DÖNEM : 22 CİLT :
31 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
22 nci Birleşim
2 Aralık 2003 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün'ün,
Dünya Özürlüler Günü münasebetiyle, ülkemizdeki engellilerin sağlık, eğitim ve
istihdam sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı
2.- İstanbul Milletvekili Lokman Ayva'nın,
Dünya Özürlüler Günü münasebetiyle, ülkemizdeki engellilerin sağlık, eğitim ve
istihdam sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı
3.- Bingöl Milletvekili Feyzi Berdibek'in,
İstanbul'daki terörist bombalama olaylarını gerçekleştiren kişilerden
bazılarının Bingöllü olması nedeniyle iç ve dış basının bu ili suç merkezi
olarak lanse etmesi karşısında Bingöl halkının üzüntülerini dile getiren
gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında 5001
sayılı Kanunun bir daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/400)
IV.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
V.- SORULAR
VE CEVAPLAR
A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Ağrı Milletvekili Naci Aslan'ın,
Başkent Öğretmenevi konaklama ücretine ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü
soru önergesi (6/288) ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı
2.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
ülkemizdeki ABD askerî varlığına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi
(6/291) ve yazılı soruya çevrilmesi nedeniyle konuşması
3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
Dünya Turizm Fuarında Suriye'nin İskenderun ve Antakya'yı kendi sınırları
içinde gösteren bir harita dağıttığı iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/298) ve yazılı soruya çevrilmesi nedeniyle konuşması
4.- Antalya Milletvekili Hüseyin
Ekmekcioğlu'nun, yapı denetim kuruluşlarında pilot bölge seçimine ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/300) ve Devlet Bakanı
Kürşad Tüzmen'in cevabı
5.- Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın,
narenciye bahçelerinin imara açılmasına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
sözlü soru önergesi (6/301) ve Devlet
Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı
6.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün,
Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden farklı inanç gruplarına ödenek ayrılıp ayrılmayacağına
ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru
önergesi (6/304) ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı
7.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz
Ketenci'nin, İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle'deki yeşil alanın yapılaşmaya
açıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/305) ve
Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı
8.- Ankara Milletvekili İsmail
Değerli'nin, verem hastalarının aşı, ilaç ve tedavilerine ilişkin Sağlık
Bakanından sözlü soru önergesi (6/306)
9.- Zonguldak Milletvekili Nadir Saraç'ın,
Kamu İhale Kanunu uygulamalarında orman köylülerinin mağdur edildiği iddiasına
ilişkin Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/308)
10.- Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın,
şekerpancarı üretimine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/310) ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı
B) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Adana Milletvekili Tacidar Seyhan'ın,
Adanasporun gelirlerine haciz konulduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1308)
2.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın,
ülkemizde tavuk vebasıyla ilgili bir virüs tespit edilip edilmediğine ve alınan
önlemlere ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/1309)
3.- İzmir Milletvekili Vezir Akdemir'in,
açıktan personel alımındaki yaş sınırına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/1321)
4.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
kredi kartı borcu faiz oranlarına ve bankaların bazı uygulamalarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali Babacan'ın cevabı (7/1324)
5.- Adana Milletvekili Nevin Gaye
Erbatur'un, Bergama-Ovacık Altın İşletmesinin faaliyetlerine ilişkin sorusu ve
Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1329)
6.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
yarım kalmış yatırımlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/1332)
7.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
KDV ve Kurumlar Vergisinden muaf sağlık tesislerine ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1333)
8.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
sıvı yağ üreticilerine KDV iadelerinin geç ödendiği iddiasına ilişkin sorusu ve
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1340)
9.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
ihaleye konu işlerin bölünerek emanet ve pazarlık yollarıyla yaptırılmasına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı
(7/1341)
10.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
Baloğlu'nun, esnafın sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Ali Babacan'ın cevabı (7/1348)
11.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret
Baloğlu'nun, Manavgat'ın çöp depolama alanı ihtiyacına ilişkin sorusu ve Çevre
ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1356)
12.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün,
yoksulluklarla mücadeleye yönelik yasal düzenleme çalışmalarına ve İmar Bankası
mudilerine yapılacak ödemelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/1358)
13.- Hatay Milletvekili Abdulaziz
Yazar'ın, İskenderun ve çevresinin demiryolundan daha fazla yararlanabilmesi
için bir çalışma yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı
Binali Yıldırım'ın cevabı (7/1362)
14.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce'nin, bakanlık amblemiyle ilgili ihaleye ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1366)
15.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
Çukurova Elektrik ve Kepez şirketlerinin küçük hissedarlarının mağduriyetlerine
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif
Şener'in cevabı (7/1370)
16.- Ordu Milletvekili İdris Sami
Tandoğdu'nun, Karadeniz Bölgesindeki çöp depolama alanı sorununa ilişkin sorusu
ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1376)
17.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in,
Ankara Büyükşehir Belediyesinin İller Bankasından aldığı paya ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı (7/1385)
18.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
ihracat artışında hayalî ihracatın payı olup olmadığına ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/1389)
19.- Adana Milletvekili Nevin Gaye
Erbatur'un, gıda ve ilaç yapımında kullanılan bitkilerin toplanması,
alım-satımı ve ihracı konusunda sınırlamalar getirilip getirilmeyeceğine,
- Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe'nin,
Afyon'da haşhaş ekim alanlarının daraltılmasına,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/1416,1418)
20.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur
Yaka'nın, elma ithalatına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami
Güçlü'nün cevabı (7/1420)
21.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın,
Trakyabirlik ile ilgili Bakanlar Kurulunda bekleyen kararnameye ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/1443)
VI.-
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Denizli Milletvekili Mehmet Uğur
Neşşar ve 26 milletvekilinin, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu yararına
çalışan vakıf, dernek gibi kuruluşlarda bağış adı altında toplanan malî
kaynağın araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/12)
2.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş ve 100
milletvekilinin, kamu vakıfları ile kamu bünyesinde kurulu dernek ve
yardımlaşma sandıkları konusunun araştırılarak, bu oluşumlardan kaynaklanan
sorunların çözümü için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/28)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
üç oturum yaptı.
Oturum Başkanı, TBMM Başkanvekili İsmail
Alptekin, 20 Kasım 2003 Perşembe günü, İstanbul'da, iki ayrı yerde meydana
gelen bombalama olaylarında hayatını kaybedenlere Cenabı Hakk'tan rahmet,
yakınlarına ve milletimize başsağlığı ve yaralananlara da acil şifalar dileyen
bir konuşma yaptı.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, İstanbul'da iki
ayrı yerde meydana gelen bombalama olaylarına ve sonrasındaki gelişmelere
ilişkin gündemdışı açıklamada bulundu; AK Parti Mersin Milletvekili Dengir Mir
Mehmet Fırat, CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal Grupları adına, Iğdır
Milletvekili Dursun Akdemir de şahsı adına aynı konuda görüşlerini
belirttiler.Adana Milletvekili Atilla Başoğlu ve 21 milletvekilinin, devlet iç
borçlanma senetlerinin halka arzıyla ilgili bazı iddiaların araştırılması
(10/144),
Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 27
milletvekilinin, TÜBİTAK'la ilgili malî ve idarî konulardaki bazı iddiaların
araştırılması (10/145),
Sinop Milletvekili Engin Altay ve 29
milletvekilinin, kıyı balıkçılığındaki sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi (10/146),
Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 64
milletvekilinin, Millî Eğitim Bakanlığındaki atama, yer değiştirme ve görevde
yükselme uygulamalarıyla ilgili iddiaların araştırılması (10/147), Ankara
Milletvekili Oya Araslı ve 22 milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki
kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak engelleyici
önlemlerin belirlenmesi (10/148),
Amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri;
İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58
milletvekilinin, Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve değerinde fesat
oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri ve bu fiillerinin Türk Ceza
Kanununun 205 inci maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan A. Mesut Yılmaz ve
Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında Meclis soruşturması açılmasına
ilişkin önergeleri (9/5);
Genel Kurulun bilgisine sunuldu, Meclis
araştırması önergelerinin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin,
sırası geldiğinde yapılacağı, Meclis soruşturması önergesinin, Anayasanın 100
üncü maddesinde ifade olunan "Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde
görüşür ve karara bağlar" hükmü uyarınca görüşülme gününe dair Danışma
Kurulu önerisinin, daha sonra Genel Kurulun onayına sunulacağı, açıklandı.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk
Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri
Hakkında (1/521) (S. Sayısı: 146),
2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin (1/523) (S. Sayısı: 152),
Kanun Tasarılarının görüşmeleri, daha önce
geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden;
3 üncü sırasında bulunan, Millî Eğitim
Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 31.7.2003 tarihli ve 4967 sayılı
Kanun ve Anayasanın 89 uncu maddesi gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha
görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresinin (1/658) (S. Sayısı: 277),
4 üncü sırasında bulunan, Akdeniz'de
Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Hareketleri ve Bertarafından Kaynaklanan
Kirliliğin Önlenmesi Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısının (1/406) (S. Sayısı: 94'e 1 inci Ek),
Görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadıklarından;
Ertelendi.
2 Aralık 2003 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 18.35'te son verildi.
İsmail
Alptekin
Başkanvekili
Enver Yılmaz Yaşar Tüzün
Ordu Bilecik
Kâtip Üye Kâtip Üye
II. - GELEN KÂĞITLAR
21 Kasım 2003 Cuma
Tasarı
1.- Millî Güvenlik Kurulu
ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanununun Bazı Hükümlerinin
Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/703) (Avrupa Birliği Uyum ve
Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)
Teklifler
1.- Mersin Milletvekili
Mustafa Özyürek ve 26 Milletvekilinin; 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve
Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun Sosyal Güvenlik
Destek Primi Başlıklı Ek Madde 20'nin Yürürlükten Kaldırılmasına İlişkin Kanun
Teklifi (2/208) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.11.2003
2.- Manisa Milletvekili
Hasan Ören'in; 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk
Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/209) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2003)
Rapor
1.- Petrol Piyasası
Kanunu Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonu Raporu (1/691) (S. Sayısı: 288) (Dağıtma tarihi: 21.11.2003)
(GÜNDEME)
No. : 35
1 Aralık 2003 Pazartesi
Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun
1.- Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında 12.11.2003 Tarihli ve 5001 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi
Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi
(1/704) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.12.2003)
Sözlü Soru Önergesi
1.- Ankara Milletvekili
Oya Araslı'nın, tecavüz mağduru kadınların korunmasına ilişkin Başbakandan
sözlü soru önergesi (6/849) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- İstanbul Milletvekili
Emin Şirin'in, bazı eski üst düzey banka yöneticileri hakkında suç duyurusunda
bulunulmamasının nedenine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1522)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)
2.- Erzurum Milletvekili
Mustafa Ilıcalı'nın, Avrupa Komisyonunun Erzurum-Erzincan-Bayburt hibe projesi
teknik danışmanlık ihalesi sürecine ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1523) (Başkanlığa geliş tarihi:
19.11.2003)
3.- Denizli Milletvekili
Mehmet U. Neşşar'ın, kadrosunun bulunduğu yer dışında görevlendirilen personele
ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1524) (Başkanlığa geliş
tarihi: 19.11.2003)
4.- Artvin Milletvekili
Yüksel Çorbacıoğlu'nun, Samsun-Hopa arasındaki bölünmüş yol çalışmalarına
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1525)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)
5.- Artvin Milletvekili
Yüksel Çorbacıoğlu'nun, Yusufeli ve Deriner Barajları projelerine ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1526) (Başkanlığa
geliş tarihi: 19.11.2003)
6.- İzmir Milletvekili
Enver Öktem'in, Buca Cezaevi çocuk koğuşuyla ilgili iddialara ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1527) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)
7.- İzmir Milletvekili K.
Kemal Anadol'un, İzmir-Beydağ-Adaküre Köyünün yanmayan sokak lambalarına
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1528)
(Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)
8.- Bursa Milletvekili
Kemal Demirel'in, Örnekköy Arazi Toplulaştırma ve Tarla İçi Geliştirme
Projesinin 2004 yılı yatırım programına alınıp alınmayacağına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1529) (Başkanlığa geliş tarihi:
20.11.2003)
9.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret Baloğlu'nun, deprem sonrası Düzce'ye yapılan yatırımların
yeterliliğine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1530) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)
10.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret Baloğlu'nun, Düzce depreminde hasar gören okulların onarımına ve
yeni okul açılıp açılmayacağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1531) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)
11.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret Baloğlu'nun, Düzce İlinde deprem sonrası yapılan sağlık
yatırımlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1532)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)
12.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu çalışanlarına
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1533)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)
13.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, AİHM'de Türkiye adına davalara giren bir avukata
ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi
(7/1534) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)
14.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, THY'nin Frankfurt ofisine ve Başbakanlığa
tahsisli helikoptere ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1535)
(Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)
15.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, personelin özlük haklarına ilişkin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/1536) (Başkanlığa geliş
tarihi: 20.11.2003)
No. : 36
2 Aralık 2003 Salı
Rapor
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Letonya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Turizm Alanında İşbirliği
Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları Raporları
(1/370) (S. Sayısı: 291) (Dağıtma Tarihi: 2.12.2003) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Ankara Milletvekili
Ayşe Gülsün Bilgehan'ın, töre cinayetlerine karşı alınacak tedbirlere ilişkin
Devlet Bakanından (Güldal Akşit) sözlü soru önergesi (6/850) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21.11.2003)
2.- Ağrı Milletvekili
Naci Aslan'ın, Ağrı'da fen lisesi açılıp açılmayacağına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından sözlü soru önergesi (6/851) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
3.- Manisa Milletvekili
Nuri Çilingir'in, özel sağlık ve eğitim kuruluşlarının kullandıkları binaların
yapı denetimlerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi
(6/852) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
4.- Çanakkale
Milletvekili İsmail Özay'ın, Gökçeada'daki sağlık hizmetlerine ve bir hastanın
vefatıyla ilgili iddialara ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi
(6/853) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- İzmir Milletvekili
Enver Öktem'in, İstanbul'da yaşanan bombalı saldırılara ve faillerine ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1537) (Başkanlığa geliş tarihi:
21.11.2003)
2.- İzmir Milletvekili
Enver Öktem'in, Topluma Kazandırma Yasasından yararlananlara ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1538) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
3.- Aydın Milletvekili
Özlem Çerçioğlu'nun, Amatör Denizcilik Federasyonunun bazı konularda
yetkilendirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1539)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
4.- İzmir Milletvekili
Muharrem Toprak'ın, ülkemizin eğitimle ilgili uluslararası yarışma ve
projelerde temsiline ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1540) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
5.- Isparta Milletvekili
Mevlüt Coşkuner'in, Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsünün öğrenim süresinin
dört yıla çıkarılıp çıkarılmayacağına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1541) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
6.- Manisa Milletvekili
Hasan Ören'in, genel aydınlatma giderlerinin TEDAŞ tarafından ödenip
ödenmeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1542) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21.11.2003)
7.- Sivas Milletvekili
Nurettin Sözen'in, bazı televizyon kuruluşlarının ulusal düzeyde yayın
izinleriyle ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1543)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
8.- Aydın Milletvekili
Özlem Çerçioğlu'nun, köylülerin meralarının ellerinden alındığı iddialarına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1544) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21.11.2003)
9.- Konya Milletvekili
Atilla Kart'ın, Konya III. Organize Sanayi Bölgesi Projesine ilişkin Sanayi ve
Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/1545) (Başkanlığa geliş tarihi:
21.11.2003)
10.- Konya Milletvekili
Atilla Kart'ın, Mevlana Kültür Merkezi inşaatına ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1546) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
11.- Konya Milletvekili
Atilla Kart'ın, Ankara-Konya hızlı tren projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1547) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
12.- İzmir Milletvekili
Hakkı Ülkü'nün, Aliağa Limanında gemi kaynaklı atıkların bertarafına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1548) (Başkanlığa geliş tarihi:
21.11.2003)
13.- Kocaeli Milletvekili
İzzet Çetin'in, sendikaların üyelik aidatlarının kaynaktan kesilmemesinin nedenine
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/1549)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
14.- Eskişehir
Milletvekili Cevdet Selvi'nin, yoksullar için yapılan yardım çalışmalarına
ilişkin Devlet Bakanından (Beşir Atalay) yazılı soru önergesi (7/1550)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
15.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadelede polis narkotik
köpeklerinin etkin kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/1551) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
16.- Ankara Milletvekili
Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun, İstanbul'daki terör olaylarının faillerine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1552) (Başkanlığa geliş tarihi:
21.11.2003)
17.- İstanbul
Milletvekili Güldal Okuducu'nun, Hizbullah örgütünün İstanbul'daki terör
olaylarıyla ilişkisi olup olmadığına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1553) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
18.- Adana Milletvekili
Atilla Başoğlu'nun, Türkçe mukabele uygulamasının yaygınlaştırılıp
yaygınlaştırılmayacağına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru
önergesi (7/1554) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
19.- Yalova Milletvekili
Muharrem İnce'nin, ilköğretim öğrencilerine yönelik seviye tespit sınavlarına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1555) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21.11.2003)
20.- Samsun Milletvekili
Haluk Koç'un, Topluma Kazandırma Yasasından yararlananların terör eylemleriyle
ilişkisine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1556)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)
21.- İstanbul
Milletvekili Algan Hacaloğlu'nun, bazı terör örgütlerinin yapılanma ve
faaliyetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1557) (Başkanlığa
geliş tarihi: 1.12.2003)
Açılma Saati: 15.00
2 Aralık 2003 Salı
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, arkadaşlarımıza gündemdışı söz vermeden önce, bir hafta önce
idrak etmiş olduğumuz ramazan bayramınızı tebrik ediyor; milletimize ve tüm
insanlık alemine hayırlar getirmesini Cenabı Hak'tan temenni ediyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Danışma Kurulu, 12 Kasım 2003
tarihli toplantısında, bu yasama yılında da milletvekillerinin Genel Kurul
çalışmalarını etkin ve süratli bir biçimde sürdürebilmeleri için, haftanın
çarşamba ve perşembe günleri Türkiye Büyük Millet Meclisine ziyaretçi
alınmaması tavsiyesi kararı almıştır. Bu husus, emniyet güçlerimiz tarafından
da, halkla ilişkiler bürosu tarafından da itinayla uygulanacaktır. Bu hususta,
milletvekili arkadaşlarımızın, yasama çalışmalarının daha verimli olması
bakımından, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilgili personeline yardımcı
olmalarını rica ediyorum.
Üç arkadaşıma gündemdışı
söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz,
engellilerle ilgili olarak söz isteyen, Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün'e
aittir.
Sayın Üstün, buyurun
efendim.
Süreniz 5 dakikadır.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Muğla
Milletvekili Fahrettin Üstün'ün, Dünya Özürlüler Günü münasebetiyle,
ülkemizdeki engellilerin sağlık, eğitim ve istihdam sorunlarına ve alınması
gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in
cevabı
FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yarın 3 Aralık Dünya Özürlüler Günü; bu
nedenle, gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Özürlüler Gününde anmak durumunda olduğumuz, sorunlarını tartışmak durumunda
olduğumuz ve çoğu kez unutulan çok değerli engelli yurttaşlarım, Cumhuriyet
Halk Partisi adına, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Yakın zamana kadar çok
büyük bir toplumsal sorun olan engelliler sorunu görmezden gelindi. Engelli
çocuklarımızı, insanlarımızı aile içinde toplumdan tecrit ederek fiziksel
gereksinmelerini karşılamakla, onlara karşı görevlerimizin yerine getirildiği
düşünüldü. Bu anlayış sonucu, ülkemizde engellilerle ilgili eğitim, sağlık,
rehabilitasyon ve istihdam hizmetleri, bugün, çağdaş ülkelerin çok gerisinde
kaldı. Oysa, yapılması gereken, engelli yurttaşlarımızın başkalarına muhtaç
olmadan kendi kendilerine yetebilmelerinin sağlanması ve topluma üretici
bireyler olarak kazandırılmalarıdır.
10-11 Kasım 2003
tarihlerinde Brüksel'de Avrupa Birliği Engelliler Toplantısı yapıldı. Türkiye
Sakatlar Konfederasyonu, bu toplantıda Türkiye'yi başarıyla temsil etti. Bu
toplantıda, tüm aday ülkeler için, Avrupa Birliğinin engellilere yönelik
standartlarına bir an önce kavuşma hedefi bir kere daha ortaya konuldu.
Avrupa Birliği sürecinde,
Türkiye olarak, çok süratli adımlar atarak engellilerle ilgili politikalarımızı
gözden geçirmeli ve engelli insanlarımızın yaşam kalitelerini yükseltmek üzere
bir eylem planı oluşturmalıyız. Engelli insanlarımızın ancak yüzde 3'üne eğitim
verebiliyoruz, ancak yüzde 4'üne istihdam sağlayabiliyoruz. Sağlık ve
rehabilitasyon hizmetleri yetersiz. Kentlerimiz, yollarımız, binalarımız, hâlâ
özürlü insanların kullanımına uygun değil. Engelli insanlarımızın toplumsal
yaşama katılımının önünde binbir türlü engeller var. Bu tablo Türkiye'ye
yakışmıyor. Bu tabloyu değiştirmeliyiz.
Hâlâ, ülkemizdeki engelli
insanların sayısını bilmiyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, nüfusun
yüzde 10'uyla 12'si arasında engelli insan hesabıyla, ülkemizde 7 000 000-7 500
000 özürlü olduğu söyleniyor. İşe buradan başlayarak, ciddî bir çalışmayla,
hangi ilimizde, hangi mahallemizde, hangi evde, hangi özürlü grubundan kaç
insanımız var, onu ortaya koymalıyız; ancak bundan sonra doğru politikalar
geliştirebilir, doğru hizmetler verebiliriz.
Özürlülerin toplumsal
yaşama katılımlarının önündeki en büyük engel eğitimsizliktir. Millî Eğitim
Bakanlığına bu yönde büyük görevler düşmektedir. Ayrıca, SSK'lı ve 657 sayılı
Yasaya tabi memur ailelere engelli çocukları için verilen eğitim yardımları,
sosyal güvencesi olmayan ailelerin engelli çocuklarına da verilmelidir. Bu
amaçla, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kaynakları
kullanılabilir. Sosyal güvencesi olmayan engelli çocuklara sahip çıkmak, sosyal
devlet olmanın gereğidir.
Eğitimle ilgili bir
konuyu özellikle işaret etmek istiyorum. Engellilerle ilgili özel eğitim uzmanı
yetiştirmek üzere Türkiye'de bütün üniversitelerin yıllık öğrenci kontenjanı
600 civarındadır. Özürlülerle ilgili hamle yapacaksak, bu sayı son derece
yetersizdir. Bu kontenjanları mutlaka ve mutlaka artırmalıyız.
Engelliler ve aileleri,
toplumumuzun en mağdur kesimidir. Bu aileler, çocuklarıyla birlikte, her türlü
güçlüğe karşı yaşam mücadelesi vermektedirler, sosyal hayatları hemen hemen
yok; ama, en büyük korkuları, çocuklarının kendilerinden sonra ne olacağı. Bu
açıdan, engellilerle ilgili sosyal hizmetlerin, bakım hizmetlerinin
geliştirilmesi ve yeni bir anlayışla, bakım sigortasının oluşturulması büyük
önem taşıyor.
Son yıllarda engellilerle
ilgili sivil toplum kuruluşlarının büyük bir gelişme içinde olduklarını ve pek
çok projeye başarıyla imza attıklarını görüyoruz. Hem devlet hem toplum olarak,
bu sivil toplum kuruluşlarına daha çok destek vermeliyiz.
Yasayla kurulan Türkiye
Sakatlar Konfederasyonunun çalışmalarını yürütürken büyük maddî güçlükler
içinde olduğunu, hatta kira ve telefon paralarını ödemekte zorluk çektiğini
öğrendim. Türkiye Sakatlar Konfederasyonu, mutlaka yasal bir gelir kaynağına
kavuşturulmalı ve bütçeden, daha çok desteklenmelidir.
Geçen dönem Meclis
gündeminde olup sonuçlandırılamayan özürlüler yasası tasarısı, tarafların da
katılımıyla, derhal yeniden ele alınmalıdır. Kadük olan bu tasarıya, IMF engeli
nedeniyle çıkarılan, malî bölüm de dahil edilmeli, tasarı ihtiyaçları
karşılayacak bir hale getirilerek bir an önce yasalaştırılmalıdır.
2022 sayılı yaşlılar,
maluller ve engellilerle ilgili Yasada belirtilen üç aylık maaşın, engelliler
lehine makul ölçüde artırılması gerekir. 571, 572, 573 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerle getirilen düzenlemelerin de, bir an önce özürlüler yasası
tasarısı kapsamına alınarak yasalaştırılmasında büyük yarar vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Üstün,
buyurun.
FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; engellilerin kamu ve özel sektörde
istihdamı için yasal olarak ayrılan yüzde 3'lük kontenjan, yüzde 10'luk engelli
nüfusunun ihtiyacını karşılamaktan uzaktır. Kamuda bile bu oran binde 7'yi
geçmemektedir. Özel sektörde bu oran daha düşüktür. Bu konudaki temel zaaf,
denetim eksikliğimizdir. Bu arada, yapılması gereken bir çalışma, sağlıklı veri
tabanına dayalı olarak, engellilerin yapabilecekleri işlerle ilgili analitik
bir değerlendirme projesidir. Engellilerin mesleğe yönelik eğitim
rehabilitasyon programları bu projeye göre yeniden belirlenmelidir.
Yürürlükteki yasa ve yönetmeliklerde var olan meslek alanları, teknolojik gelişmeler
nedeniyle çok sayıda artmıştır.
Engellilerin önemli
sorunlarından biri de sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamamalarıdır.
Bunun için, ekdestek hizmet birimlerinin sağlık kurumlarında ve belediyelerde
oluşturulması gerekir.
Değerli arkadaşlarım,
engellilerin sayısının artmasında önemli konulardan biri -toplumun özürlü
olduğu bir alan- trafik kazalarıdır. Her yıl onbinlerce insanımızı trafik
kazalarında kaybediyoruz veya fiziksel yaralanmalar sonucu, fiziksel ya da
zihinsel özürlü hale geliyorlar. Bu konuda yapılması gereken çalışmalar vardır
ve bu Parlamento, bu dönemde bu konuyu ivedilikle ele almalıdır.
Ayrıca, yasal önlemlerle
olmasa bile toplumu bilinçlendirerek engellilerin sayısının azaltılması için
akraba evliliğinin ortadan kalkması gerekiyor. İleri ve çağdaş ülkelerin hemen
hiçbirinde akraba evliliği yoktur. Geçmişte, Cengiz Han'ın bile 10 kanunundan
biri, akraba evliliğini yasaklamaktadır. Deneylerle sabit ki, genetik biliminin
verdiği sonuçlara göre, engelli yurttaşlarımızın büyük oranda akraba
evliliğinden kaynaklandığı bilim adamlarımızca dile getirilmektedir.
Değerli milletvekilleri,
engelli yurttaşlarımız, ulusumuzun önemli ve en çok kollanması gereken
bölümüdür. Onlarla birlikte, onlar için her türlü hizmeti sağlamak hepimizin
temel görevidir. Bunun için, tüm engellileri, sanki kendi yakınlarımızmış gibi
görmeliyiz. Her an, yaşamın her boyutunda onlarla birlikte olmalı, tüm engelli
yurttaşlarımızı, özellikle onların sorunlarını birebir yaşayan yakınlarını,
Dünya Özürlüler Günü vesilesiyle yürek dolusu sevgi ve saygılarımızla
Cumhuriyet Halk Partisi adına selamlamaktan onur duyuyor, kıvanç duyuyoruz.
Sözlerime, bir engelli
çocuğun, anne ve babasına şöyle seslendiğini düşünerek son vermek istiyorum:
"Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi; ama, seçme hakkım olsaydı,
sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim; çünkü, beni seven sizsiniz,
başkası olamaz. Tanrı, sizi özel görmeseydi, benim gibi özel bir çocuğu size
vermezdi. Sizi çok seviyorum."
Evet, bizler de sizi çok
seviyoruz ve kadük olan yasa tasarısının bir an önce çıkarılması için gerekli
çalışmaların bu Parlamentoda, bu dönemde yapılmasında büyük yarar vardır. Unutmayalım,
ormanlarımızı yakacak kanunları bu Meclis çıkardı, Hizbullahçıları affeden
kanun bu Meclisten çıktı; ama, özürlülerle ilgili, engellilerle ilgili yasa
tasarısı kadük oldu, bu dönem hâlâ Meclise gelmedi.
Yüce Heyeti saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum.
Sayın Berdibek, Sayın
Ayva da özürlülerle ilgili olarak konuşma yapacaktır; isterseniz, ikinci sırada
Sayın Lokman Ayva'ya söz vereyim...
FEYZİ BERDİBEK (Bingöl) -
Tabiî, Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Ayva,
buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
2.-
İstanbul Milletvekili Lokman Ayva'nın, Dünya Özürlüler Günü münasebetiyle,
ülkemizdeki engellilerin sağlık, eğitim ve istihdam sorunlarına ve alınması
gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in
cevabı
LOKMAN AYVA (İstanbul) -
Sayın Başkan, aziz milletimin kıymetli vekilleri; sevgi ve saygılarımı
sunuyorum.
Öncelikle, bayram
tatilinde trafik kazalarında vefat eden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet,
sakat kalanlara da Allah'tan yardım temenni ediyorum.
Benden önce konuşan
milletvekilimizin de belirttiği gibi, yarın Dünya Özürlüler Günü ve Dünya
Özürlüler Gününü, Türkiye, önemli bir dönüm noktası olarak geçirecektir diye
ümit ediyor ve diliyoruz.
Bir tarlanın çerçöp
içinde olması, zararlı bitki ile faydalı bitkinin birbirine karışmış olması,
büyük ağaçların gölgesinde zayıf fidanların olması, o tarlayı işleten, o
tarlayı yöneten, o tarlanın sahibi olan çiftçi hakkında bir nebze de olsa bilgi
verir. İşte, ülkemizdeki özürlülerin durumu da, Türkiye'de, şimdiye kadar,
neler olduğu veya neler olmadığı konusunda bir nebze de olsa bilgi vermektedir.
Biraz önce,
milletvekilimizin de belirttiği gibi, eğitim konusunda, istihdam konusunda,
sağlık ve diğer konularda, maalesef, hiç de iç açıcı bir tabloya sahip değiliz.
Öyle günler, öyle geceler yaşanmaktadır ki bu ülkede, insanlar, çocuklarının ne
yapacağını, yarın, öldükten sonra, onların ne olacağını veya ne olmayacağını
bilememektedirler. Öyle kişiler vardır ki, hukuk fakültesini bitirir; fakat,
santral memurluğu yapmaya mahkûm olur; çünkü, avukatlık yapamamasının önündeki
yegâne neden olarak özrü gösterilmektedir. Öyle tablolar yaşanır ki ülkemizde,
sırf özürlü olduğu için, sokaklarda kalmak zorunda olan insanlarımız vardır.
Elbette ki, bu duygular,
daha şiddetli olarak yaşanmaktadır ve şu sözü özellikle vurgulamak istiyorum:
Tabiat şartlarının kendilerine sunduğu imkânlardan dolayı güçlü olanlar, bu
güçlerini, güçsüzlerin sıkıntılarını seyretmekle değil, güçsüzlerin de güçlü
hale gelmeleri için, adalet gereği harcamalıdırlar. Eğer, biz, bu adaleti
gerçekleştiremezsek, bütün toplumuna hizmet eden, bütün toplumunun eşit hizmet
almasını sağlayamayan yönetimler olur ki, başarılı yönetimler, bütün toplumun
eşit hizmet almasını sağlayan yönetimlerdir ve şu ana kadar, gelişmelerin
aksine, hükümetimizin, bu konuda da büyük hizmetler vermeye aday olduğunu,
büyük hizmetlerin gerçekleşmesini hepimize seyrettireceğini görüyoruz. Öyle ki,
hükümetimizin hizmet bahçesinde ümit çiçekleri açmış ve dileğimiz, arzumuz,
ümidimiz odur ki, bu çiçekler tez zamanda, lezzetli ve bol bereketli hizmet
meyvelerine dönüşürler.
Kıymetli
milletvekillerim, bizim, sizlerin, kamu görevlilerinin, bilim adamlarının,
sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin, zenginlerin, fakirlerin arasında
olduğu aziz milletimizden bir talebimiz var; talebimiz şudur: Kalbinizde bize,
yani özürlü kardeşlerinize bir zerre de olsa yer vermeniz. Eğer daha fazlasını
yapabiliriz diyorsanız, özürlü insanların meselelerinin doğru şekilde
anlatılması ve anlaşılmasına destek olunuz. Eğer daha da fazlasını
yapabileceğinizi düşünüyorsanız, dört hususta desteğinizi bekliyoruz:
1- Bizim kendi kendimize
yetmemize, lütfen, destek olun.
2- Lütfen, bizim kültür
ve bilgi düzeyimizin yükselmesine katkıda bulunun.
3- Hepimizin meslek
sahibi olmasına, altın bilezik edinerek bir iş bulmasına destek olun.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
LOKMAN AYVA (Devamla) -
4- İnsanlarla sağlıklı ilişkiler kurabileceğimiz ortamların oluşmasına katkıda
bulunun.
Sizlerin aracılığıyla,
özürlü kardeşlerimin, özürlü vatandaşlarımın üç konuda mücadele etmelerini
bekliyorum:
Birincisi, özürlü
vatandaşlarımız ilkönce kendilerine karşı mücadele etmeliler; yani, eğitim
imkânı bulamamalarına rağmen, tembelliklerini, güvensizliklerini,
cehaletlerini, kendilerini aşarak topluma katılmalılar.
İkincisi, çevrelerindeki
insanlara karşı ikna ve sevgiyle mücadele etmelerini bekliyorum. Anneleri,
babaları başta olmak üzere kardeşlerine, akrabalarına ve bütün insanlara,
üretebileceklerini, eğitim görebileceklerini ve topluma katkıda
bulunabileceklerini anlatmalılar.
Üçüncüsü, şartlara karşı
mücadele etmelerini bekliyorum. Yağmur, kış, soğuk; kaldırımlar, merdivenler;
insanların bizi anlamaması gibi konular, kendilerini bu yaşam mücadelesinden
alıkoymamalı ve bunlara karşı da gerekli mücadeleyi göstermeliler.
Aziz milletimin kıymetli
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, şimdiye kadar olduğu gibi bundan
sonra da, hiçbir siyasî görüş, bölge vesaire ayırımı yapmaksızın, özürlü
kardeşlerinin, özürlü vatandaşlarının problemlerine el atacak ve onları bağrına
basacaktır. İyi ki varsınız diyoruz. Şu ana kadar yapılan çalışmalardan dolayı
da sizlerle gurur duyuyor, iftihar ediyor ve şükranlarımızı sunuyoruz ve
dünyanın en iyi ve en güzel toplumuna selam ediyoruz.
Özürlüleriyle,
özürsüzleriyle, mutlu ve muasır medeniyetin üzerinde bir Türkiye dileklerimle,
sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Ayva,
teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
İstanbul Milletvekili Sayın Lokman Ayva ve Muğla Milletvekili Sayın Fahrettin
Üstün'ün gündemdışı konuşmalarına, Devlet Bakanı Sayın Güldal Akşit cevap
vereceklerdir.
Sayın Akşit, buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI GÜLDAL
AKŞİT (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya Özürlüler Günü
nedeniyle yapılan konuşmalar üzerine söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri,
yapılan konuşmalardan edindiğim izlenim şu ki, özellikle, gündemdışı konuşma
yapan Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşımızın özürlüler adına yapılan
pek çok çalışmadan haberdar olmadığını anladım, hissettim ve bunları, burada
açıklama ihtiyacı duyuyorum.
Bugün yaptığımız bir
basın toplantısıyla, Türkiye'de ilk defa gerçekleştirilen özürlülük araştırması
sonuçlanarak, bunun sonuçları açıklandı. Bu, bugüne kadar yapılmayan bir
çalışmaydı ve çıkan sonuçlar da, son derece çarpıcı, hepimiz için çok ilgi
çekici. Çalışmanın ayrıntı bölümü de devam etmektedir.
Bu yapılan araştırmaya
göre, Türkiye'deki özürlülük oranı yüzde 12,29'dur ve bu, yaklaşık 8 000 000
nüfusa tekabül etmektedir. Tabiî, 12,29 yüksek bir oran gibi gelebilir; ancak,
diğer ülkelerle, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında, aslında, ülkemizdeki
bu oranın çok da yüksek olmadığını görüyoruz. Çünkü, özellikle, sanayileşmiş
ülkelerde, gelişmiş ülkelerde bu oranın yüzde 17'lere, 19'lara vardığını da
tespit etmiş bulunuyoruz, yani, elimizdeki verilere göre görmüş bulunuyoruz.
Şu bir gerçek ki, sanayileşmenin
artmasıyla, teknolojinin ilerlemesiyle özürlülük oranı artmaktadır; bu, çok
ilginç bir sonuçtur ve bizde de, özellikle Marmara Bölgesi, bölge olarak
bakıldığında, özürlü oranının en yüksek olduğu bölgedir. Sebebi
araştırıldığında... Tabiî, özürlü denildiğinde, hepimizin aklına doğuştan olan
özürler gelmektedir; oysaki, doğuştan olan özürlerin oranı çok düşüktür, yüzde
2 küsurlardadır; yüzde 9 küsuru bu özürlülük oranında, süreğen hastalıklar
dediğimiz belirli bir hastalık sonucunda oluşan, kaza sonucunda oluşan ve halen
devam eden hastalıklarla oluşan özürlerdir. Bu, tabiî, çok çarpıcı bir sonuç.
Tam aksi düşünülürken -ben kendi adıma söylüyorum bunu- böyle bir sonucun
çıkması çok enteresandır. Süreğen hastalıklar bazında bakıldığında da, Marmara
Bölgesi ağırlık kazanmaktadır. Diğer Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik
Devletlerinde de bu oranın yüksek olması, sanayileşmenin, özürlülük oranını
artırdığını göstermektedir.
Tabiî, bu çalışmalar çok
güzel. Bu çalışmaların yapılması bizi belli yönde yönlendirmektedir; ancak,
arkadaşlarımızın söylediği bir konuya da katılmamak mümkün değildir. Gönül arzu eder ki, tüm özürlü vatandaşlarımızın
bütün ihtiyaçları devletçe karşılanabilsin, bütün talepleri yerine
getirilebilsin ve geleceklerinden de kaygı duymasınlar; ancak, sahip olduğumuz
imkânlarla, devlet imkânlarıyla bunu yerine getirmemiz maalesef pek mümkün
olmamaktadır. Ama, hedeflediğimiz, çok kısa bir vadede olmasa da, özürlü
vatandaşlarımızın bu toplum için faydalı birer fert olduklarını hiçbir zaman
unutmayarak, onlardan istifade edebileceğimizi hiçbir zaman unutmayarak ve
geleceklerinden kaygı duymadan yaşamanın onların da hakkı olduğunu düşünerek
gerekli çalışmaları yapmaktır; bunun bilinmesini istiyoruz.
Bunlardan en önemlisi,
Özürlüler Yasası Tasarısıdır. Şu anda, o tasarı, hem internet sitemizde açıktır
hem de kısa bir süre önce yapılan Özürlüler Yüksek Kurulunda tartışmaya açılmış
bulunmaktadır. Ayrıca, tüm sivil toplum kuruluşlarına, üniversitelere,
akademisyenlere ve ilgili birimlere Özürlüler Yasası Tasarımız ulaştırılmış ve
kendilerinden görüş istenmiştir.
Biz, arzu ediyoruz ki,
çıkacak olan yasanın, sadece çıkarılmış olmak için değil, gerçekten, özürlü
vatandaşlarımıza hizmet verecek, bu kesimin talep ve ihtiyaçlarını karşılayacak
ve yine benim çok kullandığım bir tabirle, ayakları yere basan bir yasa olsun;
çünkü, öyle yasalarımız var ki, öyle hükümler ihtiva ediyor ki, sadece orada
yazılı olmaktan ibaret kalıyor, hükümleri uygulanma imkânına sahip bulunmuyor.
Biz, işte, Özürlüler Yasası Tasarısının özellikle uygulanabilir bir yasa olması
yönünde çalışmalarımızı sürdürüyoruz ve bu konuda sivil toplumun katkısını
alıyoruz. Gerçekten, kendilerinin de bize son derece faydası oluyor;
akademisyenlerin faydası oluyor. Önümüzdeki günlerde, Özürlüler Yüksek Kurulunu
olağanüstü olarak tekrar toplayacağız, bu yasa tasarısını tekrar tartışmak
üzere, onların görüşlerini tekrar değerlendirmek üzere.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
DEVLET BAKANI GÜLDAL
AKŞİT (Devamla) - Sayın Başkan, konuşmamı bitiriyorum.
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
buyurun.
DEVLET BAKANI GÜLDAL
AKŞİT (Devamla) - Tabiî, gönül arzu ederdi ki, biz, bu yasa tasarısını yarına
yetiştirelim; ama, maalesef, oldubittiye getirmek istemediğimiz için ve bu
çalışmanın sağlıklı yürümesini arzu ettiğimiz için, süre önemli değildir, zaman
önemli değildir, yeter ki sağlıklı bir yasa olsun istiyoruz dedik. Bunu, sivil
toplum kuruluşlarıyla da paylaştık; çünkü, onlar, özellikle 3 Aralığa yetişmesi
konusunda çok istekliydiler; ama, en azından, bu çalışmaların sürüyor olması ve
kısa bir süre sonra da, inşallah, Genel Kurula gelecek olması bizim açımızdan
önemlidir. Ben, sözümü daha fazla uzatmak istemiyorum; sadece, bu yöndeki
çalışmalarımızı sizlere duyurmak istedim.
Yarın, biliyorsunuz,
Dünya Özürlüler Günü; bu vesileyle, tüm özürlü vatandaşlarımızın gününü
kutluyor; ama, onları bir gün değil, senenin her gününde hatırlamak dileğiyle
kutluyor ve hatırladığımızı, düşündüğümüzü bilmelerini arzu ediyorum.
Hepinizi sevgi ve
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakan,
teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, Bingöl İlinin sorunları hakkında söz
isteyen Bingöl Milletvekili Sayın Feyzi Berdibek'e aittir.
Sayın Berdibek, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
3.- Bingöl
Milletvekili Feyzi Berdibek'in, İstanbul'daki terörist bombalama olaylarını
gerçekleştiren kişilerden bazılarının Bingöllü olması nedeniyle iç ve dış
basının bu ili suç merkezi olarak lanse etmesi karşısında Bingöl halkının
üzüntülerini dile getiren gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir
Aksu'nun cevabı
FEYZİ BERDİBEK (Bingöl) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemdışı söz hakkı verdiğiniz için
teşekkür eder; bu vesileyle, televizyonları başında bizi seyreden bütün
vatandaşlarımızın ve milletvekili arkadaşlarımızın geçmiş ramazan bayramını
kutlar, saygılarımı sunarım.
15 Kasımda iki sinagog
önünde ve 20 Kasımda Levent ve Beyoğlu'nda patlayan bombalar sonucunda 57
vatandaşımız hayatını kaybetmiş ve 650 vatandaşımız yaralanmıştır. Hayatını
kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileklerimi
sunarken, yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum.
Bu terör olaylarından
dolayı, mübarek ramazan ayını ve ramazan bayramını buruk geçirdik.
1 Mayısta Bingöl'de
meydana gelen depremin yaralarını sararken, İstanbul'da atılan bombalar Bingöl
halkını da etkilemiştir; halkımız tedirgin ve huzursuz olmuştur.
9 günlük bayram tatilinde
gezmedik köy, belde, ilçe bırakmadık. Halkımız, nefret ve kin duyarak terörü
lanetlediklerini milletvekili arkadaşlarımıza ve bana ilettiler ve bunu, Meclis
kürsüsünden tüm kamuoyuna deklare etmemizi istediler.
Saldırıları
gerçekleştiren bir iki kişinin Bingöllü olması, Bingölümüzü hedef göstermiş ve
asıl nedenin kaynağından uzaklaştırmıştır. Türkiye ve dünya basını, Bingölümüzü
kriminal bir suç merkezi olarak lanse etmiş ve bu durum, tüm Bingöllülere
potansiyel bir suçlu gözüyle bakılmasına neden olmuştur. Olayın basına bu
şekilde yansıması, yurt genelinde Bingöllüleri üzmüştür. Bingöl İlimizin ulusal
basında bu şekilde yer alması, vatandaşlarımızın onur ve haysiyetini rencide
etmiştir.
Her bölgeden, her
vilayetten, her zaman, bu tür eylemcilerin türediği bilinmektedir. İki üç
kandırılmış insanın yaptığı bu eylemleri bütün Bingöl halkına mal etmek akıl ve
izan işi değildir. Terörün dini, ırkı, milliyeti, mezhebi, şehri olamaz; terör,
kime yapılırsa yapılsın, kim tarafından yapılırsa yapılsın, en büyük insanlık
suçudur.
Bingöl düşman işgaline
uğramamış ender illerimizden biridir; dün Kurtuluş Savaşında ortaya koymuş
olduğu mücadeleyi, aynı azim ve şevkle, millî birlik ve beraberliğimizi bozacak
şer odaklarına karşı da gösterecektir ve tek vücut halinde, dimdik ayaktadır.
Bingöl halkı, cumhuriyet
kurulduğu günden bugüne kadar her zaman, hakkın, adaletin, barışın, sevgi ve
hoşgörünün yanında yer almış, her zaman, cumhuriyetin temel niteliklerine sadık
kalmış, demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerinden yana tavır almıştır. En
önemli meziyetlerinden bir tanesi de misafirperverliğidir.
Daha önce, bir
gazetemizde çıkan bir haberden dolayı, tatlıcı esnafımız hedef alınmıştı.
Bingöl'de, Türkiye'nin her yerinde 10 000 ailenin geçimini sağladığı bu
sektörde istihdamı oluşturan esnafımız çok rahatsız olmuştur ve kadayıfçılık
mesleğiyle uğraşan esnafımız terörü lanetleyip kınamıştır.
Bir iki teröristin
Bingöllü olmasıyla Bingöl halkını zan altında bırakmaya kimsenin hakkı yoktur.
Kişilerin yaptığı hatayı Bingöl'e mal etmek doğru değildir. Bu olayın,
Türkiye'nin demokratikleşmesini istemeyen, barışın, kardeşliğin ve demokrasinin
gelişmesinden rahatsızlık duyan çevreler tarafından, bölgemizde ve dünyada
barışın yok edilmesini isteyen bazı gruplar tarafından çıkarıldığı
inancındayım.
Ben, burada, yine
söylüyorum, Bingöl halkı adına söylüyorum; terörü lanetliyorum ve kınıyorum.
Terörün en büyük insanlık suçu olduğunu, Bingöllüler adına, burada, bir kez
daha söylüyorum.
Başta Sayın
Başbakanımıza, hükümetimize, teröre karşı koydukları net tavırdan ve aldıkları
tedbirlerden dolayı teşekkür ederim.
Terörle ilişkisi
olanların yakalanmasında, faillerin ortaya çıkarılmasında, polis, jandarma,
istihbarat birimleri ve İçişleri Bakanımız Sayın Abdülkadir Aksu'yu
başarılardan dolayı kutluyorum, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Berdibek,
teşekkür ediyorum.
Konuşmaya, İçişleri
Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap verecektir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
İÇİŞLERİ BAKANI
ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bingöl
Milletvekili Sayın Feyzi Berdibek'in, Bingöl İlinin sorunları konulu gündemdışı
konuşmaları üzerine söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, hepinizi
en derin saygılarımla selamlıyorum.
Bildiğimiz gibi, ülkemiz,
ramazan ayı içerisinde, müessif, iki büyük terör hadisesiyle karşı karşıya
kaldı. Bu hadiselerde 54 vatandaşımız hayatını kaybetti, 600'den fazla
vatandaşımız yaralandı. Öncelikle, yakınlarını kaybeden vatandaşlarımıza bir
kez daha başsağlığı diliyorum; halen hastanelerde olan yaralılarımıza da acil
şifalar temenni ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Türkiye, intihar eylemcilerinin kullanıldığı bu tarz
bir eyleme ilk kez tanık oldu. Teröristlerce, benzer eylemler, daha önce,
dünyanın çeşitli yerlerinde sahnelendi ve sayıları binleri aşan masum insanlar
hayatlarını kaybetti. Maalesef, uluslararası toplum teröre karşı ortak mücadele
zemini oluşturmakta gecikince, terörle beslenen kanlı örgütler için bir fırsat
doğmuş oldu.
Şimdi tablo daha net
görülmektedir ki, terör örgütleri için, ülkelerin ekonomik durumunun,
halklarının siyasal ve dinî tercihlerinin hiçbir önemi yoktur. Onlar, tüm
insanlığın ortaklaşa oluşturduğu bazı temel değerlere karşı olduklarını, işte,
bu çeşit eylemlerle ifade etmektedirler. Öyleyse, gerek uluslararası toplumun
ve gerekse ülkelerin millî kamuoylarının, terörizm konusunda, çok açık şekilde
tavır geliştirmeleri gerekmektedir. Bu çerçevede, toplumların, bir yandan bütün
terör eylemlerinin ortak karakteristiğini gözönünde tutup, öte yandan, veri
eylemi ve terör grubunu iyi etüt etmeleri gerektiğini düşünmekteyim.
Şimdi, varsayalım ki,
teröristler, din eksenini, bölge eksenini veya asabiyet eksenini kullanarak
eylem yapıyorlar. Şayet, toplumsal dinamikler, eylemleri yorumlarken örgütün
hedeflerini gözardı edecek olurlarsa, belki de, istemeyerek, topluma değil,
terör örgütünün amaçlarına bile hizmet edebilirler. Şayet, böyle bir tehlike
var ise, ortaya konulması gereken bir tavır olmalıdır. Kanaatimce, bu tavrın en
temel göstergesi, terör örgütlerinin hedefledikleri birlik ve beraberlik
şuurunu bertaraf edecek nitelemelerden kaçınmak olmalıdır.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, geriye dönüp bir baktığımızda, yazılı ve görsel medya ile diğer
toplumsal kesimlerde, terör eylemlerine ilişkin yorumların gittikçe daha
bilinçli bir hal aldığına tanık oluyoruz. Aziz milletimiz, bir yandan terörü
ortak bir dille lanetlerken, diğer yandan da, millî birliği sağlayıcı tepkiler
ortaya koymuştur.
Bu çerçevede, Sayın
Berdibek'in Bingöl'le ilgili hassasiyetlerine yürekten katıldığımı belirtmekle
birlikte, milletimizin ortak aklının, küçük bir grubun dillendirmeye çalıştığı
negatif propagandayı boşa çıkardığını ifade etmeyi de bir vazife sayıyorum.
Kaldı ki, olaylarla ilgili olarak yürütülen çalışmalarda, soruşturmalarda,
Türkiye'nin 7 bölgesinden 38 ayrı ilimiz nüfusuna kayıtlı kişiler
sorgulanmıştır. Yani, terörü bir bölge, bir il insanına yakıştırmak, fevkalade
yanlış bir niteleme olur, millî birliğimizi hedefleyen terör gruplarının
oyununa gelmek olur.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; toplum olarak, değerlendirmelerimizi sağduyuyla yapmak
zorundayız, objektif olmak zorundayız; bir olay için şöyle bir başkası için
böyle davranma lüksüne sahip değiliz.
Suç ve suçlulukta
evrensel bir kaide var. Biz buna "suçların şahsîliği prensibi"
diyoruz. Şayet, herhangi bir biçimde yardım ve yataklık yok ise, bir suçtan
dolayı, ancak o olayın sanıkları üzerinde, yani, bireyler üzerinde çalışma yapabiliriz.
Bombalama olaylarından
bazılarında Bingöl İli nüfusuna kayıtlı olanların kullanıldığı doğrudur; ama,
unutmamak lazımdır ki, en derin acılar da bu ilde söz konusu olmuştur. Bingöllü
vatandaşlarımız acıyı daha bir derinden hissetmiş, katillerin hemşerisi olmanın
teessürünü yaşamışlardır. Dolayısıyla, Sayın Berdibek başta olmak üzere, bütün
Bingöllü hemşerilerimiz, vatandaşlarımız müsterih olsunlar. Bu aziz milletin
evlatları, doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırt edebilen bir kültürün
mirasçılarıdır.
Sözlerime son verirken,
hepinize, tekrar, en derin saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Sayın Bakana,
yaptığı açıklamalardan dolayı teşekkür ediyor; terörü, Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak, bir kere daha lanetliyoruz.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Ağrı Milletvekilimiz Sayın Melik Özmen'in, İçtüzüğün 60 ıncı
maddesi gereği, yerinden, kısa bir konuşma yapma talebi vardır. Kendisine,
yerinden, kısa bir açıklama yapmak üzere söz veriyorum.
Buyurun.
MEHMET MELİK ÖZMEN
(Ağrı)- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün, Dünya AIDS Günü idi.
Bu sebeple, kısa bir konuşma için Sayın Başkanımdan söz istedim. Söz verdiği
için kendisine teşekkür ediyorum.
Ülkemizde, 1985 yılından
bu yana, AIDS enfeksiyonu görülmektedir. 1985 yılında 1 AIDS ve 1 taşıyıcı,
toplam 2 olan vaka sayısı, maalesef, 2003 yılı haziran ayı sonu itibariyle 478
AIDS ve 1 123 taşıyıcı olmuş; yani, toplam 1 601'e ulaşmıştır. İstatistiklere
göre, enfekte olanların yarısından çoğu, hastalığı korunmasız cinsel ilişki
yoluyla -başlıca, heteroseksüel ilişkiden- kapmıştır. İlaç bağımlıları toplam
sayının yüzde 10'unu oluştururken, kan naklinden ortaya çıkan vakalar da binde
4'te kalmaktadır.
Sorun, hakikaten, ülkemiz
için de önemlidir. Çünkü, sonuçta gençlerimizin riskli davranışlardan
korunmalarının sağlanması için, tüm meslek gruplarına, özellikle de medya
organlarına büyük görevler düşmektedir. AIDS'ten korunmada, bireyleri riske
sokan cinsel davranışların değiştirilmesi ve güvenli kan ve kan ürünlerinin
kullanılmasının sağlanması, gençlerimizin bağımlılık yapıcı maddeler ve
uyuşturuculardan korunması, başta biz parlamenterler olmak üzere, sorumluluk
sahibi tüm vatandaşlarımızın görevidir. Bu problem her düzeyde açıkça
tartışılıp, toplumdaki içedönüklük ile diğer kültürel ve geleneksel engellerin
üstesinden gelinmesi için çaba harcanmalıdır. Aynı şekilde, güvenli cinsel
davranış alışkanlığı ve kondom kullanımı da teşvik edilmelidir.
Ben, konuya
dikkatlerinizi çekmek açısından, Sayın Başkanıma teşekkür ederken, bir konuya
daha değineceğim. UEFA'nın takımlarımıza yaptığı haksızlığı da kınıyor, bu gece
Galatasaray'a Juventus karşısında başarılar diliyorum.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özmen.
Sayın milletvekilleri,
Başkanlığın, Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Cumhurbaşkanlığının bir
tezkeresi vardır, okutuyorum:
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında 5001 sayılı Kanunun bir daha görüşülmek üzere geri
gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/400)
21.11.2003
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi: 13.11.2003 günlü,
A.01.0.GNS.0.10.00.02-3219/12210 sayılı yazınız.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kurulunca, 12.11.2003 gününde kabul edilen 5001 sayılı Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun incelenmiştir.
İncelenen yasanın 1 inci
maddesiyle, 17.7.1963 günlü, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna eklenen geçici 3 üncü maddenin birinci
fıkrasında,
"Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine, 4 üncü maddede
belirtilen niteliklere uygun kişiler arasından, 4 üncü maddenin ikinci
fıkrasında belirtilen oranlar çerçevesinde bir defaya mahsus olmak üzere
Başbakan tarafından atama yapılır"
denilmektedir.
1- Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu, 278 sayılı Yasayla, müspet bilimlerde araştırma ve
geliştirme etkinliklerini ülke kalkınmasındaki önceliklere göre geliştirmek,
özendirmek, düzenlemek, eşgüdüm sağlamak, bilimsel ve teknik bilgilere erişmek
ve erişilmesini olanaklı kılmak amacıyla, tüzelkişiliğe, idarî ve malî
özerkliğe sahip Başbakana bağlı olarak kurulmuştur.
Kurum, kuruluş amacına
uygun biçimde "Bilim Kurulu", "Başkanlık", "Araştırma
Grupları" ve "Araştırma Merkezleri, Enstitüler ve benzeri
birimler"den oluşturulmuştur.
278 sayılı Yasanın 498
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yeniden düzenlenen 4 üncü maddesinde,
Bilim Kurulunun, Başkan
ve oniki üyeden oluşacağı,
Kurum Başkanının aynı
zamanda Bilim Kurulunun Başkanı olduğu, Başkanın bulunmadığı zaman,
görevlendireceği bir Bilim Kurulu üyesinin Başkanlığa vekâlet edeceği,
Bilim Kurulunun toplantı
ve karar yetersayısının yedi olduğu,
Bilim Kurulunun oniki
üyesinden sekizinin, müspet bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla,
dördünün özel ya da kamu kesiminden üstün nitelikli hizmetleriyle tanınmış
kişiler arasından seçileceği; ilk gruptaki sekiz üyenin en az yarısının Türkiye
Bilimler Akademisi aslî üyeleri arasından seçilmesinin zorunlu bulunduğu,
Üyelik süresinin dört yıl
olduğu, açılacak üyelikler için Bilim Kurulunca gizli oyla ve üye tamsayısının
çoğunluğu ile seçim yapılacağı ve Bilim Kurulu üyeliği seçiminin Başbakanın
onayı ile kesinleşeceği,
kurala bağlanmıştır.
278 sayılı Yasanın 498
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında
ise, Kurum Başkanının nitelikleri, seçim yöntemi, görev ve yetkileri
düzenlenmiştir. Fıkraya göre Kurum Başkanı, müspet bilimler alanında eser,
araştırma ve buluşlarıyla tanınmış kişiler arasından Bilim Kurulunca seçilip,
Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atanmaktadır.
Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumu, hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşu olup,
merkezî yönetimin sıralı denetiminin dışındadır. Anayasanın 123 üncü
maddesindeki "idarenin bütünlüğü" ilkesinin gereği olarak Başbakanın
Kurum üzerinde vesayet yetkisi bulunmaktadır.
Başbakanın kuruma ilişkin
vesayet yetkisi, Başkan ve üyelerin seçimi ile kurumun denetiminde
somutlaşmaktadır.
Başbakanın başkan ve
üyelere ilişkin vesayet yetkisi, bu kişileri doğrudan seçme ya da belirleme
hakkını içermemektedir.
Kurumun denetimi ise, 278
sayılı Yasanın 11 inci maddesi uyarınca Başbakanlıkça atanan üç denetçi
tarafından yapılmakta, denetim raporu yasanın 12 nci maddesine göre, Yüksek
Denetleme Kurulu, Sayıştay ve Maliye Bakanlığı elemanlarından oluşan yedi
kişilik bir kurulca incelenerek sonuçlandırılmaktadır. Maddede ayrıca,
hesapların ve bilançonun bu kurulca onaylanmasının Bilim Kurulu ve Başkanın
ibrası anlamına geldiği kurala bağlanmıştır.
Yukarıda açıklanan
kuruluş amacı, oluşumu, Başkan ve üyelerinin seçim yöntemi, denetimi ve 278
sayılı Yasanın 2 nci maddesinde yer verilen görev ve yetkileri bir arada
düşünüldüğünde, tüm düzenlemelerin, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun idarî, malî ve bilimsel özerkliğini sağlamayı amaçlayan hukuksal
araçlar olduğu görülmektedir.
Yapılacak yasal
düzenlemelerin, kurumun işlevinden kaynaklanan bu özerk yapısına zarar
vermemesi gerekmektedir.
2- İncelenen yasayla,
yasanın yürürlüğe girdiği günde boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine yapılacak
seçimin yöntemi değiştirilmekte, 278 sayılı Yasa ile Bilim Kuruluna tanınan
üyeleri seçme yetkisi, bir kez kullanılmak üzere Başbakana devredilmektedir.
Yasanın gerekçesinde,
Kurum Başkanlığı ile altı üyeliğinin boşaldığı, böylece Bilim Kurulunun
toplantı ve karar yetersayısının kalmadığı; bu nedenle boş bulunan ya da
boşalacak olan Başkan ve üyelik için Bilim Kurulunca seçim yapılmasına olanak
bulunmadığı; incelenen yasanın, Kurumun etkinliğini sürdürebilmesi için
hazırlandığı belirtilmektedir.
278 sayılı Yasanın 498
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında
"Başkan, Bilim Kurulunca müspet bilimler alanında eser, araştırma ve
buluşlarıyla tanınmış kişiler arasından seçilir ve Başbakanın teklifi üzerine
Cumhurbaşkanı tarafından atanır" denilerek Başkanın seçim yöntemi
belirtilmiştir.
Aynı zamanda, kurumun da
Başkanı olan Bilim Kurulu Başkanının görev süresinin 30.5.2003 gününde dolacak
olması gözönünde tutularak Bilim Kurulunca 1.2.2003 gününde seçim yapılmış ve
mevcut Başkanın yeniden seçildiğine ilişkin seçim sonucu 6.5.2003 gününde
Başbakanlığa iletilmiştir. Buna karşılık, seçilen kişi atanmak üzere Başbakanca
Cumhurbaşkanına önerilmemiştir.
Ayrıca, Bilim Kurulunun
altı üyesinin görev süresinin 21.9.2003
gününde dolacak olması nedeniyle, Kurulca, 278 sayılı Yasanın 498 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameyle yeniden düzenlenen 4 üncü maddesinin ikinci
fıkrasının (a) bendinde yer verilen "Açılacak üyelikler için Kurul
tarafından gizli oyla ve üye tamsayısının çoğunluğuyla seçim yapılır"
kuralı gereğince altı üyenin seçimine ilişkin sonuç da Başbakanlığa
bildirilmiştir. Ne var ki, yapılan seçim, Başbakanca onaylanmadığı için seçim
kesinleşmemiş, böylece, Kurul, toplantı ve karar yetersayısını kaybetmiştir.
Kurulda, halen, altı üye
kalmıştır ve bu nedenle Bilim Kurulu toplanamaz ve görev yapamaz duruma
düşürülmüştür.
Görevlerinin niteliği,
bilimsel etkinliklerinin ağırlık ve önemi nedeniyle tüzelkişilik, idarî, malî
ve bilimsel özerklik tanınarak kurulan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumunun her türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulması ve
bilimsel saygınlığının korunmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.
Bu nedenledir ki, Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun ilk kuruluşunda, Bilim Kurulu ilk kez
oluşturulurken, tüm üyelerin bir kezlik Başbakanca atanması olanaklıyken, 278
sayılı Yasanın geçici 1 inci maddesiyle, Başbakana yalnızca beş üyeyi seçme
yetkisi verilmiş, kalan üyeleri seçme yetkisi Bilim Kuruluna bırakılarak,
Kurumun özerk yapısına özen gösterilmiştir.
Üstelik, geçici 1 inci
maddede, Başbakana tanınan beş üyeyi seçme yetkisi, doğrudan kullanılacak bir
yetki olarak düzenlenmemiş; üniversitelerin göstereceği üçer, Millî Eğitim
Bakanlığınca saptanacak üç, Millî Savunma, Bayındırlık, Sağlık ve Sosyal
Yardım, Tarım ve Sanayi bakanlıklarınca saptanacak birer aday arasından seçim
yapılması öngörülerek, Başbakana verilen yetki sınırlandırılmıştır.
Anayasanın 2 nci
maddesinde, hukuk devleti ilkesi Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında
sayılmıştır. Bu ilke, Anayasanın bağlayıcılığı yanında yasa koyucunun evrensel
hukuk kurallarına da uymasını zorunlu kılmaktadır.
Evrensel hukuk kuralları
ise, yasaların genel ve nesnel olmasını, kamu yararı amacıyla çıkarılmasını
gerektirmektedir.
Türkiye Bilimsel ve
Teknik Araştırma Kurumunda, toplantı ve karar yetersayısı gözetilmeden, Bilim
Kurulunun boş bulunan tüm üyelikleri için Başbakana atama yetkisi veren
düzenleme, Kurumun özerkliği, kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle de
bağdaşmamaktadır.
Ayrıca, boş bulunan
üyeliklerin tümüne siyasal organca atama yapılması, Bilim Kurulunun ulusal ve
uluslararası saygınlığına, çalışmalarının ve yayımlarının yansızlığına gölge
düşürecektir.
İncelenen yasanın
gerekçesinde belirtilen sorunun, yalnızca Bilim Kurulu Başkanlığına bir kezlik
doğrudan Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atama yapılmasıyla; bir
başka deyişle, incelenen yasa ile getirilen geçici 3 üncü maddenin ikinci fıkra
kuralının korunmasıyla çözülmesi olanaklıdır.
Yukarıda açıklanan
gerekçelerle yayımlanması uygun görülmeyen 5001 sayılı "Türkiye Bilimsel
ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi
Hakkında Kanun", Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi
için, Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca ilişikte geri
gönderilmiştir.
Ahmet
Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım :
IV.-
ÖNERİLER
A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ
1.-
Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin
Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No:53 Tarihi:2.12.2003
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 21
inci sırasında yer alan, 267 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 4 üncü
sırasına, 4 üncü sırasında yer alan 94'e 1 inci ek sıra sayılı, 5 inci sırasında
yer alan 212 sıra sayılı, 6 ncı sırasında yer alan 216 sıra sayılı, 7 nci
sırasında yer alan 217 sıra sayılı, 8 inci sırasında yer alan 218 sıra sayılı,
9 uncu sırasında yer alan 219 sıra sayılı, 10 uncu sırasında yer alan 238 ve 11
inci sırasında yer alan 239 sıra sayılı kanun tasarılarının, bu kısmın 5, 6, 7,
8, 9, 10, 11 ve 12 nci sıralarına, 42 nci sırada yer alan 288 sıra sayılı kanun
tasarısının ise 13 üncü sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre
teselsül ettirilmesi, bugünkü birleşimde gündemin "Genel Görüşme ve Meclis
Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 1 inci ve 9 uncu
sırasındaki işlerin birlikte yapılacak görüşmelerinin bitimine kadar, 3.12.2003
Çarşamba günkü birleşimde ise 239 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin
bitimine kadar, 4.12.2003 Perşembe günkü birleşimde de 288 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar, çalışma sürelerinin uzatılmasının,
Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Faruk Çelik Haluk
Koç
AK Parti Grubu Başkanvekili CHP
Grubu Başkanvekili
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Öneri hakkında söz talebi
yoktur.
Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
gündemin "Sözlü Sorular" kısmına geçiyoruz.
V.- SORULAR
VE CEVAPLAR
A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Ağrı
Milletvekili Naci Aslan'ın, Başkent Öğretmenevi konaklama ücretine ilişkin
Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/288) ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik'in cevabı
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.
Kâtip Üyemizin bundan
sonraki sunumlarını oturduğu yerden yapması hususunu oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sözlü soru
önergemin Millî Eğitim Bakanı Sayın Erkan Mumcu tarafından cevaplandırılması
için gereğini arz ederim.
Naci
Aslan
Ağrı
Her ilde faaliyette
bulunan öğretmenevleri, öğretmenlerimizin konaklaması için düşünülmüştür;
ancak, Başkent Öğretmenevinin ücreti çok yüksek olduğundan, öğretmenlerimiz
maddî yetersizlik nedeniyle ara sokaklardaki çok kötü otellerde kalmak zorunda
kalıyorlar. Ne acıdır ki, öğretmen adıyla tabelası yazılı olan yerde başkaları
konaklıyor.
Sayın Bakanım, bu durumda
öğretmenlerin, öğretmenevi adını taşıyan, kendilerine hizmet vermesini
umdukları bu yerde konaklayabilmeleri için ücretlerin uygun bir hale
getirilmesi sağlanacak mı?
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ağrı Milletvekili
Sayın Naci Aslan'ın, Başkent Öğretmeneviyle ilgili olarak sormuş olduğu soruya
cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi, öğretmenevleri, özellikle öğretmen ve öğretmen ailelerinin
dayanışmaları ve sosyal ihtiyaçlarını gidermek amacıyla kurulmuş olan
tesislerdir. Ben, bu soru vesilesiyle, öğretmenevlerimizle ilgili olarak, hem
Yüce Meclisi hem de kamuoyunu bilgilendirmek istiyorum.
Türkiye çapında 823
öğretmenevimiz bulunmaktadır. Bunun, 649 adedi, aynı zamanda yataklı hizmet
vermektedir; 174 tanesi, öğretmen lokali diyebileceğimiz, yataklı hizmetin
dışındaki hizmetlere tahsis edilmiş olan öğretmenevleridir. Ayrıca, sahillerde,
tatil köyü diyebileceğimiz 9 tane sosyal tesisimiz mevcuttur. Alınan bir
kararla, öğretmenevlerinin de özelleştirme kapsamına alınması sağlanmış; ancak,
Sayın Başbakanımızla ve Sayın Maliye Bakanımızla yaptığımız görüşmeler
neticesinde, sahillerde bulunan tatil köyü veya tatil kampı diyebileceğimiz 9
sosyal tesisin dışındaki diğer öğretmenevlerimizin satılmaması, özelleştirme
kapsamından çıkarılması temin edilmiştir.
Sayın Aslan'ın iddia
ettiği gibi, Ankara Başkent Öğretmenevinde öğretmenlerin dışındaki insanların
çoğunlukla ve yoğunlukla yararlandığı şeklindeki iddia doğru değildir. Ben,
1993 yılından itibaren bu öğretmenevimizden kimlerin yararlandığını ve hangi
oranda yararlandığını sizlere iletmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, 1993
yılında, bakan oluruyla, bu öğretmenevimiz diğer öğretmenevlerinden farklı bir
statüye kavuşturulmuştur; dönersermayeli hale getirilmiştir; adı da
"Başkent Öğretmenevi ve Akşam Sanat Okulu" olarak değiştirilmiştir.
Bildiğiniz gibi, dönersermayeye tabi olunca, bu tesisimiz, yüzde 18 KDV
ödemektedir, yüzde 10 peşin vergi ödemektedir, yüzde 1 Sosyal Hizmetler ve
Çocuk Esirgeme Kurumuna pay ayrılmaktadır; yani, normal bir dönersermayeli işletme
nasıl işliyorsa, Başkent Öğretmenevimiz de o şekilde işlemektedir ve Başkent
Öğretmenevi, eğer, son yılların hesaplarını çıkarırsanız, mesela, 2002 yılında,
devlete, aşağı yukarı 1 trilyon civarında da Kurumlar Vergisi ödemiştir.
Ayrıca, Türkiye çapındaki bütün öğretmenevlerimizde 6 000 işçi
çalıştırılmaktadır. Bu, istihdam açısından son derece önemli bir şeydir. Hiçbir
öğretmenevimize, bütçeden, genel bütçeden veya katma bütçeden, bir ödenek ayrılmamaktadır;
tadilat ve tamirat gerektiği zamanlarda bile, öğretmenevleri kendi yağlarıyla
kavrulmak durumundadır. Dolayısıyla, öğretmenevlerimizin yaşaması, var olması,
öğretmenlerimize hizmet etmesi, aslında, bütçemize ciddî bir yük
getirmemektedir.
Başkent Öğretmenevinden,
1993 yılından 2003 yılının kasım ayı sonu itibariyle, 1 429 660 kişi
yararlanmıştır; bunun, 935 384'ü Millî Eğitim Bakanlığı mensubudur, öğretmenler
ve öğretmen aileleridir; 282 872 kişisi diğer kamu kurumlarında çalışan kamu
görevlileridir ve 211 404 kişisi de üçüncü şahıslar diyebileceğimiz kişilerdir.
Başkent Öğretmenevindeki ücret uygulaması da, Millî Eğitim Bakanlığı
mensuplarına, yani, öğretmenlerimize, onların eş ve çocuklarına, diğer kamu
personeline ve üçüncü şahıslara göre farklı uygulanmaktadır. Mesela, şu anda,
dört yıldızlı otel kalitesinde olan Başkent Öğretmenevinde, öğretmenlerimiz
günlük 15 500 000 liraya kalırken, diğer kamu çalışanları 21 000 000 lira
ödemekte ve üçüncü şahıslar dediğimiz kişiler ise 24 000 000 Türk Lirası
ödemektedirler.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakanım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, öğretmenevlerindeki fiyatları
diğer kamu kuruluşlarının misafirhaneleriyle, sosyal tesisleriyle
karşılaştırdıkları zaman, öğretmenlerimizin haklı bir serzenişi ortaya
çıkmaktadır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü gibi, Karayolları Genel Müdürlüğü
gibi, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü gibi, MTA gibi, Tekel gibi, orduevleri
gibi veya polisevleri gibi sosyal tesislerin fiyatları öğretmenevlerine göre
çok daha düşüktür; çünkü, hem bunların sayıları daha azdır hem de bunlar
genellikle o kurumların bütçesiyle desteklenmektedir, hemen hemen her türlü
masrafı, her türlü cari masrafı ilgili kuruluşlar tarafından ödenmektedir. Dolayısıyla,
farklı isimler altında bu misafirhaneleri, sosyal tesisleri desteklemek üzere
ilgili kurumların bütçelerine para konduğu için, oradaki ücretler çok daha
düşük kalabilmektedir; ama öğretmenevlerimizin hem sayısının çok fazla
olması... Biraz önce rakamları verdim, işte 9 sosyal tesisimizle birlikte aşağı
yukarı 832 rakamına varan öğretmenevimiz mevcuttur ve tekrar ifade edeyim,
öğretmenevlerimiz kendi yağıyla kavrulmaktadır ve kendi tamiratlarını, kendi
onarımlarını bile kendileri yapmaktadırlar; ama Sayın Aslan'ın belki haklı
olduğu bir taraf vardır, öğretmenlerimize keşke çok daha iyi şartlarda sosyal
tesisler hazırlayabilsek, onların masraflarını bütçeden karşılayabilsek; ama,
imkânlarımız maalesef buna elvermemektedir.
Hatta şunu da söyleyeyim,
öğretmenevlerimizin bir kısmı bütçe kaynaklarıyla programa konularak
yapılmıştır, ama önemli bir kısmı da işadamlarımızın, hayırseverlerimizin
destekleriyle, katkılarıyla veya tamamen onlar tarafından inşa edilmiştir.
Mesela, İstanbul'da 18 tane öğretmenevimiz vardır, bunların çoğunluğu
hayırseverler tarafından yapılmıştır, çok az bir kısmı devlet tarafından
yapılmıştır, bunun da bilinmesini istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye
çapında öğretmenevlerimizin özellikle daha modern bir işletmecilik anlayışıyla
işletilmesi için, fiyatlarının düşürülebilecek minimum noktalara
düşürülebilmesi için, Bakanlığımız tarafından çalışmalar yapılmaktadır. Bu,
sonuçlandığı zaman, öğretmenlerimizin de lehine bir durum oluşturacaktır.
Böyle bir soruyu sorduğu
için ve bu vesileyle bana sizleri bilgilendirme fırsatı verdiği için, Ağrı
Milletvekilimiz Sayın Naci Aslan'a da huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Öğretmenler Günü
kutlaması, maalesef, bayramdan hemen önce, arife gününe geldiği için
yapılamamıştı. Biz, 9 Aralıkta, Şûra Salonunda kutlama yapacağız. Ben, bu
vesileyle, bu kutlamalara bütün milletvekili arkadaşlarımı da davet etmek istiyorum
ve bir kez daha bütün öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü kutluyorum ve
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
NACİ ASLAN (Ağrı) - Sayın
Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Aslan,
buyurun.
NACİ ASLAN (Ağrı) - Sayın
Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; geçmiş ramazan bayramınızı
yürekten kutluyorum, bir üzüntümü de ifade etmek istiyorum. Sayın Bakanım
üniversitede öğretim görevlisi, üniversite hocası, ben de lise matematik
öğretmeniyim. Sayın Bakan, kürsüde "Sayın Aslan'ın söyledikleri doğru
değil" dedi; yani, Sayın Aslan yalan söylüyor... Bir defa, bu üzüntümü
belirtmek istiyorum; bir.
İkinci olarak, ben, ilk
milletvekili seçilip geldiğim zaman, iki ay öğretmenevinde kaldım. Arkadaşlar,
samimiyetle söylüyorum, kapıda BMW'ler, 320 Mercedesler... En üstün tabakanın,
şaşaalı olarak orada kaldıklarını ve orada kalırlarken de, öğretmenin oradaki
misyonunu ve kişiliğini ezecek tarzda davranışları olduğunu gördüm. Bu, bir
tespittir, yaşanmıştır.
Şimdi, parasal gücü
yüksek olan insanların eğitim kadrosuna nasıl baktığı hepinizin malumudur.
"Öğretmenevi" diyoruz; ev nedir; insanın en kutsal mekânıdır; yani,
insan, içinde yaşadığı toplumun önünde yapamayacağı davranışları, hareketleri
rahatlıkla kendi evinde yapar. Bu nedenle, oraya asılan tabelada "Başkent
Öğretmenevi" diye yazar. O zaman, onu "Başkent Palas" diye
değiştirelim; bu iki.
Bir diğer konu; ben, bu
soruyu daha önceki Millî Eğitim Bakanımız Sayın Erkan Mumcu Beyefendiye
sormuştum; üzerinden bir yıl geçti, bugün ancak sıra geldi. Benim buradaki
amacım, hükümeti veya Bakanlığımızı eleştirme veya kötüleme noktasında değil,
mağdur olan öğretmenlerimize nasıl bir
katkı koyabiliriz noktasındadır. Bir öğretmenimiz, Başkente, diyelim, doğudan,
güneydoğudan, uzak yerlerden geldiği zaman, nasıl onurlu bir mekânda
kalabileceğidir, bunun maddî temeldeki tespitini yapmıştım. Örneğin, benim
orada kaldığım zaman, hesapladım, 15 000 000 lira yatak, 2 500 000 lira
kahvaltı, 6 500 000'er liradan 13 000 000 lira da öğle ve akşam yemek paraları
olmak üzere, toplam 31 000 000 lira civarında bir para ediyordu. 4 kişilik bir
ailenin burada 10 gün kaldığını düşünürsek, toplam 1 200 000 000 lira ediyordu.
Benim buradaki amacım, her ne kadar Millî Eğitim Bakanlığı ödeneklerinden bir
katkı yoksa da, Sayın Bakanımızın buna bir formül bularak, öğretmenlerimizin
orada biraz daha ucuz bir fiyata kalmalarının temini yönündeydi. Sayın Bakan bu
konuda bilgi verdi; teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanımdan bir şey
daha rica ediyorum; kendilerinin, öğretmenevlerinin özelleştirilmesi
bakımından, Başbakanımız nezdinde ve Maliye Bakanımız nezdinde yapmış olduğu
girişimlerden ötürü teşekkür ediyorum; ama, Sayın Bakanımız, keşke o 9 tane
sosyal tesisimizi de kurtarabilseydi; çünkü, öğretmenin de eğlenmeye,
dinlenmeye ve gerçekten insanca yaşamaya hakkı vardır. İnşallah, Sayın
Bakanımızın bu konudaki gayretleri devam eder.
Bir diğer konu, Ağrı'da
başarılı öğrenciler beni ziyaret ettiklerinde "biz, Ağrı'da, matematik
dalında çok yüksek zekâya sahibiz, fen
lisesi istiyoruz. Bunu Millî Eğitim Bakanımıza söyleyin" dediler. Bu konuyu
da kendilerine arz ediyorum.
Diğer taraftan, doğu ve
güneydoğuda, özellikle doğuda, büyük metropollerde okuyan öğrencilerimizin
maddî sıkıntısı had safhadadır. Öyle öğrencimiz var ki, 50 000 000 lirayla
geçinmek zorunda. Millî Eğitim Bakanlığı Vakfı vasıtasıyla, Doğu Anadoludaki
yüksek tahsilde okuyan öğrencilere bir kontenjan ayrılması Sayın Bakanımızdan
dileğimdir.
Arz ediyor, saygılar
sunuyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Aslan.
Sayın Bakanım, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; biraz önce Ağrı
Milletvekilimiz Sayın Naci Aslan'nın sormuş olduğu soruya verdiğim cevapta,
sözlü cevaplandırılmak üzere vermiş olduğu soru önergesinde ortaya koyduğu
iddianın çok da gerçeği yansıtmadığını söyledim. Meclis zabıtları buradadır,
alınabilir. Benim aldığım terbiye, yasama terbiyesi, Türkiye Büyük Millet
Meclisine karşı olan saygım, halkın vekillerine karşı olan saygım, bir
milletvekili arkadaşıma "yalan söylüyorsun" gibi bir ithamı yapmama
her zaman engeldir; bunu asla yapmam. Kesinlikle, böyle bir şey demedim.
Bakın, siz bir iddia
ortaya koyuyorsunuz. Sözlü soru önergenizi arkadaşlarımızın huzurunda bir kez
daha okumak istiyorum:
"Başkent
Öğretmenevinin ücreti çok yüksek olduğundan, öğretmenlerimiz maddî yetersizlik
nedeniyle ara sokaklardaki çok kötü otellerde kalmak zorunda kalıyorlar.
Sayın Bakanım, bu durumda
öğretmenlerin, öğretmenevi adını taşıyan, kendilerine hizmet vermesini
umdukları bu yerde konaklayabilmeleri için ücretlerin uygun bir hale
getirilmesi sağlanacak mı?"
Ben de zatıâlinize
verdiğim cevapta dedim ki: "Öğretmenlerimizden alınan ücret ile üçüncü
şahıslardan alınan ücretler arasında çok ciddî bir farklılık vardır. Kaldı ki,
1993'ten bu yana, burada, yaklaşık 1 429 000 insan kalmıştır. Bunun yaklaşık
935 000'i öğretmenlerimiz ve onların yakınları, aileleridir."
"Gerçeği
yansıtmamaktadır" derken, kastettiğim budur; yoksa, zatıâlinizi tekzip
etmek veya sizi yalancılıkla itham etmek gibi bir niyetim kesinlikle yoktu;
olamaz da.
Saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Soru önergesi
cevaplandırılmıştır.
2.- Adana
Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, ülkemizdeki ABD askerî varlığına ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/291) ve yazılı soruya çevrilmesi nedeniyle
konuşması
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.
Bu önerge, üç birleşim
içerisinde cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası
uyarınca yazılı soruya çevrilmiş ve gündemden çıkarılmıştır.
İçtüzük gereği Sayın
Başoğlu'na söz veriyorum.
Sayın Başoğlu, buyurun.
Süreniz 5 dakikadır.
ATİLLA BAŞOĞLU (Adana) -
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ülkemizdeki muhtemel Amerikan askeri
varlığıyla ve ilgili izinleriyle alakalı olarak vermiş olduğum, şubat ayından
beri cevaplanmayan soru önergesi için huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan
evvel, tüm ulusumuzun ve Meclisimizin geçmiş bayramını, ayrıca,
öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü kutluyorum. Geçtiğimiz haftalarda, iki
sinagogumuza ve İstanbul'un diğer semtlerine yapılan terörist saldırıları
şiddetle kınıyor, dünyanın neresinde ve her kime karşı yapılırsa yapılsın, bu
tür saldırıları yapan ve yaptıranların, Tanrı'nın gazabının üzerlerine olmasını
diliyorum.
Saygıdeğer vekiller,
müsaadenizle, bu soru önergesini iki boyutuyla sizlere arz etmeye çalışacağım;
birincisi, Meclis kararı olmadan yabancı askerlerin ülke topraklarına gelişi,
ikincisi de soru önergelerinin cevaplandırılmasındaki gecikmeler yönüyle
olacaktır.
Herkesin çok iyi
hatırladığı gibi, geçen sene şubat ayları itibariyle, Türkiye, Meclisi ve tüm
sivil toplum örgütleriyle birlikte, Amerikan askerlerinin ülkemize gelişine
izin verecek tezkerelerin tartışmalarını yaşıyordu. İşte, bu esnada, biz, soru
önergemizi ilgili birimlere yönelttik. Zira, tüm Türkiye bu tartışmaları
yaşarken, henüz tezkere Meclise dahi gelmemişken, ulusal irademizi ve onurumuzu
hiçe sayan işlere mahal verildi. Ülkemizde, Amerikan ordusu tarlalar kiralamaya
başladı, İskenderun Limanına, silah, mühimmat ve teçhizat boşaltıldı. Limanı
incelemeye giden bu toprağın sakinleri, hem de sahipleri hem de milletin
vekilleri limana alınmayarak, kovuldular.
Bir ülkenin topraklarına,
o milletin iradesine başvurmadan -dost bile olsa- girilebilir miydi değerli
milletvekilleri; bu bir savaş sebebi değil miydi. Bir ülkenin, başka bir
ülkenin askerlerini topraklarına davet etmesi, o ülkenin oynayabileceği en
riskli kumar, alabileceği en büyük risk değil miydi değerli milletvekilleri.
Tarih, bunların örnekleriyle dolu değil miydi. Rusların, Osmanlı'ya, Kavalalı
Mehmet Ali Paşa için yardıma gelişinin maliyetini herkes ne çabuk unuttu. Yine,
komşumuz, dostumuz Azerbaycan, Osmanlıya güya yardıma gelen Rus askerlerine
topraklarını açmasıyla bağımsızlığını kaybetmemiş miydi.
Saygıdeğer
milletvekilleri, bireyler, hatta liderler hata yapabilirler. Bizlerin bu yüce
çatı altındaki vazifesi, bu hataları bulmak, onarmak, gerektiğinde onlara mâni
olmaktır. Bu çatı, demokratik sistemin bir anahtarıdır; zira, burası, onurun,
şahsiyetin ve de her şeyden önce, teslim almış olduğumuz şehitlerin abidesi bir
milletin meclisidir.
Meclisin bir daha böyle
bir olayla karşılaşmaması, hepimizin en büyük dileği ve temennisidir. Yüce
Yaratıcı, bu devletin ve milletin menfaatları için, hepimize, ufkunötesini
görebilecek kabiliyet ve güç versin.
Saygıdeğer
milletvekilleri, şimdi de, biraz, soru önergelerimizin geçötesi cevaplanmasıyla
ilgili görüşlerimi arz etmek istiyorum.
Hepinizin bildiği gibi ve
bu soru önergesini şubat ayında veren bir kişi olarak benim de farkında olduğum
gibi, bu soru önergesi, anlam ve ehemmiyetini yitirmişti; zira, şubat ayından
beri, hükümetimiz tarafından cevaplandırılamamış, bu esnada da Amerika Birleşik
Devletleri Irak'ı istila etmiş ve gözlerini, yöredeki ikinci bir ülkeye
çevirmişti. Hatta, geçtiğimiz haftalar itibariyle, hepinizin de gözlediğiniz
gibi, bu ikinci ülke için de, yöredeki başka bir ülkeye, yavaş yavaş ısıttırma
turları da attırılmaya başlandı. Şimdi, biz, Amerika'nın gözlerini dikmiş
olduğu bu ikinci ülke için hükümetimize bir soru önergesi daha versek; acaba,
hükümetimiz, Amerika, bu ikinci ülkenin de işini bitirip, gözlerini yöredeki üçüncü
bir ülkeye çevirdikten sonra mı dönüp bizlere cevap verecektir?
Değerli milletvekilleri,
geçen haftalarda, bir milletvekili arkadaşımızla beraber, Avrupa'nın çok küçük
bir ülkesinde tarım bakanını ziyaret etmek için müracaatta bulunduk. Günlerden
cuma oluşu, ilgili meclisin sabah saat 09.00'dan, akşam 18.00'e kadar meclis
denetim faaliyetleri içerisinde bulunduğundan ötürü, maalesef, bizim de saygı
duyacağımız, hatta imreneceğimiz bir şekilde, talebimiz kabul görmedi.
Şimdi, sorumuz ve
merakımız şu: Acaba, hükümetimiz, Meclisimizin denetim çalışmalarını kasıtlı
olarak mı bloke etmek istiyor; değilse, Meclisimizin denetim çalışmaları ne
zaman kesintisiz olarak devreye girecektir? Hatta, yetmeyen denetim çalışmalarının
saatlerinin uzatılması düşünülmekte midir?
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun...
ATİLLA BAŞOĞLU (Devamla)
- Bu Meclisin üyeleri, ne zaman,
sürpriz gündem maddeleriyle karşılaşmayı ummadan, planlı ve programlı bir
şekilde Meclislerine gelip gidebileceklerdir?
Değerli milletvekilleri,
izlediğiniz gibi, şu an itibariyle, Meclis denetim gündemini 500 adet soru
önergesi doldurmuş bulunmaktadır. Bunların hepsinin cevaplanması için çok uzun
bir süreye ihtiyaç olduğu aşikârdır. Bu süre zarfında, benim soru önergemin
başına geldiği gibi, sizlerin de soru önergelerinizin cevaplanması sırasında,
soru önergeleriniz anlamını, ehemmiyetini, hatta aktüalitesini kaybedecektir.
İşte, bu sorunların ortadan kaldırılması için, hükümet üyelerimizin bir
önerileri varsa, buna açık olduğumuzu; ama, Meclisin denetim faaliyetlerinin
önünün açılmasının da, demokrasi adına bir gereklilik olduğunu ilgililerin
bilgilerine arz eder, hepinizi saygılarımla selamlarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Başoğlu.
3.- Adana
Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, Dünya Turizm Fuarında Suriye'nin İskenderun ve
Antakya'yı kendi sınırları içinde gösteren bir harita dağıttığı iddiasına
ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/298) ve yazılı soruya
çevrilmesi nedeniyle konuşması
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.
Bu önerge 3 birleşim
içinde cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası
uyarınca yazılı soruya çevrilecektir; önerge gündemden çıkarılmıştır.
Sayın Başoğlu, konuşacak
mısınız efendim?
ATİLLA BAŞOĞLU (Adana) -
Evet, Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun.
Süreniz 5 dakikadır.
ATİLLA BAŞOĞLU (Adana) -
Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekillerim; komşumuz Suriye'nin İskenderun ve
Hatay'ı sınırlarında göstermesiyle alakalı olarak vermiş olduğum, şubat ayından
beri cevaplanmayan soru önergem için huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bu yüce çatı altına
gelene kadar muhtelif dış seyahatler, fuarlar ve sergiler sebebiyle, zaman
zaman, yurt dışında buna benzer müessif olaylarla karşılaşan ve her defasında
da şahsımız olarak gerekli müdafaaları yaparken de, yine, her defasında da
devletimizin ilgili birimlerinin vurdumduymazlığını yaşayan birisi olarak,
devletimize ve milletimize karşı yapılan bu terbiyesizliklere ne zaman, ama,
aynı tarzda ve onların sivil yönetimlerini örgütleyip yönlendirdikleri
şekilleriyle bizler de kendi sivil yönetimlerimizi örgütleyip yönlendirerek, ne
zaman, gereğinde mukabele için hazır olacağız değerli milletvekilleri?
Evet, değerli
milletvekilleri, ne yazık ki, komşumuz Suriye, yine, Hatay ve İskenderun'u
topraklarında gösteren bir haritayı Paris Dünya Ticaret Fuarında dağıtmıştır.
Bu tarz saldırılara ilk muhatap olmadığımız gibi, korkarız ki, böyle mülayim
dışpolitikalar izlendiği takdirde, bu, sonuncu da olmayacaktır.
Değerli milletvekilleri,
15 Mart 1923 tarihinde Adanamıza gelen Ulu Önder Atatürk kendisini karşılayan
muazzam kalabalığın arasında iki hanım kızımızın, Hatay ve İskenderun'u
temsilen, hıçkırarak "bizi de kurtar" dediklerine şahit olur. Onların
bu sözlerine karşılık Ulu Önder Atatürk'ün dudaklarından dökülenler ise
"kırk asırlık Türk yurdu yabancıların elinde kalamaz" şeklindedir.
O'nun, ufku açık, dirayetli politikaları gerçekten de Hatay'ı kimselerin eline
bırakmamış, daha sonraki yıllarda da kendi halkının hür iradesiyle, Hatayımızı,
çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetinin bir parçası yapmıştır.
Bütün bu sosyolojik
gerçeklere rağmen, bu hür iradeye rağmen, bu uluslararası hukuk ve meşruiyete
rağmen, maalesef, komşumuz Suriye, yıllardır uluslararası platformlarda,
Hatay'ı ve İskenderun'u topraklarında gösteren haritaları dağıtmakta ısrar
etmekte ve bu konuları uluslararası platformlarda sıcak tutma gayreti
içerisinde bulunmaktadır.
Büyüklerimiz ne güzel
söylemişler "kişi haddin bilmek gibi irfan olamaz" diye. Ne güzel bir
söylem... Onların hadlerini bilmedikleri kesin; ama, herhalde, bizler de kim
olduğumuzu unutmuşuz ki, dünün Osmanlı vilayetinin bebelerine, enformasyon
bakanlarına "Suriye, Hatay'dan vazgeçmeyecektir; Hatay, hiçbir ödün
veremeyeceğimiz ulusal bir meselemizdir" deyip, www.suriyeturizm.org
internet kanalından, web sayfalarından, şu elimde görmüş olduğunuz, arzu
ettiğinizde sizlerin de uzanıp alabileceğiniz bu haritaları bütün dünyaya
sunabilme cesaretini bulabilmekteler.
Değerli milletvekilleri,
komşumuz Suriye, acaba bu cesareti kimden almaktadır, nereden bulmaktadır;
tabiî ki, son elli yıldır bizleri idare edenlerden. Böyle durumlarda bir
devletin nasıl idare edilebileceğini gösterir yakın bir tarih olayıyla,
müsaadenizle, hafızalarınızı tazelemek istiyorum.
Cumhuriyetimizin ilk
yıllarıdır. Komşumuz Rusya'da Stalin işbaşına geçmiş ve devrim kutlamaları
yapılmaktadır. Bu kutlamalar esnasında, Stalin, oldukça seviyesiz, haddini aşan
bir beyanatta bulunur ve aynen şöyle der: "Bütün Rus Halkı bilmelidir ki,
Ruslar, Kars'ı, Ardahan'ı ve Boğazları almaktan vazgeçmemişlerdir,
geçmeyeceklerdir. Kısa bir zaman içerisinde bu konuda sizlere müjdemiz
olacaktır." Bu esnada, Ankara Sovyet Büyükelçiliğinde de devrim
kutlamaları devam etmektedir ve bir müddet sonra, Stalin'in bu mesajı,
Atatürk'ün masasına, gece saat 12'den sonra ulaştırılır. Gerekli tercümeler
yapılır. Atatürk hiddetle sofrasını terk eder ve maiyetine "derhal Sovyet
Büyükelçiliğine hareket ediyoruz" der. Devletin bürokratları "aman
Paşam, nasıl olur; siz, devlet büyüğüsünüz, protokol vesaire..." derken,
Atatürk hiddetle, bunları söyleyenlere döner ve aynen şöyle söyler:
"Çocuk!.. Adam vatanımın toprağından bir parça istiyor; sen bana devletin
protokolünden bahsediyorsun!" Ve maiyetiyle bir müddet sonra Sovyet
Büyükelçiliğine vâsıl olunur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
ATİLLA BAŞOĞLU (Devamla)
- Bitiriyorum Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun, devam
edin.
ATİLLA BAŞOĞLU (Devamla)
- O günkü Sovyet Büyükelçisi, Özbek orijinli Sayın Karahan Beydir; Atatürk'ün
yakın dostu ve arkadaşıdır; Atatürk'ü kapıda karşılar. Atatürk, Stalin'in bu
beyanatından haberdar olup olmadığını sorar. Tabiî ki haberdardırlar ve Karahan
Bey, utana sıkıla beyanatı buldurur; tekrar tercüme edilir ve yapılan
tercümenin Atatürk'e yapılan tercümeyle bire bir olduğu görülür. Bunun üzerine,
Atatürk, yakın dostu Karahan Beye dönerek şöyle der: "Şimdi Stalin'i bulduracaksın
Karahan. Beyanatından vazgeçip geçmediğini soracaksın; Başbakanın, tükürdüğünü
yalayacak; yalamazsa ben ne yapacağımı bilirim. Bu cevap, bu gece gelecek.
Gelmezse, Elçiliğinizden dışarıya adımımı atmam. İstemediğim gibi gelirse de,
biliniz ki, buradan çıkar, Sovyet sınırına giderim."
Saygıdeğer
milletvekillerim, içerisinden nice Atatürklerin çıkacağı Yüce Meclisin üyeleri;
işte lider, işte Atatürk. Biraz yolunda olsaydık eğer, Allah'ın conileri
Mehmetçiğimizin kafasına çuval geçirebilirler miydi acaba?!
Hepinizi, vicdanlarınızla
baş başa bırakıyor, en derin saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Başoğlu.
4.- Antalya
Milletvekili Hüseyin Ekmekçioğlu'nun, yapı denetim kuruluşlarında pilot bölge
seçimine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/300) ve
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.
Soru önergesini
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların
Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Zeki Ergezen tarafından sözlü olarak
cevaplandırılmasını arz ederim.
Hüseyin
Ekmekcioğlu
Antalya
1- Yapı denetim
kuruluşlarının pilot bölge seçiminde hangi kıstaslara bakılmıştır?
2- Afyon, Burdur ve
Erzincan gibi deprem yaşamış illerimiz neden pilot bölge seçilmemiştir?
3- Yapı denetim kurumları
sadece kâğıt üzerinde olup gerçekte inşaatlarda bu tür bir uygulamanın olmadığı
görülmektedir. Yapı denetim nedeniyle inşaat maliyetleri önemli ölçüde
artmakta, bu da inşaat kalitesini düşürmektedir. Yapı denetim kuruluşlarının
kaldırılıp bu görevin belediyelere verilmesini düşünüyor musunuz?
BAŞKAN - Sayın Bakan,
buyurun.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD
TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya
Milletvekili Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu'nun, yapı denetim kuruluşları hakkında
Bakanlığımıza yöneltmiş olduğu sözlü soru önergesine cevap vermek üzere söz
almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisimizin siz değerli
milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Pilot il uygulaması, il
bazında değerlendirilmiştir. Pilot il seçiminde, Türkiye genelinde her bölgeden
bir ili, öncelikli olarak birinci derecede deprem bölgesinde bulunan illeri,
son bir yıl içerisinde en fazla yapı ruhsatı verilen illeri, teknik personeli
bulunan illeri kapsaması ilke olarak benimsenmiştir.
Afyon, Burdur İlleri,
gerek 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede ve gerekse
4708 sayılı Yapı Denetim Kanununda pilot iller arasında yer almamıştır;
belirlediğimiz kriterlere uyan Denizli İli bu illerin çevre ili olduğundan, pilot
iller kapsamına alınmamıştır. Erzincan İli, 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan 27 pilot il içerisinde yer almıştır; ancak,
bu ilde yapı denetim kuruluşu kurulmadığından, 4708 sayılı Kanun hazırlanırken
pilot iller içerisinden çıkarılmıştır.
İmar Kanununun 28 ve 38
inci maddelerince yapının fen ve sanat kurallarına uygun yapılmamasından
sorumlu olan teknik uygulama elemanlarının fennî sorumluluk görevlerini
gerektiği gibi yapmamaları, belediyelerin bugünkü teknik eleman durumları
dikkate alındığında denetim görevlerini gerektiği gibi yapamamaları, ülkemizde
son depremlerde meydana gelen can ve mal kayıplarının yüksek olması, bunun da
bina kalitesinin düşüklüğünden olduğunun anlaşılması üzerine, yeni bir denetim
sistemi oluşturulması amacıyla Yapı Denetim Kanunu çıkarılmıştır.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim Sayın Bakan.
Sayın Ekmekcioğlu,
buyurun.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU
(Antalya) - Sayın milletvekilleri, bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Her ölçekte ve her nitelikte yapının, aynı nitelik ve aynı nicelikte
kuruluşlarca denetlenmesi doğru bir yaklaşım değildir; yani, yapının cinsine
göre denetim kuruluşu geliştirilmeli, her kuruluş uzmanlaştığı alanda denetim
yapmalıdır. Yeni düzenlemelerle, bu farklılığı dikkate alan, gerçekçi bir
sistem kurulmalıdır.
Yapı denetiminin
maliyetleri de çok önemli bir husustur. Örneğin, bir devlet memuru düşünün,
ailesinden kalan 400-500 metrekarelik küçük bir arsaya başını sokabilecek bir
ev yapmak istiyor. Zaten inşaatın maliyetini zor karşılayabilecek olan bu
kişinin, milyarlarca lirayı denetim maliyeti olarak vermesi, müteahhit karnesi
olan birine bir o kadar da para vermesi mantıklı mıdır, adil midir; sizlerin
takdirlerine bırakıyorum. Yirmibeş otuz yıl çalışıp, 15 milyar, 20 milyar emekli
ikramiyesi alacak bir memurun bu işin altından kalkabilmesi mümkün müdür?!
Yasalarımızda hâlâ açık
bir "müteahhit" tanımı yoktur. Artık, müteahhitlik mesleğine, teknik
bir denetim ve kural getirilsin sayın milletvekilleri. Her isteyen, her parası
olan bu yaşamsal hizmeti yüklenemesin. Müteahhitlik sistemi ayrıntılı olarak
tanımlanmalı, bu tanımlarla ilgili yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Maliyet artışını göz
önüne alırsak, denetim, bence, karkas aşamasında son bulmalıdır. Denetimin,
binanın kapısı, penceresi, boyasıyla değil, dayanıklılığıyla ilgili olması
gerektiğini düşünüyorum. Zaten, bu kuruluşlar, bu tip denetimlere en fazla iki
yıl garanti vermektedir. Kaldı ki, binanın, kısa sürede, kapısı, penceresi
çürümez, sıvası, boyası dökülmez.
Bu sorunları dile
getiriyorum; hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN - Sayın
Ekmekcioğlu, teşekkür ediyorum.
Soru önergesi
cevaplandırılmıştır.
5.- Antalya
Milletvekili Nail Kamacı'nın, narenciye bahçelerinin imara açılmasına ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/301) ve Devlet Bakanı
Kürşad Tüzmen'in cevabı
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.
Soru önergesini
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
96 ncı maddesine göre sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Nail
Kamacı
Antalya
Antalya'nın Finike
Ovasındaki narenciye bahçelerinin, Danıştay 6. Dairesinin 30.1.1999 günlü,
1989/3369 esas, 1992/46 sayılı kararıyla "tarımsal niteliği yüksek
narenciye bahçeleri" olarak saptandığı bilinmesine rağmen, Sahilkent
Belediyesi tarafından toptancı hali yapmak adına 700 dönümlük narenciye
bahçeleri imara açılmakta, tarım alanları, çarpık yapılaşma ve rant adına beton
yığınlarına feda edilmektedir.
1- Tarımsal niteliği
yüksek narenciye bahçelerinin imara açılmasını uygun buluyor musunuz?
2- Bölge üreticilerimizin
mağduriyetini nasıl önlemeyi düşünüyorsunuz?
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
buyurun.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD
TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya
Milletvekili Sayın Nail Kamacı'nın, narenciye bahçelerinin imara açılması
hakkında, Bakanlığımıza yöneltmiş olduğu sözlü soru önergesine cevap vermek
üzere söz almış bulunmaktayım.
a) Söz konusu Sahilkent
Belediyesi Antalya Finike imar planlama çalışmalarının Bakanlığımızı
ilgilendiren tarafı, çevre düzeni planıyla ilgili kısmıdır. Anılan bölgede
hazırlanan 1/25 000 ölçekli çevre düzeni planı Bakanlığımızca 1992 yılında
onaylanmıştır.
b) Şikâyete konu olan
saha, toptancı hal alanı olarak planlanmıştır. Söz konusu plan, belediyesinin
ve ilgili kurumların olumlu görüşleri alınarak ve ayrıca, yerleşmenin uzun
dönemde ortaya çıkacak ihtiyaçları da dikkate alınarak hazırlanmıştır. Planla
önerilen toptancı hal alanıyla bölgedeki narenciye bahçelerinin ürünlerinin
değerlendirilmesi hedeflenmiştir.
c) Söz konusu plana
ilişkin Danıştay 6. Dairede açılmış bulunan dava halen devam etmektedir.
Bakanlığımız, konuyla ilgili bilgi ve belgeleri Danıştaya intikal ettirmiştir.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Sayın Kamacı, buyurun.
NAİL KAMACI (Antalya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle Sayın Bakana teşekkür etmek
isterim; ancak, bu soru önergemi, yaklaşık dokuz ay önce, Meclis Başkanlığı
kanalıyla Bayındırlık ve İskân Bakanına sundum. Şimdi, Sayın Devlet Bakanı
Mehmet Ali Şahin'in söylemiyle, soruşturulan bir devlet oluyoruz; ama, sekiz ay
gibi bir süre geçiyor, bir milletvekilinin sorusunun cevabı ancak geliyor. Ben,
şimdiye kadar bana ulaştırılan yazılı cevapları aldığım zaman, hemen soru
önergemi geri çektim. Buna rağmen, böyle bir cevabı sekiz aydır bekliyorum.
Sayın Bakan
"narenciye ürünlerinin değerlendirilmesi açısından hal yapılıyor"
diyor, doğrudur; ama, eğer, bu narenciye bahçeleri imara açılırsa, böyle hal
kompleksleri açılırsa, narenciye toplayacak bahçe de kalmayacak ortada. O anlamda,
benim önerim şu: Bu bölgede, kıraç alanlar var, devletin elinde hazine
arazileri var. Bu portakal bahçeleri söküleceğine -ki, Finike portakalı,
dünyada, en önemli, meşhur bir portakaldır- onun yerine, devletin elinde
bulunan hazine arazilerine sosyal donatı alanlarının yapılması daha uygun olmaz
mıydı; bunu yapmanızda fayda var diye düşünüyorum. Bu bahçeler sökülmesin;
çünkü, ileride, bu bahçeleri çocuklarımıza da gösteremeyecek duruma geleceğiz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kamacı.
Soru önergesi
cevaplandırılmıştır.
6.- Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden farklı inanç
gruplarına ödenek ayrılıp ayrılmayacağına ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru önergesi (6/304) ve Devlet Bakanı
Mehmet Aydın'ın cevabı
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.
Soru önergesini
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın,
Devlet Bakanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Aydın tarafından sözlü olarak
cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim. 11.3.2003
Ensar
Öğüt
Ardahan
1.- Ülkemizde yaşayan
insanlarımızın yüzde 99 civarı Müslüman kesimden oluşmaktadır; ancak, Müslüman
kesimden Alevî mezhebine mensup olan insanlarımız, büyük bir kesimi
oluşturmalarına rağmen, istedikleri gibi ibadet edememektedirler. Alevî kesimin
özgürce ibadet edebilmeleri için, bütçeden ödenek ayırmayı düşünüyor musunuz?
2.- Diyanet İşleri
Başkanlığına 778 trilyon civarında bütçe ayrılmıştır. Bu bütçeden, ülkemizde
yaşayan farklı inanç gruplarına ödenek ayırmayı düşünüyor musunuz?
3.- Diyanet İşleri
Başkanlığı, bir bütün olan İslam Dinini temsil etmektedir. Diyanet İşleri
kadrosunda, farklı inanç yapısına sahip insanlarımızdan kadrolu çalışanlar var
mıdır?
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
buyurun.
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyor, Ensar Öğüt Beye de, bu soru önergesini verdiği için teşekkür
ediyorum.
Bu soru, malumunuz olduğu
üzere, çok sık karşılaştığımız bir soru; yine, basında, diğer yayın
organlarında çok sık gördüğümüz, okuduğumuz bir soru; bu bakımdan, birkaç
cümleyle, Diyanet İşleri Başkanlığının konuyla ilgili durumunu ve tutumunu
ifade etmek istiyorum.
Evvela, işin yasal bir
yönü vardır, buna dikkatinizi çekmek istiyorum: Diyanet İşleri Başkanlığı,
Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak cumhuriyetimizle yaşıttır ve halen
uygulanmakta olan teşkilat yasası da, pek çok maddesi iptal edilmesine rağmen,
birkaç defa elden geçirilmiş olmasına rağmen, esas itibariyle, o günlerde
hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuş olan bir teşkilat yasasıdır. Bunun anlamı şu:
Bu teşkilat yasasına göre, Diyanet İşleri Başkanlığı, herhangi bir mezhep,
herhangi bir inanç, herhangi bir yorum farkı gözetmeksizin, halkımızın, itikat
(inanç) ibadet ve ahlak konularında bilgilendirilmesi ve bu bilgilendirilmeye
bağlı olarak, yine, kamu hizmeti olarak görülen din hizmetinin yerine
getirilmesiyle ilgili görevlendirilmiştir; Diyanet İşleri Başkanlığının temel
vazifesi budur.
Özellikle ibadet kısmıyla
ilgili konunun açılımında da şunu görüyoruz: Diyanet İşleri Başkanlığı, aynı
zamanda, camilerin ve mesacidin, yani, mescitlerin tanzim ve tedviriyle de
görevlidir; yani, hem onlara bakmak durumunda hem de onları yönetmek
durumundadır. Temel olarak, Diyanet İşleri Başkanlığının yaptığı hizmetin ana
çerçevesi budur ve bu ana çerçeve -tekrar ediyorum- mevcut olan, şu anda
yürürlükte olan, uyguladığımız teşkilat yasasına göre, herhangi bir yorum
farkını, herhangi bir mezhep farkını dikkate alarak hizmetini sunmuyor; bu
bakımdan da en son soruya cevap veremiyorum; yani, acaba, başka inanç
mensuplarından da Diyanet İşleri Başkanlığında çalışanlar var mıdır; evet,
vardır; ama, benim, bunlar için, Sünnîdir veya Alevîdir diye bir ayırım yapmam
hukuken mümkün değildir; çünkü, biz, bunları göreve alırken, o görevin
gerektirdiği şartları gözetiriz; ona soramayız biz.
Hatta, mesela,
arkadaşımız, haklı olarak, yaygın terimiyle "mezhep" diyor; aslında,
biz, mezhep kelimesini bile kullanmaktan sakınıyoruz; çünkü, Alevî
vatandaşlarımızın önemli bir kısmı, mezhep olarak adlandırılmayı da kabul
etmiyor. Dolayısıyla, herhangi birisi görev almak için Diyanet İşleri
Başkanlığına başvurduğunda, onun, normal olarak belirlenmiş, herkes için
geçerli olan temel özellikleri, temel şartları yerine getirip getirmediğine
bakıyoruz. Ona, mezhebiyle ilgili herhangi bir soru sormaya hakkımız yoktur;
sorduğumuz zaman da, zaten, hukuken ciddî bir hata işlemiş oluruz.
Tekrar ediyorum; mevcut
bütçe harcanırken, yine, aynı felsefeyi, aynı çerçeveyi dikkate alarak hizmeti
götürüyoruz. Yani, diyelim ki, bir köye din hizmeti götürülecekse, biz, o
köyün, Sünnî köyü mü Alevî köyü mü veya -biliyorsunuz, bazı bölgelerimizde
Şiîler de var- Şiî köyü mü, beldesi mi, bölgesi mi diye herhangi bir soru
soramayız, sormuyoruz. Dolayısıyla, bütçe harcamaları sırasında da, yine,
herhangi bir ayırıma gidilmiyor; ama, günümüzde tartışılan aktüel konuyu da görmezlikten
gelmiyorum elbette. Mesela, cemevlerine herhangi bir yardımın yapılıp
yapılmadığı meselesi çok sık gündeme geliyor. Başka bakımlardan cemevlerine
yardım yapılıp yapılmadığını, Diyanet İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı olarak
bilmiyorum; yani, bunlar, bir faaliyet olarak, acaba, belli yardımları alıyor
mu almıyor mu; aldığı zamanlar olmuştur, zaman zaman birtakım miktarlar da
telaffuz edilmiştir; ama, bunun, bugüne kadar, Diyanet İşleri bütçesiyle uzaktan
yakından hiç ilgisi olmamıştır.
Ancak, Diyanet İşleri
Başkanlığı, hizmetin bir parçası olarak, Türkiye'nin gerçek durumunu dikkate
alarak, özellikle bu yıldan itibaren -daha önce de birtakım hizmetler
görülmüştür- ilmî faaliyetlere, bilimsel araştırmalara daha fazla önem vermek
istiyoruz. Bu arada, en azından, ihmal edilmiş bir alan olarak görüyoruz.
Mesela, Alevî kaynaklarının ve dolayısıyla kültürünün eğitim ve öğretimi; o
konuda, sağlam bilgilere sahip olma bakımından orada bir ihmalin olduğu
kanaatindeyiz ve bunun giderilmesi için de, hakikaten, Diyanet İşleri
Başkanlığının, kendi yayın faaliyetlerinin bir bölümünde Alevîliğin ve
Bektaşîliğin ana kaynaklarının incelenmesi, araştırılması, o ana kaynakların
edisyon kritiğinin yapılarak kullanılır hale getirilmesi ve dolayısıyla,
İslamın o şekilde yorumlanmasının geniş toplum tarafından daha yakından
bilinmesi için birtakım çabaları vardır, projeleri vardır. Bu çabalar ve
projeler, ümit ediyorum, önümüzdeki yılın sonuna kadar olumlu sonuçlar
verecektir; ama, sorunun özünde saklı olan "mezhep ayırımı dikkate
alınarak bütçede herhangi bir harcama durumu söz konusu olacak mı"
sorusuna, hayır, zaten, bunu "Sünnî" adını koyarak da veya
"Alevî" adını koyarak da yapma imkânına sahip değiliz. Cumhuriyet
tarihinde de böyle bir şey hiç bugüne kadar olmamıştır. "Bu
olmamıştır" demek, bundan sonra Yüce Meclisin önüne bir set çekmek
anlamına gelmiyor. Biliyorsunuz, her türlü icraat hukukî bir temele göredir,
hukuka göredir, hukuk devletinin gereği budur ve halihazırdaki mevcut durum
böyledir; başka durumlarda, başka görevlerle başka kurumlar ilgilenebilir. Bu,
bizim şu anda cevaplandıracağımız, üzerinde duracağımız, açıkçası, bir soru da
değildir, bir konu da değildir; ama, halihazırdaki durumu zannediyorum bu kısa
konuşmamla açıklamış oluyorum.
Dikkatinize ve ilginize
teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Soru önergesi
cevaplandırılmıştır.
7.-
İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci'nin, İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle'deki
yeşil alanın yapılaşmaya açıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü
soru önergesi (6/305) ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.
Soru önergesini
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
İçişleri Bakanı tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini
saygılarımla arz ederim. 19.3.2003
Ahmet
Güryüz Ketenci
İstanbul
İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle'de
30 000 metrekarelik fidanlık ve 12
000 ağacın bulunduğu yeşil alan yok ediliyor. İstanbul'daki bazı rant
çevreleri, Bakırköy ve İstanbul Büyükşehir Belediyesini kullanarak,
Bakırköylülerin akciğerleri olan bu alan yapılanmaya açılıyor.
1- 30 000 metrekarelik
yeşil alanın yapılanmaya açılışı, 1/5 000 ve 1/1 000'lik planlara uygun mudur?
2- İlçenin tek yeşil
alanı, yani, akciğeri olan bu alanın yapılanmaya açılması konusunda
Bakanlığınız ne düşünmektedir?
3- Devlet Demiryollarına
ait söz konusu fidanlığın halka açık yeşil alan olarak kullanılması konusunda
Bakanlığınızın bir projesi var mıdır?
4- Bu eylem halkımız
adına uygun görülmüyorsa, ilgililer hakkında ne gibi işlem yapılması
düşünülmektedir?
5- Kuzey Anadolu fay
hattı üzerinde bulunan Bakırköyümüzde, bir deprem anında, burada yaşayan 277
000 insanın sığınacağı bir yer olarak düşünülmesi mümkün müdür?
BAŞKAN - Sayın Bakanım,
buyurun.
DEVLET BAKANI GÜLDAL
AKŞİT (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İstanbul Milletvekili
Sayın Ahmet Güryüz Ketenci'nin, İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle'deki yeşil alanın
yapılaşmaya açıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanımız tarafından
cevaplandırılmasını istediği sözlü soru önergesini cevaplandırmak üzere söz
almış bulunuyorum.
Uğur Dershanesi isimli
şirketin müracaatı üzerine, Bakırköy Kartaltepe Mahallesi, 22 pafta, 869 ada,
39 ve 117 parsellerin özel eğitim tesisleri alanına alınması, İstanbul
Büyükşehir Belediyesince uygun bulunarak, 4.12.2002 tarihinde tadilen
onaylanmıştır.
Esasen, sözü edilen
parsellerin, 19 Mart 1997 onaylı 1/1 000 ölçekli uygulama imar planında kısmen
park, kısmen meydan ve kısmen de yol alanında kaldığı anlaşılmaktadır. Yapılan
imar plan tadilatıyla 39 parselin, kısmen yeşil ve ağaçlandırılacak alan,
kısmen özel eğitim tesisi alanı, kısmen yol alanına; 117 parselin ise, özel
eğitim tesis alanına, kısmen yol, çok küçük bir bölümü de konut alanına
alınmıştır. Ayrıca, 39 ve 117 parseller TCDD Genel Müdürlüğünün mülkiyetinde
olup, Özel Uğur Dershanesi ile yap-işlet-devlet modeline göre sözleşme
imzalandığı belirtilmiştir.
Malumları olduğu üzere,
imar planı yapılması, 3194 sayılı Kanuna göre, belediye sınırları içinde
belediyelere ait bir yetkidir. Yasal uygulamaya göre, imar plan tadilatları,
onay tarihinden itibaren bir ay süreyle ilan edilmektedir. Askı süresinde bu
planlara yapılacak itirazlar, yine, aynı kanuna göre, belediye meclisince onbeş
gün içinde kesin karara bağlanmaktadır. Tamamen belediyelerin yetkisinde olan
bu konuda, Bakanlığımıza intikal eden bir şikâyet bulunmamaktadır.
Ayrıca, imar plan tadilatlarına
karşı, ilgililerin, yasal süreler içinde kalmak kaydıyla, idarî yargı yerlerine
müracaat haklarının bulunduğunu da belirtmeyi yararlı buluyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Sayın Ketenci?..
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ
(İstanbul) - Lütfederseniz efendim...
BAŞKAN -Sayın Ketenci,
buyurun.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, tabiî, prosedürü
anlattı Sayın Bakan, benim sorularıma cevap yok. Tabiî, bu yetkinin
belediyelerde olduğunu hepimiz biliyoruz; imar değişikliklerini Bakanlık
yapacak değil, belediyeler yapar; onu biliyoruz.
Bakın, şimdi, buranın
şöyle bir özelliği var: Burada, yalnız Cumhuriyet Halk Partililer değil, Adalet
ve Kalkınma Partili arkadaşlar da, yerel ilçe yönetimleri de bu iş için kavga
verdiler; yalnız Cumhuriyet Halk Partililer vermedi bu kavgayı; ama, herhalde,
Sayın Bakanın bu konuda bilgisi yok. Bu mesele, bizim yolsuzlukları araştırma
komisyonuna geldi, raporda yerini aldı.
Burada üzerinde durulması
gereken mesele şudur: Bakanlık, bu araziyi, 30 dönümlük bu yeşil alanı, içinde
12 000 tane ağaç olan bu yeşil alanı, belli amaca yönelik olarak Devlet
Demiryolları Genel Müdürlüğüne tahsis etmiş ve demiş ki, burada yetiştireceğin
ağacı, tren rayları boyunca dikeceksin, yeşillendireceksin; bu amaca yönelik
vermiş.
Şimdi, yapılan şudur:
Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü -bu, 2000 yılında oldu- bu amacı aşarak,
sanki Devlet Demiryollarının gayrimenkullerini değerlendiriyormuş adı altında,
bu eğitim kurumuna... Ben, ismini söylemek istemiyorum; çünkü, o eğitim kurumu,
bilinen, bu doğrultuda daha başka sabıkaları da olan bir eğitim kurumudur.
Kıraç Beldesinde 260 dönümlük araziyi elinden zor bela kurtardık, o zamanın
Maliye Bakanı Sayın Zekeriya Temizel'in duyarlı davranışıyla zor bela
kurtardık. Bu eğitim kurumu, bilinen, sabıkalı bir eğitim kurumudur.
Sonuç itibariyle, burası,
bir yeşil alan, Bakırköy'ün merkezindeki bir yeşil alan. Zaten, bu belediyeler
nedeniyle yeşil alanların çokça talan edildiği ve yüzde 25 olan inşaat oturma
alanının yüzde 90'la yapıldığı Florya'da, Yeşilköy'de, Yeşilyurt'ta... Bunlar,
pek çok milletvekili arkadaşımız tarafından biliniyor. Maalesef, bütün
uyarılara rağmen...
Biz, yerel
yönetimlerle ilgili olarak, burada, yolsuzlukları araştırma komisyonunda
tartışırken, pek çok bilgi ve belgenin sumenlerin altında olduğunu boşuna
söylemedik, bu belediyelerle ilgili, yani, Bakırköy Belediyesiyle ilgili ve
Anakent Belediyesiyle ilgili. Maalesef, bu yeşil alan, onsekiz aylık bir inşaat
süresi ve ondokuz yıllığına, yap-işlet-devret modeliyle bırakıldı. Sonunda,
Anakent tarafından verilen bu imar izni, bizim baskılarımızla iptal edildi;
oradaki sivil toplum örgütlerinin duyarlı davranışlarıyla, Cumhuriyet Halk
Partisi ilçe biriminin, Adalet ve Kalkınma Partisi ilçe biriminin gayretleriyle
iptal edildi Sayın Bakan. Bizim komisyonumuzun raporunda da mevcuttur.
Bu konuya sizin duyarlı
bakmanızı diliyorum; bütün mesele bundan ibarettir.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ketenci.
Soru önergesi
cevaplandırılmıştır.
8.- Ankara
Milletvekili İsmail Değerli'nin, verem hastalarının aşı, ilaç ve tedavilerine
ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/306)
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.
Sorunun görüşülmesi
ertelenmiştir.
9.-
Zonguldak Milletvekili Nadir Saraç'ın, Kamu İhale Kanunu uygulamalarında orman
köylülerinin mağdur edildiği iddiasına ilişkin Orman Bakanından sözlü soru
önergesi (6/308)
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.
Sorunun görüşülmesi
ertelenmiştir.
10.- Niğde
Milletvekili Orhan Eraslan'ın, şekerpancarı üretimine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/310) ve Devlet Bakanı Kürşad
Tüzmen'in cevabı
BAŞKAN - Soruyu
cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.
Soru önergesini
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın
Tarım Bakanı Sayın Sami Güçlü tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için
gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Orhan
Eraslan
Niğde
Türkiye, dünyanın
bellibaşlı şekerpancarı üreten ülkelerinden olup, milyonlarca çiftçi ailesi
geçimini şekerpancarından sağlamaktadır.
Şekerpancarı sadece şeker
sanayii açısından değil, aynı zamanda hayvancılık bakımından da önemli bir yem
bitkisi olma özelliğine sahiptir.
Hükümetin 2002 yılında 13
500 000 ton olan üretim kotasını 2003 yılı için 10 300 000 tona düşürmesi
çiftçilerimizi endişeye sevk etmiş, haklı tepkisine yol açmıştır.
Soru 1: Satacağı ürünü
giderek azaltılan ve şekerpancarı dışında alternatif üretime sahip olmayan
çiftçilerimizin mağduriyetinin önlenmesi için ne gibi tedbirler almaktasınız?
Soru 2: Bu uygulamaların
devamıyla şeker fabrikalarımızın kapanması dahi gündeme gelebilecektir.
Fabrikaların geleceği konusunda bir planlama yapılmakta mıdır?
Soru 3: Şekerpancarı
küspesi azlığı nedeniyle doğacak kabayem açığını ne şekilde kapatmayı
düşünüyorsunuz?
BAŞKAN - Sayın Bakan,
buyurun.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD
TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Niğde Milletvekili
Sayın Orhan Eraslan'ın verdiği, şekerpancarı üretimine ilişkin sözlü soru
önergesine cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum.
Ülkemizin şeker
üretimindeki ana politikası, içtalebin yurtiçi üretimle karşılanması şeklinde
belirlenmiştir.
Ülkemizde, pancar
üretiminde, uzun yıllardan beri, fiyat ve destek mekanizmalarıyla arz-talep
dengelenmeye çalışılmış; ancak, istenilen sonuca ulaşılamamıştır. Bunun
sonucunda, ülkemiz, dönemsel olarak, şeker ithalatçısı ya da ihracatçısı
olmuştur. Bazı dönemlerde, oluşan stoklar, malî yapıyı olumsuz etkilemiş,
üretici ve tüketici aleyhine önemli sonuçlar doğurmuş ve dışpazarlardaki
imajımız zedelenmiştir. Ayrıca, ihracatın, hazine desteğine -görev zararı-
ihtiyaç göstermesi finansman yönünden önemli sorunlar yaratmış; ithalatta ise,
kalite ve miktar kontrol edilememiş, piyasada, ikili fiyat, haksız rekabet ve
haksız kazançların yaşandığı dönemler olmuştur.
Bu nedenlerle, şeker
üretiminde istikrarı ve arz-talep dengesini sağlamak, stoklardan gelen kamu
finansman yükünü azaltmak, üreticilere düzenli bir gelir temin etmek gayesiyle,
uluslararası yükümlülükler çerçevesinde öngörülen tarım politikalarına uyum
yönünde, 1998 yılından itibaren, şekerpancarı üretiminde, kotalı üretim ve
kademeli fiyatlandırma uygulaması başlamıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 6747 sayılı Şeker Kanunu 19 Nisan 2001 tarihinde yürürlükten
kaldırılmış ve yerine, 4634 sayılı Şeker Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu kanun
kapsamında, Şeker Kurumu ve Şeker Kurumunun karar organı niteliğinde olan Şeker
Kurulu oluşturulmuştur. 4634 sayılı Şeker Kanununa göre, şirketlerin şeker
kotaları, yurtiçi şeker talebi, fabrikaların işleme ve şeker üretim
kapasiteleri gözönünde bulundurularak, Şeker Kurulu tarafından, beşer yıllık dönemler
halinde belirlenmektedir. Pancar üretim kotaları ise, Şeker Kurulunca tahsis
edilen şeker kotaları ile pazarlama yılı başı şeker stok durumu dikkate
alınarak tespit edilmektedir.
Şeker Fabrikaları Genel
Müdürlüğünce, 2002-2003 kampanya döneminde, üreticilerden 12 123 000 ton pancar
satın alınmış, 2003-2004 yılı için ise 10 300 000 ton kota tahsis edilmiştir.
Tahsis edilen bu kota miktarı, 2002 yılında satın alınan pancara göre, ülke
genelinde, yüzde 15 oranında azalmayı ifade etmektedir.
Şeker fabrikalarının
kapatılması söz konusu olmayıp, ekonomik olmayan fabrikalar, Yüksek Planlama
Kurulu kararı çerçevesinde, özelleştirme kapsamında değerlendirilecektir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kota uygulamasından zarar gören pancar üreticilerinin
mağduriyetlerini gidermeye matuf, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Tarım ve
Köyişleri Bakanlığımız tarafından yürütülecek "Şekerpancarı Kotaları ve
Telafi Edici Ödeme Sistemi" 1 Nisan 2003 tarihinde imzalanan bir protokol
ile hayata geçirilmiştir.
Yeni uygulama ile,
üreticilerimize Şekerpancarı Kotaları ve Telafi Edici Ödeme Sistemi ile, 2002
ürün yılında, satın alınan pancar miktarı kadar, 2003 yılında da sözleşmeli
üretim yapabilmeleri için iki ayrı seçenek önerilmektedir.
Bunlardan birincisi; 2003
yılında, 2002 yılına göre pancar ekim alanları daraltılan üreticilerin talep
etmeleri halinde, ihracata yönelik C şekeri üretimi için pancar üretebilecek
olmalarıdır. C şekeri üretimi için pancar üretmek isteyen üreticilerimize, 2003
yılı ürünü için belirlenecek A kotası pancar fiyatının yüzde 40'ını aşmamak
üzere ödeme yapılacaktır.
İkinci seçenek ise, C
şekeri üretimi için pancar üretmek istemeyen üreticilerin Tarım ve Köyişleri
Bakanlığımız tarafından, alternatif ürün üretimine yönlendirilmesidir.
Şekerpancarı kota fazlası olan 440 000 dekar alanda, şeker pancarı üreticilerine
önerilecek, ülkemizin ihtiyacı olan, alternatif ürün kapsamındaki mısır,
ayçiçeği, soya fasulyesi, kanola ve yem bitkisi ekimi yapmaları halinde destek
olunması yönündeki çalışmalar Bakanlığımızca tamamlanmış olup, bu çerçevede
alternatif ürün olarak mısır yetiştiren üreticilere dekar başına 132 000 000
TL, ayçiçeği yetiştiren üreticilere dekar başına 126 000 000 Türk Lirası, soya
yetiştiren üreticilere dekar başına 116 000 000 Türk Lirası ve çokyıllık yem bitkisi
yetiştiren üreticilere dekar başına 94 000 000 Türk Lirası ödenecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
DEVLET BAKANI KÜRŞAD
TÜZMEN (Devamla)- Görüldüğü gibi, şekerpancarı alanlarının daraltılmasıyla
oluşabilecek kabayem açığının giderilmesi için bu alanlarda yem bitkileri
ekilişi destekleme kapsamında bulunmaktadır. Ayrıca, yine Bakanlığımızca
uygulanmakta olan 2000/467 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına ek, hayvancılığın
desteklenmesi hakkında 2.5.2003 tarihli karar kapsamında, yem bitkileri üretimi
ülke çapında desteklenmekte olup, bu uygulamayla son yıllarda yem bitkileri
ekiliş alanlarında önemli gelişmelerin sağlandığı ortadadır.
Söz konusu ekkarara göre,
yem bitkileri üretimi yapmak üzere, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı il, ilçe
müdürlüklerine başvuran üreticilere nakliye, ilaç ve gübre bedelleri hariç,
çokyıllık yem bitkileri ekilişinde birinci yıl yatırım giderleri ve uygun
görülen işletme giderlerinin yüzde 35'i, ekiliş alanlarıyla uyumlu alet ve
makine alım giderlerinin yüzde 30'u; tekyıllık yem bitkilerinde ise, işletme
giderlerinin ekiliş alanlarıyla uyumlu alet ve makine alım giderlerinin yüzde
20'si ödenmektedir. Yem bitkilerinin desteklenmesi amacıyla, Bakanlığımızın
2003 yılı bütçesine 70 trilyon lira ödenek konulmuştur.
Ayrıca, tespit ve tahdit
çalışmaları tamamlanan meralarda ıslah çalışmalarına başlanılmıştır. Bu amaçla,
Bakanlığımızca 82 adet proje uygulamaya konulmuştur. Bu yıl içerisinde tespit,
tahdit ve ıslah çalışmaları için il müdürlükleri ve araştırma enstitülerine 35
trilyon lira kaynak aktarılmıştır. Bununla birlikte, ıslah çalışmalarıyla
ilgili yetki taşraya devredilmiş ve işlemler hızlandırılmıştır.
Bu durumda,
üreticilerimiz, yetiştirdikleri alternatif ürünlerini, A kotası
şekerpancarından elde edecekleri gelir düzeyinde değerlendirmiş olacaklardır.
Bakanlığımız tarafından
yapılacak söz konusu telafi edici ödeme, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim
Şirketi tarafından, üretici kayıt bilgileri doğrultusunda yapılacaktır.
Bu suretle, arz fazlası
üretim yapılan pancar ekim alanları ekonomiye kazandırılacak, üreticilerimizin
gelir düzeyi korunacak ve ithalat yoluyla karşılamakta olduğumuz bazı tarımsal
ürünlerin yerli üretimle karşılanması teşvik edilmiş olacaktır.
Ayrıca, halen
uygulanmakta olan yem desteğine ilaveten, ülkemizin kabayem açığının
kapatılması yönünde yeni bir adım daha atılmış olacaktır.
Arz ederim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
Buyurun, Sayın Eraslan.
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Efendim, sorularımdan bir tanesi cevaplanmadı; hâlâ sorumun cevabını alabilmiş
değilim.
İkinci sorum da "bu
uygulamaların devamıyla şeker fabrikalarımızın kapanması dahi gündeme
gelebilecektir. Fabrikaların geleceği konusunda bir planlama yapılmakta mıdır
demiştim. Ne yazık ki, bu soruya net bir yanıt verilmedi.
Uygulamada şöyle bir
durum söz konusu: 120 gün olan kampanya süresi 95 güne düşürülerek bu soruna
çözüm bulunmaya çalışılmaktadır; ama, 120 günlük kampanya süresinin 95 güne
düşürülmesi de sorunu çözmemekte, bir başka sorunu gündeme getirmektedir. Şöyle
ki; bilindiği üzere, yıllık 120 günden az sigorta primi ödenen kişilerin tedavi
giderleri karşılanamamakta ve dolayısıyla, binlerce şeker işçimiz perişan
olmaktadır; birinci sorun bu.
İkincisi; AKP İktidarı,
seçim öncesi, pancardaki kotanın kaldırılacağı, hiçbir kota sınırlamasının
yapılmayacağı taahhüdünde bulunmuştu. Anlaşıldığı kadarıyla, bundan dönülmüş
görünüyor; fakat, bu dönme, açık açık ilan edilmek yerine, dolaylı bir biçimde
anlatılıyor.
Üçüncüsü, bununla bağlantılı
olarak, 2004 yılında ne olacak? Bu kota indirilmeye devam edilecek mi? Bu
soruların cevabını da almak isterim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Eraslan.
Sayın Bakanım, bu
konulara ekleyeceğiniz bir husus var mı?
DEVLET BAKANI KÜRŞAD
TÜZMEN (Gaziantep) - Yok.
BAŞKAN - Soru önergesi
cevaplandırılmıştır.
Sayın milletvekilleri,
sözlü soru önergelerinin görüşmeleri tamamlanmıştır.
Birleşime 10 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati: 17.06
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.17
BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Türkân MİÇOOĞULLARI
(İzmir)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Gündemin "Genel
Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına
geçiyoruz.
Bu kısmın 1 inci
sırasında yer alan, Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar ve 26
milletvekilinin, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu yararına çalışan vakıf, dernek
gibi kuruluşlarda bağış adı altında toplanan malî kaynağın araştırılması
amacıyla; 9 uncu sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili Azmi Ateş ve 100
milletvekilinin, kamu vakıfları ile kamu bünyesinde kurulu dernek ve
yardımlaşma sandıkları konusunun araştırılarak, bu oluşumlardan kaynaklanan
sorunların çözümü için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla,
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin birlikte yapılacak öngörüşmelerine
başlıyoruz.
VI.-
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS
ARAŞTIRMASI
A)
ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Denizli
Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar ve 26 milletvekilinin, kamu kurum ve
kuruluşları ile kamu yararına çalışan vakıf, dernek gibi kuruluşlarda bağış adı
altında toplanan malî kaynağın araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/12)
2.-
İstanbul Milletvekili Azmi Ateş ve 100 milletvekilinin, kamu vakıfları ile kamu
bünyesinde kurulu dernek ve yardımlaşma sandıkları konusunun araştırılarak, bu
oluşumlardan kaynaklanan sorunların çözümü için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/28)
BAŞKAN - Hükümet?..
Burada.
Meclis araştırması
önergeleri, Genel Kurulun 26.12.2002 tarihli 16 ncı, 28.1.2003 tarihli 27 nci
Birleşimlerinde okunduğundan, tekrar okutmuyorum.
İçtüzüğümüze göre, Meclis
araştırması açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti
gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahiplerine veya onların göstereceği
bir diğer imza sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri, hükümet
ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.
OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın
Başkan, CHP Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Uğur Neşşar
konuşacak.
BAŞKAN - Peki.
Hükümet adına, Devlet
Bakanı Sayın Mehmet Aydın; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI MEHMET
AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4721 sayılı Türk Medenî
Kanununda "kamu vakfı" terimi veya konsepti açıkça tarif edilmemekle
ve bir ayırıma gidilmemekle birlikte, genellikle, kamuoyunda "yeni kamu
vakıfları" olarak adlandırılan vakıflar, kamu çalışanları tarafından ve
çok kere de üst düzey bürokratlarca kurulan Türk Medenî Kanununa tâbi
vakıflardır. Yine, hepinizin bildiği gibi, bu vakıflar, bir anlamda, bizim
klasik diyebileceğimiz geleneksel vakıflara benziyor; ama, önemli ölçüde her
iki vakıf arasında -yani, bizim, Selçuklu, Osmanlı döneminden beri aşina
olduğumuz vakıflarla bu yeni kamu vakıfları arasında- önemli farklılıkların
olduğunu da biliyoruz.
Türk idarî yapısının
özelliğinden kaynaklanan sınırlamalardan kurtulma, kamu hizmetlerini yeterli,
yaygın ve kaliteli olarak topluma sunabilme, bu nedenle ihtiyaç duyulan kaynak
sorununu aşabilme ve kolay harcama yapabilme imkânlarına kavuşmak için, kamu
yöneticileri, vakıflardan, vakıf anlayışından yararlanma yoluna gitmişler;
toplumumuzun geleneğinde ve zaten kamu vicdanında özel bir yeri olan, özünde
yardımlaşma duygusu, niyet ve faaliyeti bulunan vakıf kurumunun benzerlerini
kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde oluşturmaya başlamışlar; böylece,
kısıtlı bütçe imkânlarıyla yapamadıkları kamu hizmetlerinin en azından bir
kısmını yapmaya çalışmışlardır.
Bakanlıklar, belediyeler,
valilikler, üniversiteler, hastaneler, meslek odaları, eğitim kurumları ve
diğer kamu kurum ve kuruluşları bünyesinde kurulan vakıfların sayısı zamanla
hızlı bir şekilde artmış; bu vakıfların idare organları genellikle kurum
içindeki belli makamlara atanan bürokratların katılımıyla oluşturulmuş; vakıf
başkanlığıysa, yine, genellikle, kurumun en üst düzey yöneticisi tarafından
yürütülmüştür. Bu şekilde, üst düzey yöneticilerin değişmesiyle vakıf
yöneticilerinin de değişmesi temin edilerek, kurum ile vakıf arasında uyum
sağlanmak ve vakıf yönetiminin zafiyete düşmesi engellenmek istenmiştir.
Birkısım vakıflarda ise, dönemin üst düzey yöneticileri ismen yer almış,
görevleri sona ermesine rağmen, kamu kaynaklarının kullanımıyla kurulan ve
gelişen vakıftaki görevlerini devam ettirmişler ve bu vakıflar da, bu bakımdan,
bazen, kamudan ve kamu yararından koparılmış ve birtakım şahsî hizmetlere alet
edilen vakıflar haline de dönüşmüşlerdir; hepsi değil, bir kısmı.
Kamu kurum ve kuruluşları
bünyelerinde kurulan vakıfların yöneticilerinin aynı zamanda üst düzey bürokrat
olması kurum ile vakıf arasında bir tür uyum sağlarken, bir yandan da -vakfın-
kamu gücünün kullanılmasının yolunu açmıştır. Kamu vakfı olarak adlandırılan ve
halen 608 adet olan bu vakıfların kahir ekseriyetinde genel olarak aşağıdaki
özellikler gözlemlenmektedir:
Kamu kurum ve
kuruluşlarının çok kere ismini taşımaktadırlar; hizmet binaları ve müştemilatı
kullanılmak suretiyle faaliyet göstermektedirler; kamunun araç ve gereci
genellikle kullanılmaktadır; kamunun sunduğu hizmetlerle ilgili olarak gerçek
ve tüzelkişilerden ücret, bağış, katkı payı ve benzeri adlar altında karşılık
almaktadırlar; kamu kurum ve kuruluşları bu vakıflardan ihalesiz ve ilansız mal
ve hizmet satın almaktadırlar. Yine, kamuda çalışanlar çok kere görev
unvanlarını kullanarak vakıflarda da görev almakta ve görevlerine devam
etmektedirler. Kamu görevlileri, vakıftaki görevleri dolayısıyla ücret, huzur
hakkı ve benzeri yararlar sağlamaktadırlar. Kamu görevlileri, yardım toplama ve
bağış kabul etme hizmetlerinde de, yine, çalışmaktadırlar. Kamu kurum ve
kuruluşları bütçelerinden bu vakıflara önemli ölçüde kaynak aktarılmaktadır.
Yayımlanan tebliğ ve
genelgelere, yapılan denetimlere rağmen, kamu kurumları bünyesindeki bu vakıfların,
vatandaşların şikâyetine yol açan çeşitli uygulamalarının olduğunu hepimiz
biliyoruz. Özellikle de kamu kurumlarından kaynak aktarılma konusu, uzun
zamandan beri şikâyete konu olmaktadır. Bu nedenle, yapılacak düzenlemenin en
üst hukukî norm olan kanun olarak yapılanmasının, şikâyet ve sorunlara yol açan
uygulamalara son vermek açısından etkili olacağı düşünülerek bir kanun
tasarısının hazırlandığını ve bunun, Türkiye Büyük Millet Meclisine verildiğini
yine biliyorsunuz.
Yeni gelen bu tasarı
hakkında da birkaç cümleyle bilgi vermek istiyorum. Dernek ve vakıflar, kamu
kurum ve kuruluşlarının ismini bundan böyle -eğer yasalaşma gerçekleşirse-
alamayacaklar; hizmet binalarını ve müştemilatını kullanarak faaliyet
gösteremeyecekler; kamu araç ve gereçlerini kullanamayacaklar; kamunun sunduğu
hizmetlerle ilgili olarak gerçek ve tüzelkişilerden ücret, bağış, katkı payı ve
benzeri adlar altında herhangi bir karşılık alamayacaklar; kamu kurum ve
kuruluşları bu vakıflardan ihalesiz ve ilansız mal ve hizmet satın alma
cihetine gidemeyecekler; kamu görevlileri, dernek ve vakıf organlarında görev
unvanlarını kullanarak vazife alamayacaklar; yine, kamu görevlileri vakıf ve
derneklerdeki görevleri dolayısıyla herhangi bir ücret, huzur hakkı vesaire
alamayacaklar; yardım toplama, bağış ve kabul hizmetlerinde de
çalışamayacaklar, çalıştırılamayacaklardır. Ayrıca, kamu kurum ve kuruluşları
bütçesinden bu vakıflara kaynak aktarılması uygulamasına da kesinlikle son
verilecektir.
Tasarı, ayrıca,
yukarıdaki şartlara uymayanlarla ilgili birtakım cezalar da öngörmektedir.
Kanuna aykırı hareket eden kamu görevlileri ile yöneticileri, üç aydan bir yıla
kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilecekler, kanuna aykırı hareket eden
dernek ve vakıf yöneticileri görevlerinden alınabilecek, kanuna aykırı
işlemleri tespit edilen dernek ve vakıflar hemen kapatılacak, mal varlıkları
ilgili kurumlara devredilecektir.
Bugün, yukarıda
özelliklerini saydığım kamu vakıflarının sayısı 608 adettir -daha önce
söyledim- bunlardan bir kısmı, 80 civarında vakıf hâlâ bugüne kadar istenilen
bilgileri gönderememişlerdir. Dolayısıyla, bazı vakıflarda ciddî birtakım
sorunların olduğunu biliyoruz ve biz Hükümet olarak, bu bakımdan, bir Meclis
araştırmasının yerinde olacağını ve çalışmalarımızda, ayrıca, bunun yarar
sağlayacağını da tahmin ve ümit ediyoruz. Bu bakımdan da önergenin lehinde oy
vereceğimizi veya öyle bir düşüncede olduğumuzu ifade etmek istiyor; Sayın
Başkanı ve siz değerli milletvekillerini, tekrar, saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Uğur Neşşar; buyurun.
Süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA MEHMET
UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kamu kurum ve
kuruluşlarında ya da kamu yararına çalışan vakıf, dernek ve benzeri
kuruluşların kamuda yaygınlığı, toplanan paraların ulaştığı rakamlar ile
sağlanan bu kaynakların kimler ve hangi amaçlar için harcandığının belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılması için vermiş olduğumuz önerge
doğrultusunda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri,
aslında, konu, biraz önce Sayın Bakanın da dediği gibi, her iki grubun da
desteklediği, halledilmesini istediği bir konu. Biz, burada, kendi
düşüncelerimizi, kendi bakış açımızdan tartışmak istiyoruz.
Sultan III. Murat, 26
Ocak 1586 tarihli fermanında şöyle buyuruyor: "İstanbul Kadısına emirdir:
Vakıfların durumu pek iyi değildir; zira, mütevelliler ve diğer görevliler,
parası olan vakıfların gelirleriyle yiyip içmekte, her şeyi harap
etmektedirler. Dolayısıyla, vakıfların ne durumda bulunduklarının ortaya
çıkarılması için sıkı bir teftiş gerekmektedir." Aslında, biz, herhalde,
bugün, Sultanın 417 yıl önce vermiş olduğu fermanın gereğini yerine getirmek
için burada bulunuyoruz. Sultan devam ediyor: "İstanbul'da vakıf parası
yiyenlerin hakkından gelesiniz." Tabiî ki, kişisel olarak, bu geçtiğimiz
417 yıl içerisinde, ülkemizde çok fazla değişikliğin de olmadığını görmekten
rahatsızlık duyuyorum. Sayın Bakan çok güzel özetledi; belki, biraz da biz
vurgulayacağız.
Vakıflar, İslam dininin
çok güzel bir geleneği; Hazreti Muhammed'den beri devam ediyor, yaygın
örneklerine rastlanıyor ve Osmanlının güçlü devirlerinde de varlıklı olanların,
parası olanların, fakire fukaraya hizmet ettiği, yardım götürdüğü, karşılık
beklemeden hizmet verdiği kuruluşlar olarak anılıyorlar, biliniyorlar, devlete
destek olmuş kurumlar olarak biliniyorlar; tabiî ki, biz de, bunlardan
memnuniyet duyuyoruz. Bildiğiniz gibi, bu vakıfların uzantıları da günümüze
kadar geliyor; ama, yine, hepimizin bildiği gibi, devlet yapısının ve
otoritenin zayıflamaya başladığı ve genel ahlakın düşmeye başladığı dönemlerde,
maalesef, bu vakıflar, gerçek amaçlarından sapıyorlar ve yurttaşların kanını
emen canavarlara dönüyorlar. Sultan Murat bunun da farkında; bakın, fermanında
şöyle devam ediyor: "Bu vakfın şartları ileride bozulup değiştirilecek
olursa, sorumluları, yerleri ve gökleri ve bizleri yoktan var eden ve bunca
nimetleri ihsan buyuran şanı yüce Allah'ın kahrına ve gazabına uğrasın, dünyada
ve ahrette rahat yüzü görmesin, iki cihanda rezaletten kurtulmasın, meleklerin,
yerlerin ve göklerin laneti onun üzerine olsun, cehennemin dibini
boylasın." Tabiî, Sultan, o zamanki şartlarda olaya bakıyor ve tepkisini
dile getiriyor; bizler, hepinizin de takdir edeceği gibi, bugünkü şartlarda,
hukuk çerçevesinde, sakıncaları olan, vakıfların yanlış uygulamalarını ortaya
koyup, gereğini yasalar çerçevesinde yapmak için burada bulunuyoruz.
Ülkemizde, 1980'den
sonra, biliyorsunuz, bu vakıfların sayısı hızla artmıştır; ama, aynı hızla
yozlaştığını da biliyoruz. Özellikle, ileride çok tartışılacak bu 1980 sonrası
dönemde, 12 Eylül darbesiyle sindirilmiş ve tepki verme gücü ortadan
kaldırılmış sivil toplumun da tepkisizliğinden yararlanılarak, hızla
yozlaştırılan bir dönem, bir yapılanma ülkemize dayattırıldı biliyorsunuz. Bu
dönemde, vakıflar da paylarına düşeni aldılar; onlar da, hızla yaygınlaştılar
ve bu yolsuzluk düzeninin parçası olarak sistem içerisinde yerlerini aldılar.
Sayın milletvekilleri,
biz, burada, vakıf kurumunu hedef almıyoruz. Aksine, vakıfların, özellikle
çağdaş kamu yönetimi ve sosyal devlet anlayışının henüz gelişmediği çağlarda
çok önemli bir dayanışma örneği olduğuna
ve bu güzelliğiyle de korunması gerektiğine inanıyoruz. Tabiî, bugün -orada
ben, Sayın Bakanla belki aynı fikirde değilim- artık, bugünkü bütçe
yapılanması, kamu yönetimi koşulları içerisinde, bugünün şartları içerisinde
devletin işini yapması için artık vakıflara ihtiyacı yok; ben böyle
düşünüyorum; ama, kültürümüzün bu güzel örneğinin de bu kirlenmişlikten
kurtarılması, bunun için de, kimler tarafından ve nasıl kullanıldığının, nasıl
yozlaştırıldığının ortaya konulmasını istiyoruz, sömürüye alet olmaktan
çıkarılmasını istiyoruz.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; biliyorsunuz, vakıf kavramının temelinde, verme fikri var,
karşılıksız verme düşüncesi. Oysaki, bizdeki uygulamalar, bırakınız karşılıksız
vermeyi, devlet aracılığıyla, devlet destekli, devlet tarafından beslenen özel
vakıf anlayışıyla yürütülmekte. Biraz önce Sayın Bakanım da dile getirdi bunun
örneklerini; kamuya ait alanlar kullandırılıyor, kamu kaynakları aktarılıyor,
kamunun memurları emirlerine tahsis ediliyor. Aslına bakarsanız, yapılan şey,
yapılmak istenen şey ve maalesef fiilen yürüyen şey de, devletin içerisinde,
devlete rağmen bir alternatif mekanizmanın oluşturulmasıdır. Bu yolla devlet
tahrip ediliyor ve yurttaşlardan zorla para toplayan bir mekanizma oluşturulmuş
oluyor. Bildiğiniz gibi -örneklerini çok fazla uzatmayacağım- okula
kaydolmaktan, üniversiteye yatay geçişe, hastanelerde muayene sırası almaktan
röntgen çektirmeye kadar her şeyi bağış yaparak halletmek zorundayız. En
acıklısı da, cenaze işlemleri bile, maalesef, günümüzde, kamu kurumlarında
bağışla yapılıyor. Yani, doğarken bağış yapıyoruz, ölürken bağış yapmak zorunda
bırakılıyoruz ve maalesef, yine hepimizin bildiği gibi, bu kuruluşlar, kamu
kurumları içerisinde çalışırken âdeta mafya benzeri yöntemlerle çalışıyorlar.
Yani, o kamu kuruluşunda iş yapacaksanız, gereken malzemeyi, örneğin bir
dosyayı vakıftan almazsanız işiniz görülmüyor, vakfa para yatırmazsanız işiniz
görülmüyor, üreticinin ürün çekleri verilmiyor, firmaların hakedişleri
ödenmiyor, illaki vakfa bir bağış yapılması gerekiyor. Daha da ötesi, daha da
acıklısı, hepimizin bildiği gibi, bazı kurum ve kuruluşlarda, bunun suç
olduğunu çok iyi bilen yöneticiler, bu parayı alırken, yurttaşlardan bir de
"vakfa bu bağışı kendi rızamla yaptım, baskıyla yapmadım" diye belge
de alıyorlar. Bunun da örneklerini, değişik kamu kuruluşlarında hepimiz
biliyoruz.
Aslında, yurttaşlarımız
bu paraları vermek istemiyorlar; ama, işlerini gördürmek için de vermek zorunda
kalıyorlar. Hepimiz, seçim meydanlarında bunun için söz verdik. Bugün de,
zannediyorum, her iki grup olarak, bu verdiğimiz sözün gereğini yerine
getireceğiz.
Bakanımla -sunumda belki
yanlış anlamışımdır, ama- aynı fikirde olmadığımı düşündüğüm bir konu var.
Devletin yetemediği bazı yerlerin, devletin bazı eksikliklerinin, bu kurumlar
aracılığıyla tamamlanmasına sanki sıcak bakıyormuş gibi bir izlenim aldım Sayın
Bakanımdan. Oysaki, demin de belirttiğim gibi, çağdaş kamu işletmeciliği ve
bütçe işlemleri sırasında, artık günümüzde böyle yan kuruluşlara, destek
kuruluşlara ihtiyaç yok. Varsa eğer, gönüllü vakıfların, kendiliklerinden,
içlerinden gelen bazı katkıları yapmaları son derece doğal, ama, bunların,
artık devletin işini görmesi için bulunmaları gerekmiyor. Oysaki, zorla gasp edilen
bu paraların toplanma biçimi nasıl yanlışsa, harcanma biçimi ve alanlarında da
uygunsuz ve tehlikeli örnekler sergileniyor. Bu yolla, maalesef, bütçe
talimatnamesi dışına çıkılıyor, bütçenin izin vermediği bazı giderlerin
sağlanması için bu vakıf kaynakları kullanılıyor, bütçe by-pass ediliyor. Bu
da, toplanan bu paraları, harcayanların, kimi zaman keyfî, kimi zaman da,
maalesef kendi takdirleriyle sınırladıkları boyutta yolsuzca kullanılmalarına
neden oluyor.
Denetimsiz ve kişilerin
ellerine terk edilen kaynakların ne zaman ve ne amaçla kullanılacağını önceden
kestirmek olanaksızdır. Kaldı ki, buna yol açan, buna izin veren yöneticilerin
de, bu konuda müteselsilen sorumlu olması gerektiğini düşünüyorum.
Bu nedenle, sizlerin de
katkısıyla, hiç olmazsa ibreti âlem için
-madem bundan sonraki uygulamalar yasayla engellenecek- biz geçmişte yapılanları ortaya koyalım; bu
işin, geçmişte, ne boyutlara kadar çıktığını görelim; dolayısıyla, geçmişin
hesabını da sorabilmek için mutlaka Meclis araştırmasını açalım diyoruz.
Yüce Meclisin sayın
üyeleri, birey, devlet ve diğer bireyler karşısında malî anlamda özgür
olmadıkça, temel hak ve özgürlükleri ile sosyal haklarını gerçek anlamda
kullanamaz. Sosyal devletin bireyin malî haklarını gözetmesi, belirli kurallara
bağlanmıştır. Bireyler, kendileri adına toplanan vergilerin hakça harcanmasını
sağlayacak bir düzen oluşturabilmek için, yüzyıllarca, krallarla, padişahlarla
ve sultanlarla mücadele etmişlerdir.
Bildiğiniz gibi,
Avrupa'da Magna Carta ve Fransız Devrimiyle Türkiye'de de İkinci Meşrutiyet ve
arkasından da 1924 Anayasasıyla bütçe denetimi ortaya çıkmış, bütçe hakkını,
yurttaşlar, kendileri adına seçilmiş parlamentolara devretmişlerdir. Bildiğiniz
gibi, bütçe, halka götürülmesi vaat edilen hizmetler için kamu kaynaklarının
harcama yer ve esaslarını belirleyen bir mukaveledir ve bunun hedefi, toplumun
tercihleri yönünde hakça bir hizmetin sunulması yanında, etkisiz, amaçsız ya da
kötü amaçlar için kullanımının da engellenmesidir. Dolayısıyla, biz, kamu harcamalarının,
mutlaka, bütçe denetimi, bütçe disiplini içerisinde yapılması gerektiğine
inanıyoruz. Bütçenin, demokrasi ve sosyal devletin olmazsa olmaz bir parçası
olduğuna inanıyoruz.
Sayıları binlere ulaşan
bu vakıfların topladıkları paranın tümüyle denetimsiz ve keyfî olarak bazı kişi
ve kuruluşlar tarafından kullanılmasının yarattığı sıkıntıyı ve gerek
demokrasimiz gerek insan hakları ve ülke bütünlüğü açısından yarattığı
tehlikeyi hepimiz gayet iyi biliyoruz.
Vaktinizi çok fazla
almayacağım; Sayın Bakanın da belirttiği gibi -ben, Meclis Kütüphanesinden
yaptığım araştırmada 621 bulmuştum- sadece kamuda 621; ama, ülkede 4 569 tane
vakıf ve bu vakıfların hükmettiği 30 katrilyon dolayında da bir para var. Bunun
detayına girmek istemiyorum.
Yine, Bakanımızın da
belirttiği gibi, bu uygulamalar yeni değil, vakıflarla ilgili yakınmalar da
yeni değil; 57 nci hükümetten beri bir yasanın çıkarılacağı ısrarla dile
getiriliyor; ama, bir türlü çıkarılamıyor. Bildiğiniz gibi, 58 inci hükümette
de, Sayın Mehmet Ali Şahin'in ağzından, bir yıl önce, bu vakıfların
kapatılacağına ya da kamudaki işlemlerinin kısıtlanacağına dair açıklamalar
işitmiştik; fakat, bir senedir bir gelişme olmadı. Nihayet, bugün, yasa tasarısı Meclise geldi. Ama, bu
uygulamanın önüne geçmek ya da bu haksız kazancın, bu haksız, zorla, gasp
edilen paraların alınmasının engellenmesi için, en azından durdurulması için
niye yasa gerektiğini bir türlü anlayabilmiş değilim. Bakanımın yaptığı
açıklamalar da, bunun formatının ya da devletle iç içeliğinin tanzim edilmesi
için yasa gerektiğini ortaya koyuyor; ona sonuna kadar katılıyorum; ama, en
azından, bu yasa çıkana kadar bu uygulamanın önünü almak için birtakım idarî
kararların yeterli olduğuna inanıyorum.
Örneğin, tapu almak için
Tapu ve Kadastro Derneğine 50 000 000 bağışlamanın herhangi bir yasal altyapısı
olmadığını düşünüyorum ve bunu halletmek için de sadece ilgili bakan, genel
müdür ya da müdürlerin bu işlemi durdurma emirlerinin yeterli olacağına
inanıyorum. O halde, bugüne kadar, bu yasayı çıkarmayı geciktiren her hükümetin
-geçtiğimiz bir yıllık süre içerisinde de AKP'nin- bu vakıflara kaynak
aktarılmasına göz yumduğu gibi bir anlayış ortaya çıkıyor. Çok şükür, bunun
sonuna geliyoruz; ama, dile getirmeden de edemeyeceğiz.
Peki, bunun örneği var
mı, kamuda örneği var mı ya da AKP döneminde örneği var mı; acaba, biz,
herhangi bir şekilde yasa çıkarmadan bu uygulamayı durdurma olanağına sahip
miyiz; onu da araştırdım.
Bildiğiniz gibi, Sayın
Sağlık Bakanı -gerçi, kendisini çok eleştiriyorum, kıymetli bir meslektaşımız,
bir akademisyen arkadaşımız, ama- bir süre önce, basından izlediğim kadarıyla
çok güzel bir uygulamaya imza attı ve Sayın Sağlık Bakanı, kendi bünyesindeki
kuruluşlarda vakıf makbuzlarını toplattı ya da o şekilde açıklama yaptı.
Dolayısıyla, yapacağımız bir araştırma sonucunda, bu Bakan arkadaşımızın
yaptığı uygulamanın ne oranda başarıya ulaştığını ortaya çıkarma şansına da
sahip olacağız. Ayrıca, bugüne kadar böyle bir gerekliliği hissetmemiş, belki
de böyle bir yürekliliği göstermemiş diğer arkadaşlarımızın da, yasanın
çıkmasını ya da onaylanmasını beklemeden, hemen, yarın sabahtan itibaren, bir
emirle, bir genelgeyle, bu vakıf makbuzlarının kamu kuruluşlarından
toplatılmasını, bu konuda para talep edenler hakkında suç duyurusunda
bulunulmasını emredebilirler ve bu uygulama da, belki yasa çıkmadan önce,
vatandaşlarımızın bazı sıkıntılarının engellenmesi için bir kapı açmış, bir
olanak yaratmış olabilir.
Bunu, bir de şu nedenle
söylüyorum: Biliyorsunuz, bir önerge verilirken, bir uygulama eleştirilirken ya
da bir şeye "kara" denilirken, niye bunun "beyaz"ı
söylenmiyor diye hep eleştiriliyoruz; ben, bir de bu beyazın nasıl
söyleneceğine örnek olmak için bu konuyu gündeme getirmek istemiştim. Belki,
Sayın Başbakan, Sayın Mehmet Ali Şahin ve diğer sayın bakan arkadaşlarımız bana
hak verirler ve yarın sabahtan itibaren bir genelge çıkarıp, yasa çıkana kadar,
kendi kurumlarındaki bu vakıf makbuzlarının toplanmasını, bu uygulamanın bir an
önce sonlandırılmasını da sağlamış olabilirler.
Sayın milletvekilleri,
evet, çok fazla uzatmayacağım. Hepimiz seçim meydanlarında vaatlerde bulunduk,
adaletten söz ettik; ama, hakikaten, bugün, belki de hemen yarın sabahtan
itibaren -30 katrilyon lira; ki, benim bu bulduğum 30 katrilyon rakamı geçen
yıla ait bir rakamdı, belki bu sene içerisinde bu rakam katlanmıştır ve her
geçen gün, vatandaşlarımızın cebinden alınan paralar alınmaya devam ediyor;
ama, biz, bunu, yine 30 katrilyon lira diye kabaca dile getirirsek- bir genelge
vererek, biz, vatandaşların bu parayı artık ödememelerine, çoluk çocukları
için, ailelerinin geçimi için harcamalarına imkân vermiş olabiliriz, onlara bir
kısmî rahatlama sağlamış olabiliriz ve temiz topluma doğru da bir adım atmış
olabiliriz. Onun için, bunu, bir kere daha, şu koltuklarda oturan
arkadaşlarımızın dikkatine sunuyorum. Önergeye de olumlu oy vererek, belki
bugüne kadar kamu üzerinden yapılan yolsuzluğun boyutunu daha iyi irdelememiz,
belki hesap sorabilmemiz, belki bu paraların bir kısmını geriye alabilmemiz
gibi uygulamalara imkân sağlayabiliriz ve şeffaf, denetlenebilir bir devlete
doğru, bir yönetime doğru adım atabiliriz.
Biz, Grup olarak olumlu
oy vereceğiz. Sayın Bakanın da açıkladığı gibi, AKP Grubunun da bu önergeye
olumlu oy vermesini bekliyoruz.
Konunun, hepimiz için
yararlı, güzel bir şekilde neticelenmesini diler, hepinize sevgiler, saygılar
sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Neşşar,
teşekkür ediyorum.
AK Parti Grubu adına,
Bilecik Milletvekili Sayın Fahrettin Poyraz; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Partili
ve CHP'li milletvekili arkadaşların ayrı ayrı verdikleri ve fakat bugün
birleştirerek görüştüğümüz, kamu vakıfları ve kamu bünyesinde kurulu dernek ve
yardımlaşma sandıkları ile bu kurum ve kuruluşlarda bağış adı altında zorunlu
olarak toplanan bütçedışı paralarla ilgili olarak Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri üzerinde Grubum adına söz almış bulunmaktayım; sözlerime
başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün, kamu kurum ve
kuruluşlarının bünyesinde, bir veya birden fazla kurulan vakıf ve dernekler
aracılığıyla, kamu hizmetinden yararlanan vatandaşlarımızdan "bağış"
adı altında para toplanmaktadır. Kamu hizmetinden yararlanmak durumunda olan
vatandaşlarımız, bu hizmeti görmek için, bu bağışları yapmaya âdeta
zorlanmaktadırlar. Vatandaşımız, bugün, devlet tarafından sunulan ve hayatın
her alanına yayılan kamu hizmetlerinin hangisinden yararlanmak isterse, karşısına
bu bağışlar çıkmaktadır. Tapu ve nüfus işlemlerinde, silah ve araç plaka tescil
işlemlerinde, sağlık hizmetlerinden yararlanmada ve bunun gibi verebileceğimiz
pek çok örnekte, kamu hizmetinden yararlanmak isteyen vatandaşlarımızın,
zorunlu bağış makbuzu kestirilmediği takdirde iş ve işlemleri
sonuçlandırılmamakta veya binbir türlü zorlukla karşılaşmaktadırlar. Bu
anlamda, karşılığı daha önce çeşitli vergiler olarak fiyatlandırılan kamu
hizmetlerine bağış adı altında ikinci bir fiyatlandırma yapılmaktadır.
Halbuki, tarihimizde
önemli yer tutan vakıf kültüründe, bir malın veya akarın, insanlığın yararına
olacak bir hizmete yönelik olarak tahsis edilmesi sonucu vakıflar doğmuştur.
Kendi doğası gereği vakıf kültürü, hizmetten yararlanandan hizmetin karşılığını
almaya değil, aksine, karşılıksız olarak verme anlayışına dayanır. Geldiğimiz
noktada ise bu anlayış tamamen tersine dönmüş, sanki, bir anlamda almadan
vermek Allah'a mahsustur gerekçesine sığınılarak, tüm kamu hizmetlerinden
karşılık talep edilir hale gelmiştir. Bunun yanı sıra, söz konusu kamu vakıf ve
derneklerine, kamunun bina, personel, araç gibi tüm imkânları da sunulmuştur.
Sonuçta, neredeyse her
yerde vatandaşa sunulan kamu hizmetinin hemen yanı başında vakıf ve dernek ve
tabiî ki zorunlu bağış gerçeğiyle karşı karşıya kalınmıştır. Vatandaş, devlet
hizmetinden nerede, ne zaman yararlanmak istese, kurulan bu vakıf ve
derneklerle karşı karşıya bırakılmıştır.
Şimdi, ben, daha önce
Grubumda paylaştığım bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Tabiî, hepimiz,
milletvekili olarak, günlük işlerimiz arasında vatandaşlarımızla da muhatap
oluyoruz, onların dertlerini dinliyoruz. Ben de, bayramdan önce beni ziyarete
gelen Rıza ismindeki bir vatandaşımızın bana anlattığı bir olayı sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Vatandaş rıza kimdir?
Arkadaşlar, vatandaş rıza, Ankara'nın bir semtinde yaşayan ve geçimini saat
alım-satımı ve tamiriyle sağlayan küçük bir esnaf. Yanında çırağı olmadığı için
de, özellikle resmî dairelerle işi olduğu zaman, vatandaş rıza, mümkün
olduğunca bu işlerini biriktirir ve mesai saatlerinde ve tabiî ki işyerini de
mecburen kapatarak bu işlerini çözmeye gider. Bugün, vatandaş rıza için yoğun
bir gün; yapacağı çok iş var ve zaman sınırlı. Hızlı hareket etmek zorundadır.
Babadan kalma bir merakı olan silah tutkusu nedeniyle aldığı silahına ruhsat
alacak, hanımının ehliyet işini halledecek, kızını birkaç gündür ortaya çıkan
rahatsızlığı nedeniyle doktora götürecek ve yeni doğan çocuğuna da nüfus cüzdanı
çıkacak. İşi çoktur ve vatandaş rıza, mesainin ilk dakikalarında da valiliğe
giderek işlerini çözümlemeye başlar. Valiliğe gider, silah ruhsatı ve hanımı
adına ehliyet almak için hazırladığı ve ilgili kamu kuruluşuna havale istediği
dilekçesini verir. Evrak kayıttaki memur her dilekçe başına 3'er milyon lira
ister. Vatandaş rıza gerekçesini sorduğunda, valilik hizmetlerinin daha etkin
bir şekilde yürütülmesini sağlamak için kurulduğunu öğrendiği derneğe bağış yapması
gerektiği cevabını alır. Dilekçe havalesi ile bağışın herhangi bir ilgisinin
olmadığını iddia etmesi, sonucu değiştirmez. Karşısındaki memurun cevabı
hazırdır ve kesindir: "Gardaş, biz emir kuluyuz; bir itirazın varsa
valilik makamına çıkarsın, yaparsın!"
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) -
Gereğini yapın.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) - Arkadaşlar, herhalde, konuşmamızın sonunda gereğini ortaya
koyacağız. 20 dakika, sizin arkadaşınız, CHP'li arkadaşımız konuşurken, biz,
gayet sakin bir şekilde dinledik.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Biz de dinliyoruz; devam et.
BAŞKAN - Sayın Poyraz,
Genel Kurula hitap edin.
Buyurun efendim, devam
ediniz.
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) - Şimdi, bu yanıt, tabiî, aynı zamanda, vatandaş rızaya darbımesel
olmuş bir sözü de hatırlatır. Hani derlerdi ya eskiden "git, derdini Marko
Paşaya anlat" diye. Vatandaş rıza aynı durumla karşı karşıyadır; ama,
fazla da tartışacak zamanı yoktur; çünkü, yapılacak çok işi vardır; gün yeni
başlamıştır. Vatandaş rıza, tabiî, istemeye istemeye parayı verir ve oradan
hızlı bir şekilde emniyete gider. Önce silah ruhsatı için başvurusunu yapar; ancak,
valilikten havale ettirdiği dilekçesini ilgili emniyet birimine vermeden önce
eline hemen 10 000 000'luk bir makbuz
tutuşturulur. "Bu nedir?.." "Efendim, Türk Polis Teşkilatını
Güçlendirme Vakfına bağış..." Çaresiz, vatandaş rıza, bağış makbuzunun
karşılığını öder; ama, canı da biraz sıkılmıştır. Zaten, daha önce, sabıka
kaydı almak için gittiği Adalet Vakfına da 5 000 000 lira bağış yapmıştır.
Neyse... Vatandaş rıza dilekçesini verir, hızlı bir şekilde ehliyet işlemlerini
yaptırmak için de ilgili servise gider. Dilekçesini ve ilgili evrakları
verdiğinde, bu sefer eline 15 000 000 liralık bir bağış makbuzu daha
tutuştururlar. "Peki, bu nedir?" "Efendim, bu da Türk Trafik
Vakfına ait bir bağış makbuzu." "Ee, bu tutar çok değil mi"
itirazlarına karşılık olarak da, hizmetin daha iyi yürütülmesi için bu
bağışların alınması gerektiği yanıtını alır; ama, yine de, vatandaş rıza tatmin
olmamıştır. Zaten, daha önce, ehliyet işlemleri sırasında, hanımın göz
muayenesi için sağlık ocağının derneğine bir 10 000 000 lira bağışlamıştı.
Arkasından, sürücü kursunun verdiği belgeyi almak için de, Millî Eğitim Vakfına
15 000 000 lira bağışlamıştı ve şimdi, burada da, polisle ilgili olarak bir
bağışta daha bulunmakta.
Sonuçta, vatandaş rıza,
bütün bu itirazların bir sonuç getiremeyeceğini anladığı için, bu tutarı da
yatırıyor; ama, neyse ki, işlemler bilgisayar ortamında bir günde yapıldı ve
bunun tesellisiyle oradan ayrılıyor.
Hızlı bir şekilde
vatandaş rıza evine dönerek kızını hastaneye götürmek için yola çıkar. Aracıyla
tıp fakültesi kampusünün girişine geldiğinde, aracın girişini engelleyen bir
bariyer hemen aracının önüne iner. Vatandaş rıza şöyle bir bakar, etraf aslında
güzeldir, bilgisayarla işlem yapmaktadırlar; ama, bilgisayar printer'ından bir makbuz eline tutuşturulur hemen.
"Bu nedir?" "Efendim, bu da otopark giriş ücreti 3 000 000 lira
ve her saat başına 1 000 000 lira fark." Vatandaş rıza mecbur, bu park
yerini kullanacak. Zaten kızı rahatsız. Aracı bir başka yere park etse, hem
uzak hem oradan buraya yürümesi bir sıkıntı verecek. Sonuçta, tıp fakültesi
vakfına bu bağış feda olsun diyerek otopark için de bu bağışı yapar; ama,
aracını park ettikten sonra kızıyla birlikte giriş kapısına yöneldiği zaman,
mavi önlüklü bir hastabakıcı tarafından girişte durdurulur. "Dur kardeş,
nereye gidiyorsun böyle?!" "Hiç, muayene olacağız..." "İyi;
ama, bu şekilde giremezsin; burası hastane; sağlık için temizlik şarttır;
ayağınıza şu galoşlardan giymeniz lazım, tanesi 1 000 000 lira." "Ee,
bu para kime?.." "Bu da, tıp fakültesinin çevresini güzelleştirme ve
yaşatma derneğine..." Şimdi, mübarek gündür, sabırlı olmak lazım; vatandaş
rıza, çaresiz, 2 000 000'u da verir, içeri girer ve hasta kabule gittiği zaman
kızını muayene ettirmek istediğini söyler; görevli memur, kendisine, bugün
muayene sırasının dolduğunu, muayene olmak için yarın erken saatte gelmesi
gerektiğini söyler. Vatandaş rıza, yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştır; zaten
dükkânını kapatmış, beş kuruş para kazanıyor, bunu da dükkânı yarın kapatarak
bir daha kaybedecek, netice itibariyle külliyen zarardayım diye düşünürken,
arka taraftan memur seslenir: "Beyefendi, isterseniz öğleden sonra
hocanın, yani profesörün özel muayenesi var, sorununuzu bu şekilde
çözebiliriz." Vatandaş rıza, saatine bakar, zaten öğle olmuştur.
"Peki" der; ne yapsın, bekler; ama, bu arada, tabiî, vakfın otopark
tarifesi de işlemeye devam etmektedir, saat başına 1 000 000 lira... Öğleden sonra hocadan randevu almak için
gittiğinde 50 000 000 lira muayene ücreti istenir vatandaş rızadan. Vatandaş
rıza, neden 50 000 000 lira vermesi gerektiği noktasında kendi kendini ikna
etmeye çalışır; tabiî, yılların eğitimi, tecrübesi var, tıp profesörlüğü zor
bir iş, zaten devlet 2-3 milyar zor maaş veriyor, adamlar haklı tabiî, gibi
gerekçelerle. Bu iyi niyetli düşüncenin yanı sıra, mübarek günde şeytan da
vatandaş rızanın aklını karıştırır. İyi; ama, bu bina devletin, hocanın odası
devlet tarafından tahsis edilmiş, elektrik, su, kira masrafı yok, yanındaki
asistanların, hemşirelerin maaşları devlet tarafından ödeniyor. Vatandaş rıza,
içinden bir lâhavle çekerek şeytanın bu vesvesesini savuşturur. Hocanın muayene
sırasındaki ilgisinden memnundur vatandaş rıza; ama, hoca, sonucun kesin olması
noktasında bir tomografi çekilmesini ister. Vatandaş rıza, kızını alıp,
tomografi çekimi için aşağı iner, gerekli talep yazısını ilgili memura
verdiğinde memur, iki makinenin birinin bozulduğunu, diğerinde çok sıra
olduğunu belirterek, tomografi çekimi için dört ay sonraya gün verir. İyi ama,
dört ay çok uzundur; ya hastalık ilerlerse ya -Allah korusun- daha kötüsü
olursa ne yaparım diye düşünürken, memur arkadaş vatandaş rızayı uyarır:
"Özel çekim isterseniz, hemen yaparız." "Nasıl yani" der vatandaş
rıza. "Hastanemizde tıp fakültesi vakfına ait tomografi cihazımız mevcut;
ücretini yatırırsanız hemen çekeriz" yanıtını alır. Çaresiz 75 000 000'luk
ücreti yatırırken vatandaş rızanın iyice aklı karışmıştır. Düşünür, vatandaş
rıza; bu vakıf devletten daha mı zengindir ki, onun aleti ve aracı hiçbir zaman
arıza yapmıyor da, devletin makinesi her zaman arızalı ve hiç tamir edilmiyor;
yoksa, devletin makinesi arızalı değil de, kendine öyle mi söyleniyor?! Acaba,
şu anda vakfın diye kullanılan makine, sakın devletin makinesi olmasın;
üzerinde vakfın veya devletin diye bir şey yazmıyor ki. Vatandaş rıza, bu
vesveseleri de dağıtmaya çalışır. Bunca yıl eğitim almış, koca koca
profesörler, böyle yanlış işlere girişirler mi canım?! Böyle oluyorsa, imkânlar
demek ki bu kadar, diye düşünür.
Sonuçta, vatandaş rıza
sevinçlidir; çünkü, tomografi sonucu iyi çıkar, önemli bir sorun yoktur. Sağlık
bu, hiçbir şeye benzemez. Ameliyat falan denilseydi, ailece çok
yıpranacaklardı. Zaten sınırlı imkânları da var; bir de işin içinde bıçak
parası falan çıkacaktı. İyice kabarmış park parasını ödeyerek hastaneden
ayrılan vatandaş rıza, kızının ilaçlarını alarak kızını eve bırakır ve sonrası,
kalan işine yönelir. Daha yeni doğan çocuğuna kimlik çıkaracaktır. Zaman da
sıkışık; alelacele aracını kaymakamlığın önünde bir kenara park ederek binadan
içeri girer. Nüfus müdürlüğüne girdiğinde, nüfus memuru elindeki makbuzla
kendisinden para ister. "Bu nedir" diye sorduğunda "Nüfus
Hizmetlerini Güçlendirme Vakfına bağış" olduğu yanıtını alır. Vatandaş
rıza artık tecrübelidir, tartışmanın bir sonuç getirmeyeceğini sabahtan beri
yaşadıkları sonucu öğrenmiştir; itirazsız 5 000 000'u ilgili memura verir ve
makbuzunu alır. Teknoloji gelişmiştir, çok kısa sürede nüfus cüzdanını çıkarır,
haline şükreder. Daha birkaç ay öncesine kadar, faks ücreti, telefon ücreti
denilen bir sürü eködeme yapmak zorunda kalacaktı.
İşlerini bitirmenin
rahatlığı içinde kaymakamlıktan çıkan vatandaş rızayı dışarıda yeni bir sürpriz
beklemekteydi. Vatandaş rızanın arabası, park ettiği yerde yoktu. "Acaba,
aracım çalındı mı" diye düşünürken, arkadaki esnaf arkadaş, şaşkın şaşkın
bekleyen vatandaş rızayı uyarır "aracınızı Trafik Vakfının çekicileri
parka çektiler." Trafik Vakfının acar görevlileri, çektikleri araç başına
aldıkları primlerin verdiği şevkle, vatandaş rızanın aracını hemen yükleyip parka
götürmüşlerdi. "Mübarek gün, herhalde Cenabı Hak sabrımı sınıyor"
diye düşünen vatandaş rıza, elini cebine attığında 6 000 000-7 000 000 parası
kaldığını fark ediyor. Arabayı almaya gidemezdi; park cezası, çekici masrafı,
otopark parası vesaire 70 000 000-80 000 000 para lazımdı. Çaresiz, dolmuşa
binen vatandaş rıza, günün ilerleyen saatlerinde dükkânına gider. Belki bir
umut, bir siftah yaparım diye tezgâhının başına oturmuştur ki, mahalle camiinin
dernek başkanı hacı efendi içeri girer "Rıza Bey, önümüz kış, camimize
kömür alacağız; mübarek gün, bir bağışta bulunur musun" der ve vatandaş
rıza, cebinde kalan son 5 000 000'u da hacı efendiye verir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlar; inanıyorum ki, vatandaş rızanın gün boyu yaptığı
bağışlardan rızasıyla yaptığı tek bağış, bu son bağıştı.
Bu ülkede 70 000 000
vatandaş rıza yaşıyor, hatta bu çatının altında bile. Siz değil misiniz
arkadaşlar, milletvekilleri olarak geldiğiniz ilk günde 3 000 000 liralık
rozetlere 30 000 000 lira ücret ödeyen Meclis Vakfına?! (Alkışlar)
Evet, geldiğimiz noktada
hepimiz birer vatandaş rızayız ve bu sorun, gerçekten, kangren haline
gelmiştir. Çok açıktır ki, bu Meclis çatısı altında her iki parti de, bu
sorunun araştırılarak çözüm yollarının ortaya konması için, ayrı ayrı iki
araştırma komisyonu kurulması önergesi vermişlerdir.
Kurulan bu kamu vakıf ve
derneklerinin tek gelirinin vatandaşlardan alınan zorunlu bağışlar olduğunu
düşünmek de yanlıştır. Bu vakıf ve dernekler, mevcut halleriyle, birer ticarî
işletme hüviyetine bürünmüş, bugün hesaplarında trilyonlarca liralık kaynak ve
yine, değerleri trilyonlarla ifade edilecek kamu binaları, sosyal tesisleri,
otoparklar ve ücretini devletin ödediği binlerce personelle her biri birer
holding haline gelmişlerdir.
Arkadaşlar, şimdi, ben,
bunlara birkaç örnek vermek istiyorum sabrınıza sığınarak. En büyüğünden
başlayayım isterseniz; çünkü, can alıcı nokta burası. Vereceğim örnek, Merkez
Bankası Mensupları Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfı. Bu vakfın ilk
kaynağı Merkez Bankası tarafından konulmuştur arkadaşlar ve vakfın
gelirlerinden bahsediyorum şu anda. 1998 yılı geliri 391 000 000 dolar, 1999
yılı geliri 507 000 000 dolar, 2000 yılı geliri 308 000 000 dolar, 2002 yılı
geliri 417 000 000 dolar ve toplam 1 960 372 000 dolar.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Kaynak var; IMF'ye niye gidiyorsunuz kardeşim?! Bundan iyi kaynak mı olur?!
FAHRETTİN POYRAZ
(Devamla) - Enteresan bir tablo da şudur: Bu gelirlerin arasında yıllar
itibariyle baktığımız zaman, biz bir kamu kurumu olarak, Merkez Bankası olarak,
yine devlet kurumu olarak bu vakfa kaynak koyuyoruz ve bu vakıf da, bu kaynağı
Hazineye satıyor ve gelirler arasında, baktığınız zaman, hazine bonosundan 1998
yılında yaklaşık 100 trilyon faiz geliri, 1999 yılında 206 trilyon, 2000
yılında 190 trilyon, 2001 yılında 391 trilyon ve 2002 yılında ise 620 trilyon
lira bu vakfın faiz geliri var arkadaşlar.
Yani, burada fazla
vaktinizi almak istemiyorum; verilecek çok örnek var; mesela, Tapu Kadastro
Genel Müdürlüğü mensuplarının toplam geliri -yıllar itibariyle saymıyorum- 20
000 000 doların üzerinde, Türk İdareciler Vakfının yine 20 500 000 dolar
civarında, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Vakfının 19 000 000 dolar
civarındadır; yani, TL söylemekten artık sıkıldık. Türk Polis Teşkilatını
Güçlendirme Vakfının 314 000 000 dolar civarında, Gençlik Spor Vakfının -bu
biraz daha düşük- 3 000 000 dolar civarında; ama, netice itibariyle, artık, TL
konuşamıyoruz; çünkü, rakamlar, sıfırlar çok fazla.
Bir hatırlatmada
daha bulunup, sözlerimi bağlayacağım.
Biliyorsunuz, geçtiğimiz aylarda bir sigorta şirketinin genel müdiresi
arkadaşımız emekli oldu. Bu vakıflar, sadece, üyelerine böyle sosyal yardım
gibi birtakım ödemeler değil, kesintili ödemeler değil, sürekli ödemeler de
yapar hale gelmişler. İçlerinde, Emekli Sandığı gibi çalışanlar, kendi
üyelerine emekli ikramiyesi ve emekli aylığı ödeyenler de var. İşte bu sigorta
şirketinin -ki, kamuya ait bir sigorta şirketidir- müdiresinin emekli olduğu
zaman, ilgili vakıftan aldığı emekli ikramiyesi ne kadar biliyor musunuz
arkadaşlar; 926 milyar lira. Fazla söze hacet yok.
Bugün, hükümetimizin
Meclise sevk ettiği bir tasarı var. Bu tasarıda, bu vakıfların, kamu gücünü
kullanarak gelir toplaması noktasında -özetle söylüyorum- ciddî öneriler var.
Kısa ve öz bir kanun tasarısı bu. Bu kanun tasarısı uygulamaya girdiği zaman,
inanıyorum ki, bugün her iki parti olarak da şikâyet ettiğimiz birçok hususun,
inşallah önümüzdeki günlerde çözümlendiğini göreceğiz; ama, yine de, biz, AK
Parti Grubu olarak, bu kanun çıkmış olsa bile, hem kanunun çıkış sürecinde hem
de uygulanma sürecinde pek çok aksaklıklarla karşılaşacağımız için, bu kadar
önemli olan bir konuya Meclis tarafından da el konulması gerektiğine
inanıyoruz. Dolayısıyla, her iki partinin de, gerek Adalet ve Kalkınma
Partisine gerekse Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşların verdiği
önergelerin desteklenerek -Grubumuz tarafından destekleneceğini söyleyeyim- bir
araştırma komisyonu kurulması gerektiği düşüncesindeyiz.
Ben, AK Parti Grubu
olarak, bu öneriyi destekleyeceğimizi belirtir, gelecek günler, inşallah,
vatandaş rızanın yüzünün güldüğü günler olur temennisiyle sözlerimi bağlayarak,
hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Poyraz'a
teşekkür ediyoruz.
Önerge sahipleri adına,
İstanbul Milletvekili Sayın Nusret Bayraktar; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; kamu adına kurulmuş olan
vakıf ve derneklere bağış adı altında toplanan malî kaynakların
araştırılmasıyla ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Parti tarafından
ayrı ayrı verilen önergelerin birleştirilerek görüşüldüğü bugün, ben de, önerge
sahipleri adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, önce geçmiş ramazan
bayramınızı tebrik ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; biraz önce, grup adına konuşma yapan arkadaşımızın çok güzel
ifadelerinden sonra detay konuşmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Özellikle,
vatandaş rızanın serüveni ilgi çekici olarak gündeme geldi. Aynı olayları
hepimiz yaşıyoruz ve konuşma metninin tamamına katıldığımı belirterek, ben de,
kısaca, bu konuların dışında, duygularımı, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Vakıflar, çok geniş
kapsamlı, sosyal hizmet ve hayır kurumlarıdır. Bütün dünyanın gıptayla baktığı
ve söz ettiği Türk-Osmanlı medeniyeti, vakıf medeniyeti üzerine kurulmuştur. Üç
kıtaya yayılan Memaliki Şahanede, bırakın aç ve açıkta bir insan olduğunu, o
dönemlerde, aç ve açıkta hayvan bile kalmamış olduğunu duyuyor ve biliyoruz.
Sosyal devlet nasıl olur; bu, bütün dünyaya gösterilmiş ve Osmanlının
çalışmalarıyla, hâlâ, günümüze kadar, bu noktaların örnekleri yaşatılagelmiştir.
Medeniyetin bu vakıf izlerini, bugün dahi görmek mümkün.
Sosyal hizmet ve hayır
kurumu olan vakıfların, esasen, desteklenmesinin, hem medeniyet köklerimize
saygının hem de toplumsal barış ve adaleti sağlamanın, hatta, daha açık bir
ifadeyle, sosyal devlet olmanın bir gereği olduğunu düşünüyorum. Ancak, ne var
ki, kamu kurum ve kuruluşlarına ait vakıf ve derneklerdeki dejenerasyon, vakıf
müessesesine olan ilgi ve güveni tüketmiş ve bugün, bu tükenen ilginin
canlandırılması için neler yapılabilir hususunun, hassas olan Meclisimizin
İktidar ve muhalefet partilerinin öne atmış olduğu önergelerle, tekrar gözden
geçirilmesi fırsatını yakalamış bulunuyoruz.
Kamu vakıflarının,
vatandaşlarımızı, bu tip bağışlarla, âdeta, canından bezdirmiş olduğunu, hep,
seçim bölgelerine gittiğimiz zaman, seçimden önce de duyduğumuz gibi, yine de
duymaktayız. O bakımdan, bir kere, kamu vakıf ve derneklerine çekidüzen
verilmesinin, vakıf medeniyetine en büyük hizmet olacağını düşünüyorum.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün verilerine göre, Türkiye'de, 138'i
üniversiteler bünyesinde, 424'ü bakanlıklarda, 46'sı ise belediyeler bünyesinde
olmak üzere, kamuya ait toplam 608 adet vakıf bulunmaktadır.
Bütçe kanunlarına göre,
2002-2003 yıllarında 116 adet vakıf, kamu kurum ve kuruluşlarınca denetlenmiş
olup, kaynak aktarımı tespit edilen 15 adet vakıf hakkında yasal yollara
başvurulmuş, 14 görevden alma, 2 adet dağıtılma davası açılmıştır.
Öte yandan, 506 sayılı
SSK Kanununun 20 nci maddesine göre kurulan 23 adet vakıf olup, bunlardan 16
adedi, banka personeliyle ilgili sosyal güvenlik vakıflarıdır. Yine, Türk
Ticaret Kanununun 468 inci maddesine göre, işverenlerce, çalıştırılanlara
yardım amacıyla kurulan 7 vakıf bulunmaktadır.
Tapu, silah ruhsatı, av
tezkeresi, amatör balıkçı belgesi, adlî sicil belgesi, pasaport, araç tescili,
plaka, sürücü belgesi, nüfus cüzdanı gibi işlemler için, kamu kurum ve
kuruluşlarının bir vakfı vardır ve bu vakıfların "hizmet" adı altında
zorunlu bağışlar aldıklarını biliyoruz. Hastanede tedavi mi göreceksin, bağış
yapacaksın! Dava mı açacaksın, bağış yapacaksın! Okula kayıt mı yaptıracaksın,
bağış yapacaksın! Oysa, eğitim, sağlık, adalet gibi hizmetleri, vatandaşlar
arasında ayırım gözetmeksizin vermek, devlet olmanın bir gereğidir ve
ücretsizdir.
Saygıdeğer arkadaşlarım,
bu vakıfların topladıkları bağış miktarının 2001 yılı rakamlarıyla, 2 katrilyon
liranın üzerinde, yaklaşık 1,5 milyar dolar olduğu tespit edilmektedir.
Devlet, hizmet götürmenin
bedeli olarak, vatandaşlardan zaten vergi toplamaktadır; ancak, kamu
vakıflarının topladığı ne vergidir ne de harç. Bu bağışların toplanma biçimi ve
mantığı yanlış olduğu gibi, harcama yerleri de yanlıştır. Verdiğimiz bağışlar,
kamu çalışanlarının sosyal tesislerine katkı, genel müdürlere makam aracı,
makam odası tefrişi, servis aracı, hatta ekemeklilik ikramiyesi ve aylığı
olarak hizmete dönüşmektedir; yani, verilen bağışların hiçbir şekilde meşru
karşılığı yok.
Kamu vakıfları, kamu
personelinin çiftliğine dönüşmüştür. Kamu vakıflarına ait gelirler, genel
müdürlerin veya birilerinin, âdeta, örtülü ödeneği durumuna gelmiştir. Kamu
vakıflarının mal varlıkları, gelir-gider bilançoları, yönetim biçimleri ve
bürokrasiyle içiçeliği, kamu yönetiminin denetlenebilirliği ve şeffaflığı
ilkeleriyle de bağdaşmamaktadır. Devlet içerisinde devletçikler oluşmakta, kamu
vakıfları, âdeta, bürokrasi imparatorluğunun bütçesini oluşturmaktadır.
Bürokrasiye, denetimdışı olan çok ciddî bir kaynak transferi yapıldığı için de,
buralarda, yolsuzluklar, usulsüzlükler, şaibeler alıp başını gitmektedir.
Âdeta, sinek üreten bataklıklar haline gelen kamu vakıfları ve bürokrasi saltanatı
bitirilmeden, yolsuzluk ekonomisinin çarklarını kırmak da asla mümkün
olmayacaktır. Öte yandan, bunca yolsuzluk, usulsüzlük ve şaibe iddiaları,
doğru, dürüst ve namuslu bürokratları dahi yıpratmaktadır.
Söz konusu vakıflar, kamu
kaynaklarıyla beslenmekte, kamuya ait binalara yerleşip, kuruluşların
elektriğini, suyunu, hatta, araç ve gereçlerini ve personelini bile
kullanmaktadırlar. Kamunun kıt kaynaklarını kullanıp, kanını emmelerine rağmen,
ne devlete ne de millete bir kuruşluk faydaları dokunmaktadır. Bu bakımdan,
ayrıca kaynak israfı olduğu da tartışma götürmez bir gerçek olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Nitekim, bu durum, zaman
zaman yetkililerin itiraflarına ve şikâyetlerine dönüşmüştür. Geçenlerde, bir
bakanımız, yapmış olduğu açıklamalarında şöyle diyor: "Kamu hizmetlerinin
yaygın sunumunu sağlamak için kurulan vakıflar gözde kuruluşlar haline gelince,
kamu yöneticilerinin de ilgili odağı haline gelmiştir. Üst düzey yöneticiler
vakıf idaresinde bulunmuş, kurum ile vakıf arasında organik bağlar
kurmuşlardır. Bazı vakıflarda, üst düzey görevliler, görevden ayrılmalarına
rağmen, vakıf idaresinden ayrılmamaktadırlar. Bu vakıfların sıkça şahsî
amaçlara da hizmet ettikleri görülmektedir. Bu yetmiyormuş gibi, yönetimdeki
üst düzey bürokratlar, kamu gücünü kullanmaya başlamışlar, dolayısıyla, vatandaşı
bağış yapmaya zorlamaktadırlar."
Kamu vakıflarıyla ilgili
sıkıntı bugünün meselesi değildir. Geçmiş dönemlerden bu yana devam
edegeldiğini biliyoruz. Bununla ilgili yakınmaları, şikâyetleri sağır sultanın
bile duyduğunu hep beraber biliyoruz; ancak, bu vakıflar, bugüne değin
varlıklarını devam ettirmek suretiyle, hem bataklık olarak pislik üretmeye
devam ediyorlar hem yolsuzluk ekonomisini besliyorlar hem de son tahlilde,
vakıf müessesesine zarar veriyorlar; ki, vakıf müesseselerinin, gönülden kurularak,
insanlar için son derece faydalı müesseseler olduğu, maksadı dahilinde
kullanılmasının tavsiye edildiği, maksadı dışında kullanıldığı takdirde dünyada
da, iki cihanda da gerçekten vebal altında olunacağı hususu, biraz önceki sözcünün
belirttiği gibi, vakfiyelerde anlatılmıştır.
Neyse ki, 3 Kasım
seçimleri sonrası, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele konusunda taahhütlerde
bulunmuş olan AK Parti ve iktidarının ve Cumhuriyet Halk Partisi muhalefetinin
bu konulardaki hassasiyetleri ve duyarlılıkları sonucu, olaylara kulak
tıkanmadığını -AK Partinin, 58 ve 59 uncu hükümetimizin; acil eylem planında da
gördüğümüz gibi- kamu vakıflarının ıslahının gerektiğini ve acil eylem planında
izah edildiği şekliyle bir tasarının gündeme alındığını bilmekteyiz. Kamu
kaynaklarının kamu vakıfları tarafından kullanılmasının yasaklanmasıyla ilgili
bu tasarı hazırlanmış ve imzaya açılmıştır. Tasarıya göre, kamu vakfı tanımı
yapılmayarak, Türk Medenî Kanununa göre kurulan vakıflardan, kamu kaynaklarını
kullanan, zorunlu bağış ve yardım alan, organlarında kamu personelinin makam ve
görev unvanlarıyla yer aldığı vakıflar kapsam içerisine alınmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
NUSRET BAYRAKTAR
(Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
NUSRET BAYRAKTAR
(Devamla) - Bu vakıfların, diğer kanunlarda öngörülmedikçe, kamu hizmeti
dolayısıyla vatandaşlardan bağış ve yardım almaları, kamudan ihalesiz mal ve hizmet
alımı yapmaları, kamu hizmet binaları ve müştemilatını adres göstermeleri,
buralarda, her ne ad altında olursa olsun, birim ve şube açmaları, kamu
demirbaş ve sabit kıymetlerini kullanmaları, kamu kurum ve kuruluşlarının
isimlerini almaları, bu vakıflarda görev alan kamu personeline ücret ödenmesi
ve kamu personelinin bu vakıflarda çalıştırılması engellenmektedir.
Kanun tasarısı ile Meclis
araştırmasının eşzamanlı olarak aynı günlerde gündeme alınmış olması da,
gerçekten, ayrı bir şans olarak önümüzde duruyor.
AK Parti Hükümetinin,
kangren halini almış olan kamu vakıflarına neşter vurulması hususunda almakta
olduğu tedbirin yanı sıra, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iktidar ve muhalefet
partileri tarafından da konunun bir kez daha Meclis araştırmasıyla açıklığa
kavuşturularak daha etkili tedbirlerin alınabileceği kanaatiyle, bu
görüşmelerin yapıldığı bugün, şahsım olarak, önerge hakkında AK Parti Grubunun
ve muhalefet partisi grubunun olumlu oy vermesiyle araştırma komisyonunun
kurulmasının faydalı olacağını ümit ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bayraktar,
teşekkür ediyorum.
Önerge sahipleri adına,
Adana Milletvekili Sayın Tacidar Seyhan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Seyhan, süreniz 10
dakikadır.
TACİDAR SEYHAN (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, bu araştırma komisyonunun
kurulmasına destek verecek bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
Bu, son derece önemli bir
konu; ancak, ben, bu konunun sadece kamu vakıfları ve kamuya ait dernekler
olarak değerlendirilmesinden ve sadece bağış adı altında toplanan malî
kaynaklar şeklinde değerlendirilmesinden son derece üzüntü duyuyorum. Ben,
şimdi, bu konudaki gerekliliği anlatırken...
Değerli arkadaşlarım,
sanıyorum, beni dinleyip buna katılacaklar; çünkü...
BAŞKAN - Sayın Seyhan,
bir dakika...
Saygıdeğer milletvekili
arkadaşlarım, lütfen, hatibi sükûnetle dinleyelim.
Sayın Seyhan, buyurun.
TACİDAR SEYHAN (Devamla)
- Değerli arkadaşlarım, hakikaten, bu, ciddî bir konu; dinleyelim.
Bu arada, babamın bir
lafı vardı, o aklıma geldi, paylaşmak zorundayım; çünkü, biz, görüşmeler
sırasında birbirimize çok fazla engel oluyoruz. Babam "gülmesini bilmeyen
esnaf değildir, dükkân açmasın; dinlemesini bilmeyen çağdaş değildir, siyaset
yapmasın" derdi; ama, ben, bu sözü sizlerle paylaşıyorum; yani, hepimiz
için üzücü, ağırdır; ama, böyle bir gerçek de var. Ben, bunu sizlerle paylaşmak
istiyorum; çünkü, bu konu çok ciddî bir konu. Sadece burada kalamayız, kalamazsınız;
olmaz böyle şey; insanlar kan ağlıyor. Vakıf tanımlanıyor; ama, vakıf
tanımından çıkmış bu iş.
Bakın, elimde,
internetten vakıflar sitesine girdiğim zaman bir printer çıktısı var 10 sayfa.
Tarımsal vakıflarda e-ticaret, e-iş... Vakıflar üçüncü sektör olmuş bu ülkede.
Bir özel sektör var, kamu sektörü var ve vakıflar üçüncü sektör. Altında vakfı
tanımlamış: "Yardımlaşmanın teşkilatlandırılmış en ideal biçimidir"
demiş. Üstünde de bu var. Bu çelişkiyi hiç kimseye anlatamazsınız.
Geliyorum pratiğine. Bu
iş çok kısaydı; vatandaş rızanın hikâyesi de aynı, hepimizin hikâyesi de aynı.
Çıkarsınız dersiniz ki: "Devletin görevi, işlettiği kurumlarda, vatandaşın
sosyal ve kültürel haklarını koruyacak hizmetler silsilesinin tamamını
vermektir, bu işler de, devletin kendi kurumları vasıtasıyla çözülür." Bu
işin tanımı basit. Sosyal devlet, kendi işini, vakıflar kurarak, aksaklığını
gidermeyi hedefleyerek çözmeye çalışmaz. Sosyal devletin görevi, kamu kurumlarını
en ideal idare biçimine ulaştırmaktır. Devletin ulaşamadığı alanlarda, çevresel
ve yaşamsal faaliyetlerde, vakıflar, insanî değerleri yerine getirebilmek için
dayanışma duygusunu ortaya çıkarır, toplumun mutluluğu ve refahı için faaliyet
gösterirler; bu iş bu kadar basit. Demek ki, devletin vakıfları, şu anda,
devletin sorumluluklarını almaya çalışıyorlar.
Peki, bunun dışındaki
aksaklıklar ne? Bunun dışındaki aksaklıklar çok. Birincisi şu: Hepimiz tarihe
bağımlıyız. Osmanlıdan günümüze kadar gelen vakıflar var. Biz de, geçen yıl, bu
vakıflarla ilgili bir kanun çıkardık. Burada Adana milletvekillerimiz de var,
gezmişlerdir. Hepimiz bölgelerimizi gezerken, insanların kan ağladığını gördük.
Bu vakıfların, 950 yılından başlayarak kurulduğunu da görüyoruz. Kurtuluş
Savaşı yaşadık. Bu köylüler diyor ki: "Vakıfları ele aldığınızda bizim
sorunlarımızı da ele alın. Biz, burayı, atalarımızın kanıyla kazandık, bu
toprakları yüz yıldır, yüzelli yıldır ekip, işliyoruz. İki dönüme çit geçirdik,
duvar yaptık, bina yaptık; ama, Mecliste sizin çıkarmış olduğunuz bir kanun
diyor ki: 'İşgal altında tuttuğunuz arazileri götürün, bu vakıflara geri verin,
satın alın veya onun icar parasını ödeyin.' Siz, köyden kente göçü bununla mı
önleyeceksiniz?!"
Değerli arkadaşlar,
Adana'nın Karaisalı İlçesinde 5 köyde ve Pozantı İlçesinde 7 köyde 5 000 tapu
iptal edildi. Oradan kamulaştırma geçmiş, planlama geçmiş, imar geçmiş, hâlâ,
vakıf arazisi diye elinden alınanlar var. İnsanlar topraklarını ekmek istiyor.
Bu köylülerin sorununu da, bunlarla birlikte araştırmak lazım. Gelin
araştıralım.
Devletin malı hazine
arazisi; on yıl işleyene, yirmi yıl işleyene bir hak koymuşsunuz, zilyet hakkı
demişsiniz; Kurtuluş Savaşında orayı almış, düşmandan kurtarmış, seksen yıldır
işleyen adama, burada işgalcisin, çık oradan kente göç, ne yersen ye, ne
içersen iç diyemezsiniz. Böyle bir şey olmaz!.. Bu insanlar da bizden çözüm
bekliyor; bunu da bu kapsama alalım.
Bir üçüncü şık: Vakıflar,
Türkiye'de, devletin yasal ve siyasal sorumluluklarına gölge düşürüyorlar. Ne
yapıyorlar biliyor musunuz; vakıfların işleyiş ve iştigal alanları o kadar
genişlemiş ki, siz, üçüncü sektörü oluşturup, piyasada rekabeti ortadan
kaldırıyorsunuz. Kendi hukukumuzu çiğner hale gelmişiz.
Eğitimde birlik ilkesi
demişiz, eğitimde birlik ilkesini bozmuşuz. Bugün, vakıflar, kurslardan tutun,
üniversiteye hazırlığa kadar her tür eğitimi yapıyor. Siz, özel sektöre
diyorsunuz ki, binalarınızın 16 metrekarelik idareci odaları olacak, katların 3
metre yüksekliği olacak, kapı genişliğiniz 90 santim olacak, lavabo
yüksekliğiniz şu kadar olacak; sen fizikî şartlara uymak zorundasın; bu, bir.
Eğer, sen eğitim yapacaksan 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununa uyacaksın
diyorsunuz ve bu insanlara bir müfredat onaylıyorsunuz; ama, bir vakıf geliyor,
kendi müfredatını yazıyor, binanın standartlarına bakmadan eğitim veriyor;
yani, benim için sağlıklı olmayan bir ortam vakıf yapınca sağlıklı mı oluyor?!
Özel öğretim yapınca sağlıksız, özel öğretim yapınca eğitimde birlik ilkesine
uy; ama, vakıfsan, ne eğitimine karışırım ne fizikî şartlarına karışırım ne
sosyal sorununa karışırım diyemezsiniz.
Sayın Millî Eğitim
Bakanından, Sayın Tarım Bakanından rica ediyorum...
HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı)
- Vakıflarda böyle bir şey yok.
TACİDAR SEYHAN (Devamla)
- Var böyle bir şey. Ben, özel öğretimciyim.
HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı)
- Yok efendim...
TACİDAR SEYHAN (Devamla)
- Efendim, var. Ben, burada, size, hangi vakıflar olduğunu, listesini şimdi
vereceğim. Ankara'nın göbeğinde bile var. Gezer, birkaç adım yürürseniz,
kimlerin, hazırlık kursları adı altında, hangi binalarda ders verdiğini
görürsünüz, hangi koşullarda ders verdiğini görürsünüz. Bu, kanayan yaradır.
Bunu, ben, bilginize sunmak istiyorum. Eğitimde birlik ilkesini korumak
zorundasınız, farklı müfredatla eğitim verdiremezsiniz.
Bakın, bir de, özel
öğretimde bir anekdotu daha anlatmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, malî
açıdan da bunları denetlemek zorundayız; ben katılıyorum, sadece bağış şeklinde
değil. Bakın, 625 sayılı Kanuna göre, özel öğretimde verginin yüzde 93'ü özel
öğretim kurumlarından alınıyor, sadece yüzde 7'si vakıflardan alınıyor. Özel
öğretim denetleniyor, vakıflar denetlenmiyor. Bu ayırımı, temsil ettiğiniz
tabana hiçbir şekilde izah edemezsiniz.
Ben, bu söylediklerimizin
hepsini bir arada kanunlaştıralım demiyorum; ama, burada bir iş yapıyoruz.
Sizden rica ediyorum, bu araştırmanın kapsamını genişletelim, var mı yok mu,
kol kola girelim, bu ilçeleri gezelim, gidelim, özel öğretim kurumlarını
gezelim. Ben, size, elimdeki dokümanlar ile vakıfların faaliyet alanları
konusunda elde ettiğim verileri vereyim; ama, burada aksaklık varsa, bunu da
beraber düzeltelim.
Bu insanlar bizim, bu
halk bizim, bu toplum bizim, bu millet bizim, bu topraklar bizim. Bizim,
hepimizin görevi, sosyal dayanışmayı sağlamak olduğu gibi, sosyal refahı da
sağlamaktır, vatandaşlar arasında, çalışma ortamında eşgüdüm yaratmaktır,
yaşamda eşdeğer standartlar yaratmaktır ve bu ülkede kalitenin önünü açmaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle,
benim önerilerimi de dikkate alacağınızı düşünüyor, hepinize saygı ve sevgiler
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Seyhan,
teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Meclis araştırması önergeleri üzerindeki öngörüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, Meclis araştırması
açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım. Meclis araştırması açılmasını
kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Meclis araştırmasını
yapacak komisyonun 12 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun çalışma
süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden
başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Komisyonun gerektiğinde
Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer
milletvekilleri, sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 3 Aralık 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 18.32