BIM 2 2 2003-12-12T11:39:00Z 2003-12-12T11:39:00Z 69 48304 275337 TBMM 2294 550 338133 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 30       YASAMA YILI : 2

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

17 nci Birleşim

12 Kasım 2003 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Gündemdişi Konuşmalar

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, Tekelin özelleştirilmesinin yaratacağı sorunlara ve çalışanlarına yönelik zorunlu emeklilik uygulamalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

2.- Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan'ın, Kaçkarların turizme açılmasının önemine ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Gökçeada'da deniz ulaşımında meydana gelen aksaklıklara ve ulaşım sorunlarının çözümlenemeyişinin insan sağlığına etkilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclıs Soruşturmasi ve Meclıs Araştirmasi Önergelerı

1.- İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı Özbek ve 20 milletvekilinin, Diyarbakır Cezaeviyle ilgili bazı iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/139)

C) Tezkereler ve Önergeler

1.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, (6/303) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/121)

2.- Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in, Türkiye-İran Ortak Ticaret Komitesi İkinci Dönem Toplantısına katılmak üzere İran'a yaptığı resmî ziyarete katılması uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/391)

IV.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 23 milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/4) (S. Sayısı: 265)

2.- Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı: 146)

3.- Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı: 152)

4.- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/686) (S. Sayısı: 275)

5.- İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Özel Öğretim Kurumları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/654) (S. Sayısı: 271)

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, işkence suçlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/63)

2.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, hükümet programında yer alan "koruyucu hukuk" uygulamalarına yönelik çalışmalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/996)

3.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, hükümet programında yer alan adaletin tam ve zamanında tesisine yönelik çalışmalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/997)

4.- Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, hükümet programında yer alan Siyasî Partiler Kanunu ve Seçim Kanununun değiştirilmesine yönelik çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/1015)

5.- İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol'un, vakıf üniversitelerinin ücret politikası ile denetimlerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1139)

6.- İstanbul Milletvekili Gürsoy Erol'un, özürlülerin araçlarına yönelik vergi indirimlerine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın cevabı (7/1140)

7.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Diyanet İşleri Başkanlığının hac organizasyonuna ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı (7/1174)

8.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un, Almanca öğretmenliği branşındaki aday öğretmen fazlalığına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1176)

9.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un, Fransızca öğretmenliği branşındaki aday öğretmen fazlalığına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1177)

10.- Isparta Milletvekili Mevlüt Coşkuner'in, ilköğretimde ücretsiz kitap uygulamasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1191)

11.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, Ardahan Meslek Yüksek Okulu yurt inşaatının bitirilmesi için ne gibi çalışmalar yapıldığına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1195)

12.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün, ÖSS'yi kazanan ve kredi borcu olan öğrencilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1273)

13.- Hatay Milletvekili Züheyir Amber'in, ilköğretim okullarındaki ücretsiz kitap dağıtımına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1198)

14.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, Talim ve Terbiye Kurulunda yapılan bazı görevlendirmelere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1199)

15.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, ilköğretim okullarında ücretsiz dağıtılan ders kitaplarının yayıncılarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1200)

16.- Mersin Milletvekili Hüseyin Özcan'ın, ücretsiz dağıtılan ders kitaplarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1228)

17.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, Yalova-Termal İlçesindeki termal tesislerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/1244)

18.- Çorum Milletvekili Murat Yıldırım'ın, din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmen ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1270)

19.- İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un, İzmir-Karşıyaka'da bir ilköğretim okulu müdür yardımcısının görevden alınmasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1277)

20.- Muğla Milletvekili Ali Cumhur Yaka'nın, Muğla'da yönetici ve öğretmen atamalarında usulsüzlük yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1279)

21.- Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar'ın, Ankara'da bir ilköğretim okulunda meydana gelen bir olaya ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/1290)

22.- Tunceli Milletvekili Hasan Güyüldar'ın, Tunceli-Çemişgezek Kaymakamıyla ilgili bazı iddialara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun cevabı (7/1304)

23.- İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un,

Personelin eş durumu atamalarına,

- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,

Doğrudan gelir desteği ve mazot yardımı ödemelerinin ne zaman yapılacağına,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/1325,1344)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Iğdır Milletvekili Dursun Akdemir, Iğdır'ın düşman işgalinden kurtarılışının 83 üncü,

Konya Milletvekili Ahmet Işık, Atatürk'ün 65 inci ölüm,

Yıldönümlerine ilişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un, Cumhuriyetimizin 80 inci yıldönümünde ve Atatürk'ü andığımız bir haftada, Türkiye'de kadının statüsüne ilişkin gündemdışı konuşmasına, Millî Savunma Bakanı Mehmet Vecdi Gönül cevap verdi.

Niğde Milletvekili Orhan Eraslan ve 65 milletvekilinin, elma yetiştiriciliğindeki sorunların (10/137),

İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 23 milletvekilinin, futboldaki şike, Futbol Federasyonu ve Merkez Hakem Komitesi ile ilgili iddiaların ve maçlardaki şiddet olaylarının nedenlerinin (10/138),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci'nin, Adalet,

Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu'nun, İnsan Hakları,

Komisyonu üyeliklerinden çekildiklerine ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, Almanya Federal Meclisi Başkanı Wolfgang Thierse'nin resmî davetine, beraberinde bir Parlamento heyetiyle icabetine ilişkin Başkanlık tezkeresi, kabul edildi.

Niğde Milletvekili Orhan Eraslan'ın; Küçük Esnaf ve Sanatkarlar ile Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletme Kredilerinde 1.1.2003 Tarihine Kadar Olan Senet Protestolarının ve Karşılıksız Çeklerin Nazara Alınmaması Hakkında Kanun Teklifinin (2/110),

Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün; Atatürk Millî Parkı Kanunu Teklifinin (2/159),

İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergelerinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildikleri açıklandı.

Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 23 milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi ile ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi üzerine kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/4) (S. Sayısı: 265) üzerindeki genel görüşmeye bir süre devam olundu.

Adalet Komisyonunda açık bulunan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe, Grubunca aday gösterilen Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu,

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda açık bulunan ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe de, Grubunca aday gösterilen İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci,

Seçildiler.

12 Kasım 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.00'da son verildi.

 

 

Yılmaz Ateş

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Mevlüt Akgün

 

Mehmet Daniş

 

Karaman

 

Çanakkale

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

      No. : 27

II. - GELEN KÂĞITLAR

12 Kasım 2003 Çarşamba

Teklifler

1.- Ankara Milletvekili Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu'nun; 3813 Sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/192) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.11.2003)

2.- Mersin Milletvekili Şefik Zengin'in; 3071 Sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Yasanın Yedinci Maddesine Bir Fıkra Eklenmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/193) (Adalet Komisyonuna)  (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2003)

3.- Balıkesir Milletvekilleri Sedat Pekel, Orhan Sür, Ali Kemal Deveciler, Ali Osman Sali, Turhan Çömez, İsmail Özgün, A. Edip Uğur, Ali Aydınlıoğlu ve 160 Milletvekilinin;  Bir İl ve İki İlçe Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/194) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2003)

4.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/195) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2003)

5.- İzmir Milletvekilleri Türkan Miçooğulları ile Bülent Baratalı'nın; Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/196) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.11.2003)

6.- Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut'un;  27.7.1967  Tarih ve 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50 nci  Maddesinin ( C ) Bendi ile 94 üncü Maddesinin (B) Bendinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/197) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.11.2003)

7.- Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt'ün;  Hoçivan Hasköy Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/198) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.11.2003)

Tezkereler

1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/389) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.11.2003)

2.- Kayseri Milletvekili Adem Baştürk'ün  Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/390) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.11.2003)

Sözlü Soru Önergesi

1.- Artvin Milletvekili Yüksel Çorbacıoğlu'nun, Barzani ve Talabani'nin Türkiye'deki statüsüne ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/842) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın, Trakya Birlik ile ilgili Bakanlar Kurulunda bekleyen kararnameye ilişkin Devlet Bakanından (Kürşad Tüzmen) yazılı soru önergesi (7/1443) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

2.- İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in, İzmir'de şiddet uyguladığı görüntülenen güvenlik görevlilerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1444) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

3.- İstanbul Milletvekili Onur Öymen'in, AB Komisyonunun Türkiye İlerleme Raporunda sanıklara kötü muamele eden güvenlik görevlilerinin himaye edildikleri iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1445) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

4.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın, son on yılda kurulan enerji tesislerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1446) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

5.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın, tarımsal sulamada kullanılan enerjinin fiyatına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1447) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

6.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, görevden alınan yönetici düzeyindeki personele ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1448) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

7.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun'un, İSDEMİR'deki kömür eleme işlemlerinin çevreye etkisine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/1449) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

8.- Hatay Milletvekili Gökhan Durgun'un, mayından temizlenecek Hatay-Mardin arasındaki arazinin dağıtımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1450) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

9.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın, İlköğretim Kurumları Yönetmeliğindeki bazı düzenlemelere ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1451) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

10.- Iğdır Milletvekili Yücel Artantaş'ın, Kızılay Merkez Yönetim Kurulunun görevden alınması için kararname hazırlanıp hazırlanmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1452) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

11.- Ordu Milletvekili İdris Sami Tandoğdu'nun, 2004 yılında tarım sektörünün girdi maliyetlerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1453) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

12.- Edirne Milletvekili Necdet Budak'ın, tarım ürünlerinde ilaç kullanımına ve ihracata etkisine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1454) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

13.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, yüksek yargı mensuplarının kullandığı sosyal tesis, lojman ve makam araçlarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1455) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

14.- Trabzon Milletvekili Asım Aykan'ın, rektörlerin ve öğretim üyelerinin Anıtkabir'e yürüyüşünde açılan bazı pankartlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1456) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

15.- Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un, Hazinenin 1995-2000 yılları arasındaki tahvil ihraçlarıyla ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/1457) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

16.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, TMSF bünyesindeki bankaların 2002 yılı bilançolarında yer alan geçmiş yıl zararlarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/1458) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

17.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Sayıştay'ın 2002 yılı Hazine İşlemleri Raporuna ilişkin Devlet Bakanından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/1459) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.11.2003)

Meclis Araştırması Önergesi

1.- İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı Özbek ve 20 milletvekilinin, Diyarbakır Cezaeviyle ilgili bazı iddiaların araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/139) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.11.2003)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati:15.00

12 Kasım 2003 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Tekelin özelleştirilmesinin yaratacağı sorunlar ve son günlerde çalışanlara yönelik zorunlu emeklilik uygulaması üzerine söz isteyen, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Gündemdişi Konuşmalar

1.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, Tekelin özelleştirilmesinin yaratacağı sorunlara ve çalışanlarına yönelik zorunlu emeklilik uygulamalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; Tekel nedir, Tekel nereden çıkmıştır; oradan başlayacağım konuşmama.

Osmanlı İmparatorluğu iflas etmiş ve yabancılar, alacaklarını almak için, bir Muharrem Kararnamesiyle, Reji İdaresini kurmuşlardı. Sonunda, yabancı alacaklılar, İstanbul'a gelip, Düyunu Umumiye İdaresini kurdular. İkinci bir maliye bakanlığı gibi görev yaptılar ve önce tuz, şeker ve tütüne el koydular. Reji İdaresi, bu vahşi ve yoğun sömürüyü sürdürebilmek için, köylünün tütününü zorla aldı, kolcu kuvvetleri tuttu. Tarih tekerrür ediyor.

Bugün bütçe açıklarının kapatılması için, Tekel, blok satış yapılıyor; blok satış. Tabiî, blok satışta kim müşteri oluyor; yabancı alıcılar. Bu aşamaya gelindi. Bugünün geleceği dünden belliydi. 1984 yılında çıkarılan bir kararnameyle önce tütün ithalatı serbest bırakıldı. Türk çiftçisinin ekmeği!.. Türkiye'nin ihracatı 4 000 000 000 dolarken, sadece Ege'den 1980'li yıllarda yılda 1 000 000 000 dolarlık tütün ihraç ediliyordu arkadaşlar. Tabiî, sonuç, ülkemizde üretilen sigaralardaki yabancı tütün oranı yüzde 6'lardan yüzde 40'lara geldi. İşte, 1984 yılı, tütün üreticisinin böyle bir cinayete kurban gittiğinin ilk işaretidir.

Değerli arkadaşlarım, öncelikle, buradan bugüne kadar sağlanan gelirler ne, onu size sunayım: Tekel, dünyanın 5 inci büyük sigara üreticisi. Tekel, Avrupa'nın 30 uncu büyük içki üreten kurumu. Tekelin, gayri safî millî hâsılamızdaki payı yüzde 1,7; gayri safî millî hâsılaya vergi olarak -Kurumlar Vergisi hariç- yaptığı katkı, 2002 yılında 2,9 katrilyon, 2003 yılında 3,6 katrilyon. Eğer, bir kuruma 1 100 000 000 dolar veriliyorsa, acaba nasıl özelleştiriliyor; niçin özelleştiriliyor bu kurum?! Tekelin sadece bir yılda yaptığı katkı 3,6 katrilyon değerli arkadaşlarım. Bugün Tekele biçilen fiyat, bir yılda yaptığı katkıdan daha az.

Değerli arkadaşlarım, Tekelin bu ve geçen yılki kârı 318 000 000 000 000. Bu kurum bizden aş istemiyor, bu kurum ekmek istemiyor; işçileri çalışıyor ve üretiyor ve Türk köylüsünün tütününü alıyor. Olaya bu yönüyle bakalım; tabiî, buz dağının öbür tarafı.

Tekel 29 000 kişiye iş veriyor arkadaşlarım, Tekelin şu anda 29 000 çalışanı var ve Devlet Bakanımız Sayın Mehmet Ali Şahin Beyin, Türk-İş'te, Kamu-Sen'le imzaladığı toplusözleşmede -kendi imzası vardır- deniliyor ki: "İstek dışı emeklilik, hükümet tarafından asla gündeme getirilmeyecektir." Bu imza, Sayın Bakanımıza ait. Buna rağmen, Türkiye Cumhuriyetinde Tekel Genel Müdürlüğü ve Özelleştirme İdaresi, yasaları, atılan imzayı hiçe sayarak, öyle bir talimat veriyor ki, diyor ki: "14 Ekim itibariyle, erkeklerde 45 yaşına, kadınlarda 40 yaşına kim geldiyse, emekli edeceksin." Bu, ekim, kasım, aralıkta devam ediyor arkadaşlar.

Sigara üreten fabrikalarda üretim üçte 1 kapasiteye düştü. Şu anda, Tekel sigara fabrikalarında, aralık ayından itibaren üretim tek vardiyaya düşecek. Sadece bir örnek vereyim, Cevizli Fabrikasında 63 000 ton olan günlük üretim, 45 000 tona düştü; Malatya Fabrikasındaki üretim 45 000 tondan 18 000'e düştü. Tekelin hali bu arkadaşlar, altın yumurtlayan bir kurumu yok ediyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Aslanoğlu, sözlerinizi tamamlar mısınız.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Arkadaşlar, tabiî, işin diğer boyutu, Türkiye'de 402 000 aile tütün ekiyor, bu, 2 500 000 insan yapar. Arkadaşlar, yabancı alıcı gelip senin tütününü alır mı; perişan ediyor bizim tütün üretimimizi, perişan edecek köylümüzü. Onun için, Tekel, sadece sigara üreten bir kurum değil, bunun öbür tarafı tütün üreticisi. Hiç değilse bunları düşünelim.

Yunanistan, Avrupa Birliği, tütün üretimine o kadar destek oluyor ki, sonuçta, kendi ürününü kendi kullanıyor arkadaşlar; dışarıdan gelen tütüne büyük fon uyguluyor. Değerli arkadaşlarım, biz ise, maalesef, dışarıdan gelen ürünü destekliyoruz ve Tekel bu arkadaşlar.

Arkadaşlar, Türkiye'nin 190 katrilyon iç borcuna, 1 milyar dolar, 2 milyar dolar kaynak aktarmakla, bu ülkenin içborç sorunu çözülmez. Tekeli özelleştirmekle, Türk Hava Yollarını özelleştirmekle, bu ülkenin borcunu bitiremeyiz. Altın yumurtlayan tavukları kesiyoruz, altın yumurtlayan kurumları yok ediyoruz arkadaşlar. Sonunda, ülkemizin tüm ulusal değerde olan kurumlarını birilerinin eline veriyoruz; birileri, yarın bizimle oynar. Onun için, Tekelin özelleştirilmesi konusunu, bir kez daha, hepinizin dikkatine sunuyorum; bu, emekliliği hak eden işçilerimizin zorla emekli edilmesi konusunda, üretimin düşmesi açısından, bir kez daha, hükümeti göreve davet ediyorum.

Hepinize saygılar sunarım, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Gündemdışı ikinci söz, Kaçkarların turizm açısından önemiyle ilgili söz isteyen, Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan'a aittir.

Buyurun Sayın Özdoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2. - Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan’ın, Kaçkarların turizme açılmasının önemine ilişkin gündemdışı konuşması

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi bilgilendirmek, hükümetin, Türkiye ve dünya kamuoyunun ve turizm yatırımcılarının dikkatlerini çekmek üzere, Kaçkarların turizmdeki önemi konusunda gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Kuzey Anadolunun en yüksek zirvesi büyük Kaçkar Dağı, 3 937 metrelik rakımıyla, Türkiyemizin kuzeydeki en yüksek noktasıdır. Bu nokta, aynı zamanda, Rize, Erzurum ve Artvin il hudutlarının buluştuğu yerdir. Büyük zirvenin doğusunda ve batısında uzanarak devamlılık arz eden diğer zirveler, çok az geçit veren tabiî bir yalçın kayalar duvarı olarak karşımıza çıkar. Mahallinde, bu geçitlere aşıt denilir. Aşıt, aşmak fiilinden türemiş bir kelimedir.

Sisin başından eksik olmadığı sıradağlardan oluşan ve en yüksek tepesi Verçenik'ten ismini alan Kaçkarlara gitmek istediğinizde, buraya ulaşabilmeniz için, uzun ve yorucu bir yolculuğa katlanmak zorunda kalıyorsunuz. Yola koyulduğunuzda, belirli bir noktaya kadar arabanızla gidebiliyor, bundan sonra, arabanızdan inip yolunuza yaya olarak devam ediyorsunuz. Patikaları izleyerek, gündüz sıcağın, gece soğuğun, rüzgâr ve yağmurun aşındırdığı dağlarda, buzulların şekiller verdiği vadilerde ilerleyerek, çevrenizi kaplayan yeşilin ve çiçeklerin etrafa saçtığı kokuların size verdiği huzurla hedefe ulaşmaya koşuyorsunuz.

Her şeyiyle doğa olan buradaki güzelliklere ulaşarak, seyrederek, birlikte olarak ve bozulmamışlığın mutluluğunu yaşayarak, siyah kanatlı gecelere dokunarak, kayalıklara gizlenerek, yazın sıcaklarında erimeden gelecek kışa ulaşmak için hasret çeken kara dokunmanın tadına varıyorsunuz. Yerde misin, gökte mi; düş mü görüyorsun, yoksa uyanık mısın, bilemiyorsun.

Dağlardan ve göl yataklarının altından çıkarak, büyüklü küçüklü dereler oluşturarak akan sular, geçtikleri engebeli yokuşlarda irili ufaklı şelaleler oluşturarak, asıl yatakları Çoruh'a ulaşmak için yol alırken, gözünüze doyulmaz bir zevk, gönlünüze huzur veriyorlar. Zirveye ulaşınca, hiçliğin sessizliğini, yaşamın mutluluğunu tadıyorsunuz. Yaz aylarının sonlarına ulaşmak üzere olmanıza rağmen, kışın, burada daha yeni yeni uykusundan uyanmakta olduğuna şahit oluyorsunuz.

Doğal hazinelerimizden birisi olan ve 3 000 metre yükseklikte yer alan Yedigöller diye adlandırılan bu yörede, kimine göre 25, kimine göre 50 tane irili ufaklı göl bulunuyor; ama, orada yerini alan ve yöreye adını veren Yedigölleri her mevsim görmek mümkün. Bu göller, bir gerdanlık gibi dizilmiş olarak sizi karşılıyorlar.

Buraya iki yoldan gidilebiliyor; Aksu Deresini takip ederek, Yedigöller Mahallesinden ya da Moryayla Köyünden ulaşılıyor bu güzelliklere. Birinci yol sizi göllerin dibine götürürken, ikinci yolu tercih ederek hedefe ulaştığınızda, gölleri 3 000 metre yükseklikten seyretme imkânını elde edebiliyorsunuz.

Sıcağın, rüzgârın, yağmurun ve kar ile buzun kemirerek şekiller verdiği Kaçkarların zirvesine çıkarken karşılaşılan zorluklar karşısında, bazen geri dönmeyi düşünüyorsunuz; ancak, zirveye ulaşınca da duyduğunuz mutluluğu tarif edemiyorsunuz. Kaçkarların eteğinde ya da zirvedeki göllerin kenarına kurduğunuz çadırınızda konakladığınız süre içerisinde başka bir dünyada yaşıyormuş gibi oluyorsunuz. Göllerde birikmiş olan sular, su değil de sanki hayat iksiri gibi görünüyor size. Gündüz, eğer, hava açık, yağmur yağmıyorsa alabildiğine sıcak olurken, güneş batınca karanlıkla birlikte sanki kıştan kalma soğuk bir gecede yaşıyorsunuz. Dünyayla ilgili bütün bağlarınız kopmuştur artık; ne geçim sıkıntısı ne de siyasî meseleler sizi ilgilendirmektedir. Gündüzleri dağlar, vadiler ve patikalar geceleri de sadece yıldızlar var sizin buradaki hayatınızda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - 3 100 metreyi bulan Kaçkarların en zirvesi Verçenik'in tepesine çıkamazsanız da, bütün heybetiyle onu eteğinden hayranlıkla seyredebiliyorsunuz. Kaçkarlarda bulunduğunuz zaman dilimi içerisinde, etrafınızı kuşatan çiçeklerin kokularının harmanlandığı havayı ciğerlerinize doldurarak, temiz havanın farkına ve tadına varırken, göl sularının cam gibi yansımalarını ve ara sıra hoplayarak suyun üzerine fırlayan alabalıkların seyrine doyamıyorsunuz.

Güneşin doğmasıyla birlikte çadırınızdan çıkarak, arkadaşlarınızla birlikte masmavi gök kubbenin derin sessizliğinde yürüyerek granit ve bazalt bloklar ile kar kütlelerinin arasında dolaşıyor, yaşamın mutluluğunu yaşıyorsunuz doya doya. Keyifli bir yolculuk ve gezinin sonunda vücudunuzda dolaşan kanınızın yenilendiğinin farkına varıyor, hücrelerinizin yenilendiğini anlayarak dinlenmiş bir beyne sahip oluyorsunuz.

Kaçkarlar ne kadar heybetli, sarp ve ürkütücü ise, üzerinde yetiştirdiği çiçekleri de o kadar narin ve sevimli. Ters laleleri, dağ sümbülleri, bataklık nergisleri, çan çiçekleri, papatyaları ve adını bilemediğim daha nicesini, çömelip okşayarak, gün doğumu ve gün batımında yanlarına oturup, onlarla sohbet ederek, koklayarak, ulaşılmaz bir zevke varıyorsunuz.

Kaçkarlara gidip Yedigölleri görerek doyumsuz günler yaşayanların, artık, buralara sevdalandığını işitirsiniz. Buraya bir defa uğrayanların, gördüğü bunca güzellikleri unutamadığını, fırsat bulduğunda tekrar tekrar görmeye gittiğini, bunun, insanda bir sevda haline geldiğini duyarsınız.

Kaçkarların zirvelerinin arasına serpilmiş olan göller 7'den çok fazladır; belki 57, belki 107, belki de 507 gölün mevcut olduğunu söyleyebilirim. Bu göller, zirvelerin hem kuzey hem de güney yanında konuşlanıp, kuzeydekiler direkt Karadeniz'e akan ırmakların, güneydekiler ise, Çoruh'un kuzeyden aldığı yan kollarının birincil kaynaklarını oluştururlar. Benim bizzat gördüğüm Kaçkar göllerinden, Çeymakçur Yaylasında 8, Kavron Yaylasında 11, Paakçur Yaylasında 3 ve Hevek'in, Koramet, Dobe, Haistav Yaylalarında 6 adet mevcuttur.

Bu güzellikleri diğerleriyle birleştirerek Kaçkar kompleksini dünya turizminin hizmetine sunmak gerekiyor. Bunun olabilmesi için, Kaçkar zirvesinden Çamlıhemşin, İspir ve Yusufeli yönüne açılan tüm vadilerin uygun yerlerinde birbiriyle irtibatlı olarak çalışacak kombine konaklama tesisleri oluşturmak gerekiyor. Kaynak; av, rafting ve sağlık turizmini de içine alacak proje ve yapılanmaların, Kaçkarları, evrensel anlamda turizm pazarına taşıması mümkündür. Böyle bir girişim, aynı zamanda, İsviçre'deki Davos turizm ve kış sporları merkezi gibi bir oluşumun ülkemizde gerçekleştirilmesi demektir. Ortadoğu, Kafkasya, hatta, Avrasya'dan gelenler, daha ucuza, değişik alternatif anlamında dinlenme imkânını Kaçkar turizm diyarında bulacaklardır. Hayal etmesi bile ne kadar güzel değil mi.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, tekrar, saygılarımı arz ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özdoğan.

Gündemdışı üçüncü söz, Gökçeada'da deniz ulaşımında meydana gelen aksaklıklar ve ulaşım sorununun çözümlenemeyişinin insan sağlığına etkileri hakkında söz isteyen, Çanakkale Milletvekili Sayın Ahmet Küçük'e aittir.

Buyurun Sayın Küçük. (CHP sıralarından alkışlar)

3. - Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün, Gökçeada’da deniz ulaşımında meydana gelen aksaklıklara ve ulaşım sorunlarının çözümlenemeyişinin insan sağlığına etkilerine ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in cevabı

AHMET KÜÇÜK (Çanakkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Gökçeada ve Bozcaada'nın deniz ulaşımındaki sorunları ve bu ulaşım sorunlarının insan sağlığı üzerine etkileri konusunda gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bundan tam bir yıl önce, Çanakkale'nin, Türkiye'nin tamamını da ilgilendiren, Türkiye'nin tamamının bilgisine ve ilgisine sahip olduğuna inandığımız iki temel sorununu, Çanakkale milletvekilleri olarak, araştırma önergesiyle Meclis gündemine taşımış ve 1 ve 3 üncü sıralarda yer alan bu sorunları tartışmıştık.

Bildiğiniz gibi, bunlardan biri, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkının ve içerisinde yaşayan insanların sorunlarıyla ilgiliydi; çok önemli buluyorduk; çünkü, Tarihî Millî Park, hepimizi, herkesi ilgilendiren bir sorun; orada yatan 250 000 Türk şehidi var, herkesin yakını var ve orada, şimdi yaşayan 10 000 insan var. O insanlar, o Millî Park sınırları içerisinde belirli sıkıntılar içinde yaşıyor. Dolayısıyla, o sorunlar tartışılsın istedik; ama, maalesef, o zaman, İktidar Partisi milletvekillerinin oylarıyla, bu sorunların bilindiği, zaman içerisinde çözüleceği iddialarıyla bu önergemiz reddedilmişti.

Ardından da, yine, Gökçeada ve Bozcaada'da, Türkiye'nin en büyük ve güzide iki adasında, Çanakkale'nin batısında, Türkiye'nin en batısında yer alan ve stratejik olarak çok öneme sahip olan bu iki adada yaşayan insanların sorunlarını buraya, gündeme taşımış ve bu konuyla ilgili de bir araştırma yapılmasını arzu etmiştik; ama, bu adalarda yaşayan insanların sorunlarıyla ilgili verdiğimiz araştırma önergesi de, yine, İktidar Partisi milletvekillerinin oylarıyla reddedilmişti.

Değerli arkadaşlarım, o zaman, bu sorunların bilindiği, bu sorunların zaman içerisinde çözüleceği vaat edilmişti. Tabiî, biz, oradaki insanların, Türkiye'nin sorunlarının dışında, adada yaşıyor olmanın -ada kültürü olmadan adada yaşıyor olmanın- çok özel sorunlarını yaşadığını belirtmiştik ve dolayısıyla, özellikle araştırılarak, bazı ayrıcalıklı, özel tedbirlerin alınmasını önermiştik.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, birçok sorun vardı; ama, en temel sorun ulaşım sorunu ve ulaşımda meydana gelen aksaklıklardan dolayı sağlık sorunlarıydı. Hem İktidar Partisi üyesi milletvekili arkadaşlarım hem de bizler, bu konudaki endişelerimizi uzun uzun dile getirmiştik; çünkü, adada yaşıyorsunuz, zaman zaman rüzgâr çıkıyor, ulaşım kesilebiliyor; dolayısıyla, olası bir acil sağlık sorununda, sorunları çözülemeyince, insanları, mutsuzluğa, umutsuzluğa sevk edersiniz, endişe içinde bir yaşamın içine itersiniz.

Maalesef, 8 Kasım günü, böyle, endişelendiğimiz bir olay meydana geldi. Sabri Kaya isminde bir yurttaşımız, mobiletiyle bir minibüse çarparak ağır yaralandı ve onun, Bandırma Feribotuyla Çanakkale'ye ulaşımı gerekiyordu. O zaman, bu ulaşımın paralı hale getirilmesiyle, buradaki insanların, o zaman 2 milyar diye belirttiğimiz; ama, şimdi 5 milyar diye bahsedilen parayı veremeyeceklerini; dolayısıyla, bir sıkıntı ve stres içine sokulabileceklerini söylemiştik ve hakikaten öyle oldu. Bandırma Feribotu, 5 milyar ödenemediği için kaldırılamadı. Ailenin iddiası budur.

Valilik ve kaymakamlık, bu sorunun bir şekilde çözülebileceğini; ama, hava muhalefetinin bu ulaşımı engellediğini söylemektedir. Tabiî, bu konu üzerindeki araştırmalarımız devam ediyor. Meteoroloji yetkililerinden, o gün esen rüzgâr hızlarını aldık. Meteoroloji Mühendisleri Odasına ve Gemi Mühendisleri Odasına bu konuyu inceletiyoruz. Gerçekten gemi kalkabilir miydi kalkamaz mıydı; bu ayrı bir mesele. Varsayalım ki, gemi gerçekten kalkamasın. Bu sorunun temel çözümünün, en kolay çözümümün bir sağlık ambulans helikopteri olduğunu söylemiştik. Bunun yapılacağı konusunda da sözler verilmişti, hem burada verilmişti hem de Gökçeada'da yerel yönetimin yaptığı, İktidar Partisi milletvekilinin, Valinin ve yöre kurumlarının önderlerinin katıldığı toplantıda, buradaki bu sorunların çok kısa bir sürede çözümleneceği söylenmişti.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Küçük, sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

AHMET KÜÇÜK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, olayın üzerinden bir yılı aşkın bir zaman geçmiştir. Maalesef, adalıların yaşamını kolaylaştıracak, onların yaşamlarını daha umutlu hale getirecek hiçbir ciddî adım atılamamıştır ve orada, Türkiye'nin dört bir tarafından getirip, adaya hapsettiğimiz, ada kültürü olmayan insanların sıkıntı ve endişe içerisinde yaşamları devam etmektedir.

Sabri Kaya belki kurtarılamazdı, gerçekten, Çanakkale Valiliğinin yaptığı basın açıklamasında, Çanakkale Devlet Hastanesinden verilen raporda belirtildiği üzere, belki, yaşamının sağlanması mümkün değildi; ama, bu, ailenin "acaba"larını yok etmez, adalıların endişelerini de ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla, biz, çok daha acı ve vahim durumlarla her zaman karşılaşabilir ve bu sorunları yaşayabiliriz.

Onun için, mutlaka, Türkiye'nin bütün sorunlarını zaten yaşayan, ayrıca, adada yaşamış olmanın getirdiği stres içerisinde başkaca ekstra sorunlar yaşayan bu insanların en temel sağlık sorunlarının ve ulaşım sorunlarının mutlaka çözülmesi ve bu işle ilgili gerekli adımların atılması gerektiğine inanıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, o zaman, araştırma önergesi reddedilirken, arkadaşlarımız, bizim diyalog kurmadığımızı, halbuki, iki tarafın da beraber önerge vermesi halinde, bu önergenin kabul edilebileceğini ve bu sorunun araştırma önergesi bünyesi içerisinde çözülebileceğini söylemişlerdi.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, söylüyoruz; bu önergenin üstünden tam bir yıl geçmiştir ve bugüne kadar hiçbir ciddî adım, atılmamıştır. Bir ay sonra, aynı önergeyi tekrar vereceğiz. İktidar Partisine Söylüyoruz; çünkü, bu sorunların, iyiniyet çerçevesi içerisinde, kendiliğinden, hükümet politikaları içerisinde çözülebileceği kanaatinde değiliz. Bu konunun takipçisiyiz.

Gene, geminin gerçekten hava muhalefeti nedeniyle mi, yoksa, 5 milyar verilemediği için mi kalkıp kalkmadığını da araştırıyoruz, takip ediyoruz. Adalıların bu konuda endişesi olmasın. Bu konunun, muhalefet milletvekilleri olarak sonuna kadar takipçisiyiz; ama, İktidar Partisinin de, orada, serhat kenti konumunda olan adada yaşayan insanların sorunlarına mutlaka ilgi göstermesini ve sorunların çözümüne katkı vermesini diliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle, ben, bu sorunların en kısa zamanda çözülmesini diliyorum; hükümetin bu konuya çok özel ilgi göstermesi gerektiğine inanıyorum.

Yüce Meclise ve ada halkına saygılarımı sunuyorum ve kaybettiğimiz Sabri Kaya'ya Allah'tan rahmet, ailesine de sabırlar diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Küçük.

Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Kürşad Tüzmen, gündemdışı konuşmaya cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Tüzmen.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çanakkale Milletvekili Sayın Ahmet Küçük'ün, Gökçeada'da deniz ulaşımında meydana gelen aksaklıklar ve ulaşım sorununun çözülmeyişinin insan sağlığına etkileriyle ilgili gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Ancak, hazır kürsüye gelmişken, Sayın Mevlüt Aslanoğlu'nun Tekel'in özelleştirilmesinin yaratacağı sorunlar ve son günlerde çalışanlara yönelik zorunlu emeklilik uygulamasıyla ilgili gündemdışı konuşmasının da üzerinde biraz yorum yapmak istiyorum.

Bugün, özelleştirme, gelişmiş ülkelerde, gelişmekte olan ülkelerde, hatta, eski Doğu Bloku ülkelerinde de bir gündem maddesi olmaktan çıkmıştır. Globalleşen dünyada ve günümüzün ekonomik konjonktüründe ülkemizde hâlâ özelleştirmeyi tartışıyor olmak, gerçekten, hepimiz adına büyük bir şanssızlıktır. bir şanssızlıktır.

Ülkemizdeki özelleştirme son yirmi yıldır gündemde olmakla birlikte, bırakınız enerji, telekomünikasyon ve benzeri temel sektörlerdeki özelleştirmeyi, tamamen ticarî nitelikli, yani, piyasa şartlarında sürdürülmesi gereken alanlarda dahi, özelleştirmede arzu edilen mesafe maalesef henüz kaydedilememiştir. Bunun, ekonomik, sosyal ve siyasal birçok nedeni vardır.

Hükümetimiz, özelleştirmenin en temel şartı olan siyasî iradeyi beyan etmenin yanında, sürdürmekte olduğu başarılı ekonomi politikalarıyla da özelleştirmenin altyapısını sağlamıştır. Bu çerçevede, 2003 yılında, ilk kez kapsamlı bir özelleştirme programını kamuoyuna sunmuştur. Tekel özelleştirmesi de programın en önemli unsurlarından birini oluşturmaktadır.

Tekel, ismi dışında hiçbir tekel özelliği taşımayan, yaklaşık onbeş yıl önce tekel vasfını yitirmiş bir kamu iktisadî işletmesidir; bugün, yaprak tütün üretiminden sigara dağıtımına kadar üretim zincirinin her halkasında rekabet kuralları içerisinde rahatlıkla faaliyetini sürdürebilmektedir.

Tekel özelleştirmesindeki temel amaç, bu faaliyetlerin daha etkin ve verimli sürdürülebilmesinin teminidir. Böylelikle, ekonomideki verimliliğin artırılması sağlanırken, aynı zamanda, kamu kaynaklarının rasyonel olarak değerlendirilmesi de mümkün olacaktır.

Elbette, Tekel ölçeğinde bir işletmenin özelleştirilmesi, birçok köklü alışkanlığın da son bulması demektir; bunun bilincindeyiz. Dolayısıyla, bu tür bir özelleştirmede, başta yaprak tütün üreticilerinin korunması olmak üzere, yerli tütüne dayalı üretimin devamının sağlanmasına yönelik düzenlemeler büyük bir duyarlılıkla gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan, tüketici haklarının korunmasına yönelik düzenlemeler, Tütün Kurulu tarafından sürdürülmektedir. Bu nedenle, Tekel özelleştirmesinin yaratacağı sosyal sorunlardan bahsetmek mümkün değildir.

Zorunlu emeklilik kavramı, son derece haksız bir yakıştırmadan öte bir anlam ifade etmemektedir. Sadece, çalışma süreleri itibariyle kıdem aylığına hak kazanan çalışanların emeklilikleri söz konusudur. Bu tür emekli olan çalışanlarımız hiçbir malî kayba uğramadıkları gibi, malî açıdan daha avantajlı bir duruma gelmektedir.

Bunun yanında, kuruluşun istihdam düzeyinin daha rasyonel bir duruma gelmesi sağlanırken, ister özel sektörde olsun ister kamuda olsun, rekabet gücü ve değeri artmaktadır. Aksi takdirde, bu tür kuruluşlarımız, sadece belli sayıda kişiye istihdam imkânı sağlayan, verimlilikten ve etkinlikten uzak bir yapıda çalışmak zorunda kalacaktır. Esasen, buna çalışma denilmesi de son derece zordur. Sadece maaş ödemek durumunda olan ve zamanla, bu ödemelerin Hazine kaynaklarından finanse edildiği bir yapıyla karşılaşmak yerine, bu tür rasyonelleşme çalışmaları, bu kuruluşların varlıklarının devamı için gereklidir. Emekli olanların sayısı, toplam çalışanların yüzde 10'una dahi ulaşmadığı gibi, üretimin aksaması da söz konusu değildir.

Şimdi, Gökçeada deniz ulaşımında meydana gelen aksaklıklar ve ulaşım sorununun çözülemeyişinin, insan sağlığına etkileri konusuna geliyorum.

Bir kere, Gökçeada ulaşımı, Çanakkale'den feribot ve Kabatepe'den arabalı vapurla günde karşılıklı birer sefer yapılmak suretiyle, anakara bağlantısı, TDİ AŞ'ye ait gemilerle yaz kış düzenli bir şekilde sürdürülmektedir.

Gökçeada için Türkiye Denizcilik İşletmeleri AŞ'nin günde yaklaşık 15 milyar zarar ederek, yaz kış en az iki gemiyle sefer yaptığı düşünülürse, bir ulaşım aksaklığından bahsedilmesi doğru değildir. Geçtiğimiz günlerde yaşanan hadise de, anlaşıldığı kadarıyla, deniz ulaşımına engel olacak derecede kötü hava koşullarının ortaya çıkardığı üzücü bir hadisedir. Ancak, bu tip acil durumlarda olması gereken, hava koşullarından bağımsız hareket edebilen tam donanımlı bir deniz ambulansı veya silahlı kuvvetlerin elinde bulunan helikopterlerdir. Acil durumlarda devletin tüm imkânları, mülkî amirler tarafından koordine edilmelidir, yerel yönetimler bu konuda gayret sarf etmelidir. Aksi halde, taşıma işini bu iş için donatılmamış bir gemiye ihale edip, sonra ulaşım aksaklığından bahsetmek, belediye otobüsüyle ambulans hizmeti vermek gibi olup, insafsız bir yaklaşımdır.

Konuyu bilgilerinize arz ediyorum, saygılar sunuyorum.(AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tüzmen.

Sayın milletvekilleri, Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - İstanbul Milletvekili Ahmet Sırrı Özbek ve 20 milletvekilinin, Diyarbakır Cezaeviyle ilgili bazı iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/139)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Cezaevlerinde uygulanan inanılmaz psikolojik ve maddî işkenceler, baskılar, zaman zaman ölümlerle, intiharlarla, cinayetlerle, sakatlıklarla son bulmuştur. Türkiye'de cezaevleri öteden beri olumsuz koşullarıyla kamuoyunun gündeminde olmuştur.

Geçmişte sık sık yaşanan askerî darbe dönemleriyle birlikte, ülkemizde cezaevleri özellikle siyasal görüşleri nedeniyle yargılananlar başta olmak üzere, çok sayıda hükümlü ve tutukluyla dolup taşmıştır.

Bu cezaevleri içinde birisi var ki, buraya düşen gözaltına alınanların, tutuklu ve hükümlülerin maruz kaldıkları insanlıkdışı eziyet, işkence ve baskı, Türkiye'nin sınırlarını aşmış, insan hakları kuruluşlarının ve uluslararası kamuoyunun kara listelerinde yer almıştır.

Sözünü ettiğimiz yer Diyarbakır Cezaevidir.

Bu baskılar gün gelmiş isyana dönüşmüş, gün gelmiş cezaevleri ateşe verilmiş, bu başkaldırılar silah zoruyla bastırılmış, can kayıplarına yol açmıştır.

Bu gelişmeler sırasında acıya, baskıya, işkencelere maruz kalanlar sadece cezaevindeki tutuklu ve hükümlüler olmamış, onlardan daha çok, dışarıda cezaevi kapılarında korku ve endişe içinde bekleşen, çaresiz bırakılmış ana-babalar, eşler, çocuklar ve diğer yakınları olmuştur.

Anayasamızda ve yasalarımızda işkence ve kötü muamelenin, tutuklu ve hükümlü ayırımı yapılmaksızın herkes için yasak olduğu hükümlerinin yer almasına karşı, uygulamada görülen sorunlar on yıllar boyu devam edegelmiştir.

Hükümet yetkililerinin, devlet adına konuşanların, Anayasaya, yasalara, insan hak ve özgürlüklerine bağlılığı sözle bol bol ifade edilmesine rağmen, uygulamada, karakollarda ve cezaevlerinde kamu görevlilerinin, bu hükümlere uymadıkları, belli bir hiyerarşi içinde işkencelerin ve baskıların uygulayıcıları oldukları görülmektedir.

Diyarbakır Cezaevinde işkencelere maruz kalanların anlattıkları somut açıklamalar sık sık mahkeme tutanaklarının, kitapların, makalelerin, yazı dizilerinin konusu olmaktadır. Bu tür yasadışı uygulamaların özellikle Diyarbakır Cezaevinde devam ettiği ifade edilmektedir.

Avrupa Biriliğine giriş sürecinde, insan hakları ve demokrasi standartlarının ülkemizde yaşama geçirilmesine çalışıldığı şu günlerde Diyarbakır Cezaevi konusunun tüm boyutlarıyla incelenmesi, varsa sorumlularının belirlenerek haklarında işlem yapılmasının, Türkiye'nin çağdaş dünyadaki yerini alması bakımından gerekli olduğuna inanmaktayız.

Bu nedenlerle Anayasanın 98 inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereği Diyarbakır Cezaevindeki uygulamalar konusunda Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

Saygılarımızla.

  1. Ahmet Sırrı Özbek                                (İstanbul)

  2. Muhsin Koçyiğit                                (Diyarbakır)

  3. Mesut Değer                                (Diyarbakır)

  4. Mehmet Kartal                                (Van)

  5. Mehmet Ali Özpolat                                (İstanbul)

  6. A. İsmet Çanakçı                                (Ankara)

  7. Muharrem Kılıç                                (Malatya)

  8. Hüseyin Özcan                                (Mersin)

  9. Vezir Akdemir                                (İzmir)

10. Şevket Gürsoy                                (Adıyaman)

11. Mehmet Şerif Ertuğrul                                (Muş)

12. Esat Canan                                (Hakkâri)

13. Mehmet Vedat Melik                                (Şanlıurfa)

14. Hüseyin Bayındır                                (Kırşehir)

15. Zekeriya Akıncı                                (Ankara)

16. Yüksel Çorbacıoğlu                                (Artvin)

17. Necdet Budak                                (Edirne)

18. Mustafa Gazalcı                                (Denizli)

19. Tuncay Ercenk                                (Antalya)

20. Hasan Aydın                                (İstanbul)

21. Erdoğan Kaplan                                (Tekirdağ)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, (6/303) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/121)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin 8 inci sırasındaki (6/303) sayılı sözlü soru önergemi geri çekiyorum.

Gerekli işlemin yapılmasını saygıyla arz ederim.

      10.11.2003

    Ahmet Ersin

                İzmir

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:

2. - Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in, Türkiye- İran Ortak Ticaret Komitesi İkinci Dönem Toplantısına katılmak üzere İran’a yaptığı resmî ziyarete katılması uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/391)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in, Türkiye-İran Ortak Ticaret Komitesi 2 nci Dönem Toplantısına katılmak üzere bir heyetle birlikte 30 Eylül-2 Ekim 2003 tarihlerinde İran'a yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

Recep Tayyip Erdoğan

         Başbakan

Liste:

Halil Özyolcu (Ağrı)

Ahmet İnal (Batman)

M. Nezir Nasıroğlu (Batman)

Mustafa Elitaş (Kayseri)

Selahattin Dağ (Mardin)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:

IV. - ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. - Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 12.11.2003 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantıda siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

  Sadullah Ergin

              Hatay

AK Parti Grup Başkanvekili

Öneri:

Genel Kurulun 12 Kasım 2003 Çarşamba günkü (bugün) birleşiminde sözlü soruların görüşülmemesi, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyondan Gelen Diğer İşler" kısmının 37 nci sırasında yer alan 271 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 4 üncü sırasına, daha önce gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 276 sıra sayılı kanun tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 5 inci sırasına alınması ve bu birleşimde çalışma süresinin gündemin 5 inci sırasına kadar olan işlerin bitimine kadar uzatılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Öneriyle ilgili, Sayın Kemal Anadol'un söz talebi var.

Lehte mi aleyhte mi?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, Danışma Kurulu kararıyla ilgili değil mi?

BAŞKAN - Evet... Daha doğrusu, Danışma Kurulunun, olmayan önerisi; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun önerisi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - O zaman, aleyhinde konuşacağım efendim.

BAŞKAN - Aleyhinde, buyurun.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; biraz önce Başkanlık Divanı tarafından okunan metinde, anlaşıldığı gibi, iki husus öne çıkmaktadır; birincisi, sözlü soru önergelerinin görüşülmesinin bugünkü gündemden çıkarılması; ikincisi ise, 48 saat geçmeden, bastırılıp dağıtılan bir tasarı metninin gündeme alınması.

Olay, görüldüğü gibi, basit bir olay değildir. Sözlü soru müessesesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usullerinde, yöntemlerinde önemli yer tutan, kurumlaşmış bir müessesedir. Milletvekilleri, zaten, İçtüzükte alabildiğine, nedense, kısıtlanmış ve milletvekilliğini bihakkın yerine getirme özgürlüğünden yoksun olmuş durumlarıyla, ancak açılan birkaç pencereyle bu Meclis kürsüsüne sorunları getirebilmektedirler. Milletvekili ya gündemdışı konuşacaktır; İçtüzüğe göre, olağanüstü bir gündem yoksa, salı, çarşamba ve perşembe günleri - o da, oturumu yöneten başkanın, başkanvekilinin takdir yetkisine bağlanmış- üç konuşma; üçle çarptığınız vakit, 550 milletvekilinin ancak 9'u bu kürsüden gündemdışı konuşma olanağına sahiptir.

Başka ne yapacak milletvekili; eğer, grup başkanvekili değilse, bir yasa tasarısının tümü veya maddeleri üzerinde grup tarafından görevlendirilmemişse, şahsı adına söz alacaktır. Onda da, 550 kişi içinden kaç milletvekili bu tasarı maddesi görüşülürken, üzerinde söz alabilecektir, takdirlerinize sunuyorum. Başka; yazılı ve sözlü soru önergeleri verebilecektir. Yani, milletvekilinin milletvekilliği işlevini artırmak lazım. Ben, 12 Eylülden evvelki uygulamaları da bilen bir parlamenter olarak buna yürekten inanıyorum ve bu sorunu, partilerüstü bir sorun, demokrasinin, Meclisin çalışma usullerinin çok önemli bir sorunu olarak görüyorum.

Milletvekilinin çalışma alanı, bizim İçtüzüğümüze göre, son derece kısıtlıdır. Milletvekili, gerek seçim bölgesinin gerek ülkenin gerek haksızlığa uğrayan bireylerin veya sınıfların, sivil toplum örgütlerinin sorunlarını sözlü soru önergeleriyle dile getirebilmektedir, hesap sorabilmektedir, denetim görevini yerine getirebilmektedir ve hükümetten, idareden de, bu sorularına karşı yanıt beklemektedir; yurttaşlarına, seçmenine karşı görevini bu şekilde yapabilmektedir.

Şimdi, biz, çağa ayak uydurarak, bizim de oy verdiğimiz Bilgi Edinme Yasasını Meclisten çıkardık; yani, artık, çağımız bilgi çağıdır, iletişim çağıdır, vatandaşın haber alma, bilgi edinme hakkı vardır dedik ve bu haklarını güçlendirebilmek için bir yasa çıkardık.

Şimdi, ne yapıyoruz; yurttaşa tanıdığımız bilgi edinme hakkını milletvekilinden esirgiyoruz; buna hakkımız yok arkadaşlar. Yani, milletvekilinin elindeki sınırlı denetim olanaklarından bir tanesini... Böyle, bir öneriyi oyluyoruz "bugün sözlü soruları görüşmüyoruz" diyoruz. Kime kötülük yapıyoruz?!.

İktidar-muhalefet sorunu değil bu arkadaşlar. Milletvekilinin hakkını kısıtlıyoruz; buna, hakkımız yok. İktidarı muhalefeti de yok; çünkü, bu hak, sözlü soru önergesi verebilme hakkı hem iktidar milletvekillerinin hem muhalefet milletvekillerinin.

İktidardakilerin durumu daha da zordur, onu da biliyorum; iktidar milletvekilliği de yaptım ben. Kendi iktidarınıza karşı denetleme, ancak sözlü soru önergeleriyle falan olacak bu iş.

Böyle bir usulü ve milletvekilinin elinden bu denetim hakkını alma yöntemini uygun bulmuyoruz. O bakımdan, Danışma Kurulunda buna "hayır" dedik Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına.

İkincisi, daha da önemli bir konu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, kurulduğundan bugüne, bundan sonra da devam edecek olan, sonsuza kadar yaşayacak olan çalışma süresinde en önemli rehberi; birincisi Anayasadır, ikincisi de Meclis İçtüzüğüdür; yani, oyunun kurallarının değişmemesidir veya sık değişmemesidir ve bu kurallara sıkı sıkıya uyma mecburiyetinde olduğunu hissetmesidir, bunu çalışma usullerine yansıtmasıdır. Eğer, biz, Meclis İçtüzüğünün emrettiği hükümleri canımız istediği gibi uygularsak, önce kendimize kötülük yaparız.

Arkadaşlar, futbol maçının kuralları var, FIFA bu kuralları belirliyor; bakıyoruz -futbola az merakınız olsun, çok merakınız olsun- kaç defa kural değişiyor, kaç senede bir değişiyor ve o belirlenen kurala riayetsizlik oluyor mu? Top eline değdiyse elle oynama oluyor işte.

Şimdi, bu kurallara biz uymazsak, bu kuralları yerine getirmezsek   -ülkenin yasama organıyız biz- başkalarından o kurallara uymasını nasıl bekleriz, nasıl isteriz?! Bakınız, 52 nci maddeyi olduğu gibi okuyorum, bildiğiniz 52 nci madde, bizim rehberimiz olan İçtüzüğün 52 nci maddesini "Madde 52.- Genel Kurula sevk edilen bir komisyon raporu veya herhangi bir metin, aksine karar alınmadıkça dağıtımı tarihinden itibaren kırksekiz saat geçmeden görüşülemez."

İkinci fıkra şöyle: "Bu süre geçmeden gündeme alınması, gündemdeki kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işlerden birine öncelik verilerek bu kısmın ilk sırasına geçirilmesi, Hükümet veya esas komisyon tarafından gerekçeli olarak Genel Kuruldan istenebilir. Bu takdirde, Genel Kurul, işaret oyuyla karar verir." Bakınız, ana kural ne: "Genel Kurula sevk edilen bir komisyon raporu veya herhangi bir metin, aksine karar alınmadıkça, dağıtımı tarihinden itibaren kırksekiz saat geçmeden görüşülemez." Genel kuralımız bu. Neden bu kural konulmuş; şundan konulmuş; yani, iktidarla, muhalefetle alakası yok; milletvekilinin, rahatça, özgürlük içinde, imkânlar dahilinde çalışabilmesi için.

Milletvekilinin -teorik olarak öyledir, nazarî olarak öyledir, realite olarak da öyledir- Türkiye'de binbir güçlüğü vardır, yasama faaliyetini bihakkın yerine getirmesine engeller vardır, seçmenler gelir gider, telefonlar gelir filan, onlar ayrı; milletvekilinin asıl görevi, burada, yasama organında, yasama işlevini yerine getirmesidir. Bunu yerine getirebilmek için, bir kanun teklifi veya tasarısı hakkında konuşabilmek için, çalışabilmek için; bırakınız konuşmayı, çalışmayı, oyunu vicdanı istikametinde kullanabilmek için, milletvekilinin, kırksekiz saat evvel bu tasarı veya tekliften haberdar olması lazım. Hepimizin danışmanı var, başkaları var; gidecek onlara soracak, araştırma yapacak. Yasa koyucu diyor ki: Bu iş, ancak kırksekiz saatle mümkündür; milletvekilinin, önüne gelen tasarıdan, en erken kırksekiz saat evvel haberi olmazsa, gerekli incelemeyi yapamaz, kürsüde doğru dürüst konuşamaz, oyunu da vicdanı istikametinde kullanamaz. Onun için kırksekiz saatlik süre konulmuş; genel kural bu. İstisna ne: "Bu süre geçmeden gündeme alınması, gündemdeki kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işlerden birine öncelik verilerek bu kısmın ilk sırasına geçirilmesi, Hükümet veya esas komisyon tarafından gerekçeli olarak Genel Kuruldan istenebilir."

Şimdi, hükümetin veya komisyonun bir gerekçesi var mı; yok. Niye alınıyor gündeme; neden alınıyor gündeme?!.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

K. KEMAL ANADOL (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bu konuyla ilgili, 52 nci maddeye aykırı şekilde çıkan yasalarla ilgili Anayasa Mahkemesi kararları var; fakat, şu anda elimde yok. Bir başka zaman, onları bulup, huzurunuzda, sizlere takdim edeceğim.

Şimdi, biz ne yapıyoruz? İktidar Grubundan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan, yöneticilerden istirham ediyorum; bu istisnaî maddeyi genel kural haline getirip, genel kuralı da istisna haline getirmeyin; şimdiye kadar yaptığınız uygulama bu. Birinci fıkradaki genel kuralı istisna haline getiriyorsunuz, hep, o kırksekiz saat yasağını deliyorsunuz ve bunları, alelacele, geliyoruz, burada görüşüyoruz; ondan sonra ya Anayasa Mahkemesi bozuyor ya cumhurbaşkanından geri dönüyor. Arkadaşlar, iktidar olarak, muhalefet olarak emeğimize yazık. O nedenle, bu kurala, bundan sonra uyalım. İstirham ediyorum; bu konuda, hükümeti de kendi Parlamento grubu uyarsın. Burası yaz boz tahtası değil; millet adına yasa çıkarıyoruz. O nedenle, metnin bu şekilde gelmesine ve uygulamaya, biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak karşıyız.

Dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum; sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Anadol.

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Lehinde mi Sayın Ergin?

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Evet.

BAŞKAN - Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisimizin bugün ve yarınki çalışma gündemi ve mesai saatleriyle ilgili AK Parti Grup önerisi üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Biraz önce konuşan muhalefet sözcüsü, 10 dakika boyunca İçtüzüğün 52 nci maddesinin ihlal edildiğini anlatmaya gayret etti; ancak, biz, Danışma Kurulunda da bunu izah etmeye çalıştık; ama, zannediyorum, muhalefet yapmak için muhalefet yapıldığındandır; bu temel hükme biz uymamıza rağmen, 10 dakika boyunca yapılan eleştirileri, ben, hakikaten hayretle izledim.

Şöyle izah etmek mümkün: Bahsi geçen yasa tasarısı, 276 sıra sayılı Karayolları Genel Müdürlüğünce yapılacak bölünmüş yol inşasında uygulanacak usul ve esasları belirleyen yasa tasarısıdır.

Bu tasarı, salı günü, saat 11.00 itibariyle, parti gruplarına ve milletvekillerimizin odalarına dağıtılmıştır. Doğrudur; İçtüzüğümüzün 52 nci maddesi, -istisnası vardır ama- komisyonlardan gelen raporların, tasarı ve tekliflerin veya değişik metinlerin, üzerinden 48 saat geçmeden görüşülemeyeceğine dair amir bir hüküm ihtiva eder.

Şimdi, ben, hepinizin dikkatine şunu sunmak istiyorum: Salı günü saat 11.00'de milletvekillerimize dağıtılmış olan bu yasa tasarısı, perşembe günü, yani yarın, en erken, saat 15.00'te başlayacak birleşimde görüşülebilecektir; önerimiz içerisinde bu var. Salı 11.00'den çarşamba 11.00'e 24 saat var, çarşamba 11.00'den perşembe 11.00'e 24 saat var; etti 48 saat, 15.00'e kadar olan süreyi de ilave ederseniz, biz, en az 52 saat önce, böyle bir öneriyi Danışma Kuruluna götürdük. Bu öneriyi yarın da götürebilirdik; ama, usul ekonomisi açısından, bugünkü Meclis gündemini belirlemek için, biz, bugün, saat 12.30'da, Meclis Başkanımızın başkanlığında, Muhalefet Partisi Grupbaşkanvekili ve İktidar Partisi Grup Başkanvekilinin de katılımıyla Danışma Kurulu toplantısı yaptık.

Biz, yarın saat 12.00'de yeni bir Danışma Kurulu toplantısı yapmış olsak hiçbir sorun olmayacak; Sayın Anadol, buradan hiçbir şey ifade edemeyecek. Aradaki fark nedir arkadaşlar; Meclis Başkanının, grup başkanvekillerinin ve bürokratların, yarın saat 12.00'de tekrar bir araya getirilmesi, zaman israfı, bütün bu kamu çalışanlarının zamanının harcanmasıdır.

Biz, gene, bu konuyu, üzerinden ancak 52 saat geçtikten sonra Genel Kurulda görüşebileceğiz. Dolayısıyla, burada, 10 dakika boyunca, bu maddenin ihlali yönünde bir hal varmış gibi bir izahatı, hakikaten, sadece muhalefetin bir gereği olarak algılamak gerektiğini ifade ediyorum.

Sayın Anadol, bunun gerekçesinin de ifade edilmediğini söyledi. Şimdi, zaten İçtüzük maddesini ihlal eden bir durum yok; ancak, gerekçe derseniz, daha bu hafta sonu Kırıkkale-Samsun karayolunda meydana gelen iki kazada 30 canımızı feda ettik, toprağa verdik.

Değerli arkadaşlar, getirilmek istenilen yasa tasarısı, Türkiye'nin müzminleşmiş bu sorununu, karayollarındaki terörü engellemeye yönelik, bölünmüş yol yapımına ilişkin bir yasa tasarısıdır. Dolayısıyla, böylesine önemli ve hassas bir konuda getirilen bu yasa tasarısı üzerinde, 48 saatlik süreye de uyulmasına rağmen, bu kadar muhalefet yapılmasını, hakikaten, yapıcı muhalefetle bağdaştırmakta güçlük çekiyorum.

Ayrıca, Sayın Anadol'un, bugün, sözlü soruların görüşülmeyecek olmasından dolayı şikâyeti oldu. Biz, mümkün olduğu kadar, soruların en üst düzeyde değerlendirilmesi cihetinde bir çalışma yapıyoruz. Doğrudur; bugünkü birleşimde sözlü sorular görüşülmeyecektir; ama, bugüne kadar bu konuda yapılmış olan çalışmaları şöyle kısaca aktarmak istiyorum.

Bakınız, Meclis Başkanlığından, 19 uncu Dönem, 20 nci Dönem, 21 inci Dönem ve 22 nci Dönem parlamentolarının sözlü ve yazılı soruları karşılama oranlarını gösterir bir tablo çıkarttırdım. Bu çıkan tabloya göre, 19 uncu Dönemde yazılı soruların karşılanma oranı yüzde 87; oysa, bizim, sadece 11 aylık Birinci Yasama Yılımıza ilişkin yazılı soruların karşılanma oranı yüzde 91,3'tür. Yine, 20 nci Dönemde yazılı soruların karşılanma oranı yüzde 68, 21 inci Dönemde ise bu oran yüzde 81'dir. Yani, son 4 dönemin, en yüksek oranda soruları cevaplandıran bir hükümetine ve Parlamentosuna karşı söylenen sözler bunlardır.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bunlar yazılılar...

SADULLAH ERGİN (Devamla) - Sözlü sorulara da geliyorum.

Bakın, sözlü sorularda karşılanma oranı 19 uncu Dönemde yüzde 15; 20 nci Dönemde yüzde 27; 21 inci Dönemde yüzde 23'tür. Oysa, 22 nci Dönemde -Birinci Yasama Yılını baz alıyorum; çünkü, bizim geçen dönemde çalışma süremiz 11 aydır arkadaşlar; bu 11 aylık dönemi tam bir yasama dönemi olarak saysanız bile- bizim, sözlü soruları cevaplama oranımız yüzde 24,2'dir; yine, geçmiş üç dört yılın ortalamasının üzerindedir.

Dolayısıyla, sözlü ve yazılı soruların cevaplanması gereğini tartışmıyorum, bunların en üst düzeyde cevaplanması lazım; doğrudur; ama, bakınız, son dört dönem Parlamentonun yaptığı çalışmalar içerisinde, bu dönem yapılan çalışmalar, hem yazılı soruların cevaplanmasında hem sözlü soruların cevaplanmasında son dört dönemden daha yüksektir. Muhalefetin bu yöndeki eleştirilerinin de gerçekleri yansıtmadığını ifade ediyorum; ancak, şunun da altını çiziyorum: Evet, sözlü ve yazılı sorular mutlaka en üst düzeyde dikkate alınmalı, cevaplandırılmalı. Milletvekillerimizin ülkenin yönetimine katkısının ve katılımının sağlanmasının gerekliliğine inanıyorum. Dolayısıyla, bugün, AK Parti Grubu adına huzurlarınıza getirmiş olduğumuz Grup önerimize, izah ettiğim gerekçelerden dolayı desteklerinizi bekliyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.(AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ergin.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler...Teşekkür ederim. Öneri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısımda yer alan, Kocaeli Milletvekili Sayın Osman Pepe ve 23 milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/4) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 265 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 23 Milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi ile İlgili İddiaların Araştırılması Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/4) (S. Sayısı: 265) (X)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, komisyon raporu üzerinde siyasî parti grupları adına yapılan konuşmalar dünkü oturumumuzda tamamlanmıştı. Şimdi, şahıslara, istemi halinde Komisyona ve Hükümete söz verilecektir.

İlk sözü, Komisyon adına, Başkan Muzaffer Baştopçu istemiştir..

Buyurun Sayın Baştopçu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Kocaeli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle, cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü vefatının 65 inci yılında bir kez daha saygıyla anarken, O'na ve silah arkadaşlarına Yüce Mevla'dan rahmetler diliyorum. Ayrıca, pazar günü Kırıkkale'de olan elim kazada yaşamını yitiren vatandaşlarımız ile yurdumuzun çeşitli yerlerinde diğer trafik kazalarında vefat eden vatandaşlarımıza Yüce Mevla'dan rahmet, yakınlarına sabır diliyor, milletimizin başı sağ olsun diyorum.

Başkanlığını yapmış olduğum, kısa adıyla Yuvacık, uzun adıyla İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi ile ilgili iddiaları araştırma komisyonunun hazırlamış olduğu raporu görüşüyoruz; bu vesileyle, şahsım ve komisyon üyesi arkadaşlarım adına, sizleri ve televizyonları başında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Ayrıca, bu kapsamlı raporun hazırlanmasında büyük bir özveri göstererek dört ay boyunca geceli gündüzlü çalışıp katkıda bulunan bütün üye arkadaşlarıma, uzman arkadaşlarıma, komisyon sekreteryasına ve komisyon çalışanlarına huzurlarınızda en içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Hemen burada belirtmeliyim ki, dünkü konuşmasında Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, benim tarafsızlığımla ilgili olarak birtakım şeyler söyledi. Burada, ben de diyorum ki, bu rapor, objektif olarak yazılmıştır ve tarafsız olarak değerlendirilmiştir. Eğer, Sayın Kılıçdaroğlu'nun bizim tarafsızlığımızla ilgili olarak şöyle bir sorusu olsaydı, "siz, kimin tarafındasınız" deseydi, biz, elbette ki, haktan yanaydık, haktan taraftık, adaletten taraftık, devletimizden taraftık ve milletimizden taraftık. Bunu açıkça ifade ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu konuyla ilgili olarak bu kürsüden yaptığım ilk konuşmamda, Yuvacık Barajı olayının, Kocaelimizin ince uzun bir yol hikâyesi olduğunu söylemiştim. İşte, yüreği olan herkesi üzen, bu sancılı yol hikâyesi gerçeğini araştıran komisyonumuz, çalışması süresince 18 toplantı yapmış, eski ve yeni, bakan, milletvekili, bürokrat, teknokrat ve şirket temsilcileri olmak üzere, 30 kişiyi dinlemiştir.

Komisyon, yüzlerce yazışma yaparak, binlerce sayfa bilgi ve belge incelemiştir. Devlet hazinemizin milyarlarca dolar zarar etmesine neden olan bütün projelerde, siyasetçi, bürokrat ve işadamı üçlüsü bir araya gelir, ekip kurulur, minare tespit edilir, ölçüsü alınarak kılıfı hazırlanır; ama, ölçüsü iyi alınmazsa, minare kılıfa sığmaz; bu projede de olduğu gibi, ucu dışarıda, hep gözler önünde kalır.

Komisyon raporumuzda da ayrıntılı bir şekilde açıklandığı gibi, bu projedeki zaman-yol haritası şöyle oluşmuştur: İzmit Kentine evsel ve endüstriyel su temin edecek olan Yuvacık Barajının yapımı için, İzmit Belediyesi ile DSİ arasında 1 Eylül 1986 tarihinde bir protokol imzalanmış, DSİ ihaleyi yapmış ve 9 Şubat 1987 tarihinde GAMA AŞ ihaleyi kazanarak, klasik finansman yöntemiyle inşaata başlamıştır. DSİ'nin o günkü fiyatlarla baraj, arıtma tesisi ve isale hatları için hesaplattırdığı maliyet 66 000 000 000 TL, diğer bir deyişle, o günkü kurlarla 66 000 000 dolardır.

1989 yılına gelip, baraj inşaatının yüzde 40'ı tamamlandığında, ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Belediye Başkanı Sayın Sefa Sirmen, hiçbir yasal dayanak olmaksızın, Belediye Meclisi ve Encümen kararları alınmadan, tek başına kendisini yetkili varsayarak, bayram değil seyran değil, 6 Ağustos 1989 tarihinde DPT'ye yazdığı bir yazıyla, bu projenin YİD (yap-işlet-devret-) modeliyle yapılabilmesi için mevcut yüklenici firma GAMA AŞ'ye yetki verdiğini bildirmektedir. Yüklenici firma GAMA AŞ de, bu yazı üzerine, DPT'ye, artık bu konuda kendilerinin yetkili firma olduğunu bildirerek, belediyenin istediği biçimde çalışmalarına başlamıştır. Artık start verilmiş, düğmeye basılmış ve kader ağlarını Yuvacık Barajı üzerine örmeye başlamıştır. Mevcut siyasal irade, belediye başkanı ve şirkete, durmayın yürüyün, yolunuz açık, gazanız mübarek olsun demekte, islimi arkadan göndereceğini söylemektedir.

Beklenen ve alınan bu mesaj üzerine, becerikli, iş bitirici şirket ile becerikli, iş bitirici Belediye Başkanı girişimlerini hızlandırmışlar ve bu projeyi YİD modeliyle yapabilmek için ilgili kurumlar nezdinde yoğun bir çabaya girişmişlerdir. Bu çabaların sonucu olarak da, daha sonra, İzmit Su Anonim Şirketini (İSAŞ) oluşturacak şirketler grubu adına GAMA AŞ, belediyeye, 26 Aralık 1989 tarihinde, biz bu projeyi yap-işlet-devret modeliyle 480 000 000 Amerikan Dolarına yaparız diye ilk teklifini verir; ama, firmanın bu teklifine karşı Devlet Su İşlerinin hesaplaması ise 184 000 000 Amerikan Dolarıdır; yani, diğer bir deyişle, firma, DSİ'ye göre yüzde 260 daha fazla para istemektedir.

Devlet Su İşleri, şirket tarafından hazırlanmış projenin fizibilite raporunu da incelemiş ve şirketin verdiği değerler baz alınarak yaptığı hesaplamada suyun metreküpünün 2,5 dolar gibi çok yüksek bir fiyata geleceğini belirterek, görüşünü, 8 Ocak 1991 tarihinde DPT'ye bildirmiş; ama, DSİ'nin bu yanık sesine hiç kimse cevap vermemiştir. Siyasal irade, şirket ve belediye, bu projenin YİD kapsamına alınarak tamamlanması için inatla çabalarını sürdürmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütün bu gelişmeler olurken, Sayın Sefa Sirmen, her yıl üretilecek 142 000 000 metreküp suya heyecanla pazar aramakta ve 100 000 000 metreküpünü İstanbul'a satmak için dönemin İSKİ Genel Müdürü Sayın Ergun Göknel'i ikna etmeye çalışmaktadır. Bu ısrarlar karşısında Sayın Göknel, akılcı bir yol izleyerek, partili arkadaşı Sayın Sefa Sirmen'i gücendirmemek için, 15 Ocak 1992 tarihinde bir protokol imzalar. Protokole göre, İSKİ, bu projeden yılda 100 000 000 metreküp su satın alacak; ama, bu protokolün geçerliliği; bir, inşaatın 1992 yılı sonuna kadar başlamış olması; iki, protokolün İSKİ Yönetim  Kurulu tarafından onaylanması şartlarına  bağlanmıştır. Bu şartlar sağlanmadığında bu protokol kendiliğinden  feshedilmiş sayılacaktır ve zaten bu şartlar yerine getirilmediği için protokol hiçbir zaman geçerli olmamış, feshedilmiş sayılmış ve ölü doğmuş bir protokol olarak kalmıştır.

Ayrıca, İSKİ, 12 Ekim 1992 tarihinde de Genel Müdür Ergun Göknel imzasıyla, Hazine Müsteşarlığı, DSİ Genel Müdürlüğü ve DPT Müsteşarlığına gönderdiği yazıda, toplamı 200 000 000 dolar olacak bu projenin, suyun maliyeti çok pahalı olacağı için, YİD modeliyle yapılmasına karşı olduklarını ve projenin DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmesini desteklediklerini açıkça ifade etmişlerdir.

Böylece net bir gerçek, ta işin başında ortaya çıkmaktadır. 1992 yılında suya pazar yoktur; hele, İstanbul, suyu kesinlikle almayacaktır. Peki, yöredeki sanayi kuruluşları ne yapacaktır; onlar da almayacaktır; çünkü, yöredeki sanayi kuruluşları Sapanca Gölünden kendi isale hatlarıyla bu suyu temin etmektedirler.

Suya pazar yoktur; ama, işler, sanki pazar varmış gibi yürütülmektedir. Bu arada, şirket, projede maliyet artırıcı hiçbir değişiklik yapmadığı halde, anlaşılmaz bir şekilde projenin maliyetini 480 000 000 dolardan 721 000 000 dolara çıkarmıştır. Bu artış üzerine, Hazine ve belediye arasında bir dizi yazışma yapılmış ve Hazine, belediyeye, yaptığı hesaplamalara göre proje bitiminde belediyenin her ay 15 000 000 ilâ 20 000 000 dolar su faturası ödemesi gerekeceğini söyleyerek, İzmit Belediyesinin bu parayı ödeme gücüne sahip olup olmadığını sormuştur. Buna karşılık da belediye, Hazineye cevaben, Türkiye'de sadece İzmit Belediyesinin değil, hiçbir belediyenin bu ödeme gücüne sahip olmadığını bildirmiştir; ama, sanki bu arada göz kırpıp, evet, belediyeler ödeyemez; ama, Hazine öder demektedir. Bunun üzerine, Hazine, proje kapsamında üretilecek suyun pazarlanamayacağı ve bu nedenle belediyenin de proje kapsamındaki malî yükümlülüklerini yerine getiremeyeceği anlaşıldığından, 18 Haziran 1992 tarihli yazısında, bu konuda müzakerelere başlamanın uygun olmayacağını bildirmiştir. Bu aşamada, sanki Yuvacık Su Projesi suya düşüyormuş gibi görünse de, siyasî iradenin isteği ve desteğiyle, belediye ve şirket, girişimlerinden hiç hız kesmemişler, görüşmelere ve yazışmalara devam etmişler, 2 Şubat 1993 tarihinde de mutabakat zaptını parafe etmişlerdir.

Mutabakat zaptının parafe edilmesinden yaklaşık dört ay sonra, dikkat çekici ve çok ilginç bir gelişme olmuştur. Ortada fol yok yumurta yokken ve kendilerinden kimsenin de böyle bir talebi olmadığı halde, Kocaeli Sanayi ve Ticaret Müdürlüğü, 25 Haziran 1993 tarihinde, Belediye Başkanlığına bir yazı yazarak, Karamürsel, Gölcük ve Kandıra İlçeleri hariç, ildeki sanayi kuruluşlarının, takriben 100 000 000 metreküp kullanma suyuna ihtiyaçları olduğunu bildirmiştir. Tam 100 000 000 metreküp, yani İstanbul'a satılması planlanan miktarın aynısı!.. Yazıda, hangi kuruluşların hangi miktarlarda su talep ettikleri belirtilmemiştir. Böylece, B grubu RH (-) kan, diğer bir deyişle, sanal da olsa suya pazar bulunmuştur. İSKİ suyu almazsa almasın, bölgedeki sanayi kuruluşları, 100 000 000 metreküp suyu alacaklardır. Darboğaz giderilmiş, suyun önü açılmıştır!..

Bu yazıdan hemen on gün sonra da, 5 Temmuz 1993 tarihinde, belediye, Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğüne yazdığı bir yazıyla, yılda 100 000 000 metreküp suyun pazarının hazır olduğunu, İSKİ'ye 20 000 000 metreküp garanti su satılacağını -bunu kimse bilmiyor- ve geriye kalan 22 000 000 metreküp suyun da karşılık finansman riskinin belediye ve şirket tarafından paylaşılacağını, gerçekte, bu riskin de olmadığını bildiren bir yazı göndermiştir.

Aslında, yılda değil 120 000 000 metreküp su, 120 metreküp suyu bile almayı taahhüt eden tek bir kurum ve kuruluş yoktur; ama, her şeye rağmen, projenin YİD modeliyle dayatılarak yaptırılması süreci devam etmekte olup, belediye ve şirket ısrarla "ille de Hazinenin garantili YİD modeli, ille" demektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 13 Haziran 1994 tarihinde, yıllardır özlemle beklenilen gün gelmiş, 3996 sayılı Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanun yürürlüğe girmiştir; ancak, bu kanun Yuvacık Barajını kapsamadığı için, siyasal irade, burada da etkisini ve yetkisini kullanarak, 24 Kasım 1994 tarih ve 4047 sayılı Kanunla, 3996 sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesini değiştirip, projeyi yasaya uygun hale getirmek istemiştir. Halbuki, bu madde, daha önce YİD modeline göre yapımı başlamış proje ve işler içindir. Yuvacık Barajı Projesi ise, klasik finansman modeline göre başlatılmış bir proje olduğundan, bu kapsama kesinlikle girmemektedir.

BAŞKAN - Sayın Baştopçu, bir saniye.

Sayın milletvekilleri, oturma düzenimiz, yüzünüzün Divana dönmesi şeklindedir. Sayın üyelerden, bu kurala dikkat etmelerini rica ediyorum.

Buyurun Sayın Baştopçu.

(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Bütün bu gelişmeler olurken, yurtsever, sağduyulu, yasaları bilen ve doğru yorumlayan bütün alt kademe bürokrat ve teknokratlarının üst kademelerine yazdıkları rapor ve yazılarında, bu projede bütün yapılan ve yapılması planlanan işlerin, yasalara ve yönetmeliklere tam bir aykırılık teşkil ettiğini çok net bir şekilde bildirmelerine rağmen, bu çabaları, siyasal irade, üst düzey bürokrat ortak talimatlarıyla ve baskılarıyla hep gözardı ve sumenaltı edilmiştir.

Burada, 16 Ocak 1995 tarihli bir belgemiz var. Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı Sosyal Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürlüğü hazırlamış raporu. Tabiî, uzun bir rapor, 6 sayfalık; bazı yerlerini okuyacağım, dikkatinizi çekmek için, diyorlar ki: "İzmit Su Projesinin yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilmesi için yapılan çalışmaları bu açılardan değerlendirdiğimizde, kanun ve kararda öngörülen hususlara tam bir aykırılık olduğu görülmektedir." Yine, aykırılıkları sıralıyorlar ve şöyle bitiriyorlar, diyorlar ki: "Bugüne kadar olan çalışmaların iptal edilerek, 3996 sayılı Kanun kapsamında yer alan prosedürün izlenmesi yoluyla, projenin yeniden oluşturularak Yüksek Planlama Kuruluna sunulması, Yüksek Planlama Kurulunun belediyeye yap-işlet-devret konusunda yetki vermesi ve belediyenin, 3996 sayılı Kanun ve 94/5907 sayılı Bakanlar Kurulu kararında yer alan esaslar çevresinde projeyi yeniden ihale ederek..." Yeniden ihale ederek, evet. Tabiî, bu yazılar, paraflanmıştır, yukarılara gönderilmiştir; ama, maalesef ve maalesef, kesinlikle, ne yapılmamıştır; hesaba katılmamıştır. Artık, siyasetçi-bürokrat-işadamı üçlüsü, bu projeyi, her ne pahasına olursa olsun, YİD modeliyle ve Hazine garantili olarak yapmak istemekte ve prosedürler el çabukluğuyla tamamlanmakta, yazışmalar, raporlar ve alınan onaylar hep kitabına uygun hale getirilmektedir. Örneğin, Hazine tarafından hazırlanıp Başbakanlığa sunulacak 31 Mayıs 1994 tarihli ilk onayda "su satış fiyatının Hazinece sübvanse edilmesi ihtiyacı doğacaktır" -ki, ta o zamandan bilinmektedir- ifadesi onay yazısından çıkarılmıştır. Yani "Hazinece sübvanse edilmesi ihtiyacı doğacaktır" bölümü pas geçilmiştir. Burada görüldüğü gibi, çok açık ve net gerçekler, hep, birileri tarafından gizlenmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 17 Ocak 1995 tarihinde, İzmit Büyükşehir Belediyesi, GAMA AŞ, Güriş AŞ, yurtdışı şirketler Thames Water, Mitsui ve Sumitomo'nun ortak olduğu İzmit Su AŞ kurulur. İSAŞ'ın kuruluşundan hemen onüç gün sonra da, bütün karşı yazı ve uyarılara rağmen, Hazine, yukarıdan gelen talimat doğrultusunda, 30 Ocak 1995 tarihinde, DPT'ye, projenin YİD kapsamına alınmasının uygun olduğunu bildirmiş ve 24 Şubat 1995 tarihinde, proje YİD kapsamına alınmıştır. Yabancı büyük ortak Thames Water, bütün bu gelişmeleri yakından izlemekte, suyun pazarlanması konusunda endişelenmektedir. 6 Haziran 1995 tarihinde, belediyeye gönderdiği "gizli" kayıtlı raporda, gerekli önlemler alınmadığı takdirde, mevcut haliyle, belediyenin su gelirleri ve giderleri arasında negatif bir fark, yani zarar olacağını belirtmiştir. Buna karşılık, Belediye Genel Sekreteri Sayın Kadri Veziroğlu ise, 21 Haziran 1995 tarihinde gönderdiği "özel" kayıtlı yazısında, belediyenin su gelir-gider farkının, tarife ayarlamaları ve toplanacak diğer paralarla karşılanacağını, eğer gerekirse de, bu sübvansiyonun belediye bütçesine dahil edilebileceğini açık bir şekilde söylemiş ve endişe edilecek hiçbir şey yok demiştir. Yani, belediye, taahhüt edip şirketten alacağı yılda    142 000 000 metreküp suyun parasını, hiç sorunsuz, tıkır tıkır ödeyecektir. Halbuki, belediye, bugüne kadar, hiçbir su faturasını ödememiştir -bir kuruşluk bile- ve Hazineye ödettirmiştir hepsini. Bütün su faturalarını, halen de Hazine ödemektedir.

Artık, YİD kapsamına alınmış proje, daha bir şevkle yürütülmekte her şey belediye ve İSAŞ'ın istediği şekilde gerçekleşmekte, bürokratlar ise işleri yoluna koymaktadır.

24 Ağustos 1995 tarihinde, İzmit Büyükşehir Belediyesi ile İSAŞ arasında su satış anlaşması imzalanmış, imzalanan uygulama su satış anlaşmasında da bu sefer proje maliyeti 144 000 000 dolar daha artarak 720 000 000 dolardan 865 000 000 dolara çıkmıştır. Halbuki, projede hiçbir değişiklik olmamıştır. Nedendir bilinmez, Hızır (aleyhisselam) uğramış gibi, bu projenin maliyeti her geçen gün bereketlenmektedir.

Bu arada, İSAŞ'ın yabancı ortaklarına verilecek olan yüzde 14 gibi çok yüksek kârlılık oranı, dönemin Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Tansu Çiller'in makam odalarında ve katılımlarıyla ilgililerce saptanmış ve cömertçe verilmiştir. Ne gam, ne de olsa paralar Hazineden ödenecektir!..

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Onu da Sefa Bey mi yaptırmış acaba?!

(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Ve sonunda, proje yapımı için, mevcut yasalara ve yönetmeliklere aykırı biçimde, fayda-maliyet analizi yapılmadan, incelenip irdelenmeden, her şey İSAŞ'ın istekleri doğrultusunda, pazarlıksız, rekabetsiz ve ihale edilmeden İSAŞ'a verilmiştir. Evet, ihale edilmeden İSAŞ'a verilmiştir! Bu projede ihale yoktur. Sayın Kılıçdaroğlu, dün, burada yaptığı konuşmasında raporumuzda ihaleye fesat karıştırıldığını yazdığımızı söylüyor. Eğer, kendisi raporumuzu dikkatlice okusaydı ya da okusaydı, kesinlikle Komisyonumuzun ihaleye fesat karıştırma gibi bir sözcük kullanmadığını görecekti; çünkü, bu işte zaten ihale yoktur ki fesat karıştırılsın!.. İhaleye fesat karıştırılmamış, alım, satım ve yapıma fesat karıştırılmıştır.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bunların hepsini Recai Kutan yapmıştır.

(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 19 Aralık 1995 tarihinde bir mutlu son daha gerçekleşmiş ve Hazine, taraflara "bendensiniz" diyerek, işin en başından beri taraflarca istenen hazine garantilerini vermiştir. Taraflar bir kez daha derin bir nefes alıp "oh be, bu da oldu" demişlerdir. Artık, sıra diğer işleri tamamlamaya gelmiştir. Hazine garantileri verilirken de çok dikkat çekici bir durum olmuştur. Bütçe Kanununa göre hazine garantilerini vermeye Hazinenin bağlı olduğu Devlet Bakanı tek başına yetkiliyken, dönemin bakanı, bu projenin görünür ve net olumsuzluklarından dolayı bu riske tek başına girmek istememiş, kendisi imzaladıktan sonra bir bakana daha imzalatmış ve Başbakanın da imzalı onayını almıştır. Yani, hazine garantileri, ilk ve son olarak, sadece bu projede üçlü imzayla verilmiştir.

21 Mart 1996 tarihinde, Yuvacık Barajı, İzmit Büyükşehir Belediyesine, DSİ tarafından, baraj için yapılan harcamaların geri ödenmesi koşuluyla devredilmiş; ama, tahmin edeceğiniz gibi, belediye, bu parayı da ödememiş, DSİ'yle mahkemelik olmuştur; mahkeme de devam etmektedir. Burada unutmadan söyleyeyim ki, işbitirici belediye, İSAŞ'a, yüzde 15 oranında ortak olma karşılığı 20 200 000 dolar parayı da ödememiş, Hazineye ödettirmiştir.

Yeni bir hükümet dönemi gelmiş, proje tekrar masaya yatırılmıştır. Yılda 142 000 000 metreküp suyun parası, satılsın satılmasın, şirkete ödenecektir; bu duruma bir çare bulunmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baştopçu, sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Çaresiz kalan dönemin Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay, İçişleri Bakanlığına 22 Mart 1999 tarihinde yazdığı bir yazıda, Körfez'deki belediyeler ile İSKİ'nin bu suyu alması gerektiğini belirterek, bölgedeki sanayi kuruluşlarının Sapanca Gölünden su almalarının engellenerek, Yuvacık Barajından su almalarını istemiştir. Sapanca Gölünden su almalarının engellenerek... Yani, çaresiz kalan devlet, elindeki devlet gücünü kullanarak, dayatmayla, kendi kurumlarına elde kalmış pahalı suyu satmak istemektedir; ama, ne çare ki, su, yine satılamamıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepimizin bildiği gibi -Mevla bir daha göstermesin- 17 Ağustos 1999 tarihinde, bölgede büyük bir deprem yaşanmıştır. İsale hatlarının bir bölümü ile şehir suyu şebekeleri ciddî anlamda hasar görmüş, suyun şehirdeki abonelere satışı ve tahsilat hemen hemen imkânsız hale gelmiştir. Garantör olarak su faturalarını ödeyen Hazine, ileride de başına gelecekleri bildiği için, hemen depremden bir hafta sonra, 24 Ağustos 1999 tarihinde belediyeye bir yazı yazarak, anlaşma gereği, acilen mücbir sebep bildirimi vermeleri gerektiğini bildirmiştir; diğer bir deyişle, tesislerin satın alınarak proje hesabının kapatılmasını istemiştir; ama, maalesef, zamanında GAMA AŞ'nin şirket temsilciliğini yapmış, hem İSAŞ Yönetim Kurulu Başkanı hem de Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri olarak hep masanın her iki tarafında da aynı anda bulunan, hem alıcı hem satıcı Sayın Kadri Veziroğlu ile Sayın Sirmen, İSAŞ'a yapılacak bu işlemin hakça olmadığını 31 Ağustos 1999 tarihli bir yazıyla Hazineye bildirerek, ülke yararına kullanacakları bu yasal haklarını kullanmayıp, aksine, şirket yararına kullanmışlardır. Eğer o gün satın alınma işlemi olsaydı, 200 000 000 doları peşin, 1 150 000 000 doları sekiz yıl vadeli olacak şekilde, bu tesisler, bize, 1 350 000 000 dolara mal olacaktı. Halbuki, Hazine, 23 Haziran 2003 tarihine kadar, bu projeye nakit 892 000 000 dolar ödemiş olup, bunun faizleriyle birlikte Hazineye gerçek maliyeti -ki, onlar hesapladı- 1 141 000 000 dolardır. Yani, bugünkü kurlarla, bu projeye, Hazinemizden, milletimizin cebinden, kesemizden 1 katrilyon 712 trilyon ödenmiştir. Bu parayla, ülkemizde, bu baraj gibi kaç baraj ve daha neler yapılabileceğini hepimiz çok iyi bilmekteyiz. Eğer bu durum böyle devam ederse, tesislerin devralınacağı 18 Ocak 2014 tarihine kadar projenin Hazineye toplam maliyeti 4 500 000 000 dolar olacaktır. Diğer bir deyişle, DSİ hesaplamalarına göre, proje, gerçek değerinin 20 katından daha fazlaya Türkiye'ye mal olacaktır. İşte, buna hiç kimsenin gönlü razı olmamaktadır.

Komisyonda dinlediğimiz, bu projede sorumluluğu olmuş bütün siyasîler, bürokratlar, işadamları, kısacası herkes, akıllara durgunluk veren bu sayısal değerler ile vahim sonuçtan çok büyük üzüntü duyduklarını bildirmişlerdir. Ayrıca, baştan sona bile bile yanlışlarla gerçekleşen bu proje için siyasîler bürokratları, bürokratlar da siyasîleri suçlamışlardır. Nasıl ki, demokrasilerde çare tükenmezse, zarar eden baraj yatırımlarında çare tükenmez örneği, Sayın Sefa Sirmen, komisyonumuzda, Hazinenin uğradığı zararın, barajın altına konulacak bir türbinle elektrik enerjisi üreterek ve fazla olan arıtılmış suyun da bidonlanıp satılarak çok kolay karşılanabileceği önerisinde bulunmuştur.

BAŞKAN - Sayın Baştopçu, toparlar mısınız.

(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Bu arada, üzülerek ifade edeyim ki, Sayın Sirmen, Yuvacık Araştırma Komisyonunun kurulmasına son anda imza koymasına rağmen, yerel ve ulusal basın ve medyaya, bu komisyonu tanımadığını defalarca söylemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesini hiçe sayan bu davranışını, sizlerin ve bütün kamuoyunun takdirlerine arz ediyoruz.

Ayrıca, Sayın Sirmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinde ilk kez gerçekleşen bir olayın da kahramanı olmuştur. Yuvacık Komisyonumuz çalışmalarına devam ederken ve raporumuzun daha ilk sayfası bile yazılmamışken, anlaşılması zor bir telaş ve psikoloji içinde, kendisini yine tek yetkili varsayarak, tanımadığı Komisyonumuza 250 sayfalık bir muhalefet şerhi göndermiş ve Komisyondaki Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarının hiçbirinin haberi olmadan, bu şerhi imzalamaları için isimlerini açmıştır; ama, gayet tabiî ki, imzalattıramamıştır.

Kentte 1999 depreminden sonra daha da bozulan şehirsuyu şebekesindeki kaçaklar nedeniyle, barajdan yılda alınan 100 000 000-120 000 000 metreküp suyun yaklaşık 65 000 000-75 000 000 metreküpü kent tabanına akmakta olup, şebekedeki kayıp oranı yüzde 60-70 düzeyindedir. Kocaeli Üniversitesi, kent tabanına şimdiye kadar akmış ve akmakta olan büyük miktardaki bu suyun zeminde oluşturacağı olumsuzluklarla ilgili olarak hazırladığı raporunda, olası bir depremde -Allah korusun- ıslak, killi zeminde, tahribatın, bu yüzden, en az 10 misli artacağını belirtmiştir.

BAŞKAN - Sayın Baştopçu, toparlar mısınız.

(10/4) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MUZAFFER BAŞTOPÇU (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Komisyonumuz, yaptığı özenli ve ayrıntılı çalışmasıyla, Hazinemizi çok büyük zarara sokan bu projeye ışık tutmuş ve üstündeki örtüyü kaldırmıştır. Projenin, yürürlükteki mevzuata aykırı olarak YİD kapsamına alınması, ihalesiz, pazarlıksız, rekabetsiz olarak yapımı ile kabul edilemez yüksek maliyeti ve üretilen suyun pazarının olmayışı gerçeklerini bile bile bu projenin gerçekleştirilmesine katkıda bulunan bütün siyasetçi, bürokrat ve işadamları bu işin hesabını vermelidirler. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir soruşturma komisyonu kurularak, bu konu enine boyuna irdelenmeli ve bütün gerçekler, ülkenin aydınlık yarınları için kamuoyuna açıklanmalıdır; yargılanması gerekenler yargılanmalıdır.

Araştırma Komisyonumuz, hiçbir ayırım gözetmeksizin, bu projedeki bütün sorumlular hakkında, konumlarına göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ve İçişleri Bakanlığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Bu konuya çok önem veren AK Parti Hükümetimiz, sorunun çözümü, devlet zararlarının en aza indirilmesi için, Hazinemiz kanalıyla ilgili taraflarla görüşmelerini başlatmış olup, halen bu görüşmeler devam etmektedir.

Komisyonumuz, bu projede, her şeyin planlı, programlı, eşgüdümlü, hiçbir adımı tesadüflere bırakılmadan yapılıp, ilgili kişi ve kurumların eylem birliği içerisinde, alım, yapım ve satıma fesat karıştırdıkları kanaatine varmıştır. Bundan sonrasına başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere, hukuk ve bağımsız yargı karar verecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Araştırma Komisyonumuzun elde ettiği, hepsi resmî belgelere dayalı Yuvacık Barajı gerçeğini özet bir şekilde sizlerle paylaşmak istedim. Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyor, en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baştopçu.

Sayın milletvekilleri, saat 18.00'de toplanmak üzere, Birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.31


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.00

BAŞKAN: Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun raporunu görüşmeye devam ediyoruz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - Kocaeli Milletvekili Osman Pepe ve 23 Milletvekilinin, İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi ile İlgili İddiaların Araştırılması Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/4) (S. Sayısı: 265) (Devam)

BAŞKAN- Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Sayın milletvekilleri, siyasî parti gruplarımız konuşmuşlardı, Komisyon konuşmuştu. Şimdi, şahısları adına söz vereceğiz. Hükümet de istediği zaman, kendilerine söz vereceğiz.

Şahısları adına ilk söz, Sakarya Milletvekili Sayın Recep Yıldırım'ın.

Sayın Yıldırım?.. Yok.

İkinci söz talebi, Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Emin Tutan'ın.

Buyurun Sayın Tutan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 265 sıra sayılı İzmit Büyükşehir Belediyesi İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddiaların araştırılması amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun hazırladığı raporla ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Benden önce konuşan değerli konuşmacılar projenin kronolojisi hakkında gerekli bilgileri verdiler. Komisyon olarak, dört ay süresince, konuyla ilgili siyasetçi, bürokrat ve projenin yapımında emeği geçenlerden yaklaşık 30 kişiyi dinledik; ben de, komisyonun bir üyesi olarak, bunlarla ilgili bazı izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, konu hep getiriliyor, suyun nereye satılacağı üzerinde odaklaşıyor. Sayın İzmit Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ve Sayın Sefa Sirmen, bu projenin bu hale gelmesinde en büyük sorumluluğun suyu almayan İSKİ'nin olduğu üzerinde sürekli olarak bir şeyler söylediler.

Şimdi, sizlere, komisyonumuza ulaşan ve raporda da eki bulunan iki belgeyi göstermek istiyorum. İlk belge, 12 Ekim 1992 tarihli. O tarihteki İSKİ Genel Müdürü Sayın Ergun Göknel tarafından Hazineye gönderilen yazı. Yazıda şöyle deniliyor: "İnşaatı devam eden Sazlıdere ve Kirazdere projelerinin, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından, yürütülmesine devam edilmesi desteklenmektedir; ancak, toplam tutarı yaklaşık 200 000 000 dolar olan Kirazdere Barajı ve tesislerinin BOT'yle, yani, yap-işlet-devret ile yapılmaya çalışılması ve bu konuda idaremize yapılan müracaatlarla, su satış fiyatlarının çok yüksek olacağının anlaşılması, bu suyun tarafımızca kullanılmasının ancak çok zorunlu hallerde mümkün olabileceğini göstermektedir."

Yine, komisyonumuza ulaşan bir diğer belge; Sayın Ergun Göknel tarafından gönderilmiş. Burada da, Sayın Göknel'in ifadeleri var, aynen okuyorum: "Sağlanacak suyun pahalılığı ve koşullarının ekonomik olmaması dolayısıyla, yap-işlet-devret yöntemiyle yapılmasına karşı olduğumuz İzmit Yuvacık Barajından, İstanbul'a yılda 100 000 000 metreküp su getirilmesi projesiyle ilgili sözleşme, Genel Müdür olduğum sürede, İSKİ'nin karşı gelmesi sebebiyle imzalanamamıştır.

Yap-işlet-devret uygulaması dışında, bilinen finansman yöntemlerini kullanarak projenin gerçekleştirilmesinin en uygun ve ekonomik yol olduğuna inanıyorduk. Bu amaçla, Kuveyt Fonuyla yaptığımız görüşmelerde belli bir aşamaya ulaşmış ve 100 000 000 dolarlık bir kredi için karşılıklı niyet mektupları verilmişti.

Uygun koşullu, uzun vadeli kredi bularak, projenin finansmanını sağlama çabası içindeyken, GAMA ve Güriş İnşaat Şirketleri, İSKİ'ye yap-işlet-devret yöntemiyle projeyi gerçekleştirme önerisiyle başvurdular. Bunun üzerine, Güriş Şirketinin büyük ortağı başkanlığında YİD modeliyle projeyi gerçekleştirmek isteyen konsorsiyumdaki Japon kredi kuruluşları, İngiliz Thames Water Su Şirketi, GAMA ve Güriş Şirketlerinin temsilcilerinin olduğu bir heyetle genel müdürlük makamında görüşmeler yapıldı. Öne sürdükleri koşulların arasında en önemlisi, İSKİ'nin on yıl boyunca yılda 100 000 000 metreküp suyu almayı taahhüt etmesiydi. Önerdikleri su fiyatı da metreküpü 2,40 dolardı. Ancak, 1992 yılında İSKİ'nin kente verdiği suyun maliyeti 0,65-0,70 dolar arasında değişiyordu.

Görüşmelerin başından beri, sonucun ancak yönetim kurulu kararıyla belirleneceğini belirtiyorduk. İstek üzerine kendilerine bu anlamda bir yazı da verildi. Yazının herhangi bir anlaşma özelliği yoktu; ancak, işlemlerin nasıl yürütüleceği konusunda bilgi veriliyordu. Birkaç görüşmeden sonra, suyun maliyetindeki bu büyük fark ve on yıl boyunca 100 000 000 metreküp su satın alma şartı -parantez içinde diyor ki, "bu miktar su kullanılmasa da bedeli ödenecekti"- dolayısıyla anlaşmanın gerçekleşemeyeceğini anlayarak, görüşmelere son verdik."

Burası çok önemli arkadaşlar: "Bir süre sonra, zamanın Bayındırlık Bakanı Onur Kumbaracıbaşı, beni telefonla arayarak, Japon ve İngiliz heyetlerinin Yuvacık Barajı konusunda anlaşma imzalamak üzere İstanbul'a geleceklerini bildirdi. Ben de cevaben, İSKİ olarak bizim, projenin yap-işlet-devret modeliyle yapılmasına karşı olduğumuzu ve 100 000 000 metreküp su alma konusunda olur vermediğimizi söyledim. Sayın Bakanla olan telefon görüşmemiz bu söz üzerine sona erdi ve Genel Müdürlük görevime son verildikten bir hafta sonra da 'İzmit Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi' adı verilen projenin yap-işlet-devret yöntemiyle yapılması için gerekli sözleşme, zamanın Devlet Bakanı Yıldırım Aktuna tarafından imzalandı."

Değerli arkadaşlar, proje bu hale gelene kadar bir sürü aşamadan geçmiş. Ben bu kronolojiye girmeyeceğim. Ancak, zamanın DPT'deki uzmanları bir rapor hazırlamışlar. Bu rapor da komisyon raporumuzun eklerinde var. 16 Ocak 1995 tarihinde hazırlanan Yuvacık Barajı Projesinin neden yap-işlet-devret modeli kapsamında değerlendirilmemesi gerektiğini çok açık anlatmışlar. Bazı satırbaşlarını söylemek istiyorum bu rapordan.

Raporda aynen şöyle deniliyor: "Devlete 890 000 000 dolara mal olan projenin gerçek maliyeti, bugünkü değerlerle yaklaşık 235 000 000 dolardır."

Bir sürü gerekçe var bu kararın uygun olmadığına dair. Bunları kısaca anlatayım:

1- Yatırım veya hizmetin yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilmesi için, öncelikle, YPK'dan yetki alınması gerekir. İzmit Su Projesinde bu konuda herhangi bir karar yoktur.

2- 3996 sayılı Kanunda uygulama sözleşmesinin imtiyaz niteliği taşımayacağı hükmü yer almaktadır. Bu nedenle, yapılan düzenlemelerde projenin olabildiğince çoklu ve uluslararası rekabete açılması öngörülmüştür. Bu proje için ise böyle bir rekabet söz konusu değildir.

3- Bu projenin DSİ tarafından yaptırılmış olan kati projeyle aynı karakteristiğe sahip olmasına rağmen, maliyeti 3 katına kadar çıkmaktadır.

4- Rekabetçi ortamın sağlanmasıyla ilgili şartlar yerine getirildiği takdirde, toplam yatırım tutarının daha gerçekçi rakamlara inebileceği düşünülmektedir.

Zamanınızı fazla almayacağım. Bu şekilde bir sürü olumsuz görüşler beyan etmiş değerli uzmanlar.

Ancak, DPT uzmanlarının bu şekilde olumsuz görüş bildirmelerine rağmen, dönemin DPT Müsteşarı, yazıyı olurla YPK'ya sunmuş ve YPK'da da olay gerçekleşmiş.

Tabiî, 30 kadar uzmanla ve yetkiliyle görüştük komisyon çalışmalarımız süresince. Görüştüğümüz, çağırdığımız uzmanların, yetkililerin, siyasetçilerin, bürokratların büyük bir çoğunluğu, bu projeden, Hazinenin zarara uğratılmasından dolayı gerçekten çok üzgün olduklarını hepsi beyan ettiler; ancak, benim hatırımda kaldığı kadarıyla iki kurum, iki kişi bu projenin çok doğru olduğunu söylemişti. Biri, inşaatı üstlenen GAMA Firmasının yetkilisiydi, bir diğeri de İzmit Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Sefa Sirmen'di.

Sayın Sefa Sirmen'in komisyonda söylediği sözleri aynen burada nakletmek istiyorum. "Hazinenin zararı söz konusu değildir, bu zarar belediyenindir. Belediye borçlanmıştır, Hazine er geç bunu belediyeden tahsil edecektir" demiştir.

Şimdi, tabiî, ben sormak istiyorum: Hazinenin zararı kamunun da, İzmit Büyükşehir Belediyesinin zararı sizin şahsınızın mı Sayın Sirmen?! Elbette bu da kamunun zararıdır.

Yine, Sayın Sirmen'in söylediği bir söz var, bunu da nakledeceğim. Aynen şöyle söylüyor: "Bugün de olsa yine aynı şekilde davranırım, yine aynı şartlarla karar veririm. Ben bu projeyi destekliyorum ve bu proje doğru bir projedir."

İki gündür konuşuyoruz, sizler de dinliyorsunuz; DSİ'nin emsal projeleri var, yaptığı kati hesaplar var.

MUHARREM İNCE (Yalova) - İstanbul Belediyesini de konuşacak mıyız?

MEHMET EMİN TUTAN (Devamla) - Yapılan tüm rakamlar, bu işin azamî olarak 400 000 000 dolara gerçekleşeceğini gösteriyor. Şu ana kadar projeye Hazinenin ödediği para 1 000 000 000 doları geçmiştir ve bu şekilde devam ettiği sürece onbeş yılın sonunda da Hazineye, kamuya bu işin maliyetinin yaklaşık 4 500 000 000 dolar olacağı da öngörülmektedir. En iyi ihtimalle, Hazine burada 10 kat zarara uğratılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Tutan, sözlerinizi tamamlar mısınız.

MEHMET EMİN TUTAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sonuç olarak; maddî kaynağı ve teknolojisi olmayan az gelişmiş ülkeler için yap-işlet-devret modeline ihtiyaç vardır. Ancak, modelden umulan faydanın gerçekleşmesi, modelin sağlıklı işlemesiyle mümkündür. Ne yazık ki, İzmit Su Projesinde olduğu gibi, yürürlükteki mevzuata uyulmadan ve gerekli analizler yapılmadan gerçekleştirilen projelerden sağlanan fayda, maliyetinin çok altında kalmakta ve sonuçta, yük, tamamen topluma yansımaktadır.

Sayıştayın yap-işlet-devret modeliyle yapılan söz konusu projeyle ilgili raporunda, olayın bütün çarpıcı yönleri açıklığa kavuşmaktadır. Bu raporda, bu projenin benzerlerinden çok daha pahalıya yapılarak, Hazinenin ağır bir yük altına sokulduğu dile getirilmiştir diyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tutan.

Şahsı adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Sefa Sirmen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yuvacık Barajıyla ilgili Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerinde, şahsım adına söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, iki gündür, AKP sözcüsünün ifade ettiği gibi, Yuvacık Barajıyla ilgili araştırma komisyonu raporu görüşülüyor. Çok büyük üzüntüyle ve hayretle takip ediyorum. Hem Meclisimize verilen bilgilerin hem bu vasıtayla, kamuoyuna verilen bilgilerin tümü yanlış, doğru değil; hiçbiri, belgelere, bilgilere dayalı bir açıklama değil. Ben, daha evvelki konuşmamda, sizlere, Yuvacık Barajıyla ilgili devletin resmî belgelerini bir arada toplayan kitapçığı dağıtacağıma söz vermiştim ve her birinizin odasına ulaştı zannediyorum; bilmiyorum, fırsat bulup okuyabildiniz mi.

Bu işle ilgili komisyon kurulma kararı verildiğinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu, bana, bu komisyonda görev almamı söylemişti; ama, ben, bu araştırma komisyonu önergesine imza koydum diye etik olarak kendimi uygun bulmadım ve oraya başka teknik arkadaşların görevlendirilmesini istedim ve Grubumuz da, projeyle ilgisi olmayan 4 arkadaşımızı bu işle görevlendirdi. Kendileriyle yaptığım konuşmada -hepsi de buradadır- tamamen tarafsız, objektif bir inceleme yapmalarını hassaten rica ettim kendilerinden; ama, görüyorum ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, bu komisyona, görevli olarak, bu konular hakkında iddia sahibi olanları seçmiştir; hatta, bu konuyla ilgili rapor veren Sayıştay uzmanı, komisyonda uzman olarak çalıştırılmıştır; komisyon daha çalışmalarına başlamadan önyargılı olduğunu zaten belli etmiştir.

Daha evvelki arkadaşım konuştu, komisyon görev dağılımı yaptı, başkan, Körfez eski Belediye Başkanı Muzaffer Baştopçu, Kocaeli'ne gittiğinde, yerel gazetelere ve ulusal gazetelere "bu işin sonu soruşturmaya varacak" gibi önaçıklamalar yaparak, zaten bu komisyonun, bir Sayıştay uzmanının raporunu aklamak, bir de Sayın Tayyip Erdoğan'ı aklamak için kurulmuş bir komisyon olduğunu gösterdi. (AK Parti sıralarından gürültüler)

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Tayyip Erdoğan suçlu değil ki aklansın; hâlâ oraya takıldınız!

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Biraz utan ya, hiç olmazsa utan!

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Lütfen dinler misiniz; biz sizi dinledik; konuştunuz, dinledik.

AHMET YENİ (Samsun) - Çok rahat konuşuyorsunuz!

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Şimdi, Yuvacık Barajının, 1972 yılında Devlet Su İşleri tarafından proje ve etüt çalışmaları başlatılmış, 1986'da ihalesi yapılmış, 1987'de temeli atılmış. Ben, 1989'da Belediye Başkanı seçildim. İzmit'in, Kocaeli'nin en büyük sorunu, en önemli sorunu, su sorunuydu. Türkiye'nin en büyük sanayi merkezi olan Kocaeli'nde, sanayi neredeyse durma noktasına gelmişti; yeraltı kaynaklarından artık tuzlu su gelmeye başladığı için, yeraltındaki ekolojik denge bozulmaya başlamıştı. Dönemin Başbakanı Sayın Turgut Özal'a, ilimize yaptığı ziyaretinde, o dönemin milletvekilleri ve belediye eski başkanı tarafından, Yuvacık Barajının durduğu, bir an evvel bitirilmesi gerektiği, Kocaeli Valisiyle birlikte ifade edildi; ben de bizatihi tanıktım. Bu projenin Devlet Su İşleri imkânlarıyla yirmi yıl daha bitmesinin söz konusu olmadığını; bu nedenle, hemen orada müteahhit firmanın yönetim kurulu başkanını çağırarak, görev vererek, bu projenin yap-işlet-devret modeline dönüştürülmesi talimatını vermiştir.

Bunun en önemli tanığı, sizin aranızdadır: Afif Demirkıran, şimdi Batman Milletvekili. Ben, komisyonda niye görev almadığını da hayretle takip ediyorum. Bu projeyi başlatan, o dönemin DPT Daire Başkanı Afif Demirkıran'dır; akıl hocası odur. Türkiye'de, yap-işlet-devret modeliyle içmesuyuna yönelik hiçbir proje yapılmamıştı; ilk defa, İzmit Yuvacık Projesinin, bu düşünceyle yap-işlet-devret modeline dönüştürülmesi için yeni yasal düzenlemeler gerektiği, yeni kararlar alınması gerektiği düşünülerek, Afif Demirkıran'ın Başkanlığında, ilk toplantı, Ankara'da, DPT'de yapıldı; ben, Kocaeli Valisiyle birlikte geldim. Bu projenin, alelacele yap-işlet-devret modeline dönüştürülmesi için, hükümetin, Başbakanın desteğiyle, her türlü talimatlar verildi ve yine, DPT'nin ön niyet mektubuyla ihaleyi alan, 1987'de Devlet Su İşlerinin yapmış olduğu ihaleyi kazanan GAMA Firması bu işle görevlendirilerek "dışarıdan kredi bul, bunu yap-işlet-devretle bitir, bu baraj bizim için önemlidir..."

Tabiî, Kocaeli'nde bunlar yaşanırken İstanbul'da farklı bir şey mi yaşanıyordu. İstanbul'a, Yalova'dan, tankerlerle, balonlarla su taşınıyordu. İstanbul'da, benzin istasyonundan çok, İstanbul'un sokaklarında İSU istasyonları kuruluyordu. Onun ötesinde, İstanbul'da, bulutlara bomba atılarak yağmur yağdırma çalışmaları yapılıyordu. O tarihlerde, bu projenin kapasitesi hesaplandı. Bu fizibiliteyi İzmit Büyükşehir Belediyesi yapmadı. Yine, devletin bu konudaki en uzman kurumu olan Devlet Su İşleri, bu barajın kapasitesi yılda 142 000 000 metreküp su temin edecek, bu suyun 100 000 000 metreküpünü, 2020 yılına kadar, kademeli olarak İstanbul Belediyesi, yani, İSKİ alacak, 30 000 000 metreküp suyunu TÜPRAŞ, İGSAŞ gibi sanayi kuruluşları alacak, diğer kalan suyla da, biz, Kocaeli halkı olarak, eksiğimizi tamamlamış olacağız.

Değerli arkadaşlarım, ben bir belediye başkanıyım. Proje 1972 yılında başlamış, ben 1989'da gelmişim; 17 senede, projenin daha yüzde 30'u, sadece gövdesi yapılmış. Dün, Sayın Bayraktar diyor ki : "15 000 000 dolar keşif bedeliyle, yüzde 64 tenzilatla GAMA AŞ'ye ihale edilmiştir. 1999 yılına kadar tesisin takriben yüzde 50'si bitirilerek, baraj inşaat kısmının yüzde 80 ödemeleri yapılmışken, o dönem sonrası, Devlet Su İşlerinin kendi özkaynaklarıyla bu işin çözülemeyeceği kanaati tartışılarak, yap-işlet-devret modeline dönüştürülmüş."

Şimdi, değerli arkadaşım, bir kere, 1987 keşfiyle, aynı rakama -15 000 000 dolar, doğru- yapılan ihale, barajın gövde kısmıdır, sadece gövde kısmıdır ve 1987'den 1994'e kadar bütün hakedişler Devlet Su İşlerinde vardır. 1994'e kadar, GAMA'ya ödenen para 15 500 000 dolar, yapılan iş yüzde 30.

Bu baraj yap-işlet-devret modeline dönüştürülmeseydi, aynı koşullarla, eskalasyon verilerek GAMA'ya devam ettirilseydi, baraj gövdesi 59 000 000 dolara bitecekti; yani, baraj devredilmeseydi, Devlet Su İşleri, GAMA'ya, sadece gövde için 35 000 000 dolar daha ödeyecekti. Bunların hepsi, Devlet Su İşlerinin resmî kayıtlarında vardır; yani, gövde kısmını Devlet Su İşleri tamamlamış olsa 59 000 000 dolar, yap-işlet-devret modeline dönüştürüldükten sonra, Yuvacık Barajının sadece o kısmı için müteahhitlere ödenen para 56 500 000 dolar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlar mısınız.

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Bu baraj, sadece gövdeden ibaret değil. Devlet Su İşleri, sadece o gövdeyi ihale etmiştir. Onun dışında, Pendik Şıhlı'ya kadar isale hattı, terfi istasyonları, pompa istasyonları ve arıtma; bunlar, Devlet Su İşlerinin 1987'deki ihalesinde yoktu. Bütün bunlar, yap-işlet-devret modeliyle fiyatlandırıldı ve 1996'da, Devlet Su İşleri, İzmit Büyükşehir Belediyesine barajı devretti. Aynı yıl, yap-işlet-devret modeline dönüştürülmesi için sözleşme kesinleşti ve imzalandı, inşaata başlandı.

İnşaatın temelini kim attı; dönemin Enerji Bakanı Sayın Recai Kutan -size dağıttığım belgelerde bunların hepsi var- dönemin Başbakanı Sayın Necmettin Erbakan...

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Onlar yok, onlar olur mu; onların dokunulmazlıkları var!

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Bunlar, temel atıldı ve o dönemde başladı.

Değerli arkadaşlarım, biraz evvel burada konuşan arkadaşımız, burada, sadece Sayın Tansu Çiller'in ve bazı bakanların ismini kullandı. Aslında, bu projenin temelini atan, o dönemin Enerji Bakanı Sayın Recai Kutan, bu komisyona davet bile edilmedi; halbuki davet edilmeliydi. O dönemde Başbakan Sayın Necmettin Erbakan, yardımcısı Sayın Tansu Çiller. Bu projeyi yap-işlet-devret olarak başlatan, Sayın Turgut Özal ve onun kabinesi; idare devam eder. Onlar da, Kocaeli'ndeki sanayiin gücünü ve ihtiyacını gördükleri için, Kocaeli'nin susuzluğunu bildikleri için ve tabiî en önemlisi, İstanbul için bu projenin yapılmasına herkes onay verdi.

Değerli arkadaşlarım, İstanbul'un, İSKİ'nin, 1989-1994 yılları arasında yaşadığı sıkıntıları, 1994'ten sonra Sayın Recep Tayyip Bey göreve başladıktan sonra yaşamadı. Yani, Recep Tayyip Beyin döneminde, 1994-1999 döneminde, aynı su sıkıntısı İstanbul'da yaşanmış olsaydı, acaba bu suyu 2 dolar, 3 dolar verip almazlar mıydı? Ama bakın, ben baktım, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünden aldığım veriler burada; 1989-1994 yılları, bölgenin en kurak yılları, Kocaeli ve Marmara olarak. 1994'ten itibaren, bölgenin eskiye oranla çok daha yağışlı olması, tabiî ki yeni gelen İSKİ Genel Müdürünün çalışmaları, onların ilave çabaları, belki su ihtiyacını, bir nebze olsun ortadan kaldırmıştır; ama, İstanbul'un su ihtiyacı yok demek hayalciliktir; çünkü, Melen Projesi -1 200 000 000 dolar- Kandıra'nın ormanlarını yara yara geliyor; hâlâ devam ediyor. 1 200 000 000 dolar ve bunda arıtma yok, sadece isale hattı ve toplama barajı ve bu proje devam ediyor. Demek ki, İstanbul'un suya olan ihtiyacı bitmez ve biz, İstanbul'a suyu 89 sente teklif ettik, kademeli olarak 89 sente teklif ettik.

Biraz evvel bir arkadaşım söyledi, bugün, İSKİ'nin internet sayfasına girdiğiniz zaman, İSKİ'de, İstanbullulara su satış fiyatlarını öğrenebilirsiniz. 2003 Temmuz ayındaki internet sayfasında, İSKİ'nin, abonelere, konutlara verdiği suyun fiyatı 1,6 dolar; ticarethanelere, sanayi kuruluşlarına satılan suyun fiyatı 3,6 dolar.

Yuvacık Barajı suyu, sanki 4 dolara mal olmuş gibi kamuoyuna izlenim verildi. Öyle bir şey yok. 4 500 000 000 dolar gibi bir rakam yok. Bunların hepsi resmî belgeler; hepsini komisyona da sunduk. Bu projeye, onbeş yıl sonunda, Hazine tarafından ödenecek -vergiler dahil- tüm para 2 300 000 000 dolar. Bunun 750 000 000 doları devlete ödenecek KDV ve diğer vergiler. Devlete ödenen vergiyi çıkardığınız zaman, bu projenin maliyeti 1 600 000 000 dolar. Pahalı mı ucuz mu? Efendim, Devlet Su İşlerine 200 000 000 dolar, 300 000 000 dolar, 400 000 000 dolar teklif verilmiş... Nerede bu teklif; biz de görelim bu teklifi. Bu teklifler belediyeye geldi. Belediyeye böyle bir teklif gelmedi. Devlet Su İşlerine teklif verme mecburiyeti yok zaten; ama, bütün bu rakamları, Devlet Su İşleri teknik olarak, Hazine malî olarak -kredi koşulları dahil, hepsini- yürüttü.

Değerli arkadaşlarım, ben, tabiî, üzülüyorum. İki sözcü arkadaşım, eski belediye başkanı arkadaşlarım. Tabiî, ben, kendimle gurur duyuyorum; çünkü, ben, gerçekten, bölgemin en önemli ihtiyacı olan, en büyük sorunu olan sorunu çözdüm. Tabiî, ben de isterdim ki, 1987'de Devlet Su İşleri başlamış, keşke ben gelene kadar bitirseydi; bitiremedi, yok, bitiremiyor; halen de bitirmediği bir sürü proje var. Yirmi yılda yüzde 30'a gelmiş...

BAŞKAN - Sayın Sirmen, sözlerinizi toparlar mısınız.

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Demek ki, biz, bir yirmi yıl daha, bir otuz yıl daha bekleyecektik, sadece gövde bitecekti; isale hattı, arıtma tesisi olmayacaktı.

Değerli arkadaşlarım, belki bana bir siyasî şeyleri olabilir arkadaşlarımın...

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Hiç öyle bir şey yok.

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Ama, yukarıda Allah var. Bugün, burada, ben, sizlere hesap vermekten gurur duyuyorum. Ben, ondört yıl belediye başkanlığı yaptım; dokunulmazlığım da yoktu. Bu projelerin tümünün hesabını, devletin bütün denetim birimlerine verdim. Sayın Pepe, o zaman, Başbakan Sayın Erbakan'a dilekçe vererek Yuvacık Barajı, çöp fabrikası ve diğer, doğalgaz projemizi inceletmek için şikâyette bulunmuştu. Sayın Başbakan... Hatta o zaman, Susurluk'a gitmeyen Başbakanlık Teftiş Kurulu İzmit'e geldi diye, İzmit'te bunun dedikodusu yapıldı. Devletin bütün birimleri, Sayıştay, İçişleri Bakanlığı kontrolörleri, Hazine kontrolörleri, Başbakanlık Teftiş Kurulu, tamamı inceledi, Sefa Sirmen'le ilgili ne bir soruşturma ne bir dava açıldı; ama, seçimlerden bir müddet evvel, bir Sayıştay uzmanı geldi -hangi verilere, hangi bilgilere dayanarak- diğer denetim birimlerinin denetçilerinin verdiği raporların dışında, çok farklı bir yaklaşımla, çok farklı bir tablo çıkardı ortaya. Eğer, biz, hepimiz, bu Yüce Heyette yeminimize sadık insanlar olarak bir şeyin doğru dürüst araştırılmasını istiyorsak, neden, o uzmanın yerine Sayıştaydan başka bir uzman getirilip, acaba, bu Sayıştay uzmanının hatası var mı yok mu, değerlendirmeleri doğru mu yanlış mı diye, buna bir ihtiyaç hissedilmedi?! Arkadaşlarımız, yine aynı Sayıştay uzmanını göreve getirdiler.

Şimdi, ben, konuşmacılara bakıyorum; sanki, aynı uzmanın yazmış olduğu metinler olarak... Çünkü, onun raporunda olan şeyler... Biz, bir sürü belgeler sunduk, bir sürü deliller koyduk ortaya; hiçbiri yok. Şimdi, eski başbakanlar, eski başbakan yardımcıları, eski bakanlar -hatta bazıları bir ay bakanlık yapmış, ne olduğunu bilmiyor- işte, YPK'da olduğu için, ismi olduğu için, onların dahi soruşturulması isteniyor.

Değerli arkadaşlarım, bu komisyon, Meclis adına, tarafsız araştırma yapılması için, sizler tarafından görevlendirilmiş bir komisyondur. Çalışmanın sonunda, buraya gelip, bugünkü gibi bilgi verir, ondan sonra gereğini yapar; ama, bu komisyon raporu yazdı, daha rapor matbaadan çıkmadan savcılık savcılık dolaşmaya başladılar, Sefa Sirmen ve müteahhitleri için suç duyurusunda bulundular.

Evet, hiç gocunmuyorum, gideceğim, hesabımı vereceğim; ama, hesabımı verdikten sonra, bunlardan hesap soracağım (CHP sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar) burunlarından fitil fitil getireceğim hepsinin.

Değerli arkadaşlarım, şu anda...

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Sayın Başkan, 10 dakikayı geçiyor.

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Ben, herkese cevap veriyorum.

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Savunma hakkı kutsaldır.

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Bu, önemli bir konu; herkese cevap veriyorum ve bitiriyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Sirmen.

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, çok konuşulan bir şey de var. Benim, 24 tane dokunulmazlık dosyam gelmiş. Şu anda, belki, şu Parlamentoda en rekor sayıda dosyası olan milletvekilinizim. Tabiî, ben ofisten gelmedim, ben holdingi kapatıp gelmedim, ben bir yerde görevimi bırakıp gelmedim; ben, ondört sene emek vererek, hizmet ederek buraya geldim. Tabiî ki, hesap vermekten de gurur duyuyorum. Başka türlü gelen arkadaşları da küçümsemiyorum. Tabiî ki, onun için, benim 24 tane dosyam olabilecektir.

Şimdi, ben, bu dosyalar nedir, bir bakayım dedim; çünkü, biliyorum ki, buraya gelmeden evvel, hem yaptıklarımın hesabını verdim hem de mal varlığımın hesabını mahkeme önünde verdim.

Şimdi, bakıyorum, bu dosyalar nelermiş... Efendim, 10 tanesi gün batımından sonra propaganda yaptım diye; diğeri, beton santralı ve büz üretim tesisini, Kocaeli Belediyeler Birliğinden İSU'ya devrettim diye.

Değerli arkadaşlarım, 45 tane belediyenin oluşturduğu birlik var Kocaeli'mde; o da bir kamu kurumu. Oradaki büz fabrikasını, belediyeler birliği yürütemediği için, yine, belediyenin kuruluşu İSU'ya devretmişim... Efendim, bu da, savcılıktan veya mahkemeden intikal eden bir dosya değil, müfettiş raporu.

Efendim, belediye kendi kurumlarına borç para verdi diye -kendi işletmelerimize ve alt belediyelere para verdik- zamanında tahsil etmedik diye, onunla ilgili yine müfettiş raporu; yani, yargıdan intikal eden bir dosya değil.

MUHARREM ESKİYAPAN (Kayseri) - Müfettiş raporu gelir mi efendim?!

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Evet, müfettiş raporu.

İSU araç gereçlerine 30 000 000 000 liralık yağ ve akaryakıt alımıyla ilgili bir dosya var. Bu, belediye başkanıyla ilgili olan bir konu değil, ihale komisyonunu ilgilendiren bir konu.

Biliyorsunuz, 7 000 konut yaptım. Hele bunlardan ilk kez teslim ettiğim konutlar,  depremden sonrasına denk geldi. Deprem sonu, efendim orada geçici işçi çalıştırmışız, valilikten vize almamışız, 160 000 000 000 liralık peyzaj düzenleme ihalesi yapılmış; onunla ilgili.

Sayın Osman Pepe'ye basın yoluyla hakaret etme davası.

Belediyeye benzin istasyonu yapmışım, ruhsatı yokmuş.

Su satış tarifesini, fiyatlandırma kriterine uymadan düzenlemişim.

Bütçe Kanunu hükümlerine aykırı olarak, belediyede geçici işçi istihdam etmişim.

Memur istihdam edilmesi gereken yerde, işçi statüsünde kadrolu müdürler çalıştırdım diye, onunla ilgili, bir tek, Yargıtay 4. Ceza Dairesinde devam eden davam var.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Osman Pepe seçim kaybetmiş mi?!

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Doğalgaz projesiyle ilgili, İZGAZ'la ilgili de, devlete muhasebe tarafından ödenen KDV niye proje parasından ödendi diye, onun davası var. Bütün gelen soruşturma dosyaları bunlar. Bunların hepsinin hesabını vermeye hazırım.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Dokunulmazlık kalksın!

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Ben, geçen toplantıda, Sefa Sirmen olarak, dokunulmazlığımın kaldırılmasını istedim. (CHP sıralarından alkışlar)

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Sana da bu yakışır Başkan!

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Ben istiyorum. Ben, yine, aynı şeyi karma komisyondan rica ediyorum. Diğer arkadaşlarımınki bekleyebilir; ama, benimle ilgili çok sayıda dosya olduğu için, özellikle benim dosyalarımı lütfen buraya indirsin, sizler de destek verin, dokunulmazlığımı kaldıralım, hesabını verelim. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Sirmen, sözlerinizi tamamlar mısınız.

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Toparlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, tabiî ki, bunlar, hep, seçim öncesi, yıllardan beri yapılan olaylar. Geçen gün, Sayın Baştopçu, büyükşehir belediyesinin önüne gitmiş, fotoğraf çektirmiş, basına da beyanat vermiş: "Buraya geliyoruz." Ben buradan çağrı yapıyorum, özellikle, bu önergeyi veren Sayın Pepe'ye. Milletvekilliğinden istifa edelim; hiç niyetim olmamasına rağmen, gelsin, milletvekilliğine dönmemek üzere, beraber, belediye başkanlığında yarışalım. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bakalım, halk bütün bu olanları nasıl karşılıyor.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Başkana da teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sirmen.

Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Kürşad Tüzmen; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 265 sıra sayılı İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili araştırma komisyonu raporu üzerinde, hükümet adına görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum.

Tabiî, az evvel söz alan Sayın Sirmen'den, ben isterdim ki, buradaki sorulara cevap versin.

FERAMUS ŞAHİN (Tokat) - Başka bir şey mi yaptı, Sayın Bakan?!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Bizim sorularımız şuydu... Biz dedik ki... Bu projenin gerekliliğini biz tartışmıyoruz. Belediyeler, tabiî ki, hizmet vermek üzere kurulmuş kuruluşlardır; projeler gereklidir. Biz, onu tartışmıyoruz. Biz, sadece, burada, bu projenin maliyetini tartışmak istiyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Türkiye'ye bunun ne kadar pahalıya mal edildiğini tartışmak istiyoruz.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Ankara'yı tartış, İstanbul'u tartış!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Burada... (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Bakan, bir saniyenizi rica ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bakın, gerek Komisyonun gerekse Sayın Sirmen'in sürelerine müdahale etmedim, özgürce düşüncelerini açıklama olanağı tanıdım. Şimdi de, bir bakan, konu hakkında bilgi veriyor. Lütfen, oturduğumuz yerden müdahale etmeyelim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, biz, bu Mecliste, kişileri değil ilkeleri, prensipleri konuşmalıyız. Biz cevap isterken, Sayın Sirmen, burada, kişileri ortaya koydu, kendisi hakkında Mecliste ne kadar dosya var, onları söyledi; ama, soruyla ilgili bir tane cevabı bulamadık.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Cevap verdim efendim; tutanakları açın, bakın.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Hayır. Şimdi, maliyetle ilgili...

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Siz, komisyon adına mı konuşuyorsunuz, hükümet adına mı?!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Beyefendi, müsaade ederseniz, ben sizi dinledim, siz de beni dinleyin. (Gürültüler)

Lütfen... lütfen... Biz sizi sabırla dinledik.

Bakın, gelin, bir örnek Meclis bırakalım geriye. Samimi olalım. Ben, burada konuşayım; siz, başka söyleyeceğiniz varsa, söylersiniz.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Ama, komisyon adına konuşuyorsunuz, hükümet adına değil!..

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Ben, Hükümet adına konuşuyorum, komisyon adına konuşuyorum; sizin de, beni dinleme mecburiyetiniz vardır. Teşekkür ederim.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Ama, sizin de bir bakan gibi konuşmanız lazım.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla)- Ben, nasıl konuşacağımı çok iyi bilirim; her türlü konuşmayı çok iyi bilirim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bilmediğiniz anlaşılıyor. Komisyon adına konuşuyorsunuz, sorulara cevap istiyorsunuz.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Sizin katkınıza ihtiyacım yok; sağ olun, teşekkür ediyorum.

Şimdi, biz, burada, geçmişte... (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Bakan, siz, Genel Kurula hitap edin.

Buyurun.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Sayın Başkan, müsaade edin, devam edeyim. Ben, idare ederim, sağ olun. Sizin de yardımınız arada olursa sevineceğiz.

Şimdi, burada, eski bürokratlar gündeme getirildi. AK Parti, bir ilke partisidir. Biz, hata, yanlış, kimden gelirse gelsin, sonuna kadar üzerine gideceğimizi söyledik. (CHP sıralarından gürültüler)

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Dokunulmazlığı kaldıralım o zaman!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Bir kere, bizim aramızdaki arkadaşların veya geçmişte bu konuda imzası olmayan, ancak, çeşitli açılışlara katılmış olan kişilerin isimleri verilerek konuyu saptırmayalım. Burada, ortada bir maliyet var. Burada, biz, Orta Doğu Teknik Üniversitesinde okurken, case study'ler, yani, örnek vakalar verirlerdi. Amerika'da master yaparken de, örnek vakaları çok inceledik. (CHP sıralarından gürültüler)

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Çok iyi öğrendik, master yapmışsın!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Şimdi, böylesine bir örnek vaka, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde az görülür; beraber inceleyelim, gelin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, komisyona, bakın...

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Sayın Bakan, Ankara Belediyesine bak, İstanbul Belediyesine bak; oradan da örnek ver!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Oradan olmuyor... Oradan olmuyor... Buradan... Buraya geleceksiniz. Eğer, başka bir şey söylemek istiyorsanız, beraberce dışarı çıkarız, orada da konuşuruz; ama, bu işi hepinizden iyi yaparım; ona göre... (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, komisyona laf atıyorlar, komisyonun objektifliğinden söz ediyorlar. (CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Bakanım, Hüseyin küçük, onun yerine ben geleyim.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Bir dakika... Bu komisyonlara hepimizin ihtiyacı var. Bu komisyonlar, objektif komisyonlar. Oradaki Sayıştay yetkilisiymiş, değiştirilmişmiş! Şimdi, Sayıştay uzmanının düzenlediği rapor, Sayıştayın yetkili kurullarında enine boyuna görüşülmüş, kabul edilerek Sayıştay raporu haline gelmiş. Bir kere, buradan bakmak lazım. Burada, Meclis kürsüsünden eski bürokratlara saldırılmasını da esef verici olarak görüyorum. Burada, Sayıştay uzmanını değil, Sayıştay Başkanlığını muhatap almanız gerekir. Kişileri konuşmayalım. Biz, ilkeleri, prensipleri konuşacağız burada.

Ayrıca, Sayın Başbakanımızın da aklanmaya falan ihtiyacı yok. Burada, İstanbul Belediyesi örnek veriliyor. Sayın Başbakanımız, Belediye Başkanı olduğu dönemde -doğru- o da, sularla ilgili çalışma yaptı; ama, bugün, İstanbul'un hiçbir su sorunu yok; üstelik, borçlu belediye, kârlı belediye haline geldi. Sizin bu hesaplarınıza ne demeli?! (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sulandırma!.. Sulandırma!..

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Şimdi, açıkçası, daha çok şey var; ama, bir örnek vaka demiştim, bence, buradaki bu örnek vaka şu: Siyasetçi-işadamı-bürokrat üçgeni. Bu üçgen, iyi çalıştığı zaman, ülkeleri ayağa kaldırır, ülkelerin gayri safî millî hâsılasını yukarıya çıkarır. Siyasetçi-işadamı-bürokrat üçgeninin iyi çalıştığı ülkelerde, görüyoruz, aradaki fark nasıl açılıyor.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - İktidarsınız, biliyoruz!..

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Burada, siyasetçi-işadamı-bürokrat üçgeni, maalesef, çok kötü çalıştırılmış. Zaten, Türkiye olarak, hep bunun acısını çekmiyor muyuz! Bugüne, bu şekilde geldik. Şimdi, beraberce düzeltmeye çalışıyoruz. Onun için, hepimizin sorumluluğu var. Ben, burada, belgelerden hareket ederek sizlere cevap vermeye çalışıyorum.

İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi yapımına 1987 yılında başlanılmış. Bu, bir doğru. Sizin söyledikleriniz arasında doğrular da var; ama, çok yanlışlar da var.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Yanlışları söyle... Söyle... Yanlışları söyle...

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Sayın Sirmen, çok yanlışlar da var. Gelin... Onları teker teker söyleyeceğim.

Şimdi, bu tarihten itibaren, belli kısmı DSİ tarafından yapılmış, bilahara, barajın tamamlanmayan kısımlarının YPK'nın 24.2.1995 tarihli 95-1/17 sayılı kararı doğrultusunda yap-işlet-devret modeliyle tamamlanmasına karar verilmiş. Böylece, proje 1996 yılında başlamış ve 2000 yılında bitirilmiş.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Sayın Bakan, 2000 değil, 1998.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Şimdi, bu projeyle temin edilen su, 142 000 000 metreküp/yıl. Suyun sadece 33 300 000 metreküp/yıllık kısmı dağıtılabilmekte. Geri kalan kısmı; yani, 106 700 000 metreküp/yıllık suya ise alıcı bulunamamaktadır. Bunu soruyoruz biz size. Ben, burada dinledim, bununla ilgili bir cevabınızı hiç duyamadım. (CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Komisyon mu soruyor, hükümet mi?

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Heyecanlanmayın, heyecanlanmayın... Daha var, daha çok var.

Şimdi, yap-işlet-devret modeliyle yapılan projelerde, kanun gereğince satış garantisi verildiğinden, satılamayan 106 700 000 metreküp/yıllık suyun bedeli, maalesef, Hazine tarafından karşılanmakta.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu projeyle ilgili olarak, yapım süresinde ilgililerin Hazine Müsteşarlığının başkanlığında yaptığı toplantılarda, İSKİ, diğer belediyeler ve sanayi kuruluşlarıyla bu suyun satılması için görüşmeler yapıldı; suyun tarife bedeli yüksek bulundu ilgililer tarafından ve maalesef, kimse bunu satın almadı. Hazine, verilen su satın alma garantisi çerçevesinde, 1999 yılından Haziran 2002'ye kadar pahalı olduğu için satılamayan su karşılığında, maalesef, 1 200 000 000 dolar ödedi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; projenin, planlama kademesinden bitimine kadar, hatta işletme döneminde yapılan birçok işlem, yürürlükteki mevzuata aykırıdır. Şöyle ki, 914/5907 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında yer alan esaslar ve hükümler, işin ihalesine uygulanmayarak haksız rekabete sebep olunmuştur. Bu da, projenin yatırım maliyetinin, benzer işlere göre çok yüksek olmasına neden olmuştur. Örneğin, İSKİ'nin benzer baraj, arıtma tesisi ve isale hattı fiyatlarıyla karşılaştırıldığında, fiyatlar, maalesef, 5-6 kat daha yüksektir.

Şimdi, iç kârlılık oranları vardır; yatırım bedellerinde bunlar değerlendirilir, işin sosyal maliyetleri ve başabaş noktası değerlendirilir. Bu projede, bunları, maalesef, göremiyoruz. Böylesine bir iç kârlılık oranı, bugünün fiyatını ileriye kaydırdığınızda da, korkunç maliyetler, yük getiriyor.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Bunları ben mi yapmışım Sayın Bakan?

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - İzmit Belediyesi, tarifeler üzerindeki yetkisini şirkete devretmiş; bu nedenle, Hazine tarafından yapılan ödeme miktarının usulsüz olarak yükselmesine sebep olunmuş.

Yap-işlet-devret modeliyle tamamlanan ilk proje olan İzmit Su Projesiyle ilgili olarak yapılan hatalı işler neticesinde, Hazinemiz, bugün, ağır bir yükle karşı karşıyadır.

Müşterisini garanti etmeden, fahiş fiyatlarla yapılan İzmit Su Projesi kötü örnek teşkil ederek, yapılması mümkün birçok yap-işlet-devret modeline de, bu şekilde -bu tip projelere- bir engel oldu. Kötü örnek, başka yeni müteşebbislerin bu işlere girmesini engelledi.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Sayın Bakan...

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Bir saniye... Müsaade ederseniz, konuşmamı tamamlayayım. Konuşma ihtiyacınız var mı? O zaman, buraya gelin, oradan değil... Ya da, kapının dışında, benimle, birebir...

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Ben seninle her yerde konuşurum.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Ooo, çok çok sevinirim; ben, çok severim, o işleri çok severim...

BAŞKAN - Sayın Bayındır...

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Ben seninle her yerde konuşurum, merak etmeyin, nerede istiyorsan orada konuşuruz.

BAŞKAN - Sayın Bayındır... Sayın Bayındır...

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Gel... Burası güzel örnek. Biraz sonra... Biraz sonra buyurun.

BAŞKAN - Sayın Bakan, bir saniye... Sayın Bakan, bir saniye...

Sayın Bayındır...

Sayın Bakan, böyle karşılıklı konuşma yöntemimiz yok.

Sayın Bayındır, lütfen müdahale etmeyin.

Sayın Bakan, buyurun, siz konuşmanızı sürdürün.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Sayın Başkanım, karşılıklı konuşmamaya çalışıyorum; ama, dinleseler, tabiî, konuşmayacağız. (CHP sıralarından gürültüler)

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, dışarıya, düelloya davet ediyor.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Güzel... Güzel...(CHP sıralarından gürültüler)

Devam edebilir miyim?

BAŞKAN - Sayın Bakan, siz buyurun.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

İzmit Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesi, DSİ tarafından 217 000 000 dolara tamamlanabilecekken, projede maliyet artırıcı değişiklikler yapılarak 891 000 000 dolara mal olmuştur.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Belgesi var mı?

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Bunların hepsi belgelidir.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Belgesini gösterir misiniz?

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Aynı teknik özelliklere sahip ve aynı miktarda su arıtma kapasitesine sahip olan bir arıtma tesisi İSKİ tarafından 27 000 000 dolara yapılmışken, Yuvacık Barajı arıtma tesisi 146 000 000 dolara yapılmıştır. Yuvacık Barajı isale hatlarında kullanılan çelik borular, yurt içerisinde üretilmekte iken, Fransa'dan ithal edilmiştir. Bunlar niye dışarıdan alındı?

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Raporu okuyorsun; ayıptır, ayıp!..

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Hükümet adına konuşuyorsun, hükümet...

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Biz burada ihracatı artırmaya çalışıyoruz, biz burada Türk ürünlerini kurtarmaya çalışıyoruz, her yerde Türk ürünü, yerli ürün kullanalım diyoruz; ama, burada yapılan ihalede, bütün mallar dışarıdan gelmiş; buna bir cevap yahu!.. (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)

Bakın, bu da önemli. 2 200 milimlik...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Yabancılara Tekeli satıyorsun, Tekeli; Japonlara satıyorsun...

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yazıklar olsun!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Dinleyin, dinleyin; beraberce öğrenelim.

2 200 milimetrelik çelik isale borusu, İSKİ'ce dışkredili olarak -her şey dahil- metresi 640 dolara yaptırıldığı halde, İzmit Su Projesinde bunun metresine 2 700 dolar ödenmiştir.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Bunu Sefa Sirmen mi yapmış?!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Biz, bunlara cevap istiyoruz yahu, biz bunlara cevap istiyoruz! (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Doğru söze, doğru cevap verilir.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Ayıp, ayıp; yalan söylüyorsun!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Böylece, İSAŞ ve ortaklarına haksız kazanç sağlanmış. Bu projenin Hazineye yüklediği maliyet, faiziyle birlikte 4 500 000 000 dolardır.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Yazık, yazık; uzmanın raporunu okuyorsun! Hiç yakışmıyor!.. Bir de devleti temsil ediyorsun!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Size şunu söyleyeyim: Ben, burada, belgelere dayalı konuşuyorum. Neyin yakışıp neyin yakışmadığına da ben karar veririm, siz değil.

MEHMET SEFA SİRMEN (Devamla) - Belgesini koy o zaman...

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özetle söylemem gerekirse, Yuvacık Barajı yapım işi, ilgili yasalara uygun olarak ihale edilmemiştir.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Kim ihale etmiş bunu?

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Hazine, üretilmeyen ve kullanılmadığı için dereye akıtılan suyun bedelini ödemek zorunda bırakılmıştır. Maalesef, şu anda biz burada konuşurken bile, bu iş aynen böyle devam etmektedir. Onbeş yıllık proje süresince, projenin Hazineye malî yükü toplam 4 500 000 000 dolar olup, İzmit Büyükşehir Belediyesinin bugünkü geri ödeme gücüyle borcun Hazineye geri ödenme süresi, yaklaşık elli yıl olacaktır. Demek ki, buradan çok dönem milletvekilleri gelip geçecek, birçok dönemler geçecek, halen daha bu iş bir çözüme kavuşmamış olacak.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Siz, hayatınızda böyle bir şey yaptınız mı?!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Bakın, gelecek nesillere böyle bir şey bırakmaya bizim hakkımız yoktur. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bir yerden başlamak lazım. Gelecek nesiller için sorumluluğumuz var, öyle veya böyle, hepimizin sorumluluğu var. Biz "nerede olursa olsun, kim olursa olsun üstüne gidilecek" dedik, bitti.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Kaldır dokunulmazlığını; oy vereceğiz!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Burada, kaldı ki, Sayın Sirmen'in bir ifadesi beni çok rahatsız etmiştir; "burada Hazinenin bir zararı yok, belediyenin zararı vardır" demiştir. Yahu, zararın Hazinede, belediyede olması önemli değil, zararın Türkiye'de olması önemli. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli) - Borçlu belediye.

ALİ TOPUZ (İstanbul) - Yazıklar olsun!

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Devamla) - Aslında, burada konuşacak daha çok şeyler var; ama, ben, size şunu söyleyeyim: Bakın, önemli olan, hataları fark etmek, hataların üstüne gitmek, yapılan yanlışları düzetmek ve bizden sonrakiler için örnek bir Meclis oluşturmaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tüzmen.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Başkan, Sayın Bakan konuşmasının bir yerinde "dışarıda sizin anladığınız dilden de konuşurum" dedi; ya burada özür dilesin ya da ben dışarı çıkayım! (AK Parti sıralarından "hayır, hayır" sesleri, CHP sıralarından gürültüler)

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Evet, evet.

BAŞKAN - Bir saniye... Bir saniye...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Ya özür dilesin, ya dışarı çıkayım.

Sayın Bakan, ben köy çocuğuyum, bunlara dayanamam.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Beni buraya halk seçti.

BAŞKAN - Sayın Bayındır... Sayın Bayındır... (CHP sıralarından gürültüler)

Sayın milletvekilleri, yerlerinize oturur musunuz.

Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan, öyle bir ifadede bulunmadığını kendisi de beyan ettiler.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Tutanaklara bakın Sayın Başkan.

BAŞKAN - Yok öyle bir ifade.

MUHARREM İNCE (Yalova)- Bir bakan Meclis kürsüsünden posta koymaz!

BAŞKAN- Bir saniye... Posta koyan yok. Bir saniye...

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli)- Sayın Başkan...

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri...

MUHARREM İNCE (Yalova)- O posta koyarsa ben de posta koyarım!

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri...

Sayın Sirmen, siz bir şey mi söyleyeceksiniz?

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)- Beni buraya halk seçti.

BAŞKAN- Sayın Bayındır, oturur musunuz yerinize. (CHP sıralarından gürültüler) Oturur musunuz yerinize!... Bir oturur musunuz yerinize.

Sayın milletvekilleri, lütfen, oturur musunuz...

Sayın Sirmen, bir şey mi söyleyeceksiniz; buyurun.

MEHMET SEFA SİRMEN (Kocaeli)- Sayın Bakan, sorularına yanıt alamadığını söyledi; sorularına yanıt vermek istiyorum. (AK Parti sıralarından "Geçti, geçti" sesleri)

ALİ RIZA BODUR (İzmir)- Koskoca bakan sorularına yanıt alamadığını söylüyor!

BAŞKAN- Onu tamamladık Sayın Sirmen.

Sayın milletvekilleri, Kocaeli Milletvekili Sayın Osman Pepe ve 23 milletvekilinin İzmit Büyükşehir Belediyesi Kentsel ve Endüstriyel Su Temin Projesiyle ilgili iddialarının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/4) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.

Alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz.

2.- Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı: 146)

3.- Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı: 152) 

BAŞKAN - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporları henüz gelmediğinden, tasarıların müzakerelerini erteliyoruz.

Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

4.- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/686) (S. Sayısı: 275) (X)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

MUHARREM İNCE (Yalova)- Sayın Başkanım, Sayın Bakan gidiyor; özür dilemeyecek mi?!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Başkanımız, ben bu işlere dayanamam; Sayın Bakan özür dilesin. (AK Parti sıralarından alkışlar, "Bravo" sesleri, alkışlar [!])

BAŞKAN - Sayın İnce, günün bu saatinde size şunu söyleyeyim...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Ben bunu hazmedemem!..

BAŞKAN - Müsaade eder misiniz...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Ya da dışarı çıksın!..

BAŞKAN - Müsaade eder misiniz...

Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu yönetmekten sorumluyum; siz, dışarıda görüşürsünüz. (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Peki, ben gidiyorum.

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) - Burada işim var benim.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, oturur musunuz lütfen.

Sayın Bakan, siz buyurun.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Gel... Gel...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyon ve Hükümet yerinde.

Komisyon raporu, 275 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen...

MUHARREM İNCE (Yalova) - Öyle yağma yok!.. Burası er meydanı mı?! (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, dışarıya meraklı olan arkadaşımız dışarı çıkıyor zaten; lütfen, oturanlar da sessiz otursun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet Tomanbay.

Buyurun Sayın Tomanbay. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Sayın Başkan, yüce ulusumuzun değerli vekilleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak için söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Tek maddelik basit bir kanun tasarısı görünümüne karşın, üzerinde konuştuğumuz bu tasarı, ülkemizin bilim dünyasında yaratacağı tahmin edilmesi olanaksız büyüklükteki zarar ve yıkım nedeniyle çok büyük bir öneme sahiptir.

Değerli vekiller, ülkemiz, bölgesinde lider ve dünyada sözü geçen bir ülke olma iddiasındadır. Günümüz dünyasında ise bu amaca ulaşmak için en önemli araç, bilim ve teknolojidir, bilim ve teknolojide ulaşılan...

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, biz duyamıyoruz, siz duyuyor musunuz?!

BAŞKAN - Sayın Tomanbay, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, salonda büyük uğultu olduğundan, sayın konuşmacıyı dinlemekte, anlamakta zorluk çekiyoruz. Çok önemli bir konuyu görüşüyoruz, bir tasarıyı görüşüyoruz; sayın üyelerimizin, sayın konuşmacıyı sükûnet içerisinde dinlemelerini rica ediyorum.

Buyurun Sayın Tomanbay.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Değerli vekiller, ülkemiz, bölgesinde lider ve dünyada sözü geçen bir ülke olma iddiasındadır. Günümüz dünyasında ise bu amaca ulaşmak için en önemli araç, bilim ve teknolojidir, bilim ve teknolojide ulaşılan gelişmişlik düzeyidir. Bilim ve teknolojide çağdaş düzeylere ulaşılamadan, Türkiye, ne bölgesinde lider ne de dünyada sözü geçen, saygı duyulan bir ülke olabilir. Bu nedenle, en önemli görevlerimizden biri de, ülkemizdeki bilim ve teknolojinin özgürce gelişimi için gerekli ortamı oluşturmaktır.

TÜBİTAK'ın 278 sayılı kuruluş yasasına göre belirlenen görevleri ise, bu kanun tasarısının gerekçesinde de yazıldığı gibi, yukarıda belirttiğimiz, Türkiye'nin, bölgesinde lider, dünyada sözü geçen saygın ülke olma amacına ulaşmak için, gerekli olan bilim ve teknolojinin gelişmesine uygun ortamı oluşturmaktır. İşte, bu 1 maddelik yasa tasarısı, getirmeye çalıştığınız yasa tasarısı, ne yazık ki, TÜBİTAK'ın basit amaçlar uğruna siyasallaşmasına yol açarak ülkemizdeki bilim ve teknolojinin özgürce, rekabetçi bir ortamda gelişmesini engelleyecek ve böylece, ulusal çıkarlarımız doğrultusundaki bu yüce amacımıza ulaşmaya büyük bir darbe vuracak çok tehlikeli ve sinsi bir tasarıdır ve AKP Hükümeti, ne yazık ki, belki de farkında olmadan, bu tehlikeli tasarıyı gündeme getirmiştir.

17 Temmuz 1963 tarihinde kabul edilen yasayla kurulan TÜBİTAK, Başbakana bağlı, idarî ve malî özerkliğe sahip bir kamu kurumudur. Özerkliğin başlıca gereği, özerk kuruluşun, yasanın belirlediği çerçeve içerisinde kalmak koşuluyla, gerek kurumsal yapılaşmada gerekse de karar verme sürecinde bağımsız hareket edebilme yeteneğine sahip olmasıdır. Özerk Kurum, görevlendireceği kişileri yasada öngörüldüğü şekilde kendisi belirler. Oysa, hükümet, getirdiği bu yasa tasarısıyla, TÜBİTAK'ı geri döndürülemeyecek şekilde siyasî denetim altına almaya çalışmakta ve özerkliğini tahrip etmektedir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin bilimsel ve teknolojik çalışmaları açısından çok tehlikeli olan bu kanun tasarısının gerekçesinde TÜBİTAK'ın çalışmalarını sürdürebilmesi için hayatî önemde görev ve yetkileri bulunan Başkanlık makamının boşaldığı, öte yandan, 21 Eylül 2003 tarihinde Bilim Kurulunun 6 üyesinin de görev süresi sona erdiğinden, Kurulun toplantı ve karar yetersayısına ulaşması olanağı kalmadığı, bu yüzden, normal atama yönteminin uygulanmasının fiilen mümkün olmaması nedeniyle bir defaya mahsus olarak uygulanmak üzere bu kanun tasarısının hazırlandığı ifade edilmektedir. Ancak, bu gerekçeler gerçeği ifade etmemektedir.

Uzun bir süreden beri çeşitli yayın organlarında yapılan yayınlarla kamuoyunun da ayrıntılı bir şekilde öğrendiği üzere, bu tasarının, ne siyasî ne hukukî ne de etik açıdan hiçbir haklı gerekçesi bulunmamaktadır; çünkü, yürürlükteki TÜBİTAK Kanununun 5 inci maddesi hükmüne göre, Başkan, pozitif bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla tanınmış kişiler arasından Bilim Kurulunca seçilir, Başbakanın teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanır. 30 Mayıs 2003 tarihinde görev süresi dolan Prof. Dr. Namık Kemal Pak, Bilim Kurulunca gizli oyla yapılan seçim sonucunda oybirliğiyle Başkanlığa yeniden seçilmiş ve bu sonuç 6 Mayıs 2003 tarihinde Başbakanlığa arz edilmiştir. Buna karşın, aradan altı ay gibi bir süre geçmesine rağmen, Başbakan, atama yapılması için gerekeni yapmamış, seçim sonucunu Cumhurbaşkanına bildirmemiştir. Başbakanın bu işlemi yapmamasındaki gerekçesi nedir? Bilim Kurulunca seçilen Başkan, kanunda belirtilen nitelikleri taşımamakta mıdır? Ne yazık ki, Başbakan, şu ana kadar hiçbir haklı gerekçe öne sürememiş; ama, görevini de yerine getirmemiştir.

Başbakanın görevini kasıtlı olarak yerine getirmemesi sonucunda, görev süreleri sona eren 12 kişilik Bilim Kurulunun 6 üyesinin seçimi de yeni bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Başkanın atamasının yapılmaması nedeniyle, seçim için yeterli çoğunluk olan 7 Bilim Kurulu üyesi bulunamamış, bunun üzerine, görev süreleri dolan 6 Kurul üyesi yerine yeni 6 üyenin seçimi, tartışmalı bir yönetmelik maddesine göre, Başkanvekili Prof. Dr. Tuğrul Tankut başkanlığında 21 Eylül 2003 tarihinde toplanan 6 bilim kurulu üyesi tarafından yapılmış ve bu seçim sonuçları da, onay için 1 Ekim 2003 tarihinde Başbakana sunulmuştur. Ancak, Başbakan, bu 6 üyenin onamasını da, yönetmeliğin tartışmalı olduğu gerekçesiyle, yine, yapmamıştır. Anlaşılacağı üzere, AKP İktidarı, devletin bir önemli kuruluşunu daha ele geçirmek için her türlü yolu mubah saymakta ve kendi sorumluluğunu zamanında yerine getirmeyerek, yarattığı ortamı tasarının gerekçesi haline getirmektedir.

AHMET YENİ (Samsun) - Devleti yönetiyoruz, devleti!..

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla, AKP hükümeti, göreve geldiğinden beri tüm devlet kuruluşlarında yaptığını yapmaktadır; yani, açıkça söylemeye cesaret edemediği, ama, yapmaktan da büyük bir cüretkârlıkla kaçınmadığı laik ve demokratik cumhuriyete karşı zihniyeti tüm devlet kurumlarında egemen kılma çabalarına bir yenisini de eklemek istemektedir.

AHMET YENİ (Samsun) - Yok öyle bir şey yahu!

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Siz mi karar vereceksiniz yok olup olmadığına?!

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Var.

Bu ne büyük bir kin ve hırstır ki, devletin özerk olan ve olmayan, siyasetle ilişkisi bulunan ve bulunmayan, sosyal, eğitsel, kültürel, sportif tüm kurumlarını, önceki hiçbir siyasî iktidar döneminde görülmedik ölçüde, bir bir kendi siyasî etkisi altında almak için her türlü yol denenmektedir.

61 yaş tasarısı, YÖK ve üniversiteler üzerinde kurulan baskı, tüm bakanlıklar ve kamu iktisadî kuruluşlarındaki kadrolaşma çabaları, Merkez Bankası yönetimine yandaşların atanarak siyasallaştırılmaya çalışılması...

AHMET YENİ (Samsun) - Malzemeniz bitti, bitti!

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - ...en son, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulu Başkanının istifa ettirilmesi yoluyla bağımsız kurullara da el atılması ve şimdi de TÜBİTAK girişimi, acaba, televizyonlarının başında bizleri izleyen ve sofrasına iki lokma ekmek götüremeyen ve bu yüzden ramazan çadırları önünde insan onuruyla bağdaşmayan şekilde çoluğu çocuğuyla birlikte kuyruklarda iftar etmek için çalışan milyonlarca zavallı vatandaşımızın hangi temel sorununa çözüm getirmektedir? Onları ramazan çadırları önünde beklemekten mi kurtaracaktır bu yasa tasarısı?

Siyasî hiçbir görev ve yetkisi olmayan ve sadece ülkemizin bilimsel ve teknolojik gelişimi için çalışan, Türkiyemizin yüz akı bilim adamlarının bulunduğu bu kurumu altı aydır çalıştırmayarak, huzursuz ederek, siyasî etki altına alma çabaları, acaba, ülkemizin 5 000 000 işsizinin işsizlik sorununa mı çare olacaktır?

ALİM TUNÇ (Uşak) - Önemli buluşları yapamazsınız o zaman.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Ya da ürettiği ürününü zararına satmak zorunda kalan köylümüzün, çiftçimizin, ürününü hak ettiği değerden satmasına ve mutfağına iki lokma daha fazla ekmek götürmesine mi yardımcı olacaktır getirmeye çalıştığınız bu tasarı? Elbette ki, bu yaptıklarınız bu sorunların hiçbirine çözüm getirmeyecektir.

Yapmayın değerli AKP'li milletvekilleri, yapmayın, bu vatana, bu ülkenin insanlarına daha fazla kıymayın. Bu insanlar, eli öpülesi bu Türk insanı sizlerden hizmet bekliyor.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Biz hizmeti yapıyoruz.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Gereksiz yere huzursuzluk ya da sorun çıkarılmasını beklemiyor bu Türk insanı.

ALİM TUNÇ (Uşak) - Sorunu çıkaran sizlersiniz.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Ama, ne yazık ki, siz değerli AKP'li milletvekilleri, sayın bakanlar, bizim bu uyarılarımızı yine dikkate almayacaksınız; kürsülerinizde, sandalyelerinizde gülerek seyredeceksiniz şimdi yaptığınız gibi. Seçmeninizin, Türkiye'nin tüm seçmeninin yüzde 25'inin oyuyla Parlamentomuzun ele geçirdiğiniz yüzde 66'lık çoğunluğuna güvenerek, TÜBİTAK üzerinde de bildiğinizi yapmaya devam edeceksiniz.

Değerli AKP milletvekilleri, bakın...

AHMET YENİ (Samsun) - Yüzde 35... Yüzde 35...

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Kamuoyu yoklamalarına baktınız mı?!

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Dinleyin, dinleyin, değerli AKP milletvekilleri, dinleyin; bu noktada çok önemli ve sizin için çok tehlikeli bulduğum bir noktayı belirteceğim.

Devletin kurumlarını ele geçirme konusundaki kararlılığınız, ne yazıktır ki...

AHMET YENİ (Samsun) - İdare ediyoruz...

ALİM TUNÇ (Uşak) - İdare ediyoruz, idare...

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Lütfen susun...

... cumhuriyet döneminde ilk defa rastlanılan çok tehlikeli bir noktaya gelmiştir. Gelinen nokta, demokrasimiz açısından, devlet yönetimi anlayışı açısından bir kırılma noktasını tanımlamaktadır. Devlet kurumlarını ele geçirme konusunda yıldırma, korkutma ve kara çalma yoluyla yargısız infaz, ne yazık ki, ilk kez, bir yeni yöntem olarak sizin iktidarınız döneminde uygulanmaya başlanmıştır. Bu, hem demokrasimiz hem de AKP hükümeti açısından büyük bir ayıptır.

RESUL TOSUN (Tokat) - Ayıbı biraz önce dinledik.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Daha ayrıntılı anlatmak istiyorum; bu ayıp şudur: TÜBİTAK Başkanının ataması, konuşmamın başında da belirttiğim gibi, tam altı ay önce gerçekleşmesi gereken bir atamaydı; ama, bu atama, Başbakanın görevini yerine getirmemesi sonucu, o tarihte yapılmadı. Daha sonra geçen sürede, ne yazık ki, minareye kılıf uydurabilmek için, arayışlar içine girildi. Bu arayışlar sonucunda, Bakan Sayın Mehmet Ali Şahin, 1 Kasım 2003 tarihinde, yani, atamanın yapılması gereken süreden yaklaşık altı ay sonra yaptığı talihsiz açıklamalarla, TÜBİTAK Başkanı hakkında, murakıp raporlarında Başbakanlık müfettişlerince incelenmesi gereken birtakım kusurlu uygulamaların varlığını dile getirmiş ve bu, kesinleşmemiş, sadece iddiadan ibaret olan suçlamalara dayanarak, atamanın yapılmadığını belirtmiştir; yani, ortada bir suçlama yok, kesinleşmiş hiçbir karar yok, sadece "müfettiş raporlarında birtakım suçlamalar var" gerekçesine dayanarak, atamanın yapılmadığını, Sayın Bakan, açıklamasıyla ifade etmiştir. Yani, bir anlamda, Prof. Sayın Namık Kemal Pak hakkında, altı ay sonra, kamuoyunun kafasını karıştırma, hiçbir müfettiş raporu olmamasına rağmen, onu zan altında bırakma ve böylelikle, yargısız infaz yöntemine başvurmuştur.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Müfettiş raporu var diyorsunuz.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Bu, cumhuriyet tarihinde ilk kez olmaktadır ve bu ayıp da AKP hükümetine nasip olmuştur, sizin ifadelerinizle!

BURHAN KILIÇ (Antalya) - Müfettiş raporu var.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Bu, çok büyük bir ayıptır ve cumhuriyet hükümetlerinin temizlemesi gereken bir büyük ayıp olarak tarihe geçmiştir.

Anayasamızın 38 inci maddesine göre, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz. Bu anlamda, hükümet, bu atamayı yapmamakla, anayasal bir suç da işlemektedir değerli AKP'li milletvekilleri.

BURHAN KILIÇ (Antalya) - Fakat, orada yalan söylüyorsunuz!

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Eğer, bu murakıp raporları, Sayın Pak'ın atamasının yapılması gereken...

Bakın, bir noktayı daha vurgulamak istiyorum. Sizler, dinlemeden, ha bire laf atıyorsunuz, olayı da bilmiyorsunuz; biraz dinlerseniz...

BURHAN KILIÇ (Antalya) - Yalan söylüyorsunuz!

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Olayı da bilmiyorsunuz; bilmediğiniz çok belli; ama, bakın, dinleyin..

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Müfettiş raporu var.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Eğer, bu murakıp raporları, Sayın Pak'ın atamasının yapılması gereken 6 Mayıs 2003 tarihinde gündeme getirilseydi ve bu raporların istediği müfettiş incelemelerinin gerekleri ta 6 Mayısta -altı ay önce- yerine getirilseydi...

BURHAN KILIÇ (Antalya) - 1999 yılında, hakkında rapor var.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - ...Prof. Namık Kemal Pak hakkındaki o müfettiş raporları da olumsuz sonuçlanmış bulunsaydı, o zaman, elbette ki,  söyleyecek sözümüz olmazdı; ama, atamanın üzerinden tam altı ay geçtikten sonra, Türkiyemizin uluslararası düzeyde bir bilim adamı hakkında, sırf yıldırıp, korkutup, kara çalma anlamında, Sayın Bakan tarafından söylenen bu sözler, ne yazık ki, büyük bir talihsizlik olmuştur.

Demin de söylediğim gibi, amaca ulaşmak için her yol mubahtır anlayışıyla uygulamaya sokulan bu talihsiz yöntem, AKP Hükümetinin çok büyük bir ayıbıdır. Bu yöntem, AKP Hükümetinin kadrolaşma çabalarında ulaştığı, demokrasi kültürüyle, demokratik sistemle hiç bağdaşmayan, yeni, ama, çok korkunç ve tehlikeli bir aşamadır.

Bakın, bu tehlikeli süreç nasıl işlemiştir değerli AKP'li milletvekilleri; bilmiyorsunuz, öğrenin söyleyeyim de...

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Size öğretecek kadar biliyoruz.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Sadece, bir iki kişinin, sizin önünüzdeki bu işi mutfakta planlayanların size anlattıklarını kulaktan duyma biliyorsunuz; ama, bakın, biz, doğrusunu söylüyoruz.

Demin de dediğim gibi, Sayın Pak'ın görevlendirilme kararı, onama için, Sayın Başbakana 6 Mayısta sunulmuştur. Bunun üzerinden bir aydan fazla bir süre geçmiş...

AHMET YENİ (Samsun) - Onları geçtik biz.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Murakıp raporlarını anlatıyorum... Siz, dinlediğinizi de anlamıyorsunuz; başka bir noktaya geldim, murakıp raporlarını anlatıyorum.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Biz, size öğretecek kadar biliyoruz.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - 6 Mayısta sunulmuş. Bunun üzerinden bir aydan fazla süre geçmiş, 12 Haziran 2003 tarihinde, Başbakan tarafından atanan murakıp göreve başlamıştır. Demin, değerli arkadaşım "eskiden var" dedi. Hiçbir şeyden haberiniz yok. Sayın Mehmet Ali Şahin Bakanımızın söylediği murakıbı, Sayın Başbakan 12 Haziran 2003 tarihinde atıyor. Sizin dediğiniz gibi, yıllar önceki rapor falan değil; biraz öğrenin, biraz bilin, ondan sonra buradan laf atın. (CHP sıralarından alkışlar)

12 Haziran 2003 tarihinde, Başbakan tarafından atanan murakıp göreve başlamıştır; yani, uzunca bir süre "nasıl bir bahane buluruz" diye beklenildikten sonra, bu zan altında bırakma yöntemini devreye sokuyorsunuz. Murakıp, yaptığı çalışmalar sonucunda da, 4 Temmuz 2003 tarihinde, yani -iyi dinleyin Sayın Milletvekili- 21 Eylül 2003 ve 6 Ekim 2003 tarihleri arasında raporlarını düzenlemiştir. 6 Mayıs 2003 tarihinden çok sonra düzenlenen bu raporların, 6 Mayısta tamamlanması gereken atamanın gerçekleştirilmemesi için nasıl gerekçe oluşturduğunu anlamak olanaklı değildir.

Değerli milletvekilleri, anlaşılacağı üzere, bu, bir yandan minareye kılıf uydurmak ve öte yandan da ülkesine yaptığı ulusal ve uluslararası çalışmalarla hizmet etmiş olan birisini yıldırma ve korkutma yoluyla safdışı etmeye çalışmaktan başka bir şey değildir.

Değerli üyeler, komisyon toplantısında Sayın Bakan Mehmet Ali Şahin'e şu soruyu sordum: Sonuçlanmamış müfettiş incelemelerine dayanarak Sayın Pak'ı göreve atamayacaksınız; peki, yarın müfettiş raporları temiz olursa bu yanlışı nasıl düzelteceksiniz; hata yapmışız, pırıl pırıl bir insanı boşu boşuna mağdur etmiş, onuruyla oynamış, zan altında bırakmış, yargısız infaz etmiş ve ülkemizin yüzakı bir bilim kurumunu da gereksiz yere sıkıntıya sokmuşuz deyip özür mü dileyeceksiniz? Bu soruyu Sayın Bakan Mehmet Ali Şahin'e Millî Eğitim Komisyonunda aynen sordum. Sayın Bakan bu soruma "o ortam ne gerektiriyorsa onu yaparız" gibi hiçbir ciddî anlama gelmeyen ya da belki de sizler açısından çok da anlamlı bir yanıt verdi.

Sayın Bakan, atamanın yapılmamasına bir başka gerekçe olarak da, 1993 yılında Bilim Kurulu üyelerinin o dönem Başbakan Yardımcısı olan Sayın Erdal İnönü tarafından da bir defaya mahsus olarak benzer şekilde atanmasını göstermektedir. Oysa, bu olayın, bugün AKP Hükümetinin yapmak istediğiyle hiçbir benzerliği yoktur. Hiç bunun arkasına sığınmayın.

AHMET YENİ (Samsun)- Niye?..

MEHMET TOMANBAY (Devamla)- 1993 yılında Bilim Kurulu üyelerinin bir defaya mahsus olarak atanmasının altında, 1987 yılında yürürlüğe giren 294 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle Bilim Kurulunun kaldırılıp, yerine yönetim kurulunun oluşturulması yatmaktadır. Bunları da öğrenin, bunları da bilmiyorsunuzdur.

AHMET YENİ (Samsun)- Hocam, ders vermeye kalkmayın, siz işinize bakın.

MEHMET TOMANBAY (Devamla)- Benim işim, bunları size öğretmek.

İşte bu nedenle, 1993 yılında Sayın İnönü, var olan Bilim Kurulunun üyelerini, şimdi yapmaya çalıştığınız gibi, yok varsayarak bir atama yapmamış; aksine, 12 Eylül rejiminin, bir bilim kuruluşunda olması gerekirken yok ettiği Bilim Kurulunu 498 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, yönetim kurulunun kaldırılıp, yeniden ihdas edilmesi sonrasında, ilk kez oluşturmak için yapmıştır. Yani, 1993'teki atama, yönetim kurulu kaldırılıyor, yeniden Bilim Kurulu ihdas ediliyor ve yeniden, yeni baştan yapılan bir atamadır. Böyle, şimdi sizin yapmaya çalıştığınız gibi, var olan bir Bilim Kurulunu yok varsayıp, onun yerine yeni bir atama değildir ve onun için, 1993'teki uygulamanın arkasına da sığınmaya, saklanmaya hiç gerek yoktur ve hiçbir haklı gerekçe de oluşturmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; TÜBİTAK, ülkemizin, çok önemli görevleri olan bir bilim kuruluşudur. Bu yıl içerisinde ülkemiz ekonomisine sağladığı katmadeğer 120 trilyon dolayındadır.

TÜBİTAK'ın önemli işlevlerinden biri de, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kripto sistemlerini hazırlayarak bilgi güvenliğine hizmet etmektir. Bu çatı altında hizmet yürüten, yani, TÜBİTAK çatısı altında hizmet yürüten Ulusal Kriptoloji Enstitüsü, ulusal güvenliğimizi ilgilendiren, başta, askerî ve dışişleriyle ilgili bilgilerin, başkasının eline geçmemesi için özel teknikle alfabelendirilmesini ve kodlanmasını yapmaktadır. Ayrıca, birçok yaşamsal önemde askerî birçok proje de TÜBİTAK çatısı altında geliştirilmektedir.

Böylesine ulusal ve önemli bir görevi olan kurumun özerkliğine darbe vurularak siyasallaştırılmak istenilmesinin altında, acaba, ne tür düşünceler yatmaktadır?

Son bütçe tasarısında da görüleceği üzere, AKP Hükümeti, TÜBİTAK'ın bu çok önemli görevlerinin ve işlevinin farkında olmadığını ve TÜBİTAK bütçesini -en basit deyişle- fark etmediğini bir kez daha kanıtlamış -çünkü, başka bir art niyet düşünmeyi hiçbir şekilde aklıma getirmiyorum; fark etmemiş- ve TÜBİTAK bütçesini geçen yıla göre daha da düşürmüştür. Bu denli ciddî, ulusal çıkarlara hizmet eden bir kuruluşumuzun, askerî konuda ve dışişleri konusunda ulusal çalışmalar yapan bir kuruluşumuzun bu denli büyük önemini fark etmemek, tabiî ki, çok büyük bir suç ve bu nedenle, bu bütçede TÜBİTAK'ın bütçesi de düşürülmüştür.

Bu durumda hükümetinizin TÜBİTAK vizyonu, mevcut kadroları ve kuruluşun araştırma-geliştirme desteklerini ülke çıkarları için değil, sadece kendi amaçları doğrultusunda kullanmayla sınırlı görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, gelin, artık, her geçen gün kadrolaşma adına ülkeyi geren, sıkıntıya sokan yeni girişimlerden vazgeçelim. Bu ülkenin iş bekleyen, aş bekleyen, daha iyi bir sağlık sistemi, daha çağdaş ve kaliteli eğitim bekleyen, insanca bir iş, insanca bir yaşam isteyen, oy verip Meclise gönderdiği vekillerinden dürüst, açık, samimî bir çalışma bekleyen ve bizlere...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Tomanbay...

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN - Buyurun, tamamlar mısınız.

MEHMET TOMANBAY (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

...güvenmek isteyen halkımıza gerçekten hizmet edelim.

Bu belirttiğim anlamda halkımızın, vatandaşımızın hiçbir sorununa çözüm getirmeyen, ayrıca, yasal olarak da haklı olmayan -biliyorsunuz, Sayın Oğuz Oyan Danışma Kurulu önerisi üzerinde konuşurken, anayasal olarak da getirilen bu tasarının, hiçbir açdan Anayasaya uygun olmadığını açıkladı; o nedenle- anayasal açından da uygun olmayan ve Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi açık olan bu tasarıyı geri çekelim.

Meclisteki sayısal çoğunluğunuza güvenerek, kendinizi lütfen, her şeye muktedir, her şeyin üstesinden gelir görmeyiniz. Ben konuşurken, bu sıralardan alaycı gülüşlerinizle, lütfen, kendinizi her şeyin üstünde görmeyiniz. "Padişahım, senden büyük Allah var" sözünü hiçbir zaman unutmayınız. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!]; CHP sıralarından alkışlar) Evet, o hataya düşmeyiniz. Aksi halde, demin de söylediğim gibi, televizyonları başında bizleri izleyen, işsizlik, yoksulluk içinde bulunan, geleceğinden güven duymayan, tarlasındaki ürününü değerine satamayıp aldığı krediyi ödeyemeyen, aldığı ücretle ailesini insanca bir düzeyde geçindiremeyip iftar çadırları önünde kuyruklarda bekleyen milyonlarca vatandaşımızın bu sorunlarıyla hiç ilgisi olmayan ve büyük bir haksızlığa neden olup ülkemizin gelişimine zarar verecek olan bu yasa tasarısına ret oyu vereceğimizi bildirir, hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tomanbay.

TUNCAY ERCENK (Antalya) - Sayın Başkan, Sayın Bakan dışarı çıktı bu arada, çaktırmadan...

BAŞKAN - Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Recep Garip; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA RECEP GARİP (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurum Kurulması Hakkında Kanuna bir geçici madde eklenmesiyle ilgili tasarı için AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'de müspet bilimlerde araştırma ve geliştirme faaliyetlerini ülke kalkınmasındaki önceliklere göre geliştirmek, özendirmek, düzenlemek ve koordine etmek, mevcut bilimsel ve teknik bilgilere erişmek ve erişilmesini sağlamak amacıyla Başbakana bağlı olarak kurulan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun 278 sayılı Kanunda belirtilen görevlerinden bazıları şunlardır:

Müspet bilimler alanında temel ve uygulamalı araştırma yapmak, yaptırmak, yapmayı özendirmek.

Türkiye'nin bilim ve teknoloji politikalarının belirlenmesinde hükümete yardımcı olmak.

Bilimsel araştırmaların teknolojik yeniliklere süratle dönüşebilmesi için yöntemler geliştirmek.

Özel sektörün teknoloji araştırma ve geliştirmeye etkin ve ağırlıklı olarak katılımını sağlayarak programlar yapmak, Türk sanayiinin üniversite ve araştırma kurum ve kuruluşlarıyla işbirliği yapmasını sağlayacak programlar geliştirmek, bu işbirliğinin somut hale dönüşebileceği fizikî ortamlar yaratmak.

Bilim adamı ve araştırmacıların yetiştirilmeleri ve geliştirilmeleri için imkânlar sağlamak, bu amaçla ödüller vermek, öğrenim ve öğrenim sonrasında üstün başarıyla kendini gösteren gençleri izleyerek onların yetişme ve gelişmelerine yardım etmek ve bu amaçla burslar vermek, yarışmalar düzenlemek ve yayınlar yapmak.

TÜBİTAK'la ilgili 17.7.1963 tarihli ve 278 sayılı Kanuna bir geçici madde eklenerek, kanunun yürürlüğe girdiği tarihte boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine, 4 üncü maddenin ikinci fıkrasındaki müspet bilimler ve özel sektör veya kamu kurum ve kuruluşları için belirlenmiş olan üye sayısı oranı gözetilerek 4 üncü maddede belirtilen niteliklere uygun kişiler arasından bir defaya mahsus olmak üzere başbakan tarafından atama yapılacağı öngörülmektedir. Boşalan üyelikler sonucunda toplantı ve karar yetersayısına ulaşılamaması nedeniyle, 278 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan Bilim Kurulunca seçim imkânı bulunmadığından, Kurum Başkanı da, bir defaya mahsus olmak üzere, Başbakanın teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır.

Konunun, bir bardak suda fırtınalar koparmak suretiyle kamuoyunu yanıltarak ek maddenin bilime ve teknolojiye büyük bir darbe vuracağı anlayışı önplana çıkartılmış ve özellikle de TÜBİTAK gibi güzide kuruluşumuzun siyasallaşmasından bahsedilmiştir. Oysa, durumun, siyasallaşmadan çok öte, belki de ülkemizdeki birçok hantal yapıyı temsil eden kamu kurum ve kuruluşlarımızın yeniden yapılandırılmasına yönelik bir çaba olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Önceki bazı iktidarlar tarafından yapılan bu değişiklik bizim tarafımızdan da ele alınmaktadır. AK Parti Hükümeti tarafından yapılmak istenen şey, 1987 yılında rahmetli Özal tarafından yapılmıştı. Bu, o zamanlar "bilim, bilim için değil, sanayi için yapılır" sözüyle, TÜBİTAK'ı kârlı bir kuruluş haline getirmek için yapılmıştı. Yıl 1993, aynı tasarıya, o dönemde Antalya Milletvekili olan Sayın Deniz Baykal da destek vermişti. Şu an kabul edilmesi teklif edilen yasa tasarısı, 1993'te Sayın Erdal İnönü'nün Başbakan Yardımcılığı yaptığı dönemde kabul edilen yasayla aynıdır.

YILMAZ KAYA (İzmir) - Biraz önce açıkladılar onu.

RECEP GARİP (Devamla) - Başkalarınca kabul edilirken çok normal ve masum olan bir yasa, bizim teklifimizle nasıl bir anda bilime, bilimsel çalışmalara, bilim kurumuna ve daha birçok şeye darbe anlamına gelebiliyor; bunu anlamakta zorlanıyorum; yani, bir şeyi Cumhuriyet Halk Partisi veya SHP yapınca meşru da, biz yapınca, yani AK Parti İktidarı yapınca meşru olmuyor mu; bunu anlamakta zorlanıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bizim teklifimizde bir hukuksuzluk yoktur; aksine, yaşanan bir hukuksuzluğu düzeltme çabası vardır. Gayretimiz, sadece adaleti sağlamak içindir. Bu değişiklikle, TÜBİTAK'ın ve bilimin siyasallaşacağı iddiaları da asılsızdır. Bundan önce siyasallaşmayan bilim, bundan sonra da siyasallaşmayacaktır. Her şeyden önce, bilim, evrenseldir. Siyasî bakış farklılıklarına göre, farklı, çeşitli bilimler üretilemez. Sana göre bilim, bana göre bilim olmaz. Bilim, nesneldir. Bilimsel çalışmaların sonuçları olarak ortaya çıkan teknoloji de herkese aittir. Dolayısıyla, bilimin ve teknolojinin siyasallaşması mümkün değildir. Bunu arzulayanlar beyhude uğraşırlar.

Saygıdeğer milletvekilleri, TÜBİTAK'ın son birkaç yılına şöyle bir baktığımızda, basına da yansıyan ve köşeyazarlarımız tarafından da eleştiri konusu olan kimi hususlar şöyledir: Kurumun, içe kapalı; yönetime yakın olmayanların, bilimsel ve akademik çalışmalarda aktif rol oynayamadıkları; kendi geleceğimize yönelik teknolojik çalışmalara yeterince imkân vermediği; bırakın bilimsel gelişmeyi, araştırmalara dahi para ayırmadığı ileri sürülmektedir.

Buradan halkımıza seslenmek istiyorum: Bizim, siyasallaşma gibi bir amacımız hiçbir zaman olmadı ve bundan sonra da olmayacaktır. Aksine, hükümetimiz, özgür düşüncenin, siyasal baskıların tarihe kötü örnekler olarak hapsedilmesini sağlayacak köklü değişimlerin gayreti içindedir; bu, böyle bilinmelidir.

TÜBİTAK'ın kurulmasıyla ilgili 24.7.1963 tarihinde yürürlüğe giren 278 sayılı Kanun, TÜBİTAK'ın amacını, Türkiye'de, müspet bilimlerde araştırma ve geliştirme faaliyetlerini, ülke kalkınmasındaki önceliklerine göre geliştirmek, özendirmek, düzenlemek ve koordine etmek; mevcut bilimsel ve teknik bilgilere erişmek ve erişilmesini sağlamak olarak tanımlamaktadır.

TÜBİTAK'ın temel misyonu, önerdiği ve oluşmasına katkıda bulunduğu ulusal bilim ve teknoloji politikasına sahip çıkmak, onu geliştirmek, siyasî otorite tarafından benimsenmesi için çaba göstermek ve bu politikanın hayata geçirilebilmesi için, uygulamada kendi payına düşen görevleri yerine getirmeye devam etmektir. Dolayısıyla, hükümetlerde ile özerk kuruluşlarımızı, çok farklı ve zıt politikaların taraftarı olarak göstermek, ülkemize zarardan, sıkıntılardan başka hiçbir şey kazandırmaz. Kaldı ki, böyle bir durum söz konusu bile değilken, bu şekilde popülist politikalar üretenler, 3 Kasımda gereken demokratik cevabı halkımızdan almışlardır, bundan sonraki süreçte de almaya devam edeceklerdir.

Elbette ki, halkın büyük bir teveccühüyle iktidara gelmiş olan hükümetimiz, mevcut birçok kurumla ilgili olarak kimi yasal düzenlemeleri yapma yetki ve salahiyetini de elinde bulundurmaktadır.

Meseleleri tartışırken, ülkenin esenliğini, birlik ve beraberliğini gözetmeliyiz. 3 Kasımda başlayan siyasal yenilenme, bir bilinci, bir temizlenmeyi önplanda tuttu. Ulusumuzun bireyleri, evrensel haklarını kullanmak için bütün bilgi ve tahlilleri değerlendirme bilincine erdi. Dolayısıyla, iktidar ve muhalefetiyle, yeni yüzyılda yeni bir anlayışı görmek istediğini belirten ulusumuz, bu ülkedeki birlik, beraberlik ve kardeşliği hiç kimsenin, ama, hiçbirimizin ve hiç kimsenin bozma, zedeleme ve incitme hakkının bulunmadığını da ortaya koymuştur. Dolayısıyla, bu arınma talebini, bu adaletli yönetim isteğini, bu sosyal anlayışla dayanışmayı görme arzusunu yerine getirmek için, AK Parti İktidarı, hiçbir kurumu, kuruluşu incitmeden, hukukun uygulanırlığını önplanda tutarak, ehliyetli, vasıflı, ismi temiz, dürüst ve bu ülkenin sevdalısı insanları hizmete davet etmiştir, davet etmeye devam edecektir.

Sayın Başbakanımız "bizim hızımıza yetişemeyen bürokratlar kendilerine yer arasın" diyerek, hantallığı, vurdumduymazlığı, nemelazımcılığı iptal ederek, şeffaflığı, çalışkanlığı, hizmet etmenin efendilik olduğunu ortaya koymuşlardır.

TÜBİTAK, Türkiye'nin ufkunu açacak bilimsel verileri toplayarak, bilimin ışığında dünya ülkeleriyle yarışacak her türlü bilginin, tekniğin, stratejik anlayışlarla, gelecek nesillere, daha uygarca, daha evrensel anlayışlarla yarışmayı, başarıyı hazırlayan bir kurumdur. Hiçbir insan topluluğu yoktur ki, kendi özdeğerlerini, kendi anlayışlarını, kendi medeniyet çizgisini, kendi örf ve âdetlerini yok saysın. Bilimin, tekniğin, insanın mantık zinciriyle geliştiğini ve bu hukuksal zeminleri ihtiyaçlara göre şekillendirdiğini, elbette ki, bilmemiz gerekmektedir. Bu türlü her türlü bilgi, her türlü teknik, o ulusun anlayışıyla şekillenerek kendi ifadesini bulur; fıtratına, anlayışına, tarihine aykırı olan bilgiler, kendiliğinden yok olur. Üzerinde durduğumuz konu, evrensel yarışı hızlandıracak, ulusumuzun yüzünü ak edecek, Bilim Kurulunun işleyişini hızlandıracak, performansını artıracak bir konudur. Elbette ki, insanların farklı düşünmeleri, hayata farklı bakmaları son derece doğaldır. Bu, aynı zamanda, çokseslilik, çokrenklilik ve bir o kadar da zenginliktir.

Öyle konular vardır ki, bu konularda, devletin ve toplumun geleceğine yönelik yapılanmalarda siyasal yaklaşımlarda bulunmak, siyasal bakmak, kendi bakışına uygun yapmak diye bir şey olmaz. Ülke bizim, devlet bizim, toplum bizim, toprak bizim; bizler, gök derinliğinde mavi, toprak kıymetinde tahammüllü ve engin denizler gibi geniş ve sonsuzu arzulayan ruhumuz gibi aşkın anlayışlar ortaya koymak mecburiyetindeyiz.

Burada bize göre, size göre bir anlayış olmaz. Yarınların görkemli Türkiyesi, kendini aşmış, çağa tanıklık eden ve çağdaş dünyada "Büyük Türkiye" anlayışını ortaya koyabilen insanlarla oluşacaktır. Siyasetin böyle şekillendiğini ve yenilendiğini görmek  mecburiyetindeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; geliniz, yeniden yazılmaya başlayan siyasî tarihin yeni yüzyılını, daha uygarca, daha evrensel anlayışlarla, nice yüzyıllar için zemin olabilecek çalışmalara hep birlikte imza atalım. Kendi kıymetini bilmeyen kişiye kimse kıymet vermez. Bizler insanız ve değerliyiz, her şeyin anlamı insanlarla şekillenir; insanın yücelik anlayışı, yaradılışındaki donanımlardadır. Kendimiz için istediğimizi başkası için de mutlaka istemek durumundayız. Benim için doğru olan senin için de doğru olmalı, benim için anlamlı olan sizler için de anlamlı olmalıdır. Size göre doğru, bize göre doğru olmaz; doğru tektir; mantıklı olanlar bu doğruları görürler. Asıl olan, ulusumuzun geleceğini, aydınlık zamanlara, aydınlık mevsimlere hazırlarken, bu yönelişte, her birimizin tuzundan, biberinden, alınterinden bir payın bulunmasıdır. Burada benim de emeğim vardı, benim de katkım vardı diyebilmektir. Geliniz, böyle olumlu işlerde hep birlikte tuz ve biber katalım, birlikte yolculuğa devam edelim.

20 nci Yüzyıl, ideolojik saplantı ve çatışmaları olduğu kadar, hızlı bir değişim sürecini de yaşamıştır. 20 nci Yüzyıl, aynı zamanda ideolojik yaklaşımların, önyargıların da yitirildiği bir yüzyıl olmuştur. İdeolojilerden arınmış bir demokrasi anlayışı hızla yol almaktadır. Muhalefet için muhalefet olmaz; geliniz, muhalefet etmek için muhalefetten vazgeçiniz. Kalkınmışlık, anlayışları hoşgörüyle karşılamakla, stratejik anlayışları artırmakla, ruhî ve fikrî organizasyonlar kurmakla mümkündür. Yeni yüzyıl, tekoyunculuktan çokoyunculuğa, tekseslilikten çoksesliliğe, tekrenklilikten çokrenkliliğe ihtiyaç duymaktadır; bunu yakalayabilirsek evrensel olabiliriz; demokrasiyi o zaman oturtmamız mümkündür.

Tepkilerimiz, tıkanıklığa, tembelliğe, soygunculuğa ve kayırmacılığa olmalıdır. Geleceğin kurgulandığı bir dünyada sözümüz olmalıdır. Hedefimiz, dünya gündemini şekillendirmek, olmamız gereken yerde ve güçte olmaktır. Yaptıklarımız, kendimiz için değil, mutlaka ve mutlaka vatandaşlarımız için olmalıdır. Artık, 21 inci Yüzyılda siyaseti yeniden tanımlamaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum, o nedenle, daha saydam ve şeffaf olmak, ayırımcı değil, katılımcı; soyguncu, aşırıcı, yok edici değil hesap verebilir; kısır çekişmeler içinde değil, üretici, etkili ve verimli olmak gerekir. İnsan hak ve özgürlüklerinin, sınıfsal ayırım yapmadan, herkese eşit, herkese ait, uygulanır ve hizmetin süreklilik esaslarına uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Kısır çekişmeler geleceği mahveder. Bireysel tercihlerimiz kısa vadeli olabilir; bizler, uzun mesafelerin, uzun gece ve gündüzlerin, uzun yolculukların, uzun kardeşliklerin insanlarıyız.

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Biraz da tasarıdan bahset!

RECEP GARİP (Devamla) - Efendim, dinlemeye davet ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bizlere barış çok yakışıyor, uyum çok yakışıyor, anlayışları bir araya getirmek çok yakışıyor; bütün renklerle, farklılıklarla birbirimize ihtiyacımız var; toplumsal yapımız budur. Bize kavga, bize kırgınlık, bize yıkıcılık, bize asık suratlılık, bize saygısızlık, bize adaletsizlik hiç mi hiç yakışmıyor; bu Yüce Meclise, birlik ve beraberlik çok yakışıyor değerli dostlarım. Geliniz, dünya gündemini yeniden belirlemek için, büyük Türkiye rüyamıza katkıda bulunmaya devam edelim. Sanıldığı gibi, partimizin kadrolaşma diye bir sıkıntısı asla olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Sizler, işinize geldiği için böyle anlamaya, böyle algılamaya devam ediyorsunuz.

TÜBİTAK'la ilgili değişiklik, hukukî bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmış ve bu eksikliği gidermek amacıyla, ek bir madde Genel Kurula getirilmiştir. TÜBİTAK'ın, Sayıştay ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetimi dışında olması ve sadece bir murakıplar kurulu tarafından denetlenmesi de kabul edilir bir durum değildir.

Bu bilimsel kurumun, düzenli, aktif hizmetler vermesi için, bu düzenlemeyi herkesin destekleyeceği inancıyla, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum; çok teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Garip.

Şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Kerim Özkul?.. Yok.

Sayın Mustafa Gazalcı; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK konusunda kişisel görüşlerimi anlatmak için söz aldım; tümünüzü saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, geçenlerde bu tasarı buraya, 48 saat bekletilmeden getirilmişti. O zaman, AKP sözcüsü arkadaş demişti ki: "Bu, 1 maddelik bir tasarı, ne gürültü koparıyorsunuz?" Az önce konuşan arkadaşım da, çok duygusal bir konuşma yaptı. Şimdi, tasarının kısalığı uzunluğu bir yana, etkisi ve sonucu önemlidir. Kimi zaman bir sözcük -aynen, bu tezkerelerde olduğu gibi- savaşa veya barışa götürür bizi; boş söylevler değil, bir "ret" dersiniz "kabul" dersiniz, sonucu başka olur; bazen bir imza atarsınız, Birinci Dünya Savaşında Enver Paşa'nın yaptığı gibi, bir cehennemin ortasında bulursunuz kendinizi.

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Ne alakası var?!

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Yani, buradaki, kısa, 1 maddelik tasarı; ama, sonuçları çok çok önemlidir.

Değerli arkadaşlar, hukuka, Anayasaya, etik kurallara aykırı bir tasarıyla karşı karşıyayız. Her zamanki AKP klasiğinden birini yaşıyoruz; yani, biz gürültü koparmıyoruz, biz kavga istemiyoruz az önceki arkadaşımızın söylediği gibi; asıl kavgayı, bu tasarıları getirerek, arkadaşlarımız yapıyor. Bakın, bu tasarıda açıkça görülecek; kendi yasasında, bilimsel olduğu, malî yönden, yönetsel yönden özerk olduğu yazılı; TÜBİTAK'ı öldürme tasarısıdır, bu 1 maddeyle.

O yüzden, burada konuşan Recep Garip arkadaşım, tasarıyla hiç ilgisi olmayan genel birtakım temenniler söyledi "birlik olalım, bütünlük içinde olalım; TÜBİTAK'ı yeniden yapılandırıyoruz dedi.

Eğer, sizin yeniden yapılandırma anlayışınız, Başbakanın, bir kereye özgü olmak üzere, bir özerk kuruluşun başkanını atamak ve 13 kişiden oluşan o kurulun 6 üyesini atamaksa, bu, yeniden yapılandırma değildir; bu, o özerk kuruluşu... Bakın, Bilim Kurulu, 12 kişi, 1 de başkan 13 kişi. Siz, şimdi, bir kereye özgü deyip, hem başkanını atıyorsunuz, hem 6 kişiyi atıyorsunuz; yani, 13 kişilik kurulda, bundan sonra, Başbakanın, bir kereye özgü atadığı yerde bir özerklik söz konusu olur mu?

Siyasallaşma amacımız yok deniliyor. 1993 yılında da siz yaptınız... Arkadaşım söyledi; ama, gürültüye gitti, ben, bir kez daha yineleyeyim: Değerli arkadaşlar, 1993 yılında Bilim Kurulu üyesi yok; yani, sıfır. O zaman atama yapılırken, elbette öyle olacak; yani, siz o zaman böyle yaptınız, CHP yaparsa şöyle, AKP yaparsa böyle, o değil. Şimdi, Bilim Kurulu oluşmuş, çalışırken, siz, başkanını ve 6 üyesini atamıyorsunuz ve sonra da, bu kurul çalışmıyor, karar yetersayısı yok, başkanı yok diyorsunuz; yani, aynı durum değil; 1993'teki durum ayrı, şimdiki durum ayrıdır.

TÜBİTAK'ın çalışmaları yeterli değil deniliyor. Gerçi gerekçede öyle değil, komisyonda da öyle konuşulmadı; ama, gerçekten çalışmalarında bir yeterlilik görmüyorsanız -bu olabilir- onun yolu, başkanını almak ve kendinizin ataması değildir, Kurul üyelerinin 6'sını atamak değildir. Bir araştırma önergesi veririz hep birlikte, TÜBİTAK'ın çalışmalarını masanın üzerine yatırırız, konuşuruz. Niçin bir araştırma önergesi vermiyoruz? Sözcü arkadaş diyor ki: "Kendi içine kapandı ve orada çalışmalar yapılmadı." Gerekçe bu değil.

Değerli arkadaşlar "3 Kasım seçimlerinde biz çoğunluğu aldık, bütün kurumlarda istediğimiz gibi, istediğimiz değişikliği yaparız" demektir bu. İşte, ayrıldığımız nokta budur; yani, hükümet olmakla devlet olmayı karıştırmak... Evet, hükümetsiniz, bazı, halka hizmet işleri yapacaksınız, bu doğal; ama, Türkiye bir hukuk devleti, bir anayasamız var; egemenliğin bölüşümü, paylaşımı var. Siz, iktidarsınız diye yargıya hükmedemezsiniz; siz, iktidarsınız diye yasama organını bütünüyle ortadan kaldıramazsınız; siz, iktidarsınız diye özerk kurulları değiştiremezsiniz. Arkadaş diyor ki: "Biz geldik..." Peki, seçmenin dörtte 1'i ile, katılanların üçte 1'i ile, üçte 2 çoğunlukla, biraz da seçim sisteminin azizliğiyle buraya geldiniz; bütün Anayasayı değiştirecek misiniz, bütün devleti ele mi geçireceksiniz!

AHMET YENİ (Samsun) - Siz nasıl geldiniz! Ne alakasız şeyler konuşuyorsunuz!

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bence bu yanlıştır. Burada bir suç varsa, eğer, şu anda bu kurulun başkanının olmamasında ve 6 üyenin olmamasında bir suç varsa, bu suç, yasaya göre, Cumhurbaşkanına teklif etmesi gereken ve Bilim Kurulunun seçtiği 6 üyeyi ataması gereken Başbakanındır. Burada bir kasıt var, burada bir tuzak var; burada, daha önceden tasarlanmış bir kurt ile kuzu öyküsü var. Yani, ben bu kurumda özerkliği öldüreceğim; nasıl öldüreceğim; zamanı geldiğinde başkanını atamayacağım...

Değerli arkadaşlar, TÜBİTAK'ın yasa metni elimde. Bakın, burada çok açık bir biçimde deniyor ki: "Başkanı, şu şu koşulları taşıyanlardan, Bilim Kurulu kendi arasında seçer ve Başbakan, bu seçilen kişiyi Cumhurbaşkanına önerir." Burada seçme işini Bilim Kurulu yapıyor; yani, seçme işi yapılmış. Şubat 2003'te, Bilim Kurulu, kendi arasında, oybirliğiyle Sayın Namık Kemal Pak'ı seçmiş.

Değerli arkadaşlar, 5 Mayısta toplanmış, 6 Mayısta öneri gitmiş. Kime; Başbakana gitmiş; ama, Başbakan, almış bunu, sumenaltı etmiş. Bakın, aradan beş ay geçmiş, bu atamayı yapmamış. Bir an önce başkan atansın, 6 üye seçilsin; çünkü, 6 üyenin seçim zamanı da 21 Eylülde doluyor. Kurum, başkanımız gelsin, kendi aramızda seçim yapalım diye 20 Eylüle kadar bekliyor. Başkan ataması yapılmıyor. O zaman, başkanvekiliyle beraber oturuyorlar, 6 üyeyi de seçiyorlar. Sayın Başbakan, onu da sumenaltı yapıyor; yani,  o seçilen kişileri atamıyor. 

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Bu, görevini kötüye kullanmak oluyor.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Bu arada, bakın, -burada, gerekçede yazmayan-  daha kötü bir şey var; denetleme kurulu devreye sokuluyor. Bakın, önce karar veriliyor; ben bu kurumu dağıtacağım, kendime göre kadrolaşacağım, zamanı geldiğinde, başkanını atamayacağım, 6 üyesini atamayacağım... Haziranda, denetleme kuruluna da diyor ki... Hele, Başbakanlıkta görevli, tek imzalı bir arkadaş var, ismi de bende, burada. Bakın, 5 Mayısta karar veriliyor, 6 Mayısta öneriliyor, 12 Haziranda görevlendirme yapılıyor ve daha sonra, rapor bildiriliyor. O raporda da ortada bir şey yok. Denetleme kurulu çalışmalarının sonuçlanması bazen bir yıl sürüyor. Bize, sonradan deniliyor ki, efendim, burada bazı usulsüzlükler yapıldı. Siz mahkeme misiniz?! Türkiye'de, usulsüzlük yapıldığına ilişkin kararı yargı verir; kişilerin suç işlediği ancak yargıda belirlenir.

Değerli arkadaşlar, burada, çok çok önemli bir konu var. Siz, sanıyorsunuz ki, usulsüzlükler, yolsuzluklar, kendinize göre düzenleme yapıldığı zaman olmaz.

Bakın, size iki örnek vereceğim. 12 Eylülden sonra iki özerk kurum devlete bağlı kurum haline getirildi. Birisi İlkokul Öğretmenleri Sosyal Yardımlaşma Sandığı, kısa adı İLKSAN. Bakın, buna çok benziyor. 1985 yılında, hani, şu "verdimse ben verdim" denilen İLKSAN'ın anastatüsü değiştirildi -aynen burada sizin yaptığınız gibi- Bakanlığa bağlı bir kurum haline dönüştürüldü; orada araba ve arsa ticaretleri başladı. Bakın, Ankara'da, mahkeme, bunların, araba ve arsa yolsuzluklarında suç işlediklerini belirledi; İLKSAN yöneticileri hapse girdi bir ölçüde. Benim, milletvekili olarak ilk yaptığım işlerden biri, bu İLKSAN konusunu bir araştıralım, buraya getirelim idi. Şimdi, öğretmenlerin elinden yönetimi alındı ve İLKSAN'da yolsuzluk başladı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, konuşmanızı tamamlayınız.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Türk Dil Kurumu, yine, Atatürk'ün kurduğu, bağımsız, özerk, bir dernek statüsünde çalışan, 1932'de kurulmuş bir kuruluştu; 12 Eylülden sonra -hani AKP'li arkadaşlar, zaman zaman "12 Eylül faşizmiyle hesaplaşalım, kurumlarını düzeltelim" falan diyorlar; ama, baktık ki, onların başka dertleri varmış; TÜBİTAK'la uğraşıyorlar- Türk Dil Kurumu, yine, Atatürk'ün kalıtı çiğnenerek, hukuk çiğnenerek, Genel Kurul çiğnenerek -elimde hukukçuların raporu var- devlet dairesi haline getirildi. Sonra, Anayasaya göre, Atatürk Yüksek Kurulu diye bir kurul oluşturuldu, bütün varlığıyla beraber oraya bağlandı. Önümüze, önümüzdeki günlerde gelecek.

Değerli arkadaşlar, Türk Dil Kurumunda -basından okumuşsunuzdur- yolsuzluk çıktı, çek olayı çıktı. Şimdi, bir kuruluşun özerkliğini kapatıp kendinize göre kadrolaştığınız zaman ya da devlete bağladığınız zaman, orada bir şey olmuyor değil.

TÜBİTAK, bir bilim kuruluşu ve yaptığı harcamaların, 200 trilyonluk bütçesinin yarısını da özgelirle yapıyor. Ayda 80 000-100 000 adet dergi basıyor, dağıtıyor. Böyle yüzakı bir kuruluş, birçok bilimsel araştırmaları var, kaynağı var. Yeterli bulmuyorsak, yine de onu araştırırız, daha iyi bir hale sokarız; ama, zamanında atanmadığı için "boş düştü" diyeceksiniz, "başkanı yok" diyeceksiniz kurulun seçilmiş 6 üyesini atamayacaksınız, sonra da "bu kurul çalışmıyor; ne yapalım, bir kerelik atama yapacağız..."

Değerli arkadaşlar, ben, bu konu, bu yasa önerisi gelmeden önce, 3.10.2003 tarihinde bir soru önergesi verdim. Başbakan Yardımcımız Sayın Mehmet Ali Şahin yanıt verdi. Bakın, Sayın Şahin orada diyor ki: "TÜBİTAK'ta atama yapılmayacak diye bir şey yok. Sayın Prof. Dr. Namık Kemal Pak'ın tekrar bu göreve atanmasına ilişkin süreç, konu hakkında yapılmakta olan çalışmaların tamamlanmasından sonra devam ettirilecektir." Yani, diyor ki, denetleme kurulu raporlarını inceleme, araştırma bitsin; biz, Sayın Pak'ı yeniden atarız.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Hayır, öyle demiyor.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Evet efendim, burada işte, bakın.

Şimdi, bir tasarı geliyor "hayır, başkanını biz atayacağız...." Varsayalım ki, Sayın Pak paklandı; o zamana kadar bekleyelim.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Çalışmalar devam ediyor.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Eğer, partizanca bir iş yoksa, -sizin mantığınızla gelelim, başkan atanamıyor- bir kereye mahsus Cumhurbaşkanı atasın o zaman; madem partizanca bir şey yapmak istemiyorsunuz...

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Siyasî sorumluluk bizde...

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, burada iyi niyet yok.

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, toparlayınız.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

Burada, bir bilim kurulunu katletme var "ben, Anayasayı bir kez değiştiririm, bundan bir şey olmaz" var.

Bakın, birçok yasamız yukarıdan dönüyor, Anayasa Mahkemesinden dönüyor. Ben hukukçu değilim; ama, Bilim Kurulunun burada yasası var "Bilim Kurulu, bunu seçer" diyor. O yüzden, bu, hukuka aykırı bir düzenleme olacaktır.

BURHAN KILIÇ (Antalya) - Haksız kazanç var.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Bunun yapılmaması gerekir. Bir kez daha düşünmeye çağırıyorum sizi.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.

Hükümet adına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Mehmet Ali Şahin; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

TÜBİTAK Kanununa bir geçici madde eklenmesini öngören kanun tasarısı üzerinde görüşmeler yapıyoruz. Biraz önce, muhalefet ve İktidar Partilerimize mensup arkadaşlarımız görüşlerini ortaya koydular, kişisel olarak da söz isteyen Sayın Gazalcı düşüncelerini ifade etti.

TÜBİTAK, Türkiye'nin bilim ve teknoloji hayatına kırküç yıl hizmet etmiş, hizmet etmeye devam eden ve bundan sonra da devam edecek olan önemli bir kamu kuruluşudur. Bu konuda, sanıyorum, ne partilerimiz arasında ne milletvekili arkadaşlarımız arasında herhangi bir görüş ayrılığı var.

Bu noktaya nereden geldik, böyle bir tasarıyı neden Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne getirmek zorunda kaldık; izin verirseniz, bunun kısa bir hikâyesini sizlerle paylaşmak isterim.

TÜBİTAK Başkanı dört yıllık bir süre için seçilir ve görev süresi dolduğunda, Bilim Kurulu, TÜBİTAK başkanını yeniden seçerek Başbakana gönderir; Başbakan da, eğer uygun görürse, bunu, teklif olarak Cumhurbaşkanına intikal ettirir. Biraz önce de ifade edildi, TÜBİTAK eski Başkanı Sayın Prof. Dr. Pak'ın görev süresi 30 Mayısta dolmuştu, Bilim Kurulu, kendisini yeniden seçerek, 6 Mayısta Başbakanlığa sonucu bildirdi.

Şimdi, muhalefet partisi sözcüsü arkadaşlarımız, Sayın Başbakan bu seçimi hiçbir inceleme yapmadan, bu atama işlemi uygun mudur değil midir, üzerinde hiçbir değerlendirme yapmadan, derhal Çankaya Köşküne göndermeli ve bu atama işlemi tamamlanmalıydı demek istiyorlar. Şimdi, bu düşüncede olan arkadaşlarıma şunu ifade etmek isterim ki, Başbakanlık bir trafik noktası değildir, Başbakan da bir trafik memuru değildir; kuşkusuz ki, önüne gelecek olan atamayla ilgili teklifleri inceleyecektir. Nasıl ki, Sayın Cumhurbaşkanımız, inceleyerek, bazı kararnameleri geri gönderme hakkına sahipse, Sayın Başbakanın da böyle bir hakkı vardır. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Peki, Sayın Başbakan, böyle bir atamayı niye yapmamış; bu teklifi neden Sayın Cumhurbaşkanına göndermemiştir? Değerli milletvekili arkadaşlarım, öteden beri, TÜBİTAK'la ilgili murakıp raporları var; Sayın Pak dönemine ait, 2000-2001 yıllarına ait murakıp raporları var; son yıllara ait murakıp raporları da var. Peki, bu murakıp raporlarında neler görüyoruz, neler yazıyor; izin verirseniz, onlardan bir bölümünü sizlerle paylaşmak isterim:

Önce, bu murakıp raporlarında... Üniversitelerde görev yaparken ekgörevle TÜBİTAK'ta görev alan öğretim üyeleriyle ilgili, YÖK Kanununun 38 inci maddesi, şu andaki ölçülere göre sadece 270 000 000 lira ödenmesini öngörmektedir. Bu konu geçmişte ihtilaf konusu olmuş, Danıştaydan bir görüş alalım diye Danıştaya bir yazı yazılmış, Danıştay da mütalaasını bildirmiş "YÖK Kanununun 38 inci maddesini uygulamak zorunludur" demiş; yani, üniversite öğretim üyeleri, eğer TÜBİTAK'ta görevlendirilecekse, bunlara orada vereceğiniz maaş veya aylık ücret, bugünkü verilere göre 270 000 000 lirayı geçmeyecektir. Peki, ne olmuş Sayın Pak döneminde, daha önceki dönemlerde; üniversitelerde aldıkları maaşın üzerinde kendilerine maaş ödenmiş. Bu, murakıplar raporlarında var, sadece son murakıplar raporunda değil, daha önceki murakıplar raporlarında da var. Kuşkusuz ki, bu konuda Sayın Başbakana yardımcı olan uzmanlar, bu konuda Sayın Başbakanın önüne bu raporları getirdiğinde, Sayın Başbakan da, bu konuda, atama konusunda, üzerine düşeni yapmış, sayın muhalefete göre üzerine düşeni yapmamıştır.

Peki, ne kadar bir para bu; mesela, Sayın Pak, dört yıllık bir dönem için YÖK Yasasının 38 inci maddesine göre ve Danıştayın görüşüne göre ne kadar alması gerekiyordu, ne kadar almış; dört yıl içerisinde, 8 700 000 000 alması gerekirken -yuvarlak söylüyorum- 146 000 000 000 almış; yani, aşağı yukarı 137 000 000 000 fazla para aldığı, murakıplar kurulu raporlarında yazılı. Peki, sadece kendisi mi; hayır, şu ana kadar, bu şekilde 80 tane örnek var.

SONER AKSOY (Kütahya) - Hepsini geri ödesin.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şimdi, ben bir hesap yaptım, siz de yapabilirsiniz; en az, 10 trilyona yakın, böylesine bir fazla para ödendiği murakıp raporlarında yazılıdır.

Şimdi, muhalefet sözcüsü arkadaşlarımız diyorlar ki: "Bunun ne ehemmiyeti var, bunun üzerinde durulur mu; hocadır, bunlara verilmiş işte."

MUHARREM İNCE (Yalova) - Öyle diyen yok.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, biz, kör kuruşun hesabını sormak için milletten oy istedik, kör kuruşun hesabını sormak için iktidar olduk. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Dolayısıyla, murakıplar kurulu raporlarında yazılı olan ve YÖK Yasasına ve Danıştay kararına aykırı olan bu paraları biz takip ederiz. Siz takip etmeyebilirsiniz; ama, biz ederiz. Bunun da hesabını sorarız. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunun geri alımıyla ilgili ne gerekiyorsa, onu da yaparız.

MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Murakıp raporu bunlar, mahkeme kararı değil.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ayrıca, murakıplar kurulu raporuyla da iş bitmiyor, bir de ibra kurulu var. 7 kişiden oluşan bir ibra kuruluna da bu raporlar gitmiş ve Sayın Pak henüz aklanmamıştır, ibra olmamıştır. Şimdi, bir arkadaşımız hakkında böyle iddialar olacak, ibra edilmemiş olacak; sonra, biz onu atamayacağız, muhalefet de çıkacak "niye atamadın arkadaş" diye soracak; el insaf!

Şimdi, ben, Sayın Başbakanın bu konudaki hassasiyetini ve değerlendirmesini, her aklıselim sahibi kişinin anlayışla karşılaması gerektiği düşüncesindeyim.

Peki, sonra ne olmuştur; sonra, 21 Eylülde, Bilim Kurulunun 6 üyesinin görev süresi dolmuştur. Bu konudaki yönetmelikte deniliyor ki: "Bilim Kurulu üyelerinin görev süresi dolmadan iki ay önce seçim süreci başlar." Bir gün önce Bilim Kurulu toplanıyor; kimin başkanlığında toplanıyor; Sayın Pak'ın yerine vekil olarak bıraktığı bir profesör arkadaşın başkanlığında toplanıyor. TÜBİTAK Yasasının 4 üncü maddesinde deniliyor ki: "Eğer, TÜBİTAK Başkanı şu veya bu nedenle ayrılmışsa, yerine vekâlet edecek olan kişi, Bilim Kurulu içerisinden seçilir." Dolayısıyla, Sayın Pak'ın vekil bıraktığı arkadaş, Bilim Kurulu üyesi değil. Bilim Kurulu üyesi olmayan, yasaya göre o toplantıya başkanlık yapmaması gereken bir kişinin başkanlığında, 20 Eylülde, Bilim Kurulu toplanıyor, 6 üye daha seçiyor...

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Öğrenin!..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - ...ve on gün sonra Başbakana gönderiliyor. Bakın, iki ay önceden süreç başlayacak; bir güne sıkıştırılıyor. Ertesi gün göndermeniz gerekirdi en azından, nezaket gereği; on gün sonra gönderiyorsunuz.

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Atamayı yapmayınca sıkışıyor.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Mehmet Bey, on gün sonra gönderiyorsunuz.

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Atamayı yapmayınca sıkışıyor Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şimdi, ne oluyor arkadaşlar; bakın, ayın 20'sinde yapılan toplantı, yetkisiz bir arkadaşın başkanlığında yapılmıştır; başkanlık yapması, TÜBİTAK Yasasının 4 üncü maddesine göre mümkün değildir. Bunu, biz, Millî Eğitim Komisyonunda söylediğimizde...

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Karşılığını verdik...

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Öğrendiniz mi?!

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - İnat ediyorsunuz öğrenmemek için.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - ...vekil olan profesör arkadaşımız -ismini hatırlayamadım, kusura bakmayın- dediler ki "hukukçu değilim, o kadar bilmiyordum." Zabıtlarda vardır; siz de oradaydınız.

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Evet...

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ne dedi; "ben hukukçu değilim, o kadar bilmiyordum" dedi. Dolayısıyla, yetkisi olmadığı halde Bilim Kuruluna başkanlık yaptığını kendisi orada itiraf etti, zabıtlara geçti.

Değerli arkadaşlar, dolayısıyla, şu anda, Bilim kurulunda görevi devam eden 6 üye kalmıştır. Yine, TÜBİTAK Yasasının 4 üncü maddesine göre, Bilim Kurulunun toplanabilmesi ve karar alabilmesi için 7 kişi gerekiyor.

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - 1'ini yok etmeseydiniz, olacaktı...

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - 1'ini yok ettiniz...

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Şu anda 6 kişi var. 6 kişiyle toplanması, yeni başkanını seçmesi, geriye kalan 6 üyeyi seçmesi mümkün olmadığına göre, yapılması gereken nedir allahaşkına?! Yapılması gereken, 1993'te, Erdal İnönü'nün yaptığından başka bir şey değildir. (AK Parti sıralarından alkışlar) O zaman, Sayın Deniz Baykal da, Sayın Erdal İnönü'nün Genel Başkanı bulunduğu SHP'de milletvekiliydi. Şu anda, CHP sıralarındaki 6 milletvekili arkadaşımız, o dönemde, buna benzer bir uygulamaya destek vermişlerdi; çünkü, o dönemde, onlar da, SHP'de milletvekiliydiler ve dolayısıyla... (CHP sıralarından gürültüler)

Bakın, 1993'ten hiçbir farkı yoktur. 6 kişiyle toplanamadığına göre, teklif de oradan geleceğine göre, bu halde hiç toplanamayacağına göre, bu böyle mi kalsın?! Yapılması gereken bir tek şey vardı; o da, böyle bir tasarıyı göndermekti. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu tasarı önünüze gelmiştir. Şimdi, TÜBİTAK'ın önü açılıyor. Bu yasa yürürlüğe girdiğinde, bir defaya mahsus olmak üzere, sayın başkan atanacak, 6 Bilim Kurulu üyesi atanacak ve TÜBİTAK, daha öncekilerin fevkinde ve üzerinde önemli başarılara imza atacak, Türk bilim ve teknolojisine, bilim hayatına önemli hizmetler yapacaktır; bu tasarı, bunun için gelmiştir.

Hepinize saygılar sunuyorum, desteklerinizi bekliyorum. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şahin.

Şahsı adına ikinci söz, Sayın Cevdet Erdöl'e aittir.

Buyurun Sayın Erdöl.

(AK Parti sıralarından alkışlar)

MUHARREM İNCE (Yalova) - Az önce televizyonda söylediğini söyle. Seni televizyonda izledim "bu yasa eksik" dedin.

CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; TÜBİTAK ile ilgili tasarı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Arkadaşımın da söylediği gibi, öncelikle şunu ifade etmek istiyorum ki, ben, bu kanun tasarısını yanlış değil, eksik buluyorum. Köklü bir reform yapmak gerekir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Biraz sonra söyleyince zannediyorum anlaşılacak.

Görüşülmekte olan TÜBİTAK'la ilgili tasarıya geçmeden önce, bir iki ufak, kulakarkası edilen, dikkat çekmeyen, pek çok kişinin gözünden kaçan olayı aydınlatmak istiyorum; ama, hemen belirtmek isterim ki, buna siyasetçi gözüyle değil de, bir bilim adamı gözüyle bakmamız lazım; çünkü, bu, bilimsel kurullarımızın en üst kurullarından birisidir.

Saygıdeğer milletvekilleri, TÜBİTAK'ın asıl görevi bilgi teknolojisi üretmek ve bu teknolojiyi sanayiin emrine verip, bilgi ve teknoloji ihraç etmektir, buna faydası olmaktır. Bunun için, tabiî ki, TÜBİTAK'ın yanı sıra ondan önce kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı gibi, ondan sonra kurulan TÜBA ve KOSGEB gibi ve nihayet teknokentler gibi bilim üretmeye yarayan bir kurumdur.

Bütün bu kurum ve kuruluşların çalışmalarına rağmen, maalesef, Türkiye'yi, görmek istediğimiz noktada göremiyoruz. Dünya Bankası verilerine göre, 2002 yılı itibariyle, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'nin 200 katı kadar, Japonya 125 katı kadar teknoloji ihraç etmiştir. Biz, ne yapmışız? Evet, iyi şeyler yapılmıştır TÜBİTAK'ta; ama, yeterli değildir, daha fazlasını istiyoruz. Mesela, bilim adamı vasfını en iyi belgeleyen şeylerden birisi -ki, TÜBİTAK da bunu çok kullanmaktadır- Science Citation Index'e giren yayın sayısı; fakat, gelinen noktada görüyoruz ki, TÜBİTAK'ın dünya literatüründe kabul gören ciddî bir dergisi bile yoktur, maalesef, bu, büyük bir eksikliktir, hepimizin eksikliğidir. Peki, TÜBİTAK'ın bunu yapmaktaki acziyeti neden kaynaklanıyor? Personel kaynaklı mı acaba diye düşünüyoruz, personel durumuna bakıyoruz; özellikle 458'i başkanlık bünyesinde olmak üzere 2 200'ün üzerinde personeli var TÜBİTAK'ın. Bütçesine bakıyoruz, 160 trilyon gideri var; bunların yüzde 34'ü yatırım için arkadaşlar, geri kalanı personel gideri, özel gider, diğer carî gider gibi giderler.

TÜBİTAK'ın en çok irdelenmesi gereken iki önemli yönünden birisi,  desteklediği projelerdir arkadaşlar. Şöyle söylemek istiyorum: 2001 yılında TÜBİTAK'ın desteklediği cost ve eureka araştırma projelerine bakıldığında -proje yürütücülerine baktığımızda- 1 proje Ege Üniversitesinden, 2 proje Çukurova Üniversitesindendir, diğer 47 proje -ODTÜ, Bilkent, İTÜ gibi- Ankara ve İstanbul kaynaklı projelerdir.

Bir diğer tablo, üniversitelerin gönderdiği projelerin desteklenmesine bakılırsa, Bilkent 15 proje göndermiş, 15'i kabul edilmiş, yüzde 100; ODTÜ 73 proje göndermiş, 50'si kabul edilmiş; yani, insanın aklına geliyor; acaba burası TÜBİTAK mı, ODTÜBİTAK mı? Evet, buradaki hocalarımızın hepsi de muteberdir; ama, Anadolu'ya açılabilmiş ve geniş katılımlı bir proje üretimi, proje desteği oluşturabilmiş değildir. Bunun nedenini biraz sonra söyleyeceğim.

Kurumun en önemli sorunlarından birisi de, danışmanlarını seçmek ve danışmanlara verdiği ücretler bakımından tamamen bağımsız hareket edebilmesidir. Mesela, ihalelere baktığımız zaman, ULAKBİM'e ihale için verilen aynı şartnameyi aynı şekilde sağlayan firmalardan 1 000 000 dolar daha yıllık maliyeti fazla olan firmaya ihale verilmiştir. Ulusal basında buna ait birçok yayın yapılmıştır, cevapsız kalmıştır.

Şimdi, böyle bir mantık içerisinde düşündüğümüz zaman, bu, ancak olsa olsa aile şirketlerinde olur; bilimsel kurullarda bunun, bu tip takipsizliğin olması asla mümkün değildir; çünkü, malî portesi, biraz önce de söylenildi, ne şu Yüce Meclis tarafından ne de Sayıştay tarafından denetleniyor. Şu devirde böyle bir kurum olamaz.

Arkadaşlar, en önemli sorunlardan birisi de üyelerin seçimidir.

Burada dikkatinizi şuna çekmek istiyorum: Biraz önce Sayın Bakanımız da söylediler, 12 üyeden 8'i bilim adamı, 4'ü de özel veya kamu sektöründe temayüz etmiş kişilerden seçiliyor; fakat, bu 8 bilim adamından 4'ü, TÜBA (Türkiye Bilimler Akademisi) üyesi olmak zorunda; yani, herkes zannediyor ki, bilim adamı olunca, yurt dışında yayımları olunca, patenti olunca, araştırmaları yurt dışında kabul görünce, TÜBA'ya üye olabiliyorsunuz; böyle bir şey yok. TÜBA'ya üye olabilmeniz için, öncelikle, TÜBA'nın aslî üyelerinden birisinin sizi refere etmesi; yani, kaba tabiriyle "bu, iyi çocuktur, gelsin aramıza" demesi lazım; o da yetmiyor, 2 üyenin daha "evet, bu iyidir" diye yazılı müracaatta bulunması lazım. Ondan sonra yapılacak oylamada, eğer, siz, genel kuruldan da geçebilirseniz, o zaman TÜBA üyesi olabiliyorsunuz.

TÜBA üyesi olmak da, TÜBİTAK üyesi olabilmek için, Bilim Kuruluna üye olabilmek için yeterli değil; TÜBİTAK'a üye olabilmek için, TÜBİTAK'ta üyelik boşalacak, kalan mevcut üyeler de yanlarına gelecek üyeleri kendileri seçecekler; yani, bu, Rusların matruşka oyuncakları gibi, kutu içerisinde kutu; bunu açmanız, anlamanız, kolay kolay mümkün değil. Yani, kısacası şu: Meclisin üyelerinden yarısının görev süresi doluyor, üyeliklerin yarısı boşalıyor; boşalan üyeliklere yeni üyeleri, burada kalan yarısı seçiyor; yani, mevcut olanlar, yanlarına gelecek insanları tercihleriyle seçiyorlar. Bu, bir nevi tavassutla oluyor. Bu, bilim adamlığına yakışmaz. Bilim adamı, ürettiği bilimle, ürettiği yurtdışı yayımlarıyla ve bilimsel kariyeriyle seçilebilmelidir, tavassutla değil; ama, seçilenler için şunu söylüyorum: Seçilenler, bunu, bilim adamlığı vasıflarında değildirler anlamında almasınlar; onlara da saygımız sonsuzdur, hepsi de muteber insanlardır; yalnız, ben, seçimin ve sistemin yanlışlığını tartışıyorum.

Şunu unutmayalım ki, arkadaşlar, bunlardan 4 üyenin özel veya kamu sektöründe temayüz etmiş kişilerden seçilmesi gayet normaldir; kanun gereğidir. Nitekim, sanayicilerimizden Sayın Hüsamettin Kavi halen üyedir, KOSGEB'in Başkan Yardımcısı Bayram Mecit halen üyedir. Bunun gibi, ben, isterim ki, mesela, TÜBİTAK'ın yönetiminde Savunma Sanayii Müsteşarlığımızdan da bir üye olsun. Bunlar, hep, değişime açık olmamız gerektiğini gösteren şeylerdir.

Evet, 1963'te çıkan bu kanuna, 3 tane önemli kanun hükmünde kararnameyle müdahale edilmiştir. Birisi, 294 sayılı Kanun Hükmünde kararnamedir; ikincisi, 497 sayılı, TÜBA'yla ilgili Kanun Hükmünde Kararnamedir; üçüncüsü de, yine 498 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamedir. Niye bunlar yapıldı diye soracaksanız -zannediyorum bugün yok- Sayın Abdulkadir Ateş Beye sorunuz. Turizm Bakanı olarak her üç kararnamenin de altında imzaları vardır kendilerinin; ona sorun, gerekçelerini size gayet güzel izah edebilir.

Arkadaşlar, matruşka oyuncağı sistemiyle kapalı kutu içerisinde olan böyle bir tarz, şu andaki mevcut bilim, mantık ve bilimsel anlayışımıza terstir. Bunun ancak ve ancak nasıl olması gerektiğini söyleyebiliriz; bilim adamının -biraz önce de söylediğim gibi- bilimsel kariyeri, yayımları, belgeleri, patenti atıf alan yayımları alt alta konulur ve herkese, bütün bilim adamlarına açık olur. Burada öyle bir şey yok. Burada, ben "sen gel" diyeceğim, sen geleceksin; böyle bir sistemin olması bilim adamlığına...

YILMAZ KAYA (İzmir) - Nereden biliyorsun?

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Ben bilim adamıyım, oradan biliyorum; öğrenmek istersen çok okuman lazım; onun için, lütfen...

YILMAZ KAYA (İzmir) - Sen seç o zaman.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sen kibar adamsın, yakışmaz sana.

CEVDET ERDÖL (Devamla) - Ben bir şey demiyorum size, anlamanız için söylüyorum.

Şunu söylemek istiyorum: Neden bu kanuna böyle bir geçici madde eklenmesine ihtiyaç duyulduğunu Sayın Bakan çok geniş bir şekilde izah etti. Peki, ne olacaktı; bu böyle devam mı edecekti; TÜBİTAK'ın önünü açmamız lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Erdöl, sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

CEVDET ERDÖL (Devamla)- Tamamlıyorum efendim.

Arkadaşlar, tekrar etmek gerekirse, bir dernek ve daha doğrusu, aile şirketi mantığıyla yönetilen bu kurumun, bir an önce, modern toplumlardaki gibi, bilim adamlarına gerçekten yakışan gerçek bir bilim kurulu hüviyetine kavuşmasını arzu ediyoruz. Bunun için, gerekli adımları mutlaka atmalıyız; gerek malî portesiyle gerek idarî portesindeki yapılarıyla ilgili, eğer istiyorsanız çok daha ciddî bir değişiklik yapalım.

Evet, onun için de, TÜBİTAK'la ilgili araştırma önergesi vermeyi düşünüyorum; yardımlarınızı, desteklerinizi bekliyorum. Muhalefetle birlikte, varsanız hep birlikte yapalım bunu.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli)- Tasarıyı çekin geriye; araştırma önergesi verelim.

CEVDET ERDÖL (Devamla)- Yani, şimdi, şöyle yapmamızı istiyor arkadaşlar: Eskiden olduğu gibi, böyle gelmiş böyle gider; böyle devam etsin, aynı tas aynı hamam; devam etsin... Biz bundan yana değiliz arkadaşlar. Sistemin aksayan yönlerini tamir etmek durumundayız. TÜBİTAK bu yönleriyle aksamaktadır. Bunu da düzeltmemiz için çok önemli bir fırsattır; bunu hep birlikte değerlendirelim. Bunun için, gerçekten, kanun tasarısının çok olumlu olduğunu, Türkiye'nin bilimsel liderliğe ulaşabilmesi için önünü açacağını düşünüyorum. Gelin, açık toplum olma gereğini hep birlikte, elele vererek yapalım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim Sayın Erdöl.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNİK ARAŞTIRMA KURUMU KURULMASI HAKKINDA KANUNA BİR GEÇİCİ MADDE EKLENMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI

MADDE 1. - 17.7.1963 tarihli ve 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 3. - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte boş bulunan Bilim Kurulu üyeliklerine, 4 üncü maddede belirtilen niteliklere uygun kişiler arasından, 4 üncü maddenin ikinci fıkrasında belirtilen oranlar çerçevesinde bir defaya mahsus olmak üzere Başbakan tarafından atama yapılır.

Başkan bir defaya mahsus olmak üzere Başbakanın teklifi üzerine Cumhurbaşkanı tarafından atanır."

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Mustafa Özyurt.

Buyurun Sayın Özyurt. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak için söz almış bulunuyorum.

Arkadaşlar, sözlerime başlarken, Sayın Bakanın, konuyu, tamamen çarpıtarak size sunduğunu söylemek istiyorum, samimiyetle, içtenlikle; bu çarpıtılmıştır. Bu, tamamen kılıf uydurmak için uydurulmuş bir bahanedir.

Benim Bakandan istediğim şuydu: Yiğitçe, buraya gelecekti, diyecekti ki: Arkadaşlar, biz, TÜBİTAK'ı elimize geçirmek istiyoruz. Bunun için de, Başkanını atamadık, sumen altında tuttuk. Bugüne kadar da sakladık. Buna bir kılıf uydurmak lazımdı; ne olacak, kılıfı gayet basit, bu adama usulsüz ödeme yapılmıştır; hem kendisine hem başkalarına.

Sayın Bakan, eğer, bunu, mayıs ayında veya haziran ayında buraya getirseydi, ben, kendisini burada kutlardım. Sayın Bakanım, madem böyle bir yolsuzluk ve usulsüzlük var, siz de bunu yakaladınız, tebrik ediyorum sizi derdim; ama, aradan altı ay geçiyor -usulsüzlük var dediğimizi- saklıyorsunuz saklıyorsunuz ve ondan sonra bir kanun maddesiyle karşımıza çıkıyorsunuz, diyorsunuz ki: TÜBİTAK'ın Başkanını ve 6 üyesini biz atamak istiyoruz. Bunu böyle söyleyin; ne var yani bunda sıkılacak?!

Arkadaşlar, aslında, AKP Hükümeti, hükümet etmek değil, hükmetmek istiyor. Bunu kafanıza yerleştirin; hükmetmek istiyorsunuz, yanlış yoldasınız.

Bakın arkadaşlar, bir otobüsün şoförü otobüsü kötü kullanıyorsa, siz arka koltukta otururken, şu adam gitsin bariyerlere çarpsın diyemezsiniz. Otobüs bariyerlere çarparsa, siz de çarpılırsınız, sizin de bir yeriniz kırılır; hatta, ölürsünüz. Bunu, lütfen, kafanıza yerleştirin. Yanlış yoldasınız.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Biz, otobüsü sarhoş kullanmıyoruz.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Bakın arkadaşlar, eğer konuşmasını biliyorsanız, gelir burada konuşursunuz.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Biliyorum, tabiî...

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Konuşmasını bilmiyorsanız, susmasını bilin, dinleyin lütfen.(CHP sıralarından alkışlar)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Ölürsünüz ne demek?!.

FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa) - Mustafa Bey, sizden öğrendik.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Yüreğiniz varsa, gelir çıkar konuşursunuz...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yüreğim var tabiî, hem de senin kadar yüreğim var.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Sıranız varsa, gelir konuşursunuz; ama, oradan laf atamazsınız; hiç değilse, susmasını bilin, bunu öğrenin.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen müdahale etmeyelim.

Sayın Özyurt, siz, Genel Kurula hitap edin.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Ölürsünüz ne demek?!.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Ölürsünüz demedim.

Yüreğiniz varsa, gelir konuşursunuz.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Tutanaklara bakarsın.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Dedin, dedin...

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Hayır efendim.

Şimdi, arkadaşlar...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Ağzından çıkanı kulağın duymuyor.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Peki efendim, peki...

Başbakan bunu bilerek sumenaltı etmiştir, saklamıştır ve isteyerek bunu yapmıştır; onu da söyleyeyim. (AK Parti sıralarından "Tabiî, tabiî[!] " sesleri)

Arkadaşlar geliyor diyorlar ki, biraz evvel konuşan arkadaşım da diyor ki: "Bu, bilimsel değildir." Peki; Başbakanın kişileri ataması bilimsel midir? Tüccar zihniyetiyle yaptığınız şey bilimsel mi olacaktır? Başbakanın bilimselliği nerededir? Soruyorum size: Başbakanın bilimselliği nereden kaynaklanıyor?

SONER AKSOY (Kütahya) - Başbakan, Meclise karşı sorumludur.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Sizin bilimselliğiniz nereden kaynaklanıyor?

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - İsterseniz söyleyeyim; 37 yıllık doktor ve 22 yıllık da profesörüm; bilimselliğim buradan kaynaklanıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Bununla da olur diyorum. Eğer varsa böyle bir şeyiniz, gelir burada söylersiniz.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Olabilir...

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Tamam, buyurun, hay hay.

Arkadaşlar, dediğim gibi, burada "TÜBİTAK Başkanı bu kadar yolsuzluk yapmıştır, şu kadar parayı usulsüz almıştır" deniliyor. Bu da uydurma, bakın söyleyeyim: TÜBİTAK'a üniversiteden gelen öğretim üyesi, ya üniversite yasasına, yani, YÖK Yasasına tabidir veya TÜBİTAK Yasasına tabidir. Bu, daha evvelki dönemde, Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'ye "bakın, böyle böyle hareket ediliyor" diye sorulmuştur ve hiçbir şekilde "hayır" denilmemiştir. Bunu Sayın Başbakan Yardımcımız biliyor, kendisinden dinledim ben bunu. O zaman geldiğinde "bu yanlış yapılıyor arkadaşlar, sizin yaptığınız yanlış" deseydi ve mayıs ayında bu işi ortaya koysaydı tebrik ederdim; ama, dediğim gibi, bu, tamamen kılıf, uydurma... "Biz bu işi ele geçirmek istiyoruz" diyorsunuz; yanlış yapıyorsunuz. Bakın, üniversite konusunda aynı yere geldiniz, TÜBİTAK konusunda aynı yere geliyorsunuz, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunda aynı şeyi yapıyorsunuz. Dediğim gibi, -bunu, lütfen kafanıza yerleştirin- siz, hükümet etmek değil, hükmetmek istiyorsunuz, yanlış yoldasınız.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - "Hükümet" kelimesinin anlamı ne?

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Hükümet etmenin ne demek olduğunu öğrenmek için açar sözlüğe bakarsınız; ama, hükmetmek demek değildir.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Siz bakın, siz.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Siz, demokrasilerdeki hükümet etmenin ne demek olduğunu anlarsınız.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Ben çok iyi biliyorum, siz bakın.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Peki efendim.

BAŞKAN - Sayın Aydoğan, lütfen... Her konuşmacıya ille laf yetiştirmek durumunda değilsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Öyle görev vermişler.

BAŞKAN - Sayın Özyurt, siz de, lütfen, Genel Kurula hitap edin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Sağ olun, teşekkür ederim alkışlayanlara.

Bakın arkadaşlar, size daha evvel de söyledik, dedik ki: Irak konusunda bu kadar ısrar etmeyin; yanlış yoldasınız, yanlış gidiyorsunuz. "Yetki yasası istiyoruz" dediniz, aldınız yetkiyi; buyurun. Ne yapacaksınız yetkyi?

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yaptık.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Ne yaptınız?

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Gereğini yaptık.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Gereğini yaptınız; başınıza taç ettiniz. İşte, bunda da aynı şeyi yapıyorsunuz. TÜBİTAK'ı da baştan aşağıya değiştireceksiniz, elinize geçireceksiniz, TÜBİTAK diye de bir kurum kalmayacak; onu size söyleyeyim. Bu kurum İsmet Paşanın Başbakanlığında kurulmuş bir kurumdur, bununla iftihar ederiz, onur duyarız ve bunu savunmak için de elimizden gelen her türlü gayreti gösteririz arkadaşlar.

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Bilimsel verilere bakın.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Bilimsel veriler dediniz, sizin TÜBİTAK'ın bilimsel verileri hakkında bilginiz var mı?

FATMA ŞAHİN (Gaziantep) - Biraz önce arkadaş anlattı.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar, dediğim gibi, gelin, bu işi doğru dürüst yapalım. Yiğitçe, çıkın deyin ki, biz bu kurumu lağvetmek istiyoruz, elimize geçirmek istiyoruz, siyasallaştırmak istiyoruz... Bunları söyleyin, biz de rahat edelim. Ama, öküz altında buzağı arar gibi, Sayın Bakan, işte, bunları şöyle yapmışlar, bir gün sonra gönderdiler, bir gün evvel gönderselerdi böyle olmayacaktı diyor. Bunlar, öküz altında buzağı aramak; yapmayın, doğru dürüst yapın şurada!

BURHAN KILIÇ (Antalya) - Yeniliklere kapalısın, yeniliklere!

ZAFER HIDIROĞLU (Bursa) - Sen bilim adamısın Hoca; dinleyeceğimiz bir şeyler söyle!

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar, tekrar söylemeyeyim aynı şeyleri, yüreğiniz varsa, gelir, burada konuşursunuz; ama, hiç değilse susmasını bilin. (AK Parti sıralarından gürültüler)

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Sen buraya bak Hocam, öbür tarafa bakma; ne yapacaksın onları!

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Arkadaşlar, gelin, şu ülkeyi zorlamayalım, şu ülkeyi germeyelim... (AK Parti sıralarından gürültüler) Arkadaşlar, şu ülkeyi germeyelim; bu, bizim için elimize geçmiş bir şans. Güçlü bir iktidarsınız, biz de karşınızda samimiyetle hareket eden, iyi niyetle hareket eden bir muhalefetiz. Diyoruz ki, yanlış yapıyorsunuz, bu yanlışlara gitmeyin. 61 yaş yasasında aynı şeyi yaptınız, Irak konusunda aynı şeyi yaptınız.

Bir misal daha vereyim, 10 000 yoksul öğrenciyi tarikat okullarında okutmak için aynı yolu denediniz, yanlış yapıyorsunuz dedik.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yok yok, Türkiye'de tarikat okulu yok.

MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Bunda da yanlış yapıyorsunuz; lütfen, hiç değilse hatadan dönmesini bilin.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyurt.

MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Başkan, iktidar tarafından tehdit alıyorum "fazla konuşma, Yalova'yı ilçe yaparız" diyorlar!..

BAŞKAN - Şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Orhan Erdem?.. Yok.

Sayın Hüseyin Ekmekcioğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK Yasa Tasarısıyla ilgili görüşlerimi belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

TÜBİTAK, 1963 yılında, ülkede bilim ve teknoloji alanında araştırma-geliştirme çalışmalarını desteklemek, geliştirmek, düzenlemek ve koordine etmek amacıyla kurulmuştur.

TÜBİTAK, bugün, ülkenin bilim ve teknoloji platformunda özel yeri olan saygın bir kurum haline gelmiştir. kırk yıllık bir geçmişe, idarî ve malî özerkliğe sahip olan bu kurum, ulusal bilgi birikimi ve teknolojisinin yaratılmasının en önemli kilometre taşlarından biridir.

Bilim ve teknoloji alanında gelişmenin olmazsa olmaz koşullarından birinin, idarî ve malî özerklikle sağlanabilen bilimsel özgürlük olduğu bilinmektedir. AKP Hükümeti ise, kendi istediği kişileri atayarak, Bilim Kurulu ve başkan aracılığıyla bu özerkliği istediği gibi değiştirmek istemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK başkanı, 1963 yılında çıkarılan yasaya göre, o tarihten beri Bilim Kurulu tarafından seçiliyor. Peki, şimdi ne oldu da bu uygulamadan vazgeçme ihtiyacı doğdu? Yasa tasarısının gerekçesinde, başkanlığın ve 6 Bilim Kurulu üyeliğinin boşalmış olması nedeniyle, başkanla birlikte 13 kişiden oluşan Bilim Kurulunun yeni üyelerini seçme görevini yerine getiremeyeceğinin anlaşıldığı, bu tıkanıklığı aşabilmek için Başbakanın müdahalesine gerek bulunduğu öne sürülmektedir. Oysa, süreç, anlatılandan daha farklı gelişmiştir. Ortada bir tıkanıklık olduğu doğrudur; ama, bu tıkanıklık kurumdan değil, bizzat hükümetten kaynaklanmaktadır.

Dört yıldan bu yana TÜBİTAK Başkanlığı görevini yapmakta olan Prof. Dr. Sayın Namık Kemal Pak'ın görev süresi 30 Mayıs 2003'te dolmuştur. Bilim Kurulu, Sayın Namık Kemal Pak'ı oybirliğiyle yeniden başkanlığa seçerek durumu Başbakanlığa bildirmiştir. Aradan beş aydan fazla zaman geçmesine rağmen, dosya, Başbakanlık tarafından Cumhurbaşkanlığına sunulmadığı için yasal süreç tamamlanamamıştır. 21 Eylül 2003'te görev süresi dolan 6 Bilim Kurulu üyesinin yerini alacak üyeler, yasa gereğince, Bilim Kurulunun 20 Eylül 2003 tarihli toplantısında seçilmiştir. Bu kişilerin isimleri, onaylanmak üzere Başbakanlığa gönderilmiştir; yani, yasal prosedür yerine getirilmiştir; ancak, ne hikmetse, Başbakanlık, bu yasal süreci tamamlamamıştır; yani, yasa tasarısının gerekçesinde öne sürülen tıkanıklık, bizzat hükümet tarafından yaratılmıştır. Bu nedenle, TÜBİTAK, vekil başkan tarafından yönetilmektedir. Yasa tasarısı, yasaya göre seçilenlerin yerine, bir defaya mahsus olmak üzere, atanmışları getirmeyi öngörmektedir.

Bilim adamlarımızı karalamayalım; hele hele, murakıp raporları kesinleşmeden... Altı aydır, murakıpları niye çalıştırmadınız, konuyu niye sonuçlandırmadınız?! Siz, hükümetsiniz. 6 Bilim Kurulu üyesinin de görev süresinin tamamlanmasını mı beklediniz? Mevcut tıkanıklığı hükümet yarattığına göre, bu uygulamadan  beklenen nedir? Hükümet, TÜBİTAK'ı ve kurumun gerçekleştirdiği bilimsel araştırma ve projeleri bu yolla mı siyasî denetimi altına almak istemektedir?

Ayrıca, yapılan bu uygulama sonucu, atama yoluyla gelen kişiler, kendi aralarında ne denli saygın ve bilimsel başarıya sahip olurlarsa olsunlar, konumları tartışma konusu yapılacak ve bu durumdan zarar göreceklerdir; çünkü, hükümetin bu uygulaması, apaçıktır ki, TÜBİTAK'ta kadrolaşma amacını gütmektedir. Hükümet, TÜBİTAK'ı, geri dönülmeyecek bir biçimde siyasî denetim altına almaya çalışmaktadır.

Sayın milletvekilleri, ilginç olan bir başka nokta ise tasarının gerekçesidir. Hükümetin, Başkanının atanması ve Bilim Kurulunun oluşması konusunda kendi sorumluluğunu zamanında yerine getirmemesinden kaynaklanan durum, şimdi, ilginç bir biçimde, tasarının gerekçesini oluşturmaktadır. Tasarının gerekçesinin hiçbir inandırıcılığı bulunmamaktadır.

Siyasî kadrolaşma yoluyla bilimsel çalışma ortamının yok edilmesi ya da siyasal amaçlara hizmet eden yeni bir bilim anlayışı halkımızın çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlar mısınız.

HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Olması gereken, bilimin topluma yayılması, bilimsel düşüncenin egemen kılınmasıdır.

Kaldı ki, tasarı, gerek sebep unsuru gerek amaç unsuru gerekse konu unsuru açısından Anayasaya aykırıdır.

Hiçbir hukuk düzeni, kişilerin kendi kusurlu davranışları sonucunda meydana gelen bir durumu bahane ederek, amaçladıkları bir sonuca ulaşabilmelerini desteklemez.

Mevcut yasalara bilerek aykırı davranan kimselerin iyi niyet sahibi olduğu da ileri sürülemez.

Siyasî iktidarlar geçici, özerk bilimsel kurumlar kalıcıdır. Atama kapısı bir kez aralandığında, gelecek iktidarların tavrı merak edilir. Bu nedenle, siyasî iktidarların, özerk bilimsel kurumları siyasî müdahale alanı olarak görmesi ve salt bu açıdan çözüm araması yanlıştır, kabul edilemez.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TÜBİTAK, 1995'te endüstriyel ar-ge faaliyetlerinin de desteklenmeye başlanılmasından sonra iktidarların ilgi odağı oldu. Refahyol Hükümeti döneminde, Başbakan Sayın Necmettin Erbakan da, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Tosun Terzioğlu ve Bilim Kurulunu değiştirmek istemişti.

Yarım kalmış bir iş mi vardır?.. Nedir arkadaşlar, bilimden, teknolojiden istenilen?.. Bari, bilim adamlarımızı rahat bırakalım. Lütfen takıyye yapmayalım. Geçmişte, dinî siyasîleştirmek isteyenlerin durumunu hepiniz gördünüz. Bilimi, ilmi siyasîleştirmek isteyenlerin de sonu farklı olmayacaktır.

Gerçek niyetiniz neyse, açık açık ortaya koyunuz. Şimdi, gözünüzü bilim ve teknolojiye mi diktiniz?.. Onu da mı siyasete konu edeceksiniz?..

Bu anlamda, bu tasarının, doğru, kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Doğru olan, hükümetin bu yanlıştan dönerek tasarıyı geri çekmesidir.

Bu duygu ve düşüncelerimle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ekmekcioğlu.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum.

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Osman Coşkunoğlu; buyurun Sayın Coşkunoğlu.

CHP GRUBU ADINA OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tartıştığımız, TÜBİTAK için bir kereliğine mahsus bir atamayla ilgili yasa tasarısında çok önemli üç hata yapıldığını tespit ediyorum. Bunları dikkatinize getirmek istiyorum, biraz, üstünde beraber düşünmemizi öneriyorum.

Birincisi, sık sık sözü edilen bir söz var: Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesi... Türkiye Büyük Millet Meclisi bir parti değildir, Türkiye Büyük Millet Meclisi herkestir. Türkiye Büyük Millet Meclisi iradesi dediğimiz zaman, AKP iradesi demiyoruz, hatta, hükümet iradesi demiyoruz; ama, Başbakandan talimat geliyor, bir yasa geliyor, Başbakandan talimat geliyor, yasa çekiliyor. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi değildir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine ve itibarına gölge düşürür.

Seçimleri unutmayın. Seçim platformunu belki çabuk unuttunuz. Seçim platformunda benim önüne çıktığım halk ile sizin önüne çıktığınız halk farklı değildi. Ne dediler; Meclise gittiğin zaman, öyle, parmak kaldıran, parmak indiren, emir kulu milletvekili olma diye bana söylediler; size söylemediler mi?! (CHP sıralarından alkışlar)

ÜNAL KACIR (İstanbul)- Bize de söylediler.

BURHAN KILIÇ (Antalya)- Bravo! 2/B'de gördük sizi.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla)- Onun için, öyle, emir geliyor yasa geliyor, emir gidiyor yasa gidiyor, buna "olur" demeyin. Şu yasa tasarısının içeriğine bir bakın. Yoksa, ben, halkımın önüne gittiğim zaman bu parmak kaldırıp indirme davranışını şikâyet edeceğim, bunu da haber vereyim. Bu, birinci yapılan hata.

İkinci yapılan hata diyebilirsiniz ki, "Yahu, şimdi halkımız can derdinde; TÜBİTAK gibi konularla falan meşgul olmaz. Biz, bunu arada çıkarırız. Halkımız TÜBİTAK ile nasılsa ilgilenmez." Bu da ikinci yapılan hata.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - 2/B'de oy kullanma dediler, oy bile kullanmadınız! (CHP sıralarından gürültüler)

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Bırakın bağırsınlar, bırakın bağırsınlar; konuşacak halleri yok, ancak bağırırlar böyle.

Nasıl olsa halkımız TÜBİTAK'la ilgilenmez diyebilirsiniz.

Değerli arkadaşlarım, bakın, ben size bir şey okuyayım; bu, tarihî bir ibret olayıdır: "Yapısal reformlarla, banka ve finans sektörünün yapısını ve denetimini güçlendireceğiz. Bankalar reform yasasını çıkaracağız. Oluşturacağımız bağımsız bankalar denetim ve gözetim kurumuyla -bakın, bankalar denetim ve gözetim kurumuyla- bankaların daha etkin, sağlıklı ve güven verici bir sistem içerisinde görev yapmalarını sağlayacağız."

Bu neredendir biliyor musunuz; bu, 1999 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisinin seçim bildirgesindendir. Cumhuriyet Halk Partisi, 1998'de, 1999'da, bankaların düştüğü durumu görmüştü. Bunları düzeltmek için bankalar denetim ve gözetim kurumunu kuracağını 1999 seçim bildirgesinde söylemişti. Cumhuriyet Halk Partisi Meclis dışında kaldı. Ne oldu; cezalanan Cumhuriyet Halk Partisi mi oldu, Türkiye mi oldu? Ondan sonra bankalar krize girdi, ondan sonra, IMF'nin emriyle BDDK kuruldu, iş işten geçtikten sonra.

MEHMET BEŞİR HAMİDİ (Mardin) - Kemal Derviş vardı ama!

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Seçim platformunda ben bunu halkımıza anlattığım zaman... 1999'a çevirin hafızalarınızı; şimdi herkes bankalardan konuşuyor. O zaman, 1999'da sadece Cumhuriyet Halk Partisi konuşuyordu, sadece Cumhuriyet Halk Partisi o öngörüyü yapabilmişti; ama, halkımız da haklı olarak, sonradan, dedi ki: "Ee, biz bankalardan ne anlardık!" Doğru; belki biz de üstümüze düşeni yapamadık, belki iyi anlatamadık; ama, değerli milletvekilleri, İsmet Paşanın bir lafı vardır: "Bazılarını her zaman kandırabilirsiniz, herkesi bazen kandırabilirsiniz; ama, herkesi her zaman kandıramazsınız." Önünde sonunda, işte, bankalar fiyaskosu ortaya çıktı ve Cumhuriyet Halk Partisini Meclis dışında bırakanlar, ondan sonra seçtiklerini sandığa gömdüler. Bugün TÜBİTAK'ı kim umursar derseniz, yarın akıbetiniz farklı olmaz. Çünkü, oraların, ülkemize, bilime, eğitime hizmet edecek liyakatli insanlar yerine, iktidarın yandaşlarının maaş yeri olarak tutulacağını, maaş yeri olarak kullanıldığını halka şikâyet edeceğim; bunu da söyleyeyim size. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, üçüncü hata; Meclis kurulduğunda hepimiz, sizler de eminim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler de ve halkımız da bir umut içerisindeydik. Neydi bu umut; parçalanmışlık olmayacak, iktidar ve iktidara yapıcı bir muhalefet yapan -ki, bunu ilk başta şimdiki Sayın Başbakanın seçilme hakkı yolunu açan o davranışıyla Cumhuriyet Halk Partisi göstermiştir- biz, beraberce halkın en önde gelen gündem maddesi üstünde duracaktık. Neydi halkımızın en önde gelen gündem maddesi; yoksulluk, bir; yolsuzluk, iki. Bunlar değil midir, birinci, en öncelikli konular?! İktidar neyle uğraşıyor; YÖK'le uğraşıyor, TÜBİTAK'la uğraşıyor, üniversitelerle uğraşıyor. Hem de şimdi, buraya, kürsüye çıkıp da, hayatında bir gazetede köşe yazısı yazmamış bir insan, bilim adamlarının bilim değerini takdir etmeye kalkıyor! (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, size ibret verici bir veri sunacağım: Bundan on yıl önce uluslararası -rasgele dergilerde değil- bilim dergilerinde bilimsel yayın yapma sıralamasında, Türkiye 45 inci sırada yer alıyordu;şimdi 22 nci sırada. On sene içerisinde, üstelik zikzak çizmeden, istikrarlı bir şekilde bu merdiven basamaklarını çıkmıştır. Şimdi 22 nci sırada yer alıyor. Ekonomide, rekabette, şunda bunda 60 ıncı, 70 inci sırada yer alıyor; ama, uluslararası saygın bilimsel dergilerdeki bilimsel yayın sıralamasında Türkiye 22 nci sırada yer alıyor şimdi.

Bilimsel yayının tek gösterge olmadığını biliyorum; ama, önemli bir göstergedir ve hedef olarak o konulmuştur, o başarılmıştır.

Ben, Plan ve Bütçe Komisyonunda Eğitim Bakanına net bir soru sordum... Aksaklıkları yok mu üniversitemizin; var, aksaklıkları yok mu TÜBİTAK'ın; var; ama, değerli arkadaşlarım, devenin nerem doğru dediği misali, ülkenin neresinde aksaklık yok?! Birsürü, dökülen o yolsuzluklar varken, yolsuzluklarla bankaları dolandırmış insanlar milyarlarca dolarla keyif çatarken, TÜBİTAK'tan birisi 1-2 milyar fazla almış, bilimsel hakkı için gelip bunun burada lafını ediyorsunuz! Onlara hesap sorun sorabiliyorsanız, bilim adamlarının aldığı üç beş kuruş için değil! Yolsuzluklardan cebini doldurmuşlara hesap soramıyorsunuz, bilim adamlarından hesap sormaya kalkıyorsunuz! (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, değerli arkadaşlarım, gelelim TÜBİTAK'a. TÜBİTAK'ın 2002 için önceden hedeflemiş olduğu toplam yayın sayısı -yine uluslararası belli kriteri sağlayan dergilerle- 65'tir, gerçekleşen 82'dir. Bu uluslararası yayın sadece bilimin kalitesi anlamında da değil, Türkiye'nin uluslararası tanımı anlamında da önemlidir. Buralarda yayını çıkanlar, ülkeler ve uluslar, bu şekilde, saygınlık kazanır, bilimden anlayanların takdir edebileceği gibi. Dolayısıyla, sadece bilimsel anlamda bir başarı değil, Türkiye'nin tanıtımı anlamında da önemli bir başarıdır. Aksaklıkları vardır; ama, aksaklıklar için topyekûn kadro değiştirmek, kabul edilecek bir şey değildir.

Değerli arkadaşlarım, tekrar edeceğim; Plan ve Bütçe Komisyonunda Eğitim Bakanına sordum; Türkiye'de bana tek bir kurum gösterin -ki, biraz önce bahsettiğim rakamları söyledikten sonra sordum, kendileri de biliyordu zaten- gerek TÜBİTAK'ın gerek üniversitelerimizin göstermiş olduğu başarının bir benzerini göstermiş olsun, bir kurum daha söyleyin Türkiye'de dedim ve cevap alamadım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - İstanbul Belediyesi!

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Coşkunoğlu, konuşmanızı tamamlar mısınız.

OSMAN COŞKUNOĞLU (Devamla) - Ülkemizin en başarılı kurumlarıyla uğraşmayı bırakın, yoksullukla, yolsuzlukla uğraşın. O zaman bizim de desteğimiz olur, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi irade ve itibarından söz etmek mümkün olur değerli arkadaşlarım.

Bu yasayı... Gelin bir farklılık yapın, ondan sonra göğsünüzü gere gere -belki burada biraz sıkıntı çekersiniz; ama- halkın önüne çıkarsınız. Bilime ve eğitime halkımızın saygısı vardır. Bilim ve eğitim yuvalarının... Benim seçim bölgem Uşak, üniversitesini bekliyor. YÖK yasası çıkacak diye, üniversite çıkmıyor. Yeni YÖK yasasını çıkaralım da kadrolaşalım diye, bütün kriterlerini tamamlamış 15 üniversite, Türkiye'de, bekliyor. Ne diyeceksiniz ilinize gittiğiniz zaman; işte, hükümet YÖK yasasını çıkaracak, onun için bekliyoruz, kadrolaşmak için... Bu, kabul edilebilecek bir davranış değildir. Bunun cezasını -başka kim çeker beni ilgilendirmez; ama- en başta Türkiye çeker. En kısa zamanda, gelin, gündemimize, halkın sizi buraya gönderdiği konulara, yoksulluğa ve yolsuzluğa dönelim. Bilim yuvalarıyla, üniversitelerle uğraşmayı bırakın.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Coşkunoğlu.

Şahsı adına, Konya Milletvekili Sayın Kerim Özkul?.. Yok.

Adana Milletvekili Sayın Nevin Gaye Erbatur; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

N. GAYE ERBATUR (Adana) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısının 2 nci maddesi üzerindeki görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, benim içim yanıyor; içim öyle yanıyor ki, otuz yıllık akademik yaşamım süresince yanmadığı kadar yanıyor. Kimya biliminde, öğretim elemanı ve bir araştırıcı olarak görev yaparken, doğal olarak, TÜBİTAK'la, proje ve benzeri destekler alanında sık sık etkileşimlerim oldu. Asistanlığımdan profesörlüğüme uzanan süreçte, çeşitli TÜBİTAK projelerinde, yardımcı araştırıcı ve yürütücü olarak görevler yaptım. Genel olarak gözlemim, TÜBİTAK'ın, misyonunu ve üstlendiği görevleri, siyasî otoritenin yönetime egemen olduğu dönemler hariç, başarıyla yerine getirdiği ve bilimin öngördüğü yöntemlerin kullanılmasıyla, destek politikalarını tarafsız ve objektif bir şekilde oluşturduğudur.

TÜBİTAK, daha önce arkadaşlarımın da söylediği gibi, 24 Temmuz 1963'te yürürlüğe giren 278 sayılı Yasayla kuruldu. Kurulduğu yıldan 1980'li yılların ortasına kadar müsteşarlık şeklinde yönetildi.

TÜBİTAK'la ilk siyasal etkileşime giren, o zamanki Millî Selamet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan'dır. Necmettin Erbakan, aynı bugün olduğu gibi, kurumda isteklerini yaptıramaması nedeniyle, o dönemin TÜBİTAK Genel Sekreteri Prof. Dr. Muharrem Miraboğlu'nu hedef almış ve Muharrem Miraboğlu'nun Necmettin Erbakan'ın isteklerine boyun eğmemesi ve onun güdümüne girmemesi nedeniyle, TÜBİTAK'la ilgili tüm Bilim Kurulu üyelerinin atamalarını imzalamamıştır. Bu durumda, Sayın Muharrem Miraboğlu Genel Sekreterlikten istifa etmiştir. Tarih 1974'tür. Bu tarihten 1977'ye kadar TÜBİTAK vekâleten idare edilmiştir. Bu durum, 11 Kasım 1987 gün ve 19631 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 294 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle, TÜBİTAK sisteminin başkanlık ve yönetim kuruluna dönüştürülmesine kadar devam etmiştir.

O zamanki yönetim kurulu üyeleri arasında iki kişi dikkatimizi çekiyor. Bunlardan biri, başkan olan Prof. Dr. Mehmet Ergin -ki, kardeşi Millî Selamet Partili Süleyman Ergin'dir- diğeri ise, bugünkü hükümetin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanıdır. Sayın Bakan, başkan yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olarak bulunduğu TÜBİTAK'ta, bir zamanlar etle tırnak gibi oldukları dönemin başkanı tarafından bezdirilerek uzaklaştırıldığı dönemdeki olaylara yakından tanık olmuş ve uzaklaştırıldıktan sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesinde çalışmaya başlamıştır. Daha sonra ise, mahkeme kararıyla döndüğü TÜBİTAK'ta başkan yardımcısı olarak tüm ödemelerini ve tazminatını da alarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesine geri dönmüştür. 1990 yılının sonunda Prof. Dr. Mehmet Ergin görevden alınmış, yerine Prof. Dr. Kemal Gürüz atanmıştır. Bu süreç, Prof. Dr. Erdal İnönü'nün inisiyatifiyle, 498 sayılı ve 9.9.1993 tarihli Kanun Hükmündeki Kararnameyle, TÜBİTAK Yasasının ilk haline döndürüldüğüne kadar devam etmiştir. O halde, gözden uzak tutulmaması gereken nokta, söz konusu kanun hükmünde kararnameyle eski şekline dönüştürülen yasa gereği yapılması zorunlu olan ve bir defaya mahsus olarak 1963 yılındaki yasanın ruhuna ve lafzına uygun yapılan atamaların, bu yasa teklifiyle, yasa teklifinde yer alan aynı sözcüklerin yan yana oluşunun dışında uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmadığıdır. Yeni oluşturulan bir kurulun atama yapılmadan çalışmaya başlaması, eşyanın doğasına aykırı bir durumdur. Ayrıca, söz konusu kanun hükmünde kararnamede, kararnamenin yayımlanmasına kadar yönetim kurulunun göreve devam edeceği hükmü de yer almaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlayın.

N. GAYE ERBATUR (Devamla)- Bu durum, hükümetimiz tarafından ya bilinmemekte ya da özellikle değiştirilmektedir.

Profesör Erdal İnönü'nün buradaki işlevi, her şeyden önce, 1963 yılındaki yasanın ortaya çıkışında verilmiş olan emeğe sahip çıkış olarak yorumlanabilir.

TÜBİTAK Yasasının, eleştiriye açık ve değiştirilmesi talep edilebilecek yönleri olabilir; ancak, doğru ve uygun şekli, bunun oldubittiye getirilmeden ve taraflar arasında sağduyuyla tartışılarak yapılmasıdır.

Daha önce belirttiğim gibi, siyasî otoritenin TÜBİTAK yönetimini politik olarak taraflı bir şekilde oluşturmuş olduğu dönemlerde, kurum, bilimsel ilkelerden tamamen uzaklaşmıştır. Şu anda yapılmak istenen yasal değişiklik, yani, TÜBİTAK Başkanının bir kereye mahsus olmak üzere Başbakan tarafından atanması ve TÜBİTAK Bilim Kurulunun 6 üyesinin yine Başbakan tarafından atanması işlemi, korkarım, benzer bir siyasallaşma dönemini TÜBİTAK'ta başlatacaktır. Daha önce yaşanmış olan bu olgunun yeniden yaşanması, TÜBİTAK'ta uzun yıllar onarılmayacak yaralar açacaktır.

Siyasî etkilerle bilim kurumlarının yöneticilerinin sık sık hükümetler tarafından değiştirilmesinin önünü açacak olan yasa tasarıları, ülkemizin bilgi çağını yakalama hedefleriyle bağdaşmamaktadır. Adam değiştirme yerine, ulaşılacak bilim hedefleri ve kurumların kalitesinin yükseltilmesini sağlayacak verimli kadroların oluşması için nelerin yapılacağının tartışılması, daha yararlı olur. Bu konuda sağduyunun egemen olması en büyük dileğimizdir.

Sevgili Adanalı arkadaşım Recep Garip "adaletsizlik bize yakışmıyor" dedi; doğrudur, size yakışmıyor adaletsizlik, lütfen adaletsizlik yapmayın ve siyasî baskılardan uzak olan TÜBİTAK'ın üst yönetimine ilişkin olarak yapılan bu yasa değişikliğini geri çekin. Geri çekin ki, biz de yürekten inanalım, sizin, bilimin ve TÜBİTAK'ın önünü açmaya çalıştığınıza.

Teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erbatur.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum.

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından alkışlar [!])

CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum ve sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, söz konusu tasarının 3 üncü maddesi, bu tasarının yürürlük maddesidir, bu kanunu yürütme yetkisini Bakanlar Kuruluna vermektedir; ama, burada durup düşünmemiz lazım. Bakanlar Kuruluna yürütme yetkisi verilen bu kanun, nasıl bir kanundur?! Bu kanun, bir defaya mahsus olmak üzere gereği yerine getirilecek ve gereği yerine getirilince de tüketilecek bir düzenlemedir, genel değildir, objektif değildir. Halbuki, hukukta "kanun" adı verilen işlemler geneldir, objektiftir, kalıcıdır; yani, bir kere somut bir olayda gereğine uyulmuş olması, o kanunun gereğinin yerine getirilmesine yetmez. Benzer bütün somut olaylarda da bu kanun yürürlükte kalır, ona uyulması zorunlu hale gelir, benzer diğer olaylar için de geçerli bir kural niteliği taşır; ama, biz, burada, bir defaya mahsus olmak üzere bir kanun çıkarıyoruz ve bu kanunu, sırf -yaşanan olayları hepimiz bildiğimiz için rahat rahat söylüyorum- TÜBİTAK Başkanı ile Başbakan arasında bir tartışma olduğu için, TÜBİTAK ile AKP İktidarı arasında bir geçimsizlik olduğu için çıkarıyoruz. Kanunun çıkarılma gerekçesi de budur; başka bir nedeni yoktur. Biz, böyle bir gerekçeye dayalı olarak... Kanunun gerekçesinde ifade edilmese dahi, toplum olarak hepimiz, yöneticilerimizin, bakanlarımızın ve Başbakanımızın açıklamalarında biliyoruz ki, bu kanunun çıkarılmasının arkasındaki asıl gerekçe budur.

Değerli arkadaşlarım, anayasasında "hukuk devleti" yazılı olan bir devlette bu tür kanunlar çıkarılamaz. Hukukun genel ilkelerine bağlı kalmanın   Avrupa   Birliğine   giriş   standartları   arasında   yer  aldığı  -Kopenhag Kriterlerinden birisi de, hukuk devletini yaşama geçirmektir, eksiksiz biçimde yaşama geçirmektir- Avrupa Birliğine giriş normları arasında hukuk devletini yaşama geçirmenin yer aldığı bir dönemde, böyle bir yasayı çıkarmaya kalkışmak, bir hukuk cinayeti işlemekle eşdeğerdir; bunu yapamayız.

Bakınız, bu iktidar, önce kendi kadrosunu yaratmaya yöneldi. Bu kanunun çıkarılışının altında da yatan temel neden, biraz önce açıkladığım gibi, iktidarın, TÜBİTAK çerçevesinde de kendi kadrosunu yaratmaya kalkışmasıdır. Kendi kadrosunu yaratmak emeliyle yola çıkan iktidar, bugün, artık, kendini, kendi hukukunu yaratma emeline kaptırmış durumdadır.

Değerli arkadaşlar, bir hukuk devletinde, bir iktidarın hukuku, bir başka iktidarın hukuku diye ayırımlar olmaz. Hukuk, hukukun genel prensiplerine uygun bir biçimde çıkarılmalıdır. Hukukun genel prensipleri de, böyle, bir defaya mahsus yasalara geçit vermez. Hukuk dilinde bunun adı ayrıcalıktır, bunun adı keyfîliktir; keyfîliğin de -biraz önce söylediğim gibi- hukuk devleti ilkesiyle bağdaştırılması mümkün olmaz.

Belki, anlayışınıza göre, böyle bir hukuku, bugün, burada, vereceğiniz oylarla yaratabilirsiniz; burada, çoğunluk olmanıza dayanarak yaratabilirsiniz; ama, buradaki çoğunluğun oyu, hiçbir zaman, bu çıkardığınız kanunlara hukuk niteliği, kanun niteliği kazandırmaz; ama, bir tek işleve yarar, yararlı olmayan bir tek işleve yarar: Devleti, önce, hukuk devleti niteliğinden uzaklaştırmaya; ikinci olarak da, daha uzun bir vadede, devleti devlet olma niteliğinden uzaklaştırmaya. Öyle zannediyorum ki, devleti devlet olmaktan çıkaracak böyle bir süreci yaratmaya, şu sıralarda oturan hiç kimsenin eli varmayacaktır. Böyle umut etmek istiyorum; çünkü, şu kürsüde, görevimize başlarken, hepimiz, Anayasaya ve hukuka saygılı olmak yemini ettik. O yeminin gereğine uyma yeri, bugün, burasıdır, bu yasaya olumsuz oy kullanmaktır.

Belki, bunlar kulakardı edilecek; belki, burada, birkısım arkadaşlarımız, biraz sonra, bu hüküm ve tasarının tümü oylanırken olumlu oy kullanacaklar; kendi partilerinin çıkarı gerektirdiği için olumlu oy kullanacaklar; ama, ben, şuradan hatırlatayım, bu tür davranışlar, oldubitti anlayışı içerisinde, bir ülkenin tarihinde unutulmaya bırakılmazlar. Bu işlenen hukuk cinayetinin hesabını size sorarlar. Bugün sormasalar bile, tarihte bir gün, ama, mutlaka sorarlar; çünkü, hiç kimsenin, bir devletin hukuk düzenini keyfîliğe sürükleme hakkı yoktur; hangi sıfatı taşırsa taşısın; bu kimse, cumhurbaşkanı olsa da hakkı yoktur, başbakan olsa da hakkı yoktur, bakan olsa da hakkı yoktur, milletvekili olsa da hakkı yoktur, vatandaş olsa da hakkı yoktur. (CHP sıralarından alkışlar)

BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Halkın iradesi var!..

OYA ARASLI (Devamla) - Kullanacağımız oyları, bu sorumluluğumuzu düşünerek kullanalım. Ben, bunda, gülünecek, alay edilecek bir şey görmüyorum; ama, o kadar ısrarlı hal aldı ki bu Meclisin çatısı altında hukuk çiğnemeler, hukuksuzluklar, Anayasaya aykırılıklar, bu işlerin ne demek olduğunu bilen, yıllarca hukuk öğretmek görevini yerine getirmiş bir insan olarak, bunları size hatırlatmayı görev biliyorum; çünkü, hatırlatılmaya muhtaç konumda olduğunuzu görüyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

AGÂH KAFKAS (Çorum) - Aaa! Hocam, burası sınıf değil, Meclis.

OYA ARASLI (Devamla) - Oyunuzu verirken bunları hatırlayınız, böyle bir hukuk cinayetine oylarınızı alet etmeyiniz demek istiyorum.

Bakınız, burada, biraz önce "bu devletin beş kuruşunu boşa harcatmayız" dedi bir bakanımız. Ben de sormak istiyorum: Şu kürsüde bu ikazları yapmaktan bıktım, hiçbirinde de haksız çıkmadım. Keşke haksız çıksaydım, keşke bu memleketin hukuk düzeni, çıkarılan yasalarla doğru düzgün gidiyor olsaydı; ama, şurada yaptığım ve her seferinde de sizin aynı tavırla karşıladığınız uyarılarımın hepsinde haklılık payı olduğu, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlarla ortaya çıktı ve biz, bu haksızlıklar Anayasa Mahkemesi tarafından düzeltilinceye kadar, kimi yasaları burada iki kere görüştük -Cumhurbaşkanı tarafından reddedildiği için- ve bir yasa çıkarmanın bütün masrafını, bu ülkenin bu fakir insanlarının sırtına yükledik. Bu, ülkenin parasını heder etmek değil de nedir?! Sayın Bakanımıza, ben bir kere de bunu hatırlatmak istiyorum ve bir kere daha, bu yasanın, yasa niteliği dahi taşımaktan uzak olduğunu söylüyorum.

Devlet büyükleri kurumlarla çelişkiye düştü, kurumlarla kavgalı oldu diye yasa çıkarılmaz. Bu ihtilafı bu şekilde çözmek için yasa çıkarılmaz. Sayın Bakanımız, biraz önce "Erdal İnönü de böyle yaptı" dedi. Herhalde, ya bizleri, olayı bilmiyor varsaydı veya kendisi de Erdal İnönü-TÜBİTAK olayını olması gereken özenle incelemedi. Ya kendisi bilmiyor ya bizi bilmiyor zannediyor veya anlamaz yerine koyuyor. O olay farklıdır, bu olay farklıdır; bu, bütün devlet kurumlarıyla kavgaya girmiş bir iktidarın zavallılığını örtebilmek için çıkarmak istediği bir  yasadır. (AK Parti sıralarından gürültüler) Bu emele alet olmamanızı bir kere daha rica ediyorum, sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Araslı.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Asım Aykan; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ASIM AYKAN (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; TÜBİTAK'la ilgili yasa değişikliğinin 3 üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımızın bu genel yaklaşım biçimi üzerinde, müsaade ederseniz, iki üç cümle söylemek istiyorum.

Şunu söylüyorlar- bugün, dün, değişen bir tavır yok- hep, yanlış yapıyorsunuz. Biraz önce çıkan arkadaşımız da bize bunu söyledi; yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz, yanlış yapıyorsunuz... Nereden biliyorsun bizim yanlış yaptığımızı!..

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Irak'tan!

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) - Yeri neres?.. Anayasa Mahkemesinden her seferinde dönüyor.

ASIM AYKAN (Devamla) - Bir dakika, bir dakika...

Arkadaşlar, ben yıllardan beri siyaset yapıyorum. Her muhalefet partisi, iktidar için "yanlış yapıyorsunuz" der. Şimdiye kadar "doğru yapıyorsunuz" diyen bir muhalefet partisi gördünüz mü; yoktur.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Kaç kez "evet" dedik.

ASIM AYKAN (Devamla) - Peki, kimin yanlış kimin doğru yaptığına kim karar verir?

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Anayasa Mahkemesinden geliyor.

ASIM AYKAN (Devamla) - Kim karar verir?

Orada yazıyor: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." (AK Parti sıralarından alkışlar)

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Bu millet sadece size oy veren üçte 1 değil!

ASIM AYKAN (Devamla) - Orada yazıyor.

 Kim karar verir iktidarın doğru veya yanlış yaptığına; millet. O zaman, sabredin. 28 Marttaki seçimde, siz mi yanlış yapıyorsunuz, biz mi yanlış yapıyoruz; onu, milletimiz bize gösterecektir. Sabırlı olun.(AK Parti sıralarından alkışlar) Mart ayını bekleyin. Mart ayında sandık açıldığı zaman, siz mi yanlış yapıyorsunuz iktidar mı yanlış yapıyor belli olacak. Sabırlı olun; bir.

İkincisi, arkadaşımız "siz iradenizi kullanamıyorsunuz" diyor, biraz önce söylediler. Allahaşkına, kimin iradeyi kullanıp kullanmadığını millet görmüyor mu?

Biz, 1 Mart tezkeresinde, tarihimizin en önemli kararında grup kararı almadık, özgürce irademizi kullandık; ama, siz, 2/B yasasında, şuraya adamı diktiniz, kimseye oy kullandırmadınız. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Üçüncüsü, bu, hep karşı durmak mantığından vazgeçin allahaşkına. Muhalefet, sadece muhalefet yapmak değil, yanlışı gösterirken doğruyu da göstermektir.

Siz, 1970'li yıllardaki köprüyü yaptırmam, 1980'li yıllardaki sattırmam mantığıyla bir yere varamazsınız. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bırakın bunları...

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Tekeli satın da görelim!..

OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) - Ucuza Türkiye'yi satamazsınız!

OYA ARASLI (Ankara) - Yetki aldınız, kullanamadınız Irak'ta.

ASIM AYKAN (Devamla) - Bir diğer mevzu, kadrolaşıyorsunuz, kadrolaşıyorsunuz deyip duruyorsunuz.

Arkadaşlar, bu insanları biz atadığımız zaman anormal oluyor da siz atadığınız zaman niye normal oluyor; bunu bana söyler misiniz allahaşkına?! Biz, oraya Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını atamıyor muyuz?!

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Kurallara göre atayın, yasalara göre atayın.

ASIM AYKAN (Devamla) - Biz, milletten aldığımız yetkiyle, kanunların, yönetmeliklerin, usullerin, esasların çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını atıyoruz, başka birisini buraya göndermiyoruz.

MUSTAFA SAYAR (Amasya) - Burası atama yeri değil.

ASIM AYKAN (Devamla) - Türkiye'de, hiç kimse hukuk devletine karşı değil. Hukukun olmadığı yerde anarşi olduğunu ve hiçbir şeyin, hiçbir taşın yerine oturmadığını biliyoruz. Avrupa Birliğinin kapısındayız. İkide bir buraya gelip de, el sallayarak bizi tehdit eder vaziyette konuşmanızı anlamış değiliz.

MEHMET TOMANBAY (Ankara) - Siz sallıyorsunuz... Ele bak!

ASIM AYKAN (Devamla) - Lütfen... Lütfen, şuna son verelim.

Hukukun kamu vicdanıyla örtüşmek durumunda olduğunu da unutmayın. Her zaman, hukuk, kamu vicdanıyla örtüşür. Rahmetli Menderes de hukukla, mahkemeyle asıldı; ama, daha sonra kamu vicdanından özür diledik. Unutmayın bunu! (AK Parti sıralarından alkışlar)

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bizim, kurumlarla kavgamız yok. Biz, hizmete geldik. Türkiye'nin gündemi ne ise, AK Partinin gündemi odur; bizim başka bir gündemimiz yok. Biraz önce söylediniz; ona katılıyorum; hırsızlıkla ve yolsuzlukla, işsizlikle mücadeleye geldik, başka bir gündemimiz yok. Bizim kurumlarla kavgamız yok; ama, sizin milletle kavganız olduğundan şüphem yok.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aykan.

Şahısları adına, Konya Milletvekili Sayın Orhan Erdem?.. Yok.

Ankara Milletvekili Sayın Zekeriya Akıncı; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz yasa tasarısının 3 üncü maddesiyle ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, sevgi ve saygıyla selamlarken, dört yıl önce bir büyük felaketle yitirdiğimiz, Düzce'de kaybettiğimiz yurttaşlarımızı bir kez daha saygı ve rahmetle anıyorum ve konut sorunları çözülememiş olduğu için, 72 gündür Ankara soğuğunda, Abdi İpekçi Parkında sorunlarına çözüm arayan ve 72 gün sonra da gözaltına alınan yurttaşlarımıza da geçmiş olsun diyorum.

Evet, sevgili arkadaşlarım, görünüşte tek bir maddelik yasa tasarısını görüşüyoruz ve son derece basit, sıradan bir işmiş gibi değerlendiriliyor, sunuluyor Meclise; hatta "ne olmuş, tek bir maddecik" denildi.

Aslında, burada, tek bir maddeyle de olsa, Türkiye'de idarî ve malî özerkliği olan bir kurumu, nasıl siyasî amaçlarınız doğrultusunda kullanabileceğinizin, biçimlendirebileceğinizin de tipik bir örneğini veriyorsunuz. Tek kurşunla vurur gibi, tek maddelik bir yasayla, TÜBİTAK'ı vurmak istiyorsunuz.

Aslında, gerekçe ne kadar masumane görünüyor; TÜBİTAK'ta var olan tıkanıklığı aşmak ve kuruma işlerlik kazandırabilmek. Peki, görünmeyen, ama, bilinen gerekçeler bu kadar masum mu; elbette değil.

Sayın Başbakan, insanları, zaman zaman "niyet okuyucuları" diye tanımlıyor; ama, böyle bir durum karşısında, AKP İktidarının gerçek niyetinin ne olduğunu merak etmemek, hatta görmemek mümkün mü?!

Siz, 12 kişilik Bilim Kurulunun yasasına uygun biçimde seçtiği başkanın atamasını altı ay Cumhurbaşkanına sunmazsanız, bunun ardından da, 20 Eylüle kadar bu sunuşu bekleyip, Cumhurbaşkanına sunuş yapılmayınca da, yine kendi yasasına uygun biçimde Bilim Kuruluna seçilen 6 yeni üyenin atamasını da yapmazsanız, biz, bu işin neresinde iyi niyet arayalım? Böyle bir durumda, iyi niyet mi kalır, hukuk mu kalır, demokrasi mi kalır?! Kaldı ki, böylesine bariz, açık bir olayda da herhalde niyet okuyuculuğuna falan da gerek yok; çünkü, yapılmak istenen çok açık ve çok net.

MEHMET SOYDAN (Hatay) - Sayın İnönü de öyle yapmış.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Üstelik, bazı iddiaların aksine, bu 6 bilim adamının seçiminde Bilim Kurulu Başkanlığına vekâlet eden Sayın Tuğrul Tankut oy kullanmamışken ve iki dönem görev yaptıkları için yeniden aday olamayacak olan, ama, oy kullanma hakları devam eden 2 üyenin de katılımıyla 8 kişiden oluşan kurul, yasasına uygun biçimde 6 yeni üyesini seçmişken bu atamaları yapmıyorsanız, bu yasayla, TÜBİTAK'taki tıkanmayı önlemeye çalışıyoruz iddianız ne kadar inandırıcı olur, onun ötesinde, ne kadar demokratik ve yasal olur?

Gerçekten de, demokrasiyi ve yasaya saygıyı içinize sindirmiş olsaydınız, bu atamalar yapılır, başkan onaya sunulur ve böyle bir kaos da yaşanmazdı; çünkü, demokrasi, topluma güven verme ve toplumsal düzenin korunması sorununu herkesten önce iktidara -yani, size- yüklüyor. Bu ise, öncelikle, iktidarınızın, çoğunluk bende, ne istersem yaparım saplantısından sıyrılıp, ikide birde orayı göstermekten vazgeçip, hukuk kurallarına uymak ve uyulması için idareye olanak sağlamakla mümkündür.

SONER AKSOY (Kütahya) - Halk her yere girer.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Örneğin, AKP'li bir sözcü "hep muhalefet ediyorsunuz, doğrusu neyse söyleyin" dedi. Söylüyoruz; diyoruz ki, TÜBİTAK'a siyasetin elini sokmayın, bilimsel bir kurumun malî ve idarî özerkliğini zedelemeyin. Bunu da anlamazsanız, ne söyleyelim?! Bu kadar açık söylüyoruz.

Uzunca konuşup, TÜBİTAK ve orada yaşananlarla ilgili fazla bir şey söylemeyen, yayınlardan, ar-ge teşviklerinden, burslardan ve benzeri diğer çalışmalardan söz etmeyen Sayın AKP sözcülerinin de, dürüst, iyi niyetli ve benzeri yuvarlak tanımlamalarına bakarak, ataması yapılmayan bilim adamlarına dönük ağır bir eleştirilerine de tanık olmadık. Zaten seçmene bayram mesajı niteliği taşıyan bu konuşmalardan, TÜBİTAK'la ilgili ne söylenmek istendiğini de kimse pek çıkaramadı; ama, bilim adamı olduğunu söyleyen ve inandığımız bir arkadaşımızın "matruşka" benzetmesiyle, bu kurumun özerk yapısını küçümsemesini anlayabilmiş değilim.

Biz umut eder ve beklerdik ki, önce, bilim adımı olduğunu söyleyen arkadaşımız bu yasa tasarısına karşı çıkabilsin. Bu yasa tasarısına karşı çıkmak, bilim adamı olduğunu iddia eden ve söyleyen herkesin öncelikle görevidir. (CHP sıralarından alkışlar)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Allah, Allah!..

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Ben o arkadaşımı da görev yapmaya davet ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlar mısınız.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, esas olarak ne TÜBİTAK ne de diğer Bilim Kurulunun üyelerinin nitelikleri üzerine, söylediğim gibi, bir değerlendirme yok. Bu işe layık olmadıkları biçiminde de bir iddia yok utangaçça bir şeyler söyleniyor ise de.

Bu atamaların yapılmamasının nedenini, bizler, aslında, komisyon toplantısında, Sayın Başbakan Yardımcımızın değerlendirmelerinden öğrendik; yani, ne zaman; şubatta Bilim Kurulu başkanını seçmişken, mayısta seçim sonucu Başbakana sunulmuşken, 12 Hazirandan sonra murakıpların incelemesi başlamışken ve murakıplar raporlarını temmuz ayının ortasında sunmuşken, bu murakıp raporlarındaki bazı konuların incelenmesi isteğini, atamanın önünde bir büyük engelmiş gibi sunarak ne kamuoyunu ne de bizleri ikna edebilmeniz mümkündür. Üstelik bunlar ne zaman gündeme getirilmiş; TÜBİTAK Yasası komisyonda görüşülmeden birkaç gün önce ve ne yazık ki, bu yasanın gerekçesine gerekçe oluşturmak için de, acımasızca kampanyalarla, bu insanlarla ilgili kafalarda soru işaretleri uyandırmaya çalışmışsınız ve kendinizi haklı çıkarmak için, yargısız infazdan bile kaçınmamışsınız. Şu anda TÜBİTAK'ın başkanı ve seçilemeyen, seçilmiş ama atanmayan yöneticileri bu kürsülerde töhmet altında bırakılmıştır.

Peki, olan ne; TÜBİTAK, 1996'dan bu yana, üstelik, Sayın Pak daha kurum başkanı değilken, Devlet Bakanlığından onay alınarak, yazışmaların sonucunda bilim adamlarına YÖK'ün değil, TÜBİTAK'ın kendi yasasına göre ücret ödenmiş; olay bu. Bize komisyonda sunulan ve atamanın önünde en büyük engelmiş gibi gösterilen konu bu. Peki ne ödenmiş; -Sayın Başbakan Yardımcımız söyledi- ayda 270 küsur milyon yerine, 2,5 milyar kadar; dört yılda toplam 120 milyar. Kime ödenmiş bu para -dikkatinizi çekiyorum- Türkiye'nin, bilim ve teknolojisinin geleceğini emanet ettiği insanlara. Kaldı ki, öncelikle, Sayın Başbakanımız ve Bakanımız da biliyordur ki, bu ücret  sadece bazı bilim adamlarına değil, aralarında TÜBİTAK'ın başında görmek isteğini duyduğumuz saygıdeğer bilim adamına da ödenmiştir. Kaldı ki, siz, ayda 270 000 000'a -bunu savunmak benim hakkım değil; ama, bir gerçeği birlikte tespit edelim- değil uzaya uydu gönderen bilim adamı TÜBİTAK'ta bulaşıkçı çalıştıramazsınız. Bunu da kör kuruşun hesabını sormak falan diye istismar etmemelisiniz diye düşünüyorum. Ayrıca, murakıp raporlarının da, birçok kurumda olduğu gibi, bir iki yıla uzanan gecikmelerle incelenmiş olması da herhalde TÜBİTAK yöneticilerinin suçu değildir.

Sevgili arkadaşlarım, ayda 270 000 000'a bilim adamı çalıştıramazsınız. Bunu büyük bir yolsuzluk, suiistimal diye kamuoyuna sunamazsınız, sunmamalısınız; kamuoyu bunu okudu. Bu insanlar, bu nedenlerle töhmet altında kaldı.

BAŞKAN - Sayın Akıncı, tamamlar mısınız.

ZEKERİYA AKINCI (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Böyle bir ücreti, bu değerli bilim adamlarına çok görürseniz, hepimizin şikâyetçi olduğu, önce kamudan özel sektöre sonra da yurtdışına beyin göçünü, bu ücret politikasıyla engelleyebilir misiniz?!

Diyebilirsiniz ki, söyledikleriniz doğru; ama, biz aklımıza koyduk, birçok kurumda yaptığımız gibi 2 000'i aşkın çalışanı, 300 trilyona yakın bütçesi olan bu kuruma da, vücut dilimizden anlayan insanlar aracılığıyla nüfuz edeceğiz. Yoksa, bazı kurumları yeniden yapılandırmak falan niyet değil. Gerçek niyet, o değil.

Bu tutumunuz, doğal olarak bize ünlü, hepinizin de bildiği kurt ile kuzu hikâyesini hatırlattı; ama, inanıyorum ve umut ediyorum ki, birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da ne Cumhuriyet Halk Partisi ne de yasaya ve hukuka bağlı kurumlar, bu sefer de kuzuya kurdu yedirtmeyecektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Kuzu kurdu yemez!

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akıncı.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunmadan önce, Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Özcan, son konuşmacı olarak, oyunun rengini belirtmek üzere söz istemiştir.

Buyurun Sayın Özcan; aleyhte...(CHP sıralarından alkışlar)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Merak etmiyoruz ki!

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Merak ettiyseniz gelir konuşursunuz. Bu kadar mı merak ediyorsunuz?!

BAŞKAN -Sayın Özcan, buyurun.

HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 275 sıra sayıyla dağıtılan kanun tasarısı üzerinde, İçtüzüğün 86 ncı maddesi uyarınca, görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

TÜBİTAK, 278 sayılı Kuruluş Kanunu uyarınca, Başbakana bağlı, idarî ve malî özerkliği bulunan bir kamu tüzelkişiliğidir. Bu kanunun 5 inci maddesinde "TÜBİTAK Başkanı, Bilim Kurulunca, müspet bilimler alanında eser, araştırma ve buluşlarıyla tanınmış kişiler arasından seçilir ve Başbakanın teklifi üzerine, Cumhurbaşkanı tarafından atanır" denilmektedir. Yasa, atama usulünü çok açık bir şekilde ortaya koymasına rağmen, bugün, gerekçesini anlamakta zorlandığımız bu tasarı, Meclisin gündemine gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, huzurlarınızda, Sayın Başbakana soruyorum. Göreviniz gereği, Sayın Prof. Dr. Pak'ın kararnamesini köşke göndermeniz gerekirken, hangi gerekçelere dayanarak bu atamanın gerçekleşmesine engel oldunuz?! Yoksa, Sayın Prof. Pak, 278 sayılı TÜBİTAK Kuruluş Yasasında, kurum başkanlığı için belirtilen bilimsel kriterlerden yoksun mudur?!

Değerli arkadaşlar, Sayın Profesör Pak, uluslararası bilim çevrelerinde, isminden saygıyla söz edilen bir bilim adamıdır; fakat, Sayın Pak'ın bir zaafı var; politize olmamış ve kendini bilime adamış, laik, demokratik cumhuriyetin temel ilkelerine bağlı kalmıştır; bu mu rahatsız ediyor acaba?! Herhalde, bu nitelikler Sayın Başbakanı rahatsız etmiş olmalı ki, tam altı aydır, sürecin tamamlanmasına engel oluyor.

Sayın milletvekilleri, bugün üzerinde görüştüğümüz yasa tasarısının gerekçesi, Türk Halkıyla, kamuoyuyla, âdeta, alay edercesine, bizzat hükümet tarafından bilinçli olarak yaratılmıştır. Gerekçede belirtilenin aksine, başkan ve Bilim Kurulunun 7 üyesinin seçimi, yürürlükteki yasaya uygun olarak ve yasal süresi içerisinde tamamlanmıştır; yani, değerli arkadaşlarım, sorun, başkan ve Bilim Kurulunun 6 üyesinin seçimi değil, Sayın Başbakanın görevi ifa etmesindeki noksanlıklardan kaynaklanmaktadır. Görülüyor ki, sorun, hükümetin, yasal süreç içerisinde yapılan seçimleri yok sayıp, Başbakanın vücut dilinden anlayan bilim adamlarını atamak istemesinden kaynaklanıyor. Demek ki, kendisinin demokrat olduğunu iddia eden Sayın Başbakan, demokrasiyi, sadece kendi düşüncesinde olanları egemen kılmak için istiyor. Sayın Başbakanın bu tutumunu başka nasıl izah edebiliriz?!

Değerli arkadaşlar, üniversiteler ve bilim kurumlarıyla alay etmenin bir anlamı yok. Üniversiteleri ve bilim kurumlarını imam-hatip mantığıyla yönetemezsiniz! (AK Parti sıralarından "Allah, Allah!" sesleri, gürültüler) Hükümet, ilk günden beri...(AK Parti sıralarından gürültüler)

Dinleyin... Dinleyin... Rahatsız olmayın, dinleyin.

SONER AKSOY (Kütahya) - Halk dinliyor...

HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Hükümet, ilk günden başlayarak, TÜBİTAK'a olumsuz yaklaşmış, kurumun Başbakana vermek istediği brifingi dahi kabul etmemiştir. Temel görevlerinden biri müspet bilimler alanında uygulamalı araştırma yapmak, yaptırmak ve yapmayı özendirmek olan TÜBİTAK, eylül ayında uzaya bir uydu göndermiştir. Hükümetten, ancak, sadece bir bakan katılmıştır. Acaba, Başbakan ve diğer bakanlar neredeydi?! Bu kadar ucuz mudur ki, bu büyük yatırım için uzaya gönderilen uydunun atılmasında orada bulunmadılar?! Bulunmazlar; çünkü, milyonlarca yurttaşımız açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verirken, şatafatlı törenlerle yapılan yol ve köprü açılışlarını, havai fişek gösterilerini, konserleri kaçırmıyor Sayın Başbakan. Bu önemli bir olay değilmiş gibi, kayıtsız kalmaz!.. Yoksa, havai fişek ile uydu arasındaki farkı göremediler mi acaba?! (AK Parti sıralarından alkışlar [!])

Evet, alkışlayın... Sayın Başbakanı alkışlayın ki... Sayın Başbakan, hep, medyayı yanına alarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Oyunun rengini söyle...

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Özcan.

Sayın Özcan, konuşmanızı tamamlar mısınız.

HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Evet, rengini söyleyeceğim; rengi belli; ret. Başta söyleyeyim de, dinleyin. (AK Parti sıralarından alkışlar [!])

BAŞKAN - Sayın Özcan, iktidar millevekillerinin takdir duygularını her milletvekili alamaz!

FARUK ÇELİK (Bursa) - Oyunun rengi...

HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Ramazanda, medyayı yanına alarak... (AK Parti sıralarından "Oyunun rengi" sesleri)

Evet, kırmızıdır, öğrenmek istiyorsanız...

Değerli arkadaşlar, ramazan münasebetiyle iftara giden Sayın Başbakan, medyayı yanına alarak gidip de o şatafatlı iftar sofralarında bulunacağına, iftar çadırlarında, iftar yapıldıktan sonra yemek artıklarını toplayan o ailelere bir baksa daha iyi değil mi?! (AK Parti sıralarından gürültüler) Sayın Başbakan, bu faaliyetleri medya önünde yapacağına... Dinî duygularımızı ne olursunuz istismar etmeyin. Ülke ekonomisi bu haldeyken, medyada tozpembe bir tablo çizen AKP İktidarı, bu manzarayı ortadan kaldırıcı önlemler alacağına her gün yeni problemler üretiyor. (AK Parti sıralarından gürültüler)

Hiç bağırmayın, bağırmayın... Burası Meclis, halk duyacak.

Yine, uluslararası alanda Türkiye'nin bilimsel teknoloji rekabet gücünü artırmak için çabalayan kurumun son iki ayda 30'dan fazla uluslararası toplantıya katılımcı göndermesi Başbakanlıkça engellenmiştir. AKP Hükümeti, bütün kamu kurum ve kuruluşlarında başlattığı kadrolaşma uygulamasını TÜBİTAK'ta da sürdürmek istemektedir.

BAŞKAN - Sayın Özcan...

HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

TÜBİTAK'ın, son yıllarda, geniş toplum kesimlerinin anlayabileceği popüler bilim kitaplarını çok ucuz fiyatlarla satışa çıkarması ve bu nedenle, insanların kafalarına Ortaçağ anlayışını yerleştirmeye kalkanların bundan rahatsız olmaları mı bir sebeptir?! (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!])

Dinleyin...

Yoksa, TÜBİTAK kontrolüne verilen endüstriyel ar-ge projelerinin teşvik bedelini bazı firmalara mı vermek istiyor?! (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!]) Yoksa, TÜBİTAK... En vahim, TÜBİTAK-Genel Kurmay işbirliği yapan silah, tesisat ve... (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!])

Alkışlayın, alkışlayın; çünkü, siz, yasaları hiç sayarak, kurumlarla kavga ediyorsunuz. Kurumlarla kavga etmeyin diyoruz; kurumlarla kavga etmeyin... (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!])

KEMAL ANADOL (İzmir) - Sayın Başkan, bu, gayri ciddî bir tutum.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

Sayın Özcan, lütfen, son sözlerinizi alayım.

HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.

Kurumları, üniversiteleri siyasallaştırmayın, özerkliklerle uğraşmayın. (AK Parti sıralarından alkışlar [!])

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, bu nasıl Meclis?! Sayın Başkan, lütfen duruma müdahale edin.

HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bu düşüncelerle, oyumun rengini tekrar söylüyorum size; kırmızı ve ret diyorum. Duymayanlara da duyuruyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar [!]) 

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özcan.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.37

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati:21.50

BAŞKAN : Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Mevlüt AKGÜN (Karaman)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.

İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Özel Öğretim Kurumları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

5.- İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Özel Öğretim Kurumları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/654) (S. Sayısı: 271) (X)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu, 271 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, Sayın Asım Aykan'a bir yanıt vermek istiyorum.

SADULLAH ERGİN (hatay) - Geçti, geçti...

MUHARREM İNCE (Devamla) - Geçmedi, geçmedi.

Yüzde 34 oya güvenerek demokrasiden söz ederseniz, ben size şunu söylerim: Şurada "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözünü söyleyen, bu partinin kurucusudur; ama, sen bir yıldır bunun gereklerini anlamamışsan, ben ne yapayım?!

Parmak hesabı, parmak sayısı demokrasi değildir. Parmak sayısı demokrasi olsaydı, yüzde 92'yle kabul edilen Kenan Evren'in Anayasası da anayasa olurdu.

MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) - Değiştirelim...

MUHARREM İNCE (Devamla) - Hitler'in de anayasası var, Mussolini'nin de var, Stalin'in de var; bunlar anayasa olurdu. Önce buradan başlayalım.

Bir de, bizim arkadaşlarımız size çok büyük haksızlık ediyorlar, onu bir düzelteyim. Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımı da buradan uyarıyorum, Adalet ve Kalkınma Partisine "kadrolaşma yapıyorsunuz" diye lütfen laf atmayın; kesinlikle kadrolaşma yapmıyorlar -bilerek söylüyorum, tutanaklara bu şekilde geçsin- akrabalaşma yapıyorlar. İkisi farklı şeydir. Kadrolaşmak, kendi siyasal düşüncenizin en dinamik, en hararetli, en ateşli temsilcilerini oraya atamaktır. Bunu saygıdeğer de bulabilirim; ama, akrabalaşmayı saygıdeğer bulmam. Bacanağınızı kendi makam şoförünüz yapıyorsanız, amcanızın oğlunu, kardeşinizi, il başkanlarının yeğenlerini bir yerlere müdür yapıyorsanız, bunu saygıdeğer bulmam. Bunun adı akrabalaşmadır. (CHP sıralarından alkışlar) Siz de bunun farkındasınız, milletvekilleri de bunun farkında. Size de pek koklattıkları yok yani. Küçük, mutlu bir azınlık yapıyor bunu.

AGÂH KAFKAS (Çorum) - Koklama işini siz yaparsınız, biz yapmayız.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Ne kadar amca oğlu, enişte, yeğen varsa, bir yerlere müdür oldu. Listesini isterseniz açıklarım.

Çok değerli arkadaşlarım, tabiî ki, arada sırada iyi şeyler de yapıyorsunuz. Aziz Nesin'e sormuşlardı "yahu, bu 12 Eylülü devamlı kötülüyorsun, hiç mi iyi tarafı yok bunun" diye, "olmaz mı, taksimetreyi getirdiler" demişti. Siz de bugün iyi bir şey getirdiniz. Bu ülkede binlerce kahveci, meyhane işletmecisi, özel kurs ve özel dershane işletmecisi, okul işletmecisi, halk arasındaki adıyla bu meşhur "200 metre" birçok insanı mağdur ediyordu.

Bakın, biz destek veriyoruz doğru bulduğumuz şeye. Bu doğru; ancak, konuya geçerken, Sayın Millî Eğitim Bakanını göremiyorum; ama...

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Yurt dışında efendim.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Yurt dışında mı efendim. Peki, o açıklamayı yapayım ben yine de. Konuşacağım konunun dille hiçbir ilgisi yoktur; çünkü, ben, millî eğitimle ilgili ne zaman konuşsam dil üzerine konuşma yapıyor Sayın Bakan; çünkü, kendi uzmanlık alanı. Buradan uyarıyorum; bu konuşmanın dil konusuyla yakından uzaktan hiçbir ilgisi yoktur.

Değerli arkadaşlarım, çok değerli milletvekilleri; eğitimde başarısız olduk. Cumhuriyetin ilk yıllarında atılan o sağlam temeller, başta köy enstitülerinin kapatılmasıyla sonun başlangıcı olmaya başladı. Öyle bir noktaya geldik ki, bugün ülkemizdeki kişi başına eğitim yılı 4 yıldır. Bu, Almanya'da 13,4 yıldır; yani, ulus olarak ilkokul 5'i bile bitiremedik. İşte böyle bir ortamda, özel öğretim kurumlarının sorunlarını tartışıyoruz, onları masaya yatırıyoruz; ama, öyle büyük yanlışlıklar var ki, ben uygulamanın içinden gelen biri olarak söylüyorum. Şu andan itibaren, konuşmalarım, bir öğretmen olarak olacaktır, bir milletvekili olarak olmayacaktır.

Şimdi, siz bunu hep yapıyorsunuz; koskoca bir kanunun içinden bir tanesini öncelikli olarak getiriyorsunuz. Tümünü getirin, bunu bir tartışalım, masaya yatıralım; 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununu getirin masaya bir yatıralım. Bir tanesini çekip getiriyorsunuz. Hiçbir sorunu çözmez.

Bakın, ben size somut birkaç örnek vermek istiyorum: Özel okullara, özel öğretim kurumlarına ve devletin eğitim kurumlarına servis yaparlar minibüsçüler. Bunların odası vardır; ama, özel öğretim kurumlarının odası yoktur. Buna ilk sözü veren Sayın Metin Emiroğlu'dur. Yanılmıyorsam, o günden bugüne 13 Millî Eğitim Bakanı geçti ve hiçbiri bu sorunu çözmedi. Getirin çözelim, getirin yardımcı olalım, katkı sağlayalım, beraber yapalım; şanı, şerefi sizin olsun; iktidar sizsiniz; bizim küçük bir payımız olsun. Buna itirazımız yok.

Yine, 625 sayılı Kanunda 1983'te, 1984'te, 1985'te küçük değişiklikler yapıldı; ama, kırk yıla yaklaşan bir zaman diliminde artık, bu kanun ihtiyaçlara cevap vermiyor. Burada, sürekli olarak, bu kurumları teşvik edeceğinizi söylüyorsunuz. Kimsenin sizden para pul istediği yok. Çok basit; küçük bir düzenleme yaparsınız... KDV'de o kadar farklılıklar var ki, okullar için farklı, kurslar için farklı, dershaneler için farklı; okullar için ilk beş yıl vergi olmaz, birinde yüzde 4 KDV, birinde yüzde 18 KDV, müthiş bir keşmekeşlik var, getirin bunları bir paket halinde, birlikte çözelim.

Değerli arkadaşlarım, yine, Millî Eğitim Bakanlığı özel öğretim kurumlarının kapısına kendi ismini yazar; Millî Eğitim Bakanlığı şu okulu, şu dershanesi, şu kursu der, bedava reklam yaptırır. Siz, hiçbir eczanenin kapısına "Sağlık Bakanlığı Öztürk Eczanesi" yazdığını gördünüz mü ya da bir avukatın bürosuna "Adalet Bakanlığı İnce Hukuk Bürosu" yazdığını gördünüz mü?

Bakın, bir şey daha olur -bunlarla yıllarca mücadele etmiş birisi olarak söylüyorum- özel öğretim kurumlarında sicil raporu düzenler kurum amiri. Oniki yıl sicil raporu düzenledim, hiçbirini ben doldurmadım. Suçsa, ben bu suçu işledim. Hepsini sekreterim doldurdu. Oniki yıl boyunca hepsine 100 verdim; çünkü, hiçbir işe yaramaz bu. Özel öğretim kurumunda çalışan bir kişi devlete döndüğünde, devlette görev aldığında, özel öğretim kurumlarında çalıştığı sürenin üçte 2'si sayılır. Neden hepsi sayılmaz? İşte, size sorunlar.

Başka sorun mu istiyorsunuz... Devlet şöyle yapmış: Devletle özel sektör arasında bir rekabet var, gelişmeleri için birbirleriyle yarışmaları lazım. Devlet, gücünü kullanarak kendisini geliştirip özel sektörün yanına çıkmak yerine, özel sektörü aşağıya çekerek kendisine benzetmek istemiştir. Bu da bir eşitliktir(!) İşte, Türkiye'deki mantık budur. Getirin bunları hep birlikte çözelim.Ben, size, bir örnek olsun diye, yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, biz, eğitim trenini kaçırdık. Bu ülkenin en önemli sorunu eğitimdir. "Gelecek nesilleri düşünmek, devlet adamlığı; gelecek seçimleri düşünmek, politikacılık" diye hepimizin yakından bildiği çok klasik bir sözü tekrarlamak istemiyorum. Bakınız, yaşadığım bir örnek, bu ülkenin eğitim tarihine geçecek kadar kötü bir örnektir. Bundan yıllar önce, bir özel öğretim kurumunun müdürüyüm. Kuruma müfettişler geldi, dediler ki "öğretmenlerinizin dersine gireceğiz." Çok rica ediyorum; lütfen, çocuklarınızı düşünerek, çocuklarınızın geleceğini düşünerek, benim anlattıklarımı dinlerseniz çok sevinirim. Müfettiş bey bana geldi, dedi ki "senin dersine girmek istiyorum." Ben de, hocam, ben bu kurumda yöneticiyim, girseniz ne olacak; bana vereceğiniz sicil raporunun hiçbir katkısı yok dedim. Ülkücü yapıdaki bir müfettişti; sırf gıcıklık olsun diye, benim bıyıklarımdan başladı, Nazım Hikmet'in kitabını çıkarmamdan tuttu... Ben de, sen değil, senin devletin gelse, Nazım Hikmet'in bu kitabını buradan kimse dışarı çıkaramaz; istiyorsan kapat dedim. Böyle bir dalaşmadan sonra... (AK Parti sıralarından gürültüler)

AGÂH KAFKAS (Çorum) -Helal olsun sana!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - "Senin devletin gelse" ne demek?!

MUHARREM İNCE (Devamla) - Bırak, bırak, senin kadar, devleti ben de severim; demagoji yapma! Bir dinle bir dakika! Bir dinle!

Dersime girecek; adam, fizik öğretmeni değil...

AHMET YENİ (Samsun) - Bırak bu hikâyeyi!

MUHARREM İNCE (Devamla) - Eğitimden bahsediyoruz beyefendi, bu da eğitimle ilgili bir konu. Senin Trabzon Milletvekilin geldi, masal anlattı, Boğaziçi Köprüsünü anlattı, biz dinlemedik mi?! (AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) - Hikâye anlatıyorsun.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Ben, hikâye anlatmıyorum, eğitimi anlatıyorum.

Fizik öğretmeni olmayan bir kişi beni denetledi. Ben, öğrencilerle anlaştım; önce, derse girdim; çocuklar, alternatif akım konusunu size tamamen yanlış anlatacağım, tam tersini anlatacağım, sakın ha beni dinlemeyin, sonra ben size bunu telafi ederim dedim ve 50 dakika bu dersi anlattım. Dersten 2 dakika sonra müfettiş geldi ve bana, müthiş bir ders anlattığımı söyledi ve pekiyi verdi.

İşte, eğitimin sorunları bunlar. Yani, siz, burada, başka şeyler mi istiyorsunuz? Ama, sizin amacınız sorunları çözmek değil; gereksiz gerginlikler yaratarak, burada, tabana mesaj vermek uğruna, anlamsız sorunların çıkış merkezi oluyorsunuz. Şunu inanarak söylüyorum; gerçekten inanarak söylüyorum; Sayın Hüseyin Çelik Millî Eğitim Bakanı olduğunda sevinmiştim; bunu içten söylüyorum. Uygulamanın içinden gelen biri olduğu için sevinmiştim; hayallerim boşa çıktı; tribünlere oynuyor.

Bakınız, bir an için, bizim iktidar, sizin de muhalefet olduğunuzu düşünün. (AK Parti sıralarından "Olmaz" sesleri, gürültüler)

Çok yakın, alışın alışın... (AK Parti sıralarından gürültüler) ANAP'lılar da öyle söylüyorlardı, hallerini gördünüz. Alışın, alışacaksınız... (AK parti sıralarından gürültüler)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yine mi tersinden anlatıyorsun?!

MUHARREM İNCE (Devamla) - Hiç merak etmeyin. Bakınız... (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın İnce, bir saniye.

Sayın milletvekilleri, böyle bir görüşme sistemimiz, usulümüz yok. Beğenmediğiniz her söze koro halinde müdahale ederseniz, görüşmelerin sonucunu alamayız.

Sayın İnce, buyurun.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Bir an için, iktidar olduğumuzu düşünün. (AK Parti sıralarından "Olmaz" sesleri, gürültüler)

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Şu işi tersinden anlatma artık.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Şöyle yapsak; bu ülkede yolsuzluklar, bu ülkede yoksulluklar, bu ülkede yandaşlıklar bu kadar ciddî problemken, bizim Partimizin kültür bakanı çıksa dese ki; arkadaşlar, bu ülkenin en önemli sorunu, Nazım Hikmet'in mezarının Türkiye'ye getirilmesidir. Bizim tabanımıza önemli bir mesaj olur.

İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Rusya vermiyor ama.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Sen de Arabistan'a gidersin. Hemşerim, yakışıyor mu şimdi bu sana! Sen kibar adamsın ya, bir dinle! Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer milletvekilleri, bakınız, biz bunu yaparsak, tabanımızı mutlu ederiz; ama, doğru olmaz. Öncelik sırası bu değil çünkü, çok ciddî problemler var bu ülkede. Yani, Adalet Bakanı çıkacak diyecek ki; efendim, hortumcu VİP'ten geçiyormuş, çok üzülmüş!.. Senin Genel Başkanın, onun... Bozüyük'e gitmedi mi?!

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) - Helikopteriyle...

MUHARREM İNCE (Devamla) - Helikopteriyle gitmedi mi seçim gezisine?! Yahu, iktidar olan sensin!.. Ben, Sayın Adalet Bakanını da yıllar öncesinden tanırım, biraz Yaşar Okuyan'a benzetiyorum. O da, kendi personelinden, devletten, hükümetten, uygulamalardan hep şikâyet ederdi. Bakanın şikâyet etme hakkı yok. Muhalefet milletvekili şikâyet edebilir, biz ederiz; sizin şikâyet hakkınız yok; uygulamanın ta başısın; ne diye şikâyet ediyorsun; git çöz.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, yine...

SELAMİ UZUN (Sıvas) - İktidarınız devam edecek mi sizin?! (AK Parti sıralarından gülüşmeler)

MUHARREM İNCE (Devamla) - Yine, yanlış yaptığınız bir şeyi daha söyleyeyim: Değerli arkadaşlarım "taç giyen baş, uslanır" diye bir laf vardır. Ben Yalova'ya gittiğimde, örgütteki yöneticiler bana diyor ki: "Neden şunu..."

AHMET YENİ (Samsun) - Hangi örgüt?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Gizli örgüt... Var mı itirazın! (AK Parti sıralarından gülüşmeler) İtirazın mı var?! Seninki Rabıta mı, Hizbullah mı; hangisi? (CHP sıralarından alkışlar)

MUZAFFER KÜLCÜ (Çorum) - AK Parti... AK Parti...

MUHARREM İNCE (Devamla) - Benimle polemiğe girersen, zararlı çıkarsın.

AHMET YENİ (Samsun) - Sayın Başkan, olmuyor!..

MUHARREM İNCE (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, örgütteki insanlar... (AK Parti sıralarından gürültüler)

Sizinki teşkilat... Sizinki teşkilat; onu mu diyeyim?! Teşkilattan anlıyorsunuz, değil mi! Teşkilat... Peki, teşkilattaki arkadaşlar... (AK Parti sıralarından "Hangi teşkilat" sesleri) Bizim teşkilat. (Gülüşmeler)

...bana, zaman zaman "çok değerli milletvekili arkadaş hakkında ve partisi hakkında neden daha sert açıklamalar yapmıyorsun" diyorlar. Ben de diyorum ki, o açıklamayı il başkanı yapsın; çünkü, ben, sadece Cumhuriyet Halk Partililerin değil, bütün Yalova'nın, hatta, bütün Türkiye'nin milletvekiliyim; Anayasanın 14 üncü maddesi açık.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Dünyanın milletvekilisiniz!.. (AK Parti sıralarından gülüşmeler)

MUHARREM İNCE (Devamla) - Laf ağzımda, bir daha ağzını açarsan, o cevabı söyleyeceğim.

Değerli arkadaşlarım, iktidar partisi, başında taç vardır, daha uysal, daha verimli, daha dinleyici, daha uygar, daha sabırlı olmak zorundadır; bu böyledir. Sizin işiniz gücünüz, tribünlere oynamak, mutlu bir azınlığı memnun etmek. Bu ülkede herkes sizin gibi düşünmüyor.

Bakınız, sonra yazık olacak, bazı çocuklara yazık olacak. Gerçekten yetenekli, ama, sizin dünya görüşünüzde olup da bugün bir yerlere getirdiğiniz gerçekten yetenekli, liyakat sahibi kişiler var; o çocuklara yazık olacak, ben onun için üzülüyorum.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Ne olacak ki?

MUHARREM İNCE (Devamla) - Başka bir iktidar da onları görevden alacak, sizin yaptığınız gibi yapacak.

MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Onu söyle işte, onu söyle!

MUHARREM İNCE (Devamla) - Alacaklar onu, işte o zaman...

AHMET YENİ (Samsun) - Siz de alacaksınız.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakın, siz doğrusunu yapsanız...

10 000 millî eğitim yöneticisini görevden aldınız, 10 000...

SELAMİ UZUN (Sıvas) - 10 000 yönetici nerede var?!

MUHARREM UZUN (Devamla) - Bir millî eğitim bakanı, müsteşarını değiştirir, genel müdürünü değiştirir; hiç itirazım yok.

ALİ AYAĞ (Edirne) - Yanlışın var Muharrem!..

MUHARREM İNCE (Devamla) - Ali Bey, inanın 10 000 kişi; inanın 10 000 kişi.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Adalet ve Kalkınma Partisinin il yönetim kurullarında oylama yapılıyor -başka illerde; duyuyoruz- 10 000  okul müdürü, müdür yardımcısı...

SELAMİ UZUN (Sıvas) - Siz, o toplantılara katılıyorsunuz galiba! 10 000 yönetici nerede değişti?!

MUHARREM İNCE (Devamla) - 10 000 kişi, iddia ediyorum. 1 041 kişiyi bir gecede görevden aldınız. Talim Terbiyede 176 kişiyi bir gecede görevden aldınız; 176 kişiyi görevden aldıktan sonra da...

Değerli arkadaşlarım, bakınız, müthiş bir şark kurnazlığı var ortada. Program Dairesinde, Eğitim Araçları Dairesinde çalışan bu 176 kişi görevden alınıyor, sonra, Program Dairesinin adı "Eğitim Öğretim Dairesi", diğer dairenin adı da "Öğretim Materyallerini Geliştirme Dairesi" yapılıyor ki, mahkemeden geri döndüklerinde hak iddia edemiyorlar; çünkü, öyle bir daire kalmamış oluyor. Bunlar şark kurnazlığı.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Harika...

MUHARREM İNCE (Devamla) - Harika mı sizce?!. Doğru mu sizce?!. Buna vicdanınız doğru diyorsa, ben ne diyeyim?!

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yanlış... 10 000 kişi olmaz; bir yanlışlık var.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Tamamlarsınız; eksik kaldıysa, yakında tamamlarsınız.

Değerli arkadaşlarım, bu ülkede, Sanayi Bakanlığıyla ilgili kavga edebilirsiniz, bu ülkede, ne bileyim, bir başka bakanlık için kavga edebilirsiniz, farklı düşünebilirsiniz; ama, Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili dayatma, kavga... YÖK'le kavga, üniversitelerle kavga, Cumhurbaşkanıyla kavga, muhalefetle kavga, mahkemeyle kavga; herkesle kavga!..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlar mısınız Sayın İnce.

Buyurun.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Bu mantıkla, eğitim sorunlarını çözemeyiz.

1950'den sonra, Türkiye, eğitimde sınıfta kalmıştır. Elbirliğiyle bunları çözmemiz mümkün. Öncelik sıralarımızı, ideolojilerimize göre değil, ülkenin gerçeklerine, dünyanın gerçeklerine göre yaparsak, çok daha sağlıklı sonuçlar alırız.

Değerli arkadaşlarım, biz, özel öğretim kurumlarıyla ilgili, halk arasındaki meşhur tabiriyle "200 metre" olayının, dershane ve kurslar için sıfıra indirilmesini, özel okullar için 100 metreye çekilmesini olumlu buluyoruz, bu konuda desteğimiz vardır; ama, bu çok gecikmiş bir uygulamadır.

İzninizle bir şey söylemek istiyorum: Adamın birinin evine 170 metre mesafede bir meyhane varmış. Her gün oradan geçerken, kendi kendine söz veriyormuş, diyormuş ki "ben içmeden evime gideceğim." İkinci akşam tekrar, söz verdiği gibi, sözünü tutuyor; üçüncü akşam tekrar... Bir ay, söz veriyor, hiç içmeden, o 200 metre içerisindeki meyhaneye... (AK Parti sıralarından "Nasıl beceriyormuş" sesi)

Sizin partidenmiş, öyle beceriyor. "Nasıl beceriyor" diyor da!.. (Gülüşmeler) Gizli içiyormuş, gizli.

Sonunda otuzuncu günü tamamlıyor ve "tamam" diyor... (AK Parti sıralarından "Ramazanda mı" sesleri)

Ramazan değil canım, ramazanın haricinde bir günmüş, karıştırmayalım. Otuzuncu günü tamamlıyor ve "şimdi ben yarışı kazandım, meyhaneye gidip bunu kutlayayım" diyor!..

Çok teşekkür ediyorum sabrınıza, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İnce.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Sayın Murat Yıldırım; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MURAT YILDIRIM (Çorum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Özel Öğretim Kurumları Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında Grubum adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlarım.

Bu kanunun amacı, özel öğretim kurumlarının günümüzde karşılaştığı bazı problemlerin aşılmasına katkı sağlamaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; günümüz koşullarında, özel okulların, dershanelerin ve kursların vazgeçilmez hale gelmesi, devletin eğitim yükünün büyük bir kısmını taşıması dolayısıyla, bu kurumların açılmasında, yaygınlaşmasında, teşviklerle desteklenmesinde ve eğitim kalitesinin artırılmasında yine devletimize büyük görevler düşmektedir.

Özel okullar, dershaneler ve kurslar, kolay ulaşım, özendiricilik ve devam zorunluluğu nedeniyle şehir merkezlerinde yoğunlaşmıştır. Bu yoğunlaşma, zamanla, mevcut kanunun ihlaline neden olmuştur. Mevcut kanun, zaman içerisindeki gelişmelere paralel olarak yeni öğretim kurumlarının açılmasını zorlaştırmıştır veya açılmasına engel oluşturmuştur. Özellikle turizm beldelerimizde bu, içinden çıkılmaz bir hal almıştır.

Dershaneciliğin ve özel öğretimin içinden gelen bir insan olarak öyle örnekler yaşadık ki, hepsi, bu düzenlemenin önemine işaret edecek niteliktedir.

Sözü uzatmadan bir örnek vereyim: Bir dershane açmak için izin isteniliyor. Gelen yetkili kişiler, kahvehane ile dershane arasındaki mesafeyi ölçerken, dershanenin bulunduğu kata kadar olan merdivenleri dahi ölçüyorlar. Uygulamada bu gülünçlükler olurken, bundan bu ülkenin gençliği ve eğitimi zarar görüyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; içki ve kumar, kötülüklerin en büyüklerindendir. Mutlaka gençlerimizi bunlardan uzak tutmak zorundayız. Bu, eğitim kurumlarına engeller koyarak mümkün olmaz; ancak yaygınlaştırarak ve gençlerimizi buralarda tutarak mümkün olabilir.

Aradaki mesafeyi tartışmak yerine, gençlerimizin bu tür yerlere gitmesinin önünü kesmek için sıkı denetim mekanizmalarını geliştirmeli ve bu yönde gerekli yasal düzenlemeleri yapmalıyız. Yeni düzenlemenin amacı, mevcut faal halde bulunan bu tip kurumların yasal yükümlülüklerini yerine getirmesini, ticarî faaliyet yürüten bahse konu işyerlerinin ekonomik olarak devamını sağlamaktır.

Konuşmamda, bu mesafenin değiştirilmesinin gerekçesini anlatırken, aynı zamanda, özel okulların ve dershanelerin işleviyle, dünyadaki ve Türkiye'deki durumlarına da dikkat çekmek istiyorum.

Dünyanın birçok ülkesinde dershanecilik ve özel okullar önemli gelişmeler göstermiştir. Hemen yanı başımızdaki komşumuz Yunanistan'da dershanenin tarihçesi, 5 inci Yüzyılda Büyük İskender'in hocası Aristotales'e kadar dayanmaktadır.

Türkiye'de ise ilk resmî belge 1915 tarihlidir. Meclisimizde bulunan bu evrak Mekâtib-i Hususiyye Talimatnamesidir. Bu talimatnamenin 1 inci maddesinde deniliyor ki: "Hususî mektepler ile özel dershaneler aynı statüye tabidir." Bundan anlıyoruz ki, 1915 yılında ülkemizde dershane mevcuttur.

1915 yılında, ne üniversiteye giriş problemi vardı ne liseye giriş problemi vardı. Devlet, öğrencilere "gel, ne olursun şu üniversitelere gir" diye davetiye çıkarıyordu. Peki, neden dershaneye ihtiyaç olmuş, neden bu talimatname çıkmıştır?

Öğrenim, mutlaka, organize okullarda olur; yani, okul, öğrenimin organize olarak yapıldığı temel yerdir. Şimdi, bu temel öğretim yerinde öğrendikleriyle yetinmeyen, daha iyi, daha çok öğrenmek isteyen veya o öğrendiklerini pekiştirmek ve geliştirmek isteyen insanlar, devletin gözetim ve denetimi altında olan bir öğretim yerine ihtiyaç duyuyorlar. Bu gereksinmeyi, ya devlet organize olup karşılayacak ya da özel teşebbüs. Bunlar olmazsa, bu, başka yollarla karşılanacaktır. Nitekim, şu anda, yasak olduğu halde, kayıtdışı ekonomi olduğu halde, evlerde ya da bürolarda özel derslerle eksiklikler bir şekilde giderilmektedir.

Dershanelerin yasal bir statüye dayandırılması ve devletin bu kurumları teşvik edecek imkânları oluşturması, bu kayıtdışı ekonomik oluşumun önüne geçecektir. Dershaneler, devletin gözetimi ve denetimi altında faturasını kesen, vergisini ödeyen, çalıştırdığı insanların sigortasını ödeyen eğitim kurumlarıdır.

Türkiye'de halen bulunan dershane sayısı, Yunanistan'dakinin yarısı kadardır.

Türkiye'de 3 000 civarındayken, Japonya'da 30 000 dershane mevcuttur. Bakın, Japonya Millî Eğitim Bakanlığı yetkilileri, dershanelerin işlevini nasıl açıklıyorlar: "Dershaneleri teşvik etmemizin birinci nedeni, bizim, dünyayla rekabet etmek zorunda olmamızdır. Çok çalışmak zorundayız. Dershane ortamı bir aktivite oluşturuyor, çocukların boş zamanlarında çalışmasını sağlıyor. İkinci nedenimiz ise, çocukların boş zamanlarında rasgele yerlere gideceklerine bir eğitim ortamında bizim denetim ve gözetimimiz altında olmalarının hiçbir zararı yoktur. Hatta, bu durum, çocukların kötü alışkanlıklar edinmemeleri bakımından da fevkalade faydalıdır." Yani, onlar, dershaneleri sadece çocukların boş zamanlarını doldurma veya eksikliklerini tamamlama aracı gibi düşünmüyorlar; aynı zamanda da, çocukların buralarda kötü alışkanlıklardan uzak tutulduklarını söylüyorlar.

Bakın, çok ilginç bir örnek vereceğim: 1980 öncesinde Türkiye'nin bütün eğitim kurumlarına anarşi girmiştir, sadece özel dershanelere anarşi girmemiştir. Bu, gençleri en azından sınıflara sokup başka yerlere gitmelerini, kötü şeyler yapmalarını önlemiştir. Bu açıdan dahi baksanız, dershanelerin bir sosyal görevi vardır.

Öte yandan, Türkiye'de dershaneye gitme şansı ile üniversiteye girme şansı arasında bire bir ilişki vardır. Üniversiteye giren öğrencilerin ailelerinin gelir düzeyine baktığımızda, gelir dağılımı açısından en üst tepedeki yüzde 15'lik kesimin oranının oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Dershaneye gitmeyenlerin üniversiteye girme oranı oldukça düşük, ama, dershanelere gidenlerin girme oranı ise oldukça yüksektir. Bu öyle bir gerçek ki, bu gerçekten 550 milletvekilimizin de kopması mümkün değildir; çünkü, hepimiz çocuklarımızı dershanelere göndermek zorunda kalıyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2001 yılı içinde kayıtlara geçen bir rakamsal örneği daha vermek istiyorum: Liseyi bitiren öğrencilerin yüzde 26'sı üniversiteyi kazandı, yüzde 74'üne ise devlet "kazanamadınız" belgesini gönderdi. Bunların içerisinde binlerce de lise birincisi mevcuttur; ama, bu çocuklar yılmadılar, dershanelere devam ettiler. Bir sonraki yılın rakamlarına baktığımızda, bu çocukların yüzde 57'sinin bir yükseköğretim kurumunu kazandığını görmekteyiz. Eğer dershane eğitim vermemiş olsa, eğer dershane test çözme yollarını öğretmemiş olsa, bu başarının elde edilmesi mümkün değildir.

Bir de şöyle düşünelim: Gencecik bir insan, 18-19 yaşında; eline bir belge veriyorsunuz "üniversiteyi kazanamadın!" Sonra, mahalledeki arkadaşları üniversiteye gitmeye başlıyor, bu genç yapayalnız kalıyor. Anne baba çaresiz, devlet iş veremiyor, spora veya başka aktivitelere de yönlendiremiyorsunuz; kimse ilgilenemiyor, sokağa bırakılıyor. Dershaneler olmasa nereye gidecek bu çocuklar; tabiî ki kahvehaneler, oyun salonları ve her türlü kötü alışkanlık edinebileceği ortamlara gidebilecektir ve bunun sonucunda da, ülkemizin geleceği olan bir genci daha yitirmiş olacağız. İşte, dershaneler hem bunu engelliyor hem de bu çocuklara bir yıl sonra üniversiteyi kazandırıyor.

Bugün, özel okullar, kreşlerden başlayarak, ilk, orta ve yükseköğretimde ülkemizin eğitim açığını kapatma gayretini başarıyla sürdürmektedirler. Halen genel eğitim kurumları içindeki payı yüzde 2,8 olan özel okulların, orta vadede yüzde 6, uzun vadede ise yüzde 20 olması için gerekli altyapı sağlanmalı, devlet desteği verilmeli, yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Özel okulların, devlet okulları ve diğer okullarla rekabet etmeleri, özel okulların daha iyi ve kaliteli eğitim vermelerini zorunlu hale getirmektedir.

Özel okullar, eğitime ciddî bir kalite getirmekle yetinmemişler, eğitim programlarına, öğretmen yetiştirme ve binaların fizikî donanımlarına yeni anlayışlar, yeni standartlar getirmişlerdir.

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında eğitimin yaygınlaştırılması için, merkezî idarenin yanı sıra mahallî idareler, gönüllü kuruluşlar ve özel sektörün katkısının sağlanması, Özel Öğretim Kurumları Kanununun çeşitli teşvik imkânlarını kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi, özel eğitim okullarının sayısının artırılması hedeflenmektedir.

Eğitim öğretim görevimizi yerine getirirken, günümüz şartlarına uygun eğitim ve öğretim vermek zorundayız. Bu hizmeti verirken hiçbir ayırım yapmamamız gerekir. Maddî imkânları yetersiz olan öğrencilerimiz özel okulların sağladığı imkânlardan faydalanamamaktadırlar. 15 000 000'u aşkın genç nüfusun öğrenim gördüğü ülkemizde devletin eğitim kurumlarına ayırdığı kaynağın yetmediği hepimizin malumudur. Burada, dünyadan birkaç örnek vermek istiyorum: Bunlardan birinci örnek, çeşitli ülkelerin eğitim harcamalarının bütçe ve millî gelir içindeki oranlarıdır. Almanya'da eğitimin devlet bütçesindeki payı yüzde 16,4; millî gelir içindeki payı ise 4,8'dir. Fransa'da eğitimin devlet bütçesindeki payı yüzde 18,1; millî gelir içindeki payı ise 5,7'dir. İngiltere'de eğitimin devlet bütçesindeki payı yüzde 11,4; millî gelir içindeki payı ise 4,7'dir. İsviçre'de eğitimin devlet bütçesindeki payı yüzde 18,7; millî gelir içindeki payı ise 5,1'dir. Türkiye'de ise eğitimin devlet bütçesindeki payı, maalesef 7,1; millî gelir içindeki payı ise yüzde 2,7'dir. Yani, Türkiye'de eğitime ayrılan pay ile millî gelir içindeki pay, saydığımız ülkelerdekinin yarısı, hatta üçte 1'i kadardır.

Bütün kıt imkânlara, zor şartlara rağmen, hükümetimizin, önümüzdeki yıl için Millî Eğitim Bakanlığına ayırdığı payın ilk defa millî savunmaya ayrılan paydan yüksek olması, her türlü takdirin üzerindedir. Bu sebeple, gerek 59 uncu hükümete gerekse onun değerli Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik Beye teşekkür ediyorum.

Öte yandan, ülkemizde devlet eğitimi oldukça pahalıya mal etmektedir. Devletimizin imkânları kısıtlıdır. Özel okullar ve dershaneler, hem bu ihtiyacın karşılanabilmesini hem de eğitimin daha kaliteli ve etkin bir hale gelmesini amaç edinmişlerdir. Geçen süre zarfında görülmektedir ki, bu kurumlar birçok mesafe katetmişlerdir. Kalitede oldukça önemli bir mesafe katedilirken, özel öğretime yeterli destekleme yapılmadığı için, toplam okul ve öğrenci sayısı içerisinde aldıkları pay açısından mesafe alamamışlardır.

Özel okullarımız, önümüzdeki yıllarda bünyesine katılmayı hedeflediğimiz AB ülkeleriyle karşılaştırıldığında, oldukça küçük oranlarda öğrenci varlığına sahiptir.

İlköğretim öğrencilerinin Avrupa Birliğindeki durumuna ilişkin bazı rakamlar vermek istiyorum: Belçika'da ilköğretim öğrencilerinin yüzde 65'i, Fransa'da yüzde 22'si, İtalya'da yüzde 4'ü, İngiltere'de yüzde 6'sı, Yunanistan'da yüzde 7'si özel okullarda okurken, Türkiye'de bu rakam ancak yüzde 2,8 seviyesindedir. Devlet okullarında okuyan bir öğrencinin devlete maliyeti, özel okulda okuyan öğrencinin maliyetinin en az yüzde 50 fazlasıdır. Eğitim devlet eliyle değil de özel sektör eliyle verilirken öğrencilerin eğitim maliyeti devlet tarafından karşılandığı takdirde, ülke olarak ne denli büyük bir kâr sağlanacağı hepimizin malumudur. Bugün, ABD, Japonya ve Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi, eğitim faaliyeti özel okullara devredilip, öğrencinin masrafları devlet tarafından karşılansa, ülkemiz önemli bir tasarruf sağlayacaktır. Bu şekilde, hem eğitimin maliyeti ucuzlayacak hem de daha çok insanımız, rekabetten dolayı, daha nitelikli eğitim alma imkânına kavuşmuş olacaktır.

Bu sebeple, özel öğretimin ve dershanelerin sorunlarını çözmek, özel eğitim ve öğretimin önünü açmak, hatta onları teşvik etmek, hepimizin, ülkemize ve gelecek nesillerimize karşı sorumluluğumuzdur. Kaldı ki, özel öğretim kurumları, halen, 1965 yılında yürürlüğe girmiş olan 625 sayılı Kanunla yönetilmektedir. Bu kanun, ihtiyaçlara cevap vermemektedir; çağın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmelidir. Özel öğretim kurumlarının açılışından faaliyetine kadar uygulanan uzun bürokratik işlemler de çok fazladır; bunlar minimum seviyeye indirilmelidir. Eğitim sektöründe uygulanan teşvikler de yetersizdir; bunlar yeniden düzenlenmelidir.

Sorunların çözülmesi için, gerek devletimizin gerekse kamunun bu okullara bakış açısı değişmelidir. Hâlâ, özel okulların eğitim sistemimize gerekliliğini şüpheyle karşılayan görüşler bulunmaktadır. Oysa, gelişmiş ülkelerde, devlet, üzerindeki eğitim yükünü hafifletmek amacıyla, bizzat, özel okulların yaygınlaşmasını teşvik etmektedir. Fransa'da özel okulların birçok gideri devlet bütçesinden karşılanmakta, öğrencilerine de burs, kredi veya sene başı yardım parası verilmektedir. İsveç'te eğitim ücretinin yüzde 30'u öğrenci velisi, kalanı ise devlet bütçesinden karşılanmaktadır. ABD'de okul harcamalarının bir kısmı vergi iadesi yoluyla devlet tarafından karşılanmakta, öğrenci taşımacılığı, sağlık hizmetleri, yemek, ders kitapları gibi harcamalar ise eyaletlerce karşılanmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; insanın mutluluğu, imar çarpı irfanla mümkündür. Bu, eğitimin, bilginin, kültürün yaygınlaştırılmasıyla sağlanabilir. Eğitime yapılan yatırım, geleceğe yapılan yatırımdır. Eğitimde kalite, Türkiye'nin ana meselesidir. Bilgi toplumuna kaliteli eğitimle varılır. Çağdaş dünyanın eğitimdeki vasıflarını yakalayabilmenin önbilgilerini konuşmamda aktardım.

Özel okullar en fazla 25 kişilik sınıflarda eğitim verirken, bu sayı resmî okullarda 40, 50, hatta 60 ve 70'leri bulabilmektedir. Eğer, 1970'lerde özel yüksekokullar kapatılmasaydı, bugün, Türkiye'de eğitimin özelleşmesi kendiliğinden gerçekleşmiş olacaktı.

Özele, sermayeye, yeni olan her şeye karşı insanların bu ülkenin yakasından düşmesi gerekiyor. Özel dershaneler, özel okullar, özel üniversiteler Türkiye'nin  yüzakı kuruluşlarıdır.

Burada bir gerçeği ifade etmek istiyorum. Ülkemizde en iyi 10 okuldan 7'si özel okuldur; en iyi 10 öğrenciden 8'i özel okuldan mezun olmaktadır. Üniversiteye giren en başarılı 10 gençten 7'si özel okullardandır; en başarılı 10 sportif faaliyetten 9'u özel okullarda, en fazla 10 laboratuvardan 8'i özel okullardadır. Bu tabloyu, iyi okumalıyız; özel okul ve dershanelerin sorunlarının giderilmesinde atılan bu adımlar devam ettirilmelidir.

Grubumuz adına, 271 sıra sayılı Kanun Tasarısına "evet" oyu vereceğimizi belirterek, bu çalışmanın, özel öğretim ve kursların ve dershanelerin yer sorunlarının halledilmesinde Meclisimizin yapacağı diğer çalışmaların başlangıç olmasını diliyor, Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.

Şahsı adına, Siirt Milletvekili Sayın Öner Ergenç.

Buyurun Sayın Ergenç. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Değerli meslektaşım Muharrem İnce Beyin, burada, çok tasvip etmediğim görüşleriyle birlikte, ortaya koyduğu ve benim de katıldığım bir gerçekle konuşmama başlıyorum. Evet, bugün Türkiye'nin birinci öncelikli meselesi ve problemi eğitimdir. Türkiye, bu problemi çözmedikçe bugünkü sıkıntılardan da, korkarım ki, kurtulamayacaktır.

Dolayısıyla, bu eğitim meselesinde, çok ciddî olan bu meselede, ben, sayın Parlamento üyelerimizin, değerli milletvekillerimizin, hükümetimizin ve aynı zamanda, anaların, babaların, halkımızın dikkatini özellikle iki konu üzerine çekmeye ve yoğunlaştırmaya çalışacağım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de bugün uygulanmakta olan eğitim sisteminin genel amaçlarının ve temel ilkelerinin ne kadar güzel ifade edildiğini, geride bıraktığımız yasama yılı içerisindeki bir konuşmamda yine ifade etmiştim. Nedir bunlar; mesela, millî, manevî, ahlakî, insanî ve kültürel değerlerin benimsetilmesini; aileyi, vatanı, milleti sevdirmeyi ve yüceltmeyi; insan haklarına saygıyı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti anlayışını benimsetmeyi, cumhuriyetin erdemini, hür ve bilimsel düşünceyi, kişilik ve teşebbüse değer vermeyi, sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi, ilgi, istidat ve kabiliyetleri geliştirerek, gençlerimizi, insanlarımızı hayata hazırlamayı, bireyleri meslek sahibi yapmayı, ülkenin refah ve mutluluğu için çalışmayı, iktisadî, sosyal ve kültürel kalkınmayı, birlik ve bütünlüğü sağlamayı, Türk eğitim sistemi, eğitimin her kademesinin genel amacı olarak belirlemiştir.

Ayrıca, genellik ve eşitliği, ferdin ve toplumun ihtiyaçlarını dikkate almayı, herkesin eğitim hakkına sahip olduğunu, herkes için fırsat ve eğitim eşitliğini, demokrasi bilincini yerleştirmeyi, bilimsel yaklaşımı, planlı olmayı, okul-aile işbirliğini sağlamayı, laiklik anlayışını yerleştirmeyi, Türk eğitim sistemi, aynı zamanda temel ilke olarak benimsemiştir.

Bu kadar güzel amaçlara ve ilkelere rağmen, ne yazık ki, eğitimde amaçlanan hedefin tutturulamadığını, bu Yüce Meclisin çatısı altında yaptığımız çeşitli şikâyetlerden ve serzenişlerden de anlıyoruz, ortaya koyuyoruz; bilimsel sonuçlar da, bize, bunu böyle göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakın, vatanını ve milletini seven insanlar yerine, öncelikle kendi nefsini seven insanlar yetişmiştir. Toplumun menfaatını gözetecek yerde, genelde, rüşveti, vurgunu, hortumu, emek harcamadan kısa yoldan köşeyi dönmek isteyen insanlar yetiştirilmiştir. Ne yazık ki, insan haklarına saygı, gönüllere ve kafalara yeterince yerleştirilememiştir; insan hakları ihlalleri, ülkemizi içeride ve dışarıda ciddî sıkıntılara sokmaktadır. Demokrasi öğretimi öngörülmesine rağmen, demokrasi bilinci yeterince oluşturulamamış; bunun tabiî sonucu olarak, ülke, ne yazık ki, bugün, hâlâ, demokratik bir yapıya kavuşturulamamıştır. Hayatın her kademesinde dayatmacı bir anlayış hükmetmeye devam etmektedir. Türkiye'nin evrensel anlamda bir hukuk devleti haline getirilemediği, yüksek yargı organlarının başkanları ve hukukçular tarafından da ifade edilmektedir. Hür ve bilimsel düşünce yerine, baskıcı, dayatmacı, vizyonu ve misyonu olmayan dar görüşlü insanlar, bu eğitim sisteminin ürünüdür. İnsanlarımızın büyük bir bölümü hayata hazırlanamamış, çaresizlik içerisinde kıvranan milyonlarca vasıfsız insan yetiştirilmiş ve bu ülkenin önüne konulmuştur. İşsizlik büyük boyutlara ulaşmış; amaçlanan iktisadî kalkınma yerine, ülke, ne yazık ki, borç batağına saplanmıştır.

Fırsat ve imkân eşitliği ilkesine rağmen, bilakis, kesimler arasında uçurumlar ve ayrıcalıklı uygulamalar meydana gelmiştir ve bu uygulamalar, halen, elan devam etmektedir. Eğitim görme herkesin anayasal hakkı iken, birkısım insanlar, düşünceleri ve inançları yüzünden eğitim hakkından mahrum edilmektedirler. Eğitimde, bilimsel yaklaşımlar yerine, ideolojik yaklaşımlar öngörüldüğü için, bilgi üretme yerine, üretilen bilgiyi dahi kullanamayan bir toplum oluşturulmuştur.

Peki, saygıdeğer milletvekilleri, bütün bu olumsuzlukların sebebi nedir; Parlamento olarak, halkın vekâleten buraya gönderdiği değerli milletvekilleri olarak, ben, öyle zannediyorum ki, eğitimde, öncelikle yapmamız gereken şey, araştırmamız gereken şey, vurgunun, hortumun, haksızlığın, hukuksuzluğun, her türlü kötülüğün temelinde yatan bu sebepleri araştırıp, ortaya koymak ve varsa -ki, vardır- yanlışları bulup, bunları, elbirliğiyle, muhalefeti ve iktidarıyla, beraber düşünüp, ortaya koymak, düzeltmek, hepimizin, bir taraftan vicdan borcudur, bir taraftan da halka olan borcumuzdur.

Peki, bu sebep nedir; tek cümleyle ifade etmek gerekirse, ideolojik eğitim, yasakçı ve dayatmacı yaklaşımdır. Eğitimin amaçları ve ilkeleri böylesine güzel tespit edilmiş olmasına rağmen, Atatürk'ün muasır medeniyetin icabı olarak tanımladığı aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür insanların yetiştirilmesine, eğitimdeki ideolojik yaklaşımlar imkân vermemiştir ve halen de vermemektedir. Okullarda her gün doğruluk ve çalışkanlık andı içilmesine rağmen, çoğunluğu tembel; yalanı, talanı, hileyi, gayri meşru yollarla kazanmayı tercih eden insanlar yetişmiştir. Küçüklere sevgi, büyüklere saygı göstereceğine her gün andiçen çocuklar, bu ulvî değerlerden mahrum olarak yetişmektedirler.

Evet, bütün bu olumsuzlukların sebebi, insanın maddî ve manevî değerlerini ideolojik yaklaşımlarla sınırlamaktır; çünkü, bir ideolojiyi eğitimde esas alırsanız, o ideolojinin müsaade ettiği ölçüde fikir ve düşünce, bu ideolojinin öngördüğü kadar demokrasi ve hukuk, ferdin ve toplumun ihtiyaçlarına uygun bilimsel eğitim yerine ideolojik eğitim, elbette ki, hedefe götüremez. Bu işin bu sonuca geleceği, zaten başından belli. Değerli milletvekilleri, bugün, eğitimin önündeki en büyük engel, yasakçı ideolojik anlayıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önemli gördüğüm ve dikkatinizi çekmek istediğim ikinci konu da şudur: Gençlerimizi, sigara, alkol, uçucu ve uyuşturucu maddelerden korumaktır. Bunun içindir ki, bu zararlı maddelerin içilip satıldığı yerler ile okullar arasında belli birtakım mesafelerin konulması öngörülmektedir.

Bugün dünya gençliğini tehdit eden başlıca tehlike, sigara, alkol, uçucu ve uyuşturucu madde bağımlılığıdır. Bu işin ticaretini yapanların hedef kitlesi okullar ve öğrencilerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, konuşmanızı tamamlar mısınız.

ÖNER ERGENÇ (Devamla) - Tamamlamaya çalışıyorum Sayın Başkanım.

2001 yılında, Türkiye'de, farklı coğrafî bölgelerde yapılan bir araştırmada, ortaöğretim gençleri arasında sigara kullanım oranının yüzde 50'nin üzerinde olduğu, alkol kullanım oranının ise yüzde 45 olduğu saptanmıştır.

Gelişmekte olan ülkelerde yapılan araştırmalar, en çok kullanılan maddelerin tütün, alkol, esrar ve uçucu maddeler olduğunu göstermiş, Türkiye'de de madde kullanımının benzer olduğu; ancak, sigara kullanım oranının bu ülkelerden daha yüksek olduğu tespit edilmiş. Bütün ülkelerde kullanılan uyuşturucu ve uçucu maddeler içerisinde birinci sırada yer alan esrar ile sigara ilişkisi dikkate alındığında, gençlerimizin ne kadar ciddî bir uyuşturucu riski ve tehdidi altında olduğu görülecektir. Nitekim, bu işin ticaretini yapanlar, kuryeler ve çeteler oluşturarak, okullarda çeşitli yöntemlerle gençleri tuzaklarına düşürmektedir.

Alkol ve uyuşturucu madde kullanımının ruhsal ve bedensel sorunlara ve bağımlılığa yol açtığı herkes tarafından bilinmektedir. Sayın milletvekilleri, o halde, gençlerimizi bu tehlikeden uzak tutmak zorundayız. Asrın afeti olarak tanımlanan alkol ve uyuşturucu belasından gençlerimizi korumak, hepimizin, herkesin görevi olmalıdır.

Bu bağlamda, kaçakçılıkla mücadele ve kanun uygulayıcı birimlerinin yanı sıra, eğitim, sağlık, sivil toplum kuruluşları, politikacılar ve medya, bu mücadelede sektör olarak yer almalıdır.

Değerli milletvekilleri, sonuç olarak, esas itibariyle, en büyük düşmanımız cehalettir; insanlar, cehaletleri sebebiyle yanlış yollara sapmaktadır. Aklın ve ilmin rehberliğinde ve fakat, ama mutlaka, vicdanın denetimi ve kontrolünde bir eğitim anlayışıyla ülkenin geleceği ancak teminat altına alınabilir.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi, tekrar, saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ergenç.

Sayın milletvekilleri, Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce, konuşmasının başında şöyle bir beyanda bulunmuş: "Parmak hesabı, parmak sayısı demokrasi değildir. Parmak sayısı demokrasi olsaydı, yüzde 92'yle kabul edilen Kenan Evren'in Anayasası da anayasa olurdu."

Cümlenin gelişinden, Sayın Muharrem İnce, 1982 Anayasasının da demokratik olacağını beyan etmek istedi. Yoksa, şu anda mevcut Anayasa, 1982 Anayasasıdır, onu uyguluyoruz. Erzurum Milletvekili Sayın Mustafa Nuri Akbulut'un yazılı uyarısı üzerine bunu bu şekilde düzeltiyorum.

Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına, Adana Milletvekili Sayın Tacidar Seyhan; buyurun. (Alkışlar)

TACİDAR SEYHAN (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî, biraz da Adalet ve Kalkınma Partisinden milletvekili arkadaşlarımın çağrısına kulak vererek, belirttikleri gibi, aksaklıkları giderme yönünde konuşmalar yapmak istiyorum ve yine -çağrılarında belirttikleri gibi "hep yanlışı gösteriyorsunuz, doğruyu da beraberinde gösterin" dediler- buradaki aksaklıkları sizlerle paylaşmak, önerilerimi de sizlere aktarmak istiyorum.

Eğer, özel öğretim kurumlarının başındaki daire başkanı arkadaşımız da bizi izliyorsa, lütfen, bir an önce, bu aksaklıkların giderilmesi konusunda hem bizlerle hem buradaki meslek erbabı uzman arkadaşlarımızla işbirliği yaparlar, ilgili yönergeleri ve yönetmelikleri buna göre düzenlerlerse çok sevinirim.

Bir gerçeği vurgulayarak başlamak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de büyük bir işsizlik var. Bu işsizlerin yüzde 80'inin herhangi bir vasfı yok; yani, hiçbir meslekî bilgi ve becerisi yok. Bu, ciddî bir sorun. Bu, bizim, özellikle Türkiye'de meslek eğitimine nasıl bakmamız gerektiği konusunda elimizde ciddî bir done. Biz, eğer, meslek edindirmezsek, vasıf kazandırmazsak, onların vasfı, olumsuz olarak andığımız, biraz önce arkadaşlarımızın örneklediği kötü vasıflar olarak toplumun önüne gelecektir.

Bu gerçeğin ışığı altında, biz, hepimiz, özel kursları ve meslek edindirme kurslarının tamamını desteklemekle yükümlüyüz. Özel de olsa, devlet de yapsa destekleyelim; ama, hepsini yaşatabilelim.

Bakın, ben, ilk dershanemi, bilgisayar ve İngilizce kursumu 1987'de açtım ve aday olduğum dönemde devrettim. Onbeş yıla yakın bir süre özel kurs işletmeciliği ve müdürlüğü yaptım.

Değerli arkadaşlarım, birinci aksaklık şudur: Eğitim ciddî bir iştir. Vakıflar, özel vakıflar da kurs açıyor, dernekler de kurs açıyor, üniversiteler de kurs açıyor, halk eğitim merkezleri de kurs açıyor; ama, bunların kurslarda uyguladıkları müfredatlara bakarsanız, biz, özel öğretim kurumları, Talim Terbiye Kurulunun bize gönderdiği müfredattan eğitim yapıyoruz; fakat, bu kurumlar kendi verdiği eğitim programını onaylıyor, koyuyor önümüze. Süre nedir; 35 gündür. 35 günlük uygulamada, örneğin 60 000 000 liraya kurs veriyorlar; biz de serbest piyasada kirasını veriyoruz, yüzde 18 KDV'sini veriyoruz, vergisini veriyoruz, onlarla rekabet etmeye çalışıyoruz. Çoğu bilgisayar kursundan mezun olan arkadaşlarım mezun olduğunda klavyenin yerini bile bilmiyor -iddia ediyorum- ve bunları denetleyenler de, bilgisayar programcılığı ya da operatörlüğünden mustarip olan kişiler, maalesef. Bunu düzeltmek lazım.

Bir de şurada kayıp var: Kaynak diyoruz. Özel öğretim kurumlarından vergi alıyorsunuz; fakat, vakıf vermiyor, dernek vermiyor, halk eğitim merkezi vermiyor; üniversiteler, açtığı kurstan vermiyor, dönersermayeye kaydediyorlar. Biz, özel kurs temsilcileri, nasıl rekabet edeceğiz, nasıl kaliteli eğitim sunacağız?! Onlara uyguladığınız KDV muafiyetini bunlara da uygulayın.

Rekabet Kurumu bu ülkede ne iş yapıyor çok merak ediyorum. Bizim görevimiz, işletmeyi ve sektörü ayakta tutmaktır, kaliteli eğitimin önünü açmaktır. 1991'deki LİMME Projesine ben de katıldım. LİMME Projesi ne oldu biliyor musunuz; lime lime etme projesi oldu. Eğitim adına, insanları okullara cumartesi pazar tıktılar, 45 saatlik eğitimle -bilgisayarlar 80x88'di, çalışmıyordu- insanların eline çarşaf gibi sertifika verip, siz meslek sahibisiniz deyip sokağa bıraktılar. Geleceğe hayaller kuran insanların hayallerini suya düşürerek toplumun bunalımlı insanları haline getirdik. Böyle mi çağdaş ülkeyi oluşturacağız? Hızla, bunun çözülmesi lazım. Rekabet edebilir, kaliteli hale getirin.

Sayın yetkililere sesleniyorum: Bir de, lütfen, şu kurumları denetletirken, ilköğretim müfettişlerini, ortaöğretim kanununa göre buraya sokuyorsunuz; binayı denetletebilirsiniz, temizliğini denetletebilirsiniz, sicillerini, raporlarını denetletebilirsiniz; ama, ilköğretim müfettişlerine, İngilizce TOEFUL düzeyinde eğitim veren yerleri ve ulusal düzeyde bilgisayar programcılığı veren yerleri denetletmeyin; çünkü, bilmiyorlar; bilen insana denetletin. Farklı bir kurum kurun, yeni bir kurum kurun; denetlemeyi onlara verin. Dernek temsilcisini de onun içerisine koyun. Eğer başarabiliyorsak, odalarını da kuralım, oda temsilcisini de onun içerisine koyalım.

Bakın ne yapıyoruz; diyoruz ki, atamalarda da ortaöğretim kurumları kanunu geçerlidir ve yeterlidir. Bu kurumlara öğretmeni, müdürü atarken, liseye, ortaokula atanan müdür gibi, öğretmen gibi aynı statüye tabi tutuyoruz. Sonra, bu öğretmen, çocukları eğitiyor. Diyoruz ki, Türkiye genelinde sınav yapacağım -yazılı sınav, merkezî sınav- şeffaf olacak; ona aynen katılıyorum. Hatta, seviyesini A, B, C yapın, eğitim kalitesini yükseltin, TOEFUL düzeyinde yapın; ona da katılıyorum; ama, bu sınavı yaptıktan sonra, bu çocukları, onu yetiştiren öğretmenlerin elinden alıp, ilkokuldan getirdiğiniz bir öğretmenin eline sözlü yapmak için vermeyin. Bu, son derece onur kırıcıdır. Eğitimi verdiğiniz insanı, sözlüyü yapan insan olarak atamıyorsunuz. Biz, atadığımız öğretmene, müdüre güvenmeyeceksek, buranın etkili ve yetkili insanı yapmayacaksak, bu ülkede insana, emeğe, bilgiye saygıyı nasıl anlatacağız?! Bu da ciddî bir sorundur. Bunu da ortaya koymak lazım.

Tasarıyla ilgili bir iki maddeyi de kısaca geçeceğim; ama, değinmeden edemiyorum. Avrupa'da bu işler farklı yapılıyor. Onbeş günlük kurs veriyoruz. Avrupa'da küçücük kart verirler, kursa katılma belgesi. Biz, çarşaf gibi bir sertifika verip, ortaya salıyoruz çocukları ve bunu da yaparken, merasim alayı gibi, seksen kişi mühür basıyoruz; imzala imzala gitsin!.. Sen imzala, millî eğitim müdürü imzalasın; neymiş, onbeş gün kursa katılmış. Verin kursa katılma belgesini gitsin. Yetkili kılın müdürü, gitsin; ona yetki veriyorsanız. Siz müfredata bakın, ne eğiteceğimize, ne öğreteceğimize bakalım. Hep beraber çözelim diye anlatıyorum. Bu, geçmişten gelen bir aksaklık; bu, 87'nin sorunu.

Bunun dışında sorun yok mu; var tabiî. Bir de standartlar yönergesi var önümüzde. Kapı genişliği, pencere yüksekliği... Bulabilirseniz böyle bir bina bulun. 3 metre 10 santim olacak. Zaten orayı düzeltiyoruz. Tabiî, kimsenin hayatının hiçe sayılmasını istemiyoruz. 80 santimlik yükseklik var, yangın merdiveni sıfır olacak diye 80 santime iki basamak yaptılar, bir gün hafif duman çıktı, basamaktan ineceğim diye öğrenci ayağını kırdı, atlasaydı bir şey olmayacaktı. Bu işi uyduralım, bir standart yapalım; ama, aklı, mantığı olsun, makul bir yanı olsun; hep beraber yapalım. Standartlar yönergesini hazırlarken, lütfen, özel öğretim kurumlarının da görüşlerini alsınlar. Bu derneklerden de bir temsilci olsun. Hep beraber bunu yasalaştıralım. Bu yönergede, hepimizin dediğini işin içine alalım.

Bakın, daha neler oluyor biliyor musunuz; birkaç tane daha özel önerim var; ama, zamanım kalmaz diye, önce kanun tasarısıyla ilgili önerime geçmek istiyorum.

Tabiî, bir kanun yapıyoruz, bu kanunu yaparken de aksaklıkları şimdi düzeltelim. Bakın, mesafeyi ayarlıyoruz; deniliyor ki: "Özel öğretim kurumlarına mesafe şartı aranmaz; ancak, söz konusu özel öğretim kurumlarıyla yukarıda belirtilen türdeki -meyhane, birahane vesaire, onlardan bahsediliyor- işyerleri aynı binada olamazlar." Ne olacak; mesafe şartı yok. Burası bir bina, hemen bitişiğinde bir bina başlıyor. Sıfır olan binalar var. Siz diyorsunuz ki, burada dershane varsa, burada kahvehane olabilir. Olabilir, kapısı ayrı; buraya bir şey demiyorum. Eğitilmiş insan lazım. Kursa verirken dikkat edelim hakikaten. Bu ülkede eğitim olsun. Bunun önünü açalım. Kimse buna karşı gelmez; ama, diğer yandan -ben açmak istediğim için söylüyorum- o kadar büyük iş merkezleri açıldı ki, bir ucundan bir ucu 8 000 metre. Türkiye'de öyle büyük yerler var. Adana'daki bir işyerinin mesafesini de ölçmüştüm, tam 700 metre etrafından dolanırsanız; dolanarak ölçecek, içerden ölçemez.

Şimdi, ben, eski kanuna göre, orada, okula 200 metre mesafede bir işyeri açabiliyordum; ama, burada "aynı binaya açamaz" dedikten sonra, iki ayrı binaya açabiliyorsunuz; o iş merkezine açamıyorsunuz ya da çok büyük pasaj düşünün, bir kapı ile diğer bir kapı arası 150 metre, 200 metre; aynı pasaja da açamazsınız. Onun için, tedbiri şimdiden alalım. Diyelim ki, aynı binada olmak koşuluyla 30 metre...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Seyhan, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Sayın Başkan, tamamlamaya çalışıyorum.

Bunu bir giderelim; önerge versinler, düzeltsinler; çünkü, bir hakkı teslim ederken, bir haksızlığın da önünü açmayalım.

İkinci aksaklık ve boşluk şurada: "Turizmin yoğun olduğu yörelerdeki okulların tatil olduğu dönemlerde, yukarıda belirtilen işyerleri ile okullar arasında 100 metre şartı aranmaz." Arkadaşlar, turizmin yoğun olduğu yöreler nereler; Ankara'da turizm yok mu; İstanbul'da turizm yok mu?! Böyle bir ayırımı... Yani, sadece deniz sahilinin olduğu yerlere mi?.. Karadenizi alırsanız ülkede yer kalmaz. Birçok yerde turizm vardır. Bunu da yapalım turizmin olduğu yörelerde; ama, bunu nasıl ayarlayacaksınız? Okulun kapandığı günden, açıldığı tarihe kadar bir ruhsat mı vereceksiniz; tarihli ruhsat mı? Bu, Ruhsat Kanununa uygun mu? Peki, o insana onu verdiniz, yatırım da yaptı. Sonra, müktesep hakla bölge idare mahkemesine başvurup, yeniden işleminin devamını isterse ne durumla karşılaşacağız? Onun için, kanunda buraya da bir açıklık getirilmeli diye düşünüyorum; benim fikrim bu.

Değerli arkadaşlarım, son olarak, şunu da yapmayalım; bu çok önemli. Bakın, meslekî kurslar denilince neler anılıyor... Az önce çok hoşuma gitti, Adalet ve Kalkınma Partisinden bir arkadaşım dedi ki: "Biz, demokrasi bilincini oluşturacağız, insan haklarını saygılı bir şekilde yerine getireceğiz ve insan kazanmaya çalışacağız."

Değerli arkadaşlar, eylül ayında bir genelge aldım; o genelge odamda duruyor; ilgili daire başkanı benden isterse, o genelgeyi veririm. O genelge nerelere gönderilmişti biliyor musunuz; folklor, bale, moda, saz, bağlama, bilgisayar, biçki dikiş ve İngilizce kursları ile bedensel ve zihinsel engelliler için açılan kurslara gönderilmiş. Avrupa Birliğine gireceğiz. Maaşını da işveren verir, işten ayrıldığında da, devletin, o insanı yeniden işine verme gibi bir problemi yoktur; yani, ne öğretmenin ne müdürün işsizliğine karışmaz. Genelge ne diyor biliyor musunuz; genelge diyor ki, bu kurumda eğitim veren usta öğreticiler, eğitmenler ve idareciler siyasî partiye üye olamazlar, adaylık başvurusu başlamadan önce görevlerinden istifa etmek zorundadırlar. Bu durumda olmayanlar hakkında idarî işlem yapılması... Siz, saz çalanı, türkü söyleyeni, biçki dikişi öğretenini, makineyi, resmi öğreteni siyaset yapma hakkından uzak tutamazsınız. Demokratik ülkelerde, böyle utanç verici genelgelere rastlanmaz.

BAŞKAN - Sayın Seyhan, toparlar mısınız.

TACİDAR SEYHAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Eğer demokrasiye inanıyorsak, hızla, bu genelgeyi yollayan hakkında idarî soruşturma içerisine girilmeli, bundan sonra da bunun önü alınmalıdır. Eğer bunu yapmazsak, bizi buraya gönderen halk, bir gün, bizim işimizi elimizden alır, biz o kurslara öğrenci olarak gideriz; ama, bizi eğitecek öğretmen bulamayız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Seyhan.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

İLKÖĞRETİM VE EĞİTİM KANUNU İLE ÖZEL ÖĞRETİM KURUMLARI KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI

MADDE 1. - 5.1.1961 tarihli ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun değişik 61 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 61. - Okul binalarının sağlık, eğitim-öğretim ve ulaşım bakımından elverişli bir mahalde olması göz önünde bulundurulur.

Meyhane, kahvehane, kıraathane, bar, elektronik oyun merkezleri gibi umuma açık yerler ile açık alkollü içki satılan yerlerin, okul binalarından en az 100 metre uzaklıkta bulunması zorunludur.

Turizmin yoğun olduğu yörelerdeki okulların tatil olduğu dönemlerde yukarıda belirtilen işyerleri ile okullar arasında 100 metre şartı aranmaz.

Bununla ilgili esaslar İçişleri, Milli Eğitim, Sağlık, Kültür ve Turizm bakanlıklarının müştereken hazırlayacakları yönetmelikle belirlenir."

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Mustafa Gazalcı.

Buyurun Sayın Gazalcı. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 271 sıra sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Özel Öğretim Kurumları Yasasında Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesiyle ilgili, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, gecenin bu saatinde, Türkiye'nin eğitim düzenini görüşüyoruz.

Danışma Kurulu, herhalde, günlük programları yaparken, kimi zaman bitimine kadar deniliyor; sonuna doğru da, birçok şeyi iyi irdeleyemeden, konuşamadan, kimi zaman yasayı da gerekçe yaparak, bambaşka şeyler söyleniyor ve oldubittiye getiriliyor. O yüzden, ben, burada konuşulanları... Özellikle, AKP Grubu adına konuşan arkadaşımız, neredeyse, konuşmasının -20 dakikasının- büyük çoğunluğunda, dershanelerin ve özel okulların, Türkiye'deki eğitimin niteliğini yükselten kurumlar olduğunu ve devlet okullarına göre yüzde 50 daha ucuz eğitim yapıldığını, bu yüzden de teşvik edilmeleri gerektiğini belirtti ve baştan sona, devlet okullarının niteliksiz bir eğitim yapmaktadır, özel okullar ve dershanelerde çok iyi eğitim yapılıyor, bu yasa da bunlardan birisi ve bundan sonra da, bu konuda desteğimizi, teşvikimizi sürdürelim dedi.

Değerli arkadaşlar, şimdi, konuştuğumuz konu, okullar ile bar, kıraathane, meyhane gibi yerlerin mesafesiyle ilgili. 1961 yılında, 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Yasasında ve daha sonra çıkan Özel Öğretim Kurumları Yasasında 100 metreymiş bu zaten. Bakın, 100 metre olarak varmış. 1998'de, biz, bunu 200 metreye çıkarmışız burada, bir değişiklik yapılmış. Şimdi, dönüyoruz, tekrar 100 metre olsun diyoruz ve bununla, eğitim sorunlarını çözdüğümüzü sanıyoruz.

Değerli arkadaşlar, burası, yasa yapan, gerçekten çok önemli bir  kurum, bizi de izleyen milyonlar var. Bu tasarının gerekçesinde ve -çok üzülüyorum- birçok maddede, neredeyse klişe haline gelmiş sözler yazılarak..

Bakın, ne yazıyor genel gerekçede, mutlaka okudunuz; devletin eğitim yükünü hafifletmek için, kaynak sorununu çözmek için, daha kaliteli bir eğitim verilmesinin ortamının hazırlanması için, özel sektörün eğitimdeki payının artırılması ve okullaşma sorunlarının çözülmesi... "Bugün için özel okulların eğitimdeki payı 2,8" şeklinde yazılmış gerekçede; biraz fazla aslında, o kadar değil. Haydi öyle diyelim. Bu mesafeyle, biz, neyi çözecekmişiz? Bakın, diyor ki, eğitimdeki özel okulların payını 2,8'den orta vadede yüzde 6'ya çıkaralım, uzun vadede de yüzde 20 yapalım. Onu yaptığımız zaman eğitime kalite gelir, devlet eğitim işinden büyük ölçüde kurtulmuş olur.

Değerli arkadaşlar, bakın, bir mesafe ayarlaması yapıyoruz; yani, daha sağlıklı bir ortamda eğitim yapılsın, daha sağlıklı yerlerde okul kurulsun, gürültü ortamından uzak ya da çocuklarımızın, gençlerimizin kötü alışkanlıklara bulaşmaması için uygun yerlerde okul yapalım diyoruz. Önce, 1961 yılında 100 metreymiş bu, sonra 200 metre yapmışız, tekrar 100'e çekiyoruz. Biz, bunu komisyonda çok konuştuk. Belki 50 de olması gerekir, çok önemli değil; ama, şöyle bir düşünün. Son yıllarda dairelerde okullar var arkadaşlar, bırakın dershaneyi. Okul dediğin yerde, okul bahçesiyle, laboratuvarıyla, işliğiyle, çok amaçlı salonlarıyla, Batı'daki gibi olursa yüzme havuzlarıyla, rehberlik birimleriyle, sağlık birimleriyle, bir eğitim yerinde olması gerekenler bulunmalıdır. Siz, daireleri, odaları okul diye teşvik edin, durmadan artırın...

Değerli arkadaşlar, hepimiz biliyoruz ki, dershaneler, bugünkü bozuk eğitim sisteminin, sınav sisteminin sonucudur. Buralarda çok değerli arkadaşlarımız var; ama, doğru dürüst bir eğitim olmamaktadır. Çocuklarımızın alışkanlıkları, kişiliğinin eğitimi, onlara meslek kazandırma gibi değil; varsa yoksa şıklardır; yani, testin şıklarını çözme, kim daha başarılı olacak talimi yaptırılır orada.

Bakın, 1997 yılında sekiz yıllık kesintisiz eğitimi kabul ettik. Çocuklarımız, anadolu liselerine gidebilmek için ilkokulun 4 üncü, 5 inci sınıfında dershaneye giderlerdi, ona göre dershaneler açılmıştı. Birçok dershane, dershanelerimiz kapatılacak diye sekiz yıllık kesintisiz eğitime üstü kapalı karşı çıktı; ama, bu karar alındı. O çocuklar, o yaşta dershaneye gitmemeye başladılar; çünkü, gerek kalmadı. Bu kez ne oldu; çocuklarımız  anadolu liselerine, fen liselerine gitsinler diye, ortaöğretim kurumları için bir sınav açtık; yani, aynen üniversiteye giriş gibi, ilköğretimden sonra da çocukları bir ipten atlatmaya çalıştık. Çocuklarımız, ister istemez, 7 nci, 8 inci sınıfta, yine dershanelere koşmaya başladı. Sistemi, sınavı değiştirdiğiniz zaman insanlar oraya koşmaz. Şimdi, meslek lisesini bitiren çocuklar, meslek yüksekokullarına sınavsız geçiş yapıyorlar; isteyen gidebiliyor. Bu çocuklar dershaneye gider mi; yani, siz onun ortamını hazırlamışsınız. Bu, güzel bir şey, birkaç yıldır da uygulanıyor; yani, oraya gidip para dökmesine gerek yok.

Değerli arkadaşlar, burada sayıldı, döküldü; ama, üzülüyorum; sanıyorum, biraz da yanlış bilgiler verildi. Son duruma göre, Türkiye'de 1 801 özel okul var, dershanelerin sayısı 2 615. Ankara'daki 275 dershanede ücretler 900 000 000 ile 7 500 000 000 arasında değişiyor. 2002'de dershanelerde 606 522 çocuk eğitim görmüş ve buralarda 1 katrilyon 213 trilyon para dönmüş; özel okullar bunun dışında. Bakın, yalnız dershanelerde 1 katrilyonun üzerinde para harcanmış.

Değerli arkadaşlar, KİGEM bir araştırma yaptı -2002 yılındaki eğitim harcamalarını araştırdı- ve bu araştırmayı "Eğitimde Çürüyüş" adlı bir kitap haline de getirdi. Özellikle eğitimci arkadaşlarımızın bu kitabı edinmelerini dilerim.

Değerli arkadaşlar, 2002 yılında eğitime 25 katrilyon para harcanmış. Bunun yalnız 7,5 katrilyonunu devlet harcamış, 17 katrilyondan fazlasını da veliler harcamış.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Arkadaşlar, eğitim harcamaları, zaten, şu anda, fiilen velilerin sırtına binmiştir.

Peki, özel okullardan ve özel dershanelerden kim yararlanıyor; bu söylediğim trilyonları, katrilyonları kim veriyor? Bakın, Devlet İstatistik Enstitüsünün bir araştırması var -bu da yeni yayımlandı- ve bu araştırmaya göre, Türkiye'de eğitim harcamalarının yüzde 73'ünü en zengin 3 000 289 aile yapıyor; yani, eğitim harcamalarında bulunanların yüzde 20'si yüzde 73'ünü harcıyor, geriye kalan yüzde 27'sini ise 13 156 000 aile harcıyor.

Biz milletvekiliyiz. AKP'liler, gerçekten yoksul halkın büyük çoğunluğundan oy aldı. Bizim yapamadığımızı yaptınız siz, başardınız; yani, şunu başardınız: Yoksul insanlar, size, eğitim sorunlarımıza çözüm bulsun diye oy verdi. Buraya geldik, ne yapıyoruz şimdi biz; devletin okullarını bırakıyoruz; bakın, yüzde 98'i bırakıyoruz, yüzde 2'yi konuşuyoruz ve ille onun teşvikini düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar, oraya para verenler, özel okullara harcanan milyarlarca lira paraları verenler büyük çoğunluk değildir, sizin oy aldığınız insanlar değildir.

Bakın, dünyada eğitim enternasyonali toplantıları yapılıyor. 1998'de Washington'da 2 nci Dünya Eğitim Enternasyonali Kongresi yapıldı, orada kabul edilen ilke şuydu: "Herkese nitelikli kamusal eğitim." Dünyanın her yerinde eğitim işi başta devletin işidir; özel kesim, koşulları yerine getirmek kaydıyla bu işi yapabilir. Eğer, devlet olmasaydı, kamu olmasaydı siz olmazdınız arkadaşlar. İçinizde, durmadan övgüsünü yaptığınız dershanelerden, özel okullardan, kolejlerden, vakıf üniversitelerinden çıkmış kaç arkadaşımız var; bilmiyorum sizi, ama, ben olmazdım. Ben, köy enstitüleri ve onun devamı öğretmen okulları olmasaydı burada olmazdım, benim kardeşlerim de okuyamazdı.

Değerli arkadaşlar, bakın "dünyada böyle" gibi laflar oluyor, doğru da söylenmiyor. Almanya, işte...

BAŞKAN - Sayın Gazalcı, toparlar mısınız.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki, bundan sonraki maddede söz hakkım var, o zaman devam edebilir miyim?

BAŞKAN - Tabiî, o maddeye gelindiğinde yine konuşursunuz efendim.

MUSTAFA GAZALCI (Devamla) - Peki.

Saygılar sunuyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 1 önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 271 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinde geçen "100 metre" ibaresinden önce "kapıdan kapıya" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Ali Oksal Berhan Şimşek             Engin Altay

             Mersin                   İstanbul                       Sinop                               

                             Mustafa Gazalcı

                                            Denizli

BAŞKAN- Komisyon katılıyor mu bu önergeye?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul)- Olumlu görüşle, Genel Kurulun takdirine bırakıyoruz.

Ancak, Sayın Başkan, bir hususa işaret etmek istiyorum: Burada eklenmek istenilen sözcüklerin "en az" ibaresinden önce yer almasının daha uygun olacağını belirtmek istiyorum. "En az kapıdan kapıya 100 metre" değil "kapıdan kapıya en az 100 metre" şeklinde olmasının daha uygun olacağını takdirlerinize sunuyorum.

BAŞKAN- Hükümet?

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul)- Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN- Önerge sahibi olarak?...

MUSTAFA GAZALCI (Denizli)- Tamam efendim.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önergeyi şu şekilde düzenliyoruz: "Görüşülmekte olan 271 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinde geçen '100 metre' ibaresinden önce 'kapıdan kapıya en az' ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz."

Sayın milletvekilleri, ikinci fıkrayı aynen okuyorum ki, bir yanlış anlaşılmaya neden olmasın. Bu fıkrayı "Meyhane, kahvehane, kıraathane, bar, elektronik oyun merkezleri gibi umuma açık yerler ile açık alkollü içki satılan yerlerin, okul binalarından kapıdan kapıya en az 100 metre uzaklıkta bulunması zorunludur" şeklinde düzeltiyoruz.

Önergeyi bu haliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - 8.6.1965 tarihli ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 9 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 9. - Özel öğretim kurumları binalarının nitelikleri, bu binalarda açılabilecek kurumlar ile her tür tesis ve donanıma ilişkin standartlar yönetmelikle belirlenir.

Meyhane, kahvehane, kıraathane, bar elektronik oyun merkezleri gibi umuma açık yerler ile açık alkollü içki satılan yerlerin, okul binalarından en az 100 metre uzaklıkta bulunması zorunludur. Özel eğitime muhtaç bireylerin devam ettikleri öğretim kurumları ile okullar dışındaki diğer özel öğretim kurumlarında bu zorunluluk aranmaz. Ancak söz konusu özel öğretim kurumlarıyla yukarıda  belirtilen türdeki işyerleri aynı binada bulunamaz.

Turizmin yoğun olduğu yörelerdeki okulların tatil olduğu dönemlerde yukarıda  belirtilen işyerleri ile okullar arasında 100 metre şartı  aranmaz.

Bunlarla ilgili esaslar İçişleri, Milli Eğitim, Sağlık, Kültür ve Turizm bakanlıklarının müştereken hazırlayacakları yönetmelikle belirlenir."

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, Sayın Gazalcı'nın Grup adına söz talebi vardı; ancak, Grup bunu geri çekti. Ben de, Sayın Gazalcı'ya "2 nci madde üzerinde de sözlerinizi sürdürebilirsiniz" demiştim. Eğer, konuşmak istiyorsanız, konuşmanızı sürdürmeniz için söz vereyim.

MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Vazgeçtim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.

Şahsı adına, Denizli Milletvekili Sayın Ümmet Kandoğan?..

ÜMMET KANDOĞAN (Denizli) - Vazgeçtim.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyon ve Hükümetle bir konuda anlaşalım. Bu maddenin ikinci paragrafını, dilerseniz şöyle düzeltelim; yani, az önce koyduğumuz "kapıdan kapıya" ibaresini buraya da eklediğimiz zaman, ikinci paragraf şu şekli alıyor: "Meyhane, kahvehane, kıraathane, bar, elektronik oyun merkezleri gibi umuma açık yerler ile açık alkollü içki satılan yerlerin, okul binalarından kapıdan kapıya en az 100 metre uzaklıkta bulunması zorunludur. Özel eğitime muhtaç bireylerin devam ettikleri öğretim kurumları ile okullar dışındaki diğer özel öğretim kurumlarında bu zorunluluk aranmaz. Ancak söz konusu özel öğretim kurumlarıyla yukarıda belirtilen türdeki işyerleri aynı binada bulunamaz."

Bu değişikliğe Komisyon katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Çoğunluğumuz olmadığı için takdire bırakıyoruz; ama, bir önceki maddeye paralel olarak, burada da bu değişikliğin, bu eklemenin yapılmasının zorunlu olduğunu düşünüyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Biz de katılıyoruz.

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

Kaldırılan hükümler

MADDE 3. - 15.1.1998 tarihli ve 4322 sayılı 625 sayılı, Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 254 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 326 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

1 önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 271 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Recep Garip Agâh Kafkas     Hikmet Özdemir

              Adana                     Çorum                    Çankırı

       Muharrem Karslı Ali Ayağ              Ali Öğüten

           İstanbul                      Edirne                  Karabük

Ali Yüksel Kavuştu   Muzaffer Külcü       Muzaffer Baştopçu

             Çorum                     Çorum                    Kocaeli

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Uygun görüşle, Yüce Meclisin takdirine bırakıyoruz.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Hükümet?..

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Yürürlükten kaldırılması istenilen 4322 sayılı Kanunla 222 ve 625 sayılı Kanunlarda değişiklik yapılmış ve bu değişiklikler ilgili maddelerine işlenmiştir.

Bu tasarıyla, sadece, değişiklik gören iki madde yeniden düzenlenmektedir. Bu nedenle, 3 üncü maddede anılan kanunun yürürlükten kaldırılmasına gerek kalmamaktadır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 4 üncü maddeyi 3 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 5 inci maddeyi 4 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Tasarının tümü kabul edilmiştir; hayırlı olmasını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 13 Kasım 2003 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 23.29