BIM 2 1 2003-12-18T08:18:00Z 2003-12-18T08:18:00Z 36 26166 149148 TBMM 1242 298 183164 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 31                                              YASAMA YILI : 2

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

22 nci Birleşim

2 Aralık 2003 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                                  

 

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün'ün, Dünya Özürlüler Günü münasebetiyle, ülkemizdeki engellilerin sağlık, eğitim ve istihdam sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı

2.- İstanbul Milletvekili Lokman Ayva'nın, Dünya Özürlüler Günü münasebetiyle, ülkemizdeki engellilerin sağlık, eğitim ve istihdam sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı

3.- Bingöl Milletvekili Feyzi Berdibek'in, İstanbul'daki terörist bombalama olaylarını gerçekleştiren kişilerden bazılarının Bingöllü olması nedeniyle iç ve dış basının bu ili suç merkezi olarak lanse etmesi karşısında Bingöl halkının üzüntülerini dile getiren gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında 5001 sayılı Kanunun bir daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/400)

IV.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Ağrı Milletvekili Naci Aslan'ın, Başkent Öğretmenevi konaklama ücretine ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/288) ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı

2.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, ülkemizdeki ABD askerî varlığına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/291) ve yazılı soruya çevrilmesi nedeniyle konuşması

3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, Dünya Turizm Fuarında Suriye'nin İskenderun ve Antakya'yı kendi sınırları içinde gösteren bir harita dağıttığı iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/298) ve yazılı soruya çevrilmesi nedeniyle konuşması

4.- Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu'nun, yapı denetim kuruluşlarında pilot bölge seçimine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/300) ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

5.- Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın, narenciye bahçelerinin imara açılmasına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi  (6/301) ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

6.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden farklı inanç gruplarına ödenek ayrılıp ayrılmayacağına ilişkin Devlet Bakanından  sözlü soru önergesi (6/304) ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı

7.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci'nin, İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle'deki yeşil alanın yapılaşmaya açıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/305) ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı

8.- Ankara Milletvekili İsmail Değerli'nin, verem hastalarının aşı, ilaç ve tedavilerine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/306)

9.- Zonguldak Milletvekili Nadir Saraç'ın, Kamu İhale Kanunu uygulamalarında orman köylülerinin mağdur edildiği iddiasına ilişkin Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/308)

10.- Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın, şekerpancarı üretimine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/310) ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

B) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Adana Milletvekili Tacidar Seyhan'ın, Adanasporun gelirlerine haciz konulduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1308)

2.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, ülkemizde tavuk vebasıyla ilgili bir virüs tespit edilip edilmediğine ve alınan önlemlere ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/1309)

3.- İzmir Milletvekili Vezir Akdemir'in, açıktan personel alımındaki yaş sınırına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/1321)

4.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, kredi kartı borcu faiz oranlarına ve bankaların bazı uygulamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali Babacan'ın cevabı (7/1324)

5.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un, Bergama-Ovacık Altın İşletmesinin faaliyetlerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1329)

6.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, yarım kalmış yatırımlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/1332)

7.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, KDV ve Kurumlar Vergisinden muaf sağlık tesislerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1333)

8.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, sıvı yağ üreticilerine KDV iadelerinin geç ödendiği iddiasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1340)

9.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, ihaleye konu işlerin bölünerek emanet ve pazarlık yollarıyla yaptırılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/1341)

10.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, esnafın sorunlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali Babacan'ın cevabı (7/1348)

11.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Manavgat'ın çöp depolama alanı ihtiyacına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1356)

12.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, yoksulluklarla mücadeleye yönelik yasal düzenleme çalışmalarına ve İmar Bankası mudilerine yapılacak ödemelere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/1358)

13.- Hatay Milletvekili Abdulaziz Yazar'ın, İskenderun ve çevresinin demiryolundan daha fazla yararlanabilmesi için bir çalışma yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın cevabı (7/1362)

14.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, bakanlık amblemiyle ilgili ihaleye ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1366)

15.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Çukurova Elektrik ve Kepez şirketlerinin küçük hissedarlarının mağduriyetlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in cevabı (7/1370)

16.- Ordu Milletvekili İdris Sami Tandoğdu'nun, Karadeniz Bölgesindeki çöp depolama alanı sorununa ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/1376)

17.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin İller Bankasından aldığı paya ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı (7/1385)

18.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, ihracat artışında hayalî ihracatın payı olup olmadığına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/1389)

19.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un, gıda ve ilaç yapımında kullanılan bitkilerin toplanması, alım-satımı ve ihracı konusunda sınırlamalar getirilip getirilmeyeceğine,

- Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe'nin, Afyon'da haşhaş ekim alanlarının daraltılmasına,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/1416,1418)

20.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur Yaka'nın, elma ithalatına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/1420)

21.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın, Trakyabirlik ile ilgili Bakanlar Kurulunda bekleyen kararnameye ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/1443)

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar ve 26 milletvekilinin, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu yararına çalışan vakıf, dernek gibi kuruluşlarda bağış adı altında toplanan malî kaynağın araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/12)

2.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş ve 100 milletvekilinin, kamu vakıfları ile kamu bünyesinde kurulu dernek ve yardımlaşma sandıkları konusunun araştırılarak, bu oluşumlardan kaynaklanan sorunların çözümü için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/28)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Oturum Başkanı, TBMM Başkanvekili İsmail Alptekin, 20 Kasım 2003 Perşembe günü, İstanbul'da, iki ayrı yerde meydana gelen bombalama olaylarında hayatını kaybedenlere Cenabı Hakk'tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı ve yaralananlara da acil şifalar dileyen bir konuşma yaptı.

Adalet Bakanı Cemil Çiçek, İstanbul'da iki ayrı yerde meydana gelen bombalama olaylarına ve sonrasındaki gelişmelere ilişkin gündemdışı açıklamada bulundu; AK Parti Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal Grupları adına, Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir de şahsı adına aynı konuda görüşlerini belirttiler.Adana Milletvekili Atilla Başoğlu ve 21 milletvekilinin, devlet iç borçlanma senetlerinin halka arzıyla ilgili bazı iddiaların araştırılması (10/144),

Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl ve 27 milletvekilinin, TÜBİTAK'la ilgili malî ve idarî konulardaki bazı iddiaların araştırılması (10/145),

Sinop Milletvekili Engin Altay ve 29 milletvekilinin, kıyı balıkçılığındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi (10/146),

Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 64 milletvekilinin, Millî Eğitim Bakanlığındaki atama, yer değiştirme ve görevde yükselme uygulamalarıyla ilgili iddiaların araştırılması (10/147), Ankara Milletvekili Oya Araslı ve 22 milletvekilinin, töre cinayetleri görünümündeki kadına yönelik şiddet hareketlerinin nedenlerinin araştırılarak engelleyici önlemlerin belirlenmesi (10/148),

Amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri;

İstanbul Milletvekili Hüseyin Besli ve 58 milletvekilinin, Türkbank ihalesi sürecinde malın satımında ve değerinde fesat oluşturacak ilişki ve görüşmelere girdikleri ve bu fiillerinin Türk Ceza Kanununun 205 inci maddesine uyduğu iddiasıyla eski Başbakan A. Mesut Yılmaz ve Devlet eski Bakanı Güneş Taner haklarında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergeleri (9/5);

Genel Kurulun bilgisine sunuldu, Meclis araştırması önergelerinin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı, Meclis soruşturması önergesinin, Anayasanın 100 üncü maddesinde ifade olunan "Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve karara bağlar" hükmü uyarınca görüşülme gününe dair Danışma Kurulu önerisinin, daha sonra Genel Kurulun onayına sunulacağı, açıklandı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında (1/521) (S. Sayısı: 146),

2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin (1/523) (S. Sayısı: 152),

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporları henüz gelmediğinden;

3 üncü sırasında bulunan, Millî Eğitim Temel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında 31.7.2003 tarihli ve 4967 sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu maddesi gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresinin (1/658) (S. Sayısı: 277),

4 üncü sırasında bulunan, Akdeniz'de Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Hareketleri ve Bertarafından Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/406) (S. Sayısı: 94'e 1 inci Ek),

Görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;

Ertelendi.

 

2 Aralık 2003 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.35'te son verildi.

 

İsmail Alptekin

Başkanvekili

 

Enver Yılmaz            Yaşar Tüzün

                Ordu                     Bilecik

Kâtip Üye Kâtip Üye                                                                

 

 

No. : 34

II. - GELEN KÂĞITLAR

21 Kasım 2003 Cuma

Tasarı

1.- Millî Güvenlik Kurulu ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanununun Bazı Hükümlerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/703) (Avrupa Birliği Uyum ve Anayasa Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)

 

Teklifler

1.- Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek ve 26 Milletvekilinin; 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun Sosyal Güvenlik Destek Primi Başlıklı Ek Madde 20'nin Yürürlükten Kaldırılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/208) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.11.2003

2.- Manisa Milletvekili Hasan Ören'in; 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/209) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2003)

Rapor

1.- Petrol Piyasası Kanunu Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/691) (S. Sayısı: 288) (Dağıtma tarihi: 21.11.2003) (GÜNDEME)

No. : 35

1 Aralık 2003 Pazartesi

Cumhurbaşkanınca Geri Gönderilen Kanun

1.- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında 12.11.2003 Tarihli ve 5001 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi (1/704) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna)  (Başkanlığa geliş tarihi: 1.12.2003)

 

Sözlü Soru Önergesi

1.- Ankara Milletvekili Oya Araslı'nın, tecavüz mağduru kadınların korunmasına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/849) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)

 

Yazılı Soru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, bazı eski üst düzey banka yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunulmamasının nedenine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1522) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)

2.- Erzurum Milletvekili Mustafa Ilıcalı'nın, Avrupa Komisyonunun Erzurum-Erzincan-Bayburt hibe projesi teknik danışmanlık ihalesi sürecine ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1523) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)

3.- Denizli Milletvekili Mehmet U. Neşşar'ın, kadrosunun bulunduğu yer dışında görevlendirilen personele ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1524) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)

4.- Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu'nun, Samsun-Hopa arasındaki bölünmüş yol çalışmalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1525) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)

5.- Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu'nun, Yusufeli ve Deriner Barajları projelerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1526) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)

6.- İzmir Milletvekili Enver Öktem'in, Buca Cezaevi çocuk koğuşuyla ilgili iddialara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1527) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)

7.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol'un, İzmir-Beydağ-Adaküre Köyünün yanmayan sokak lambalarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1528) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.2003)

8.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel'in, Örnekköy Arazi Toplulaştırma ve Tarla İçi Geliştirme Projesinin 2004 yılı yatırım programına alınıp alınmayacağına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1529) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)

9.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, deprem sonrası Düzce'ye yapılan yatırımların yeterliliğine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1530) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)

10.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Düzce depreminde hasar gören okulların onarımına ve yeni okul açılıp açılmayacağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1531) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)

11.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Düzce İlinde deprem sonrası yapılan sağlık yatırımlarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1532) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)

12.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu çalışanlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1533) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)

13.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, AİHM'de Türkiye adına davalara giren bir avukata ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1534) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)

14.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, THY'nin Frankfurt ofisine ve Başbakanlığa tahsisli helikoptere ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1535) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)

15.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, personelin özlük haklarına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/1536) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.11.2003)

 

 

No. : 36

2 Aralık 2003 Salı

Rapor

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Letonya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Turizm Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/370) (S. Sayısı: 291) (Dağıtma Tarihi: 2.12.2003) (GÜNDEME)

 

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan'ın, töre cinayetlerine karşı alınacak tedbirlere ilişkin Devlet Bakanından (Güldal Akşit) sözlü soru önergesi (6/850) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

2.- Ağrı Milletvekili Naci Aslan'ın, Ağrı'da fen lisesi açılıp açılmayacağına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/851) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

3.- Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'in, özel sağlık ve eğitim kuruluşlarının kullandıkları binaların yapı denetimlerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/852) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

4.- Çanakkale Milletvekili İsmail Özay'ın, Gökçeada'daki sağlık hizmetlerine ve bir hastanın vefatıyla ilgili iddialara ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/853) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

 

Yazılı Soru Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Enver Öktem'in, İstanbul'da yaşanan bombalı saldırılara ve faillerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1537) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

2.- İzmir Milletvekili Enver Öktem'in, Topluma Kazandırma Yasasından yararlananlara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1538) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

3.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu'nun, Amatör Denizcilik Federasyonunun bazı konularda yetkilendirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1539) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

4.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, ülkemizin eğitimle ilgili uluslararası yarışma ve projelerde temsiline ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1540) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

5.- Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner'in, Gevher Nesibe Sağlık Eğitim Enstitüsünün öğrenim süresinin dört yıla çıkarılıp çıkarılmayacağına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1541) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

6.- Manisa Milletvekili Hasan Ören'in, genel aydınlatma giderlerinin TEDAŞ tarafından ödenip ödenmeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1542) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

7.- Sivas Milletvekili Nurettin Sözen'in, bazı televizyon kuruluşlarının ulusal düzeyde yayın izinleriyle ilgili iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1543) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

8.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu'nun, köylülerin meralarının ellerinden alındığı iddialarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1544) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

9.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Konya III. Organize Sanayi Bölgesi Projesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/1545) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

10.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Mevlana Kültür Merkezi inşaatına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/1546) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

11.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Ankara-Konya hızlı tren projesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1547) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

12.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, Aliağa Limanında gemi kaynaklı atıkların bertarafına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1548) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

13.- Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin'in, sendikaların üyelik aidatlarının kaynaktan kesilmemesinin nedenine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/1549) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

14.- Eskişehir Milletvekili Cevdet Selvi'nin, yoksullar için yapılan yardım çalışmalarına ilişkin Devlet Bakanından (Beşir Atalay) yazılı soru önergesi (7/1550) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

15.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadelede polis narkotik köpeklerinin etkin kullanımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1551) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

16.- Ankara Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun, İstanbul'daki terör olaylarının faillerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1552) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

17.- İstanbul Milletvekili Güldal Okuducu'nun, Hizbullah örgütünün İstanbul'daki terör olaylarıyla ilişkisi olup olmadığına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1553) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

18.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, Türkçe mukabele uygulamasının yaygınlaştırılıp yaygınlaştırılmayacağına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/1554) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

19.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, ilköğretim öğrencilerine yönelik seviye tespit sınavlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1555) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

20.- Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, Topluma Kazandırma Yasasından yararlananların terör eylemleriyle ilişkisine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1556) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2003)

21.- İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu'nun, bazı terör örgütlerinin yapılanma ve faaliyetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1557) (Başkanlığa geliş tarihi: 1.12.2003)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

2 Aralık 2003 Salı

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, arkadaşlarımıza gündemdışı söz vermeden önce, bir hafta önce idrak etmiş olduğumuz ramazan bayramınızı tebrik ediyor; milletimize ve tüm insanlık alemine hayırlar getirmesini Cenabı Hak'tan temenni ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Danışma Kurulu, 12 Kasım 2003 tarihli toplantısında, bu yasama yılında da milletvekillerinin Genel Kurul çalışmalarını etkin ve süratli bir biçimde sürdürebilmeleri için, haftanın çarşamba ve perşembe günleri Türkiye Büyük Millet Meclisine ziyaretçi alınmaması tavsiyesi kararı almıştır. Bu husus, emniyet güçlerimiz tarafından da, halkla ilişkiler bürosu tarafından da itinayla uygulanacaktır. Bu hususta, milletvekili arkadaşlarımızın, yasama çalışmalarının daha verimli olması bakımından, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilgili personeline yardımcı olmalarını rica ediyorum.

Üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, engellilerle ilgili olarak söz isteyen, Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün'e aittir.

Sayın Üstün, buyurun efendim.

Süreniz 5 dakikadır.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün'ün, Dünya Özürlüler Günü münasebetiyle, ülkemizdeki engellilerin sağlık, eğitim ve istihdam sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı

FAHRETTİN ÜSTÜN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yarın 3 Aralık Dünya Özürlüler Günü; bu nedenle, gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. Özürlüler Gününde anmak durumunda olduğumuz, sorunlarını tartışmak durumunda olduğumuz ve çoğu kez unutulan çok değerli engelli yurttaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi adına, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Yakın zamana kadar çok büyük bir toplumsal sorun olan engelliler sorunu görmezden gelindi. Engelli çocuklarımızı, insanlarımızı aile içinde toplumdan tecrit ederek fiziksel gereksinmelerini karşılamakla, onlara karşı görevlerimizin yerine getirildiği düşünüldü. Bu anlayış sonucu, ülkemizde engellilerle ilgili eğitim, sağlık, rehabilitasyon ve istihdam hizmetleri, bugün, çağdaş ülkelerin çok gerisinde kaldı. Oysa, yapılması gereken, engelli yurttaşlarımızın başkalarına muhtaç olmadan kendi kendilerine yetebilmelerinin sağlanması ve topluma üretici bireyler olarak kazandırılmalarıdır.

10-11 Kasım 2003 tarihlerinde Brüksel'de Avrupa Birliği Engelliler Toplantısı yapıldı. Türkiye Sakatlar Konfederasyonu, bu toplantıda Türkiye'yi başarıyla temsil etti. Bu toplantıda, tüm aday ülkeler için, Avrupa Birliğinin engellilere yönelik standartlarına bir an önce kavuşma hedefi bir kere daha ortaya konuldu.

Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye olarak, çok süratli adımlar atarak engellilerle ilgili politikalarımızı gözden geçirmeli ve engelli insanlarımızın yaşam kalitelerini yükseltmek üzere bir eylem planı oluşturmalıyız. Engelli insanlarımızın ancak yüzde 3'üne eğitim verebiliyoruz, ancak yüzde 4'üne istihdam sağlayabiliyoruz. Sağlık ve rehabilitasyon hizmetleri yetersiz. Kentlerimiz, yollarımız, binalarımız, hâlâ özürlü insanların kullanımına uygun değil. Engelli insanlarımızın toplumsal yaşama katılımının önünde binbir türlü engeller var. Bu tablo Türkiye'ye yakışmıyor. Bu tabloyu değiştirmeliyiz.

Hâlâ, ülkemizdeki engelli insanların sayısını bilmiyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, nüfusun yüzde 10'uyla 12'si arasında engelli insan hesabıyla, ülkemizde 7 000 000-7 500 000 özürlü olduğu söyleniyor. İşe buradan başlayarak, ciddî bir çalışmayla, hangi ilimizde, hangi mahallemizde, hangi evde, hangi özürlü grubundan kaç insanımız var, onu ortaya koymalıyız; ancak bundan sonra doğru politikalar geliştirebilir, doğru hizmetler verebiliriz.

Özürlülerin toplumsal yaşama katılımlarının önündeki en büyük engel eğitimsizliktir. Millî Eğitim Bakanlığına bu yönde büyük görevler düşmektedir. Ayrıca, SSK'lı ve 657 sayılı Yasaya tabi memur ailelere engelli çocukları için verilen eğitim yardımları, sosyal güvencesi olmayan ailelerin engelli çocuklarına da verilmelidir. Bu amaçla, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu kaynakları kullanılabilir. Sosyal güvencesi olmayan engelli çocuklara sahip çıkmak, sosyal devlet olmanın gereğidir.

Eğitimle ilgili bir konuyu özellikle işaret etmek istiyorum. Engellilerle ilgili özel eğitim uzmanı yetiştirmek üzere Türkiye'de bütün üniversitelerin yıllık öğrenci kontenjanı 600 civarındadır. Özürlülerle ilgili hamle yapacaksak, bu sayı son derece yetersizdir. Bu kontenjanları mutlaka ve mutlaka artırmalıyız.

Engelliler ve aileleri, toplumumuzun en mağdur kesimidir. Bu aileler, çocuklarıyla birlikte, her türlü güçlüğe karşı yaşam mücadelesi vermektedirler, sosyal hayatları hemen hemen yok; ama, en büyük korkuları, çocuklarının kendilerinden sonra ne olacağı. Bu açıdan, engellilerle ilgili sosyal hizmetlerin, bakım hizmetlerinin geliştirilmesi ve yeni bir anlayışla, bakım sigortasının oluşturulması büyük önem taşıyor.

Son yıllarda engellilerle ilgili sivil toplum kuruluşlarının büyük bir gelişme içinde olduklarını ve pek çok projeye başarıyla imza attıklarını görüyoruz. Hem devlet hem toplum olarak, bu sivil toplum kuruluşlarına daha çok destek vermeliyiz.

Yasayla kurulan Türkiye Sakatlar Konfederasyonunun çalışmalarını yürütürken büyük maddî güçlükler içinde olduğunu, hatta kira ve telefon paralarını ödemekte zorluk çektiğini öğrendim. Türkiye Sakatlar Konfederasyonu, mutlaka yasal bir gelir kaynağına kavuşturulmalı ve bütçeden, daha çok desteklenmelidir.

Geçen dönem Meclis gündeminde olup sonuçlandırılamayan özürlüler yasası tasarısı, tarafların da katılımıyla, derhal yeniden ele alınmalıdır. Kadük olan bu tasarıya, IMF engeli nedeniyle çıkarılan, malî bölüm de dahil edilmeli, tasarı ihtiyaçları karşılayacak bir hale getirilerek bir an önce yasalaştırılmalıdır.

2022 sayılı yaşlılar, maluller ve engellilerle ilgili Yasada belirtilen üç aylık maaşın, engelliler lehine makul ölçüde artırılması gerekir. 571, 572, 573 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle getirilen düzenlemelerin de, bir an önce özürlüler yasası tasarısı kapsamına alınarak yasalaştırılmasında büyük yarar vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Üstün, buyurun.

FAHRETTİN ÜSTÜN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; engellilerin kamu ve özel sektörde istihdamı için yasal olarak ayrılan yüzde 3'lük kontenjan, yüzde 10'luk engelli nüfusunun ihtiyacını karşılamaktan uzaktır. Kamuda bile bu oran binde 7'yi geçmemektedir. Özel sektörde bu oran daha düşüktür. Bu konudaki temel zaaf, denetim eksikliğimizdir. Bu arada, yapılması gereken bir çalışma, sağlıklı veri tabanına dayalı olarak, engellilerin yapabilecekleri işlerle ilgili analitik bir değerlendirme projesidir. Engellilerin mesleğe yönelik eğitim rehabilitasyon programları bu projeye göre yeniden belirlenmelidir. Yürürlükteki yasa ve yönetmeliklerde var olan meslek alanları, teknolojik gelişmeler nedeniyle çok sayıda artmıştır.

Engellilerin önemli sorunlarından biri de sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamamalarıdır. Bunun için, ekdestek hizmet birimlerinin sağlık kurumlarında ve belediyelerde oluşturulması gerekir.

Değerli arkadaşlarım, engellilerin sayısının artmasında önemli konulardan biri -toplumun özürlü olduğu bir alan- trafik kazalarıdır. Her yıl onbinlerce insanımızı trafik kazalarında kaybediyoruz veya fiziksel yaralanmalar sonucu, fiziksel ya da zihinsel özürlü hale geliyorlar. Bu konuda yapılması gereken çalışmalar vardır ve bu Parlamento, bu dönemde bu konuyu ivedilikle ele almalıdır.

Ayrıca, yasal önlemlerle olmasa bile toplumu bilinçlendirerek engellilerin sayısının azaltılması için akraba evliliğinin ortadan kalkması gerekiyor. İleri ve çağdaş ülkelerin hemen hiçbirinde akraba evliliği yoktur. Geçmişte, Cengiz Han'ın bile 10 kanunundan biri, akraba evliliğini yasaklamaktadır. Deneylerle sabit ki, genetik biliminin verdiği sonuçlara göre, engelli yurttaşlarımızın büyük oranda akraba evliliğinden kaynaklandığı bilim adamlarımızca dile getirilmektedir.

Değerli milletvekilleri, engelli yurttaşlarımız, ulusumuzun önemli ve en çok kollanması gereken bölümüdür. Onlarla birlikte, onlar için her türlü hizmeti sağlamak hepimizin temel görevidir. Bunun için, tüm engellileri, sanki kendi yakınlarımızmış gibi görmeliyiz. Her an, yaşamın her boyutunda onlarla birlikte olmalı, tüm engelli yurttaşlarımızı, özellikle onların sorunlarını birebir yaşayan yakınlarını, Dünya Özürlüler Günü vesilesiyle yürek dolusu sevgi ve saygılarımızla Cumhuriyet Halk Partisi adına selamlamaktan onur duyuyor, kıvanç duyuyoruz.

Sözlerime, bir engelli çocuğun, anne ve babasına şöyle seslendiğini düşünerek son vermek istiyorum: "Sizin çocuğunuz olarak doğmak elimde değildi; ama, seçme hakkım olsaydı, sizden başka kimsenin çocuğu olmak istemezdim; çünkü, beni seven sizsiniz, başkası olamaz. Tanrı, sizi özel görmeseydi, benim gibi özel bir çocuğu size vermezdi. Sizi çok seviyorum." 

Evet, bizler de sizi çok seviyoruz ve kadük olan yasa tasarısının bir an önce çıkarılması için gerekli çalışmaların bu Parlamentoda, bu dönemde yapılmasında büyük yarar vardır. Unutmayalım, ormanlarımızı yakacak kanunları bu Meclis çıkardı, Hizbullahçıları affeden kanun bu Meclisten çıktı; ama, özürlülerle ilgili, engellilerle ilgili yasa tasarısı kadük oldu, bu dönem hâlâ Meclise gelmedi.

Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Berdibek, Sayın Ayva da özürlülerle ilgili olarak konuşma yapacaktır; isterseniz, ikinci sırada Sayın Lokman Ayva'ya söz vereyim...

FEYZİ BERDİBEK (Bingöl) - Tabiî, Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sayın Ayva, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2.- İstanbul Milletvekili Lokman Ayva'nın, Dünya Özürlüler Günü münasebetiyle, ülkemizdeki engellilerin sağlık, eğitim ve istihdam sorunlarına ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı

LOKMAN AYVA (İstanbul) - Sayın Başkan, aziz milletimin kıymetli vekilleri; sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Öncelikle, bayram tatilinde trafik kazalarında vefat eden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, sakat kalanlara da Allah'tan yardım temenni ediyorum.

Benden önce konuşan milletvekilimizin de belirttiği gibi, yarın Dünya Özürlüler Günü ve Dünya Özürlüler Gününü, Türkiye, önemli bir dönüm noktası olarak geçirecektir diye ümit ediyor ve diliyoruz.

Bir tarlanın çerçöp içinde olması, zararlı bitki ile faydalı bitkinin birbirine karışmış olması, büyük ağaçların gölgesinde zayıf fidanların olması, o tarlayı işleten, o tarlayı yöneten, o tarlanın sahibi olan çiftçi hakkında bir nebze de olsa bilgi verir. İşte, ülkemizdeki özürlülerin durumu da, Türkiye'de, şimdiye kadar, neler olduğu veya neler olmadığı konusunda bir nebze de olsa bilgi vermektedir.

Biraz önce, milletvekilimizin de belirttiği gibi, eğitim konusunda, istihdam konusunda, sağlık ve diğer konularda, maalesef, hiç de iç açıcı bir tabloya sahip değiliz. Öyle günler, öyle geceler yaşanmaktadır ki bu ülkede, insanlar, çocuklarının ne yapacağını, yarın, öldükten sonra, onların ne olacağını veya ne olmayacağını bilememektedirler. Öyle kişiler vardır ki, hukuk fakültesini bitirir; fakat, santral memurluğu yapmaya mahkûm olur; çünkü, avukatlık yapamamasının önündeki yegâne neden olarak özrü gösterilmektedir. Öyle tablolar yaşanır ki ülkemizde, sırf özürlü olduğu için, sokaklarda kalmak zorunda olan insanlarımız vardır.

Elbette ki, bu duygular, daha şiddetli olarak yaşanmaktadır ve şu sözü özellikle vurgulamak istiyorum: Tabiat şartlarının kendilerine sunduğu imkânlardan dolayı güçlü olanlar, bu güçlerini, güçsüzlerin sıkıntılarını seyretmekle değil, güçsüzlerin de güçlü hale gelmeleri için, adalet gereği harcamalıdırlar. Eğer, biz, bu adaleti gerçekleştiremezsek, bütün toplumuna hizmet eden, bütün toplumunun eşit hizmet almasını sağlayamayan yönetimler olur ki, başarılı yönetimler, bütün toplumun eşit hizmet almasını sağlayan yönetimlerdir ve şu ana kadar, gelişmelerin aksine, hükümetimizin, bu konuda da büyük hizmetler vermeye aday olduğunu, büyük hizmetlerin gerçekleşmesini hepimize seyrettireceğini görüyoruz. Öyle ki, hükümetimizin hizmet bahçesinde ümit çiçekleri açmış ve dileğimiz, arzumuz, ümidimiz odur ki, bu çiçekler tez zamanda, lezzetli ve bol bereketli hizmet meyvelerine dönüşürler.

Kıymetli milletvekillerim, bizim, sizlerin, kamu görevlilerinin, bilim adamlarının, sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin, zenginlerin, fakirlerin arasında olduğu aziz milletimizden bir talebimiz var; talebimiz şudur: Kalbinizde bize, yani özürlü kardeşlerinize bir zerre de olsa yer vermeniz. Eğer daha fazlasını yapabiliriz diyorsanız, özürlü insanların meselelerinin doğru şekilde anlatılması ve anlaşılmasına destek olunuz. Eğer daha da fazlasını yapabileceğinizi düşünüyorsanız, dört hususta desteğinizi bekliyoruz:

1- Bizim kendi kendimize yetmemize, lütfen, destek olun.

2- Lütfen, bizim kültür ve bilgi düzeyimizin yükselmesine katkıda bulunun.

3- Hepimizin meslek sahibi olmasına, altın bilezik edinerek bir iş bulmasına destek olun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

LOKMAN AYVA (Devamla) - 4- İnsanlarla sağlıklı ilişkiler kurabileceğimiz ortamların oluşmasına katkıda bulunun.

Sizlerin aracılığıyla, özürlü kardeşlerimin, özürlü vatandaşlarımın üç konuda mücadele etmelerini bekliyorum:

Birincisi, özürlü vatandaşlarımız ilkönce kendilerine karşı mücadele etmeliler; yani, eğitim imkânı bulamamalarına rağmen, tembelliklerini, güvensizliklerini, cehaletlerini, kendilerini aşarak topluma katılmalılar.

İkincisi, çevrelerindeki insanlara karşı ikna ve sevgiyle mücadele etmelerini bekliyorum. Anneleri, babaları başta olmak üzere kardeşlerine, akrabalarına ve bütün insanlara, üretebileceklerini, eğitim görebileceklerini ve topluma katkıda bulunabileceklerini anlatmalılar.

Üçüncüsü, şartlara karşı mücadele etmelerini bekliyorum. Yağmur, kış, soğuk; kaldırımlar, merdivenler; insanların bizi anlamaması gibi konular, kendilerini bu yaşam mücadelesinden alıkoymamalı ve bunlara karşı da gerekli mücadeleyi göstermeliler.

Aziz milletimin kıymetli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da, hiçbir siyasî görüş, bölge vesaire ayırımı yapmaksızın, özürlü kardeşlerinin, özürlü vatandaşlarının problemlerine el atacak ve onları bağrına basacaktır. İyi ki varsınız diyoruz. Şu ana kadar yapılan çalışmalardan dolayı da sizlerle gurur duyuyor, iftihar ediyor ve şükranlarımızı sunuyoruz ve dünyanın en iyi ve en güzel toplumuna selam ediyoruz.

Özürlüleriyle, özürsüzleriyle, mutlu ve muasır medeniyetin üzerinde bir Türkiye dileklerimle, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Ayva, teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, İstanbul Milletvekili Sayın Lokman Ayva ve Muğla Milletvekili Sayın Fahrettin Üstün'ün gündemdışı konuşmalarına, Devlet Bakanı Sayın Güldal Akşit cevap vereceklerdir.

Sayın Akşit, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI GÜLDAL AKŞİT (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya Özürlüler Günü nedeniyle yapılan konuşmalar üzerine söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, yapılan konuşmalardan edindiğim izlenim şu ki, özellikle, gündemdışı konuşma yapan Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşımızın özürlüler adına yapılan pek çok çalışmadan haberdar olmadığını anladım, hissettim ve bunları, burada açıklama ihtiyacı duyuyorum.

Bugün yaptığımız bir basın toplantısıyla, Türkiye'de ilk defa gerçekleştirilen özürlülük araştırması sonuçlanarak, bunun sonuçları açıklandı. Bu, bugüne kadar yapılmayan bir çalışmaydı ve çıkan sonuçlar da, son derece çarpıcı, hepimiz için çok ilgi çekici. Çalışmanın ayrıntı bölümü de devam etmektedir.

Bu yapılan araştırmaya göre, Türkiye'deki özürlülük oranı yüzde 12,29'dur ve bu, yaklaşık 8 000 000 nüfusa tekabül etmektedir. Tabiî, 12,29 yüksek bir oran gibi gelebilir; ancak, diğer ülkelerle, Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında, aslında, ülkemizdeki bu oranın çok da yüksek olmadığını görüyoruz. Çünkü, özellikle, sanayileşmiş ülkelerde, gelişmiş ülkelerde bu oranın yüzde 17'lere, 19'lara vardığını da tespit etmiş bulunuyoruz, yani, elimizdeki verilere göre görmüş bulunuyoruz.

Şu bir gerçek ki, sanayileşmenin artmasıyla, teknolojinin ilerlemesiyle özürlülük oranı artmaktadır; bu, çok ilginç bir sonuçtur ve bizde de, özellikle Marmara Bölgesi, bölge olarak bakıldığında, özürlü oranının en yüksek olduğu bölgedir. Sebebi araştırıldığında... Tabiî, özürlü denildiğinde, hepimizin aklına doğuştan olan özürler gelmektedir; oysaki, doğuştan olan özürlerin oranı çok düşüktür, yüzde 2 küsurlardadır; yüzde 9 küsuru bu özürlülük oranında, süreğen hastalıklar dediğimiz belirli bir hastalık sonucunda oluşan, kaza sonucunda oluşan ve halen devam eden hastalıklarla oluşan özürlerdir. Bu, tabiî, çok çarpıcı bir sonuç. Tam aksi düşünülürken -ben kendi adıma söylüyorum bunu- böyle bir sonucun çıkması çok enteresandır. Süreğen hastalıklar bazında bakıldığında da, Marmara Bölgesi ağırlık kazanmaktadır. Diğer Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletlerinde de bu oranın yüksek olması, sanayileşmenin, özürlülük oranını artırdığını göstermektedir.

Tabiî, bu çalışmalar çok güzel. Bu çalışmaların yapılması bizi belli yönde yönlendirmektedir; ancak, arkadaşlarımızın söylediği bir konuya da katılmamak mümkün değildir. Gönül  arzu eder ki, tüm özürlü vatandaşlarımızın bütün ihtiyaçları devletçe karşılanabilsin, bütün talepleri yerine getirilebilsin ve geleceklerinden de kaygı duymasınlar; ancak, sahip olduğumuz imkânlarla, devlet imkânlarıyla bunu yerine getirmemiz maalesef pek mümkün olmamaktadır. Ama, hedeflediğimiz, çok kısa bir vadede olmasa da, özürlü vatandaşlarımızın bu toplum için faydalı birer fert olduklarını hiçbir zaman unutmayarak, onlardan istifade edebileceğimizi hiçbir zaman unutmayarak ve geleceklerinden kaygı duymadan yaşamanın onların da hakkı olduğunu düşünerek gerekli çalışmaları yapmaktır; bunun bilinmesini istiyoruz.

Bunlardan en önemlisi, Özürlüler Yasası Tasarısıdır. Şu anda, o tasarı, hem internet sitemizde açıktır hem de kısa bir süre önce yapılan Özürlüler Yüksek Kurulunda tartışmaya açılmış bulunmaktadır. Ayrıca, tüm sivil toplum kuruluşlarına, üniversitelere, akademisyenlere ve ilgili birimlere Özürlüler Yasası Tasarımız ulaştırılmış ve kendilerinden görüş istenmiştir.

Biz, arzu ediyoruz ki, çıkacak olan yasanın, sadece çıkarılmış olmak için değil, gerçekten, özürlü vatandaşlarımıza hizmet verecek, bu kesimin talep ve ihtiyaçlarını karşılayacak ve yine benim çok kullandığım bir tabirle, ayakları yere basan bir yasa olsun; çünkü, öyle yasalarımız var ki, öyle hükümler ihtiva ediyor ki, sadece orada yazılı olmaktan ibaret kalıyor, hükümleri uygulanma imkânına sahip bulunmuyor. Biz, işte, Özürlüler Yasası Tasarısının özellikle uygulanabilir bir yasa olması yönünde çalışmalarımızı sürdürüyoruz ve bu konuda sivil toplumun katkısını alıyoruz. Gerçekten, kendilerinin de bize son derece faydası oluyor; akademisyenlerin faydası oluyor. Önümüzdeki günlerde, Özürlüler Yüksek Kurulunu olağanüstü olarak tekrar toplayacağız, bu yasa tasarısını tekrar tartışmak üzere, onların görüşlerini tekrar değerlendirmek üzere.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DEVLET BAKANI GÜLDAL AKŞİT (Devamla) - Sayın Başkan, konuşmamı bitiriyorum.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI GÜLDAL AKŞİT (Devamla) - Tabiî, gönül arzu ederdi ki, biz, bu yasa tasarısını yarına yetiştirelim; ama, maalesef, oldubittiye getirmek istemediğimiz için ve bu çalışmanın sağlıklı yürümesini arzu ettiğimiz için, süre önemli değildir, zaman önemli değildir, yeter ki sağlıklı bir yasa olsun istiyoruz dedik. Bunu, sivil toplum kuruluşlarıyla da paylaştık; çünkü, onlar, özellikle 3 Aralığa yetişmesi konusunda çok istekliydiler; ama, en azından, bu çalışmaların sürüyor olması ve kısa bir süre sonra da, inşallah, Genel Kurula gelecek olması bizim açımızdan önemlidir. Ben, sözümü daha fazla uzatmak istemiyorum; sadece, bu yöndeki çalışmalarımızı sizlere duyurmak istedim.

Yarın, biliyorsunuz, Dünya Özürlüler Günü; bu vesileyle, tüm özürlü vatandaşlarımızın gününü kutluyor; ama, onları bir gün değil, senenin her gününde hatırlamak dileğiyle kutluyor ve hatırladığımızı, düşündüğümüzü bilmelerini arzu ediyorum.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, Bingöl İlinin sorunları hakkında söz isteyen Bingöl Milletvekili Sayın Feyzi Berdibek'e aittir.

Sayın Berdibek, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3.- Bingöl Milletvekili Feyzi Berdibek'in, İstanbul'daki terörist bombalama olaylarını gerçekleştiren kişilerden bazılarının Bingöllü olması nedeniyle iç ve dış basının bu ili suç merkezi olarak lanse etmesi karşısında Bingöl halkının üzüntülerini dile getiren gündemdışı konuşması ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı

FEYZİ BERDİBEK (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemdışı söz hakkı verdiğiniz için teşekkür eder; bu vesileyle, televizyonları başında bizi seyreden bütün vatandaşlarımızın ve milletvekili arkadaşlarımızın geçmiş ramazan bayramını kutlar, saygılarımı sunarım.

15 Kasımda iki sinagog önünde ve 20 Kasımda Levent ve Beyoğlu'nda patlayan bombalar sonucunda 57 vatandaşımız hayatını kaybetmiş ve 650 vatandaşımız yaralanmıştır. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileklerimi sunarken, yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum.

Bu terör olaylarından dolayı, mübarek ramazan ayını ve ramazan bayramını buruk geçirdik.

1 Mayısta Bingöl'de meydana gelen depremin yaralarını sararken, İstanbul'da atılan bombalar Bingöl halkını da etkilemiştir; halkımız tedirgin ve huzursuz olmuştur.

9 günlük bayram tatilinde gezmedik köy, belde, ilçe bırakmadık. Halkımız, nefret ve kin duyarak terörü lanetlediklerini milletvekili arkadaşlarımıza ve bana ilettiler ve bunu, Meclis kürsüsünden tüm kamuoyuna deklare etmemizi istediler.

Saldırıları gerçekleştiren bir iki kişinin Bingöllü olması, Bingölümüzü hedef göstermiş ve asıl nedenin kaynağından uzaklaştırmıştır. Türkiye ve dünya basını, Bingölümüzü kriminal bir suç merkezi olarak lanse etmiş ve bu durum, tüm Bingöllülere potansiyel bir suçlu gözüyle bakılmasına neden olmuştur. Olayın basına bu şekilde yansıması, yurt genelinde Bingöllüleri üzmüştür. Bingöl İlimizin ulusal basında bu şekilde yer alması, vatandaşlarımızın onur ve haysiyetini rencide etmiştir.

Her bölgeden, her vilayetten, her zaman, bu tür eylemcilerin türediği bilinmektedir. İki üç kandırılmış insanın yaptığı bu eylemleri bütün Bingöl halkına mal etmek akıl ve izan işi değildir. Terörün dini, ırkı, milliyeti, mezhebi, şehri olamaz; terör, kime yapılırsa yapılsın, kim tarafından yapılırsa yapılsın, en büyük insanlık suçudur.

Bingöl düşman işgaline uğramamış ender illerimizden biridir; dün Kurtuluş Savaşında ortaya koymuş olduğu mücadeleyi, aynı azim ve şevkle, millî birlik ve beraberliğimizi bozacak şer odaklarına karşı da gösterecektir ve tek vücut halinde, dimdik ayaktadır.

Bingöl halkı, cumhuriyet kurulduğu günden bugüne kadar her zaman, hakkın, adaletin, barışın, sevgi ve hoşgörünün yanında yer almış, her zaman, cumhuriyetin temel niteliklerine sadık kalmış, demokrasi ve insan hak ve özgürlüklerinden yana tavır almıştır. En önemli meziyetlerinden bir tanesi de misafirperverliğidir.

Daha önce, bir gazetemizde çıkan bir haberden dolayı, tatlıcı esnafımız hedef alınmıştı. Bingöl'de, Türkiye'nin her yerinde 10 000 ailenin geçimini sağladığı bu sektörde istihdamı oluşturan esnafımız çok rahatsız olmuştur ve kadayıfçılık mesleğiyle uğraşan esnafımız terörü lanetleyip kınamıştır.

Bir iki teröristin Bingöllü olmasıyla Bingöl halkını zan altında bırakmaya kimsenin hakkı yoktur. Kişilerin yaptığı hatayı Bingöl'e mal etmek doğru değildir. Bu olayın, Türkiye'nin demokratikleşmesini istemeyen, barışın, kardeşliğin ve demokrasinin gelişmesinden rahatsızlık duyan çevreler tarafından, bölgemizde ve dünyada barışın yok edilmesini isteyen bazı gruplar tarafından çıkarıldığı inancındayım.

Ben, burada, yine söylüyorum, Bingöl halkı adına söylüyorum; terörü lanetliyorum ve kınıyorum. Terörün en büyük insanlık suçu olduğunu, Bingöllüler adına, burada, bir kez daha söylüyorum.

Başta Sayın Başbakanımıza, hükümetimize, teröre karşı koydukları net tavırdan ve aldıkları tedbirlerden dolayı teşekkür ederim.

Terörle ilişkisi olanların yakalanmasında, faillerin ortaya çıkarılmasında, polis, jandarma, istihbarat birimleri ve İçişleri Bakanımız Sayın Abdülkadir Aksu'yu başarılardan dolayı kutluyorum, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.  (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Berdibek, teşekkür ediyorum.

Konuşmaya, İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu cevap verecektir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İÇİŞLERİ BAKANI ABDÜLKADİR AKSU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bingöl Milletvekili Sayın Feyzi Berdibek'in, Bingöl İlinin sorunları konulu gündemdışı konuşmaları üzerine söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Bildiğimiz gibi, ülkemiz, ramazan ayı içerisinde, müessif, iki büyük terör hadisesiyle karşı karşıya kaldı. Bu hadiselerde 54 vatandaşımız hayatını kaybetti, 600'den fazla vatandaşımız yaralandı. Öncelikle, yakınlarını kaybeden vatandaşlarımıza bir kez daha başsağlığı diliyorum; halen hastanelerde olan yaralılarımıza da acil şifalar temenni ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye, intihar eylemcilerinin kullanıldığı bu tarz bir eyleme ilk kez tanık oldu. Teröristlerce, benzer eylemler, daha önce, dünyanın çeşitli yerlerinde sahnelendi ve sayıları binleri aşan masum insanlar hayatlarını kaybetti. Maalesef, uluslararası toplum teröre karşı ortak mücadele zemini oluşturmakta gecikince, terörle beslenen kanlı örgütler için bir fırsat doğmuş oldu.

Şimdi tablo daha net görülmektedir ki, terör örgütleri için, ülkelerin ekonomik durumunun, halklarının siyasal ve dinî tercihlerinin hiçbir önemi yoktur. Onlar, tüm insanlığın ortaklaşa oluşturduğu bazı temel değerlere karşı olduklarını, işte, bu çeşit eylemlerle ifade etmektedirler. Öyleyse, gerek uluslararası toplumun ve gerekse ülkelerin millî kamuoylarının, terörizm konusunda, çok açık şekilde tavır geliştirmeleri gerekmektedir. Bu çerçevede, toplumların, bir yandan bütün terör eylemlerinin ortak karakteristiğini gözönünde tutup, öte yandan, veri eylemi ve terör grubunu iyi etüt etmeleri gerektiğini düşünmekteyim.

Şimdi, varsayalım ki, teröristler, din eksenini, bölge eksenini veya asabiyet eksenini kullanarak eylem yapıyorlar. Şayet, toplumsal dinamikler, eylemleri yorumlarken örgütün hedeflerini gözardı edecek olurlarsa, belki de, istemeyerek, topluma değil, terör örgütünün amaçlarına bile hizmet edebilirler. Şayet, böyle bir tehlike var ise, ortaya konulması gereken bir tavır olmalıdır. Kanaatimce, bu tavrın en temel göstergesi, terör örgütlerinin hedefledikleri birlik ve beraberlik şuurunu bertaraf edecek nitelemelerden kaçınmak olmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, geriye dönüp bir baktığımızda, yazılı ve görsel medya ile diğer toplumsal kesimlerde, terör eylemlerine ilişkin yorumların gittikçe daha bilinçli bir hal aldığına tanık oluyoruz. Aziz milletimiz, bir yandan terörü ortak bir dille lanetlerken, diğer yandan da, millî birliği sağlayıcı tepkiler ortaya koymuştur.

Bu çerçevede, Sayın Berdibek'in Bingöl'le ilgili hassasiyetlerine yürekten katıldığımı belirtmekle birlikte, milletimizin ortak aklının, küçük bir grubun dillendirmeye çalıştığı negatif propagandayı boşa çıkardığını ifade etmeyi de bir vazife sayıyorum. Kaldı ki, olaylarla ilgili olarak yürütülen çalışmalarda, soruşturmalarda, Türkiye'nin 7 bölgesinden 38 ayrı ilimiz nüfusuna kayıtlı kişiler sorgulanmıştır. Yani, terörü bir bölge, bir il insanına yakıştırmak, fevkalade yanlış bir niteleme olur, millî birliğimizi hedefleyen terör gruplarının oyununa gelmek olur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toplum olarak, değerlendirmelerimizi sağduyuyla yapmak zorundayız, objektif olmak zorundayız; bir olay için şöyle bir başkası için böyle davranma lüksüne sahip değiliz.

Suç ve suçlulukta evrensel bir kaide var. Biz buna "suçların şahsîliği prensibi" diyoruz. Şayet, herhangi bir biçimde yardım ve yataklık yok ise, bir suçtan dolayı, ancak o olayın sanıkları üzerinde, yani, bireyler üzerinde çalışma yapabiliriz.

Bombalama olaylarından bazılarında Bingöl İli nüfusuna kayıtlı olanların kullanıldığı doğrudur; ama, unutmamak lazımdır ki, en derin acılar da bu ilde söz konusu olmuştur. Bingöllü vatandaşlarımız acıyı daha bir derinden hissetmiş, katillerin hemşerisi olmanın teessürünü yaşamışlardır. Dolayısıyla, Sayın Berdibek başta olmak üzere, bütün Bingöllü hemşerilerimiz, vatandaşlarımız müsterih olsunlar. Bu aziz milletin evlatları, doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırt edebilen bir kültürün mirasçılarıdır.

Sözlerime son verirken, hepinize, tekrar, en derin saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Bakana, yaptığı açıklamalardan dolayı teşekkür ediyor; terörü, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bir kere daha lanetliyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, Ağrı Milletvekilimiz Sayın Melik Özmen'in, İçtüzüğün 60 ıncı maddesi gereği, yerinden, kısa bir konuşma yapma talebi vardır. Kendisine, yerinden, kısa bir açıklama yapmak üzere söz veriyorum.

Buyurun.

MEHMET MELİK ÖZMEN (Ağrı)- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dün, Dünya AIDS Günü idi. Bu sebeple, kısa bir konuşma için Sayın Başkanımdan söz istedim. Söz verdiği için kendisine teşekkür ediyorum.

Ülkemizde, 1985 yılından bu yana, AIDS enfeksiyonu görülmektedir. 1985 yılında 1 AIDS ve 1 taşıyıcı, toplam 2 olan vaka sayısı, maalesef, 2003 yılı haziran ayı sonu itibariyle 478 AIDS ve 1 123 taşıyıcı olmuş; yani, toplam 1 601'e ulaşmıştır. İstatistiklere göre, enfekte olanların yarısından çoğu, hastalığı korunmasız cinsel ilişki yoluyla -başlıca, heteroseksüel ilişkiden- kapmıştır. İlaç bağımlıları toplam sayının yüzde 10'unu oluştururken, kan naklinden ortaya çıkan vakalar da binde 4'te kalmaktadır.

Sorun, hakikaten, ülkemiz için de önemlidir. Çünkü, sonuçta gençlerimizin riskli davranışlardan korunmalarının sağlanması için, tüm meslek gruplarına, özellikle de medya organlarına büyük görevler düşmektedir. AIDS'ten korunmada, bireyleri riske sokan cinsel davranışların değiştirilmesi ve güvenli kan ve kan ürünlerinin kullanılmasının sağlanması, gençlerimizin bağımlılık yapıcı maddeler ve uyuşturuculardan korunması, başta biz parlamenterler olmak üzere, sorumluluk sahibi tüm vatandaşlarımızın görevidir. Bu problem her düzeyde açıkça tartışılıp, toplumdaki içedönüklük ile diğer kültürel ve geleneksel engellerin üstesinden gelinmesi için çaba harcanmalıdır. Aynı şekilde, güvenli cinsel davranış alışkanlığı ve kondom kullanımı da teşvik edilmelidir.

Ben, konuya dikkatlerinizi çekmek açısından, Sayın Başkanıma teşekkür ederken, bir konuya daha değineceğim. UEFA'nın takımlarımıza yaptığı haksızlığı da kınıyor, bu gece Galatasaray'a Juventus karşısında başarılar diliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özmen.

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın, Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında 5001 sayılı Kanunun bir daha görüşülmek üzere geri gönderildiğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/400)

21.11.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: 13.11.2003 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-3219/12210 sayılı yazınız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca, 12.11.2003 gününde kabul edilen 5001 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun incelenmiştir.

İncelenen yasanın 1 inci maddesiyle, 17.7.1963 günlü, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna eklenen geçici 3 üncü maddenin birinci fıkrasında,

"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine, 4 üncü maddede belirtilen niteliklere uygun kişiler arasından, 4 üncü maddenin ikinci fıkrasında belirtilen oranlar çerçevesinde bir defaya mahsus olmak üzere Başbakan tarafından atama yapılır"

denilmektedir.

1- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, 278 sayılı Yasayla, müspet bilimlerde araştırma ve geliştirme etkinliklerini ülke kalkınmasındaki önceliklere göre geliştirmek, özendirmek, düzenlemek, eşgüdüm sağlamak, bilimsel ve teknik bilgilere erişmek ve erişilmesini olanaklı kılmak amacıyla, tüzelkişiliğe, idarî ve malî özerkliğe sahip Başbakana bağlı olarak kurulmuştur.

Kurum, kuruluş amacına uygun biçimde "Bilim Kurulu", "Başkanlık", "Araştırma Grupları" ve "Araştırma Merkezleri, Enstitüler ve benzeri birimler"den oluşturulmuştur.

278 sayılı Yasanın 498 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yeniden düzenlenen 4 üncü maddesinde,

Bilim Kurulunun, Başkan ve oniki üyeden oluşacağı,

Kurum Başkanının aynı zamanda Bilim Kurulunun Başkanı olduğu, Başkanın bulunmadığı zaman, görevlendireceği bir Bilim Kurulu üyesinin Başkanlığa vekâlet edeceği,

Bilim Kurulunun toplantı ve karar yetersayısının yedi olduğu,

Bilim Kurulunun oniki üyesinden sekizinin, müspet bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla, dördünün özel ya da kamu kesiminden üstün nitelikli hizmetleriyle tanınmış kişiler arasından seçileceği; ilk gruptaki sekiz üyenin en az yarısının Türkiye Bilimler Akademisi aslî üyeleri arasından seçilmesinin zorunlu bulunduğu,

Üyelik süresinin dört yıl olduğu, açılacak üyelikler için Bilim Kurulunca gizli oyla ve üye tamsayısının çoğunluğu ile seçim yapılacağı ve Bilim Kurulu üyeliği seçiminin Başbakanın onayı ile kesinleşeceği,

kurala bağlanmıştır.

278 sayılı Yasanın 498 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında ise, Kurum Başkanının nitelikleri, seçim yöntemi, görev ve yetkileri düzenlenmiştir. Fıkraya göre Kurum Başkanı, müspet bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla tanınmış kişiler arasından Bilim Kurulunca seçilip, Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atanmaktadır.

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu, hizmet yönünden yerinden yönetim kuruluşu olup, merkezî yönetimin sıralı denetiminin dışındadır. Anayasanın 123 üncü maddesindeki "idarenin bütünlüğü" ilkesinin gereği olarak Başbakanın Kurum üzerinde vesayet yetkisi bulunmaktadır.

Başbakanın kuruma ilişkin vesayet yetkisi, Başkan ve üyelerin seçimi ile kurumun denetiminde somutlaşmaktadır.

Başbakanın başkan ve üyelere ilişkin vesayet yetkisi, bu kişileri doğrudan seçme ya da belirleme hakkını içermemektedir.

Kurumun denetimi ise, 278 sayılı Yasanın 11 inci maddesi uyarınca Başbakanlıkça atanan üç denetçi tarafından yapılmakta, denetim raporu yasanın 12 nci maddesine göre, Yüksek Denetleme Kurulu, Sayıştay ve Maliye Bakanlığı elemanlarından oluşan yedi kişilik bir kurulca incelenerek sonuçlandırılmaktadır. Maddede ayrıca, hesapların ve bilançonun bu kurulca onaylanmasının Bilim Kurulu ve Başkanın ibrası anlamına geldiği kurala bağlanmıştır.

Yukarıda açıklanan kuruluş amacı, oluşumu, Başkan ve üyelerinin seçim yöntemi, denetimi ve 278 sayılı Yasanın 2 nci maddesinde yer verilen görev ve yetkileri bir arada düşünüldüğünde, tüm düzenlemelerin, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun idarî, malî ve bilimsel özerkliğini sağlamayı amaçlayan hukuksal araçlar olduğu görülmektedir.

Yapılacak yasal düzenlemelerin, kurumun işlevinden kaynaklanan bu özerk yapısına zarar vermemesi gerekmektedir.

2- İncelenen yasayla, yasanın yürürlüğe girdiği günde boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine yapılacak seçimin yöntemi değiştirilmekte, 278 sayılı Yasa ile Bilim Kuruluna tanınan üyeleri seçme yetkisi, bir kez kullanılmak üzere Başbakana devredilmektedir.

Yasanın gerekçesinde, Kurum Başkanlığı ile altı üyeliğinin boşaldığı, böylece Bilim Kurulunun toplantı ve karar yetersayısının kalmadığı; bu nedenle boş bulunan ya da boşalacak olan Başkan ve üyelik için Bilim Kurulunca seçim yapılmasına olanak bulunmadığı; incelenen yasanın, Kurumun etkinliğini sürdürebilmesi için hazırlandığı belirtilmektedir.

278 sayılı Yasanın 498 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile değişik 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında "Başkan, Bilim Kurulunca müspet bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla tanınmış kişiler arasından seçilir ve Başbakanın teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanır" denilerek Başkanın seçim yöntemi belirtilmiştir.

Aynı zamanda, kurumun da Başkanı olan Bilim Kurulu Başkanının görev süresinin 30.5.2003 gününde dolacak olması gözönünde tutularak Bilim Kurulunca 1.2.2003 gününde seçim yapılmış ve mevcut Başkanın yeniden seçildiğine ilişkin seçim sonucu 6.5.2003 gününde Başbakanlığa iletilmiştir. Buna karşılık, seçilen kişi atanmak üzere Başbakanca Cumhurbaşkanına önerilmemiştir.

Ayrıca, Bilim Kurulunun altı üyesinin görev süresinin 21.9.2003  gününde dolacak olması nedeniyle, Kurulca, 278 sayılı Yasanın 498 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle yeniden düzenlenen 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde yer verilen "Açılacak üyelikler için Kurul tarafından gizli oyla ve üye tamsayısının çoğunluğuyla seçim yapılır" kuralı gereğince altı üyenin seçimine ilişkin sonuç da Başbakanlığa bildirilmiştir. Ne var ki, yapılan seçim, Başbakanca onaylanmadığı için seçim kesinleşmemiş, böylece, Kurul, toplantı ve karar yetersayısını kaybetmiştir.

Kurulda, halen, altı üye kalmıştır ve bu nedenle Bilim Kurulu toplanamaz ve görev yapamaz duruma düşürülmüştür.

Görevlerinin niteliği, bilimsel etkinliklerinin ağırlık ve önemi nedeniyle tüzelkişilik, idarî, malî ve bilimsel özerklik tanınarak kurulan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun her türlü dış etkilerden ve siyasal karışmalardan uzak tutulması ve bilimsel saygınlığının korunmasına özen gösterilmesi gerekmektedir.

Bu nedenledir ki, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun ilk kuruluşunda, Bilim Kurulu ilk kez oluşturulurken, tüm üyelerin bir kezlik Başbakanca atanması olanaklıyken, 278 sayılı Yasanın geçici 1 inci maddesiyle, Başbakana yalnızca beş üyeyi seçme yetkisi verilmiş, kalan üyeleri seçme yetkisi Bilim Kuruluna bırakılarak, Kurumun özerk yapısına özen gösterilmiştir.

Üstelik, geçici 1 inci maddede, Başbakana tanınan beş üyeyi seçme yetkisi, doğrudan kullanılacak bir yetki olarak düzenlenmemiş; üniversitelerin göstereceği üçer, Millî Eğitim Bakanlığınca saptanacak üç, Millî Savunma, Bayındırlık, Sağlık ve Sosyal Yardım, Tarım ve Sanayi bakanlıklarınca saptanacak birer aday arasından seçim yapılması öngörülerek, Başbakana verilen yetki sınırlandırılmıştır.

Anayasanın 2 nci maddesinde, hukuk devleti ilkesi Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri arasında sayılmıştır. Bu ilke, Anayasanın bağlayıcılığı yanında yasa koyucunun evrensel hukuk kurallarına da uymasını zorunlu kılmaktadır.

Evrensel hukuk kuralları ise, yasaların genel ve nesnel olmasını, kamu yararı amacıyla çıkarılmasını gerektirmektedir.

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunda, toplantı ve karar yetersayısı gözetilmeden, Bilim Kurulunun boş bulunan tüm üyelikleri için Başbakana atama yetkisi veren düzenleme, Kurumun özerkliği, kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle de bağdaşmamaktadır.

Ayrıca, boş bulunan üyeliklerin tümüne siyasal organca atama yapılması, Bilim Kurulunun ulusal ve uluslararası saygınlığına, çalışmalarının ve yayımlarının yansızlığına gölge düşürecektir.

İncelenen yasanın gerekçesinde belirtilen sorunun, yalnızca Bilim Kurulu Başkanlığına bir kezlik doğrudan Başbakanın önerisi üzerine Cumhurbaşkanınca atama yapılmasıyla; bir başka deyişle, incelenen yasa ile getirilen geçici 3 üncü maddenin ikinci fıkra kuralının korunmasıyla çözülmesi olanaklıdır.

Yukarıda açıklanan gerekçelerle yayımlanması uygun görülmeyen 5001 sayılı "Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun", Türkiye Büyük Millet Meclisince bir kez daha görüşülmesi için, Anayasanın değişik 89 ve 104 üncü maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.

                        Ahmet Necdet Sezer

                               Cumhurbaşkanı

BAŞKAN -  Bilgilerinize sunulmuştur.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım :

IV.- ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

              No:53                                                     Tarihi:2.12.2003

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 21 inci sırasında yer alan, 267 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 4 üncü sırasına, 4 üncü sırasında yer alan 94'e 1 inci ek sıra sayılı, 5 inci sırasında yer alan 212 sıra sayılı, 6 ncı sırasında yer alan 216 sıra sayılı, 7 nci sırasında yer alan 217 sıra sayılı, 8 inci sırasında yer alan 218 sıra sayılı, 9 uncu sırasında yer alan 219 sıra sayılı, 10 uncu sırasında yer alan 238 ve 11 inci sırasında yer alan 239 sıra sayılı kanun tasarılarının, bu kısmın 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11 ve 12 nci sıralarına, 42 nci sırada yer alan 288 sıra sayılı kanun tasarısının ise 13 üncü sırasına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi, bugünkü birleşimde gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 1 inci ve 9 uncu sırasındaki işlerin birlikte yapılacak görüşmelerinin bitimine kadar, 3.12.2003 Çarşamba günkü birleşimde ise 239 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar, 4.12.2003 Perşembe günkü birleşimde de 288 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar, çalışma sürelerinin uzatılmasının, Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                                   Bülent Arınç

                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                           Başkanı

Faruk Çelik               Haluk Koç

AK Parti Grubu Başkanvekili CHP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Öneri hakkında söz talebi yoktur.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Sözlü Sorular" kısmına geçiyoruz.

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) SÖZLÜ SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Ağrı Milletvekili Naci Aslan'ın, Başkent Öğretmenevi konaklama ücretine ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/288) ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.

Kâtip Üyemizin bundan sonraki sunumlarını oturduğu yerden yapması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sözlü soru önergemin Millî Eğitim Bakanı Sayın Erkan Mumcu tarafından cevaplandırılması için gereğini arz ederim.

                                      Naci Aslan

                                                 Ağrı

Her ilde faaliyette bulunan öğretmenevleri, öğretmenlerimizin konaklaması için düşünülmüştür; ancak, Başkent Öğretmenevinin ücreti çok yüksek olduğundan, öğretmenlerimiz maddî yetersizlik nedeniyle ara sokaklardaki çok kötü otellerde kalmak zorunda kalıyorlar. Ne acıdır ki, öğretmen adıyla tabelası yazılı olan yerde başkaları konaklıyor.

Sayın Bakanım, bu durumda öğretmenlerin, öğretmenevi adını taşıyan, kendilerine hizmet vermesini umdukları bu yerde konaklayabilmeleri için ücretlerin uygun bir hale getirilmesi sağlanacak mı?

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ağrı Milletvekili Sayın Naci Aslan'ın, Başkent Öğretmeneviyle ilgili olarak sormuş olduğu soruya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, öğretmenevleri, özellikle öğretmen ve öğretmen ailelerinin dayanışmaları ve sosyal ihtiyaçlarını gidermek amacıyla kurulmuş olan tesislerdir. Ben, bu soru vesilesiyle, öğretmenevlerimizle ilgili olarak, hem Yüce Meclisi hem de kamuoyunu bilgilendirmek istiyorum.

Türkiye çapında 823 öğretmenevimiz bulunmaktadır. Bunun, 649 adedi, aynı zamanda yataklı hizmet vermektedir; 174 tanesi, öğretmen lokali diyebileceğimiz, yataklı hizmetin dışındaki hizmetlere tahsis edilmiş olan öğretmenevleridir. Ayrıca, sahillerde, tatil köyü diyebileceğimiz 9 tane sosyal tesisimiz mevcuttur. Alınan bir kararla, öğretmenevlerinin de özelleştirme kapsamına alınması sağlanmış; ancak, Sayın Başbakanımızla ve Sayın Maliye Bakanımızla yaptığımız görüşmeler neticesinde, sahillerde bulunan tatil köyü veya tatil kampı diyebileceğimiz 9 sosyal tesisin dışındaki diğer öğretmenevlerimizin satılmaması, özelleştirme kapsamından çıkarılması temin edilmiştir.

Sayın Aslan'ın iddia ettiği gibi, Ankara Başkent Öğretmenevinde öğretmenlerin dışındaki insanların çoğunlukla ve yoğunlukla yararlandığı şeklindeki iddia doğru değildir. Ben, 1993 yılından itibaren bu öğretmenevimizden kimlerin yararlandığını ve hangi oranda yararlandığını sizlere iletmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, 1993 yılında, bakan oluruyla, bu öğretmenevimiz diğer öğretmenevlerinden farklı bir statüye kavuşturulmuştur; dönersermayeli hale getirilmiştir; adı da "Başkent Öğretmenevi ve Akşam Sanat Okulu" olarak değiştirilmiştir. Bildiğiniz gibi, dönersermayeye tabi olunca, bu tesisimiz, yüzde 18 KDV ödemektedir, yüzde 10 peşin vergi ödemektedir, yüzde 1 Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna pay ayrılmaktadır; yani, normal bir dönersermayeli işletme nasıl işliyorsa, Başkent Öğretmenevimiz de o şekilde işlemektedir ve Başkent Öğretmenevi, eğer, son yılların hesaplarını çıkarırsanız, mesela, 2002 yılında, devlete, aşağı yukarı 1 trilyon civarında da Kurumlar Vergisi ödemiştir. Ayrıca, Türkiye çapındaki bütün öğretmenevlerimizde 6 000 işçi çalıştırılmaktadır. Bu, istihdam açısından son derece önemli bir şeydir. Hiçbir öğretmenevimize, bütçeden, genel bütçeden veya katma bütçeden, bir ödenek ayrılmamaktadır; tadilat ve tamirat gerektiği zamanlarda bile, öğretmenevleri kendi yağlarıyla kavrulmak durumundadır. Dolayısıyla, öğretmenevlerimizin yaşaması, var olması, öğretmenlerimize hizmet etmesi, aslında, bütçemize ciddî bir yük getirmemektedir.

Başkent Öğretmenevinden, 1993 yılından 2003 yılının kasım ayı sonu itibariyle, 1 429 660 kişi yararlanmıştır; bunun, 935 384'ü Millî Eğitim Bakanlığı mensubudur, öğretmenler ve öğretmen aileleridir; 282 872 kişisi diğer kamu kurumlarında çalışan kamu görevlileridir ve 211 404 kişisi de üçüncü şahıslar diyebileceğimiz kişilerdir. Başkent Öğretmenevindeki ücret uygulaması da, Millî Eğitim Bakanlığı mensuplarına, yani, öğretmenlerimize, onların eş ve çocuklarına, diğer kamu personeline ve üçüncü şahıslara göre farklı uygulanmaktadır. Mesela, şu anda, dört yıldızlı otel kalitesinde olan Başkent Öğretmenevinde, öğretmenlerimiz günlük 15 500 000 liraya kalırken, diğer kamu çalışanları 21 000 000 lira ödemekte ve üçüncü şahıslar dediğimiz kişiler ise 24 000 000 Türk Lirası ödemektedirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, öğretmenevlerindeki fiyatları diğer kamu kuruluşlarının misafirhaneleriyle, sosyal tesisleriyle karşılaştırdıkları zaman, öğretmenlerimizin haklı bir serzenişi ortaya çıkmaktadır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü gibi, Karayolları Genel Müdürlüğü gibi, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü gibi, MTA gibi, Tekel gibi, orduevleri gibi veya polisevleri gibi sosyal tesislerin fiyatları öğretmenevlerine göre çok daha düşüktür; çünkü, hem bunların sayıları daha azdır hem de bunlar genellikle o kurumların bütçesiyle desteklenmektedir, hemen hemen her türlü masrafı, her türlü cari masrafı ilgili kuruluşlar tarafından ödenmektedir. Dolayısıyla, farklı isimler altında bu misafirhaneleri, sosyal tesisleri desteklemek üzere ilgili kurumların bütçelerine para konduğu için, oradaki ücretler çok daha düşük kalabilmektedir; ama öğretmenevlerimizin hem sayısının çok fazla olması... Biraz önce rakamları verdim, işte 9 sosyal tesisimizle birlikte aşağı yukarı 832 rakamına varan öğretmenevimiz mevcuttur ve tekrar ifade edeyim, öğretmenevlerimiz kendi yağıyla kavrulmaktadır ve kendi tamiratlarını, kendi onarımlarını bile kendileri yapmaktadırlar; ama Sayın Aslan'ın belki haklı olduğu bir taraf vardır, öğretmenlerimize keşke çok daha iyi şartlarda sosyal tesisler hazırlayabilsek, onların masraflarını bütçeden karşılayabilsek; ama, imkânlarımız maalesef buna elvermemektedir.

Hatta şunu da söyleyeyim, öğretmenevlerimizin bir kısmı bütçe kaynaklarıyla programa konularak yapılmıştır, ama önemli bir kısmı da işadamlarımızın, hayırseverlerimizin destekleriyle, katkılarıyla veya tamamen onlar tarafından inşa edilmiştir. Mesela, İstanbul'da 18 tane öğretmenevimiz vardır, bunların çoğunluğu hayırseverler tarafından yapılmıştır, çok az bir kısmı devlet tarafından yapılmıştır, bunun da bilinmesini istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye çapında öğretmenevlerimizin özellikle daha modern bir işletmecilik anlayışıyla işletilmesi için, fiyatlarının düşürülebilecek minimum noktalara düşürülebilmesi için, Bakanlığımız tarafından çalışmalar yapılmaktadır. Bu, sonuçlandığı zaman, öğretmenlerimizin de lehine bir durum oluşturacaktır.

Böyle bir soruyu sorduğu için ve bu vesileyle bana sizleri bilgilendirme fırsatı verdiği için, Ağrı Milletvekilimiz Sayın Naci Aslan'a da huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Öğretmenler Günü kutlaması, maalesef, bayramdan hemen önce, arife gününe geldiği için yapılamamıştı. Biz, 9 Aralıkta, Şûra Salonunda kutlama yapacağız. Ben, bu vesileyle, bu kutlamalara bütün milletvekili arkadaşlarımı da davet etmek istiyorum ve bir kez daha bütün öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü kutluyorum ve saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

NACİ ASLAN (Ağrı) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Aslan, buyurun.

NACİ ASLAN (Ağrı) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; geçmiş ramazan bayramınızı yürekten kutluyorum, bir üzüntümü de ifade etmek istiyorum. Sayın Bakanım üniversitede öğretim görevlisi, üniversite hocası, ben de lise matematik öğretmeniyim. Sayın Bakan, kürsüde "Sayın Aslan'ın söyledikleri doğru değil" dedi; yani, Sayın Aslan yalan söylüyor... Bir defa, bu üzüntümü belirtmek istiyorum; bir.

İkinci olarak, ben, ilk milletvekili seçilip geldiğim zaman, iki ay öğretmenevinde kaldım. Arkadaşlar, samimiyetle söylüyorum, kapıda BMW'ler, 320 Mercedesler... En üstün tabakanın, şaşaalı olarak orada kaldıklarını ve orada kalırlarken de, öğretmenin oradaki misyonunu ve kişiliğini ezecek tarzda davranışları olduğunu gördüm. Bu, bir tespittir, yaşanmıştır.

Şimdi, parasal gücü yüksek olan insanların eğitim kadrosuna nasıl baktığı hepinizin malumudur. "Öğretmenevi" diyoruz; ev nedir; insanın en kutsal mekânıdır; yani, insan, içinde yaşadığı toplumun önünde yapamayacağı davranışları, hareketleri rahatlıkla kendi evinde yapar. Bu nedenle, oraya asılan tabelada "Başkent Öğretmenevi" diye yazar. O zaman, onu "Başkent Palas" diye değiştirelim; bu iki.

Bir diğer konu; ben, bu soruyu daha önceki Millî Eğitim Bakanımız Sayın Erkan Mumcu Beyefendiye sormuştum; üzerinden bir yıl geçti, bugün ancak sıra geldi. Benim buradaki amacım, hükümeti veya Bakanlığımızı eleştirme veya kötüleme noktasında değil, mağdur olan öğretmenlerimize nasıl  bir katkı koyabiliriz noktasındadır. Bir öğretmenimiz, Başkente, diyelim, doğudan, güneydoğudan, uzak yerlerden geldiği zaman, nasıl onurlu bir mekânda kalabileceğidir, bunun maddî temeldeki tespitini yapmıştım. Örneğin, benim orada kaldığım zaman, hesapladım, 15 000 000 lira yatak, 2 500 000 lira kahvaltı, 6 500 000'er liradan 13 000 000 lira da öğle ve akşam yemek paraları olmak üzere, toplam 31 000 000 lira civarında bir para ediyordu. 4 kişilik bir ailenin burada 10 gün kaldığını düşünürsek, toplam 1 200 000 000 lira ediyordu. Benim buradaki amacım, her ne kadar Millî Eğitim Bakanlığı ödeneklerinden bir katkı yoksa da, Sayın Bakanımızın buna bir formül bularak, öğretmenlerimizin orada biraz daha ucuz bir fiyata kalmalarının temini yönündeydi. Sayın Bakan bu konuda bilgi verdi; teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanımdan bir şey daha rica ediyorum; kendilerinin, öğretmenevlerinin özelleştirilmesi bakımından, Başbakanımız nezdinde ve Maliye Bakanımız nezdinde yapmış olduğu girişimlerden ötürü teşekkür ediyorum; ama, Sayın Bakanımız, keşke o 9 tane sosyal tesisimizi de kurtarabilseydi; çünkü, öğretmenin de eğlenmeye, dinlenmeye ve gerçekten insanca yaşamaya hakkı vardır. İnşallah, Sayın Bakanımızın bu konudaki gayretleri devam eder.

Bir diğer konu, Ağrı'da başarılı öğrenciler beni ziyaret ettiklerinde "biz, Ağrı'da, matematik dalında çok  yüksek zekâya sahibiz, fen lisesi istiyoruz. Bunu Millî Eğitim Bakanımıza söyleyin" dediler. Bu konuyu da kendilerine arz ediyorum.

Diğer taraftan, doğu ve güneydoğuda, özellikle doğuda, büyük metropollerde okuyan öğrencilerimizin maddî sıkıntısı had safhadadır. Öyle öğrencimiz var ki, 50 000 000 lirayla geçinmek zorunda. Millî Eğitim Bakanlığı Vakfı vasıtasıyla, Doğu Anadoludaki yüksek tahsilde okuyan öğrencilere bir kontenjan ayrılması Sayın Bakanımızdan dileğimdir.

Arz ediyor, saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aslan.

Sayın Bakanım, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; biraz önce Ağrı Milletvekilimiz Sayın Naci Aslan'nın sormuş olduğu soruya verdiğim cevapta, sözlü cevaplandırılmak üzere vermiş olduğu soru önergesinde ortaya koyduğu iddianın çok da gerçeği yansıtmadığını söyledim. Meclis zabıtları buradadır, alınabilir. Benim aldığım terbiye, yasama terbiyesi, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı olan saygım, halkın vekillerine karşı olan saygım, bir milletvekili arkadaşıma "yalan söylüyorsun" gibi bir ithamı yapmama her zaman engeldir; bunu asla yapmam. Kesinlikle, böyle bir şey demedim.

Bakın, siz bir iddia ortaya koyuyorsunuz. Sözlü soru önergenizi arkadaşlarımızın huzurunda bir kez daha okumak istiyorum:

"Başkent Öğretmenevinin ücreti çok yüksek olduğundan, öğretmenlerimiz maddî yetersizlik nedeniyle ara sokaklardaki çok kötü otellerde kalmak zorunda kalıyorlar.

Sayın Bakanım, bu durumda öğretmenlerin, öğretmenevi adını taşıyan, kendilerine hizmet vermesini umdukları bu yerde konaklayabilmeleri için ücretlerin uygun bir hale getirilmesi sağlanacak mı?"

Ben de zatıâlinize verdiğim cevapta dedim ki: "Öğretmenlerimizden alınan ücret ile üçüncü şahıslardan alınan ücretler arasında çok ciddî bir farklılık vardır. Kaldı ki, 1993'ten bu yana, burada, yaklaşık 1 429 000 insan kalmıştır. Bunun yaklaşık 935 000'i öğretmenlerimiz ve onların yakınları, aileleridir."

"Gerçeği yansıtmamaktadır" derken, kastettiğim budur; yoksa, zatıâlinizi tekzip etmek veya sizi yalancılıkla itham etmek gibi bir niyetim kesinlikle yoktu; olamaz da.

Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Soru önergesi cevaplandırılmıştır.

2.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, ülkemizdeki ABD askerî varlığına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/291) ve yazılı soruya çevrilmesi nedeniyle konuşması

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Bu önerge, üç birleşim içerisinde cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası uyarınca yazılı soruya çevrilmiş ve gündemden çıkarılmıştır.

İçtüzük gereği Sayın Başoğlu'na söz veriyorum.

Sayın Başoğlu, buyurun.

Süreniz 5 dakikadır.

ATİLLA BAŞOĞLU (Adana) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; ülkemizdeki muhtemel Amerikan askeri varlığıyla ve ilgili izinleriyle alakalı olarak vermiş olduğum, şubat ayından beri cevaplanmayan soru önergesi için huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan evvel, tüm ulusumuzun ve Meclisimizin geçmiş bayramını, ayrıca, öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü kutluyorum. Geçtiğimiz haftalarda, iki sinagogumuza ve İstanbul'un diğer semtlerine yapılan terörist saldırıları şiddetle kınıyor, dünyanın neresinde ve her kime karşı yapılırsa yapılsın, bu tür saldırıları yapan ve yaptıranların, Tanrı'nın gazabının üzerlerine olmasını diliyorum.

Saygıdeğer vekiller, müsaadenizle, bu soru önergesini iki boyutuyla sizlere arz etmeye çalışacağım; birincisi, Meclis kararı olmadan yabancı askerlerin ülke topraklarına gelişi, ikincisi de soru önergelerinin cevaplandırılmasındaki gecikmeler yönüyle olacaktır.

Herkesin çok iyi hatırladığı gibi, geçen sene şubat ayları itibariyle, Türkiye, Meclisi ve tüm sivil toplum örgütleriyle birlikte, Amerikan askerlerinin ülkemize gelişine izin verecek tezkerelerin tartışmalarını yaşıyordu. İşte, bu esnada, biz, soru önergemizi ilgili birimlere yönelttik. Zira, tüm Türkiye bu tartışmaları yaşarken, henüz tezkere Meclise dahi gelmemişken, ulusal irademizi ve onurumuzu hiçe sayan işlere mahal verildi. Ülkemizde, Amerikan ordusu tarlalar kiralamaya başladı, İskenderun Limanına, silah, mühimmat ve teçhizat boşaltıldı. Limanı incelemeye giden bu toprağın sakinleri, hem de sahipleri hem de milletin vekilleri limana alınmayarak, kovuldular.

Bir ülkenin topraklarına, o milletin iradesine başvurmadan -dost bile olsa- girilebilir miydi değerli milletvekilleri; bu bir savaş sebebi değil miydi. Bir ülkenin, başka bir ülkenin askerlerini topraklarına davet etmesi, o ülkenin oynayabileceği en riskli kumar, alabileceği en büyük risk değil miydi değerli milletvekilleri. Tarih, bunların örnekleriyle dolu değil miydi. Rusların, Osmanlı'ya, Kavalalı Mehmet Ali Paşa için yardıma gelişinin maliyetini herkes ne çabuk unuttu. Yine, komşumuz, dostumuz Azerbaycan, Osmanlıya güya yardıma gelen Rus askerlerine topraklarını açmasıyla bağımsızlığını kaybetmemiş miydi.

Saygıdeğer milletvekilleri, bireyler, hatta liderler hata yapabilirler. Bizlerin bu yüce çatı altındaki vazifesi, bu hataları bulmak, onarmak, gerektiğinde onlara mâni olmaktır. Bu çatı, demokratik sistemin bir anahtarıdır; zira, burası, onurun, şahsiyetin ve de her şeyden önce, teslim almış olduğumuz şehitlerin abidesi bir milletin meclisidir.

Meclisin bir daha böyle bir olayla karşılaşmaması, hepimizin en büyük dileği ve temennisidir. Yüce Yaratıcı, bu devletin ve milletin menfaatları için, hepimize, ufkunötesini görebilecek kabiliyet ve güç versin.

Saygıdeğer milletvekilleri, şimdi de, biraz, soru önergelerimizin geçötesi cevaplanmasıyla ilgili görüşlerimi arz etmek istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi ve bu soru önergesini şubat ayında veren bir kişi olarak benim de farkında olduğum gibi, bu soru önergesi, anlam ve ehemmiyetini yitirmişti; zira, şubat ayından beri, hükümetimiz tarafından cevaplandırılamamış, bu esnada da Amerika Birleşik Devletleri Irak'ı istila etmiş ve gözlerini, yöredeki ikinci bir ülkeye çevirmişti. Hatta, geçtiğimiz haftalar itibariyle, hepinizin de gözlediğiniz gibi, bu ikinci ülke için de, yöredeki başka bir ülkeye, yavaş yavaş ısıttırma turları da attırılmaya başlandı. Şimdi, biz, Amerika'nın gözlerini dikmiş olduğu bu ikinci ülke için hükümetimize bir soru önergesi daha versek; acaba, hükümetimiz, Amerika, bu ikinci ülkenin de işini bitirip, gözlerini yöredeki üçüncü bir ülkeye çevirdikten sonra mı dönüp bizlere cevap verecektir?

Değerli milletvekilleri, geçen haftalarda, bir milletvekili arkadaşımızla beraber, Avrupa'nın çok küçük bir ülkesinde tarım bakanını ziyaret etmek için müracaatta bulunduk. Günlerden cuma oluşu, ilgili meclisin sabah saat 09.00'dan, akşam 18.00'e kadar meclis denetim faaliyetleri içerisinde bulunduğundan ötürü, maalesef, bizim de saygı duyacağımız, hatta imreneceğimiz bir şekilde, talebimiz kabul görmedi.

Şimdi, sorumuz ve merakımız şu: Acaba, hükümetimiz, Meclisimizin denetim çalışmalarını kasıtlı olarak mı bloke etmek istiyor; değilse, Meclisimizin denetim çalışmaları ne zaman kesintisiz olarak devreye girecektir? Hatta, yetmeyen denetim çalışmalarının saatlerinin uzatılması düşünülmekte midir?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun...

ATİLLA BAŞOĞLU (Devamla) -  Bu Meclisin üyeleri, ne zaman, sürpriz gündem maddeleriyle karşılaşmayı ummadan, planlı ve programlı bir şekilde Meclislerine gelip gidebileceklerdir?

Değerli milletvekilleri, izlediğiniz gibi, şu an itibariyle, Meclis denetim gündemini 500 adet soru önergesi doldurmuş bulunmaktadır. Bunların hepsinin cevaplanması için çok uzun bir süreye ihtiyaç olduğu aşikârdır. Bu süre zarfında, benim soru önergemin başına geldiği gibi, sizlerin de soru önergelerinizin cevaplanması sırasında, soru önergeleriniz anlamını, ehemmiyetini, hatta aktüalitesini kaybedecektir. İşte, bu sorunların ortadan kaldırılması için, hükümet üyelerimizin bir önerileri varsa, buna açık olduğumuzu; ama, Meclisin denetim faaliyetlerinin önünün açılmasının da, demokrasi adına bir gereklilik olduğunu ilgililerin bilgilerine arz eder, hepinizi saygılarımla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Başoğlu.

3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, Dünya Turizm Fuarında Suriye'nin İskenderun ve Antakya'yı kendi sınırları içinde gösteren bir harita dağıttığı iddiasına ilişkin Dışişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/298) ve yazılı soruya çevrilmesi nedeniyle konuşması

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Bu önerge 3 birleşim içinde cevaplandırılmadığından, İçtüzüğün 98 inci maddesinin son fıkrası uyarınca yazılı soruya çevrilecektir; önerge gündemden çıkarılmıştır.

Sayın Başoğlu, konuşacak mısınız efendim?

ATİLLA BAŞOĞLU (Adana) - Evet, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

Süreniz 5 dakikadır.

ATİLLA BAŞOĞLU (Adana) - Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekillerim; komşumuz Suriye'nin İskenderun ve Hatay'ı sınırlarında göstermesiyle alakalı olarak vermiş olduğum, şubat ayından beri cevaplanmayan soru önergem için huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu yüce çatı altına gelene kadar muhtelif dış seyahatler, fuarlar ve sergiler sebebiyle, zaman zaman, yurt dışında buna benzer müessif olaylarla karşılaşan ve her defasında da şahsımız olarak gerekli müdafaaları yaparken de, yine, her defasında da devletimizin ilgili birimlerinin vurdumduymazlığını yaşayan birisi olarak, devletimize ve milletimize karşı yapılan bu terbiyesizliklere ne zaman, ama, aynı tarzda ve onların sivil yönetimlerini örgütleyip yönlendirdikleri şekilleriyle bizler de kendi sivil yönetimlerimizi örgütleyip yönlendirerek, ne zaman, gereğinde mukabele için hazır olacağız değerli milletvekilleri?

Evet, değerli milletvekilleri, ne yazık ki, komşumuz Suriye, yine, Hatay ve İskenderun'u topraklarında gösteren bir haritayı Paris Dünya Ticaret Fuarında dağıtmıştır. Bu tarz saldırılara ilk muhatap olmadığımız gibi, korkarız ki, böyle mülayim dışpolitikalar izlendiği takdirde, bu, sonuncu da olmayacaktır.

Değerli milletvekilleri, 15 Mart 1923 tarihinde Adanamıza gelen Ulu Önder Atatürk kendisini karşılayan muazzam kalabalığın arasında iki hanım kızımızın, Hatay ve İskenderun'u temsilen, hıçkırarak "bizi de kurtar" dediklerine şahit olur. Onların bu sözlerine karşılık Ulu Önder Atatürk'ün dudaklarından dökülenler ise "kırk asırlık Türk yurdu yabancıların elinde kalamaz" şeklindedir. O'nun, ufku açık, dirayetli politikaları gerçekten de Hatay'ı kimselerin eline bırakmamış, daha sonraki yıllarda da kendi halkının hür iradesiyle, Hatayımızı, çağdaş, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetinin bir parçası yapmıştır.

Bütün bu sosyolojik gerçeklere rağmen, bu hür iradeye rağmen, bu uluslararası hukuk ve meşruiyete rağmen, maalesef, komşumuz Suriye, yıllardır uluslararası platformlarda, Hatay'ı ve İskenderun'u topraklarında gösteren haritaları dağıtmakta ısrar etmekte ve bu konuları uluslararası platformlarda sıcak tutma gayreti içerisinde bulunmaktadır.

Büyüklerimiz ne güzel söylemişler "kişi haddin bilmek gibi irfan olamaz" diye. Ne güzel bir söylem... Onların hadlerini bilmedikleri kesin; ama, herhalde, bizler de kim olduğumuzu unutmuşuz ki, dünün Osmanlı vilayetinin bebelerine, enformasyon bakanlarına "Suriye, Hatay'dan vazgeçmeyecektir; Hatay, hiçbir ödün veremeyeceğimiz ulusal bir meselemizdir" deyip, www.suriyeturizm.org internet kanalından, web sayfalarından, şu elimde görmüş olduğunuz, arzu ettiğinizde sizlerin de uzanıp alabileceğiniz bu haritaları bütün dünyaya sunabilme cesaretini bulabilmekteler.

Değerli milletvekilleri, komşumuz Suriye, acaba bu cesareti kimden almaktadır, nereden bulmaktadır; tabiî ki, son elli yıldır bizleri idare edenlerden. Böyle durumlarda bir devletin nasıl idare edilebileceğini gösterir yakın bir tarih olayıyla, müsaadenizle, hafızalarınızı tazelemek istiyorum.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarıdır. Komşumuz Rusya'da Stalin işbaşına geçmiş ve devrim kutlamaları yapılmaktadır. Bu kutlamalar esnasında, Stalin, oldukça seviyesiz, haddini aşan bir beyanatta bulunur ve aynen şöyle der: "Bütün Rus Halkı bilmelidir ki, Ruslar, Kars'ı, Ardahan'ı ve Boğazları almaktan vazgeçmemişlerdir, geçmeyeceklerdir. Kısa bir zaman içerisinde bu konuda sizlere müjdemiz olacaktır." Bu esnada, Ankara Sovyet Büyükelçiliğinde de devrim kutlamaları devam etmektedir ve bir müddet sonra, Stalin'in bu mesajı, Atatürk'ün masasına, gece saat 12'den sonra ulaştırılır. Gerekli tercümeler yapılır. Atatürk hiddetle sofrasını terk eder ve maiyetine "derhal Sovyet Büyükelçiliğine hareket ediyoruz" der. Devletin bürokratları "aman Paşam, nasıl olur; siz, devlet büyüğüsünüz, protokol vesaire..." derken, Atatürk hiddetle, bunları söyleyenlere döner ve aynen şöyle söyler: "Çocuk!.. Adam vatanımın toprağından bir parça istiyor; sen bana devletin protokolünden bahsediyorsun!" Ve maiyetiyle bir müddet sonra Sovyet Büyükelçiliğine vâsıl olunur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ATİLLA BAŞOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun, devam edin.

ATİLLA BAŞOĞLU (Devamla) - O günkü Sovyet Büyükelçisi, Özbek orijinli Sayın Karahan Beydir; Atatürk'ün yakın dostu ve arkadaşıdır; Atatürk'ü kapıda karşılar. Atatürk, Stalin'in bu beyanatından haberdar olup olmadığını sorar. Tabiî ki haberdardırlar ve Karahan Bey, utana sıkıla beyanatı buldurur; tekrar tercüme edilir ve yapılan tercümenin Atatürk'e yapılan tercümeyle bire bir olduğu görülür. Bunun üzerine, Atatürk, yakın dostu Karahan Beye dönerek şöyle der: "Şimdi Stalin'i bulduracaksın Karahan. Beyanatından vazgeçip geçmediğini soracaksın; Başbakanın, tükürdüğünü yalayacak; yalamazsa ben ne yapacağımı bilirim. Bu cevap, bu gece gelecek. Gelmezse, Elçiliğinizden dışarıya adımımı atmam. İstemediğim gibi gelirse de, biliniz ki, buradan çıkar, Sovyet sınırına giderim."

Saygıdeğer milletvekillerim, içerisinden nice Atatürklerin çıkacağı Yüce Meclisin üyeleri; işte lider, işte Atatürk. Biraz yolunda olsaydık eğer, Allah'ın conileri Mehmetçiğimizin kafasına çuval geçirebilirler miydi acaba?!

Hepinizi, vicdanlarınızla baş başa bırakıyor, en derin saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başoğlu.

4.- Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekçioğlu'nun, yapı denetim kuruluşlarında pilot bölge seçimine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/300) ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.

Soru önergesini okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki soruların Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Zeki Ergezen tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

                                          Hüseyin Ekmekcioğlu

                                           Antalya

1- Yapı denetim kuruluşlarının pilot bölge seçiminde hangi kıstaslara bakılmıştır?

2- Afyon, Burdur ve Erzincan gibi deprem yaşamış illerimiz neden pilot bölge seçilmemiştir?

3- Yapı denetim kurumları sadece kâğıt üzerinde olup gerçekte inşaatlarda bu tür bir uygulamanın olmadığı görülmektedir. Yapı denetim nedeniyle inşaat maliyetleri önemli ölçüde artmakta, bu da inşaat kalitesini düşürmektedir. Yapı denetim kuruluşlarının kaldırılıp bu görevin belediyelere verilmesini düşünüyor musunuz?

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya Milletvekili Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu'nun, yapı denetim kuruluşları hakkında Bakanlığımıza yöneltmiş olduğu sözlü soru önergesine cevap vermek üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisimizin siz değerli milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.

Pilot il uygulaması, il bazında değerlendirilmiştir. Pilot il seçiminde, Türkiye genelinde her bölgeden bir ili, öncelikli olarak birinci derecede deprem bölgesinde bulunan illeri, son bir yıl içerisinde en fazla yapı ruhsatı verilen illeri, teknik personeli bulunan illeri kapsaması ilke olarak benimsenmiştir.

Afyon, Burdur İlleri, gerek 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede ve gerekse 4708 sayılı Yapı Denetim Kanununda pilot iller arasında yer almamıştır; belirlediğimiz kriterlere uyan Denizli İli bu illerin çevre ili olduğundan, pilot iller kapsamına alınmamıştır. Erzincan İli, 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede yer alan 27 pilot il içerisinde yer almıştır; ancak, bu ilde yapı denetim kuruluşu kurulmadığından, 4708 sayılı Kanun hazırlanırken pilot iller içerisinden çıkarılmıştır.

İmar Kanununun 28 ve 38 inci maddelerince yapının fen ve sanat kurallarına uygun yapılmamasından sorumlu olan teknik uygulama elemanlarının fennî sorumluluk görevlerini gerektiği gibi yapmamaları, belediyelerin bugünkü teknik eleman durumları dikkate alındığında denetim görevlerini gerektiği gibi yapamamaları, ülkemizde son depremlerde meydana gelen can ve mal kayıplarının yüksek olması, bunun da bina kalitesinin düşüklüğünden olduğunun anlaşılması üzerine, yeni bir denetim sistemi oluşturulması amacıyla Yapı Denetim Kanunu çıkarılmıştır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın Ekmekcioğlu, buyurun.

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın milletvekilleri, bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Her ölçekte ve her nitelikte yapının, aynı nitelik ve aynı nicelikte kuruluşlarca denetlenmesi doğru bir yaklaşım değildir; yani, yapının cinsine göre denetim kuruluşu geliştirilmeli, her kuruluş uzmanlaştığı alanda denetim yapmalıdır. Yeni düzenlemelerle, bu farklılığı dikkate alan, gerçekçi bir sistem kurulmalıdır.

Yapı denetiminin maliyetleri de çok önemli bir husustur. Örneğin, bir devlet memuru düşünün, ailesinden kalan 400-500 metrekarelik küçük bir arsaya başını sokabilecek bir ev yapmak istiyor. Zaten inşaatın maliyetini zor karşılayabilecek olan bu kişinin, milyarlarca lirayı denetim maliyeti olarak vermesi, müteahhit karnesi olan birine bir o kadar da para vermesi mantıklı mıdır, adil midir; sizlerin takdirlerine bırakıyorum. Yirmibeş otuz yıl çalışıp, 15 milyar, 20 milyar emekli ikramiyesi alacak bir memurun bu işin altından kalkabilmesi mümkün müdür?!

Yasalarımızda hâlâ açık bir "müteahhit" tanımı yoktur. Artık, müteahhitlik mesleğine, teknik bir denetim ve kural getirilsin sayın milletvekilleri. Her isteyen, her parası olan bu yaşamsal hizmeti yüklenemesin. Müteahhitlik sistemi ayrıntılı olarak tanımlanmalı, bu tanımlarla ilgili yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Maliyet artışını göz önüne alırsak, denetim, bence, karkas aşamasında son bulmalıdır. Denetimin, binanın kapısı, penceresi, boyasıyla değil, dayanıklılığıyla ilgili olması gerektiğini düşünüyorum. Zaten, bu kuruluşlar, bu tip denetimlere en fazla iki yıl garanti vermektedir. Kaldı ki, binanın, kısa sürede, kapısı, penceresi çürümez, sıvası, boyası dökülmez.

Bu sorunları dile getiriyorum; hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Sayın Ekmekcioğlu, teşekkür ediyorum.

Soru önergesi cevaplandırılmıştır.

5.- Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın, narenciye bahçelerinin imara açılmasına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/301) ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.

Soru önergesini okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 96 ncı maddesine göre sözlü olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

                                    Nail Kamacı

                                           Antalya

Antalya'nın Finike Ovasındaki narenciye bahçelerinin, Danıştay 6. Dairesinin 30.1.1999 günlü, 1989/3369 esas, 1992/46 sayılı kararıyla "tarımsal niteliği yüksek narenciye bahçeleri" olarak saptandığı bilinmesine rağmen, Sahilkent Belediyesi tarafından toptancı hali yapmak adına 700 dönümlük narenciye bahçeleri imara açılmakta, tarım alanları, çarpık yapılaşma ve rant adına beton yığınlarına feda edilmektedir.

1- Tarımsal niteliği yüksek narenciye bahçelerinin imara açılmasını uygun buluyor musunuz?

2- Bölge üreticilerimizin mağduriyetini nasıl önlemeyi düşünüyorsunuz?

BAŞKAN - Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya Milletvekili Sayın Nail Kamacı'nın, narenciye bahçelerinin imara açılması hakkında, Bakanlığımıza yöneltmiş olduğu sözlü soru önergesine cevap vermek üzere söz almış bulunmaktayım.

a) Söz konusu Sahilkent Belediyesi Antalya Finike imar planlama çalışmalarının Bakanlığımızı ilgilendiren tarafı, çevre düzeni planıyla ilgili kısmıdır. Anılan bölgede hazırlanan 1/25 000 ölçekli çevre düzeni planı Bakanlığımızca 1992 yılında onaylanmıştır.

b) Şikâyete konu olan saha, toptancı hal alanı olarak planlanmıştır. Söz konusu plan, belediyesinin ve ilgili kurumların olumlu görüşleri alınarak ve ayrıca, yerleşmenin uzun dönemde ortaya çıkacak ihtiyaçları da dikkate alınarak hazırlanmıştır. Planla önerilen toptancı hal alanıyla bölgedeki narenciye bahçelerinin ürünlerinin değerlendirilmesi hedeflenmiştir.

c) Söz konusu plana ilişkin Danıştay 6. Dairede açılmış bulunan dava halen devam etmektedir. Bakanlığımız, konuyla ilgili bilgi ve belgeleri Danıştaya intikal ettirmiştir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın Kamacı, buyurun.

NAİL KAMACI (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle Sayın Bakana teşekkür etmek isterim; ancak, bu soru önergemi, yaklaşık dokuz ay önce, Meclis Başkanlığı kanalıyla Bayındırlık ve İskân Bakanına sundum. Şimdi, Sayın Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in söylemiyle, soruşturulan bir devlet oluyoruz; ama, sekiz ay gibi bir süre geçiyor, bir milletvekilinin sorusunun cevabı ancak geliyor. Ben, şimdiye kadar bana ulaştırılan yazılı cevapları aldığım zaman, hemen soru önergemi geri çektim. Buna rağmen, böyle bir cevabı sekiz aydır bekliyorum.

Sayın Bakan "narenciye ürünlerinin değerlendirilmesi açısından hal yapılıyor" diyor, doğrudur; ama, eğer, bu narenciye bahçeleri imara açılırsa, böyle hal kompleksleri açılırsa, narenciye toplayacak bahçe de kalmayacak ortada. O anlamda, benim önerim şu: Bu bölgede, kıraç alanlar var, devletin elinde hazine arazileri var. Bu portakal bahçeleri söküleceğine -ki, Finike portakalı, dünyada, en önemli, meşhur bir portakaldır- onun yerine, devletin elinde bulunan hazine arazilerine sosyal donatı alanlarının yapılması daha uygun olmaz mıydı; bunu yapmanızda fayda var diye düşünüyorum. Bu bahçeler sökülmesin; çünkü, ileride, bu bahçeleri çocuklarımıza da gösteremeyecek duruma geleceğiz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kamacı.

Soru önergesi cevaplandırılmıştır.

6.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden farklı inanç gruplarına ödenek ayrılıp ayrılmayacağına ilişkin Devlet Bakanından  sözlü soru önergesi (6/304) ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.

Soru önergesini okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, Devlet Bakanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Aydın tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim. 11.3.2003

                                      Ensar Öğüt

                                          Ardahan

1.- Ülkemizde yaşayan insanlarımızın yüzde 99 civarı Müslüman kesimden oluşmaktadır; ancak, Müslüman kesimden Alevî mezhebine mensup olan insanlarımız, büyük bir kesimi oluşturmalarına rağmen, istedikleri gibi ibadet edememektedirler. Alevî kesimin özgürce ibadet edebilmeleri için, bütçeden ödenek ayırmayı düşünüyor musunuz?

2.- Diyanet İşleri Başkanlığına 778 trilyon civarında bütçe ayrılmıştır. Bu bütçeden, ülkemizde yaşayan farklı inanç gruplarına ödenek ayırmayı düşünüyor musunuz?

3.- Diyanet İşleri Başkanlığı, bir bütün olan İslam Dinini temsil etmektedir. Diyanet İşleri kadrosunda, farklı inanç yapısına sahip insanlarımızdan kadrolu çalışanlar var mıdır?

BAŞKAN - Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyor, Ensar Öğüt Beye de, bu soru önergesini verdiği için teşekkür ediyorum.

Bu soru, malumunuz olduğu üzere, çok sık karşılaştığımız bir soru; yine, basında, diğer yayın organlarında çok sık gördüğümüz, okuduğumuz bir soru; bu bakımdan, birkaç cümleyle, Diyanet İşleri Başkanlığının konuyla ilgili durumunu ve tutumunu ifade etmek istiyorum.

Evvela, işin yasal bir yönü vardır, buna dikkatinizi çekmek istiyorum: Diyanet İşleri Başkanlığı, Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak cumhuriyetimizle yaşıttır ve halen uygulanmakta olan teşkilat yasası da, pek çok maddesi iptal edilmesine rağmen, birkaç defa elden geçirilmiş olmasına rağmen, esas itibariyle, o günlerde hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuş olan bir teşkilat yasasıdır. Bunun anlamı şu: Bu teşkilat yasasına göre, Diyanet İşleri Başkanlığı, herhangi bir mezhep, herhangi bir inanç, herhangi bir yorum farkı gözetmeksizin, halkımızın, itikat (inanç) ibadet ve ahlak konularında bilgilendirilmesi ve bu bilgilendirilmeye bağlı olarak, yine, kamu hizmeti olarak görülen din hizmetinin yerine getirilmesiyle ilgili görevlendirilmiştir; Diyanet İşleri Başkanlığının temel vazifesi budur.

Özellikle ibadet kısmıyla ilgili konunun açılımında da şunu görüyoruz: Diyanet İşleri Başkanlığı, aynı zamanda, camilerin ve mesacidin, yani, mescitlerin tanzim ve tedviriyle de görevlidir; yani, hem onlara bakmak durumunda hem de onları yönetmek durumundadır. Temel olarak, Diyanet İşleri Başkanlığının yaptığı hizmetin ana çerçevesi budur ve bu ana çerçeve -tekrar ediyorum- mevcut olan, şu anda yürürlükte olan, uyguladığımız teşkilat yasasına göre, herhangi bir yorum farkını, herhangi bir mezhep farkını dikkate alarak hizmetini sunmuyor; bu bakımdan da en son soruya cevap veremiyorum; yani, acaba, başka inanç mensuplarından da Diyanet İşleri Başkanlığında çalışanlar var mıdır; evet, vardır; ama, benim, bunlar için, Sünnîdir veya Alevîdir diye bir ayırım yapmam hukuken mümkün değildir; çünkü, biz, bunları göreve alırken, o görevin gerektirdiği şartları gözetiriz; ona soramayız biz.

Hatta, mesela, arkadaşımız, haklı olarak, yaygın terimiyle "mezhep" diyor; aslında, biz, mezhep kelimesini bile kullanmaktan sakınıyoruz; çünkü, Alevî vatandaşlarımızın önemli bir kısmı, mezhep olarak adlandırılmayı da kabul etmiyor. Dolayısıyla, herhangi birisi görev almak için Diyanet İşleri Başkanlığına başvurduğunda, onun, normal olarak belirlenmiş, herkes için geçerli olan temel özellikleri, temel şartları yerine getirip getirmediğine bakıyoruz. Ona, mezhebiyle ilgili herhangi bir soru sormaya hakkımız yoktur; sorduğumuz zaman da, zaten, hukuken ciddî bir hata işlemiş oluruz.

Tekrar ediyorum; mevcut bütçe harcanırken, yine, aynı felsefeyi, aynı çerçeveyi dikkate alarak hizmeti götürüyoruz. Yani, diyelim ki, bir köye din hizmeti götürülecekse, biz, o köyün, Sünnî köyü mü Alevî köyü mü veya -biliyorsunuz, bazı bölgelerimizde Şiîler de var- Şiî köyü mü, beldesi mi, bölgesi mi diye herhangi bir soru soramayız, sormuyoruz. Dolayısıyla, bütçe harcamaları sırasında da, yine, herhangi bir ayırıma gidilmiyor; ama, günümüzde tartışılan aktüel konuyu da görmezlikten gelmiyorum elbette. Mesela, cemevlerine herhangi bir yardımın yapılıp yapılmadığı meselesi çok sık gündeme geliyor. Başka bakımlardan cemevlerine yardım yapılıp yapılmadığını, Diyanet İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı olarak bilmiyorum; yani, bunlar, bir faaliyet olarak, acaba, belli yardımları alıyor mu almıyor mu; aldığı zamanlar olmuştur, zaman zaman birtakım miktarlar da telaffuz edilmiştir; ama, bunun, bugüne kadar, Diyanet İşleri bütçesiyle uzaktan yakından hiç ilgisi olmamıştır.

Ancak, Diyanet İşleri Başkanlığı, hizmetin bir parçası olarak, Türkiye'nin gerçek durumunu dikkate alarak, özellikle bu yıldan itibaren -daha önce de birtakım hizmetler görülmüştür- ilmî faaliyetlere, bilimsel araştırmalara daha fazla önem vermek istiyoruz. Bu arada, en azından, ihmal edilmiş bir alan olarak görüyoruz. Mesela, Alevî kaynaklarının ve dolayısıyla kültürünün eğitim ve öğretimi; o konuda, sağlam bilgilere sahip olma bakımından orada bir ihmalin olduğu kanaatindeyiz ve bunun giderilmesi için de, hakikaten, Diyanet İşleri Başkanlığının, kendi yayın faaliyetlerinin bir bölümünde Alevîliğin ve Bektaşîliğin ana kaynaklarının incelenmesi, araştırılması, o ana kaynakların edisyon kritiğinin yapılarak kullanılır hale getirilmesi ve dolayısıyla, İslamın o şekilde yorumlanmasının geniş toplum tarafından daha yakından bilinmesi için birtakım çabaları vardır, projeleri vardır. Bu çabalar ve projeler, ümit ediyorum, önümüzdeki yılın sonuna kadar olumlu sonuçlar verecektir; ama, sorunun özünde saklı olan "mezhep ayırımı dikkate alınarak bütçede herhangi bir harcama durumu söz konusu olacak mı" sorusuna, hayır, zaten, bunu "Sünnî" adını koyarak da veya "Alevî" adını koyarak da yapma imkânına sahip değiliz. Cumhuriyet tarihinde de böyle bir şey hiç bugüne kadar olmamıştır. "Bu olmamıştır" demek, bundan sonra Yüce Meclisin önüne bir set çekmek anlamına gelmiyor. Biliyorsunuz, her türlü icraat hukukî bir temele göredir, hukuka göredir, hukuk devletinin gereği budur ve halihazırdaki mevcut durum böyledir; başka durumlarda, başka görevlerle başka kurumlar ilgilenebilir. Bu, bizim şu anda cevaplandıracağımız, üzerinde duracağımız, açıkçası, bir soru da değildir, bir konu da değildir; ama, halihazırdaki durumu zannediyorum bu kısa konuşmamla açıklamış oluyorum.

Dikkatinize ve ilginize teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Soru önergesi cevaplandırılmıştır.

7.- İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci'nin, İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle'deki yeşil alanın yapılaşmaya açıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/305) ve Devlet Bakanı Güldal Akşit'in cevabı

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak  Sayın Bakan?.. Burada.

Soru önergesini okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini saygılarımla arz ederim. 19.3.2003

                        Ahmet Güryüz Ketenci

                                           İstanbul

İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle'de 30 000 metrekarelik fidanlık ve      12 000 ağacın bulunduğu yeşil alan yok ediliyor. İstanbul'daki bazı rant çevreleri, Bakırköy ve İstanbul Büyükşehir Belediyesini kullanarak, Bakırköylülerin akciğerleri olan bu alan yapılanmaya açılıyor.

1- 30 000 metrekarelik yeşil alanın yapılanmaya açılışı, 1/5 000 ve 1/1 000'lik planlara uygun mudur?

2- İlçenin tek yeşil alanı, yani, akciğeri olan bu alanın yapılanmaya açılması konusunda Bakanlığınız ne düşünmektedir?

3- Devlet Demiryollarına ait söz konusu fidanlığın halka açık yeşil alan olarak kullanılması konusunda Bakanlığınızın bir projesi var mıdır?

4- Bu eylem halkımız adına uygun görülmüyorsa, ilgililer hakkında ne gibi işlem yapılması düşünülmektedir?

5- Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde bulunan Bakırköyümüzde, bir deprem anında, burada yaşayan 277 000 insanın sığınacağı bir yer olarak düşünülmesi mümkün müdür?

BAŞKAN - Sayın Bakanım, buyurun.

DEVLET BAKANI GÜLDAL AKŞİT (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Güryüz Ketenci'nin, İstanbul-Bakırköy-Yenimahalle'deki yeşil alanın yapılaşmaya açıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanımız tarafından cevaplandırılmasını istediği sözlü soru önergesini cevaplandırmak üzere söz almış bulunuyorum.

Uğur Dershanesi isimli şirketin müracaatı üzerine, Bakırköy Kartaltepe Mahallesi, 22 pafta, 869 ada, 39 ve 117 parsellerin özel eğitim tesisleri alanına alınması, İstanbul Büyükşehir Belediyesince uygun bulunarak, 4.12.2002 tarihinde tadilen onaylanmıştır.

Esasen, sözü edilen parsellerin, 19 Mart 1997 onaylı 1/1 000 ölçekli uygulama imar planında kısmen park, kısmen meydan ve kısmen de yol alanında kaldığı anlaşılmaktadır. Yapılan imar plan tadilatıyla 39 parselin, kısmen yeşil ve ağaçlandırılacak alan, kısmen özel eğitim tesisi alanı, kısmen yol alanına; 117 parselin ise, özel eğitim tesis alanına, kısmen yol, çok küçük bir bölümü de konut alanına alınmıştır. Ayrıca, 39 ve 117 parseller TCDD Genel Müdürlüğünün mülkiyetinde olup, Özel Uğur Dershanesi ile yap-işlet-devlet modeline göre sözleşme imzalandığı belirtilmiştir.

Malumları olduğu üzere, imar planı yapılması, 3194 sayılı Kanuna göre, belediye sınırları içinde belediyelere ait bir yetkidir. Yasal uygulamaya göre, imar plan tadilatları, onay tarihinden itibaren bir ay süreyle ilan edilmektedir. Askı süresinde bu planlara yapılacak itirazlar, yine, aynı kanuna göre, belediye meclisince onbeş gün içinde kesin karara bağlanmaktadır. Tamamen belediyelerin yetkisinde olan bu konuda, Bakanlığımıza intikal eden bir şikâyet bulunmamaktadır.

Ayrıca, imar plan tadilatlarına karşı, ilgililerin, yasal süreler içinde kalmak kaydıyla, idarî yargı yerlerine müracaat haklarının bulunduğunu da belirtmeyi yararlı buluyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın Ketenci?..

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Lütfederseniz efendim...

BAŞKAN -Sayın Ketenci, buyurun.

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, tabiî, prosedürü anlattı Sayın Bakan, benim sorularıma cevap yok. Tabiî, bu yetkinin belediyelerde olduğunu hepimiz biliyoruz; imar değişikliklerini Bakanlık yapacak değil, belediyeler yapar; onu biliyoruz.

Bakın, şimdi, buranın şöyle bir özelliği var: Burada, yalnız Cumhuriyet Halk Partililer değil, Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlar da, yerel ilçe yönetimleri de bu iş için kavga verdiler; yalnız Cumhuriyet Halk Partililer vermedi bu kavgayı; ama, herhalde, Sayın Bakanın bu konuda bilgisi yok. Bu mesele, bizim yolsuzlukları araştırma komisyonuna geldi, raporda yerini aldı.

Burada üzerinde durulması gereken mesele şudur: Bakanlık, bu araziyi, 30 dönümlük bu yeşil alanı, içinde 12 000 tane ağaç olan bu yeşil alanı, belli amaca yönelik olarak Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğüne tahsis etmiş ve demiş ki, burada yetiştireceğin ağacı, tren rayları boyunca dikeceksin, yeşillendireceksin; bu amaca yönelik vermiş.

Şimdi, yapılan şudur: Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü -bu, 2000 yılında oldu- bu amacı aşarak, sanki Devlet Demiryollarının gayrimenkullerini değerlendiriyormuş adı altında, bu eğitim kurumuna... Ben, ismini söylemek istemiyorum; çünkü, o eğitim kurumu, bilinen, bu doğrultuda daha başka sabıkaları da olan bir eğitim kurumudur. Kıraç Beldesinde 260 dönümlük araziyi elinden zor bela kurtardık, o zamanın Maliye Bakanı Sayın Zekeriya Temizel'in duyarlı davranışıyla zor bela kurtardık. Bu eğitim kurumu, bilinen, sabıkalı bir eğitim kurumudur.

Sonuç itibariyle, burası, bir yeşil alan, Bakırköy'ün merkezindeki bir yeşil alan. Zaten, bu belediyeler nedeniyle yeşil alanların çokça talan edildiği ve yüzde 25 olan inşaat oturma alanının yüzde 90'la yapıldığı Florya'da, Yeşilköy'de, Yeşilyurt'ta... Bunlar, pek çok milletvekili arkadaşımız tarafından biliniyor. Maalesef, bütün uyarılara rağmen...

Biz,  yerel  yönetimlerle ilgili olarak, burada, yolsuzlukları araştırma komisyonunda tartışırken, pek çok bilgi ve belgenin sumenlerin altında olduğunu boşuna söylemedik, bu belediyelerle ilgili, yani, Bakırköy Belediyesiyle ilgili ve Anakent Belediyesiyle ilgili. Maalesef, bu yeşil alan, onsekiz aylık bir inşaat süresi ve ondokuz yıllığına, yap-işlet-devret modeliyle bırakıldı. Sonunda, Anakent tarafından verilen bu imar izni, bizim baskılarımızla iptal edildi; oradaki sivil toplum örgütlerinin duyarlı davranışlarıyla, Cumhuriyet Halk Partisi ilçe biriminin, Adalet ve Kalkınma Partisi ilçe biriminin gayretleriyle iptal edildi Sayın Bakan. Bizim komisyonumuzun raporunda da mevcuttur.

Bu konuya sizin duyarlı bakmanızı diliyorum; bütün mesele bundan ibarettir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ketenci.

Soru önergesi cevaplandırılmıştır.

8.- Ankara Milletvekili İsmail Değerli'nin, verem hastalarının aşı, ilaç ve tedavilerine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/306)

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Sorunun görüşülmesi ertelenmiştir.

9.- Zonguldak Milletvekili Nadir Saraç'ın, Kamu İhale Kanunu uygulamalarında orman köylülerinin mağdur edildiği iddiasına ilişkin Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/308)

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Yok.

Sorunun görüşülmesi ertelenmiştir.

10.- Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın, şekerpancarı üretimine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/310) ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

BAŞKAN - Soruyu cevaplandıracak Sayın Bakan?.. Burada.

Soru önergesini okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Tarım Bakanı Sayın Sami Güçlü tarafından sözlü olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

                                 Orhan Eraslan

                                               Niğde

Türkiye, dünyanın bellibaşlı şekerpancarı üreten ülkelerinden olup, milyonlarca çiftçi ailesi geçimini şekerpancarından sağlamaktadır.

Şekerpancarı sadece şeker sanayii açısından değil, aynı zamanda hayvancılık bakımından da önemli bir yem bitkisi olma özelliğine sahiptir.

Hükümetin 2002 yılında 13 500 000 ton olan üretim kotasını 2003 yılı için 10 300 000 tona düşürmesi çiftçilerimizi endişeye sevk etmiş, haklı tepkisine yol açmıştır.

Soru 1: Satacağı ürünü giderek azaltılan ve şekerpancarı dışında alternatif üretime sahip olmayan çiftçilerimizin mağduriyetinin önlenmesi için ne gibi tedbirler almaktasınız?

Soru 2: Bu uygulamaların devamıyla şeker fabrikalarımızın kapanması dahi gündeme gelebilecektir. Fabrikaların geleceği konusunda bir planlama yapılmakta mıdır?

Soru 3: Şekerpancarı küspesi azlığı nedeniyle doğacak kabayem açığını ne şekilde kapatmayı düşünüyorsunuz?

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Niğde Milletvekili Sayın Orhan Eraslan'ın verdiği, şekerpancarı üretimine ilişkin sözlü soru önergesine cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum.

Ülkemizin şeker üretimindeki ana politikası, içtalebin yurtiçi üretimle karşılanması şeklinde belirlenmiştir.

Ülkemizde, pancar üretiminde, uzun yıllardan beri, fiyat ve destek mekanizmalarıyla arz-talep dengelenmeye çalışılmış; ancak, istenilen sonuca ulaşılamamıştır. Bunun sonucunda, ülkemiz, dönemsel olarak, şeker ithalatçısı ya da ihracatçısı olmuştur. Bazı dönemlerde, oluşan stoklar, malî yapıyı olumsuz etkilemiş, üretici ve tüketici aleyhine önemli sonuçlar doğurmuş ve dışpazarlardaki imajımız zedelenmiştir. Ayrıca, ihracatın, hazine desteğine -görev zararı- ihtiyaç göstermesi finansman yönünden önemli sorunlar yaratmış; ithalatta ise, kalite ve miktar kontrol edilememiş, piyasada, ikili fiyat, haksız rekabet ve haksız kazançların yaşandığı dönemler olmuştur.

Bu nedenlerle, şeker üretiminde istikrarı ve arz-talep dengesini sağlamak, stoklardan gelen kamu finansman yükünü azaltmak, üreticilere düzenli bir gelir temin etmek gayesiyle, uluslararası yükümlülükler çerçevesinde öngörülen tarım politikalarına uyum yönünde, 1998 yılından itibaren, şekerpancarı üretiminde, kotalı üretim ve kademeli fiyatlandırma uygulaması başlamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 6747 sayılı Şeker Kanunu 19 Nisan 2001 tarihinde yürürlükten kaldırılmış ve yerine, 4634 sayılı Şeker Kanunu yürürlüğe girmiştir. Bu kanun kapsamında, Şeker Kurumu ve Şeker Kurumunun karar organı niteliğinde olan Şeker Kurulu oluşturulmuştur. 4634 sayılı Şeker Kanununa göre, şirketlerin şeker kotaları, yurtiçi şeker talebi, fabrikaların işleme ve şeker üretim kapasiteleri gözönünde bulundurularak, Şeker Kurulu tarafından, beşer yıllık dönemler halinde belirlenmektedir. Pancar üretim kotaları ise, Şeker Kurulunca tahsis edilen şeker kotaları ile pazarlama yılı başı şeker stok durumu dikkate alınarak tespit edilmektedir.

Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğünce, 2002-2003 kampanya döneminde, üreticilerden 12 123 000 ton pancar satın alınmış, 2003-2004 yılı için ise 10 300 000 ton kota tahsis edilmiştir. Tahsis edilen bu kota miktarı, 2002 yılında satın alınan pancara göre, ülke genelinde, yüzde 15 oranında azalmayı ifade etmektedir.

Şeker fabrikalarının kapatılması söz konusu olmayıp, ekonomik olmayan fabrikalar, Yüksek Planlama Kurulu kararı çerçevesinde, özelleştirme kapsamında değerlendirilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kota uygulamasından zarar gören pancar üreticilerinin mağduriyetlerini gidermeye matuf, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığımız tarafından yürütülecek "Şekerpancarı Kotaları ve Telafi Edici Ödeme Sistemi" 1 Nisan 2003 tarihinde imzalanan bir protokol ile hayata geçirilmiştir.

Yeni uygulama ile, üreticilerimize Şekerpancarı Kotaları ve Telafi Edici Ödeme Sistemi ile, 2002 ürün yılında, satın alınan pancar miktarı kadar, 2003 yılında da sözleşmeli üretim yapabilmeleri için iki ayrı seçenek önerilmektedir.

Bunlardan birincisi; 2003 yılında, 2002 yılına göre pancar ekim alanları daraltılan üreticilerin talep etmeleri halinde, ihracata yönelik C şekeri üretimi için pancar üretebilecek olmalarıdır. C şekeri üretimi için pancar üretmek isteyen üreticilerimize, 2003 yılı ürünü için belirlenecek A kotası pancar fiyatının yüzde 40'ını aşmamak üzere ödeme yapılacaktır.

İkinci seçenek ise, C şekeri üretimi için pancar üretmek istemeyen üreticilerin Tarım ve Köyişleri Bakanlığımız tarafından, alternatif ürün üretimine yönlendirilmesidir. Şekerpancarı kota fazlası olan 440 000 dekar alanda, şeker pancarı üreticilerine önerilecek, ülkemizin ihtiyacı olan, alternatif ürün kapsamındaki mısır, ayçiçeği, soya fasulyesi, kanola ve yem bitkisi ekimi yapmaları halinde destek olunması yönündeki çalışmalar Bakanlığımızca tamamlanmış olup, bu çerçevede alternatif ürün olarak mısır yetiştiren üreticilere dekar başına 132 000 000 TL, ayçiçeği yetiştiren üreticilere dekar başına 126 000 000 Türk Lirası, soya yetiştiren üreticilere dekar başına 116 000 000 Türk Lirası ve çokyıllık yem bitkisi yetiştiren üreticilere dekar başına 94 000 000 Türk Lirası ödenecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla)- Görüldüğü gibi, şekerpancarı alanlarının daraltılmasıyla oluşabilecek kabayem açığının giderilmesi için bu alanlarda yem bitkileri ekilişi destekleme kapsamında bulunmaktadır. Ayrıca, yine Bakanlığımızca uygulanmakta olan 2000/467 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına ek, hayvancılığın desteklenmesi hakkında 2.5.2003 tarihli karar kapsamında, yem bitkileri üretimi ülke çapında desteklenmekte olup, bu uygulamayla son yıllarda yem bitkileri ekiliş alanlarında önemli gelişmelerin sağlandığı ortadadır.

Söz konusu ekkarara göre, yem bitkileri üretimi yapmak üzere, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı il, ilçe müdürlüklerine başvuran üreticilere nakliye, ilaç ve gübre bedelleri hariç, çokyıllık yem bitkileri ekilişinde birinci yıl yatırım giderleri ve uygun görülen işletme giderlerinin yüzde 35'i, ekiliş alanlarıyla uyumlu alet ve makine alım giderlerinin yüzde 30'u; tekyıllık yem bitkilerinde ise, işletme giderlerinin ekiliş alanlarıyla uyumlu alet ve makine alım giderlerinin yüzde 20'si ödenmektedir. Yem bitkilerinin desteklenmesi amacıyla, Bakanlığımızın 2003 yılı bütçesine 70 trilyon lira ödenek konulmuştur.

Ayrıca, tespit ve tahdit çalışmaları tamamlanan meralarda ıslah çalışmalarına başlanılmıştır. Bu amaçla, Bakanlığımızca 82 adet proje uygulamaya konulmuştur. Bu yıl içerisinde tespit, tahdit ve ıslah çalışmaları için il müdürlükleri ve araştırma enstitülerine 35 trilyon lira kaynak aktarılmıştır. Bununla birlikte, ıslah çalışmalarıyla ilgili yetki taşraya devredilmiş ve işlemler hızlandırılmıştır.

Bu durumda, üreticilerimiz, yetiştirdikleri alternatif ürünlerini, A kotası şekerpancarından elde edecekleri gelir düzeyinde değerlendirmiş olacaklardır.

Bakanlığımız tarafından yapılacak söz konusu telafi edici ödeme, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi tarafından, üretici kayıt bilgileri doğrultusunda yapılacaktır.

Bu suretle, arz fazlası üretim yapılan pancar ekim alanları ekonomiye kazandırılacak, üreticilerimizin gelir düzeyi korunacak ve ithalat yoluyla karşılamakta olduğumuz bazı tarımsal ürünlerin yerli üretimle karşılanması teşvik edilmiş olacaktır.

Ayrıca, halen uygulanmakta olan yem desteğine ilaveten, ülkemizin kabayem açığının kapatılması yönünde yeni bir adım daha atılmış olacaktır.

Arz ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Buyurun, Sayın Eraslan.

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Efendim, sorularımdan bir tanesi cevaplanmadı; hâlâ sorumun cevabını alabilmiş değilim.

İkinci sorum da "bu uygulamaların devamıyla şeker fabrikalarımızın kapanması dahi gündeme gelebilecektir. Fabrikaların geleceği konusunda bir planlama yapılmakta mıdır demiştim. Ne yazık ki, bu soruya net bir yanıt verilmedi.

Uygulamada şöyle bir durum söz konusu: 120 gün olan kampanya süresi 95 güne düşürülerek bu soruna çözüm bulunmaya çalışılmaktadır; ama, 120 günlük kampanya süresinin 95 güne düşürülmesi de sorunu çözmemekte, bir başka sorunu gündeme getirmektedir. Şöyle ki; bilindiği üzere, yıllık 120 günden az sigorta primi ödenen kişilerin tedavi giderleri karşılanamamakta ve dolayısıyla, binlerce şeker işçimiz perişan olmaktadır; birinci sorun bu.

İkincisi; AKP İktidarı, seçim öncesi, pancardaki kotanın kaldırılacağı, hiçbir kota sınırlamasının yapılmayacağı taahhüdünde bulunmuştu. Anlaşıldığı kadarıyla, bundan dönülmüş görünüyor; fakat, bu dönme, açık açık ilan edilmek yerine, dolaylı bir biçimde anlatılıyor.

Üçüncüsü, bununla bağlantılı olarak, 2004 yılında ne olacak? Bu kota indirilmeye devam edilecek mi? Bu soruların cevabını da almak isterim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Eraslan.

Sayın Bakanım, bu konulara ekleyeceğiniz bir husus var mı?

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) - Yok.

BAŞKAN - Soru önergesi cevaplandırılmıştır.

Sayın milletvekilleri, sözlü soru önergelerinin görüşmeleri tamamlanmıştır.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.06

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.17

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Suat KILIÇ (Samsun), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1 inci sırasında yer alan, Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar ve 26 milletvekilinin, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu yararına çalışan vakıf, dernek gibi kuruluşlarda bağış adı altında toplanan malî kaynağın araştırılması amacıyla; 9 uncu sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili Azmi Ateş ve 100 milletvekilinin, kamu vakıfları ile kamu bünyesinde kurulu dernek ve yardımlaşma sandıkları konusunun araştırılarak, bu oluşumlardan kaynaklanan sorunların çözümü için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin birlikte yapılacak öngörüşmelerine başlıyoruz.

VI.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar ve 26 milletvekilinin, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu yararına çalışan vakıf, dernek gibi kuruluşlarda bağış adı altında toplanan malî kaynağın araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/12)

2.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş ve 100 milletvekilinin, kamu vakıfları ile kamu bünyesinde kurulu dernek ve yardımlaşma sandıkları konusunun araştırılarak, bu oluşumlardan kaynaklanan sorunların çözümü için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/28)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Meclis araştırması önergeleri, Genel Kurulun 26.12.2002 tarihli 16 ncı, 28.1.2003 tarihli 27 nci Birleşimlerinde okunduğundan, tekrar okutmuyorum.

İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahiplerine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, CHP Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Uğur Neşşar konuşacak.

BAŞKAN - Peki.

Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Mehmet Aydın; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4721 sayılı Türk Medenî Kanununda "kamu vakfı" terimi veya konsepti açıkça tarif edilmemekle ve bir ayırıma gidilmemekle birlikte, genellikle, kamuoyunda "yeni kamu vakıfları" olarak adlandırılan vakıflar, kamu çalışanları tarafından ve çok kere de üst düzey bürokratlarca kurulan Türk Medenî Kanununa tâbi vakıflardır. Yine, hepinizin bildiği gibi, bu vakıflar, bir anlamda, bizim klasik diyebileceğimiz geleneksel vakıflara benziyor; ama, önemli ölçüde her iki vakıf arasında -yani, bizim, Selçuklu, Osmanlı döneminden beri aşina olduğumuz vakıflarla bu yeni kamu vakıfları arasında- önemli farklılıkların olduğunu da biliyoruz.

Türk idarî yapısının özelliğinden kaynaklanan sınırlamalardan kurtulma, kamu hizmetlerini yeterli, yaygın ve kaliteli olarak topluma sunabilme, bu nedenle ihtiyaç duyulan kaynak sorununu aşabilme ve kolay harcama yapabilme imkânlarına kavuşmak için, kamu yöneticileri, vakıflardan, vakıf anlayışından yararlanma yoluna gitmişler; toplumumuzun geleneğinde ve zaten kamu vicdanında özel bir yeri olan, özünde yardımlaşma duygusu, niyet ve faaliyeti bulunan vakıf kurumunun benzerlerini kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde oluşturmaya başlamışlar; böylece, kısıtlı bütçe imkânlarıyla yapamadıkları kamu hizmetlerinin en azından bir kısmını yapmaya çalışmışlardır.

Bakanlıklar, belediyeler, valilikler, üniversiteler, hastaneler, meslek odaları, eğitim kurumları ve diğer kamu kurum ve kuruluşları bünyesinde kurulan vakıfların sayısı zamanla hızlı bir şekilde artmış; bu vakıfların idare organları genellikle kurum içindeki belli makamlara atanan bürokratların katılımıyla oluşturulmuş; vakıf başkanlığıysa, yine, genellikle, kurumun en üst düzey yöneticisi tarafından yürütülmüştür. Bu şekilde, üst düzey yöneticilerin değişmesiyle vakıf yöneticilerinin de değişmesi temin edilerek, kurum ile vakıf arasında uyum sağlanmak ve vakıf yönetiminin zafiyete düşmesi engellenmek istenmiştir. Birkısım vakıflarda ise, dönemin üst düzey yöneticileri ismen yer almış, görevleri sona ermesine rağmen, kamu kaynaklarının kullanımıyla kurulan ve gelişen vakıftaki görevlerini devam ettirmişler ve bu vakıflar da, bu bakımdan, bazen, kamudan ve kamu yararından koparılmış ve birtakım şahsî hizmetlere alet edilen vakıflar haline de dönüşmüşlerdir; hepsi değil, bir kısmı.

Kamu kurum ve kuruluşları bünyelerinde kurulan vakıfların yöneticilerinin aynı zamanda üst düzey bürokrat olması kurum ile vakıf arasında bir tür uyum sağlarken, bir yandan da -vakfın- kamu gücünün kullanılmasının yolunu açmıştır. Kamu vakfı olarak adlandırılan ve halen 608 adet olan bu vakıfların kahir ekseriyetinde genel olarak aşağıdaki özellikler gözlemlenmektedir:

Kamu kurum ve kuruluşlarının çok kere ismini taşımaktadırlar; hizmet binaları ve müştemilatı kullanılmak suretiyle faaliyet göstermektedirler; kamunun araç ve gereci genellikle kullanılmaktadır; kamunun sunduğu hizmetlerle ilgili olarak gerçek ve tüzelkişilerden ücret, bağış, katkı payı ve benzeri adlar altında karşılık almaktadırlar; kamu kurum ve kuruluşları bu vakıflardan ihalesiz ve ilansız mal ve hizmet satın almaktadırlar. Yine, kamuda çalışanlar çok kere görev unvanlarını kullanarak vakıflarda da görev almakta ve görevlerine devam etmektedirler. Kamu görevlileri, vakıftaki görevleri dolayısıyla ücret, huzur hakkı ve benzeri yararlar sağlamaktadırlar. Kamu görevlileri, yardım toplama ve bağış kabul etme hizmetlerinde de, yine, çalışmaktadırlar. Kamu kurum ve kuruluşları bütçelerinden bu vakıflara önemli ölçüde kaynak aktarılmaktadır.

Yayımlanan tebliğ ve genelgelere, yapılan denetimlere rağmen, kamu kurumları bünyesindeki bu vakıfların, vatandaşların şikâyetine yol açan çeşitli uygulamalarının olduğunu hepimiz biliyoruz. Özellikle de kamu kurumlarından kaynak aktarılma konusu, uzun zamandan beri şikâyete konu olmaktadır. Bu nedenle, yapılacak düzenlemenin en üst hukukî norm olan kanun olarak yapılanmasının, şikâyet ve sorunlara yol açan uygulamalara son vermek açısından etkili olacağı düşünülerek bir kanun tasarısının hazırlandığını ve bunun, Türkiye Büyük Millet Meclisine verildiğini yine biliyorsunuz.

Yeni gelen bu tasarı hakkında da birkaç cümleyle bilgi vermek istiyorum. Dernek ve vakıflar, kamu kurum ve kuruluşlarının ismini bundan böyle -eğer yasalaşma gerçekleşirse- alamayacaklar; hizmet binalarını ve müştemilatını kullanarak faaliyet gösteremeyecekler; kamu araç ve gereçlerini kullanamayacaklar; kamunun sunduğu hizmetlerle ilgili olarak gerçek ve tüzelkişilerden ücret, bağış, katkı payı ve benzeri adlar altında herhangi bir karşılık alamayacaklar; kamu kurum ve kuruluşları bu vakıflardan ihalesiz ve ilansız mal ve hizmet satın alma cihetine gidemeyecekler; kamu görevlileri, dernek ve vakıf organlarında görev unvanlarını kullanarak vazife alamayacaklar; yine, kamu görevlileri vakıf ve derneklerdeki görevleri dolayısıyla herhangi bir ücret, huzur hakkı vesaire alamayacaklar; yardım toplama, bağış ve kabul hizmetlerinde de çalışamayacaklar, çalıştırılamayacaklardır. Ayrıca, kamu kurum ve kuruluşları bütçesinden bu vakıflara kaynak aktarılması uygulamasına da kesinlikle son verilecektir.

Tasarı, ayrıca, yukarıdaki şartlara uymayanlarla ilgili birtakım cezalar da öngörmektedir. Kanuna aykırı hareket eden kamu görevlileri ile yöneticileri, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilecekler, kanuna aykırı hareket eden dernek ve vakıf yöneticileri görevlerinden alınabilecek, kanuna aykırı işlemleri tespit edilen dernek ve vakıflar hemen kapatılacak, mal varlıkları ilgili kurumlara devredilecektir.

Bugün, yukarıda özelliklerini saydığım kamu vakıflarının sayısı 608 adettir -daha önce söyledim- bunlardan bir kısmı, 80 civarında vakıf hâlâ bugüne kadar istenilen bilgileri gönderememişlerdir. Dolayısıyla, bazı vakıflarda ciddî birtakım sorunların olduğunu biliyoruz ve biz Hükümet olarak, bu bakımdan, bir Meclis araştırmasının yerinde olacağını ve çalışmalarımızda, ayrıca, bunun yarar sağlayacağını da tahmin ve ümit ediyoruz. Bu bakımdan da önergenin lehinde oy vereceğimizi veya öyle bir düşüncede olduğumuzu ifade etmek istiyor; Sayın Başkanı ve siz değerli milletvekillerini, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Uğur Neşşar; buyurun.

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kamu kurum ve kuruluşlarında ya da kamu yararına çalışan vakıf, dernek ve benzeri kuruluşların kamuda yaygınlığı, toplanan paraların ulaştığı rakamlar ile sağlanan bu kaynakların kimler ve hangi amaçlar için harcandığının belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılması için vermiş olduğumuz önerge doğrultusunda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, aslında, konu, biraz önce Sayın Bakanın da dediği gibi, her iki grubun da desteklediği, halledilmesini istediği bir konu. Biz, burada, kendi düşüncelerimizi, kendi bakış açımızdan tartışmak istiyoruz.

Sultan III. Murat, 26 Ocak 1586 tarihli fermanında şöyle buyuruyor: "İstanbul Kadısına emirdir: Vakıfların durumu pek iyi değildir; zira, mütevelliler ve diğer görevliler, parası olan vakıfların gelirleriyle yiyip içmekte, her şeyi harap etmektedirler. Dolayısıyla, vakıfların ne durumda bulunduklarının ortaya çıkarılması için sıkı bir teftiş gerekmektedir." Aslında, biz, herhalde, bugün, Sultanın 417 yıl önce vermiş olduğu fermanın gereğini yerine getirmek için burada bulunuyoruz. Sultan devam ediyor: "İstanbul'da vakıf parası yiyenlerin hakkından gelesiniz." Tabiî ki, kişisel olarak, bu geçtiğimiz 417 yıl içerisinde, ülkemizde çok fazla değişikliğin de olmadığını görmekten rahatsızlık duyuyorum. Sayın Bakan çok güzel özetledi; belki, biraz da biz vurgulayacağız.

Vakıflar, İslam dininin çok güzel bir geleneği; Hazreti Muhammed'den beri devam ediyor, yaygın örneklerine rastlanıyor ve Osmanlının güçlü devirlerinde de varlıklı olanların, parası olanların, fakire fukaraya hizmet ettiği, yardım götürdüğü, karşılık beklemeden hizmet verdiği kuruluşlar olarak anılıyorlar, biliniyorlar, devlete destek olmuş kurumlar olarak biliniyorlar; tabiî ki, biz de, bunlardan memnuniyet duyuyoruz. Bildiğiniz gibi, bu vakıfların uzantıları da günümüze kadar geliyor; ama, yine, hepimizin bildiği gibi, devlet yapısının ve otoritenin zayıflamaya başladığı ve genel ahlakın düşmeye başladığı dönemlerde, maalesef, bu vakıflar, gerçek amaçlarından sapıyorlar ve yurttaşların kanını emen canavarlara dönüyorlar. Sultan Murat bunun da farkında; bakın, fermanında şöyle devam ediyor: "Bu vakfın şartları ileride bozulup değiştirilecek olursa, sorumluları, yerleri ve gökleri ve bizleri yoktan var eden ve bunca nimetleri ihsan buyuran şanı yüce Allah'ın kahrına ve gazabına uğrasın, dünyada ve ahrette rahat yüzü görmesin, iki cihanda rezaletten kurtulmasın, meleklerin, yerlerin ve göklerin laneti onun üzerine olsun, cehennemin dibini boylasın." Tabiî, Sultan, o zamanki şartlarda olaya bakıyor ve tepkisini dile getiriyor; bizler, hepinizin de takdir edeceği gibi, bugünkü şartlarda, hukuk çerçevesinde, sakıncaları olan, vakıfların yanlış uygulamalarını ortaya koyup, gereğini yasalar çerçevesinde yapmak için burada bulunuyoruz.

Ülkemizde, 1980'den sonra, biliyorsunuz, bu vakıfların sayısı hızla artmıştır; ama, aynı hızla yozlaştığını da biliyoruz. Özellikle, ileride çok tartışılacak bu 1980 sonrası dönemde, 12 Eylül darbesiyle sindirilmiş ve tepki verme gücü ortadan kaldırılmış sivil toplumun da tepkisizliğinden yararlanılarak, hızla yozlaştırılan bir dönem, bir yapılanma ülkemize dayattırıldı biliyorsunuz. Bu dönemde, vakıflar da paylarına düşeni aldılar; onlar da, hızla yaygınlaştılar ve bu yolsuzluk düzeninin parçası olarak sistem içerisinde yerlerini aldılar.

Sayın milletvekilleri, biz, burada, vakıf kurumunu hedef almıyoruz. Aksine, vakıfların, özellikle çağdaş kamu yönetimi ve sosyal devlet anlayışının henüz gelişmediği çağlarda çok önemli bir dayanışma  örneği olduğuna ve bu güzelliğiyle de korunması gerektiğine inanıyoruz. Tabiî, bugün -orada ben, Sayın Bakanla belki aynı fikirde değilim- artık, bugünkü bütçe yapılanması, kamu yönetimi koşulları içerisinde, bugünün şartları içerisinde devletin işini yapması için artık vakıflara ihtiyacı yok; ben böyle düşünüyorum; ama, kültürümüzün bu güzel örneğinin de bu kirlenmişlikten kurtarılması, bunun için de, kimler tarafından ve nasıl kullanıldığının, nasıl yozlaştırıldığının ortaya konulmasını istiyoruz, sömürüye alet olmaktan çıkarılmasını istiyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biliyorsunuz, vakıf kavramının temelinde, verme fikri var, karşılıksız verme düşüncesi. Oysaki, bizdeki uygulamalar, bırakınız karşılıksız vermeyi, devlet aracılığıyla, devlet destekli, devlet tarafından beslenen özel vakıf anlayışıyla yürütülmekte. Biraz önce Sayın Bakanım da dile getirdi bunun örneklerini; kamuya ait alanlar kullandırılıyor, kamu kaynakları aktarılıyor, kamunun memurları emirlerine tahsis ediliyor. Aslına bakarsanız, yapılan şey, yapılmak istenen şey ve maalesef fiilen yürüyen şey de, devletin içerisinde, devlete rağmen bir alternatif mekanizmanın oluşturulmasıdır. Bu yolla devlet tahrip ediliyor ve yurttaşlardan zorla para toplayan bir mekanizma oluşturulmuş oluyor. Bildiğiniz gibi -örneklerini çok fazla uzatmayacağım- okula kaydolmaktan, üniversiteye yatay geçişe, hastanelerde muayene sırası almaktan röntgen çektirmeye kadar her şeyi bağış yaparak halletmek zorundayız. En acıklısı da, cenaze işlemleri bile, maalesef, günümüzde, kamu kurumlarında bağışla yapılıyor. Yani, doğarken bağış yapıyoruz, ölürken bağış yapmak zorunda bırakılıyoruz ve maalesef, yine hepimizin bildiği gibi, bu kuruluşlar, kamu kurumları içerisinde çalışırken âdeta mafya benzeri yöntemlerle çalışıyorlar. Yani, o kamu kuruluşunda iş yapacaksanız, gereken malzemeyi, örneğin bir dosyayı vakıftan almazsanız işiniz görülmüyor, vakfa para yatırmazsanız işiniz görülmüyor, üreticinin ürün çekleri verilmiyor, firmaların hakedişleri ödenmiyor, illaki vakfa bir bağış yapılması gerekiyor. Daha da ötesi, daha da acıklısı, hepimizin bildiği gibi, bazı kurum ve kuruluşlarda, bunun suç olduğunu çok iyi bilen yöneticiler, bu parayı alırken, yurttaşlardan bir de "vakfa bu bağışı kendi rızamla yaptım, baskıyla yapmadım" diye belge de alıyorlar. Bunun da örneklerini, değişik kamu kuruluşlarında hepimiz biliyoruz.

Aslında, yurttaşlarımız bu paraları vermek istemiyorlar; ama, işlerini gördürmek için de vermek zorunda kalıyorlar. Hepimiz, seçim meydanlarında bunun için söz verdik. Bugün de, zannediyorum, her iki grup olarak, bu verdiğimiz sözün gereğini yerine getireceğiz.

Bakanımla -sunumda belki yanlış anlamışımdır, ama- aynı fikirde olmadığımı düşündüğüm bir konu var. Devletin yetemediği bazı yerlerin, devletin bazı eksikliklerinin, bu kurumlar aracılığıyla tamamlanmasına sanki sıcak bakıyormuş gibi bir izlenim aldım Sayın Bakanımdan. Oysaki, demin de belirttiğim gibi, çağdaş kamu işletmeciliği ve bütçe işlemleri sırasında, artık günümüzde böyle yan kuruluşlara, destek kuruluşlara ihtiyaç yok. Varsa eğer, gönüllü vakıfların, kendiliklerinden, içlerinden gelen bazı katkıları yapmaları son derece doğal, ama, bunların, artık devletin işini görmesi için bulunmaları gerekmiyor. Oysaki, zorla gasp edilen bu paraların toplanma biçimi nasıl yanlışsa, harcanma biçimi ve alanlarında da uygunsuz ve tehlikeli örnekler sergileniyor. Bu yolla, maalesef, bütçe talimatnamesi dışına çıkılıyor, bütçenin izin vermediği bazı giderlerin sağlanması için bu vakıf kaynakları kullanılıyor, bütçe by-pass ediliyor. Bu da, toplanan bu paraları, harcayanların, kimi zaman keyfî, kimi zaman da, maalesef kendi takdirleriyle sınırladıkları boyutta yolsuzca kullanılmalarına neden oluyor.

Denetimsiz ve kişilerin ellerine terk edilen kaynakların ne zaman ve ne amaçla kullanılacağını önceden kestirmek olanaksızdır. Kaldı ki, buna yol açan, buna izin veren yöneticilerin de, bu konuda müteselsilen sorumlu olması gerektiğini düşünüyorum.

Bu nedenle, sizlerin de katkısıyla, hiç olmazsa ibreti âlem için  -madem bundan sonraki uygulamalar yasayla engellenecek-  biz geçmişte yapılanları ortaya koyalım; bu işin, geçmişte, ne boyutlara kadar çıktığını görelim; dolayısıyla, geçmişin hesabını da sorabilmek için mutlaka Meclis araştırmasını açalım diyoruz.

Yüce Meclisin sayın üyeleri, birey, devlet ve diğer bireyler karşısında malî anlamda özgür olmadıkça, temel hak ve özgürlükleri ile sosyal haklarını gerçek anlamda kullanamaz. Sosyal devletin bireyin malî haklarını gözetmesi, belirli kurallara bağlanmıştır. Bireyler, kendileri adına toplanan vergilerin hakça harcanmasını sağlayacak bir düzen oluşturabilmek için, yüzyıllarca, krallarla, padişahlarla ve sultanlarla mücadele etmişlerdir.

Bildiğiniz gibi, Avrupa'da Magna Carta ve Fransız Devrimiyle Türkiye'de de İkinci Meşrutiyet ve arkasından da 1924 Anayasasıyla bütçe denetimi ortaya çıkmış, bütçe hakkını, yurttaşlar, kendileri adına seçilmiş parlamentolara devretmişlerdir. Bildiğiniz gibi, bütçe, halka götürülmesi vaat edilen hizmetler için kamu kaynaklarının harcama yer ve esaslarını belirleyen bir mukaveledir ve bunun hedefi, toplumun tercihleri yönünde hakça bir hizmetin sunulması yanında, etkisiz, amaçsız ya da kötü amaçlar için kullanımının da engellenmesidir. Dolayısıyla, biz, kamu harcamalarının, mutlaka, bütçe denetimi, bütçe disiplini içerisinde yapılması gerektiğine inanıyoruz. Bütçenin, demokrasi ve sosyal devletin olmazsa olmaz bir parçası olduğuna inanıyoruz.

Sayıları binlere ulaşan bu vakıfların topladıkları paranın tümüyle denetimsiz ve keyfî olarak bazı kişi ve kuruluşlar tarafından kullanılmasının yarattığı sıkıntıyı ve gerek demokrasimiz gerek insan hakları ve ülke bütünlüğü açısından yarattığı tehlikeyi hepimiz gayet iyi biliyoruz.

Vaktinizi çok fazla almayacağım; Sayın Bakanın da belirttiği gibi -ben, Meclis Kütüphanesinden yaptığım araştırmada 621 bulmuştum- sadece kamuda 621; ama, ülkede 4 569 tane vakıf ve bu vakıfların hükmettiği 30 katrilyon dolayında da bir para var. Bunun detayına girmek istemiyorum.

Yine, Bakanımızın da belirttiği gibi, bu uygulamalar yeni değil, vakıflarla ilgili yakınmalar da yeni değil; 57 nci hükümetten beri bir yasanın çıkarılacağı ısrarla dile getiriliyor; ama, bir türlü çıkarılamıyor. Bildiğiniz gibi, 58 inci hükümette de, Sayın Mehmet Ali Şahin'in ağzından, bir yıl önce, bu vakıfların kapatılacağına ya da kamudaki işlemlerinin kısıtlanacağına dair açıklamalar işitmiştik; fakat, bir senedir bir gelişme olmadı. Nihayet,  bugün, yasa tasarısı Meclise geldi. Ama, bu uygulamanın önüne geçmek ya da bu haksız kazancın, bu haksız, zorla, gasp edilen paraların alınmasının engellenmesi için, en azından durdurulması için niye yasa gerektiğini bir türlü anlayabilmiş değilim. Bakanımın yaptığı açıklamalar da, bunun formatının ya da devletle iç içeliğinin tanzim edilmesi için yasa gerektiğini ortaya koyuyor; ona sonuna kadar katılıyorum; ama, en azından, bu yasa çıkana kadar bu uygulamanın önünü almak için birtakım idarî kararların yeterli olduğuna inanıyorum.

Örneğin, tapu almak için Tapu ve Kadastro Derneğine 50 000 000 bağışlamanın herhangi bir yasal altyapısı olmadığını düşünüyorum ve bunu halletmek için de sadece ilgili bakan, genel müdür ya da müdürlerin bu işlemi durdurma emirlerinin yeterli olacağına inanıyorum. O halde, bugüne kadar, bu yasayı çıkarmayı geciktiren her hükümetin -geçtiğimiz bir yıllık süre içerisinde de AKP'nin- bu vakıflara kaynak aktarılmasına göz yumduğu gibi bir anlayış ortaya çıkıyor. Çok şükür, bunun sonuna geliyoruz; ama, dile getirmeden de edemeyeceğiz.

Peki, bunun örneği var mı, kamuda örneği var mı ya da AKP döneminde örneği var mı; acaba, biz, herhangi bir şekilde yasa çıkarmadan bu uygulamayı durdurma olanağına sahip miyiz; onu da araştırdım. 

Bildiğiniz gibi, Sayın Sağlık Bakanı -gerçi, kendisini çok eleştiriyorum, kıymetli bir meslektaşımız, bir akademisyen arkadaşımız, ama- bir süre önce, basından izlediğim kadarıyla çok güzel bir uygulamaya imza attı ve Sayın Sağlık Bakanı, kendi bünyesindeki kuruluşlarda vakıf makbuzlarını toplattı ya da o şekilde açıklama yaptı. Dolayısıyla, yapacağımız bir araştırma sonucunda, bu Bakan arkadaşımızın yaptığı uygulamanın ne oranda başarıya ulaştığını ortaya çıkarma şansına da sahip olacağız. Ayrıca, bugüne kadar böyle bir gerekliliği hissetmemiş, belki de böyle bir yürekliliği göstermemiş diğer arkadaşlarımızın da, yasanın çıkmasını ya da onaylanmasını beklemeden, hemen, yarın sabahtan itibaren, bir emirle, bir genelgeyle, bu vakıf makbuzlarının kamu kuruluşlarından toplatılmasını, bu konuda para talep edenler hakkında suç duyurusunda bulunulmasını emredebilirler ve bu uygulama da, belki yasa çıkmadan önce, vatandaşlarımızın bazı sıkıntılarının engellenmesi için bir kapı açmış, bir olanak yaratmış olabilir.

Bunu, bir de şu nedenle söylüyorum: Biliyorsunuz, bir önerge verilirken, bir uygulama eleştirilirken ya da bir şeye "kara" denilirken, niye bunun "beyaz"ı söylenmiyor diye hep eleştiriliyoruz; ben, bir de bu beyazın nasıl söyleneceğine örnek olmak için bu konuyu gündeme getirmek istemiştim. Belki, Sayın Başbakan, Sayın Mehmet Ali Şahin ve diğer sayın bakan arkadaşlarımız bana hak verirler ve yarın sabahtan itibaren bir genelge çıkarıp, yasa çıkana kadar, kendi kurumlarındaki bu vakıf makbuzlarının toplanmasını, bu uygulamanın bir an önce sonlandırılmasını da sağlamış olabilirler.

Sayın milletvekilleri, evet, çok fazla uzatmayacağım. Hepimiz seçim meydanlarında vaatlerde bulunduk, adaletten söz ettik; ama, hakikaten, bugün, belki de hemen yarın sabahtan itibaren -30 katrilyon lira; ki, benim bu bulduğum 30 katrilyon rakamı geçen yıla ait bir rakamdı, belki bu sene içerisinde bu rakam katlanmıştır ve her geçen gün, vatandaşlarımızın cebinden alınan paralar alınmaya devam ediyor; ama, biz, bunu, yine 30 katrilyon lira diye kabaca dile getirirsek- bir genelge vererek, biz, vatandaşların bu parayı artık ödememelerine, çoluk çocukları için, ailelerinin geçimi için harcamalarına imkân vermiş olabiliriz, onlara bir kısmî rahatlama sağlamış olabiliriz ve temiz topluma doğru da bir adım atmış olabiliriz. Onun için, bunu, bir kere daha, şu koltuklarda oturan arkadaşlarımızın dikkatine sunuyorum. Önergeye de olumlu oy vererek, belki bugüne kadar kamu üzerinden yapılan yolsuzluğun boyutunu daha iyi irdelememiz, belki hesap sorabilmemiz, belki bu paraların bir kısmını geriye alabilmemiz gibi uygulamalara imkân sağlayabiliriz ve şeffaf, denetlenebilir bir devlete doğru, bir yönetime doğru adım atabiliriz.

Biz, Grup olarak olumlu oy vereceğiz. Sayın Bakanın da açıkladığı gibi, AKP Grubunun da bu önergeye olumlu oy vermesini bekliyoruz.

Konunun, hepimiz için yararlı, güzel bir şekilde neticelenmesini diler, hepinize sevgiler, saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Neşşar, teşekkür ediyorum.

AK Parti Grubu adına, Bilecik Milletvekili Sayın Fahrettin Poyraz; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA FAHRETTİN POYRAZ (Bilecik) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Partili ve CHP'li milletvekili arkadaşların ayrı ayrı verdikleri ve fakat bugün birleştirerek görüştüğümüz, kamu vakıfları ve kamu bünyesinde kurulu dernek ve yardımlaşma sandıkları ile bu kurum ve kuruluşlarda bağış adı altında zorunlu olarak toplanan bütçedışı paralarla ilgili olarak Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri üzerinde Grubum adına söz almış bulunmaktayım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, kamu kurum ve kuruluşlarının bünyesinde, bir veya birden fazla kurulan vakıf ve dernekler aracılığıyla, kamu hizmetinden yararlanan vatandaşlarımızdan "bağış" adı altında para toplanmaktadır. Kamu hizmetinden yararlanmak durumunda olan vatandaşlarımız, bu hizmeti görmek için, bu bağışları yapmaya âdeta zorlanmaktadırlar. Vatandaşımız, bugün, devlet tarafından sunulan ve hayatın her alanına yayılan kamu hizmetlerinin hangisinden yararlanmak isterse, karşısına bu bağışlar çıkmaktadır. Tapu ve nüfus işlemlerinde, silah ve araç plaka tescil işlemlerinde, sağlık hizmetlerinden yararlanmada ve bunun gibi verebileceğimiz pek çok örnekte, kamu hizmetinden yararlanmak isteyen vatandaşlarımızın, zorunlu bağış makbuzu kestirilmediği takdirde iş ve işlemleri sonuçlandırılmamakta veya binbir türlü zorlukla karşılaşmaktadırlar. Bu anlamda, karşılığı daha önce çeşitli vergiler olarak fiyatlandırılan kamu hizmetlerine bağış adı altında ikinci bir fiyatlandırma yapılmaktadır.

Halbuki, tarihimizde önemli yer tutan vakıf kültüründe, bir malın veya akarın, insanlığın yararına olacak bir hizmete yönelik olarak tahsis edilmesi sonucu vakıflar doğmuştur. Kendi doğası gereği vakıf kültürü, hizmetten yararlanandan hizmetin karşılığını almaya değil, aksine, karşılıksız olarak verme anlayışına dayanır. Geldiğimiz noktada ise bu anlayış tamamen tersine dönmüş, sanki, bir anlamda almadan vermek Allah'a mahsustur gerekçesine sığınılarak, tüm kamu hizmetlerinden karşılık talep edilir hale gelmiştir. Bunun yanı sıra, söz konusu kamu vakıf ve derneklerine, kamunun bina, personel, araç gibi tüm imkânları da sunulmuştur.

Sonuçta, neredeyse her yerde vatandaşa sunulan kamu hizmetinin hemen yanı başında vakıf ve dernek ve tabiî ki zorunlu bağış gerçeğiyle karşı karşıya kalınmıştır. Vatandaş, devlet hizmetinden nerede, ne zaman yararlanmak istese, kurulan bu vakıf ve derneklerle karşı karşıya bırakılmıştır.

Şimdi, ben, daha önce Grubumda paylaştığım bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Tabiî, hepimiz, milletvekili olarak, günlük işlerimiz arasında vatandaşlarımızla da muhatap oluyoruz, onların dertlerini dinliyoruz. Ben de, bayramdan önce beni ziyarete gelen Rıza ismindeki bir vatandaşımızın bana anlattığı bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Vatandaş rıza kimdir? Arkadaşlar, vatandaş rıza, Ankara'nın bir semtinde yaşayan ve geçimini saat alım-satımı ve tamiriyle sağlayan küçük bir esnaf. Yanında çırağı olmadığı için de, özellikle resmî dairelerle işi olduğu zaman, vatandaş rıza, mümkün olduğunca bu işlerini biriktirir ve mesai saatlerinde ve tabiî ki işyerini de mecburen kapatarak bu işlerini çözmeye gider. Bugün, vatandaş rıza için yoğun bir gün; yapacağı çok iş var ve zaman sınırlı. Hızlı hareket etmek zorundadır. Babadan kalma bir merakı olan silah tutkusu nedeniyle aldığı silahına ruhsat alacak, hanımının ehliyet işini halledecek, kızını birkaç gündür ortaya çıkan rahatsızlığı nedeniyle doktora götürecek ve yeni doğan çocuğuna da nüfus cüzdanı çıkacak. İşi çoktur ve vatandaş rıza, mesainin ilk dakikalarında da valiliğe giderek işlerini çözümlemeye başlar. Valiliğe gider, silah ruhsatı ve hanımı adına ehliyet almak için hazırladığı ve ilgili kamu kuruluşuna havale istediği dilekçesini verir. Evrak kayıttaki memur her dilekçe başına 3'er milyon lira ister. Vatandaş rıza gerekçesini sorduğunda, valilik hizmetlerinin daha etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamak için kurulduğunu öğrendiği derneğe bağış yapması gerektiği cevabını alır. Dilekçe havalesi ile bağışın herhangi bir ilgisinin olmadığını iddia etmesi, sonucu değiştirmez. Karşısındaki memurun cevabı hazırdır ve kesindir: "Gardaş, biz emir kuluyuz; bir itirazın varsa valilik makamına çıkarsın, yaparsın!"

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Gereğini yapın.

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) - Arkadaşlar, herhalde, konuşmamızın sonunda gereğini ortaya koyacağız. 20 dakika, sizin arkadaşınız, CHP'li arkadaşımız konuşurken, biz, gayet sakin bir şekilde dinledik.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Biz de dinliyoruz; devam et.

BAŞKAN - Sayın Poyraz, Genel Kurula hitap edin.

Buyurun efendim, devam ediniz.

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) - Şimdi, bu yanıt, tabiî, aynı zamanda, vatandaş rızaya darbımesel olmuş bir sözü de hatırlatır. Hani derlerdi ya eskiden "git, derdini Marko Paşaya anlat" diye. Vatandaş rıza aynı durumla karşı karşıyadır; ama, fazla da tartışacak zamanı yoktur; çünkü, yapılacak çok işi vardır; gün yeni başlamıştır. Vatandaş rıza, tabiî, istemeye istemeye parayı verir ve oradan hızlı bir şekilde emniyete gider. Önce silah ruhsatı için başvurusunu yapar; ancak, valilikten havale ettirdiği dilekçesini ilgili emniyet birimine vermeden önce eline hemen   10 000 000'luk bir makbuz tutuşturulur. "Bu nedir?.." "Efendim, Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfına bağış..." Çaresiz, vatandaş rıza, bağış makbuzunun karşılığını öder; ama, canı da biraz sıkılmıştır. Zaten, daha önce, sabıka kaydı almak için gittiği Adalet Vakfına da 5 000 000 lira bağış yapmıştır. Neyse... Vatandaş rıza dilekçesini verir, hızlı bir şekilde ehliyet işlemlerini yaptırmak için de ilgili servise gider. Dilekçesini ve ilgili evrakları verdiğinde, bu sefer eline 15 000 000 liralık bir bağış makbuzu daha tutuştururlar. "Peki, bu nedir?" "Efendim, bu da Türk Trafik Vakfına ait bir bağış makbuzu." "Ee, bu tutar çok değil mi" itirazlarına karşılık olarak da, hizmetin daha iyi yürütülmesi için bu bağışların alınması gerektiği yanıtını alır; ama, yine de, vatandaş rıza tatmin olmamıştır. Zaten, daha önce, ehliyet işlemleri sırasında, hanımın göz muayenesi için sağlık ocağının derneğine bir 10 000 000 lira bağışlamıştı. Arkasından, sürücü kursunun verdiği belgeyi almak için de, Millî Eğitim Vakfına 15 000 000 lira bağışlamıştı ve şimdi, burada da, polisle ilgili olarak bir bağışta daha bulunmakta.

Sonuçta, vatandaş rıza, bütün bu itirazların bir sonuç getiremeyeceğini anladığı için, bu tutarı da yatırıyor; ama, neyse ki, işlemler bilgisayar ortamında bir günde yapıldı ve bunun tesellisiyle oradan ayrılıyor.

Hızlı bir şekilde vatandaş rıza evine dönerek kızını hastaneye götürmek için yola çıkar. Aracıyla tıp fakültesi kampusünün girişine geldiğinde, aracın girişini engelleyen bir bariyer hemen aracının önüne iner. Vatandaş rıza şöyle bir bakar, etraf aslında güzeldir, bilgisayarla işlem yapmaktadırlar; ama, bilgisayar printer'ından  bir makbuz eline tutuşturulur hemen. "Bu nedir?" "Efendim, bu da otopark giriş ücreti 3 000 000 lira ve her saat başına 1 000 000 lira fark." Vatandaş rıza mecbur, bu park yerini kullanacak. Zaten kızı rahatsız. Aracı bir başka yere park etse, hem uzak hem oradan buraya yürümesi bir sıkıntı verecek. Sonuçta, tıp fakültesi vakfına bu bağış feda olsun diyerek otopark için de bu bağışı yapar; ama, aracını park ettikten sonra kızıyla birlikte giriş kapısına yöneldiği zaman, mavi önlüklü bir hastabakıcı tarafından girişte durdurulur. "Dur kardeş, nereye gidiyorsun böyle?!" "Hiç, muayene olacağız..." "İyi; ama, bu şekilde giremezsin; burası hastane; sağlık için temizlik şarttır; ayağınıza şu galoşlardan giymeniz lazım, tanesi 1 000 000 lira." "Ee, bu para kime?.." "Bu da, tıp fakültesinin çevresini güzelleştirme ve yaşatma derneğine..." Şimdi, mübarek gündür, sabırlı olmak lazım; vatandaş rıza, çaresiz, 2 000 000'u da verir, içeri girer ve hasta kabule gittiği zaman kızını muayene ettirmek istediğini söyler; görevli memur, kendisine, bugün muayene sırasının dolduğunu, muayene olmak için yarın erken saatte gelmesi gerektiğini söyler. Vatandaş rıza, yavaş yavaş sinirlenmeye başlamıştır; zaten dükkânını kapatmış, beş kuruş para kazanıyor, bunu da dükkânı yarın kapatarak bir daha kaybedecek, netice itibariyle külliyen zarardayım diye düşünürken, arka taraftan memur seslenir: "Beyefendi, isterseniz öğleden sonra hocanın, yani profesörün özel muayenesi var, sorununuzu bu şekilde çözebiliriz." Vatandaş rıza, saatine bakar, zaten öğle olmuştur. "Peki" der; ne yapsın, bekler; ama, bu arada, tabiî, vakfın otopark tarifesi de işlemeye devam etmektedir, saat başına  1 000 000 lira... Öğleden sonra hocadan randevu almak için gittiğinde 50 000 000 lira muayene ücreti istenir vatandaş rızadan. Vatandaş rıza, neden 50 000 000 lira vermesi gerektiği noktasında kendi kendini ikna etmeye çalışır; tabiî, yılların eğitimi, tecrübesi var, tıp profesörlüğü zor bir iş, zaten devlet 2-3 milyar zor maaş veriyor, adamlar haklı tabiî, gibi gerekçelerle. Bu iyi niyetli düşüncenin yanı sıra, mübarek günde şeytan da vatandaş rızanın aklını karıştırır. İyi; ama, bu bina devletin, hocanın odası devlet tarafından tahsis edilmiş, elektrik, su, kira masrafı yok, yanındaki asistanların, hemşirelerin maaşları devlet tarafından ödeniyor. Vatandaş rıza, içinden bir lâhavle çekerek şeytanın bu vesvesesini savuşturur. Hocanın muayene sırasındaki ilgisinden memnundur vatandaş rıza; ama, hoca, sonucun kesin olması noktasında bir tomografi çekilmesini ister. Vatandaş rıza, kızını alıp, tomografi çekimi için aşağı iner, gerekli talep yazısını ilgili memura verdiğinde memur, iki makinenin birinin bozulduğunu, diğerinde çok sıra olduğunu belirterek, tomografi çekimi için dört ay sonraya gün verir. İyi ama, dört ay çok uzundur; ya hastalık ilerlerse ya -Allah korusun- daha kötüsü olursa ne yaparım diye düşünürken, memur arkadaş vatandaş rızayı uyarır: "Özel çekim isterseniz, hemen yaparız." "Nasıl yani" der vatandaş rıza. "Hastanemizde tıp fakültesi vakfına ait tomografi cihazımız mevcut; ücretini yatırırsanız hemen çekeriz" yanıtını alır. Çaresiz 75 000 000'luk ücreti yatırırken vatandaş rızanın iyice aklı karışmıştır. Düşünür, vatandaş rıza; bu vakıf devletten daha mı zengindir ki, onun aleti ve aracı hiçbir zaman arıza yapmıyor da, devletin makinesi her zaman arızalı ve hiç tamir edilmiyor; yoksa, devletin makinesi arızalı değil de, kendine öyle mi söyleniyor?! Acaba, şu anda vakfın diye kullanılan makine, sakın devletin makinesi olmasın; üzerinde vakfın veya devletin diye bir şey yazmıyor ki. Vatandaş rıza, bu vesveseleri de dağıtmaya çalışır. Bunca yıl eğitim almış, koca koca profesörler, böyle yanlış işlere girişirler mi canım?! Böyle oluyorsa, imkânlar demek ki bu kadar, diye düşünür.

Sonuçta, vatandaş rıza sevinçlidir; çünkü, tomografi sonucu iyi çıkar, önemli bir sorun yoktur. Sağlık bu, hiçbir şeye benzemez. Ameliyat falan denilseydi, ailece çok yıpranacaklardı. Zaten sınırlı imkânları da var; bir de işin içinde bıçak parası falan çıkacaktı. İyice kabarmış park parasını ödeyerek hastaneden ayrılan vatandaş rıza, kızının ilaçlarını alarak kızını eve bırakır ve sonrası, kalan işine yönelir. Daha yeni doğan çocuğuna kimlik çıkaracaktır. Zaman da sıkışık; alelacele aracını kaymakamlığın önünde bir kenara park ederek binadan içeri girer. Nüfus müdürlüğüne girdiğinde, nüfus memuru elindeki makbuzla kendisinden para ister. "Bu nedir" diye sorduğunda "Nüfus Hizmetlerini Güçlendirme Vakfına bağış" olduğu yanıtını alır. Vatandaş rıza artık tecrübelidir, tartışmanın bir sonuç getirmeyeceğini sabahtan beri yaşadıkları sonucu öğrenmiştir; itirazsız 5 000 000'u ilgili memura verir ve makbuzunu alır. Teknoloji gelişmiştir, çok kısa sürede nüfus cüzdanını çıkarır, haline şükreder. Daha birkaç ay öncesine kadar, faks ücreti, telefon ücreti denilen bir sürü eködeme yapmak zorunda kalacaktı.

İşlerini bitirmenin rahatlığı içinde kaymakamlıktan çıkan vatandaş rızayı dışarıda yeni bir sürpriz beklemekteydi. Vatandaş rızanın arabası, park ettiği yerde yoktu. "Acaba, aracım çalındı mı" diye düşünürken, arkadaki esnaf arkadaş, şaşkın şaşkın bekleyen vatandaş rızayı uyarır "aracınızı Trafik Vakfının çekicileri parka çektiler." Trafik Vakfının acar görevlileri, çektikleri araç başına aldıkları primlerin verdiği şevkle, vatandaş rızanın aracını hemen yükleyip parka götürmüşlerdi. "Mübarek gün, herhalde Cenabı Hak sabrımı sınıyor" diye düşünen vatandaş rıza, elini cebine attığında 6 000 000-7 000 000 parası kaldığını fark ediyor. Arabayı almaya gidemezdi; park cezası, çekici masrafı, otopark parası vesaire 70 000 000-80 000 000 para lazımdı. Çaresiz, dolmuşa binen vatandaş rıza, günün ilerleyen saatlerinde dükkânına gider. Belki bir umut, bir siftah yaparım diye tezgâhının başına oturmuştur ki, mahalle camiinin dernek başkanı hacı efendi içeri girer "Rıza Bey, önümüz kış, camimize kömür alacağız; mübarek gün, bir bağışta bulunur musun" der ve vatandaş rıza, cebinde kalan son 5 000 000'u da hacı efendiye verir.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; inanıyorum ki, vatandaş rızanın gün boyu yaptığı bağışlardan rızasıyla yaptığı tek bağış, bu son bağıştı.

Bu ülkede 70 000 000 vatandaş rıza yaşıyor, hatta bu çatının altında bile. Siz değil misiniz arkadaşlar, milletvekilleri olarak geldiğiniz ilk günde 3 000 000 liralık rozetlere 30 000 000 lira ücret ödeyen Meclis Vakfına?! (Alkışlar)

Evet, geldiğimiz noktada hepimiz birer vatandaş rızayız ve bu sorun, gerçekten, kangren haline gelmiştir. Çok açıktır ki, bu Meclis çatısı altında her iki parti de, bu sorunun araştırılarak çözüm yollarının ortaya konması için, ayrı ayrı iki araştırma komisyonu kurulması önergesi vermişlerdir.

Kurulan bu kamu vakıf ve derneklerinin tek gelirinin vatandaşlardan alınan zorunlu bağışlar olduğunu düşünmek de yanlıştır. Bu vakıf ve dernekler, mevcut halleriyle, birer ticarî işletme hüviyetine bürünmüş, bugün hesaplarında trilyonlarca liralık kaynak ve yine, değerleri trilyonlarla ifade edilecek kamu binaları, sosyal tesisleri, otoparklar ve ücretini devletin ödediği binlerce personelle her biri birer holding haline gelmişlerdir.

Arkadaşlar, şimdi, ben, bunlara birkaç örnek vermek istiyorum sabrınıza sığınarak. En büyüğünden başlayayım isterseniz; çünkü, can alıcı nokta burası. Vereceğim örnek, Merkez Bankası Mensupları Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfı. Bu vakfın ilk kaynağı Merkez Bankası tarafından konulmuştur arkadaşlar ve vakfın gelirlerinden bahsediyorum şu anda. 1998 yılı geliri 391 000 000 dolar, 1999 yılı geliri 507 000 000 dolar, 2000 yılı geliri 308 000 000 dolar, 2002 yılı geliri 417 000 000 dolar ve toplam 1 960 372 000 dolar.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Kaynak var; IMF'ye niye gidiyorsunuz kardeşim?! Bundan iyi kaynak mı olur?!

FAHRETTİN POYRAZ (Devamla) - Enteresan bir tablo da şudur: Bu gelirlerin arasında yıllar itibariyle baktığımız zaman, biz bir kamu kurumu olarak, Merkez Bankası olarak, yine devlet kurumu olarak bu vakfa kaynak koyuyoruz ve bu vakıf da, bu kaynağı Hazineye satıyor ve gelirler arasında, baktığınız zaman, hazine bonosundan 1998 yılında yaklaşık 100 trilyon faiz geliri, 1999 yılında 206 trilyon, 2000 yılında 190 trilyon, 2001 yılında 391 trilyon ve 2002 yılında ise 620 trilyon lira bu vakfın faiz geliri var arkadaşlar.

Yani, burada fazla vaktinizi almak istemiyorum; verilecek çok örnek var; mesela, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü mensuplarının toplam geliri -yıllar itibariyle saymıyorum- 20 000 000 doların üzerinde, Türk İdareciler Vakfının yine 20 500 000 dolar civarında, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Vakfının 19 000 000 dolar civarındadır; yani, TL söylemekten artık sıkıldık. Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfının 314 000 000 dolar civarında, Gençlik Spor Vakfının -bu biraz daha düşük- 3 000 000 dolar civarında; ama, netice itibariyle, artık, TL konuşamıyoruz; çünkü, rakamlar, sıfırlar çok fazla.

Bir hatırlatmada daha  bulunup, sözlerimi bağlayacağım. Biliyorsunuz, geçtiğimiz aylarda bir sigorta şirketinin genel müdiresi arkadaşımız emekli oldu. Bu vakıflar, sadece, üyelerine böyle sosyal yardım gibi birtakım ödemeler değil, kesintili ödemeler değil, sürekli ödemeler de yapar hale gelmişler. İçlerinde, Emekli Sandığı gibi çalışanlar, kendi üyelerine emekli ikramiyesi ve emekli aylığı ödeyenler de var. İşte bu sigorta şirketinin -ki, kamuya ait bir sigorta şirketidir- müdiresinin emekli olduğu zaman, ilgili vakıftan aldığı emekli ikramiyesi ne kadar biliyor musunuz arkadaşlar; 926 milyar lira. Fazla söze hacet yok.

Bugün, hükümetimizin Meclise sevk ettiği bir tasarı var. Bu tasarıda, bu vakıfların, kamu gücünü kullanarak gelir toplaması noktasında -özetle söylüyorum- ciddî öneriler var. Kısa ve öz bir kanun tasarısı bu. Bu kanun tasarısı uygulamaya girdiği zaman, inanıyorum ki, bugün her iki parti olarak da şikâyet ettiğimiz birçok hususun, inşallah önümüzdeki günlerde çözümlendiğini göreceğiz; ama, yine de, biz, AK Parti Grubu olarak, bu kanun çıkmış olsa bile, hem kanunun çıkış sürecinde hem de uygulanma sürecinde pek çok aksaklıklarla karşılaşacağımız için, bu kadar önemli olan bir konuya Meclis tarafından da el konulması gerektiğine inanıyoruz. Dolayısıyla, her iki partinin de, gerek Adalet ve Kalkınma Partisine gerekse Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşların verdiği önergelerin desteklenerek -Grubumuz tarafından destekleneceğini söyleyeyim- bir araştırma komisyonu kurulması gerektiği düşüncesindeyiz.

Ben, AK Parti Grubu olarak, bu öneriyi destekleyeceğimizi belirtir, gelecek günler, inşallah, vatandaş rızanın yüzünün güldüğü günler olur temennisiyle sözlerimi bağlayarak, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Poyraz'a teşekkür ediyoruz.

Önerge sahipleri adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nusret Bayraktar; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; kamu adına kurulmuş olan vakıf ve derneklere bağış adı altında toplanan malî kaynakların araştırılmasıyla ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi ve AK Parti tarafından ayrı ayrı verilen önergelerin birleştirilerek görüşüldüğü bugün, ben de, önerge sahipleri adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, önce geçmiş ramazan bayramınızı tebrik ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; biraz önce, grup adına konuşma yapan arkadaşımızın çok güzel ifadelerinden sonra detay konuşmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Özellikle, vatandaş rızanın serüveni ilgi çekici olarak gündeme geldi. Aynı olayları hepimiz yaşıyoruz ve konuşma metninin tamamına katıldığımı belirterek, ben de, kısaca, bu konuların dışında, duygularımı, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Vakıflar, çok geniş kapsamlı, sosyal hizmet ve hayır kurumlarıdır. Bütün dünyanın gıptayla baktığı ve söz ettiği Türk-Osmanlı medeniyeti, vakıf medeniyeti üzerine kurulmuştur. Üç kıtaya yayılan Memaliki Şahanede, bırakın aç ve açıkta bir insan olduğunu, o dönemlerde, aç ve açıkta hayvan bile kalmamış olduğunu duyuyor ve biliyoruz. Sosyal devlet nasıl olur; bu, bütün dünyaya gösterilmiş ve Osmanlının çalışmalarıyla, hâlâ, günümüze kadar, bu noktaların örnekleri yaşatılagelmiştir. Medeniyetin bu vakıf izlerini, bugün dahi görmek mümkün.

Sosyal hizmet ve hayır kurumu olan vakıfların, esasen, desteklenmesinin, hem medeniyet köklerimize saygının hem de toplumsal barış ve adaleti sağlamanın, hatta, daha açık bir ifadeyle, sosyal devlet olmanın bir gereği olduğunu düşünüyorum. Ancak, ne var ki, kamu kurum ve kuruluşlarına ait vakıf ve derneklerdeki dejenerasyon, vakıf müessesesine olan ilgi ve güveni tüketmiş ve bugün, bu tükenen ilginin canlandırılması için neler yapılabilir hususunun, hassas olan Meclisimizin İktidar ve muhalefet partilerinin öne atmış olduğu önergelerle, tekrar gözden geçirilmesi fırsatını yakalamış bulunuyoruz.

Kamu vakıflarının, vatandaşlarımızı, bu tip bağışlarla, âdeta, canından bezdirmiş olduğunu, hep, seçim bölgelerine gittiğimiz zaman, seçimden önce de duyduğumuz gibi, yine de duymaktayız. O bakımdan, bir kere, kamu vakıf ve derneklerine çekidüzen verilmesinin, vakıf medeniyetine en büyük hizmet olacağını düşünüyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün verilerine göre, Türkiye'de, 138'i üniversiteler bünyesinde, 424'ü bakanlıklarda, 46'sı ise belediyeler bünyesinde olmak üzere, kamuya ait toplam 608 adet vakıf bulunmaktadır.

Bütçe kanunlarına göre, 2002-2003 yıllarında 116 adet vakıf, kamu kurum ve kuruluşlarınca denetlenmiş olup, kaynak aktarımı tespit edilen 15 adet vakıf hakkında yasal yollara başvurulmuş, 14 görevden alma, 2 adet dağıtılma davası açılmıştır.

Öte yandan, 506 sayılı SSK Kanununun 20 nci maddesine göre kurulan 23 adet vakıf olup, bunlardan 16 adedi, banka personeliyle ilgili sosyal güvenlik vakıflarıdır. Yine, Türk Ticaret Kanununun 468 inci maddesine göre, işverenlerce, çalıştırılanlara yardım amacıyla kurulan 7 vakıf bulunmaktadır.

Tapu, silah ruhsatı, av tezkeresi, amatör balıkçı belgesi, adlî sicil belgesi, pasaport, araç tescili, plaka, sürücü belgesi, nüfus cüzdanı gibi işlemler için, kamu kurum ve kuruluşlarının bir vakfı vardır ve bu vakıfların "hizmet" adı altında zorunlu bağışlar aldıklarını biliyoruz. Hastanede tedavi mi göreceksin, bağış yapacaksın! Dava mı açacaksın, bağış yapacaksın! Okula kayıt mı yaptıracaksın, bağış yapacaksın! Oysa, eğitim, sağlık, adalet gibi hizmetleri, vatandaşlar arasında ayırım gözetmeksizin vermek, devlet olmanın bir gereğidir ve ücretsizdir.

Saygıdeğer arkadaşlarım, bu vakıfların topladıkları bağış miktarının 2001 yılı rakamlarıyla, 2 katrilyon liranın üzerinde, yaklaşık 1,5 milyar dolar olduğu tespit edilmektedir.

Devlet, hizmet götürmenin bedeli olarak, vatandaşlardan zaten vergi toplamaktadır; ancak, kamu vakıflarının topladığı ne vergidir ne de harç. Bu bağışların toplanma biçimi ve mantığı yanlış olduğu gibi, harcama yerleri de yanlıştır. Verdiğimiz bağışlar, kamu çalışanlarının sosyal tesislerine katkı, genel müdürlere makam aracı, makam odası tefrişi, servis aracı, hatta ekemeklilik ikramiyesi ve aylığı olarak hizmete dönüşmektedir; yani, verilen bağışların hiçbir şekilde meşru karşılığı yok.

Kamu vakıfları, kamu personelinin çiftliğine dönüşmüştür. Kamu vakıflarına ait gelirler, genel müdürlerin veya birilerinin, âdeta, örtülü ödeneği durumuna gelmiştir. Kamu vakıflarının mal varlıkları, gelir-gider bilançoları, yönetim biçimleri ve bürokrasiyle içiçeliği, kamu yönetiminin denetlenebilirliği ve şeffaflığı ilkeleriyle de bağdaşmamaktadır. Devlet içerisinde devletçikler oluşmakta, kamu vakıfları, âdeta, bürokrasi imparatorluğunun bütçesini oluşturmaktadır. Bürokrasiye, denetimdışı olan çok ciddî bir kaynak transferi yapıldığı için de, buralarda, yolsuzluklar, usulsüzlükler, şaibeler alıp başını gitmektedir. Âdeta, sinek üreten bataklıklar haline gelen kamu vakıfları ve bürokrasi saltanatı bitirilmeden, yolsuzluk ekonomisinin çarklarını kırmak da asla mümkün olmayacaktır. Öte yandan, bunca yolsuzluk, usulsüzlük ve şaibe iddiaları, doğru, dürüst ve namuslu bürokratları dahi yıpratmaktadır.

Söz konusu vakıflar, kamu kaynaklarıyla beslenmekte, kamuya ait binalara yerleşip, kuruluşların elektriğini, suyunu, hatta, araç ve gereçlerini ve personelini bile kullanmaktadırlar. Kamunun kıt kaynaklarını kullanıp, kanını emmelerine rağmen, ne devlete ne de millete bir kuruşluk faydaları dokunmaktadır. Bu bakımdan, ayrıca kaynak israfı olduğu da tartışma götürmez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Nitekim, bu durum, zaman zaman yetkililerin itiraflarına ve şikâyetlerine dönüşmüştür. Geçenlerde, bir bakanımız, yapmış olduğu açıklamalarında şöyle diyor: "Kamu hizmetlerinin yaygın sunumunu sağlamak için kurulan vakıflar gözde kuruluşlar haline gelince, kamu yöneticilerinin de ilgili odağı haline gelmiştir. Üst düzey yöneticiler vakıf idaresinde bulunmuş, kurum ile vakıf arasında organik bağlar kurmuşlardır. Bazı vakıflarda, üst düzey görevliler, görevden ayrılmalarına rağmen, vakıf idaresinden ayrılmamaktadırlar. Bu vakıfların sıkça şahsî amaçlara da hizmet ettikleri görülmektedir. Bu yetmiyormuş gibi, yönetimdeki üst düzey bürokratlar, kamu gücünü kullanmaya başlamışlar, dolayısıyla, vatandaşı bağış yapmaya zorlamaktadırlar."

Kamu vakıflarıyla ilgili sıkıntı bugünün meselesi değildir. Geçmiş dönemlerden bu yana devam edegeldiğini biliyoruz. Bununla ilgili yakınmaları, şikâyetleri sağır sultanın bile duyduğunu hep beraber biliyoruz; ancak, bu vakıflar, bugüne değin varlıklarını devam ettirmek suretiyle, hem bataklık olarak pislik üretmeye devam ediyorlar hem yolsuzluk ekonomisini besliyorlar hem de son tahlilde, vakıf müessesesine zarar veriyorlar; ki, vakıf müesseselerinin, gönülden kurularak, insanlar için son derece faydalı müesseseler olduğu, maksadı dahilinde kullanılmasının tavsiye edildiği, maksadı dışında kullanıldığı takdirde dünyada da, iki cihanda da gerçekten vebal altında olunacağı hususu, biraz önceki sözcünün belirttiği gibi, vakfiyelerde anlatılmıştır.

Neyse ki, 3 Kasım seçimleri sonrası, yolsuzluk ve yoksullukla mücadele konusunda taahhütlerde bulunmuş olan AK Parti ve iktidarının ve Cumhuriyet Halk Partisi muhalefetinin bu konulardaki hassasiyetleri ve duyarlılıkları sonucu, olaylara kulak tıkanmadığını -AK Partinin, 58 ve 59 uncu hükümetimizin; acil eylem planında da gördüğümüz gibi- kamu vakıflarının ıslahının gerektiğini ve acil eylem planında izah edildiği şekliyle bir tasarının gündeme alındığını bilmekteyiz. Kamu kaynaklarının kamu vakıfları tarafından kullanılmasının yasaklanmasıyla ilgili bu tasarı hazırlanmış ve imzaya açılmıştır. Tasarıya göre, kamu vakfı tanımı yapılmayarak, Türk Medenî Kanununa göre kurulan vakıflardan, kamu kaynaklarını kullanan, zorunlu bağış ve yardım alan, organlarında kamu personelinin makam ve görev unvanlarıyla yer aldığı vakıflar kapsam içerisine alınmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NUSRET BAYRAKTAR (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

NUSRET BAYRAKTAR (Devamla) - Bu vakıfların, diğer kanunlarda öngörülmedikçe, kamu hizmeti dolayısıyla vatandaşlardan bağış ve yardım almaları, kamudan ihalesiz mal ve hizmet alımı yapmaları, kamu hizmet binaları ve müştemilatını adres göstermeleri, buralarda, her ne ad altında olursa olsun, birim ve şube açmaları, kamu demirbaş ve sabit kıymetlerini kullanmaları, kamu kurum ve kuruluşlarının isimlerini almaları, bu vakıflarda görev alan kamu personeline ücret ödenmesi ve kamu personelinin bu vakıflarda çalıştırılması engellenmektedir.

Kanun tasarısı ile Meclis araştırmasının eşzamanlı olarak aynı günlerde gündeme alınmış olması da, gerçekten, ayrı bir şans olarak önümüzde duruyor.

AK Parti Hükümetinin, kangren halini almış olan kamu vakıflarına neşter vurulması hususunda almakta olduğu tedbirin yanı sıra, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iktidar ve muhalefet partileri tarafından da konunun bir kez daha Meclis araştırmasıyla açıklığa kavuşturularak daha etkili tedbirlerin alınabileceği kanaatiyle, bu görüşmelerin yapıldığı bugün, şahsım olarak, önerge hakkında AK Parti Grubunun ve muhalefet partisi grubunun olumlu oy vermesiyle araştırma komisyonunun kurulmasının faydalı olacağını ümit ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bayraktar, teşekkür ediyorum.

Önerge sahipleri adına, Adana Milletvekili Sayın Tacidar Seyhan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Seyhan, süreniz 10 dakikadır.

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, bu araştırma komisyonunun kurulmasına destek verecek bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.

Bu, son derece önemli bir konu; ancak, ben, bu konunun sadece kamu vakıfları ve kamuya ait dernekler olarak değerlendirilmesinden ve sadece bağış adı altında toplanan malî kaynaklar şeklinde değerlendirilmesinden son derece üzüntü duyuyorum. Ben, şimdi, bu konudaki gerekliliği anlatırken...

Değerli arkadaşlarım, sanıyorum, beni dinleyip buna katılacaklar; çünkü...

BAŞKAN - Sayın Seyhan, bir dakika...

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, lütfen, hatibi sükûnetle dinleyelim.

Sayın Seyhan, buyurun.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, hakikaten, bu, ciddî bir konu; dinleyelim.

Bu arada, babamın bir lafı vardı, o aklıma geldi, paylaşmak zorundayım; çünkü, biz, görüşmeler sırasında birbirimize çok fazla engel oluyoruz. Babam "gülmesini bilmeyen esnaf değildir, dükkân açmasın; dinlemesini bilmeyen çağdaş değildir, siyaset yapmasın" derdi; ama, ben, bu sözü sizlerle paylaşıyorum; yani, hepimiz için üzücü, ağırdır; ama, böyle bir gerçek de var. Ben, bunu sizlerle paylaşmak istiyorum; çünkü, bu konu çok ciddî bir konu. Sadece burada kalamayız, kalamazsınız; olmaz böyle şey; insanlar kan ağlıyor. Vakıf tanımlanıyor; ama, vakıf tanımından çıkmış bu iş.

Bakın, elimde, internetten vakıflar sitesine girdiğim zaman bir printer çıktısı var 10 sayfa. Tarımsal vakıflarda e-ticaret, e-iş... Vakıflar üçüncü sektör olmuş bu ülkede. Bir özel sektör var, kamu sektörü var ve vakıflar üçüncü sektör. Altında vakfı tanımlamış: "Yardımlaşmanın teşkilatlandırılmış en ideal biçimidir" demiş. Üstünde de bu var. Bu çelişkiyi hiç kimseye anlatamazsınız.

Geliyorum pratiğine. Bu iş çok kısaydı; vatandaş rızanın hikâyesi de aynı, hepimizin hikâyesi de aynı. Çıkarsınız dersiniz ki: "Devletin görevi, işlettiği kurumlarda, vatandaşın sosyal ve kültürel haklarını koruyacak hizmetler silsilesinin tamamını vermektir, bu işler de, devletin kendi kurumları vasıtasıyla çözülür." Bu işin tanımı basit. Sosyal devlet, kendi işini, vakıflar kurarak, aksaklığını gidermeyi hedefleyerek çözmeye çalışmaz. Sosyal devletin görevi, kamu kurumlarını en ideal idare biçimine ulaştırmaktır. Devletin ulaşamadığı alanlarda, çevresel ve yaşamsal faaliyetlerde, vakıflar, insanî değerleri yerine getirebilmek için dayanışma duygusunu ortaya çıkarır, toplumun mutluluğu ve refahı için faaliyet gösterirler; bu iş bu kadar basit. Demek ki, devletin vakıfları, şu anda, devletin sorumluluklarını almaya çalışıyorlar.

Peki, bunun dışındaki aksaklıklar ne? Bunun dışındaki aksaklıklar çok. Birincisi şu: Hepimiz tarihe bağımlıyız. Osmanlıdan günümüze kadar gelen vakıflar var. Biz de, geçen yıl, bu vakıflarla ilgili bir kanun çıkardık. Burada Adana milletvekillerimiz de var, gezmişlerdir. Hepimiz bölgelerimizi gezerken, insanların kan ağladığını gördük. Bu vakıfların, 950 yılından başlayarak kurulduğunu da görüyoruz. Kurtuluş Savaşı yaşadık. Bu köylüler diyor ki: "Vakıfları ele aldığınızda bizim sorunlarımızı da ele alın. Biz, burayı, atalarımızın kanıyla kazandık, bu toprakları yüz yıldır, yüzelli yıldır ekip, işliyoruz. İki dönüme çit geçirdik, duvar yaptık, bina yaptık; ama, Mecliste sizin çıkarmış olduğunuz bir kanun diyor ki: 'İşgal altında tuttuğunuz arazileri götürün, bu vakıflara geri verin, satın alın veya onun icar parasını ödeyin.' Siz, köyden kente göçü bununla mı önleyeceksiniz?!"

Değerli arkadaşlar, Adana'nın Karaisalı İlçesinde 5 köyde ve Pozantı İlçesinde 7 köyde 5 000 tapu iptal edildi. Oradan kamulaştırma geçmiş, planlama geçmiş, imar geçmiş, hâlâ, vakıf arazisi diye elinden alınanlar var. İnsanlar topraklarını ekmek istiyor. Bu köylülerin sorununu da, bunlarla birlikte araştırmak lazım. Gelin araştıralım.

Devletin malı hazine arazisi; on yıl işleyene, yirmi yıl işleyene bir hak koymuşsunuz, zilyet hakkı demişsiniz; Kurtuluş Savaşında orayı almış, düşmandan kurtarmış, seksen yıldır işleyen adama, burada işgalcisin, çık oradan kente göç, ne yersen ye, ne içersen iç diyemezsiniz. Böyle bir şey olmaz!.. Bu insanlar da bizden çözüm bekliyor; bunu da bu kapsama alalım.

Bir üçüncü şık: Vakıflar, Türkiye'de, devletin yasal ve siyasal sorumluluklarına gölge düşürüyorlar. Ne yapıyorlar biliyor musunuz; vakıfların işleyiş ve iştigal alanları o kadar genişlemiş ki, siz, üçüncü sektörü oluşturup, piyasada rekabeti ortadan kaldırıyorsunuz. Kendi hukukumuzu çiğner hale gelmişiz.

Eğitimde birlik ilkesi demişiz, eğitimde birlik ilkesini bozmuşuz. Bugün, vakıflar, kurslardan tutun, üniversiteye hazırlığa kadar her tür eğitimi yapıyor. Siz, özel sektöre diyorsunuz ki, binalarınızın 16 metrekarelik idareci odaları olacak, katların 3 metre yüksekliği olacak, kapı genişliğiniz 90 santim olacak, lavabo yüksekliğiniz şu kadar olacak; sen fizikî şartlara uymak zorundasın; bu, bir. Eğer, sen eğitim yapacaksan 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununa uyacaksın diyorsunuz ve bu insanlara bir müfredat onaylıyorsunuz; ama, bir vakıf geliyor, kendi müfredatını yazıyor, binanın standartlarına bakmadan eğitim veriyor; yani, benim için sağlıklı olmayan bir ortam vakıf yapınca sağlıklı mı oluyor?! Özel öğretim yapınca sağlıksız, özel öğretim yapınca eğitimde birlik ilkesine uy; ama, vakıfsan, ne eğitimine karışırım ne fizikî şartlarına karışırım ne sosyal sorununa karışırım diyemezsiniz.

Sayın Millî Eğitim Bakanından, Sayın Tarım Bakanından rica ediyorum...

HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Vakıflarda böyle bir şey yok.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Var böyle bir şey. Ben, özel öğretimciyim.

HİKMET ÖZDEMİR (Çankırı) - Yok efendim...

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Efendim, var. Ben, burada, size, hangi vakıflar olduğunu, listesini şimdi vereceğim. Ankara'nın göbeğinde bile var. Gezer, birkaç adım yürürseniz, kimlerin, hazırlık kursları adı altında, hangi binalarda ders verdiğini görürsünüz, hangi koşullarda ders verdiğini görürsünüz. Bu, kanayan yaradır. Bunu, ben, bilginize sunmak istiyorum. Eğitimde birlik ilkesini korumak zorundasınız, farklı müfredatla eğitim verdiremezsiniz.

Bakın, bir de, özel öğretimde bir anekdotu daha anlatmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, malî açıdan da bunları denetlemek zorundayız; ben katılıyorum, sadece bağış şeklinde değil. Bakın, 625 sayılı Kanuna göre, özel öğretimde verginin yüzde 93'ü özel öğretim kurumlarından alınıyor, sadece yüzde 7'si vakıflardan alınıyor. Özel öğretim denetleniyor, vakıflar denetlenmiyor. Bu ayırımı, temsil ettiğiniz tabana hiçbir şekilde izah edemezsiniz.

Ben, bu söylediklerimizin hepsini bir arada kanunlaştıralım demiyorum; ama, burada bir iş yapıyoruz. Sizden rica ediyorum, bu araştırmanın kapsamını genişletelim, var mı yok mu, kol kola girelim, bu ilçeleri gezelim, gidelim, özel öğretim kurumlarını gezelim. Ben, size, elimdeki dokümanlar ile vakıfların faaliyet alanları konusunda elde ettiğim verileri vereyim; ama, burada aksaklık varsa, bunu da beraber düzeltelim.

Bu insanlar bizim, bu halk bizim, bu toplum bizim, bu millet bizim, bu topraklar bizim. Bizim, hepimizin görevi, sosyal dayanışmayı sağlamak olduğu gibi, sosyal refahı da sağlamaktır, vatandaşlar arasında, çalışma ortamında eşgüdüm yaratmaktır, yaşamda eşdeğer standartlar yaratmaktır ve bu ülkede kalitenin önünü açmaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, benim önerilerimi de dikkate alacağınızı düşünüyor, hepinize saygı ve sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Seyhan, teşekkür ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, Meclis araştırması önergeleri üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım. Meclis araştırması açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 12 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 3 Aralık 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 18.32