gibi, bir kısmının, tamim ve taahhüt edilenden daha iyi gerçekleşmesi, 2004 yılı için beklenti çıtamızı yükseltmiştir. Hükümetten daha çok gayret, israfla daha çok mücadele, daha çok verimlilik ve daha çok koşmak istiyoruz; çünkü, Dicle'nin kenarında koyununu kaybeden çobanın, çocuklarına yemek verme yerine taş kaynatan annenin; oğluna kızına iş bulamayan babanın, harçlık için dedesinin eline bakan gencin; kapısını çalacak kimsesi olmayan yetimin, kimsesizin; isteklerine kulak verilmesini isteyen engellilerin, güzel bir gelecek hayal eden çocuklarımızın, bebeklerimizin, biliniz ki, gönülleri de, gözleri de, ümitleri de, duaları da bu iktidardadır, ona dönüktür. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, 2003 yılı bütçesinin ve ekonomik programının uygulanmasında karşılaşılan zorlukları biliyoruz. Bir yandan, hemen, yanıbaşımızda ortaya çıkan savaş, özelleştirmeden beklenilen gelirlerin gerçekleşmemiş olması, Türkiye için çok önemli bir atıl kaynak olarak duran orman vasfını kaybetmiş olan arazilerin satışıyla ilgili anayasa değişikliğinin bir türlü gerçekleşmemiş olması, dünyada ve özellikle Avrupa'da ekonominin durağanlık süreci içerisine girmesi ve hiç hesapta olmayan ve yaklaşık 9 katrilyonluk bir ekmaliyet getireceği anlaşılan İmar Bankası olayı, 2003 yılını olumsuz etkileyen faktörler olmuştur. Buna rağmen, siyasî istikrarın ekonomik güven ortamına dönüşmesi ve bunun sonucu sürdürülebilir bir kalkınma ortamının yakalanması; malî disipline özenle riayet edilmesi, israfı önlemede çok titiz hareket edilmesi; kamu borç stokunun yüzde 70'lere indirilmesi ve daha da önemlisi, borçlanma maliyetinin düşürülmesi; yatırım önceliklerinin verimlilik ilkesi dikkate alınarak kararlaştırılması; reel sektörün önünü açan malî ve idarî desteklerin sağlanması, bürokratik engellerin asgarî düzeye indirilmesi; başta elektrik, doğalgaz ve mazot olmak üzere girdi maliyetlerinde sağlanan destekler sayesinde ihracat ortamının iyileştirilmesi; ekonomi yönetiminin titiz, dikkatli ve güven veren politikalarla kararlılık göstermesi; Sayın Başbakanın iç ve dış kamuoyuna Türkiye ve Türkiye'nin geleceği hakkında güven telkin eden söz ve davranışları; dış politikamızdaki inanç ve kararlılık, bu zor geçen seneyi tahmin edilenin aksine, oldukça rahat geçmemizi sağlamıştır. Kuşkusuz, rahat geçmiş olması Türkiye ekonomisinin düzlüğe çıktığı anlamına gelmemektedir. Büyük bir toplu konut hamlesine başlanılmıştır; Sayın Baykal başlanılmadı diyor; ama, başlanılmıştır. 15 000 kilometrelik duble yolun yüzde 10'u olan 1 500 kilometresinin temeli atılmış, önemli bölümü bitirilmiştir. Tüm zorluklara rağmen işçi, memur ve emekliler enflasyona ezdirilmemiştir. Giresun'daki Ali Dayının fındığı daha çok para etmiştir. Kozan'da emekli maaşıyla geçinen Ayşe Teyze ise, geçen sene 24 000 000 liraya almış olduğu mutfak tüpünü bu sene 22 000 000 liraya almıştır. Zonguldak'taki 75 yaşındaki Dursun Dede ise, almış olduğu 350 000 000 liralık emekli maaşını alır almaz "üç gün içerisinde bu paramın kıymeti kaybolur" diye döviz bürosuna artık koşmak zorunda kalmamıştır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; böylesi dar ve az rakamlı bir bütçenin uygulayıcısı olan hükümet, devletimizin aslî fonksiyonlarını zaafa uğratmaksızın ve bu alanlarda kesinlikle hiçbir kısıtlamaya gidilmeksizin, sosyal politikaları da gözden uzak tutmayarak ortaya koyduğu performansla aldığı karne, 2004 yılı ve gelecek için ümit vermektedir. Bu, Türkiye açısından gerçekten önemlidir.

Gelecek için milletimizi umutlandıran 2003 yılı karnesinin bazı noktalarını sizlerle paylaşmak istiyorum. 2003 yılı sonu gerçekleşmeleri itibariyle, enflasyonun, TEFE'de yüzde 16, TÜFE'de yüzde 20; yıllık bileşik borçlanma faizinin yüzde 26; ithalatın 68 milyar dolar, ihracatın 48 milyar dolar; kamu kesimi borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranının, yüzde 8,7; faizdışı fazlanın 6,5; kalkınma hızının yüzde 5; reel faiz oranının ise yüzde 12 olacağı anlaşılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Kemal Unakıtan 2003 yılı bütçe müzakereleri sırasında, 23.3.2003 tarihinde burada yaptığı konuşmada şöyle demiştir: "2003 yılı sonu itibariyle TEFE'de enflasyon 14,7'lik bir orana varacaktır." Sayın Bakan bunu tutturamadı, yüzde 16 oldu. İhracata "30 400 000 000 dolar" dedi; 48 milyar dolar olacağı anlaşılıyor. İthalata ise "55 600 000 000 dolar" dedi; 68 milyar dolar olacağı anlaşılıyor. "Bütçe açığı 45 katrilyon" dedi; 41 katrilyon olacağı anlaşıldı; o da tutmadı.

Türkiye, yakın zamana kadar, hayal edemeyeceği rakamlarla tanışıyor. Sayın Unakıtan, sizden rica ediyoruz, 2004 yılı rakamlarında da, verdiğiniz rakamları daha aşağılara, kimini daha yukarılara çekerek, gene tutturmayın, gene bize sürprizler yaşatın. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Dışticaret hacminin 116 milyar dolara vardığı; bunun içinde, 6 500 000 000 dolarlık otomotiv olmak üzere, sanayi ürünlerinin önemli bir yer tuttuğu; bir gemi dolusu narenciye satıp, karşılığında birkaç tane elektronik aygıt alan Türkiye'nin, artık, dünyanın her bir tarafına bilgisayar, beyaz eşya, motor aksamı sattığı bugünlerin keyfini herkes çıkarmalı, bu gururu herkes paylaşmalı ve bu başarıyı herkes gönlüne sindirerek alkışlamalıdır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, 2003 yılı için Sayın Bakan böyle tahminlerde bulunmuş, yanılmış da, başkaları ne demiş; çok kısa olarak onlara da göz atmak istiyorum. Aynı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, yani, burada konuşan Sayın Baykal, 2003 yılı bütçe görüşmeleri sırasında enflasyon, reel faizler ve içborçlanma faizleriyle ilgili de, bakınız, neler söylemiş: "Enflasyon, maalesef, olumsuz sinyaller vermeye başlamıştır. 2003 yılının ocak ve şubat ayıyla ilgili enflasyon rakamları, Türkiye'de enflasyonun, öngörüldüğü gibi, yüzde 20-yüzde 17 düzeyine ineceği konusunda kuşkuya düşürmüştür. Sadece iki ayın enflasyon rakamları, TÜFE'de, bize, bir yıl için beklenen enflasyon artışının yarısının gittiğini ortaya koymuştur. İki ayda hedefin yarısı tüketilmiştir ve gerçekçi değerlendirmeler, 2003 yılına yönelik enflasyon bekleyişinin bu yılın altında olmasının kesin olmadığı izlenimini vermektedir ve tam tersi ihtimaller de söz konusudur. Geçmişte de, böyle, ilk adımları atıyoruz ve arkasından onu tutamıyoruz, onun gereğini yerine getiremiyoruz; tekrar, enflasyon, kontrol edilemez bir hale geliyor. Aman öyle olmasın!" Aman öyle olmadı Sayın Baykal: Onun için, bu keyfi hep beraber paylaşalım diyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Yine, Sayın Baykal, aynı konuşmasında, reel faizler için, bakınız, ne diyor: "Şimdi, geldiğimiz noktada, maalesef, tekrar, 2002 seçim öncesi tabloya, reel faizlerin yükselmeye başladığını görüyoruz. Reel faizler, siyasî zafiyetin bedelidir, siyasî zafiyetin karşılığıdır ve bugünkü iktidarla ilgili olarak, kaygı verici bir reel faiz tablosu ortaya çıkmaya başlamıştır." Sonuçlar böyle çıkmamış ve reel faizler, yüzde 40'lardan yüzde 12'lere inmiştir.

Yine, bakınız, Sayın Baykal, aynı konuşmasında, borçlanma faiziyle ilgili "Türkiye'nin bu sene ödeyeceği içborçların toplamı 83 milyar dolar olarak gözüküyor. 83 milyar doları ödemeyeceğiz de döndüreceğiz. 83 milyar doları döndürürken, borçlandığınız faizden, kötü yönetimin sonucu, 10 puan daha fazla faiz öderseniz, ödeyeceğiniz ekfaiz 8 300 000 000 dolardır. Eğer iyi yönetim olursa, 83 milyar doları döndürürken borçlandığınız faizden 10 puan daha aşağıya indirir, oradan, size 8 300 000 000 dolar kazandırır. Kötü yönetim ile iyi yönetim arasındaki fark 16 600 000 000 dolardır. Bu, kimsenin cebinden çıkmaz; vergi değildir, algı değildir. Bu, güvenilirliğin, ciddiyetin, ne yapacağını bilmenin, gerçekleri doğru tespit etmenin ve gereken adımları atmanın doğal sonucudur" demiş; yüzde yüzde doğru demiş. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Aynı konuşmasında, Sayın Baykal, bakınız ne diyor: "Ekonomide mucize olmaz, ekonomide sürpriz olmaz; sürpriz, at yarışlarında olur, altılı ganyanda olur."

Şimdi, bu sürpriz olmuş ve içborçlanma faizleri, Sayın Baykal'ın örneğini verdiği gibi, 10 puan düşmemiş, 20 puan düşmemiş, neredeyse 30 puana yakın düşmüş ve sürpriz olmuştur. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Maliye Bakanından, Sayın Baykal'dan başka tahminlerinde yanılanlar yok mu, biraz da o noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. TÜSİAD'ın Nisan 2003 tarihli aylık dergisine bakmak ve oradaki tahminleri, çok özetle, sizinle paylaşmak istiyorum. Buna göre, 2003 yılı itibariyle, enflasyonun TEFE'de yüzde 29,4; TÜFE'de yüzde 26,7 olacağı, ithalatın 54 600 000 000 dolar, ihracatın 43 500 000 000 dolar olarak gerçekleşeceği, döviz kurunun dolarda 1 815 000 lira olacağı, Merkez Bankası döviz rezervinin de 28 300 000 000 milyar dolar olarak kalacağı tahmin edilmiştir. Bu tahminler de tutmadı. Umuyoruz ki, şimdi yapılacak olan tahminler de, gelecek yıl sonu itibariyle tutmaz ve Türkiye, hak ettiği kalkınmışlık sürecine bir an evvel girer.

Değerli arkadaşlarım, ancak, kabul etmemiz, itiraf etmemiz gerekir ki, bu tablo çok kolay gerçekleştirilmemiştir; bu tablo, Erzurum'da soğukta titreyen elleriyle yollarda çalışan işçilerimizin; yazın kavurucu sıcağında Trakya'da, Harran'da, Konya Ovasında bereket arayan köylümüzün; çok zor şartlar altında ayın sonunu getirmeye çalışan öğretmenlerimizin, tüm memurlarımızın; can ve mal güvenliğimizi koruyan polisimizin, askerimizin; kendine, ailesine ve vatanına yararlı olmak için, küçük harçlıklarla, zor şartlar altında eğitimini sürdüren üniversiteli gençlerimizin; dul ve yetimlerimizin, emeklilerimizin; dünyanın dört bir yanında iş kovalayan cesur ve girişimci işadamlarımızın; yokluklardan mutfakta mucize yaratan ev kadınlarımızın; esnaf ve sanatkârımızın ve sevgili arkadaşlarım, en önemlisi de "şu anda benim işim yok; ama, gelecekte işim olacak" diyen işsiz gençlerimizin, hepimizi derinden düşündürmesi gereken fedakârlıkları, hoşgörüleri ve sabırları sayesinde gerçekleştirilmiştir; onlara şükran borçluyuz. O nedenle, Sayın Baykal'ın, saydığım bu konuları da dile getiren hatırlatmasını, hükümetin, önümüzdeki yıl uygulamasında gözden ırak tutmamasını, dar ve sabit gelirli bu kesimin derdine mutlaka çare bulacak politikalar üretmesini, özellikle de istihdam yaratan alanlara bir şekilde kaynak aktarılmasını sağlamasını diliyor ve bekliyoruz.

Sayın Baykal'ın, bu sene yatırımlarında rakamsal olarak meydana gelen azalmayla ilgili işaret ettiği noktalara da katılmamak mümkün değil; ama, artık, hepimiz, bir siyasî tercihle karşı karşıya kalmak durumundayız. Bu ülke kalkınmasını devlet eliyle mi yapacağız, yoksa özel sektör eliyle mi yapacağız; Adalet ve Kalkınma Partisinin tercihi, Türkiye kalkınmasının özel sektör eliyle yapılacağıdır. Ancak, bu sene, özel sektörün de, gereği gibi, yeteri kadar yatırım yapmadığını, yatırım ortamının, artık, yavaş yavaş Türkiye'ye geldiğini hep beraber biliyoruz, hep beraber yaşıyoruz. Devlet yatırımlarında ise, ağırlıklı olarak altyapı yatırımlarına öncelik verilmesi gerektiği ve bunun da, kıt imkânlara rağmen, 2003 yılında, olabildiği kadarıyla verimli yapıldığı, 2004 yılı içerisinde de aynı politikaların izleneceği anlaşılmaktadır. Buna rağmen, Devlet Planlama Teşkilatı rakamlarına baktığımız zaman, 2003 yılı uygulamalarında, kamu ve özel sektör yatırımlarının reel olarak yüzde 13 oranında arttığını görmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunlar yanında, bu yıl içerisinde uygulanan ekonomik program, malî disiplin ve kararlılık, bizi, ekonominin yapısal yönlerinin giderek oturmaya başladığı, havadan nem kapan bir ekonomiden, terörden ve savaştan tınmayan bir ekonomiye geçtiğimiz noktasına getirmiştir. Ancak, hiç kuşku yok ki, hâlâ, çok büyük kamu finansman açığı bulunan, iç ve dış sermayeli yatırımları, biraz evvel ifade ettiğim gibi, henüz, istediği boyuta taşıyamamış ve bu nedenle de, başta istihdam olmak üzere, ekonominin sosyal yanıyla ilgili yapacak çok işi bulunan Türkiye'nin ve bu hükümetin, elbette, halka vereceği, halka vermesi gereken daha çok şeyi vardır.

Reel faizler yüzde 40'lardan yüzde 12'lere düşmüş ve bu, hayal edilemeyecek bir hedef olarak gerçekleştirilmiştir. Böyle olsa bile, reel faizin daha da aşağılara inmesi gerekir ve faizin, bir tasarrufları gasp ve gelir kaynağı olmaktan çıkarılması gerekir diye düşünmekteyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Toptan, süreniz bitti; lütfen, konuşmanızı tamamlayınız.

KÖKSAL TOPTAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Baykal'ın da üzerinde durduğu gibi, Türkiye'nin, özelleştirmede istediği hedeflere varamadığı bilinmektedir. Özelleştirmeden elde edilen gelirlerin, ancak Özelleştirme İdaresinin Dairesinin masraflarına yettiği, yıllardan beri süregelen bir şikâyettir. Bu arada, iyi niyetlerle kurulduğuna şüphe etmediğimiz ve sayısı hiç de az olmayan özerk kurulların da böyle bir akıbete sürüklenmemesini ve bunun önlemlerinin şimdiden alınmasını ümit ediyoruz. Bankaları özelleştirelim derken, onları, âdeta devletleştirirken, bir de KİT'leri özelleştirmeye çalışırken daha büyük KİT'ler yaratmamalıyız diye düşünmekteyiz.

Diğer taraftan, ancak 100 milyar dolarlık bir ekonomik büyüklüğe sahip olan bankacılık sektöründe, hükümetin aldığı ve almayı düşündüğü kararların bir an evvel hayata geçirilerek, bankaların, ekonominin aktif aktörü haline getirilmesini ve bu sektörün, güvene, istikrara ve güçlü bir yapıya kavuşturulmasını dilemekteyiz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, son birkaç yıldır Türkiye'de yaşanan yolsuzluk olayları ve iddiaları, hepimizin dikkatini, bir kere daha yargı üzerinde yoğunlaştırmıştır. Yargıdan beklentiler düne göre daha da artmış, savcı ve hâkimlerimizin kimi kere olmayan yetkilerinin niçin kullanılmadığı çok aydın çevrelerde bile tartışılmış, gazete manşetlerinde sorgulanmıştır. Hükümet, bir yandan, uyum yasalarıyla Türkiye'yi daha özgür ve demokrat yapmaya çalışarak dev adımlar atarken, öte yandan, yolsuzluk mücadelesinde de, tam aksine, yolsuzların hareket alanını daraltan ve bu amaçla da savcı ve hâkimlerimizin yasal güçlerini artıran önlemleri alarak yürürlüğe koymuştur. Böylece, Türkiye, giderek, faize dayalı rant ekonomisiyle devlet ve millet kaynaklarının haksız kullanımı demek olan yolsuzluk ekonomisi sarmalından kurtulacaktır. Bu mücadelede, elbette ki, kuvvetler ayrılığı ilkesi gereği önemli bir erk olan bağımsız yargı çok önem taşımaktadır. Bağımsız ve güvenilir yargı tartışmalarını toplumumuzun yapması doğaldır. 1961 ve 1982 Anayasalarının getirdiği düzenlemelerden hangisinin doğru olduğu, yargı bağımsızlığı için getirilen anayasal düzenlemelerin yeterli olup olmadığı hep tartışılır, tartışılmalıdır. Esasen bunu, yargı, kendisi de yapmaktadır. Yargıtayın eski bir Sayın Başkanının adlî yıl açış konuşmasında "hâkimler vicdanlarıyla cüzdanları arasına sıkışmışlardır" isyanı ne kadar herkesi düşündürmüşse, Yargıtayın şimdiki Sayın Başkanı Eraslan Özkaya'nın bu yılki adlî yıl açış konuşmasındaki "Türk hukukunda hak ve özgürlüklerin güvenceye kavuşturulmasında hukukun üstünlüğünün sağlanmasındaki ikincil unsuru da tam olarak gerçekleştirdiğini; yargının, doğru, etkin ve zamanında işlevini yerine getirdiğini söylemek olanağı yoktur" sözleri de dikkatle analiz edilmelidir. O zaman, iktidar ve muhalefet olarak, hukukun üstünlüğünün sağlanması yolunda bağımsız bir yargının önündeki engelleri kaldırmak için hep beraber hareket etmeliyiz. Durum buyken, bazı milletvekili arkadaşlarımızın yukarıdaki sözleri teyit eden beyanlarını esas alarak suçlamalarda bulunmak bana göre haksızlıktır. Sadece dokunulmazlıkla ilgili tartışmalarda değil, her alanda bağımsız yargı herkese lazımdır, herkesin güvencesidir. Bunda kimsenin kuşkusu yoktur.

Uygulamada zaman zaman yanlışlıklar, haksızlıklar da olmuştur, pek çok insan da bu uygulamaların mağduru olmuştur; bu, tüm dünyada da olmaktadır; ama, çok dar zamanlarda; 12 Eylül 1980 sonrasında Türk yargısının ne denli cesur kararlar verdiğini ve pek çok mağduriyeti nasıl önlediğini, yaşayan bir kişi olarak ben bilmekteyim. O nedenle, yargıya güvenmemek diye bir şey yok; inanalım ve güvenelim; ki, Türkiye'de hâkimler vardır, çok zor şartlar içerisinde görevini yapmaya çalışan hâkimler vardır.

Hükümetin bu alanda yaptığı birtakım iyileşmelere dikkatinizi çekmek istiyorum. Türk Ceza Kanunu, usul kanunları başta olmak üzere, pek çok kanun tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda tartışılmış, pek çok kanun tasarısı buradan geçmiş ve bu arada, bölge adliye mahkemeleri, adalet akademisi gibi reform nitelikli yasa tasarıları da Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçerek yasalaşmıştır.

Adalet Bakanlığının bu konulardaki gayret ve kararlılığını, gerçekten, yürekten kutluyoruz ve şahsen, ben, Adalet Komisyonunda görev yapan Cumhuriyet Halk Partili ve AK Partili arkadaşlarıma da yürekten teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yargı bağımsızlığıyla ilgili kalan eksikleri gidermek ve tam bağımsız ve etkin bir yargı ortamı yaratmak hepimizin görevidir. Anayasanın 83 üncü maddesiyle düzenlenen milletvekili dokunulmazlığı, Türk toplumunda sürekli tartışılan ve kapsamı üzerinde çeşitli eleştiriler getirilen bir konudur.

Demokrasilerde, yasama organı üyelerinin bu görevlerini, baskı, engel ve yargılama korkusundan uzak, çekinmeden yerine getirebilmeleri, modern demokrasilerin üzerinde mutabık kaldıkları bir husustur; kapsamı konusunda ise farklılıklar vardır.

Bizim Anayasamız, gereksiz ayrıntılara girerek, milletvekillerini, trafik cezası ödemekten, herhangi bir olay nedeniyle bilgisine bile başvurmaktan sakınmış, katı bir dokunulmazlık getirmiştir. Bize göre de bu doğru değildir; ancak, Türk yönetim tarzında, devlet adına, millet adına bir erk kullanıp da dokunulmazlığı olmayan, sevgili arkadaşlarım, sadece çaycılar ve odacılar kalmıştır, herkesin dokunulmazlığı vardır.

O nedenle, doğrusu olan, bütün dokunulmazlık olayını masanın üzerine yatırmak ve üyesi olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği üyesi ülkelerde sorun nasıl çözülmüşse, durum ne ise, ona göre hareket etmektir diye düşünmekteyim.

Böyle yapmayıp da, sorunu, sadece milletvekili dokunulmazlığıyla sınırlı tutup "tüm yolsuzlukların zırhı bu hükümlerdir" diye bir kanı uyandırırsak, en azından, Yüce Meclise ve onun çok değerli milletvekillerine haksızlık yapmış oluruz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bu tartışmaları geçen yasama döneminde de yaşadık. Geçen dönem Mecliste olup da şu anda aramızda bulunmayan yaklaşık 500 milletvekili arkadaşımız var. Sormak gerekir, bunların hangisi takipte, hangisi hapiste?!

Sözlerimi, izin verirseniz, toparlamak istiyorum.

Bir büyük Türkiye'yi hep beraber yapma gayretleri içerisinde birbirimizi eleştirirken, birbirimizin eksiklerini dile getirirken, kesinlikle, Türkiye'nin birliğinden, bütünlüğünden ödün vermeden hareket etmek zorundayız; çünkü, bu gemide hepimiz varız. Ben, Sayın Baykal'ın bugün yapmış olduğu konuşmaya bir kere daha teşekkür etmek istiyorum; çünkü, bu anlayış, bizi, varmak istediğimiz hedefe vardıracaktır diye düşünmekteyim. Bir kere daha, ben, şu kanıya vardım ki, anlatmaya çalıştığım büyük Türkiye vizyonunu, bu kadrolar -muhalefetiyle olsun, iktidarıyla olsun- gerçekleştirebilecek bir iyi niyete ve bir büyük güce sahiptir. O nedenle, şimdi, hemen şimdi, bu konuda herkes üzerine düşeni yapmak göreviyle karşı karşıyadır.

2004 yılı bütçesinin aziz milletimize hayırlı olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum ve sözlerimi, sevgili arkadaşlarım, Anadolunun iki yağız delikanlısının ortak sevdası olduğunu bildiğim Şeyh Edebali'nin şu sözleriyle bitirmek istiyorum: "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın."

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Toptan, çok teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, gruplar adına yapılan konuşmalar bitmiştir; şahısları adına yapılacak konuşmalara geçiyorum.

İlk söz, bütçenin lehinde söz isteyen, Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün'e aittir.

Sayın Ergün, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakika.

NİHAT ERGÜN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 yılı Malî Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde, şahsım adına, söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 2004 yılı bütçesi üzerinde görüşmeler yapıyoruz ve böylesine bir bütçeyi görüştüğümüz ortamın nasıl bir ortam olduğunu ve böylesine bir bütçeye bizi getiren günlerin nasıl günler olduğunu kısaca özetlemekte yarar var.

Biliyorsunuz, bütçeler üzerinde eleştiriler de olabilir, bütçelerin kendi içerisinde taşıdığı Türkiye vizyonuna yönelik iyimser yaklaşımlar da olabilir. Elbette, muhalefet partileri, bütçeler üzerindeki eleştiri noktalarını ortaya koyacaklardır ve koymuşlardır; Türkiye'nin büyüklüğü ile bu bütçenin büyüklüğü arasındaki ilişkileri irdelemeye çalışmışlardır. Bu eleştirileri bir kenara koymak kaydıyla, Türkiye Cumhuriyetinin 59 uncu hükümetinin getirmiş olduğu, hükümetimizin getirmiş olduğu bu bütçenin, aynı zamanda, Türkiye'nin geçmişten kaynaklanan sorunlarını çözme kabiliyetini içerisinde taşıdığı gibi Türkiye'nin geleceğine dair umutları da bünyesinde taşıdığı çok açık bir gerçektir.

Türkiye, bugünlere, bir siyasî istikrarsızlık ortamından, ekonomik ve sosyal dengelerin altüst olduğu, bütçe disiplininin yok olduğu bir ortamdan gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, geçmiş dönemlerde, Türkiye uzun yıllar koalisyonlarla idare edildi ve koalisyonlar, gerçekten, Türkiye'nin sorunlarını çözme konusunda bize büyük güçlükler yaşattılar. Siyasî istikrarsızlık, aynı zamanda ekonomik istikrarsızlık anlamına da geldi ve millet, siyasî istikrarsızlığın doğurmuş olduğu, kötü yönetimlerin doğurmuş olduğu ekonomik istikrarsızlıkların, ekonomik problemlerin altında gerçekten ezildi ve milletimiz, Türkiye'nin ekonomik problemlerinin, sosyal problemlerinin, dışpolitika problemlerinin çözüm anahtarı olarak öncelikle siyasî istikrarın temin edilmesini gördü ve 3 Kasım 2002 seçimlerinde, siyasî istikrarı, milletimiz, kendi eliyle temin etti.

Siyasî istikrarın temininden maksadım, sadece AK Partinin tek başına iktidara getirilmiş olması değildir; aynı zamanda Türk siyasetinin yeniden yapılandırılma iradesidir. Aziz milletimiz, Türk siyasetini bir muhafazakâr demokrat partinin iktidarı ve bir sosyal demokrat partinin muhalefeti çerçevesinde örgütleme iradesini de beyan etmiştir. Yani, bir yandan Adalet ve Kalkınma Partisini iktidara getirirken, bir yandan sosyal demokrat bir siyasî parti olarak muhalefet yapma görevini Cumhuriyet Halk Partisine vermiştir. Türkiye'nin en köklü siyasî partisi olan ve Türk siyasî geleneğinde önemli rolü olan bir siyasî partinin muhalefeti ile muhafazakâr demokrat partinin bir iktidarını birlikte bugün görüyoruz. İki kanatlı bir siyasî yapıyı öngörmüş ve bu siyasî yapıyı, Türkiye'nin problemlerinin çözüm anahtarının başlangıcı olarak kabul etmiştir ve gerçekten de bugün siyasî istikrar vardır. Bugün 2004 yılı bütçesini görüşüyoruz; biz, Parlamento olarak bu bütçeyi görüşürken, Sayın Başbakanımız, Sayın Dışişleri Bakanımız, Türkiye'nin uluslararası menfaatlarını ve çıkarlarını gözeten başka toplantılarda bulunmak üzere Özbekistan'da, Japonya'da ya da dünyanın başka yerlerinde ülkemiz adına başka temaslarda rahatça bulunabiliyorlar. Türkiye, bu kadar güven, bu kadar istikrar ortamında 2004 yılı bütçesini görüşebilme imkânına kavuşmuştur.

Değerli arkadaşlar, 2002 yılında yapılan, bir seçimdir. Seçimler, demokrasiye ait kavramlardır ve bu nedenle, seçimle gelen iktidarlar, demokrasiyi, hukuk devleti ilkelerini, hukukun üstünlüğünü ve piyasa ekonomisi kurallarını gözeterek icraatlarını yaparlar. Bu nedenle, AK Parti İktidarı da, icraatlarını yaparken, bir yandan demokratik şartları gözetmekte, bir yandan hukuk devleti ilkelerini, bir yandan da piyasa ekonomisinin kurallarını gözetmeye kendisini mecbur hissetmektedir. Çünkü, bunlar olmazsa, o zaman, Türkiye'de, gerçekten, ekonomik problemleri başka koşullar altında çözmek, demokrasinin olmadığı, hukukun hiçe sayıldığı ve piyasa ekonomisi şartlarından başka bir ekonomik modele doğru geçildiği bir atmosferi özlemek gerekir ki, onun da, dünyanın başına neler açtığını ve hiçbir sorunun çözümüne katkı sağlamadığını hepimiz, hepiniz yakın tarih içerisinde görmüş bulunuyoruz. Ancak, demokratik süreçler içerisinde hukukun üstünlüğünü, hukuk devleti ilkelerini ve piyasa ekonomisi şartlarını gözeterek sorunları çözmek, uzun, ince bir yoldur. Seçimlerle doğan sonuçlardan devrimlerle doğan sonuçlar beklenemez. Devrimler çoğu zaman demokrasiyi gözardı ederler, çoğu zaman hukuku gözardı ederler, çoğu zaman piyasa ekonomisi koşullarını gözardı ederler. Mademki Türkiye'de yeni bir iktidar, yeni bir siyasî istikrar temin edilmiştir; bu siyasî istikrar içerisinde, sabırla ve metanetle; ama, demokrasiyi gözeterek, hukuk devleti ilkelerini gözeterek ve piyasa ekonomisi şartları içerisinde problemlerimizi çözeceğiz.

Değerli arkadaşlar, ülkenin içinde bulunduğu şartlar ile ülkenin hazırlamış olduğu, ülke yönetiminin hazırlamış olduğu bütçeler arasında elbette çok yakın ilişkiler vardır. Eğer, ülkenin içinde bulunduğu, yaşamış olduğu şartlar, geçmişten gelen büyük problemleri bünyesinde taşımıyor olsaydı, elbette, bugün konuştuğumuz bütçe, bugün konuştuğumuzdan çok daha farklı bir bütçe olabilirdi. Yatırım harcamalarının çok daha yukarıda olduğu, sağlığa, eğitime, adalete, diğer sosyal güvenlik kurumlarına harcanacak olan ödeneklerin çok daha fazla olduğu bir bütçeyle karşı karşıya kalabilirdik, kalmalıydık da; çünkü, Türkiye'nin büyüklüğü, çok daha büyük rakamlarla bütçeler meydana getirmeyi gerekli kılıyor. Ama, Türkiye, içinde bulunduğumuz şartlara geçmişten, ağır yüklerle gelmiştir. Bu ağır yüklerin içinde, bu ağır yükleri birlikte çözmeye mecburuz, bu ağır yüklerin bize dayattığı şartlarla bütçe imkânlarını zorluyoruz.

Bu bütçe ne barındırıyor içerisinde; halk, bizler, bu bütçeden ne bekliyoruz ve bizim beklentilerimizi karşılayabilecek işaretleri bütçe kendi içerisinde taşıyor mu; evet.

Değerli arkadaşlar, biz, bütçeden, israfın önüne geçilmesini bekliyoruz. Biz, bütçeden, bütçe uygulamalarından, bütçenin yapılış tarzından, yolsuzluğun ve yoksulluğun önüne geçilmesini bekliyoruz. Biz, bütçeden, Türkiye'nin, içinde bulunduğu borç ve faiz batağından çıkarılmasını bekliyoruz ve biz, bu bütçe uygulamalarından, bütçe rakamlarından, işsizliğin azaltılması, istihdamın artırılması imkânlarının yaratılmasını bekliyoruz. Bütün bunların işaretlerini bu bütçe içerisinde görebiliyor muyuz; evet.

Değerli arkadaşlar, hem 2003 yılı bütçesi hem de 2004 yılı bütçesi, kendi bünyesinde bu imkânları barındırmaktadır; çünkü, benden önceki konuşmacıların da ifade ettikleri gibi, gerçekten, bu bütçe uygulamalarıyla faiz oranları yüzde 70'lerden yüzde yüzde 25'lere indirilmiştir. Enflasyon, yüzde 20'lerin altına çekilmiştir ve borcun, gayri safî millî hâsıla içindeki payı, yüzde 100'lerden yüzde 70'lerin altına çekilmiştir; yüzde 60'ların altına da çekilme istidası bu bütçenin içerisinde görülmektedir.

Aynı zamanda, 2004 yılı hedefleri olarak, enflasyonun yüzde 10'lara çekildiği, Türkiye'de faiz oranlarının yüzde 15'lerde olduğu, borçların gayri safî milî hâsıla içerisindeki payının yüzde 60'ların altına düştüğü bir tabloyu görme imkânımız vardır. Bu bütçe, bu imkânları bünyesinde barındırmakta ve Türkiye'ye, yeni bir Türkiye vizyonu sunma şansını önümüze koymaktadır.

2003 yılı ve 2004 yılı bütçeleri, aslında, devletin, bir sosyal devlet olma gereği yapacağı eğitim, sağlık ve sosyal yardım harcamalarının artırılmasına bir zemin hazırlamaktadır; çünkü, geçmiş uygulamalardaki dağınıklık, geçmişteki israf, geçmişteki yolsuzluk, geçmişteki kötü yönetimin bugüne taşıdığı gerçekler, bizim, eğitimde, sağlıkta ve sosyal yardım harcamalarında, gerçekten Türkiye'nin önüne çok ciddî rakamlar koymamıza engel teşkil etmektedir. Ama, hem 2003 yılı bütçesi hem de 2004 yılı bütçesi, Türkiye'nin geleceğinde, eğitimin, sağlığın ve sosyal yardım harcamalarının  gerçekten ciddî manada artacağının işaretlerini bizim önümüze koymaktadır. 2005 ve 2006 yıllarında, özellikle, bunların nasıl olduğunu hep birlikte göreceğiz.

Değerli arkadaşlar, bu bütçe uygulamalarıyla, artık, devlet yeni bir şekle kavuşuyor. Devlet, piyasadaki parayı üretime ve istihdama gitmesi gereken, yatırıma gitmesi gereken parayı yüksek faizle çeken, emen bir ekonomiden, artık, yüksek faizle para ihtiyacı olmayan, yüksek faizden gelir elde etmeyi kârlı bulmayan, ticareti, üretimi....

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ergün, süreniz bitti; lütfen konuşmanızı tamamlayın.

NİHAT ERGÜN (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan; teşekkür ederim.

...ve yatırımı daha kârlı bulan bir ekonomik atmosfere doğru Türkiye'yi götürmektedir; çünkü, Türkiye, çok daha kolay borç bulabilmektedir; çok daha çeşitli kaynaklardan borç bulabildiği gibi, çok ucuza borç bulabilme imkânını elde etmiştir. Artık, devlet, kaynaklarını israf eden değil, kaynakları etkin ve verimli kullanan bir devlet haline, siyasî istikrar ve iyi bir yönetimle kavuşmuş bulunuyor. Daha az parayla daha çok iş yapma kabiliyetini devlet yakalamış bulunuyor. Bu nedenle de, artık, devletin piyasadan yüksek faizle para talebi önemli oranda ortadan kalkmış bulunuyor; yüksek faizle devlete borç vererek ayakta kalan, rant elde eden kesimlerin de, artık, uluslararası piyasalara, iç piyasaya, yatırıma ve üretime yönelmesinin zamanı gelmiş bulunuyor. İşte, bu bütçe imkânları, bize, bunu gerçekten sağlıyor. Bu nedenle, 2004 yılı bütçesi, kendi içerisinde, geleceğe dair ciddî umutları önümüze koymaktadır. Hele, 2004 yılı bütçe uygulamasıyla az önce söylediğim hedeflere ulaştığımızda, yani, enflasyonun yüzde 10'lara çekildiği ve faiz oranlarının yüzde 15'lere çekildiği, gayri safî millî hâsılanın, hedefte olduğu gibi, yaklaşık 300 milyar dolara ulaştığı ve aştığı bir noktada, 2005 yılında, Türkiye, yeni bir tabloyla karşı karşıya kalmış olacaktır. Ekonomiden sorumlu değerli Devlet Bakanımızın ve Maliye Bakanımızın da açıklamış olduğu gibi, Türkiye, parasından 6 sıfır atma aşamasına gelmiştir. Artık, kendi çocuklarımıza anlatmış olduğumuz "biz çocukluğumuzda simidi 50 kuruşa alıyorduk" dediğimiz hadiseyi, 2005 yılından itibaren Türkiye yeniden yaşamaya başlayacak ve Türkiye'de insanlar simidi 50 kuruşa alabilecek bir imkânı gerçekten elde etmiş olacaklardır. Bu açıdan, bu tablonun devamı, Türkiye'de ekonomik istikrarın sürdürülebilir olmasına bağlıdır, ekonomik istikrarın sürdürülebilir olması, siyasî istikrarın sürdürülebilir olmasına bağlıdır. Bu nedenle, iktidar ve muhalefet olarak üzerimize düşen görev, Türkiye'de, mutlak surette, siyasî istikrarın sürdürülebilirliğine katkı sağlamamız gerekiyor; bunun önemli adımları vardır.

Değerli arkadaşlar, biz, bir yandan iktidar olarak, muhafazakâr demokrat tabandaki desteğimizi artırırken, bir yandan da muhalefetin, sosyal demokrat tabandaki desteğini artırması ve geliştirmesinin imkânları ve fırsatları ülkemizde vardır. Önümüzdeki mahallî idareler seçimlerini, hem iktidar hem de muhalefet, Türkiye'de siyasî istikrarın devamına katkı sağlayabilecek olan bir fırsat olarak görmelidir. Ülkemizin sorunlarını nasıl fırsata dönüştürdüysek, ülkemizin önündeki yeni fırsatları da siyasî istikrara dönüştürmenin yolunu bulmamız gerekmektedir.

Değerli arkadaşlar, fırsatlar, hazırlıklı beyinler için fırsattır; yoksa, fırsatlar, hazırlıklı olunmadığı zaman bulutlar gibidir, gelirler ve geçerler. Türkiye Cumhuriyeti Devletine, milletimiz, siyasî istikrarın devamı ve problemlerinin çözümü için, büyük bir fırsat vermiştir. Bu fırsatı, AK Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi olarak iyi kullanmalıyız, iyi değerlendirmeliyiz; Türkiye siyasetinin muhafazakâr demokrat ve sosyal demokrat bir ikili çizgide devam etmesini sağlamalıyız.

Son söz olarak şunu söylemek istiyorum ve sözlerimi bitiriyorum: Evimizin sorunları var; evimizin sorunlarını, evin halkıyla paylaşmalıyız. Ülkemizin gerçek sahibi olan milletimizle, sürekli, hem iktidar olarak hem muhalefet olarak bir araya gelmekten kesinlikle endişe etmemeliyiz. Bu sorunlarımızı, köylümüzle, esnafımızla, işçimizle, dargelirlimizle, memurumuzla paylaşmalıyız. İktidar milletvekillerine, muhalefet milletvekillerine ve bakanlarımıza düşen en önemli görevlerden bir tanesinin bu olduğunu düşünüyorum; çünkü, evin sorunlarını evdekilerle paylaştığımız sürece, evdekiler, bu sorunların çözümüne katkı sağlayacaklardır. Eğer, katlanmamız gereken sıkıntılar varsa, evdekiler, katlanmamız gereken sıkıntılara bizlerle beraber, hatta bizim tahmin ettiğimizden çok daha fazla, çok daha güçlü bir iradeyle katlanma imkânını bize sağlamış olacaklardır. Bu nedenle, Parlamentonun, milletvekillerimizin, iktidar ve muhalefet olarak, halktan kopmaması gerekmektedir.

Milletimizin hassasiyetlerine dikkat etmemiz gerektiğini; yeni dönemde, söylemlerimizde ve eylemlerimizde, milletimizin siyasete ve siyasetçiye olan güvenini sarsacak tavır ve davranışlardan uzak kalmamamız gerektiğini hatırlatıyor, bu duygu ve düşüncelerle, hükümetimizin 2004 yılı malî bütçesine olumlu oy vereceğimi ifade ediyorum ve bütçenin, aziz milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ergün, çok teşekkür ederim.

Hükümet söz istemektedir.

Sayın Maliye Bakanı Kemal Unakıtan; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada, saat 11.00'de başlayan ve devam eden, 2004 yılı bütçe görüşmelerini yapıyoruz. Hükümet olarak biz, sunumumuzu yaptık; muhalefet partisi adına Sayın Genel Başkan, AK Parti adına da Sayın Köksal Toptan görüşlerini açıkladılar; şahsı adına konuşmalar yapıldı ve devam ediyor. Ben, burada, şimdiye kadar yapılmış olan konuşmaları dikkatle dinlemeye gayret gösterdim. Önce, konuşmalarından dolayı, bütün konuşmacılara teşekkürlerimi sunuyorum; çünkü, bütçeler, bir hükümetin, önümüzdeki dönemde ne işler yapacağını ve yapacağı bu işler dolayısıyla, o yapacağı harcamalar dolayısıyla, o gelirleri nasıl elde edeceğini göstermesi açısından, bütün milleti, her kesimi ve herkesi çok yakından ilgilendirmektedir; dolayısıyla da, bu millet bizi seçti getirdi ve buradaki, bu çatı altındaki bütün milletvekillerini de çok yakından ilgilendirmektedir.

Şimdi, tabiî, muhalefet partisinin Sayın Başkanını, ben de, iyi dinlemeye gayret ettim; çünkü, bizim, hükümet olarak, Parti olarak anlayışımız, yapılan bütün tenkitlere kulak vermek, iyi dinlemek, alacağımız iyi şeyler varsa da, onları alıp, tatbik etmektir; bizim düşüncemiz bu ve bunu, aynı zamanda, bütün sivil toplum örgütlerine de yapıyoruz ve yapacağımız işi toplumla paylaşmak istiyoruz. Sayın Baykal da, burada, bütçe görüşmelerinin ne kadar önemli olduğunu ifade etti ve bundan dolayı da "bu kadar önemli bir görüşmede, acaba, Sayın Başbakan niye yok" diye, Sayın Başbakanımıza biraz tarizde bulundu. Takdir edersiniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, son günlerde, en aktif Başbakanını görüyor; yani, o kadar ki, ülkenin içinde, dışında, doğusunda, batısında, kuzeyinde, her yerde Başbakan var. Dış ülkelere yapmış olduğu seyahatler de fazla oluyor ve ülkemizin itibarının artmış olmasından dolayı da herkes Başbakanımızı davet ediyor, görüşmek istiyor; kimileri geliyor, kimileri de davet ediyor; bunlar da daha önceden yapılmış olan programlardır, Dışişleri Bakanlığı tarafından önceden saati, gidişi, her şeyi programlanır; bütçe görüşmelerinin bugün başlamasından önce programlanmış olmasından dolayı burada bulunamadı.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Ayarlayın.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Bütün bakanlar mı öyle?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bütçe görüşmeleri bu kadar çok önemli, evet; peki, Sayın Baykal konuşmasını yapar yapmaz niye gitti? Bütçe görüşmeleri mi önemli, Sayın Baykal'ın konuşması mı önemli; ben onu anlayamadım. Mademki önemli, o zaman hep beraber dinleyelim burada. Sonra, tabiî biz hükümetiz, ben Maliye Bakanı olarak da bütçeyi savunuyorum; hani, kendini övmek gibi olmasın; ama, böyle kıymetli bir Maliye Bakanı olunca da rahatlıkla gitti Sayın Başbakanımız, yani. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın arkadaşlar, bütçe teknik bir konudur. Teknik konu olması hasebiyle burada teknik bazı tenkitler de getirilmiştir, yeniden değerlemeler yapılmıştır, o konulara ben öncelik vermek istiyorum ve cevaplandırırken Sayın Genel Başkana da son derece saygılı bir şekilde cevap vermeye gayret edeceğim; çünkü partilerin genel başkanları saygı gösterilmeye değer kimselerdir.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Karşı cevap hakkımız olacak mı?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Tabiî, tabiî... Başkan bilir tabiî.

Şimdi, Sayın Baykal, borç yükünden başladı, yine teknik olması hasebiyle söylüyorum, cari açıklarla devam etti, yatırım ve büyümelerden bahsetti ve işsizlik konusuna değindi; ana konular bunlar, diğer konular da var tabiî; ama, ekonomik bakımdan ana konular bunlar.

Şimdi, bakınız, borç yükü değerlendirmeleri, Avrupa kriterlerine göre, gayri safî millî hâsılaya oranlarıyla ölçülür. Maastricht Kriterleri vardır, bütün Avrupa Birliği için geçerli çağdaş kriterlerdir bunlar ve bu kriterlere göre, bu oran yüzde 60'tır, 60 tutturulacak, 60'ın altında olması lazım. Şimdi, 60'ın altında olmadığından dolayı da bir sıkıntı var Avrupa Birliğinde; Almanya, Fransa bu kriterleri biraz aşmış durumda. Onlara da Konsey yeni bir şey verdi.

Bizde borç yükü çok fazlaydı; yani, Türkiye'nin en mühim meselelerinden biri, işte, o kamu borç yükü, fevkalade fazla olmuş; neden; bana göre, kötü yönetimden. Böyle yönetilmez. Ondan olmuştur.

Biz geldik, borç yükünü devraldık. O borç yükü fazla olmakla beraber, bir kötü tarafıda, yapılandırma, vadeleri çok kötüydü; yani, devlet, üç aydan fazla borçlanamaz hale gelmişti. Öyle bir şey devraldık ve bundan dolayı da, o borçların faizleri katrilyonlarca lira, 2003 yılı için 65,5 katrilyon lira hesaplanıyordu.

Şimdi, biz, bu borçları ödeyeceğiz, faizlerini de ödeyeceğiz. Ondan sonra, hem borcu öde hem faizi öde hem de borcu düşür... Böyle olmaz o; hesabı hepimiz yapalım. Nasıl olur; bu borçlanma gereği azaltılır, borçlanma gereği gide gide azaltılır. İşte, biz, bir defa, borçlanma gereğini azalttık.

Şimdi, bakın, ben söyleyeyim; kasım ayına kadar bilfiil ödediğimiz faizler 53 katrilyon lira. Bunlar, daha önce alınmış borçların faizi. Bunun karşılığında sen ne kadar borçlanmışsın; 36 katrilyon lira. Demek ki, ben borçlanmam gerekenden 17 katrilyon lira daha az borçlanmışım. Ondan dolayı da gayri safî millî hâsılaya göre, yüzde 90'lara çıkmış olan borç, yüzde 70'lere iniyor. Belli bir zaman içerisinde de -akşamdan sabaha olmaz bu işler- 60'ın altına ineceğiz; yani, Avrupa Birliği kriterlerine uyacağız. Dolayısıyla burada "nominal olarak borç arttı" demek, ya bu hesabı yapmamak yahut da ben muhalefetim, ille bir şeyler söyleyeceğim demektir. Söyle de, bu iş biraz da uygun olsun.

Borçlanma gereğini azaltıyoruz, faizleri düşürüyoruz ve artık, bir yıllık, iki yıllık, yedi yıllık, on yıllık borçlanıyoruz. Dış pazarlara da baktığınız zaman, eskiden 80'lerde olan talepler, şimdi 130'ların üzerine çıktı; yani, talep ediliyor. Şu anda da -her şeyi açıklamıyoruz ama- bize borç vermek için kapımızda bekleyenler var; ama, biz de, her gelene "aman ne güzel, borç para bulduk, alacağız" demiyoruz. Bize uygun mudur, değil midir diye inceliyoruz; gerekli görürsek alırız gerekli görmezsek almayız. Neden; hesabımızı kitabımızı yaparak adım atıyoruz; mesele bu.

Şimdi "reel faizleri yüksek ödüyorsunuz" denildi; bir, bir sene öncesine bakın bir de şimdiye bakın. Sayın Toptan da bunları açıkladı, kendisine de teşekkür ediyorum. Bakın, 2002 Haziran ayında iç borçlanma reel faizleri yüzde 31, 2002 Ekim ayında yüzde 28, 2002 Kasım ayında yüzde 21.

Şimdi, bir Irak savaşı geçirdik; Irak savaşında her şey bıçak gibi kesildi, hepiniz biliyorsunuz. Enflasyon da yüksek çıktı, o da yüksek çıktı; ama, Irak savaşı geçer geçmez, orada da yüzde 25'lere çıktı; ama, 2003 Kasım ayı borçlanmasında yüzde 12'ye indi; nereden; 31'den 12'ye iniyor. Bu, daha da inecek. Niye; çünkü, devlete güvenilirlik geldi. Şimdi herkes Türkiye için iyi şeyler konuşuyor. Bana, diğer bakan arkadaşlarımıza, Başbakanımıza, yurt içinden, yurt dışından, ekonomiyle ilgili birçok otorite geliyor, finans sektöründen birçok kimse geliyor, büyük banka sahipleri geliyor, beynelmilel kuruluş temsilcileri geliyor, onların raporları geliyor; öyle, gösterişten, kimse Türkiye'ye "iyi" demez. Öyle yaranacak da, bilmem ne olacak da... Kimse kimsenin kara kaşı için kara gözü için bunu söylemez; bitti, yok öyle şey! İyi diyorlarsa, notunu yükseltiyorlarsa tamam, doğru yoldasın; mesele bu.

Şimdi, biz başka ne yapmışız; faizlerin gayri safî millî hâsılaya olan yükünü de azaltıyoruz; çünkü, o faiz kamburu dediğim çekilmez bir yükü; devletin üzerinde, neredeyse soygun gibi olan bir yükü, 2002'de yüzde 19 iken 2003'te yüzde 16'ya indiriyoruz, 2004'te yüzde 15'e indiriyoruz. Borçlanma gereğini de, 2002'de yüzde 12,8 iken, 2003'te 8,7'ye indiriyoruz. Bunlar, rakamlardır; buradaki istatistikî rakamlar herkese açıktır. Onun için, tamam, tenkit edilelim; ama, bunu rakamlara göre yapalım.

Şimdi, gelelim cari açık meselesine. Bir şey arz etmek istiyorum; tabiî, sayın muhalefete de şöyle hak veriyorum; işleri de zor. Ne yapalım -başarılı olduk- tenkit de zor. Neyi tenkit edecek; zor.

SEDAT PEKEL (Balıkesir) - Millet kan ağlıyor!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, 2003 yılı bütçesinde nasıl tenkitler yapılmıştı, ben, o zamanı iyi hatırlıyorum. Tabiî, o tenkitlerden eser kalmadı. Şimdi, bazen, yaptı desen olmuyor, yapmadı desen olmuyor; iki arada... Şunları şunları yaptınız; ama, yine de dikkat edin, çok önemli, yoksa, kısa zamanda gümbürtüye gidersiniz gibi tavsiyelerle karşılaşıyoruz, ona da teşekkür ederiz; ama, ben, şimdi, gerçekleri açıklayayım.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Mısıra gel, mısıra!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Cari açık önemli. Cari açık nasıl önemli; gayri safî millî hâsılanın yüzde 3'ünü, 4'ünü, 5'ini aştığı zaman, hakikaten önemli.

Cari açıklar nasıl artar; ithalatın artar, ihracatın azalır, turizm gelirlerin azalır; yani, ödemeler bilançosundaki kalemler, bir taraf artar, döviz ödemelerin artar, döviz girdilerin azalır.

Şimdi, tabiî, yine Irak savaşından kaynaklanan bir husus vardı. Irak savaşından dolayı, döviz girdilerimizde fevkalade bir düşme oldu; ama, çok şükür, ondan sonra hızlı bir toparlanma oldu; bu arada, cari açıkları yeniden revize etme mecburiyetinde kaldık.

Bir de, bizim ihracatımız, ithalata bağlı bir ihracat, onu da kabul etmek lazım; çünkü, bizde, sermaye mallarına göre, aramalları ithalatı fazla, baktığınız zaman onu da görüyorsunuz; fakat, bu arada, ihracatımız fevkalade artmış oldu; yani, tahminlerin ötesinde bir artış oldu. Burada, ihracatçılarımızı da kutlamak istiyorum, fevkalade bir performans gösterdiler ve bundan sonra da göstermeye devam edecekler, ona inanıyorum Turizm gelirlerinin azalmasından dolayı, biz, revize ettik ve 2003 yılı döviz cari açıklarını 7 700 000 000 dolar olarak yazdık. 7 700 000 000 dolar, gayri safî millî hâsılanın 3,4'üne tekabül ediyor; bir tehlike sınırı değil. Sonradan, yıl sonu gerçekleşmelerine baktığımızda, bunun da altında gerçekleşecek cari açıklar. Neden; turizm gelirlerimiz arttı. Kaybımızı recover ettik, onun üzerine ilave gelirler gelmeye başladı. İhracat gelirlerimiz, beklediğimizin de üzerinde arttı. İhracatımızın, sene sonunda 47 - 48 milyar dolar sınırında gerçekleşeceğini tahmin ediyoruz ve bu cari açığın da, 6 500 000 000 - 7 000 000 000 dolar olacağını tahmin ediyoruz; yani, beklentilerin de altında olacak. Dolayısıyla, bundan, hiç kimsenin, herhangi bir kuşkusu olmasın; cari açıklar bakımından, bizim bir derdimiz yok.

Bir de, bizim takip ettiğimiz, dalgalı kur sistemi dediğimiz bir döviz politikası var. İthalata çok fazla yönelindiğinde, dövize olan talep arttığı için otomatikman yükseliyor ve ithal malların maliyetleri yükseldiği için, ona olan talep azalıyor. Böyle, otomatik bir denge de var.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Bakan, yüzde 7,7'yi bir ay evvel siz tahmin etmediniz mi?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Yüzde 7,7 değil, 7,7 milyar dolar... 7 milyar dolar olarak eski gelişmelere göre revize yaptık; şimdi, bu tahminimizin de altında gerçekleşecek cari açık; mesele bu efendim.

Gelelim 2004 yılına. Diyorlar ki "dikkat edin." Evet, biz dikkat ediyoruz, hesabımıza, kitabımıza iyi bakıyoruz; gayri safî millî hâsılamız yükseliyor ve 2004'teki açığı da 7 600 000 000 dolar olarak hesaplıyoruz. Bizim birtakım rezervlerimiz de var; ama, ne olur ne olmaz diye onlara hiç dokunmuyoruz. İşini kış tut, yaz çıkarsa bahtına. Biz, şimdi, 7 600 000 000 doları yazdık; bu da, yüzde 3'e tekabül ediyor; bu da, bir tehlike sınırı değildir; cari açık da bu.

Müsaadenizle, büyümeyle ilgili konuya gelmek istiyorum. Büyümede, tabiî, mühim olan husus, istikrarlı büyümeyi devam ettirmektir; yani, bir indi, bir çıktı, onlar tehlikeli. Yani, insanların ısısı gibi bir şey; sağlıklı olan, devamlı olan... Yüzde 5 dedik; bizim yüzde 5'i de, hatta, onun biraz üstünü de tutturacağımız artık aşikâr; ama, bu arada, deniyor ki bize "efendim, bu, stok artışından kaynaklandı."

OĞUZ OYAN (İzmir) - Siz diyorsunuz, resmî rakamlar diyor.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Haa, şimdi, resmî rakamlar... Hocam, zaten siz hazırlıyorsunuz bunları, Sayın Baykal da burada söylüyor. O resmî rakamları, biraz daha ben sizin ıttılaınıza sunmak istiyorum.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Resmî rakamlar söylüyor, heyetinize danışın; biz rakam üretmiyoruz.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Onu söyleyeyim ben o zaman; ya sizde bir şey var ya bende bir şey var; buna bir bakalım.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Sizde bir şey var.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bakın, elcevap: 2001 yılında üretimin daralmasıyla birlikte stoklar da hızla erimiş ve yüzde 9,5'lik küçülmenin 4,6 puanı stok azalışından kaynaklanmıştır. 2002 yılında ise stok artışının büyümeye katkısı 7,1 puan olmuştur. Yani, bakın, 2002'deki büyümenin hemen hemen tamamına yakın kısmı stok artışından olmuş.

Stok artışının büyümeye katkısı, küçülerek de olsa, 2003 yılında da devam etmiştir. 2003 yılının tamamında, büyümenin, 2,4 puanı stoklardan gelmiştir. 7,1 nerede, 2,4 nerede...

OĞUZ OYAN (İzmir) - 7,8 iken 2,1; 5,4 iken 2,4 Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Biraz sabır hocam...

OĞUZ OYAN (İzmir) - Neyle karşılaştırdığınızı...

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Öteki tamamı, hocam; burası...

BAŞKAN - Sayın Bakanım, affedersiniz; açıklamalarınızı dikkatle izliyoruz; ancak, her şeye cevap vermek zorunda değilsiniz; lütfen, Genel Kurula hitap edin. Bir turumuz daha var; onu da hatırlatıyorum.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Sayın Başkanım, peki; teşekkür ederim. Biraz da, ben yeni vekilim; ondan oluyor bu herhalde.

2004 programında ise stoklarda azalma bekleniyor ve büyümeye katkısı 2004'te eksi 0,4; yani, 2004'teki büyüme stoklardan olmayacak, stoklar, bir miktar, çok az da olsa, menfi bir tesir bile yapacaktır. Dolayısıyla, Sayın Baykal'ın dediği gibi, 2004 yılında stok artışından büyüme yoktur.

Ayrıca, bir hususu daha belirtmek istiyorum. Şimdi, tarımda büyüme, bir yılda az olur, bir yılda fazla olur. Otuz senelik verilerin neticesidir bu. 2003 yılı az olmuştur, 2004 yılında tarımda büyüme olacaktır.

İnşaat sektörüne gelince; evet, küçülme vardır inşaat sektöründe. Yalnız, 2004 yılında bizi ümitlendiren bir husus daha vardır. Özel sektöre belediyelerce verilen inşaat ruhsatlarında, 2003'ün üçüncü çeyreğinde yüzde 193,5 oranında artış yaşanmıştır; yani, 2004 yılında da inşaatta bir kıpırdama bekliyoruz.

Büyümeler eskiden şöyle olurdu: Efendim, yatırım bütçelerini fazlalaştırın; ondan sonra, bilhassa inşaat sektörünü canlandırın, hızlı bir büyümeyi yakalayın. Ama, onun parası nereden temin ediliyor; onun kaynağı nasıl temin ediliyor; öyle bir şeyi hiç kimse düşünmüyor. Bul da, nereden bulursan bul! İşte, o zihniyet bizi bugünlere getirdi.

Şimdi, biz, büyüme fazla büyük olmasın; ama, kalıcı ve sürekli olsun diyoruz; fakat -büyümelerdeki yatırımlara geliyorum şimdi- yatırımlar, artık, özel sektöre kaymış durumda. Özel sektör yatırımları büyüyerek devam ettiği zaman o ülkenin sağlıklı büyümesi vardır; ama, devletin popülist politikalarıyla yatırımlar hızla artırılır, bir artırılır bir geri çekilirse, ekonominin de ayarı kaçar. Fakat, ona rağmen, eldeki bütçe imkânlarına göre, en iyiyi de gene yapmak mecburiyetindeyiz; çünkü, elimizde öyle yatırımlar var ki, otuz senedir devam ediyor; yazık, günah!.. Artık, yatırım yatırımlıktan çıkmış, baraj barajlıktan çıkmış, bina binalıktan çıkmış, hiçbir işe yaramıyor, ekonomik değeri kalmamış. Al bakalım, oraya para yatırıyor; yani, kör kuyuya taş atar gibi. Nereye veriyorsun bunları?! Onun için, biz, Devlet Planlama Teşkilatında bütün yatırımları yeniden ele aldık ve dedik ki, önce, az bir parayla bitecek olanları ele alalım; önce, onlara verelim. Yüzde 90'ı bitmiş, yüzde 10'una veriyoruz parayı, bitiriyoruz; hiç olmadı, ekonomiye kazandırıyoruz. Onun için, 40 tane, 50 tane birden; gölettir, barajdır bir çırpıda açıyoruz. Başbakanımız yetişemediği için, buradan açılış yapıyor; bir düğmeye basıyor, 40 tane birden açılıyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) 2003 yılında 6,5 katrilyon olan yatırımı da 7,5-8 katrilyon liraya çıkardık; ama, yatırımlarda, Kamu İhale Yasasından dolayı birtakım sıkıntılarımız da oldu; inşallah, 2004 yılında onları yaşamayız.

Şimdi, işsizlikle ilgili bazı konulara değinmek istiyorum. İstihdam ve işsizlik...

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Sayın Bakan, bu işe hiç girmeyin; çok ayıp olur.

OSMAN ÖZCAN (Antalya) - Vallahi çok ayıp oluyor.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Hiç ayıp olmaz; gerçekleri konuşalım.

Şimdi, bakınız, işsizliğin ortadan kaldırılabilmesi için mevcut işletmelerin yerine yenilerinin de yapılması lazım. Bugüne kadar Türkiye'de enteresan bir şey oldu "verimlilik artışı" diye bir şey oldu. Her yerde, Avrupa'da işgücü verimliliği yüzde 0,5 iken, bizde verimlilik yüzde 8,5 arttı; dolayısıyla, aynı işçiyle devam edilmeye başlandı. Fakat, şimdi, takip edilen politikaların neticesinde yavaş yavaş bu da çözülmeye başlandı, üçüncü çeyrekte işsizlik azalmaya başladı. Az; ama, başladı. Üçüncü çeyrekte ilaveten 86 000 işsiz iş buldu...

HASAN AYDIN (İstanbul) - Nerede Sayın Bakan; bir tane söyler misiniz, nerede?!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Efendim, rakamlar burada, istediğiniz rakamları ben size veririm. Muhalefette de biraz çalışma ve araştırma istiyor tabiî! Yani, olmuyor!..

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyin lütfen...

Sayın Bakan, buyurun.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, özellikle inşaat sektörünün 2004'te daha fazlalaşmasıyla ve yatırımların... Çünkü, onların da, artık, bütün kapasite kullanımları son noktaya geldi; bunu hepiniz izliyorsunuz, Devlet İstatistik Enstitüsü açıklıyor bunları. Bundan sonra yeni yatırımlarla büyümeler devam edecek. Yeni yatırımlar, yeni iş demektir. Son zamanlarda alınan teşvik belgeleri de bunu bize gösteriyor. Diğer ekonomik göstergeler de gösteriyor ki, 2004 yılında, inşallah, işsizliği, hissedilir seviyelerde azaltmaya başlayacağız. Bunu da böylece arz etmek istiyorum.

Efendim, Sayın Baykal, bir de "Toplu Konut İdaresi projeniz yok; niçin başlamadınız" dedi; başladık, başladık. 2003 yılının ilk onbir ayı içinde 10 ilde 7 831 konut, altyapısıyla birlikte tamamlandı, bitti. 2004 yılı ocak ayına kadar 42 yerde 18 894 konutun ihalesi bitiriliyor. 2004 yılı ocak ayı itibariyle 26 725 konutun yapımına başlanacak; 2004 yılı sonuna kadar 100 000 konut yapılmış olacak. 4,5 katrilyon Türk Lirası ekonomiye kazandırılıp, 500 000 kişiye de böylece iş imkânı sağlanıyor. Kaynak; Toplu Konut İdaresi.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Gelecek sene bunları burada bir daha değerlendiririz.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Çünkü, bizim Başbakanımız bu toplukonuta çok önem veren birisi; belediye başkanlığı zamanında da böyle yaptı; yani, misallerini orada görmemiz mümkün.

Şimdi, biz, tabiî, bu bütçeyi yaparken... Sayın Başkan, herhalde espri katmak için, bizim daha önce, başka bir husus için söylediğimiz Ayvaz kasap hikâyesini de söyledi. Öyle, bizim dediğimiz... Tabiî, bunlar belki biliniyor; herhalde bilinmesi lazım. Net bütçeler ve brüt bütçeler vardır bu analitik bütçelerde, tekniği bakımından. Aldığınız gelirleri yazarsınız; ondan sonra, şu kadar da vergi iadesi yapıyorum -vergi gelirlerinden- dersiniz, onları düşersiniz, net olarak yazarsınız yahut da giderlerinizi net olarak yazarsınız; ama, bütçenin ne sağında ne solunda ne harcamalarda ne gelirlerde fark olur; hiçbirinde olmaz, aynıdır. O aynıyı belirtmek için bir basın toplantısında söylediğim sözü tekrarlayarak burada; yani, bir nevi küçümser sözlerle, bizim bütçeyi küçümsemeye kalktı; ama, kim, nasıl, neye kalkarsa kalksın, güneş balçıkla sıvanmaz; bütçe ortada... (AK Parti sıralarından alkışlar)

Malî sektördeki küçülmeden kısaca bahsedeyim. Malî sektörün üzerinden, biliyorsunuz, o krizlerle tank geçti ve bunların, yeniden, tekrar kendine gelmesi önemlidir; ama, üçüncü çeyrekten itibaren malî sektör büyümeye geçti; Bankalar Birliğinden bunun bilgileri alınabilir. Bankaların da son beyan ettikleri kârlar 2 katrilyona yaklaştı. Dolayısıyla, malî sektörde de büyüme başlamış bulunuyor.

Şimdi, bir de, çok enteresan bazı şeyler var; yani, ben, bazen de şaşırdım. "Enflasyon düşünce, satın alma gücü de düşüyor" diyor Sayın Başkan; yani, enflasyonu düşürmeyelim mi, ne yapalım; yani, öyle bir şey mi; konuyu tam anlayamadım! Sonra, file hesapları falan; işte şu kadar et alınıyor... Hangi kasaptan alıyor eti ben bilmiyorum; ama, Başkan, eti biraz da halkın gittiği yerlerden alırsa, o zaman, fiyat düşüşleri görülür.

Şimdi, hiçbir yere gidilmiyorsa, şu Maltepe'ye, Gazi Mustafa Kemal Bulvarından Tandoğan'a kadar bir gidin, sağa sola bakın, indirimleri görün. "Biz çıldırdık" diye yazmış kapıya. Çıldıran falan kimse yok, fiyatlar düşmüş. Fiyatlar öyle düştü diye, "çıldırdık" diyor. Yani, bakın, fiyatlar düşüyor; ondan sonra "millete ne zaman yansıyacak..." Yansıdı. Bakın fiyatlara allahaşkına. Fiyatlara bakın, bakın bunlara. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Vatandaşın alım gücü yok; onun için düşüyor fiyatlar.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Dolayısıyla, ekonomiyi iyi takip etmek lazım. O file hesapları eskide kaldı; ona, siz de karşıydınız zaten.

Sağlık hizmetleri, kuyruklar falan... Bakın arkadaşlar, Çalışma Bakanı biraz önce bana telefon etti. Sağlık Bakanlığına bağlı, Çalışma Bakanlığına bağlı -diğer, özel, işte PTT'dir, Demiryollarıdır- bütün hastaneler, bir pilot uygulama yapıldı, muvaffak olundu, tek çatı altında toplanıyor şimdi. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Ondan sonra, memurlarımızın gidip ille devlet hastanelerinin önünde kuyruk beklemesine lüzum yok. Bizim Hükümetimiz, ilk defa, özel sağlık kuruluşlarıyla anlaşma yaptı; memurumuz, emeklimiz, bundan sonra özel sağlık tesislerine de, hastanelerine de rahatlıkla gidebiliyor.  

Efendim, şimdi, doktor bulma, hemşire bulma, bilmem ne, hakikaten zor. Neden; işte, doktor, bilmem ne, doğuya gidecek. Doğuya gidiyor, ondan sonra bir tanıdığını buluyor, küt, herkes burada. Bu, ülkenin bir gerçeği, saklamanın âlemi yok. Buna sistemde bir çözüm bulmamız lazım; sistem bozuk çünkü. Onun için, sözleşmeli personel rejimine geçtik ve Sağlık Bakanlığına da bununla ilgili 15 000 kadro verdik ve yakında göreceksiniz. Nerede çalışıyorsun; Erzurum. Erzurum için alınıyor, Ağrı için alınıyor. Köyde ebe, orası için alınıyor. Hiç kimse, artık, tanıdık peşine düşmeyecek. Ben oradan geliyorum demek, o sözleşmeyi bozdum, ben işten ayrılıyorum demek; buna geçildi.

Millî Eğitimde de böyle. Efendim neymiş; kadro. Ne kadrosu; torba kadro diyorlar yahut da depo... (Gülüşmeler) Yahu, bu işin deposu mu olur allahını seversen?! Öğretmenin deposu mu olur?! Herkes birbirinin tanıdığı; bulmuş herkes, Ankara'da yatıyor. İstanbul'da, Ankara'da... Onları kaldıracağız, haberiniz olsun. Depo mepo yok. 

Şimdi, bir de, tabiî popülist politikayı biz yapmayalım diyoruz; ama, muhalefetimiz alışmış mı ne yapmış, ben anlamadım. Şimdi, memurlar şöyle... Bakın, memurlara 2003 yılında yaptığımız zamla -aile yardım ödeneği dahil- en düşük dereceli memurumuzun maaşı kümülatif bazda yüzde 24,8; ortalama bazda ise yüzde 39,7 artmış. Sayın Başkan diyor ki: "Yüzde 20 enflasyon." Bu rakamlar, yüzde 20'nin altında mı üstünde mi?!

ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elazığ) - Göze bağlı...

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bakmaya bağlı, evet.

Efendim, tarımsal, köylümüz şöyle... Bakın, biz, şimdi, geldiğimiz günden beri tarıma önem veriyoruz, hayvancılığa önem veriyoruz, çiftçimize önem veriyoruz ve buna da, bu bütçenin imkânlarının son zerresine kadar kullanarak yardım yapıyoruz.

Şimdi, 2004 yılında doğrudan gelir desteği 3 katrilyon lira, pamuk, diğer ürünler desteği 300 trilyon lira, çay primi 40 trilyon lira, şekerpancarı telafi ödemeleri 55 trilyon lira, hayvancılık desteği 200 trilyon lira, tarımsal krediler 100 trilyon lira, tarım reformu 100 trilyon lira; 3,795 trilyon lira biz vereceğiz. Pardon, katrilyon... O, sıfırları atacağız artık; kanunu hazırladık, Başbakanlığa da kanun gitti. Haberiniz olsun, 6 sıfır gidiyor. İnşallah, şu millet, artık parasıyla da övünür hale gelecek.

Tabiî, ben, ekonomi ve maliyeyle ilgili bir bakan olduğum için, bazı konular da benim konumu aşıyor; ama, bazılarına da cevap vermek mecburiyetindeyim. Şimdi, bir mısır kararnamesinden bahsetti benimle ilgili. Alakası yok. Külliyen... Olmaz yani!.. (AK Parti sıralarından alkışlar) Olmaz... Ama, şahsım olduğu için, fazla da söylemiyorum.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Siz niye alındınız?!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, terör... Terör konusunda... Teröre bir türlü ad bulamadınız. Şurada, buna benzer terörler yapıldı bu memlekette, hava meydanı da basıldı, biliyorsunuz hepiniz; geçmişi bir hatırlayın. İlk defa, bu terörün üzerine, bu kadar kararlı ve azimli gittik ve ben, İçişleri Bakanımız başta olmak üzere, bütün güvenlik birimlerimizi kutluyorum; 24 saatte adamların isimleri tespit edildi, çok kısa zamanda kendileri yakalandı. Ondan sonra, "daha, tespit edilemedi..." Adamın DNA'ları bile tespit edildi yahu, daha ne tespit edilsin; tutuldu, getirildi.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Hangi örgütten?...

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, isim koy, isim koy... İsim koyun madem, çok meraklısınız, isim babası mısınız yani, koyun. Terörün ismi olmaz; terör terördür; her türlü terör, terördür. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bilmem, o örgüt yapmış, bu örgüt yapmış, şu örgüt yapmış; yani, o örgütü tutacağız, bu örgütü karşımıza... Böyle şey mi olur yani, allahaşkına... Terörün karşısında; bütün millet, bütün insanlık buna karşı; çünkü, insanlığa karşı bir suç. Terörü, asla ve kata kabul etmiyoruz; onu, devamlı surette kınıyoruz ve Allah, bu terörden bütün insanlığı korusun. Terör suçu, en büyük suç. Onun için, evirip çevirip şey etmenin alemi yok. Terörün karşısında, hepimizin burada tek yumruk olması lazım.

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - O zaman niye af çıkardınız, Sayın Bakan?!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Efendim?..

NURİ ÇİLİNGİR (Manisa) - Niye af çıkardınız?!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Sayın Başkanı dinleyeyim ben, neyse...

Şimdi, din-siyaset... Yahu, Türkiye Cumhuriyeti, hukuk devleti, sosyal, laik devlettir. Biz, parti olarak ilan ettik -Sayın Başbakanımız da- "biz, din partisi değiliz" dedik; referansımız da yoktur. Bunu, bizim kadar söyleyen, herhalde olmamıştır; ama, ille bir şey söylemek için bu konular niye getiriliyor, onu da anlamıyorum.

Şimdi, Sayın Başkan diyor ki: "Dinde siyaset olmaz; din, çok yücedir." Tamam, kabul, aynen "tartışma olmaz, ikna da olmaz." O ikna mikna işini biz yapmadık; evvelden, o çocukları toplayıp toplayıp, ikna odalarına biz sokmadık. (AK Parti sıralarından alkışlar) Allahaşkına yapmayın bunu, bunları getirmeyin, bunları getirmeyelim.

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Sayın Bakan, çocukları kim topluyor?

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, müdahale etmeyin.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi, gelelim, işçilerden özel indirim alınmış da, daha fazla... Hayır, tam tersine, özel indirim, özel gider şeyi kaldırıldı; ama, öyle bir sistem getirdik ki, işçiye verdiğimiz, sağladığımız imkân daha arttı.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Ne kadar oldu?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Ne kadar...

Bir dakikanızı istiyorum...

Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü hesap yaptı, acaba ne kadar oldu, ben de merak ettim. 18 000 000 avantaj sağlanırken, 20 800 000 liraya çıktı, 2004'te bu avantaj daha da fazlaya çıkacak.

FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - 2 000 000 mu Sayın Bakan?!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Daha fazla çıkacak...

BAŞKAN - Sayın Bakanım, konuşmanızı lütfen tamamlar mısınız.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Tamam, bitmek üzere Sayın Başkanım.

İkide bir "sütü kestiniz" diyorlar bize. "Talebelerden sütü kestiniz..."

MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Sütten kesildiniz!..

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bedava kitapları kim verdi? Ve o bedava kitapları bedava olarak vermenin dışında, o organizasyonundan dolayı, Millî Eğitim Bakanını kutluyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Okullar açıldı... Hepiniz talebelik yaptınız. Biz, onbeş gün, bir ay, şu kitabı bulduk, bu kitabı bulamadık diye, kırtasiyeci kırtasiyeci dolaşırdık, öyle mi? (AK Parti sıralarından "Evet" sesleri) Şimdi, herkes, kitabını masasının üzerinde buldu. Bu ne güzel bir şey!

ALİ YÜKSEL KAVUŞTU (Çorum) - Hem de parasız...

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Hem de parasız...

Şimdi, Kredi ve Yurtlar Kurumundan 65 000 000 veriyorduk talebelere, 90 000 000 liraya çıkardık. Başbakanımız açıkladı, bunu böyle görüyoruz dedik, bütçeye 105 trilyon ilave koyduk onunla ilgili. Şimdi, kalkıp da "talebelerin sütünü kestiniz, ettiniz" demenin âlemi var mı yani?!

Şimdi, süt meselesine gelince; ben de merak ettim ne sütü kesmişiz diye.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Talebelerin sütünü kestiniz.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Sordurdum burada otururken ve Millî Eğitim Bakanlığından cevap geldi "bu süt, Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır'da dağıtılıyordu, başka illerde dağıtılmıyordu" dediler. Süt dedikleri bu. Herkese dağıtılıyordu; yani, bu illerde, Ankara, İstanbul, İzmir'de... Oh kekâ, dağıt, içsinler; sonra... (AK parti sıralarından alkışlar) Şimdi, niye kesti; çok zehirlenmeler olmuş. Şimdi, biz, onun o şeyini kaldırıp, yine veririz; çünkü, biz, yavrularımızı proteinle beslemek niyetindeyiz, bunu da biz yapacağız inşallah. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gülüşmeler)

Sayın Başkanımızın da müsamahasına sığınarak, vaktinizi aldım...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Levent Kırca kızacak size...

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Mısır işi ne oldu Sayın Bakan?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Konuşmak isteyenler kürsüye gelebilirler.

Benim maruzatım bu kadar, fazla vaktinizi almak istemiyorum. 2004 bütçesi hakikaten önemli bir bütçe, hakikaten Türk Milletine yaraşır bir bütçe. İnşallah daha ilerlere gideceğiz; ama, yaptıklarımızla da yetinmeyeceğiz, daha ileri gideceğiz, daha iyilerini yapacağız, hep beraber yapacağız, herkesin, muhalefet ve iktidarın katkısıyla yapacağız.

Ben, hepinize çok teşekkür ediyorum ve saygılar sunuyorum efendim; sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ederim.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Oğlunuz ne yapıyor? Mısır işi ne oldu?

BAŞKAN - Sayın Bayındır... Lütfen...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Topuz, buyurun efendim.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, Sayın Maliye Bakanı, konuşması sırasında, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Genel Başkanımızın konuşmalarının belli bölümlerini çarpıtarak ifade etmiştir. 69 uncu madde gereğince söz hakkı doğmuştur. Grubumuz adına söz istiyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın Topuz, konuşmayı dikkatle izledim, Sayın Baykal'ın eleştirilerine Sayın Bakan cevap verdiler. 69 uncu madde kapsamında bir sataşma görmüyorum.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Açıklama hakkı doğmuştur Sayın Başkan... Yanlış bir uygulama yaptınız...

BAŞKAN - Bütçenin tümü üzerinde şahsı adına son konuşma, bütçenin aleyhinde söz alan Iğdır Milletvekili Sayın Dursun Akdemir'e aittir.

Sayın Akdemir, buyurun efendim.

Sayın Akdemir süreniz 10 dakika.

DURSUN AKDEMİR (Iğdır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum; ayrıca, Partim DYP adına, yüce milletimize, buradan saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bütçeler, her zaman için devletin en önemli belgeleri olmuştur. Bütçeler, hukukî, sosyal, iktisadî, malî ve siyasî boyutları itibariyle ülkenin ve insanlarının geleceğe hazırlanmasında etkin bir role, ülkenin bütün sorunlarının tartışıldığı ve çare arandığı bir zemin teşkil etmesi bakımından da ayrı bir öneme sahiptir.

Değerli arkadaşlarım, 2004 yılı bütçesini ana hatlarıyla değerlendirecek olursak, konsolide bütçe aracılığıyla 160,9 katrilyon lira kamu harcaması yapılacağı öngörülmektedir. Bu da, millî gelirin yaklaşık yüzde 38'ine tekabül eder. Bu büyüklüğün, kamu harcamalarının tümünü temsil ettiği de ayrıca şüphelidir. Konsolide bütçeden yapılan kamu harcamalarının toplam kamu harcamalarına ulaşmada çok sağlıklı bir gösterge olmaması, bizim sistemimizin zaafını teşkil etmektedir.

Diğer taraftan, söz konusu 160,9 katrilyon liralık harcamanın 94,7 katrilyon lirası faizdışı harcama, 66,2 katrilyon lirası ise doğrudan faiz harcamalarından oluşmaktadır. Faiz ödemelerinin millî gelire oranı yüzde 15,8 gibi, hâlâ kabul edilemeyecek bir büyüklükte devam etmektedir.

BAŞKAN - Sayın Akdemir, bir saniye efendim, affedersiniz.

Sayın milletvekilleri, son konuşma yapılıyor. Sayın Akdemir'i, lütfen dinleyelim; Genel Kurulda bir uğultu var. Rica ediyorum.

Buyurun efendim.

DURSUN AKDEMİR (Devamla) - Sayın Başkanın hatırlattığı gibi, bu söz hakkını alabilmek için en erken gelen bir milletvekiliydim ve orada birincilik kazanmıştım. O nedenle, hatırlatmalarını çok değerli buluyorum, kendisine teşekkür ediyorum.

Bunun yanı sıra, öngörülen vergi gelirlerinin yaklaşık olarak yüzde 67'si, toplam gelirlerin ise yüzde 58'i faiz ödemelerine gidecektir. Faizdışı kamu harcamaları içerisinde sosyal güvenlik sistemine, KİT'lere, tarıma yapılacak transfer ödemeleri ile yatırım harcamaları da bulunmaktadır. Bir başka deyişle, 2004 yılı içerisinde milletin boğazı daha da sıkılacaktır. Şimdi, tüm ülkemizi, 70 000 000'u ilgilendiren sosyal güvenlik meselesine girmek istiyorum.

Harcamalar kaleminde en iddialı hedef sosyal güvenlikte öngörülmektedir. Yaklaşık 16 katrilyon Türk Lirası olan bu harcama hedefine göre, sosyal güvenlik harcamalarının reel olarak yüzde 4 düşürülmesi söz konusudur. 2004 yılı için konulan ödeneğin, SSK harcamalarını yüzde 40 oranında azaltacağı öngörüsüyle düşürüldüğü ve gayri safî millî hâsılanın yüzde 3,8'ine indiği görülmektedir; ancak, bunun nasıl yapılacağına ilişkin bir açıklama ya da strateji deklare edilememektedir. Bu alanda herhangi bir yapısal reform da henüz yapılamadığından, hedefin nasıl tutturulacağı hususu muallakta kalmaktadır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, kurumsallaşmış bir toplumsal dayanışma olan sosyal güvenlik sistemi, gerek genç nesillerden yaşlı ve muhtaç kesimlere ve gerekse yüksek gelir gruplarından düşük gelir gruplarına büyük ölçekli gelir transferleri şeklinde somutlaşır. Ülkemizde aktuaryel temellere oturtulmamış ve doğru kurgulanmamış bir sosyal güvenlik sistemi ve yapılan transferlerin yanlış alanlara yönlenmesi sonucunda emekli aylıkları ve muhtaç yaşlılara verilen sosyal yardımlar küçük seviyelerde kalmış, sağlık hizmetlerinde yeterlilik ve kalite sağlanamamıştır. Türkiye'deki sosyal güvenlik sistemi incelendiğinde, sorunun gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, nüfusun yaşlanması ve hayatta kalma beklentisinin yükselmesi gibi demokratik kaynaklı olmadığı görülecektir. Sosyal güvenlik kuruluşlarımızın -yani, Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur, TC Emekli Sandığı- malî yapıları genel hatlarıyla değerlendirildiğinde bu kuruluşların 2002 yılı açıklarının 9,5 katrilyon Türk Lirası, 2003 yılı açıklarının ise, tahminî olarak 12 katrilyon Türk Lirası olarak gerçekleştiği öngörülmektedir.

Değerli arkadaşlarım, sosyal güvenlik açıklarının kapatılması adına, reform başlığı altında yapılan düzenlemelerin bir sonucu da, SSK primlerine esas alınan taban ücret, otomatik olarak geçmiş yılın enflasyon oranına ve ekonomik büyümeye bağlı olarak artırılmaktadır. Buradan görülmektedir ki, 2003 yılı içinde yüzde 20 enflasyon hedefi söz konusu iken, Sosyal Sigortalar Kurumu primlerine esas alınan taban ücret yüzde 25 civarında artırılmıştır. Özel sektörden, fiyatlandırmalara geçmiş enflasyona göre değil, hedeflenen enflasyona göre davranmalarını isteyen hükümetin, 2004 yılında da aynı anlaşılmaz uygulamaya devam ederek, taban ücreti yüzde 25 civarında artırması, açıkları kapatmak yerine, sistemi kayıtdışılığa özendirecektir. Böylesi bir oluşumda gelir kaybı kaçınılmazdır.

Değerli arkadaşlarım, işgücüne katılım oranı ile prim tahsilat oranının düşük olduğu, bağımlılık oranının ise yüksek olduğu sosyal güvenlik sistemine 2004 yılında da asgarî 300 000-350 000 kişinin daha entegre olacağını düşünürsek, bütçeden sosyal güvenlik için ayrılmış olan 16 katrilyon liralık transferin gerçekçi olduğunu düşünmek mümkün değildir. Mevzuat ve altyapı sorunlarını çözmeden "reform" adı altında yapılan uygulamaların yatırım maliyetlerini artırması ve kayıtdışılığı özendirmesi söz konusu olmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, burada, bütçe kitapçığından, sağlık ve eğitim konusuna hükümetin nasıl baktığını iki paragraf okuyarak sizlere örnek olarak göstermek istiyorum. Kitapçığın 28 inci sayfasında, aynen: "Hükümet programında şöyle deniliyor: Sağlık harcamalarında tasarruf sağlanması ve kötü kullanımların önlenmesi amacıyla tedbirler alınması için Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Genel Müdürlüğüne yetki verilmiştir."

Sayın arkadaşlarım, ben burada hayrete düştüm. Sağlık harcamaları, tasarruf düşünülmemesi gereken bir konudur. Ben hekimim; eğer sağlıkta, ilk planda tasarruf kelimesini kullanırsanız, insan sağlığını direkt olarak etkilemiş olursunuz.

Sayın Bakanım, eğer sağlıkta tasarruf önplana çıkarsa, yeni doğan bebeğin hakkını kesmiş olursunuz. Dolayısıyla, tasarruf kelimesinin yerinde kullanılması lazım. Burada, sağlık harcamasında tasarruftan şu kastediliyor; verimlilik kastediliyor, kaynağın yerinde kullanılması kastediliyor, kaynağın uygun hastanede uygun hastaya kullanılması kastediliyor. O nedenle, lütfen, insan sağlığında tasarrufa gidilecek şekilde tasarruf kelimesinin yaygınlaşmaması konusunda özen gösterilmesini talep ediyorum.

Ayrıca, Sayın Köksal Toptan beyin biraz önce Şeyh Edebali'den aktardığı gibi "insanı yaşat ki, devlet yaşasın." Dolayısıyla, bu töreye, bu geleneğe uyabilmek için, insan sağlığına yeterli kaynağın ayrılması gerekiyor ve bu hükümet programında sağlığa ne kadar para ayrıldığının sözü edilmemektedir.

Yine, aynı şekilde, 33 üncü sayfada "sağlık ve eğitime verilen önem ve ülkemizin bu alanlardaki ihtiyacının giderilmesi hedefleri kapsamında, okul, sağlık tesisi ve yurt bağışlarıyla mevcut tesislerin bakımı ve onarımı gerçekleşmektedir" denilmektedir.

Buradan da şu görülüyor değerli arkadaşlarım: Hükümetin, sağlık ve eğitim konusunda kaynak ayırmadığı, direkt olarak, eğitim ve sağlığın bağışlarla karşılandığı beyan edilmektedir ki, bu, hükümetin çok önemli bir aczi olarak ortaya çıkmaktadır.

Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, bu örnekleri verdikten sonra, konuşmama şu şekilde devam edeceğim. Büyüme konusunda hükümetin iddialı olduğu ortada; halbuki, 2004 yılı için yüzde 5'lik büyüme oranı çok iyimser bir tahmini içermektedir. Çünkü, 2002 ve 2003 yıllarındaki yüksek büyüme oranları da göz önüne alındığında, ekonomide büyük büyüme, stok artışı ve ihracata dayalı bir modeli içermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akdemir, süreniz bitti; konuşmanızı lütfen tamamlayın.

DURSUN AKDEMİR (Devamla) - Peki efendim. Teşekkür ediyorum.

Nitekim, 2003 yılında büyüme oranında kaydedilen artış, toplum kesimlerini ne ölçüde memnun etmiştir; herhalde, faiz elde edenlerin dışında toplumun hiçbir kesiminde olumlu yansımalarını izlemek mümkün değildir. Gelir dağılımındaki artan bozulma ve fakirleşme kimsenin gözünden kaçmamaktadır.

Bir yandan "büyüyoruz" mesajı verilirken, öte yandan sabit sermaye yatırımı yok denecek düzeyde, işgücü talebi yok; dolayısıyla, işsizlik gündemimizden düşmüyor.

Hükümet, 2004 yılında bütçe kaynaklarıyla ciddî bir yatırım artışı öngörememektedir.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, bu arada, malumlarınız olduğu üzere, Güneydoğu ve özellikle Doğu Anadolu Bölgemizin en önemli geçim kaynağı tarım ve bu bünye içerisinde hayvancılıktır. Hükümet, bu sektörle ilgili hiçbir ciddî önlem almadığı gibi, 2002 yılına ait mazot desteğinin ancak yüzde 50'sini ödemiş, 2003 yılına ait doğrudan gelir desteğini ise hiç ödememiştir. Bu ödemenin bir yıl sonra yapılacağının hükümetçe beyanı da mevcuttur ayrıca. Bugün, besicilik kârlı gibi gözükse bile, et üreticisinin karkas kilogramı 7 500 000'den ürettiği et, tüketici tarafından 15 000 000'a satın alınabilmektedir.

Diğer taraftan, doğu ve güneydoğu sınırlarımızda kaçak hayvan girişi hızlanarak artmaktadır. Bu husus, hem et üreticisini hem insan sağlığını olumsuz şekilde etkilemektedir.

Türkiye'nin besi hayvancılığı materyalinin kaynağı olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu çiftçisinin mutlaka desteklenmesi gerekmektedir. Bunun yanında, devletin yönlendirici olma özelliği, Et ve Balık Kurumunun revize edilerek aktif bir duruma getirilmesiyle mümkün olabilecektir.

Ayrıca, kotalardan bahsetmek istiyorum burada. Ben, bir hafta önce Iğdır'a gittiğimde, orada, pancar kotası ve kantar yetersizliği nedeniyle pancarın kar altında kalacağı ve pancarın hayvana yedirileceği ifade edilmektedir. Türkiye, o kadar zengin bir ülkedir ki, pancar üretip, hayvana yem olarak kullanıyor!

2004 yılı için hedeflenen büyüme oranının gerçekleşmesinde itici gücün özel sektör yatırımları olması öngörülmektedir. Özel sektör için yatırım iklimi yaratılamamıştır maalesef.

Ayrıca, kapasite artışı sağlayacak olan doğrudan yabancı yatırımlar ise, ülke ekonomisine ciddî katkı yapacak düzeyde değildir.

Maalesef, 20-24 yaş arası üniversite mezunlarının yüzde 32'sinin iş bulamadığı bir ülke durumundayız. Göreceli olarak daha iyi tahsili olanlar iş bulamıyorsa veya işgücü ile yapılan işin niteliği arasında çelişki varsa, istihdam boyutunda ciddî nitelik sorunu var demektir. Görülmektedir ki, hükümetin gündeminde istihdam da yoktur.

Yatırım yapamayan bir ekonomi, kapasitesini artıramıyor demektir. Kapasite kullanım oranları, kurulu kapasitenin sınırlarına gelmiştir. Ekonomide, ilerleyen günlerde, sorunlar yaşanacağı aşikârdır.

Ayrıca, vergi gelirlerinde, bir önceki yıla göre yüzde 14,3 oranında artış hedeflendiği görülüyor.

Diğer taraftan, vergi gelirleri gayri safî millî hâsılayla karşılaştırıldığında, 2003 yılında yüzde 24,3 olan oransal büyüklüğün, 2004 yılında yüzde 23,6'ya düştüğü görülmektedir.

Kendisinden neredeyse 4,5 kat büyüklüğe sahip olan ve önceki yıla göre yüzde 17 civarında rakamsal artış gösteren gayri safî millî hâsıla ile vergi gelirlerini mukayese edip, oransal olarak düşüş var demek, rakamsal verilerle toplumu aldatmak demek oluyor.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; bütçe gelir kalemini etkileyecek bir faktör de, özelleştirmedir. Hükümetimizin iddialı bir biçimde ortaya koyduğu 4 500 000 000 dolarlık 2003 yılı özelleştirme gelir hedefinin, yıl sonunda, ancak yüzde 5'lere ulaşabildiği yine göz önündeki bir gerçektir.

Borçlanma konusunda da ayrıca büyük bir sıkıntı var. Faiz oranlarında beklenmedik bir yükseliş ya da vade yapısında bir olumsuzluğa yönelme, tüm bütçe dengelerini altüst etmeye yetebilecek durumdadır. Kaldı ki, 8 katrilyon liralık İmar Bankası yükü ortada durmaktadır. Bunu ne yapacaksınız, nasıl yapacaksınız?

Şartlarını Yüce Parlamentonun dahi bilmediği meşhur 8 500 000 000 dolarlık ABD yardımı gelmeyince, acaba işler ne olacak? Nasıl tutturacaksınız bu hedefleri?

Sonuç olarak, IMF direktifleri ve gözetiminde hazırlanan 2004 yılı konsolide bütçe hedefleri iddialı öngörüleri içerse de, gerçekleşmesi siyasî ve ekonomik istikrara bağlıdır. Sosyal sigorta kurumlarının, belediyelerin, devlet ve belediye işletmelerinin, özel gelirleri olan kamu kesimi fon yönetimlerinin açıkları sürmektedir. Ancak, kamu kesimi açığının yüzde 60'tan fazlası devlet bütçesi açıklarından oluşmaktadır. Vergi gelirlerinin 3/2'sinin borç ödemelerine gittiği, diğer transfer harcamalarının reel olarak arttığı bir ortamda, gider azaltıcı diğer kalem cari ve yatırım kalemlerinde ciddî bir tasarruf etme ya da harcama azaltılması, ekonomik ve sosyal şartlar dikkate alındığında, gerçekçi olamayacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti konsolide bütçesi, gerekli kamu hizmetini de üretemez duruma gelmiş bulunmaktadır. Öncelikle, hükümet, eğitim, sağlık, güvenlik ve adalet hizmetlerinde olmanın sorumluluğunu yerine getirememe zafiyeti içerisindedir. Yapılması gereken yenileme yatırımlarının ertelenmesi, birkaç yıl sonra yatırım maliyetlerini çok daha fazlalaştıracaktır.

Değerli Başkanım, sayın arkadaşlarım; ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal şartlar, sıkı para ve maliye politikalarının uygulanmasında zorluklar yaratacaktır. 2004 yılı bütçesi de sosyal boyutu olmayan harcamalardan oluşan bir tablo görünümündedir; içerisinde sanayici, ihracatçı, tüccar, çiftçi, köylü, esnaf, memur, emekli, dul ve yetimler; velhasıl, bir bütün olarak milletin kendisi yoktur.

Bütçede tartışılması gereken, bütçe aracılığıyla üretilen kamu hizmetlerinin niteliği, etkinliği ve niceliği olmalıdır.

Diğer bir taraftan, Türkiye Cumhuriyeti bütçeleri, bir kamu hizmeti üretim aracı olmaktan çıkmış ve tipik bir transfer bütçesine dönüşmüştür. Dolayısıyla, nerede kaldı kamu harcamalarının azaltılması, şeffaflığı, hesap bilirliği; hani nerede?!

Bu arada, ülke sorunlarını çözmede yetersiz kalacağı görülen 2004 yılı konsolide bütçesinin milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Devletimizin ve milletimizin sorunlarına çözüm getiremeyen, pembe hayaller kurduran rakamlar çizelgesine ret oyu kullanacağımızı ifade ediyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Akdemir, çok teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:

1- 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2- 2002 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3- 2004 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4- 2002 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Böylece, 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla, her 4 tasarının da 1 inci maddelerini okutuyorum:

2004 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir ve Denge

Gider bütçesi

MADDE 1. - Genel bütçeye dahil dairelerin harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere 149.858.129.000.000.000 liralık ödenek verilmiştir.

2002 MALÎ YILI KESİNHESAP KANUNU TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Genel bütçeli idarelerin 2002 Malî Yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (114 963 019 060 000 000.-) lira olarak gerçekleşmiştir.

2004 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER BÜTÇE KANUNU TASARISI

Ödenekler, öz gelirler, Hazine yardımı

MADDE 1.- a) Katma bütçeli idarelerin 2004 yılında yapacakları hizmetler için 11.683.044.770.000.000 lira ödenek verilmiştir.

b) Katma bütçeli idarelerin 2004 yılı gelirleri 800.000.000.000.000 lirası öz gelir, 10.883.044.770.000.000 lirası Hazine yardımı olmak üzere toplam 11.683.044.770.000.000 lira olarak tahmin edilmiştir.

2002 MALÎ YILI KATMA BÜTÇELİ İDARELER KESİNHESAP KANUNU TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Katma bütçeli idarelerin 2002 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, 10 353 085 651 120 000  lira olarak gerçekleştirilmiştir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bütçe üzerindeki görüşmelere devam etmek için, saat 19.00'da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 18.06

 

 

 


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 19.00

BAŞKAN : Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 30 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2004 malî yılı bütçe görüşme programında, Çevre ve Orman Bakanlığı bütçesi ile Ulaştırma Bakanlığı bütçesi yer değiştirmiştir. Buna göre, Çevre ve Orman Bakanlığı bütçesi, 20.12.2003 Cumartesi günü dördüncü turda, Millî Savunma Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskân Bakanlığı bütçeleriyle birlikte görüşülecektir.

Ulaştırma Bakanlığı bütçesi de, 21.12.2003 Pazar günü altıncı turda Sağlık Bakanlığı bütçesiyle birlikte görüşülecektir.

Sayın milletvekillerinin bilgilerine sunulur.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu tasarılarının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2004 malî yılı bütçeleri ile 2002 malî yılı kesinhesaplarının görüşmelerine başlıyoruz.

Program uyarınca, bugün bir tur görüşme yapacağız. Birinci turda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı -Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçesiyle birlikte- Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

l.- 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/688; 1/689; 1/656, 3/370, 3/372, 3/373; 1/657, 3/371) (S.Sayısı: 284, 286, 285, 287) (Devam)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2004 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI

1.- Cumhurbaşkanlığı 2004 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1.- Sayıştay Başkanlığı  2004 Malî Yılı Bütçesi

2.- Sayıştay Başkanlığı  2002 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ANAYASA MAHKEMESİ  BAŞKANLIĞI

1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2004 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2002 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet?.. Yerinde.

Sayın milletvekilleri, 10.12.2003 tarihli 26 ncı Birleşimde, bütçe görüşmelerinde, soruların, gerekçesiz olarak, yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap işleminin 20 dakikayla sınırlandırılması kararlaştırılmıştır.

Buna göre, turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin, görüşmelerin bitimine kadar sorularını sorabilmeleri için şifrelerini yazıp, parmak izlerini tanıttıktan sonra, ekrandaki söz isteme butonuna basmaları gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışık yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin söz talepleri kabul edilmiş olacaktır.

Tur üzerindeki görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri, ekrandaki sıraya göre sorularını yerinden soracaklardır. Soru sorma işlemi 10 dakika içinde tamamlanacaktır. Cevap işlemi için de 10 dakika süre verilecektir. Cevap işlemi 10 dakikadan önce bitirildiği takdirde, geri kalan süre içinde sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir.

Bilgilerinize sunulur.

Birinci turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:

Gruplar: AK Parti Grubu adına; Adana Milletvekili Abdullah Çalışkan, Ordu Milletvekili Enver Yılmaz, İstanbul Milletvekili Burhan Kuzu, Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Ali Bulut, Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; Adana Milletvekili Uğur Aksöz, Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe, Adana Milletvekili Kemal Sağ, Ankara Milletvekili Oya Araslı.

Şahısları adına; lehinde; Mardin Milletvekili Mehmet Beşir Hamidi, Eskişehir Milletvekili Fahri Keskin, Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan; aleyhinde; Konya Milletvekili Atilla Kart ve Tokat Milletvekili Resul Tosun.

Sayın milletvekilleri, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Abdullah Çalışkan Beyde.(AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Çalışkan, süreleri nasıl paylaşacaksınız, kendi aranızda anlaştınız mı?

ABDULLAH ÇALIŞKAN (Adana) - 9'ar dakika yazıyor.

SADULLAH ERGİN (Hatay) - 9'ar dakika Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki, tamam Sayın Başkan.

Sayın Çalışkan, buyurun.

AK PARTİ GRUBU ADINA ABDULLAH ÇALIŞKAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi 2004 malî yılı bütçesiyle alakalı olarak AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Parti Grubu ve şahsım adına, Heyeti Âliyyei Vükelayı saygıyla selamlıyorum; lütfen kabul buyurunuz efendim. Bugün, elbette, Maliye Bakanımız Osmanlıca tabirler kullandı, biz de ona biraz atıfta bulunalım dedik.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçesinin teknik ayrıntılarıyla ilgili olarak Başkanlık Divanı Üyemiz Ordu Milletvekilimiz Sayın Enver Yılmaz Bey konuşacaklardır; şimdiden kendisine teşekkür ediyorum. Ben, daha çok, siyaset ve millî irade üzerinde durmak istiyorum.

Dün, hepimizin bildiği gibi, Büyük Türk Düşünürü Hazreti Mevlânâ, vuslatının 730 uncu yıldönümünde törenlerle anıldı. Elbette, aramızdan bu törene katılan arkadaşlarımız oldu. Şimdiden, onların gözlerinden okuyorum, ışıltıları alıyorum.

Bugünlerde, ülkeler işgal edilirken, bombalar patlarken Mevlânâ'nın sesine, nefesine, her geçen gün daha çok ihtiyacımız olduğu gün gibi ortaya çıkmaktadır. Onun için, biz siyasetçilere ışık tutacak Mevlânâ'nın şu veciz sözüyle sözlerime başlamak istiyorum:

"Bu dünyada hep mesih-i âlemiz,

Derde derman, zahm-ı cana merhemiz"

İşte, bu üç tabir, siyasetçilere bizlere ışık tutacaktır. Nedir o; mesih olmak, derman olmak ve merhem olmak.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu çatı altında bulunan vekiller olarak dünyanın en şerefli işiyle iştigal etmekteyiz; bu şerefli iş siyasettir. Siyaset, yaşayabilmek için insanın en aslî ve hakikî ihtiyacıdır; siyaset, bir meslek değil insanın en kutsal icrai faaliyetidir. Siyaset, devletle toplum arasında bir bağdır; aynı zamanda, toplumun, sevgi, saygı, yardımlaşma ve beraberliğini sağlama aracıdır. Siyaset, halkın bütün kesimlerine yaşanabilir ortamlar hazırlamaktır. Siyaset, doğruların kalmasına çalışırken yanlışların değiştirilmesi için de daha çok çalışmaktır. Siyaset, her türlü bozulmaya, çürümeye, yozlaşmaya karşı ahlakî değerlerde topluma önderlik etmektir. Siyaset, siyasî irademize sahip çıkmak ve siyasî irademizi gasbettirmemektir. Siyaset, kendi geleceğimize, çocuklarımızın geleceğine, ülkemizin geleceğine sahip çıkmaktır. Siyaset, kirlilikle ve kötülükle savaşmak, temizleri ve iyileri korumak, bunun için güçlü olmak ve bu mücadeleden de onur duymaktır.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; siyaset yaptığımız ülkemizin seksen yıllık siyasî tarihine baktığımız zaman, Türkiye'de siyaset yapmanın ne kadar zor ve meşakkatli bir iş olduğunu görürüz. Türkiye'nin siyasî haritası âdeta bir mayınlı tarla gibidir. 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 olmak üzere, iki sefer darbe yapılmış, 12 Mart 1971'de muhtıra verilmiş ve 28 Şubat 1997'de bir süreç başlatılmıştır. 12 kez sıkıyönetim ilan edilmiş; ülkemizin, yirmibeş yılı sıkıyönetim, farklı bölgelerinde ise onbeş yılı olağanüstü hal altında geçmiştir. Seksen yılın otuz yılında tek parti yönetimiyle idare olunmuş, geri kalan kısmında ise toplam 59 hükümet kurulmuş, hükümetlerin ortalama ömrü 1,4 yıl olmuştur. Bu süre zarfında 57 siyasî parti kapatılmış, siyaseten katl olayları olmuş, başbakanlar ve bakanlar idam edilmiştir. İşte, Türkiye'nin seksen yıllık siyasî haritası budur.

Ülkemizde siyaset yapmak gerçekten zor demiştik. Bu zorluk, yalnızca siyaset yapılan zeminden kaynaklanmamakta, siyaset arenasındaki aktörlerin bugüne kadarki uyguladıkları çirkin siyasetten de kaynaklanmaktadır. Piyasa siyaseti yapan siyaset esnafı, siyasî zemini fazlasıyla kirlettiler. Bu siyasî kirlilik, demokrasinin yerleşmesini, gelişmesini, sürdürülebilir ve yönetebilir bir demokrasi haline gelmesini engellemiştir. Halk arasında itibarı en düşük kişiler, siyasetçiler olarak anılagelmiştir. Halk nazarında "milletvekili" denildiği zaman, ihale takip eden, eşine dostuna iş bulan, sefahat içinde yaşayan, halktan kopuk kişiler olarak akla gelmekteydi. Bazı milletvekilleri, halkı bu düşüncesinde haklı çıkaracak çok işler yapmışlardır; hatta, bazılarının isimleri "fırdöndü"ye çıkmıştır. Akşam yatarken bir başka partide, gece rüyasında ne görüyorsa görüyor, sabah, bir bakıyorsunuz, başka partide. İlke yok, ideoloji yok, ülkü yok, hedef yok, amaç yok...

Üzülerek söylemek istiyorum ki, bazı milletvekilleri, Meclisin itibarına gölge düşürecek öyle işler yapmışlar ki, magazin piyasasına "çiçek sulamak" diye tabir ettiğimiz bir kavram kazandırmışlardır. Bunu üzülerek söylüyorum.

Böylece, siyasetçiler en güvenilmeyen kişiler, Meclis en güvenilmeyen kurum olarak kabul ediliyor; halk, seçtiği vekilin kendisini temsil ettiğine inanmıyor ve sonuçta, demokrasiye, yasalara güven duymayan bir toplum ortaya çıkıyordu.

Toplumumuzda yaygın olan siyaset hakkındaki bu kanaatin olumlu yönde değişmesi için, 22 nci Dönem milletvekilleri olarak bizlere çok büyük işler ve sorumluluklar düşmektedir. Biz, AK Parti milletvekilleri olarak, ülkemizde, temiz siyasetin, dürüst siyasetin, ilkeli siyasetin, şeffaf siyasetin ve erdemli siyasetin kalıcı olması için çalışacağımıza söz veriyoruz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; parlamenter sistemde Meclis, siyasetin kalbi ve merkez üssüdür, halkın iradesinin tecelligâhıdır. Demokratik sistemlerde en üstün otorite halktır; ondan sonra ikinci otorite ise, halkın temsilcileridir; yani, sizlersiniz. Bu otoritenin zaafa uğramaması için millî iradenin temsilcisi olarak bizler, toplumun en itibarlı kişileri; Meclis, en itibarlı kurumu olmak zorundadır.

Millî iradenin temsilinde ve egemenlik haklarımızda çok kıskanç olmak zorundayız. Seksen yıllık dönemde, milletin egemenlik hakkı çok tartışılmıştır. 1924 Anayasasında egemenlik şöyle ifade ediliyor:"Hâkimiyet, bilâkaydü şart milletindir. Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakiki mümessili olup, millet namına hakkı hâkimiyeti istimal eder." Yani, biraz daha açıklarsak, Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin tek ve hakikî temsilcisidir ve millet adına egemenlik kullanır deniyor.

Oysa, 1961 ve 1982 Anayasasına baktığımızda "Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır"deniyor.

İşte, en önemli vurgu da burası. Bu yetkili organlar kimler; yani, 1961 ve 1982 Anayasasıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi, egemenliği millet adına kullanan tek makam olmaktan çıkarılmış, bunun yerine, bürokratik kurumlar egemenliğin kullanımına ortak edilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çalışkan, lütfen  sözlerinizi tamamlayın.

Buyurun.

ABDULLAH ÇALIŞKAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Başkan.

Ülkemizde kırk yıldır, demokrasinin, yönetemeyen demokrasi haline gelmesinde, hükümetlerin iktidarda iken muktedir olamama durumuna gelmesinde en önemli neden bu olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti tarif edilirken, bürokratik cumhuriyet olarak tarif edilmeye başlanmıştır. 22 nci Dönem milletvekilleri olarak bizlere düşen en önemli görevlerden biri de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin elinden alınan egemenlik hakkının yeniden aslî sahibine verilmesidir; yani, Türkiye'nin, bürokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete dönüştürülmesidir. Aslolan, siyasî irademize sahip çıkmak ve siyasî irademizi gasbettirmemektir.

3 Kasım seçimlerinden sonra milletvekillerimizin siyasete getirdiği kalite ve seviyeye Meclis Başkanlığımızın reform çalışmalarıyla yaptığı katkı, ülkemizde Meclisimizin hak ettiği itibarlı, güçlü konuma gelmesine neden olmuştur. Bu nedenle, şahsım adına mensubu olmakla ömür boyu gurur duyacağım Türkiye Büyük Millet Meclisinin siyasî değerini yükselten bu çalışmalar için, başta Meclis Başkanımız olmak üzere, tüm Başkanlık Divanına ve yöneticilere teşekkürlerimi sunuyorum.

Ayrıca, itibarı yükselen bir Meclisin, sosyal yaşamımızda ve siyasette ne denli büyük anlam taşıdığının da bir kez daha altını çizmek istiyorum. Ancak ve ancak güçlü ve itibarlı bir Meclis olursa gerçek bir yerleşik demokrasiye ulaşacağımıza inanıyorum. Millî iradenin gücü ne kadar çok siyasete ve Meclise yansırsa, halkın huzuru ve mutluluğu da o denli fazla olacaktır. Büyük Milletimize hak ettiği güzellikte bir Meclis teslim etmek için var gücümüzle çalışacağız. Gelecekte çocuklarımız, onur duyacakları bir Meclise sahip olacaktır.

Sayın Başkan, bir miktar da, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçesiyle alakalı konuşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, iletişim özgürlüğü, demokrasiyi var eden ve yaşatan özgürlüktür. Demokrasinin, dolayısıyla, halkın güçlenmesi, özgür ve sorumlu basının olmasıyla mümkündür. Günümüzde, özellikle yeni iletişim teknolojilerinin sağladığı imkânlar, kitle iletişim araçları, büyük ölçüde hegemonik ilişkilerin silahı haline gelmiştir.

Türk toplumu, ekseriyetle televizyona bağlı bir toplumdur. Ailelerimizin yüzde 85'i, günde ortalama 4 saat televizyon izlemektedir. Dar ve sabit gelirli aileler için televizyon, başlıca eğlence, bilgilenme ve boş zamanlarını değerlendirme aracıdır. Dolayısıyla, ticarî ve siyasî çıkarlar nedeniyle, bilgi yerine bilgisizlik, doğru ve yeterli haber yerine çarpıtma ve manipülasyon, beceri kazandırma yerine bağımlı tüketicileri artırma şeklinde bir yayın politikası izlenmektedir. İzlenme payını ve oranını artırmak uğruna, televizyon programlarında, sıradışı, abartılı, marjinal, inanılmaz, tuhaf, çarpıcı, şaşırtıcı olgular toplumsal değerleri hiçe sayarak ısrarla dramatize ediliyor ve vurgulanıyor. Böylesi bir yayın anlayışıyla ortaya çıkan manzara, aklın, ahlakın, insanî değerlerin yok olduğu ve kötülüğün egemen olduğu bir dünya görüntüsüdür; ki, böylesi bir izlenim, bireyin yaşama sevincini büyük ölçüde kırmakta ve yok etmektedir. Medya eliyle üretilen kültürün en önemli görünümlerinden ikisi, şiddet ve müstehcenliktir. Şiddet ve pornografi içeren yayınlar, en fazla ilgi çeken yayınlar olmakla beraber, psikolojik yıkımı en güçlü yayınlardır. Bu tür yayınların, özellikle çocuklar ve gençler üzerinde telafisi mümkün olmayan izler bıraktığı görülmektedir. Hızlı bir değişim yaşayan Türk toplumunda, kitle iletişim araçlarının payı büyüktür. Yayın içeriğinde, değişen toplumsal yapının gereklerine uygun, eğitici ve uyarıcı mesajlara yer verilmesi, toplumsal kalkınmanın önemli bir boyutu olarak kabul edilmelidir.

Her toplum, evrensel olduğu kadar kendine özgü kültürel değerlere de sahiptir.

BAŞKAN - Sayın Çalışkan, bütçe görüşmeleri sırasında hatip olan arkadaşların sözlerini kesmek istemiyorum; onun için, konuşmanızı toparlayınız.

ABDULLAH ÇALIŞKAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Burada, yapılan eksüre ilaveleri ne kadarsa, diğer konuşmacılara da aynı şekilde eksüre vereceğim; bunları tek tek not alıyorum. Onun için, konuşmanızı biraz hızlı tamamlarsanız memnun olurum.

Buyurun.

ABDULLAH ÇALIŞKAN (Devamla) - Teşekkür ederim efendim.

Kitle iletişim araçları, toplumumuzu ayakta tutan millî ve manevî değerleri dikkate alarak yayın yapmalıdır. Bu cümleden hareketle, 1990'lı yıllarda bir oldubittiyle yayına başlayan özel radyo ve televizyonların denetimini gerçekleştirmek üzere kurulan RTÜK'ün, bugün, arzulanan işlevlerini yerine getirecek ne kanunî ne hukukî ne de fizikî altyapısı oluşturulabilmiştir.

Ayrıca, yerel televizyonlar ve radyoların beklediği frekans ihalesinin de bir an evvel yapılması gerekir.

RTÜK'ün 2004 malî yılı bütçesi, 85 trilyon 506 milyar TL'dir.

Millî iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve RTÜK'ün 2004 malî yılı bütçelerinin milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çalışkan, teşekkür ediyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, ikinci söz, Ordu Milletvekili Enver Yılmaz'a aittir.

Sayın Yılmaz, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ENVER YILMAZ (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2004 malî yılı bütçesiyle ilgili söz almış bulunuyorum; AK Parti Grubu ve şahsım adına, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinden itibaren, hem demokrasimizde hem hukukumuzda, birtakım çarpıklıkları, geçmiş dönemlerde hep beraber gördük; fakat, bu yanlışlıkların içinde bir yer vardı ki, her platformda, her süreçte devamlı haksızlıklara uğrayan ve bu haksızlıklar karşısında kendini ifade edemeyen, kendini izah edemeyen bir Türkiye Büyük Millet Meclisi ve milletvekili grubu vardı. Her türlü basın ve yayın organlarının, delilsiz, haksız isnatlarına rağmen, toplum huzurunda, kendisini savunmaktan, birtakım gerekçelerle, imtina eden bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardı. Kimilerine göre, milletvekilleri, cahil, iş takipçisi, devletin yüksek maaşı ile beslenen, Meclis ise, içerisinde çiğköfte yoğrulan, lokantasında ucuz yemek yenilen, devletin kamburu olarak tasvir edilmiştir. Prof. Dr. Sayın Mustafa Erdoğan'ın dediği gibi, bilinçli bir yapı Parlamentoyu kötülüyor ve bu yapının neticesinde de, millet iradesini devlet iradesinin altına almak gibi bir irade ortaya çıkıyor.

Tabiî ki, Meclisin itibarını ve işleyişini yükseltmek, demokrasinin ve halkımızın en önemli kurumunu hak ettiği yere getirmek, sizlere, bizlere, görev olarak düşmekteydi. Sayın Meclis Başkanımız Bülent Arınç'ın Başkanlığında, buna yönelik -biraz önce belirtmiş olduğum olumsuz tablolardan kurtulabilmek için- çok düzenli çalışmalara başlandı. Önce, idarî düzenlemelere el atıldı; ardından, Meclisimizi halka, Meclisimizi aydınlara tanıtmak, Meclisimizin geçmiş dönemdeki bu olumsuz itibarını kamuoyu nazarında yıkmak için gerekli çalışmalara başlandı ve bu çalışmalar neticesinde o kadar ilginç rakamlar ortaya çıktı ki, dünya parlamentoları içinde, en fazla üniversite mezununun olduğu parlamentonun, bu çatı altında yaşayan sizlerin ve bizlerin olduğu parlamento olduğu ortaya çıktı; yüzde 90'ı üniversite mezunu olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin, aynı zamanda 155 milletvekilinin de üniversitelerde akademik kariyer için çalışmalar yaptığını ortaya koydu.

Milletvekillerimiz bu dönemde lojmanlarını terk etti, Maliye Bakanlığına gerekli devir işlemlerini yaptı. Şimdiye kadar, milletvekillerimiz hiç zam almadılar. Parti kesintileri, seçmen masrafları, özel giderleri, Meclisteki telefon paraları, günde 8 000 ziyaretçinin çay ve yemek masrafları da dikkate alındığında, mevcut maaşları yetmediği gibi milletvekillerimiz keseden de yemeye başladılar. Yüksek maaş aldığı iddia edilen milletvekillerinin bugünkü kamu personeli içinde Türkiye'de 32 nci sırada maaş aldığı, maalesef, hiç kimseye anlatılamadı. Elbette ki, Sayın Başkanımızın Başkanlığındaki Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı üyeleri ve siz çok kıymetli milletvekillerimizin öncelikle kendilerini kamuoyuna izah ve anlatması öncelikli görevidir.

Bu tespitlerden sonra, 22 nci Dönem milletvekilleri olarak, bu olumsuz bakışın ve durumun telafisi için yoğun bir çalışmaya başlanıldı. Parlamenter sistemde, Meclisin, siyasetin kalbi ve merkezi olduğu tekrar hatırlatıldı; bundan böyle herkesin ve her kesimin, Meclisi ve milletvekillerini saygıyla dikkate alacağı bir dönemin başlangıcı oldu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2004 bütçesi 248 trilyon 910 milyar liradır. Bunun 138 trilyonluk kısmı personel gideridir. 2004 yılı bütçesinin ortalama artış oranı 2003 yılı bütçesiyle kıyaslandığında yaklaşık yüzde 11 civarındadır. 2003 yılı bütçesinde tasarruflara son derece önem verilmiştir. Örneğin, ekonomik ömrünü bitirmiş, masrafları çoğalan 35 adet araç, Maliye Bakanlığına devredilmiştir; akaryakıt ve bakım onarımdan tasarruf sağlanmıştır. Araçlara taşıt tanıma sistemi taktırılmış, yakıt tüketimi, katettiği kilometre ve güzergâhları, elektronik ortamda izlenme imkânına sahip olunmuştur. Meclis bahçesindeki havuzların izolasyonu yapılmış, otoparklar yenilenmiş, yeni otoparklar kazandırılmıştır. Kampus ısı merkezi ayrıştırılmış, bunun sonucunda, bir yıllık kısa bir süre içinde, 70 milyar liralık doğalgaz ve elektrik tasarrufu sağlanmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Dönem çalışmaları 14 Kasım 2002 tarihinde başlamıştır. O tarihten bu yana 114 birleşim toplanılmış, 603 saat çalışılmış ve bu çalışmalar, 26 000 sayfa tutanak altına alınmıştır. Yeni yasama yılında 26 birleşim toplanılmış, 103 saat çalışılmıştır.

22 nci Dönemde, yasama olarak 444 adet kanun tasarısı, 262 adet kanun hükmünde kararname, 212 adet kanun teklifi, 41 adet Meclis kararı alınmıştır. Meclisimiz, 20 ve 21 inci Dönem çalışmalarıyla kıyaslandığında, yüzde 40 oranında daha fazla çalışmıştır.

Yine 22 nci Dönemde, 865 adet sözlü soru önergesi, 1 613 yazılı soru önergesi, 4 adet genel görüşme önergesi, 152 adet Meclis araştırması önergesi verilmiştir. 19 Meclis araştırması önergesi kabul edilmiş, kabul edilen önergeler için 10 adet Meclis araştırması komisyonu kurulmuş, bunlardan 5'i de raporunu vermiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclis, Avrupa Birliğine uyum sağlayan örnek kurum seçilmiştir. e-Meclisi oluşturmak için çalışmalar başlamış, bu çerçevede, milletvekillerimize birer dizüstü bilgisayar verilmiştir. Seçmenler ile milletvekillerimiz internet ortamında buluşmuş, sivil toplum örgütlerinin ve vatandaşlarımızın yasama sürecine katılımı sağlanmıştır. e-Meclis Projesi kapsamında, kulislere, doğrudan internete bağlı kiosklarla kablosuz internete çıkış imkânı veren cihazlar konulmuştur. Bu cihazlar, gerek görüldüğü takdirde, zaman içinde yaygınlaştırılacaktır.

Kablosuz internet cihazları vasıtasıyla, sayın milletvekillerimiz, dizüstü bilgisayarlarla, kendilerinin alacağı uygun bir erişim kartını takarak, çalışma odalarının dışında da internete girme hakkına sahip olacaklardır.

Milletvekillerimizin, seçmenlerle ve seçim bölgeleriyle internet üzerinden görüntülü ve sesli iletişimlerini sağlayan internet ortamının bu yıl sağlanması beklenmektedir. Bu amaçla, Aralık 2003 itibariyle, internete bağlantı hızımız 2 megabi'ten 10 megabite yükseltilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi web sitesinde bulunan, özellikle yasama ve denetim çalışmalarımıza ait bilgilerin kapsamının daha da geliştirilmesi, milletvekillerine sunulan günlük basın bültenleri gibi birçok materyalin, yine, elektronik ortama aktarılarak kâğıt tüketiminde ciddî tasarruf sağlanması amaçlanmıştır.

Böyle büyük bir proje hayata geçirilirken, sevindirici olan, Meclis bütçesinden bir harcama yapılmadan, özel bir bankayla yapılan anlaşma gereği, bu imkâna kavuşulmuş olmasıdır. Gerçi, bu konu siyasî polemik haline getirilmiş, kamuoyunda farklı şekilde yansıtılmaya çalışılmıştır; ancak, bilinmelidir ki, bugün itibariyle 3 milletvekilimiz dışında, dizüstü bilgisayarı almayan milletvekilimiz kalmamıştır.

Bu projenin yanında, bu anlaşma çerçevesinde Mecliste son teknoloji, elektronik geçiş sistemine de önümüzdeki günlerde geçilecektir. Keza, eleştiri konusu yapılan Aycell firmasıyla aynı nitelikte protokol çerçevesinde, vekillerimize uygun şartlarda konuşma imkânı ve 1'er cep telefonu cihazı verilerek, Meclisin telefon giderlerinde büyük azalmalar beklenmektedir, milletvekillerimizin tamamı bu haktan faydalanmak için gerekli işlemleri de yapmışlardır.

Söz konusu projelerle, vatandaşlarımızın, o kadar yolu katedip buraya gelmelerine gerek kalmaksızın, vekilleriyle, yani bizlerle daha rahatlıkla görüşmeleri de mümkün olacaktır. Milletvekillerimiz, seçim bölgeleriyle görüntülü ve sesli haberleşme imkânına sahip olacaklardır. Bu şekilde, bazı günlerde 8 000-10 000'i bulan Meclisin ziyaretçi sayısında da ciddî şekilde azalma beklenmektedir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; kamuoyunun ilgi ve dikkatini çeken bir konu da, Parlamentomuzun, idarî ve personel rejimi gibi konularda gündemde kalması "en büyük KİT" yakıştırmalarına maruz kalmasıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

ENVER YILMAZ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Türkiye Büyük Millet Meclisi idarî teşkilatının yönetimi, Parlamento için bir referans niteliği taşımaktadır. Devlet sistemindeki özgün konumu nedeniyle Parlamento için, genel kamu personel rejimi içerisinde olmakla birlikte, kimi yönlerden farklılaştırılmış bir personel statüsü çizilmesinin, tanınan esneklik ve sağlanan geniş imkânların, yetkin bir insan kaynağının oluşturulmasını amaçladığı açıktır. İstisnaî memuriyet olarak adlandırılan bu statü, amacına uygun değerlendirilememiştir.

Halen, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, geçici personel dahil, 4 800 personel çalışmakta, bu personelden 1 081'i, Millî Saraylar Dairesi Başkanlığında istihdam edilmektedir. Bu dönemde, personel sayısı 145 kişi azaltılmıştır.

Avrupa Birliği standardını yakalamaya çalışan bir Türkiye'de, Meclisimizin bu yapısı, artık bizi zorlamaktadır. Bu nedenle, Meclis idarî teşkilat yapısının organizasyon analizi yapılarak, yeniden gözden geçirilmesine ve 2919 sayılı Kanunun modern bir çerçeveye kavuşturulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Kurumda çok farklı statüde personelin istihdamı da sorunlar yaratmaktadır. Personel sayıları, bazı birimlerde çok fazla ve gereksiz gözükürken, bazı birimlerimizde yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizliğe, personelimizin gerekli düzeyde eğitim almamış olması, uzman personel sayısının çok az olması ve kariyer uzmanlık sisteminin etkin bir yapıya kavuşturulamaması da etki etmektedir.

Tüm bunlara ek olarak, ücret sistemi, nitelikli personeli motive etmekten uzaktır ve üretkenliği de düşürmektedir. Personel yönetimindeki bu sorunları çözmek için, norm kadro çalışması da başlatılmıştır.

Sayın milletvekilleri, milletvekili danışmanları, görev yeri, görev ve çalışma süreleri yönünden, doğrudan milletvekillerine, bizlere bağlı bir birimdir. Bu nedenle, seçim çevrelerinde, parti genel merkezlerinde çalışan danışmanlar bulunmaktadır. Her ne kadar, milletvekillerinin yasama ve araştırma faaliyetlerine yardımcı olacakları belirtilmekte ise de, Avrupa Birliğine uyum sürecinde, Avrupa Birliği ülkeleri parlamentolarındaki danışmanlık kurumları incelenmeli ve bu konuda gerekli düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır.

Ayrıca, son dönemdeki Meclis altyapısına dönük çalışmaları, park alanlarında, koridor ve lokantalarda yapılan çalışmaları da övgüye layık buluyoruz.

Cumhuriyetimizin demokrasi ve devletimizin hukuk temelleri üzerine gelişmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, toplumun hukukunu titizlikle korumasına bağlıdır. Bu Meclisin itibarı, milletimizin itibarıdır. Zira, bu Meclis, milletimizin yegâne istinatgâhı, devletimizin ve demokrasimizin teminatıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin önemini, değerini, saygınlığını ve gerekliliğini korumak, kollamak, bizlere, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine düşmektedir.

Halkımız, tüm bu çalışmalarımızı yakından takip etmekte ve takdirle karşılamaktadır. Meclisimiz, aynı tempo, samimiyet ve ciddiyetle çalışmalarına bundan sonra da devam edecektir.

2004 yılı bütçemizin hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, teşekkür ediyorum.

AK Parti Grubu adına üçüncü konuşmacı, İstanbul Milletvekili Sayın Burhan Kuzu?.. Yok.

Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Ali Bulut; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ALİ BULUT (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 yılı bütçesi üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, öncelikle iktidar - muhalefet düalizmi ya da karşıtlığı saplantısıyla ülke sorunlarına yaklaşma yanlışlığından kurtulmamız gerektiğinin altını çizerek sözlerime başlamak istiyorum; yani, muvafık - muhalif yaklaşımı yerine, müdahil yaklaşım içerisinde olmamız gerektiğinden bahsetmek istiyorum. Alışılagelmiş usuldür; ne olursa olsun, hangi gerekçeler öne sürülürse sürülsün, her yıl, bütçe görüşmeleri, mekanik, kısır, hedefi belirsiz tartışmalar çerçevesinde cereyan eder ve etmektedir. Oysa ki, Türkiye gerçekleriyle örtüşen, gerçek anlamda yanlışları eleştirip öneri getiren, doğruları ise takdir edip destekleyen bir yaklaşım, ihtiyaç duyduğumuz yaklaşımdır.

Bütçe, basit ve yalın anlatımla, 70 000 000 ülke insanımızın, bir yıllık siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamının rakamsal ifadesidir; sadece bütçeyi hazırlayan iktidarı değil, muhalefeti de doğrudan ilgilendirmektedir.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, Sayıştay, 1862 yılında, Divanı Muhasebat adıyla kurulmuştur.

Sayıştay, bağımsız statüsü, kurumsal yapısı, özerk ve tarafsız konumuyla, demokratik rejimlerin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur.

Türkiye'de, Fransız modeli örnek alınarak kurulan Sayıştay, kamu yönetiminde saydamlığın sağlanmasında, hukuka ve yasalara uygun, hızlı ve verimli bir performans çerçevesinde, çok önemli ve etkili görevler üstlenen anayasal bir kuruluştur.

Anayasamızın 160 ıncı maddesinde Sayıştayın görevleri belirlenmiştir. Buna göre Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleyen bağımsız bir kuruluştur.

Sayıştay, Meclis adına kamu maliyesi denetimi yapmaktadır. Bir başka deyişle, devletin parasının nereye harcandığı tespit edilmeye çalışılmaktadır. Aslında, kamu maliyesinin denetimi dediğimizde, bu kavram, kamu harcamalarını, vergiyi, gelirlerin toplanmasını, harcanmasını ve gerektiğinde borçlanmaya gidilmesini ifade etmektedir. Tüm bu kompleks yapı, birbirinden ayrılmaksızın, Sayıştayın denetimine ve analizine tabidir. Sayıştayın görevi ve sorumlulukları bu bağlamda çok önemli ve ağırdır. Sayıştay, Anayasadan ve Sayıştay Kanunundan aldığı yetkiyle, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir, gider ve mallarını inceleyerek, sonuçlarını Meclise bildirmektedir.

Her geçen gün, Sayıştayın görev alanı artış göstermektedir. Kamu harcaması yapılan tüm alanlar, kurumun görev alanına girmektedir. Sayıştayın Meclis adına bağımsız ve tarafsız olarak yaptığı denetim sonucunda, sorumluların hesap ve işlemlerini yargılama yoluyla kesin hükme bağlamak ve denetimi Meclise bildirmekle, amaçlanan, devletin malî yapısının düzenli, verimli ve yasalara uygun bir şekilde işlemesine yardımcı olmaktır.

Sayıştay, ülkemiz için varlığı zorunlu olan bir kurumdur. Bunun önemli sebepleri vardır; şöyle ki, kamu parasının kullanıldığı her yerin Sayıştayca denetlenmesi, kamusal hesap verme sorumluluğunun ne ölçüde yerine getirildiği, Sayıştayın Meclise sunduğu raporlardan anlaşılmaktadır.

Sayıştayı önemli ve vazgeçilmez bir kurum yapan diğer bir özellik ise 1996 yılından beri gündemde olan performans denetimine sahip olmasıdır. Sayıştay Kanununa eklenen maddeyle performans denetimi yapılmaktadır. Bu denetimle, aslında, Sayıştay, kendi performansını denetleyerek, üstlendiği sorumlulukları yerine getirirken ne ölçüde verimli olduğunu ortaya koymaktadır. Bu olgu, çağdaş denetim normlarını yakalamada çok önemli bir adımdır. Performans denetimi yapılırken genel hukuk normlarının dışına çıkılmadan Meclise objektif bilgiler sunulmaktadır.

Belirtmek istediğim diğer bir husus ise Sayıştayın bağımsız, tarafsız ve objektif olarak çalışması ve bu çalışmaların ürünü olan verimli denetim raporlarını Meclise sunabilmesi için, çağdaş denetim normlarının ve fizikî çalışma ortamının sağlanması gerekmektedir. Buna ek olarak, çağdaş denetim metot ve tekniklerinin uygulanması da gerekmektedir. Gelişmiş demokratik ülkelerde, Sayıştay denetimi denilince bu ölçütler önem arz etmektedir.

Bildiğimiz ve yaşadığımız gibi, denetim, ülkemizin işlevsel kamu mekanizmasının önemli bir ayağıdır. Sürekli, denetim yetersizliğinden ve denetimin etkin olmamasından şikâyet edilir. Bunun sonucu, yolsuzluklar ortaya çıkar. Sonuçta da, yakın geçmişte hep birlikte gördüğümüz gibi, tarihimizin en büyük iki kriziyle ülkemiz karşı karşıya kalmıştır. Bu krizlerde denetimsizliğin açık bir rolü vardır; çünkü, krizin temel sebeplerinden birisi yolsuzluktur. Yolsuzluğun da sebeplerinden en önemlisi, yeterli ve gerekli denetimin olmamasıdır.

Şimdi, biz, Türkiye'de her kesimin şikâyet ettiği, kamunun hantallığı, tıkanmışlığı, çürümüşlüğüne yeni bir çözüm getirmek istiyoruz. Bunu da, Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısıyla iktidarımızın çözeceğini belirtmek istiyorum. Burada önemli olan, siyasal, sosyal, ekonomik her kesimin Türkiye'ye sahip olma duyarlılığı ve bilinciyle konuya yaklaşmasıdır; kurumsal çıkardan çok, ülke çıkarı açısından yaklaşmalarıdır. Hem şikâyet edip hem de şikâyet konularının çözülmesine yönelik çabaların önünü tıkamak önemli bir paradokstur, samimîyetsizliktir, kasıtlı girişimlerdir. Kuşkusuz, bu konuda, geniş katılımlı bir konsensüsün gereğine inanıyoruz; bu yönde de, hükümetimiz çaba sarf ediyor. Bu çabalarımızı saptırmanın, konu dışına çıkarmanın hiçbir pozitif amacı olamaz. Biz, denetimin bir merkezden gerçekleştirilmesi, yani, temel olarak Sayıştayın etkinliğinin artırılıp denetimin parçalılıktan kurtarılmasını öngörüyoruz; çünkü, Sayıştayın daha etkin hale getirilmesi, ancak bu şekilde mümkündür. Bazı kurum ve kuruluşların da yetkilerinin elden gitmesi psikozuna girmemesi gerekiyor. Hiçbir kurumun yetkisi elinden alınmamaktadır; aksine, yetkilerinin yerine getirilmesi için dolaylı olarak da motive edilmektedir.

Biz, tüm kurum, kuruluş ve kesimlerin denetim altında olmasını, bu denetimin doğru zamanda, doğru elemanla, doğru araçla gerçekleştirilmesini, hiçbir kurum, kuruluş ve kesimin denetimdışı bırakılmamasını amaçlıyoruz; ancak, bunu yaparken, kurum, kuruluş ve kesimlerin, Demokles'in kılıcının tehdidi altında bir psikolojiye girmemesini istiyoruz; bunun önlemlerini de, hükümetimiz almış bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Sayıştay, yukarıda belirttiğimiz gibi, ülkemizin temel kurumlarındandır. Yüzkırkbir yıllık tarihî geçmişi bulunan Sayıştayı, etkin denetimiyle çağdaş bir kurum haline dönüştürmek, bu tasarının temel yaklaşımlarından birisidir. Bizim kamuda yeniden yapılanma anlayışımızın vizyonu, tarihsellik ve çağdaşlık çizgisinde, kurumları, çağın gereklerine göre yeniden yapılandırmaktır. Onun için de, bu reformun temel perspektifinin, değişimin yönetimi için yönetimde değişim olduğunu ifade ediyoruz.

Bu tasarımızla, etkinlik, denetim, yeniden yapılandırma konularında merkezî yönetimin Türkiye gerçekleriyle örtüşen küresel bir vizyon getirdiğini görmek gerekiyor. Kamuda şikâyet edilen ne varsa tamamı ele alınmaktadır; öncelikle de, denetim üzerinde özellikle durulmaktadır. Bizim nihaî hedefimiz, insanına ve kurumlarına bütünüyle güvenen "aslolan beyandır" duygusuna sahip olan bir yapısallıktır. Bu anlayış içerisinde bir denetim anlayışı getirmek istiyoruz. İnsanlarımızın kurumlarına, kurumlarımızın da insanlarına aynı güven içerisinde bulundukları bir yapısal mekanizma oluşturmaya çalışıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bulut.

MEHMET ALİ BULUT (Devamla) - Sayıştayımızın da, bu bağlamda, yargı yetkisiyle donatılmış önemli bir kurum olduğuna ve Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısıyla daha da etkinleşeceğine, hep birlikte, inşallah tanık olacağız.

Bilindiği üzere, Yedinci Uyum Paketi çerçevesinde getirilen bir hükümle, Silahlı Kuvvetlerimizin harcamaları Sayıştay denetimine alınmıştır. Böylece, denetimdışı kamu kurumları azaltılmıştır. Bu durum, gerçekten, denetim konusunda yapılan en büyük reform olarak değerlendirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, son olarak bir konuya daha değinmek istiyorum. Bilindiği gibi, geçmiş zamanda, Sayıştayın arşivi yanmıştır. Sayıştay gibi çok önemli bir kurumun, ihtiyacı olan arşive hâlâ sahip olmaması ciddî bir eksikliktir. Bu eksikliğin de bir an önce giderilmesi gerektiğini ifade ediyorum.

2004 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olması dileğiyle, hepinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bulut.

AK Parti Grubu adına dördüncü konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Burhan Kuzu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde konuşmak üzere, Grubum adına söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bizim hükümet modelimiz parlamenter rejimdir. Parlamenter modelde cumhurbaşkanının konumu ve yetkilerinin sembolik olması gerekiyor. O bakımdan, bütçe münasebetiyle, bu alanda Türkiye'de yaşanan bazı sorunlara dikkat çekmek istiyorum.

Şimdi, bir defa, Anayasamıza göre, cumhurbaşkanının dışarıdan seçilmesi imkânı getirilmiştir. Bu, belki, vatandaşa da yol açmak bakımından isabetli olmuştur; ancak, yükseköğrenim şartı hâlâ bulunduğu için, yine, bir kısıtlı alan tanınmıştır. Eski dönemlerde de doğrudan Meclis içinden seçildiğinden, evvela senatör yapılmak suretiyle bu yol açılıyordu. Dolaylı yola gitmemek bakımından, belki bu yol isabetli; ama, bunu genişletmek lazım.

İkinci bir husus, bizim Anayasamızda 7 yıllık bir süre öngörülmüş. Alman Anayasasına baktığımız zaman -parlamenterizm anlamında- 5 yıllık bir süredir. Başka ülkelerde 7 yıllık süreler var; mesela, Fransa'da; ama, doğrudan seçildiği için, belki farklı algılanabilir. Bu konuda da 5 (+) 5 formülünün Türkiye şartlarına daha uyacağını düşünüyoruz.

Yetkileri alanında eleştirimiz, bence en önemli yanlışlık, sembolik yetkiye sahip olması gereken cumhurbaşkanlığı makamının, oldukça fazla yetkilerle donatılmış olmasıdır. Bunun, tabiî, temeli, zannediyorum, 12 Eylül 1980 harekâtından sonra, siyasetçiye güven krizi bağlamında yaklaşıldığı için, bürokratik kesime daha ağırlık verilmiş, genel oyla seçilen kesim biraz kenara itilmiş. O zaman da, tabiî, sorumlu olmayan makamlara fazla fazla yetkiler verilmiş. Bu, elbette ki, doğru bir yöntem değildir.

Bunu sağlamada en büyük yanlışlık, 1961 Anayasasına göre, bu yetkileri tek maddede toplamak olmuştur. Gerçekten, bu maddeyi okuduğunuz zaman, diyorsunuz ki, bu sistemde tek yetkili cumhurbaşkanıdır. Yasamaya karşı  olanlar, yürütmeye karşı, yargıya karşı olanlar şeklinde sıralanmış, tek tek sayılmış; ayrıca, ilgili maddelerde sayılmış. Nitekim, rahmetli Özal "bu maddeyi ben okuduğum zaman -104 üncü maddeyi- tek yetkili benim diye düşünüyorum" demişti. Tabiî ki, çok da yanlış değildi bence.

Yapılacak birinci iş olarak bu maddedeki yetkileri dağıtmak lazım; zaten, ilgili çok maddede bu tekrarlanıyor. Psikolojik etkiden, bir defa, kurtarmak lazım bu noktada. Ayrıca, atama yetkilerini de bir gözden geçirmemiz gerekiyor. Birçok kanun çerçevesinde, sayın cumhurbaşkanına atama yetkileri tanınmış Anayasa dışında. Elimdeki kanunlara bakıldığı zaman, 15 üyeyi birçok kurula direkt atama yetkisine sahip görülmektedir.

Bütün bunların dışında, cumhurbaşkanının sorumluluğu meselesine gelince; tek başına yaptığı işlemler aleyhine, malumunuz, dava açılamıyor. Ben de soruyorum, acaba, bu işlemden hangisini tek başına yapacaktır; bunlar, Anayasada sayılmamış. Doktrin bunu belirlemeye çalışıyor. Mahkemede dava açılamadığı için bir içtihat da oluşmuyor. Herkes, farklı bir şekilde tasnif yapıyor. Halbuki, bakıyoruz, Alman, Fransız ve Yunan Anayasaları -ki, bunlar da Fransa'yı bırakırsanız, parlamenter rejim sayılırlar- tek tek saymışlar. Bizim eski dönemde de taslaklarda bunlar hep sayılmaya çalışılmış; fakat, nedense, bir türlü metne yansımamış. Dava açamadığımıza göre, bunun mutlaka bilinmesi lazım; aksi halde, sorumlu olmayan makamlara, bir de yargı yolu kapalı işlemler yapma fırsatı vermiş duruma düşeriz.

Deniyor ki "devletin başı sıfatıyla yaparsa, bunu tek başına yapar; yürütmenin başı sıfatıyla yaparsa, bunu Bakanlar Kuruluyla birlikte yapar." Ama, bunun da çok net elimizde ölçüsü yok. Şu halde, bu konuda ciddî bir tasnif gerekiyor.

Cumhurbaşkanına bağlı kurumlar var. Bu kurumların fonksiyonlarına bakıyoruz. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği eskiden de vardı; ama, 82 Anayasası bunu, Beyaz Saraya dönüştürecek şekilde yetkiyle donatmış ve bir anlamda anayasal plana çekmiş. Eskiden bu, malum, kanun bazında düzenleniyordu. O yetmiyor gibi, ayrıca, cumhurbaşkanına kararname çıkarma yetkisi vermek suretiyle -bizde olmayan bir işlem türü bence; Anayasa olduğu için yapacak bir şeyimiz de yok- merkezî idareye yetki verme durumunda kalmış ve kendisi, bizatihi, özellikle personel alım ve yerleştirilmesi bakımından düzenleme noktasına getirilmiş.

Devlet Denetleme Kurulu, fonksiyonunu yerine getiremiyor; belki yapısı itibariyle yerine getiremiyor, belki gerçekten çalıştırılamıyor. Cumhurbaşkanının talimatıyla harekete geçen bu kurul, aldığı raporu ne yapacak; Başbakana gönderiyor. Şikâyet zaten orayla ilgili, aynı yere tekrar gönderdiğiniz zaman sonuç alamıyorsunuz. Şu halde, bu kurul da, fonksiyonunu bence ifa edemiyor. Halbuki, kurulun oluşum sebebine baktığımız zaman şöyle diyor: "Merkezî idarenin önemli bir görevi olan denetim fonksiyonunun bugüne kadar çeşitli nedenlerle gereğince yerine getirilememiş olması sebebiyle" diyerek başlıyor. Şu halde, iktidarın, çıkarmak istediği özellikle kamu reformu yasasındaki "23 000 denetçiye rağmen Türkiye'de yolsuzluk önlenemiyor" gerekçesi, aslında, taa 1980'de konulmuş. Bu teşhis, bence, doğru gözüküyor. Öyle zannediyorum, bunları kaldırarak, başka ülkelerde gördüğümüz, Avrupa Birliği bağlamında, dünyada 86 ülkede olan ombudsmanlık, bir kurum şeklinde getirilirse, herhalde, isabetli olsa gerekir.

Şimdi, bu genel bilgilerden sonra, bir iki başka konuya girmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, mutlak sorumsuzluk durumunda bulunan cumhurbaşkanının, mutlak tarafsızlığı da esastır. Bir parti mensubu gibi konuşamaz; partilerüstü, objektif, tarafsız bir şahsiyet olmalıdır. Tenkit ve tasvipten öte, uyarıcı ve irşat edici bir rol oynaması lazım.

Parlamenter rejimde cumhurbaşkanlığında, İngiltere'de olduğu gibi ya da Amerika'da başkanlık sisteminde olduğu gibi hangisini benimseyeceğimizi bilmemiz gerekiyor; yani, İngiltere'deki gibi "kral hükümet etmez, saltanat sürer" ilkesini mi -ki, doğrusu budur aslında -o zaman yetkiyi vermememiz lazım- ya da "kral saltanat sürmez, hükümet eder" Amerikan formülünü ya da Fransız formülünü mü; o zaman da, halk tarafından seçimi getirmemiz lazım. Bir taraftan sorumsuz kılacaksın, öbür taraftan da, birçok yetkiyle donatacaksınız; zannediyorum, bu, işin özüne uymuyor.

Cumhurbaşkanının hakemlik görevini, gereği gibi uzlaştırıcı bir şekilde, kriz çıkarıcı makam olmaksızın yapmaya çalışması lazım. Bu bakımdan, bunu bir fırsat bilerek, resepsiyon krizinin, Türkiye'de bir daha yaşanmamasını temenni ettiğimi özellikle belirtmek isterim.

Sayın Cumhurbaşkanının, Anayasa Mahkemesi Başkanıyken söylediği sözleri hepimiz hatırlıyoruz "bu yetkiler, parlamenter modeldeki sorumlu olmayan bir makam için çoktur" demişti. Çok isabet buyurmuştur, doğru söylemişlerdir. Biz de hep yazageldik, çizegeldik; bunu, yeniden gözden geçirmemiz lazım. Şu sözünü ve tespitini çok önemsiyorum: "Demokrasilerin en önemli ilkesi, insanın devlet için değil, devletin insan için var olmasıdır." Bu alanda da çalışmalar yapmamız gerekiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, görülüyor ki, 1982 Anayasası, kuvvetlerarası ilişkileri yanlış dizayn etmiştir. Bunu tekrar ele alıp, çok aşırı yetkiler verilen bu makamı, parlamenter rejimde gördüğümüz sembolik yetkiyle donatılmış olan bir alana çekmek lazım. Bunu yapmadığımız sürece, Türkiye'de tartışmaların sonu gelmeyecektir ya da yarı başkanlık, başkanlık modeli gibi -hem sorumlu belli hem yetkili belli-  formülleri aramamız, gerekmektedir. Davulu kime veriyor isek, mutlaka, tokmağı da onun eline vermemiz lazım; aksi halde, davulun sesini hoş işitmeyiz. Türkiye, bunu yaşıyor bana sorarsanız. Bundan, bir an önce kurtulmamız lazım.

Bakın, bu hükümet modeli için ne diyor bizim siyaset bilimcileri; bu tespitte bulunanlar, hepimizin yakından tanıdığı ve AK Partiyle alakası olmayan birçok bilim adamıdır; özellikle onu de söyleyeyim ki, hani, daha inandırıcı olsun: Bir kısmı "bu model otoriter başkanlık sistemi" diyor, bir kısmı "başkancı parlamenter rejim" diyor, bir kısmı "başkancıl sistem" diyor; böyle gidiyor. Dolayısıyla, bu modelin adını, evvela, çok net olarak koymamız lazım. Aksi halde, cumhurbaşkanı-hükümet çatışmaları, özellikle kararname krizi bağlamında sorunlar yaşarız ülkede.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BURHAN KUZU (Devamla) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kuzu.

BURHAN KUZU (Devamla) - Elbette ki, Cumhurbaşkanlığı makamı bir noter değildir, tasdik makamı değildir, hiçbir şeye bakmadan... Mutlaka bir süzgeçtir; zaten, Anayasada da, Anayasayı koruma, kollama görevi verilmiştir. Esasen, bu, yarı başkanlık modelinde, Fransa'da verilen bir yetkidir; halk tarafından seçilen cumhurbaşkanına verilen bir yetkidir; bu konuda dikkati çekmek istiyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı yetkilerini kullanırken, mutlaka, eline gelen bir kararnameye -atama kararnamesiyle örnek verelim- şartları taşıyıp taşımaması bakımından bakabilir. İşte, şu makama gelmek için on yıllık memur olma şartı gibi; bu tutmuyorsa, elbette ki, bunu imzalamayacaktır; bu, çok normaldir; ama, (A) şahsı değil (B) şahsı getirilsin şeklindeki bir yaklaşım, sonunda, siyasete girmeye ve tarafsızlık ilkesini bozmaya kadar götürür; buna dikkat çekmek istiyorum.

Uygulamaya baktığımız zaman, Sayın Cumhurbaşkanı döneminde, 57 nci hükümet döneminde Köşke sunulan kararnamelerin yüzde 2'si geri dönerken, 58 inci ve 59 uncu hükümetler döneminde yüzde 24'ü geri çevrilmektedir. Zannediyorum, iki cumhuriyet hükümeti arasında bunca fark olmaması lazım; biri, farklı, yanlış yapabilir; ama, herhalde, yanlışlık oranının bu kadar olmaması lazım; buraya parmak basmak istiyorum ve bu konuda da, cidden sorun olduğunu düşünüyorum ve şunu soruyorum: Hükümetin kadrolaşmasından söz açıldığında -sık sık gündeme gelen bir durum- sormak lazım; acaba, Cumhurbaşkanlığında, Sayın Demirel döneminden kalma kaç personel çalışmaktadır; hiç, bunu araştırdınız mı; bu konuda da, gerçekten bilgi sahibi olmak istiyoruz.

Sonuç itibariyle, rejimi tekrar eski haline getirmemiz; parlamenter rejim diyorsak parlamenter rejim dememiz, ismini tam ve doğru koymamız gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, aksi halde, sistemi tanınmaz hale getirmiş oluruz. Özellikle de, bu konuya dikkat çekmek istedim.

Sayın Başkanım, bir dakika müsaade buyurursanız, bir şeyi açıklamak istiyorum. Son günlerde, kamuoyunda çok sık gündeme gelen ve burada da, benim ismim geçerek kullanılan dokunulmazlık meselesinde bir iki kelam edeceğim sadece.

Sayın Deniz Baykal, bugünkü konuşmada ve her salı, sürekli, ismimi vermese bile, herkesin bildiği şekilde "karma komisyon başkanı" diyerek; bayramdan sonra toplayacağız komisyonu dedik ya "hangi bayram" diye soruyor bana. Tabiî, elbette ki, geçen bayramı kastettik, onu herkes biliyor.

Bir defa, şunu özellikle belirtmek istiyorum. Kesinlikle, ortada fiilî bir durum yok. Yani, karma komisyon üyeleri olarak biz bir toplantı yaptık, biliyorlar. Cumhuriyet Halk Partili vekillerimizin verdiği, bizim desteklediğimiz önergeyle bir araştırma komisyonu kuruldu. Doğru ya da yanlış, en azından nezaketen bu komisyonu beklemek durumundayız, raporu bugün yarın elimize geçecek ve...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - O, anayasa değişikliğiyle ilgili...

BURHAN KUZU (Devamla) - Hayır efendim... O araştırma komisyonunun gerekçesine bakarsanız, dört husus sayılmış. Bunlardan bir tanesinde de "dünyada ve bizde erteleme sebepleri ve nedenleri" deniliyor. Bunu da görmemiz lazım.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Tamam da efendim, şu anda bekleyen dosyalarla ne ilgisi var?

BURHAN KUZU (Devamla) - İşte, bu, bekleyen dosyaları getirmek bakımından bize lazım; çünkü...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Dosyalarla ne ilgisi var?

BURHAN KUZU (Devamla) - Sayın Topuz, müsaadenizle...

...bizim, komisyon olarak, bu dosyaları erteleme ya da ertelememede bir teklif yetkimiz var; bunda ışık tutacak. Biliyorsunuz ki, bu konuda İçtüzükte bir düzenleme yok, açık bir hüküm yok. Yani, buraya getirdiğimiz zaman... Eski dönemlerde gördük, 250 dosya gelmiş, 20'sinin dokunulmazlığı kaldırılmış, geriye kalanları ertelenmiş. Ondan önceki dönem, bakıyorsunuz, 262 dosya gelmiş, bunlardan 19'unun dokunulmazlığı kaldırılmış, gerisi ertelenmiş.

MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Kötü emsal olmaz Sayın Kuzu.

BURHAN KUZU (Devamla) - Sonuç itibariyle, köklü çözüm istiyorsanız, uzlaşma komisyonuna üye veriniz; Sayın Muhalefet Partisi, size sesleniyorum. O zaman, üye verirsiniz, komisyonu çalıştırırsınız. Aksi halde, biz, bu komisyonun dosyalarını...

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Dosyaları rafa kaldıranlara cezalarını halk verdi ama!

BURHAN KUZU (Devamla) - Getireceğiz, hiç merak etmeyin, yakında gelir.

Dosya sayısına baktığımız zaman "129 dosya" diyor Sayın Deniz Baykal, 114 dosya var. Bu dosyaların dağılımı, 53 dosya AK Parti, 48 dosya da Cumhuriyet Halk Partisine mensup olarak gözüküyor. Kişi bazında, elbette ki, 66 milletvekilinin dosyası, 20'si CHP'ye, geriye kalan 44 dosya da AK Partiye ait olarak gözüküyor.

Sonuç itibariyle, tekrar söylüyorum, muhalefet partimiz bu konuda hakikaten samimiyse, uzlaşma komisyonuna üyeyi verir, komisyonu çalıştırır. Bakın, eski dönemde -geçen dönemi kastediyorum; dosya orada, buyurun, dosya herkese açık- birbuçuk yıl bu dosya gündeme gelmemiş; birkaç kez, bu, böyle olmuş. Şahsıma ait bir mesele filan değil, kusura bakmayın, ilk defa ben yapmıyorum bu işi, bir uygulamayı götürüyoruz. Ne beklenmiş; Anayasa değişsin denmiş, beklenmiş, olmamış; af denmiş, olmamış; yasa değişsin denmiş, olmamış; nihayet biz de sekiz ay bekledik, baktık ki ümit yok sizden, yakında getireceğiz.

Saygılarımı sunuyorum efendim.

Teşekkür ediyorum, sağ olun, var olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kuzu, teşekkür ediyorum.

AK Parti Grubu adına beşinci konuşmacı, Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu.

Sayın Sıvacıoğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;  2004 malî yılı Anayasa Mahkemesi bütçesi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Burhan Hocama, benim yapacağım konuşmayı da kolaylaştırdığı için ayrıca teşekkür ediyorum

Değerli milletvekilleri, 1921 ve 1924 Anayasalarında yer almayan Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasasıyla hukukumuza girmiş yüksek bir yargı organıdır. Görevi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetlemek; Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, başsavcılarını, cumhuriyet başsavcı vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Sayıştay Başkan ve üyelerini, görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılamak; siyasî parti davalarına, özellikle de siyasî partilerin kapatılmalarına karar vermek, herhangi bir mahkemede Anayasaya aykırılığı öne sürülen kanun veya kanun hükmündeki kararnamenin hükümlerini Anayasaya uygunluk yönünden incelemek şeklinde sıralanabilir.

Görüldüğü gibi, Anayasa Mahkemesi son derece önemli görevler ifa etmektedir. En önemlisi de, millî iradeyi temsil eden Meclisin çıkarmış olduğu yasa gibi bir işlemi denetleyen konumdadır. Bunu sıradan bir organ gibi görmek mümkün değildir. Bu nedenle, mahkemenin hem oluşumu hem üyelerinin seçiliş biçimi büyük önem arz etmektedir.

Anayasamızın başlangıç bölümünde ifadesini bulan kuvvetler ayrılığı ilkesi, kuvvetler arasında medenî bir işbölümü ve işbirliğine dayanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı, bu çerçevede, belli devlet yetki ve görevlerini kullanmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı arasında işbölümü ve işbirliği her zaman gözetilmek durumundadır. Dengenin, kuvvetlerden biri lehine veya aleyhine bozulmasının parlamenter sistemin özüne ve dolayısıyla, demokrasiye zarar vereceği unutulmamalıdır.

Nitekim, Anayasanın 153 üncü maddesi, Anayasa Mahkemesinin kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini açıkça hükme bağlamıştır. Bu açık hükme rağmen Anayasa Mahkemesinin bazı kararları, maalesef, birtakım hukukçularımız tarafından kanun hükmüymüş gibi algılanabilmektedir.

Anayasa Mahkemesi açısından sürekli tartışılan ve şikâyetçi olunan bir diğer konu, gerekçeli kararların oldukça geç yazılması ve geç yayımlanmasıdır. Hatta, yakın tarihimizde, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunuyla ilgili bir kararını birbuçuk iki yıl gibi geç yazmış olması da hafızalarımızdadır. Bu nedenle, bazı tedbirler, bir an önce alınmalıdır. Mahkemenin üye sayısı artırılarak, Yargıtay ve Danıştayda olduğu gibi daireler kurulmak suretiyle işyükü azaltılabilir, hem de bu şekilde görev bölümü yapılarak, daha da işlerlik kazandırılabilir. Üyelerin Cumhurbaşkanınca atanması, kuvvetler ayrılığı ilkesi, yargının tam bağımsızlığının sağlanması amacı ve hukuk devleti geleneğine de ters düşmektedir. Bu nedenle, çok önemli görevler ifa eden Anayasa Mahkemesinin üyelerinin seçimi için, daha objektif kriterler getirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi kamuoyunda ve hukuk camiasında tartışmalara yol açan yürütmeyi durdurma kararını vermeye halen de devam etmektedir. Bu yetki, Anayasada açıkça verilmediği halde, maalesef, kullanılmaktadır. Eğer, bu, bir zorunluluk ise, yasal zemine oturtulmalı veya uygulamadan vazgeçilmelidir. 11 asıl ve 4 yedek üyeden teşekkül eden Anayasa Mahkemesi üye sayısı, millî iradeyi temsil eden yasama organınca üye verilmek suretiyle artırılmalıdır.

Mevcut Anayasamıza göre, Anayasa Mahkemesine başvuru yolları, iptal davası ve itiraz yollarından ibarettir. Bunun dışında, bireylerin de Anayasa Mahkemesine doğrudan doğruya başvurmasına imkân sağlanmalıdır. Bu yönde bir değişiklik yapıldığı takdirde, özellikle temel hak ya da hürriyetlerin ihlal edildiği iddiasında olan her birey, Anayasa Mahkemesi nezdinde hak arama imkânına kavuşmuş olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkemesi bütçesi üzerindeki bu konuşmamdan önce, geçmiş yıllara ait bütçe görüşmelerine ilişkin zabıtları da okudum. İktidar ve muhalefete mensup milletvekilleri, aşağı yukarı, aynı şeyleri değişik kelime ve cümlelerle ifade etmişler. İktidara mensup milletvekili ve biraz önce konuşan Anayasa Komisyonu Başkanımız Sayın Burhan Kuzu da, muhalefete mensup Sayın Oya Araslı da, akademisyen sıfatlarıyla, tam tamına olmasa da, önceki yılları da kapsayacak şekilde benzer konuşmaları, bir yıl önceki bütçe konuşmalarında dile getirmişlerdir.

Bilindiği ve sık sık tekrarlandığı üzere, yasama yetkisi, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir, bu yetki devredilemez. Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Anayasamızın bu hükümlerine göre, üç ayrı güçten ikisi; yani, yasama ve yargı Türk Milleti adına yetkilerini kullanmakta, idare de Anayasa ve kanunlara uygun olarak mevcut hukuk sistemimiz içinde hareket etmektedir; ancak, bu organların zaman zaman, istenmese de çatıştıkları alanlar görülmekte, bu, kamuoyumuza da yansımaktadır. Başta Anayasa olmak üzere, anayasal kurum ve kuruluşlar, özellikle de, Yüksek Öğretim Kurulu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yüksek Askerî Şûra kararları, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, bütçesini görüşmekte olduğumuz Anayasa Mahkemesi, hatta -biraz önce de ifade edildiği gibi- Cumhurbaşkanlığı- ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, yetki karmaşıklığı nedeniyle tartışma konusu edilebilmektedir. Yarı başkanlık veya başkanlık sistemlerine geçme teklifleri bu tartışmaların bir ürünüdür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Buyurun Sayın Sıvacıoğlu.

MUSA SIVACIOĞLU (Devamla)- Bitiriyorum Sayın Başkan.

Mevcut Anayasamızın, kabul edildiği 1982 yılından bu yana, 8 kanunla 60'a yakın maddesi değiştirilmiştir. Bu da, tıkanan sistemimize işlerlik kazandırma zamanının geldiğini açıkça ifade etmektedir. 6'lar Avrupasından 25'ler Avrupasına gidilen, bizim de 2004 yılı sonunda müzakere tarihi almaya çalıştığımız Avrupa Birliğinin kendi anayasalarını yapmaya ramak kaldığı günümüzde, uygar milletler camiasındaki yerimizi almamız için çok şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorum.

Tüm kurum ve kuruluşlarıyla eksiksiz çalışan, toplumun ortak payda kabul edebileceği tartışmasız bir anayasaya kavuşmak dileğiyle, 2004 yılına ait Anayasa Mahkemesi bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Sıvacıoğlu, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Uğur Aksöz; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Aksöz, süreyi nasıl kullanacaksınız?

UĞUR AKSÖZ (Adana) - Ben 15 dakika, benden sonraki üç arkadaşım 10'ar dakika konuşacak. Bizden artacak süreyi diğer arkadaşlara ilave edersiniz.

BAŞKAN - Peki.

Buyurun.

CHP GRUBU ADINA UĞUR AKSÖZ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan bütçe yasa tasarısının, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Radyo ve Televizyon Üst Kuruluyla ilgili bölümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi ifade etmek üzere huzurunuzdayım; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Demokrasinin kalbi bu Meclistir. Bu ülkede demokrasiye gönül vermiş herkesin birinci görevi, bu Meclisin itibarını yaşatmak ve daha da yüceltmektir. Meclisin itibarını daha da yüceltmek için bazı önerilerimizi bu kısa vakitte, kısaca arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu Meclis, artık, şu dokunulmazlık işini bir an önce çözmeye mecburdur. Bu konu, her iki partinin seçim vaadinde vardır. Toplum, bizlerin bu konuyu çözmesini beklemektedir. Bu konudan, sizler de rahatsızsınız, bizler de rahatsızız, toplum da rahatsız. O halde, bu konuyu çözmek için, artık, oturup bir araya gelmemiz gerekiyor. Bir kere daha Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini anlatırsak, belki, arkadaşlarımız dokunulmazlık deyince ellerini açmazlar, dikkatle dinlerler.

Değerli arkadaşlar, bir kere, biz "dokunulmazlık tamamen kalksın" demiyoruz. Elbette, kürsüde yapılan tüm konuşmalar alabildiğine özgür olsun, elbette, bu konuşmaların dışarıda tekrarında dokunulmazlık devam etsin; ama, herhangi bir suç ortaya çıkmışsa, hiç kimse, milletvekili de olsa dokunulmazlık zırhının arkasına saklanmasın. Gerekiyorsa, özel bir yargılama usulü getirelim; gerekiyorsa, milletvekili sadece Yargıtayda, ehil bir dairede yargılansın; tutuklanmasın, gözaltına alınmasın; ama, yargılansın. Asıl yargılanırken, milletvekilinin yargılanmaması düşünülemez. Tutuklanmasın, gözaltına alınmasın diyoruz ve bir şey daha söylüyoruz, ceza alırsa da, bu cezasını dönem sonunda çeksin. Demek ki, burada, milletvekiline, yargılanmadan dolayı gelecek herhangi bir konu yok ve bu konuyu ertelemenin, ne bize ne de demokrasiye faydası var.

Değerli arkadaşlar, bir de, olaya şu açıdan bakmamız lazım: Milletvekilini, yargılanma gibi en önemli insan hakkından ve aklanma gibi her dürüst insanın ulaşmak istediği amaçtan mahrum etmeye kimsenin hakkı yoktur. Sonra, şu da bir gerçek ki, bugünün hukuk ilkeleri içerisinde, hiç kimseye, istemediği bir elbiseyi zorla giydiremezsiniz. Bir milletvekili, ben dokunulmazlık istemiyorum diyorsa, ona, zorla, dokunulmazlık zırhını giydiremezsiniz. Bir milletvekili, ben yargılanmak ve aklanmak hakkımı kullanmak istiyorum diyorsa, hiçbir kişinin onu engelleme hakkı da olamaz. Değerli milletvekilleri, işte, bu nedenle, Sayın Meclis Başkanımızın "isteyenin dokunulmazlığı kaldırılsın" çağrısına yürekten katılıyoruz. Yalnız, bunun için yasal bir düzenlemeyi beklemeye hiç gerek yoktur. Hemen, bu bütçe görüşmelerinden sonra dokunulmazlık dosyalarını görüşmeye başlayalım ve isteyenin dokunulmazlığını komisyonlarda kaldırarak, hiç olmazsa, bir adım atalım. Sayın Meclis Başkanımızın bu konuda yetkisi vardır, İçtüzük bunu amirdir; tıkanan komisyonlara, yürümeyen komisyonlara müdahale etme hakkı da vardır; zaten, kendi de bu yolda bir açıklama yaptığına göre, biz diyoruz ki, gelin, bütçe görüşmelerinden sonra, hiç olmazsa, isteyenin dokunulmazlığını kaldırarak, topluma bir demokratik mesaj verelim.

Bu, çok önemli konu dışında, Meclisin daha iyi çalışmasına yönelik birkaç önerimiz daha vardır. Bir kere, milletvekilinden verim almak için, ona iyi bir çalışma ortamı sağlamak gerekir. Değerli arkadaşlar, bugün, (F) tipi cezaevlerinde, tek kişilik koğuşlar 10 metrekareyken, milletvekili odaları yalnızca 9 metrekaredir ve üstelik, sekreteri, danışmanı da, odasından uzakta bir yerlerdedir. Bunun da çok acil olarak düzeltilmesi lazımdır. Daha önce, geçmiş senelerde, Mecliste, milletvekili odaları için bir proje yarışması düzenlenmiştir. Birinci gelen proje arşivdedir. Sadece, onu hayata geçirmek için bir karar verilecektir; hepsi o kadar; milletvekilimiz daha rahat çalışma ortamını bu odalarda bulacaktır.

Milletvekilinin, gelen ziyaretçilerden, çalışmaya ve okumaya vakit bulamadığı herkesin malumudur. Egemenlik milletin olduğuna göre, halka, Meclise gelmeyin denilemez. O halde, buna, kesin bir çözüm bulmak gerekir. Dünyada, her demokratik ülkede, milletvekilinin, seçim çevresinde bir bürosu ve sekreteryası vardır ve bunun masraflarını meclisler ödemektedirler. Ayrıca, Anayasa çerçevesinde, merkezî yetkilerin birkısmı yerel yönetimlere devredildiğinde, bu iki iş aynı anda, aynı zamanda yapıldığı müddetçe, artık, vatandaşın Ankara'ya gelmesinin de hiçbir nedeni kalmayacaktır.

Meclisin saygınlığı, bir bakıma, milletvekilinin saygınlığına bağlıdır. Oysa, milletvekillerine gündem bir hafta önceden verilmediği için, hiçbir milletvekili, gelecek hafta hangi yasanın ne gün görüşüleceğini bilememektedir. Milletvekilleri, alelacele oy kullanmaya koşarken, içeriğini ve ülkeye neler getireceğini pek bilmediği konularda parmak kaldırmanın acısını çekmekte ve giderek, belki de, kendisine olan saygısını kaybedebilmektedir. Bu nedenle, ilke olarak, milletvekillerine, perşembe akşamları, gelecek haftanın ayrıntılı gündemi verilmeli, ona hazırlanması için zaman tanınmalı ve önünü görebilmesine yardımcı olunmalıdır.

İçtüzüğümüzdeki çok istisnaî hallerde kullanılması gereken 48 saat geçmeden yasa tasarılarının görüşülmesi usulü, çok önemli günlerde, çok önemli yasalar için ve çok istisnaî hallerde kullanılmalıdır.

Sözlü soru konusu da, artık, tamamen verimsiz bir hale gelmiştir. Yüzlerce sözlü soru birikmekte, çoğunun güncelliği ve kıymeti kalmamaktadır. Bu durumda, ya tüm soruları, cevap süreleri kısa tutularak yazılı soru şekline dönüştürelim ya da sözlü soru işlemine devam edeceksek, haftanın bir gününü, örneğin, pazartesi günlerini sadece sözlü sorulara ayırarak, cevap verecek bakanları orada hazır tutarak, her hafta sözlü sorular bitinceye kadar o gün Meclisi çalıştıralım ve denetim mekanizması tıkır tıkır işler bir hale gelsin.

İçtüzüğümüz, bugüne kadar, yamalı bohça gibi hep oradan buradan düzeltildi. İki parti gruplu Parlamentonun bu nimetinden istifade ederek, İçtüzüğü, artık, baştan sona bir bütün olarak ele almak, muhalefetle tam bir mutabakat halinde yenilemek şart olmuştur. Bu işlem, Meclis çalışmalarını son derece hızlandıracak ve yoruma meydan vermeyecek açıklıkta yapılarak, Parlamentodaki tüm çekişmeler ortadan kalkacaktır.

Değerli arkadaşlar, en büyük saygı, kişinin, önce, kendisine göstermesi gereken saygıdır. Zaman zaman görüyoruz, bazı beyanatlar, bazı yorumlar, bazı tiyatro oyunları, bazı skeçler oluyor. Oralarda, milletvekillerine hakaret marifet sayılıyor; milletvekillerini aşağılayıcı sözleri, küçültücü edaları sık sık görüyoruz. Kendimize saygı gereği, kişisel olaylarda gerekli davaları hemen açmalıyız ve bu konuda duraksama olmamalıdır. Bugün, en küçük bir şirketin bile, haklarını savunan avukatları vardır. Yüce Meclisimiz de, Meclisin manevî şahsiyetini hedef alan bu tür tavırlar karşısında, hukukçuları vasıtasıyla, gerekli davaları derhal açmalı, kendisini, manevî şahsiyetini ve saygınlığını, hukuk içinde, adalet yollarına başvurarak aramalıdır.

Değerli arkadaşlar, bu küçük hatırlatmalardan sonra, en önemli konuya gelmek istiyorum. Bizce, Türkiye'nin en büyük sorunu, yasama, yürütme ve yargı olarak adlandırılan üç kuvvetin birbirinin içine girmiş olmasıdır. Birbirine müdahale etmediği müddetçe bu kuvvetler yaşar ve saygın işbölümünü sürdürdükçe de gelişirler; fakat, ülkemizde durum bunun tamamen tersidir. Yasama, yürütmeden ne gelirse onu yasalaştırır. Hükümetin başındaki kişi genellikle çoğunluk partisinin de başında olduğu için, denetleme konusunda da genellikle onun dediği olur. Neticede, Meclis, özgür denetleme görevini yapamaz. Öte yandan, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna Adalet Bakanı ve Müsteşarı başkanlık edince, yargı da çekingen davranmaya başlar. Böylece, ne olur; yürütme, büyür, büyür büyür, âdeta, devleşir, yasama kuvvetini ve yargı kuvvetini etkisi altına alır. Bugün, Türkiye'de bu yaşanmaktadır. Sonuçta, kuvvetler ayrılığı yok olmuştur ve sonuçta, yaralanan, maalesef, demokrasimiz olmuştur. Bunu düzeltmek de, bizim çıkaracağımız yasalarla ve elbirliğiyle mümkündür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın geri kalan kısmında da Radyo ve Televizyon Üst Kurulundan bahsetmek istiyorum. Bugün, televizyonlar o kadar güçlenmiştir ki, haber takip etme sınırını çoktan aşmış, gündem yapan, toplumu yönlendiren, istediğini batıran istediğini yücelten büyük bir güce ulaşmıştır. Bu korkunç güçlü televizyonları denetleyen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ise, maalesef, güçsüz bırakılmıştır; çünkü, Anayasa Mahkemesinin verdiği yürütme kararı sonucu, yeni bir anayasa düzenlemesi yapılmadan, üyelerin bir kısmını Meclisin seçmesi olanağı ortadan kalkmıştır. Ayrıca, yetkilerinin bir kısmı Telekomünikasyon Kurumuna, bir kısmı da Haberleşme Yüksek Kuruluna devredilmiştir. Kurul, böylece, çokbaşlı olmuş; ama, güçsüzleşmiştir; çünkü, tam 760 kişilik kadrosu halen eksiktir. İşte, bu kurul, bu haliyle, sayıları 260'ı bulan yerel, bölgesel ve ulusal televizyonları denetleyecek ve yine, sayıları 1 000'in üzerindeki radyoları kontrol edecektir. Üstelik, verdikleri kararlar, yargının yavaş işlemesi sonucu, ancak aylar sonra infaz edilebilmektedir ve o zaman, hiçbir önemi de kalmamaktadır.

Peki, hükümet, neden bu düğümü çözmez, neden anayasal ve yasal düzenlemeleri yapmaz da, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunu bağlayıp, televizyonları serbest bırakır?

Ama, bütün bu olaylardan daha elim ve daha vahim bir konu vardır, o da şudur: Frekans ve kanallar, kamu kaynağıdır, asla bedava kullandırılamaz. Televizyonlar da, kendilerine frekans tahsisi yapılmamışsa, bir bakıma, yasal değildir veya onları ruhsatsız olarak da isimlendirebiliriz. Bugün, Türkiye'de, hükümet kurmaya, hükümet devirmeye yeltenen, istediğini vezir istediğini rezil eden bu televizyonların hiçbirinin frekans tahsisi yoktur. Bu anlamda, hepsi de ruhsatsız kuruluşlardır. Milyon dolarlar karşılığı el değiştirirler, kimse sormaz; sahiplerinin çoğu paravandır, asıl sahiplerinin kim olduğunu kimse araştırmaz.

Şimdi, hükümete soruyorum: Bu frekans ihalesini neden açmıyorsunuz? Buradan gelecek milyonlarca dolara ihtiyaç yok mudur? O paralar orada dururken, neden faizle borç alınmaktadır? Ruhsatsız denilebilecek bu kanallar, yine, milyon dolarlarla el değiştirdikçe vergi kaybı olmuyor mu? Televizyonların gerçek sahiplerinin kim olduğu sizi hiç ilgilendirmiyor mu? Bankalara bir gecede, dev gibi şirketlere bir günde el koyma gücünü kendinde bulan hükümet, Radyo ve Televizyon Üst Kuruluyla ilgili yasal ve anayasal düzenlemeleri neden yapmamaktadır? Çok büyük para gelecek frekans ihalelerini neden yapmamaktadır?

Yaşadığımız pek çok sorunun, bu frekans ihalesi ve televizyon sahipliğiyle doğrudan ve dolaylı ilişkisi olduğunu bir kez daha yineliyor, herkesi bu konuda düşünmeye ve işin perde arkasını araştırmaya davet ediyor, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Aksöz, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci sözcü, Afyon Milletvekili Sayın Halil Ünlütepe.

Buyurun Sayın Ünlütepe. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HALİL ÜNLÜTEPE (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve Grubumuz adına saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli görevlerinden birisi de bütçe yapmaktır. Bütçe görüşmeleri, toplumun ilgiyle izlediği görüşmelerden birisidir. Bu görüşmelerde, siyasî iktidarın uygulamaları ve sonuçları tartışılır. Bütçe yasa tasarıları genellikle uzun bir periyodik zaman diliminde görüşülürken, bu dönem 7 güne sığdırılmıştır. Bu da, siyasî iktidarın, bütçe gibi çok önemli bir yasaya verdiği değeri göstermektedir!

Cumhurbaşkanlığı makamı, hayatî önem taşıyan bir makamdır. Sayın Cumhurbaşkanı, devletin başıdır, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk Milletinin birliğini temsil eder, Anayasanın uygulanmasını gözetir. Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına, laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına dair yemin ederek görevine başlar.

Sayın Cumhurbaşkanı, göreve geldiğinden bu yana uygulamalarında hukukçu kimliğini önplanda tutmuş, kendisi hukuk kurallarına uymaya çalışırken, diğer kurumların da bu kurallara uymasını sağlamaya çalışmıştır. Cumhurbaşkanının bu konudaki tutarlılığı, çalışmalarında her zaman halkın yararını gözetmesi, mütevazı kişiliği, siyasî hesaplardan ve tartışmalardan uzak durmaya çalışması halk tarafından da takdirle karşılanmış; bu yüce makamın saygınlığı, Cumhurbaşkanının şahsıyla daha da artmıştır.

Anayasamızda belirtildiği gibi, Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri değişemez, değiştirilemez. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olma niteliğini sonsuza kadar koruyacaktır. Sayın Cumhurbaşkanımız, Cumhurbaşkanı, seçildiği gün Türkiye Büyük Millet Meclisindeki ilk konuşmasında, laiklik ilkesinin ödünsüz bir kararlılıkla korunacağını, din kurallarıyla devlet ve toplumsal yaşamın düzenlenemeyeceğini, devletin toplumda hukuku egemen kılacağını, bunu sağlamanın devletin görevi olduğunu, kimsenin hukukun üstünde olmadığını ve hukukun gereğinin her zaman ve herkese karşı eşit olarak yerine getirileceğini belirtmiştir.

Geçtiğimiz dönemde Adalet ve Kalkınma Partisinin irticaî faaliyetleri ve kadrolaşma iddiaları sadece Cumhurbaşkanlığında değil, toplumun tüm kesimlerinde rahatsızlık yaratmıştır. (AK Parti sıralarından "sözünü geri al" sesleri)

İzin verin, dinleyin... Dinleyin efendim, dinleyin... (AK Parti sıralarından "neyi dinleyeceğiz" sesleri)

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa)- Laflarınıza dikkat edin!

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla)- Hükümetin, birikim, liyakat ve yeterlilik aramaksızın devletin kilit noktalarında kadrolaşması, belli dünya görüşü içerisinde bulunan kişilerin bu özelliklerini atamalarda tercih sebebi olarak değerlendirmesi, aynı anlayışın üniversitelerimizde de uygulanmak istenmesi üzerine, (AK Parti sıralarından gürültüler) Sayın Cumhurbaşkanımız, Türkiye Cumhuriyetinin laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olma niteliğinin ve Atatürk ilke ve inkılaplarının korunması gerektiğini, cumhuriyetin tüm kazanımlarının sonsuza dek yaşatılmasının herkesin ortak sorumluluğu olduğunu, zaman zaman belirtme ihtiyacı duymuştur.

Bu tür eylem ve uygulamalar, cumhuriyetin temel niteliklerini sıklıkla tartışma konusu yapınca, Sayın Cumhurbaşkanımız, 1 Ekim 2003 günü Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmasında, aynen "Türkiye'de köktendincilik akımının temelinde, din kurallarına dayalı devlet kurmak, çağdaş hukukun yerine şeriat hukukunu getirmek ve toplumumuzun cumhuriyet döneminde elde ettiği tüm çağdaş kazanımları yok etmek amacı yatmaktadır" diyerek, kadrolaşmalardaki tehlikeyi anlatmaya çalışmıştır. (AK Parti sıralarından gürültüler)

MEHMET SOYDAN (Hatay) - Senin kafanda karanlık var.

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Atamalar nedeniyle Sayın Cumhurbaşkanının gösterdiği titizlik, zaman zaman, devletin tepesinde uyumun olması gerektiğini gündeme getirmiştir. Bu uyumun, cumhuriyetin nitelikleri üzerinde olacağı tartışmasızdır. Zaten, Sayın Cumhurbaşkanı, cumhuriyetin niteliklerini korumada taraf olduğunu açıklamıştır. Siyasî iktidar, Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan atama kararnamelerini vekaleten atama yoluyla uygulamaya koymakta, bu tür uygulamanın ise, çok tehlikeli bir uygulama olduğunu kamuoyu da zaman zaman tartışmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin hükümeti, Cumhuriyet Halk Partisinin zaman zaman uyarılarına rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisinde sayısal çoğunluğuna dayanarak, Anayasa ve hukuka aykırı yasalar çıkarmış, bunlardan bazıları hukuksal ve bilimsel gerekçelerle Sayın Cumhurbaşkanlığınca tekrar görüşülmek üzere geri gönderildiğinden, siyasî iktidar, hukuk tanımaz bir şekilde yanlışında ısrar etmiş, çoğunlukla yasaları aynen kabul ederek, geri göndermiştir. Hatta, Cumhurbaşkanının yasaları geri gönderme gerekçesine bakmadan, bu gerekçeleri incelemeden "aynen geri göndereceğiz" diye açıklama yapan sayın bakanlar, sayın grup başkanvekilleri olmuştur.

MEHMET SOYDAN (Hatay) - O zaman, hepsini Cumhurbaşkanı halletsin!

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Cumhurbaşkanı, ikinci kez, yasayı aynen yayımlamak zorundadır, Anayasa gereği. Yayımladığı yasalardan bir kısmını, Anayasa Mahkemesine götürmüştür. Bunun dışında, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da, iktidarın, çoğunluğuna dayanarak çıkardığı yasalardan 39 tanesinin Anayasaya aykırılık nedeniyle Anayasa Mahkemesine götürüldüğü, bilinen bir gerçektir.

Mecliste çıkarılan temel yasaların pek çoğu, Sayın Cumhurbaşkanımızca tekrar görüşülmesi amacıyla iade olunmuş ve zaman zaman Anayasa Mahkemesince de iptal edilmiştir. Bakın, bazılarını okumak istiyorum: Malî milat yasası, veto edilmiş; vergi affı, adı vergi barışı, birilerini kurtaran bir yasa; 61 yaş yasası, veto edilmiş, buna rağmen tekrar çıkarılmış, Anayasa Mahkemesine gitmiş... Albayraklar'ın vergi borçlarından kurtarılmasına ilişkin yasa, veto edilmiş; ormanla ilgili yasa, veto edilmiş; Altıncı Uyum Yasası, veto edilmiş; ormanlarla ilgili iki yasa tekrar, veto edilmiş ve tarikat okullarının desteklenmesi yönündeki yasa da veto edilmiştir.

Yani, bir dönemde Meclisin çıkardığı önemli yasaların çok büyük bir kısmı üst makamca geri gönderiliyor veya Anayasa Mahkemesince veto ediliyorsa, Parlamentonun bu konuda biraz daha düşünmesi gerektiği kanaatindeyim.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Orası üst makam değil. Parlamentonun üstünde makam yoktur.

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Adalet ve Kalkınma Partisinin hukuksuzlukta ısrarı üzerine, duble yasalar çıkarılmak zorunda kalınmıştır. Açıkçası, hukuksuzluk özendirilir bir duruma gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak sayısal bir çoğunluğa sahipsiniz. Bu bir gerçektir; ama, çoğulcu demokrasilerde çoğunluğun mutlak egemenliği kabul edilmemiştir. Sayısal  çoğunluk, hukuk devleti ilkesiyle sınırlandırılmıştır. Sayısal çoğunluğu olanın hukuka uymaması söz konusu değildir. Hukuk, herkes için vardır ve bir gün herkese lazım olacaktır. Zira, hukuk, ülkelerin çağdaşlaşma sürecinde belirleyici olan en önemli unsurlardan birisidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, devam edin.

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Sayın Cumhurbaşkanımızın, Cumhuriyet Bayramı nedeniyle verdiği resepsiyona çağrı şekli tartışmalara neden olmuştur. Siyasal  iktidar, Sayın Cumhurbaşkanının davet şeklini hukuksuzluğu özendirir bir şekilde başka mecralara çekmeye çalışmıştır. Halbuki, resepsiyonun verildiği yer, Cumhurbaşkanlığı Makamıdır. Burasının kamusal alan olduğu tartışmasızdır.

ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) - Nere kamusal alan, nere?!

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Türbanın siyasî bir simge olduğu, uluslararası ve ulusal yargı kararlarıyla kabul olunmuştur. Danıştay ve Anayasa Mahkemesi  kararlarına göre kamusal alanda türban takılması olanaklı değildir.

 ALİ RIZA ALABOYUN (Aksaray) - Yargıda kamusal alan diye bir şey yok!

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Yargı kararları, Sayın Cumhurbaşkanı dahil, siyasî iktidarı, milletvekillerini ve herkesi bağlar. Sayın Cumhurbaşkanı da yargı kararına uyarak bu tür bir resepsiyonu verme yükümlülüğü içine girmiştir.

Laiklik, Türkiye Cumhuriyetinin tüm ilke, kural ve kurumlarının temelini oluşturan bir anlayıştır. Anayasamız bu anlayışı değiştirilemez görmüş ve güvence altına almıştır. Sayın Cumhurbaşkanı bu konudaki hassasiyetini göstermek istemiştir. Zaten başka türlü davranması da hukuk ilkeleriyle bağdaşmazdı. Sayın Cumhurbaşkanının davetinin bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bizler, şu anda yaptığımız görev dolayısıyla kanun yapıcıları olarak hukuka en önce uymak zorunda olan kişileriz. Aksi halde, yapmış olduğumuz görevle çelişir bir konuma düşeriz.

Sayın Başkan, değerli üyeler; Sayın Cumhurbaşkanımızın 1 Ekim 2003 tarihindeki Meclisi açış konuşmasının bir bendini daha okumak istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanı, aynen "yolsuzluklarla ve örgütlü suçlarla savaşım konusunda ulusal bir harekât başlatılmalı. Yasama dokunulmazlığının sınırlandırılması için gerekli düzenleme yapılmalıdır" diyerek, son günlerde tartışılan dokunulmazlıklar konusuna Yüce Parlamentonun dikkatini çekmeye çalışmıştır. Siyasî iktidar ve AK Partili milletvekilleri bu konuya duyarsız davranmaktadır. Bir değerli milletvekilimiz "yargı bağımsızlığı olmadığı için dokunulmazlıklar kaldırılmamalı", yine saygın bir bakanımız "milletvekillerinin yargı bağımsızlığından endişeleri var" şeklindeki açıklamaları, başta yargı mensupları olmak üzere sivil toplum örgütleri ve vatandaşlarımız tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Bunlar çok ciddî sonuçlara neden olacak olan açıklamalardır. Yasama ve yürütmenin saygınlığını artırmaya çalışırken, devletin temel unsuru olan bağımsız yargıya böylesine insafsız bir suçlamada bulunulmasını ve bu suçlamaları yapanları da açıklıkla kınamak istiyorum.

Sevgili arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanının uyarısının önemini bugünlerde daha çok anlıyoruz ve görüyoruz.

Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesince, eski bir siyasî parti lideri ve başbakan hakkında ve arkadaşları aleyhinde verilen yargı kararı, Yargıtay ilgili dairesince de onaylanmıştır. Suç, evrakta sahtecilik suçudur. Bu suç, Türk Ceza Yasasında "Ammenin İtimadı Aleyhinde Cürümler" kısmında düzenlenmiştir, kamu düzeniyle ilgilidir. Bu suçtan hüküm giyenler, vatandaşlık hakkını sınırlı olarak kullanabilirler.

Bu suçtan mahkûm olmuş sayın milletvekillerimiz var. Eğer, milletvekili olmasalardı, bugün, bu yaptıkları eylemin cezasını çekmek üzere bir yere gideceklerdi. Aynı suçtan yargılanmak üzere soruşturması süren; fakat, milletvekili olması nedeniyle yargılaması yapılamayan bakanlarımız da var. Bir suç isnadıdır. İsnat, yargı sonuna kadar sanığın suçsuzluğunu gösterir. Açıkçası, bu bakanlardan birisi, Sayın Dışişleri Bakanı, diğer bakan ise Sayın İçişleri Bakanımızdır. Ammenin aleyhinde, itimadı aleyhinde cürüm işlemiş ve bakanlık görevlerini yürüten bu değerli bakanlarımız, bu görevlerini yürütürken, ne dereceye kadar Türkiye'nin menfaatınadır... Bu suçlardan dolayı soruşturma geçirdiğini, dava arkadaşlarının da mahkûm olduğunu tüm dünya bilmektedir. Ülke saygınlığını düşünerek, acaba, sayın bakanlar, bulundukları görevden istifayı düşünebiliyorlar mı?

RESUL TOSUN (Tokat) - Sayın Başkan, 6 dakika geçti...

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sözlerimi bağlıyorum.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) - Devam et... Heyecanlı oluyor!

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Peki, heyecanlı oluyorsa, söyleyeyim.

BAŞKAN - Sayın Milletvekilim, lütfen buyurun.

HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) - Bağlıyorum efendim.

Sayın Kuzu, dokunulmazlıklarla ilgili söylediği bir sözde, bunların görüşülmesi konusunu bahsetti. Halbuki, İçtüzük açık; karma komisyon toplanmalı ve hemen bir altkomisyon kurarak dosyaları göndermelidir. Yapacağımız iş budur ve Anayasa Komisyonu ile Adalet Komisyonunun görevi de İçtüzükte belirlenmiştir.

Sevgili arkadaşlarım, sözlerime son verirken, Sayın Cumhurbaşkanımız, seçkin hukukçu kimliğiyle, hukukun üstünlüğü ilkelerinin  hayata geçirilmesi hususundaki gayretiyle uluslararası alanda ülkemize saygınlık kazandırmış, doğrulukla, dürüstlükle ve laikliğin güvencesi olarak görevini sürdürmüş, bu tutum ve davranışlarıyla yurttaşların saygınlığını kazanmıştır.

Bu düşüncelerle, 2004 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diler, hepinize saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünlütepe.

SADULLAH ERGİN (Hatay) -Sayın Başkan, Sayın Hatip, AK Parti Grubunu itham  edecek beyanlarda bulunmuştur.  AK Partinin irticaî faaliyetlere destek verdiğine dair imalarda ve açık sözlerle beyanlarda bulunmuştur.

Bu noktada, 69 uncu madde muvacehesinde, cevap hakkımızı kullanmak istiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Ergin, tutanakları getirtip incelettireyim, ondan sonra söz hakkınızı, saklıdır, vereceğim.

BURHAN KUZU (İstanbul) - Sayın Başkan "Kuzu" dedi, bana da söz hakkı doğdu.

BAŞKAN - Sayın Kuzu, soyisminizle hitap ettiği için, burada bir sataşma yok.

Sayın Ergin, konuyu arkadaşlarıma incelettireceğim, söz hakkınız bakidir.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına üçüncü sözcü, Adana Milletvekili Sayın Kemal Sağ; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA KEMAL SAĞ (Adana) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 2004 yılı Bütçe Kanunu Tasarısının Sayıştayla ilgili bölümü hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayıştay, Anayasanın 160 ıncı maddesindeki hüküm uyarınca, Büyük Millet Meclisi adına denetim ve yargı görevini üstlenmiş önemli bir kuruluştur; bu görevi nasıl yapacağı da Sayıştay Yasasında açıklanmıştır.

Sayıştay, kamu yönetiminde şeffaflığın sağlanması, kamu harcamalarının hukuka uygun ve etkin bir şekilde yapılmasında Yüce Meclis adına, önemli bir fonksiyonu haizdir. Sayıştay, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, genel, katma ve özel bütçeli tüm kamu kurumlarını özellikle harcamalar yönünden denetlemektedir. Son yirmi yıllık süreçte bu denetimden kaçmak için bir fon furyası başlamıştı, böylece, kamu harcamalarının bir bölümü denetim dışında bırakılmaktaydı. Neyse ki, birkaç yıldır Maliye Bakanlığının da direnmesiyle, kısmen bunun önüne geçilebilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son yıllarda ayyuka çıkan yolsuzlukların temelinde, malî denetimlerin yapılmasına yeterince izin verilmemesi yatmaktadır. Birileri, acaba ucu bana da dokunur mu korkusuyla malî denetimlere pek sıcak bakmamışlardır.

Geçen hafta Yüce Mecliste yasalaşan Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununda, Sayıştay, denetim alanı genişleyen ve harcama sonrası dışdenetim organı olarak inceleme sonuçlarını Türkiye Büyük Millet Meclisine raporlayan bir kurum olarak yer almıştır. Peki, AKP'li değerli dostlarım, siz değil miydiniz yargıya güvenmeyen? Peki, nasıl oluyor da bu kadar güvenip, tüm kamu kurumlarının harcamalar yönünden dış denetimini bir yargı organı olan Sayıştaya bırakıyorsunuz?! Üstelik, Yüce Meclise getireceğiniz kamu yönetimi temel yasa tasarısıyla da bu yetkiyi pekiştirmeyi düşünüyorsunuz. Diyeceğim şu ki: Bir taraftan yargıya güvenmediğinizi ifade ediyorsunuz, diğer taraftan da güvenmediğiniz bu yargıya tüyü bitmemiş yetimlerin hakkının denetimini veriyorsunuz. Söyler misiniz, bunun hangisi doğru; biz, sizin hangi düşüncenize inanacağız?!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sen çok iyi bilirsin!

KEMAL SAĞ (Devamla) - Sayıştay açısından güzel bir gelişmeyi dile getirerek sözlerimi sürdürüyorum. Bütçe ödeneklerine baktığımız zaman, hükümetin, Sayıştaya oldukça önem verdiğini görüyoruz. Şöyle ki: Bu yıl Sayıştaya ayrılan paydaki artış oranı, yüzde 14'tür. Sayıştayın genel bütçe içindeki payına bakıyoruz, geçen sene onbinde 3 olan bu oran, bu yıl onbinde 4'e çıkarılmıştır. Bu rakamlar, Sayıştay açısından iyi bir gelişmedir, hükümetçe verilen iyi bir mesajdır.

Bu güzel mesajın ardından, ben de, Sayın Sayıştay Başkanımıza bir mesaj vermek istiyorum. Efendim, bazı makamlar vardır ki, bu makamda olan insanların, devletin geleceği, ülkenin idare tarzı, toplumun özellikleri ve siyasal açıdan çok dikkatli olmak, kısacası, lider ve örnek birer insan olmak mecburiyetleri vardır. Bu insanların ağzından çıkan her cümle, anında toplumda yankı bulur. Örneğin, Sayın Sayıştay Başkanının Plan ve Bütçe Komisyonunda sarf ettiği ve sehven ağzından çıktığına inandığım "ben, kamusal alan tanımam" sözünü hatırlatmak istiyorum. Böyle bir cümle, Sayın Başkana kesinlikle yakışmamıştır. Her ne kadar seçimle gelmiş olsa dahi, anayasal bir kurumun başındaki bir insanın, bu cümleyi Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında kullanabilmiş olması, demokrasimiz açısından kaygı vericidir. Sayın Başkanın, türban ve kamusal alan konusunda bu kadar tepki göstermesine, doğrusu, bir anlam veremedim. Hele hele, Türkiye'nin bundan çok daha önemli ve acil sorunları gündemdeyken, Sayın Başkandan, bundan böyle, bu konularda daha dikkatli ve anayasal bazı kavramlara saygılı olmalarını bekliyoruz; tüm ülkenin de bu beklentide olduğunu düşünüyoruz. Az önce, kuliste, Sayın Başkanla karşılaştık, bu konuyu görüştük. Sayın Başkanım, kendilerinin çok demokratik bir insan olduğunu söylediler; bilmiyorum, eğer bir usul varsa, burada, bu sözleri beyan etsinler; ama, ben, bu sözlerin doğruluğuna inanmak istiyorum ve bundan sonra, Sayın Başkanımı böyle görmek istiyorum.

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - İnan... İnan...

KEMAL SAĞ (Devamla) - İnanmaya biz hazırız efendim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayıştay bütçesi, kamu harcamalarının denetimini yakından ilgilendirdiği için, bir eleştirimi daha ifade etmek istiyorum. Yüce Mecliste yasalaşan Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Yasasının, bir harcama reformu olarak bu Meclisten geçmesini isterdik; ancak, ne var ki, bu yasa, sadece temel bazı konularda olumlu düzenlemeler içeren bir yasa olmaktan öteye gidemedi. Kamu malî sisteminin ihtiyaç duyduğu birçok temel konu, bazı kişisel kaygılar veya kurumsal çıkarlar uğruna, maalesef, kapsam dışında bırakıldı. Bu kanunla, stratejik planlama ve performansa dayalı bütçe sistemine geçilmesi son derece olumlu bir gelişmedir; kamuda muhasebe birliği sağlanmaktadır; Sayıştay denetiminin kapsamı genişletilmektedir. Tabiî, buna bağlı olarak, Sayıştay da, kendini buna göre hazırlamalı ve gerekli önlemleri bir an önce almalıdır.

Değerli dostlarım, bu noktada, Sayıştayın kapasitesi ve denetim gücü hakkında sizleri biraz bilgilendirmek istiyorum.

Şu anda Sayıştay bünyesinde 54 üye ve 500 civarında meslek mensubu görev yapmaktadır. Buna karşılık, Sayıştayın denetlemek durumunda olduğu birim sayısı, faaliyet raporlarına göre 2001 yılında 13 241, 2002 yılında 8 175, 2003 yılında ise 7 237'dir.

Sayın üyeler, lütfen dikkat ediniz, 2003 yılı sonunda bunların sadece 788'i denetlenmiş olacaktır; yani sadece ve sadece yüzde 11'i.

Sayın Başbakanım, buradan size sesleniyorum. Bugünkü durumda bile denetlemesi gereken birimlerin sadece yüzde 11'ini denetleyebilen bir Sayıştaya, bunlar az geliyormuşçasına, ekdenetim görevleri veriyorsunuz ve halka dönüp "yolsuzlukları böyle önleyeceğim" diyorsunuz. Ben de şimdi dönüp siz değerli AKP'lilere diyorum ki, yolsuzlukları böyle önleyemezsiniz. Bir taraftan teftiş kurullarının kaldırılmasını öngöreceksiniz, diğer taraftan yolsuzlukları önleyeceksiniz; hem de denetlemesi gereken birimlerin sadece yüzde 11'ini denetleyebilen bir Sayıştayla... Sizleri biraz inandırıcı olmaya davet ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir başka önemli konu daha var. AKP Hükümeti, altmışbeş yıldan bu yana KİT'lerin denetimiyle görevlendirilen ve Anayasanın 165 inci maddesinde belirtilen görevleri üstlenen Yüksek Denetleme Kurulunu, Sayıştay bünyesine almayı planlıyor. Bu kurul 18 üyesi ve 124 meslek mensubuyla görev alanı içinde bulunan 248 birimin tamamını...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sağ, buyurun.

KEMAL SAĞ (Devamla) - ... her yıl eksiksiz olarak denetlemiş olup, Türkiye'de performans denetimini yapan ilk kuruluştur. Şimdi, AKP tutuyor, bu kurulu, az önce durumunu arz etmeye çalıştığım Sayıştayın içine alıp eritmeyi düşünüyor.

Değerli arkadaşlar, bu birleştirmenin Anayasaya uygun olup olmadığı ve KİT denetimlerinin daha başarılı olup olmayacağı tartışmaya açıktır. Kanaatimce, Anayasanın 165 inci maddesi, eğer gerekçesiyle birlikte değerlendirilirse, durum Anayasaya aykırı gibi gözükmektedir.

Biz, her zaman olduğu gibi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bir kez daha, uyarı görevimizi yerine getiriyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak bir konuya daha değinerek sözlerimi tamamlayacağım.

Ülkemizde, sayıları 10'a ulaşan üst kurul ve bağımsız diğer kurullar vardır. Bu kurulların bütçelerinin denetimi büyük bir önem taşımaktadır. Bu kurulların sayısı arttıkça, ülkelerin yürütme organı olan bakanlar kurulunun önem ve fonksiyonu azalmaktadır. Hükümet, genel olarak, bunları denetleme imkânına da sahip değildir. Bu nedenle, bu kurulların bütçelerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisince denetlenmesi gerekmektedir.

Az önce değindiğim, Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Yasası, bu kurulların bütçesinin, doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmesini hükme bağlamıştır. Bence, bu kurulların bütçeleri doğrudan Maliye Bakanlığına gönderilseydi, bütçenin birliği ilkesine daha uygun davranılmış olurdu. Ayrıca, bu kurulların harcamalarının Sayıştay denetimine tabi olması ve denetim sonuçlarının da, raporlanarak süratle Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulması gereği gözden ırak tutulmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düşüncelerle sözlerimi tamamlarken, 2004 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Sağ, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına son söz, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı'ya aittir.

Sayın Araslı, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı içinde Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum ve sizleri, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hukukun üstünlüğünü sağlamak, devlet için yaşamsal bir değer taşımaktadır; çünkü, devletin en temel ve öncelikli görevi ve işlevi, hukuk düzenini kurmaktır. Hukuk düzeni, hepimizin bildiği gibi, kurallardan oluşur ve bu kurallar arasında bir alt-üst ilişkisi vardır. Alt kademede yer alan kuralların, bir üst kademede yer alan kurallara uygun olması gerekir. Katı anayasa düzeninin bulunduğu bir ülkede, anayasa, içhukuk düzeninde, kurallar dizininde en üst sıradaki yerdedir; ondan sonra kanunlar gelir ve kanunlar, anayasaya uygun olmak durumundadır.

Anayasanın bu üstünlüğünün bir anlam ifade edebilmesi, kanunların anayasaya uygunluğunun sağlanabilmesi için, bir denetim mekanizmasının kurulması gereklidir. Aksi takdirde, anayasanın üstünlüğü kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm olur. parlamentodaki geçici çoğunluklar, Parlamentodaki azınlık üzerinde rahatça istibdat kurup, yönetimi keyfîleştirebilirler.

Kanunların anayasaya uygunluğunun denetimi, yargısal veya siyasal yolla yapılabilir veya her iki yol birlikte kullanılabilir.

Kuşkusuz, demokrasilerde, yasama organının çıkardığı bir kanunun, anayasaya uygunluğunun bir yargı organınca denetlenmesinin kabulü, uzun bir gelişim sürecinin sonunda ve çoğunlukçu demokrasi anlayışından, çoğulcu demokrasi anlayışına geçişle mümkün olabilmiştir. Günümüzde ise, çağdaş demokrasilerin büyük bir çoğunluğunda, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi yapılmaktadır.

Türkiye, bu noktaya 1961'de ulaşmış ve ilk defa, 1961 tarihli Anayasamızla, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimini yapmak üzere, bir yüksek yargı organı kurulmuştur. Bu yargı organı, Anayasa Mahkememizdir. 1921 ve 1924 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasalarının, Meclis üstünlüğü anlayışına dayalı olduğu gözönünde tutulacak olursa, 1961 tarihli Anayasayla Meclis iradesini denetleyecek bir Anayasa Mahkemesi kuruluşunun siyasal tarihimiz bakımından bir dönüm noktası oluşturduğunu söylemek hiç de zor değildir. 1961 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının böyle bir yargısal denetim mekanizması kurmasının kökeninde, 1957-1960 yılları arasında Meclis çoğunluğunun muhalefet üzerinde kurduğu istibdadın yol açtığı sorunların yattığını söyleyebiliriz.

Değerli milletvekilleri, bir devlette anayasa yargısının kendisinden beklenen görev ve işlevleri sağlıklı bir biçimde yerine getirebilmesinin en önemli önkoşulu, anayasa yargısı yapan yargıcın ve mahkemenin bağımsızlığıdır. Yargıcın iş yükünün ağırlığı ise, yargılamanın hızını ve kalitesini olumsuz biçimde etkileyen bir faktördür.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde, Anayasa yargısından beklenen görev ve işlevleri, Anayasa Mahkememizin büyük bir özen ve özveriyle yerine getirdiğinden kimsenin kuşkusu olmamak gerekir. Özellikle, 2003 yılı boyunca Anayasa Mahkememizin vermiş olduğu kararlar, toplumumuzun "Ankara'da yargıçlar var" tümcesini, büyük bir onur ve güvenle, sıkça tekrarlamasını sağlamıştır.

Anayasa Mahkememiz, 776 sayılı ve 10.4.2003 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yapılan ve muhalefetin yasama çalışmalarına katkı olanaklarını kısıtlayan İçtüzük değişikliğini iptal ederek ve yürürlüğünü durdurarak, demokrasimizin, demokrasinin beşiği olan yasama organında katledilmesini engellemiştir.

İktidarın kadrolaşma amacı doğrultusunda çıkarılan ve zorunlu emeklilik yaş sınırını 61'e çeken 4839 sayılı ve 4019 sayılı Kanunlar hakkında Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal ve yürürlüğü durdurma kararları, pek çok deneyimli ve birikimli kamu görevlisini bir kıyımdan kurtarmıştır.

2003 Malî Yılı Bütçe Kanunundaki Anayasanın 161 ve 153 üncü maddelerinde yer alan ilkelere aykırı hükümlerinin yürürlüklerinin durdurulması, hukukun üstünlüğünün bir kez daha güvence altına alınmasını sağlamıştır. Ek Motorlu Taşıt Vergisini getiren 4837 sayılı ve 4962 sayılı Kanunların ilgili hükümlerinin iptali ve yürürlüklerinin durdurulması, verginin bu alanlarda bir haraç haline dönüşmesini önlemiştir.

Anayasa Mahkemesinin, kararlarıyla, demokrasimizde ve siyasal yaşamımızda, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına çok değerli katkılar yapmış olduğunu burada ifade etmeyi bir görev biliyorum. Anayasa Mahkemesinin, bu çok önemli görevleri ağır bir iş yükü altında çalışarak yerine getirdiği ise yadsınamaz bir gerçektir. Bu durum, Anayasa Mahkemesinin temel sorunlarından birisidir.

Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluğun iradesini ulusun iradesi olarak kabul etmeye başlayan ve bu nedenle Anayasanın koyduğu sınırlara sığmak gibi bir endişe duymayan Adalet ve Kalkınma Partisinin anlayışının getirdiği Anayasaya aykırı kanunların, bu iş yükünün her gün biraz daha artmasına yol açtığı da ortadadır. Adalet ve Kalkınma Partisi, anlaşılıyor ki, Anayasaya aykırı kanun yapmayı alışkanlık haline getirmiştir. Anayasayı ya yok saymakta veya kendisini Anayasayla bağlı görmemektedir. Bu da, Anayasa Mahkemesinin iş yükünün daha da artacağını göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi Başkanlığına yıllardır bütçelerde ayrılan ödeneklerde, giderek artan iş yüklerinin ağırlığı altında ezilmeden, özenle görev yapan Anayasa Mahkemesi yargıçlarımızın ve Anayasa Mahkemesinin diğer personelinin ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ödeneğinin, görevlerinin önem ve ağırlığıyla orantılı olmadığı görülmektedir. Bu da, Anayasa Mahkememizin karşı karşıya kaldığı sorunlardan bir başkasıdır. 2004 Malî Yılı Bütçe Tasarısı da, bu konuda olumlu ve yeterli bir gelişmenin olamayacağını göstermektedir; ama, kuşkusuz, Anayasa Mahkememiz, bundan önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da, mütevazı imkânlara rağmen, görevini büyük bir özen ve başarıyla yerine getirmeye devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, kanunların Anayasaya uygunluğunun sağlanmasında, elbette ki, en önemli rol Anayasa Mahkemesinindir; ama, bu alanda tek görevli Anayasa Mahkemesi değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisine de, yasaların Anayasaya uygunluğunu sağlamak ve hukukun üstünlüğünü gerçekleştirmek konusunda en az Anayasa Mahkemesi kadar görev düşmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu görevi, yasaların yapılışında Anayasaya aykırılıktan kaçınmak veya Anayasaya aykırılığını tespit ettiği yasaları yürürlükten kaldırmak suretiyle yerine getirmek durumundadır.

Kuşkusuz, bu sözü söyledikten sonra geriye dönüp, 2003 malî yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, gerçekten, ifade edilen biçimde, Anayasaya uygunluğu sağlamak için görevini yerine getirip getirmediğini, milletvekilleri olarak kendimize sormamız gerekmektedir. Anayasa Mahkemesinde 2003 yılının başından bugüne kadar 15 iptal davasının açılmış olması ve görüşülen 7 dosyanın 1’i hariç, hepsinde iptal veya yürürlüğü durdurma kararı verilmiş olması, bu sorunun yanıtının, maalesef, olumlu olamayacağını göstermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Araslı.

OYA ARASLI (Devamla) - Burada, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tüm yasa teklif ve tasarılarının Anayasaya aykırı bulduğu hükümleri hakkında bıkmadan, usanmadan uyarılarda bulunduğunu ve gerektiğinde Anayasa Mahkemesinde iptal için dava açtığını kimsenin yadsıyamayacağını biliyorum. Bu uyarılar, maalesef, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu tarafından hiçbir zaman dikkate alınmamıştır. Bunun sonucunda, çoğu kez, bir kanunu, Cumhurbaşkanının Anayasaya aykırılık gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine iade etmesi nedeniyle iki kez görüşmek gerekmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun ikinci kez yapılan görüşmede, Cumhurbaşkanının ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun uyarılarına rağmen, aynen kabul ettiği kanunların Cumhuriyet Halk Partisinin Anayasa Mahkemesine açtığı iptal davaları sonucunda iptal edilmeleri nedeniyle, aynı konu için tekrar tekrar düzenleme yapılarak gereksizce zaman harcanmıştır. Bu özensizlik ve ısrarcılık, yasama çalışmalarının maliyetini de yükseltmiştir. Boşa harcanan, sonuçta, ulusumuzun ve devletimizin malî imkânları olmuştur.

Anayasaya uygunluğu sağlamak bakımından Türkiye Büyük Millet Meclisinin 2003 yılında gerçekten üzerine düşenleri yapıp yapmadığını değerlendirirken değinmemiz gereken bir başka husus da, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ilgili değerlendirmelerdir. Kimi İktidar Partisi milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluğu mu, yoksa, Anayasa Mahkemesindeki 11 yargıcın mı kararının daha doğru olacağı sorusunu sorarak, neredeyse, Anayasa yargısının meşruiyetini tartışmaya açabilmişlerdir; kimi İktidar Partisi milletvekilleri ise, Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğü durdurma kararlarının meşru olmadığını söylemekte sakınca görmemişlerdir.

Değerli arkadaşlarım, yürürlüğü durdurma kararı, aslında, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesinin gereği olarak alınması gereken bir ihtiyatî tedbirdir. Bu nedenle, bunun meşruiyetini tartışmaya açmak, gereksiz ve yersizdir. Bu tür yaklaşımların son derece üzüntü ve ürküntü verici olduğunu, Anayasa Mahkemesi kararlarını yok farz ederek, Anayasa yargısını tartışmalı hale getirmeye çalışarak, hukukun üstünlüğünün gerçekleştirilemeyeceğini söylemeyi bir görev biliyorum. Elbette ki, Anayasa Mahkemesi kararları eleştirilebilir; ama, anayasa yargısı yönteminin meşruiyetini sorgulamak, bizi, çok yıllar önce dünyanın kapatmış olduğu bir tartışmanın orta yerine atar. Anayasa Mahkemesi kararları elbette eleştirilebilir; ama, Anayasa Mahkemesi kararlarını yok farz etmek, bizi, hukuka aykırılıktan, Anayasaya saygısızlıktan öte hiçbir yere götüremez.

Değerli milletvekilleri, Anayasaya aykırılık, hukukî bir sorundur; duygusal ölçütlerle değil, hukuk bilgisiyle belirlenebilir. Eğer, bir konuda Anayasaya aykırılık, hem muhalefet partisi hem Cumhurbaşkanı hem de Anayasa Mahkemesi tarafından iddia ediliyorsa, burada, aynı görüşü paylaşanlar arasında bir duygusal ve siyasal beraberlik bağı olduğu gibi bir varsayımla avunmak yerine, bu kadar kişinin ayrı ayrı işaret ettiği bir aykırılığın çok ciddî olduğunu düşünerek bu aykırılığı gidermeye çalışmak, doğru olan yoldur. Ancak, aklın gerektirdiği bu yolun, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunca benimsenmediği ve her Anayasaya aykırılık iddiasının ve bunu izleyen, Cumhurbaşkanınca iade olayının arkasından "Cumhuriyet Halk Partisi iddia ediyor, onun iddiasını Cumhurbaşkanının vetosu takip ediyor" sözleriyle ima edilen bir beraberliğe dayanılarak, Anayasaya aykırılık iddialarının dikkate alınmadığı görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, anayasanın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesi, takdir edersiniz ki, böyle bir yaklaşımla yaşama geçirilemez. Ülkemizde hukuk devleti ve anayasanın üstünlüğü ilkeleriyle ilgili olarak, öncelikle gerçekleştirmemiz ve üzerinde durmamız gereken bir başka husus da, milletvekili dokunulmazlığının Anayasadaki sınırlarının daraltılması ve hakkında dokunulmazlığın kaldırılması talebi bulunan milletvekillerinin acilen dokunulmazlıklarının kaldırılmasıdır. Bu dokunulmazlıkların kaldırılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisinde savsaklanması, Anayasanın ve İçtüzüğün açıkça ihlali anlamına gelir; çünkü, Anayasa ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü, yargıdan gelen dokunulmazlığın kaldırılması taleplerinin görüşülmesini erteleme konusunda yasama organına herhangi bir yetki tanımamıştır. Değerli kimi milletvekilleri, bu konuda, Anayasada ve İçtüzükte bir engel olmadığından yola çıkarak, bu ertelemeyi, bu savsaklamayı makul göstermeye çalıştılar; ama, hukukçuların bildiği bir gerçek var; eğer bir kamu işleminde bir süre belirlenmemişse, o kamu işleminin makul süre içerisinde tamamlanması gerekir. Makul süreler dışına çıkan her gecikme, o işlemin savsaklandığı anlamına gelir.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Birbuçuk yıl...

OYA ARASLI (Devamla) - Burada da, bizim üzerimize düşen, dokunulmazlık kaldırılması taleplerini makul süre içerisinde tamamlamaktır. Bundan önceki dönemlerde Parlamentoda bu taleplerin görüşülmesinin geciktirilmiş olması, bizim için bir mazeret olmamalıdır.

Ben diyorum ki, o zamanlarda geciktirilmiştir belki; ama, o zaman, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu karma komisyonun başkanı bir anayasa hukuku profesörü değildi, şimdi bir anayasa hukuku profesörü. (CHP sıralarından alkışlar)

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Fark etmez...

OYA ARASLI (Devamla) - Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bu farkın getirisini yaşamak istiyoruz. Dokunulmazlıkların kaldırılması işlemine bir an önce devam edilmesi ve tamamlanmasını bekliyoruz.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Getiriyoruz, az kaldı.

OYA ARASLI (Devamla) -  Eğer, aksi hareket edilirse, bu, Anayasa ve hukukun üstünlüğü anlayışına vurulan ağır bir darbe olacaktır. Anayasayı bizzat ihlal eden bir yasama organının ise, başkalarının Anayasaya uymasını beklemesi mümkün değildir. Bazı milletvekilleri, bazı İktidar Partisi milletvekilleri, dokunulmazlıkların kaldırılmasından çekinilmesini, yargının bağımsızlığına güvensizlikle açıklamaya çalışmaktadırlar.

Değerli arkadaşlarım, eğer, yargının gerçekten bağımsız olduğundan, gerçekten güvenilir olduğundan kuşkuya düşülüyor ise, bu sorunu gidermenin sorumlusu, yetkilisi iktidardır, Adalet Bakanlığıdır. Yakınmak yerine, gerekeni yapmak zorundadır ve hiçbirimizin, kendimizi teslim etmediğimiz yargının önüne, vatandaşa "otur" deme hakkı yoktur. Bu mazeret, maalesef, yargının önüne ben oturmayayım; ama, o sakıncalı gördüğüm, bağımsızlığını zedeli gördüğüm, siyasallaşmış bulduğum yargının önüne vatandaş otursun, bundan ben herhangi bir rahatsızlık duymam diyor.

BAŞKAN - Sayın Araslı, konuşmanızı toparlar mısınız.

OYA ARASLI (Devamla) - Böyle bir anlayışı da hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırmak mümkün değildir. Bu anlayışları terk etmemiz halinde, öyle zannediyorum ki, Anayasa Mahkemesinin temel sorunlarından biri olan önündeki dosya sayısının çokluğu da aşılmış olacaktır.

Böyle günlere bir an önce ulaşılmasını diliyorum. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda Adalet ve Kalkınma Partisinin en kısa zamanda gerekeni yapacağına inanmak istiyorum.

Sizlere saygılar sunarak ve Sayın Başkana anlayışından dolayı teşekkürlerimi ifade ederek sözlerimi sona erdiriyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Araslı.

Saygıdeğer milletvekilleri, biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Afyon Milletvekili Sayın Halil Ünlütepe'nin konuşması sırasında AK Parti Grubuna sataşma gerekçesiyle, İçtüzüğün 69 uncu maddesi gereğince AK Parti Grup Başkanvekili Sayın Sadullah Ergin'in söz talebi olmuştur.

Tutanakların incelenmesinde, ifadeler sırasında, bu sataşmanın olduğunu tespit ettim. Şu anda, Sadullah Ergin Beye sataşma gerekçesiyle söz vereceğim.

Sayın Ergin, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İSMET ATALAY (İstanbul) - Sataşma ne, hangi konuda?

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Bakacağız, öğreneceğiz şimdi sataşmayı.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, dikkat ederseniz şu ana kadar hiçbir hatibin sözünü kesmedim ve burada, tek tek, her şey belli. Bütçe görüşmeleri sırasında bunu belirttim. Burada, bakınız, ben okumak istemedim, bir kararımı söyledim; ama, okuyacağım.

İfade aynen şöyle: "Geçtiğimiz dönemde Adalet ve Kalkınma Partisinin irticaî faaliyetleri ve kadrolaşma iddiaları sadece Cumhurbaşkanlığında değil, toplumun tüm kesimlerinde rahatsızlık yaratmıştır." Bu ifade, bütün bir topluma aidiyet göstermektedir.

İSMET ATALAY (İstanbul) - Yanlış mı; doğru bir şey.

BAŞKAN - Sayın Ergine söz veriyorum.

Sayın Ergin, konuşmanız sırasında yeni bir sataşmaya sebebiyet vermeden konuyu cevaplarsanız memnun olurum.

Buyurun efendim.

IV. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Hatay Milletvekili Sadullah Ergin’in, Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe’nin, konuşmasında, Grubuna sataşması nedeniyle konuşması

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gecenin şu saatinde, 2004 yılı bütçesini hazırlamak üzere, büyük fedakarlıklarla, burada, değerli milletvekili arkadaşlarımız, iktidar-muhalefet gayret ediyor. Tabiî, belli bir uyum, belli bir anlayış içerisinde, oldukça medenî bir zeminde bu tartışmalar, çalışmalar devam ediyor; ancak, bu uyum, bu güzel tablo bazı arkadaşlarımızı rahatsız mı ediyor bilemiyorum, zaman zaman, buraya çıkıp, hakikaten, mesnedi olmayan ve asla ve kata bizim üzerimize yakışmayan birtakım ithamlarda bulunmaları havayı gerginleştiriyor, buradaki mehabeti bozuyor ve şu kutsal çatıya yakışmayacak tablolar ortaya çıkıyor.

Şimdi, sayın hatip buraya çıkarak, biraz önce Başkanın ifade ettiği beyanlarda bulundu. Sayın hatibin ağzı ile kulağı arasında çok fazla mesafe olduğunu düşünüyorum. Ben, şunu sormak istiyorum: AK Partinin, bir yıllık icraatı döneminde yapmış olduğu icraatlar ortada. Acaba, enflasyonun düşmesi, ekonomik dengelerin kurulması, millî gelirin artması, ihracatın patlaması ve piyasalara, hükümete, devlete güvenin oluşması ve yaşama sevincini kaybetmiş bu milletin yarınlara umutla bakmasını doğuracak şu zeminin oluşması mıdır irticai faaliyet?! (AK Parti sıralarından alkışlar) Bu hükümetin, bugüne kadar yaptığı icraatlar içerisinde akla, bilime, bu milletin ihtiyaçlarına uymayan hangi icraatı olmuştur?!

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Hizbullahçılara çıkan af!

SADULLAH ERGİN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, o bahsettiğiniz Eve Dönüş Yasası, bu devletin kurumlarıyla, Cumhurbaşkanıyla, Genelkurmay Başkanıyla, istihbarat örgütleriyle istişare edilerek, ülke ihtiyaçları düşünülerek, birlikte hazırlanmış bir yasadır (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) AK Parti Grubunun tek başına buraya getirdiği bir yasa değildir.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Onun için mi geldiler, teslim oldular?!

SADULLAH ERGİN (Devamla) - Lütfen, konuştuğumuz sözleri kulağımız işitsin ve bir söz söylerken, sözün nereye gittiğini iyice düşünelim.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Bilerek söylüyoruz.

SADULLAH ERGİN (Devamla) - Bakın, birtakım ifadelerde bulunursunuz; bunları ispat ederseniz, alkış alırsınız; ama, ispat edemezseniz, müfteri olmak durumuna düşersiniz. Hukukta temel bir ilke vardır; müddei, müddeasını ispatla mükelleftir. Bunu, en iyi hocam bilir. İddia eden, iddiasını ispat edecektir; ama, değerli arkadaşlar, AK Parti, kurulduğu günden bugüne kadar, sadece ve sadece, çağdaş değerlerle, evrensel insan haklarıyla, kalkınmayla ve milletimize huzur, saadet, mutluluk getirmekle uğraşmış ve icraatıyla da bunu referans olarak ortaya koymuş bir parti. Bizim geçmişimizde, asla ve kata, tek parti dönemi uygulamaları yoktur; bizim geçmişimizde, totaliter anlayışlar ve bunların ifadesi yoktur.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Bizim var mı yani?!

SADULLAH ERGİN (Devamla) - Bizim iki yıllık geçmişimizde, sadece ve sadece, özgürlükler, kalkınma ve çağdaş değerler olmuştur. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ne geçmişiniz var; iki yıllık partisiniz!

SADULLAH ERGİN (Devamla) - Dolayısıyla, biz, programımızda yazdığımız, tüzüğümüze koyduğumuz, hükümet programımızda deklare ettiğimiz bu çağdaş değerlere ulaşmak için, var gücümüzle çalışacağız. Biz, çağdaş dünyayla kucaklaşmak için, var gücümüzle çalışıp, koşup, yorulacağız, burada ter akıtacağız ve milletimizle beraber, aydınlık yarınlara yürümeye devam edeceğiz. Bu yürüyüşümüzün, milletimizden tasvip gördüğünü, beğeni gördüğünü, hüsnükabul gördüğünü düşünüyoruz; kamuoyundaki artan desteğimiz de, bunu göstermektedir.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Kim söylüyor?!

SADULLAH ERGİN (Devamla)- Biz, bu yolda yürümeye devam edeceğiz; ama, siz -takdir size aittir- bu şekildeki muhalefet anlayışıyla ya da millete rağmen bu ifadeleri kullanmakla, bilemiyorum, bir dahaki seçimlerde barajı aşar mısınız, aşmaz mısınız... (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Ayıp yani!.. Sen aşacak mısın bakalım; seçimde göreceğiz.

SADULLAH ERGİN (Devamla) - Sizin bu ifadelerinizi, sizin bu tavrınızı, milletimizin engin sağduyusuna ve 28 Martta yapılacak olan seçimlerdeki sandığa havale ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Seçimde göreceğiz onu!

BAŞKAN - Sayın Ergin, teşekkür ediyorum.

III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 2004 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/688; 1/689; 1/656, 3/370, 3/372, 3/373; 1/657, 3/371) (S. Sayısı:  284, 286, 285, 287) (Devam)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı  2004 Malî Yılı Bütçesi

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı  2002 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)

1. - Cumhurbaşkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi

2. - Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)

1. - Sayıştay Başkanlığı  2004 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Sayıştay Başkanlığı  2002 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ANAYASA MAHKEMESİ  BAŞKANLIĞI (Devam)

1. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2004 Malî  Yılı Bütçesi

2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı  2002 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Birinci turda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay ve Anayasa Mahkemesi bütçeleri üzerinde, lehte, Mardin Milletvekili Mehmet Beşir Hamidi'nin söz talebi vardır.

Sayın Hamidi, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Mardin) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin çok değerli üyeleri; 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde şahsım adına konuşma yapmak üzere söz almış bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, devlet harcamalarının ve gelirlerinin temel belgesi olan bütçe kanununun ilk tur görüşmelerini bugün yapıyoruz. İlk turda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı -ki, buna Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçesi de dahildir- Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçelerini görüşüyoruz. Bütün kurumlarımızın bütçelerinin hayırlı olmasını diliyorum.

Bu saatte, tekrar, sizlere, kurumlarımızın bütçelerini uzun uzun, rakamlarla anlatmak yerine, bütçenin geneli çerçevesindeki düşüncelerimi ifade edeceğim.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye için 2004 yılı, fevkalade önemli bir dönemin başlangıcına işaret etmektedir. 2004 yılı, bir yandan Avrupa Birliğine tam üyelik görüşmeleri için tarih almayı umut ettiğimiz, diğer yandan Kıbrıs'ta nihaî çözüm için çabaların yoğunlaştığı bir yıl olacaktır.

İstikbale ilişkin stratejik kararların verileceği bir yılın bütçesine yansıyan ekonomik göstergeler, bize, Türkiye'nin, bu çetin dönemi başarıyla taçlandırabileceğinin ümidini vermektedir. Çünkü, siyasî bakımdan güçlü ve başı dik bir Türkiye için önkoşullardan birisi, ekonomisinin güçlü olmasıdır. 90'lı yıllar boyunca siyasal istikrarsızlık ve ekonomik krizlerin birbirini besleyerek büyüttüğü belirsizlik ortamını, artık geride bıraktık. İstikrar ve güven, bugün yakaladığımız başarılı ekonomik performansın iki anahtar sözcüğüdür. Türk Halkı, 3 Kasım seçimlerinde, kesin ve tartışmasız bir kararla, siyasal istikrarsızlığa son vermiş, iktidara getirdiği AK Parti ise, lideri, hükümeti ve Meclisteki çalışmalarıyla, kendisine duyulan güveni boşa çıkarmamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bölgemizde yaşanan olumsuzlukların getirdiği tedirginliğe rağmen, geçtiğimiz yıl ekonomimiz açısından gerçekten başarılı bir yıl olmuştur. Makroekonomik göstergelere bakıldığında, Türkiye'nin uzun yıllardır yaşadığı ve neredeyse artık kanıksadığı, çözümden umudunu kestiği temel sorunlarını çözmeye başladığı görülmüştür. Enflasyon bunlardan birisidir. Fakirden alıp zengine veren, gelir dağılımını adaletsizleştiren, sosyal yapımızı içten içe kemiren bu ekonomi zararlısı, nihayet yenilgiye uğratılmak üzeredir. Bu yıl yüzde 20'nin altına düşürülen enflasyon için 2004 bütçesine konulan yüzde 12 hedefinin de gerçekçi bir hedef olduğunu düşünüyorum. Esasen, ekonomik aktörler başta olmak üzere toplumun tüm kesimleri, bu hedefi gerçekçi ve gerçekleşebilir bulmaktadır; çünkü, hükümetimizin uyguladığı program, malî ve parasal disiplinin ve döviz kurundaki istikrarın devamını öngörmektedir; piyasa, hesabını bu beklenti üzerine yapmaktadır. Enflasyonla beraber düşen faiz hadleri, ekonomimiz ve bütçemiz üzerindeki baskıları daha da önemli ölçüde hafifletmiştir. 2002 yılında yaklaşık yüzde 65 olan ortalama bileşik iç borçlanma faiz oranı, 2003 yılında 35 puan gerileyerek yüzde 30'lar seviyesinde kalmıştır. Böylelikle, bütçemiz ve dolayısıyla Türkiye için nefes alma imkânı sağlamıştır, yeniden, yatırımları ve sosyal harcamalarını düşünebilir hale getirmiştir. Türkiye, yüzünü, yeniden, üretmeye ve yeniden, yatırıma döndürmüştür. Güven ve istikrar ortamının devam etmesi, gelecek beklentilerinin yükselmesine ve yeni yatırımlara neden teşkil etmektedir.

Uluslararası kuruluşların Türkiye'yle ilgili değerlendirmelerinin sürekli olumlu yönde yükselmesi, dışkredi itibarımızı da yükseltmektedir. Türkiye, daha az risk primiyle borçlanabilir hale gelmiştir.

2002 yılında bütçeden borç faizi ödemelerine yüzde 44,8 pay ayrılırken, 2003 yılında bu rakam yüzde 41,9'a, 2004 yılında ise yüzde 41,1'e düşmesi beklenmektedir.

Reel faizlerin düşmesi, döviz kurundaki istikrar ve yüzde 5'lik büyüme hızına erişilebilinmesi sayesinde, kamu borç stoku da düşmektedir. 2001 yılında gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 92 olan kamu net borç stokunun, bu yılın sonunda yüzde 70'ler seviyesine düşmesi beklenmektedir.

Türkiye, artık, borçlarını çevirebilir ve yönetebilir noktadadır. Ağır borç stoku yüzünden günübirlik, hatta, anlık kararlardan, geleceği planlayabilen bir Türkiye'ye varılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Hamidi, lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Devamla) - İç ve dışborç kredi bulmada yüksek risk primi ve faiz ödemek mecburiyeti, kararlı ve dengeli politikalarla aşılmaya başlanmıştır.

İkinci büyük başarısı ihracattadır. Döviz kurunun dengesinin beklenilenden düşük olduğu için ihracatımızın azalacağı savları doğru çıkmamıştır; ihracatımızın, bu yıl 50 milyar doları aşarak aylık rekorları yıllığa dönüştürebileceği kesindir.

Güçlü Türk Lirasının, ihracatımız üzerinde de olumlu sonuçlar doğurabileceği ispatlanmıştır.

1980'lerde dışarıya tarım ürünleri ve sınırlı miktarda aramamul satabilen Türkiye'nin, bugün kompozisyonunda sanayi mallarının ağırlık kazandığı, 50 milyar doları aşan bir ihracat porföyünün oluşması hepimizin gururudur.

Önümüzdeki yıl, Irak'ta istikrarın sağlanmasıyla birlikte ihracatımızın beklenenden de fazla olacağı kesindir. Bölgede barış ve huzurun sağlanması Türkiye'nin lehinedir.

Türkiye, özellikle doğu komşularına daha çok mal ve hizmet sevk edebilecek konumdadır. Coğrafî yakınlığımız, tarihî ve kültürel bağlarımız bizim üstünlüğümüzdür.

Komşularımızla iyi ilişkilerimizin getirdiği fırsatların ekonomik hayatımızı nasıl canlandıracağını, bir sınır ilimiz olan Mardin Milletvekili olarak yakından biliyorum.

Habur Sınır Kapımızın aktifleşmesiyle birlikte yıllardır boş yatan kamyoncularımız, yeniden umuda ve daha iyi bir yaşam için yollara çıkmıştır.

Sınır ticaret merkezlerimizin tamamlanmasıyla birlikte sınır illerimizin yeni gelir kaynaklarına kavuşacağı açıktır. Sınır illerimizdeki organize sanayi bölgelerimizin ve serbest ticaret bölgelerimizin altyapı eksikliklerinin giderilmesi ve buralarda yatırım yapacak olan yatırımcılara daha cazip imkânlar sunulması çabalarını memnuniyetle karşılamaktayız.

Türkiye'nin sınır illerindeki serbest bölgeleriyle bir ihracat üssü olabilme imkânı vardır.

Değerli arkadaşlarım, Irak savaşına ve geçtiğimiz ay İstanbul'da bizi de vuran küresel terör tehdidine rağmen, turizmde de dengeli bir yılı geride bıraktık; 8 700 000 000 milyar dolar civarında gerçekleşmesi beklenen turizm gelirlerinin, 2004 yılında sıçrama yapması için yeni markalar ve turizm merkezlerini yaratıp, dünyaya tanıtmalıyız.

 Kültür ve inanç turizminin geliştirilmesinde potansiyeli olan bölgelerimizdeki altyapı eksikliklerimizi gidermek için gayret sarf etmeliyiz. 2004 yılının ilk aylarında, UNESCO'nun, Mardin'in dünya kültür mirasına dahil edilmesiyle ilgili vereceği karar o bakımdan çok önemlidir.

Değerli arkadaşlarım, 2003 yılı, dünyada savaş ve Türkiye'de barış yılı olmuştur. AK Parti İktidarı, devletle toplumu yeniden barıştırmıştır. Vergi barışı projesi vergi mükellefleriyle, sosyal güvenlik barışı projesi SSK ve Bağ-Kur prim borçlularıyla, zorunlu tasarrufların anaparalarının ödenmesi, nemalarının da ödeme takviminin belirlenmesiyle tüm çalışanlarla, işçi ve Bağ-Kur emekli aylıklarında seyyanen, memur emeklilerine enflasyonun üzerinde yapılan artışla tüm emeklilerle barış sağlanmıştır. Asgarî ücret konusunda Sayın Başbakanımızın hassasiyetle üzerinde durduğu artışın gerçekleşmesiyle de, inşallah, asgarî ücretle çalışanlarla da barış sağlayabileceğiz.

Değerli arkadaşlarım, AK Parti İktidarı, hortumcularla, talancılarla, vurguncularla barış yapmamış, asla da yapmayacaktır. Toplumda sağlanan güvenin, ekonomide sağlanan derinliğin, vurguncudan, talancıdan, hortumcudan hesap sorulmasıyla yakından ilgisi vardır.

BAŞKAN - Sayın Hamidi, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Devamla) - Açık ve şeffaf yönetim anlayışı halkın devlete güvenini pekiştireceği gibi, demokratikleşmeye de katkıda bulunacaktır.

Değerli arkadaşlarım, güçlü bir Türkiye'nin, bölge ve dünya barışına katkı anlamına geldiği unutulmamalıdır. Türkiye, medeniyet ve din savaşlarından söz edildiği bir dünyada, inançlara saygılı, çoğulcu kültürel anlayışı, serbest pazar ekonomisi, her gün daha çok tahkim ettiğimiz demokrasisiyle model bir ülkedir.

AK Parti İktidarının insan odaklı yönetim anlayışı ve projeleri, Türkiye'nin yeniden çağı yakalaması fırsatını da beraberinde getirmiştir. Esasen, Türkiye'nin güçlü ve büyük bir ülke olması için, köklü bir tarihi, genç ve dinamik bir nüfusu, stratejik bir coğrafyası, kendisini dışarıda da ispatlamış işadamları ve her şeyden önemlisi, kendisini değiştirebilme yeteneği vardır. Eksik olan şey güçlü bir liderlik ve siyasal istikrardı. Şimdi bunlara da sahibiz ve inşallah, Türkiye, dünyadaki büyükler arasındaki yerini en kısa sürede alacaktır. Bu bakımdan, ekonomideki bu toparlanmanın ve çok olumlu sonuçlarına tanık olduğumuz yapısal reformların devam etmesi gerekmektedir. Gündemi daha çok siyasî konular doldurduğu için, yeteri kadar gündeme gelmeyen Avrupa Birliği Maastricht ekonomi kriterlerinin çoğunda, Türkiye, bugün, adaylık görüşmelerini yapan ülkelerden daha iyi duruma gelmektedir.

Bütçedeki temel makro hedeflerin tutturulacağına olan güvenimiz tamdır. Yüzde 12'lik enflasyon belki daha da aşağıya çekilebilecektir. Enflasyon konusundaki psikolojik duvar artık yıkılmıştır.

BAŞKAN - Sayın Hamidi... Sayın Hamidi...

MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Devamla) - Bütçe üzerindeki faiz baskısı hafifletilmiştir. Faizdışı fazla hedefi, 2003'te olduğu gibi, 2004'te de rahatlıkla yakalanabilecektir. Yatırımların ve yabancı sermayenin önünde engel kalmamıştır. Vergiler toplanabilir ölçüdedir. Malî disiplin sağlanmıştır. Çalışanların reel gelir kaybı olmayacaktır. Sosyal, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesinde imkânlar ölçüsünde yeterli ödenek ayrılmıştır. Kamu kurumlarında tasarruf için gerekli önlemler alınmıştır.

Kısaca, ayrıntısına girmeden, sizlere arz ettiğim gerekçelerle, 2004 yılı bütçesine, bundan sonraki aşamalarda da olumlu oy vereceğimi ifade etmek istiyorum. Bu vesileyle, bütçenin hazırlanmasında özverili çalışmalarından dolayı, başta Maliye Bakanımız Sayın Kemal Unakıtan ve Hazineden sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Ali Babacan'ın şahsında ilgili tüm kuruluşların çalışanlarını ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde dikkatli ve sınırsız bir mesai anlayışıyla bütçenin Genel Kurula gelmesini sağlayan Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli Başkan ve üyelerini tebrik ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyor, 2004 yılı bütçesinin, tekrar, hayırlı olmasını niyaz ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hamidi.

Birinci turda, aleyhte, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart.

Sayın Kart, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir tur görüşmeler üzerinde kişisel görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, yasama faaliyeti yanında denetim faaliyeti de aslî görevlerimizden birisidir. 22 nci Dönem olarak, soru, araştırma ve soruşturma önergelerinin şeklî ve istatistikî bir değerlendirmesini yapmayacağım; denetim günlerinin kısıtlanmasından ve soru önergelerine geç cevap verilmesinden de söz etmeyeceğim değerli arkadaşlarım. İdarî ve adlî denetim mekanizmalarımız yanında yasama denetimi mekanizmaları düzenleniş amacına uygun çalışıyor mu çalışmıyor mu, bu yolda bilinçli bir engelleme var mı yok mu, bunun değerlendirmesini izninizle yapmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, idarî denetim mekanizmalarımız -ki, bunlar arasında teftiş kurulları, meslekî denetim birimleri ve özerk kurullar başta gelmektedir- bu denetim birimleri zamanında ve yerinde çalışmadığı içindir ki, yargının sorunları daha da birikmekte ve artmaktadır. Yargının sorunları, artık, toplumun bildiği ve kabul ettiği sorunlar haline gelmiştir. Yargı, bu sorunlarına ve ihmal edilmişliğine rağmen, dürüst, objektif ve hukuka uygun yapı ve uygulamasını özde korumayı başarmıştır. Gelinen süreçte ise, 57 nci hükümet döneminde olduğu gibi, 58 ve 59 uncu hükümetler döneminde de idarî ve adlî denetim mekanizmalarına müdahale süreci, maalesef, yoğunlaşmaya başlamıştır. Bunun da ötesinde, yasama denetimi engellenmekle kalınmamış, bu denetimin işlemez hale getirilmesi süreci başlamıştır. Kurum ve kuralların içi boşaltılmaya başlanmıştır. Bu konuları soyut değerlendirmelerle geçiştirmeyeceğim ve bunları somut olarak açıklamak istiyorum değerli arkadaşlarım.

Somut örnekleriyle açıklamak istiyorum. Seydişehir Eti Alüminyum tesislerinin özelleştirilmesi. Bu konuda şöyle bir iddia söz konusu: Yasal özelleştirme süreci başlamadan, belli sermaye gruplarıyla hukuka aykırı ilişkiler içine girildiği iddiası söz konusu ve bu yolda ciddî bulgular söz konusu. Bu sebepledir ki, tarafımdan 4 tane soru önergesi verilmiş, araştırma önergesi verilmiş ve olay suç duyurusu aşamasına kadar gelmiştir.

Dördüncü soru önergemde, Sayın Başbakana şunu soruyorum: 4 tane şirketten söz ediyorum, 3 tane araçtan söz ediyorum; bu şirketler arasındaki ilişki nedir, hissedarlar arasındaki ilişki nedir diyorum ve araçların kayıtları kime ait diye soruyorum ve bunun yanında, Sual Holding Başkanı Vekselberg ile Sayın Başbakanın yaptığı görüşmenin içeriğini soruyorum. Sayın Başbakan adına, Sayın Maliye Bakanı cevap veriyor. Sayın Maliye Bakanının verdiği cevap şu, değerli arkadaşlarım: "Efendim, bu şirket kayıtları Özelleştirme İdaresi Başkanlığında mevcut değildir. Bu araçların kayıtları da Eti Alüminyum AŞ'ye ait değildir."

Şirket kayıtlarının ticaret sicilinde bulunduğunu, araçların kayıtlarının trafik tescilde bulunduğunu herhalde hepimiz biliyoruz. Sayın Bakanın görevi, ilgili birimlerden bu bilgileri derleyip soru önergesine cevap vermektir. Bu cevaptan sonra, bu bilgileri vermeyen, geçiştirmeye çalışan ve Vekselberg ile yapılan görüşmeye ilişkin bilgileri vermek istemeyen hükümetin bu cevabından kuşku duymaz mısınız? Sahte plakalı araçlarla, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bilgisi dahilinde bu tesislerin ziyaret edilmesi sizi rahatsız etmez mi? Beni rahatsız ediyor değerli arkadaşlarım. İnanıyorum ki, asgarî sağduyu ve sorumluluk sahibi olan herkesi de rahatsız ediyordur.

Sayın Bakan, Sayın Maliye Bakanı, siz, hangi saydamlıktan söz ediyorsunuz, hangi şeffaflıktan söz ediyorsunuz?! Saydamlığı bırakın, esrarengiz ilişkilere cevap dahi vermiyorsunuz, resmî zeminde cevap dahi vermiyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ATİLLA KART (Devamla) - Sizi, ciddî olmaya, daha tutarlı olmaya ve daha inandırıcı olmaya davet ediyorum.

İkinci bir örnek, emniyet kadrolaşması. Sayın İçişleri Bakanına soruyoruz "ikinci sınıf emniyet müdürlerinin terfiinde kıdem ve liyakat listesini neden esas almadınız" diyoruz. "81 kişilik terfi listesini düzenlerken neden kıdem liyakat listesinin ilk 150 sırasından sonraki kişilerin terfiini yaptınız" diyoruz. Sayın Bakanın verdiği cevap: "Terfiler kıdem kitapçığına uygun yapılmıştır."

Sayın Bakan, biz, kıdem kitapçığına uygun yapılıp yapılmadığını sormuyoruz; o kıdem kitapçığının, neden liyakat listesine, bakanlığın onbeş yıl içerisinde, onsekiz yıl içerisinde oluşturduğu bakanlık kayıtlarına aykırı yapıldığını soruyoruz. Bakanlığın kendi kayıtlarına ve hakkaniyete uygun terfi yapılmayıp, belli siyasî ölçüler ve tarikat ilişkileri içerisinde terfi yapıldığı içindir ki, devletin arşivi, âdeta, yok edilmiş, istihbaratın beyni sökülmüştür. Böyle bir terfi yapılanmasından sonra, İstanbul'da istihbarat zafiyetinin doğmasına herhalde şaşırmamak gerekir. Böyle bir zafiyet ve hak tanımazlık, inanıyorum ki, inanmak istiyorum ki, sizi de rahatsız edecektir değerli arkadaşlarım.

MEHMET SOYDAN (Hatay) - Öyle bir şey yok.

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşım, bu, beni rahatsız etmekten öte, endişelendiriyor. Asgarî sağduyu sahibi olan herkes, böyle bir terfiden rahatsız olmalıdır. Ben, kıdem ve terfi listesinin 1 inci sırasında yer alıyorum, benim üstüme 294 üncü sıradaki adamı getiriyorsanız, orada benim çalışma şevkim kalır mı değerli arkadaşım?! Hak bunun neresinde?! Hukuk bunun neresinde?! Böyle bir anlayışı kabullenmek, böyle bir anlayışı desteklemek mümkün mü?!

MEHMET SOYDAN (Hatay) - Yanlış biliyorsun.

ATİLLA KART (Devamla) - Yanlış bilmiyorum; belgelere dayanarak konuşuyorum değerli arkadaşım, soru önergeleriyle ve verilen cevaplarla konuşuyorum.

Üçüncü soru önergemiz, şeker üretimiyle ilgili soru önergesidir. Bu soru önergesinde -Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanına gerekçeleriyle soruyoruz- ne diyoruz; diyoruz ki: Mısır kotası neden artırılmıştır? Seçim öncesi verdiğiniz söylemlere neden uymadınız? Belli bir dönemde mısır ithalatı için kimlere izin verilmiştir? Devamında ne diyoruz biliyor musunuz; devamında da diyoruz ki: Kargil firması ile Ülker grubu arasında herhangi bir ortaklık var mıdır? Ülker grubu, mısır alanında tekelleşmekte olan Kargil grubuyla birlikte Cola Turca üretimi ve dağıtımı yapmakta mıdır? Sayın Başbakanın oğlu, Cola Turcanın dağıtımını yapmakta mıdır? (AK Parti sıralarından gürültüler)

Müsaade buyurun, soru soruyorum. Aralarında her hangi bir ilişki var mıdır diyorum değerli arkadaşım. Verilen cevaplarda, bu konuların hiçbirine temas edilmiyor. Bu konular, bizim yasama denetimi görevimizle doğrudan ilgili olan konular; biz bunları sorgulamayacağız da neyi sorgulayacağız?! Niçin soruyoruz bunu; kamu yetkisi kötüye kullanılıyor mu kullanılmıyor mu; bunu tahkik etmek, herhalde bizim sorumluluğumuzdur. Bu ilişkilerin gizlenilmek istenilmesine neden ihtiyaç duyulmaktadır? Kamu ve toplum adına soruyoruz. Bu ilişkileri hiç mi merak etmiyorsunuz? Bu ilişkileri sorgulamak gereğini duymuyor musunuz? Bunları geçiştirelim mi değerli arkadaşlarım?! Bunların üstünde hiçbir sorgulama yapmadan, değerlendirme yapmadan bunları geçiştirelim mi; bunu mu arzu ediyorsunuz?!

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Bütçe görüşmelerinde değil de, başka bir zaman...

ATİLLA KART (Devamla) - Yasama denetimi kapsamında soruyorum değerli arkadaşım. Bunları soru önergeleri kapsamında sordum. Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesini tartışıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli fonksiyonu denetim fonksiyonudur. Denetim fonksiyonunun tahkiki anlamında, herhalde, bunları soracağım; izin buyurun.

Karma komisyon çalışmalarına geliyoruz. İçtüzüğün 132 nci maddesi çok açık, amir düzenleme yapıyor,  resen düzenleme yapıyor,  diğer komisyon çalışmalarından farklı bir  düzenleme yapıyor. O komisyonun nasıl çalışacağını açık bir şekilde düzenliyor. Siz, komisyon başkanı olarak, 26 ncı maddeye uygun olarak, yeterli imzayla da ayrıca başvuru yapılmasına rağmen "ben komisyon başkanı olarak komisyonu toplantıya çağırmaya gerek görmüyorum" diyemezsiniz; böyle bir yetkiniz olamaz. Siz, komisyonun ve Genel Kurulun iradesi yerine, kendi iradenizi beyan edemezsiniz.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Komisyon toplantısında siz de vardınız...

ATİLLA KART (Devamla) - Beyan ettiğiniz zaman, keyfî ve sorumsuz davranmış olursunuz Sayın Kuzu.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Konuyu saptırma; Komisyon toplandı.

ATİLLA KART (Devamla) - Bunu, artık kabul edin.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Yalan söylüyorsun!

ATİLLA KART (Devamla) - Böyle bir uygulama, böyle bir tavır hiçbir demokratik ülkede olamaz; böyle bir uygulama hiçbir hukuk devletinde söz konusu olamaz. Nerede olabilir, biliyor musunuz; antidemokratik ülkelerde olabilir, keyfî ve otoriter sistemlerde olabilir.

MEHMET SOYDAN (Hatay) - Az oy alanlar iktidar mı olmalı; böyle bir demokrasi mi?!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen...

ATİLLA KART (Devamla) - Daha da vahim olanı nedir biliyor musunuz değerli arkadaşım; bu keyfîliğe Meclis Başkanı ses çıkarmıyor; yazılı olarak yaptığımız başvurulara, en azından cevap dahi verilmiyor. Bu uygulamalar, yasama denetimini yok eden uygulamalardır. Bunlar, artık, istisnaî uygulamalar olmaktan çıkmış, genel uygulamalar halini almıştır.

Sayın Meclis Başkanı "Cumhuriyet Halk Partililer isterse dokunulmazlıklarının kaldırılmasını isteyebilirler, talep edebilirler" diyor. Elbette Sayın Başkan; bunu, elbette istiyoruz. Bunun için Anayasa ve İçtüzük değişikliğine gerek yok; bunun için karma komisyonun toplantıya çağrılması yeterli. Bu noktada da...

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Az kaldı az!..

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Kuzu, sizin o görevi yapmayacağınız anlaşılıyor. (CHP sıralarından alkışlar)

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Siz gelince yaparsınız!

ATİLLA KART (Devamla) - Bu noktada, Sayın Meclis Başkanının, İçtüzükten doğan denetim görevini, komisyon çalışmalarını denetleme görevini yerine getirmesi gerekiyor. Sayın Meclis Başkanının diğer çalışmaları bir tarafa; ama, bu konuda kendimden çok emin olarak söylüyorum ki, Sayın Meclis Başkanı etkin ve tarafsız olarak görevini yapmamıştır. Sayın Meclis Başkanını, görevini yapmaya, bir defa daha, davet ediyoruz.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Araştırma komisyonu önergesini neden verdiniz; söyler misiniz?!

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Kuzu, sakin olur musunuz. Sakin olur musunuz...

BAŞKAN - Sayın Kuzu...

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Önergeyi neden verdiniz?!

ATİLLA KART (Devamla) - Biraz sağduyulu olur musunuz Sayın Kuzu.

ANAYASA KOMİSYONU BAŞKANI BURHAN KUZU (İstanbul) - Bir şey bilmiyorsun!

BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen Genel Kurula hitap eder misiniz.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Bütün bu somut olaylar neyi gösteriyor değerli arkadaşlarım; olay, kadrolaşma boyutlarını aşmıştır değerli arkadaşlarım. Kurumların...

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Böyle gerdirerek olmaz ki!

ATİLLA KART (Devamla) - Müsaade buyurun değerli arkadaşım.

AHMET YENİ (Samsun) - Bu kadrolar nereden geliyor?!

MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Yeni Zelanda'dan mı geldi?!

ATİLLA KART (Devamla) - Onu anlatmaya çalışıyorum. Siz, ilk 81 kişinin yerine ilk 150'den sonraki insanları getirdiğiniz zaman, bu, kadrolaşma olmuyor mu değerli arkadaşlarım?!

AHMET YENİ (Samsun) - Kadrolaşma olmaz; hayır.

ATİLLA KART (Devamla) - Bu ne oluyor; bu, kamu yetkisinin kötüye kullanılmasıdır, takdir hakkının kötüye kullanılmasıdır.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Hadi canım sen de!..

AHMET YENİ (Samsun) - Yer değişikliği...

BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, devam ediniz.

ATİLLA KART (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Hükümet Sözcüsü olan Sayın Adalet Bakanı, 58 inci hükümetin kuruluşu aşamasında şunu söylemişti; ne kadar güzel bir temenniydi: "Efendim, en büyük hedefim, en büyük amacım, Adalet Bakanlığı bütçesini yüzde 2'ler seviyesine çıkarmak." 2003 yılı bütçesine bakıyoruz, binde 75, 2004'e bakıyoruz, binde 9'lar seviyesinde; yani, yüzde 1'in altında.

Değerli arkadaşlarım, hükümet bütçesi, Sayın Bakanın gayretlerine rağmen, hükümetin bu anlayışı içerisinde yüzde 2'ler seviyesine hiçbir zaman ulaşmaz; çünkü, yargının güçlenmesi, hukuk denetiminin yapılması bu hükümetin amaçları arasında yoktur, söz konusu değildir. Aksine, yargı denetimini zayıflatacak ve zaafa uğratacak, bu mekanizmayı siyasallaştıracak bir yapının altyapısı kurulmaya çalışılıyor. "Yargıya güvenmiyoruz" yolundaki söylem "iktidar ve yönetim" kavramıyla bağdaşmaz. Bu söylem, kurumların içinin boşaltıldığı yolundaki değerlendirmemize de, maalesef, kuvvet kazandıran bir başka söylem olmuştur.

Sayın milletvekilleri, konjonktürü kullanarak demokratik kavramların ve kurumların politize edildiğini, bunun yanında "özelleştirme" kavramının rant aktarımı için kullanıldığını üzülerek görüyoruz.

57 nci ve daha önceki hükümetlerde görev yapan başbakan ve bakanlara yönelik olarak Yüce Divan süreci başlatılmıştır; bu sürecin başlatılması gerekiyordu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ATİLLA KART (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan; hoşgörünüz için teşekkür ediyorum.

Ancak, bu uygulama yapılırken, hemen devamında, mevcut döneme yönelik olarak, yargı yolunu kapatmanın arayışları içine girilmesinin herhalde tutarlı bir yönü olamaz. Milletvekilliği göreviyle hiçbir şekilde bağdaşmayan, ciddî ve belli aşamalara gelen ve Anayasanın 76 ncı maddesi kapsamında kalan suçlamalara rağmen, yargı yolu kapatılmak istenmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bunun devamı şudur: Üzülerek ve endişeyle, kamu yönetimi tasarılarında, kamu personeli görevlendirmelerinde, bütçe anlayışı ve uygulamalarında, dokunulmazlığın sınırlandırılması olaylarında, keyfî ve otoriter yönetim anlayışının hızlandığını görüyoruz. Lütfen, siyasî iktidarın, Türkiye Büyük Millet Meclisine tahakküm etmesine, yönlendirmesine fırsat vermeyelim.

Değerli arkadaşlarım, kurum ve kavramların içinin boşaltılmasına fırsat vermeyelim.

Değerli arkadaşlarım, cemaat anlayışı ve dayanışmasının kamu yönetiminde egemen olmasına fırsat vermeyelim.

Gelinen süreçte, maalesef, siyasî iktidarda bu sağduyuyu göremiyoruz. Elbette, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de aynı tavır içinde olamayacağını ümit ve temenni etmek istiyoruz. Bu sınavı ve görevi, siyasî kaygıları ve hesapları aşarak vermemiz gerekiyor.

HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Vehimle konuşuyorsunuz, vehim içerisindesiniz.

ATİLLA KART (Devamla) - Vehimle konuşmuyorum. Bakın, size, soru önergelerinden söz ediyorum, cevaplardan söz ediyorum. Lütfen, bu sorularıma cevap verin. Bu sorularıma cevap vermediğiniz zaman, kimin yanlış uygulamalar yaptığı çok somut olarak ortaya çıkacaktır.

BAŞKAN - Sayın Kart, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

ATİLLA KART (Devamla) - Bu çerçevede ve dayatmacı bir uygulamaya girmeden görevimizi yapmamız gereğini, bir defa daha, önemle vurguluyorum.

Elbette, bütçenin ülkemiz için yararlı olmasını diliyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.

Sayın milletvekilleri, birinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, sorulara geçiyoruz.

Şu ana kadar bize intikal eden soru talebi, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na aittir.

Sayın Aslanoğlu, buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Efendim, 2004 yılı bütçemizin ülkemiz için hayırlı olmasını diliyorum.

Birinci sorum Meclisle ilgili.

Sayın Başkanım, Mecliste çalışanların tümünün servisini kaldırdınız. Bu insanlara sormadınız. Çok zor koşullar altında gelip gidiyorlar. Bu, tasarruf tedbiri ise, en azından, ücretlerini kendilerinden alarak, bir şekilde bu insanların yine servisle gelip gitmesini sağlayamaz mıydınız? Verimsiz bir çalışma ortamı. Çok zor koşullarda geliyor çalışanlar. Burada bir tedbir düşünmüyor musunuz?

Diğer sorularım RTÜK Başkanıma:

1- Frekans ihalesi olacak mı efendim?

2- Yayın standardı çok düşük olan özellikle Anadoludaki televizyon ve yerel radyolar şu anda büyük haksız rekabetle karşı karşıya kalmaktadırlar. Acaba bunlar için bir önlem düşünüyor musunuz?

RTÜK'ü, sadece ceza veren bir öğretmen olarak ve bugüne kadar, sadece faturada brüt yüzde 10 alan bir kurum olarak görüyor özellikle Anadoludaki tüm kurumlar. Acaba, frekans ihalesine kadar, özellikle, ulusal medyada değil de, Anadolu medyasındaki bu yüzde 10'luk oranı düşüremez mi?

Artı, RTÜK'ü sadece Ankara'dan tanıyorlar. Özellikle yerel radyolarımız, yerel televizyonlarımız RTÜK'ümüzü çok özlemişler; ama, bir şekilde RTÜK'e ulaşamıyorlar; acaba, RTÜK'ümüz, en az yılda bir gidip, Anadoluda değişik seminerler verip, değişik şekilde, bu insanlarla kaynaşıp bunların sorunlarını dinleyemez mi? Bugüne kadar hiç böyle bir şey yapılmamış.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Sayın Yeni, söz talepleriyle ilgili konuyu açış konuşmamda söylemiştim. Birinci tur görüşmelerinin bitimine kadar olan süre içerisinde söz talebinizin olması gerekirdi; ama, birinci tur görüşmelerinin bitimine kadar söz talebiniz bize intikal etmedi; onun için, kendi koyduğumuz bu kaideyi çiğnememek için size bu konuda söz veremeyeceğim. Kusura bakmayın.

Meclisle ilgili soruyu cevaplandırmak üzere, Meclis Başkanvekilimiz Sayın İsmail Alptekin; buyurun.

TBMM BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapılan müzakereler çerçevesinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu sözcüsü Adana Milletvekilimiz Sayın Uğur Aksöz, konuşmaları sırasında bir konuya değinmişlerdir. Biz de, Başkanlık olarak, bunun açıklanmasında yarar görüyoruz. Sayın milletvekillerimizin de, Meclis Başkanlığının bu konuda yaptığı çalışmaları, takip ettiği prosedürü, belki de daha yakından görme ve duyma imkânları olacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî şahsiyetine ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerine karşı işlenen suçlar, basın ve diğer yollarla yapılan fiilî ve sözlü hakaret ve tavırlar karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisinin ne gibi işlem yaptığı, bu konuda bir çalışmasının olup olmadığı -bizim anladığımız kadarıyla- şeklinde bir sorusu olmuştur.

Elbette ki, bu konu, hassas bir konudur; geçmişte, zaman zaman tartışılmış. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının, milletin temsilcilerinin ve bu kutsal çatının, her türlü bu tip davranışlardan uzak tutulması, varsa, gereğinin yapılması hususunda ortak bir ittifakı ve talebi olmuştur.

Yazılı ve görsel basındaki Türkiye Büyük Millet Meclisimiz ve milletvekillerimizle ilgili haberler, hukukî açıdan değerlendirilmekte, Meclis Başkanlığımız tarafından bu konuda da bir “İzleme Kurulu” kurulmuş bulunmaktadır. Bu kurulun başında da Hukuk İkinci Müşavirimiz, Hukuk Müşavirliğimiz vardır.

Yayımlanan haber ve yazılar, kurul tarafından incelenmekte, meselenin hukukî ve cezaî yönüne bakılmakta ve değerlendirme sonucunda da, Meclis Başkanımız veya ilgili milletvekilimizin talimatı doğrultusunda gerekli işlemler yapılmaktadır.

Bu çerçevede, Türk Ceza Kanununun 159 uncu maddesinde düzenlenen Türkiye Büyük Millet Meclisini açıkça tahkir ve tezyif ile yine yasanın 266 ncı ve devamı maddelerinde düzenlenen basın yoluyla Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin onur ve saygınlığının çiğnenmesi suçlarıyla ilgili bugüne kadar 17 dava açılmıştır. Bu konuda Başkanlığımız ve kurulan izleme kurulu, değerli milletvekillerimize her türlü hizmeti vermekte, gerektiğinde dilekçelerini dahi yazıp, gerekli kolaylığı ve hukukî yolları göstermektedir.

Diğer taraftan, çok ağır tahkir ve tümüyle gerçekdışı haber olmadığı sürece, yine, basında çıkan bu yoldaki yazı ve haberlerle ilgili, hukukî yollara başvurulmayıp, basın-yayın kuruluşlarının yetkililerine açıklama gönderilmekte, ayrıca, basın açıklaması yapmak suretiyle, halkımız aydınlatılmaktadır.

Bu konuda Başkanlığımız gerçekten titizlik göstermektedir. Değerli milletvekillerimiz, bu konuda ümit ediyorum ki, böyle bir şey olmaz, olduğu takdirde yukarıda ifade ettiğim izleme kurulumuzdan gerekli hukukî desteği alabilirler. Kaldı ki, bu kurul, ilgili milletvekilimize de konuyu aktararak, gerekli tavsiyede bulunmaktadır.

Sayın Aslanoğlu, zannediyorum ki, Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında da bu konuda bir soru sormuş olabilir; o zaman da çok geniş bir açıklama yapılmıştı.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Hayır, sormadım.

TBMM BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Bolu) - Bildiğiniz gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışanlarıyla ilgili bugüne kadar alışılmış bir personel taşıma sistemi vardı; yani, servislerimiz vardı; ama, bu servislerin önemli bir kısmı, yaş itibariyle miadını doldurmuş ve o servislerin tamiri de son derece pahalı. Diğer taraftan, alınan kararlar çerçevesinde, yeni bir yatırım yapmak suretiyle servis alma imkânımız da yoktur. Dolayısıyla, on yılı aşkın süredir bu hizmeti gören bu servis araçlarıyla personelimizi taşımamız her yönüyle mahzurlu. Çünkü, hem Karayolları Yasasına göre hem hukukun genel prensiplerine göre biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı olarak servislere bindirerek evine götürdüğümüz ve evinden getirdiğimiz personelimizin her türlü korunması noktasında hukuken sorumluyuz. Doğacak bir trafik kazası ve başka bir hukukî durum, bizi sorumlu kılmaktadır. Dolayısıyla, onları biz sağlıkla götürüp getirmek durumundayız. Bu bakımdan, yapılan çalışmalar sonunda, bu servislerin, hatlardan kaldırılması, çalıştırılmaması ve Maliyeye iadesi uygun görülmüştür.

Diğer taraftan, uzun bir çalışma yaptırılarak, çalışanlarımızın önemli bir kısmının da -bu da bir realitedir- kendi özel araçlarıyla, arkadaşlarıyla ya da münferiden bu gelip gitme hususunda kendi imkânlarını kullandığı görülmüştür. Gönlümüz istiyor ki, elbette ki bütün çalışanlarımızı evlerine saatinde götürelim ve saatinde alalım. Elimizde kalan, daha miadını doldurmamış yeni araçlarımız servisten kaldırılmamıştır. Bu araçlar halen faaliyetlerine devam ediyor. Bu araçlar, sabah erken hizmetine gelen personelimizi erkence alıyor, buraya getiriyor, hizmetler aksamıyor, akşam da Meclisimiz, bu tip, geç vakitlere kadar çalıştığı zaman, yine, bu çalışmalara katılan personelimizi alıyor, evlerine kadar götürüyor. Böylece, belirli noktada, çalışanlarımızın mağduriyeti ortadan kaldırılmış oluyor.

Şu ana kadar Meclis Başkanlığının, elinden gelen imkânlarla personelimiz için yapabildiği budur. Ümit ediyorum ki, ileriki günlerde yapılacak çalışmalarda yine yeni bir formül bulunabilir. Belki de yeni imkânlar sağlanırsa, Meclis Başkanlığımız elbette ki bunu değerlendirecektir. Bu durumu da böylece, gerek Meclis Başkanımızın değişik atmosferlerde yaptığı açıklamalar doğrultusunda gerekse yine bütçe görüşmeleri sırasında yapılan açıklamalar paralelinde bir defa daha Yüce Heyetinize arz etmiş bulunuyorum.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Efendim "parasını biz verelim, bizi koordine etsin; ihale etsin bir yere, parasını biz verelim" diyorlar.

BAŞKAN - Sayın Alptekin cevabınız tamamlandı mı?

TBMM BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Evet, bu soruya açıklama noktasında verebileceğimiz cevap budur.

BAŞKAN - Sayın Alptekin, teşekkür ediyorum.

TBMM BAŞKANVEKİLİ İSMAİL ALPTEKİN (Ankara) - Ben de teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu'nun RTÜK'le ilgili sorularını Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdüllatif Şener Bey cevaplandıracaktır.

Sayın Şener buyurun.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER (Sivas) - Sayın Başkan, Sayın Aslanoğlu'nun yerel radyo ve televizyonların rekabet gücünün artırılması gerektiğiyle ilgili görüşlerine katılıyorum. Gerçekten, medyanın birinci görevi toplumu doğru bilgilendirmektir. Toplumun doğru bilgilenebilmesi için, doğru bilgi edinme hakkının korunabilmesi için radyo ve televizyonlardaki yayınların çoksesli ve çokyönlü olmasında büyük faydalar vardır; tekelleşmeler meydana geldiği takdirde toplum bu hakkını elde edemez, ulaşamaz. Yerel radyo ve televizyonların rekabet gücünü kaybetmesi de bu bahsettiğim doğru bilgilenme hakkına ulaşmada büyük bir engel teşkil eder. Bu bakımdan, konunun üzerinde durulması gerektiği kanaatindeyim.

Burada, özellikle ulusal radyo ve televizyonların reklam gelirleri üzerinden alınan payların, kesintilerin oranı ile yerel radyo ve televizyonların reklam gelirleri üzerinden alınan kesintilerin eşit oranda olması yerel medya açısından bir olumsuzluktur, rekabet gücünü olumsuz etkileyecek bir durumdur. Bu konuyla ilgili olarak, RTÜK Başkanlığı bünyesinde bir taslak çalışma sürdürülmektedir. Bu çalışma olgunlaştığı ve hükümete intikal ettiği takdirde, yasalaşma süreciyle ilgili mekanizmalar devreye girecektir.

Diğer taraftan, Sayın Aslanoğlu "RTÜK, sadece ceza veren bir kurum olarak algılanmamalı" dediler; gerçekten doğru. Aynı zamanda, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bir düzenleyici kuruldur; hafızalarda, hatıralarda sürekli kararan ekranlarla hatırlanması da doğru değil. Zaten, kurul da bunu böyle düşünüyor; ama, görevlerini yerine getirmek de mutlaka sorumlulukları dahilindedir.

Bu çerçeve içerisinde, sadece ceza kesmeden öte, Anadolunun sorunlarını dinlemesi lazım, belki, Anadoluya açılması lazım, yerel radyo ve televizyonların sıkıntılarını alması gerekir diyor. Bu konu, zaten, RTÜK Başkanlığının da paylaştığı bir husustur. Nitekim, bölge müdürlükleri bünyesinde, bu tür yerel sorunlara ulaşmaya yönelik çalışmalar yaptıklarını belirtiyorlar. Diğer taraftan, RTÜK Başkanımız Sayın Karaca "bütün yerel radyo ve televizyonların sorumluları, ilgilileri her zaman beni arıyorlar, bana ulaşıyorlar, bundan sonra da arayabilirler" diyor. Böylece, biz bütün Türkiye'ye ilan etmiş olduk; umarım ki, herhalde, telefonlara bakmaktan yorulmaz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi, sırasıyla, birinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2004 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

02 - TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi 2004 Malî Yılı Bütçesi

 

A - C E T V E L İ

 

Fonksiyonel

 

 

Kod

                         Açıklama                                                  Lira

                                                                                                                               

 

01

Genel Kamu Hizmetleri

248 908 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

02

Savunma Hizmetleri

10 000 000 000

        BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2004 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinin sonunda yer alan Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun toplam 85 506 000 000 000 lira gider ve 85 506 000 000 000 lira gelirle bağlanan 2004 malî yılı bütçesi ile kurumun kadro cetvelleri, 13.4.1994 tarihli 3984 numaralı Kanunun 12 nci maddesi gereğince karara bağlanmış bulunmaktadır.

Bilgilerinize arz olunur.

Sayın millevekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı, Başkanlığımıza vaki müracaatında, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu merkez teşkilatı kadro cetvellerinin tanzimi sırasında, 2004 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının eki cetvelinin 20 nci sayfasında yer alan asın ve halkla ilişkiler müşaviri kadrosunun sehven 1 inci derece yerine 3 üncü derece olarak yazıldığının tespit edildiğini belirtmiştir.

Bu nedenle, söz konusu cetveldeki 3 üncü derece 1 inci derece olarak düzeltilmiştir.

Bilgilerinize sunuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

 

A - C E T V E L İ

 

 

                  L  i  r  a

 

 

                                                                             

 

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

187 765 554 750 000

 

- Toplam Harcama

:

168 630 494 910 000

 

- İptal Edilen Ödenek

:

19 135 059 840 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 2002 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 2004 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

01 -  CUMHURBAŞKANLIĞI

1. - Cumhurbaşkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

Fonksiyonel

 

 

 

Kod

                         Açıklama                                                  Lira

 

                                                                                                                               

 

 

 

 

01

Genel Kamu Hizmetleri

30 000 000 000 000

        BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir

 

Cumhurbaşkanlığı 2004 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 2002 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Cumhurbaşkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

                  L  i  r  a

 

 

                                                                             

 

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

19 306 149 670 000

 

- Toplam Harcama

:

14 216 397 050 000

 

- İptal Edilen Ödenek

:

5 089 752 620 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 2002 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2004 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

06 - SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1. - Sayıştay Başkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

Fonksiyonel

 

 

 

Kod

                         Açıklama                                                  Lira

 

                                                                                                                                

 

 

 

 

01

Genel Kamu Hizmetleri

9 995 650 000 000

 

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

02

Savunma Hizmetleri

75 000 000 000

 

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

03

Kamu Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri

45 494 350 000 000

 

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

09

Eğitim Hizmetleri

790 000 000 000

        BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2004 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2002 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Sayıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

                  L  i  r  a

 

 

                                                                             

 

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

41 952 800 000 000

 

- Toplam Harcama

:

28 717 026 120 000

 

- İptal Edilen Ödenek

:

13 235 773 880 000

BAŞKAN - (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 2002 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığının 2004 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

03 - ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI

1.- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2004 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

Fonksiyonel

 

 

 

Kod

                         Açıklama                                                  Lira

 

                                                                                                                               

 

 

 

 

01

Genel Kamu Hizmetleri

1 784 000 000 000

 

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

03

Kamu Düzeni ve Güvenlik Hizmetleri

4 099 000 000 000

 

        BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2004 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. - Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

 

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 Malî Yılı Kesinhesabı

 

A  -  C E T V E L İ

 

 

                  L  i  r  a

 

 

                                                                             

 

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

2 788 500 000 000

 

- Toplam Harcama

:

2 516 323 760 000

 

- İptal Edilen Ödenek

:

272 176 240 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 2002 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığının 2004 malî yılı bütçeleri ile 2002 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birinci tur görüşmeler tamamlanmıştır.

Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, alınan karar gereğince, 19 Aralık 2003 Cuma günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 22.20