DÖNEM
: 22 CİLT : 30 YASAMA YILI : 2
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
17 nci Birleşim
12 Kasım 2003 Çarşamba
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Gündemdişi Konuşmalar
1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu'nun, Tekelin özelleştirilmesinin yaratacağı sorunlara ve
çalışanlarına yönelik zorunlu emeklilik uygulamalarına ilişkin gündemdışı
konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı
2.- Erzurum Milletvekili İbrahim
Özdoğan'ın, Kaçkarların turizme açılmasının önemine ilişkin gündemdışı
konuşması
3.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün,
Gökçeada'da deniz ulaşımında meydana gelen aksaklıklara ve ulaşım sorunlarının
çözümlenemeyişinin insan sağlığına etkilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı
B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve
Meclıs Araştirmasi Önergelerı
1.- İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı
Özbek ve 20 milletvekilinin, Diyarbakır Cezaeviyle ilgili bazı iddiaların
araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/139)
C) Tezkereler ve Önergeler
1.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in,
(6/303) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/121)
2.- Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in,
Türkiye-İran Ortak Ticaret Komitesi İkinci Dönem Toplantısına katılmak üzere
İran'a yaptığı resmî ziyarete katılması uygun görülen milletvekillerine ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/391)
IV.-
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma
saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 23
milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin
Projesi ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/4) (S.
Sayısı: 265)
2.- Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile
Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı: 146)
3.- Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/523) (S. Sayısı: 152)
4.- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/686) (S.
Sayısı: 275)
5.- İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Özel
Öğretim Kurumları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/654) (S. Sayısı: 271)
VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YazIlI Sorular ve CevaplarI
1.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in,
işkence suçlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in
cevabı (7/63)
2.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
hükümet programında yer alan "koruyucu hukuk" uygulamalarına yönelik
çalışmalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/996)
3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
hükümet programında yer alan adaletin tam ve zamanında tesisine yönelik
çalışmalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/997)
4.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun,
hükümet programında yer alan Siyasî Partiler Kanunu ve Seçim Kanununun
değiştirilmesine yönelik çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet
Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/1015)
5.- İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol'un,
vakıf üniversitelerinin ücret politikası ile denetimlerine ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1139)
6.- İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol'un,
özürlülerin araçlarına yönelik vergi indirimlerine ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1140)
7.- Adıyaman Milletvekili Mahmut
Göksu'nun, Diyanet İşleri Başkanlığının hac organizasyonuna ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı (7/1174)
8.- Adana Milletvekili Nevin Gaye
Erbatur'un, Almanca öğretmenliği branşındaki aday öğretmen fazlalığına ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1176)
9.- Adana Milletvekili Nevin Gaye
Erbatur'un, Fransızca öğretmenliği branşındaki aday öğretmen fazlalığına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1177)
10.- Isparta Milletvekili Mevlüt
Coşkuner'in, ilköğretimde ücretsiz kitap uygulamasına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1191)
11.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün,
Ardahan Meslek Yüksek Okulu yurt inşaatının bitirilmesi için ne gibi çalışmalar
yapıldığına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1195)
12.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün,
ÖSS'yi kazanan ve kredi borcu olan öğrencilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1273)
13.- Hatay Milletvekili Züheyir Amber'in,
ilköğretim okullarındaki ücretsiz kitap dağıtımına ilişkin sorusu ve Millî
Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1198)
14.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce'nin, Talim ve Terbiye Kurulunda yapılan bazı görevlendirmelere ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1199)
15.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce'nin, ilköğretim okullarında ücretsiz dağıtılan ders kitaplarının
yayıncılarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı
(7/1200)
16.- Mersin Milletvekili Hüseyin Özcan'ın,
ücretsiz dağıtılan ders kitaplarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1228)
17.- Yalova Milletvekili Muharrem
İnce'nin, Yalova-Termal İlçesindeki termal tesislerine ilişkin sorusu ve Sağlık
Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/1244)
18.- Çorum Milletvekili Murat Yıldırım'ın,
din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmen ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1270)
19.- İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un,
İzmir-Karşıyaka'da bir ilköğretim okulu müdür yardımcısının görevden alınmasına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1277)
20.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur
Yaka'nın, Muğla'da yönetici ve öğretmen atamalarında usulsüzlük yapıldığı
iddialarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı
(7/1279)
21.- Denizli Milletvekili Mehmet Uğur
Neşşar'ın, Ankara'da bir ilköğretim okulunda meydana gelen bir olaya ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1290)
22.- Tunceli Milletvekili Hasan
Güyüldar'ın, Tunceli-Çemişgezek Kaymakamıyla ilgili bazı iddialara ilişkin
sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/1304)
23.- İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un,
Personelin eş durumu atamalarına,
- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
Doğrudan gelir desteği ve mazot yardımı
ödemelerinin ne zaman yapılacağına,
İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/1325,1344)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı.
Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir,
Iğdır'ın düşman işgalinden kurtarılışının 83 üncü,
Konya Milletvekili Ahmet Işık, Atatürk'ün
65 inci ölüm,
Yıldönümlerine ilişkin gündemdışı birer
konuşma yaptılar.
Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un,
Cumhuriyetimizin 80 inci yıldönümünde ve Atatürk'ü andığımız bir haftada,
Türkiye'de kadının statüsüne ilişkin gündemdışı konuşmasına, Millî Savunma
Bakanı Mehmet Vecdi Gönül cevap verdi.
Niğde Milletvekili Orhan Eraslan ve 65
milletvekilinin, elma yetiştiriciliğindeki sorunların (10/137),
İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 23
milletvekilinin, futboldaki şike, Futbol Federasyonu ve Merkez Hakem Komitesi
ile ilgili iddiaların ve maçlardaki şiddet olaylarının nedenlerinin (10/138),
Araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel
Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve
öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz
Ketenci'nin, Adalet,
Artvin Milletvekili Yüksel
Çorbacıoğlu'nun, İnsan Hakları,
Komisyonu üyeliklerinden çekildiklerine
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, Almanya
Federal Meclisi Başkanı Wolfgang Thierse'nin resmî davetine, beraberinde bir
Parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi, kabul edildi.
Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın; Küçük
Esnaf ve Sanatkarlar ile Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletme Kredilerinde
1.1.2003 Tarihine Kadar Olan Senet Protestolarının ve Karşılıksız Çeklerin
Nazara Alınmaması Hakkında Kanun Teklifinin (2/110),
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün;
Atatürk Millî Parkı Kanunu Teklifinin (2/159),
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul
edildikleri açıklandı.
Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 23
milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin
Projesi ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi üzerine kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu
(10/4) (S. Sayısı: 265) üzerindeki genel görüşmeye bir süre devam olundu.
Adalet Komisyonunda açık bulunan ve
Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe, Grubunca aday gösterilen
Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu,
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda açık
bulunan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe de, Grubunca aday
gösterilen İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci,
Seçildiler.
12 Kasım 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 19.00'da son verildi.
|
|
Yılmaz
Ateş |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Mevlüt
Akgün |
|
Mehmet
Daniş |
|
Karaman |
|
Çanakkale |
|
Kâtip Üye |
|
Kâtip Üye |
No. : 27
II. - GELEN
KÂĞITLAR
12 Kasım
2003 Çarşamba
Teklifler
1.- Ankara Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun;
3813 Sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir
Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/192) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor ve Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.11.2003)
2.- Mersin Milletvekili Şefik Zengin'in;
3071 Sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Yasanın Yedinci Maddesine Bir
Fıkra Eklenmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/193) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2003)
3.- Balıkesir Milletvekilleri Sedat Pekel,
Orhan Sür, Ali Kemal Deveciler, Ali Osman Sali, Turhan Çömez, İsmail Özgün, A.
Edip Uğur, Ali Aydınlıoğlu ve 160 Milletvekilinin; Bir İl ve İki İlçe Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/194) (İçişleri
ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2003)
4.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/195) (Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 5.11.2003)
5.- İzmir Milletvekilleri Türkan
Miçooğulları ile Bülent Baratalı'nın; Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız
Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/196) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2003)
6.- Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri
Akbulut'un; 27.7.1967 Tarih ve 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanununun 50 nci Maddesinin (
C ) Bendi ile 94 üncü Maddesinin (B) Bendinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun
Teklifi (2/197) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
7.11.2003)
7.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt'ün; Hoçivan Hasköy Adıyla Bir İlçe
Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/198) (İçişleri ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.11.2003)
Tezkereler
1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün
Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/389)
(Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.11.2003)
2.- Kayseri Milletvekili Adem
Baştürk'ün Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/390) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.11.2003)
Sözlü Soru
Önergesi
1.- Artvin Milletvekili Yüksel
Çorbacıoğlu'nun, Barzani ve Talabani'nin Türkiye'deki statüsüne ilişkin
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/842) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.11.2003)
Yazılı Soru
Önergeleri
1.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın,
Trakya Birlik ile ilgili Bakanlar Kurulunda bekleyen kararnameye ilişkin Devlet
Bakanından (Kürşad Tüzmen) yazılı soru önergesi (7/1443) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.11.2003)
2.- İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in,
İzmir'de şiddet uyguladığı görüntülenen güvenlik görevlilerine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1444) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
3.- İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in,
AB Komisyonunun Türkiye İlerleme Raporunda sanıklara kötü muamele eden güvenlik
görevlilerinin himaye edildikleri iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1445) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
4.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın,
son on yılda kurulan enerji tesislerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1446) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
5.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın,
tarımsal sulamada kullanılan enerjinin fiyatına ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1447) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.11.2003)
6.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin,
görevden alınan yönetici düzeyindeki personele ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1448) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
7.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun'un,
İSDEMİR'deki kömür eleme işlemlerinin çevreye etkisine ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1449) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
8.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun'un,
mayından temizlenecek Hatay-Mardin arasındaki arazinin dağıtımına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1450) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
9.- Denizli Milletvekili Mustafa
Gazalcı'nın, İlköğretim Kurumları Yönetmeliğindeki bazı düzenlemelere ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1451) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.11.2003)
10.- Iğdır Milletvekili Yücel Artantaş'ın,
Kızılay Merkez Yönetim Kurulunun görevden alınması için kararname hazırlanıp hazırlanmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1452) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.11.2003)
11.- Ordu Milletvekili İdris Sami
Tandoğdu'nun, 2004 yılında tarım sektörünün girdi maliyetlerine ilişkin Tarım
ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1453) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.11.2003)
12.- Edirne Milletvekili Necdet Budak'ın,
tarım ürünlerinde ilaç kullanımına ve ihracata etkisine ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1454) (Başkanlığa geliş tarihi:
11.11.2003)
13.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün,
yüksek yargı mensuplarının kullandığı sosyal tesis, lojman ve makam araçlarına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1455) (Başkanlığa geliş
tarihi: 11.11.2003)
14.- Trabzon Milletvekili Asım Aykan'ın,
rektörlerin ve öğretim üyelerinin Anıtkabir'e yürüyüşünde açılan bazı
pankartlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1456)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
15.- Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un,
Hazinenin 1995-2000 yılları arasındaki tahvil ihraçlarıyla ilgili bazı
iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/1457)
(Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
16.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
TMSF bünyesindeki bankaların 2002 yılı bilançolarında yer alan geçmiş yıl
zararlarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener)
yazılı soru önergesi (7/1458) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
17.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in,
Sayıştay'ın 2002 yılı Hazine İşlemleri Raporuna ilişkin Devlet Bakanından (Ali
Babacan) yazılı soru önergesi (7/1459) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)
Meclis
Araştırması Önergesi
1.- İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı
Özbek ve 20 milletvekilinin, Diyarbakır Cezaeviyle ilgili bazı iddiaların
araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/139)
(Başkanlığa geliş tarihi: 7.11.2003)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati:15.00
12 Kasım
2003 Çarşamba
BAŞKAN :
Başkanvekili Yılmaz ATEŞ
KÂTİP
ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 17 nci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç sayın
milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Tekelin
özelleştirilmesinin yaratacağı sorunlar ve son günlerde çalışanlara yönelik
zorunlu emeklilik uygulaması üzerine söz isteyen, Malatya Milletvekili Sayın
Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na aittir.
Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından
alkışlar)
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) Gündemdişi Konuşmalar
1.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, Tekelin özelleştirilmesinin yaratacağı
sorunlara ve çalışanlarına yönelik zorunlu emeklilik uygulamalarına ilişkin
gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın
Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; Tekel nedir, Tekel nereden
çıkmıştır; oradan başlayacağım konuşmama.
Osmanlı İmparatorluğu iflas etmiş ve
yabancılar, alacaklarını almak için, bir Muharrem Kararnamesiyle, Reji
İdaresini kurmuşlardı. Sonunda, yabancı alacaklılar, İstanbul'a gelip, Düyunu
Umumiye İdaresini kurdular. İkinci bir maliye bakanlığı gibi görev yaptılar ve
önce tuz, şeker ve tütüne el koydular. Reji İdaresi, bu vahşi ve yoğun sömürüyü
sürdürebilmek için, köylünün tütününü zorla aldı, kolcu kuvvetleri tuttu. Tarih
tekerrür ediyor.
Bugün bütçe açıklarının kapatılması için,
Tekel, blok satış yapılıyor; blok satış. Tabiî, blok satışta kim müşteri
oluyor; yabancı alıcılar. Bu aşamaya gelindi. Bugünün geleceği dünden belliydi.
1984 yılında çıkarılan bir kararnameyle önce tütün ithalatı serbest bırakıldı.
Türk çiftçisinin ekmeği!.. Türkiye'nin ihracatı 4 000 000 000 dolarken, sadece
Ege'den 1980'li yıllarda yılda 1 000 000 000 dolarlık tütün ihraç ediliyordu
arkadaşlar. Tabiî, sonuç, ülkemizde üretilen sigaralardaki yabancı tütün oranı
yüzde 6'lardan yüzde 40'lara geldi. İşte, 1984 yılı, tütün üreticisinin böyle
bir cinayete kurban gittiğinin ilk işaretidir.
Değerli arkadaşlarım, öncelikle, buradan
bugüne kadar sağlanan gelirler ne, onu size sunayım: Tekel, dünyanın 5 inci
büyük sigara üreticisi. Tekel, Avrupa'nın 30 uncu büyük içki üreten kurumu.
Tekelin, gayri safî millî hâsılamızdaki payı yüzde 1,7; gayri safî millî
hâsılaya vergi olarak -Kurumlar Vergisi hariç- yaptığı katkı, 2002 yılında 2,9
katrilyon, 2003 yılında 3,6 katrilyon. Eğer, bir kuruma 1 100 000 000 dolar
veriliyorsa, acaba nasıl özelleştiriliyor; niçin özelleştiriliyor bu kurum?!
Tekelin sadece bir yılda yaptığı katkı 3,6 katrilyon değerli arkadaşlarım.
Bugün Tekele biçilen fiyat, bir yılda yaptığı katkıdan daha az.
Değerli arkadaşlarım, Tekelin bu ve geçen
yılki kârı 318 000 000 000 000. Bu kurum bizden aş istemiyor, bu kurum ekmek
istemiyor; işçileri çalışıyor ve üretiyor ve Türk köylüsünün tütününü alıyor.
Olaya bu yönüyle bakalım; tabiî, buz dağının öbür tarafı.
Tekel 29 000 kişiye iş veriyor
arkadaşlarım, Tekelin şu anda 29 000 çalışanı var ve Devlet Bakanımız Sayın
Mehmet Ali Şahin Beyin, Türk-İş'te, Kamu-Sen'le imzaladığı toplusözleşmede
-kendi imzası vardır- deniliyor ki: "İstek dışı emeklilik, hükümet
tarafından asla gündeme getirilmeyecektir." Bu imza, Sayın Bakanımıza ait.
Buna rağmen, Türkiye Cumhuriyetinde Tekel Genel Müdürlüğü ve Özelleştirme
İdaresi, yasaları, atılan imzayı hiçe sayarak, öyle bir talimat veriyor ki,
diyor ki: "14 Ekim itibariyle, erkeklerde 45 yaşına, kadınlarda 40 yaşına
kim geldiyse, emekli edeceksin." Bu, ekim, kasım, aralıkta devam ediyor
arkadaşlar.
Sigara üreten fabrikalarda üretim üçte 1
kapasiteye düştü. Şu anda, Tekel sigara fabrikalarında, aralık ayından itibaren
üretim tek vardiyaya düşecek. Sadece bir örnek vereyim, Cevizli Fabrikasında 63
000 ton olan günlük üretim, 45 000 tona düştü; Malatya Fabrikasındaki üretim 45
000 tondan 18 000'e düştü. Tekelin hali bu arkadaşlar, altın yumurtlayan bir
kurumu yok ediyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Aslanoğlu,
sözlerinizi tamamlar mısınız.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) -
Arkadaşlar, tabiî, işin diğer boyutu, Türkiye'de 402 000 aile tütün ekiyor, bu,
2 500 000 insan yapar. Arkadaşlar, yabancı alıcı gelip senin tütününü alır mı;
perişan ediyor bizim tütün üretimimizi, perişan edecek köylümüzü. Onun için,
Tekel, sadece sigara üreten bir kurum değil, bunun öbür tarafı tütün üreticisi.
Hiç değilse bunları düşünelim.
Yunanistan, Avrupa Birliği, tütün
üretimine o kadar destek oluyor ki, sonuçta, kendi ürününü kendi kullanıyor
arkadaşlar; dışarıdan gelen tütüne büyük fon uyguluyor. Değerli arkadaşlarım,
biz ise, maalesef, dışarıdan gelen ürünü destekliyoruz ve Tekel bu arkadaşlar.
Arkadaşlar, Türkiye'nin 190 katrilyon iç
borcuna, 1 milyar dolar, 2 milyar dolar kaynak aktarmakla, bu ülkenin içborç
sorunu çözülmez. Tekeli özelleştirmekle, Türk Hava Yollarını özelleştirmekle,
bu ülkenin borcunu bitiremeyiz. Altın yumurtlayan tavukları kesiyoruz, altın
yumurtlayan kurumları yok ediyoruz arkadaşlar. Sonunda, ülkemizin tüm ulusal
değerde olan kurumlarını birilerinin eline veriyoruz; birileri, yarın bizimle
oynar. Onun için, Tekelin özelleştirilmesi konusunu, bir kez daha, hepinizin
dikkatine sunuyorum; bu, emekliliği hak eden işçilerimizin zorla emekli
edilmesi konusunda, üretimin düşmesi açısından, bir kez daha, hükümeti göreve
davet ediyorum.
Hepinize saygılar sunarım, teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
Gündemdışı ikinci söz, Kaçkarların turizm
açısından önemiyle ilgili söz isteyen, Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim
Özdoğan'a aittir.
Buyurun Sayın Özdoğan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
2. -
Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan’ın, Kaçkarların turizme açılmasının
önemine ilişkin gündemdışı konuşması
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi bilgilendirmek, hükümetin, Türkiye ve
dünya kamuoyunun ve turizm yatırımcılarının dikkatlerini çekmek üzere,
Kaçkarların turizmdeki önemi konusunda gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Kuzey Anadolunun en yüksek zirvesi büyük
Kaçkar Dağı, 3 937 metrelik rakımıyla, Türkiyemizin kuzeydeki en yüksek
noktasıdır. Bu nokta, aynı zamanda, Rize, Erzurum ve Artvin il hudutlarının
buluştuğu yerdir. Büyük zirvenin doğusunda ve batısında uzanarak devamlılık arz
eden diğer zirveler, çok az geçit veren tabiî bir yalçın kayalar duvarı olarak
karşımıza çıkar. Mahallinde, bu geçitlere aşıt denilir. Aşıt, aşmak fiilinden
türemiş bir kelimedir.
Sisin başından eksik olmadığı
sıradağlardan oluşan ve en yüksek tepesi Verçenik'ten ismini alan Kaçkarlara
gitmek istediğinizde, buraya ulaşabilmeniz için, uzun ve yorucu bir yolculuğa
katlanmak zorunda kalıyorsunuz. Yola koyulduğunuzda, belirli bir noktaya kadar
arabanızla gidebiliyor, bundan sonra, arabanızdan inip yolunuza yaya olarak
devam ediyorsunuz. Patikaları izleyerek, gündüz sıcağın, gece soğuğun, rüzgâr
ve yağmurun aşındırdığı dağlarda, buzulların şekiller verdiği vadilerde
ilerleyerek, çevrenizi kaplayan yeşilin ve çiçeklerin etrafa saçtığı kokuların
size verdiği huzurla hedefe ulaşmaya koşuyorsunuz.
Her şeyiyle doğa olan buradaki
güzelliklere ulaşarak, seyrederek, birlikte olarak ve bozulmamışlığın
mutluluğunu yaşayarak, siyah kanatlı gecelere dokunarak, kayalıklara
gizlenerek, yazın sıcaklarında erimeden gelecek kışa ulaşmak için hasret çeken
kara dokunmanın tadına varıyorsunuz. Yerde misin, gökte mi; düş mü görüyorsun,
yoksa uyanık mısın, bilemiyorsun.
Dağlardan ve göl yataklarının altından
çıkarak, büyüklü küçüklü dereler oluşturarak akan sular, geçtikleri engebeli
yokuşlarda irili ufaklı şelaleler oluşturarak, asıl yatakları Çoruh'a ulaşmak
için yol alırken, gözünüze doyulmaz bir zevk, gönlünüze huzur veriyorlar.
Zirveye ulaşınca, hiçliğin sessizliğini, yaşamın mutluluğunu tadıyorsunuz. Yaz
aylarının sonlarına ulaşmak üzere olmanıza rağmen, kışın, burada daha yeni yeni
uykusundan uyanmakta olduğuna şahit oluyorsunuz.
Doğal hazinelerimizden birisi olan ve 3
000 metre yükseklikte yer alan Yedigöller diye adlandırılan bu yörede, kimine
göre 25, kimine göre 50 tane irili ufaklı göl bulunuyor; ama, orada yerini alan
ve yöreye adını veren Yedigölleri her mevsim görmek mümkün. Bu göller, bir
gerdanlık gibi dizilmiş olarak sizi karşılıyorlar.
Buraya iki yoldan gidilebiliyor; Aksu
Deresini takip ederek, Yedigöller Mahallesinden ya da Moryayla Köyünden
ulaşılıyor bu güzelliklere. Birinci yol sizi göllerin dibine götürürken, ikinci
yolu tercih ederek hedefe ulaştığınızda, gölleri 3 000 metre yükseklikten
seyretme imkânını elde edebiliyorsunuz.
Sıcağın, rüzgârın, yağmurun ve kar ile
buzun kemirerek şekiller verdiği Kaçkarların zirvesine çıkarken karşılaşılan
zorluklar karşısında, bazen geri dönmeyi düşünüyorsunuz; ancak, zirveye
ulaşınca da duyduğunuz mutluluğu tarif edemiyorsunuz. Kaçkarların eteğinde ya
da zirvedeki göllerin kenarına kurduğunuz çadırınızda konakladığınız süre
içerisinde başka bir dünyada yaşıyormuş gibi oluyorsunuz. Göllerde birikmiş
olan sular, su değil de sanki hayat iksiri gibi görünüyor size. Gündüz, eğer,
hava açık, yağmur yağmıyorsa alabildiğine sıcak olurken, güneş batınca
karanlıkla birlikte sanki kıştan kalma soğuk bir gecede yaşıyorsunuz. Dünyayla
ilgili bütün bağlarınız kopmuştur artık; ne geçim sıkıntısı ne de siyasî
meseleler sizi ilgilendirmektedir. Gündüzleri dağlar, vadiler ve patikalar
geceleri de sadece yıldızlar var sizin buradaki hayatınızda.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlar mısınız.
Buyurun.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - 3 100 metreyi
bulan Kaçkarların en zirvesi Verçenik'in tepesine çıkamazsanız da, bütün
heybetiyle onu eteğinden hayranlıkla seyredebiliyorsunuz. Kaçkarlarda
bulunduğunuz zaman dilimi içerisinde, etrafınızı kuşatan çiçeklerin kokularının
harmanlandığı havayı ciğerlerinize doldurarak, temiz havanın farkına ve tadına
varırken, göl sularının cam gibi yansımalarını ve ara sıra hoplayarak suyun
üzerine fırlayan alabalıkların seyrine doyamıyorsunuz.
Güneşin doğmasıyla birlikte çadırınızdan
çıkarak, arkadaşlarınızla birlikte masmavi gök kubbenin derin sessizliğinde
yürüyerek granit ve bazalt bloklar ile kar kütlelerinin arasında dolaşıyor,
yaşamın mutluluğunu yaşıyorsunuz doya doya. Keyifli bir yolculuk ve gezinin
sonunda vücudunuzda dolaşan kanınızın yenilendiğinin farkına varıyor,
hücrelerinizin yenilendiğini anlayarak dinlenmiş bir beyne sahip oluyorsunuz.
Kaçkarlar ne kadar heybetli, sarp ve
ürkütücü ise, üzerinde yetiştirdiği çiçekleri de o kadar narin ve sevimli. Ters
laleleri, dağ sümbülleri, bataklık nergisleri, çan çiçekleri, papatyaları ve
adını bilemediğim daha nicesini, çömelip okşayarak, gün doğumu ve gün batımında
yanlarına oturup, onlarla sohbet ederek, koklayarak, ulaşılmaz bir zevke
varıyorsunuz.
Kaçkarlara gidip Yedigölleri görerek
doyumsuz günler yaşayanların, artık, buralara sevdalandığını işitirsiniz.
Buraya bir defa uğrayanların, gördüğü bunca güzellikleri unutamadığını, fırsat
bulduğunda tekrar tekrar görmeye gittiğini, bunun, insanda bir sevda haline
geldiğini duyarsınız.
Kaçkarların zirvelerinin arasına serpilmiş
olan göller 7'den çok fazladır; belki 57, belki 107, belki de 507 gölün mevcut
olduğunu söyleyebilirim. Bu göller, zirvelerin hem kuzey hem de güney yanında
konuşlanıp, kuzeydekiler direkt Karadeniz'e akan ırmakların, güneydekiler ise,
Çoruh'un kuzeyden aldığı yan kollarının birincil kaynaklarını oluştururlar.
Benim bizzat gördüğüm Kaçkar göllerinden, Çeymakçur Yaylasında 8, Kavron
Yaylasında 11, Paakçur Yaylasında 3 ve Hevek'in, Koramet, Dobe, Haistav
Yaylalarında 6 adet mevcuttur.
Bu güzellikleri diğerleriyle birleştirerek
Kaçkar kompleksini dünya turizminin hizmetine sunmak gerekiyor. Bunun
olabilmesi için, Kaçkar zirvesinden Çamlıhemşin, İspir ve Yusufeli yönüne
açılan tüm vadilerin uygun yerlerinde birbiriyle irtibatlı olarak çalışacak
kombine konaklama tesisleri oluşturmak gerekiyor. Kaynak; av, rafting ve sağlık
turizmini de içine alacak proje ve yapılanmaların, Kaçkarları, evrensel anlamda
turizm pazarına taşıması mümkündür. Böyle bir girişim, aynı zamanda, İsviçre'deki
Davos turizm ve kış sporları merkezi gibi bir oluşumun ülkemizde
gerçekleştirilmesi demektir. Ortadoğu, Kafkasya, hatta, Avrasya'dan gelenler,
daha ucuza, değişik alternatif anlamında dinlenme imkânını Kaçkar turizm
diyarında bulacaklardır. Hayal etmesi bile ne kadar güzel değil mi.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor,
tekrar, saygılarımı arz ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özdoğan.
Gündemdışı üçüncü söz, Gökçeada'da deniz
ulaşımında meydana gelen aksaklıklar ve ulaşım sorununun çözümlenemeyişinin
insan sağlığına etkileri hakkında söz isteyen, Çanakkale Milletvekili Sayın
Ahmet Küçük'e aittir.
Buyurun Sayın Küçük. (CHP sıralarından
alkışlar)
3. -
Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün, Gökçeada’da deniz ulaşımında meydana
gelen aksaklıklara ve ulaşım sorunlarının çözümlenemeyişinin insan sağlığına
etkilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in cevabı
AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Gökçeada ve Bozcaada'nın deniz ulaşımındaki
sorunları ve bu ulaşım sorunlarının insan sağlığı üzerine etkileri konusunda
gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bundan tam bir yıl
önce, Çanakkale'nin, Türkiye'nin tamamını da ilgilendiren, Türkiye'nin
tamamının bilgisine ve ilgisine sahip olduğuna inandığımız iki temel sorununu,
Çanakkale milletvekilleri olarak, araştırma önergesiyle Meclis gündemine
taşımış ve 1 ve 3 üncü sıralarda yer alan bu sorunları tartışmıştık.
Bildiğiniz gibi, bunlardan biri, Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkının ve içerisinde yaşayan insanların sorunlarıyla
ilgiliydi; çok önemli buluyorduk; çünkü, Tarihî Millî Park, hepimizi, herkesi
ilgilendiren bir sorun; orada yatan 250 000 Türk şehidi var, herkesin yakını
var ve orada, şimdi yaşayan 10 000 insan var. O insanlar, o Millî Park
sınırları içerisinde belirli sıkıntılar içinde yaşıyor. Dolayısıyla, o sorunlar
tartışılsın istedik; ama, maalesef, o zaman, İktidar Partisi milletvekillerinin
oylarıyla, bu sorunların bilindiği, zaman içerisinde çözüleceği iddialarıyla bu
önergemiz reddedilmişti.
Ardından da, yine, Gökçeada ve
Bozcaada'da, Türkiye'nin en büyük ve güzide iki adasında, Çanakkale'nin
batısında, Türkiye'nin en batısında yer alan ve stratejik olarak çok öneme
sahip olan bu iki adada yaşayan insanların sorunlarını buraya, gündeme taşımış
ve bu konuyla ilgili de bir araştırma yapılmasını arzu etmiştik; ama, bu
adalarda yaşayan insanların sorunlarıyla ilgili verdiğimiz araştırma önergesi
de, yine, İktidar Partisi milletvekillerinin oylarıyla reddedilmişti.
Değerli arkadaşlarım, o zaman, bu
sorunların bilindiği, bu sorunların zaman içerisinde çözüleceği vaat edilmişti.
Tabiî, biz, oradaki insanların, Türkiye'nin sorunlarının dışında, adada yaşıyor
olmanın -ada kültürü olmadan adada yaşıyor olmanın- çok özel sorunlarını
yaşadığını belirtmiştik ve dolayısıyla, özellikle araştırılarak, bazı
ayrıcalıklı, özel tedbirlerin alınmasını önermiştik.
Değerli arkadaşlarım, tabiî, birçok sorun
vardı; ama, en temel sorun ulaşım sorunu ve ulaşımda meydana gelen
aksaklıklardan dolayı sağlık sorunlarıydı. Hem İktidar Partisi üyesi
milletvekili arkadaşlarım hem de bizler, bu konudaki endişelerimizi uzun uzun
dile getirmiştik; çünkü, adada yaşıyorsunuz, zaman zaman rüzgâr çıkıyor, ulaşım
kesilebiliyor; dolayısıyla, olası bir acil sağlık sorununda, sorunları
çözülemeyince, insanları, mutsuzluğa, umutsuzluğa sevk edersiniz, endişe içinde
bir yaşamın içine itersiniz.
Maalesef, 8 Kasım günü, böyle,
endişelendiğimiz bir olay meydana geldi. Sabri Kaya isminde bir yurttaşımız,
mobiletiyle bir minibüse çarparak ağır yaralandı ve onun, Bandırma Feribotuyla
Çanakkale'ye ulaşımı gerekiyordu. O zaman, bu ulaşımın paralı hale
getirilmesiyle, buradaki insanların, o zaman 2 milyar diye belirttiğimiz; ama,
şimdi 5 milyar diye bahsedilen parayı veremeyeceklerini; dolayısıyla, bir
sıkıntı ve stres içine sokulabileceklerini söylemiştik ve hakikaten öyle oldu.
Bandırma Feribotu, 5 milyar ödenemediği için kaldırılamadı. Ailenin iddiası
budur.
Valilik ve kaymakamlık, bu sorunun bir
şekilde çözülebileceğini; ama, hava muhalefetinin bu ulaşımı engellediğini
söylemektedir. Tabiî, bu konu üzerindeki araştırmalarımız devam ediyor.
Meteoroloji yetkililerinden, o gün esen rüzgâr hızlarını aldık. Meteoroloji
Mühendisleri Odasına ve Gemi Mühendisleri Odasına bu konuyu inceletiyoruz.
Gerçekten gemi kalkabilir miydi kalkamaz mıydı; bu ayrı bir mesele. Varsayalım
ki, gemi gerçekten kalkamasın. Bu sorunun temel çözümünün, en kolay çözümümün
bir sağlık ambulans helikopteri olduğunu söylemiştik. Bunun yapılacağı
konusunda da sözler verilmişti, hem burada verilmişti hem de Gökçeada'da yerel
yönetimin yaptığı, İktidar Partisi milletvekilinin, Valinin ve yöre kurumlarının
önderlerinin katıldığı toplantıda, buradaki bu sorunların çok kısa bir sürede
çözümleneceği söylenmişti.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Küçük, sözlerinizi tamamlar
mısınız.
Buyurun.
AHMET KÜÇÜK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım,
olayın üzerinden bir yılı aşkın bir zaman geçmiştir. Maalesef, adalıların
yaşamını kolaylaştıracak, onların yaşamlarını daha umutlu hale getirecek hiçbir
ciddî adım atılamamıştır ve orada, Türkiye'nin dört bir tarafından getirip,
adaya hapsettiğimiz, ada kültürü olmayan insanların sıkıntı ve endişe
içerisinde yaşamları devam etmektedir.
Sabri Kaya belki kurtarılamazdı,
gerçekten, Çanakkale Valiliğinin yaptığı basın açıklamasında, Çanakkale Devlet
Hastanesinden verilen raporda belirtildiği üzere, belki, yaşamının sağlanması
mümkün değildi; ama, bu, ailenin "acaba"larını yok etmez, adalıların
endişelerini de ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla, biz, çok daha acı ve vahim
durumlarla her zaman karşılaşabilir ve bu sorunları yaşayabiliriz.
Onun için, mutlaka, Türkiye'nin bütün
sorunlarını zaten yaşayan, ayrıca, adada yaşamış olmanın getirdiği stres
içerisinde başkaca ekstra sorunlar yaşayan bu insanların en temel sağlık
sorunlarının ve ulaşım sorunlarının mutlaka çözülmesi ve bu işle ilgili gerekli
adımların atılması gerektiğine inanıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, o zaman, araştırma
önergesi reddedilirken, arkadaşlarımız, bizim diyalog kurmadığımızı, halbuki,
iki tarafın da beraber önerge vermesi halinde, bu önergenin kabul
edilebileceğini ve bu sorunun araştırma önergesi bünyesi içerisinde
çözülebileceğini söylemişlerdi.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, söylüyoruz;
bu önergenin üstünden tam bir yıl geçmiştir ve bugüne kadar hiçbir ciddî adım,
atılmamıştır. Bir ay sonra, aynı önergeyi tekrar vereceğiz. İktidar Partisine
Söylüyoruz; çünkü, bu sorunların, iyiniyet çerçevesi içerisinde, kendiliğinden,
hükümet politikaları içerisinde çözülebileceği kanaatinde değiliz. Bu konunun
takipçisiyiz.
Gene, geminin gerçekten hava muhalefeti
nedeniyle mi, yoksa, 5 milyar verilemediği için mi kalkıp kalkmadığını da
araştırıyoruz, takip ediyoruz. Adalıların bu konuda endişesi olmasın. Bu
konunun, muhalefet milletvekilleri olarak sonuna kadar takipçisiyiz; ama,
İktidar Partisinin de, orada, serhat kenti konumunda olan adada yaşayan
insanların sorunlarına mutlaka ilgi göstermesini ve sorunların çözümüne katkı
vermesini diliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle, ben,
bu sorunların en kısa zamanda çözülmesini diliyorum; hükümetin bu konuya çok
özel ilgi göstermesi gerektiğine inanıyorum.
Yüce Meclise ve ada halkına saygılarımı
sunuyorum ve kaybettiğimiz Sabri Kaya'ya Allah'tan rahmet, ailesine de sabırlar
diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Küçük.
Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Kürşad
Tüzmen, gündemdışı konuşmaya cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Tüzmen.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep)-
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çanakkale Milletvekili Sayın Ahmet
Küçük'ün, Gökçeada'da deniz ulaşımında meydana gelen aksaklıklar ve ulaşım
sorununun çözülmeyişinin insan sağlığına etkileriyle ilgili gündemdışı
konuşmasına cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Ancak, hazır kürsüye gelmişken, Sayın Mevlüt Aslanoğlu'nun
Tekel'in özelleştirilmesinin yaratacağı sorunlar ve son günlerde çalışanlara
yönelik zorunlu emeklilik uygulamasıyla ilgili gündemdışı konuşmasının da
üzerinde biraz yorum yapmak istiyorum.
Bugün, özelleştirme, gelişmiş ülkelerde,
gelişmekte olan ülkelerde, hatta, eski Doğu Bloku ülkelerinde de bir gündem
maddesi olmaktan çıkmıştır. Globalleşen dünyada ve günümüzün ekonomik
konjonktüründe ülkemizde hâlâ özelleştirmeyi tartışıyor olmak, gerçekten,
hepimiz adına büyük bir şanssızlıktır. bir şanssızlıktır.
Ülkemizdeki özelleştirme son yirmi yıldır
gündemde olmakla birlikte, bırakınız enerji, telekomünikasyon ve benzeri temel
sektörlerdeki özelleştirmeyi, tamamen ticarî nitelikli, yani, piyasa
şartlarında sürdürülmesi gereken alanlarda dahi, özelleştirmede arzu edilen
mesafe maalesef henüz kaydedilememiştir. Bunun, ekonomik, sosyal ve siyasal
birçok nedeni vardır.
Hükümetimiz, özelleştirmenin en temel
şartı olan siyasî iradeyi beyan etmenin yanında, sürdürmekte olduğu başarılı
ekonomi politikalarıyla da özelleştirmenin altyapısını sağlamıştır. Bu çerçevede,
2003 yılında, ilk kez kapsamlı bir özelleştirme programını kamuoyuna sunmuştur.
Tekel özelleştirmesi de programın en önemli unsurlarından birini
oluşturmaktadır.
Tekel, ismi dışında hiçbir tekel özelliği
taşımayan, yaklaşık onbeş yıl önce tekel vasfını yitirmiş bir kamu iktisadî
işletmesidir; bugün, yaprak tütün üretiminden sigara dağıtımına kadar üretim
zincirinin her halkasında rekabet kuralları içerisinde rahatlıkla faaliyetini
sürdürebilmektedir.
Tekel özelleştirmesindeki temel amaç, bu
faaliyetlerin daha etkin ve verimli sürdürülebilmesinin teminidir. Böylelikle,
ekonomideki verimliliğin artırılması sağlanırken, aynı zamanda, kamu
kaynaklarının rasyonel olarak değerlendirilmesi de mümkün olacaktır.
Elbette, Tekel ölçeğinde bir işletmenin
özelleştirilmesi, birçok köklü alışkanlığın da son bulması demektir; bunun
bilincindeyiz. Dolayısıyla, bu tür bir özelleştirmede, başta yaprak tütün
üreticilerinin korunması olmak üzere, yerli tütüne dayalı üretimin devamının
sağlanmasına yönelik düzenlemeler büyük bir duyarlılıkla gerçekleştirilmiştir.
Diğer taraftan, tüketici haklarının korunmasına yönelik düzenlemeler, Tütün
Kurulu tarafından sürdürülmektedir. Bu nedenle, Tekel özelleştirmesinin
yaratacağı sosyal sorunlardan bahsetmek mümkün değildir.
Zorunlu emeklilik kavramı, son derece
haksız bir yakıştırmadan öte bir anlam ifade etmemektedir. Sadece, çalışma
süreleri itibariyle kıdem aylığına hak kazanan çalışanların emeklilikleri söz
konusudur. Bu tür emekli olan çalışanlarımız hiçbir malî kayba uğramadıkları
gibi, malî açıdan daha avantajlı bir duruma gelmektedir.
Bunun yanında, kuruluşun istihdam
düzeyinin daha rasyonel bir duruma gelmesi sağlanırken, ister özel sektörde
olsun ister kamuda olsun, rekabet gücü ve değeri artmaktadır. Aksi takdirde, bu
tür kuruluşlarımız, sadece belli sayıda kişiye istihdam imkânı sağlayan,
verimlilikten ve etkinlikten uzak bir yapıda çalışmak zorunda kalacaktır.
Esasen, buna çalışma denilmesi de son derece zordur. Sadece maaş ödemek
durumunda olan ve zamanla, bu ödemelerin Hazine kaynaklarından finanse edildiği
bir yapıyla karşılaşmak yerine, bu tür rasyonelleşme çalışmaları, bu
kuruluşların varlıklarının devamı için gereklidir. Emekli olanların sayısı,
toplam çalışanların yüzde 10'una dahi ulaşmadığı gibi, üretimin aksaması da söz
konusu değildir.
Şimdi, Gökçeada deniz ulaşımında meydana
gelen aksaklıklar ve ulaşım sorununun çözülemeyişinin, insan sağlığına etkileri
konusuna geliyorum.
Bir kere, Gökçeada ulaşımı, Çanakkale'den
feribot ve Kabatepe'den arabalı vapurla günde karşılıklı birer sefer yapılmak
suretiyle, anakara bağlantısı, TDİ AŞ'ye ait gemilerle yaz kış düzenli bir
şekilde sürdürülmektedir.
Gökçeada için Türkiye Denizcilik
İşletmeleri AŞ'nin günde yaklaşık 15 milyar zarar ederek, yaz kış en az iki
gemiyle sefer yaptığı düşünülürse, bir ulaşım aksaklığından bahsedilmesi doğru
değildir. Geçtiğimiz günlerde yaşanan hadise de, anlaşıldığı kadarıyla, deniz
ulaşımına engel olacak derecede kötü hava koşullarının ortaya çıkardığı üzücü
bir hadisedir. Ancak, bu tip acil durumlarda olması gereken, hava koşullarından
bağımsız hareket edebilen tam donanımlı bir deniz ambulansı veya silahlı
kuvvetlerin elinde bulunan helikopterlerdir. Acil durumlarda devletin tüm
imkânları, mülkî amirler tarafından koordine edilmelidir, yerel yönetimler bu
konuda gayret sarf etmelidir. Aksi halde, taşıma işini bu iş için donatılmamış
bir gemiye ihale edip, sonra ulaşım aksaklığından bahsetmek, belediye
otobüsüyle ambulans hizmeti vermek gibi olup, insafsız bir yaklaşımdır.
Konuyu bilgilerinize arz ediyorum,
saygılar sunuyorum.(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tüzmen.
Sayın milletvekilleri, Meclis araştırması
önergesi vardır; okutuyorum:
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. -
İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı Özbek ve 20 milletvekilinin, Diyarbakır
Cezaeviyle ilgili bazı iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/139)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Cezaevlerinde uygulanan inanılmaz
psikolojik ve maddî işkenceler, baskılar, zaman zaman ölümlerle, intiharlarla,
cinayetlerle, sakatlıklarla son bulmuştur. Türkiye'de cezaevleri öteden beri
olumsuz koşullarıyla kamuoyunun gündeminde olmuştur.
Geçmişte sık sık yaşanan askerî darbe
dönemleriyle birlikte, ülkemizde cezaevleri özellikle siyasal görüşleri
nedeniyle yargılananlar başta olmak üzere, çok sayıda hükümlü ve tutukluyla
dolup taşmıştır.
Bu cezaevleri içinde birisi var ki, buraya
düşen gözaltına alınanların, tutuklu ve hükümlülerin maruz kaldıkları
insanlıkdışı eziyet, işkence ve baskı, Türkiye'nin sınırlarını aşmış, insan
hakları kuruluşlarının ve uluslararası kamuoyunun kara listelerinde yer
almıştır.
Sözünü ettiğimiz yer Diyarbakır
Cezaevidir.
Bu baskılar gün gelmiş isyana dönüşmüş,
gün gelmiş cezaevleri ateşe verilmiş, bu başkaldırılar silah zoruyla
bastırılmış, can kayıplarına yol açmıştır.
Bu gelişmeler sırasında acıya, baskıya,
işkencelere maruz kalanlar sadece cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler olmamış,
onlardan daha çok, dışarıda cezaevi kapılarında korku ve endişe içinde
bekleşen, çaresiz bırakılmış ana-babalar, eşler, çocuklar ve diğer yakınları
olmuştur.
Anayasamızda ve yasalarımızda işkence ve
kötü muamelenin, tutuklu ve hükümlü ayırımı yapılmaksızın herkes için yasak
olduğu hükümlerinin yer almasına karşı, uygulamada görülen sorunlar on yıllar
boyu devam edegelmiştir.
Hükümet yetkililerinin, devlet adına
konuşanların, Anayasaya, yasalara, insan hak ve özgürlüklerine bağlılığı sözle
bol bol ifade edilmesine rağmen, uygulamada, karakollarda ve cezaevlerinde kamu
görevlilerinin, bu hükümlere uymadıkları, belli bir hiyerarşi içinde
işkencelerin ve baskıların uygulayıcıları oldukları görülmektedir.
Diyarbakır Cezaevinde işkencelere maruz
kalanların anlattıkları somut açıklamalar sık sık mahkeme tutanaklarının,
kitapların, makalelerin, yazı dizilerinin konusu olmaktadır. Bu tür yasadışı
uygulamaların özellikle Diyarbakır Cezaevinde devam ettiği ifade edilmektedir.
Avrupa Biriliğine giriş sürecinde, insan
hakları ve demokrasi standartlarının ülkemizde yaşama geçirilmesine çalışıldığı
şu günlerde Diyarbakır Cezaevi konusunun tüm boyutlarıyla incelenmesi, varsa
sorumlularının belirlenerek haklarında işlem yapılmasının, Türkiye'nin çağdaş
dünyadaki yerini alması bakımından gerekli olduğuna inanmaktayız.
Bu nedenlerle Anayasanın 98 inci ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereği
Diyarbakır Cezaevindeki uygulamalar konusunda Meclis araştırması açılmasını arz
ederiz.
Saygılarımızla.
1. Ahmet Sırrı Özbek (İstanbul)
2. Muhsin Koçyiğit (Diyarbakır)
3. Mesut Değer (Diyarbakır)
4. Mehmet Kartal (Van)
5. Mehmet Ali Özpolat (İstanbul)
6. A. İsmet Çanakçı (Ankara)
7. Muharrem Kılıç (Malatya)
8. Hüseyin Özcan (Mersin)
9. Vezir Akdemir (İzmir)
10. Şevket Gürsoy (Adıyaman)
11. Mehmet Şerif Ertuğrul (Muş)
12. Esat Canan (Hakkâri)
13. Mehmet Vedat Melik (Şanlıurfa)
14. Hüseyin Bayındır (Kırşehir)
15. Zekeriya Akıncı (Ankara)
16. Yüksel Çorbacıoğlu (Artvin)
17. Necdet Budak (Edirne)
18. Mustafa Gazalcı (Denizli)
19. Tuncay Ercenk (Antalya)
20. Hasan Aydın (İstanbul)
21. Erdoğan Kaplan (Tekirdağ)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Sözlü soru önergesinin geri alınmasına
dair bir önerge vardır; okutuyorum:
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, (6/303) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/121)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin 8 inci sırasındaki (6/303) sayılı
sözlü soru önergemi geri çekiyorum.
Gerekli işlemin yapılmasını saygıyla arz
ederim.
10.11.2003
Ahmet Ersin
İzmir
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.
Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine
göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:
2. - Devlet
Bakanı Kürşad Tüzmen’in, Türkiye- İran Ortak Ticaret Komitesi İkinci Dönem
Toplantısına katılmak üzere İran’a yaptığı resmî ziyarete katılması uygun
görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/391)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in,
Türkiye-İran Ortak Ticaret Komitesi 2 nci Dönem Toplantısına katılmak üzere bir
heyetle birlikte 30 Eylül-2 Ekim 2003 tarihlerinde İran'a yaptığı resmî
ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun
görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte
gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini
arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
Liste:
Halil Özyolcu (Ağrı)
Ahmet İnal (Batman)
M. Nezir Nasıroğlu (Batman)
Mustafa Elitaş (Kayseri)
Selahattin Dağ (Mardin)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun,
İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup oylarınıza
sunacağım:
IV. -
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1. -
Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK
Parti Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 12.11.2003 Çarşamba günü (bugün) yaptığı
toplantıda siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından,
İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel
Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Sadullah Ergin
Hatay
AK Parti Grup Başkanvekili
Öneri:
Genel Kurulun 12 Kasım 2003 Çarşamba günkü
(bugün) birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesi, gündemin "Kanun Tasarı
ve Teklifleri ile Komisyondan Gelen Diğer İşler" kısmının 37 nci sırasında
yer alan 271 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 4 üncü sırasına, daha önce
gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 276 sıra sayılı
kanun tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 5 inci sırasına alınması ve
bu birleşimde çalışma süresinin gündemin 5 inci sırasına kadar olan işlerin
bitimine kadar uzatılması önerilmiştir.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Öneriyle ilgili, Sayın Kemal Anadol'un söz
talebi var.
Lehte mi aleyhte mi?
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan,
Danışma Kurulu kararıyla ilgili değil mi?
BAŞKAN - Evet... Daha doğrusu, Danışma
Kurulunun, olmayan önerisi; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun önerisi.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - O zaman,
aleyhinde konuşacağım efendim.
BAŞKAN - Aleyhinde, buyurun.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan,
Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; biraz önce Başkanlık Divanı tarafından okunan
metinde, anlaşıldığı gibi, iki husus öne çıkmaktadır; birincisi, sözlü soru
önergelerinin görüşülmesinin bugünkü gündemden çıkarılması; ikincisi ise, 48
saat geçmeden, bastırılıp dağıtılan bir tasarı metninin gündeme alınması.
Olay, görüldüğü gibi, basit bir olay
değildir. Sözlü soru müessesesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma
usullerinde, yöntemlerinde önemli yer tutan, kurumlaşmış bir müessesedir.
Milletvekilleri, zaten, İçtüzükte alabildiğine, nedense, kısıtlanmış ve
milletvekilliğini bihakkın yerine getirme özgürlüğünden yoksun olmuş
durumlarıyla, ancak açılan birkaç pencereyle bu Meclis kürsüsüne sorunları
getirebilmektedirler. Milletvekili ya gündemdışı konuşacaktır; İçtüzüğe göre,
olağanüstü bir gündem yoksa, salı, çarşamba ve perşembe günleri - o da, oturumu
yöneten başkanın, başkanvekilinin takdir yetkisine bağlanmış- üç konuşma; üçle
çarptığınız vakit, 550 milletvekilinin ancak 9'u bu kürsüden gündemdışı konuşma
olanağına sahiptir.
Başka ne yapacak milletvekili; eğer, grup
başkanvekili değilse, bir yasa tasarısının tümü veya maddeleri üzerinde grup
tarafından görevlendirilmemişse, şahsı adına söz alacaktır. Onda da, 550 kişi
içinden kaç milletvekili bu tasarı maddesi görüşülürken, üzerinde söz
alabilecektir, takdirlerinize sunuyorum. Başka; yazılı ve sözlü soru önergeleri
verebilecektir. Yani, milletvekilinin milletvekilliği işlevini artırmak lazım.
Ben, 12 Eylülden evvelki uygulamaları da bilen bir parlamenter olarak buna
yürekten inanıyorum ve bu sorunu, partilerüstü bir sorun, demokrasinin,
Meclisin çalışma usullerinin çok önemli bir sorunu olarak görüyorum.
Milletvekilinin çalışma alanı, bizim
İçtüzüğümüze göre, son derece kısıtlıdır. Milletvekili, gerek seçim bölgesinin
gerek ülkenin gerek haksızlığa uğrayan bireylerin veya sınıfların, sivil toplum
örgütlerinin sorunlarını sözlü soru önergeleriyle dile getirebilmektedir, hesap
sorabilmektedir, denetim görevini yerine getirebilmektedir ve hükümetten, idareden
de, bu sorularına karşı yanıt beklemektedir; yurttaşlarına, seçmenine karşı
görevini bu şekilde yapabilmektedir.
Şimdi, biz, çağa ayak uydurarak, bizim de
oy verdiğimiz Bilgi Edinme Yasasını Meclisten çıkardık; yani, artık, çağımız
bilgi çağıdır, iletişim çağıdır, vatandaşın haber alma, bilgi edinme hakkı
vardır dedik ve bu haklarını güçlendirebilmek için bir yasa çıkardık.
Şimdi, ne yapıyoruz; yurttaşa tanıdığımız
bilgi edinme hakkını milletvekilinden esirgiyoruz; buna hakkımız yok
arkadaşlar. Yani, milletvekilinin elindeki sınırlı denetim olanaklarından bir
tanesini... Böyle, bir öneriyi oyluyoruz "bugün sözlü soruları
görüşmüyoruz" diyoruz. Kime kötülük yapıyoruz?!.
İktidar-muhalefet sorunu değil bu
arkadaşlar. Milletvekilinin hakkını kısıtlıyoruz; buna, hakkımız yok. İktidarı
muhalefeti de yok; çünkü, bu hak, sözlü soru önergesi verebilme hakkı hem
iktidar milletvekillerinin hem muhalefet milletvekillerinin.
İktidardakilerin durumu daha da zordur,
onu da biliyorum; iktidar milletvekilliği de yaptım ben. Kendi iktidarınıza
karşı denetleme, ancak sözlü soru önergeleriyle falan olacak bu iş.
Böyle bir usulü ve milletvekilinin elinden
bu denetim hakkını alma yöntemini uygun bulmuyoruz. O bakımdan, Danışma
Kurulunda buna "hayır" dedik Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına.
İkincisi, daha da önemli bir konu, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin, kurulduğundan bugüne, bundan sonra da devam edecek
olan, sonsuza kadar yaşayacak olan çalışma süresinde en önemli rehberi;
birincisi Anayasadır, ikincisi de Meclis İçtüzüğüdür; yani, oyunun kurallarının
değişmemesidir veya sık değişmemesidir ve bu kurallara sıkı sıkıya uyma
mecburiyetinde olduğunu hissetmesidir, bunu çalışma usullerine yansıtmasıdır.
Eğer, biz, Meclis İçtüzüğünün emrettiği hükümleri canımız istediği gibi
uygularsak, önce kendimize kötülük yaparız.
Arkadaşlar, futbol maçının kuralları var,
FIFA bu kuralları belirliyor; bakıyoruz -futbola az merakınız olsun, çok
merakınız olsun- kaç defa kural değişiyor, kaç senede bir değişiyor ve o
belirlenen kurala riayetsizlik oluyor mu? Top eline değdiyse elle oynama oluyor
işte.
Şimdi, bu kurallara biz uymazsak, bu
kuralları yerine getirmezsek -ülkenin
yasama organıyız biz- başkalarından o kurallara uymasını nasıl bekleriz, nasıl
isteriz?! Bakınız, 52 nci maddeyi olduğu gibi okuyorum, bildiğiniz 52 nci madde,
bizim rehberimiz olan İçtüzüğün 52 nci maddesini "Madde 52.- Genel Kurula
sevk edilen bir komisyon raporu veya herhangi bir metin, aksine karar
alınmadıkça dağıtımı tarihinden itibaren kırksekiz saat geçmeden
görüşülemez."
İkinci fıkra şöyle: "Bu süre geçmeden
gündeme alınması, gündemdeki kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan
gelen diğer işlerden birine öncelik verilerek bu kısmın ilk sırasına
geçirilmesi, Hükümet veya esas komisyon tarafından gerekçeli olarak Genel
Kuruldan istenebilir. Bu takdirde, Genel Kurul, işaret oyuyla karar
verir." Bakınız, ana kural ne: "Genel Kurula sevk edilen bir komisyon
raporu veya herhangi bir metin, aksine karar alınmadıkça, dağıtımı tarihinden
itibaren kırksekiz saat geçmeden görüşülemez." Genel kuralımız bu. Neden
bu kural konulmuş; şundan konulmuş; yani, iktidarla, muhalefetle alakası yok;
milletvekilinin, rahatça, özgürlük içinde, imkânlar dahilinde çalışabilmesi
için.
Milletvekilinin -teorik olarak öyledir,
nazarî olarak öyledir, realite olarak da öyledir- Türkiye'de binbir güçlüğü
vardır, yasama faaliyetini bihakkın yerine getirmesine engeller vardır,
seçmenler gelir gider, telefonlar gelir filan, onlar ayrı; milletvekilinin asıl
görevi, burada, yasama organında, yasama işlevini yerine getirmesidir. Bunu
yerine getirebilmek için, bir kanun teklifi veya tasarısı hakkında konuşabilmek
için, çalışabilmek için; bırakınız konuşmayı, çalışmayı, oyunu vicdanı
istikametinde kullanabilmek için, milletvekilinin, kırksekiz saat evvel bu
tasarı veya tekliften haberdar olması lazım. Hepimizin danışmanı var, başkaları
var; gidecek onlara soracak, araştırma yapacak. Yasa koyucu diyor ki: Bu iş,
ancak kırksekiz saatle mümkündür; milletvekilinin, önüne gelen tasarıdan, en erken
kırksekiz saat evvel haberi olmazsa, gerekli incelemeyi yapamaz, kürsüde doğru
dürüst konuşamaz, oyunu da vicdanı istikametinde kullanamaz. Onun için
kırksekiz saatlik süre konulmuş; genel kural bu. İstisna ne: "Bu süre
geçmeden gündeme alınması, gündemdeki kanun tasarı ve teklifleri ile
komisyonlardan gelen diğer işlerden birine öncelik verilerek bu kısmın ilk
sırasına geçirilmesi, Hükümet veya esas komisyon tarafından gerekçeli olarak
Genel Kuruldan istenebilir."
Şimdi, hükümetin veya komisyonun bir
gerekçesi var mı; yok. Niye alınıyor gündeme; neden alınıyor gündeme?!.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
Bu konuyla ilgili, 52 nci maddeye aykırı
şekilde çıkan yasalarla ilgili Anayasa Mahkemesi kararları var; fakat, şu anda
elimde yok. Bir başka zaman, onları bulup, huzurunuzda, sizlere takdim
edeceğim.
Şimdi, biz ne yapıyoruz? İktidar
Grubundan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan, yöneticilerden istirham ediyorum;
bu istisnaî maddeyi genel kural haline getirip, genel kuralı da istisna haline
getirmeyin; şimdiye kadar yaptığınız uygulama bu. Birinci fıkradaki genel
kuralı istisna haline getiriyorsunuz, hep, o kırksekiz saat yasağını
deliyorsunuz ve bunları, alelacele, geliyoruz, burada görüşüyoruz; ondan sonra
ya Anayasa Mahkemesi bozuyor ya cumhurbaşkanından geri dönüyor. Arkadaşlar,
iktidar olarak, muhalefet olarak emeğimize yazık. O nedenle, bu kurala, bundan
sonra uyalım. İstirham ediyorum; bu konuda, hükümeti de kendi Parlamento grubu
uyarsın. Burası yaz boz tahtası değil; millet adına yasa çıkarıyoruz. O
nedenle, metnin bu şekilde gelmesine ve uygulamaya, biz, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu olarak karşıyız.
Dinlediğiniz için hepinize teşekkür
ediyorum; sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Anadol.
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan, söz
istiyorum.
BAŞKAN - Lehinde mi Sayın Ergin?
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Evet.
BAŞKAN - Buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Meclisimizin bugün ve yarınki çalışma gündemi ve mesai
saatleriyle ilgili AK Parti Grup önerisi üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Biraz önce konuşan muhalefet sözcüsü, 10
dakika boyunca İçtüzüğün 52 nci maddesinin ihlal edildiğini anlatmaya gayret
etti; ancak, biz, Danışma Kurulunda da bunu izah etmeye çalıştık; ama,
zannediyorum, muhalefet yapmak için muhalefet yapıldığındandır; bu temel hükme
biz uymamıza rağmen, 10 dakika boyunca yapılan eleştirileri, ben, hakikaten
hayretle izledim.
Şöyle izah etmek mümkün: Bahsi geçen yasa
tasarısı, 276 sıra sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünce yapılacak bölünmüş yol
inşasında uygulanacak usul ve esasları belirleyen yasa tasarısıdır.
Bu tasarı, salı günü, saat 11.00
itibariyle, parti gruplarına ve milletvekillerimizin odalarına dağıtılmıştır.
Doğrudur; İçtüzüğümüzün 52 nci maddesi, -istisnası vardır ama- komisyonlardan
gelen raporların, tasarı ve tekliflerin veya değişik metinlerin, üzerinden 48
saat geçmeden görüşülemeyeceğine dair amir bir hüküm ihtiva eder.
Şimdi, ben, hepinizin dikkatine şunu
sunmak istiyorum: Salı günü saat 11.00'de milletvekillerimize dağıtılmış olan
bu yasa tasarısı, perşembe günü, yani yarın, en erken, saat 15.00'te başlayacak
birleşimde görüşülebilecektir; önerimiz içerisinde bu var. Salı 11.00'den
çarşamba 11.00'e 24 saat var, çarşamba 11.00'den perşembe 11.00'e 24 saat var;
etti 48 saat, 15.00'e kadar olan süreyi de ilave ederseniz, biz, en az 52 saat
önce, böyle bir öneriyi Danışma Kuruluna götürdük. Bu öneriyi yarın da
götürebilirdik; ama, usul ekonomisi açısından, bugünkü Meclis gündemini
belirlemek için, biz, bugün, saat 12.30'da, Meclis Başkanımızın başkanlığında,
Muhalefet Partisi Grupbaşkanvekili ve İktidar Partisi Grup Başkanvekilinin de
katılımıyla Danışma Kurulu toplantısı yaptık.
Biz, yarın saat 12.00'de yeni bir Danışma
Kurulu toplantısı yapmış olsak hiçbir sorun olmayacak; Sayın Anadol, buradan
hiçbir şey ifade edemeyecek. Aradaki fark nedir arkadaşlar; Meclis Başkanının,
grup başkanvekillerinin ve bürokratların, yarın saat 12.00'de tekrar bir araya
getirilmesi, zaman israfı, bütün bu kamu çalışanlarının zamanının
harcanmasıdır.
Biz, gene, bu konuyu, üzerinden ancak 52
saat geçtikten sonra Genel Kurulda görüşebileceğiz. Dolayısıyla, burada, 10
dakika boyunca, bu maddenin ihlali yönünde bir hal varmış gibi bir izahatı,
hakikaten, sadece muhalefetin bir gereği olarak algılamak gerektiğini ifade
ediyorum.
Sayın Anadol, bunun gerekçesinin de ifade
edilmediğini söyledi. Şimdi, zaten İçtüzük maddesini ihlal eden bir durum yok;
ancak, gerekçe derseniz, daha bu hafta sonu Kırıkkale-Samsun karayolunda
meydana gelen iki kazada 30 canımızı feda ettik, toprağa verdik.
Değerli arkadaşlar, getirilmek istenilen
yasa tasarısı, Türkiye'nin müzminleşmiş bu sorununu, karayollarındaki terörü
engellemeye yönelik, bölünmüş yol yapımına ilişkin bir yasa tasarısıdır.
Dolayısıyla, böylesine önemli ve hassas bir konuda getirilen bu yasa tasarısı
üzerinde, 48 saatlik süreye de uyulmasına rağmen, bu kadar muhalefet
yapılmasını, hakikaten, yapıcı muhalefetle bağdaştırmakta güçlük çekiyorum.
Ayrıca, Sayın Anadol'un, bugün, sözlü
soruların görüşülmeyecek olmasından dolayı şikâyeti oldu. Biz, mümkün olduğu
kadar, soruların en üst düzeyde değerlendirilmesi cihetinde bir çalışma
yapıyoruz. Doğrudur; bugünkü birleşimde sözlü sorular görüşülmeyecektir; ama,
bugüne kadar bu konuda yapılmış olan çalışmaları şöyle kısaca aktarmak
istiyorum.
Bakınız, Meclis Başkanlığından, 19 uncu
Dönem, 20 nci Dönem, 21 inci Dönem ve 22 nci Dönem parlamentolarının sözlü ve
yazılı soruları karşılama oranlarını gösterir bir tablo çıkarttırdım. Bu çıkan
tabloya göre, 19 uncu Dönemde yazılı soruların karşılanma oranı yüzde 87; oysa,
bizim, sadece 11 aylık Birinci Yasama Yılımıza ilişkin yazılı soruların
karşılanma oranı yüzde 91,3'tür. Yine, 20 nci Dönemde yazılı soruların
karşılanma oranı yüzde 68, 21 inci Dönemde ise bu oran yüzde 81'dir. Yani, son
4 dönemin, en yüksek oranda soruları cevaplandıran bir hükümetine ve
Parlamentosuna karşı söylenen sözler bunlardır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bunlar yazılılar...
SADULLAH ERGİN (Devamla) - Sözlü sorulara
da geliyorum.
Bakın, sözlü sorularda karşılanma oranı 19
uncu Dönemde yüzde 15; 20 nci Dönemde yüzde 27; 21 inci Dönemde yüzde 23'tür.
Oysa, 22 nci Dönemde -Birinci Yasama Yılını baz alıyorum; çünkü, bizim geçen
dönemde çalışma süremiz 11 aydır arkadaşlar; bu 11 aylık dönemi tam bir yasama
dönemi olarak saysanız bile- bizim, sözlü soruları cevaplama oranımız yüzde 24,2'dir;
yine, geçmiş üç dört yılın ortalamasının üzerindedir.
Dolayısıyla, sözlü ve yazılı soruların
cevaplanması gereğini tartışmıyorum, bunların en üst düzeyde cevaplanması
lazım; doğrudur; ama, bakınız, son dört dönem Parlamentonun yaptığı çalışmalar
içerisinde, bu dönem yapılan çalışmalar, hem yazılı soruların cevaplanmasında
hem sözlü soruların cevaplanmasında son dört dönemden daha yüksektir.
Muhalefetin bu yöndeki eleştirilerinin de gerçekleri yansıtmadığını ifade
ediyorum; ancak, şunun da altını çiziyorum: Evet, sözlü ve yazılı sorular
mutlaka en üst düzeyde dikkate alınmalı, cevaplandırılmalı.
Milletvekillerimizin ülkenin yönetimine katkısının ve katılımının sağlanmasının
gerekliliğine inanıyorum. Dolayısıyla, bugün, AK Parti Grubu adına
huzurlarınıza getirmiş olduğumuz Grup önerimize, izah ettiğim gerekçelerden
dolayı desteklerinizi bekliyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.(AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ergin.
Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler...Teşekkür ederim. Öneri kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
Bu kısımda yer alan, Kocaeli Milletvekili
Sayın Osman Pepe ve 23 milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve
Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla
Anayasanın 98 inci İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/4) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunun 265 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
V.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Kocaeli
Milletvekili Osman Pepe ve 23 Milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi
Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi ile İlgili İddiaların Araştırılması
Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir
Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu
Raporu (10/4) (S. Sayısı: 265) (X)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, komisyon raporu
üzerinde siyasî parti grupları adına yapılan konuşmalar dünkü oturumumuzda
tamamlanmıştı. Şimdi, şahıslara, istemi halinde Komisyona ve Hükümete söz
verilecektir.
İlk sözü, Komisyon adına, Başkan Muzaffer
Baştopçu istemiştir..
Buyurun Sayın Baştopçu. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
öncelikle, cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü
vefatının 65 inci yılında bir kez daha saygıyla anarken, O'na ve silah
arkadaşlarına Yüce Mevla'dan rahmetler diliyorum. Ayrıca, pazar günü
Kırıkkale'de olan elim kazada yaşamını yitiren vatandaşlarımız ile yurdumuzun
çeşitli yerlerinde diğer trafik kazalarında vefat eden vatandaşlarımıza Yüce
Mevla'dan rahmet, yakınlarına sabır diliyor, milletimizin başı sağ olsun
diyorum.
Başkanlığını yapmış olduğum, kısa adıyla
Yuvacık, uzun adıyla İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel
Su Temin Projesi ile ilgili iddiaları araştırma komisyonunun hazırlamış olduğu
raporu görüşüyoruz; bu vesileyle, şahsım ve komisyon üyesi arkadaşlarım adına,
sizleri ve televizyonları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı en
içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Ayrıca, bu kapsamlı raporun
hazırlanmasında büyük bir özveri göstererek dört ay boyunca geceli gündüzlü
çalışıp katkıda bulunan bütün üye arkadaşlarıma, uzman arkadaşlarıma, komisyon
sekreteryasına ve komisyon çalışanlarına huzurlarınızda en içten teşekkürlerimi
sunuyorum.
Hemen burada belirtmeliyim ki, dünkü
konuşmasında Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, benim tarafsızlığımla ilgili olarak
birtakım şeyler söyledi. Burada, ben de diyorum ki, bu rapor, objektif olarak
yazılmıştır ve tarafsız olarak değerlendirilmiştir. Eğer, Sayın
Kılıçdaroğlu'nun bizim tarafsızlığımızla ilgili olarak şöyle bir sorusu
olsaydı, "siz, kimin tarafındasınız" deseydi, biz, elbette ki, haktan
yanaydık, haktan taraftık, adaletten taraftık, devletimizden taraftık ve
milletimizden taraftık. Bunu açıkça ifade ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu
konuyla ilgili olarak bu kürsüden yaptığım ilk konuşmamda, Yuvacık Barajı
olayının, Kocaelimizin ince uzun bir yol hikâyesi olduğunu söylemiştim. İşte,
yüreği olan herkesi üzen, bu sancılı yol hikâyesi gerçeğini araştıran
komisyonumuz, çalışması süresince 18 toplantı yapmış, eski ve yeni, bakan,
milletvekili, bürokrat, teknokrat ve şirket temsilcileri olmak üzere, 30 kişiyi
dinlemiştir.
Komisyon, yüzlerce yazışma yaparak,
binlerce sayfa bilgi ve belge incelemiştir. Devlet hazinemizin milyarlarca
dolar zarar etmesine neden olan bütün projelerde, siyasetçi, bürokrat ve
işadamı üçlüsü bir araya gelir, ekip kurulur, minare tespit edilir, ölçüsü
alınarak kılıfı hazırlanır; ama, ölçüsü iyi alınmazsa, minare kılıfa sığmaz; bu
projede de olduğu gibi, ucu dışarıda, hep gözler önünde kalır.
Komisyon raporumuzda da ayrıntılı bir
şekilde açıklandığı gibi, bu projedeki zaman-yol haritası şöyle oluşmuştur:
İzmit Kentine evsel ve endüstriyel su temin edecek olan Yuvacık Barajının
yapımı için, İzmit Belediyesi ile DSİ arasında 1 Eylül 1986 tarihinde bir
protokol imzalanmış, DSİ ihaleyi yapmış ve 9 Şubat 1987 tarihinde GAMA AŞ
ihaleyi kazanarak, klasik finansman yöntemiyle inşaata başlamıştır. DSİ'nin o
günkü fiyatlarla baraj, arıtma tesisi ve isale hatları için hesaplattırdığı
maliyet 66 000 000 000 TL, diğer bir deyişle, o günkü kurlarla 66 000 000
dolardır.
1989 yılına gelip, baraj inşaatının yüzde
40'ı tamamlandığında, ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Belediye Başkanı Sayın
Sefa Sirmen, hiçbir yasal dayanak olmaksızın, Belediye Meclisi ve Encümen
kararları alınmadan, tek başına kendisini yetkili varsayarak, bayram değil
seyran değil, 6 Ağustos 1989 tarihinde DPT'ye yazdığı bir yazıyla, bu projenin
YİD (yap-işlet-devret-) modeliyle yapılabilmesi için mevcut yüklenici firma
GAMA AŞ'ye yetki verdiğini bildirmektedir. Yüklenici firma GAMA AŞ de, bu yazı
üzerine, DPT'ye, artık bu konuda kendilerinin yetkili firma olduğunu
bildirerek, belediyenin istediği biçimde çalışmalarına başlamıştır. Artık start
verilmiş, düğmeye basılmış ve kader ağlarını Yuvacık Barajı üzerine örmeye
başlamıştır. Mevcut siyasal irade, belediye başkanı ve şirkete, durmayın
yürüyün, yolunuz açık, gazanız mübarek olsun demekte, islimi arkadan
göndereceğini söylemektedir.
Beklenen ve alınan bu mesaj üzerine,
becerikli, iş bitirici şirket ile becerikli, iş bitirici Belediye Başkanı
girişimlerini hızlandırmışlar ve bu projeyi YİD modeliyle yapabilmek için
ilgili kurumlar nezdinde yoğun bir çabaya girişmişlerdir. Bu çabaların sonucu
olarak da, daha sonra, İzmit Su Anonim Şirketini (İSAŞ) oluşturacak şirketler
grubu adına GAMA AŞ, belediyeye, 26 Aralık 1989 tarihinde, biz bu projeyi
yap-işlet-devret modeliyle 480 000 000 Amerikan Dolarına yaparız diye ilk
teklifini verir; ama, firmanın bu teklifine karşı Devlet Su İşlerinin
hesaplaması ise 184 000 000 Amerikan Dolarıdır; yani, diğer bir deyişle, firma,
DSİ'ye göre yüzde 260 daha fazla para istemektedir.
Devlet Su İşleri, şirket tarafından
hazırlanmış projenin fizibilite raporunu da incelemiş ve şirketin verdiği
değerler baz alınarak yaptığı hesaplamada suyun metreküpünün 2,5 dolar gibi çok
yüksek bir fiyata geleceğini belirterek, görüşünü, 8 Ocak 1991 tarihinde DPT'ye
bildirmiş; ama, DSİ'nin bu yanık sesine hiç kimse cevap vermemiştir. Siyasal
irade, şirket ve belediye, bu projenin YİD kapsamına alınarak tamamlanması için
inatla çabalarını sürdürmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütün
bu gelişmeler olurken, Sayın Sefa Sirmen, her yıl üretilecek 142 000 000
metreküp suya heyecanla pazar aramakta ve 100 000 000 metreküpünü İstanbul'a
satmak için dönemin İSKİ Genel Müdürü Sayın Ergun Göknel'i ikna etmeye
çalışmaktadır. Bu ısrarlar karşısında Sayın Göknel, akılcı bir yol izleyerek,
partili arkadaşı Sayın Sefa Sirmen'i gücendirmemek için, 15 Ocak 1992 tarihinde
bir protokol imzalar. Protokole göre, İSKİ, bu projeden yılda 100 000 000
metreküp su satın alacak; ama, bu protokolün geçerliliği; bir, inşaatın 1992
yılı sonuna kadar başlamış olması; iki, protokolün İSKİ Yönetim Kurulu tarafından onaylanması şartlarına bağlanmıştır. Bu şartlar sağlanmadığında bu
protokol kendiliğinden feshedilmiş
sayılacaktır ve zaten bu şartlar yerine getirilmediği için protokol hiçbir
zaman geçerli olmamış, feshedilmiş sayılmış ve ölü doğmuş bir protokol olarak
kalmıştır.
Ayrıca, İSKİ, 12 Ekim 1992 tarihinde de
Genel Müdür Ergun Göknel imzasıyla, Hazine Müsteşarlığı, DSİ Genel Müdürlüğü ve
DPT Müsteşarlığına gönderdiği yazıda, toplamı 200 000 000 dolar olacak bu
projenin, suyun maliyeti çok pahalı olacağı için, YİD modeliyle yapılmasına
karşı olduklarını ve projenin DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmesini
desteklediklerini açıkça ifade etmişlerdir.
Böylece net bir gerçek, ta işin başında
ortaya çıkmaktadır. 1992 yılında suya pazar yoktur; hele, İstanbul, suyu
kesinlikle almayacaktır. Peki, yöredeki sanayi kuruluşları ne yapacaktır; onlar
da almayacaktır; çünkü, yöredeki sanayi kuruluşları Sapanca Gölünden kendi
isale hatlarıyla bu suyu temin etmektedirler.
Suya pazar yoktur; ama, işler, sanki pazar
varmış gibi yürütülmektedir. Bu arada, şirket, projede maliyet artırıcı hiçbir
değişiklik yapmadığı halde, anlaşılmaz bir şekilde projenin maliyetini 480 000
000 dolardan 721 000 000 dolara çıkarmıştır. Bu artış üzerine, Hazine ve
belediye arasında bir dizi yazışma yapılmış ve Hazine, belediyeye, yaptığı
hesaplamalara göre proje bitiminde belediyenin her ay 15 000 000 ilâ 20 000 000
dolar su faturası ödemesi gerekeceğini söyleyerek, İzmit Belediyesinin bu
parayı ödeme gücüne sahip olup olmadığını sormuştur. Buna karşılık da belediye,
Hazineye cevaben, Türkiye'de sadece İzmit Belediyesinin değil, hiçbir
belediyenin bu ödeme gücüne sahip olmadığını bildirmiştir; ama, sanki bu arada
göz kırpıp, evet, belediyeler ödeyemez; ama, Hazine öder demektedir. Bunun
üzerine, Hazine, proje kapsamında üretilecek suyun pazarlanamayacağı ve bu nedenle
belediyenin de proje kapsamındaki malî yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği
anlaşıldığından, 18 Haziran 1992 tarihli yazısında, bu konuda müzakerelere
başlamanın uygun olmayacağını bildirmiştir. Bu aşamada, sanki Yuvacık Su
Projesi suya düşüyormuş gibi görünse de, siyasî iradenin isteği ve desteğiyle,
belediye ve şirket, girişimlerinden hiç hız kesmemişler, görüşmelere ve
yazışmalara devam etmişler, 2 Şubat 1993 tarihinde de mutabakat zaptını parafe
etmişlerdir.
Mutabakat zaptının parafe edilmesinden
yaklaşık dört ay sonra, dikkat çekici ve çok ilginç bir gelişme olmuştur.
Ortada fol yok yumurta yokken ve kendilerinden kimsenin de böyle bir talebi
olmadığı halde, Kocaeli Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü, 25 Haziran 1993 tarihinde,
Belediye Başkanlığına bir yazı yazarak, Karamürsel, Gölcük ve Kandıra İlçeleri
hariç, ildeki sanayi kuruluşlarının, takriben 100 000 000 metreküp kullanma
suyuna ihtiyaçları olduğunu bildirmiştir. Tam 100 000 000 metreküp, yani
İstanbul'a satılması planlanan miktarın aynısı!.. Yazıda, hangi kuruluşların
hangi miktarlarda su talep ettikleri belirtilmemiştir. Böylece, B grubu RH (-)
kan, diğer bir deyişle, sanal da olsa suya pazar bulunmuştur. İSKİ suyu almazsa
almasın, bölgedeki sanayi kuruluşları, 100 000 000 metreküp suyu alacaklardır. Darboğaz
giderilmiş, suyun önü açılmıştır!..
Bu yazıdan hemen on gün sonra da, 5 Temmuz
1993 tarihinde, belediye, Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğüne yazdığı bir
yazıyla, yılda 100 000 000 metreküp suyun pazarının hazır olduğunu, İSKİ'ye 20
000 000 metreküp garanti su satılacağını -bunu kimse bilmiyor- ve geriye kalan
22 000 000 metreküp suyun da karşılık finansman riskinin belediye ve şirket
tarafından paylaşılacağını, gerçekte, bu riskin de olmadığını bildiren bir yazı
göndermiştir.
Aslında, yılda değil 120 000 000 metreküp
su, 120 metreküp suyu bile almayı taahhüt eden tek bir kurum ve kuruluş yoktur;
ama, her şeye rağmen, projenin YİD modeliyle dayatılarak yaptırılması süreci
devam etmekte olup, belediye ve şirket ısrarla "ille de Hazinenin garantili
YİD modeli, ille" demektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 13
Haziran 1994 tarihinde, yıllardır özlemle beklenilen gün gelmiş, 3996 sayılı
Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması
Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir; ancak, bu kanun Yuvacık Barajını
kapsamadığı için, siyasal irade, burada da etkisini ve yetkisini kullanarak, 24
Kasım 1994 tarih ve 4047 sayılı Kanunla, 3996 sayılı Kanunun geçici 1 inci
maddesini değiştirip, projeyi yasaya uygun hale getirmek istemiştir. Halbuki,
bu madde, daha önce YİD modeline göre yapımı başlamış proje ve işler içindir.
Yuvacık Barajı Projesi ise, klasik finansman modeline göre başlatılmış bir
proje olduğundan, bu kapsama kesinlikle girmemektedir.
BAŞKAN - Sayın Baştopçu, bir saniye.
Sayın milletvekilleri, oturma düzenimiz,
yüzünüzün Divana dönmesi şeklindedir. Sayın üyelerden, bu kurala dikkat
etmelerini rica ediyorum.
Buyurun Sayın Baştopçu.
(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Bütün bu gelişmeler olurken,
yurtsever, sağduyulu, yasaları bilen ve doğru yorumlayan bütün alt kademe
bürokrat ve teknokratlarının üst kademelerine yazdıkları rapor ve yazılarında,
bu projede bütün yapılan ve yapılması planlanan işlerin, yasalara ve
yönetmeliklere tam bir aykırılık teşkil ettiğini çok net bir şekilde
bildirmelerine rağmen, bu çabaları, siyasal irade, üst düzey bürokrat ortak
talimatlarıyla ve baskılarıyla hep gözardı ve sumenaltı edilmiştir.
Burada, 16 Ocak 1995 tarihli bir belgemiz
var. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Sosyal Sektörler ve
Koordinasyon Genel Müdürlüğü hazırlamış raporu. Tabiî, uzun bir rapor, 6
sayfalık; bazı yerlerini okuyacağım, dikkatinizi çekmek için, diyorlar ki:
"İzmit Su Projesinin yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilmesi için
yapılan çalışmaları bu açılardan değerlendirdiğimizde, kanun ve kararda
öngörülen hususlara tam bir aykırılık olduğu görülmektedir." Yine,
aykırılıkları sıralıyorlar ve şöyle bitiriyorlar, diyorlar ki: "Bugüne kadar
olan çalışmaların iptal edilerek, 3996 sayılı Kanun kapsamında yer alan
prosedürün izlenmesi yoluyla, projenin yeniden oluşturularak Yüksek Planlama Kuruluna
sunulması, Yüksek Planlama Kurulunun belediyeye yap-işlet-devret konusunda
yetki vermesi ve belediyenin, 3996 sayılı Kanun ve 94/5907 sayılı Bakanlar
Kurulu kararında yer alan esaslar çevresinde projeyi yeniden ihale
ederek..." Yeniden ihale ederek, evet. Tabiî, bu yazılar, paraflanmıştır,
yukarılara gönderilmiştir; ama, maalesef ve maalesef, kesinlikle, ne
yapılmamıştır; hesaba katılmamıştır. Artık, siyasetçi-bürokrat-işadamı üçlüsü,
bu projeyi, her ne pahasına olursa olsun, YİD modeliyle ve Hazine garantili
olarak yapmak istemekte ve prosedürler el çabukluğuyla tamamlanmakta,
yazışmalar, raporlar ve alınan onaylar hep kitabına uygun hale getirilmektedir.
Örneğin, Hazine tarafından hazırlanıp Başbakanlığa sunulacak 31 Mayıs 1994
tarihli ilk onayda "su satış fiyatının Hazinece sübvanse edilmesi ihtiyacı
doğacaktır" -ki, ta o zamandan bilinmektedir- ifadesi onay yazısından
çıkarılmıştır. Yani "Hazinece sübvanse edilmesi ihtiyacı doğacaktır"
bölümü pas geçilmiştir. Burada görüldüğü gibi, çok açık ve net gerçekler, hep,
birileri tarafından gizlenmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 17
Ocak 1995 tarihinde, İzmit Büyükşehir Belediyesi, GAMA AŞ, Güriş AŞ, yurtdışı
şirketler Thames Water, Mitsui ve Sumitomo'nun ortak olduğu İzmit Su AŞ
kurulur. İSAŞ'ın kuruluşundan hemen onüç gün sonra da, bütün karşı yazı ve
uyarılara rağmen, Hazine, yukarıdan gelen talimat doğrultusunda, 30 Ocak 1995
tarihinde, DPT'ye, projenin YİD kapsamına alınmasının uygun olduğunu bildirmiş
ve 24 Şubat 1995 tarihinde, proje YİD kapsamına alınmıştır. Yabancı büyük ortak
Thames Water, bütün bu gelişmeleri yakından izlemekte, suyun pazarlanması
konusunda endişelenmektedir. 6 Haziran 1995 tarihinde, belediyeye gönderdiği
"gizli" kayıtlı raporda, gerekli önlemler alınmadığı takdirde, mevcut
haliyle, belediyenin su gelirleri ve giderleri arasında negatif bir fark, yani
zarar olacağını belirtmiştir. Buna karşılık, Belediye Genel Sekreteri Sayın
Kadri Veziroğlu ise, 21 Haziran 1995 tarihinde gönderdiği "özel" kayıtlı
yazısında, belediyenin su gelir-gider farkının, tarife ayarlamaları ve
toplanacak diğer paralarla karşılanacağını, eğer gerekirse de, bu sübvansiyonun
belediye bütçesine dahil edilebileceğini açık bir şekilde söylemiş ve endişe
edilecek hiçbir şey yok demiştir. Yani, belediye, taahhüt edip şirketten
alacağı yılda 142 000 000 metreküp
suyun parasını, hiç sorunsuz, tıkır tıkır ödeyecektir. Halbuki, belediye,
bugüne kadar, hiçbir su faturasını ödememiştir -bir kuruşluk bile- ve Hazineye
ödettirmiştir hepsini. Bütün su faturalarını, halen de Hazine ödemektedir.
Artık, YİD kapsamına alınmış proje, daha
bir şevkle yürütülmekte her şey belediye ve İSAŞ'ın istediği şekilde
gerçekleşmekte, bürokratlar ise işleri yoluna koymaktadır.
24 Ağustos 1995 tarihinde, İzmit
Büyükşehir Belediyesi ile İSAŞ arasında su satış anlaşması imzalanmış,
imzalanan uygulama su satış anlaşmasında da bu sefer proje maliyeti 144 000 000
dolar daha artarak 720 000 000 dolardan 865 000 000 dolara çıkmıştır. Halbuki,
projede hiçbir değişiklik olmamıştır. Nedendir bilinmez, Hızır (aleyhisselam)
uğramış gibi, bu projenin maliyeti her geçen gün bereketlenmektedir.
Bu arada, İSAŞ'ın yabancı ortaklarına
verilecek olan yüzde 14 gibi çok yüksek kârlılık oranı, dönemin Hazineden
sorumlu Devlet Bakanı Sayın Tansu Çiller'in makam odalarında ve katılımlarıyla
ilgililerce saptanmış ve cömertçe verilmiştir. Ne gam, ne de olsa paralar
Hazineden ödenecektir!..
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Onu da Sefa Bey mi
yaptırmış acaba?!
(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Ve sonunda, proje yapımı için,
mevcut yasalara ve yönetmeliklere aykırı biçimde, fayda-maliyet analizi
yapılmadan, incelenip irdelenmeden, her şey İSAŞ'ın istekleri doğrultusunda,
pazarlıksız, rekabetsiz ve ihale edilmeden İSAŞ'a verilmiştir. Evet, ihale
edilmeden İSAŞ'a verilmiştir! Bu projede ihale yoktur. Sayın Kılıçdaroğlu, dün,
burada yaptığı konuşmasında raporumuzda ihaleye fesat karıştırıldığını
yazdığımızı söylüyor. Eğer, kendisi raporumuzu dikkatlice okusaydı ya da
okusaydı, kesinlikle Komisyonumuzun ihaleye fesat karıştırma gibi bir sözcük
kullanmadığını görecekti; çünkü, bu işte zaten ihale yoktur ki fesat
karıştırılsın!.. İhaleye fesat karıştırılmamış, alım, satım ve yapıma fesat
karıştırılmıştır.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bunların hepsini
Recai Kutan yapmıştır.
(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 19 Aralık 1995 tarihinde bir mutlu son daha gerçekleşmiş ve
Hazine, taraflara "bendensiniz" diyerek, işin en başından beri
taraflarca istenen hazine garantilerini vermiştir. Taraflar bir kez daha derin
bir nefes alıp "oh be, bu da oldu" demişlerdir. Artık, sıra diğer
işleri tamamlamaya gelmiştir. Hazine garantileri verilirken de çok dikkat çekici
bir durum olmuştur. Bütçe Kanununa göre hazine garantilerini vermeye Hazinenin
bağlı olduğu Devlet Bakanı tek başına yetkiliyken, dönemin bakanı, bu projenin
görünür ve net olumsuzluklarından dolayı bu riske tek başına girmek istememiş,
kendisi imzaladıktan sonra bir bakana daha imzalatmış ve Başbakanın da imzalı
onayını almıştır. Yani, hazine garantileri, ilk ve son olarak, sadece bu
projede üçlü imzayla verilmiştir.
21 Mart 1996 tarihinde, Yuvacık Barajı,
İzmit Büyükşehir Belediyesine, DSİ tarafından, baraj için yapılan harcamaların
geri ödenmesi koşuluyla devredilmiş; ama, tahmin edeceğiniz gibi, belediye, bu
parayı da ödememiş, DSİ'yle mahkemelik olmuştur; mahkeme de devam etmektedir.
Burada unutmadan söyleyeyim ki, işbitirici belediye, İSAŞ'a, yüzde 15 oranında
ortak olma karşılığı 20 200 000 dolar parayı da ödememiş, Hazineye
ödettirmiştir.
Yeni bir hükümet dönemi gelmiş, proje
tekrar masaya yatırılmıştır. Yılda 142 000 000 metreküp suyun parası, satılsın
satılmasın, şirkete ödenecektir; bu duruma bir çare bulunmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Baştopçu, sözlerinizi
tamamlar mısınız.
Buyurun.
(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Çaresiz kalan dönemin Hazineden
sorumlu Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay, İçişleri Bakanlığına 22 Mart 1999
tarihinde yazdığı bir yazıda, Körfez'deki belediyeler ile İSKİ'nin bu suyu
alması gerektiğini belirterek, bölgedeki sanayi kuruluşlarının Sapanca Gölünden
su almalarının engellenerek, Yuvacık Barajından su almalarını istemiştir.
Sapanca Gölünden su almalarının engellenerek... Yani, çaresiz kalan devlet,
elindeki devlet gücünü kullanarak, dayatmayla, kendi kurumlarına elde kalmış
pahalı suyu satmak istemektedir; ama, ne çare ki, su, yine satılamamıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepimizin bildiği gibi -Mevla bir daha göstermesin- 17 Ağustos 1999 tarihinde,
bölgede büyük bir deprem yaşanmıştır. İsale hatlarının bir bölümü ile şehir
suyu şebekeleri ciddî anlamda hasar görmüş, suyun şehirdeki abonelere satışı ve
tahsilat hemen hemen imkânsız hale gelmiştir. Garantör olarak su faturalarını
ödeyen Hazine, ileride de başına gelecekleri bildiği için, hemen depremden bir
hafta sonra, 24 Ağustos 1999 tarihinde belediyeye bir yazı yazarak, anlaşma
gereği, acilen mücbir sebep bildirimi vermeleri gerektiğini bildirmiştir; diğer
bir deyişle, tesislerin satın alınarak proje hesabının kapatılmasını
istemiştir; ama, maalesef, zamanında GAMA AŞ'nin şirket temsilciliğini yapmış,
hem İSAŞ Yönetim Kurulu Başkanı hem de Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri
olarak hep masanın her iki tarafında da aynı anda bulunan, hem alıcı hem satıcı
Sayın Kadri Veziroğlu ile Sayın Sirmen, İSAŞ'a yapılacak bu işlemin hakça
olmadığını 31 Ağustos 1999 tarihli bir yazıyla Hazineye bildirerek, ülke yararına
kullanacakları bu yasal haklarını kullanmayıp, aksine, şirket yararına
kullanmışlardır. Eğer o gün satın alınma işlemi olsaydı, 200 000 000 doları
peşin, 1 150 000 000 doları sekiz yıl vadeli olacak şekilde, bu tesisler, bize,
1 350 000 000 dolara mal olacaktı. Halbuki, Hazine, 23 Haziran 2003 tarihine
kadar, bu projeye nakit 892 000 000 dolar ödemiş olup, bunun faizleriyle
birlikte Hazineye gerçek maliyeti -ki, onlar hesapladı- 1 141 000 000 dolardır.
Yani, bugünkü kurlarla, bu projeye, Hazinemizden, milletimizin cebinden,
kesemizden 1 katrilyon 712 trilyon ödenmiştir. Bu parayla, ülkemizde, bu baraj
gibi kaç baraj ve daha neler yapılabileceğini hepimiz çok iyi bilmekteyiz. Eğer
bu durum böyle devam ederse, tesislerin devralınacağı 18 Ocak 2014 tarihine
kadar projenin Hazineye toplam maliyeti 4 500 000 000 dolar olacaktır. Diğer
bir deyişle, DSİ hesaplamalarına göre, proje, gerçek değerinin 20 katından daha
fazlaya Türkiye'ye mal olacaktır. İşte, buna hiç kimsenin gönlü razı
olmamaktadır.
Komisyonda dinlediğimiz, bu projede
sorumluluğu olmuş bütün siyasîler, bürokratlar, işadamları, kısacası herkes,
akıllara durgunluk veren bu sayısal değerler ile vahim sonuçtan çok büyük
üzüntü duyduklarını bildirmişlerdir. Ayrıca, baştan sona bile bile yanlışlarla
gerçekleşen bu proje için siyasîler bürokratları, bürokratlar da siyasîleri
suçlamışlardır. Nasıl ki, demokrasilerde çare tükenmezse, zarar eden baraj
yatırımlarında çare tükenmez örneği, Sayın Sefa Sirmen, komisyonumuzda,
Hazinenin uğradığı zararın, barajın altına konulacak bir türbinle elektrik
enerjisi üreterek ve fazla olan arıtılmış suyun da bidonlanıp satılarak çok
kolay karşılanabileceği önerisinde bulunmuştur.
BAŞKAN - Sayın Baştopçu, toparlar mısınız.
(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Bu arada, üzülerek ifade edeyim
ki, Sayın Sirmen, Yuvacık Araştırma Komisyonunun kurulmasına son anda imza
koymasına rağmen, yerel ve ulusal basın ve medyaya, bu komisyonu tanımadığını
defalarca söylemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini hiçe sayan bu
davranışını, sizlerin ve bütün kamuoyunun takdirlerine arz ediyoruz.
Ayrıca, Sayın Sirmen, Türkiye Büyük Millet
Meclisi tarihinde ilk kez gerçekleşen bir olayın da kahramanı olmuştur. Yuvacık
Komisyonumuz çalışmalarına devam ederken ve raporumuzun daha ilk sayfası bile
yazılmamışken, anlaşılması zor bir telaş ve psikoloji içinde, kendisini yine
tek yetkili varsayarak, tanımadığı Komisyonumuza 250 sayfalık bir muhalefet
şerhi göndermiş ve Komisyondaki Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarının
hiçbirinin haberi olmadan, bu şerhi imzalamaları için isimlerini açmıştır; ama,
gayet tabiî ki, imzalattıramamıştır.
Kentte 1999 depreminden sonra daha da
bozulan şehirsuyu şebekesindeki kaçaklar nedeniyle, barajdan yılda alınan 100
000 000-120 000 000 metreküp suyun yaklaşık 65 000 000-75 000 000 metreküpü
kent tabanına akmakta olup, şebekedeki kayıp oranı yüzde 60-70 düzeyindedir.
Kocaeli Üniversitesi, kent tabanına şimdiye kadar akmış ve akmakta olan büyük
miktardaki bu suyun zeminde oluşturacağı olumsuzluklarla ilgili olarak
hazırladığı raporunda, olası bir depremde -Allah korusun- ıslak, killi zeminde,
tahribatın, bu yüzden, en az 10 misli artacağını belirtmiştir.
BAŞKAN - Sayın Baştopçu, toparlar mısınız.
(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI
KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Toparlıyorum efendim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Komisyonumuz, yaptığı özenli ve ayrıntılı çalışmasıyla, Hazinemizi çok büyük
zarara sokan bu projeye ışık tutmuş ve üstündeki örtüyü kaldırmıştır. Projenin,
yürürlükteki mevzuata aykırı olarak YİD kapsamına alınması, ihalesiz,
pazarlıksız, rekabetsiz olarak yapımı ile kabul edilemez yüksek maliyeti ve
üretilen suyun pazarının olmayışı gerçeklerini bile bile bu projenin
gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bütün siyasetçi, bürokrat ve işadamları bu
işin hesabını vermelidirler. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir soruşturma
komisyonu kurularak, bu konu enine boyuna irdelenmeli ve bütün gerçekler,
ülkenin aydınlık yarınları için kamuoyuna açıklanmalıdır; yargılanması
gerekenler yargılanmalıdır.
Araştırma Komisyonumuz, hiçbir ayırım
gözetmeksizin, bu projedeki bütün sorumlular hakkında, konumlarına göre,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ve
İçişleri Bakanlığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Bu konuya çok önem veren
AK Parti Hükümetimiz, sorunun çözümü, devlet zararlarının en aza indirilmesi
için, Hazinemiz kanalıyla ilgili taraflarla görüşmelerini başlatmış olup, halen
bu görüşmeler devam etmektedir.
Komisyonumuz, bu projede, her şeyin
planlı, programlı, eşgüdümlü, hiçbir adımı tesadüflere bırakılmadan yapılıp,
ilgili kişi ve kurumların eylem birliği içerisinde, alım, yapım ve satıma fesat
karıştırdıkları kanaatine varmıştır. Bundan sonrasına başta Türkiye Büyük
Millet Meclisi olmak üzere, hukuk ve bağımsız yargı karar verecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Araştırma Komisyonumuzun elde ettiği, hepsi resmî belgelere dayalı Yuvacık
Barajı gerçeğini özet bir şekilde sizlerle paylaşmak istedim. Beni sabırla
dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyor, en içten sevgi ve saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baştopçu.
Sayın milletvekilleri, saat 18.00'de
toplanmak üzere, Birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 16.31
İKİNCİ
OTURUM
Açılma
Saati: 18.00
BAŞKAN:
Başkanvekili Yılmaz ATEŞ
KÂTİP
ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman)
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 17 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve
Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla
kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun raporunu görüşmeye devam ediyoruz.
V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1. - Kocaeli
Milletvekili Osman Pepe ve 23 Milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi
Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi ile İlgili İddiaların Araştırılması
Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması
Komisyonu Raporu (10/4) (S. Sayısı: 265) (Devam)
BAŞKAN- Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri, siyasî parti
gruplarımız konuşmuşlardı, Komisyon konuşmuştu. Şimdi, şahısları adına söz
vereceğiz. Hükümet de istediği zaman, kendilerine söz vereceğiz.
Şahısları adına ilk söz, Sakarya
Milletvekili Sayın Recep Yıldırım'ın.
Sayın Yıldırım?.. Yok.
İkinci söz talebi, Bursa Milletvekili
Sayın Mehmet Emin Tutan'ın.
Buyurun Sayın Tutan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 265 sıra sayılı İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit
Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması
amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun hazırladığı raporla ilgili
olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Benden önce konuşan değerli konuşmacılar
projenin kronolojisi hakkında gerekli bilgileri verdiler. Komisyon olarak, dört
ay süresince, konuyla ilgili siyasetçi, bürokrat ve projenin yapımında emeği
geçenlerden yaklaşık 30 kişiyi dinledik; ben de, komisyonun bir üyesi olarak,
bunlarla ilgili bazı izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, konu hep getiriliyor,
suyun nereye satılacağı üzerinde odaklaşıyor. Sayın İzmit Büyükşehir Belediyesi
yetkilileri ve Sayın Sefa Sirmen, bu projenin bu hale gelmesinde en büyük
sorumluluğun suyu almayan İSKİ'nin olduğu üzerinde sürekli olarak bir şeyler
söylediler.
Şimdi, sizlere, komisyonumuza ulaşan ve
raporda da eki bulunan iki belgeyi göstermek istiyorum. İlk belge, 12 Ekim 1992
tarihli. O tarihteki İSKİ Genel Müdürü Sayın Ergun Göknel tarafından Hazineye
gönderilen yazı. Yazıda şöyle deniliyor: "İnşaatı devam eden Sazlıdere ve
Kirazdere projelerinin, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından, yürütülmesine devam
edilmesi desteklenmektedir; ancak, toplam tutarı yaklaşık 200 000 000 dolar
olan Kirazdere Barajı ve tesislerinin BOT'yle, yani, yap-işlet-devret ile
yapılmaya çalışılması ve bu konuda idaremize yapılan müracaatlarla, su satış
fiyatlarının çok yüksek olacağının anlaşılması, bu suyun tarafımızca
kullanılmasının ancak çok zorunlu hallerde mümkün olabileceğini göstermektedir."
Yine, komisyonumuza ulaşan bir diğer
belge; Sayın Ergun Göknel tarafından gönderilmiş. Burada da, Sayın Göknel'in
ifadeleri var, aynen okuyorum: "Sağlanacak suyun pahalılığı ve
koşullarının ekonomik olmaması dolayısıyla, yap-işlet-devret yöntemiyle
yapılmasına karşı olduğumuz İzmit Yuvacık Barajından, İstanbul'a yılda 100 000
000 metreküp su getirilmesi projesiyle ilgili sözleşme, Genel Müdür olduğum
sürede, İSKİ'nin karşı gelmesi sebebiyle imzalanamamıştır.
Yap-işlet-devret uygulaması dışında,
bilinen finansman yöntemlerini kullanarak projenin gerçekleştirilmesinin en
uygun ve ekonomik yol olduğuna inanıyorduk. Bu amaçla, Kuveyt Fonuyla
yaptığımız görüşmelerde belli bir aşamaya ulaşmış ve 100 000 000 dolarlık bir
kredi için karşılıklı niyet mektupları verilmişti.
Uygun koşullu, uzun vadeli kredi bularak,
projenin finansmanını sağlama çabası içindeyken, GAMA ve Güriş İnşaat
Şirketleri, İSKİ'ye yap-işlet-devret yöntemiyle projeyi gerçekleştirme
önerisiyle başvurdular. Bunun üzerine, Güriş Şirketinin büyük ortağı
başkanlığında YİD modeliyle projeyi gerçekleştirmek isteyen konsorsiyumdaki
Japon kredi kuruluşları, İngiliz Thames Water Su Şirketi, GAMA ve Güriş
Şirketlerinin temsilcilerinin olduğu bir heyetle genel müdürlük makamında
görüşmeler yapıldı. Öne sürdükleri koşulların arasında en önemlisi, İSKİ'nin on
yıl boyunca yılda 100 000 000 metreküp suyu almayı taahhüt etmesiydi.
Önerdikleri su fiyatı da metreküpü 2,40 dolardı. Ancak, 1992 yılında İSKİ'nin
kente verdiği suyun maliyeti 0,65-0,70 dolar arasında değişiyordu.
Görüşmelerin başından beri, sonucun ancak
yönetim kurulu kararıyla belirleneceğini belirtiyorduk. İstek üzerine
kendilerine bu anlamda bir yazı da verildi. Yazının herhangi bir anlaşma
özelliği yoktu; ancak, işlemlerin nasıl yürütüleceği konusunda bilgi
veriliyordu. Birkaç görüşmeden sonra, suyun maliyetindeki bu büyük fark ve on
yıl boyunca 100 000 000 metreküp su satın alma şartı -parantez içinde diyor ki,
"bu miktar su kullanılmasa da bedeli ödenecekti"- dolayısıyla
anlaşmanın gerçekleşemeyeceğini anlayarak, görüşmelere son verdik."
Burası çok önemli arkadaşlar: "Bir
süre sonra, zamanın Bayındırlık Bakanı Onur Kumbaracıbaşı, beni telefonla
arayarak, Japon ve İngiliz heyetlerinin Yuvacık Barajı konusunda anlaşma
imzalamak üzere İstanbul'a geleceklerini bildirdi. Ben de cevaben, İSKİ olarak
bizim, projenin yap-işlet-devret modeliyle yapılmasına karşı olduğumuzu ve 100
000 000 metreküp su alma konusunda olur vermediğimizi söyledim. Sayın Bakanla
olan telefon görüşmemiz bu söz üzerine sona erdi ve Genel Müdürlük görevime son
verildikten bir hafta sonra da 'İzmit Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su
Temin Projesi' adı verilen projenin yap-işlet-devret yöntemiyle yapılması için
gerekli sözleşme, zamanın Devlet Bakanı Yıldırım Aktuna tarafından
imzalandı."
Değerli arkadaşlar, proje bu hale gelene
kadar bir sürü aşamadan geçmiş. Ben bu kronolojiye girmeyeceğim. Ancak, zamanın
DPT'deki uzmanları bir rapor hazırlamışlar. Bu rapor da komisyon raporumuzun
eklerinde var. 16 Ocak 1995 tarihinde hazırlanan Yuvacık Barajı Projesinin
neden yap-işlet-devret modeli kapsamında değerlendirilmemesi gerektiğini çok
açık anlatmışlar. Bazı satırbaşlarını söylemek istiyorum bu rapordan.
Raporda aynen şöyle deniliyor:
"Devlete 890 000 000 dolara mal olan projenin gerçek maliyeti, bugünkü
değerlerle yaklaşık 235 000 000 dolardır."
Bir sürü gerekçe var bu kararın uygun
olmadığına dair. Bunları kısaca anlatayım:
1- Yatırım veya hizmetin yap-işlet-devret
modeliyle gerçekleştirilmesi için, öncelikle, YPK'dan yetki alınması gerekir.
İzmit Su Projesinde bu konuda herhangi bir karar yoktur.
2- 3996 sayılı Kanunda uygulama
sözleşmesinin imtiyaz niteliği taşımayacağı hükmü yer almaktadır. Bu nedenle,
yapılan düzenlemelerde projenin olabildiğince çoklu ve uluslararası rekabete
açılması öngörülmüştür. Bu proje için ise böyle bir rekabet söz konusu
değildir.
3- Bu projenin DSİ tarafından yaptırılmış
olan kati projeyle aynı karakteristiğe sahip olmasına rağmen, maliyeti 3 katına
kadar çıkmaktadır.
4- Rekabetçi ortamın sağlanmasıyla ilgili
şartlar yerine getirildiği takdirde, toplam yatırım tutarının daha gerçekçi
rakamlara inebileceği düşünülmektedir.
Zamanınızı fazla almayacağım. Bu şekilde
bir sürü olumsuz görüşler beyan etmiş değerli uzmanlar.
Ancak, DPT uzmanlarının bu şekilde olumsuz
görüş bildirmelerine rağmen, dönemin DPT Müsteşarı, yazıyı olurla YPK'ya sunmuş
ve YPK'da da olay gerçekleşmiş.
Tabiî, 30 kadar uzmanla ve yetkiliyle
görüştük komisyon çalışmalarımız süresince. Görüştüğümüz, çağırdığımız
uzmanların, yetkililerin, siyasetçilerin, bürokratların büyük bir çoğunluğu, bu
projeden, Hazinenin zarara uğratılmasından dolayı gerçekten çok üzgün
olduklarını hepsi beyan ettiler; ancak, benim hatırımda kaldığı kadarıyla iki
kurum, iki kişi bu projenin çok doğru olduğunu söylemişti. Biri, inşaatı
üstlenen GAMA Firmasının yetkilisiydi, bir diğeri de İzmit Büyükşehir Belediye
Başkanı Sayın Sefa Sirmen'di.
Sayın Sefa Sirmen'in komisyonda söylediği
sözleri aynen burada nakletmek istiyorum. "Hazinenin zararı söz konusu
değildir, bu zarar belediyenindir. Belediye borçlanmıştır, Hazine er geç bunu
belediyeden tahsil edecektir" demiştir.
Şimdi, tabiî, ben sormak istiyorum:
Hazinenin zararı kamunun da, İzmit Büyükşehir Belediyesinin zararı sizin
şahsınızın mı Sayın Sirmen?! Elbette bu da kamunun zararıdır.
Yine, Sayın Sirmen'in söylediği bir söz
var, bunu da nakledeceğim. Aynen şöyle söylüyor: "Bugün de olsa yine aynı
şekilde davranırım, yine aynı şartlarla karar veririm. Ben bu projeyi
destekliyorum ve bu proje doğru bir projedir."
İki gündür konuşuyoruz, sizler de
dinliyorsunuz; DSİ'nin emsal projeleri var, yaptığı kati hesaplar var.
MUHARREM İNCE (Yalova) - İstanbul
Belediyesini de konuşacak mıyız?
MEHMET EMİN TUTAN (Devamla) - Yapılan tüm
rakamlar, bu işin azamî olarak 400 000 000 dolara gerçekleşeceğini gösteriyor.
Şu ana kadar projeye Hazinenin ödediği para 1 000 000 000 doları geçmiştir ve
bu şekilde devam ettiği sürece onbeş yılın sonunda da Hazineye, kamuya bu işin
maliyetinin yaklaşık 4 500 000 000 dolar olacağı da öngörülmektedir. En iyi
ihtimalle, Hazine burada 10 kat zarara uğratılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tutan, sözlerinizi tamamlar
mısınız.
MEHMET EMİN TUTAN (Devamla) - Teşekkür
ederim Sayın Başkanım.
Sonuç olarak; maddî kaynağı ve teknolojisi
olmayan az gelişmiş ülkeler için yap-işlet-devret modeline ihtiyaç vardır.
Ancak, modelden umulan faydanın gerçekleşmesi, modelin sağlıklı işlemesiyle
mümkündür. Ne yazık ki, İzmit Su Projesinde olduğu gibi, yürürlükteki mevzuata
uyulmadan ve gerekli analizler yapılmadan gerçekleştirilen projelerden sağlanan
fayda, maliyetinin çok altında kalmakta ve sonuçta, yük, tamamen topluma
yansımaktadır.
Sayıştayın yap-işlet-devret modeliyle
yapılan söz konusu projeyle ilgili raporunda, olayın bütün çarpıcı yönleri
açıklığa kavuşmaktadır. Bu raporda, bu projenin benzerlerinden çok daha
pahalıya yapılarak, Hazinenin ağır bir yük altına sokulduğu dile getirilmiştir
diyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tutan.
Şahsı adına, Kocaeli Milletvekili Sayın
Sefa Sirmen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Yuvacık Barajıyla ilgili Meclis Araştırması
Komisyonu raporu üzerinde, şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, iki gündür, AKP sözcüsünün ifade
ettiği gibi, Yuvacık Barajıyla ilgili araştırma komisyonu raporu görüşülüyor.
Çok büyük üzüntüyle ve hayretle takip ediyorum. Hem Meclisimize verilen
bilgilerin hem bu vasıtayla, kamuoyuna verilen bilgilerin tümü yanlış, doğru
değil; hiçbiri, belgelere, bilgilere dayalı bir açıklama değil. Ben, daha
evvelki konuşmamda, sizlere, Yuvacık Barajıyla ilgili devletin resmî
belgelerini bir arada toplayan kitapçığı dağıtacağıma söz vermiştim ve her
birinizin odasına ulaştı zannediyorum; bilmiyorum, fırsat bulup okuyabildiniz
mi.
Bu işle ilgili komisyon kurulma kararı
verildiğinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, bana, bu komisyonda görev almamı
söylemişti; ama, ben, bu araştırma komisyonu önergesine imza koydum diye etik
olarak kendimi uygun bulmadım ve oraya başka teknik arkadaşların
görevlendirilmesini istedim ve Grubumuz da, projeyle ilgisi olmayan 4
arkadaşımızı bu işle görevlendirdi. Kendileriyle yaptığım konuşmada -hepsi de
buradadır- tamamen tarafsız, objektif bir inceleme yapmalarını hassaten rica
ettim kendilerinden; ama, görüyorum ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, bu
komisyona, görevli olarak, bu konular hakkında iddia sahibi olanları seçmiştir;
hatta, bu konuyla ilgili rapor veren Sayıştay uzmanı, komisyonda uzman olarak
çalıştırılmıştır; komisyon daha çalışmalarına başlamadan önyargılı olduğunu
zaten belli etmiştir.
Daha evvelki arkadaşım konuştu, komisyon
görev dağılımı yaptı, başkan, Körfez eski Belediye Başkanı Muzaffer Baştopçu,
Kocaeli'ne gittiğinde, yerel gazetelere ve ulusal gazetelere "bu işin sonu
soruşturmaya varacak" gibi önaçıklamalar yaparak, zaten bu komisyonun, bir
Sayıştay uzmanının raporunu aklamak, bir de Sayın Tayyip Erdoğan'ı aklamak için
kurulmuş bir komisyon olduğunu gösterdi. (AK Parti sıralarından gürültüler)
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Tayyip
Erdoğan suçlu değil ki aklansın; hâlâ oraya takıldınız!
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Biraz utan ya,
hiç olmazsa utan!
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Lütfen
dinler misiniz; biz sizi dinledik; konuştunuz, dinledik.
AHMET YENİ (Samsun) - Çok rahat
konuşuyorsunuz!
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Şimdi,
Yuvacık Barajının, 1972 yılında Devlet Su İşleri tarafından proje ve etüt
çalışmaları başlatılmış, 1986'da ihalesi yapılmış, 1987'de temeli atılmış. Ben,
1989'da Belediye Başkanı seçildim. İzmit'in, Kocaeli'nin en büyük sorunu, en
önemli sorunu, su sorunuydu. Türkiye'nin en büyük sanayi merkezi olan
Kocaeli'nde, sanayi neredeyse durma noktasına gelmişti; yeraltı kaynaklarından
artık tuzlu su gelmeye başladığı için, yeraltındaki ekolojik denge bozulmaya
başlamıştı. Dönemin Başbakanı Sayın Turgut Özal'a, ilimize yaptığı ziyaretinde,
o dönemin milletvekilleri ve belediye eski başkanı tarafından, Yuvacık
Barajının durduğu, bir an evvel bitirilmesi gerektiği, Kocaeli Valisiyle
birlikte ifade edildi; ben de bizatihi tanıktım. Bu projenin Devlet Su İşleri
imkânlarıyla yirmi yıl daha bitmesinin söz konusu olmadığını; bu nedenle, hemen
orada müteahhit firmanın yönetim kurulu başkanını çağırarak, görev vererek, bu
projenin yap-işlet-devret modeline dönüştürülmesi talimatını vermiştir.
Bunun en önemli tanığı, sizin aranızdadır:
Afif Demirkıran, şimdi Batman Milletvekili. Ben, komisyonda niye görev
almadığını da hayretle takip ediyorum. Bu projeyi başlatan, o dönemin DPT Daire
Başkanı Afif Demirkıran'dır; akıl hocası odur. Türkiye'de, yap-işlet-devret
modeliyle içmesuyuna yönelik hiçbir proje yapılmamıştı; ilk defa, İzmit Yuvacık
Projesinin, bu düşünceyle yap-işlet-devret modeline dönüştürülmesi için yeni
yasal düzenlemeler gerektiği, yeni kararlar alınması gerektiği düşünülerek,
Afif Demirkıran'ın Başkanlığında, ilk toplantı, Ankara'da, DPT'de yapıldı; ben,
Kocaeli Valisiyle birlikte geldim. Bu projenin, alelacele yap-işlet-devret
modeline dönüştürülmesi için, hükümetin, Başbakanın desteğiyle, her türlü
talimatlar verildi ve yine, DPT'nin ön niyet mektubuyla ihaleyi alan, 1987'de
Devlet Su İşlerinin yapmış olduğu ihaleyi kazanan GAMA Firması bu işle
görevlendirilerek "dışarıdan kredi bul, bunu yap-işlet-devretle bitir, bu
baraj bizim için önemlidir..."
Tabiî, Kocaeli'nde bunlar yaşanırken
İstanbul'da farklı bir şey mi yaşanıyordu. İstanbul'a, Yalova'dan, tankerlerle,
balonlarla su taşınıyordu. İstanbul'da, benzin istasyonundan çok, İstanbul'un
sokaklarında İSU istasyonları kuruluyordu. Onun ötesinde, İstanbul'da,
bulutlara bomba atılarak yağmur yağdırma çalışmaları yapılıyordu. O tarihlerde,
bu projenin kapasitesi hesaplandı. Bu fizibiliteyi İzmit Büyükşehir Belediyesi
yapmadı. Yine, devletin bu konudaki en uzman kurumu olan Devlet Su İşleri, bu
barajın kapasitesi yılda 142 000 000 metreküp su temin edecek, bu suyun 100 000
000 metreküpünü, 2020 yılına kadar, kademeli olarak İstanbul Belediyesi, yani,
İSKİ alacak, 30 000 000 metreküp suyunu TÜPRAŞ, İGSAŞ gibi sanayi kuruluşları
alacak, diğer kalan suyla da, biz, Kocaeli halkı olarak, eksiğimizi tamamlamış
olacağız.
Değerli arkadaşlarım, ben bir belediye
başkanıyım. Proje 1972 yılında başlamış, ben 1989'da gelmişim; 17 senede,
projenin daha yüzde 30'u, sadece gövdesi yapılmış. Dün, Sayın Bayraktar diyor
ki : "15 000 000 dolar keşif bedeliyle, yüzde 64 tenzilatla GAMA AŞ'ye
ihale edilmiştir. 1999 yılına kadar tesisin takriben yüzde 50'si bitirilerek,
baraj inşaat kısmının yüzde 80 ödemeleri yapılmışken, o dönem sonrası, Devlet
Su İşlerinin kendi özkaynaklarıyla bu işin çözülemeyeceği kanaati tartışılarak,
yap-işlet-devret modeline dönüştürülmüş."
Şimdi, değerli arkadaşım, bir kere, 1987
keşfiyle, aynı rakama -15 000 000 dolar, doğru- yapılan ihale, barajın gövde
kısmıdır, sadece gövde kısmıdır ve 1987'den 1994'e kadar bütün hakedişler
Devlet Su İşlerinde vardır. 1994'e kadar, GAMA'ya ödenen para 15 500 000 dolar,
yapılan iş yüzde 30.
Bu baraj yap-işlet-devret modeline
dönüştürülmeseydi, aynı koşullarla, eskalasyon verilerek GAMA'ya devam
ettirilseydi, baraj gövdesi 59 000 000 dolara bitecekti; yani, baraj
devredilmeseydi, Devlet Su İşleri, GAMA'ya, sadece gövde için 35 000 000 dolar
daha ödeyecekti. Bunların hepsi, Devlet Su İşlerinin resmî kayıtlarında vardır;
yani, gövde kısmını Devlet Su İşleri tamamlamış olsa 59 000 000 dolar,
yap-işlet-devret modeline dönüştürüldükten sonra, Yuvacık Barajının sadece o
kısmı için müteahhitlere ödenen para 56 500 000 dolar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlar mısınız.
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Bu baraj,
sadece gövdeden ibaret değil. Devlet Su İşleri, sadece o gövdeyi ihale
etmiştir. Onun dışında, Pendik Şıhlı'ya kadar isale hattı, terfi istasyonları,
pompa istasyonları ve arıtma; bunlar, Devlet Su İşlerinin 1987'deki ihalesinde
yoktu. Bütün bunlar, yap-işlet-devret modeliyle fiyatlandırıldı ve 1996'da,
Devlet Su İşleri, İzmit Büyükşehir Belediyesine barajı devretti. Aynı yıl,
yap-işlet-devret modeline dönüştürülmesi için sözleşme kesinleşti ve imzalandı,
inşaata başlandı.
İnşaatın temelini kim attı; dönemin Enerji
Bakanı Sayın Recai Kutan -size dağıttığım belgelerde bunların hepsi var-
dönemin Başbakanı Sayın Necmettin Erbakan...
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Onlar yok,
onlar olur mu; onların dokunulmazlıkları var!
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Bunlar,
temel atıldı ve o dönemde başladı.
Değerli arkadaşlarım, biraz evvel burada
konuşan arkadaşımız, burada, sadece Sayın Tansu Çiller'in ve bazı bakanların
ismini kullandı. Aslında, bu projenin temelini atan, o dönemin Enerji Bakanı
Sayın Recai Kutan, bu komisyona davet bile edilmedi; halbuki davet edilmeliydi.
O dönemde Başbakan Sayın Necmettin Erbakan, yardımcısı Sayın Tansu Çiller. Bu
projeyi yap-işlet-devret olarak başlatan, Sayın Turgut Özal ve onun kabinesi;
idare devam eder. Onlar da, Kocaeli'ndeki sanayiin gücünü ve ihtiyacını
gördükleri için, Kocaeli'nin susuzluğunu bildikleri için ve tabiî en önemlisi,
İstanbul için bu projenin yapılmasına herkes onay verdi.
Değerli arkadaşlarım, İstanbul'un,
İSKİ'nin, 1989-1994 yılları arasında yaşadığı sıkıntıları, 1994'ten sonra Sayın
Recep Tayyip Bey göreve başladıktan sonra yaşamadı. Yani, Recep Tayyip Beyin
döneminde, 1994-1999 döneminde, aynı su sıkıntısı İstanbul'da yaşanmış olsaydı,
acaba bu suyu 2 dolar, 3 dolar verip almazlar mıydı? Ama bakın, ben baktım,
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünden aldığım veriler burada; 1989-1994
yılları, bölgenin en kurak yılları, Kocaeli ve Marmara olarak. 1994'ten
itibaren, bölgenin eskiye oranla çok daha yağışlı olması, tabiî ki yeni gelen
İSKİ Genel Müdürünün çalışmaları, onların ilave çabaları, belki su ihtiyacını,
bir nebze olsun ortadan kaldırmıştır; ama, İstanbul'un su ihtiyacı yok demek
hayalciliktir; çünkü, Melen Projesi -1 200 000 000 dolar- Kandıra'nın
ormanlarını yara yara geliyor; hâlâ devam ediyor. 1 200 000 000 dolar ve bunda
arıtma yok, sadece isale hattı ve toplama barajı ve bu proje devam ediyor.
Demek ki, İstanbul'un suya olan ihtiyacı bitmez ve biz, İstanbul'a suyu 89
sente teklif ettik, kademeli olarak 89 sente teklif ettik.
Biraz evvel bir arkadaşım söyledi, bugün,
İSKİ'nin internet sayfasına girdiğiniz zaman, İSKİ'de, İstanbullulara su satış
fiyatlarını öğrenebilirsiniz. 2003 Temmuz ayındaki internet sayfasında,
İSKİ'nin, abonelere, konutlara verdiği suyun fiyatı 1,6 dolar; ticarethanelere,
sanayi kuruluşlarına satılan suyun fiyatı 3,6 dolar.
Yuvacık Barajı suyu, sanki 4 dolara mal
olmuş gibi kamuoyuna izlenim verildi. Öyle bir şey yok. 4 500 000 000 dolar
gibi bir rakam yok. Bunların hepsi resmî belgeler; hepsini komisyona da sunduk.
Bu projeye, onbeş yıl sonunda, Hazine tarafından ödenecek -vergiler dahil- tüm
para 2 300 000 000 dolar. Bunun 750 000 000 doları devlete ödenecek KDV ve
diğer vergiler. Devlete ödenen vergiyi çıkardığınız zaman, bu projenin maliyeti
1 600 000 000 dolar. Pahalı mı ucuz mu? Efendim, Devlet Su İşlerine 200 000 000
dolar, 300 000 000 dolar, 400 000 000 dolar teklif verilmiş... Nerede bu
teklif; biz de görelim bu teklifi. Bu teklifler belediyeye geldi. Belediyeye
böyle bir teklif gelmedi. Devlet Su İşlerine teklif verme mecburiyeti yok
zaten; ama, bütün bu rakamları, Devlet Su İşleri teknik olarak, Hazine malî
olarak -kredi koşulları dahil, hepsini- yürüttü.
Değerli arkadaşlarım, ben, tabiî,
üzülüyorum. İki sözcü arkadaşım, eski belediye başkanı arkadaşlarım. Tabiî,
ben, kendimle gurur duyuyorum; çünkü, ben, gerçekten, bölgemin en önemli
ihtiyacı olan, en büyük sorunu olan sorunu çözdüm. Tabiî, ben de isterdim ki,
1987'de Devlet Su İşleri başlamış, keşke ben gelene kadar bitirseydi;
bitiremedi, yok, bitiremiyor; halen de bitirmediği bir sürü proje var. Yirmi
yılda yüzde 30'a gelmiş...
BAŞKAN - Sayın Sirmen, sözlerinizi
toparlar mısınız.
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Demek ki,
biz, bir yirmi yıl daha, bir otuz yıl daha bekleyecektik, sadece gövde
bitecekti; isale hattı, arıtma tesisi olmayacaktı.
Değerli arkadaşlarım, belki bana bir
siyasî şeyleri olabilir arkadaşlarımın...
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Hiç öyle bir
şey yok.
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Ama,
yukarıda Allah var. Bugün, burada, ben, sizlere hesap vermekten gurur
duyuyorum. Ben, ondört yıl belediye başkanlığı yaptım; dokunulmazlığım da
yoktu. Bu projelerin tümünün hesabını, devletin bütün denetim birimlerine
verdim. Sayın Pepe, o zaman, Başbakan Sayın Erbakan'a dilekçe vererek Yuvacık
Barajı, çöp fabrikası ve diğer, doğalgaz projemizi inceletmek için şikâyette
bulunmuştu. Sayın Başbakan... Hatta o zaman, Susurluk'a gitmeyen Başbakanlık
Teftiş Kurulu İzmit'e geldi diye, İzmit'te bunun dedikodusu yapıldı. Devletin
bütün birimleri, Sayıştay, İçişleri Bakanlığı kontrolörleri, Hazine
kontrolörleri, Başbakanlık Teftiş Kurulu, tamamı inceledi, Sefa Sirmen'le ilgili
ne bir soruşturma ne bir dava açıldı; ama, seçimlerden bir müddet evvel, bir
Sayıştay uzmanı geldi -hangi verilere, hangi bilgilere dayanarak- diğer denetim
birimlerinin denetçilerinin verdiği raporların dışında, çok farklı bir yaklaşımla,
çok farklı bir tablo çıkardı ortaya. Eğer, biz, hepimiz, bu Yüce Heyette
yeminimize sadık insanlar olarak bir şeyin doğru dürüst araştırılmasını
istiyorsak, neden, o uzmanın yerine Sayıştaydan başka bir uzman getirilip,
acaba, bu Sayıştay uzmanının hatası var mı yok mu, değerlendirmeleri doğru mu
yanlış mı diye, buna bir ihtiyaç hissedilmedi?! Arkadaşlarımız, yine aynı
Sayıştay uzmanını göreve getirdiler.
Şimdi, ben, konuşmacılara bakıyorum;
sanki, aynı uzmanın yazmış olduğu metinler olarak... Çünkü, onun raporunda olan
şeyler... Biz, bir sürü belgeler sunduk, bir sürü deliller koyduk ortaya;
hiçbiri yok. Şimdi, eski başbakanlar, eski başbakan yardımcıları, eski bakanlar
-hatta bazıları bir ay bakanlık yapmış, ne olduğunu bilmiyor- işte, YPK'da
olduğu için, ismi olduğu için, onların dahi soruşturulması isteniyor.
Değerli arkadaşlarım, bu komisyon, Meclis
adına, tarafsız araştırma yapılması için, sizler tarafından görevlendirilmiş
bir komisyondur. Çalışmanın sonunda, buraya gelip, bugünkü gibi bilgi verir,
ondan sonra gereğini yapar; ama, bu komisyon raporu yazdı, daha rapor matbaadan
çıkmadan savcılık savcılık dolaşmaya başladılar, Sefa Sirmen ve müteahhitleri
için suç duyurusunda bulundular.
Evet, hiç gocunmuyorum, gideceğim,
hesabımı vereceğim; ama, hesabımı verdikten sonra, bunlardan hesap soracağım
(CHP sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar) burunlarından fitil
fitil getireceğim hepsinin.
Değerli arkadaşlarım, şu anda...
NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Sayın Başkan,
10 dakikayı geçiyor.
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Ben,
herkese cevap veriyorum.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Savunma hakkı
kutsaldır.
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Bu, önemli
bir konu; herkese cevap veriyorum ve bitiriyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Sirmen.
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, çok konuşulan bir şey de var. Benim, 24 tane dokunulmazlık dosyam
gelmiş. Şu anda, belki, şu Parlamentoda en rekor sayıda dosyası olan
milletvekilinizim. Tabiî, ben ofisten gelmedim, ben holdingi kapatıp gelmedim,
ben bir yerde görevimi bırakıp gelmedim; ben, ondört sene emek vererek, hizmet
ederek buraya geldim. Tabiî ki, hesap vermekten de gurur duyuyorum. Başka türlü
gelen arkadaşları da küçümsemiyorum. Tabiî ki, onun için, benim 24 tane dosyam
olabilecektir.
Şimdi, ben, bu dosyalar nedir, bir bakayım
dedim; çünkü, biliyorum ki, buraya gelmeden evvel, hem yaptıklarımın hesabını
verdim hem de mal varlığımın hesabını mahkeme önünde verdim.
Şimdi, bakıyorum, bu dosyalar nelermiş...
Efendim, 10 tanesi gün batımından sonra propaganda yaptım diye; diğeri, beton
santralı ve büz üretim tesisini, Kocaeli Belediyeler Birliğinden İSU'ya
devrettim diye.
Değerli arkadaşlarım, 45 tane belediyenin
oluşturduğu birlik var Kocaeli'mde; o da bir kamu kurumu. Oradaki büz
fabrikasını, belediyeler birliği yürütemediği için, yine, belediyenin kuruluşu
İSU'ya devretmişim... Efendim, bu da, savcılıktan veya mahkemeden intikal eden
bir dosya değil, müfettiş raporu.
Efendim, belediye kendi kurumlarına borç
para verdi diye -kendi işletmelerimize ve alt belediyelere para verdik-
zamanında tahsil etmedik diye, onunla ilgili yine müfettiş raporu; yani,
yargıdan intikal eden bir dosya değil.
MUHARREM ESKİYAPAN (Kayseri) - Müfettiş
raporu gelir mi efendim?!
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Evet,
müfettiş raporu.
İSU araç gereçlerine 30 000 000 000
liralık yağ ve akaryakıt alımıyla ilgili bir dosya var. Bu, belediye başkanıyla
ilgili olan bir konu değil, ihale komisyonunu ilgilendiren bir konu.
Biliyorsunuz, 7 000 konut yaptım. Hele
bunlardan ilk kez teslim ettiğim konutlar,
depremden sonrasına denk geldi. Deprem sonu, efendim orada geçici işçi
çalıştırmışız, valilikten vize almamışız, 160 000 000 000 liralık peyzaj
düzenleme ihalesi yapılmış; onunla ilgili.
Sayın Osman Pepe'ye basın yoluyla hakaret
etme davası.
Belediyeye benzin istasyonu yapmışım,
ruhsatı yokmuş.
Su satış tarifesini, fiyatlandırma
kriterine uymadan düzenlemişim.
Bütçe Kanunu hükümlerine aykırı olarak,
belediyede geçici işçi istihdam etmişim.
Memur istihdam edilmesi gereken yerde,
işçi statüsünde kadrolu müdürler çalıştırdım diye, onunla ilgili, bir tek,
Yargıtay 4. Ceza Dairesinde devam eden davam var.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Osman Pepe seçim
kaybetmiş mi?!
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Doğalgaz
projesiyle ilgili, İZGAZ'la ilgili de, devlete muhasebe tarafından ödenen KDV
niye proje parasından ödendi diye, onun davası var. Bütün gelen soruşturma
dosyaları bunlar. Bunların hepsinin hesabını vermeye hazırım.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Dokunulmazlık
kalksın!
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Ben, geçen
toplantıda, Sefa Sirmen olarak, dokunulmazlığımın kaldırılmasını istedim. (CHP
sıralarından alkışlar)
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Sana da bu
yakışır Başkan!
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Ben
istiyorum. Ben, yine, aynı şeyi karma komisyondan rica ediyorum. Diğer
arkadaşlarımınki bekleyebilir; ama, benimle ilgili çok sayıda dosya olduğu
için, özellikle benim dosyalarımı lütfen buraya indirsin, sizler de destek
verin, dokunulmazlığımı kaldıralım, hesabını verelim. (CHP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Sirmen, sözlerinizi
tamamlar mısınız.
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) -
Toparlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, tabiî ki, bunlar,
hep, seçim öncesi, yıllardan beri yapılan olaylar. Geçen gün, Sayın Baştopçu,
büyükşehir belediyesinin önüne gitmiş, fotoğraf çektirmiş, basına da beyanat
vermiş: "Buraya geliyoruz." Ben buradan çağrı yapıyorum, özellikle,
bu önergeyi veren Sayın Pepe'ye. Milletvekilliğinden istifa edelim; hiç niyetim
olmamasına rağmen, gelsin, milletvekilliğine dönmemek üzere, beraber, belediye
başkanlığında yarışalım. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Bakalım, halk bütün bu olanları nasıl karşılıyor.
Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Başkana da teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sirmen.
Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Kürşad
Tüzmen; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 265 sıra sayılı İzmit Büyükşehir
Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili araştırma
komisyonu raporu üzerinde, hükümet adına görüşlerimi bildirmek üzere söz almış
bulunuyorum.
Tabiî, az evvel söz alan Sayın Sirmen'den,
ben isterdim ki, buradaki sorulara cevap versin.
FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Başka bir şey mi
yaptı, Sayın Bakan?!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Bizim sorularımız şuydu... Biz dedik ki... Bu projenin gerekliliğini biz
tartışmıyoruz. Belediyeler, tabiî ki, hizmet vermek üzere kurulmuş
kuruluşlardır; projeler gereklidir. Biz, onu tartışmıyoruz. Biz, sadece,
burada, bu projenin maliyetini tartışmak istiyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Türkiye'ye bunun ne kadar pahalıya mal edildiğini tartışmak
istiyoruz.
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Ankara'yı
tartış, İstanbul'u tartış!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Burada... (CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Bakan, bir saniyenizi rica
ediyorum.
Sayın milletvekilleri, bakın, gerek
Komisyonun gerekse Sayın Sirmen'in sürelerine müdahale etmedim, özgürce
düşüncelerini açıklama olanağı tanıdım. Şimdi de, bir bakan, konu hakkında
bilgi veriyor. Lütfen, oturduğumuz yerden müdahale etmeyelim. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, biz, bu Mecliste, kişileri değil
ilkeleri, prensipleri konuşmalıyız. Biz cevap isterken, Sayın Sirmen, burada,
kişileri ortaya koydu, kendisi hakkında Mecliste ne kadar dosya var, onları
söyledi; ama, soruyla ilgili bir tane cevabı bulamadık.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Cevap
verdim efendim; tutanakları açın, bakın.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Hayır. Şimdi, maliyetle ilgili...
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Siz,
komisyon adına mı konuşuyorsunuz, hükümet adına mı?!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Beyefendi, müsaade ederseniz, ben sizi dinledim, siz de beni dinleyin.
(Gürültüler)
Lütfen... lütfen... Biz sizi sabırla
dinledik.
Bakın, gelin, bir örnek Meclis bırakalım
geriye. Samimi olalım. Ben, burada konuşayım; siz, başka söyleyeceğiniz varsa,
söylersiniz.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ama, komisyon
adına konuşuyorsunuz, hükümet adına değil!..
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Ben, Hükümet adına konuşuyorum, komisyon adına konuşuyorum; sizin de, beni
dinleme mecburiyetiniz vardır. Teşekkür ederim.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Ama, sizin de bir
bakan gibi konuşmanız lazım.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla)-
Ben, nasıl konuşacağımı çok iyi bilirim; her türlü konuşmayı çok iyi bilirim.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bilmediğiniz
anlaşılıyor. Komisyon adına konuşuyorsunuz, sorulara cevap istiyorsunuz.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Sizin katkınıza ihtiyacım yok; sağ olun, teşekkür ediyorum.
Şimdi, biz, burada, geçmişte... (CHP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Bakan, siz, Genel Kurula
hitap edin.
Buyurun.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Sayın Başkan, müsaade edin, devam edeyim. Ben, idare ederim, sağ olun. Sizin de
yardımınız arada olursa sevineceğiz.
Şimdi, burada, eski bürokratlar gündeme
getirildi. AK Parti, bir ilke partisidir. Biz, hata, yanlış, kimden gelirse
gelsin, sonuna kadar üzerine gideceğimizi söyledik. (CHP sıralarından
gürültüler)
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Dokunulmazlığı
kaldıralım o zaman!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Bir kere, bizim aramızdaki arkadaşların veya geçmişte bu konuda imzası olmayan,
ancak, çeşitli açılışlara katılmış olan kişilerin isimleri verilerek konuyu
saptırmayalım. Burada, ortada bir maliyet var. Burada, biz, Orta Doğu Teknik
Üniversitesinde okurken, case study'ler, yani, örnek vakalar verirlerdi.
Amerika'da master yaparken de, örnek vakaları çok inceledik. (CHP sıralarından
gürültüler)
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Çok iyi öğrendik,
master yapmışsın!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Şimdi, böylesine bir örnek vaka, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde az görülür;
beraber inceleyelim, gelin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, komisyona, bakın...
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Sayın Bakan,
Ankara Belediyesine bak, İstanbul Belediyesine bak; oradan da örnek ver!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Oradan olmuyor... Oradan olmuyor... Buradan... Buraya geleceksiniz. Eğer, başka
bir şey söylemek istiyorsanız, beraberce dışarı çıkarız, orada da konuşuruz;
ama, bu işi hepinizden iyi yaparım; ona göre... (AK Parti sıralarından
alkışlar)
Şimdi, komisyona laf atıyorlar, komisyonun
objektifliğinden söz ediyorlar. (CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakanım,
Hüseyin küçük, onun yerine ben geleyim.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Bir dakika... Bu komisyonlara hepimizin ihtiyacı var. Bu komisyonlar, objektif
komisyonlar. Oradaki Sayıştay yetkilisiymiş, değiştirilmişmiş! Şimdi, Sayıştay
uzmanının düzenlediği rapor, Sayıştayın yetkili kurullarında enine boyuna
görüşülmüş, kabul edilerek Sayıştay raporu haline gelmiş. Bir kere, buradan
bakmak lazım. Burada, Meclis kürsüsünden eski bürokratlara saldırılmasını da
esef verici olarak görüyorum. Burada, Sayıştay uzmanını değil, Sayıştay
Başkanlığını muhatap almanız gerekir. Kişileri konuşmayalım. Biz, ilkeleri,
prensipleri konuşacağız burada.
Ayrıca, Sayın Başbakanımızın da aklanmaya
falan ihtiyacı yok. Burada, İstanbul Belediyesi örnek veriliyor. Sayın
Başbakanımız, Belediye Başkanı olduğu dönemde -doğru- o da, sularla ilgili
çalışma yaptı; ama, bugün, İstanbul'un hiçbir su sorunu yok; üstelik, borçlu
belediye, kârlı belediye haline geldi. Sizin bu hesaplarınıza ne demeli?! (AK
Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sulandırma!..
Sulandırma!..
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Şimdi, açıkçası, daha çok şey var; ama, bir örnek vaka demiştim, bence,
buradaki bu örnek vaka şu: Siyasetçi-işadamı-bürokrat üçgeni. Bu üçgen, iyi
çalıştığı zaman, ülkeleri ayağa kaldırır, ülkelerin gayri safî millî hâsılasını
yukarıya çıkarır. Siyasetçi-işadamı-bürokrat üçgeninin iyi çalıştığı ülkelerde,
görüyoruz, aradaki fark nasıl açılıyor.
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) -
İktidarsınız, biliyoruz!..
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Burada, siyasetçi-işadamı-bürokrat üçgeni, maalesef, çok kötü çalıştırılmış.
Zaten, Türkiye olarak, hep bunun acısını çekmiyor muyuz! Bugüne, bu şekilde
geldik. Şimdi, beraberce düzeltmeye çalışıyoruz. Onun için, hepimizin
sorumluluğu var. Ben, burada, belgelerden hareket ederek sizlere cevap vermeye
çalışıyorum.
İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin
Projesi yapımına 1987 yılında başlanılmış. Bu, bir doğru. Sizin söyledikleriniz
arasında doğrular da var; ama, çok yanlışlar da var.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Yanlışları
söyle... Söyle... Yanlışları söyle...
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Sayın Sirmen, çok yanlışlar da var. Gelin... Onları teker teker söyleyeceğim.
Şimdi, bu tarihten itibaren, belli kısmı
DSİ tarafından yapılmış, bilahara, barajın tamamlanmayan kısımlarının YPK'nın
24.2.1995 tarihli 95-1/17 sayılı kararı doğrultusunda yap-işlet-devret
modeliyle tamamlanmasına karar verilmiş. Böylece, proje 1996 yılında başlamış
ve 2000 yılında bitirilmiş.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Sayın
Bakan, 2000 değil, 1998.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Şimdi, bu projeyle temin edilen su, 142 000 000 metreküp/yıl. Suyun sadece 33
300 000 metreküp/yıllık kısmı dağıtılabilmekte. Geri kalan kısmı; yani, 106 700
000 metreküp/yıllık suya ise alıcı bulunamamaktadır. Bunu soruyoruz biz size.
Ben, burada dinledim, bununla ilgili bir cevabınızı hiç duyamadım. (CHP
sıralarından gürültüler)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Komisyon mu
soruyor, hükümet mi?
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Heyecanlanmayın, heyecanlanmayın... Daha var, daha çok var.
Şimdi, yap-işlet-devret modeliyle yapılan
projelerde, kanun gereğince satış garantisi verildiğinden, satılamayan 106 700
000 metreküp/yıllık suyun bedeli, maalesef, Hazine tarafından karşılanmakta.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu
projeyle ilgili olarak, yapım süresinde ilgililerin Hazine Müsteşarlığının
başkanlığında yaptığı toplantılarda, İSKİ, diğer belediyeler ve sanayi
kuruluşlarıyla bu suyun satılması için görüşmeler yapıldı; suyun tarife bedeli
yüksek bulundu ilgililer tarafından ve maalesef, kimse bunu satın almadı.
Hazine, verilen su satın alma garantisi çerçevesinde, 1999 yılından Haziran
2002'ye kadar pahalı olduğu için satılamayan su karşılığında, maalesef, 1 200
000 000 dolar ödedi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
projenin, planlama kademesinden bitimine kadar, hatta işletme döneminde yapılan
birçok işlem, yürürlükteki mevzuata aykırıdır. Şöyle ki, 914/5907 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararında yer alan esaslar ve hükümler, işin ihalesine
uygulanmayarak haksız rekabete sebep olunmuştur. Bu da, projenin yatırım
maliyetinin, benzer işlere göre çok yüksek olmasına neden olmuştur. Örneğin,
İSKİ'nin benzer baraj, arıtma tesisi ve isale hattı fiyatlarıyla
karşılaştırıldığında, fiyatlar, maalesef, 5-6 kat daha yüksektir.
Şimdi, iç kârlılık oranları vardır;
yatırım bedellerinde bunlar değerlendirilir, işin sosyal maliyetleri ve başabaş
noktası değerlendirilir. Bu projede, bunları, maalesef, göremiyoruz. Böylesine
bir iç kârlılık oranı, bugünün fiyatını ileriye kaydırdığınızda da, korkunç
maliyetler, yük getiriyor.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Bunları ben
mi yapmışım Sayın Bakan?
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
İzmit Belediyesi, tarifeler üzerindeki yetkisini şirkete devretmiş; bu nedenle,
Hazine tarafından yapılan ödeme miktarının usulsüz olarak yükselmesine sebep
olunmuş.
Yap-işlet-devret modeliyle tamamlanan ilk
proje olan İzmit Su Projesiyle ilgili olarak yapılan hatalı işler neticesinde,
Hazinemiz, bugün, ağır bir yükle karşı karşıyadır.
Müşterisini garanti etmeden, fahiş
fiyatlarla yapılan İzmit Su Projesi kötü örnek teşkil ederek, yapılması mümkün
birçok yap-işlet-devret modeline de, bu şekilde -bu tip projelere- bir engel
oldu. Kötü örnek, başka yeni müteşebbislerin bu işlere girmesini engelledi.
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Sayın
Bakan...
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Bir saniye... Müsaade ederseniz, konuşmamı tamamlayayım. Konuşma ihtiyacınız
var mı? O zaman, buraya gelin, oradan değil... Ya da, kapının dışında, benimle,
birebir...
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Ben seninle
her yerde konuşurum.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Ooo, çok çok sevinirim; ben, çok severim, o işleri çok severim...
BAŞKAN - Sayın Bayındır...
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Ben seninle
her yerde konuşurum, merak etmeyin, nerede istiyorsan orada konuşuruz.
BAŞKAN - Sayın Bayındır... Sayın
Bayındır...
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Gel... Burası güzel örnek. Biraz sonra... Biraz sonra buyurun.
BAŞKAN - Sayın Bakan, bir saniye... Sayın
Bakan, bir saniye...
Sayın Bayındır...
Sayın Bakan, böyle karşılıklı konuşma
yöntemimiz yok.
Sayın Bayındır, lütfen müdahale etmeyin.
Sayın Bakan, buyurun, siz konuşmanızı
sürdürün.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Sayın Başkanım, karşılıklı konuşmamaya çalışıyorum; ama, dinleseler, tabiî,
konuşmayacağız. (CHP sıralarından gürültüler)
ENVER ÖKTEM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın
Bakan, dışarıya, düelloya davet ediyor.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Güzel... Güzel...(CHP sıralarından gürültüler)
Devam edebilir miyim?
BAŞKAN - Sayın Bakan, siz buyurun.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum.
İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin
Projesi, DSİ tarafından 217 000 000 dolara tamamlanabilecekken, projede maliyet
artırıcı değişiklikler yapılarak 891 000 000 dolara mal olmuştur.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Belgesi var
mı?
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Bunların hepsi belgelidir.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Belgesini
gösterir misiniz?
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Aynı
teknik özelliklere sahip ve aynı miktarda su arıtma kapasitesine sahip olan bir
arıtma tesisi İSKİ tarafından 27 000 000 dolara yapılmışken, Yuvacık Barajı
arıtma tesisi 146 000 000 dolara yapılmıştır. Yuvacık Barajı isale hatlarında
kullanılan çelik borular, yurt içerisinde üretilmekte iken, Fransa'dan ithal
edilmiştir. Bunlar niye dışarıdan alındı?
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Raporu
okuyorsun; ayıptır, ayıp!..
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Hükümet adına
konuşuyorsun, hükümet...
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Biz burada ihracatı artırmaya çalışıyoruz, biz burada Türk ürünlerini
kurtarmaya çalışıyoruz, her yerde Türk ürünü, yerli ürün kullanalım diyoruz;
ama, burada yapılan ihalede, bütün mallar dışarıdan gelmiş; buna bir cevap
yahu!.. (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)
Bakın, bu da önemli. 2 200 milimlik...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yabancılara
Tekeli satıyorsun, Tekeli; Japonlara satıyorsun...
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yazıklar olsun!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Dinleyin, dinleyin; beraberce öğrenelim.
2 200 milimetrelik çelik isale borusu,
İSKİ'ce dışkredili olarak -her şey dahil- metresi 640 dolara yaptırıldığı
halde, İzmit Su Projesinde bunun metresine 2 700 dolar ödenmiştir.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bunu Sefa Sirmen mi
yapmış?!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Biz, bunlara cevap istiyoruz yahu, biz bunlara cevap istiyoruz! (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Doğru söze,
doğru cevap verilir.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Ayıp, ayıp;
yalan söylüyorsun!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Böylece, İSAŞ ve ortaklarına haksız kazanç sağlanmış. Bu projenin Hazineye
yüklediği maliyet, faiziyle birlikte 4 500 000 000 dolardır.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Yazık,
yazık; uzmanın raporunu okuyorsun! Hiç yakışmıyor!.. Bir de devleti temsil
ediyorsun!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Size şunu söyleyeyim: Ben, burada, belgelere dayalı konuşuyorum. Neyin yakışıp
neyin yakışmadığına da ben karar veririm, siz değil.
MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Belgesini
koy o zaman...
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özetle söylemem gerekirse, Yuvacık
Barajı yapım işi, ilgili yasalara uygun olarak ihale edilmemiştir.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Kim ihale etmiş
bunu?
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Hazine, üretilmeyen ve kullanılmadığı için dereye akıtılan suyun bedelini
ödemek zorunda bırakılmıştır. Maalesef, şu anda biz burada konuşurken bile, bu
iş aynen böyle devam etmektedir. Onbeş yıllık proje süresince, projenin
Hazineye malî yükü toplam 4 500 000 000 dolar olup, İzmit Büyükşehir
Belediyesinin bugünkü geri ödeme gücüyle borcun Hazineye geri ödenme süresi,
yaklaşık elli yıl olacaktır. Demek ki, buradan çok dönem milletvekilleri gelip
geçecek, birçok dönemler geçecek, halen daha bu iş bir çözüme kavuşmamış
olacak.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Siz,
hayatınızda böyle bir şey yaptınız mı?!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Bakın, gelecek nesillere böyle bir şey bırakmaya bizim hakkımız yoktur. (AK
Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bir yerden başlamak
lazım. Gelecek nesiller için sorumluluğumuz var, öyle veya böyle, hepimizin
sorumluluğu var. Biz "nerede olursa olsun, kim olursa olsun üstüne
gidilecek" dedik, bitti.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Kaldır
dokunulmazlığını; oy vereceğiz!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Burada, kaldı ki, Sayın Sirmen'in bir ifadesi beni çok rahatsız etmiştir;
"burada Hazinenin bir zararı yok, belediyenin zararı vardır"
demiştir. Yahu, zararın Hazinede, belediyede olması önemli değil, zararın
Türkiye'de olması önemli. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Borçlu
belediye.
ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yazıklar olsun!
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) -
Aslında, burada konuşacak daha çok şeyler var; ama, ben, size şunu söyleyeyim:
Bakın, önemli olan, hataları fark etmek, hataların üstüne gitmek, yapılan
yanlışları düzetmek ve bizden sonrakiler için örnek bir Meclis oluşturmaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tüzmen.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Başkan,
Sayın Bakan konuşmasının bir yerinde "dışarıda sizin anladığınız dilden de
konuşurum" dedi; ya burada özür dilesin ya da ben dışarı çıkayım! (AK
Parti sıralarından "hayır, hayır" sesleri, CHP sıralarından
gürültüler)
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Evet, evet.
BAŞKAN - Bir saniye... Bir saniye...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ya özür dilesin,
ya dışarı çıkayım.
Sayın Bakan, ben köy çocuğuyum, bunlara
dayanamam.
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Beni buraya
halk seçti.
BAŞKAN - Sayın Bayındır... Sayın
Bayındır... (CHP sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri, yerlerinize oturur
musunuz.
Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan, öyle
bir ifadede bulunmadığını kendisi de beyan ettiler.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Tutanaklara bakın
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Yok öyle bir ifade.
MUHARREM İNCE (Yalova)- Bir bakan Meclis
kürsüsünden posta koymaz!
BAŞKAN- Bir saniye... Posta koyan yok. Bir
saniye...
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli)- Sayın
Başkan...
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri... Sayın
milletvekilleri...
MUHARREM İNCE (Yalova)- O posta koyarsa
ben de posta koyarım!
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri...
Sayın Sirmen, siz bir şey mi
söyleyeceksiniz?
HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)- Beni buraya
halk seçti.
BAŞKAN- Sayın Bayındır, oturur musunuz
yerinize. (CHP sıralarından gürültüler) Oturur musunuz yerinize!... Bir oturur
musunuz yerinize.
Sayın milletvekilleri, lütfen, oturur
musunuz...
Sayın Sirmen, bir şey mi söyleyeceksiniz;
buyurun.
MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli)- Sayın Bakan,
sorularına yanıt alamadığını söyledi; sorularına yanıt vermek istiyorum. (AK
Parti sıralarından "Geçti, geçti" sesleri)
ALİ RIZA BODUR (İzmir)- Koskoca bakan
sorularına yanıt alamadığını söylüyor!
BAŞKAN- Onu tamamladık Sayın Sirmen.
Sayın milletvekilleri, Kocaeli
Milletvekili Sayın Osman Pepe ve 23 milletvekilinin İzmit Büyükşehir Belediyesi
Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddialarının araştırılması
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/4) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.
Alınan karar gereğince, sözlü soru
önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.
2.- Adlî
Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve
Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S.
Sayısı: 146)
3.- Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı: 152)
BAŞKAN - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri
ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun
Tasarısı ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin
Kanun Tasarısının geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporları henüz
gelmediğinden, tasarıların müzakerelerini erteliyoruz.
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu raporunun
müzakeresine başlıyoruz.
4.- Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/686) (S. Sayısı: 275) (X)
BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
MUHARREM İNCE (Yalova)- Sayın Başkanım,
Sayın Bakan gidiyor; özür dilemeyecek mi?!
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Başkanımız,
ben bu işlere dayanamam; Sayın Bakan özür dilesin. (AK Parti sıralarından
alkışlar, "Bravo" sesleri, alkışlar [!])
BAŞKAN - Sayın İnce, günün bu saatinde
size şunu söyleyeyim...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ben bunu
hazmedemem!..
BAŞKAN - Müsaade eder misiniz...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Ya da dışarı
çıksın!..
BAŞKAN - Müsaade eder misiniz...
Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Kurulunu yönetmekten sorumluyum; siz, dışarıda görüşürsünüz. (AK Parti
sıralarından alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)
MUHARREM İNCE (Yalova) - Peki, ben
gidiyorum.
DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) -
Burada işim var benim.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oturur
musunuz lütfen.
Sayın Bakan, siz buyurun.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Gel... Gel...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyon
ve Hükümet yerinde.
Komisyon raporu, 275 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde söz isteyen...
MUHARREM İNCE (Yalova) - Öyle yağma yok!..
Burası er meydanı mı?! (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, dışarıya
meraklı olan arkadaşımız dışarı çıkıyor zaten; lütfen, oturanlar da sessiz
otursun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet Tomanbay.
Buyurun Sayın Tomanbay. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MEHMET TOMANBAY (Ankara) -
Sayın Başkan, yüce ulusumuzun değerli vekilleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik
Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında
Kanun Tasarısının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak için söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce hepinizi
saygılarımla selamlıyorum.
Tek maddelik basit bir kanun tasarısı
görünümüne karşın, üzerinde konuştuğumuz bu tasarı, ülkemizin bilim dünyasında
yaratacağı tahmin edilmesi olanaksız büyüklükteki zarar ve yıkım nedeniyle çok
büyük bir öneme sahiptir.
Değerli vekiller, ülkemiz, bölgesinde
lider ve dünyada sözü geçen bir ülke olma iddiasındadır. Günümüz dünyasında ise
bu amaca ulaşmak için en önemli araç, bilim ve teknolojidir, bilim ve
teknolojide ulaşılan...
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan,
biz duyamıyoruz, siz duyuyor musunuz?!
BAŞKAN - Sayın Tomanbay, bir saniye...
Sayın milletvekilleri, salonda büyük
uğultu olduğundan, sayın konuşmacıyı dinlemekte, anlamakta zorluk çekiyoruz.
Çok önemli bir konuyu görüşüyoruz, bir tasarıyı görüşüyoruz; sayın
üyelerimizin, sayın konuşmacıyı sükûnet içerisinde dinlemelerini rica ediyorum.
Buyurun Sayın Tomanbay.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Teşekkür
ediyorum.
Değerli vekiller, ülkemiz, bölgesinde
lider ve dünyada sözü geçen bir ülke olma iddiasındadır. Günümüz dünyasında ise
bu amaca ulaşmak için en önemli araç, bilim ve teknolojidir, bilim ve
teknolojide ulaşılan gelişmişlik düzeyidir. Bilim ve teknolojide çağdaş
düzeylere ulaşılamadan, Türkiye, ne bölgesinde lider ne de dünyada sözü geçen,
saygı duyulan bir ülke olabilir. Bu nedenle, en önemli görevlerimizden biri de,
ülkemizdeki bilim ve teknolojinin özgürce gelişimi için gerekli ortamı
oluşturmaktır.
TÜBİTAK'ın 278 sayılı kuruluş yasasına
göre belirlenen görevleri ise, bu kanun tasarısının gerekçesinde de yazıldığı
gibi, yukarıda belirttiğimiz, Türkiye'nin, bölgesinde lider, dünyada sözü geçen
saygın ülke olma amacına ulaşmak için, gerekli olan bilim ve teknolojinin
gelişmesine uygun ortamı oluşturmaktır. İşte, bu 1 maddelik yasa tasarısı,
getirmeye çalıştığınız yasa tasarısı, ne yazık ki, TÜBİTAK'ın basit amaçlar
uğruna siyasallaşmasına yol açarak ülkemizdeki bilim ve teknolojinin özgürce,
rekabetçi bir ortamda gelişmesini engelleyecek ve böylece, ulusal çıkarlarımız
doğrultusundaki bu yüce amacımıza ulaşmaya büyük bir darbe vuracak çok
tehlikeli ve sinsi bir tasarıdır ve AKP Hükümeti, ne yazık ki, belki de
farkında olmadan, bu tehlikeli tasarıyı gündeme getirmiştir.
17 Temmuz 1963 tarihinde kabul edilen
yasayla kurulan TÜBİTAK, Başbakana bağlı, idarî ve malî özerkliğe sahip bir
kamu kurumudur. Özerkliğin başlıca gereği, özerk kuruluşun, yasanın belirlediği
çerçeve içerisinde kalmak koşuluyla, gerek kurumsal yapılaşmada gerekse de
karar verme sürecinde bağımsız hareket edebilme yeteneğine sahip olmasıdır.
Özerk Kurum, görevlendireceği kişileri yasada öngörüldüğü şekilde kendisi
belirler. Oysa, hükümet, getirdiği bu yasa tasarısıyla, TÜBİTAK'ı geri
döndürülemeyecek şekilde siyasî denetim altına almaya çalışmakta ve özerkliğini
tahrip etmektedir.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin
bilimsel ve teknolojik çalışmaları açısından çok tehlikeli olan bu kanun
tasarısının gerekçesinde TÜBİTAK'ın çalışmalarını sürdürebilmesi için hayatî
önemde görev ve yetkileri bulunan Başkanlık makamının boşaldığı, öte yandan, 21
Eylül 2003 tarihinde Bilim Kurulunun 6 üyesinin de görev süresi sona
erdiğinden, Kurulun toplantı ve karar yetersayısına ulaşması olanağı kalmadığı,
bu yüzden, normal atama yönteminin uygulanmasının fiilen mümkün olmaması
nedeniyle bir defaya mahsus olarak uygulanmak üzere bu kanun tasarısının
hazırlandığı ifade edilmektedir. Ancak, bu gerekçeler gerçeği ifade
etmemektedir.
Uzun bir süreden beri çeşitli yayın
organlarında yapılan yayınlarla kamuoyunun da ayrıntılı bir şekilde öğrendiği
üzere, bu tasarının, ne siyasî ne hukukî ne de etik açıdan hiçbir haklı
gerekçesi bulunmamaktadır; çünkü, yürürlükteki TÜBİTAK Kanununun 5 inci maddesi
hükmüne göre, Başkan, pozitif bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla
tanınmış kişiler arasından Bilim Kurulunca seçilir, Başbakanın teklifi üzerine
Cumhurbaşkanı tarafından atanır. 30 Mayıs 2003 tarihinde görev süresi dolan
Prof. Dr. Namık Kemal Pak, Bilim Kurulunca gizli oyla yapılan seçim sonucunda
oybirliğiyle Başkanlığa yeniden seçilmiş ve bu sonuç 6 Mayıs 2003 tarihinde
Başbakanlığa arz edilmiştir. Buna karşın, aradan altı ay gibi bir süre
geçmesine rağmen, Başbakan, atama yapılması için gerekeni yapmamış, seçim
sonucunu Cumhurbaşkanına bildirmemiştir. Başbakanın bu işlemi yapmamasındaki
gerekçesi nedir? Bilim Kurulunca seçilen Başkan, kanunda belirtilen nitelikleri
taşımamakta mıdır? Ne yazık ki, Başbakan, şu ana kadar hiçbir haklı gerekçe öne
sürememiş; ama, görevini de yerine getirmemiştir.
Başbakanın görevini kasıtlı olarak yerine
getirmemesi sonucunda, görev süreleri sona eren 12 kişilik Bilim Kurulunun 6
üyesinin seçimi de yeni bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Başkanın atamasının
yapılmaması nedeniyle, seçim için yeterli çoğunluk olan 7 Bilim Kurulu üyesi
bulunamamış, bunun üzerine, görev süreleri dolan 6 Kurul üyesi yerine yeni 6
üyenin seçimi, tartışmalı bir yönetmelik maddesine göre, Başkanvekili Prof. Dr.
Tuğrul Tankut başkanlığında 21 Eylül 2003 tarihinde toplanan 6 bilim kurulu
üyesi tarafından yapılmış ve bu seçim sonuçları da, onay için 1 Ekim 2003
tarihinde Başbakana sunulmuştur. Ancak, Başbakan, bu 6 üyenin onamasını da, yönetmeliğin
tartışmalı olduğu gerekçesiyle, yine, yapmamıştır. Anlaşılacağı üzere, AKP
İktidarı, devletin bir önemli kuruluşunu daha ele geçirmek için her türlü yolu
mubah saymakta ve kendi sorumluluğunu zamanında yerine getirmeyerek, yarattığı
ortamı tasarının gerekçesi haline getirmektedir.
AHMET YENİ (Samsun) - Devleti yönetiyoruz,
devleti!..
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Değerli
milletvekilleri, bu tasarıyla, AKP hükümeti, göreve geldiğinden beri tüm devlet
kuruluşlarında yaptığını yapmaktadır; yani, açıkça söylemeye cesaret edemediği,
ama, yapmaktan da büyük bir cüretkârlıkla kaçınmadığı laik ve demokratik
cumhuriyete karşı zihniyeti tüm devlet kurumlarında egemen kılma çabalarına bir
yenisini de eklemek istemektedir.
AHMET YENİ (Samsun) - Yok öyle bir şey
yahu!
ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Siz mi karar
vereceksiniz yok olup olmadığına?!
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Var.
Bu ne büyük bir kin ve hırstır ki,
devletin özerk olan ve olmayan, siyasetle ilişkisi bulunan ve bulunmayan,
sosyal, eğitsel, kültürel, sportif tüm kurumlarını, önceki hiçbir siyasî
iktidar döneminde görülmedik ölçüde, bir bir kendi siyasî etkisi altında almak
için her türlü yol denenmektedir.
61 yaş tasarısı, YÖK ve üniversiteler
üzerinde kurulan baskı, tüm bakanlıklar ve kamu iktisadî kuruluşlarındaki
kadrolaşma çabaları, Merkez Bankası yönetimine yandaşların atanarak
siyasallaştırılmaya çalışılması...
AHMET YENİ (Samsun) - Malzemeniz bitti,
bitti!
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - ...en son,
Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu Başkanının istifa ettirilmesi yoluyla
bağımsız kurullara da el atılması ve şimdi de TÜBİTAK girişimi, acaba,
televizyonlarının başında bizleri izleyen ve sofrasına iki lokma ekmek
götüremeyen ve bu yüzden ramazan çadırları önünde insan onuruyla bağdaşmayan
şekilde çoluğu çocuğuyla birlikte kuyruklarda iftar etmek için çalışan
milyonlarca zavallı vatandaşımızın hangi temel sorununa çözüm getirmektedir?
Onları ramazan çadırları önünde beklemekten mi kurtaracaktır bu yasa tasarısı?
Siyasî hiçbir görev ve yetkisi olmayan ve
sadece ülkemizin bilimsel ve teknolojik gelişimi için çalışan, Türkiyemizin yüz
akı bilim adamlarının bulunduğu bu kurumu altı aydır çalıştırmayarak, huzursuz
ederek, siyasî etki altına alma çabaları, acaba, ülkemizin 5 000 000 işsizinin
işsizlik sorununa mı çare olacaktır?
ALİM TUNÇ (Uşak) - Önemli buluşları
yapamazsınız o zaman.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Ya da ürettiği
ürününü zararına satmak zorunda kalan köylümüzün, çiftçimizin, ürününü hak
ettiği değerden satmasına ve mutfağına iki lokma daha fazla ekmek götürmesine
mi yardımcı olacaktır getirmeye çalıştığınız bu tasarı? Elbette ki, bu
yaptıklarınız bu sorunların hiçbirine çözüm getirmeyecektir.
Yapmayın değerli AKP'li milletvekilleri,
yapmayın, bu vatana, bu ülkenin insanlarına daha fazla kıymayın. Bu insanlar,
eli öpülesi bu Türk insanı sizlerden hizmet bekliyor.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Biz hizmeti yapıyoruz.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Gereksiz yere
huzursuzluk ya da sorun çıkarılmasını beklemiyor bu Türk insanı.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Sorunu çıkaran
sizlersiniz.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Ama, ne yazık
ki, siz değerli AKP'li milletvekilleri, sayın bakanlar, bizim bu uyarılarımızı
yine dikkate almayacaksınız; kürsülerinizde, sandalyelerinizde gülerek
seyredeceksiniz şimdi yaptığınız gibi. Seçmeninizin, Türkiye'nin tüm seçmeninin
yüzde 25'inin oyuyla Parlamentomuzun ele geçirdiğiniz yüzde 66'lık çoğunluğuna
güvenerek, TÜBİTAK üzerinde de bildiğinizi yapmaya devam edeceksiniz.
Değerli AKP milletvekilleri, bakın...
AHMET YENİ (Samsun) - Yüzde 35... Yüzde
35...
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Kamuoyu
yoklamalarına baktınız mı?!
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Dinleyin,
dinleyin, değerli AKP milletvekilleri, dinleyin; bu noktada çok önemli ve sizin
için çok tehlikeli bulduğum bir noktayı belirteceğim.
Devletin kurumlarını ele geçirme
konusundaki kararlılığınız, ne yazıktır ki...
AHMET YENİ (Samsun) - İdare ediyoruz...
ALİM TUNÇ (Uşak) - İdare ediyoruz,
idare...
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Lütfen
susun...
... cumhuriyet döneminde ilk defa
rastlanılan çok tehlikeli bir noktaya gelmiştir. Gelinen nokta, demokrasimiz
açısından, devlet yönetimi anlayışı açısından bir kırılma noktasını
tanımlamaktadır. Devlet kurumlarını ele geçirme konusunda yıldırma, korkutma ve
kara çalma yoluyla yargısız infaz, ne yazık ki, ilk kez, bir yeni yöntem olarak
sizin iktidarınız döneminde uygulanmaya başlanmıştır. Bu, hem demokrasimiz hem
de AKP hükümeti açısından büyük bir ayıptır.
RESUL TOSUN (Tokat) - Ayıbı biraz önce
dinledik.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Daha ayrıntılı
anlatmak istiyorum; bu ayıp şudur: TÜBİTAK Başkanının ataması, konuşmamın
başında da belirttiğim gibi, tam altı ay önce gerçekleşmesi gereken bir
atamaydı; ama, bu atama, Başbakanın görevini yerine getirmemesi sonucu, o
tarihte yapılmadı. Daha sonra geçen sürede, ne yazık ki, minareye kılıf
uydurabilmek için, arayışlar içine girildi. Bu arayışlar sonucunda, Bakan Sayın
Mehmet Ali Şahin, 1 Kasım 2003 tarihinde, yani, atamanın yapılması gereken
süreden yaklaşık altı ay sonra yaptığı talihsiz açıklamalarla, TÜBİTAK Başkanı
hakkında, murakıp raporlarında Başbakanlık müfettişlerince incelenmesi gereken
birtakım kusurlu uygulamaların varlığını dile getirmiş ve bu, kesinleşmemiş,
sadece iddiadan ibaret olan suçlamalara dayanarak, atamanın yapılmadığını
belirtmiştir; yani, ortada bir suçlama yok, kesinleşmiş hiçbir karar yok,
sadece "müfettiş raporlarında birtakım suçlamalar var" gerekçesine
dayanarak, atamanın yapılmadığını, Sayın Bakan, açıklamasıyla ifade etmiştir.
Yani, bir anlamda, Prof. Sayın Namık Kemal Pak hakkında, altı ay sonra, kamuoyunun
kafasını karıştırma, hiçbir müfettiş raporu olmamasına rağmen, onu zan altında
bırakma ve böylelikle, yargısız infaz yöntemine başvurmuştur.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Müfettiş raporu
var diyorsunuz.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Bu, cumhuriyet
tarihinde ilk kez olmaktadır ve bu ayıp da AKP hükümetine nasip olmuştur, sizin
ifadelerinizle!
BURHAN KILIÇ (Antalya) - Müfettiş raporu
var.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Bu, çok büyük
bir ayıptır ve cumhuriyet hükümetlerinin temizlemesi gereken bir büyük ayıp
olarak tarihe geçmiştir.
Anayasamızın 38 inci maddesine göre,
suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. Bu anlamda,
hükümet, bu atamayı yapmamakla, anayasal bir suç da işlemektedir değerli AKP'li
milletvekilleri.
BURHAN KILIÇ (Antalya) - Fakat, orada
yalan söylüyorsunuz!
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Eğer, bu
murakıp raporları, Sayın Pak'ın atamasının yapılması gereken...
Bakın, bir noktayı daha vurgulamak
istiyorum. Sizler, dinlemeden, ha bire laf atıyorsunuz, olayı da bilmiyorsunuz;
biraz dinlerseniz...
BURHAN KILIÇ (Antalya) - Yalan
söylüyorsunuz!
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Olayı da
bilmiyorsunuz; bilmediğiniz çok belli; ama, bakın, dinleyin..
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Müfettiş raporu
var.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Eğer, bu
murakıp raporları, Sayın Pak'ın atamasının yapılması gereken 6 Mayıs 2003
tarihinde gündeme getirilseydi ve bu raporların istediği müfettiş
incelemelerinin gerekleri ta 6 Mayısta -altı ay önce- yerine getirilseydi...
BURHAN KILIÇ (Antalya) - 1999 yılında,
hakkında rapor var.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - ...Prof. Namık
Kemal Pak hakkındaki o müfettiş raporları da olumsuz sonuçlanmış bulunsaydı, o
zaman, elbette ki, söyleyecek sözümüz
olmazdı; ama, atamanın üzerinden tam altı ay geçtikten sonra, Türkiyemizin
uluslararası düzeyde bir bilim adamı hakkında, sırf yıldırıp, korkutup, kara
çalma anlamında, Sayın Bakan tarafından söylenen bu sözler, ne yazık ki, büyük
bir talihsizlik olmuştur.
Demin de söylediğim gibi, amaca ulaşmak
için her yol mubahtır anlayışıyla uygulamaya sokulan bu talihsiz yöntem, AKP
Hükümetinin çok büyük bir ayıbıdır. Bu yöntem, AKP Hükümetinin kadrolaşma
çabalarında ulaştığı, demokrasi kültürüyle, demokratik sistemle hiç
bağdaşmayan, yeni, ama, çok korkunç ve tehlikeli bir aşamadır.
Bakın, bu tehlikeli süreç nasıl işlemiştir
değerli AKP'li milletvekilleri; bilmiyorsunuz, öğrenin söyleyeyim de...
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Size öğretecek
kadar biliyoruz.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Sadece, bir
iki kişinin, sizin önünüzdeki bu işi mutfakta planlayanların size
anlattıklarını kulaktan duyma biliyorsunuz; ama, bakın, biz, doğrusunu
söylüyoruz.
Demin de dediğim gibi, Sayın Pak'ın
görevlendirilme kararı, onama için, Sayın Başbakana 6 Mayısta sunulmuştur.
Bunun üzerinden bir aydan fazla bir süre geçmiş...
AHMET YENİ (Samsun) - Onları geçtik biz.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Murakıp
raporlarını anlatıyorum... Siz, dinlediğinizi de anlamıyorsunuz; başka bir
noktaya geldim, murakıp raporlarını anlatıyorum.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Biz, size
öğretecek kadar biliyoruz.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - 6 Mayısta
sunulmuş. Bunun üzerinden bir aydan fazla süre geçmiş, 12 Haziran 2003
tarihinde, Başbakan tarafından atanan murakıp göreve başlamıştır. Demin,
değerli arkadaşım "eskiden var" dedi. Hiçbir şeyden haberiniz yok.
Sayın Mehmet Ali Şahin Bakanımızın söylediği murakıbı, Sayın Başbakan 12
Haziran 2003 tarihinde atıyor. Sizin dediğiniz gibi, yıllar önceki rapor falan
değil; biraz öğrenin, biraz bilin, ondan sonra buradan laf atın. (CHP sıralarından
alkışlar)
12 Haziran 2003 tarihinde, Başbakan
tarafından atanan murakıp göreve başlamıştır; yani, uzunca bir süre "nasıl
bir bahane buluruz" diye beklenildikten sonra, bu zan altında bırakma yöntemini
devreye sokuyorsunuz. Murakıp, yaptığı çalışmalar sonucunda da, 4 Temmuz 2003
tarihinde, yani -iyi dinleyin Sayın Milletvekili- 21 Eylül 2003 ve 6 Ekim 2003
tarihleri arasında raporlarını düzenlemiştir. 6 Mayıs 2003 tarihinden çok sonra
düzenlenen bu raporların, 6 Mayısta tamamlanması gereken atamanın
gerçekleştirilmemesi için nasıl gerekçe oluşturduğunu anlamak olanaklı
değildir.
Değerli milletvekilleri, anlaşılacağı
üzere, bu, bir yandan minareye kılıf uydurmak ve öte yandan da ülkesine yaptığı
ulusal ve uluslararası çalışmalarla hizmet etmiş olan birisini yıldırma ve
korkutma yoluyla safdışı etmeye çalışmaktan başka bir şey değildir.
Değerli üyeler, komisyon toplantısında
Sayın Bakan Mehmet Ali Şahin'e şu soruyu sordum: Sonuçlanmamış müfettiş
incelemelerine dayanarak Sayın Pak'ı göreve atamayacaksınız; peki, yarın
müfettiş raporları temiz olursa bu yanlışı nasıl düzelteceksiniz; hata
yapmışız, pırıl pırıl bir insanı boşu boşuna mağdur etmiş, onuruyla oynamış,
zan altında bırakmış, yargısız infaz etmiş ve ülkemizin yüzakı bir bilim
kurumunu da gereksiz yere sıkıntıya sokmuşuz deyip özür mü dileyeceksiniz? Bu
soruyu Sayın Bakan Mehmet Ali Şahin'e Millî Eğitim Komisyonunda aynen sordum.
Sayın Bakan bu soruma "o ortam ne gerektiriyorsa onu yaparız" gibi
hiçbir ciddî anlama gelmeyen ya da belki de sizler açısından çok da anlamlı bir
yanıt verdi.
Sayın Bakan, atamanın yapılmamasına bir
başka gerekçe olarak da, 1993 yılında Bilim Kurulu üyelerinin o dönem Başbakan
Yardımcısı olan Sayın Erdal İnönü tarafından da bir defaya mahsus olarak benzer
şekilde atanmasını göstermektedir. Oysa, bu olayın, bugün AKP Hükümetinin
yapmak istediğiyle hiçbir benzerliği yoktur. Hiç bunun arkasına sığınmayın.
AHMET YENİ (Samsun)- Niye?..
MEHMET TOMANBAY (Devamla)- 1993 yılında
Bilim Kurulu üyelerinin bir defaya mahsus olarak atanmasının altında, 1987
yılında yürürlüğe giren 294 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle Bilim Kurulunun
kaldırılıp, yerine yönetim kurulunun oluşturulması yatmaktadır. Bunları da
öğrenin, bunları da bilmiyorsunuzdur.
AHMET YENİ (Samsun)- Hocam, ders vermeye
kalkmayın, siz işinize bakın.
MEHMET TOMANBAY (Devamla)- Benim işim,
bunları size öğretmek.
İşte bu nedenle, 1993 yılında Sayın İnönü,
var olan Bilim Kurulunun üyelerini, şimdi yapmaya çalıştığınız gibi, yok
varsayarak bir atama yapmamış; aksine, 12 Eylül rejiminin, bir bilim
kuruluşunda olması gerekirken yok ettiği Bilim Kurulunu 498 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameyle, yönetim kurulunun kaldırılıp, yeniden ihdas edilmesi
sonrasında, ilk kez oluşturmak için yapmıştır. Yani, 1993'teki atama, yönetim
kurulu kaldırılıyor, yeniden Bilim Kurulu ihdas ediliyor ve yeniden, yeni
baştan yapılan bir atamadır. Böyle, şimdi sizin yapmaya çalıştığınız gibi, var
olan bir Bilim Kurulunu yok varsayıp, onun yerine yeni bir atama değildir ve
onun için, 1993'teki uygulamanın arkasına da sığınmaya, saklanmaya hiç gerek
yoktur ve hiçbir haklı gerekçe de oluşturmamaktadır.
Sayın Başkan, değerli üyeler; TÜBİTAK,
ülkemizin, çok önemli görevleri olan bir bilim kuruluşudur. Bu yıl içerisinde
ülkemiz ekonomisine sağladığı katmadeğer 120 trilyon dolayındadır.
TÜBİTAK'ın önemli işlevlerinden biri de,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin kripto sistemlerini hazırlayarak bilgi güvenliğine
hizmet etmektir. Bu çatı altında hizmet yürüten, yani, TÜBİTAK çatısı altında
hizmet yürüten Ulusal Kriptoloji Enstitüsü, ulusal güvenliğimizi ilgilendiren,
başta, askerî ve dışişleriyle ilgili bilgilerin, başkasının eline geçmemesi
için özel teknikle alfabelendirilmesini ve kodlanmasını yapmaktadır. Ayrıca,
birçok yaşamsal önemde askerî birçok proje de TÜBİTAK çatısı altında
geliştirilmektedir.
Böylesine ulusal ve önemli bir görevi olan
kurumun özerkliğine darbe vurularak siyasallaştırılmak istenilmesinin altında,
acaba, ne tür düşünceler yatmaktadır?
Son bütçe tasarısında da görüleceği üzere,
AKP Hükümeti, TÜBİTAK'ın bu çok önemli görevlerinin ve işlevinin farkında
olmadığını ve TÜBİTAK bütçesini -en basit deyişle- fark etmediğini bir kez daha
kanıtlamış -çünkü, başka bir art niyet düşünmeyi hiçbir şekilde aklıma
getirmiyorum; fark etmemiş- ve TÜBİTAK bütçesini geçen yıla göre daha da
düşürmüştür. Bu denli ciddî, ulusal çıkarlara hizmet eden bir kuruluşumuzun,
askerî konuda ve dışişleri konusunda ulusal çalışmalar yapan bir kuruluşumuzun
bu denli büyük önemini fark etmemek, tabiî ki, çok büyük bir suç ve bu nedenle,
bu bütçede TÜBİTAK'ın bütçesi de düşürülmüştür.
Bu durumda hükümetinizin TÜBİTAK vizyonu,
mevcut kadroları ve kuruluşun araştırma-geliştirme desteklerini ülke çıkarları
için değil, sadece kendi amaçları doğrultusunda kullanmayla sınırlı
görülmektedir.
Değerli milletvekilleri, gelin, artık, her
geçen gün kadrolaşma adına ülkeyi geren, sıkıntıya sokan yeni girişimlerden
vazgeçelim. Bu ülkenin iş bekleyen, aş bekleyen, daha iyi bir sağlık sistemi,
daha çağdaş ve kaliteli eğitim bekleyen, insanca bir iş, insanca bir yaşam
isteyen, oy verip Meclise gönderdiği vekillerinden dürüst, açık, samimî bir
çalışma bekleyen ve bizlere...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Bir saniye Sayın Tomanbay...
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Bitiriyorum
efendim.
BAŞKAN - Buyurun, tamamlar mısınız.
MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Teşekkür
ediyorum.
...güvenmek isteyen halkımıza gerçekten
hizmet edelim.
Bu belirttiğim anlamda halkımızın,
vatandaşımızın hiçbir sorununa çözüm getirmeyen, ayrıca, yasal olarak da haklı
olmayan -biliyorsunuz, Sayın Oğuz Oyan Danışma Kurulu önerisi üzerinde
konuşurken, anayasal olarak da getirilen bu tasarının, hiçbir açdan Anayasaya
uygun olmadığını açıkladı; o nedenle- anayasal açından da uygun olmayan ve
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi açık olan bu tasarıyı geri çekelim.
Meclisteki sayısal çoğunluğunuza
güvenerek, kendinizi lütfen, her şeye muktedir, her şeyin üstesinden gelir
görmeyiniz. Ben konuşurken, bu sıralardan alaycı gülüşlerinizle, lütfen,
kendinizi her şeyin üstünde görmeyiniz. "Padişahım, senden büyük Allah
var" sözünü hiçbir zaman unutmayınız. (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar[!]; CHP sıralarından alkışlar) Evet, o
hataya düşmeyiniz. Aksi halde, demin de söylediğim gibi, televizyonları başında
bizleri izleyen, işsizlik, yoksulluk içinde bulunan, geleceğinden güven
duymayan, tarlasındaki ürününü değerine satamayıp aldığı krediyi ödeyemeyen,
aldığı ücretle ailesini insanca bir düzeyde geçindiremeyip iftar çadırları
önünde kuyruklarda bekleyen milyonlarca vatandaşımızın bu sorunlarıyla hiç
ilgisi olmayan ve büyük bir haksızlığa neden olup ülkemizin gelişimine zarar
verecek olan bu yasa tasarısına ret oyu vereceğimizi bildirir, hepinize
saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tomanbay.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Başkan,
Sayın Bakan dışarı çıktı bu arada, çaktırmadan...
BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına, Adana Milletvekili Sayın Recep Garip; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA RECEP GARİP (Adana) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurum Kurulması Hakkında Kanuna bir geçici madde eklenmesiyle ilgili tasarı
için AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye'de müspet bilimlerde araştırma ve
geliştirme faaliyetlerini ülke kalkınmasındaki önceliklere göre geliştirmek,
özendirmek, düzenlemek ve koordine etmek, mevcut bilimsel ve teknik bilgilere
erişmek ve erişilmesini sağlamak amacıyla Başbakana bağlı olarak kurulan
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun 278 sayılı Kanunda belirtilen
görevlerinden bazıları şunlardır:
Müspet bilimler alanında temel ve
uygulamalı araştırma yapmak, yaptırmak, yapmayı özendirmek.
Türkiye'nin bilim ve teknoloji
politikalarının belirlenmesinde hükümete yardımcı olmak.
Bilimsel araştırmaların teknolojik
yeniliklere süratle dönüşebilmesi için yöntemler geliştirmek.
Özel sektörün teknoloji araştırma ve
geliştirmeye etkin ve ağırlıklı olarak katılımını sağlayarak programlar yapmak,
Türk sanayiinin üniversite ve araştırma kurum ve kuruluşlarıyla işbirliği
yapmasını sağlayacak programlar geliştirmek, bu işbirliğinin somut hale
dönüşebileceği fizikî ortamlar yaratmak.
Bilim adamı ve araştırmacıların
yetiştirilmeleri ve geliştirilmeleri için imkânlar sağlamak, bu amaçla ödüller
vermek, öğrenim ve öğrenim sonrasında üstün başarıyla kendini gösteren gençleri
izleyerek onların yetişme ve gelişmelerine yardım etmek ve bu amaçla burslar
vermek, yarışmalar düzenlemek ve yayınlar yapmak.
TÜBİTAK'la ilgili 17.7.1963 tarihli ve 278
sayılı Kanuna bir geçici madde eklenerek, kanunun yürürlüğe girdiği tarihte boş
bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine, 4 üncü maddenin ikinci fıkrasındaki müspet
bilimler ve özel sektör veya kamu kurum ve kuruluşları için belirlenmiş olan
üye sayısı oranı gözetilerek 4 üncü maddede belirtilen niteliklere uygun
kişiler arasından bir defaya mahsus olmak üzere başbakan tarafından atama
yapılacağı öngörülmektedir. Boşalan üyelikler sonucunda toplantı ve karar
yetersayısına ulaşılamaması nedeniyle, 278 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan Bilim Kurulunca seçim imkânı bulunmadığından, Kurum Başkanı
da, bir defaya mahsus olmak üzere, Başbakanın teklifi üzerine Cumhurbaşkanı
tarafından atanmaktadır.
Konunun, bir bardak suda fırtınalar
koparmak suretiyle kamuoyunu yanıltarak ek maddenin bilime ve teknolojiye büyük
bir darbe vuracağı anlayışı önplana çıkartılmış ve özellikle de TÜBİTAK gibi
güzide kuruluşumuzun siyasallaşmasından bahsedilmiştir. Oysa, durumun,
siyasallaşmadan çok öte, belki de ülkemizdeki birçok hantal yapıyı temsil eden
kamu kurum ve kuruluşlarımızın yeniden yapılandırılmasına yönelik bir çaba
olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Önceki bazı iktidarlar tarafından yapılan
bu değişiklik bizim tarafımızdan da ele alınmaktadır. AK Parti Hükümeti
tarafından yapılmak istenen şey, 1987 yılında rahmetli Özal tarafından
yapılmıştı. Bu, o zamanlar "bilim, bilim için değil, sanayi için
yapılır" sözüyle, TÜBİTAK'ı kârlı bir kuruluş haline getirmek için
yapılmıştı. Yıl 1993, aynı tasarıya, o dönemde Antalya Milletvekili olan Sayın
Deniz Baykal da destek vermişti. Şu an kabul edilmesi teklif edilen yasa tasarısı,
1993'te Sayın Erdal İnönü'nün Başbakan Yardımcılığı yaptığı dönemde kabul
edilen yasayla aynıdır.
YILMAZ KAYA (İzmir) - Biraz önce
açıkladılar onu.
RECEP GARİP (Devamla) - Başkalarınca kabul
edilirken çok normal ve masum olan bir yasa, bizim teklifimizle nasıl bir anda
bilime, bilimsel çalışmalara, bilim kurumuna ve daha birçok şeye darbe anlamına
gelebiliyor; bunu anlamakta zorlanıyorum; yani, bir şeyi Cumhuriyet Halk
Partisi veya SHP yapınca meşru da, biz yapınca, yani AK Parti İktidarı yapınca
meşru olmuyor mu; bunu anlamakta zorlanıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bizim teklifimizde bir hukuksuzluk yoktur;
aksine, yaşanan bir hukuksuzluğu düzeltme çabası vardır. Gayretimiz, sadece
adaleti sağlamak içindir. Bu değişiklikle, TÜBİTAK'ın ve bilimin
siyasallaşacağı iddiaları da asılsızdır. Bundan önce siyasallaşmayan bilim,
bundan sonra da siyasallaşmayacaktır. Her şeyden önce, bilim, evrenseldir. Siyasî
bakış farklılıklarına göre, farklı, çeşitli bilimler üretilemez. Sana göre
bilim, bana göre bilim olmaz. Bilim, nesneldir. Bilimsel çalışmaların sonuçları
olarak ortaya çıkan teknoloji de herkese aittir. Dolayısıyla, bilimin ve
teknolojinin siyasallaşması mümkün değildir. Bunu arzulayanlar beyhude
uğraşırlar.
Saygıdeğer milletvekilleri, TÜBİTAK'ın son
birkaç yılına şöyle bir baktığımızda, basına da yansıyan ve köşeyazarlarımız
tarafından da eleştiri konusu olan kimi hususlar şöyledir: Kurumun, içe kapalı;
yönetime yakın olmayanların, bilimsel ve akademik çalışmalarda aktif rol
oynayamadıkları; kendi geleceğimize yönelik teknolojik çalışmalara yeterince
imkân vermediği; bırakın bilimsel gelişmeyi, araştırmalara dahi para ayırmadığı
ileri sürülmektedir.
Buradan halkımıza seslenmek istiyorum:
Bizim, siyasallaşma gibi bir amacımız hiçbir zaman olmadı ve bundan sonra da
olmayacaktır. Aksine, hükümetimiz, özgür düşüncenin, siyasal baskıların tarihe
kötü örnekler olarak hapsedilmesini sağlayacak köklü değişimlerin gayreti
içindedir; bu, böyle bilinmelidir.
TÜBİTAK'ın kurulmasıyla ilgili 24.7.1963
tarihinde yürürlüğe giren 278 sayılı Kanun, TÜBİTAK'ın amacını, Türkiye'de,
müspet bilimlerde araştırma ve geliştirme faaliyetlerini, ülke kalkınmasındaki
önceliklerine göre geliştirmek, özendirmek, düzenlemek ve koordine etmek;
mevcut bilimsel ve teknik bilgilere erişmek ve erişilmesini sağlamak olarak
tanımlamaktadır.
TÜBİTAK'ın temel misyonu, önerdiği ve
oluşmasına katkıda bulunduğu ulusal bilim ve teknoloji politikasına sahip
çıkmak, onu geliştirmek, siyasî otorite tarafından benimsenmesi için çaba
göstermek ve bu politikanın hayata geçirilebilmesi için, uygulamada kendi
payına düşen görevleri yerine getirmeye devam etmektir. Dolayısıyla,
hükümetlerde ile özerk kuruluşlarımızı, çok farklı ve zıt politikaların
taraftarı olarak göstermek, ülkemize zarardan, sıkıntılardan başka hiçbir şey
kazandırmaz. Kaldı ki, böyle bir durum söz konusu bile değilken, bu şekilde
popülist politikalar üretenler, 3 Kasımda gereken demokratik cevabı halkımızdan
almışlardır, bundan sonraki süreçte de almaya devam edeceklerdir.
Elbette ki, halkın büyük bir teveccühüyle
iktidara gelmiş olan hükümetimiz, mevcut birçok kurumla ilgili olarak kimi
yasal düzenlemeleri yapma yetki ve salahiyetini de elinde bulundurmaktadır.
Meseleleri tartışırken, ülkenin
esenliğini, birlik ve beraberliğini gözetmeliyiz. 3 Kasımda başlayan siyasal
yenilenme, bir bilinci, bir temizlenmeyi önplanda tuttu. Ulusumuzun bireyleri,
evrensel haklarını kullanmak için bütün bilgi ve tahlilleri değerlendirme
bilincine erdi. Dolayısıyla, iktidar ve muhalefetiyle, yeni yüzyılda yeni bir
anlayışı görmek istediğini belirten ulusumuz, bu ülkedeki birlik, beraberlik ve
kardeşliği hiç kimsenin, ama, hiçbirimizin ve hiç kimsenin bozma, zedeleme ve
incitme hakkının bulunmadığını da ortaya koymuştur. Dolayısıyla, bu arınma
talebini, bu adaletli yönetim isteğini, bu sosyal anlayışla dayanışmayı görme
arzusunu yerine getirmek için, AK Parti İktidarı, hiçbir kurumu, kuruluşu
incitmeden, hukukun uygulanırlığını önplanda tutarak, ehliyetli, vasıflı, ismi
temiz, dürüst ve bu ülkenin sevdalısı insanları hizmete davet etmiştir, davet
etmeye devam edecektir.
Sayın Başbakanımız "bizim hızımıza
yetişemeyen bürokratlar kendilerine yer arasın" diyerek, hantallığı,
vurdumduymazlığı, nemelazımcılığı iptal ederek, şeffaflığı, çalışkanlığı,
hizmet etmenin efendilik olduğunu ortaya koymuşlardır.
TÜBİTAK, Türkiye'nin ufkunu açacak
bilimsel verileri toplayarak, bilimin ışığında dünya ülkeleriyle yarışacak her
türlü bilginin, tekniğin, stratejik anlayışlarla, gelecek nesillere, daha
uygarca, daha evrensel anlayışlarla yarışmayı, başarıyı hazırlayan bir
kurumdur. Hiçbir insan topluluğu yoktur ki, kendi özdeğerlerini, kendi
anlayışlarını, kendi medeniyet çizgisini, kendi örf ve âdetlerini yok saysın.
Bilimin, tekniğin, insanın mantık zinciriyle geliştiğini ve bu hukuksal
zeminleri ihtiyaçlara göre şekillendirdiğini, elbette ki, bilmemiz
gerekmektedir. Bu türlü her türlü bilgi, her türlü teknik, o ulusun anlayışıyla
şekillenerek kendi ifadesini bulur; fıtratına, anlayışına, tarihine aykırı olan
bilgiler, kendiliğinden yok olur. Üzerinde durduğumuz konu, evrensel yarışı
hızlandıracak, ulusumuzun yüzünü ak edecek, Bilim Kurulunun işleyişini
hızlandıracak, performansını artıracak bir konudur. Elbette ki, insanların
farklı düşünmeleri, hayata farklı bakmaları son derece doğaldır. Bu, aynı
zamanda, çokseslilik, çokrenklilik ve bir o kadar da zenginliktir.
Öyle konular vardır ki, bu konularda,
devletin ve toplumun geleceğine yönelik yapılanmalarda siyasal yaklaşımlarda
bulunmak, siyasal bakmak, kendi bakışına uygun yapmak diye bir şey olmaz. Ülke
bizim, devlet bizim, toplum bizim, toprak bizim; bizler, gök derinliğinde mavi,
toprak kıymetinde tahammüllü ve engin denizler gibi geniş ve sonsuzu arzulayan
ruhumuz gibi aşkın anlayışlar ortaya koymak mecburiyetindeyiz.
Burada bize göre, size göre bir anlayış
olmaz. Yarınların görkemli Türkiyesi, kendini aşmış, çağa tanıklık eden ve
çağdaş dünyada "Büyük Türkiye" anlayışını ortaya koyabilen insanlarla
oluşacaktır. Siyasetin böyle şekillendiğini ve yenilendiğini görmek mecburiyetindeyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; geliniz, yeniden yazılmaya başlayan siyasî tarihin yeni
yüzyılını, daha uygarca, daha evrensel anlayışlarla, nice yüzyıllar için zemin
olabilecek çalışmalara hep birlikte imza atalım. Kendi kıymetini bilmeyen
kişiye kimse kıymet vermez. Bizler insanız ve değerliyiz, her şeyin anlamı
insanlarla şekillenir; insanın yücelik anlayışı, yaradılışındaki
donanımlardadır. Kendimiz için istediğimizi başkası için de mutlaka istemek
durumundayız. Benim için doğru olan senin için de doğru olmalı, benim için
anlamlı olan sizler için de anlamlı olmalıdır. Size göre doğru, bize göre doğru
olmaz; doğru tektir; mantıklı olanlar bu doğruları görürler. Asıl olan,
ulusumuzun geleceğini, aydınlık zamanlara, aydınlık mevsimlere hazırlarken, bu
yönelişte, her birimizin tuzundan, biberinden, alınterinden bir payın
bulunmasıdır. Burada benim de emeğim vardı, benim de katkım vardı
diyebilmektir. Geliniz, böyle olumlu işlerde hep birlikte tuz ve biber katalım,
birlikte yolculuğa devam edelim.
20 nci Yüzyıl, ideolojik saplantı ve
çatışmaları olduğu kadar, hızlı bir değişim sürecini de yaşamıştır. 20 nci
Yüzyıl, aynı zamanda ideolojik yaklaşımların, önyargıların da yitirildiği bir
yüzyıl olmuştur. İdeolojilerden arınmış bir demokrasi anlayışı hızla yol
almaktadır. Muhalefet için muhalefet olmaz; geliniz, muhalefet etmek için
muhalefetten vazgeçiniz. Kalkınmışlık, anlayışları hoşgörüyle karşılamakla,
stratejik anlayışları artırmakla, ruhî ve fikrî organizasyonlar kurmakla
mümkündür. Yeni yüzyıl, tekoyunculuktan çokoyunculuğa, tekseslilikten
çoksesliliğe, tekrenklilikten çokrenkliliğe ihtiyaç duymaktadır; bunu
yakalayabilirsek evrensel olabiliriz; demokrasiyi o zaman oturtmamız mümkündür.
Tepkilerimiz, tıkanıklığa, tembelliğe,
soygunculuğa ve kayırmacılığa olmalıdır. Geleceğin kurgulandığı bir dünyada
sözümüz olmalıdır. Hedefimiz, dünya gündemini şekillendirmek, olmamız gereken
yerde ve güçte olmaktır. Yaptıklarımız, kendimiz için değil, mutlaka ve mutlaka
vatandaşlarımız için olmalıdır. Artık, 21 inci Yüzyılda siyaseti yeniden
tanımlamaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum, o nedenle, daha saydam ve şeffaf
olmak, ayırımcı değil, katılımcı; soyguncu, aşırıcı, yok edici değil hesap
verebilir; kısır çekişmeler içinde değil, üretici, etkili ve verimli olmak
gerekir. İnsan hak ve özgürlüklerinin, sınıfsal ayırım yapmadan, herkese eşit,
herkese ait, uygulanır ve hizmetin süreklilik esaslarına uygun bir şekilde
düzenlenmesi gerekmektedir. Kısır çekişmeler geleceği mahveder. Bireysel
tercihlerimiz kısa vadeli olabilir; bizler, uzun mesafelerin, uzun gece ve
gündüzlerin, uzun yolculukların, uzun kardeşliklerin insanlarıyız.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Biraz da
tasarıdan bahset!
RECEP GARİP (Devamla) - Efendim, dinlemeye
davet ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Bizlere barış çok yakışıyor, uyum çok
yakışıyor, anlayışları bir araya getirmek çok yakışıyor; bütün renklerle, farklılıklarla
birbirimize ihtiyacımız var; toplumsal yapımız budur. Bize kavga, bize
kırgınlık, bize yıkıcılık, bize asık suratlılık, bize saygısızlık, bize
adaletsizlik hiç mi hiç yakışmıyor; bu Yüce Meclise, birlik ve beraberlik çok
yakışıyor değerli dostlarım. Geliniz, dünya gündemini yeniden belirlemek için,
büyük Türkiye rüyamıza katkıda bulunmaya devam edelim. Sanıldığı gibi,
partimizin kadrolaşma diye bir sıkıntısı asla olmamıştır, bundan sonra da
olmayacaktır. Sizler, işinize geldiği için böyle anlamaya, böyle algılamaya
devam ediyorsunuz.
TÜBİTAK'la ilgili değişiklik, hukukî bir
zorunluluk olarak karşımıza çıkmış ve bu eksikliği gidermek amacıyla, ek bir
madde Genel Kurula getirilmiştir. TÜBİTAK'ın, Sayıştay ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin denetimi dışında olması ve sadece bir murakıplar kurulu tarafından
denetlenmesi de kabul edilir bir durum değildir.
Bu bilimsel kurumun, düzenli, aktif
hizmetler vermesi için, bu düzenlemeyi herkesin destekleyeceği inancıyla,
hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum; çok teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Garip.
Şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın
Kerim Özkul?.. Yok.
Sayın Mustafa Gazalcı; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; TÜBİTAK konusunda kişisel görüşlerimi anlatmak için
söz aldım; tümünüzü saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, geçenlerde bu tasarı
buraya, 48 saat bekletilmeden getirilmişti. O zaman, AKP sözcüsü arkadaş
demişti ki: "Bu, 1 maddelik bir tasarı, ne gürültü koparıyorsunuz?"
Az önce konuşan arkadaşım da, çok duygusal bir konuşma yaptı. Şimdi, tasarının
kısalığı uzunluğu bir yana, etkisi ve sonucu önemlidir. Kimi zaman bir sözcük
-aynen, bu tezkerelerde olduğu gibi- savaşa veya barışa götürür bizi; boş
söylevler değil, bir "ret" dersiniz "kabul" dersiniz, sonucu
başka olur; bazen bir imza atarsınız, Birinci Dünya Savaşında Enver Paşa'nın
yaptığı gibi, bir cehennemin ortasında bulursunuz kendinizi.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Ne alakası var?!
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Yani,
buradaki, kısa, 1 maddelik tasarı; ama, sonuçları çok çok önemlidir.
Değerli arkadaşlar, hukuka, Anayasaya,
etik kurallara aykırı bir tasarıyla karşı karşıyayız. Her zamanki AKP
klasiğinden birini yaşıyoruz; yani, biz gürültü koparmıyoruz, biz kavga
istemiyoruz az önceki arkadaşımızın söylediği gibi; asıl kavgayı, bu tasarıları
getirerek, arkadaşlarımız yapıyor. Bakın, bu tasarıda açıkça görülecek; kendi
yasasında, bilimsel olduğu, malî yönden, yönetsel yönden özerk olduğu yazılı;
TÜBİTAK'ı öldürme tasarısıdır, bu 1 maddeyle.
O yüzden, burada konuşan Recep Garip
arkadaşım, tasarıyla hiç ilgisi olmayan genel birtakım temenniler söyledi
"birlik olalım, bütünlük içinde olalım; TÜBİTAK'ı yeniden yapılandırıyoruz
dedi.
Eğer, sizin yeniden yapılandırma
anlayışınız, Başbakanın, bir kereye özgü olmak üzere, bir özerk kuruluşun
başkanını atamak ve 13 kişiden oluşan o kurulun 6 üyesini atamaksa, bu, yeniden
yapılandırma değildir; bu, o özerk kuruluşu... Bakın, Bilim Kurulu, 12 kişi, 1
de başkan 13 kişi. Siz, şimdi, bir kereye özgü deyip, hem başkanını
atıyorsunuz, hem 6 kişiyi atıyorsunuz; yani, 13 kişilik kurulda, bundan sonra,
Başbakanın, bir kereye özgü atadığı yerde bir özerklik söz konusu olur mu?
Siyasallaşma amacımız yok deniliyor. 1993
yılında da siz yaptınız... Arkadaşım söyledi; ama, gürültüye gitti, ben, bir
kez daha yineleyeyim: Değerli arkadaşlar, 1993 yılında Bilim Kurulu üyesi yok;
yani, sıfır. O zaman atama yapılırken, elbette öyle olacak; yani, siz o zaman
böyle yaptınız, CHP yaparsa şöyle, AKP yaparsa böyle, o değil. Şimdi, Bilim
Kurulu oluşmuş, çalışırken, siz, başkanını ve 6 üyesini atamıyorsunuz ve sonra
da, bu kurul çalışmıyor, karar yetersayısı yok, başkanı yok diyorsunuz; yani,
aynı durum değil; 1993'teki durum ayrı, şimdiki durum ayrıdır.
TÜBİTAK'ın çalışmaları yeterli değil
deniliyor. Gerçi gerekçede öyle değil, komisyonda da öyle konuşulmadı; ama,
gerçekten çalışmalarında bir yeterlilik görmüyorsanız -bu olabilir- onun yolu,
başkanını almak ve kendinizin ataması değildir, Kurul üyelerinin 6'sını atamak
değildir. Bir araştırma önergesi veririz hep birlikte, TÜBİTAK'ın çalışmalarını
masanın üzerine yatırırız, konuşuruz. Niçin bir araştırma önergesi vermiyoruz?
Sözcü arkadaş diyor ki: "Kendi içine kapandı ve orada çalışmalar
yapılmadı." Gerekçe bu değil.
Değerli arkadaşlar "3 Kasım
seçimlerinde biz çoğunluğu aldık, bütün kurumlarda istediğimiz gibi,
istediğimiz değişikliği yaparız" demektir bu. İşte, ayrıldığımız nokta
budur; yani, hükümet olmakla devlet olmayı karıştırmak... Evet, hükümetsiniz,
bazı, halka hizmet işleri yapacaksınız, bu doğal; ama, Türkiye bir hukuk
devleti, bir anayasamız var; egemenliğin bölüşümü, paylaşımı var. Siz,
iktidarsınız diye yargıya hükmedemezsiniz; siz, iktidarsınız diye yasama organını
bütünüyle ortadan kaldıramazsınız; siz, iktidarsınız diye özerk kurulları
değiştiremezsiniz. Arkadaş diyor ki: "Biz geldik..." Peki, seçmenin
dörtte 1'i ile, katılanların üçte 1'i ile, üçte 2 çoğunlukla, biraz da seçim
sisteminin azizliğiyle buraya geldiniz; bütün Anayasayı değiştirecek misiniz,
bütün devleti ele mi geçireceksiniz!
AHMET YENİ (Samsun) - Siz nasıl geldiniz!
Ne alakasız şeyler konuşuyorsunuz!
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bence bu yanlıştır. Burada bir suç varsa, eğer, şu anda bu kurulun
başkanının olmamasında ve 6 üyenin olmamasında bir suç varsa, bu suç, yasaya
göre, Cumhurbaşkanına teklif etmesi gereken ve Bilim Kurulunun seçtiği 6 üyeyi
ataması gereken Başbakanındır. Burada bir kasıt var, burada bir tuzak var;
burada, daha önceden tasarlanmış bir kurt ile kuzu öyküsü var. Yani, ben bu
kurumda özerkliği öldüreceğim; nasıl öldüreceğim; zamanı geldiğinde başkanını
atamayacağım...
Değerli arkadaşlar, TÜBİTAK'ın yasa metni
elimde. Bakın, burada çok açık bir biçimde deniyor ki: "Başkanı, şu şu
koşulları taşıyanlardan, Bilim Kurulu kendi arasında seçer ve Başbakan, bu
seçilen kişiyi Cumhurbaşkanına önerir." Burada seçme işini Bilim Kurulu
yapıyor; yani, seçme işi yapılmış. Şubat 2003'te, Bilim Kurulu, kendi arasında,
oybirliğiyle Sayın Namık Kemal Pak'ı seçmiş.
Değerli arkadaşlar, 5 Mayısta toplanmış, 6
Mayısta öneri gitmiş. Kime; Başbakana gitmiş; ama, Başbakan, almış bunu,
sumenaltı etmiş. Bakın, aradan beş ay geçmiş, bu atamayı yapmamış. Bir an önce
başkan atansın, 6 üye seçilsin; çünkü, 6 üyenin seçim zamanı da 21 Eylülde
doluyor. Kurum, başkanımız gelsin, kendi aramızda seçim yapalım diye 20 Eylüle
kadar bekliyor. Başkan ataması yapılmıyor. O zaman, başkanvekiliyle beraber
oturuyorlar, 6 üyeyi de seçiyorlar. Sayın Başbakan, onu da sumenaltı yapıyor;
yani, o seçilen kişileri atamıyor.
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Bu,
görevini kötüye kullanmak oluyor.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Bu arada,
bakın, -burada, gerekçede yazmayan-
daha kötü bir şey var; denetleme kurulu devreye sokuluyor. Bakın, önce
karar veriliyor; ben bu kurumu dağıtacağım, kendime göre kadrolaşacağım, zamanı
geldiğinde, başkanını atamayacağım, 6 üyesini atamayacağım... Haziranda,
denetleme kuruluna da diyor ki... Hele, Başbakanlıkta görevli, tek imzalı bir
arkadaş var, ismi de bende, burada. Bakın, 5 Mayısta karar veriliyor, 6 Mayısta
öneriliyor, 12 Haziranda görevlendirme yapılıyor ve daha sonra, rapor
bildiriliyor. O raporda da ortada bir şey yok. Denetleme kurulu çalışmalarının
sonuçlanması bazen bir yıl sürüyor. Bize, sonradan deniliyor ki, efendim,
burada bazı usulsüzlükler yapıldı. Siz mahkeme misiniz?! Türkiye'de, usulsüzlük
yapıldığına ilişkin kararı yargı verir; kişilerin suç işlediği ancak yargıda
belirlenir.
Değerli arkadaşlar, burada, çok çok önemli
bir konu var. Siz, sanıyorsunuz ki, usulsüzlükler, yolsuzluklar, kendinize göre
düzenleme yapıldığı zaman olmaz.
Bakın, size iki örnek vereceğim. 12
Eylülden sonra iki özerk kurum devlete bağlı kurum haline getirildi. Birisi
İlkokul Öğretmenleri Sosyal Yardımlaşma Sandığı, kısa adı İLKSAN. Bakın, buna
çok benziyor. 1985 yılında, hani, şu "verdimse ben verdim" denilen
İLKSAN'ın anastatüsü değiştirildi -aynen burada sizin yaptığınız gibi-
Bakanlığa bağlı bir kurum haline dönüştürüldü; orada araba ve arsa ticaretleri
başladı. Bakın, Ankara'da, mahkeme, bunların, araba ve arsa yolsuzluklarında
suç işlediklerini belirledi; İLKSAN yöneticileri hapse girdi bir ölçüde. Benim,
milletvekili olarak ilk yaptığım işlerden biri, bu İLKSAN konusunu bir
araştıralım, buraya getirelim idi. Şimdi, öğretmenlerin elinden yönetimi alındı
ve İLKSAN'da yolsuzluk başladı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, konuşmanızı
tamamlayınız.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Türk Dil
Kurumu, yine, Atatürk'ün kurduğu, bağımsız, özerk, bir dernek statüsünde
çalışan, 1932'de kurulmuş bir kuruluştu; 12 Eylülden sonra -hani AKP'li
arkadaşlar, zaman zaman "12 Eylül faşizmiyle hesaplaşalım, kurumlarını
düzeltelim" falan diyorlar; ama, baktık ki, onların başka dertleri varmış;
TÜBİTAK'la uğraşıyorlar- Türk Dil Kurumu, yine, Atatürk'ün kalıtı çiğnenerek,
hukuk çiğnenerek, Genel Kurul çiğnenerek -elimde hukukçuların raporu var-
devlet dairesi haline getirildi. Sonra, Anayasaya göre, Atatürk Yüksek Kurulu
diye bir kurul oluşturuldu, bütün varlığıyla beraber oraya bağlandı. Önümüze,
önümüzdeki günlerde gelecek.
Değerli arkadaşlar, Türk Dil Kurumunda
-basından okumuşsunuzdur- yolsuzluk çıktı, çek olayı çıktı. Şimdi, bir
kuruluşun özerkliğini kapatıp kendinize göre kadrolaştığınız zaman ya da
devlete bağladığınız zaman, orada bir şey olmuyor değil.
TÜBİTAK, bir bilim kuruluşu ve yaptığı
harcamaların, 200 trilyonluk bütçesinin yarısını da özgelirle yapıyor. Ayda 80
000-100 000 adet dergi basıyor, dağıtıyor. Böyle yüzakı bir kuruluş, birçok
bilimsel araştırmaları var, kaynağı var. Yeterli bulmuyorsak, yine de onu
araştırırız, daha iyi bir hale sokarız; ama, zamanında atanmadığı için
"boş düştü" diyeceksiniz, "başkanı yok" diyeceksiniz
kurulun seçilmiş 6 üyesini atamayacaksınız, sonra da "bu kurul çalışmıyor;
ne yapalım, bir kerelik atama yapacağız..."
Değerli arkadaşlar, ben, bu konu, bu yasa
önerisi gelmeden önce, 3.10.2003 tarihinde bir soru önergesi verdim. Başbakan
Yardımcımız Sayın Mehmet Ali Şahin yanıt verdi. Bakın, Sayın Şahin orada diyor
ki: "TÜBİTAK'ta atama yapılmayacak diye bir şey yok. Sayın Prof. Dr. Namık
Kemal Pak'ın tekrar bu göreve atanmasına ilişkin süreç, konu hakkında
yapılmakta olan çalışmaların tamamlanmasından sonra devam ettirilecektir."
Yani, diyor ki, denetleme kurulu raporlarını inceleme, araştırma bitsin; biz,
Sayın Pak'ı yeniden atarız.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Hayır, öyle
demiyor.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Evet efendim,
burada işte, bakın.
Şimdi, bir tasarı geliyor "hayır,
başkanını biz atayacağız...." Varsayalım ki, Sayın Pak paklandı; o zamana
kadar bekleyelim.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Çalışmalar devam
ediyor.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Eğer,
partizanca bir iş yoksa, -sizin mantığınızla gelelim, başkan atanamıyor- bir
kereye mahsus Cumhurbaşkanı atasın o zaman; madem partizanca bir şey yapmak
istemiyorsunuz...
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Siyasî sorumluluk
bizde...
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Şimdi, değerli
arkadaşlar, burada iyi niyet yok.
BAŞKAN - Sayın Gazalcı, toparlayınız.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Bitiriyorum
efendim.
Burada, bir bilim kurulunu katletme var
"ben, Anayasayı bir kez değiştiririm, bundan bir şey olmaz" var.
Bakın, birçok yasamız yukarıdan dönüyor,
Anayasa Mahkemesinden dönüyor. Ben hukukçu değilim; ama, Bilim Kurulunun burada
yasası var "Bilim Kurulu, bunu seçer" diyor. O yüzden, bu, hukuka
aykırı bir düzenleme olacaktır.
BURHAN KILIÇ (Antalya) - Haksız kazanç
var.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Bunun
yapılmaması gerekir. Bir kez daha düşünmeye çağırıyorum sizi.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.
Hükümet adına, Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
TÜBİTAK Kanununa bir geçici madde
eklenmesini öngören kanun tasarısı üzerinde görüşmeler yapıyoruz. Biraz önce,
muhalefet ve İktidar Partilerimize mensup arkadaşlarımız görüşlerini ortaya
koydular, kişisel olarak da söz isteyen Sayın Gazalcı düşüncelerini ifade etti.
TÜBİTAK, Türkiye'nin bilim ve teknoloji
hayatına kırküç yıl hizmet etmiş, hizmet etmeye devam eden ve bundan sonra da
devam edecek olan önemli bir kamu kuruluşudur. Bu konuda, sanıyorum, ne
partilerimiz arasında ne milletvekili arkadaşlarımız arasında herhangi bir
görüş ayrılığı var.
Bu noktaya nereden geldik, böyle bir
tasarıyı neden Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne getirmek zorunda kaldık;
izin verirseniz, bunun kısa bir hikâyesini sizlerle paylaşmak isterim.
TÜBİTAK Başkanı dört yıllık bir süre için
seçilir ve görev süresi dolduğunda, Bilim Kurulu, TÜBİTAK başkanını yeniden
seçerek Başbakana gönderir; Başbakan da, eğer uygun görürse, bunu, teklif
olarak Cumhurbaşkanına intikal ettirir. Biraz önce de ifade edildi, TÜBİTAK
eski Başkanı Sayın Prof. Dr. Pak'ın görev süresi 30 Mayısta dolmuştu, Bilim
Kurulu, kendisini yeniden seçerek, 6 Mayısta Başbakanlığa sonucu bildirdi.
Şimdi, muhalefet partisi sözcüsü
arkadaşlarımız, Sayın Başbakan bu seçimi hiçbir inceleme yapmadan, bu atama
işlemi uygun mudur değil midir, üzerinde hiçbir değerlendirme yapmadan, derhal
Çankaya Köşküne göndermeli ve bu atama işlemi tamamlanmalıydı demek istiyorlar.
Şimdi, bu düşüncede olan arkadaşlarıma şunu ifade etmek isterim ki, Başbakanlık
bir trafik noktası değildir, Başbakan da bir trafik memuru değildir; kuşkusuz
ki, önüne gelecek olan atamayla ilgili teklifleri inceleyecektir. Nasıl ki,
Sayın Cumhurbaşkanımız, inceleyerek, bazı kararnameleri geri gönderme hakkına
sahipse, Sayın Başbakanın da böyle bir hakkı vardır. (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Peki, Sayın Başbakan, böyle bir atamayı
niye yapmamış; bu teklifi neden Sayın Cumhurbaşkanına göndermemiştir? Değerli
milletvekili arkadaşlarım, öteden beri, TÜBİTAK'la ilgili murakıp raporları
var; Sayın Pak dönemine ait, 2000-2001 yıllarına ait murakıp raporları var; son
yıllara ait murakıp raporları da var. Peki, bu murakıp raporlarında neler
görüyoruz, neler yazıyor; izin verirseniz, onlardan bir bölümünü sizlerle
paylaşmak isterim:
Önce, bu murakıp raporlarında...
Üniversitelerde görev yaparken ekgörevle TÜBİTAK'ta görev alan öğretim
üyeleriyle ilgili, YÖK Kanununun 38 inci maddesi, şu andaki ölçülere göre sadece
270 000 000 lira ödenmesini öngörmektedir. Bu konu geçmişte ihtilaf konusu
olmuş, Danıştaydan bir görüş alalım diye Danıştaya bir yazı yazılmış, Danıştay
da mütalaasını bildirmiş "YÖK Kanununun 38 inci maddesini uygulamak
zorunludur" demiş; yani, üniversite öğretim üyeleri, eğer TÜBİTAK'ta
görevlendirilecekse, bunlara orada vereceğiniz maaş veya aylık ücret, bugünkü
verilere göre 270 000 000 lirayı geçmeyecektir. Peki, ne olmuş Sayın Pak
döneminde, daha önceki dönemlerde; üniversitelerde aldıkları maaşın üzerinde
kendilerine maaş ödenmiş. Bu, murakıplar raporlarında var, sadece son
murakıplar raporunda değil, daha önceki murakıplar raporlarında da var.
Kuşkusuz ki, bu konuda Sayın Başbakana yardımcı olan uzmanlar, bu konuda Sayın
Başbakanın önüne bu raporları getirdiğinde, Sayın Başbakan da, bu konuda, atama
konusunda, üzerine düşeni yapmış, sayın muhalefete göre üzerine düşeni
yapmamıştır.
Peki, ne kadar bir para bu; mesela, Sayın
Pak, dört yıllık bir dönem için YÖK Yasasının 38 inci maddesine göre ve
Danıştayın görüşüne göre ne kadar alması gerekiyordu, ne kadar almış; dört yıl
içerisinde, 8 700 000 000 alması gerekirken -yuvarlak söylüyorum- 146 000 000
000 almış; yani, aşağı yukarı 137 000 000 000 fazla para aldığı, murakıplar
kurulu raporlarında yazılı. Peki, sadece kendisi mi; hayır, şu ana kadar, bu
şekilde 80 tane örnek var.
SONER AKSOY (Kütahya) - Hepsini geri
ödesin.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şimdi, ben bir hesap yaptım, siz de
yapabilirsiniz; en az, 10 trilyona yakın, böylesine bir fazla para ödendiği
murakıp raporlarında yazılıdır.
Şimdi, muhalefet sözcüsü arkadaşlarımız
diyorlar ki: "Bunun ne ehemmiyeti var, bunun üzerinde durulur mu; hocadır,
bunlara verilmiş işte."
MUHARREM İNCE (Yalova) - Öyle diyen yok.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, biz, kör kuruşun hesabını
sormak için milletten oy istedik, kör kuruşun hesabını sormak için iktidar
olduk. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Dolayısıyla,
murakıplar kurulu raporlarında yazılı olan ve YÖK Yasasına ve Danıştay kararına
aykırı olan bu paraları biz takip ederiz. Siz takip etmeyebilirsiniz; ama, biz
ederiz. Bunun da hesabını sorarız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunun geri
alımıyla ilgili ne gerekiyorsa, onu da yaparız.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Murakıp raporu
bunlar, mahkeme kararı değil.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ayrıca, murakıplar kurulu raporuyla da iş
bitmiyor, bir de ibra kurulu var. 7 kişiden oluşan bir ibra kuruluna da bu
raporlar gitmiş ve Sayın Pak henüz aklanmamıştır, ibra olmamıştır. Şimdi, bir
arkadaşımız hakkında böyle iddialar olacak, ibra edilmemiş olacak; sonra, biz
onu atamayacağız, muhalefet de çıkacak "niye atamadın arkadaş" diye
soracak; el insaf!
Şimdi, ben, Sayın Başbakanın bu konudaki
hassasiyetini ve değerlendirmesini, her aklıselim sahibi kişinin anlayışla
karşılaması gerektiği düşüncesindeyim.
Peki, sonra ne olmuştur; sonra, 21
Eylülde, Bilim Kurulunun 6 üyesinin görev süresi dolmuştur. Bu konudaki
yönetmelikte deniliyor ki: "Bilim Kurulu üyelerinin görev süresi dolmadan
iki ay önce seçim süreci başlar." Bir gün önce Bilim Kurulu toplanıyor;
kimin başkanlığında toplanıyor; Sayın Pak'ın yerine vekil olarak bıraktığı bir
profesör arkadaşın başkanlığında toplanıyor. TÜBİTAK Yasasının 4 üncü
maddesinde deniliyor ki: "Eğer, TÜBİTAK Başkanı şu veya bu nedenle ayrılmışsa,
yerine vekâlet edecek olan kişi, Bilim Kurulu içerisinden seçilir."
Dolayısıyla, Sayın Pak'ın vekil bıraktığı arkadaş, Bilim Kurulu üyesi değil.
Bilim Kurulu üyesi olmayan, yasaya göre o toplantıya başkanlık yapmaması
gereken bir kişinin başkanlığında, 20 Eylülde, Bilim Kurulu toplanıyor, 6 üye
daha seçiyor...
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Öğrenin!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - ...ve on gün sonra Başbakana gönderiliyor. Bakın,
iki ay önceden süreç başlayacak; bir güne sıkıştırılıyor. Ertesi gün
göndermeniz gerekirdi en azından, nezaket gereği; on gün sonra gönderiyorsunuz.
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Atamayı
yapmayınca sıkışıyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Mehmet Bey, on gün sonra gönderiyorsunuz.
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Atamayı
yapmayınca sıkışıyor Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şimdi, ne oluyor arkadaşlar; bakın, ayın 20'sinde
yapılan toplantı, yetkisiz bir arkadaşın başkanlığında yapılmıştır; başkanlık
yapması, TÜBİTAK Yasasının 4 üncü maddesine göre mümkün değildir. Bunu, biz,
Millî Eğitim Komisyonunda söylediğimizde...
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Karşılığını
verdik...
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Öğrendiniz mi?!
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - İnat ediyorsunuz
öğrenmemek için.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - ...vekil olan profesör arkadaşımız -ismini
hatırlayamadım, kusura bakmayın- dediler ki "hukukçu değilim, o kadar
bilmiyordum." Zabıtlarda vardır; siz de oradaydınız.
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Evet...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ne dedi; "ben hukukçu değilim, o kadar
bilmiyordum" dedi. Dolayısıyla, yetkisi olmadığı halde Bilim Kuruluna
başkanlık yaptığını kendisi orada itiraf etti, zabıtlara geçti.
Değerli arkadaşlar, dolayısıyla, şu anda,
Bilim kurulunda görevi devam eden 6 üye kalmıştır. Yine, TÜBİTAK Yasasının 4
üncü maddesine göre, Bilim Kurulunun toplanabilmesi ve karar alabilmesi için 7
kişi gerekiyor.
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - 1'ini yok
etmeseydiniz, olacaktı...
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - 1'ini yok
ettiniz...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şu anda 6 kişi var. 6 kişiyle toplanması, yeni
başkanını seçmesi, geriye kalan 6 üyeyi seçmesi mümkün olmadığına göre,
yapılması gereken nedir allahaşkına?! Yapılması gereken, 1993'te, Erdal
İnönü'nün yaptığından başka bir şey değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
O zaman, Sayın Deniz Baykal da, Sayın Erdal İnönü'nün Genel Başkanı bulunduğu
SHP'de milletvekiliydi. Şu anda, CHP sıralarındaki 6 milletvekili arkadaşımız,
o dönemde, buna benzer bir uygulamaya destek vermişlerdi; çünkü, o dönemde,
onlar da, SHP'de milletvekiliydiler ve dolayısıyla... (CHP sıralarından
gürültüler)
Bakın, 1993'ten hiçbir farkı yoktur. 6
kişiyle toplanamadığına göre, teklif de oradan geleceğine göre, bu halde hiç
toplanamayacağına göre, bu böyle mi kalsın?! Yapılması gereken bir tek şey
vardı; o da, böyle bir tasarıyı göndermekti. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu tasarı önünüze gelmiştir. Şimdi,
TÜBİTAK'ın önü açılıyor. Bu yasa yürürlüğe girdiğinde, bir defaya mahsus olmak
üzere, sayın başkan atanacak, 6 Bilim Kurulu üyesi atanacak ve TÜBİTAK, daha
öncekilerin fevkinde ve üzerinde önemli başarılara imza atacak, Türk bilim ve
teknolojisine, bilim hayatına önemli hizmetler yapacaktır; bu tasarı, bunun
için gelmiştir.
Hepinize saygılar sunuyorum,
desteklerinizi bekliyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şahin.
Şahsı adına ikinci söz, Sayın Cevdet
Erdöl'e aittir.
Buyurun Sayın Erdöl.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MUHARREM İNCE (Yalova) - Az önce
televizyonda söylediğini söyle. Seni televizyonda izledim "bu yasa
eksik" dedin.
CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; TÜBİTAK ile ilgili tasarı üzerinde şahsım adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Arkadaşımın da söylediği gibi, öncelikle
şunu ifade etmek istiyorum ki, ben, bu kanun tasarısını yanlış değil, eksik
buluyorum. Köklü bir reform yapmak gerekir. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Biraz sonra söyleyince zannediyorum anlaşılacak.
Görüşülmekte olan TÜBİTAK'la ilgili
tasarıya geçmeden önce, bir iki ufak, kulakarkası edilen, dikkat çekmeyen, pek
çok kişinin gözünden kaçan olayı aydınlatmak istiyorum; ama, hemen belirtmek
isterim ki, buna siyasetçi gözüyle değil de, bir bilim adamı gözüyle bakmamız
lazım; çünkü, bu, bilimsel kurullarımızın en üst kurullarından birisidir.
Saygıdeğer milletvekilleri, TÜBİTAK'ın
asıl görevi bilgi teknolojisi üretmek ve bu teknolojiyi sanayiin emrine verip,
bilgi ve teknoloji ihraç etmektir, buna faydası olmaktır. Bunun için, tabiî ki,
TÜBİTAK'ın yanı sıra ondan önce kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı gibi,
ondan sonra kurulan TÜBA ve KOSGEB gibi ve nihayet teknokentler gibi bilim
üretmeye yarayan bir kurumdur.
Bütün bu kurum ve kuruluşların
çalışmalarına rağmen, maalesef, Türkiye'yi, görmek istediğimiz noktada
göremiyoruz. Dünya Bankası verilerine göre, 2002 yılı itibariyle, Amerika
Birleşik Devletleri, Türkiye'nin 200 katı kadar, Japonya 125 katı kadar
teknoloji ihraç etmiştir. Biz, ne yapmışız? Evet, iyi şeyler yapılmıştır
TÜBİTAK'ta; ama, yeterli değildir, daha fazlasını istiyoruz. Mesela, bilim
adamı vasfını en iyi belgeleyen şeylerden birisi -ki, TÜBİTAK da bunu çok
kullanmaktadır- Science Citation Index'e giren yayın sayısı; fakat, gelinen
noktada görüyoruz ki, TÜBİTAK'ın dünya literatüründe kabul gören ciddî bir
dergisi bile yoktur, maalesef, bu, büyük bir eksikliktir, hepimizin
eksikliğidir. Peki, TÜBİTAK'ın bunu yapmaktaki acziyeti neden kaynaklanıyor?
Personel kaynaklı mı acaba diye düşünüyoruz, personel durumuna bakıyoruz;
özellikle 458'i başkanlık bünyesinde olmak üzere 2 200'ün üzerinde personeli
var TÜBİTAK'ın. Bütçesine bakıyoruz, 160 trilyon gideri var; bunların yüzde
34'ü yatırım için arkadaşlar, geri kalanı personel gideri, özel gider, diğer
carî gider gibi giderler.
TÜBİTAK'ın en çok irdelenmesi gereken iki
önemli yönünden birisi, desteklediği
projelerdir arkadaşlar. Şöyle söylemek istiyorum: 2001 yılında TÜBİTAK'ın
desteklediği cost ve eureka araştırma projelerine bakıldığında -proje
yürütücülerine baktığımızda- 1 proje Ege Üniversitesinden, 2 proje Çukurova
Üniversitesindendir, diğer 47 proje -ODTÜ, Bilkent, İTÜ gibi- Ankara ve
İstanbul kaynaklı projelerdir.
Bir diğer tablo, üniversitelerin
gönderdiği projelerin desteklenmesine bakılırsa, Bilkent 15 proje göndermiş,
15'i kabul edilmiş, yüzde 100; ODTÜ 73 proje göndermiş, 50'si kabul edilmiş;
yani, insanın aklına geliyor; acaba burası TÜBİTAK mı, ODTÜBİTAK mı? Evet,
buradaki hocalarımızın hepsi de muteberdir; ama, Anadolu'ya açılabilmiş ve
geniş katılımlı bir proje üretimi, proje desteği oluşturabilmiş değildir. Bunun
nedenini biraz sonra söyleyeceğim.
Kurumun en önemli sorunlarından birisi de,
danışmanlarını seçmek ve danışmanlara verdiği ücretler bakımından tamamen
bağımsız hareket edebilmesidir. Mesela, ihalelere baktığımız zaman, ULAKBİM'e
ihale için verilen aynı şartnameyi aynı şekilde sağlayan firmalardan 1 000 000
dolar daha yıllık maliyeti fazla olan firmaya ihale verilmiştir. Ulusal basında
buna ait birçok yayın yapılmıştır, cevapsız kalmıştır.
Şimdi, böyle bir mantık içerisinde
düşündüğümüz zaman, bu, ancak olsa olsa aile şirketlerinde olur; bilimsel
kurullarda bunun, bu tip takipsizliğin olması asla mümkün değildir; çünkü, malî
portesi, biraz önce de söylenildi, ne şu Yüce Meclis tarafından ne de Sayıştay
tarafından denetleniyor. Şu devirde böyle bir kurum olamaz.
Arkadaşlar, en önemli sorunlardan birisi
de üyelerin seçimidir.
Burada dikkatinizi şuna çekmek istiyorum:
Biraz önce Sayın Bakanımız da söylediler, 12 üyeden 8'i bilim adamı, 4'ü de
özel veya kamu sektöründe temayüz etmiş kişilerden seçiliyor; fakat, bu 8 bilim
adamından 4'ü, TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) üyesi olmak zorunda; yani,
herkes zannediyor ki, bilim adamı olunca, yurt dışında yayımları olunca,
patenti olunca, araştırmaları yurt dışında kabul görünce, TÜBA'ya üye olabiliyorsunuz;
böyle bir şey yok. TÜBA'ya üye olabilmeniz için, öncelikle, TÜBA'nın aslî
üyelerinden birisinin sizi refere etmesi; yani, kaba tabiriyle "bu, iyi
çocuktur, gelsin aramıza" demesi lazım; o da yetmiyor, 2 üyenin daha
"evet, bu iyidir" diye yazılı müracaatta bulunması lazım. Ondan sonra
yapılacak oylamada, eğer, siz, genel kuruldan da geçebilirseniz, o zaman TÜBA
üyesi olabiliyorsunuz.
TÜBA üyesi olmak da, TÜBİTAK üyesi
olabilmek için, Bilim Kuruluna üye olabilmek için yeterli değil; TÜBİTAK'a üye
olabilmek için, TÜBİTAK'ta üyelik boşalacak, kalan mevcut üyeler de yanlarına
gelecek üyeleri kendileri seçecekler; yani, bu, Rusların matruşka oyuncakları
gibi, kutu içerisinde kutu; bunu açmanız, anlamanız, kolay kolay mümkün değil.
Yani, kısacası şu: Meclisin üyelerinden yarısının görev süresi doluyor, üyeliklerin
yarısı boşalıyor; boşalan üyeliklere yeni üyeleri, burada kalan yarısı seçiyor;
yani, mevcut olanlar, yanlarına gelecek insanları tercihleriyle seçiyorlar. Bu,
bir nevi tavassutla oluyor. Bu, bilim adamlığına yakışmaz. Bilim adamı,
ürettiği bilimle, ürettiği yurtdışı yayımlarıyla ve bilimsel kariyeriyle
seçilebilmelidir, tavassutla değil; ama, seçilenler için şunu söylüyorum:
Seçilenler, bunu, bilim adamlığı vasıflarında değildirler anlamında almasınlar;
onlara da saygımız sonsuzdur, hepsi de muteber insanlardır; yalnız, ben,
seçimin ve sistemin yanlışlığını tartışıyorum.
Şunu unutmayalım ki, arkadaşlar, bunlardan
4 üyenin özel veya kamu sektöründe temayüz etmiş kişilerden seçilmesi gayet
normaldir; kanun gereğidir. Nitekim, sanayicilerimizden Sayın Hüsamettin Kavi
halen üyedir, KOSGEB'in Başkan Yardımcısı Bayram Mecit halen üyedir. Bunun
gibi, ben, isterim ki, mesela, TÜBİTAK'ın yönetiminde Savunma Sanayii
Müsteşarlığımızdan da bir üye olsun. Bunlar, hep, değişime açık olmamız
gerektiğini gösteren şeylerdir.
Evet, 1963'te çıkan bu kanuna, 3 tane
önemli kanun hükmünde kararnameyle müdahale edilmiştir. Birisi, 294 sayılı
Kanun Hükmünde kararnamedir; ikincisi, 497 sayılı, TÜBA'yla ilgili Kanun
Hükmünde Kararnamedir; üçüncüsü de, yine 498 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamedir. Niye bunlar yapıldı diye soracaksanız -zannediyorum bugün yok-
Sayın Abdulkadir Ateş Beye sorunuz. Turizm Bakanı olarak her üç kararnamenin de
altında imzaları vardır kendilerinin; ona sorun, gerekçelerini size gayet güzel
izah edebilir.
Arkadaşlar, matruşka oyuncağı sistemiyle
kapalı kutu içerisinde olan böyle bir tarz, şu andaki mevcut bilim, mantık ve
bilimsel anlayışımıza terstir. Bunun ancak ve ancak nasıl olması gerektiğini
söyleyebiliriz; bilim adamının -biraz önce de söylediğim gibi- bilimsel
kariyeri, yayımları, belgeleri, patenti atıf alan yayımları alt alta konulur ve
herkese, bütün bilim adamlarına açık olur. Burada öyle bir şey yok. Burada, ben
"sen gel" diyeceğim, sen geleceksin; böyle bir sistemin olması bilim
adamlığına...
YILMAZ KAYA (İzmir) - Nereden biliyorsun?
CEVDET ERDÖL (Devamla) - Ben bilim
adamıyım, oradan biliyorum; öğrenmek istersen çok okuman lazım; onun için,
lütfen...
YILMAZ KAYA (İzmir) - Sen seç o zaman.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sen kibar
adamsın, yakışmaz sana.
CEVDET ERDÖL (Devamla) - Ben bir şey
demiyorum size, anlamanız için söylüyorum.
Şunu söylemek istiyorum: Neden bu kanuna
böyle bir geçici madde eklenmesine ihtiyaç duyulduğunu Sayın Bakan çok geniş
bir şekilde izah etti. Peki, ne olacaktı; bu böyle devam mı edecekti;
TÜBİTAK'ın önünü açmamız lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN- Sayın Erdöl, sözlerinizi tamamlar
mısınız.
Buyurun.
CEVDET ERDÖL (Devamla)- Tamamlıyorum
efendim.
Arkadaşlar, tekrar etmek gerekirse, bir
dernek ve daha doğrusu, aile şirketi mantığıyla yönetilen bu kurumun, bir an
önce, modern toplumlardaki gibi, bilim adamlarına gerçekten yakışan gerçek bir
bilim kurulu hüviyetine kavuşmasını arzu ediyoruz. Bunun için, gerekli adımları
mutlaka atmalıyız; gerek malî portesiyle gerek idarî portesindeki yapılarıyla
ilgili, eğer istiyorsanız çok daha ciddî bir değişiklik yapalım.
Evet, onun için de, TÜBİTAK'la ilgili
araştırma önergesi vermeyi düşünüyorum; yardımlarınızı, desteklerinizi
bekliyorum. Muhalefetle birlikte, varsanız hep birlikte yapalım bunu.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)- Tasarıyı çekin
geriye; araştırma önergesi verelim.
CEVDET ERDÖL (Devamla)- Yani, şimdi, şöyle
yapmamızı istiyor arkadaşlar: Eskiden olduğu gibi, böyle gelmiş böyle gider; böyle
devam etsin, aynı tas aynı hamam; devam etsin... Biz bundan yana değiliz
arkadaşlar. Sistemin aksayan yönlerini tamir etmek durumundayız. TÜBİTAK bu
yönleriyle aksamaktadır. Bunu da düzeltmemiz için çok önemli bir fırsattır;
bunu hep birlikte değerlendirelim. Bunun için, gerçekten, kanun tasarısının çok
olumlu olduğunu, Türkiye'nin bilimsel liderliğe ulaşabilmesi için önünü
açacağını düşünüyorum. Gelin, açık toplum olma gereğini hep birlikte, elele
vererek yapalım.
Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Erdöl.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür
ederim. Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
TÜRKİYE
BİLİMSEL VE TEKNİK ARAŞTIRMA KURUMU KURULMASI HAKKINDA KANUNA BİR GEÇİCİ MADDE
EKLENMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI
MADDE 1. - 17.7.1963 tarihli ve 278 sayılı
Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna aşağıdaki
geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 3. - Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine, 4 üncü maddede
belirtilen niteliklere uygun kişiler arasından, 4 üncü maddenin ikinci
fıkrasında belirtilen oranlar çerçevesinde bir defaya mahsus olmak üzere
Başbakan tarafından atama yapılır.
Başkan bir defaya mahsus olmak üzere
Başbakanın teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanır."
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Mustafa Özyurt.
Buyurun Sayın Özyurt. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde
Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak için söz almış bulunuyorum.
Arkadaşlar, sözlerime başlarken, Sayın
Bakanın, konuyu, tamamen çarpıtarak size sunduğunu söylemek istiyorum,
samimiyetle, içtenlikle; bu çarpıtılmıştır. Bu, tamamen kılıf uydurmak için
uydurulmuş bir bahanedir.
Benim Bakandan istediğim şuydu: Yiğitçe,
buraya gelecekti, diyecekti ki: Arkadaşlar, biz, TÜBİTAK'ı elimize geçirmek
istiyoruz. Bunun için de, Başkanını atamadık, sumen altında tuttuk. Bugüne
kadar da sakladık. Buna bir kılıf uydurmak lazımdı; ne olacak, kılıfı gayet
basit, bu adama usulsüz ödeme yapılmıştır; hem kendisine hem başkalarına.
Sayın Bakan, eğer, bunu, mayıs ayında veya
haziran ayında buraya getirseydi, ben, kendisini burada kutlardım. Sayın
Bakanım, madem böyle bir yolsuzluk ve usulsüzlük var, siz de bunu yakaladınız,
tebrik ediyorum sizi derdim; ama, aradan altı ay geçiyor -usulsüzlük var
dediğimizi- saklıyorsunuz saklıyorsunuz ve ondan sonra bir kanun maddesiyle
karşımıza çıkıyorsunuz, diyorsunuz ki: TÜBİTAK'ın Başkanını ve 6 üyesini biz
atamak istiyoruz. Bunu böyle söyleyin; ne var yani bunda sıkılacak?!
Arkadaşlar, aslında, AKP Hükümeti, hükümet
etmek değil, hükmetmek istiyor. Bunu kafanıza yerleştirin; hükmetmek
istiyorsunuz, yanlış yoldasınız.
Bakın arkadaşlar, bir otobüsün şoförü
otobüsü kötü kullanıyorsa, siz arka koltukta otururken, şu adam gitsin
bariyerlere çarpsın diyemezsiniz. Otobüs bariyerlere çarparsa, siz de
çarpılırsınız, sizin de bir yeriniz kırılır; hatta, ölürsünüz. Bunu, lütfen,
kafanıza yerleştirin. Yanlış yoldasınız.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Biz, otobüsü
sarhoş kullanmıyoruz.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Bakın
arkadaşlar, eğer konuşmasını biliyorsanız, gelir burada konuşursunuz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Biliyorum,
tabiî...
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Konuşmasını
bilmiyorsanız, susmasını bilin, dinleyin lütfen.(CHP sıralarından alkışlar)
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Ölürsünüz ne
demek?!.
FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Mustafa Bey,
sizden öğrendik.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Yüreğiniz
varsa, gelir çıkar konuşursunuz...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yüreğim var tabiî,
hem de senin kadar yüreğim var.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Sıranız varsa,
gelir konuşursunuz; ama, oradan laf atamazsınız; hiç değilse, susmasını bilin,
bunu öğrenin.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen
müdahale etmeyelim.
Sayın Özyurt, siz, Genel Kurula hitap
edin.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Ölürsünüz ne
demek?!.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Ölürsünüz
demedim.
Yüreğiniz varsa, gelir konuşursunuz.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Tutanaklara
bakarsın.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Dedin, dedin...
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Hayır efendim.
Şimdi, arkadaşlar...
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Ağzından çıkanı
kulağın duymuyor.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Peki efendim,
peki...
Başbakan bunu bilerek sumenaltı etmiştir,
saklamıştır ve isteyerek bunu yapmıştır; onu da söyleyeyim. (AK Parti
sıralarından "Tabiî, tabiî[!] " sesleri)
Arkadaşlar geliyor diyorlar ki, biraz
evvel konuşan arkadaşım da diyor ki: "Bu, bilimsel değildir." Peki;
Başbakanın kişileri ataması bilimsel midir? Tüccar zihniyetiyle yaptığınız şey
bilimsel mi olacaktır? Başbakanın bilimselliği nerededir? Soruyorum size:
Başbakanın bilimselliği nereden kaynaklanıyor?
SONER AKSOY (Kütahya) - Başbakan, Meclise
karşı sorumludur.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Sizin
bilimselliğiniz nereden kaynaklanıyor?
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - İsterseniz
söyleyeyim; 37 yıllık doktor ve 22 yıllık da profesörüm; bilimselliğim buradan
kaynaklanıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Bununla da olur diyorum. Eğer varsa
böyle bir şeyiniz, gelir burada söylersiniz.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Olabilir...
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Tamam, buyurun,
hay hay.
Arkadaşlar, dediğim gibi, burada
"TÜBİTAK Başkanı bu kadar yolsuzluk yapmıştır, şu kadar parayı usulsüz
almıştır" deniliyor. Bu da uydurma, bakın söyleyeyim: TÜBİTAK'a
üniversiteden gelen öğretim üyesi, ya üniversite yasasına, yani, YÖK Yasasına
tabidir veya TÜBİTAK Yasasına tabidir. Bu, daha evvelki dönemde, Başbakan
Yardımcısı Devlet Bahçeli'ye "bakın, böyle böyle hareket ediliyor"
diye sorulmuştur ve hiçbir şekilde "hayır" denilmemiştir. Bunu Sayın
Başbakan Yardımcımız biliyor, kendisinden dinledim ben bunu. O zaman geldiğinde
"bu yanlış yapılıyor arkadaşlar, sizin yaptığınız yanlış" deseydi ve
mayıs ayında bu işi ortaya koysaydı tebrik ederdim; ama, dediğim gibi, bu,
tamamen kılıf, uydurma... "Biz bu işi ele geçirmek istiyoruz"
diyorsunuz; yanlış yapıyorsunuz. Bakın, üniversite konusunda aynı yere
geldiniz, TÜBİTAK konusunda aynı yere geliyorsunuz, Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurulunda aynı şeyi yapıyorsunuz. Dediğim gibi, -bunu, lütfen
kafanıza yerleştirin- siz, hükümet etmek değil, hükmetmek istiyorsunuz, yanlış
yoldasınız.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) -
"Hükümet" kelimesinin anlamı ne?
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Hükümet etmenin
ne demek olduğunu öğrenmek için açar sözlüğe bakarsınız; ama, hükmetmek demek
değildir.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Siz bakın, siz.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Siz,
demokrasilerdeki hükümet etmenin ne demek olduğunu anlarsınız.
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Ben çok iyi
biliyorum, siz bakın.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Peki efendim.
BAŞKAN - Sayın Aydoğan, lütfen... Her konuşmacıya
ille laf yetiştirmek durumunda değilsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Öyle görev
vermişler.
BAŞKAN - Sayın Özyurt, siz de, lütfen,
Genel Kurula hitap edin. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Sağ olun,
teşekkür ederim alkışlayanlara.
Bakın arkadaşlar, size daha evvel de
söyledik, dedik ki: Irak konusunda bu kadar ısrar etmeyin; yanlış yoldasınız,
yanlış gidiyorsunuz. "Yetki yasası istiyoruz" dediniz, aldınız
yetkiyi; buyurun. Ne yapacaksınız yetkyi?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yaptık.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Ne yaptınız?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Gereğini yaptık.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Gereğini
yaptınız; başınıza taç ettiniz. İşte, bunda da aynı şeyi yapıyorsunuz.
TÜBİTAK'ı da baştan aşağıya değiştireceksiniz, elinize geçireceksiniz, TÜBİTAK
diye de bir kurum kalmayacak; onu size söyleyeyim. Bu kurum İsmet Paşanın
Başbakanlığında kurulmuş bir kurumdur, bununla iftihar ederiz, onur duyarız ve
bunu savunmak için de elimizden gelen her türlü gayreti gösteririz arkadaşlar.
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Bilimsel
verilere bakın.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Bilimsel
veriler dediniz, sizin TÜBİTAK'ın bilimsel verileri hakkında bilginiz var mı?
FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Biraz önce
arkadaş anlattı.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar,
dediğim gibi, gelin, bu işi doğru dürüst yapalım. Yiğitçe, çıkın deyin ki, biz
bu kurumu lağvetmek istiyoruz, elimize geçirmek istiyoruz, siyasallaştırmak
istiyoruz... Bunları söyleyin, biz de rahat edelim. Ama, öküz altında buzağı
arar gibi, Sayın Bakan, işte, bunları şöyle yapmışlar, bir gün sonra
gönderdiler, bir gün evvel gönderselerdi böyle olmayacaktı diyor. Bunlar, öküz
altında buzağı aramak; yapmayın, doğru dürüst yapın şurada!
BURHAN KILIÇ (Antalya) - Yeniliklere
kapalısın, yeniliklere!
ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) - Sen bilim
adamısın Hoca; dinleyeceğimiz bir şeyler söyle!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar,
tekrar söylemeyeyim aynı şeyleri, yüreğiniz varsa, gelir, burada konuşursunuz;
ama, hiç değilse susmasını bilin. (AK Parti sıralarından gürültüler)
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Sen buraya bak
Hocam, öbür tarafa bakma; ne yapacaksın onları!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar,
gelin, şu ülkeyi zorlamayalım, şu ülkeyi germeyelim... (AK Parti sıralarından
gürültüler) Arkadaşlar, şu ülkeyi germeyelim; bu, bizim için elimize geçmiş bir
şans. Güçlü bir iktidarsınız, biz de karşınızda samimiyetle hareket eden, iyi
niyetle hareket eden bir muhalefetiz. Diyoruz ki, yanlış yapıyorsunuz, bu
yanlışlara gitmeyin. 61 yaş yasasında aynı şeyi yaptınız, Irak konusunda aynı
şeyi yaptınız.
Bir misal daha vereyim, 10 000 yoksul
öğrenciyi tarikat okullarında okutmak için aynı yolu denediniz, yanlış
yapıyorsunuz dedik.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yok yok,
Türkiye'de tarikat okulu yok.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Bunda da yanlış
yapıyorsunuz; lütfen, hiç değilse hatadan dönmesini bilin.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyurt.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Başkan,
iktidar tarafından tehdit alıyorum "fazla konuşma, Yalova'yı ilçe
yaparız" diyorlar!..
BAŞKAN - Şahsı adına, Konya Milletvekili
Sayın Orhan Erdem?.. Yok.
Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK Yasa Tasarısıyla ilgili görüşlerimi
belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
TÜBİTAK, 1963 yılında, ülkede bilim ve
teknoloji alanında araştırma-geliştirme çalışmalarını desteklemek, geliştirmek,
düzenlemek ve koordine etmek amacıyla kurulmuştur.
TÜBİTAK, bugün, ülkenin bilim ve teknoloji
platformunda özel yeri olan saygın bir kurum haline gelmiştir. kırk yıllık bir
geçmişe, idarî ve malî özerkliğe sahip olan bu kurum, ulusal bilgi birikimi ve
teknolojisinin yaratılmasının en önemli kilometre taşlarından biridir.
Bilim ve teknoloji alanında gelişmenin
olmazsa olmaz koşullarından birinin, idarî ve malî özerklikle sağlanabilen
bilimsel özgürlük olduğu bilinmektedir. AKP Hükümeti ise, kendi istediği
kişileri atayarak, Bilim Kurulu ve başkan aracılığıyla bu özerkliği istediği
gibi değiştirmek istemektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
TÜBİTAK başkanı, 1963 yılında çıkarılan yasaya göre, o tarihten beri Bilim
Kurulu tarafından seçiliyor. Peki, şimdi ne oldu da bu uygulamadan vazgeçme
ihtiyacı doğdu? Yasa tasarısının gerekçesinde, başkanlığın ve 6 Bilim Kurulu
üyeliğinin boşalmış olması nedeniyle, başkanla birlikte 13 kişiden oluşan Bilim
Kurulunun yeni üyelerini seçme görevini yerine getiremeyeceğinin anlaşıldığı,
bu tıkanıklığı aşabilmek için Başbakanın müdahalesine gerek bulunduğu öne
sürülmektedir. Oysa, süreç, anlatılandan daha farklı gelişmiştir. Ortada bir
tıkanıklık olduğu doğrudur; ama, bu tıkanıklık kurumdan değil, bizzat
hükümetten kaynaklanmaktadır.
Dört yıldan bu yana TÜBİTAK Başkanlığı
görevini yapmakta olan Prof. Dr. Sayın Namık Kemal Pak'ın görev süresi 30 Mayıs
2003'te dolmuştur. Bilim Kurulu, Sayın Namık Kemal Pak'ı oybirliğiyle yeniden
başkanlığa seçerek durumu Başbakanlığa bildirmiştir. Aradan beş aydan fazla
zaman geçmesine rağmen, dosya, Başbakanlık tarafından Cumhurbaşkanlığına
sunulmadığı için yasal süreç tamamlanamamıştır. 21 Eylül 2003'te görev süresi
dolan 6 Bilim Kurulu üyesinin yerini alacak üyeler, yasa gereğince, Bilim
Kurulunun 20 Eylül 2003 tarihli toplantısında seçilmiştir. Bu kişilerin
isimleri, onaylanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir; yani, yasal prosedür
yerine getirilmiştir; ancak, ne hikmetse, Başbakanlık, bu yasal süreci
tamamlamamıştır; yani, yasa tasarısının gerekçesinde öne sürülen tıkanıklık,
bizzat hükümet tarafından yaratılmıştır. Bu nedenle, TÜBİTAK, vekil başkan
tarafından yönetilmektedir. Yasa tasarısı, yasaya göre seçilenlerin yerine, bir
defaya mahsus olmak üzere, atanmışları getirmeyi öngörmektedir.
Bilim adamlarımızı karalamayalım; hele
hele, murakıp raporları kesinleşmeden... Altı aydır, murakıpları niye
çalıştırmadınız, konuyu niye sonuçlandırmadınız?! Siz, hükümetsiniz. 6 Bilim
Kurulu üyesinin de görev süresinin tamamlanmasını mı beklediniz? Mevcut
tıkanıklığı hükümet yarattığına göre, bu uygulamadan beklenen nedir? Hükümet, TÜBİTAK'ı ve kurumun gerçekleştirdiği
bilimsel araştırma ve projeleri bu yolla mı siyasî denetimi altına almak istemektedir?
Ayrıca, yapılan bu uygulama sonucu, atama
yoluyla gelen kişiler, kendi aralarında ne denli saygın ve bilimsel başarıya
sahip olurlarsa olsunlar, konumları tartışma konusu yapılacak ve bu durumdan
zarar göreceklerdir; çünkü, hükümetin bu uygulaması, apaçıktır ki, TÜBİTAK'ta
kadrolaşma amacını gütmektedir. Hükümet, TÜBİTAK'ı, geri dönülmeyecek bir
biçimde siyasî denetim altına almaya çalışmaktadır.
Sayın milletvekilleri, ilginç olan bir
başka nokta ise tasarının gerekçesidir. Hükümetin, Başkanının atanması ve Bilim
Kurulunun oluşması konusunda kendi sorumluluğunu zamanında yerine
getirmemesinden kaynaklanan durum, şimdi, ilginç bir biçimde, tasarının
gerekçesini oluşturmaktadır. Tasarının gerekçesinin hiçbir inandırıcılığı
bulunmamaktadır.
Siyasî kadrolaşma yoluyla bilimsel çalışma
ortamının yok edilmesi ya da siyasal amaçlara hizmet eden yeni bir bilim
anlayışı halkımızın çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlar
mısınız.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Olması gereken, bilimin topluma yayılması,
bilimsel düşüncenin egemen kılınmasıdır.
Kaldı ki, tasarı, gerek sebep unsuru gerek
amaç unsuru gerekse konu unsuru açısından Anayasaya aykırıdır.
Hiçbir hukuk düzeni, kişilerin kendi
kusurlu davranışları sonucunda meydana gelen bir durumu bahane ederek,
amaçladıkları bir sonuca ulaşabilmelerini desteklemez.
Mevcut yasalara bilerek aykırı davranan
kimselerin iyi niyet sahibi olduğu da ileri sürülemez.
Siyasî iktidarlar geçici, özerk bilimsel
kurumlar kalıcıdır. Atama kapısı bir kez aralandığında, gelecek iktidarların
tavrı merak edilir. Bu nedenle, siyasî iktidarların, özerk bilimsel kurumları
siyasî müdahale alanı olarak görmesi ve salt bu açıdan çözüm araması yanlıştır,
kabul edilemez.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
TÜBİTAK, 1995'te endüstriyel ar-ge faaliyetlerinin de desteklenmeye
başlanılmasından sonra iktidarların ilgi odağı oldu. Refahyol Hükümeti
döneminde, Başbakan Sayın Necmettin Erbakan da, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Tosun
Terzioğlu ve Bilim Kurulunu değiştirmek istemişti.
Yarım kalmış bir iş mi vardır?.. Nedir
arkadaşlar, bilimden, teknolojiden istenilen?.. Bari, bilim adamlarımızı rahat
bırakalım. Lütfen takıyye yapmayalım. Geçmişte, dinî siyasîleştirmek
isteyenlerin durumunu hepiniz gördünüz. Bilimi, ilmi siyasîleştirmek
isteyenlerin de sonu farklı olmayacaktır.
Gerçek niyetiniz neyse, açık açık ortaya
koyunuz. Şimdi, gözünüzü bilim ve teknolojiye mi diktiniz?.. Onu da mı siyasete
konu edeceksiniz?..
Bu anlamda, bu tasarının, doğru, kabul
edilebilir bir tarafı yoktur. Doğru olan, hükümetin bu yanlıştan dönerek
tasarıyı geri çekmesidir.
Bu duygu ve düşüncelerimle, Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın
Ekmekcioğlu.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Madde kabul
edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum.
MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN- Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın
Osman Coşkunoğlu; buyurun Sayın Coşkunoğlu.
CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak)-
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tartıştığımız, TÜBİTAK için bir kereliğine mahsus bir atamayla ilgili yasa
tasarısında çok önemli üç hata yapıldığını tespit ediyorum. Bunları dikkatinize
getirmek istiyorum, biraz, üstünde beraber düşünmemizi öneriyorum.
Birincisi, sık sık sözü edilen bir söz
var: Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
iradesi... Türkiye Büyük Millet Meclisi bir parti değildir, Türkiye Büyük
Millet Meclisi herkestir. Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesi dediğimiz zaman,
AKP iradesi demiyoruz, hatta, hükümet iradesi demiyoruz; ama, Başbakandan
talimat geliyor, bir yasa geliyor, Başbakandan talimat geliyor, yasa çekiliyor.
Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi değildir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
iradesine ve itibarına gölge düşürür.
Seçimleri unutmayın. Seçim platformunu
belki çabuk unuttunuz. Seçim platformunda benim önüne çıktığım halk ile sizin
önüne çıktığınız halk farklı değildi. Ne dediler; Meclise gittiğin zaman, öyle,
parmak kaldıran, parmak indiren, emir kulu milletvekili olma diye bana
söylediler; size söylemediler mi?! (CHP sıralarından alkışlar)
ÜNAL KACIR (İstanbul)- Bize de söylediler.
BURHAN KILIÇ (Antalya)- Bravo! 2/B'de
gördük sizi.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)- Onun için,
öyle, emir geliyor yasa geliyor, emir gidiyor yasa gidiyor, buna
"olur" demeyin. Şu yasa tasarısının içeriğine bir bakın. Yoksa, ben,
halkımın önüne gittiğim zaman bu parmak kaldırıp indirme davranışını şikâyet
edeceğim, bunu da haber vereyim. Bu, birinci yapılan hata.
İkinci yapılan hata diyebilirsiniz ki,
"Yahu, şimdi halkımız can derdinde; TÜBİTAK gibi konularla falan meşgul
olmaz. Biz, bunu arada çıkarırız. Halkımız TÜBİTAK ile nasılsa
ilgilenmez." Bu da ikinci yapılan hata.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - 2/B'de oy kullanma
dediler, oy bile kullanmadınız! (CHP sıralarından gürültüler)
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Bırakın
bağırsınlar, bırakın bağırsınlar; konuşacak halleri yok, ancak bağırırlar
böyle.
Nasıl olsa halkımız TÜBİTAK'la ilgilenmez
diyebilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım, bakın, ben size bir
şey okuyayım; bu, tarihî bir ibret olayıdır: "Yapısal reformlarla, banka
ve finans sektörünün yapısını ve denetimini güçlendireceğiz. Bankalar reform
yasasını çıkaracağız. Oluşturacağımız bağımsız bankalar denetim ve gözetim
kurumuyla -bakın, bankalar denetim ve gözetim kurumuyla- bankaların daha etkin,
sağlıklı ve güven verici bir sistem içerisinde görev yapmalarını
sağlayacağız."
Bu neredendir biliyor musunuz; bu, 1999
seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisinin seçim bildirgesindendir. Cumhuriyet
Halk Partisi, 1998'de, 1999'da, bankaların düştüğü durumu görmüştü. Bunları
düzeltmek için bankalar denetim ve gözetim kurumunu kuracağını 1999 seçim
bildirgesinde söylemişti. Cumhuriyet Halk Partisi Meclis dışında kaldı. Ne
oldu; cezalanan Cumhuriyet Halk Partisi mi oldu, Türkiye mi oldu? Ondan sonra
bankalar krize girdi, ondan sonra, IMF'nin emriyle BDDK kuruldu, iş işten
geçtikten sonra.
MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Mardin) - Kemal
Derviş vardı ama!
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Seçim
platformunda ben bunu halkımıza anlattığım zaman... 1999'a çevirin
hafızalarınızı; şimdi herkes bankalardan konuşuyor. O zaman, 1999'da sadece
Cumhuriyet Halk Partisi konuşuyordu, sadece Cumhuriyet Halk Partisi o öngörüyü
yapabilmişti; ama, halkımız da haklı olarak, sonradan, dedi ki: "Ee, biz
bankalardan ne anlardık!" Doğru; belki biz de üstümüze düşeni yapamadık,
belki iyi anlatamadık; ama, değerli milletvekilleri, İsmet Paşanın bir lafı
vardır: "Bazılarını her zaman kandırabilirsiniz, herkesi bazen
kandırabilirsiniz; ama, herkesi her zaman kandıramazsınız." Önünde
sonunda, işte, bankalar fiyaskosu ortaya çıktı ve Cumhuriyet Halk Partisini
Meclis dışında bırakanlar, ondan sonra seçtiklerini sandığa gömdüler. Bugün
TÜBİTAK'ı kim umursar derseniz, yarın akıbetiniz farklı olmaz. Çünkü, oraların,
ülkemize, bilime, eğitime hizmet edecek liyakatli insanlar yerine, iktidarın
yandaşlarının maaş yeri olarak tutulacağını, maaş yeri olarak kullanıldığını
halka şikâyet edeceğim; bunu da söyleyeyim size. (CHP sıralarından alkışlar; AK
Parti sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, üçüncü hata; Meclis
kurulduğunda hepimiz, sizler de eminim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler
de ve halkımız da bir umut içerisindeydik. Neydi bu umut; parçalanmışlık
olmayacak, iktidar ve iktidara yapıcı bir muhalefet yapan -ki, bunu ilk başta
şimdiki Sayın Başbakanın seçilme hakkı yolunu açan o davranışıyla Cumhuriyet
Halk Partisi göstermiştir- biz, beraberce halkın en önde gelen gündem maddesi
üstünde duracaktık. Neydi halkımızın en önde gelen gündem maddesi; yoksulluk, bir;
yolsuzluk, iki. Bunlar değil midir, birinci, en öncelikli konular?! İktidar
neyle uğraşıyor; YÖK'le uğraşıyor, TÜBİTAK'la uğraşıyor, üniversitelerle
uğraşıyor. Hem de şimdi, buraya, kürsüye çıkıp da, hayatında bir gazetede köşe
yazısı yazmamış bir insan, bilim adamlarının bilim değerini takdir etmeye
kalkıyor! (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, size ibret verici
bir veri sunacağım: Bundan on yıl önce uluslararası -rasgele dergilerde değil-
bilim dergilerinde bilimsel yayın yapma sıralamasında, Türkiye 45 inci sırada
yer alıyordu;şimdi 22 nci sırada. On sene içerisinde, üstelik zikzak çizmeden,
istikrarlı bir şekilde bu merdiven basamaklarını çıkmıştır. Şimdi 22 nci sırada
yer alıyor. Ekonomide, rekabette, şunda bunda 60 ıncı, 70 inci sırada yer
alıyor; ama, uluslararası saygın bilimsel dergilerdeki bilimsel yayın
sıralamasında Türkiye 22 nci sırada yer alıyor şimdi.
Bilimsel yayının tek gösterge olmadığını
biliyorum; ama, önemli bir göstergedir ve hedef olarak o konulmuştur, o
başarılmıştır.
Ben, Plan ve Bütçe Komisyonunda Eğitim
Bakanına net bir soru sordum... Aksaklıkları yok mu üniversitemizin; var,
aksaklıkları yok mu TÜBİTAK'ın; var; ama, değerli arkadaşlarım, devenin nerem
doğru dediği misali, ülkenin neresinde aksaklık yok?! Birsürü, dökülen o
yolsuzluklar varken, yolsuzluklarla bankaları dolandırmış insanlar milyarlarca
dolarla keyif çatarken, TÜBİTAK'tan birisi 1-2 milyar fazla almış, bilimsel
hakkı için gelip bunun burada lafını ediyorsunuz! Onlara hesap sorun
sorabiliyorsanız, bilim adamlarının aldığı üç beş kuruş için değil!
Yolsuzluklardan cebini doldurmuşlara hesap soramıyorsunuz, bilim adamlarından
hesap sormaya kalkıyorsunuz! (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, değerli arkadaşlarım, gelelim
TÜBİTAK'a. TÜBİTAK'ın 2002 için önceden hedeflemiş olduğu toplam yayın sayısı
-yine uluslararası belli kriteri sağlayan dergilerle- 65'tir, gerçekleşen
82'dir. Bu uluslararası yayın sadece bilimin kalitesi anlamında da değil,
Türkiye'nin uluslararası tanımı anlamında da önemlidir. Buralarda yayını
çıkanlar, ülkeler ve uluslar, bu şekilde, saygınlık kazanır, bilimden
anlayanların takdir edebileceği gibi. Dolayısıyla, sadece bilimsel anlamda bir
başarı değil, Türkiye'nin tanıtımı anlamında da önemli bir başarıdır.
Aksaklıkları vardır; ama, aksaklıklar için topyekûn kadro değiştirmek, kabul
edilecek bir şey değildir.
Değerli arkadaşlarım, tekrar edeceğim;
Plan ve Bütçe Komisyonunda Eğitim Bakanına sordum; Türkiye'de bana tek bir
kurum gösterin -ki, biraz önce bahsettiğim rakamları söyledikten sonra sordum,
kendileri de biliyordu zaten- gerek TÜBİTAK'ın gerek üniversitelerimizin
göstermiş olduğu başarının bir benzerini göstermiş olsun, bir kurum daha
söyleyin Türkiye'de dedim ve cevap alamadım.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - İstanbul
Belediyesi!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Ülkemizin en
başarılı kurumlarıyla uğraşmayı bırakın, yoksullukla, yolsuzlukla uğraşın. O
zaman bizim de desteğimiz olur, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi irade ve
itibarından söz etmek mümkün olur değerli arkadaşlarım.
Bu yasayı... Gelin bir farklılık yapın,
ondan sonra göğsünüzü gere gere -belki burada biraz sıkıntı çekersiniz; ama-
halkın önüne çıkarsınız. Bilime ve eğitime halkımızın saygısı vardır. Bilim ve
eğitim yuvalarının... Benim seçim bölgem Uşak, üniversitesini bekliyor. YÖK
yasası çıkacak diye, üniversite çıkmıyor. Yeni YÖK yasasını çıkaralım da
kadrolaşalım diye, bütün kriterlerini tamamlamış 15 üniversite, Türkiye'de,
bekliyor. Ne diyeceksiniz ilinize gittiğiniz zaman; işte, hükümet YÖK yasasını
çıkaracak, onun için bekliyoruz, kadrolaşmak için... Bu, kabul edilebilecek bir
davranış değildir. Bunun cezasını -başka kim çeker beni ilgilendirmez; ama- en
başta Türkiye çeker. En kısa zamanda, gelin, gündemimize, halkın sizi buraya
gönderdiği konulara, yoksulluğa ve yolsuzluğa dönelim. Bilim yuvalarıyla,
üniversitelerle uğraşmayı bırakın.
Hepinize saygılar sunarım. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.
Şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın
Kerim Özkul?.. Yok.
Adana Milletvekili Sayın Nevin Gaye
Erbatur; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
N. GAYE ERBATUR (Adana) - Sayın Başkan,
Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu
Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının
2 nci maddesi üzerindeki görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün, benim içim yanıyor; içim öyle
yanıyor ki, otuz yıllık akademik yaşamım süresince yanmadığı kadar yanıyor.
Kimya biliminde, öğretim elemanı ve bir araştırıcı olarak görev yaparken, doğal
olarak, TÜBİTAK'la, proje ve benzeri destekler alanında sık sık etkileşimlerim
oldu. Asistanlığımdan profesörlüğüme uzanan süreçte, çeşitli TÜBİTAK
projelerinde, yardımcı araştırıcı ve yürütücü olarak görevler yaptım. Genel
olarak gözlemim, TÜBİTAK'ın, misyonunu ve üstlendiği görevleri, siyasî
otoritenin yönetime egemen olduğu dönemler hariç, başarıyla yerine getirdiği ve
bilimin öngördüğü yöntemlerin kullanılmasıyla, destek politikalarını tarafsız
ve objektif bir şekilde oluşturduğudur.
TÜBİTAK, daha önce arkadaşlarımın da
söylediği gibi, 24 Temmuz 1963'te yürürlüğe giren 278 sayılı Yasayla kuruldu.
Kurulduğu yıldan 1980'li yılların ortasına kadar müsteşarlık şeklinde
yönetildi.
TÜBİTAK'la ilk siyasal etkileşime giren, o
zamanki Millî Selamet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan'dır.
Necmettin Erbakan, aynı bugün olduğu gibi, kurumda isteklerini yaptıramaması
nedeniyle, o dönemin TÜBİTAK Genel Sekreteri Prof. Dr. Muharrem Miraboğlu'nu
hedef almış ve Muharrem Miraboğlu'nun Necmettin Erbakan'ın isteklerine boyun
eğmemesi ve onun güdümüne girmemesi nedeniyle, TÜBİTAK'la ilgili tüm Bilim
Kurulu üyelerinin atamalarını imzalamamıştır. Bu durumda, Sayın Muharrem
Miraboğlu Genel Sekreterlikten istifa etmiştir. Tarih 1974'tür. Bu tarihten
1977'ye kadar TÜBİTAK vekâleten idare edilmiştir. Bu durum, 11 Kasım 1987 gün
ve 19631 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 294 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle, TÜBİTAK sisteminin başkanlık ve yönetim kuruluna dönüştürülmesine
kadar devam etmiştir.
O zamanki yönetim kurulu üyeleri arasında
iki kişi dikkatimizi çekiyor. Bunlardan biri, başkan olan Prof. Dr. Mehmet
Ergin -ki, kardeşi Millî Selamet Partili Süleyman Ergin'dir- diğeri ise,
bugünkü hükümetin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanıdır. Sayın Bakan, başkan
yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olarak bulunduğu TÜBİTAK'ta, bir zamanlar
etle tırnak gibi oldukları dönemin başkanı tarafından bezdirilerek
uzaklaştırıldığı dönemdeki olaylara yakından tanık olmuş ve uzaklaştırıldıktan
sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çalışmaya başlamıştır. Daha sonra ise,
mahkeme kararıyla döndüğü TÜBİTAK'ta başkan yardımcısı olarak tüm ödemelerini
ve tazminatını da alarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesine geri dönmüştür. 1990
yılının sonunda Prof. Dr. Mehmet Ergin görevden alınmış, yerine Prof. Dr. Kemal
Gürüz atanmıştır. Bu süreç, Prof. Dr. Erdal İnönü'nün inisiyatifiyle, 498
sayılı ve 9.9.1993 tarihli Kanun Hükmündeki Kararnameyle, TÜBİTAK Yasasının ilk
haline döndürüldüğüne kadar devam etmiştir. O halde, gözden uzak tutulmaması
gereken nokta, söz konusu kanun hükmünde kararnameyle eski şekline dönüştürülen
yasa gereği yapılması zorunlu olan ve bir defaya mahsus olarak 1963 yılındaki
yasanın ruhuna ve lafzına uygun yapılan atamaların, bu yasa teklifiyle, yasa
teklifinde yer alan aynı sözcüklerin yan yana oluşunun dışında uzaktan yakından
bir ilişkisi bulunmadığıdır. Yeni oluşturulan bir kurulun atama yapılmadan
çalışmaya başlaması, eşyanın doğasına aykırı bir durumdur. Ayrıca, söz konusu
kanun hükmünde kararnamede, kararnamenin yayımlanmasına kadar yönetim kurulunun
göreve devam edeceği hükmü de yer almaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlayın.
N. GAYE ERBATUR (Devamla)- Bu durum,
hükümetimiz tarafından ya bilinmemekte ya da özellikle değiştirilmektedir.
Profesör Erdal İnönü'nün buradaki işlevi,
her şeyden önce, 1963 yılındaki yasanın ortaya çıkışında verilmiş olan emeğe
sahip çıkış olarak yorumlanabilir.
TÜBİTAK Yasasının, eleştiriye açık ve
değiştirilmesi talep edilebilecek yönleri olabilir; ancak, doğru ve uygun
şekli, bunun oldubittiye getirilmeden ve taraflar arasında sağduyuyla
tartışılarak yapılmasıdır.
Daha önce belirttiğim gibi, siyasî
otoritenin TÜBİTAK yönetimini politik olarak taraflı bir şekilde oluşturmuş
olduğu dönemlerde, kurum, bilimsel ilkelerden tamamen uzaklaşmıştır. Şu anda
yapılmak istenen yasal değişiklik, yani, TÜBİTAK Başkanının bir kereye mahsus
olmak üzere Başbakan tarafından atanması ve TÜBİTAK Bilim Kurulunun 6 üyesinin
yine Başbakan tarafından atanması işlemi, korkarım, benzer bir siyasallaşma dönemini
TÜBİTAK'ta başlatacaktır. Daha önce yaşanmış olan bu olgunun yeniden yaşanması,
TÜBİTAK'ta uzun yıllar onarılmayacak yaralar açacaktır.
Siyasî etkilerle bilim kurumlarının
yöneticilerinin sık sık hükümetler tarafından değiştirilmesinin önünü açacak
olan yasa tasarıları, ülkemizin bilgi çağını yakalama hedefleriyle
bağdaşmamaktadır. Adam değiştirme yerine, ulaşılacak bilim hedefleri ve
kurumların kalitesinin yükseltilmesini sağlayacak verimli kadroların oluşması
için nelerin yapılacağının tartışılması, daha yararlı olur. Bu konuda
sağduyunun egemen olması en büyük dileğimizdir.
Sevgili Adanalı arkadaşım Recep Garip
"adaletsizlik bize yakışmıyor" dedi; doğrudur, size yakışmıyor
adaletsizlik, lütfen adaletsizlik yapmayın ve siyasî baskılardan uzak olan
TÜBİTAK'ın üst yönetimine ilişkin olarak yapılan bu yasa değişikliğini geri
çekin. Geri çekin ki, biz de yürekten inanalım, sizin, bilimin ve TÜBİTAK'ın
önünü açmaya çalıştığınıza.
Teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbatur.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Madde kabul
edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum.
MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı, buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından alkışlar [!])
CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma
Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum ve
sizleri saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, söz konusu tasarının
3 üncü maddesi, bu tasarının yürürlük maddesidir, bu kanunu yürütme yetkisini
Bakanlar Kuruluna vermektedir; ama, burada durup düşünmemiz lazım. Bakanlar
Kuruluna yürütme yetkisi verilen bu kanun, nasıl bir kanundur?! Bu kanun, bir
defaya mahsus olmak üzere gereği yerine getirilecek ve gereği yerine
getirilince de tüketilecek bir düzenlemedir, genel değildir, objektif değildir.
Halbuki, hukukta "kanun" adı verilen işlemler geneldir, objektiftir,
kalıcıdır; yani, bir kere somut bir olayda gereğine uyulmuş olması, o kanunun
gereğinin yerine getirilmesine yetmez. Benzer bütün somut olaylarda da bu kanun
yürürlükte kalır, ona uyulması zorunlu hale gelir, benzer diğer olaylar için de
geçerli bir kural niteliği taşır; ama, biz, burada, bir defaya mahsus olmak
üzere bir kanun çıkarıyoruz ve bu kanunu, sırf -yaşanan olayları hepimiz
bildiğimiz için rahat rahat söylüyorum- TÜBİTAK Başkanı ile Başbakan arasında
bir tartışma olduğu için, TÜBİTAK ile AKP İktidarı arasında bir geçimsizlik
olduğu için çıkarıyoruz. Kanunun çıkarılma gerekçesi de budur; başka bir nedeni
yoktur. Biz, böyle bir gerekçeye dayalı olarak... Kanunun gerekçesinde ifade
edilmese dahi, toplum olarak hepimiz, yöneticilerimizin, bakanlarımızın ve
Başbakanımızın açıklamalarında biliyoruz ki, bu kanunun çıkarılmasının
arkasındaki asıl gerekçe budur.
Değerli arkadaşlarım, anayasasında
"hukuk devleti" yazılı olan bir devlette bu tür kanunlar çıkarılamaz.
Hukukun genel ilkelerine bağlı kalmanın
Avrupa Birliğine giriş
standartları arasında yer
aldığı -Kopenhag Kriterlerinden
birisi de, hukuk devletini yaşama geçirmektir, eksiksiz biçimde yaşama
geçirmektir- Avrupa Birliğine giriş normları arasında hukuk devletini yaşama
geçirmenin yer aldığı bir dönemde, böyle bir yasayı çıkarmaya kalkışmak, bir
hukuk cinayeti işlemekle eşdeğerdir; bunu yapamayız.
Bakınız, bu iktidar, önce kendi kadrosunu
yaratmaya yöneldi. Bu kanunun çıkarılışının altında da yatan temel neden, biraz
önce açıkladığım gibi, iktidarın, TÜBİTAK çerçevesinde de kendi kadrosunu
yaratmaya kalkışmasıdır. Kendi kadrosunu yaratmak emeliyle yola çıkan iktidar,
bugün, artık, kendini, kendi hukukunu yaratma emeline kaptırmış durumdadır.
Değerli arkadaşlar, bir hukuk devletinde,
bir iktidarın hukuku, bir başka iktidarın hukuku diye ayırımlar olmaz. Hukuk,
hukukun genel prensiplerine uygun bir biçimde çıkarılmalıdır. Hukukun genel
prensipleri de, böyle, bir defaya mahsus yasalara geçit vermez. Hukuk dilinde
bunun adı ayrıcalıktır, bunun adı keyfîliktir; keyfîliğin de -biraz önce
söylediğim gibi- hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırılması mümkün olmaz.
Belki, anlayışınıza göre, böyle bir
hukuku, bugün, burada, vereceğiniz oylarla yaratabilirsiniz; burada, çoğunluk
olmanıza dayanarak yaratabilirsiniz; ama, buradaki çoğunluğun oyu, hiçbir
zaman, bu çıkardığınız kanunlara hukuk niteliği, kanun niteliği kazandırmaz;
ama, bir tek işleve yarar, yararlı olmayan bir tek işleve yarar: Devleti, önce,
hukuk devleti niteliğinden uzaklaştırmaya; ikinci olarak da, daha uzun bir
vadede, devleti devlet olma niteliğinden uzaklaştırmaya. Öyle zannediyorum ki,
devleti devlet olmaktan çıkaracak böyle bir süreci yaratmaya, şu sıralarda
oturan hiç kimsenin eli varmayacaktır. Böyle umut etmek istiyorum; çünkü, şu
kürsüde, görevimize başlarken, hepimiz, Anayasaya ve hukuka saygılı olmak
yemini ettik. O yeminin gereğine uyma yeri, bugün, burasıdır, bu yasaya olumsuz
oy kullanmaktır.
Belki, bunlar kulakardı edilecek; belki,
burada, birkısım arkadaşlarımız, biraz sonra, bu hüküm ve tasarının tümü
oylanırken olumlu oy kullanacaklar; kendi partilerinin çıkarı gerektirdiği için
olumlu oy kullanacaklar; ama, ben, şuradan hatırlatayım, bu tür davranışlar,
oldubitti anlayışı içerisinde, bir ülkenin tarihinde unutulmaya bırakılmazlar.
Bu işlenen hukuk cinayetinin hesabını size sorarlar. Bugün sormasalar bile,
tarihte bir gün, ama, mutlaka sorarlar; çünkü, hiç kimsenin, bir devletin hukuk
düzenini keyfîliğe sürükleme hakkı yoktur; hangi sıfatı taşırsa taşısın; bu
kimse, cumhurbaşkanı olsa da hakkı yoktur, başbakan olsa da hakkı yoktur, bakan
olsa da hakkı yoktur, milletvekili olsa da hakkı yoktur, vatandaş olsa da hakkı
yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Halkın iradesi
var!..
OYA ARASLI (Devamla) - Kullanacağımız
oyları, bu sorumluluğumuzu düşünerek kullanalım. Ben, bunda, gülünecek, alay
edilecek bir şey görmüyorum; ama, o kadar ısrarlı hal aldı ki bu Meclisin
çatısı altında hukuk çiğnemeler, hukuksuzluklar, Anayasaya aykırılıklar, bu
işlerin ne demek olduğunu bilen, yıllarca hukuk öğretmek görevini yerine
getirmiş bir insan olarak, bunları size hatırlatmayı görev biliyorum; çünkü,
hatırlatılmaya muhtaç konumda olduğunuzu görüyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
AGÂH KAFKAS (Çorum) - Aaa! Hocam, burası
sınıf değil, Meclis.
OYA ARASLI (Devamla) - Oyunuzu verirken
bunları hatırlayınız, böyle bir hukuk cinayetine oylarınızı alet etmeyiniz
demek istiyorum.
Bakınız, burada, biraz önce "bu
devletin beş kuruşunu boşa harcatmayız" dedi bir bakanımız. Ben de sormak
istiyorum: Şu kürsüde bu ikazları yapmaktan bıktım, hiçbirinde de haksız
çıkmadım. Keşke haksız çıksaydım, keşke bu memleketin hukuk düzeni, çıkarılan
yasalarla doğru düzgün gidiyor olsaydı; ama, şurada yaptığım ve her seferinde
de sizin aynı tavırla karşıladığınız uyarılarımın hepsinde haklılık payı
olduğu, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlarla ortaya çıktı ve biz, bu
haksızlıklar Anayasa Mahkemesi tarafından düzeltilinceye kadar, kimi yasaları
burada iki kere görüştük -Cumhurbaşkanı tarafından reddedildiği için- ve bir
yasa çıkarmanın bütün masrafını, bu ülkenin bu fakir insanlarının sırtına
yükledik. Bu, ülkenin parasını heder etmek değil de nedir?! Sayın Bakanımıza,
ben bir kere de bunu hatırlatmak istiyorum ve bir kere daha, bu yasanın, yasa
niteliği dahi taşımaktan uzak olduğunu söylüyorum.
Devlet büyükleri kurumlarla çelişkiye
düştü, kurumlarla kavgalı oldu diye yasa çıkarılmaz. Bu ihtilafı bu şekilde
çözmek için yasa çıkarılmaz. Sayın Bakanımız, biraz önce "Erdal İnönü de
böyle yaptı" dedi. Herhalde, ya bizleri, olayı bilmiyor varsaydı veya
kendisi de Erdal İnönü-TÜBİTAK olayını olması gereken özenle incelemedi. Ya
kendisi bilmiyor ya bizi bilmiyor zannediyor veya anlamaz yerine koyuyor. O
olay farklıdır, bu olay farklıdır; bu, bütün devlet kurumlarıyla kavgaya girmiş
bir iktidarın zavallılığını örtebilmek için çıkarmak istediği bir yasadır. (AK Parti sıralarından gürültüler)
Bu emele alet olmamanızı bir kere daha rica ediyorum, sizleri saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Araslı.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına,
Trabzon Milletvekili Sayın Asım Aykan; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA ASIM AYKAN (Trabzon)
- Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; TÜBİTAK'la ilgili yasa değişikliğinin 3
üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın
bu genel yaklaşım biçimi üzerinde, müsaade ederseniz, iki üç cümle söylemek
istiyorum.
Şunu söylüyorlar- bugün, dün, değişen bir
tavır yok- hep, yanlış yapıyorsunuz. Biraz önce çıkan arkadaşımız da bize bunu
söyledi; yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz...
Nereden biliyorsun bizim yanlış yaptığımızı!..
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) -
Irak'tan!
AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Yeri
neres?.. Anayasa Mahkemesinden her seferinde dönüyor.
ASIM AYKAN (Devamla) - Bir dakika, bir
dakika...
Arkadaşlar, ben yıllardan beri siyaset
yapıyorum. Her muhalefet partisi, iktidar için "yanlış yapıyorsunuz"
der. Şimdiye kadar "doğru yapıyorsunuz" diyen bir muhalefet partisi
gördünüz mü; yoktur.
K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Kaç kez
"evet" dedik.
ASIM AYKAN (Devamla) - Peki, kimin yanlış
kimin doğru yaptığına kim karar verir?
HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Anayasa
Mahkemesinden geliyor.
ASIM AYKAN (Devamla) - Kim karar verir?
Orada yazıyor: "Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir." (AK Parti sıralarından alkışlar)
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Bu millet sadece
size oy veren üçte 1 değil!
ASIM AYKAN (Devamla) - Orada yazıyor.
Kim karar verir iktidarın doğru veya yanlış yaptığına; millet. O
zaman, sabredin. 28 Marttaki seçimde, siz mi yanlış yapıyorsunuz, biz mi yanlış
yapıyoruz; onu, milletimiz bize gösterecektir. Sabırlı olun.(AK Parti
sıralarından alkışlar) Mart ayını bekleyin. Mart ayında sandık açıldığı zaman,
siz mi yanlış yapıyorsunuz iktidar mı yanlış yapıyor belli olacak. Sabırlı
olun; bir.
İkincisi, arkadaşımız "siz iradenizi
kullanamıyorsunuz" diyor, biraz önce söylediler. Allahaşkına, kimin
iradeyi kullanıp kullanmadığını millet görmüyor mu?
Biz, 1 Mart tezkeresinde, tarihimizin en
önemli kararında grup kararı almadık, özgürce irademizi kullandık; ama, siz,
2/B yasasında, şuraya adamı diktiniz, kimseye oy kullandırmadınız. (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Üçüncüsü, bu, hep karşı durmak mantığından
vazgeçin allahaşkına. Muhalefet, sadece muhalefet yapmak değil, yanlışı
gösterirken doğruyu da göstermektir.
Siz, 1970'li yıllardaki köprüyü yaptırmam,
1980'li yıllardaki sattırmam mantığıyla bir yere varamazsınız. (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bırakın bunları...
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Tekeli satın da
görelim!..
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Ucuza Türkiye'yi
satamazsınız!
OYA ARASLI (Ankara) - Yetki aldınız,
kullanamadınız Irak'ta.
ASIM AYKAN (Devamla) - Bir diğer mevzu,
kadrolaşıyorsunuz, kadrolaşıyorsunuz deyip duruyorsunuz.
Arkadaşlar, bu insanları biz atadığımız
zaman anormal oluyor da siz atadığınız zaman niye normal oluyor; bunu bana
söyler misiniz allahaşkına?! Biz, oraya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını
atamıyor muyuz?!
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Kurallara göre
atayın, yasalara göre atayın.
ASIM AYKAN (Devamla) - Biz, milletten
aldığımız yetkiyle, kanunların, yönetmeliklerin, usullerin, esasların
çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını atıyoruz, başka birisini buraya
göndermiyoruz.
MUSTAFA SAYAR (Amasya) - Burası atama yeri
değil.
ASIM AYKAN (Devamla) - Türkiye'de, hiç
kimse hukuk devletine karşı değil. Hukukun olmadığı yerde anarşi olduğunu ve
hiçbir şeyin, hiçbir taşın yerine oturmadığını biliyoruz. Avrupa Birliğinin
kapısındayız. İkide bir buraya gelip de, el sallayarak bizi tehdit eder
vaziyette konuşmanızı anlamış değiliz.
MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Siz
sallıyorsunuz... Ele bak!
ASIM AYKAN (Devamla) - Lütfen... Lütfen,
şuna son verelim.
Hukukun kamu vicdanıyla örtüşmek durumunda
olduğunu da unutmayın. Her zaman, hukuk, kamu vicdanıyla örtüşür. Rahmetli
Menderes de hukukla, mahkemeyle asıldı; ama, daha sonra kamu vicdanından özür
diledik. Unutmayın bunu! (AK Parti sıralarından alkışlar)
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bizim,
kurumlarla kavgamız yok. Biz, hizmete geldik. Türkiye'nin gündemi ne ise, AK
Partinin gündemi odur; bizim başka bir gündemimiz yok. Biraz önce söylediniz;
ona katılıyorum; hırsızlıkla ve yolsuzlukla, işsizlikle mücadeleye geldik,
başka bir gündemimiz yok. Bizim kurumlarla kavgamız yok; ama, sizin milletle
kavganız olduğundan şüphem yok.
Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aykan.
Şahısları adına, Konya Milletvekili Sayın
Orhan Erdem?.. Yok.
Ankara Milletvekili Sayın Zekeriya Akıncı;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz yasa tasarısının 3 üncü
maddesiyle ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, sevgi ve
saygıyla selamlarken, dört yıl önce bir büyük felaketle yitirdiğimiz, Düzce'de
kaybettiğimiz yurttaşlarımızı bir kez daha saygı ve rahmetle anıyorum ve konut
sorunları çözülememiş olduğu için, 72 gündür Ankara soğuğunda, Abdi İpekçi
Parkında sorunlarına çözüm arayan ve 72 gün sonra da gözaltına alınan
yurttaşlarımıza da geçmiş olsun diyorum.
Evet, sevgili arkadaşlarım, görünüşte tek
bir maddelik yasa tasarısını görüşüyoruz ve son derece basit, sıradan bir işmiş
gibi değerlendiriliyor, sunuluyor Meclise; hatta "ne olmuş, tek bir
maddecik" denildi.
Aslında, burada, tek bir maddeyle de olsa,
Türkiye'de idarî ve malî özerkliği olan bir kurumu, nasıl siyasî amaçlarınız doğrultusunda
kullanabileceğinizin, biçimlendirebileceğinizin de tipik bir örneğini
veriyorsunuz. Tek kurşunla vurur gibi, tek maddelik bir yasayla, TÜBİTAK'ı
vurmak istiyorsunuz.
Aslında, gerekçe ne kadar masumane
görünüyor; TÜBİTAK'ta var olan tıkanıklığı aşmak ve kuruma işlerlik
kazandırabilmek. Peki, görünmeyen, ama, bilinen gerekçeler bu kadar masum mu;
elbette değil.
Sayın Başbakan, insanları, zaman zaman
"niyet okuyucuları" diye tanımlıyor; ama, böyle bir durum karşısında,
AKP İktidarının gerçek niyetinin ne olduğunu merak etmemek, hatta görmemek
mümkün mü?!
Siz, 12 kişilik Bilim Kurulunun yasasına
uygun biçimde seçtiği başkanın atamasını altı ay Cumhurbaşkanına sunmazsanız,
bunun ardından da, 20 Eylüle kadar bu sunuşu bekleyip, Cumhurbaşkanına sunuş
yapılmayınca da, yine kendi yasasına uygun biçimde Bilim Kuruluna seçilen 6
yeni üyenin atamasını da yapmazsanız, biz, bu işin neresinde iyi niyet
arayalım? Böyle bir durumda, iyi niyet mi kalır, hukuk mu kalır, demokrasi mi
kalır?! Kaldı ki, böylesine bariz, açık bir olayda da herhalde niyet
okuyuculuğuna falan da gerek yok; çünkü, yapılmak istenen çok açık ve çok net.
MEHMET SOYDAN (Hatay) - Sayın İnönü de
öyle yapmış.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Üstelik, bazı
iddiaların aksine, bu 6 bilim adamının seçiminde Bilim Kurulu Başkanlığına
vekâlet eden Sayın Tuğrul Tankut oy kullanmamışken ve iki dönem görev
yaptıkları için yeniden aday olamayacak olan, ama, oy kullanma hakları devam
eden 2 üyenin de katılımıyla 8 kişiden oluşan kurul, yasasına uygun biçimde 6
yeni üyesini seçmişken bu atamaları yapmıyorsanız, bu yasayla, TÜBİTAK'taki
tıkanmayı önlemeye çalışıyoruz iddianız ne kadar inandırıcı olur, onun
ötesinde, ne kadar demokratik ve yasal olur?
Gerçekten de, demokrasiyi ve yasaya
saygıyı içinize sindirmiş olsaydınız, bu atamalar yapılır, başkan onaya sunulur
ve böyle bir kaos da yaşanmazdı; çünkü, demokrasi, topluma güven verme ve
toplumsal düzenin korunması sorununu herkesten önce iktidara -yani, size-
yüklüyor. Bu ise, öncelikle, iktidarınızın, çoğunluk bende, ne istersem yaparım
saplantısından sıyrılıp, ikide birde orayı göstermekten vazgeçip, hukuk
kurallarına uymak ve uyulması için idareye olanak sağlamakla mümkündür.
SONER AKSOY (Kütahya) - Halk her yere
girer.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Örneğin,
AKP'li bir sözcü "hep muhalefet ediyorsunuz, doğrusu neyse söyleyin"
dedi. Söylüyoruz; diyoruz ki, TÜBİTAK'a siyasetin elini sokmayın, bilimsel bir
kurumun malî ve idarî özerkliğini zedelemeyin. Bunu da anlamazsanız, ne
söyleyelim?! Bu kadar açık söylüyoruz.
Uzunca konuşup, TÜBİTAK ve orada
yaşananlarla ilgili fazla bir şey söylemeyen, yayınlardan, ar-ge
teşviklerinden, burslardan ve benzeri diğer çalışmalardan söz etmeyen Sayın AKP
sözcülerinin de, dürüst, iyi niyetli ve benzeri yuvarlak tanımlamalarına
bakarak, ataması yapılmayan bilim adamlarına dönük ağır bir eleştirilerine de
tanık olmadık. Zaten seçmene bayram mesajı niteliği taşıyan bu konuşmalardan,
TÜBİTAK'la ilgili ne söylenmek istendiğini de kimse pek çıkaramadı; ama, bilim
adamı olduğunu söyleyen ve inandığımız bir arkadaşımızın "matruşka"
benzetmesiyle, bu kurumun özerk yapısını küçümsemesini anlayabilmiş değilim.
Biz umut eder ve beklerdik ki, önce, bilim
adımı olduğunu söyleyen arkadaşımız bu yasa tasarısına karşı çıkabilsin. Bu
yasa tasarısına karşı çıkmak, bilim adamı olduğunu iddia eden ve söyleyen
herkesin öncelikle görevidir. (CHP sıralarından alkışlar)
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Allah, Allah!..
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Ben o
arkadaşımı da görev yapmaya davet ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlar
mısınız.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, esas olarak ne TÜBİTAK ne de diğer Bilim Kurulunun üyelerinin
nitelikleri üzerine, söylediğim gibi, bir değerlendirme yok. Bu işe layık
olmadıkları biçiminde de bir iddia yok utangaçça bir şeyler söyleniyor ise de.
Bu atamaların yapılmamasının nedenini,
bizler, aslında, komisyon toplantısında, Sayın Başbakan Yardımcımızın
değerlendirmelerinden öğrendik; yani, ne zaman; şubatta Bilim Kurulu başkanını
seçmişken, mayısta seçim sonucu Başbakana sunulmuşken, 12 Hazirandan sonra
murakıpların incelemesi başlamışken ve murakıplar raporlarını temmuz ayının
ortasında sunmuşken, bu murakıp raporlarındaki bazı konuların incelenmesi
isteğini, atamanın önünde bir büyük engelmiş gibi sunarak ne kamuoyunu ne de
bizleri ikna edebilmeniz mümkündür. Üstelik bunlar ne zaman gündeme getirilmiş;
TÜBİTAK Yasası komisyonda görüşülmeden birkaç gün önce ve ne yazık ki, bu
yasanın gerekçesine gerekçe oluşturmak için de, acımasızca kampanyalarla, bu
insanlarla ilgili kafalarda soru işaretleri uyandırmaya çalışmışsınız ve
kendinizi haklı çıkarmak için, yargısız infazdan bile kaçınmamışsınız. Şu anda
TÜBİTAK'ın başkanı ve seçilemeyen, seçilmiş ama atanmayan yöneticileri bu
kürsülerde töhmet altında bırakılmıştır.
Peki, olan ne; TÜBİTAK, 1996'dan bu yana,
üstelik, Sayın Pak daha kurum başkanı değilken, Devlet Bakanlığından onay
alınarak, yazışmaların sonucunda bilim adamlarına YÖK'ün değil, TÜBİTAK'ın
kendi yasasına göre ücret ödenmiş; olay bu. Bize komisyonda sunulan ve atamanın
önünde en büyük engelmiş gibi gösterilen konu bu. Peki ne ödenmiş; -Sayın
Başbakan Yardımcımız söyledi- ayda 270 küsur milyon yerine, 2,5 milyar kadar;
dört yılda toplam 120 milyar. Kime ödenmiş bu para -dikkatinizi çekiyorum-
Türkiye'nin, bilim ve teknolojisinin geleceğini emanet ettiği insanlara. Kaldı
ki, öncelikle, Sayın Başbakanımız ve Bakanımız da biliyordur ki, bu ücret sadece bazı bilim adamlarına değil, aralarında
TÜBİTAK'ın başında görmek isteğini duyduğumuz saygıdeğer bilim adamına da
ödenmiştir. Kaldı ki, siz, ayda 270 000 000'a -bunu savunmak benim hakkım
değil; ama, bir gerçeği birlikte tespit edelim- değil uzaya uydu gönderen bilim
adamı TÜBİTAK'ta bulaşıkçı çalıştıramazsınız. Bunu da kör kuruşun hesabını
sormak falan diye istismar etmemelisiniz diye düşünüyorum. Ayrıca, murakıp
raporlarının da, birçok kurumda olduğu gibi, bir iki yıla uzanan gecikmelerle
incelenmiş olması da herhalde TÜBİTAK yöneticilerinin suçu değildir.
Sevgili arkadaşlarım, ayda 270 000 000'a
bilim adamı çalıştıramazsınız. Bunu büyük bir yolsuzluk, suiistimal diye
kamuoyuna sunamazsınız, sunmamalısınız; kamuoyu bunu okudu. Bu insanlar, bu
nedenlerle töhmet altında kaldı.
BAŞKAN - Sayın Akıncı, tamamlar mısınız.
ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum
efendim.
Böyle bir ücreti, bu değerli bilim
adamlarına çok görürseniz, hepimizin şikâyetçi olduğu, önce kamudan özel
sektöre sonra da yurtdışına beyin göçünü, bu ücret politikasıyla engelleyebilir
misiniz?!
Diyebilirsiniz ki, söyledikleriniz doğru;
ama, biz aklımıza koyduk, birçok kurumda yaptığımız gibi 2 000'i aşkın
çalışanı, 300 trilyona yakın bütçesi olan bu kuruma da, vücut dilimizden
anlayan insanlar aracılığıyla nüfuz edeceğiz. Yoksa, bazı kurumları yeniden
yapılandırmak falan niyet değil. Gerçek niyet, o değil.
Bu tutumunuz, doğal olarak bize ünlü,
hepinizin de bildiği kurt ile kuzu hikâyesini hatırlattı; ama, inanıyorum ve
umut ediyorum ki, birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da ne Cumhuriyet Halk
Partisi ne de yasaya ve hukuka bağlı kurumlar, bu sefer de kuzuya kurdu
yedirtmeyecektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Kuzu kurdu
yemez!
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akıncı.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Madde kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü
oylarınıza sunmadan önce, Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Özcan, son
konuşmacı olarak, oyunun rengini belirtmek üzere söz istemiştir.
Buyurun Sayın Özcan; aleyhte...(CHP
sıralarından alkışlar)
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Merak etmiyoruz
ki!
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Merak ettiyseniz
gelir konuşursunuz. Bu kadar mı merak ediyorsunuz?!
BAŞKAN -Sayın Özcan, buyurun.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, 275 sıra sayıyla dağıtılan kanun tasarısı üzerinde,
İçtüzüğün 86 ncı maddesi uyarınca, görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum;
Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
TÜBİTAK, 278 sayılı Kuruluş Kanunu
uyarınca, Başbakana bağlı, idarî ve malî özerkliği bulunan bir kamu
tüzelkişiliğidir. Bu kanunun 5 inci maddesinde "TÜBİTAK Başkanı, Bilim
Kurulunca, müspet bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla tanınmış
kişiler arasından seçilir ve Başbakanın teklifi üzerine, Cumhurbaşkanı
tarafından atanır" denilmektedir. Yasa, atama usulünü çok açık bir şekilde
ortaya koymasına rağmen, bugün, gerekçesini anlamakta zorlandığımız bu tasarı,
Meclisin gündemine gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, huzurlarınızda,
Sayın Başbakana soruyorum. Göreviniz gereği, Sayın Prof. Dr. Pak'ın
kararnamesini köşke göndermeniz gerekirken, hangi gerekçelere dayanarak bu
atamanın gerçekleşmesine engel oldunuz?! Yoksa, Sayın Prof. Pak, 278 sayılı
TÜBİTAK Kuruluş Yasasında, kurum başkanlığı için belirtilen bilimsel
kriterlerden yoksun mudur?!
Değerli arkadaşlar, Sayın Profesör Pak,
uluslararası bilim çevrelerinde, isminden saygıyla söz edilen bir bilim adamıdır;
fakat, Sayın Pak'ın bir zaafı var; politize olmamış ve kendini bilime adamış,
laik, demokratik cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı kalmıştır; bu mu rahatsız
ediyor acaba?! Herhalde, bu nitelikler Sayın Başbakanı rahatsız etmiş olmalı
ki, tam altı aydır, sürecin tamamlanmasına engel oluyor.
Sayın milletvekilleri, bugün üzerinde
görüştüğümüz yasa tasarısının gerekçesi, Türk Halkıyla, kamuoyuyla, âdeta, alay
edercesine, bizzat hükümet tarafından bilinçli olarak yaratılmıştır. Gerekçede
belirtilenin aksine, başkan ve Bilim Kurulunun 7 üyesinin seçimi, yürürlükteki
yasaya uygun olarak ve yasal süresi içerisinde tamamlanmıştır; yani, değerli
arkadaşlarım, sorun, başkan ve Bilim Kurulunun 6 üyesinin seçimi değil, Sayın
Başbakanın görevi ifa etmesindeki noksanlıklardan kaynaklanmaktadır. Görülüyor
ki, sorun, hükümetin, yasal süreç içerisinde yapılan seçimleri yok sayıp,
Başbakanın vücut dilinden anlayan bilim adamlarını atamak istemesinden
kaynaklanıyor. Demek ki, kendisinin demokrat olduğunu iddia eden Sayın
Başbakan, demokrasiyi, sadece kendi düşüncesinde olanları egemen kılmak için
istiyor. Sayın Başbakanın bu tutumunu başka nasıl izah edebiliriz?!
Değerli arkadaşlar, üniversiteler ve bilim
kurumlarıyla alay etmenin bir anlamı yok. Üniversiteleri ve bilim kurumlarını
imam-hatip mantığıyla yönetemezsiniz! (AK Parti sıralarından "Allah,
Allah!" sesleri, gürültüler) Hükümet, ilk günden beri...(AK Parti
sıralarından gürültüler)
Dinleyin... Dinleyin... Rahatsız olmayın,
dinleyin.
SONER AKSOY (Kütahya) - Halk dinliyor...
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Hükümet, ilk
günden başlayarak, TÜBİTAK'a olumsuz yaklaşmış, kurumun Başbakana vermek
istediği brifingi dahi kabul etmemiştir. Temel görevlerinden biri müspet
bilimler alanında uygulamalı araştırma yapmak, yaptırmak ve yapmayı özendirmek
olan TÜBİTAK, eylül ayında uzaya bir uydu göndermiştir. Hükümetten, ancak,
sadece bir bakan katılmıştır. Acaba, Başbakan ve diğer bakanlar neredeydi?! Bu
kadar ucuz mudur ki, bu büyük yatırım için uzaya gönderilen uydunun atılmasında
orada bulunmadılar?! Bulunmazlar; çünkü, milyonlarca yurttaşımız açlık
sınırının altında yaşam mücadelesi verirken, şatafatlı törenlerle yapılan yol
ve köprü açılışlarını, havai fişek gösterilerini, konserleri kaçırmıyor Sayın
Başbakan. Bu önemli bir olay değilmiş gibi, kayıtsız kalmaz!.. Yoksa, havai
fişek ile uydu arasındaki farkı göremediler mi acaba?! (AK Parti sıralarından
alkışlar [!])
Evet, alkışlayın... Sayın Başbakanı
alkışlayın ki... Sayın Başbakan, hep, medyayı yanına alarak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Oyunun rengini
söyle...
BAŞKAN - Bir saniye Sayın Özcan.
Sayın Özcan, konuşmanızı tamamlar mısınız.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Evet, rengini
söyleyeceğim; rengi belli; ret. Başta söyleyeyim de, dinleyin. (AK Parti
sıralarından alkışlar [!])
BAŞKAN - Sayın Özcan, iktidar
millevekillerinin takdir duygularını her milletvekili alamaz!
FARUK ÇELİK (Bursa) - Oyunun rengi...
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Ramazanda,
medyayı yanına alarak... (AK Parti sıralarından "Oyunun rengi"
sesleri)
Evet, kırmızıdır, öğrenmek istiyorsanız...
Değerli arkadaşlar, ramazan münasebetiyle
iftara giden Sayın Başbakan, medyayı yanına alarak gidip de o şatafatlı iftar
sofralarında bulunacağına, iftar çadırlarında, iftar yapıldıktan sonra yemek
artıklarını toplayan o ailelere bir baksa daha iyi değil mi?! (AK Parti
sıralarından gürültüler) Sayın Başbakan, bu faaliyetleri medya önünde
yapacağına... Dinî duygularımızı ne olursunuz istismar etmeyin. Ülke ekonomisi
bu haldeyken, medyada tozpembe bir tablo çizen AKP İktidarı, bu manzarayı
ortadan kaldırıcı önlemler alacağına her gün yeni problemler üretiyor. (AK
Parti sıralarından gürültüler)
Hiç bağırmayın, bağırmayın... Burası
Meclis, halk duyacak.
Yine, uluslararası alanda Türkiye'nin
bilimsel teknoloji rekabet gücünü artırmak için çabalayan kurumun son iki ayda
30'dan fazla uluslararası toplantıya katılımcı göndermesi Başbakanlıkça
engellenmiştir. AKP Hükümeti, bütün kamu kurum ve kuruluşlarında başlattığı
kadrolaşma uygulamasını TÜBİTAK'ta da sürdürmek istemektedir.
BAŞKAN - Sayın Özcan...
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkanım.
TÜBİTAK'ın, son yıllarda, geniş toplum
kesimlerinin anlayabileceği popüler bilim kitaplarını çok ucuz fiyatlarla
satışa çıkarması ve bu nedenle, insanların kafalarına Ortaçağ anlayışını
yerleştirmeye kalkanların bundan rahatsız olmaları mı bir sebeptir?! (AK Parti
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!])
Dinleyin...
Yoksa, TÜBİTAK kontrolüne verilen
endüstriyel ar-ge projelerinin teşvik bedelini bazı firmalara mı vermek
istiyor?! (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!]) Yoksa,
TÜBİTAK... En vahim, TÜBİTAK-Genel Kurmay işbirliği yapan silah, tesisat ve...
(AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!])
Alkışlayın, alkışlayın; çünkü, siz,
yasaları hiç sayarak, kurumlarla kavga ediyorsunuz. Kurumlarla kavga etmeyin
diyoruz; kurumlarla kavga etmeyin... (AK Parti sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar[!])
KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, bu,
gayri ciddî bir tutum.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
Sayın Özcan, lütfen, son sözlerinizi
alayım.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bitiriyorum
Başkanım.
Kurumları, üniversiteleri
siyasallaştırmayın, özerkliklerle uğraşmayın. (AK Parti sıralarından alkışlar
[!])
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın
Başkan, bu nasıl Meclis?! Sayın Başkan, lütfen duruma müdahale edin.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bu düşüncelerle,
oyumun rengini tekrar söylüyorum size; kırmızı ve ret diyorum. Duymayanlara da
duyuruyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar [!])
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özcan.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Tasarı
kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika
ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 21.37
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma
Saati:21.50
BAŞKAN :
Başkanvekili Yılmaz ATEŞ
KÂTİP
ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 17 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam
edeceğiz.
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Özel
Öğretim Kurumları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu raporunun müzakeresine
başlıyoruz.
KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
5.-
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Özel Öğretim Kurumları Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu (1/654) (S. Sayısı: 271) (X)
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu, 271 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE (Yalova) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Sayın Asım Aykan'a bir yanıt
vermek istiyorum.
SADULLAH ERGİN (hatay) - Geçti, geçti...
MUHARREM İNCE (Devamla) - Geçmedi,
geçmedi.
Yüzde 34 oya güvenerek demokrasiden söz
ederseniz, ben size şunu söylerim: Şurada "Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir" sözünü söyleyen, bu partinin kurucusudur; ama, sen bir yıldır
bunun gereklerini anlamamışsan, ben ne yapayım?!
Parmak hesabı, parmak sayısı demokrasi
değildir. Parmak sayısı demokrasi olsaydı, yüzde 92'yle kabul edilen Kenan
Evren'in Anayasası da anayasa olurdu.
MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) - Değiştirelim...
MUHARREM İNCE (Devamla) - Hitler'in de
anayasası var, Mussolini'nin de var, Stalin'in de var; bunlar anayasa olurdu.
Önce buradan başlayalım.
Bir de, bizim arkadaşlarımız size çok
büyük haksızlık ediyorlar, onu bir düzelteyim. Cumhuriyet Halk Partili
arkadaşlarımı da buradan uyarıyorum, Adalet ve Kalkınma Partisine
"kadrolaşma yapıyorsunuz" diye lütfen laf atmayın; kesinlikle
kadrolaşma yapmıyorlar -bilerek söylüyorum, tutanaklara bu şekilde geçsin-
akrabalaşma yapıyorlar. İkisi farklı şeydir. Kadrolaşmak, kendi siyasal
düşüncenizin en dinamik, en hararetli, en ateşli temsilcilerini oraya
atamaktır. Bunu saygıdeğer de bulabilirim; ama, akrabalaşmayı saygıdeğer
bulmam. Bacanağınızı kendi makam şoförünüz yapıyorsanız, amcanızın oğlunu,
kardeşinizi, il başkanlarının yeğenlerini bir yerlere müdür yapıyorsanız, bunu
saygıdeğer bulmam. Bunun adı akrabalaşmadır. (CHP sıralarından alkışlar) Siz de
bunun farkındasınız, milletvekilleri de bunun farkında. Size de pek
koklattıkları yok yani. Küçük, mutlu bir azınlık yapıyor bunu.
AGÂH KAFKAS (Çorum) - Koklama işini siz
yaparsınız, biz yapmayız.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Ne kadar amca
oğlu, enişte, yeğen varsa, bir yerlere müdür oldu. Listesini isterseniz
açıklarım.
Çok değerli arkadaşlarım, tabiî ki, arada
sırada iyi şeyler de yapıyorsunuz. Aziz Nesin'e sormuşlardı "yahu, bu 12
Eylülü devamlı kötülüyorsun, hiç mi iyi tarafı yok bunun" diye,
"olmaz mı, taksimetreyi getirdiler" demişti. Siz de bugün iyi bir şey
getirdiniz. Bu ülkede binlerce kahveci, meyhane işletmecisi, özel kurs ve özel
dershane işletmecisi, okul işletmecisi, halk arasındaki adıyla bu meşhur
"200 metre" birçok insanı mağdur ediyordu.
Bakın, biz destek veriyoruz doğru
bulduğumuz şeye. Bu doğru; ancak, konuya geçerken, Sayın Millî Eğitim Bakanını
göremiyorum; ama...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yurt dışında efendim.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Yurt dışında mı
efendim. Peki, o açıklamayı yapayım ben yine de. Konuşacağım konunun dille
hiçbir ilgisi yoktur; çünkü, ben, millî eğitimle ilgili ne zaman konuşsam dil
üzerine konuşma yapıyor Sayın Bakan; çünkü, kendi uzmanlık alanı. Buradan
uyarıyorum; bu konuşmanın dil konusuyla yakından uzaktan hiçbir ilgisi yoktur.
Değerli arkadaşlarım, çok değerli
milletvekilleri; eğitimde başarısız olduk. Cumhuriyetin ilk yıllarında atılan o
sağlam temeller, başta köy enstitülerinin kapatılmasıyla sonun başlangıcı
olmaya başladı. Öyle bir noktaya geldik ki, bugün ülkemizdeki kişi başına
eğitim yılı 4 yıldır. Bu, Almanya'da 13,4 yıldır; yani, ulus olarak ilkokul 5'i
bile bitiremedik. İşte böyle bir ortamda, özel öğretim kurumlarının sorunlarını
tartışıyoruz, onları masaya yatırıyoruz; ama, öyle büyük yanlışlıklar var ki,
ben uygulamanın içinden gelen biri olarak söylüyorum. Şu andan itibaren,
konuşmalarım, bir öğretmen olarak olacaktır, bir milletvekili olarak olmayacaktır.
Şimdi, siz bunu hep yapıyorsunuz; koskoca
bir kanunun içinden bir tanesini öncelikli olarak getiriyorsunuz. Tümünü
getirin, bunu bir tartışalım, masaya yatıralım; 625 sayılı Özel Öğretim
Kurumları Kanununu getirin masaya bir yatıralım. Bir tanesini çekip
getiriyorsunuz. Hiçbir sorunu çözmez.
Bakın, ben size somut birkaç örnek vermek
istiyorum: Özel okullara, özel öğretim kurumlarına ve devletin eğitim
kurumlarına servis yaparlar minibüsçüler. Bunların odası vardır; ama, özel
öğretim kurumlarının odası yoktur. Buna ilk sözü veren Sayın Metin
Emiroğlu'dur. Yanılmıyorsam, o günden bugüne 13 Millî Eğitim Bakanı geçti ve
hiçbiri bu sorunu çözmedi. Getirin çözelim, getirin yardımcı olalım, katkı
sağlayalım, beraber yapalım; şanı, şerefi sizin olsun; iktidar sizsiniz; bizim
küçük bir payımız olsun. Buna itirazımız yok.
Yine, 625 sayılı Kanunda 1983'te, 1984'te,
1985'te küçük değişiklikler yapıldı; ama, kırk yıla yaklaşan bir zaman
diliminde artık, bu kanun ihtiyaçlara cevap vermiyor. Burada, sürekli olarak,
bu kurumları teşvik edeceğinizi söylüyorsunuz. Kimsenin sizden para pul
istediği yok. Çok basit; küçük bir düzenleme yaparsınız... KDV'de o kadar
farklılıklar var ki, okullar için farklı, kurslar için farklı, dershaneler için
farklı; okullar için ilk beş yıl vergi olmaz, birinde yüzde 4 KDV, birinde
yüzde 18 KDV, müthiş bir keşmekeşlik var, getirin bunları bir paket halinde,
birlikte çözelim.
Değerli arkadaşlarım, yine, Millî Eğitim
Bakanlığı özel öğretim kurumlarının kapısına kendi ismini yazar; Millî Eğitim
Bakanlığı şu okulu, şu dershanesi, şu kursu der, bedava reklam yaptırır. Siz,
hiçbir eczanenin kapısına "Sağlık Bakanlığı Öztürk Eczanesi"
yazdığını gördünüz mü ya da bir avukatın bürosuna "Adalet Bakanlığı İnce
Hukuk Bürosu" yazdığını gördünüz mü?
Bakın, bir şey daha olur -bunlarla
yıllarca mücadele etmiş birisi olarak söylüyorum- özel öğretim kurumlarında
sicil raporu düzenler kurum amiri. Oniki yıl sicil raporu düzenledim, hiçbirini
ben doldurmadım. Suçsa, ben bu suçu işledim. Hepsini sekreterim doldurdu. Oniki
yıl boyunca hepsine 100 verdim; çünkü, hiçbir işe yaramaz bu. Özel öğretim
kurumunda çalışan bir kişi devlete döndüğünde, devlette görev aldığında, özel
öğretim kurumlarında çalıştığı sürenin üçte 2'si sayılır. Neden hepsi sayılmaz?
İşte, size sorunlar.
Başka sorun mu istiyorsunuz... Devlet
şöyle yapmış: Devletle özel sektör arasında bir rekabet var, gelişmeleri için
birbirleriyle yarışmaları lazım. Devlet, gücünü kullanarak kendisini geliştirip
özel sektörün yanına çıkmak yerine, özel sektörü aşağıya çekerek kendisine
benzetmek istemiştir. Bu da bir eşitliktir(!) İşte, Türkiye'deki mantık budur.
Getirin bunları hep birlikte çözelim.Ben, size, bir örnek olsun diye, yaşadığım
bir olayı anlatmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, biz, eğitim trenini
kaçırdık. Bu ülkenin en önemli sorunu eğitimdir. "Gelecek nesilleri
düşünmek, devlet adamlığı; gelecek seçimleri düşünmek, politikacılık" diye
hepimizin yakından bildiği çok klasik bir sözü tekrarlamak istemiyorum.
Bakınız, yaşadığım bir örnek, bu ülkenin eğitim tarihine geçecek kadar kötü bir
örnektir. Bundan yıllar önce, bir özel öğretim kurumunun müdürüyüm. Kuruma
müfettişler geldi, dediler ki "öğretmenlerinizin dersine gireceğiz."
Çok rica ediyorum; lütfen, çocuklarınızı düşünerek, çocuklarınızın geleceğini
düşünerek, benim anlattıklarımı dinlerseniz çok sevinirim. Müfettiş bey bana
geldi, dedi ki "senin dersine girmek istiyorum." Ben de, hocam, ben
bu kurumda yöneticiyim, girseniz ne olacak; bana vereceğiniz sicil raporunun
hiçbir katkısı yok dedim. Ülkücü yapıdaki bir müfettişti; sırf gıcıklık olsun
diye, benim bıyıklarımdan başladı, Nazım Hikmet'in kitabını çıkarmamdan
tuttu... Ben de, sen değil, senin devletin gelse, Nazım Hikmet'in bu kitabını
buradan kimse dışarı çıkaramaz; istiyorsan kapat dedim. Böyle bir dalaşmadan
sonra... (AK Parti sıralarından gürültüler)
AGÂH KAFKAS (Çorum) -Helal olsun sana!
ÜNAL KACIR (İstanbul) - "Senin
devletin gelse" ne demek?!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bırak, bırak,
senin kadar, devleti ben de severim; demagoji yapma! Bir dinle bir dakika! Bir
dinle!
Dersime girecek; adam, fizik öğretmeni
değil...
AHMET YENİ (Samsun) - Bırak bu hikâyeyi!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Eğitimden
bahsediyoruz beyefendi, bu da eğitimle ilgili bir konu. Senin Trabzon
Milletvekilin geldi, masal anlattı, Boğaziçi Köprüsünü anlattı, biz dinlemedik
mi?! (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET YENİ (Samsun) - Hikâye anlatıyorsun.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Ben, hikâye
anlatmıyorum, eğitimi anlatıyorum.
Fizik öğretmeni olmayan bir kişi beni
denetledi. Ben, öğrencilerle anlaştım; önce, derse girdim; çocuklar, alternatif
akım konusunu size tamamen yanlış anlatacağım, tam tersini anlatacağım, sakın
ha beni dinlemeyin, sonra ben size bunu telafi ederim dedim ve 50 dakika bu
dersi anlattım. Dersten 2 dakika sonra müfettiş geldi ve bana, müthiş bir ders
anlattığımı söyledi ve pekiyi verdi.
İşte, eğitimin sorunları bunlar. Yani,
siz, burada, başka şeyler mi istiyorsunuz? Ama, sizin amacınız sorunları çözmek
değil; gereksiz gerginlikler yaratarak, burada, tabana mesaj vermek uğruna,
anlamsız sorunların çıkış merkezi oluyorsunuz. Şunu inanarak söylüyorum;
gerçekten inanarak söylüyorum; Sayın Hüseyin Çelik Millî Eğitim Bakanı
olduğunda sevinmiştim; bunu içten söylüyorum. Uygulamanın içinden gelen biri
olduğu için sevinmiştim; hayallerim boşa çıktı; tribünlere oynuyor.
Bakınız, bir an için, bizim iktidar, sizin
de muhalefet olduğunuzu düşünün. (AK Parti sıralarından "Olmaz"
sesleri, gürültüler)
Çok yakın, alışın alışın... (AK Parti
sıralarından gürültüler) ANAP'lılar da öyle söylüyorlardı, hallerini gördünüz.
Alışın, alışacaksınız... (AK parti sıralarından gürültüler)
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yine mi tersinden
anlatıyorsun?!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Hiç merak
etmeyin. Bakınız... (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın İnce, bir saniye.
Sayın milletvekilleri, böyle bir görüşme
sistemimiz, usulümüz yok. Beğenmediğiniz her söze koro halinde müdahale
ederseniz, görüşmelerin sonucunu alamayız.
Sayın İnce, buyurun.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bir an için,
iktidar olduğumuzu düşünün. (AK Parti sıralarından "Olmaz" sesleri,
gürültüler)
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Şu işi tersinden
anlatma artık.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Şöyle yapsak; bu
ülkede yolsuzluklar, bu ülkede yoksulluklar, bu ülkede yandaşlıklar bu kadar
ciddî problemken, bizim Partimizin kültür bakanı çıksa dese ki; arkadaşlar, bu
ülkenin en önemli sorunu, Nazım Hikmet'in mezarının Türkiye'ye getirilmesidir.
Bizim tabanımıza önemli bir mesaj olur.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Rusya
vermiyor ama.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Sen de
Arabistan'a gidersin. Hemşerim, yakışıyor mu şimdi bu sana! Sen kibar adamsın
ya, bir dinle! Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer milletvekilleri, bakınız, biz
bunu yaparsak, tabanımızı mutlu ederiz; ama, doğru olmaz. Öncelik sırası bu
değil çünkü, çok ciddî problemler var bu ülkede. Yani, Adalet Bakanı çıkacak
diyecek ki; efendim, hortumcu VİP'ten geçiyormuş, çok üzülmüş!.. Senin Genel
Başkanın, onun... Bozüyük'e gitmedi mi?!
ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Helikopteriyle...
MUHARREM İNCE (Devamla) - Helikopteriyle
gitmedi mi seçim gezisine?! Yahu, iktidar olan sensin!.. Ben, Sayın Adalet
Bakanını da yıllar öncesinden tanırım, biraz Yaşar Okuyan'a benzetiyorum. O da,
kendi personelinden, devletten, hükümetten, uygulamalardan hep şikâyet ederdi.
Bakanın şikâyet etme hakkı yok. Muhalefet milletvekili şikâyet edebilir, biz
ederiz; sizin şikâyet hakkınız yok; uygulamanın ta başısın; ne diye şikâyet
ediyorsun; git çöz.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, yine...
SELAMİ UZUN (Sıvas) - İktidarınız devam
edecek mi sizin?! (AK Parti sıralarından gülüşmeler)
MUHARREM İNCE (Devamla) - Yine, yanlış
yaptığınız bir şeyi daha söyleyeyim: Değerli arkadaşlarım "taç giyen baş,
uslanır" diye bir laf vardır. Ben Yalova'ya gittiğimde, örgütteki
yöneticiler bana diyor ki: "Neden şunu..."
AHMET YENİ (Samsun) - Hangi örgüt?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Gizli örgüt...
Var mı itirazın! (AK Parti sıralarından gülüşmeler) İtirazın mı var?! Seninki
Rabıta mı, Hizbullah mı; hangisi? (CHP sıralarından alkışlar)
MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) - AK Parti... AK
Parti...
MUHARREM İNCE (Devamla) - Benimle polemiğe
girersen, zararlı çıkarsın.
AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Başkan,
olmuyor!..
MUHARREM İNCE (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, örgütteki insanlar... (AK Parti sıralarından gürültüler)
Sizinki teşkilat... Sizinki teşkilat; onu
mu diyeyim?! Teşkilattan anlıyorsunuz, değil mi! Teşkilat... Peki, teşkilattaki
arkadaşlar... (AK Parti sıralarından "Hangi teşkilat" sesleri) Bizim
teşkilat. (Gülüşmeler)
...bana, zaman zaman "çok değerli
milletvekili arkadaş hakkında ve partisi hakkında neden daha sert açıklamalar
yapmıyorsun" diyorlar. Ben de diyorum ki, o açıklamayı il başkanı yapsın;
çünkü, ben, sadece Cumhuriyet Halk Partililerin değil, bütün Yalova'nın, hatta,
bütün Türkiye'nin milletvekiliyim; Anayasanın 14 üncü maddesi açık.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Dünyanın
milletvekilisiniz!.. (AK Parti sıralarından gülüşmeler)
MUHARREM İNCE (Devamla) - Laf ağzımda, bir
daha ağzını açarsan, o cevabı söyleyeceğim.
Değerli arkadaşlarım, iktidar partisi,
başında taç vardır, daha uysal, daha verimli, daha dinleyici, daha uygar, daha
sabırlı olmak zorundadır; bu böyledir. Sizin işiniz gücünüz, tribünlere
oynamak, mutlu bir azınlığı memnun etmek. Bu ülkede herkes sizin gibi
düşünmüyor.
Bakınız, sonra yazık olacak, bazı
çocuklara yazık olacak. Gerçekten yetenekli, ama, sizin dünya görüşünüzde olup
da bugün bir yerlere getirdiğiniz gerçekten yetenekli, liyakat sahibi kişiler
var; o çocuklara yazık olacak, ben onun için üzülüyorum.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Ne olacak
ki?
MUHARREM İNCE (Devamla) - Başka bir
iktidar da onları görevden alacak, sizin yaptığınız gibi yapacak.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Onu söyle
işte, onu söyle!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Alacaklar onu,
işte o zaman...
AHMET YENİ (Samsun) - Siz de alacaksınız.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakın, siz
doğrusunu yapsanız...
10 000 millî eğitim yöneticisini görevden
aldınız, 10 000...
SELAMİ UZUN (Sıvas) - 10 000 yönetici
nerede var?!
MUHARREM UZUN (Devamla) - Bir millî eğitim
bakanı, müsteşarını değiştirir, genel müdürünü değiştirir; hiç itirazım yok.
ALİ AYAĞ (Edirne) - Yanlışın var
Muharrem!..
MUHARREM İNCE (Devamla) - Ali Bey, inanın
10 000 kişi; inanın 10 000 kişi.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, Adalet ve
Kalkınma Partisinin il yönetim kurullarında oylama yapılıyor -başka illerde;
duyuyoruz- 10 000 okul müdürü, müdür
yardımcısı...
SELAMİ UZUN (Sıvas) - Siz, o toplantılara
katılıyorsunuz galiba! 10 000 yönetici nerede değişti?!
MUHARREM İNCE (Devamla) - 10 000 kişi,
iddia ediyorum. 1 041 kişiyi bir gecede görevden aldınız. Talim Terbiyede 176
kişiyi bir gecede görevden aldınız; 176 kişiyi görevden aldıktan sonra da...
Değerli arkadaşlarım, bakınız, müthiş bir
şark kurnazlığı var ortada. Program Dairesinde, Eğitim Araçları Dairesinde
çalışan bu 176 kişi görevden alınıyor, sonra, Program Dairesinin adı
"Eğitim Öğretim Dairesi", diğer dairenin adı da "Öğretim
Materyallerini Geliştirme Dairesi" yapılıyor ki, mahkemeden geri
döndüklerinde hak iddia edemiyorlar; çünkü, öyle bir daire kalmamış oluyor.
Bunlar şark kurnazlığı.
FİKRET BADAZLI (Antalya) - Harika...
MUHARREM İNCE (Devamla) - Harika mı
sizce?!. Doğru mu sizce?!. Buna vicdanınız doğru diyorsa, ben ne diyeyim?!
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yanlış... 10 000
kişi olmaz; bir yanlışlık var.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Tamamlarsınız;
eksik kaldıysa, yakında tamamlarsınız.
Değerli arkadaşlarım, bu ülkede, Sanayi
Bakanlığıyla ilgili kavga edebilirsiniz, bu ülkede, ne bileyim, bir başka
bakanlık için kavga edebilirsiniz, farklı düşünebilirsiniz; ama, Millî Eğitim
Bakanlığıyla ilgili dayatma, kavga... YÖK'le kavga, üniversitelerle kavga,
Cumhurbaşkanıyla kavga, muhalefetle kavga, mahkemeyle kavga; herkesle kavga!..
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlar mısınız
Sayın İnce.
Buyurun.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bu mantıkla,
eğitim sorunlarını çözemeyiz.
1950'den sonra, Türkiye, eğitimde sınıfta
kalmıştır. Elbirliğiyle bunları çözmemiz mümkün. Öncelik sıralarımızı,
ideolojilerimize göre değil, ülkenin gerçeklerine, dünyanın gerçeklerine göre
yaparsak, çok daha sağlıklı sonuçlar alırız.
Değerli arkadaşlarım, biz, özel öğretim
kurumlarıyla ilgili, halk arasındaki meşhur tabiriyle "200 metre"
olayının, dershane ve kurslar için sıfıra indirilmesini, özel okullar için 100
metreye çekilmesini olumlu buluyoruz, bu konuda desteğimiz vardır; ama, bu çok
gecikmiş bir uygulamadır.
İzninizle bir şey söylemek istiyorum:
Adamın birinin evine 170 metre mesafede bir meyhane varmış. Her gün oradan
geçerken, kendi kendine söz veriyormuş, diyormuş ki "ben içmeden evime
gideceğim." İkinci akşam tekrar, söz verdiği gibi, sözünü tutuyor; üçüncü
akşam tekrar... Bir ay, söz veriyor, hiç içmeden, o 200 metre içerisindeki
meyhaneye... (AK Parti sıralarından "Nasıl beceriyormuş" sesi)
Sizin partidenmiş, öyle beceriyor.
"Nasıl beceriyor" diyor da!.. (Gülüşmeler) Gizli içiyormuş, gizli.
Sonunda otuzuncu günü tamamlıyor ve
"tamam" diyor... (AK Parti sıralarından "Ramazanda mı"
sesleri)
Ramazan değil canım, ramazanın haricinde
bir günmüş, karıştırmayalım. Otuzuncu günü tamamlıyor ve "şimdi ben yarışı
kazandım, meyhaneye gidip bunu kutlayayım" diyor!..
Çok teşekkür ediyorum sabrınıza, hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İnce.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına,
Çorum Milletvekili Sayın Murat Yıldırım; buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MURAT YILDIRIM
(Çorum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile
Özel Öğretim Kurumları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı
hakkında Grubum adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlarım.
Bu kanunun amacı, özel öğretim
kurumlarının günümüzde karşılaştığı bazı problemlerin aşılmasına katkı
sağlamaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
günümüz koşullarında, özel okulların, dershanelerin ve kursların vazgeçilmez
hale gelmesi, devletin eğitim yükünün büyük bir kısmını taşıması dolayısıyla,
bu kurumların açılmasında, yaygınlaşmasında, teşviklerle desteklenmesinde ve
eğitim kalitesinin artırılmasında yine devletimize büyük görevler düşmektedir.
Özel okullar, dershaneler ve kurslar,
kolay ulaşım, özendiricilik ve devam zorunluluğu nedeniyle şehir merkezlerinde
yoğunlaşmıştır. Bu yoğunlaşma, zamanla, mevcut kanunun ihlaline neden olmuştur.
Mevcut kanun, zaman içerisindeki gelişmelere paralel olarak yeni öğretim
kurumlarının açılmasını zorlaştırmıştır veya açılmasına engel oluşturmuştur.
Özellikle turizm beldelerimizde bu, içinden çıkılmaz bir hal almıştır.
Dershaneciliğin ve özel öğretimin içinden
gelen bir insan olarak öyle örnekler yaşadık ki, hepsi, bu düzenlemenin önemine
işaret edecek niteliktedir.
Sözü uzatmadan bir örnek vereyim: Bir
dershane açmak için izin isteniliyor. Gelen yetkili kişiler, kahvehane ile
dershane arasındaki mesafeyi ölçerken, dershanenin bulunduğu kata kadar olan
merdivenleri dahi ölçüyorlar. Uygulamada bu gülünçlükler olurken, bundan bu
ülkenin gençliği ve eğitimi zarar görüyor.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; içki
ve kumar, kötülüklerin en büyüklerindendir. Mutlaka gençlerimizi bunlardan uzak
tutmak zorundayız. Bu, eğitim kurumlarına engeller koyarak mümkün olmaz; ancak
yaygınlaştırarak ve gençlerimizi buralarda tutarak mümkün olabilir.
Aradaki mesafeyi tartışmak yerine,
gençlerimizin bu tür yerlere gitmesinin önünü kesmek için sıkı denetim
mekanizmalarını geliştirmeli ve bu yönde gerekli yasal düzenlemeleri
yapmalıyız. Yeni düzenlemenin amacı, mevcut faal halde bulunan bu tip
kurumların yasal yükümlülüklerini yerine getirmesini, ticarî faaliyet yürüten
bahse konu işyerlerinin ekonomik olarak devamını sağlamaktır.
Konuşmamda, bu mesafenin değiştirilmesinin
gerekçesini anlatırken, aynı zamanda, özel okulların ve dershanelerin
işleviyle, dünyadaki ve Türkiye'deki durumlarına da dikkat çekmek istiyorum.
Dünyanın birçok ülkesinde dershanecilik ve
özel okullar önemli gelişmeler göstermiştir. Hemen yanı başımızdaki komşumuz
Yunanistan'da dershanenin tarihçesi, 5 inci Yüzyılda Büyük İskender'in hocası
Aristotales'e kadar dayanmaktadır.
Türkiye'de ise ilk resmî belge 1915
tarihlidir. Meclisimizde bulunan bu evrak Mekâtib-i Hususiyye Talimatnamesidir.
Bu talimatnamenin 1 inci maddesinde deniliyor ki: "Hususî mektepler ile
özel dershaneler aynı statüye tabidir." Bundan anlıyoruz ki, 1915 yılında
ülkemizde dershane mevcuttur.
1915 yılında, ne üniversiteye giriş
problemi vardı ne liseye giriş problemi vardı. Devlet, öğrencilere "gel,
ne olursun şu üniversitelere gir" diye davetiye çıkarıyordu. Peki, neden
dershaneye ihtiyaç olmuş, neden bu talimatname çıkmıştır?
Öğrenim, mutlaka, organize okullarda olur;
yani, okul, öğrenimin organize olarak yapıldığı temel yerdir. Şimdi, bu temel
öğretim yerinde öğrendikleriyle yetinmeyen, daha iyi, daha çok öğrenmek isteyen
veya o öğrendiklerini pekiştirmek ve geliştirmek isteyen insanlar, devletin
gözetim ve denetimi altında olan bir öğretim yerine ihtiyaç duyuyorlar. Bu
gereksinmeyi, ya devlet organize olup karşılayacak ya da özel teşebbüs. Bunlar
olmazsa, bu, başka yollarla karşılanacaktır. Nitekim, şu anda, yasak olduğu
halde, kayıtdışı ekonomi olduğu halde, evlerde ya da bürolarda özel derslerle
eksiklikler bir şekilde giderilmektedir.
Dershanelerin yasal bir statüye
dayandırılması ve devletin bu kurumları teşvik edecek imkânları oluşturması, bu
kayıtdışı ekonomik oluşumun önüne geçecektir. Dershaneler, devletin gözetimi ve
denetimi altında faturasını kesen, vergisini ödeyen, çalıştırdığı insanların
sigortasını ödeyen eğitim kurumlarıdır.
Türkiye'de halen bulunan dershane sayısı,
Yunanistan'dakinin yarısı kadardır.
Türkiye'de 3 000 civarındayken, Japonya'da
30 000 dershane mevcuttur. Bakın, Japonya Millî Eğitim Bakanlığı yetkilileri,
dershanelerin işlevini nasıl açıklıyorlar: "Dershaneleri teşvik etmemizin
birinci nedeni, bizim, dünyayla rekabet etmek zorunda olmamızdır. Çok çalışmak
zorundayız. Dershane ortamı bir aktivite oluşturuyor, çocukların boş
zamanlarında çalışmasını sağlıyor. İkinci nedenimiz ise, çocukların boş
zamanlarında rasgele yerlere gideceklerine bir eğitim ortamında bizim denetim
ve gözetimimiz altında olmalarının hiçbir zararı yoktur. Hatta, bu durum,
çocukların kötü alışkanlıklar edinmemeleri bakımından da fevkalade
faydalıdır." Yani, onlar, dershaneleri sadece çocukların boş zamanlarını
doldurma veya eksikliklerini tamamlama aracı gibi düşünmüyorlar; aynı zamanda
da, çocukların buralarda kötü alışkanlıklardan uzak tutulduklarını söylüyorlar.
Bakın, çok ilginç bir örnek vereceğim:
1980 öncesinde Türkiye'nin bütün eğitim kurumlarına anarşi girmiştir, sadece
özel dershanelere anarşi girmemiştir. Bu, gençleri en azından sınıflara sokup
başka yerlere gitmelerini, kötü şeyler yapmalarını önlemiştir. Bu açıdan dahi
baksanız, dershanelerin bir sosyal görevi vardır.
Öte yandan, Türkiye'de dershaneye gitme
şansı ile üniversiteye girme şansı arasında bire bir ilişki vardır.
Üniversiteye giren öğrencilerin ailelerinin gelir düzeyine baktığımızda, gelir
dağılımı açısından en üst tepedeki yüzde 15'lik kesimin oranının oldukça yüksek
olduğu görülmektedir. Dershaneye gitmeyenlerin üniversiteye girme oranı oldukça
düşük, ama, dershanelere gidenlerin girme oranı ise oldukça yüksektir. Bu öyle
bir gerçek ki, bu gerçekten 550 milletvekilimizin de kopması mümkün değildir;
çünkü, hepimiz çocuklarımızı dershanelere göndermek zorunda kalıyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001
yılı içinde kayıtlara geçen bir rakamsal örneği daha vermek istiyorum: Liseyi
bitiren öğrencilerin yüzde 26'sı üniversiteyi kazandı, yüzde 74'üne ise devlet
"kazanamadınız" belgesini gönderdi. Bunların içerisinde binlerce de
lise birincisi mevcuttur; ama, bu çocuklar yılmadılar, dershanelere devam
ettiler. Bir sonraki yılın rakamlarına baktığımızda, bu çocukların yüzde
57'sinin bir yükseköğretim kurumunu kazandığını görmekteyiz. Eğer dershane
eğitim vermemiş olsa, eğer dershane test çözme yollarını öğretmemiş olsa, bu
başarının elde edilmesi mümkün değildir.
Bir de şöyle düşünelim: Gencecik bir
insan, 18-19 yaşında; eline bir belge veriyorsunuz "üniversiteyi
kazanamadın!" Sonra, mahalledeki arkadaşları üniversiteye gitmeye
başlıyor, bu genç yapayalnız kalıyor. Anne baba çaresiz, devlet iş veremiyor,
spora veya başka aktivitelere de yönlendiremiyorsunuz; kimse ilgilenemiyor,
sokağa bırakılıyor. Dershaneler olmasa nereye gidecek bu çocuklar; tabiî ki
kahvehaneler, oyun salonları ve her türlü kötü alışkanlık edinebileceği ortamlara
gidebilecektir ve bunun sonucunda da, ülkemizin geleceği olan bir genci daha
yitirmiş olacağız. İşte, dershaneler hem bunu engelliyor hem de bu çocuklara
bir yıl sonra üniversiteyi kazandırıyor.
Bugün, özel okullar, kreşlerden
başlayarak, ilk, orta ve yükseköğretimde ülkemizin eğitim açığını kapatma
gayretini başarıyla sürdürmektedirler. Halen genel eğitim kurumları içindeki
payı yüzde 2,8 olan özel okulların, orta vadede yüzde 6, uzun vadede ise yüzde
20 olması için gerekli altyapı sağlanmalı, devlet desteği verilmeli, yasal
düzenlemeler yapılmalıdır.
Özel okulların, devlet okulları ve diğer
okullarla rekabet etmeleri, özel okulların daha iyi ve kaliteli eğitim
vermelerini zorunlu hale getirmektedir.
Özel okullar, eğitime ciddî bir kalite
getirmekle yetinmemişler, eğitim programlarına, öğretmen yetiştirme ve
binaların fizikî donanımlarına yeni anlayışlar, yeni standartlar
getirmişlerdir.
Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında
eğitimin yaygınlaştırılması için, merkezî idarenin yanı sıra mahallî idareler,
gönüllü kuruluşlar ve özel sektörün katkısının sağlanması, Özel Öğretim
Kurumları Kanununun çeşitli teşvik imkânlarını kapsayacak şekilde yeniden
düzenlenmesi, özel eğitim okullarının sayısının artırılması hedeflenmektedir.
Eğitim öğretim görevimizi yerine
getirirken, günümüz şartlarına uygun eğitim ve öğretim vermek zorundayız. Bu
hizmeti verirken hiçbir ayırım yapmamamız gerekir. Maddî imkânları yetersiz
olan öğrencilerimiz özel okulların sağladığı imkânlardan
faydalanamamaktadırlar. 15 000 000'u aşkın genç nüfusun öğrenim gördüğü
ülkemizde devletin eğitim kurumlarına ayırdığı kaynağın yetmediği hepimizin
malumudur. Burada, dünyadan birkaç örnek vermek istiyorum: Bunlardan birinci
örnek, çeşitli ülkelerin eğitim harcamalarının bütçe ve millî gelir içindeki
oranlarıdır. Almanya'da eğitimin devlet bütçesindeki payı yüzde 16,4; millî
gelir içindeki payı ise 4,8'dir. Fransa'da eğitimin devlet bütçesindeki payı yüzde
18,1; millî gelir içindeki payı ise 5,7'dir. İngiltere'de eğitimin devlet
bütçesindeki payı yüzde 11,4; millî gelir içindeki payı ise 4,7'dir. İsviçre'de
eğitimin devlet bütçesindeki payı yüzde 18,7; millî gelir içindeki payı ise 5,1'dir.
Türkiye'de ise eğitimin devlet bütçesindeki payı, maalesef 7,1; millî gelir
içindeki payı ise yüzde 2,7'dir. Yani, Türkiye'de eğitime ayrılan pay ile millî
gelir içindeki pay, saydığımız ülkelerdekinin yarısı, hatta üçte 1'i kadardır.
Bütün kıt imkânlara, zor şartlara rağmen,
hükümetimizin, önümüzdeki yıl için Millî Eğitim Bakanlığına ayırdığı payın ilk
defa millî savunmaya ayrılan paydan yüksek olması, her türlü takdirin
üzerindedir. Bu sebeple, gerek 59 uncu hükümete gerekse onun değerli Millî
Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik Beye teşekkür ediyorum.
Öte yandan, ülkemizde devlet eğitimi
oldukça pahalıya mal etmektedir. Devletimizin imkânları kısıtlıdır. Özel
okullar ve dershaneler, hem bu ihtiyacın karşılanabilmesini hem de eğitimin
daha kaliteli ve etkin bir hale gelmesini amaç edinmişlerdir. Geçen süre
zarfında görülmektedir ki, bu kurumlar birçok mesafe katetmişlerdir. Kalitede
oldukça önemli bir mesafe katedilirken, özel öğretime yeterli destekleme
yapılmadığı için, toplam okul ve öğrenci sayısı içerisinde aldıkları pay
açısından mesafe alamamışlardır.
Özel okullarımız, önümüzdeki yıllarda
bünyesine katılmayı hedeflediğimiz AB ülkeleriyle karşılaştırıldığında, oldukça
küçük oranlarda öğrenci varlığına sahiptir.
İlköğretim öğrencilerinin Avrupa
Birliğindeki durumuna ilişkin bazı rakamlar vermek istiyorum: Belçika'da
ilköğretim öğrencilerinin yüzde 65'i, Fransa'da yüzde 22'si, İtalya'da yüzde
4'ü, İngiltere'de yüzde 6'sı, Yunanistan'da yüzde 7'si özel okullarda okurken,
Türkiye'de bu rakam ancak yüzde 2,8 seviyesindedir. Devlet okullarında okuyan
bir öğrencinin devlete maliyeti, özel okulda okuyan öğrencinin maliyetinin en
az yüzde 50 fazlasıdır. Eğitim devlet eliyle değil de özel sektör eliyle
verilirken öğrencilerin eğitim maliyeti devlet tarafından karşılandığı
takdirde, ülke olarak ne denli büyük bir kâr sağlanacağı hepimizin malumudur.
Bugün, ABD, Japonya ve Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi, eğitim faaliyeti
özel okullara devredilip, öğrencinin masrafları devlet tarafından karşılansa,
ülkemiz önemli bir tasarruf sağlayacaktır. Bu şekilde, hem eğitimin maliyeti
ucuzlayacak hem de daha çok insanımız, rekabetten dolayı, daha nitelikli eğitim
alma imkânına kavuşmuş olacaktır.
Bu sebeple, özel öğretimin ve
dershanelerin sorunlarını çözmek, özel eğitim ve öğretimin önünü açmak, hatta
onları teşvik etmek, hepimizin, ülkemize ve gelecek nesillerimize karşı
sorumluluğumuzdur. Kaldı ki, özel öğretim kurumları, halen, 1965 yılında
yürürlüğe girmiş olan 625 sayılı Kanunla yönetilmektedir. Bu kanun, ihtiyaçlara
cevap vermemektedir; çağın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmelidir. Özel
öğretim kurumlarının açılışından faaliyetine kadar uygulanan uzun bürokratik
işlemler de çok fazladır; bunlar minimum seviyeye indirilmelidir. Eğitim
sektöründe uygulanan teşvikler de yetersizdir; bunlar yeniden düzenlenmelidir.
Sorunların çözülmesi için, gerek
devletimizin gerekse kamunun bu okullara bakış açısı değişmelidir. Hâlâ, özel
okulların eğitim sistemimize gerekliliğini şüpheyle karşılayan görüşler
bulunmaktadır. Oysa, gelişmiş ülkelerde, devlet, üzerindeki eğitim yükünü
hafifletmek amacıyla, bizzat, özel okulların yaygınlaşmasını teşvik etmektedir.
Fransa'da özel okulların birçok gideri devlet bütçesinden karşılanmakta,
öğrencilerine de burs, kredi veya sene başı yardım parası verilmektedir. İsveç'te
eğitim ücretinin yüzde 30'u öğrenci velisi, kalanı ise devlet bütçesinden
karşılanmaktadır. ABD'de okul harcamalarının bir kısmı vergi iadesi yoluyla
devlet tarafından karşılanmakta, öğrenci taşımacılığı, sağlık hizmetleri, yemek,
ders kitapları gibi harcamalar ise eyaletlerce karşılanmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
insanın mutluluğu, imar çarpı irfanla mümkündür. Bu, eğitimin, bilginin,
kültürün yaygınlaştırılmasıyla sağlanabilir. Eğitime yapılan yatırım, geleceğe
yapılan yatırımdır. Eğitimde kalite, Türkiye'nin ana meselesidir. Bilgi
toplumuna kaliteli eğitimle varılır. Çağdaş dünyanın eğitimdeki vasıflarını
yakalayabilmenin önbilgilerini konuşmamda aktardım.
Özel okullar en fazla 25 kişilik
sınıflarda eğitim verirken, bu sayı resmî okullarda 40, 50, hatta 60 ve 70'leri
bulabilmektedir. Eğer, 1970'lerde özel yüksekokullar kapatılmasaydı, bugün,
Türkiye'de eğitimin özelleşmesi kendiliğinden gerçekleşmiş olacaktı.
Özele, sermayeye, yeni olan her şeye karşı
insanların bu ülkenin yakasından düşmesi gerekiyor. Özel dershaneler, özel
okullar, özel üniversiteler Türkiye'nin
yüzakı kuruluşlarıdır.
Burada bir gerçeği ifade etmek istiyorum.
Ülkemizde en iyi 10 okuldan 7'si özel okuldur; en iyi 10 öğrenciden 8'i özel okuldan
mezun olmaktadır. Üniversiteye giren en başarılı 10 gençten 7'si özel
okullardandır; en başarılı 10 sportif faaliyetten 9'u özel okullarda, en fazla
10 laboratuvardan 8'i özel okullardadır. Bu tabloyu, iyi okumalıyız; özel okul
ve dershanelerin sorunlarının giderilmesinde atılan bu adımlar devam
ettirilmelidir.
Grubumuz adına, 271 sıra sayılı Kanun
Tasarısına "evet" oyu vereceğimizi belirterek, bu çalışmanın, özel
öğretim ve kursların ve dershanelerin yer sorunlarının halledilmesinde
Meclisimizin yapacağı diğer çalışmaların başlangıç olmasını diliyor, Yüce
Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.
Şahsı adına, Siirt Milletvekili Sayın Öner
Ergenç.
Buyurun Sayın Ergenç. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; öncelikle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Değerli meslektaşım Muharrem İnce Beyin,
burada, çok tasvip etmediğim görüşleriyle birlikte, ortaya koyduğu ve benim de
katıldığım bir gerçekle konuşmama başlıyorum. Evet, bugün Türkiye'nin birinci
öncelikli meselesi ve problemi eğitimdir. Türkiye, bu problemi çözmedikçe
bugünkü sıkıntılardan da, korkarım ki, kurtulamayacaktır.
Dolayısıyla, bu eğitim meselesinde, çok
ciddî olan bu meselede, ben, sayın Parlamento üyelerimizin, değerli
milletvekillerimizin, hükümetimizin ve aynı zamanda, anaların, babaların,
halkımızın dikkatini özellikle iki konu üzerine çekmeye ve yoğunlaştırmaya
çalışacağım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Türkiye'de bugün uygulanmakta olan eğitim sisteminin genel amaçlarının ve temel
ilkelerinin ne kadar güzel ifade edildiğini, geride bıraktığımız yasama yılı
içerisindeki bir konuşmamda yine ifade etmiştim. Nedir bunlar; mesela, millî,
manevî, ahlakî, insanî ve kültürel değerlerin benimsetilmesini; aileyi, vatanı,
milleti sevdirmeyi ve yüceltmeyi; insan haklarına saygıyı, demokratik, laik ve
sosyal bir hukuk devleti anlayışını benimsetmeyi, cumhuriyetin erdemini, hür ve
bilimsel düşünceyi, kişilik ve teşebbüse değer vermeyi, sorumluluk bilinciyle
hareket etmeyi, ilgi, istidat ve kabiliyetleri geliştirerek, gençlerimizi,
insanlarımızı hayata hazırlamayı, bireyleri meslek sahibi yapmayı, ülkenin
refah ve mutluluğu için çalışmayı, iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı,
birlik ve bütünlüğü sağlamayı, Türk eğitim sistemi, eğitimin her kademesinin
genel amacı olarak belirlemiştir.
Ayrıca, genellik ve eşitliği, ferdin ve
toplumun ihtiyaçlarını dikkate almayı, herkesin eğitim hakkına sahip olduğunu,
herkes için fırsat ve eğitim eşitliğini, demokrasi bilincini yerleştirmeyi,
bilimsel yaklaşımı, planlı olmayı, okul-aile işbirliğini sağlamayı, laiklik
anlayışını yerleştirmeyi, Türk eğitim sistemi, aynı zamanda temel ilke olarak
benimsemiştir.
Bu kadar güzel amaçlara ve ilkelere
rağmen, ne yazık ki, eğitimde amaçlanan hedefin tutturulamadığını, bu Yüce
Meclisin çatısı altında yaptığımız çeşitli şikâyetlerden ve serzenişlerden de
anlıyoruz, ortaya koyuyoruz; bilimsel sonuçlar da, bize, bunu böyle göstermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bakın, vatanını ve milletini seven insanlar yerine, öncelikle kendi nefsini
seven insanlar yetişmiştir. Toplumun menfaatını gözetecek yerde, genelde,
rüşveti, vurgunu, hortumu, emek harcamadan kısa yoldan köşeyi dönmek isteyen
insanlar yetiştirilmiştir. Ne yazık ki, insan haklarına saygı, gönüllere ve
kafalara yeterince yerleştirilememiştir; insan hakları ihlalleri, ülkemizi
içeride ve dışarıda ciddî sıkıntılara sokmaktadır. Demokrasi öğretimi
öngörülmesine rağmen, demokrasi bilinci yeterince oluşturulamamış; bunun tabiî
sonucu olarak, ülke, ne yazık ki, bugün, hâlâ, demokratik bir yapıya
kavuşturulamamıştır. Hayatın her kademesinde dayatmacı bir anlayış hükmetmeye
devam etmektedir. Türkiye'nin evrensel anlamda bir hukuk devleti haline
getirilemediği, yüksek yargı organlarının başkanları ve hukukçular tarafından
da ifade edilmektedir. Hür ve bilimsel düşünce yerine, baskıcı, dayatmacı,
vizyonu ve misyonu olmayan dar görüşlü insanlar, bu eğitim sisteminin ürünüdür.
İnsanlarımızın büyük bir bölümü hayata hazırlanamamış, çaresizlik içerisinde
kıvranan milyonlarca vasıfsız insan yetiştirilmiş ve bu ülkenin önüne
konulmuştur. İşsizlik büyük boyutlara ulaşmış; amaçlanan iktisadî kalkınma
yerine, ülke, ne yazık ki, borç batağına saplanmıştır.
Fırsat ve imkân eşitliği ilkesine rağmen,
bilakis, kesimler arasında uçurumlar ve ayrıcalıklı uygulamalar meydana
gelmiştir ve bu uygulamalar, halen, elan devam etmektedir. Eğitim görme
herkesin anayasal hakkı iken, birkısım insanlar, düşünceleri ve inançları
yüzünden eğitim hakkından mahrum edilmektedirler. Eğitimde, bilimsel
yaklaşımlar yerine, ideolojik yaklaşımlar öngörüldüğü için, bilgi üretme
yerine, üretilen bilgiyi dahi kullanamayan bir toplum oluşturulmuştur.
Peki, saygıdeğer milletvekilleri, bütün bu
olumsuzlukların sebebi nedir; Parlamento olarak, halkın vekâleten buraya
gönderdiği değerli milletvekilleri olarak, ben, öyle zannediyorum ki, eğitimde,
öncelikle yapmamız gereken şey, araştırmamız gereken şey, vurgunun, hortumun,
haksızlığın, hukuksuzluğun, her türlü kötülüğün temelinde yatan bu sebepleri
araştırıp, ortaya koymak ve varsa -ki, vardır- yanlışları bulup, bunları,
elbirliğiyle, muhalefeti ve iktidarıyla, beraber düşünüp, ortaya koymak,
düzeltmek, hepimizin, bir taraftan vicdan borcudur, bir taraftan da halka olan
borcumuzdur.
Peki, bu sebep nedir; tek cümleyle ifade
etmek gerekirse, ideolojik eğitim, yasakçı ve dayatmacı yaklaşımdır. Eğitimin
amaçları ve ilkeleri böylesine güzel tespit edilmiş olmasına rağmen, Atatürk'ün
muasır medeniyetin icabı olarak tanımladığı aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür
insanların yetiştirilmesine, eğitimdeki ideolojik yaklaşımlar imkân vermemiştir
ve halen de vermemektedir. Okullarda her gün doğruluk ve çalışkanlık andı
içilmesine rağmen, çoğunluğu tembel; yalanı, talanı, hileyi, gayri meşru
yollarla kazanmayı tercih eden insanlar yetişmiştir. Küçüklere sevgi, büyüklere
saygı göstereceğine her gün andiçen çocuklar, bu ulvî değerlerden mahrum olarak
yetişmektedirler.
Evet, bütün bu olumsuzlukların sebebi,
insanın maddî ve manevî değerlerini ideolojik yaklaşımlarla sınırlamaktır;
çünkü, bir ideolojiyi eğitimde esas alırsanız, o ideolojinin müsaade ettiği
ölçüde fikir ve düşünce, bu ideolojinin öngördüğü kadar demokrasi ve hukuk,
ferdin ve toplumun ihtiyaçlarına uygun bilimsel eğitim yerine ideolojik eğitim,
elbette ki, hedefe götüremez. Bu işin bu sonuca geleceği, zaten başından belli.
Değerli milletvekilleri, bugün, eğitimin önündeki en büyük engel, yasakçı
ideolojik anlayıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
önemli gördüğüm ve dikkatinizi çekmek istediğim ikinci konu da şudur:
Gençlerimizi, sigara, alkol, uçucu ve uyuşturucu maddelerden korumaktır. Bunun
içindir ki, bu zararlı maddelerin içilip satıldığı yerler ile okullar arasında
belli birtakım mesafelerin konulması öngörülmektedir.
Bugün dünya gençliğini tehdit eden başlıca
tehlike, sigara, alkol, uçucu ve uyuşturucu madde bağımlılığıdır. Bu işin
ticaretini yapanların hedef kitlesi okullar ve öğrencilerdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, konuşmanızı tamamlar
mısınız.
ÖNER ERGENÇ (Devamla) - Tamamlamaya
çalışıyorum Sayın Başkanım.
2001 yılında, Türkiye'de, farklı coğrafî
bölgelerde yapılan bir araştırmada, ortaöğretim gençleri arasında sigara
kullanım oranının yüzde 50'nin üzerinde olduğu, alkol kullanım oranının ise
yüzde 45 olduğu saptanmıştır.
Gelişmekte olan ülkelerde yapılan
araştırmalar, en çok kullanılan maddelerin tütün, alkol, esrar ve uçucu
maddeler olduğunu göstermiş, Türkiye'de de madde kullanımının benzer olduğu;
ancak, sigara kullanım oranının bu ülkelerden daha yüksek olduğu tespit
edilmiş. Bütün ülkelerde kullanılan uyuşturucu ve uçucu maddeler içerisinde
birinci sırada yer alan esrar ile sigara ilişkisi dikkate alındığında,
gençlerimizin ne kadar ciddî bir uyuşturucu riski ve tehdidi altında olduğu
görülecektir. Nitekim, bu işin ticaretini yapanlar, kuryeler ve çeteler
oluşturarak, okullarda çeşitli yöntemlerle gençleri tuzaklarına düşürmektedir.
Alkol ve uyuşturucu madde kullanımının
ruhsal ve bedensel sorunlara ve bağımlılığa yol açtığı herkes tarafından
bilinmektedir. Sayın milletvekilleri, o halde, gençlerimizi bu tehlikeden uzak
tutmak zorundayız. Asrın afeti olarak tanımlanan alkol ve uyuşturucu belasından
gençlerimizi korumak, hepimizin, herkesin görevi olmalıdır.
Bu bağlamda, kaçakçılıkla mücadele ve
kanun uygulayıcı birimlerinin yanı sıra, eğitim, sağlık, sivil toplum
kuruluşları, politikacılar ve medya, bu mücadelede sektör olarak yer almalıdır.
Değerli milletvekilleri, sonuç olarak,
esas itibariyle, en büyük düşmanımız cehalettir; insanlar, cehaletleri
sebebiyle yanlış yollara sapmaktadır. Aklın ve ilmin rehberliğinde ve fakat,
ama mutlaka, vicdanın denetimi ve kontrolünde bir eğitim anlayışıyla ülkenin
geleceği ancak teminat altına alınabilir.
Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi,
tekrar, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ergenç.
Sayın milletvekilleri, Yalova Milletvekili
Sayın Muharrem İnce, konuşmasının başında şöyle bir beyanda bulunmuş:
"Parmak hesabı, parmak sayısı demokrasi değildir. Parmak sayısı demokrasi
olsaydı, yüzde 92'yle kabul edilen Kenan Evren'in Anayasası da anayasa
olurdu."
Cümlenin gelişinden, Sayın Muharrem İnce,
1982 Anayasasının da demokratik olacağını beyan etmek istedi. Yoksa, şu anda
mevcut Anayasa, 1982 Anayasasıdır, onu uyguluyoruz. Erzurum Milletvekili Sayın
Mustafa Nuri Akbulut'un yazılı uyarısı üzerine bunu bu şekilde düzeltiyorum.
Teşekkür ediyorum.
Şahsı adına, Adana Milletvekili Sayın
Tacidar Seyhan; buyurun. (Alkışlar)
TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tabiî, biraz da Adalet ve Kalkınma Partisinden
milletvekili arkadaşlarımın çağrısına kulak vererek, belirttikleri gibi,
aksaklıkları giderme yönünde konuşmalar yapmak istiyorum ve yine -çağrılarında
belirttikleri gibi "hep yanlışı gösteriyorsunuz, doğruyu da beraberinde
gösterin" dediler- buradaki aksaklıkları sizlerle paylaşmak, önerilerimi
de sizlere aktarmak istiyorum.
Eğer, özel öğretim kurumlarının başındaki
daire başkanı arkadaşımız da bizi izliyorsa, lütfen, bir an önce, bu
aksaklıkların giderilmesi konusunda hem bizlerle hem buradaki meslek erbabı
uzman arkadaşlarımızla işbirliği yaparlar, ilgili yönergeleri ve yönetmelikleri
buna göre düzenlerlerse çok sevinirim.
Bir gerçeği vurgulayarak başlamak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de büyük bir
işsizlik var. Bu işsizlerin yüzde 80'inin herhangi bir vasfı yok; yani, hiçbir
meslekî bilgi ve becerisi yok. Bu, ciddî bir sorun. Bu, bizim, özellikle
Türkiye'de meslek eğitimine nasıl bakmamız gerektiği konusunda elimizde ciddî
bir done. Biz, eğer, meslek edindirmezsek, vasıf kazandırmazsak, onların vasfı,
olumsuz olarak andığımız, biraz önce arkadaşlarımızın örneklediği kötü vasıflar
olarak toplumun önüne gelecektir.
Bu gerçeğin ışığı altında, biz, hepimiz,
özel kursları ve meslek edindirme kurslarının tamamını desteklemekle
yükümlüyüz. Özel de olsa, devlet de yapsa destekleyelim; ama, hepsini
yaşatabilelim.
Bakın, ben, ilk dershanemi, bilgisayar ve
İngilizce kursumu 1987'de açtım ve aday olduğum dönemde devrettim. Onbeş yıla
yakın bir süre özel kurs işletmeciliği ve müdürlüğü yaptım.
Değerli arkadaşlarım, birinci aksaklık
şudur: Eğitim ciddî bir iştir. Vakıflar, özel vakıflar da kurs açıyor,
dernekler de kurs açıyor, üniversiteler de kurs açıyor, halk eğitim merkezleri
de kurs açıyor; ama, bunların kurslarda uyguladıkları müfredatlara bakarsanız,
biz, özel öğretim kurumları, Talim Terbiye Kurulunun bize gönderdiği
müfredattan eğitim yapıyoruz; fakat, bu kurumlar kendi verdiği eğitim
programını onaylıyor, koyuyor önümüze. Süre nedir; 35 gündür. 35 günlük
uygulamada, örneğin 60 000 000 liraya kurs veriyorlar; biz de serbest piyasada
kirasını veriyoruz, yüzde 18 KDV'sini veriyoruz, vergisini veriyoruz, onlarla
rekabet etmeye çalışıyoruz. Çoğu bilgisayar kursundan mezun olan arkadaşlarım
mezun olduğunda klavyenin yerini bile bilmiyor -iddia ediyorum- ve bunları
denetleyenler de, bilgisayar programcılığı ya da operatörlüğünden mustarip olan
kişiler, maalesef. Bunu düzeltmek lazım.
Bir de şurada kayıp var: Kaynak diyoruz.
Özel öğretim kurumlarından vergi alıyorsunuz; fakat, vakıf vermiyor, dernek
vermiyor, halk eğitim merkezi vermiyor; üniversiteler, açtığı kurstan vermiyor,
dönersermayeye kaydediyorlar. Biz, özel kurs temsilcileri, nasıl rekabet
edeceğiz, nasıl kaliteli eğitim sunacağız?! Onlara uyguladığınız KDV
muafiyetini bunlara da uygulayın.
Rekabet Kurumu bu ülkede ne iş yapıyor çok
merak ediyorum. Bizim görevimiz, işletmeyi ve sektörü ayakta tutmaktır,
kaliteli eğitimin önünü açmaktır. 1991'deki LİMME Projesine ben de katıldım.
LİMME Projesi ne oldu biliyor musunuz; lime lime etme projesi oldu. Eğitim
adına, insanları okullara cumartesi pazar tıktılar, 45 saatlik eğitimle
-bilgisayarlar 80x88'di, çalışmıyordu- insanların eline çarşaf gibi sertifika
verip, siz meslek sahibisiniz deyip sokağa bıraktılar. Geleceğe hayaller kuran
insanların hayallerini suya düşürerek toplumun bunalımlı insanları haline
getirdik. Böyle mi çağdaş ülkeyi oluşturacağız? Hızla, bunun çözülmesi lazım.
Rekabet edebilir, kaliteli hale getirin.
Sayın yetkililere sesleniyorum: Bir de,
lütfen, şu kurumları denetletirken, ilköğretim müfettişlerini, ortaöğretim
kanununa göre buraya sokuyorsunuz; binayı denetletebilirsiniz, temizliğini
denetletebilirsiniz, sicillerini, raporlarını denetletebilirsiniz; ama,
ilköğretim müfettişlerine, İngilizce TOEFUL düzeyinde eğitim veren yerleri ve
ulusal düzeyde bilgisayar programcılığı veren yerleri denetletmeyin; çünkü,
bilmiyorlar; bilen insana denetletin. Farklı bir kurum kurun, yeni bir kurum
kurun; denetlemeyi onlara verin. Dernek temsilcisini de onun içerisine koyun.
Eğer başarabiliyorsak, odalarını da kuralım, oda temsilcisini de onun içerisine
koyalım.
Bakın ne yapıyoruz; diyoruz ki, atamalarda
da ortaöğretim kurumları kanunu geçerlidir ve yeterlidir. Bu kurumlara
öğretmeni, müdürü atarken, liseye, ortaokula atanan müdür gibi, öğretmen gibi
aynı statüye tabi tutuyoruz. Sonra, bu öğretmen, çocukları eğitiyor. Diyoruz ki,
Türkiye genelinde sınav yapacağım -yazılı sınav, merkezî sınav- şeffaf olacak;
ona aynen katılıyorum. Hatta, seviyesini A, B, C yapın, eğitim kalitesini
yükseltin, TOEFUL düzeyinde yapın; ona da katılıyorum; ama, bu sınavı yaptıktan
sonra, bu çocukları, onu yetiştiren öğretmenlerin elinden alıp, ilkokuldan
getirdiğiniz bir öğretmenin eline sözlü yapmak için vermeyin. Bu, son derece
onur kırıcıdır. Eğitimi verdiğiniz insanı, sözlüyü yapan insan olarak
atamıyorsunuz. Biz, atadığımız öğretmene, müdüre güvenmeyeceksek, buranın
etkili ve yetkili insanı yapmayacaksak, bu ülkede insana, emeğe, bilgiye
saygıyı nasıl anlatacağız?! Bu da ciddî bir sorundur. Bunu da ortaya koymak
lazım.
Tasarıyla ilgili bir iki maddeyi de kısaca
geçeceğim; ama, değinmeden edemiyorum. Avrupa'da bu işler farklı yapılıyor.
Onbeş günlük kurs veriyoruz. Avrupa'da küçücük kart verirler, kursa katılma
belgesi. Biz, çarşaf gibi bir sertifika verip, ortaya salıyoruz çocukları ve
bunu da yaparken, merasim alayı gibi, seksen kişi mühür basıyoruz; imzala
imzala gitsin!.. Sen imzala, millî eğitim müdürü imzalasın; neymiş, onbeş gün
kursa katılmış. Verin kursa katılma belgesini gitsin. Yetkili kılın müdürü,
gitsin; ona yetki veriyorsanız. Siz müfredata bakın, ne eğiteceğimize, ne
öğreteceğimize bakalım. Hep beraber çözelim diye anlatıyorum. Bu, geçmişten
gelen bir aksaklık; bu, 87'nin sorunu.
Bunun dışında sorun yok mu; var tabiî. Bir
de standartlar yönergesi var önümüzde. Kapı genişliği, pencere yüksekliği...
Bulabilirseniz böyle bir bina bulun. 3 metre 10 santim olacak. Zaten orayı
düzeltiyoruz. Tabiî, kimsenin hayatının hiçe sayılmasını istemiyoruz. 80
santimlik yükseklik var, yangın merdiveni sıfır olacak diye 80 santime iki
basamak yaptılar, bir gün hafif duman çıktı, basamaktan ineceğim diye öğrenci
ayağını kırdı, atlasaydı bir şey olmayacaktı. Bu işi uyduralım, bir standart
yapalım; ama, aklı, mantığı olsun, makul bir yanı olsun; hep beraber yapalım.
Standartlar yönergesini hazırlarken, lütfen, özel öğretim kurumlarının da
görüşlerini alsınlar. Bu derneklerden de bir temsilci olsun. Hep beraber bunu
yasalaştıralım. Bu yönergede, hepimizin dediğini işin içine alalım.
Bakın, daha neler oluyor biliyor musunuz;
birkaç tane daha özel önerim var; ama, zamanım kalmaz diye, önce kanun
tasarısıyla ilgili önerime geçmek istiyorum.
Tabiî, bir kanun yapıyoruz, bu kanunu
yaparken de aksaklıkları şimdi düzeltelim. Bakın, mesafeyi ayarlıyoruz;
deniliyor ki: "Özel öğretim kurumlarına mesafe şartı aranmaz; ancak, söz
konusu özel öğretim kurumlarıyla yukarıda belirtilen türdeki -meyhane, birahane
vesaire, onlardan bahsediliyor- işyerleri aynı binada olamazlar." Ne
olacak; mesafe şartı yok. Burası bir bina, hemen bitişiğinde bir bina başlıyor.
Sıfır olan binalar var. Siz diyorsunuz ki, burada dershane varsa, burada
kahvehane olabilir. Olabilir, kapısı ayrı; buraya bir şey demiyorum. Eğitilmiş
insan lazım. Kursa verirken dikkat edelim hakikaten. Bu ülkede eğitim olsun.
Bunun önünü açalım. Kimse buna karşı gelmez; ama, diğer yandan -ben açmak
istediğim için söylüyorum- o kadar büyük iş merkezleri açıldı ki, bir ucundan
bir ucu 8 000 metre. Türkiye'de öyle büyük yerler var. Adana'daki bir işyerinin
mesafesini de ölçmüştüm, tam 700 metre etrafından dolanırsanız; dolanarak
ölçecek, içerden ölçemez.
Şimdi, ben, eski kanuna göre, orada, okula
200 metre mesafede bir işyeri açabiliyordum; ama, burada "aynı binaya
açamaz" dedikten sonra, iki ayrı binaya açabiliyorsunuz; o iş merkezine
açamıyorsunuz ya da çok büyük pasaj düşünün, bir kapı ile diğer bir kapı arası
150 metre, 200 metre; aynı pasaja da açamazsınız. Onun için, tedbiri şimdiden
alalım. Diyelim ki, aynı binada olmak koşuluyla 30 metre...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Seyhan, konuşmanızı
tamamlar mısınız.
Buyurun.
TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Sayın Başkan,
tamamlamaya çalışıyorum.
Bunu bir giderelim; önerge versinler,
düzeltsinler; çünkü, bir hakkı teslim ederken, bir haksızlığın da önünü
açmayalım.
İkinci aksaklık ve boşluk şurada:
"Turizmin yoğun olduğu yörelerdeki okulların tatil olduğu dönemlerde,
yukarıda belirtilen işyerleri ile okullar arasında 100 metre şartı
aranmaz." Arkadaşlar, turizmin yoğun olduğu yöreler nereler; Ankara'da
turizm yok mu; İstanbul'da turizm yok mu?! Böyle bir ayırımı... Yani, sadece
deniz sahilinin olduğu yerlere mi?.. Karadenizi alırsanız ülkede yer kalmaz.
Birçok yerde turizm vardır. Bunu da yapalım turizmin olduğu yörelerde; ama,
bunu nasıl ayarlayacaksınız? Okulun kapandığı günden, açıldığı tarihe kadar bir
ruhsat mı vereceksiniz; tarihli ruhsat mı? Bu, Ruhsat Kanununa uygun mu? Peki,
o insana onu verdiniz, yatırım da yaptı. Sonra, müktesep hakla bölge idare
mahkemesine başvurup, yeniden işleminin devamını isterse ne durumla
karşılaşacağız? Onun için, kanunda buraya da bir açıklık getirilmeli diye
düşünüyorum; benim fikrim bu.
Değerli arkadaşlarım, son olarak, şunu da
yapmayalım; bu çok önemli. Bakın, meslekî kurslar denilince neler anılıyor...
Az önce çok hoşuma gitti, Adalet ve Kalkınma Partisinden bir arkadaşım dedi ki:
"Biz, demokrasi bilincini oluşturacağız, insan haklarını saygılı bir
şekilde yerine getireceğiz ve insan kazanmaya çalışacağız."
Değerli arkadaşlar, eylül ayında bir
genelge aldım; o genelge odamda duruyor; ilgili daire başkanı benden isterse, o
genelgeyi veririm. O genelge nerelere gönderilmişti biliyor musunuz; folklor,
bale, moda, saz, bağlama, bilgisayar, biçki dikiş ve İngilizce kursları ile
bedensel ve zihinsel engelliler için açılan kurslara gönderilmiş. Avrupa
Birliğine gireceğiz. Maaşını da işveren verir, işten ayrıldığında da, devletin,
o insanı yeniden işine verme gibi bir problemi yoktur; yani, ne öğretmenin ne
müdürün işsizliğine karışmaz. Genelge ne diyor biliyor musunuz; genelge diyor
ki, bu kurumda eğitim veren usta öğreticiler, eğitmenler ve idareciler siyasî
partiye üye olamazlar, adaylık başvurusu başlamadan önce görevlerinden istifa
etmek zorundadırlar. Bu durumda olmayanlar hakkında idarî işlem yapılması...
Siz, saz çalanı, türkü söyleyeni, biçki dikişi öğretenini, makineyi, resmi
öğreteni siyaset yapma hakkından uzak tutamazsınız. Demokratik ülkelerde, böyle
utanç verici genelgelere rastlanmaz.
BAŞKAN - Sayın Seyhan, toparlar mısınız.
TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Bitiriyorum
Sayın Başkan.
Eğer demokrasiye inanıyorsak, hızla, bu
genelgeyi yollayan hakkında idarî soruşturma içerisine girilmeli, bundan sonra
da bunun önü alınmalıdır. Eğer bunu yapmazsak, bizi buraya gönderen halk, bir
gün, bizim işimizi elimizden alır, biz o kurslara öğrenci olarak gideriz; ama,
bizi eğitecek öğretmen bulamayız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
1 inci maddeyi okutuyorum:
İLKÖĞRETİM
VE EĞİTİM KANUNU İLE ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
İLİŞKİN KANUN TASARISI
MADDE 1. - 5.1.1961 tarihli ve 222 sayılı
İlköğretim ve Eğitim Kanununun değişik 61 inci maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Madde 61. - Okul binalarının sağlık,
eğitim-öğretim ve ulaşım bakımından elverişli bir mahalde olması göz önünde
bulundurulur.
Meyhane, kahvehane, kıraathane, bar,
elektronik oyun merkezleri gibi umuma açık yerler ile açık alkollü içki satılan
yerlerin, okul binalarından en az 100 metre uzaklıkta bulunması zorunludur.
Turizmin yoğun olduğu yörelerdeki
okulların tatil olduğu dönemlerde yukarıda belirtilen işyerleri ile okullar
arasında 100 metre şartı aranmaz.
Bununla ilgili esaslar İçişleri, Milli
Eğitim, Sağlık, Kültür ve Turizm bakanlıklarının müştereken hazırlayacakları
yönetmelikle belirlenir."
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı.
Buyurun Sayın Gazalcı. (CHP sıralarından
alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI (Denizli)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 271 sıra sayılı
İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Özel Öğretim Kurumları Yasasında Değişiklik
Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, gecenin bu saatinde,
Türkiye'nin eğitim düzenini görüşüyoruz.
Danışma Kurulu, herhalde, günlük
programları yaparken, kimi zaman bitimine kadar deniliyor; sonuna doğru da,
birçok şeyi iyi irdeleyemeden, konuşamadan, kimi zaman yasayı da gerekçe
yaparak, bambaşka şeyler söyleniyor ve oldubittiye getiriliyor. O yüzden, ben,
burada konuşulanları... Özellikle, AKP Grubu adına konuşan arkadaşımız,
neredeyse, konuşmasının -20 dakikasının- büyük çoğunluğunda, dershanelerin ve
özel okulların, Türkiye'deki eğitimin niteliğini yükselten kurumlar olduğunu ve
devlet okullarına göre yüzde 50 daha ucuz eğitim yapıldığını, bu yüzden de
teşvik edilmeleri gerektiğini belirtti ve baştan sona, devlet okullarının
niteliksiz bir eğitim yapmaktadır, özel okullar ve dershanelerde çok iyi eğitim
yapılıyor, bu yasa da bunlardan birisi ve bundan sonra da, bu konuda
desteğimizi, teşvikimizi sürdürelim dedi.
Değerli arkadaşlar, şimdi, konuştuğumuz
konu, okullar ile bar, kıraathane, meyhane gibi yerlerin mesafesiyle ilgili.
1961 yılında, 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Yasasında ve daha sonra çıkan
Özel Öğretim Kurumları Yasasında 100 metreymiş bu zaten. Bakın, 100 metre
olarak varmış. 1998'de, biz, bunu 200 metreye çıkarmışız burada, bir değişiklik
yapılmış. Şimdi, dönüyoruz, tekrar 100 metre olsun diyoruz ve bununla, eğitim
sorunlarını çözdüğümüzü sanıyoruz.
Değerli arkadaşlar, burası, yasa yapan,
gerçekten çok önemli bir kurum, bizi de
izleyen milyonlar var. Bu tasarının gerekçesinde ve -çok üzülüyorum- birçok
maddede, neredeyse klişe haline gelmiş sözler yazılarak..
Bakın, ne yazıyor genel gerekçede, mutlaka
okudunuz; devletin eğitim yükünü hafifletmek için, kaynak sorununu çözmek için,
daha kaliteli bir eğitim verilmesinin ortamının hazırlanması için, özel
sektörün eğitimdeki payının artırılması ve okullaşma sorunlarının çözülmesi...
"Bugün için özel okulların eğitimdeki payı 2,8" şeklinde yazılmış
gerekçede; biraz fazla aslında, o kadar değil. Haydi öyle diyelim. Bu
mesafeyle, biz, neyi çözecekmişiz? Bakın, diyor ki, eğitimdeki özel okulların
payını 2,8'den orta vadede yüzde 6'ya çıkaralım, uzun vadede de yüzde 20
yapalım. Onu yaptığımız zaman eğitime kalite gelir, devlet eğitim işinden büyük
ölçüde kurtulmuş olur.
Değerli arkadaşlar, bakın, bir mesafe
ayarlaması yapıyoruz; yani, daha sağlıklı bir ortamda eğitim yapılsın, daha
sağlıklı yerlerde okul kurulsun, gürültü ortamından uzak ya da çocuklarımızın,
gençlerimizin kötü alışkanlıklara bulaşmaması için uygun yerlerde okul yapalım
diyoruz. Önce, 1961 yılında 100 metreymiş bu, sonra 200 metre yapmışız, tekrar
100'e çekiyoruz. Biz, bunu komisyonda çok konuştuk. Belki 50 de olması gerekir,
çok önemli değil; ama, şöyle bir düşünün. Son yıllarda dairelerde okullar var
arkadaşlar, bırakın dershaneyi. Okul dediğin yerde, okul bahçesiyle,
laboratuvarıyla, işliğiyle, çok amaçlı salonlarıyla, Batı'daki gibi olursa
yüzme havuzlarıyla, rehberlik birimleriyle, sağlık birimleriyle, bir eğitim
yerinde olması gerekenler bulunmalıdır. Siz, daireleri, odaları okul diye
teşvik edin, durmadan artırın...
Değerli arkadaşlar, hepimiz biliyoruz ki,
dershaneler, bugünkü bozuk eğitim sisteminin, sınav sisteminin sonucudur.
Buralarda çok değerli arkadaşlarımız var; ama, doğru dürüst bir eğitim
olmamaktadır. Çocuklarımızın alışkanlıkları, kişiliğinin eğitimi, onlara meslek
kazandırma gibi değil; varsa yoksa şıklardır; yani, testin şıklarını çözme, kim
daha başarılı olacak talimi yaptırılır orada.
Bakın, 1997 yılında sekiz yıllık
kesintisiz eğitimi kabul ettik. Çocuklarımız, anadolu liselerine gidebilmek
için ilkokulun 4 üncü, 5 inci sınıfında dershaneye giderlerdi, ona göre
dershaneler açılmıştı. Birçok dershane, dershanelerimiz kapatılacak diye sekiz
yıllık kesintisiz eğitime üstü kapalı karşı çıktı; ama, bu karar alındı. O
çocuklar, o yaşta dershaneye gitmemeye başladılar; çünkü, gerek kalmadı. Bu kez
ne oldu; çocuklarımız anadolu liselerine,
fen liselerine gitsinler diye, ortaöğretim kurumları için bir sınav açtık;
yani, aynen üniversiteye giriş gibi, ilköğretimden sonra da çocukları bir ipten
atlatmaya çalıştık. Çocuklarımız, ister istemez, 7 nci, 8 inci sınıfta, yine
dershanelere koşmaya başladı. Sistemi, sınavı değiştirdiğiniz zaman insanlar
oraya koşmaz. Şimdi, meslek lisesini bitiren çocuklar, meslek yüksekokullarına
sınavsız geçiş yapıyorlar; isteyen gidebiliyor. Bu çocuklar dershaneye gider
mi; yani, siz onun ortamını hazırlamışsınız. Bu, güzel bir şey, birkaç yıldır
da uygulanıyor; yani, oraya gidip para dökmesine gerek yok.
Değerli arkadaşlar, burada sayıldı,
döküldü; ama, üzülüyorum; sanıyorum, biraz da yanlış bilgiler verildi. Son
duruma göre, Türkiye'de 1 801 özel okul var, dershanelerin sayısı 2 615.
Ankara'daki 275 dershanede ücretler 900 000 000 ile 7 500 000 000 arasında
değişiyor. 2002'de dershanelerde 606 522 çocuk eğitim görmüş ve buralarda 1
katrilyon 213 trilyon para dönmüş; özel okullar bunun dışında. Bakın, yalnız
dershanelerde 1 katrilyonun üzerinde para harcanmış.
Değerli arkadaşlar, KİGEM bir araştırma
yaptı -2002 yılındaki eğitim harcamalarını araştırdı- ve bu araştırmayı
"Eğitimde Çürüyüş" adlı bir kitap haline de getirdi. Özellikle
eğitimci arkadaşlarımızın bu kitabı edinmelerini dilerim.
Değerli arkadaşlar, 2002 yılında eğitime
25 katrilyon para harcanmış. Bunun yalnız 7,5 katrilyonunu devlet harcamış, 17
katrilyondan fazlasını da veliler harcamış.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Gazalcı, sözlerinizi
tamamlar mısınız.
Buyurun.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Arkadaşlar,
eğitim harcamaları, zaten, şu anda, fiilen velilerin sırtına binmiştir.
Peki, özel okullardan ve özel
dershanelerden kim yararlanıyor; bu söylediğim trilyonları, katrilyonları kim
veriyor? Bakın, Devlet İstatistik Enstitüsünün bir araştırması var -bu da yeni
yayımlandı- ve bu araştırmaya göre, Türkiye'de eğitim harcamalarının yüzde
73'ünü en zengin 3 000 289 aile yapıyor; yani, eğitim harcamalarında
bulunanların yüzde 20'si yüzde 73'ünü harcıyor, geriye kalan yüzde 27'sini ise
13 156 000 aile harcıyor.
Biz milletvekiliyiz. AKP'liler, gerçekten
yoksul halkın büyük çoğunluğundan oy aldı. Bizim yapamadığımızı yaptınız siz,
başardınız; yani, şunu başardınız: Yoksul insanlar, size, eğitim sorunlarımıza
çözüm bulsun diye oy verdi. Buraya geldik, ne yapıyoruz şimdi biz; devletin
okullarını bırakıyoruz; bakın, yüzde 98'i bırakıyoruz, yüzde 2'yi konuşuyoruz
ve ille onun teşvikini düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar, oraya para verenler,
özel okullara harcanan milyarlarca lira paraları verenler büyük çoğunluk
değildir, sizin oy aldığınız insanlar değildir.
Bakın, dünyada eğitim enternasyonali
toplantıları yapılıyor. 1998'de Washington'da 2 nci Dünya Eğitim Enternasyonali
Kongresi yapıldı, orada kabul edilen ilke şuydu: "Herkese nitelikli
kamusal eğitim." Dünyanın her yerinde eğitim işi başta devletin işidir;
özel kesim, koşulları yerine getirmek kaydıyla bu işi yapabilir. Eğer, devlet
olmasaydı, kamu olmasaydı siz olmazdınız arkadaşlar. İçinizde, durmadan
övgüsünü yaptığınız dershanelerden, özel okullardan, kolejlerden, vakıf
üniversitelerinden çıkmış kaç arkadaşımız var; bilmiyorum sizi, ama, ben
olmazdım. Ben, köy enstitüleri ve onun devamı öğretmen okulları olmasaydı
burada olmazdım, benim kardeşlerim de okuyamazdı.
Değerli arkadaşlar, bakın "dünyada
böyle" gibi laflar oluyor, doğru da söylenmiyor. Almanya, işte...
BAŞKAN - Sayın Gazalcı, toparlar mısınız.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki, bundan
sonraki maddede söz hakkım var, o zaman devam edebilir miyim?
BAŞKAN - Tabiî, o maddeye gelindiğinde
yine konuşursunuz efendim.
MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki.
Saygılar sunuyorum efendim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 1
önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 271 sıra sayılı kanun
tasarısının 1 inci maddesinde geçen "100 metre" ibaresinden önce
"kapıdan kapıya" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Ali Oksal Berhan Şimşek Engin Altay
Mersin İstanbul Sinop
Mustafa
Gazalcı
Denizli
BAŞKAN- Komisyon katılıyor mu bu önergeye?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul)- Olumlu görüşle, Genel Kurulun
takdirine bırakıyoruz.
Ancak, Sayın Başkan, bir hususa işaret
etmek istiyorum: Burada eklenmek istenilen sözcüklerin "en az"
ibaresinden önce yer almasının daha uygun olacağını belirtmek istiyorum.
"En az kapıdan kapıya 100 metre" değil "kapıdan kapıya en az 100
metre" şeklinde olmasının daha uygun olacağını takdirlerinize sunuyorum.
BAŞKAN- Hükümet?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul)- Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN- Önerge sahibi olarak?...
MUSTAFA GAZALCI (Denizli)- Tamam efendim.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önergeyi
şu şekilde düzenliyoruz: "Görüşülmekte olan 271 sıra sayılı kanun
tasarısının 1 inci maddesinde geçen '100 metre' ibaresinden önce 'kapıdan
kapıya en az' ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz."
Sayın milletvekilleri, ikinci fıkrayı
aynen okuyorum ki, bir yanlış anlaşılmaya neden olmasın. Bu fıkrayı
"Meyhane, kahvehane, kıraathane, bar, elektronik oyun merkezleri gibi
umuma açık yerler ile açık alkollü içki satılan yerlerin, okul binalarından
kapıdan kapıya en az 100 metre uzaklıkta bulunması zorunludur" şeklinde
düzeltiyoruz.
Önergeyi bu haliyle oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - 8.6.1965 tarihli ve 625 sayılı
Özel Öğretim Kurumları Kanununun 9 uncu maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Madde 9. - Özel öğretim kurumları
binalarının nitelikleri, bu binalarda açılabilecek kurumlar ile her tür tesis
ve donanıma ilişkin standartlar yönetmelikle belirlenir.
Meyhane, kahvehane, kıraathane, bar
elektronik oyun merkezleri gibi umuma açık yerler ile açık alkollü içki satılan
yerlerin, okul binalarından en az 100 metre uzaklıkta bulunması zorunludur.
Özel eğitime muhtaç bireylerin devam ettikleri öğretim kurumları ile okullar
dışındaki diğer özel öğretim kurumlarında bu zorunluluk aranmaz. Ancak söz
konusu özel öğretim kurumlarıyla yukarıda
belirtilen türdeki işyerleri aynı binada bulunamaz.
Turizmin yoğun olduğu yörelerdeki
okulların tatil olduğu dönemlerde yukarıda
belirtilen işyerleri ile okullar arasında 100 metre şartı aranmaz.
Bunlarla ilgili esaslar İçişleri, Milli
Eğitim, Sağlık, Kültür ve Turizm bakanlıklarının müştereken hazırlayacakları
yönetmelikle belirlenir."
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, Sayın Gazalcı'nın
Grup adına söz talebi vardı; ancak, Grup bunu geri çekti. Ben de, Sayın
Gazalcı'ya "2 nci madde üzerinde de sözlerinizi sürdürebilirsiniz"
demiştim. Eğer, konuşmak istiyorsanız, konuşmanızı sürdürmeniz için söz
vereyim.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Vazgeçtim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.
Şahsı adına, Denizli Milletvekili Sayın
Ümmet Kandoğan?..
ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Vazgeçtim.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyon
ve Hükümetle bir konuda anlaşalım. Bu maddenin ikinci paragrafını, dilerseniz
şöyle düzeltelim; yani, az önce koyduğumuz "kapıdan kapıya" ibaresini
buraya da eklediğimiz zaman, ikinci paragraf şu şekli alıyor: "Meyhane,
kahvehane, kıraathane, bar, elektronik oyun merkezleri gibi umuma açık yerler
ile açık alkollü içki satılan yerlerin, okul binalarından kapıdan kapıya en az
100 metre uzaklıkta bulunması zorunludur. Özel eğitime muhtaç bireylerin devam
ettikleri öğretim kurumları ile okullar dışındaki diğer özel öğretim
kurumlarında bu zorunluluk aranmaz. Ancak söz konusu özel öğretim kurumlarıyla
yukarıda belirtilen türdeki işyerleri aynı binada bulunamaz."
Bu değişikliğe Komisyon katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Çoğunluğumuz olmadığı için
takdire bırakıyoruz; ama, bir önceki maddeye paralel olarak, burada da bu
değişikliğin, bu eklemenin yapılmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz.
BAŞKAN - Hükümet?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Biz de katılıyoruz.
BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi okutuyorum:
Kaldırılan hükümler
MADDE 3. - 15.1.1998 tarihli ve 4322
sayılı 625 sayılı, Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile 222 sayılı İlköğretim ve
Eğitim Kanunun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 254 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun Bir
Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 326 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
1 önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 271 sıra sayılı kanun
tasarısının 3 üncü maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Recep Garip Agâh Kafkas Hikmet Özdemir
Adana Çorum Çankırı
Muharrem Karslı Ali Ayağ Ali Öğüten
İstanbul Edirne Karabük
Ali Yüksel Kavuştu Muzaffer
Külcü Muzaffer Baştopçu
Çorum Çorum Kocaeli
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR
KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Uygun görüşle, Yüce Meclisin
takdirine bırakıyoruz.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Hükümet?..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Yürürlükten kaldırılması istenilen 4322
sayılı Kanunla 222 ve 625 sayılı Kanunlarda değişiklik yapılmış ve bu
değişiklikler ilgili maddelerine işlenmiştir.
Bu tasarıyla, sadece, değişiklik gören iki
madde yeniden düzenlenmektedir. Bu nedenle, 3 üncü maddede anılan kanunun
yürürlükten kaldırılmasına gerek kalmamaktadır.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 4 üncü maddeyi 3
üncü madde olarak okutuyorum:
MADDE 3.- Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 5 inci maddeyi 4
üncü madde olarak okutuyorum:
MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler...
Tasarının tümü kabul edilmiştir; hayırlı olmasını diliyorum.
Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve
tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 13 Kasım 2003 Perşembe günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 23.29