SENTIM 2 6 2003-07-24T07:59:00Z 2003-07-24T07:59:00Z 56 37998 216591 TBMM 1804 433 265988 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 21

 

104 üncü Birleşim

9 . 7 . 2003 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül'ün, yoksulluğun azaltılmasında mikrokredi projesiyle ilgili uygulamalara ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın cevabı

2. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa'nın Suruç İlçesinde yaşanan sulama sorununun ekonomik ve sosyal yansımaları ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı

3. - Hatay Milletvekili Abdulaziz Yazar'ın, Türk Ordusunun İskenderun'a girişinin 65 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşması

V. - ÖNERİLER

A) SİyasÎ Partİ Grubu Önerİlerİ

1. - (8/3) esas numaralı, Kuzey Irak'ta 11 Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin gözaltına alınmasıyla ortaya çıkan kriz konusunda hükümetin yürüttüğü politikalar hakkındaki genel görüşme önergesinin Genel Kurulun 9.7.2003 tarihli birleşiminde görüşülmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı : 146)

2. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı: 152)

3. - Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Arasında Hukuki Konularda Adli Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna  Dair  Kanun  Tasarısı  ve  Dışişleri  Komisyonu  Raporu  (1/450) (S. Sayısı: 104)

4. - Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü Arasında Arsa Tahsisi Hakkında Protokolun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/388) (S. Sayısı: 55'e 1 inci Ek)

5. - Türkiye Cumhuriyeti ile Çek Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/443) (S. Sayısı: 158)

6. - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/349) (S.Sayısı: 155)

7. - Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları  (1/611) (S. Sayısı: 209)

VII. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1. - Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, TÜFE'deki artışların SSK emeklilerinin maaşlarına yansıtılmamasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun cevabı (7/795)

2. - Muğla Milletvekili Fahrettin Üstün'ün, Hollanda'dan gönderilen Patriot rampalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi Gönül'ün cevabı (7/858)

 

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Gaziantep Milletvekili Ahmet Uzer, Gaziantep İlinin tarihî, kültürel ve ekonomik özelliklerine,

Konya Milletvekili Harun Tüfekçi, Eti Holding Anonim Şirketi Seydişehir Alüminyum Tesislerinin mevcut durumu ve modernizasyonu için alınması gereken tedbirlere,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın, 11 Türk askerinin Irak Süleymaniye'de gözaltına alınmasıyla ilgili gündemdışı konuşmasına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül cevap verdi.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, ABD askerlerinin Kuzey Irak'ta bir grup Türk Silahlı Kuvvetleri personelini gözaltına alması olayında hükümetin yürüttüğü politika konusunda bir genel görüşme (8/3),

Edirne Milletvekili Ali Ayağ ve 23 milletvekilinin, orman köylerinin kalkındırılması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması (10/118),

Açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Mersin Milletvekili Hüseyin Özcan'ın (6/311), (6/312),

Kars Milletvekili Selami Yiğit'in (6/520),

Esas numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; soruların geri verildiği bildirildi.

Barış Harekâtının 29 uncu yıldönümü kutlamalarına katılmak üzere, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Meclisi Başkanı Zeki Serter'in vaki davetine, TBMM Başkanını temsilen, TBMM Başkanvekili Yılmaz Ateş'in  icabet etmesine ilişkin Başkanlık;

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Yunanistan'a yaptığı resmî ziyarete iştirak etmesi uygun görülen milletvekillerine,

Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın, bir heyetle birlikte Avusturya'ya yaptığı resmî ziyarete, Isparta Milletvekili Mehmet Emin Murat Bilgiç'in de iştirak etmesinin uygun görülmüş olduğuna,

İlişkin Başbakanlık;

Tezkereleri kabul edildi.

Genel Kurulun 8.7.2003 Salı günkü (bugün) birleşiminde; sözlü soruların görüşülmemesine, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 49 uncu sırasında yer alan (10/69) esas numaralı Meclis araştırması önergesi ile aynı gün gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve okunmuş bulunan Edirne Milletvekili Ali Ayağ ve 23 arkadaşının (10/118) esas numaralı aynı konudaki araştırma önergesinin görüşmelerinin birleştirilerek yapılmasına;  gündemin  "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"  kısmının 32 nci sırasında yer alan 178 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 55 inci sırasındaki 208 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü sırasına, 3 üncü sırasındaki 104 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci sırasına, 4 üncü sırasındaki 55'e 1 inci ek sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı sırasına, 5 inci sırasındaki 158 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 6 ncı sırasındaki 155 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 56 ncı sırasındaki 209 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 19 uncu sırasındaki 141 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına, 46 ncı sırasındaki 199 sıra sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına, 8 inci sırasındaki 157 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 9 uncu sırasındaki 159 sıra sayılı kanun tasarısının 13 üncü sırasına, 10 uncu sırasındaki 160 sıra sayılı kanun tasarısının 14 üncü sırasına, 11 inci sırasındaki 162 sıra sayılı kanun tasarısının 15 inci sırasına,  13 üncü sırasındaki  85 sıra sayılı kanun tasarısının  16 ncı sırasına,  21 inci sırasındaki 169 sıra sayılı kanun tasarısının 17 nci sırasına, 33 üncü sırasındaki 185 sıra sayılı kanun tasarısının 18 inci sırasına, 34 üncü sırasındaki 186 sıra sayılı kanun tasarısının 19 uncu sırasına alınmasına, çarşamba günkü birleşimde de sözlü soruların görüşülmemesine; çalışma sürelerinin, salı, çarşamba ve perşembe günkü birleşimlerinde saat 21.00'e kadar olmasına ilişkin AK Parti Grubunun önerisinin, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildiği açıklandı.

Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük ve 64 milletvekilinin, orman köylülerinin sorunlarının araştırılarak (10/69),

Edirne Milletvekili Ali Ayağ ve 23 milletvekilinin, orman köylülerinin kalkındırılması için (10/118),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin, birleştirilerek yapılan öngörüşmelerinden sonra, kabul edildiği açıklandı.

Kurulacak komisyonun:

12 üyeden teşekkül etmesi,

Çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimi tarihinden başlamak üzere, 3 ay olması,

Gerektiğinde Ankara dışında da çalışması,

Kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısının (1/521) (S. Sayısı: 146) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;

2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin (1/523) (S. Sayısı: 152),

5 inci sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Arasında Hukukî Konularda Adlî Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair (1/450) (S.Sayısı: 104),

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;

Ertelendi.

3 üncü sırasına alınan, Doğal Gaz Piyasası Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında (1/599) (S. Sayısı: 178)

4 üncü sırasına alınan, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair (1/625) (S.Sayısı : 208),

Kanun Tasarılarının, görüşmelerini müteakiben yapılan oylamalardan sonra, kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

9 Temmuz 2003 Çarşamba günü, saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 20.36'da son verildi.

Nevzat Pakdil

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Mehmet Daniş

Türkân Miçooğulları

 

Çanakkale

İzmir

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

No. : 148

II. - GELEN KÂĞITLAR

9 . 7 . 2003 Çarşamba

Sözlü Soru Önergeleri

1. - Adana Milletvekili Atilla Başoğlu'nun, ilaçta klinik paketlemeye gidilip gidilmeyeceğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/646) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2003)

2. - Sivas Milletvekili Nurettin Sözen'in, iş akitleri feshedilen DİV-HAN Demir Madeni çalışanlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/647) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2003)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Kayseri Milletvekili Muharrem Eskiyapan'ın, Yamula Barajı Projesi kapsamında su altında kalacak karayollarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/925) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2003)

2. - Antalya Milletvekili Atila Emek'in, haberleşme ücretlerinin pahalı olduğu iddiasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/926) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2003)

3. - Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın, Antalya'da yapılan kapalı yüzme havuzunun ne zaman bitirileceğine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali Şahin) yazılı soru önergesi (7/927) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2003)

4. - Yalova Milletvekili Muharrem İnce'nin, Yalova'nın Armutlu İlçesinin devlet hastanesi ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/928) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2003)

5. - İzmir Milletvekili Enver Öktem'in, Atatürk Orman Çiftliği arazisinin kullanımına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/929) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2003)

6. - İzmir Milletvekili Enver Öktem'in, Emniyet Müdürlüklerinde ve Jandarma Komutanlıklarında çalışan koruma ve güvenlik görevlisi personele ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/930) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2003)

7. - İzmir Milletvekili Enver Öktem'in, kamuda çalışan mühendis ve doktorların ücretlerinin iyileştirilmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/931) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.7.2003)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

9 Temmuz 2003 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Mehmet DANİŞ (Çanakkale), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104 üncü Birleşimini açıyorum.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin, oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini; bu yardıma rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, yeni gelen arkadaşlarımızın, bu aşamada pusula göndermelerine gerek yoktur; onu bilgilerinize sunayım. Bütün milletvekili arkadaşlarımız, şu anda hazır kabul edilmektedir.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır.

Hükümet, bu konuşmalara cevap verebilir; hükümetin cevap süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, yoksulluğun azaltılmasında mikrokredi uygulamalarıyla ilgili söz isteyen Diyarbakır Milletvekili Sayın Aziz Akgül'e aittir.

Buyurun Sayın Akgül. (AK Parti sıralarından alkışlar)

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül'ün, yoksulluğun azaltılmasında mikrokredi projesiyle ilgili uygulamalara ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın cevabı

AZİZ AKGÜL (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün sizlere, yaklaşık sekiz ay evvel başlattığımız bir projeyle ilgili bilgi arz etmek için huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Mikrokredi, esas itibariyle, yoksulları, başkalarına ihtiyaç olmadan, kendi işlerini kurarak iş sahibi olmaya ve gelir getirici bir faaliyetin içerisinde bulunmaya yönelten bir projedir. Bu proje, sadece Türkiye'de değil, 110 ülkede uygulanan bir projedir. 1976'da Prof. Muhammet Yunus tarafından Bangladeş'te uygulanmaya başlanmış; ancak, bugün, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Avrupa'nın hemen hemen bütün ülkeleri, Güney Amerika, Afrika, Asya ülkelerinin hemen tamamında bu mikrokredi uygulamaları yapılmaktadır. Biz de, 9-10 Haziranda İstanbul'da yaptığımız mikrokredi uygulamalarıyla ilgili konferanstan sonra, bildiğiniz gibi, 11 Haziranda Diyarbakır'da bir uygulama başlattık. Bununla ilgili de 18 Temmuz veya 20 Temmuzda ilk uygulamayı başlatıp ilk kredileri fakirlere vermiş olacağız.

Ben bu hususlara geçmeden evvel, Türkiye'deki genel yoksullukla ilgili bazı istatistikler vermek istiyorum.

2002 yılı sonu itibariyle, bu İnsanî Gelişme Endeksine ve onların yaptığı analizlere göre yaklaşık 7 000 000 kişi, şu anda Türkiye'de 1 doların altında bir gelir seviyesine sahip. Dolayısıyla, bizim "yoksulun yoksulu" diye tanımlayabileceğimiz yaklaşık 7 000 000 kişi ifade edilmektedir. Dolayısıyla, bizim bu mikrokredi dediğimiz, insanların, bir başkasına ihtiyaç olmadan, borç para almak suretiyle kendi işlerini kurup gelir getirici bir faaliyette bulunmaya yönelik müthiş bir potansiyelin olduğunu görüyoruz. Bunun için, şu ana kadar, Türkiye'de, genel manada uygulanan anastrateji, hibe şeklindeki yardımlardır. Hibe şeklindeki yardımların, gayet tabiî, hem insanî yönü vardır hem ahlakî yönü vardır hem de sosyal açıdan toplumun kalkınmasına yardımcı olacak özellikleri de vardır; ancak, insanları sadece hibe şeklindeki yardımlar suretiyle desteklemek, onlara aynı zamanda biraz da haksızlık demektir. Çünkü, fakir olmak bizatihi fakirlerin ortaya koyduğu bir sorun değildir. Fakirlik meselesi, maalesef bir sistem sorunudur; dolayısıyla, sistemin fakirliği azaltmaya yönelik olarak bir gayretin içerisinde olması gerekiyor ve çözüm üretmesi gerekiyor. İşte, bu çözümle ilgili olarak, şu anda dünyada uygulanan en önemli strateji, mikrokredi uygulamasıdır; insanlara küçük bir sermaye vermek suretiyle gelir getirici bir faaliyetin içerisinde bulunmaya yönelten bir strateji.

Genel kanı, fakirlerin tembel olduğu, hiçbir iş yapamayacakları, üretken olmadıkları şeklindedir; ama, bu görüşlerin ben doğru olduğuna inanmıyorum. Dünyadaki bütün bu mikrokredi uygulamaları da, açıkçası bu şekildeki düşüncenin yanlış olduğunu ortaya koymuştur. Fakirler, en az zenginler kadar zekidir; fakirler, en az zenginler kadar akıllıdır; fakirler, en az zenginler kadar çalışkandır; fakirler, en az zenginler kadar üretkendir; ama, bunların bu hasletlerini ortaya çıkaracak bir potansiyel verilmediği için, bir itici güç olmadığı için, maalesef bu hususlar ortaya çıkmamaktadır. Bu husus nedir; sermayedir. İşte, fakirlere de küçük bir sermaye verdiğimiz takdirde, onların da en az zenginler kadar üretken olduklarını, en az zenginler kadar çalışkan olduklarını, en az zenginler kadar zeki olduklarını görmek mümkündür. Bunu da dünyadaki 110 ülkedeki uygulamalar ve yaklaşık yirmiyedi yıllık geçmişi olan bir uygulamayla çok net bir şekilde görüyoruz.

58 000 000 aile, şu ana kadar, dünyada mikrokrediden istifade etmiş bunların yüzde 48'i fakirlik sınırının üzerine geçmiş. Yani, çok başarılı bir proje. Aynı zamanda, 2005 yılı, dünyada, Birleşmiş Milletler tarafından mikrokredi yılı ilan edildi. Yine, Birleşmiş Milletler, 2000 yılında dünyanın önüne çok önemli bir hedef koydu. Bu da, 2015 yılına kadar yoksulluğun yüzde 50 azaltılması hedefi. Bu yüzde 50 azaltılması hedefini ortaya koyduğu zaman, kullanılan en önemli strateji mikrokredi stratejisidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akgül, size, 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

AZİZ AKGÜL(Devamla) - Mikrokredide esas felsefe şudur: Ne kadar aza sahipsen, o kadar daha fazla önceliğin var. Sizler de takdir edersiniz, ticarî bankacılık sisteminde, biliyorsunuz, ne kadar fazlaya sahipsen, o kadar önceliğin vardır; ama, mikrokredi bankacılığında, mikrokrediyle ilgili finansman modellemelerinde ise, tam tersi bir modellemeyle, ne kadar aza sahipsen o kadar önceliğin olacaktır. Zaten, bizim, şimdi, pilot proje olarak başlattığımız uygulamada da, fakirin fakiri olan kadınlardan başlıyoruz ve ilkönce onlara mikrokredi kredi uygulamasını başlatacağız. Kredi miktarı 35 dolar ile 1 200 dolar arasındaki Türk Lirası karşılığı olacak. Niçin böyle bir meblağ; çünkü, 35 dolar Bangaldeş'te verilen minimum miktar, Amerika Birleşik Devletlerinde ise maksimum 1 200 dolar veriliyor bu mikrokredi uygulamasında; dolayısıyla, Türkiye'de vereceğimiz miktar budur. Onunla ilgili olarak bir hizmet maliyeti alınacak. Bu, paranın yaklaşık yüzde 24. Bir yıllık krediler şeklinde olacak; geriye ödemeler, haftalık ödemeler şeklinde olacak.

BAYRAM ALİ MERAL(Ankara) - Allah hayırlı etsin Hocam!..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlar mısınız.

AZİZ AKGÜL (Devamla) - Efendim, başka bir ortamda, inşallah, daha detaylı bilgiler de arz ederiz; ama, bu mikrokredi uygulaması noktasında, sizlerin de, gerçekten çok ciddî, yakın desteğinize ihtiyacımız var.

Saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akgül.

Sayın milletvekilleri, konuyla ilgili olarak, Devlet Bakanı Sayın Beşir Atalay'ın bir açıklaması olacaktır.

Sayın Bakan, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilimiz Sayın Akgül, bugün, hepimizin çok duyarlı olduğu, yoksullukla ilgili bir konuyu gündeme getirdiler; ben, kendisine teşekkür ediyorum. Bu vesileyle, hükümetimizin ve özellikle de Bakanlığıma bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun çalışmalarından kısaca bahsetmek için söz almış bulunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yoksulluk olgusu ve yoksullukla mücadele, çağımızın en temel sorun alanlarının başında gelmektedir. Sorunun evrensel önemi dolayısıyla, uluslararası kuruluşların da dikkatlerini giderek bu yöne yönelttikleri görülmektedir. Bu vesileyle, uluslararası kuruluşlar kendi aralarında yoğun bilgi ve deneyim paylaşımında bulunmaktadır.

Son yıllarda yaşanan ekonomik sendromun, işsizliği ve beraberinde yoksulluğu derinleştiren bir etki yarattığı, bilinen bir husustur. Toplumsal bir kaygının ve gelecek endişesinin temel nedeni olan yoksulluk, yaygın işsizlik ve gelir kayıplarının önlenmesi, ülkemizin en önemli sorun alanını oluşturmaktadır.

Bugün, bilindiği gibi, eğitim, sağlık, konut, ulaşım ve benzeri sorumluluklar, ailelere büyük yükler yüklemektedir. Ailenin, günlük ihtiyaçlarını dahi karşılamakta güçlük çekmesi, toplumun en temel direnç  noktası olan aile kurumunu da yıpratan bir sorun haline gelmektedir. Ailelerin güç kaybetmesi, özellikle, ailenin güçsüz bireyleri olan kadın, çocuk ve yaşlıları olumsuz yönde etkilemektedir.

Özürlü bireyler bakımından, sorun daha da önem kazanmaktadır. Özürlü birey bulunduran aile, toplumun içinde yalnız, özürlü birey de aile içinde yalnızdır.

Tüm bu nedenlerle, ekonomik ve sosyal yoksunluk içinde olan kişi ve ailelere el uzatmak, toplumsal ve kamusal bir sorumluluktan öte, insanî ve vicdanî bir görevdir.

Hükümetimizin ve Bakanlığımın sosyal politikaları ve yaklaşımlarının özünde, böylesine bir insanî ve vicdanî bilinç ve toplumsal sevgi yatmaktadır. Sorunların büyüklüğüne karşılık, Türkiye'nin, gelişme dinamikleri, güçlü potansiyeli ve büyüme iradesi yüksek bir ülke olduğundan da hiç şüphe yoktur. Yapılacak olan, bizim inandığımız, Türkiye'nin potansiyelini, Türk toplumunun refah ve mutlu geleceği için tam anlamıyla harekete geçirmekten ibarettir.

Değerli milletvekilleri, hükümetimizin ve Bakanlığımızın böylesi bir sorumluluk anlayışı içinde ülke ve toplum sorunlarına eğilmekte olduğundan hiç kuşku duyulmamalıdır. Esasen, 58 inci hükümetin kuruluşundan bu yana, özellikle tarım kesimine, en düşük maaşlı SSK ve Bağ-Kur emeklilerine ve diğer kesimlere dönük geliştirdiği politikalar da bunu yansıtmaktadır. Amacımız, birey ve aileyi, bilhassa ailelerin güçsüz bireylerini sarsan depresif ekonomik ve sosyal şartların hızla telafisi; özellikle alt gelir gruplarını ve bu kapsamda yer alan aileleri derinden yaralayan yoksulluk olgusunun aşılmasıdır. Bu hususta, ülkemiz, hem tarihsel ve sosyal tecrübelere hem de sivil ve kamusal imkân ve dinamiklere sahiptir. Kırsal kesimde büyük ölçüde varlığını koruyan ve sürdüren, Türk toplumunun sosyolojik derinliğinde var olan paylaşma ve dayanışma bilinci, ekonomik ve sosyal yoksulluğun, toplumsal varlığımızda çok yaygın ve derin yaralar açmasını önlemektedir. Türkiye'nin, bu alanda, toplumsal tecrübe bakımından, diğer ülkelere ve toplumlara göre mukayeseli bir üstünlüğe sahip bulunduğu da açıktır. Buna rağmen, sorun, özellikle günümüzde modern şartların yarattığı zorluklar nedeniyle, her toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da tabiî sosyal koruma alanını ve boyutunu çok aşmış bulunmaktadır; bunu da kabul etmek durumundayız.

Yoksullukla mücadele ve işsizliğin önlenmesi konusunda, hem kamusal mekanizmaların hem de sivil inisiyatiflerin birlikte ve paralel sorumluluklar yüklenmesi önem taşımaktadır. Tabiî, biraz önce Sayın Akgül'ün belirttiği, mikrokredi uygulaması, dünya genelinde, uygulandığı ülkelerde, sivil bir inisiyatif olarak yürümektedir. Ülkemizde de, doğrusu, yine, tarihî birikimimizden gelen pek çok sivil kuruluş, gönüllü toplumsal kuruluşlar, bu alanda faaliyet göstermektedir. Esas olan, sosyal yardımlaşmanın, yine, sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla yürümesini teşvik etmektir; fakat, bu arada da, tabiî, devlet, hükümet, yönetim, hem bu sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarına destek olacak hem de kendisi, bunların yetişemediği, sosyal yardımlaşma alanlarının zayıfladığı noktalarda devreye girecektir. İşte, şu anda, hükümetimiz de bu gayret içerisindedir. Değerli milletvekillerimiz şundan emin olunsun, AK Parti İktidarında, devlet, yeniden, sosyal devlet olacaktır. Anayasamızda hükmünü bulan; fakat, belki yeterince vurgulanmayan sosyal devlet ilkesi, bizim iktidarımız döneminde tam anlamıyla vurgusunu bulacaktır ve politikalarımızın tamamına damgasını vuracaktır, bugüne kadar da böyle olmuştur; özellikle, yoksul kesimleri, toplumun az gelirli kesimlerini gözetmektedir; bunu, zaten, hükümetimiz, başından beri göstermektedir.

Bu genel girişten sonra, bu konuda, bu kapsamda size sözünü etmek istediğim; bildiğiniz gibi, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, sosyal yardımları koordine etmek üzere kurulmuş, direkt bu alanda faaliyet gösteren tek devlet mekanizmasıdır, kamu mekanizmasıdır. Bütün bakanlıklarımızın sosyal yardıma dönük, yoksul kesimlere yardıma dönük faaliyetleri vardır. Mesela, Sağlık Bakanlığımızın hastalara bakma, bütün hastanelerimizin yoksul kesimlere -parası olmasa da- bakma, tedavi etme faaliyeti vardır veya diğer bakanlıklarımızın buna benzer faaliyetleri vardır; fakat, topluma bizzat, direkt aynî veya nakdî yardım götüren devlet kuruluşumuz, Bakanlığımın bünyesindeki Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonudur. Bu kapsamda, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, diğer toplumlar için de bir model özelliği taşıyan, bir sosyal himaye ve sosyal destek kuruluşu olmak bakımından ulusal bir öneme sahiptir. Gerek fon, gerekse fona paralel olarak yurt çapında her il ve ilçemizde oluşturulmuş bulunan ve bugün itibariyle sayıları 931'e ulaşmış olan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, halkımızın millî kültür ve geleneğinde güçlü bir şuur olarak var olan, yoksulu, kimsesizi gözetme duygusunun ve dayanışma ruhunun günümüzdeki en doğal yansıması olmak yanında, sosyal devlet tanımının da en temel karşılığı olmuştur.

Kabul etmek gerekir ki, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, bu özelliği ve ulusal önemi dolayısıyla, rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın milletimize en büyük miraslarından birisi olmuştur; kendisini de bu vesileyle rahmet ve minnetle anıyoruz.

Bu fonun kaynakları çok düşük de değildir. Gerçi, ilk kurulduğu zaman, o zaman sayıları da çok olan pek çok fondan pay aldığı için kaynağı daha yüksekti; fakat, bugün, gelir kaynağı azalmış, fakat miktarı çok düşmemiştir. Bu fonun başlıca gelir kaynağı, bildiğiniz gibi, Gelir ve Kurumlar Vergisinden alınan yüzde 4 pay, bütün trafik para cezalarının yüzde 50'si ve RTÜK'ün radyo ve televizyonların reklam gelirlerinden aldığı payın yüzde 15'i, bugün bu fonun belli başlı gelir kaynağını oluşturmaktadır ve bu yıl için, bizim tahminimiz, bu fonun toplam yıl geliri -şu ana kadarki gelirlerini, ay gelirlerini de hesap ettiğimizde- yaklaşık 750 trilyon Türk Lirası civarında olacaktır.

Bu fonun giderlerini de biliyorsunuz. Fon, şu anda, gerçekten, pek çok alanda derde deva bir kaynak durumundadır. Şöyle, kısaca, bu fonun kaynakları nerelere harcanıyor, onu arz edeyim: Bildiğiniz gibi, bütün il ve ilçelerimizde çalışmakta olan, başkanlığını vali ve kaymakamlarımızın yaptığı ve mütevelli heyetlerinin kararlarını verdiği vakıflarımıza, her ay düzenli olarak para gönderilmektedir. İl ve ilçelerimizin nüfus büyüklüğüne göre ve sosyoekonomik özelliklerine göre, bu pay dağıtılmaktadır. Bu yıl ortalaması, yani, 2003 yılı altı ay ortalaması olarak, vakıflarımıza, her ay, yaklaşık 10 trilyon Türk Lirası gönderilmektedir, toplam olarak.

Bu vakıflar şöyle çalışmaktadır: Bu vakıflar, kendi yörelerinde, çok acil bir ihtiyacı olan, geçimini sağlayamayan, kış döneminde yakacağını temin edemeyen, çocuğunun okul ihtiyacını temin edemeyen vatandaşlarımıza aynî ve nakdî yardımlar yapmaktadırlar; yani, vakıflarımız, gerçekten, âdeta, bir acil yardım kurumu gibi çalışmakta, kendi bölgelerinde çaresiz vatandaşlarımıza ulaşmaktadır.

Biraz sonra kısaca arz edeceğim, bu vakıflarımızın çalışma sistemleri, mütevelli heyetlerinin oluşumu, yardım dağıtma yöntemleriyle ilgili de çalışmalarımız var. Esasen, bu konuda, bir yasa tasarımız da, Bakanlar Kurulumuzdan çıkarak Meclisimize ulaşmıştır.

Bunun yanında, yükseköğrenim bursu vermektedir. Yoksul ailelerin çalışkan çocuklarına -ilke olarak- karşılıksız burs vermektedir ve şu anda fondan burs verilen öğrenci sayısı, yaklaşık 220 000 civarındadır.

Biliyorsunuz, Türkiye'de yeşil kart diye bir uygulama vardır ve yeşil kartlı vatandaşımızın sayısı da çok yüksektir. Şu anda Maliye Bakanlığımız ve Sağlık Bakanlığımız yeşil kart uygulamasını tekrar disipline etmek için çalışmalar yapmaktadır; fakat, şu anda, Türkiye genelinde, bütün hastanelerimizde yeşil kartla tedavi olan vatandaşlarımızın, ayakta tedavi olan vatandaşlarımızın tedavi masrafları ve ilaç giderleri Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan karşılanmaktadır; bu da çok yüksek bir miktardır. Sağlık Bakanlığımızdan bize ulaşan aylık yeşil kart faturası 25 trilyon Türk Lirası civarındadır ve bu rakam giderek de yükselmektedir.

Bunun yanında, yine "taşımalı eğitimin öğle yemeği" diye isimlendirdiğimiz, Türkiye genelinde belli merkezlere taşınan ve şu anda sayısı 700 000 civarında olan ilköğretim öğrencilerinin öğle yemeği parası bu fondan ödenmektedir. Buna benzer diğer küçük harcamalar vardır.

Yani, şöyle bir baktığımızda, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, ülke genelinde dengeli olarak, bütün il ve ilçelerimizde, vakıflarıyla birlikte, en önemli sosyal yardım mekanizmasıdır ve çalışmalarını büyük bir titizlikle yürütmektedir. Fakat, burada üzülerek şunu belirtmeliyim, son yıllarda, fon harcamalarına haddinden fazla yükler getirilmiştir. Geçmiş dönemlerde, özellikle son üç dört yılda, fonun gelirlerinin bir kısmı direkt bütçe gelirlerine aktarılmış, bir kısmı da yatırıma kaydırılmış, yurt yapımı gibi bazı alanlarda kullanılmıştır. İlk defa AK Parti İktidarları döneminde, ben bu göreve başladığımda, bu fonla irtibatım kurulduğunda, bu fonun gelirinin tamamı fonun amaçları doğrultusunda kullanılmaktadır; yani, hiçbir bütçe kesintisi veya başka bir harcama kalemine aktarılması söz konusu olmamıştır. Bu, önemli bir noktadır. Ayrıca, yatırım harcaması gibi, fonun amaçlarıyla direkt çakışmayan, uyuşmayan harcama kalemleri de durdurulmuştur. Fondaki en büyük titizliğimiz, fonun gelirlerinin, mümkün olabildiğince, kendi amaçları doğrultusunda, en yoksul vatandaşlarımızın ihtiyaçlarına dönük olarak harcanmasıdır.

Burada, birkaç noktayı bilginize sunarak konuşmamı bitireceğim. Bizim, bundan sonrası için, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu ve vakıflarımızla ilgili ve bu fonun kullanımıyla ilgili planladığımız -şu anda bir kısmını sonuçlandırdığımız- bazı hedeflerimiz vardır; onları, size kısa bilgi olarak sunayım:

Birincisi, fon yönetiminin -yani, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu yönetiminin- bir kuruluş yasası yoktur. Şu anda, değişik kurumlardan ödünç alınan, kadroları orada olan bir grupla bu çalışmalar yürütülmektedir. Biz de, burayı bir kurum haline getirme, önemli bir sosyal yardım kurumu olarak organize etme ve özellikle de sosyal yardım gibi çok hassas bir alanda, uzmanları yetiştirme ve uzmanlar eliyle bunu yürütme yönünde bir çalışma yaptık. Tasarıyı hazırladık, Bakanlar Kurulumuza sunduk, Bakanlar Kurulumuz kabul etti ve Meclise intikal etti. Sayın Başbakanımızın, dün, grup konuşmasında da ifade ettiği gibi, bu tasarımızın, bu temmuz ayında yasalaştırılması için sizlerin yardımını, desteğini bekliyoruz. Bu önemli ve duyarlı konuda destek vereceğinize inanıyorum.

Bunun yanında, Sayın Akgül'ün de ifade ettiği ve benzeri mikro kredi veya vatandaşlarımıza, yoksul insanlara, yoksul ailelere, geçici yardımlar yerine, mümkün olabildiğince kalıcı, kendi geçimini sağlar bir hale getirici destek nasıl verilebilir; bunun çalışmalarını yapıyoruz.

Son birkaç aydır bu konu üzerinde çok yoğunlaştık; hatta, 3-4 Temmuzda, Ankara'da, iki gün süren büyük bir toplantı yaptık; Türkiye'nin her bölgesinde, her kurumunda -sivil veya kamu- bu konuda düşünen, yazan, bu konuda sözü olan insanları bir araya topladık; bir, kırsal kesim olarak, iki, kent kesimi olarak, işsiz, yoksul, fondan destek almaya muhtaç aile ve kişilere, kalıcı, iş edindirici, istihdam ve üretim projeleri dediğimiz uygulamayı nasıl geliştirebiliriz; bunun yöntemlerini aradık.

Fon, aslında, geçmiş dönemlerde bu yönde uygulama yapmış. Bir ara, özellikle ilk kurulduğu yıllarda, kaynağının yaklaşık yüzde 20'sini bu yönde ayırmış; fakat, denetimsizlikten, verimli yürümemiş ve son yıllarda, bu, yüzde 1'lere kadar düşmüş.

Şimdi, bizim hedefimiz, fonun diğer harcama kalemlerini biraz azaltarak, mümkün olabildiğince, vatandaşlarımızı, bu yoksul kesimi küçük kredilerle desteklemek ve kendi geçimlerini sağlar bir hale getirmektir.

Takdir edersiniz, geçici aynî ve nakdî yardımlar, bazen incitici özellik bile taşımaktadır. Biz, bu yardımı onur kırmadan yapabilmek için, o vatandaşlarımızı üretime de katarak, hem de iş sahibi yaparak yaşamalarını temin yönünde çalışmalar yaptık. Bu konuda, kırsal kesimle ilgili çalışmamızı, Tarım Bakanlığımızla birlikte organize ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, size 1 dakika eksüre veriyorum; buyurun efendim.

DEVLET BAKANI BEŞİR ATALAY (Devamla) - Biliyorsunuz, Tarım ve Köyişleri Bakanlığımıza bağlı, ülke genelinde sayıları 1 300'ü bulan tarımsal kalkınma kooperatifleri vardır. Bunlar, organize şekilde, birbirini denetler şekilde faaliyet göstermek -Bakanlık tarafından altyapı hizmetleri de verilerek- ve vatandaşlarımızı, belli tarımsal projelerde desteklemek için kurulmuştur; fakat, şu anda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığımız, bunların hepsine, bütün kooperatiflerimizin üyelerine ulaşamamaktadır. Biz, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonundan bir miktar kaynak ayırarak -ki, şu anda, belli bir oranda kaynak temin edilmiştir- bu kooperatiflere üye olanlara veya o köyde, o yörede en yoksul olanların bu kooperatiflere üye olması temin edilerek bunlara, öncelikle, hayvancılık alanında destekleme kredisi vereceğiz. Önümüzdeki hafta, Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızda bunun protokolünü imzalayıp, zaten, kamuoyuna açıklamasını yapacağız. Ben, şimdilik bu kadar bilgi sunmuş olayım. Bu çalışmayla, kırsal kesimde, köylerimizde, ciddî bir destek politikasının geliştirileceğine inanıyorum.

Bunun peşinden de, kent kesiminde, işsiz, yoksul, eğitimli işsiz insanları nasıl iş sahibi yaparız ve bu fondan bunlara nasıl destek sağlarız; o yönde çalışmalarımız olacak.

Sayın Başkan, müsamahanız için teşekkür ediyorum.

Hepinize teşekkür ediyor, saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gündemdışı ikinci söz, Şanlıurfa İlinin sulama sorunlarıyla ilgili söz isteyen, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Vedat Melik'e aittir.

Buyurun Sayın Melik. (CHP sıralarından alkışlar)

2. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa'nın Suruç İlçesinde yaşanan sulama sorununun ekonomik ve sosyal yansımaları ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı

MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şanlıurfa İlinin sulamayla ilgili sorunlarını dile getirmek üzere, gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa'nın sulamayla ilgili problemlerinin tamamını anlatmaya süremiz yetmeyeceğinden, bugünkü konuşmamda, özellikle Suruç İlçesinin sorunlarını dile getirmeye çalışacağım.

Suruç, Şanlıurfa İl Merkezine 48 kilometre uzaklıkta, yaklaşık 120 000 insanın ilçe merkezi ve 90 muhtarlıkta yaşadığı, ekonomisi tamamen toprağa dayalı bir ilçedir. Bundan yaklaşık yirmi yirmibeş yıl öncesine kadar çok yakın bir seviyede olan yeraltı sularıyla sulu tarım yapılabilen Suruç Ovasında, yeraltı su kaynaklarının kurumasıyla birlikte tamamen kuru tarıma dönülmüş, zaten büyük olmayan işletme birimlerindeki insanlar, geçimlerini sağlamak için, ülkenin çeşitli yerlerinde, ailece geçici işçi olarak çalışmaya başlamışlardır. Bu ailelerin ilköğretim çağındaki çocukları da, her yıl, yerleşik düzende olan öğrencilerden 45 gün önce okullarını bırakmakta, bir sonraki dönemde de ancak kasım ayı içinde okula başlayabilmektedirler; çünkü, aileleri, ya Harran'da, Viranşehir'de, Kızıltepe'de veya Silopi'de pamukta işçilik yapmakta veya şu anda duble yol projesinin devam etmekte olduğu Aksaray ile Eskişehir gibi şekerpancarı ekilen bölgelerde, çapa için, hepimizin zaman zaman rastladığı ilkel çadırlarda yaşamaktadırlar.

Elbette ki, bu geçici işçilik, yani, çağdışı yaşam koşulları, yalnız Suruç'a özgü değildir; Antalya'nın dağ köylüleri, Kastamonu, Sinop, Çankırı, Adıyaman köylülerinin de hali budur; ancak, Suruç'un bir olanağı vardır; Suruç Ovası sulama projesi... Bu Ovanın sulanması halinde, Suruçlu çocuklar, en azından, kendi köylerinde okullarına gidebileceklerdir.

Değerli arkadaşlar, acaba, içimizden birisi çocuğunu malî imkânsızlıklar nedeniyle bir tek gün dahi okula gönderemezse neler hissederiz; hangimiz, çocuklarımızı nisan ayının ortasında okullarından alıp, birlikte çalışmaya götürüyoruz; hangimizin anası, bacısı, karısı çadırda doğum yapıyor; bu Mecliste bulunanlarımızdan acaba kaçımız, o ilkel çadırlarda ailece bir tek gece kalabiliriz?! Ben, çok sayıda sayın milletvekilinin bu şartları çok iyi bildiğine ve aynı benim duygularıma sahip olduğuna inanıyor ve biliyorum; ancak, sayın milletvekilleri, vatandaş, bizleri, buraya, sorunlarına çözüm bulalım diye gönderdi, üzüntülerimizi dile getirelim diye değil; çünkü, biz, karar ve uygulama merciiyiz onların gözünde.

Duble yol yapıyoruz. Niye;çünkü, bu ülkenin asırlardır devam eden bir yol meselesi vardır. Yıllardan sonra ilk defa Karayollarının ve Köy Hizmetlerinin makinelerinin yol yapımında çalıştıklarını görmekten mutluluk duyuyoruz. Parasal kaynağı da bulunmuş olmalı ki, yol yapılıyor. Peki, yapacağımız bu yoldan ne taşıyacağız? Ürettiğimiz yeni bir mal mı var ki taşıyalım?! Ayrıca, yol için kaynak bulabiliyoruz da Suruç Ovasının sulaması için niye bulamıyoruz?! Mademki, Karayollarının, Köy Hizmetlerinin ve Devlet Su İşlerinin makinelerini yol yapımında kullanabiliyoruz, demek ki, Suruç Ovasının sulama projesine de bu kuruluşlarımızın olanaklarıyla başlayabiliriz.

Değerli arkadaşlar, her zaman, her ortamda söylüyoruz; sanayileşmede Türkiye'nin önceliği tarıma dayalı sanayilerdir. Bu yüzden, önce, sanayimizin tarımsal hammaddesini sağlamak zorundayız. Onun için de, öncelikle, sulanabilecek arazilerimizin sulamaya açılması gerekir. Ayrıca, Suruç Ovası sulaması, yalnızca Suruç'un ekonomisini kalkındırmaya yönelik bir proje değildir; bütün ülkenin menfaatıyla ilgili bir yatırımdır. Bakın, geçen aylarda Tarım Bakanımız açıkladılar. 2000 yılında Türkiye'nin ithal ettiği pamuk  500 000 tondur;  yani,  bugünkü  fiyatlarla  yaklaşık 750 000 000 dolardır. Oysa, Suruç projesinin tamamı da aslında 700 000 000 dolar civarındadır.

Şimdi, Suruç Ovasını suladığımız zaman, hem ihracatımızda en önemli yeri tutan tekstil sanayiinin hammaddesinin bir kısmını daha ülke içinden sağlamış olacağız hem de onbinlerce insanımıza iş imkânı sağlayacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Ama, belki de hepsinden önemlisi, Suruçlu çocuklar, kendi köylerinde, yasalara göre her Türk vatandaşı için mecburî olan ilköğrenimlerini sürdürebileceklerdir ve belki de, insanlar, kendi topraklarında ölme imkânına kavuşacaklardır; çünkü, bundan beş ay önce, şekerpancarında çalışmak üzere Eskişehir'e giden bir Urfalı ailenin Porsuk Nehrine düşüp boğulan iki genç kızından birinin cesedi, tüm çabalara rağmen, hâlâ bulunamamıştır ve bu genç kızın babası, kızının cesedini bulma umuduyla, o tarihten beri, hâlâ Porsuk Çayı kenarında beklemektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, hâlâ, milyonlarca insan, 20 nci Yüzyılın -21 inci Yüzyılın demiyorum- asgarî çağdaşlık ölçüsünde yaşayamıyorsa, başta, bizler, bu milletin vekilleri olmak üzere, bütün yöneticilerin, başlarını öne eğip iyice düşünmeleri ve sorunların çözümüne bir yerden başlamaları gerekir. Bana göre, başlangıç, Suruç Ovası sulama projesini derhal hayata geçirmekle olmalıdır.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Melik.

Sayın Melik'in konuşmasıyla ilgili, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Sami Güçlü'nün söz talebi vardır.

Sayın Güçlü, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Şanlıurfa Milletvekilimiz Sayın Vedat Melik'in, Şanlıurfa İlinde tarımsal sulama çalışmaları ve sorunlarıyla ilgili konuşmasına cevap vermek için söz aldım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilimiz bu konuşmasında daha çok Suruç İlçemizle ilgili sorunları dile getirdi ve bu ilçemizin, yaklaşık yirmi yıl kadar önce, yeraltı sularıyla arazilerini sulayıp üretim yaparken, yeraltı sularında meydana gelen çekilmeden dolayı bugün içine düştüğü durumu, burada yaşayan insanlarımızın başka bölgelere, üretim faaliyetlerine katkı yapmak için, gitmek zorunda kalmalarını ve bunun beraberinde getirdiği sosyal sorunlarını dile getirdi. Âdeta, ülkemizin kırsal kesimiyle ilgili sorunlarına bir yöreden baktı ve bizi, tekrar, bu tarım sektörüyle ilgili sorunlar yumağının içerisinde bıraktı.

Evet, gerçekten, her olayın birçok yansımaları söz konusu. Burada da, Suruç'ta meydana gelen bu yeraltı sularının çekilmesiyle ilgili olarak ortaya çıkan durum, hem gelir seviyesinde bir düşme hem eğitime yansıması hem sağlık sorunları ve devamında birçok olayda kabul edilemez gelişmelere sahne olmaktadır; ama, ülkemizdeki durum da, evet, bu tarif edilene yakındır ve birçok bölgemizdeki durum da bundan farklı değildir.

Tabiî, bu olayın genel çözümü, ülkemizin iktisaden kalkınması, gelişmesi ve bu gelişme içerisinde tarım sektörünün benzer bir gelişme göstermesi ve kırsal kesimde yaşayan insanlarımızın gelir seviyesinin yükselerek, bu bahse konu olan olumsuzlukların bu gelişme içerisinde giderek azalması ve bu insanlarımızın da mutlu bir şekilde yaşamasıdır; ama, hepimizin bildiği gibi, bu, zaman alacak bir süreçtir. Dolayısıyla, daha özelleştirerek ifade edecek olursak, hadise, genel gelişme yanında, bölgedeki, yani GAP bölgesinde ve güneydoğuda -Urfa içinde olmak üzere, Suruç içinde olmak üzere- sulama yatırımlarının geliştirilmesi, hızlandırılması ve bölgenin ekonomik potansiyelinin tarımsal yönden harekete geçirilmesiyle alakalıdır.

Ben, bununla ilgili olarak, Sayın Vedat Melik'in bu konuşmasından hareketle, bölgedeki, güneydoğu ve GAP bölgesindeki durumu kısaca özetlemek ve buradan bir neticeye varmak ve bir kanaatimi ifade etmek istiyorum.

Sulama, bilindiği gibi, tarımsal verimliliği artıran en önemli faktör. Bununla ilgili çeşitli kriterler, çeşitli değerlendirme ölçüsü, katmadeğerde meydana getirdiği artışlarla ilgili bilgi hepimizde mevcut. Güneydoğu Anadolu Projesi ise, sahip olduğu su ve toprak kaynakları potansiyeli itibariyle, ülkemiz coğrafyasında yer aldığı sınır boyu konumu ve ülke ekonomisini etkileyen yapısıyla, bilindiği gibi, entegre bir proje. GAP Projesinin, master plan çerçevesinde, 2005 yılında tamamlanması planlanmıştır; ancak, her yıl, yaklaşık 30 000 hektar alan sulamaya açılabilmiştir ve bu hızla, sulama yatırımlarının tamamlanması 2040 yılına kadar devam edecektir; sorun da buradadır.

Genel olarak GAP yatırımları incelendiğinde, nakdî gerçekleşmede yüzde 50'nin üzerinde bir seviye söz konusudur; ancak, sektörler bazında baktığımızda, enerjide yüzde 80'in üzerinde, kamu hizmetlerinde yüzde 76, ulaştırmada yüzde 36, tarım sektöründe ise yüzde 20'nin altında bir gelişme söz konusudur. Dolayısıyla, GAP'la ilgili bu entegre projede arzu edilen planlı bir gelişme sağlanamamıştır, özellikle tarımsal yatırımlarda büyük bir gecikme söz konusudur.  Halbuki, bölgede 7 500 000 hektar alanın 3 200 000 hektarlık kısmı tarımsal faaliyete elverişlidir. Türkiye'nin ekonomik olarak sulanabilir arazisinin yüzde 20'si bu bölgede bulunmaktadır. Bugün, sulamaya açılan alan ise, bu alanın sadece yüzde 6'sıdır.  Toplam olarak sulanabilecek arazi miktarı bölgede 2 100 000 hektar olup, bugün 225 000 hektar alan sulanmaktadır. Bu durum, bölgemizin büyük üretim potansiyelinin ancak onda 1'inin harekete geçirilebildiğinin ifadesidir.

Bölgede tarımsal üretim artışına paralel olarak, bu gelişmelerle birlikte, sulama alanındaki gelişmeyle birlikte, yatırımlardaki gelişmeyle birlikte, aynı zamanda, bu ürünlerle ilgili tarımsal girdilerin kullanımı artış gösterecek ve tarımsal ürünleri hammadde olarak kullanan sanayiler de gerekli hammaddeleri yurt içerisinden temin edebilecekler, dolayısıyla ithalata olan bağımlılığımız da azalacaktır.

GAP'ın entegre bir proje olduğu dikkate alındığında, elbette çeşitli kurumlara görev düşmekte; bu arada, Tarım ve Köyişleri Bakanlığımıza da, özellikle arazi toplulaştırılması, tarlaiçi geliştirme hizmetleri gibi altyapı çalışmaları ile toprak hazırlığı, ekim, dikim ve sulama, yetiştirme teknikleri, hasat ve pazarlama gibi konularla, bölge çiftçisine yoğun bir hizmet verilmesi görevi düşmektedir.

Şanlıurfa İlimize gelince; ülkemiz içerisinde sulama imkânları bakımından elbette en şanslı ilimizdir. Toplam sulanabilir arazisi 820 000 hektardır -bu, alanın yaklaşık yüzde 50'sini ve tarım arazilerinin de yüzde 70'ini teşkil etmektedir- halen bu ilde 148 000 hektar alan sulanmaktadır; yani, yüzde 38'e tekabül etmektedir ve Türkiye ortalamasının neredeyse 2 mislidir.

Sulamadan beklenen faydaların tam anlamıyla sağlanabilmesi için tesviye, drenaj ve toplulaştırma gibi tamamlayıcı yatırımların da gerçekleşmesi gerekmektedir; aksi takdirde, bildiğimiz gibi, bölgede birçok sorun beraberinde gelmektedir.

Sulamadan beklenen faydaların tam olarak sağlanabilmesi için altyapı yatırımlarına ilaveten sulama metotları, ürün deseni, makineli tarım ve en önemlisi de çiftçi eğitimi konusunda gerekli çalışmalar birlikte yapılmak durumundadır.

Suruç'la ilgili bilgileri sayın milletvekilimiz verdi; ben, o konuda mevcut olan, daha çok tekrar mahiyetinde olacak bilgileri, burada, size aktarmaktan imtina ediyorum ve şöyle bir genel değerlendirme yaparak konuşmamı tamamlamak istiyorum:

Güneydoğuyu ilgilendiren ve özellikle GAP bölgemiz olarak ifade edilen bölgede, genel yatırımlar içerisinde Türkiye'nin kendi bütçesiyle gerçekleştirdiği bu büyük projenin, maalesef, özellikle tarımsal yatırımlar kısmındaki gecikme, bu projenin ülkemizin ekonomisine olan katkısının yeteri kadar hızlı bir şekilde gelişmediğini ifade ediyor. Elbette, enerji yönüyle üretime olan katkısı ortadadır; ancak, tarımsal üretimde arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayabilmemiz için sulama yatırımlarının hızlı bir şekilde artması gerekir ve yüzde 20'nin altında bir gerçekleşme hadisesi, bugün için neredeyse telafisi çok zor bir kaynak ihtiyacını doğurmuştur. Yine hepimizin bildiği gibi, sulamayla bölgedeki üretim değerindeki artış, 3-4 kat olarak ifade edilmektedir.

Bu bölgedeki sulama faaliyetlerinin gelişmesiyle, yaygınlaşmasıyla ortaya çıkacak durumlardan bir tanesi de, bölgede bir üretim planlamasının yapılması zaruretidir. Bölge, hızla, âdeta tek ürün üretimine doğru gitmektedir. Pamuk, hâkim bir ürün çeşidi haline gelmiştir. Elbette, doğrudur; ancak, oransal olarak belli bir seviyenin altında tutulmalıdır ve alternatif ürünler bölgeye gelmelidir. Bu, hem üreticilerimizin gelirindeki bir düzenlilik bakımından hem de toprakların verimliliği açısından gerekli bir husustur.

GAP'la ilgili konu, ülkemizde, uzun yıllar ekonomik kalkınmanın, gelişmenin sembol kavramı olarak kullanılmıştır; ama, son yıllarda, âdeta, bu simge, kavram, önemini ve heyecanını kaybetmiştir. Ben sanıyorum bu konuda dünyanın birçok gelişmiş ülkesi, bizim bu projemizin önemini çok daha iyi kavramış ve bugün bu bölgeye dönük olarak oldukça ilginç projeler üretmekte ve bizlere şu veya bu vesileyle iletmektedir.

Bugün, GAP bölgesiyle ilgili olarak sulama yatırımlarının yanında yapmamız gereken, üzerinde düşünmemiz gereken bir ek proje vardır; ben, kısaca biraz  bundan bahsetmek istiyorum. O da, sanayi ürünleri olarak üretilmeye başlanan ve üretilecek olan ürünler için gerekli sanayi tesisleri mevcuttur; ancak, özellikle, sebze, meyve benzeri ürünlerde meydana gelecek artışlar için, su ürünlerinde meydana gelecek artışlar için bölgede, üretim tesisleri söz konusu değildir. Halbuki, bölgenin, gerek Türk piyasasına gerekse komşu ülkelerin pazarlarına yönelik olarak, büyük bir gelişme potansiyeli vardır; ancak, bu gelişme potansiyelinin hayata geçirilebilmesi için, bu ürünleri işleyecek, değerlendirecek, paketleyecek ve bu bölgelere sevk edecek üretim tesislerinin kurulması ve bunların, bozulmadan, bu bölgelere, gerek yurtiçine gerekse yurtdışı piyasalara, pazarlara ulaştırılabileceği bir sistemin kurulması gerekmektedir. Bu da, bölgede, adına, GAP bölgesi içerisinde gıdaya dayalı bir serbest bölge diyebileceğimiz bir bölgenin kurulması ve bu bölge içerisine, sadece gıda ürünlerini temin edecek, işleyecek ve bunları yurt içinde ve yurt dışında pazarlayacak, gerekli altyapısı kurulmuş, soğutma sistemi gerçekleştirilmiş bir birimin oluşturulması gerekmektedir. Bu konuda bir çalışmanın bölge içerisinde başlatılması, düşüncenin hayata geçirilmesi konusunda adımların atılması gerekmektedir.

Ben, bu GAP bölgesiyle ilgili olarak, bir başka hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Gerek bölge gerekse ülkemiz bakımından, bölgenin, tarım sektörü açısından yüksek bir potansiyel ifade ettiğini, uzun süre buraya büyük ölçüde yatırımlar yapıldığını; ancak, bunların daha çok enerji ve diğer kamusal faaliyetler için yapıldığını gördüğümüzü, tarımsal yönden meydana gelen eksikliğin telafisi için de çok büyük kaynaklara ihtiyaç olduğunu ifade etmiştim.

Cumhuriyetimizin 80 inci kuruluş yıldönümünün hazırlıkları için uğraşıyoruz; yeni bir heyecan içerisine giriyoruz ve diyoruz ki, egemenlik kayıtsız şartsız milletimizindir; ancak, cumhuriyetin başka anlamları, ifade ettiği başka manaları var; kalkınma, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma, bölgesel dengesizliği giderme ve ülkenin geri kalmış bölgelerinde hamle yapma da bu kavramın içerisinde yer alacaktır, almalıdır. Dolayısıyla, ben, cumhuriyetimizin 80 inci yılı kutlamaları içerisinde, tekrar, kalkınmayı ve bu kalkınma içerisinde de, tarımsal kalkınmayı ve bu kalkınmada büyük potansiyel olan GAP Projesinin tarımsal sulama yatırımlarında meydana gelen gecikmeyi telafi edecek bir hamlenin başlatılmasını; muhalefetimiz ve İktidar Partimizle birlikte, bütün kamuoyunun da desteğini alarak bu konuda bir hamlenin başlatılmasını; böylece, bölge içerisinde yer alan Suruçumuzun ve onun gibi, benzer bölgelerimizin sorunlarına da, bu hamle içerisinde, çok kısa sürede temelde çözümler bulunabileceğini ümit ediyorum. Bu konuda, milletvekillerimizin dikkatini çekiyorum ve desteğini, ilgisini bekliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, gündemdışı üçüncü söz, 5 Temmuz, Türk Ordusunun İskenderun'a giriş yıldönümü nedeniyle söz isteyen, Hatay Milletvekili Sayın Abdulaziz Yazar'a aittir.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

3. - Hatay Milletvekili Abdulaziz Yazar'ın, Türk Ordusunun İskenderun'a girişinin 65 inci yıldönümü münasebetiyle gündemdışı konuşması

ABDULAZİZ YAZAR (Hatay) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 5 Temmuz, Türk Ordusunun İskenderun'a girişinin 65 inci yıldönümüdür. Günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yapmak, İskenderun'un bazı sorunlarına ve çözüm önerilerine değinmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, İskenderun'un kuruluşu tarih öncesi devirlere kadar inmekteyse de, şehrin gerçek anlamıyla kuruluşu milattan önce 333 yıllarında Asya seferine çıkan Büyük İskender zamanına rastlamaktadır.

İskenderun, Romalılardan sonra, sırasıyla, İranlıların, Abbasîlerin, Büyük Selçukluların, Eyyubîlerin, Memlûkların ve 16 ncı Yüzyıldan itibaren de Osmanlıların hâkimiyeti altına girmiştir; 1832 yılında, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa hâkimiyetine girmiş, 1839 Tanzimat Fermanından sonra, Payas ve Belen'le birlikte Adana eyaletine bağlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesinden sonra, 12 Kasım 1918 tarihinde, İskenderun, Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Bir süre sonra, Fransızların Suriye'ye bağımsızlık vermek istemeleri üzerine, Türk Hükümetinin müdahalesi sonucu, 2 Eylül 1938 tarihinde bağımsız Hatay Devleti kurulmuştur. Daha sonra, 23 Haziran 1938'de, Fransızlarla Hatay'ın Türkiye'ye iade anlaşması yapılmış, 30 Haziran 1939'da, Hatay Meclisi aldığı tarihî bir kararla Hatay yöresinin anavatana kavuşmasını sağlamıştır. Arkasından, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan, 7 Temmuz 1939 tarih ve 3711 sayılı Kanunla Hatay Vilayeti kurulmuş, böylece, Doğu Akdenizin incisi İskenderun da, Hatay İline bağlı bir ilçe olarak, ülkemiz içinde şerefli yerini almıştır. 3 Temmuz 1938'de Fransa'yla yapılan bir başka anlaşma gereğince de, Hatay yöresinde asayişi sağlamak üzere Şanlı Türk Ordusuna bağlı birliklerin İskenderun'a giriş tarihi olan 5 Temmuz 1938 tarihi İskenderun'un kurtuluş günü olarak kabul edilmekte ve her yıl yerel şenliklerle kutlanmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bugün, İskenderun'u bilmeyen, tanımayan var mı. Tarihi milattan önceki yıllara dayanan İskenderun'un 5 dakikada anlatılması mümkün müdür.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri gelişen ekonomik, sosyal, kültürel koşullar, köylerden, özellikle hızla büyüyen gerek coğrafik gerek iklim koşulları uygun kentlerimize doğru büyük kitlelerin akımını doğurmaktadır. Bu koşullarda, mülkî taksimatımızda yeni yeni ilçelerin, illerin kurulması kaçınılmaz olmuştur. İskenderun, 300 000'i aşan nüfusuyla, Türkiye'de nüfus açısından 20 ilden ve 33 il merkezinden büyüktür. Bu nüfustaki bir yerleşim birimindeki sosyal, kültürel ve ekonomik sorunların, ilçe kaymakamlığı ve kadrosuyla çözülmesi olanaksızdır. İskenderun, mutlaka bir gün il olacaktır. Bu, kaçınılmaz bir olgu, doğal bir gelişmedir. Bu gerçeğin bir an önce -üstüne eğilip- gerçekleştirilmesinde, kuşkusuz, hem ülke hem de İskenderun için sayısız yararlar vardır.

Saygıdeğer arkadaşlarım, yılda 2 300 000 ile 4 000 000  ton tahmil-tahliye kapasiteli İskenderun Limanındaki hareketlilik, 1990'ların başında, Körfez kriziyle beraber durmuştur. GAP'ın limanı pozisyonundaki bu limanın durumuna bir çözüm bulunmalı, bir konteyner terminali yapılmalı ve liman bir an önce eski hareketliliğine kavuşturulmalıdır. Hükümet yeni yatırımlar için kaynak bulamıyorsa, hiç değilse, yapılmış yatırımlara sahip çıkmalıdır.

Son günlerde fazlasıyla gündeme gelen doğalgazın, sanayi tesislerinin yoğun olduğu Hatay'a getirilmesi gereklidir. Organize sanayi bölgeleri, İSDEMİR, haddehaneler, ekmek-pasta fırınları, oto boya fırınları, filtre fabrikaları ve oto sanayi siteleri, çevre kirliliğini önleyici ve sanayideki girdi maliyetlerinin düşürülmesinde önem arz eden doğalgazı beklemektedir.

Duble duble yapılacağı söylenen yollardan, Hatay'ın payına düşeni almasını yöre halkı beklemektedir. İhalesi yapıldığı halde bekleyen, İskenderun-Arsus yolunun ve projesi hazır bekleyen İskenderun-Toprakkale yolunun akıbetinden kaygılanmaya başladık. kapatıldı)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından

BAŞKAN - Sayın Yazar, 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ABDULAZİZ YAZAR (Devamla) - Her yıl, Hatay'da seller ve su taşkınları olduğuna dair haberler duyuyorsunuzdur. Bunun çözümü, akarsu yataklarının ıslahı ve baraj yapılmasıdır. Hükümetten, yöremizde acilen inşa edilmesi gereken barajlar ve özellikle Arsus-Gönen Barajı konusunda daha hassas olmasını bekliyoruz. Barajların yapımıyla, hem bölgedeki su taşkınları önlenecek hem de birim maliyeti en düşük olan hidroelektrik enerjisi üretim kaynaklarından birine kavuşmuş olacağız.

Nitelikli sanayi bölgeleri ya da serbest ticaret bölgeleri kurulmasıyla ilgili, pratikte önemi ve değeri olan bir çaba gösterilmesini bekliyoruz.

Körfezdeki Irak operasyonundan sonra, Hatay'da ve güneydoğu illerinde sınır ticareti yapılmasını bekliyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yazar, İskenderun'u, burada, bir anda il yapamayız. Lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

ABDULAZİZ YAZAR (Devamla) - Bir cümlem kaldı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır. Ben, azamî müsamahayı gösteriyorum. Bundan sonra konuşacak olan arkadaşlarımın konuşmaları bitince, maalesef, konuşmalarını kesmek zorunda kalacağım.

ABDULAZİZ YAZAR (Devamla) - Son cümlem.

BAŞKAN - Buyurun.

ABDULAZİZ YAZAR (Devamla) - Saygıdeğer arkadaşlarım, ülke bütçesine katrilyon lira katkıda bulunan, Hatay'ın vergi rekortmenlerini çıkaran, sanayiiyle göğsümüzü kabartan İskenderun'un il olmasıyla ilgili ileride vereceğim teklifi destekleyeceğinize inanıyorum.

Türk Ordusunun İskenderun'a girişinin 65 inci yıldönümü dolayısıyla, İskenderunlu hemşerilerim ve şahsım adına, hepinize, bir kez daha saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:

V. - ÖNERİLER

A) SİyasÎ Partİ Grubu Önerİlerİ

1. - (8/3) esas numaralı, Kuzey Irak'ta 11 Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin gözaltına alınmasıyla ortaya çıkan kriz konusunda hükümetin yürüttüğü politikalar hakkındaki genel görüşme önergesinin Genel Kurulun 9.7.2003 tarihli birleşiminde görüşülmesine ilişkin CHP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun, 9 Temmuz 2003 Çarşamba günü saat 13.00'te yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, aşağıdaki Grup önerimizin, Genel Kurulda okunarak oylanmasını saygılarımla arz ederim.

      Oğuz Oyan

                İzmir

                Grup Başkanvekili

(8/3) esas numaralı Kuzey Irak'ta 11 Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin gözaltına alınmasıyla ortaya çıkan kriz konusunda hükümetin yürüttüğü politikalar hakkındaki genel görüşme önergesinin, Genel Kurulun 9.7.2003 tarihli (bugünkü) birleşiminde görüşülmesi önerilmiştir.

BAŞKAN - Öneriyle ilgili söz talebi?..

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, önerinin lehinde söz istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özyürek.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; grup önerimizin gündeme alınması doğrultusunda söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, dün de burada ifade etmeye çalıştığımız gibi, Irak'ta 11 askerimizin esir alınmış olması, daha sonra, üç günden sonra bırakılmış olsalar bile, gerek Türk-Amerikan dışpolitikasında gerekse Kuzey Irak'la ilgili politikamızda çok önemli sorunlar yaratmıştır ve bundan daha önemlisi, halkımızda, ordumuzda ve tüm insanlarımızda, onulmaz, derin bir hayal kırıklığına yol açmıştır.

Biz, iki gündür bu derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. İstedik ki, toplumun neredeyse tamamının ilgilendiği böyle bir konuyu, bir genel görüşme çerçevesinde buraya getirelim, enine boyuna konuşalım. Sayın Abdullah Gül, dün, burada, gündemdışı bir konuşmaya cevap niteliğinde olan kısa bir konuşma yaptı ve öyle zannediyorum ki, hükümet, bu konuşmayla görevini tamamladığını düşünüyor; ama, topluma dönüp baktığımızda, halka dönüp baktığımızda ve her gün yaşanan gelişmeleri izlediğimizde, bu konunun hiç de öyle geçiştirilebilecek bir konu olmadığı kendiliğinden anlaşılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, 11 askerimize reva görülen muamele, gerçekten, savaş ortamında esirlere bile reva görülen muamelenin ötesindedir; elleri kolları bağlanmıştır, başlarına torba geçirilmiştir ve -doğruluğunu, eğriliğini bilemiyorum; keşke bir genel görüşme açılsaydı, keşke ilgili bakanımız burada olsa da aydınlatılsaydık- bazı askerlerimizin de kaburgalarının kırıldığına dair haberler var. Şimdi, bunlar, savaş ortamında bile yapılamayacak muamelelerdir; çünkü, bununla ilgili uluslararası anlaşmalar vardır.

Değerli arkadaşlarım, hükümet, bu askerlerimizin serbest bırakılmasını sağlamakla sorunun çözüldüğünü düşünmemelidir. Öncelikle, Amerika Birleşik Devletlerinin, mutlaka, Türkiye Cumhuriyetinden, halkımızdan, ordumuzdan özür dilemesi gerekmektedir. Böylesine bir özür dileme gerçekleşmeden, her şey olmuş bitmiş gibi, oturup, Amerika Birleşik Devletleri yetkilileriyle müzakere etmek, bazı konuları konuşmaya başlamak, bize göre son derece yanlıştır. Bu özür talebi, sadece muhalefet partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisinin bir talebi değil, halkımızın talebidir. Sıcağı sıcağına, biraz önce beni ziyarete gelen Mersin Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı ve Yönetim Kurulu üyeleri ile Mersin Üniversitesi Rektörlüğü, yayımladıkları bir genelgeyle, Amerika Birleşik Devletlerinin, mutlaka halkımızdan, ordumuzdan, Türkiye Cumhuriyetinden özür dilemesini istemiştir. Buna karşılık, yine bugün, gazetelerde -dikkatinizden kaçmamıştır- çıkan haberlere göre, Amerika Birleşik Devletlerinin bir yetkilisi, bırakınız özür dilemeyi "biz, üzüntülerimizi bile beyan etmek durumunda değiliz" demektedir. Yine, Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçisi "biz, olay meydana gelir gelmez bunun nedenlerini açıkça hükümete bildirdik" demektedir.

Değerli arkadaşlarım, öyle anlaşılıyor ki, Amerika Birleşik Devletleri özür dilemekten yana değildir. Peki, o zaman, biz, her şeyi sineye mi çekeceğiz? Ne yapalım, güçlü bir ülke, başa çıkamayız deyip, boyun mu eğeceğiz?

Değerli arkadaşlarım, yıllardır birlikte olduğunuz, müttefik ilişkileri içinde bulunduğunuz bir ülkeyle, bırakınız stratejik ortaklığı, ortada bir ortaklık bile olmadığı anlaşılmıştır.

Şimdi, Irak olayı gündeme geldiği günden beri, Kuzey Irak'ta Türkiye'nin çıkarları ile Amerika Birleşik Devletlerinin çıkarlarının uyuşmadığı, karşı karşıya olduğu net bir şekilde anlaşılmıştır. Bu çıkar çatışmasıdır ki, yaşadığımız son olayların nedenlerinden biridir. Bizim, orada, uzun zamandır, belli sayıda silahlı kuvvetlerimizin bulunduğu herkesin bilgisi dahilindedir, bilinmektedir. Bu, yıllardır böyle devam etmektedir. Bu askerlerimiz niçin orada bulunuyor, biz niçin orada asker bulunduruyoruz; bunun nedenleri belli değerli arkadaşlarım. Yıllarca mücadele ettiğimiz, binlerce vatan evladının ölümüne neden olan PKK-KADEK terör örgütünün faaliyetlerini izlemek için Türk Silahlı Kuvvetleri orada bulunmaktadır. Oradaki siyasî gelişmelerin Türkiye'yi yakından ilgilendirmiş olması nedeniyle orada silahlı kuvvetlerimizi bulunduruyoruz ve oradaki Türkmenleri korumak, kollamak üzere de silahlı kuvvetlerimiz orada görev yapıyor.

Şimdi, Amerika Birleşik Devletleri "artık, bu dünyanın kralı benim. Irak benden sorulur. Öyleyse, bu askerlerin orada ne işi var; bir an önce çıksın, gitsin" demektedir. Biraz önce saydığım hedeflerinden Türkiye vazgeçmiş midir vazgeçmemiş midir?

Değerli arkadaşlarım, bu yapılan ve halkımızda onulmaz yaralar açan muamele, insanlıkdışı davranış nedeniyle Amerika Birleşik Devletlerinden özür talebini açıkça gündeme getirdik mi getirmedik mi? Bunları biz öğrenmek istiyoruz.

Gene, bugün gazetelerde yer aldı -dikkatinizden kaçmamıştır- Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçisi "Türkiye Hükümetinin koordinesinde -sevmediğim bir sözcük ama, ifade aynen olduğu oluğu için tekrarlıyorum- biz, PKK-KADEK'le müzakereler yürütüyoruz" diyor.

Şimdi, gerçekten, Amerika Birleşik Devletlerinin de terörist bir örgüt olarak nitelediği PKK-KADEK'le bir müzakere cereyan etmekte midir? Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bilgisi dahilinde olduğu söylenen bu müzakerelerde neler konuşulmuştur ve bu müzakerelerle, yakında hükümetin hazırlayıp Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmak üzere olduğu yeni pişmanlık yasasının bir ilgisi var mıdır? Yani, bu yasa, PKK-KADEK yetkilileri ve Amerika Birleşik Devletleri yetkilileri arasında pişirilip, kotarılıp Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne mi gelecektir? Biz, bunları öğrenmek istiyoruz.

Gene, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup, PKK'nın korkusuyla Kuzey Irak'ta yıllardır bulunan 10 000-11 000 civarındaki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özyürek, 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - ...orada yaşamakta olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının durumu nedir? Bunları Türkiye'ye getirmek üzere, hükümetimiz bir girişimde bulunmakta mıdır?

Limanların ve üslerimizin kullanılması noktasında, Resmî Gazetede yayımlanmayan bir kararnamenin olduğunu, bir kararın alındığını biliyoruz; söyleniyor. Bunun kapsamı nedir, niçin Resmî Gazetede yayımlanmamaktadır ve son gelişmeler karşısında, hâlâ, uygulanmaya devam ediyor mu?

Bunun gibi pek çok soruyu, eğer bir genel görüşme açılmış olsaydı, iyi niyetle ve aydınlanmak amacıyla, hem milletin temsilcileri olarak hem de halkımız adına talep edecektik.

Sayın Başbakanımız "biz, devlet yönetiyoruz, bakkal dükkânı değil" diyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Biz de biliyoruz, devlet yönetiliyor; ama, marifet odur ki, hem ulusun ulusal onurunu koruyacaksınız hem de devleti yöneteceksiniz.

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - Öyle yapıyoruz zaten.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Ne yazık ki, şu anda, halkımızın, ulusumuzun onuru ayaklar altına alınmıştır. Bunu, sadece ben söylemiyorum. "Dünyanın gözü önünde, başımızda çuval, ellerimiz bağlı, haysiyetimiz kırık bir şekilde dolaşıyoruz" diyen, size hiç yabancı olmayan Hasan Celal Güzel'dir. Yani, halkımızın her kesimi... Burada parti farkı yok, burada ideoloji farkı yok; çünkü, Türk Milleti, haysiyetine dönük, ordusuna dönük bir tecavüz olduğu zaman, birlik olmak zorundadır. Bu birlik bugün sağlanmıştır; ama, ne yazık ki, şu Yüce Meclise gelip, konuyu enine boyuna görüşme, konuşma fırsatını bile hükümetimiz bizden esirgemiştir. Umarım ve dilerim ki, bu Meclisi yok görme hedeflerinden, alışkanlıklarından bir gün vazgeçerler; hep birlikte, ulusal meselelerimizi de burada görüşme fırsatını buluruz.

Hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Öneri üzerinde, lehte olmak üzere, Sayın Elekdağ; buyurun.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grup önerimizin gündeme alınması için lehte söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Amerikan askerlerinin, Kuzey Irak'ın Süleymaniye Kentinde Türk Özel Harekât Timinin 11 mensubunu baskın sonucu yakalayıp, 63 saat gözaltında tutmaları konusunda, Cumhuriyet Halk Partisinin duyduğu tepkiler, bu kürsüden dile getirildi. Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri, aynı zamanda Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'ın bu konuda daha önce açıklamış olduğu "Amerikan askerlerinin bu tutumu, milletin onurunu ve devletin itibarını zedelemiştir. Amerika, bu yanlış ve haksız tutum dolayısıyla Türkiye'den özür dilemelidir" yolundaki görüşünü de, yine, bu kürsüden dile getirdiler.

Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül de, Amerikan askerlerinin tutum ve davranışlarının ülkemizin onurunu zedeleyici niteliğini kabul ediyor, bu hareketi telafi edecek tutum ve jestlerin ve özür dilemenin Amerika tarafından yapılması gerektiğine inanıyor. Bunu da, kendileri, dün, yine bu kürsüden dile getirdiler.

Yalnız, takdir edersiniz ki değerli milletvekilleri, iş özür dilemekle bitmiyor bu konuda. Zira, Türk-Amerikan ilişkilerinde, bu olayla daha da derinleşmiş olan bir güven bunalımı faktörü var ve bu durum, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini doğrudan etkiliyor. Bu nedenle, soruna bu açıdan da bakmak ve ciddî ve ayrıntılı değerlendirmeler yapmak gerekiyor. Bunun için de, Süleymaniye'de patlak veren krizin nedenlerinin, amaçlarının, esas sorumlularının; operasyonun Amerikan Silahlı Kuvvetleri tarafından hangi emir ve komuta düzeyinde tertiplendiğinin, Pentagon'un bu olayı nasıl değerlendirdiğinin, Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile Beyaz Sarayın, bazı Amerikalı komutanların Türkiye'ye karşı fevrî, kırıcı ve tahrik edici davranışlarına bakış açısının ne olduğunun isabetle değerlendirilmesi ve teşhisi gerekir.

Sayın milletvekilleri, bu bakımdan, olay, bir özürle unutulacak ve geçiştirilecek nitelikte değildir. Bir genel görüşmede, sözünü ettiğim teşhisler konulduktan sonra, Türk-Amerikan ilişkilerinin gerçekçi ve etraflı bir değerlendirilmesinin yapılması ve şu sorulara yanıt aranması ihtiyacı doğacaktır:

Sayın Dışişleri Bakanımızın dün bu kürsüden ifade ettikleri gibi, şu dönemde Amerika'nın Türkiye'yle ittifak ilişkilerine çok ihtiyacı var mıdır? Mevcut koşullarda, Amerikan yönetiminin Türkiye'yle ilişkilerini düzeltme gibi bir önceliği ve arzusu bulunmakta mıdır? Eğer, böyle bir öncelik ve arzu yoksa, Türkiye'nin dışpolitikasının amacı Amerika'nın gözünde değer kazanmak için çırpınmak mı olmalıdır? Ortadoğu'ya yönelik politikalarında, Türkiye ile Amerika'nın eşitlik ve ulusal çıkarlara karşılıklı saygı ilkesi çerçevesinde, işbirliği yolları nelerdir? Kuzey Irak'ta Türkiye'nin çıkarlarını gözeten işbirliği yolları neler olabilir? Ortaya çıkan tablo, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik perspektifindeki önceliğini nasıl etkileyecektir?

Evet, değerli arkadaşlarım, bütün bunların, bir genel görüşmede değerlendirilmesi, tartışılması gerekirdi ve çok iyi olurdu.

Şimdi, Türk askerlerinin tutuklanması olayı hakkındaki bazı görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum: Bunlar, daha önce bu kürsüden dile getirilmedi.

Değerli arkadaşlarım, bu olayla ilgili olarak makulat çerçevesinde üç olasılık akla geliyor.

Birincisi; Türk özel tim mensuplarının kendi başlarına buyruk bir tutumla, hatalı ve tehlikeli bir harekette bulunmaları ve bu operasyonu tahrik etmiş olmalarıdır.

İkinci olasılık; bu operasyonun, aldıkları yanlış istihbarat ve peşmergelerin tahrikiyle, mahallî düzeydeki komutan tarafından başlatılmış olmasıdır.

Üçüncüsü; bu operasyonun, Irak'a karşı savaşı yürüten ve halen Irak'taki Amerikan işgal ordusuna komuta eden CENTCOM Karargâhında tezgâhlanmış olmasıdır.

Bu olasılıklara ilişkin değerlendirmelerim kısaca şöyle:

Birinci olasılık, yani, Türk özel tim mensuplarının kendi başlarına buyruk olarak yanlış ve tehlikeli işlere girişmeleri, bence, mümkün değildir. Türk Silahlı Kuvvetlerindeki örnek disiplin anlayışı ve emir komuta zincirine çok sıkı bağlılık, Türk özel timini, böyle, hatalı ve muhataralı işlere girişmekten alıkoyar.

İkinci olasılık, yani, mahallî komutanın bu operasyonun ve senaryonun yegâne sorumlusu olması olasılığı. İlk bakışta, Amerikan kuvvetlerinin Kuzey Irak'ta peşmergelerle içlidışlı olması, ayrıca, Amerika'nın Irak'la ilgili konularda Türkiye'yi dışarıda tutma ve Türkmen cephesinde sindirme politikaları ışığında böyle bir olasılık akla gelebilir; ancak, bu mümkün değildir; çünkü, Türkiye'yle rayına oturmaya başlayan ilişkilerden haberdar olan ve Amerikan askerî kuvvetlerinin lojistik ihtiyaçlarının Türkiye üzerinden sağlandığını bilen bir mahallî Amerikalı komutanın, peşmergelerin oyununa gelerek veya yanlış istihbaratı bahane ederek, daha üst bir komuta kademesinden talimat almadan, böylesine geniş tepkilere yol açacak kasıtlı bir operasyona girişmesi düşünülemez. Esasen, Sayın Genelkurmay Başkanımız da açıklamasında, bu olayı, Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin, yani, Pentagon'un bir politikası olarak görmediğini; ancak, bunun, mahallî bir olay olduğunu da zannetmediğini belirtmiştir.

Şimdi, üçüncü olasılığa, yani, operasyona ilişkin talimatın Irak'taki Amerikan işgal ordusuna komuta eden Tampa'daki (Florida) CENTCOM Karargâhından çıkmış olması olasılığına gelelim. Buraya kadar yaptığımız değerlendirmeler ışığında, bu olasılığın gerçeği yansıttığı anlaşılıyor değerli arkadaşlarım. Esasen, askerlerimiz, bu hususa hemen parmak basmışlar; ancak, bunu ilan etmemişlerdir. Tampa'daki (Florida) CENTCOM komutanlık devir teslim törenlerine katılmak için Washington'a giden Ege Ordu Komutanı Orgeneral Sayın Hurşit Tolon'un törene katılmadan geri dönmesi bu nedenledir. Yine aynı nedenle, Genelkurmay Başkanlığı, CENTCOM nezdindeki Türk irtibat subaylarını geri çekmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu bakımdan, Ankara'da yapılacak ortak araştırma komisyonu toplantılarına, CENTCOM'dan değil de, Almanya'daki Amerikan birliklerinden bir Amerikalı korgeneralin katılması isabetli olmuştur. Ancak, bizim görüşümüz, bu görüşmelerin, özür dilenmeden önce yapılmamasıydı; öyle olması daha isabetli olurdu.

Değerli arkadaşlarım, görüleceği üzere, çok ciddî bir durumla karşı karşıyayız. Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin en önde gelen ve Ortadoğu bölgesinden sorumlu askerî karargâhında, Türk Ordusu mensuplarına karşı bir tezgâh kurulmakta ve aşağılayıcı muamelelere başvurulmaktadır. Bu vahim ve zihinlerden silinmeyecek olaydan sonra, Türkiye, kuşku duymadan, barış gücü düzenlemeleri çerçevesinde, Amerikan komutanları emrine Türk birliklerini verebilir mi?! Genel görüşmede bütün bunları tartışmamız gerekliydi.

Değerli arkadaşlarım, bu bakımdan, Süleymaniye olayı titizlikle araştırılmalı, suçlular cezalandırılmalı ve Türkiye'den özür dilenmelidir. Her halükârda, iki eski müttefikin birbirlerini iyi anlayabilmeleri ve aralarındaki güven bunalımını giderebilmeleri için, önce, Ankara'da toplanacak bu araştırma komisyonunun çalışmasında son derece dürüst ve objektif davranmaları gerekecektir. Ayrıca, bu iki eski müttefikin, ilişkilerini, açıklık, gerçekçilik, samimiyet, karşılıklı saygı üzerine olduğu kadar, gerçekçi bir açıdan değerlendirecekleri ortak çıkar ve değerler üzerine bina etmeleri de gerekecektir.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu noktaların bir genel görüşmede enine boyuna tartışılması dileğiyle hepinizi selamlıyorum, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Elekdağ.

Önerinin aleyhinde, Ankara Milletvekili Sayın Haluk İpek.

Sayın İpek, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALUK İPEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Cumhuriyet Halk Partisinin Kuzey Irak'ta meydana gelen bu vahim olayla ilgili olarak Mecliste bir genel görüşme açılmasıyla ilgili önerisi üzerine söz aldım; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Esasen, konu, dünkü Danışma Kurulunda tartışıldı; önerge henüz Meclise sunulmamıştı, haberimiz de yoktu, burada da, Genel Kurula okunmamıştı; ancak, konunun ehemmiyeti açısından, mutlaka Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesi gerektiği bizim de inancımız olması sebebiyle, parlamenter yapının, parlamenter sistemin en önemli unsurunun burası olduğuna, bu kadar önemli bir konunun mutlaka Mecliste tartışılması gerektiğine inanarak, dün gündeme alınamayan bu konuyla ilgili olarak Dışişleri Bakanımızla derhal görüştüm. Esasen çok yoğun da bir programı olmasına rağmen, o programları kesti ve Meclise gelerek, önerge gündeme alınmamasına rağmen, konunun başından itibaren, tüm teferruatıyla, anbean neler olduğuyla ilgili, dün, Meclisi bilgilendirdi.

Bugün, tekrar, teklif, yine Cumhuriyet Halk Partisi tarafından sunuldu; ancak, bu sunumdan önce, dün teferruatıyla bir hayli görüşüldü. Biz bunu orada da kendilerine izah ettik. Konu, çok önemli olması nedeniyle ve ehemmiyetiyle tartışılacağı çerçevenin dışına taşırılarak, esasen, burada tüm açıklığıyla izah edilmiş olmasına rağmen, içpolitika malzemesi yapılma eğilimine doğru bir seyir izledi.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir)- Ulusal onurumuz da mı korunmasın?!

HALUK İPEK (Devamla)- Bir dinlerseniz Hüseyin Bey...

Dün, Dışişleri Bakanımız açıklamalarında aynen şunları söyledi: "Amerika Birleşik Devletleri, bir müttefik ilişkisine yakışır bir davranış sergilememiştir. Olayın detayı araştırıldığında ve tüm sonuç ortaya çıktığında, Amerika Birleşik Devletleri mahcup olacaktır. Olay olur olmaz derhal müdahale edilmiştir. Askerlerimiz serbest bırakılmış; ancak, konu bizim açımızdan kapatılmamıştır. Tüm teferruatıyla araştırmalar ve girişimler devam etmektedir. Ayrıca, biz, sorumluların cezalandırılmasını ve Türkiye'den özür dilenmesini talep ettik. Aynı zamanda, Amerika Birleşik Devletlerinin tüm üst düzey yöneticileri olaya derhal müdahale etmişler ve halen şu anda da NATO Komutanıyla, bu konunun teferruatının anlaşılması hususunda toplantılar da devam etmektedir."

Dünkü görüşmelerde bizim de AK Parti olarak temel düşüncemiz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu vahim olayla ilgili tepkisini koyması gerekirdi ve dün bu tepkiyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi, gerek muhalefet açısından gerek iktidar açısından bu kürsüden dile getirmiştir. Muhalefet partimizin Sayın Grup Başkanvekilinin konuşmasının son kısmında söylediği "Meclisi yok sayma eğiliminden vazgeçilmelidir" iddiası da bu açıdan doğru değildir.

Ancak, teklifle ilgili metne göz attığımızda "krizin ciddiyeti çerçevesinde önlemler alınmamıştır" denilmekte. Bu tamamen asılsızdır. Yine, önergede "Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'ün, parti etkinliklerine katılıp, konunun ciddiyetini algılamadan hareket ettikleri şüphesi vardır" denilmektedir.

Yine, CHP'li bir milletvekili arkadaşımız, burada "Dışişleri Bakanı mantı yemekle uğraşmaktan, bu işlerle uğraşmamaktadır" diyerek, konunun ehemmiyetiyle ve ciddiyetiyle bağdaşmayan çok yakışıksız sözler sarf etmişlerdir. Olay, başından sonuna kadar çok büyük bir titizlikle izlenmeye devam edilmektedir.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Aferin ona!

HALUK İPEK (Devamla) - Burada, değerli muhalefet partisinin içerisinde, kıymetli bürokratlar, Dışişlerinde üst düzey görev yapmış bürokratlar var. Bu tür önemli meselelerin içpolitika malzemesi yapılamayacağını onlar çok çok daha iyi bilmektedirler. Bana göre, gruplarını da bu konuda uyarmaları gerekir.

Son olarak şunları söylemek istiyorum: Amerika Birleşik Devletleri, köklü bir devlet geleneğine uygun bir davranış tarzı izlememiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Irak'ta esasen başı sıkıntıda olmasına rağmen ve Türkiye'ye en çok ihtiyacı olduğu bir anda, kendisine yakışmayacak bir davranış sergilemiştir.

Türkiye, Amerika Birleşik Devletlerinden de daha eski ve geçmişi olan, köklü bir devlet geleneği olan bir devlettir; davranışlarını da bu sorumluluk bilinci içerisinde yerine getirmektedir. Bizim, konuya soğukkanlı bir şekilde yaklaşıyor olmamızın ve önlemlerimizi buna göre alıyor, adımlarımızı buna göre atıyor olmamızın, farklı bir şekilde değerlendirilmemesi gerekir.

Türkiye açısından, yalnızca askerlerimizin salıverilmiş olması, olayın kapanması manasına gelmemektedir. Askerlerimiz, gerekli girişimlerde bulunularak salınmış, konunun üzerine çok sıkı bir şekilde gidilerek salınmış; ama, Amerika Birleşik Devletlerinin yapmış olduğu bu hatanın tüm çerçevesini anlaması açısından da şu anda toplantılar ve görüşmeler devam etmektedir. NATO Komutanının Türkiye'de tüm taraflarla beraber devam ettirmiş olduğu şu anki toplantı da, hükümetin konuyu ne kadar ciddî bir şekilde ele aldığının en önemli göstergesidir.

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) -Özür dilenmemesi mi gerekiyor?!

HALUK İPEK (Devamla) - Özür dilenmesi ve olayın tüm teferruatıyla açıklanması için şu anda tüm girişimleri yapıyoruz.

Şimdi, olayı kriz şeklinde anlatmaya çalışanlar, yani, krizi çok büyüterek anlatmaya çalışanlar ile bizim aramızdaki fark şu: Biz, Türkiye'nin atması gereken tüm adımları soğukkanlılıkla atmak istiyoruz; ancak, kriz meraklılarının istediği tarzda bir hareket tarzı izlemiyoruz. Dün, Dışişleri Bakanımızın olayı tüm çıplaklığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine anlatmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisini bilgilendirmiş olması sebebiyle, şu anda verilmiş olan genel görüşme talebinin, bugün itibariyle bir anlamı kalmamıştır; ancak, bugünkü toplantılardan ve daha sonra ortaya çıkacak birçok sonuçtan sonra, ileride genel görüşme yapılamayacağı manasına da gelmemektedir. Şu ana kadarki tüm gelişmelerle ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi bilgilendirildiğinden, genel görüşme önerisiyle ilgili olarak ret oyu vereceğimizi belirtiyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın İpek.

Sayın milletvekilleri, öneri üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir. (CHP sıralarından alkışlar[!])

HÜSEYİN BAYINDIR (Kırşehir) - Amerikancılar!..

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/521) (S. Sayısı : 146)

BAŞKAN - Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun Tasarısının geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu henüz gelmediğinden, tasarının müzakeresini erteliyoruz.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2. - Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/523) (S. Sayısı: 152)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Hükümet?.. Yok.

Tasarının görüşülmesi ertelenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Arasında Hukukî Konularda Adlî Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

3. - Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Arasında Hukukî Konularda Adlî Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/450) (S. Sayısı: 104) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 104 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ'ın söz talebi vardır.

Sayın Elekdağ, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Arasında Hukukî Konularda Adlî Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak amacıyla söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye açısından Ukrayna, stratejik, siyasî, ekonomik ve kültürel ilişkiler açısından son derece önemli komşu bir ülkedir. Bu nedenle Türk hükümetleri, Sovyetler Birliğinin dağılıp Ukrayna'nın bağımsızlığına kavuşmasından bu yana, bu ülkeyle ilişkilerin mümkün olduğunca gelişmesine önem vermişlerdir. Sözünü ettiğimiz Adlî Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşması, Türkiye ile Ukrayna arasında bu ilişkiler yumağının büyüyüp oluşmasına ve işbirliğinin düzenli olarak gelişmesine yardımcı olacaktır.

Ukrayna'nın coğrafî büyüklüğü, Karadeniz bölgesi ve Avrupa güvenliği ve istikrarı açısından stratejik konumu, doğal kaynakları ve savunma sanayiindeki imkân ve kabiliyetleri, bu ülkeyle Türkiye arasında hayli geniş bir işbirliği alanı yaratmaktadır.

                              

(1) 104 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Nüfusu 48 000 000, gayri safî millî hâsılası 36 milyar dolar ve kişi başına geliri 755 dolar olan Ukrayna'nın ekonomik göstergeleri, bugünkü haliyle, az gelişmiş bir ülkeninkinden farklı değildir; ancak, Ukrayna'nın, fiiliyata intikal ettirilmekte gecikmiş muazzam olabilecek bir ekonomik potansiyeli vardır. İyi bir yönetim ve liberal bir ekonomi ortamında bu ülkenin bir ekonomik patlama yapması büyük bir olasılıktır değerli arkadaşlarım.

Türkiye'nin Ukrayna'ya ilgisi sadece bu değerlendirmeden kaynaklanmıyor. Önemli olan bir husus da, Ukrayna ile Türkiye'nin çıkarlarının genellikle örtüşmesidir. Bu nedenlerle ve jeopolitik gerçekler ışığında Ukrayna'nın tam anlamıyla istikrarlı, sağlıklı demokratik kurumlar geliştirmiş ve serbest pazar sorunlarını aşmış bir ülke haline gelmesi, Türkiye açısından son derece arzu edilen bir husustur. Bu açıdan Türkiye, Ukrayna'nın Batı dünyasına entegre olmasına, bu bağlamda, NATO ile, Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirmesine büyük önem vermektedir.

Hemen belirteyim ki, Avrupalılar Ukrayna'ya Avrupa ailesinden bir ülke olarak bakmaktadırlar. Bu bakımdan, Ukrayna'nın demokratikleşme alanındaki sıkıntılarını atlatması ve ekonomisini de bir ölçüde geliştirmesi halinde, Avrupa Birliğine aday ülke olma şansına sahip olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.

Türkiye'nin Ukrayna ile ticarî ve ekonomik ilişkileri, olması gerekenden çok aşağıdadır. İki ülke arasında ticaret hacmi 1,3 milyar dolar düzeyindedir. Görüleceği gibi, bu alanda yapılacak çok şey vardır. İşadamlarımız Ukrayna'nın ekonomik potansiyelinin farkındadırlar. Bu ülkede ufaklı büyüklü 232 Türk işyeri mevcuttur.

Ukrayna'yla siyasî ilişkilerimizin geliştirilmesine büyük önem verilmesine rağmen, son üç yılda üst düzey karşılıklı siyasî temaslarda bir durgunluk görülmekteydi. Bu eksiklik, Sayın Cumhurbaşkanımızın Ukrayna'ya yapmış olduğu son ziyaretle bir ölçüde telafi edilmiştir; ancak, bu yeterli değildir. Siyasî, ekonomik, güvenlik ve savunma sanayii alanlarındaki ilişkilerin verimli bir işbirliği düzeyine çıkarılması için, bu ülkeyle çok daha sıkı temaslara ihtiyaç vardır.

Değerli arkadaşlarım, sözlerime son vermeden önce, Ukrayna topraklarında yaşayan Kırım Tatarlarına değineceğim. Tatarların komünizm dönemindeki trajedileri malumunuzdur; ama, komünizmin tasfiyesinden sonra da, bu kahraman milletin çilesi son bulmamış, evsiz barksız, işsiz kalmışlardır.

Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel, 1994'te Ukrayna'yı ziyareti sırasında, Kırım bölgesine gitmiş ve Kırım Tatarlarına ilgi göstermiştir. O seyahat sırasında, Demirel, Türkiye'nin Kırım Tatarları için 1 000 konut yaptıracağını resmen taahhüt etmiştir. Bu, 5 000 000 dolar portesi olan oldukça küçük bir projedir; fakat, o günden bu güne sekiz yıl geçmiştir değerli arkadaşlarım; ama, Türkiye, bu 1 000 konuttan sadece 364 tanesini yaptırabilmiştir. Bu, üzücü bir durumdur; dilim varmıyor ama, müsamahanıza güvenerek söyleyeceğim; sıkıntı verici, utanç verici bir davranıştır. Siz, Türkiye olarak, yeri yurdu olmayan insanlara 1 000 konut vaat ediyorsunuz, sonra sekiz senede bunun üçte 1'ini yapıyorsunuz. Doğrusu, ben, bu tutumu Türk Devletine yakıştıramıyorum değerli arkadaşlarım. Hep böyle vaatlerde bulunuyoruz, bunu alây-i valâyla dünyaya ilan ediyoruz, sonra taahhütlerimizi hiçbir şekilde yerine getiremiyoruz.

Hatırlayacaksınız, bir hanım Başbakanımız da, Filistin'e yaptığı ziyaret sırasında, Yaser Arafat'a, 50 000 000 dolarlık yardım taahhüdünde bulundu. Tabiî, Filistinliler, resmen yapılmış ve yazıyla belgelenmiş bu taahhüdün koskoca Türkiye Cumhuriyeti tarafından yerine getirilmeyeceği hususunda hiçbir şüpheye düşmediler. Bu meblağın beklentisiyle projeler hazırladılar. Arafat, Türkiye'ye her gelişinde, kendisine vaat edilen bu 50 000 000 doları istedi, paranın verilmesi için Ankara'ya mesajlar gönderdi, sonunda ne oldu biliyor musunuz değerli arkadaşlarım; biz, bu 50 000 000'un sadece 1 000 000'unu verdik.

Bu olaydan sonra, tabiatıyla, Arafat'ın ve Filistinlilerin, Türkiye'nin sözüne inanmaları beklenemez. Uluslararası camia, bu olayları biliyor ve Türk devlet adamlarının inandırıcılığına, maalesef, buna göre değer biçiyor.

Benim, hükümetimizden ricam; sekiz yıldan beri bir türlü bitirilemeyen Kırım Tatarlarına 1000 ev yapma  projesinin,  bir yıl içinde bitirilmesidir.  Şunun şurasında harcanacak para,  2 500 000 - 3 000 000 dolardır; ama, bu işi daha geciktirirsek, derin tarihsel ve kültürel bağlarımız dolayısıyla şefkat ve sevgiyle baktığımız Kırım Tatarları nezdindeki itibarımız ve imajımız kararacaktır. Ben, Sayın Dışişleri Bakanımızdan, sekiz yıldır sürüncemede kalmış bu konut projesinin en kısa zamanda tamamlanmasını istirham ediyorum.

Bu görüşlerle, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Arasında Hukukî Konularda Adlî Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşmasının Tasdikine İlişkin Kanun Tasarısını uygun bulduğumuzu belirtir, saygılarımı sunarım.

Bir hususu daha buradan belirtmek istiyorum değerli arkadaşlarım. O da, bildiğiniz gibi, biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından verilmiş olan önerinin savunulması amacıyla yaptığım konuşmada, ben, bunu, asla bir içpolitika malzemesi yapmak istemedim; lütfen, bunun da altını çizin.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE UKRAYNA ARASINDA HUKUKÎ KONULARDA ADLÎ YARDIMLAŞMA  VE  İŞBİRLİĞİ  ANLAŞMASININ  ONAYLANMASININ  UYGUN

BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 23 Kasım 2000 tarihinde Ankara'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Arasında Hukukî Konularda Adlî Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşması"nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekaleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekaleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti İle Ukrayna Arasında Hukukî Konularda Adlî Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sunucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı : 225

Kabul                     : 225

Tasarı kabul edilmiştir ve kanunlaşmıştır; hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum. (1)

Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü Arasında Arsa Tahsisi Hakkında Protokolun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

4. - Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü Arasında Arsa Tahsisi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/388) (S. Sayısı: 55'e 1 inci Ek) (2)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 55'e 1 inci ek sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Mustafa Elekdağ.

Sayın Elekdağ, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü Arasında Arsa Tahsisi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin önderliğinde kurulan Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü, kısa adıyla TÜRKSOY, Türk dili konuşan ülkeler arasında kültürel ilişkilerin geliştirilmesi, Türk kültürünün araştırılması, incelenmesi ve geniş bir coğrafya üzerinde yaşayan Türk devlet ve toplulukları arasında alfabe, kültür ve dil birliği sağlanmasını amaçlamaktadır.

Onaylanacak protokolle, TÜRKSOY'a, Ankara Oran Diplomatik Sitesinde 1 000 metrekare yüzölçümlü bir arsanın 49 yıllığına tahsis edilmesi öngörülmektedir. Söz konusu arsa tahsisi, TÜRKSOY'un ülkemizde faaliyet göstereceği süreyle sınırlandırılıyor; kuruluşun ülkemizden ayrılması durumunda, arsa ve üstündeki binalar Türkiye'ye iade olunacaktır.

Değerli arkadaşlarım, teşkilat hakkında bazı özet bilgiler vermemin yararlı olacağını düşünüyorum.

Hatırlayacaksınız, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte, 5 Türk Cumhuriyetinin bağımsız devletler olarak dünya siyaset sahnesine çıkması, Türkiye'de sevinç fırtınalarının esmesine yol açmıştı.  Bu ortamda,  Türkiye'nin inisiyatifiyle, Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan

                            

(1) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

(2) 55 S. Sayılı Basmayazı  17.4.2003 tarihli  68 inci Birleşim Tutanağına, 55’e 1 inci Ek S. Sayılı Basmayazı bu birleşim Tutanağına eklidir.

ve Türkmenistan'ın Kültür Bakanları İstanbul'da bir araya gelerek, ortak kültür varlıklarını sürdürmek ve zenginleştirmek amacıyla, kültürel alanda işbirliğini geliştirme kararını aldılar. İstanbul'u Bakû toplantısı izledi. Sonuçta, bu 6 devlet, 12 Temmuz 1993 tarihinde, Almatı'da, TÜRKSOY'un Kuruluşu ve Faaliyet İlkeleri Hakkında Anlaşmayı imzalamak suretiyle, TÜRKSOY Teşkilatını kurmuş oldular.

Daha sonra, TÜRKSOY'a, gözlemci üye statüsüyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonuna bağlı Tataristan, Başkurtistan, Hakasya, Tıva Özerk Cumhuriyetleri ile Yakut, Saha ve Altay Cumhuriyetleri ve Moldova'ya bağlı Gagavuz Türkleri de katıldı.

Değerli arkadaşlarım, TÜRKSOY'un özelliği, Türk dili konuşan ülkeler arasında kültür ve sanat alanlarında işbirliği sağlayan, üye ülkelerin yönetimine, iç ve dışpolitikalarına karışmayan uluslararası nitelikte bir teşkilat olmasıdır. Bu nedenle, Tatar, Başkurt, Hakasya, Tıva, Yakut, Saha, Altay ve Gagavuz Türkleri, TÜRKSOY bünyesindeki etkinliklere, hiçbir sıkıntıya duçar olmadan katılabilmektedirler.

TÜRKSOY'un resmî yazışma dili Türkiye Türkçe'sidir, yönetim merkezi Ankara'dadır. TÜRKSOY, UNESCO modeli esas alınarak kurulduğundan, teşkilatın ana icra birimi genel müdürlük olarak kurulmuştur. 1994 yılından bu yana da, genel müdürlük görevini Azerbaycan Kültür Bakanı Polad Bülbüloğlu yürütmektedir.

Değerli arkadaşlarım, TÜRKSOY kuruluş antlaşmasında belirtilen faaliyet ilkeleri ışığında şu hedefleri gerçekleştirmeyi amaçlıyor:

Birincisi, Türk dili konuşan halklar ve ülkeler arasında dostane ilişkiler kurarak, ortak Türk kültürünü, dilini, tarihini, sanatını, gelenek ve göreneklerini araştırarak, ortaya çıkarmak, geliştirmek, korumak ve gelecek kuşaklara aktarma imkânını sağlamak.

İkincisi,  Türk dünyası coğrafyasında ortak bir dil ve alfabe kullanımı için uygun koşullar yaratmak.

Üçüncüsü, Türk dünyası halklarının ortak geçmişini, tarihini, dil ve edebiyatını, kültür ve sanatını bir bütün halinde ele alan bilimsel araştırmaları güçlendirmek, teşvik etmek.

Dördüncüsü ise, ulusal tarihi, anadili, edebiyatı, kültürü ve sanatı, gelenek ve görenekleri gelecek kuşaklara aktarmak için ortam hazırlamak.

Kuruluşundan bu yana TÜRKSOY'un ne gibi faaliyetlerde bulunduğu incelenince, değerli arkadaşlarım, amaçları doğrultusunda birçok fevkalade yararlı etkinlik gerçekleştirdiği ve mütevazı kaynaklara sahip olmasına rağmen, Türk dili konuşan ülkelerin kültür ve sanat alanlarında, aralarında işbirliği sağlanmasına çok büyük katkılarda bulunduğu ortaya çıkıyor.

TÜRKSOY'un bu alanda gerçekleştirdiği çok sayıda faaliyet var; ben, size, bunlardan sadece birkaçını sayacağım. Bunlar arasında, Manas Destanının bininci yıl kutlamaları, Türk Dünyası Yazarlar Birliği Toplantısı, Türk dünyası şairleri ve ressamları toplantıları, ortak Türk tarih ve medeniyet takviminin hazırlanması, İsmail Bey Gaspıralı Sempozyumu, Divanü Lügat-it-Türk Bilgi Şöleni ve Aspendos'ta Uluslararası Opera ve Bale Festivaline Türk cumhuriyetlerinden opera ve bale gruplarının katılmalarının sağlanması gibi etkinlikleri sayabiliriz.

TÜRKSOY'un, Türk kültürünün ortak değerlerini, şahsiyetlerini, fikrî ve edebî eserlerini tanıtmak amacıyla yürüttüğü yayın faaliyetleri de takdire şayandır.Türkçe ve Kırgız lehçesinde Manas Destanı, Türkçe ve Türkmen lehçesinde Türkmen Şiiri Antolojisi, Türkçe ve Başkurt lehçesinde Başkurt Halk Destanı Ural Batır, Türkçe-Başkurtça Konuşma Kılavuzu, Kök Türk Tarihi, Türkçe ve Tatar lehçesinde Edigey Destanı, iki ciltlik Dede Korkut Ansiklopedisi, TÜRKSOY'un yayımladığı 30'a yakın yapıttan sadece birkaç tanesidir.

TÜRKSOY, ayrıca, üye ülkelerin kültür bakanlarını, her altı ayda bir, belirli projeleri ele almak ve fikir teatisinde bulunmak üzere veya Türkiye'deki TÜRKSOY etkinliklerine katılmak üzere bir araya getirmektedir.

Değerli arkadaşlarım, esasında, bu dahi, başlı başına önemli bir faaliyettir. Daha da önemlisi, TÜRKSOY'un bu etkinlikleri, Türkiye'nin, yılda 300 000 dolar gibi mütevazı bir bütçeyle katıldığı bir teşkilat tarafından yapılmasıdır.

Değerli arkadaşlarım, dünyada hızla yükselen globalleşme ve kültürel yeknesaklaşma sürecinde, Türk millî ve manevî varlığının ve Türk kökenli halkların kültürel değerlerinin korunması ve yaşatılması zorlaşmaktadır. Globalleşme ortamında, kültürel erozyon, bir kurt gibi kültür mirasımızı kemirmektedir.

Değerli arkadaşlarım, açıklamalarım, özellikle yabancı bir kültür okyanusu içerisinde nispeten küçük ve birbirlerinden uzak adacıklar halinde yaşayan Tatar Türklerinin, Başkurtların, Hakasya Türklerinin, Altay Türklerinin, Saha Türklerinin, Tıva Türklerinin ve Gagavuz Türklerinin, bugünün dünyasında, ortak dil, kültür ve değerlerini korumalarının güçlüğünü ortaya koyuyor.

Değerli arkadaşlarım, bu noktaya kadar verdiğim izahat, umut ederim, TÜRKSOY'un, Türklük şuurunu geliştirmek ve Akdeniz'den Çin'e kadar uzanan Türk kültür kuşağını yaşatmak ve pekiştirmek için ne denli önemli bir kuruluş olduğunun anlaşılmasına yardım etmiştir.

Bunun da ötesinde, Ortaasya Türk cumhuriyetleri ve Türklük âlemiyle ilişkilerimizin yoğunluğu, dış politikamızın etkinliğini güçlendiren ve Türkiye'ye prestij ve itibar sağlayan bir unsurdur.

Arkadaşlarım, ne yazık ki, Türkiye, bu fırsattan tam anlamıyla yararlanamamıştır. Türkiye'nin dış ilişkileri böyle bir boyuta sahip olabilseydi, bu durum, ülkemizin dış politikası için artı bir değer oluştururdu.

Bunu anlamak için, Avrupa Birliğinin, İspanya ve Portekiz'i üyeliğe alırken, bu iki devletin Güney Amerika ülkeleriyle çok yakın siyasî, kültürel, ekonomik ve ticarî bağları olmasına Avrupa Birliğinin büyük değer vermiş olduğunu anımsamak yeter.

Nitekim, İspanya ile Portekiz, Avrupa Birliğine üye olduktan sonra, Birlik ile Güney Amerika arasında köprülük görevi yapmışlar ve Avrupa Birliğine Güney Amerika'da özel kapılar açmışlar, yararlı işbirliği ve ticaret imkânları yaratmışlardır.

Türkiye'nin de, bugün, Ortaasya Türk cumhuriyetleriyle her alanda derin ve sağlıklı bağları olsaydı, Avrupa Birliği makamlarının, bu hususu, Türkiye'nin lehine bir artı değer, bir kilit unsur olarak değerlendirmeleri beklenirdi.

Burada bir parantez açarak, bağımsız Türk cumhuriyetlerine yönelik olarak izlenen hatalı politikaların, Türkiye'yi, önüne çıkan tarihsel fırsattan yararlanmaktan mahrum ettiğini, bu arada, hem Türk cumhuriyetlerinin küstürüldüğünü hem de ülkemizin çıkarlarına ağır zararlar verildiğini vurgulamak isterim.

Değerli arkadaşlarım, bunun en belirgin örneği Mavi Akım Projesidir. Ben, 1997 yılından itibaren, Milliyet Gazetesindeki köşemde yazdığım yazılarda, Mavi Akım Projesinin millî çıkarlara ihanet olduğunu ileri sürerek, bu projeyi "mavi ihanet" diye adlandırmıştım. Zira, bu projeyle, Türk halkı, dünyanın en pahalı enerjisini tüketmeye mahkûm edilmiş ve resmen soyulmuştur. Türlü sahtekârlıklar, ülkenin gaz ihtiyacı hakkında şişirilmiş tahminler, yalan beyanlar ve yolsuzluklar yoluyla, Türkiye'ye, onlarca milyar dolar kaybettirilmesi, muhakkak ki, affedilmez bir suçtur ve hesabı sorulmalıdır. Fakat, bu projenin arkasındaki siyasî lider ve dönemin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanının esas kötülükleri, jeopolitik körlüklerinden ve Türkiye'nin ulusal çıkarlarına bilinçli şekilde ihanet etmelerinden ileri gelmiştir; çünkü, Mavi Akımın esas amacı, Türkmen gazının Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına taşınmasını öngören Trans-Hazar Projesinin önünü kesmekti. Evet, Trans-Hazar Projesinin önünü kesmekti, Mavi Akımın birinci fonksiyonu.

Trans-Hazar Projesiyle, Türkmen gazının, Hazar Denizinin altından geçen bir boru hattıyla Türkiye üzerinden Avrupa'ya ulaştırılması öngörülüyordu. Gazın bir bölümü Türkiye'de tüketilecek, bir bölümü de Avrupa pazarına sunulacaktı.

Güzergâhı Rusya'nın etkisinden arınmış olan Trans-Hazar projesi, Türkmenistan'ın siyasî ve ekonomik bağımsızlığının garantisiydi; ama, o dönemin malum siyasî parti lideri ile Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanını da içeren çete, bu projenin yerine Mavi Akımı gerçekleştirme yoluna giderek, Rus kemendini Türkmenistan'ın boynuna geçirdiler. Bu suretle, Türkmenistan'ın çıkarlarına ağır bir darbe indirilmiş ve bu kardeş devlet küstürülmüş oldu. Bunu yaparken de, 32 dolardan satın alınabilecek Türkmen gazı yerine, 114 dolardan Rus gazını alma denaet ve şenaatini işlediler.

Bazı çevreler, Trans-Hazar Projesinin, Hazar Denizine ilişkin kıta sahanlığı sorununun çözümlenememesi dolayısıyla, esasen, uygulanmasının mümkün olamayacağını iddia ediyorlar; bu, doğru değil. Diyelim ki, haklı olsunlar; ancak, Mavi Akıma alternatif olacak, çok daha verimli, çok daha kârlı başka seçenekler de vardı. Bunların en önde geleni, Azerbaycan'ın Şahdeniz gaz rezervleriydi. Azerbaycan gazının Türkiye'ye getirilmesi, ülkemiz için son derece avantajlıydı; çünkü, Türkiye'nin Azerbaycan'dan alacağı gazı nakledecek olan hat, Bakû-Ceyhan petrol boru hattına paralel döşenecekti. Bu böyle olunca, kamulaştırma bedeli ve işletme maliyetleri ortak olacağından, Bakû-Ceyhan petrol hattının maliyeti yüzde 30 civarında ucuzlayacaktı. Mavi Akım bunu da önlemiştir.

Diğer taraftan, Türkiye, hem ucuz enerjiden hem de Anadolu'nun stratejik değerine katkıda bulunan enerji koridoru niteliğini güçlendirecek önemli bir boru hattından mahrum edilmiştir.

Görüleceği üzere, Mavi Akımın uygulanması, Anadolu üzerinden geçen Avrasya enerji koridorunun temel halkasını oluşturacak ve ülkemizin stratejik değerine katkıda bulunacak önemli projelerin önünü kesmiştir.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, Trans-Hazar veya Şahdeniz projelerinin uygulanması, Türkiye'nin, Türk dünyasıyla bağlarını perçinleyecek kilit bir unsur teşkil edecekti.

Sonuç olarak, ülkemizin dünyadaki imajına, itibarına, ağırlığına ve etkinliğine önemli katkılarda bulunacak olan Türkiye'nin dış siyasetine bağımsız Türk cumhuriyetleri boyutu kazandırılması inisiyatifi, jeopolitik körlük ve yolsuzluk nedeniyle heba edilmiştir.

Bu açıdan, TÜRKSOY'un faaliyetlerinin, Türkiye'nin uluslararası alanda itibarını artıracak ve dışpolitikasına da etkinlik kazandıracak bir nitelik taşıdığı unutulmamalıdır.

Bu husus iyi anlaşılırsa, devletin zirvesinde TÜRKSOY'a ilişkin olarak izlenen yanlış politikalar tekrarlanmaz. Zira, bir dönemin Başbakanı, TÜRKSOY'un faaliyetlerine Arap ülkelerinin de katılmasını istemiştir. Bu tutumu benimseyen bir hükümetin bu yaklaşımının, TÜRKSOY'un amaçlarını yozlaştırmaktan da öteye, bu teşkilatı imha etmek anlamına geldiğini bilmemesi, tabiatıyla, mümkün değil; ama, düşünce yapısı çarpık olunca, bu girişimler kaçınılmaz oluyor.

Hemen belirteyim ki, Arap ülkeleriyle de kültürel işbirliğinin geliştirilmesi muhakkak ki çok önemlidir; ancak, bunun farklı bir forumda ve farklı yöntemlerle ele alınması gerekecektir. Eminim, bundan böyle, TÜRKSOY'a karşı böyle çarpık ve ulusal çıkarlara zarar verici politikalar izlenmeyecektir.

Değerli arkadaşlarım, kanımca, TÜRKSOY'a, amaçlarını en mükemmel şekilde yerine getirmesi için her türlü imkân sağlanmalıdır. Bunların başında, TÜRKSOY'a tahsis edilecek bu arsa üzerinde inşa edilecek bina için Tanıtma Fonundan verileceği vaat edilen 1 000 000 dolarlık meblağın gecikmeden ödenmesi geliyor. Bu     1 000 000 dolarlık ödenek TÜRKSOY'a derhal tahsis edilmeli ve binanın inşaatına derhal başlanmalıdır.

Türk dili konuşan halkların çağdaş kültürel çatısını oluşturan TÜRKSOY binasının diplomatik sitede olması, aslî görevlerini tam anlamıyla yerine getirmesi için son derece önemlidir. Türk yetkilileri, bir süre önce, teşkilat binasının temellerini, bir merasimle, diplomatik sitede ayrılan arsada atmışlardır. Şimdi, bugünkü iktidarın, şu veya bu sebeple, ödeneği tahsis etmemesi veya inşaatı geciktirmesi, değerli arkadaşlarım, Türklük âlemine karşı ayıp olur. Söz konusu olan da şunun şurasında 1 000 000 dolardır. Her halükârda, bu konuda ayak sürümek bu devlete yakışmaz; ne Türkiye'yi ne de hükümetimizi yüceltici bir tutum olur bu.

Gerçekten de, TÜRKSOY, Türkiye için, Türk dili konuşan ülkelerin ortak kültürlerinin canlandırılmasını sağlayacak bir kuruluş olmaktan da öteye, bu ülkelerin millî dirilişine, devlet yapılanmasına ve demokratikleşme sürecine katkıda bulunabilecek fevkalade değerli bir örgüttür. Aynı zamanda, TÜRKSOY, Türk dışpolitikasına güç katacak nitelikte hizmetler veren müthiş bir levyedir, müthiş bir kaldıraçtır; mesele, bunu kullanmayı bilmektir. Bu bakımdan, bu teşkilatın görevlerini azamî etkinlikle yapabilmesine önem verilmeli, ihtiyaçları özenle ve düzenle karşılanmalıdır.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, biz, bu anlayış ve görüşle, TÜRKSOY'a arsa tahsisine ilişkin protokolün onaylanmasına olumlu baktığımızı ve desteklediğimizi belirtir, hepinize saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Elekdağ.

Tasarının tümü üzerinde başka söz talebi?.. Yok.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE TÜRK KÜLTÜR VE SANATLARI ORTAK YÖNETİMİ GENEL  MÜDÜRLÜĞÜ  ARASINDA  ARSA  TAHSİSİ  HAKKINDA  PROTOKOLUN

ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 7.7.1999 tarihinde Ankara'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü Arasında Arsa Tahsisi Hakkında Protokol"un onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini; bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekaleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekaleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti ile Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel Müdürlüğü Arasında Arsa Tahsisi Hakkında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı : 256

Kabul                     : 256

Böylece, kanun tasarısı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; kanunun, ülkemiz ve Türk toplulukları için hayırlar getirmesini temenni ediyorum. (1)

Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti ile Çek Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

5. - Türkiye Cumhuriyeti ile Çek Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporu (1/443) (S. Sayısı: 158) (2)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 158 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLE ÇEK CUMHURİYETİ ARASINDA GELİR ÜZERİN-DEN ALINAN VERGİLERDE ÇİFTE VERGİLENDİRMEYİ ÖNLEME VE VERGİ KAÇAKÇILIĞINA  ENGEL  OLMA  ANLAŞMASININ  VE  EKİ  PROTOKOLÜN

ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 12 Kasım 1999 tarihinde Ankara'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti ile Çek Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması"nın ve eki "Protokol"ün onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

                           

(1) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

(2) 158 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açıkoylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, belirtilen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa göndermelerini rica ediyorum.

Ayrıca, vekaleten oy kullanacak sayın bakanların var ise, hangi bakana vekaleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti ile Çek Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylamasının sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı : 231

Kabul                     : 231

Buna göre, kanun tasarısı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.  (1)

Kanunun, ülkemiz ve Çek Cumhuriyeti için hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyet Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

6. - Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporu (1/349) (S.Sayısı: 155) (2)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu, 155 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz talebi?.. Yok.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

                             

(1) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

(2) 155 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE İRAN İSLAM CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA GELİR VE SERVET ÜZERİNDEN ALINAN VERGİLERDE ÇİFTE VERGİLENDİRMEYİ ÖNLEME VE VERGİ KAÇAKÇILIĞINA ENGEL OLMA ANLAŞMASININ  ONAYLANMASININ  UYGUN  BULUNDUĞUNA  DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1.- 17 Haziran 2002 tarihinde Tahran'da imzalanan "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması"nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümü açıkoylamaya tabidir.

Açıkoylamanın şekli hakkında, Genel Kurulun kararını alacağım;

Açıkoylamanın, elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekaleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi bakana vekaleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile İran İslam Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının açıkoylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı : 224

Kabul                     : 224

Böylece, kanun tasarısı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; kanunun hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum. (1)

Sayın milletvekilleri, birleşime 15 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 17.35

                             

(1) Açıkoylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağın sonuna eklidir.

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.50

BAŞKAN: Başkanvekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Mehmet DANİŞ (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının müzakeresine başlıyoruz.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

7. - Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları  (1/611) (S. Sayısı: 209) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 209 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyenin sunumunu oturduğu yerden yapmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sıvas Milletvekili Nurettin Sözen, AK Parti Grubu adına Manisa Milletvekili Mehmet Çerçi; şahısları adına Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt, Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt ve Siirt Milletvekili Öner Ergenç'in söz talepleri vardır. 

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sıvas Milletvekili Sayın Nurettin Sözen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA NURETTİN SÖZEN (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde, Grubumun görüşlerini sunacağım; bu sunuşu yapmadan önce, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarıyı irdelerken, öncelikle, uzun zamandan beri iptalini beklediğimiz 21.8.1981 tarihli ve 2514 sayılı Bazı Sağlık Personelinin Devlet Hizmeti Yükümlülüğüne Dair Kanunun iptal edilmesi dolayısıyla, Sağlık Bakanımıza teşekkürlerimi sunuyorum. Askerî yönetimin dayatmacı, demokrasiye ve insan haklarına aykırı olarak yürürlüğe koyduğu ve maalesef, uzun yıllar uygulamada kalan bu yasanın bu vesileyle ortadan kalkması, demokrasi adına, insan hakları adına ve sağlık sistemimizde yeniden yapılanma adına olumlu bir gelişmedir; bu gelişmeyi sağladığı için de Sayın Sağlık Bakanına teşekkürlerimi sunuyorum.

                              

(1) 209 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Çağımızda, insanları, dayatmacı yöntemlerle veya yaşamına, vicdanına, yasayla da olsa baskı yaparak çalıştırmak ve bu çalışmadan da verim almak olanaksızdır. Demokrasinin önemli kuralları vardır; bunlar, özendirme, teşvik etme, ödüllendirme, caydırma gibi kurallardır. Bu tasarıyı irdelerken de bu kavramlar ve bu terminoloji üzerinde uzunca duracağız.

Kuşkusuz, bütün yasaların çıkarılmasında, bütün kararların alınmasında, özendirme ve caydırma yöntemine başvurmak gerekir. Yoksa, insanları, kanun zoruyla, polis zoruyla bir yerden bir yere göndermek ve bazı işlevleri yerine getirmeyi sağlamak olanaksızdır; ancak özendirme ve ödüllendirmede de, adalet gibi, eşitlik gibi, demokratik kurallara harfiyen uymak gerekir.

Bugün tartıştığımız yasa tasarısında, bir ölçüde, özendirmeden, teşvikten söz edilebilir; ancak, bunu yaparken, diğer taraftan, temel insan hakları, iş güvenliği, eşit işe eşit ücret ve bilgilerin, emeklerin, gayretlerin ve çalışmanın değerlendirilmesi gibi, evrensel ve demokratik değerler de gözardı edilmemelidir.

Bu tasarıyla, 24 ilde toplam 21 675, sözleşmeli pozisyonunda, sağlık personeli alınması öngörülmektedir; ancak, bu öngörüde, 657 sayılı Yasa dikkate alınmamaktadır. Aynı şekilde, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin öngördüğü sözleşmeli personel alımındaki kurallar da uygulanmamaktadır. Bu anlayış, yasa tasarısının gerekçesinde yazıldığı gibi "memur ve işçi olmayan sözleşmeli sağlık personeli" biçiminde tanımlanmaktadır. Yeni bir tanımla karşı karşıyayız; 657'ye tabi değil, İş Kanununa tabi değil, daha evvel çıkarılmış olan kanun hükmünde kararnamede belirtilen sözleşmeli personelin istihdamıyla ilgili kurallara tabi değil; yepyeni bir yöntem ve yepyeni bir anlayışla, devlet hayatımıza, Sağlık Bakanlığında başlamış bulunuyoruz. Cumhuriyet tarihinde belki de, bu kadar, 20 000'i bulan sayıda sözleşmeli personel istihdamı ilk defa gerçekleşmektedir; dolayısıyla, bu, devlet yönetiminde belki de bir tercih konusudur. Bunu bu tasarı içerisinde değil de, devletin yeniden yapılanması tasarısı ve tartışması içerisinde ele almanın, devletin geleceği, bütünlüğü açısından daha doğru bir yöntem olacağı kanaatindeyim.

Bu tasarıyla, sağlık ve yardımcı sağlık personelinin yaptığı işleri özel şahıslara yaptırma, ihale etme, taşerona bu görevi devretme de öngörülmektedir. Böylece, Anayasamızın 128 inci maddesinde belirtilen, kamu hizmetlerinin genel idare esaslarına göre kamu görevlileri eliyle yürütülmesi ilkesi gözardı edilmektedir. En önemli ve en temel kamu hizmeti olan sağlık hizmetinin, kamu görevlisi olmayanlarca ve iş güvencesi olmayanlar eliyle yürütülmesi bu tasarıyla amaçlanmaktadır. Bu durum, Anayasa Mahkemesinin 19.4.1988 tarihli, 1987/16-E ve 1988/8-K sayılı kararlarına aykırıdır. Anayasa Mahkemesi bu kararıyla, 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun sözleşmeli personel çalıştırılmasını düzenleyen 7 nci maddesini, kamu hizmetinin kadrolu kamu görevlisi eliyle yürütülmesi ilkesine aykırı bulduğu için iptal etmiştir. Açıkça görülmektedir ki, bu tasarı da, daha evvelki iptal gibi, Anayasaya aykırıdır ve iptal edilme olasılığıyla karşı karşıyadır.

Bu tasarıyla, sağlık kurumlarında farklı statüde personel çalıştırılma durumu ortaya çıkmaktadır. Böylece, eşit işe farklı ücret gibi adaletsiz bir durum ortaya çıkacaktır. Bu durum, sadece ücret bakımından değil, iş barışı, çalışma ortamındaki huzur, yönetimin verimliliği ve başarısını da kuşkusuz olumsuz yönde etkileyecektir.

Sağlık Bakanlığı, yasa taslaklarını veya tasarılarını hazırlarken, Ana muhalefet Partisinin, meslek odasının, sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin görüşünü alma ihtiyacını duymamaktadır, bu kurumlarla uzlaşmayı tercih etmemektedir. Bu demokratik olmayan davranış biçiminin biraz da AKP'ye özgü olduğunu düşünüyorum; çünkü, diğer bakanlıklarda ve çıkan yasa taslak ve tasarılarının çoğunda da böylesine bir uzlaşma arayışını bugüne kadar, uygulamalarda, görmedik.

Sayın Bakan, muhalefet partisinin, meslek odaları ve sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin görüşünü almamak bir yana, hekimleri ve onların bağlı bulunduğu meslek odalarını suçlama yolunu seçmiştir. Sayın Sağlık Bakanı, doktorlar için "muayenehanelerine çağırdıkları hastalardan bıçak parası almaktadırlar, hekimlerin eli hastaların cebindedir" demektedir. Herkesin reddettiği, kimsenin onaylamayacağı münferit olayları, mesleğini dürüst bir şekilde yerine getiren tüm hekimleri de kapsayacak biçimde genelleyerek bir bakanın konuşma yapması, kuşkusuz, tüm mensuplarımızı rencide etmektedir. Sadece, rencide etmekle kalmamakta, hekim-hasta ilişkilerini bozmaktadır, tıp mensuplarına saygıyı ve güveni azaltmaktadır. Sağlık Bakanına düşen görev, bu şekilde meslektaşlarını suçlamak değil, onları kamuoyu önünde "bıçak parası alıyor" diye suçlamak ve küçük düşürmek değil, bu olumsuz ortamın doğmaması için, az da olsa, olan bu olayların oluş nedenlerini inceleyerek, yasal, sosyal ve ekonomik tedbirleri almaktır; bakanlığa, ciddî bir bakanlığa düşen görev budur. Sayın Bakana düşen görev, hekimlere, insanca yaşayacakları ve kendilerini meslekî olarak geliştirmelerine olanak sağlayacak bir ekonomik yaşam düzeyini, bir ücret düzeyini sağlamaktır.

Bu yasa tasarısıyla, sağlık personeli, devekuşu misali ortada kalmaktadır; yani, atama, ücret, çalışma ve sosyal güvenlik bakımından konular tamamen karmaşıktır ve açık değildir. Bu personel Emekli Sandığına mı, yoksa, Sosyal Sigortalara mı tabi olacaktır? Sözleşmeli personel memur sendikalarına mı, yoksa, işçi sendikalarına mı üye olabilecektir? İdarî görevle atandıkları takdirde, yönetimin sürekliliği ve yönetimde başarı nasıl sağlanacaktır? İdarî görevlere atanan sözleşmeli personelin ücreti neye göre düzenlenecektir? Farklı ücret primleri yanında, dönersermayeden yararlanacakları ifade edilmektedir; oysa, dönersermayeden, 657'ye tabi personele katkı payı ödenmektedir. Sözleşmeli personele dönersermayeden ücret ödendiği zaman -üstelik, mahrumiyet bölgelerinde sınırlı dönersermaye olanaklarıyla- 657 sayılı Yasaya tabi sağlık personeli, kuşkusuz, bundan, büyük ölçüde mağdur olacaktır. Sözleşmeli personel bir hastalığa - kuşkusuz, hiçbir meslektaşımızın uzun süreli bir hastalığa duçar olmasını istemeyiz- uzun süreli bir hastalığa tutulduğu zaman, onun sözleşmesi biterse, bu personel nasıl bir duruma düşecektir, nasıl çalışacaktır ve uzun süreli tedavisini devlet nasıl karşılayacaktır veya işsiz kalmış, sözleşmesi uzatılmayan bu personel sağlık harcamalarını nereden karşılayacaktır? Sözleşmesi iptal mi edilecektir? Sağlık harcamaları, devletin hangi faslından veya bu sözleşmenin hangi hükmüne göre ödenecektir?

Bu tasarı, insancıl değildir, demokratik değildir, yasal hakların kullanılmasına olanak vermemektedir ve bunlara dayalı, bu çalışma hayatına dayalı hiçbir güvenceyi içermemektedir.

Sözleşmeli personel bir yerde görev aldığı zaman, ailesiyle, görev aldığı yere gidecek, çocuğunu okula verecek, kendisi konut ve diğer sorunlarla karşı karşıya kalacak; ancak, onbirinci ayda, kaşı gözü beğenilmediği için, bıyığı sakalı beğenilmediği için görevinden alınabilecek. Böyle bir doktor, böyle bir diş hekimi, böyle bir eczacı arkadaşımızın sizin yakınınız olduğunu düşünün... Bu, insancıl değildir, yasal değildir ve bugüne kadarki devlet hayatımızda karşılaşılmamış bir durumu aksettirmektedir. Böyle bir insan, kuşkusuz, mutsuz, kurumuna, toplumuna küskün, bugün, cumhuriyet tarihimizin en büyük işsizlik oranı olan 13,6'ya eklenecek bir yeni işsiz doktor olacaktır.

Bu yasayla -Hipokrat'ın dediği gibi- sağlık hizmetine hiç olmazsa zarar vermeyin. Şu anda iyi olmayan durum, bir sağlık sistemi anlayışı içerisinde, yeni bir sağlık sistemi anlayışı içerisinde reorganize edilebilir, yeniden yapılandırılabilir; ama, çok acele ve özen gösterilmeden hazırlanmış bu yasa tasarısıyla, sağlık sistemini yeniden bozmayın ve sağlık sistemine zararlar vermeyin.

Kısaca, önerilerimi özetle sunmak istiyorum. Bunu yapabilmek için, böyle bir sözleşmeli kadrolar veya sözleşmeli istihdam yöntemi aramak yerine, yakın sağlık tarihine bakılsaydı, Dünya Sağlık Teşkilatının takdirle bütün dünyaya ilan ettiği, kabul ettiği, cumhuriyet hayatımızdaki, tarihimizdeki uygulamaları yeniden gözden geçirerek hayata geçirebilirdiniz; aynı sonuçları verirdi. Cumhuriyet tarihinde, meşhur sıtma mücadelesi, trahom mücadelesi, verem mücadelesi, böylesine, sağlık personeli özendirilerek, teşvik edilerek bu büyük savaşımlar, büyük kampanyalar başarıya ulaşmıştır ve Dünya Sağlık Teşkilatı, bu çalışmaları, övgüyle her tarafa anlatmıştır, yaymıştır.

Cumhuriyet tarihimizde, 1960'tan sonra -biraz sonra arkadaşlarımızın ayrıntıyla üzerinde duracağı- 224 sayılı Sosyalizasyon Yasasında, yine, mahrumiyet bölgesinde çalışan hekimler, orada istihdam edilebilmek için, teşvik edici ücret artışlarına ve bazı meslekî kazanımlara sahip olmuşlardır ve böylece, mahrumiyet bölgesinde, temin edilmesinde güçlük çekilen bölgelerde, sağlık personeli istihdamı mümkün olmuştur.

Aynı şekilde, 1960'larda Tam Gün Yasası, yine, bu anlamda, teşviki, özendirmeyi içeren ve sağlık personelinin mutlulukla, başarıyla, heyecanla görev yapmasını sağlayan bir yasadır, uygulanmıştır ve başarıya ulaşmıştır. Kaldı ki, 224 sayılı Yasa şu anda yürürlüktedir ve yürürlükte olan bir yasanın kullanılmaması da ayrı bir suç teşkil etmektedir ve Türk sağlık sisteminin kurtuluşu da, 224 sayılı Sosyalizasyon Yasasının yeniden gözden geçirilerek, tüm yurdumuzda ve büyük kentlerde kullanılmasına bağlıdır.

Değerli arkadaşlarım, bunu yapabilmek için, mahrumiyet bölgesini, yani, sağlık personelinin temininde güçlük çekilen bölgeleri bir kademeye tabi tutmak mümkün. Doğu, güneydoğu bir kademe, Orta Anadolu bir kademe, ilçeler bir kademe, iller bir kademe, bu kademelere göre bir ücret skalası yapmak da mümkün. Böylece, tarihimiz boyunca çok kere tekrarlanmış bir teşvik ve özendirme sistemi hayata geçirilebilirdi ve böylesine, ne olduğu bilinmeyen ve devlet hayatımızda ilk defa karşılaşacağımız bir sözleşmeli personel uygulamasına gerek kalmazdı.

Ayrıca -önerilerimiz arasında- kuşkusuz, sağlık sisteminin ayakta kalabilmesi ve hepimiz için, toplumumuz için, sağlıklı bir toplum yaratmak için, öncelikle, bütçeden, gayri safî millî hâsıladan sağlığa ayrılan payın artırılması gerekmektedir.

Tıp eğitiminin ve meslekiçi sağlık eğitiminin gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Hekim, sağlık personeli ve sağlık kurumlarının tüm yurt sathında adaletli bir şekilde dağılımını gerçekleştirmek gerekmektedir.

224 sayılı Sosyalizasyon Yasasının yeniden gözden geçirilerek, günümüze uyarlanarak uygulamaya sokulması gerekmektedir.

Yoksulların, fakirlerin, dargelirlilerin eşit ve güvenli sağlık hizmeti alması için gerekli tedbirler, önlemler alınmalıdır.

İnsanca yaşayabilmesi ve meslekleri içerisinde gelişmelerini sağlayabilmesi için, sağlık personelinin ve yardımcı sağlık personelinin ücretleri yeniden gözden geçirilmeli ve insanca yaşayabileceği bir düzeye ulaştırılmalıdır.

Sistemde bir değişiklik yapmadan, fizik olarak, binalarda, hastanelerde, dispanserlerde yenileşmeler yapmadan, eklemeler yapmadan, sağlık sistemini değiştirmeden, araç-gereç konusunda bir gelişme sağlamadan, ilaç konusunda, serum konusunda ve diğer tıbbî malzemeler konusunda ihtiyaçların karşılanması yönünde bir çalışma yapmadan, sadece doktor ve sözleşmeli personel atama yönteminin sağlık sorunumuzun çözümünde çok yararlı olacağı, çok katkısı bulunacağı inancında değiliz. Sağlık hizmetlerinin öncelikle bir sisteme kavuşması, yapılacakların bu sistem içerisinde yapılması gerekmektedir; yani, parçacı çözüm yerine bütüncül çözümlere gitmek gerekmektedir ve Türkiye'deki tüm sağlık sorunlarını bu bütüncül sistem içerisinde ele almak gerekmektedir.

Bu düşüncelerimi sizlerle paylaştım.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Sözen, teşekkür ediyorum.

AK Parti Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Mehmet Çerçi; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ÇERÇİ (Manisa) - Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanı ve çok değerli üyeleri; 209 sıra sayılı Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısıyla ilgili olarak, AK Parti Grubu adına huzurunuza geldim; hepinizi, Grubum ve şahsım adına en derin muhabbet ve saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun tasarısının komisyonda, özellikle, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonunda görüşülmesi sırasında ben de bulundum ve oradaki eleştirileri, katkıları dinledim; fakülteden de hocamız olan çok değerli Prof. Dr. Nurettin Sözen Hocamızın buradaki eleştirilerini de dinledim, notlarımı aldım.

Değerli arkadaşlar, içerisinde doktor ve diğer tüm yardımcı sağlık personeli olmak üzere, yaklaşık 22 000 sağlık çalışanına yeni bir istihdam olanağı sağlayan bu tasarının temel 3 tane özelliği var. Birincisi, özellikle, eleman temininde zorluk çekilen doğu ve güneydoğu illeri başta olmak üzere... Tabiî, bu, daha sonra, Plan ve Bütçe Komisyonunda değişikliğe uğratıldı; bu doğu ve güneydoğu hadisesi, tüm Türkiye'nin eleman temininde sıkıntı çekilen bölgelerine şamil kılındı. Bunun için de, Devlet Personel Başkanlığı ile Maliye Bakanlığının görüşü ve Sağlık Bakanlığının önerileri doğrultusunda, Bakanlar Kurulu yetkili kılındı.

Birincisi; dediğim gibi, eleman temininde sıkıntı çekilen bölgelerde özellikle doktor ve uzman doktorların istihdamı konusunda Sağlık Bakanlığına bir yetki verilmekte ve bu elemanlar, bu doktorlar, kuraya tabi olarak, bu bölgelere gönderilmek istenmekte.

İkinci husus; özellikle yardımcı sağlık personeli konusunda, ÖSYM'nin yapacağı sınav neticesinde, bu bölgelere, yine sözleşme yapılarak, görevli sağlık personeli gönderilecek.

Üçüncü bir husus; gerektiği takdirde, üçüncü kişilerce görevlendirilecek personelden hizmet alımı söz konusu.

Değerli arkadaşlar, Sayın Nurettin Sözen Hocamızın ve komisyonlarda muhalefet partisi üyelerinin özellikle belirttiği bazı aykırı oy gerekçelerine değinmek istiyorum.

Bunlardan bir tanesi "bu yasa Anayasaya aykırıdır" gerekçesi.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Türkiye'de yaşayan insanların sağlığını korumak ve gerektiğinde onları tedavi etmek, Anayasa gereği, devletin sorumluluğundadır. Türkiye'ye baktığınız zaman, kuyruklarda bekleyen, acı çeken insanlar, sigortasız, herhangi bir sosyal güvenliği olmayan milyonlarca insan... Demek ki, yıllar yılı, devlet, Anayasa gereği kendisinin üzerinde olan bu yükümlülüğü tam anlamıyla yerine getirmiş sayılamaz. Bence, esas, Anayasaya aykırı olan budur; devlet, kendi toplumunun sağlığını korumakla yükümlüyken, yıllar içerisinde, bunu, hakkıyla yerine getirememiş.

Bir diğer eleştiri, muhalefet konusu ve aykırılık gerekçesi ise "eşit işe eşit ücret" konusu. Daha doğrusu, Nurettin Hocamızın da belirttiği gibi "burada, eşit işe, farklı ücret uygulaması getiriliyor" deniliyor.

Değerli arkadaşlar, birazdan gözlerinizin önüne sunacağım gibi, Türkiye'de, maalesef, bu sağlık sisteminin, yıllar içerisinde, bu hale gelmesinde, özellikle, eşit işe eşit ücret mantığının büyük sorumluluğu vardır. Biz, şunu savunuyoruz: Çok çalışan, ödüllendirilmeli, özendirilmelidir, teşvik olmalıdır, rekabet olmalıdır. Aynı kurum içerisinde bile olsa, eğer, bir doktor diğerinden daha fazla çalışıyorsa, elbette, daha fazla karşılığını almalıdır.

Bir diğer gerekçede "iş güvencesi ortadan kalkmaktadır" deniliyor. Değerli arkadaşlar, milyonlarca işsizin olduğu bir memlekette, onbinlerce sağlık ve yardımcı sağlık personelinin işsiz olduğu bir memlekette, siz, sözleşmeyle yeni bir istihdam alanı ortaya koyuyorsunuz; sözleşme yapıyorsunuz. Sözleşme dediğiniz hadise başlı başına bir iş güvencesidir ve sözleşmenin neticesinde, sözleşmenin bitiminde -eğer "iş güvencesi yoktur" diye bunu kastediyorsanız- idarenin ilgili kişilerin işine son vermesi için ciddî gerekçeleri olması gerekir. Onun da dışında burası bir hukuk devletidir. Siz kimsenin kaşına gözüne bakarak işine son veremezsiniz, hukuk yolları vardır. Onun için "iş güvencesi yoktur" şeklinde bir iddianın geçerli olması mümkün değildir.

Bir diğer iddia konusu şu: Hocamız "meslek örgütüyle uzlaşma aramıyorlar ve AK Parti demokratik olmayan tutum ve anlayış içerisinde. Bu AK Partiye özgü bir davranıştır" dedi.

Değerli arkadaşlarım, ben de bu meslekten gelmiş, bu mesleğin onurunu yaşayan birisi olarak söylüyorum; ülkemizde meslek örgütleri -özellikle ben sağlık adına bunu söyleyebilirim- maalesef, yıllar içerisinde hem meslektaşlarının hakkını koruması gereken hem de hizmeti alan toplumun hakkını koruması gereken meslek örgütü bu görevini hakkıyla yerine getirememiştir ve ideolojik saplantıların, önyargıların bakış tarzı içerisinde, toplumun tüm kesimleriyle, sağlık çalışanlarının tüm kesimleriyle diyalog içerisinde, ülkenin yarınlarını hazırlayacak, önünü açacak projeler geliştirememiş, devletçi bir ideolojiye saplanıp kalmıştır.

"Yepyeni bir anlayış, yepyeni bir kanunla karşı karşıyayız" dedi çok sevgili Hocamız. Evet, gerçekten ben de buna yürekten katılıyorum. Bu, yepyeni bir anlayış ve yepyeni bir kanun. İşte bu, AK Partinin Türkiye'de başlatmayı kendisine görev bildiği değişimin öncüsü adımlardır. Bundan sonra herkes bu yeniliğe alışmak durumunda. AK Parti, değişimin öncüsüdür, AK Parti, Türkiye'yi çağa taşıyacak yeniliklerin, yeni adımların öncüsü olacaktır. İşte bu cümleden de bu sonucu rahatlıkla çıkarabiliriz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, bu yasa tasarısı vesilesiyle, tabiî, sağlığı konuşuyoruz, Türkiye'nin kronik bir vaka halini almış sağlık problemlerini ve çözüm yollarını konuşuyoruz. Gerçekten, Sağlık Bakanlığımız, maalesef, belki de ülkemizin en talihsiz bakanlıklarından biri. Yıllardan beri devasa boyutlara ulaşmış problemlerle yaşayan, büyüteç altına alıp baktığımızda insanı âdeta umutsuzluğa düşüren, çağın gerisinde kalmış bir sağlık sistemi. Elbette, vatandaşlarımızın sağlığını korumak ve ihtiyacı olduğunda ya da hastalandığında onu tedavi etmek, sosyal devlet ilkesinin temellerinden birisidir; ancak, bunlar, yıllardır anayasalarda ve yasalarda yer aldığı halde, nedense, vatandaşın sağlığı bir türlü gerektiği gibi korunamaz.

Sosyal güvenliği olan vatandaşlar dahi gönül huzuruyla sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor mu? Hasta-hekim arasında bir türlü çözülemeyen akçeli ilişkiler, bunun da ötesinde, hâlâ, milyonlarca sosyal güvenlik şemsiyesinden yoksun vatandaşlarımız. Hastalandığında veya yaşlandığında tutunacak bir dalı olmayan milyonların yaşadığı bir ülke burası. Çok şükür ki, aile bağları, akrabalık ilişkileri ve toplumsal kültür ve dayanışma ruhu, devletin bu konudaki eksikliklerini bir nebze olsun kapatıyor.

Sonuçta, verimli işlemeyen, işletilemeyen yüzlerce devlet müessesesi. Bu sistemde, elbette, hizmeti verenlerin ve hizmeti alanların çoğu mutlu değil. Bu kurumlarda çeşitli branşlarda, samimiyetle, yürekli ve fedakâr çalışanlar, bunun yanında, elbette, suiistimal eden ya da parasal çıkar ilişkilerine girenler de olacaktır; ancak, bu sistem, suyu getiren ile testiyi kıranı ayırmadığı müddetçe, bunun böyle sürüp gitmesi mukadderdir.

"Eşit işe eşit ücret..." Yasa böyle diyor. Eğer, klasik memur zihniyetiyle olaya yaklaşırsanız, doğru; ancak, sağlık hizmetinin kendisine özgü gerçekleri ışığında olaya daha yakından bir bakacak olursak; mesela, Türkiye'nin herhangi bir vilayet merkezini ele alalım; (A) hastanesinde 12 genel cerrah -bunlar, bugünün, Türkiye'nin gerçekleri- 5 fizik tedavi uzmanı, 2 nöroşirurji, yani beyin cerrahisi uzmanı- 15 de diş hekimi olduğunu varsayalım. Bunları, günlük yaşıyoruz. Bu arada, tabiî, bunları sayarken, üzerinde konuştuğumuz tasarıyla ilgili olarak, özellikle doğu ve güneydoğu illeri ile batının da birçok ücra ilçesinde ilçelerinde doktor ve yardımcı personel bulmakta da ciddî sıkıntılar var. Şimdi, bu 4 daldaki hekimlerle ilgili değerlendirme yapalım. Fizik tedavi uzmanının acili yok. Hekimler iyi bilir; 1 hekime haftada 1 veya 2 gün poliklinik sırası geliyor; 5 fizik tedavici... 2 veya 3 ameliyathane olduğunu varsayalım; genel cerrahî uzmanına 3-4 günde 1 ameliyat ve 1 poliklinik sırası gelir. Nöroşirurji uzmanına ise 2 günde 1 icap ve acil; yani, bir ayın 15 günü rutin mesainin yanı sıra icap ve ameliyatlar. Diş hekimlerine de -15 diş hekimi olduğuna göre- 3-4 tane unit olduğunu varsayalım, haftada 1 veya 2 gün poliklinik sırası. Evet, herkes 657'ye tabi; hemen hemen aynı eğitim ve statüde, derece, unvan, maaşları da benzer oranlarda. Evet, değerli arkadaşlarım, bu doktorların hepsi benzer maaşları alıyorlar; çünkü "eşit işe eşit ücret" demişiz. İşte, Türkiye'nin temel sorunu burada.

Bir diğer gerekçe: Sağlık hizmeti, kamu hizmetidir; o halde, bunu devletin vermesi gerekir. Bunu anlamak mümkün değildir. Gerçekten 21 inci Yüzyılda bu nedir, bu bir dogma mıdır?.. Bu anlayışların neticesi olarak sistem tıkanmış, verimli bir hizmet üretemez hale gelmiştir. Elbette, bu konularda fedakârca çalışan meslektaşlarımızda suç aramak doğru değildir. Bunun sorumlusu, sistemi içinden çıkılamaz hale getiren siyasî ve bürokratik kademeler olsa gerektir.

Peki, olması gereken nedir:

1- Sağlık hizmetlerinin rasyonel olarak yeniden ele alınıp değerlendirilmesi, hizmeti veren ve hizmeti alan kesimlerin memnuniyetini esas alacak yeni yaklaşımların ortaya konması gerekir.

2 - Devletin, vatandaşın sağlığını koruması anayasal bir görevdir. Bu görev "birinci basamak sağlık hizmeti" dediğimiz koruyucu ve yerinde sağlık hizmeti olarak değerlendirilmelidir. Diğer, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerini vermek, yalnız kamunun vereceği bir hizmet alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Ancak, sosyal devlet anlayışı gereği, devlet, tedavi edici sağlık hizmetlerinin finansmanını büyük ölçüde desteklemelidir. Ayrıca vatandaş ve üçüncü şahıslar, özel veya tüzelkişiler de bu finansmana katkıda bulunmalıdır. Yani, hizmetin verilmesi ile hizmetin finansmanı birbirinden ayrılmalıdır. Bu ilkeyi, AK Partinin hem Acil Eylem Planında hem programında hem de seçim beyannamesinde bulabilirsiniz. Eğer vaktim kalırsa onları da size burada arz etmek istiyorum. İşin en önemli, can alıcı noktası da burasıdır. İşin finansmanı ile hizmetin verilmesini birbirinden, artık, bu çağda ayırmak gerekiyor.

3- Genel sağlık sigortası çıkarılmalı, yeşil kart fiyaskosu tamamen ortadan kaldırılmalıdır. Tabiî, şunu da belirtmek lazım; bu şartlarda yeşil kart bir fonksiyon icra ediyor. Ancak, 12 000 000 civarında yeşil kartlı çok çeşitli suiistimaller, haksız yeşil kart edinenler vesaire, bu işin ayrı bir boyutu.

Bunun yanı sıra devlet, sistemdeki aktörleri denetlemeli, yön gösterici olmalı ve rehberlik yapmalıdır. Dolayısıyla, hizmeti veren ve hizmetin finansmanını yapan kurumlar ayrıldıktan sonra, kurumsal denetleme devreye girecek, devlet de bu kurumları denetleyecektir.

Böyle bir sistem, çok çalışan ve çok riske girene karşılığını verecektir. Bu sistem, yarışmayı, rekabeti ve verimliliği beraberinde getirecektir.

AK Partinin Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı Taslağında da düşünüldüğü gibi, hastaneler özel idarelere, birinci basamak sağlık hizmetleri, yani aile hekimliği belediyelere devredilmeli. Bu meyanda, Sağlık Bakanımızın da daha önce sayın Meclis üyelerimizin huzurunda açıkladığı "Sağlıkta Dönüşüm Projesi" çerçevesinde, genel sağlık sigortası, aile doktorluğu, kamu hastanelerinin işletme haline dönmesi, yönetiminin mahallî idarelere devredilmesi ve sistemin özel hastanelere de açılması gibi temel unsurlar, Sağlıkta Dönüşüm Projesinin temel taşlarını oluşturmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, sağlık hizmetinin tehiri, tecili ya da tadili söz konusu olamaz. Kamunun verdiği diğer pek çok hizmet alanlarında bunlar belki mümkün olabilir; sağlığın sehv secdesi yoktur. Safra koliği geçiren ya da akut apandisit geçiren bir hastaya "hastaneyi kapattık" ya da "iki gün tatil ettik" diyemezsiniz. İşin aciliyeti ve önemi meydandadır.

Sayın milletvekilleri, bir sağlık kurumunun, yani bir hastanenin temel 4 tane unsuru vardır. Bir tanesi fizikî mekândır. Hepimiz milletvekiliyiz, hepimizin bölgelerinden, eminim, bu tür talepler geliyordur, "hastanemiz yetersiz, yeni hastane ihtiyacı var, şu hastanenin yeniden yapılması lazım" filan gibi. Bu sıkıntıları hepimiz yaşıyoruz.

Bir ikincisi, teknik donanım. Sadece binayı yapmak yetmiyor. Elbette cihaz lazım, alet edevat lazım. Türkiye, maalesef, tıp teknolojisinde yılların ihmaline uğramış ve tamamen dışarıya bağımlı bir hale getirilmiş. Bu işle uğraşanlar bilirler, her gün bir alet problem çıkarır, arıza yapar, bunun yedek parçası, servisi, vesaire. Alet olmazsa artık günümüzde tıp yok demektir. Tamamen teknolojiye dayalı bir sistem vardır tüm sağlıkta. Onun için, teknik donanım önemlidir.

Üçüncü temel unsur, personel. İşte, biz de bugün personeli konuşuyoruz. Her şeyiniz var; ama, personeliniz yok, yetişmiş uzman elemanlarınız yok; bir şey yapmanız mümkün değil. Özellikle doğu, güneydoğuda -bu yasayla ilgili olarak- ve diğer, Türkiye'nin ücra bölgelerinde hekimi tutamıyorsunuz. Öyle paradokslar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çerçi, size, 1 dakika eksüre veriyorum, lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Evet, vaktim dolmuş.

Personel istihdamı önemli.

Dördüncü konuya geçiyorum Sayın Başkan; hasta. Hasta potansiyeli yoksa, yine, bir şey yapmanız mümkün değil. Bakınız, Türkiye'de öyle paradokslar var; küçücük ilçeye dev gibi hastane yapılmış; ama, yüzbinlik ilçelerde, illerde hastane yetersiz. Türkiye bu paradoksu yaşıyor. İşte, devletçiliğin sonu budur.

Değerli arkadaşlarım, beşinci önemli bir konu da, hastanenin unsurlarıyla ilgili olarak, işletmedir. Türkiye'de kamunun yüzlerce hastanesi var; hiçbir zaman bunlara bir işletme zihniyetiyle bakılmamıştır. Tabiî, şimdi, Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım beni eleştireceklerdir; burada önemli olan insanın sağlığıdır diye. Biz, bunu, yadsımıyoruz; bu, zaten işin tabiatıdır. Ancak, bu işletmeler, bu müesseseler verimli birer işletme haline dönüştürülebilir.

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Anayasanın eşitlik ilkesini niye çiğniyorsunuz değerli arkadaşım!..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

MEHMET ÇERÇİ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; söyleyecek daha çok sözüm vardı...

İşin özü, biz, Türkiye'de, sağlığın finansmanının bir başka kurum tarafından verilmesini ve sağlık hizmetlerinin de yerelleştirilmesini ve bir müessese bilinciyle bu sistemin rekabete de açık olarak işletilmesini savunuyoruz.

Beni dinlediğiniz için hepinize saygı, hürmet ve selamlarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çerçi.

Sayın Bakan, buyurun.(AK Parti sıralarından alkışlar)

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisimizin şahsında, halkımıza sağlık ve afiyet temennisiyle sözlerime başlıyor, hepinizi saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum.

Şunu ifade etmek isterim ki, bugün görüşeceğimiz yasa tasarımız, ülkemizdeki sağlık hizmetleri açısından önemli değişimleri gerçekleştirecek bir yaklaşımla hazırlandı ve huzurunuza getirildi. Esasen, 3 Kasım seçimlerinden önce AK Partimizin ar-ge çalışmaları çerçevesinde şekillenen sağlıkta dönüşüm programımız, halkımızın emaneti tevdiini takiben, süratle, hükümet programımızın önemli bir hedefi olarak hayata geçirilmeye başlandı.  Sağlık sektörünün bütün bileşenleriyle uyumlu bir birliktelik içerisinde dönüşümü devam etmektedir.

Sağlık, 70 000 000 insanımızı ilgilendiren ve zaman zaman karşımıza ertelenemez ihtiyaçların çıktığı bir alandır. Aldığımız her nefeste, attığımız her adımda, bütün bir ömürde, sağlık, hepimiz için değişmez paydadır. Şimdi, hayatımızın değişmezi olan sağlıkta, hep birlikte yeni ve heyecanlı adımlar atıyoruz.

Dönüşüm ve değişimler, şüphesiz ki, kolay değildir. Dönüşüm, yerleşik olanı rahatsız eder; değişim, alışılmış olanı terk etmeye zorlar. Zorluklarla dolu bir atılımı yapmayı göze almakla, bizler, yaşamakta olduğumuz birçok önemli problemi çözmeyi amaçlıyoruz.

Sağlık sektöründe şimdiye kadar çözülmemiş, çözülmedikçe büyümüş, bu nedenle de, asla değiştirilemez olarak algılanan önemli sorunlara yeni bir bakış, pratik bir çözüm getirmeyi hedefliyoruz. Sağlıkta dönüşüm programımız, ne geçmişte yapılanları hiçe sayarak sıfırdan başlıyor ne de kısa vadeli planlarla geleceği hiçe sayıyor. Sağlıkta dönüşüm programı, bizden önce yapılan bütün çalışmaları değerlendirerek ve programının temeline koyarak, insanımızın emeklerinin ürünlerini dikkate alan bir anlayışla hazırlandı. Geçmişi değerlendirerek geleceğimizi inşa etmeye çalışıyoruz. Dönüşümün her aşamasında, ortak değerimiz olan sağlığa, bu konuya katkıda bulunması muhtemel herkesi yanımıza çağırıyoruz. Sağlık hizmetinin, doğrudan insana ve onun en kırılgan olduğu hastalık haline sunulduğunu biliyoruz ve dönüşümün odağına insanı yerleştirmiş durumdayız. Yapılacak her değişimi, önce insan prensibiyle gözden geçiriyoruz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bakınız, kararlı bir tutum ve sürekli takip sonucunda, hastanelerde, hastalarımız, hatta bazen cenazelerimiz için karşılaşılan ve bir zamanlar sadece eleştirilen rehin alma ayıbını, birkaç münferit olay dışında, son aylarda tamamen ortadan kaldırmış durumdayız. Başlattığımız uygulamalarla, artık, sağlık ocaklarımız bir veya iki odasında hasta muayenesi yapılan hizmet birimleri olmaktan çıkarılmıştır. 8-10 hekimin bulunduğu bir sağlık ocağında, fiziksel şartların imkân verdiği her mekân kullanılarak hasta muayene odaları oluşturulmuştur. Türkiye, şunları unutmadı: Geçmişte, birçok hekimin bulunduğu sağlık ocaklarında, yalnızca bir veya iki odada yapılan poliklinikler, anlamsız bir biçimde süregiden bu uygulama, hastalarımızın, 1 günde 100 hastanın 1 hekimle karşılaşması gibi bir sonuçla karşı karşıya kalmasını doğuruyordu. Sağlık ocaklarımızı ve pratisyen hekimlerimizi, layık oldukları pozisyona ulaştırmak, bugün, bizim, en önemli hedeflerimizdendir. Kısıtlı imkanlarına rağmen, hastanelerimizde de, poliklinik oda sayıları artırılarak halkımıza verilen hizmet daha verimli hale getirilmektedir. Bütün ülke genelinde yürüttüğümüz ulusal sağlık envanter çalışmamızın sonuçları, şu anda, analiz aşamasındadır. Ülkemiz, iktidara geldiğimizde karşımıza çıkarılan 1 152 yarım sağlık yatırımına -evet, bu rakamı, bu sayıyı, birçok kereler kullandım, yanlış duymuyorsunuz- yenilerinin eklenebileceği bir savurganlığı kaldırabilecek durumda değildir; ancak, ülkemizdeki bir meslek örgütü, Cumhuriyet Halk Partisi sayın sözcüsünün bahsettiği meslek örgütü, Türkiye'de yeni 400 hastane yapımından söz etmektedir. Yeni 400 hastanenin, bu ülkede, hangi parayla ve ne zaman yapılacağını takdirlerinize sunuyorum. İktidar olmak, hayallerle yaşamakla karıştırılmamalıdır. İktidarlar, meselelere, ellerindeki enstrümanlarla, ellerindeki kaynaklarla çare bulmak durumundadırlar. Bu anlamda, yatırımlar, 2003 programında, reel bir yaklaşımla 832 sayısına indirilmiştir ve 2004 yılı yatırım hazırlığımızı ulusal sağlık envanteri sonuçlarına göre oluşturuyoruz. Ülkemizde sağlık hizmeti verilen bina ve ekipmanları, sağlık hizmeti sunan insan kaynaklarımızı, kamu, vakıf, özel sektör ayırımı yapmaksızın, en verimli biçimde halkımızın hizmetine sunuyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, bu yaklaşım, bize, Anayasamızın bir emridir. Anayasamız, madde 56'da, şöyle bir ifadeyle, bize, sağlık hizmetinin nasıl verileceğini ifade ediyor: "Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.

Devlet, bu görevini - değerli milletvekilleri, bu ifadeye dikkatinizi çekmek isterim- kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal yardım kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir."

Biz, bugüne kadar gözardı edilmiş olan bu Anayasa emrini uygulamaya başlamış bulunuyoruz. Artık, devlet memurlarımız ve memur emeklilerimiz kurumlarından aldıkları hasta sevkleriyle doğrudan özel polikliniklere ve belli şartlar dahilinde özel hastanelere müracaat edebilmektedirler. Bazıları bu uygulamayı, kamunun kaynaklarının özel sektöre aktarılması gibi yanlış bir algılamayla halkımıza sunmak çabasındadırlar; ancak, Anayasamızın bize ifade ettiği hükmü tekrar okuyorum: "Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal yardım kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir."

Sayın milletvekilleri, konuşmamın bu noktasında Sağlık Bakanlığı ve SSK Ortak Hizmet Protokolüne gelmek istiyorum. Kamuoyunun büyük bir memnuniyetle takip ettiği ve on yıllardır konuşulan ama gerçek anlamda kimsenin çözümüne yanaşamadığı bu uygulamamız, halkımızın hakkı olan hizmette eşitlik ve verimlilik ilkelerimizin çok önemli bir yansımasıdır.

Sağlık Bakanlığına ait sağlık kuruluşlarından SSK'lı hastalarımızın yararlanabilmesi bu uygulamanın en önemli sonucudur. Böylece, 32 000 000 civarında bir SSK'lı ve ailesinin, çok az sayıda sağlık kuruluşuna ve hastanesine âdeta mahkûm edilişini ortadan kaldırmış olduk. Evinin yanındaki sağlık ocağından yararlanamayan, ilaç reçetesini dahi yazdıramayan, SSK hastanelerinde muayene için randevu almakta zorlanan SSK'lı vatandaşımızın bu çilesini ortadan kaldırmanın ilk adımlarını atmış olduk. Kuşkusuz, bu uygulamalar, beraberinde çözümlenmesi gereken yeni durumları karşımıza çıkarmaktadır. Ancak, başlangıçta da söyledim, biz, zorluklarla dolu bir atılımı, siz Yüce Meclisimizle birlikte göze almak zorundayız, siyaset bunun için yapılır. İktidarıyla ve muhalefetiyle, doğum sancılarından korkarak, değişim hamlesinden kaçmaya hiçbirimizin hakkı yoktur. Nitekim, başından beri son derece uyumlu bir çalışmayı yürüttüğümüz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız ve değerli bürokratlarımız, hekimlerimiz, sağlık çalışanlarımızla birlikte, sorunları, sahada her gün yeni baştan tespit ve teşhis ederek ve süratle çözüm yollarını ortaya koyarak, bu ortak ve verimli hizmet anlayışını rafine etmeye devam ediyoruz.

Uygulamanın ilk haftasında zorluklara yol açtığı gözlenen, sürekli hastalığı olanların, sağlık ocakları ve benzeri birinci basamak sağlık kuruluşlarına başvurma gerekliliği süratle ortadan kaldırılmıştır. Buna benzer birçok yeni düzenlemelerle bürokrasi azaltılmakta, herkesin alıştığı bürokrasi azaltılmakta ve koşulsuz hasta memnuniyeti ilkesini, bütün sağlık çalışanlarımızın sahiplenmesi sağlanmaya çalışılmaktadır.

Yedi günlük uygulamamız sonucundaki bazı rakamları Yüce Heyetinize ve değerli halkımıza arz etmek isterim:

6 ilimizde, toplam 400 000 hastamız, birinci basamağa, yani, sağlık ocaklarımız ve benzeri kuruluşlarımıza müracaat etmiştir. Bunlardan, hastanelere sevk edilenlerin oranı, yalnızca yüzde 28'dir, hastalarımızın yüzde 72'si birinci basamak sağlık kuruluşlarında hizmet alabilmiş ve evlerine dönebilmişlerdir. Toplam hasta içinde SSK'lı oranının yüzde 22 oluşu da, daha uygulamanın başında, hem SSK hastanelerinde hem SSK'nın hizmet verdiği dispanserlerde kısmî bir rahatlamayı, birinci haftada ortaya koymuş durumdadır.

Acaba, bugün görüşeceğimiz tasarı, dönüşüm sürecimizde, bize hangi değişiklikleri sağlıyor:

Bunlardan birincisi, zorunlu hizmetin kaldırılmasıdır. Benden önceki konuşmacılar, bu husustaki takdir hislerini ifade ettiler, kendilerine gerçekten çok teşekkür ediyorum. Hekimlerimizin ve diğer sağlık çalışanlarımızın üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallandırılan 2514 ve 4576 sayılı Kanunlar, bugün, siz değerli milletvekillerimizin oylarıyla tarihe karışmış olacak.

Bu tasarıda getirilen ikinci önemli değişiklik, zorunlu hizmet yerine, gönüllü sözleşmeli çalışmanın getirilmesidir.

Üçüncüsü, hastane döner sermayelerimizin, sağlık hizmeti satın almasının önünün açılmasıdır.

Dördüncüsü de, sağlık çalışanlarına, yıllardır emsallerine verilen ekgösterge haklarının verilmesidir.

Mecburî hizmetin kaldırılışıyla ilgili olarak arkadaşlarımız yeterince sizleri aydınlatmış oldular; dolayısıyla konuşmamda bu konuları kısaca geçiyorum. Sadece şunu söylemek isterim: Gerçekten, 21 inci Yüzyıla yakışmayan bir uygulamayı bugün birlikte ortadan kaldırıyoruz. Bu kanunun yirmiiki yıllık uygulaması sonucunda, hekimlerin, yurt sathında dengeli ve âdil dağılımının, zorlamalarla sağlanamayacağı da ortaya çıkmıştır. Gönüllülük esasına dayalı bir istihdam politikasının benimsenmesinin, etkin ve kaliteli sağlık hizmeti sunmak açısından, daha uygun olacağı kanaatine varılmış ve böylece bu tasarı hazırlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin her yöresindeki sağlık kurum ve kuruluşlarımızın personel ihtiyacının gerektiği anda temini ile hizmet sürekliliğinin sağlanarak, hizmette aksamalara meydan vermemek ve ülkemizin sağlık göstergelerinin gelişmiş ülkeler seviyesine gelmesini bir an önce gerçekleştirmek için sözleşmeli personel istihdamına ilişkin bu tasarıyı önünüze getirmiş bulunmaktayız.

Yine bu tasarıyla, her unvandaki sağlık personeli için ücretler daha özendirici hale getirilmiş ve böylece, hem istihdamda hem de görevde kalıcılığın sağlanması hedeflenmiştir.

Kadroların azamî yüzde 5'i şehir merkezlerinde kullanılacak, geri kalanı, sağlık personeli istihdamında zorluk çektiğimiz ilçe ve beldelerde istihdam edilecektir.

Burada altını çizerek vurgulamak istediğim iki önemli husus var: Birincisi, bu kadroların çakılı olması ve sadece tahsis edildiği il, ilçe veya kurumdaki belirli noktada kullanılabilmesidir. Bu konuda geçmişten bugüne hep -komisyonlarda da bunlar dile getirildi- şu söyleniyor sayın muhalefet sözcülerince: "Sadece ücret politikalarında değişiklik yapılarak bu bölgelerde istihdam sağlanabilir." Biz, bu düşüncede değiliz; çünkü, yalnızca ücret politikalarında değişiklik yapılarak 657'ye tabi memur alınması, memur statüsünde sağlık personeli alınması, sadece, bu bölgelerin memuriyete girmek için bir kapı olarak kullanılmasına  yol açmakta ve sonuçta, yine bu bölgelerde gerekli personel sağlanamamaktadır.

Görüşeceğimiz tasarı, büyük bir özveriyle çalışan bir ekibin ürünüdür. Bu tasarıda, Bakanlık ekibimizle birlikte Devlet Personel Başkanlığı ve Maliye Bakanlığı elemanlarının ciddî katkıları vardır. Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal işler ve Plan ve Bütçe Komisyonları, tasarıya çok değerli katkılarda bulunmuşlardır.

Değerli milletvekilleri, birkaç cümleyle de bazı itirazlar hususunda görüşlerimizi ifade etmek istiyorum.

Bu tasarı,  kesinlikle Anayasaya  aykırı  bir  tasarı  değildir;  çünkü,  Anayasa  Mahkemesinin, 9 Ekim 1996 günü Resmî Gazetede yayımlanan sözleşmeli personelle ilgili bir kararında "idarenin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlüğü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevlerde, 128 inci maddeye göre, memurlar ve diğer kamu görevlilerinden hangisinin çalıştırılacağına ilişkin tercih yasa koyucunun takdir alanı içindedir" denilmek suretiyle, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında sözleşmeli personel istihdamının Anayasanın 128 inci maddesine aykırı olmadığına hükmedilmiştir.

Sözleşmeli personel modeli, dünyanın bütün ülkelerinde başarıyla uygulanan bir modeldir.

Değerli arkadaşlarımız "eşit işe eşit ücret"  şeklinde slogan bir ifadeyi sürekli kullanıyorlar. Oysa, bugün, örneğin, bir doktor, Sağlık Bakanlığında devlet memuru olarak, TEDAŞ'ta 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olarak, BOTAŞ'ta 1475 sayılı Kanuna tabi işçi olarak, Kalkınma Bankasında nevi şahsına münhasır sözleşmeli olarak, vs. çalışmaktadır. Dolayısıyla, bu şekilde sözleşmeli bir statünün getirilmesi, şu anda, son derecede tabiîdir ve maksadı hâsıl etmek üzere getirilmiş bir sözleşmedir.

Sayın Sözen'in, 1960'lı, 1970'li yıllara atıf yaparak, geri dönmesini hayretle karşılamıyorum; çünkü, kendisi de ifade ettiler; biz, yepyeni bir yöntem, yepyeni bir anlayışla bir yasa tasarısı huzurlarınıza getiriyoruz ve yasa tasarımızın insancıl olmadığının, demokratik olmadığının ifade edilmesini, bu husustaki iddiaları da katî olarak reddediyorum ve bu ifadelere cevap vermeyi bile gereksiz görüyorum.

AK Partinin, kimsenin kaşının, gözünün, bıyığının, sakalının peşinde olmadığını da, bütün kamuoyu son derece iyi bilmektedir. Aslında, bu tasarı, bizatihi Sağlık Bakanının kendisinin bile, çakılı kadrodaki bir personeli alıp, başka bir yere vermesini engelleyen bir tasarıdır.

Bu tasarı, Sağlık Bakanlığında eleman temininde güçlük çektiğimiz bölgelerde, sağlık personelinin sürekliliğini kurumsallaştırmaktadır. Dolayısıyla, bunun tam tersine bir iddiada bulunmak, bana hakikaten çok enteresan gelmiştir.

Son olarak da, meslek odasıyla ilgili bazı şeyler söylemek istiyorum. Bu husustaki meslek odası, Türk Tabipler Birliği, çok olumlu işbirliği çabalarımıza, bir meslek odası olarak yaklaşmak yerine, ideolojik bir muhalefet anlayışıyla yaklaşmaktadır ve onların, ülkesine, insanına, hastasına, fedakârca, hekimce yaklaşan onurlu Türk hekimleri ile elini halkın cebine uzatan hekimleri birbirinden ayırma konusunda bir çabalarının olmamasını tabiî karşılıyorum; çünkü, aynı zihniyet, yüzde 20 enflasyonun beklendiği, hedeflendiği 2003 yılı içerisinde, ocak ayı içerisinde serbest muayene ücretlerine yüzde 20, temmuz ayından başlamak üzere de yüzde 25 zam getirmiş durumdadır ve aynı zihniyet, bugün, ülkede, bir doğumun asgarî ücretinin 850 000 000 Türk Lirası olmasını öngörmüş ve bu hususta da, listesine bu fiyatı koymuş durumdadır; ancak, bugüne kadar, insan haklarına, Anayasaya, hasta haklarına, Hipokrat yeminine, ceza yasalarımıza aykırı bir  biçimde fakir fukaraya, garip gurebaya yaklaşarak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, sürenize 1 dakika ilave ediyorum; lütfen konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Devamla) - ... onlardan alınan paralarla bir sistem kurmuş olanlar konusunda, milletin temsilcisi olarak milletin hakkını araması gerekenlerin, konuyu halı altına süpürme anlayışının devamını istemesini ve beklemesini tabiî karşılayamıyorum.

Son cümle olarak şunu ifade ediyorum: Mesleğini, dürüstçe, fedakârca, Türk Halkına yakışır şekilde yapan bütün hekimlerin, AK Partinin, Hükümetimizin ve Sağlık Bakanının başının üstünde yeri vardır.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Muzaffer Gülyurt; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika Sayın Gülyurt.

MUZAFFER GÜLYURT (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eleman temininde güçlük çekilen yerlerde sözleşmeli sağlık personeli çalıştırılmasıyla ilgili kanun tasarısı üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, sağlık, insanoğlunun, yaratılışından beri en önemli meselesi olmuştur ve insanoğlunun, vazgeçilemez, ertelenemez ve acil bir meselesidir.

Sağlıkla ilgili olarak, sağlık hizmetini sunan insanların -hekimler, ebeler, hemşireler, eczacılar ve diğer sağlık çalışanları- Türkiye'deki durumu ve bu durumla ilgili olarak yapacakları hizmetlere yönelik bir kanun tasarısı, Sayın Bakanımız ve Bakanlığımız tarafından hazırlanmış ve huzurunuza getirilmiştir.

Bugün, ülkemizdeki hekimlerin dağılımına şöyle bir bakacak olursak, 2000 yılı rakamlarına göre, ülkemizde  85 000  dolayında hekim bulunmaktadır.  Bunun yanı sıra,  diş tabibi sayısı da 16 000'dir; ancak, fakültelerimizden yılda 5 000 dolayında hekim mezun olduğu düşünülürse, bu rakamın, iki yıl içerisinde 90 000 veya 95 000'lere yaklaşmış olduğunu burada ifade etmek mümkündür.

Hekimlerimizin yurt sathında dengeli ve adil bir şekilde dağılımı, ne yazık ki söz konusu değildir. Bu insanlarımızın, hekimlerimizin hizmet alanını sağlamak ve onların ülkeye dengeli dağılımını gerçekleştirmek amacıyla, yirmiiki yıl önce, 2514 sayılı Yasayla mecburî hizmet getirilmiştir. Fakülteyi bitiren bir tıp doktoru, önce iki yıl, uzmanlığını yaptıktan sonra tekrar iki yıl mecburî hizmete tabî olmaktadır. Hiçbir ülkede ve meslekte böylesine zorakî, mecburî bir hizmet anlayışı bulunmamaktadır.

Ülkemizdeki bu Mecburî Hizmet Yasasına rağmen, insanların sağlık hizmetini alabilmesi için ihtiyaç duyduğu doktorların dağılımına baktığımızda, ne yazık ki, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizde çok büyük yığılmaların olduğunu ve bunun dışında, yine, il merkezlerinde de yığılmaların olduğunu; ama, o il merkezlerine yakın veya uzak olan ilçelerimizde hastabakıcı, hemşire, ebe gibi sağlık personelinin bulunmadığını tespit etmekteyiz.

Yaptığımız bütün gezilerde, gördüğümüz olay şudur: Ne yazık ki, birçok ilçemizde ya 1 hekim bulunmakta veya o hekim de orada görev yapmamaktadır. O halde, oradaki insanlarımıza da sağlık hizmeti götürmenin yolu, zorlamayla olmayacaktır. Halkımız arasında bir söz vardır: "Zorla güzellik olmaz." Siz, insanları zorla bir yerde görevlendiremezsiniz.

Halbuki, bölgelerarası farklılığı gidermek, oralardaki insanların da sağlık hizmetinden yararlanmasını sağlayabilmek için, bizim, birtakım özendirici tedbirler getirmemiz gerekmektedir. O halde, burada, özlük haklarının özendirici hale getirilmesi, gönüllülük esasına dayalı bir istihdam politikasının geliştirilmesi gerekmektedir. İşte, bugünkü yasa bu imkânı bizlere vermekte ve hekimler, gönüllülük esasına göre veya kurayla, istediği yerde hizmet etme imkânı bulabilmektedir.

Bir sağlık personeli olarak, hastanelerdeki kargaşanın ve eşit işe eşit ücret ilkesine uygun olarak çalışmayan insanların durumunun ne halde olduğunu çok iyi bilmekteyiz. Bugün, birçok hastanemizde -biraz önceki arkadaşım da ifade ettiler- gerçekten, bir yığılma söz konusudur ve bu yığılmalar çoğunlukla da eş dost işiyle, politik birtakım amaçlarla insanların belirli yerlerde görev almasıyla sağlanmıştır. Öyle hastanelerimizde öyle hekimler vardır ki, sadece haftada bir gün poliklinik yapmakta, diğer günler hastaneye dahi uğramamaktadır. O halde, burada, biz, eşit işten ve eşit ücretten nasıl bahsedebileceğiz?! O bakımdan, ülkemizin doğusu ile batısını, güneyi ile kuzeyini ve bütün illerini ve ilçelerini aynı seviyeye getirmek noktasında, sosyal hayat olarak, fizikî imkânlar olarak şu anda böyle bir imkânımız olmadığına göre, o yörelerde hizmet edecek olan insanlara da birtakım imkânlar sağlanması gerekir. Her külfet bir nimet karşılığıdır veya her nimet bir külfet karşılığıdır. O halde, bu açıdan baktığınız zaman, o yörelerde hizmet edecek olan insanlara belirli bir farklılık, belirli bir ücret politikası uygulamamız gerektiğini düşünüyorum.

Aynı zamanda, eşit işe eşit ücret anlayışının da çok doğru olmadığını burada ifade etmek istiyorum; çünkü, adalet, herkese eşit dağıtmak anlamında değildir. Adalet, herkese hak ettiğini hak ettiği kadar vermektir. Dolayısıyla, fedakârca çalışan insanlarımıza, gittikleri yerlerde, mahrumiyet bölgelerinde yapmış oldukları hizmetlerinden dolayı ayrıca farklı bir ücretin, hatta farklı muamelenin yapılmasında yarar görmekteyiz.

Ben, doğu illerimizden Erzurum İlinin milletvekiliyim. Erzurum'da üniversitemiz var, birçok hastanemiz var; ama, bu ilimizin merkezinde sağlık sorunumuz olmamasına rağmen, ilimize çok yakın ilçelerimize gittiğimizde, bir Karaçoban'da, bir Hınıs'ta, bir Horasan'da, birçok doktor eksiğimizin, sağlık personeli eksiğimizin olduğunu görüyoruz. Oraya bir doktor gönderdiğiniz zaman, gitmemekte ve o görevi kabul etmemektedir.

Bakınız, dün yaşadığım bir şeyi anlatayım. Dün, bir hemşerim bana gelerek, bundan onbeş yirmi gün önce kura çekerek Ardahan'a tayini çıkan bir doktor için "ne olur, yalvarıyorum; bunun tayinini durdurun; bunun, Tekirdağ tarafında, batıda bir ile tayinini yaptırın" dedi. Daha genç, yeni mezun olmuş, idealist olması gereken o doktorumuzun tayin edildiği bölgeye gitmemek için çeşitli oyunlar çevirdiğini ve çeşitli imtiyazlar elde etmek için bazı insanlara  yanaştığını görmekteyiz. O halde, bu insanların o bölgelere gidip hizmet yapmalarını sağlamak için özendirici tedbirlerin getirilmesi gerekliliği buradan da anlaşılmaktadır.

Ayrıca, Sağlık Bakanlığımızın hazırladığı bu eleman temininde güçlük çekilen yerlerde sözleşmeli sağlık personeli çalıştırılmasıyla ilgili kanun tasarısının, Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) standartları göz önünde bulundurularak hazırlanmış olduğunu da, burada, memnuniyetle ifade etmek istiyorum.

Bunun dışında, bölgesel farklılığı olan yerlere yapılacak atamaların, aynı zamanda temel sağlık hizmeti olan koruyucu sağlık hizmetine de, koruyucu hekimliğe de fayda getireceğine inanıyorum. Bugün, birçok ilçemizde, doktor olmadığı için, özellikle yaz aylarında, salgın hastalıklar olmaktadır. Bazı illerimizde kış şartlarının ağır olması nedeniyle, oradaki insanlarımız, şehir merkezlerine, büyük hastanelere ulaşamamakta ve hak ettiği tedaviyi alamamaktadır. O açıdan baktığınız zaman, oraya doktor gönderdiğinizde, sözleşmeli personel gönderdiğinizde bu insanlarımız, sadece tedavi edici hizmetler yapmayacak, aynı zamanda koruyucu önlemler alınmasına ve koruyucu tedaviye yönelik hizmetleri de sunacaktır. Bu da, yine sağlığımız açısından son derece önemlidir.

Bir diğer konu da şudur: Bu sözleşmeyle tamgün çalışma getirilmektedir. Yani, hekim, herhangi bir serbest meslek icra edemeyecek, muayenehane açamayacak ve başka bir kuruluşta görev alamayacaktır. O halde, bu hekimlerimiz, bütün gün, mesaisini tamamen sağlık hizmetine adayacaktır ve burada, hizmetin kalitesini ve hizmetin büyüklüğünü sağlayacaktır.

Ben, bütün bu çalışmalarından dolayı, Bakanlığımızı, Bakanlık personelimizi, Meclisimizde görev alan komisyon üyelerimizi ve sizleri, bu kanundaki katkılarınızdan dolayı tebrik ediyorum; hepinize, teşekkürlerimle saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Gülyurt, teşekkür ediyorum.

Şahsı adına ikinci söz, Bursa Milletvekili Sayın Mustafa Özyurt'a aittir.

Sayın Özyurt, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 209 sıra sayılı Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması Hakkında Kanun Tasarısı ve bu bağlamda, ülkemizin genel sağlık sorunları hakkında kişisel görüşlerimi sizlerle paylaşmak için söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, hepinizi, en içten saygılarımla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, bugün yürürlükten kalkacak olan 2514 sayılı Yasa, aslında, bir 12 Eylül kalıntısıdır. Dünyanın hiçbir yerinde, bir meslek grubuna, mezun olduğunuzda iki yıl, uzman olduğunuzda iki yıl zorunlu hizmet yapacaksınız diye bir zorunluluk getirilmemiştir. Bu, ilk kez Türkiye'de uygulanmıştır ve o zamanki Devlet Başkanı "doktorlara soruyoruz; bayrak yere düştü... 'Ne verirsiniz' diyorlar' demiştir. Bu kadar da acı konuşmuştur hekimler için ve bunun sonunda da bu zorunlu hizmet yasası getirilmiştir; ama, yirmiiki yılın sonunda görülmüştür ki, bu zorunlu hizmet yasası hiçbir işe yaramamıştır. Ülkemizdeki hekim dağılımı, hiçbir zaman dengeli şekilde olmamıştır.

Bu bakımdan, Sayın Sağlık Bakanı meslektaş arkadaşıma teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten, bugüne kadar başımızda Demokles'in kılıcı gibi sallanan bu belayı kaldırdığı için, içten, yürekten teşekkür ederim; sağ olsun.

Arkadaşlar, aslında, ülkemizde hekim ihtiyacımız yoktur. Tam 95 000 hekimimiz vardır ve ülkemizde hekim başına 685 kişi düşmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinde ise, bu, 250 kişidir; ancak, Avrupa Birliği ülkelerinde hastalar yılda 6 veya 7 kere hekime giderken, bizdeki hastalarımız yılda ortalama 2,5 defa hekime gitmektedirler. O bakımdan, hekimlerimizin "hastaya boğulduk, hasta başından kalkamıyoruz" diye bir durumları yoktur ve bana sorarsanız, 10 000 civarında gerçek anlamda işsiz hekim vardır.

Bu yasayla, acaba, gerçekten istenilen sonuç alınacak mıdır; ben bundan kuşkuluyum. Bu 2514 sayılı Yasa getirilirken de şöyle denilmişti: "Öyle bir yasa getiriyoruz ki, memleketin her tarafında hekim olacak, her istediğiniz zaman hekim bulacaksınız." Hiçbir zaman olmamıştır. Onun için, sayın meslektaşım -beni bağışlasın- aradan yıllar geçtikten sonra, eğer bu kürsüden konuşur da bu işin tutmadığını söylerse, hiç şaşmayacağım.

Arkadaşlar, yalnız hekim ve personel temin etmekle sağlık problemini çözemezsiniz. Bir yere istediğiniz kadar personeli ve doktoru götürün; ama, işin can alıcı noktasına eğer erişememişseniz, işiniz yoktur.

Size kısa bir bilgi vermek istiyorum. Yaklaşık olarak 11 000 000 insanımız yeşil kart yutturmacasıyla tedavi görmektedir. Kusura bakmayın, bu, kelimenin tam anlamıyla popülist bir politikadır. Yeşil kart diye bir olay yoktur. Zengini de yeşil kart almaktadır, fakiri de. Dediğim gibi, dünyanın hiçbir yerinde de, devlet, vatandaşlarını "bu benim fakir vatandaşım, bu benim zengin vatandaşım" diye ayırmaz. Askere giderken vatandaşı ayırıyor muyuz; askere gideceksin diyoruz; ama, sağlık konusu geldiği zaman "sen fakirsin kardeşim, sen yeşil kartla gideceksin" diyorsunuz. Böyle şey olmaz! Bu yeşil kart rezaleti en kısa zamanda kaldırılmalıdır. Hemen şunu da ilave edeyim: Yeşil kart, hadi, yine, biraz tutulacak bir şey. Hiç sağlık güvencesi olmayan 11 000 000 yurttaşımız var; 11 000 000 yurttaşımızın hiçbir sağlık güvencesi yoktur. Ankara'nın göbeğinde de vardır, Hakkâri'nin dağında tepesinde de vardır; 11 000 000 vatandaşımızın sağlık güvencesi yoktur. Siz istediğiniz kadar sağlık personelini götürün, istediğiniz kadar hekimi götürün, bu işi halledemedikten sonra bunlara hizmet götüremezsiniz arkadaşım.

AKP sözcülerinden birisi dedi ki: "Efendim, biz, işi özel teşebbüse yaptırıyoruz." Anayasanın en öndeki maddesi sosyal devleti tanımlarken, devlet vatandaşın sağlığını sağlayamıyorsa, devlet vatandaşın eğitimini sağlayamıyorsa, devlet vatandaşın güvenliğini sağlayamıyorsa, devletin nesi sosyal devlettir arkadaşlar?! Siz vatandaşınızın sağlığına bakamıyorsunuz, ilacını veremiyorsunuz, hastasına baktıramıyorsunuz, güvenliğini sağlayamıyorsunuz, eğitimini sağlayamıyorsunuz, ondan sonra kalkıyorsunuz "ben sosyal devletim" diyorsunuz; olmaz böyle şey, böyle sosyal devletlik olmaz! Evvela vatandaşa sağlık hizmeti sağlamak zorundasınız. Ankara'nın göbeğindeki vatandaş, hastaneye giderken "ben ne ödeyeceğim" diye düşünmemelidir. Önce, buna bir hal çaresi bulmak zorundasınız.

Anayasamızın 56 ncı maddesi, sağlık hizmetlerinin tek elden yürütülmesini öngörmüştür. Gerçekten bu doğrudur; ama, hiçbir zaman Türkiye'de sağlık hizmetleri tek elden yürütülmemiştir; her canı isteyen istediği yerde poliklinik açmıştır, her belediye istediği yerde poliklinik açmıştır ve hiçbir zaman da, Sağlık Bakanlığı, bunları istenildiği gibi denetleyememiştir arkadaşlar.

Bu arada, sağlık hizmetlerinin en ön basamağı olan, yani, "birinci basamak" dediğimiz, sağlık hizmetlerine verilecek olan pratisyen hekim arkadaşların eğitimi yetersizdir. Buna, Sağlık Bakanlığı, mutlaka bir hal çaresi bulmalıdır; uzman genel pratisyen yetiştirmek zorundadır. Bunun için de, hekimleri sürekli eğitim altında tutmak zorundadır; yoksa, hekim, mezun olduktan elli sene sonra aynı diplomayla hekimlik yapmaktadır. Gelişmiş ülkelerde böyle değildir arkadaşlar. Kongrelere katılmadıysanız, bilimsel yayınları takip etmiyorsanız, iki yıl sonra sizin lisansınız yahut da görev izniniz iptal edilir ve denilir ki, "siz, şu şu kongrelere katılmak zorundasınız. Sağlık Bakanlığı, buna da bir hal çaresi bulmak zorundadır. Bununla da, hekimleri, sürekli eğitim altında tutmak zorundadır.

Bana göre, tıp fakültelerimiz çok sayıdadır. Bunları kapatın demiyorum; ama, öğrenci sayısı azaltılmalı, beş yıl sonra "50 000 hekimimiz işsiz" diye karşımıza çıkılmamalıdır. Bunun, mutlaka, bir planı, programı olmalıdır. Hekimlerimiz, düzenli bir şekilde yetiştirilmeli ve sayıları belli miktarda tutulmalıdır.

Bütçeden sağlığa ayrılan pay yeterli değildir. Yasal ya da anayasal düzenlemeyle bu, en az yüzde 10'a çıkarılmalıdır. Bunun için, kamu harcamalarında israfın denetimi yoluna gidilmeli, ihale yolsuzlukları, mafya çetelerine kaptırılan paralar denetim altına alınmalıdır. Biliyorsunuz, son günlerde yaşadığımız "neşter operasyonu" diye bir olay var. Türkiye'de bunun gibi belki yüzlercesi yaşanıyor; bunun farkında değiliz arkadaşlar.

Sağlık hizmetlerindeki KDV oranı düşürülmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle, hükümette, halka eşit ve nitelikli sağlık hizmeti sunma isteği ve bilinci yerleşmiş olmalıdır. Hepsinden önemlisi, sağlığın doğuştan kazanılmış bir insanlık hakkı olduğu, devletin ise, vazgeçilmez ve devredilemez görevi olduğu unutulmamalıdır.

Bu içten düşüncelerimin ülkemizde yerleştiği günleri görmek dileklerimle, hepinize en derim saygılarımı sunarım.

Çok teşekkür ederim, sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Özyurt, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, tasarının  tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Maddelerine geçilmesi için yapılacak oylamadan önce bir yoklama talebi vardır; şimdi, bu talebi yerine getireceğim.

Önce, yoklama talebinde bulunan sayın üyelerin salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim. Yeterli sayıda sayın üye salonda hazır ise, elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Oğuz Oyan?.. Burada.

Hüseyin Özcan?.. Burada.

İsmet Atalay?.. Burada.

Yücel Artantaş?.. Burada.

Şevket Arz?.. Burada.

Hakkı Ülkü?.. Burada.

Nail Kamacı?.. Burada.

Ramazan Kerim Özkan?.. Burada.

Atilla Başoğlu?.. Burada.

Mehmet Yıldırım?.. Burada.

Atila Emek?.. Burada.

Bihlun Tamaylıgil?.. Burada.

Berhan Şimşek?.. Burada.

Birgen Keleş?.. Burada.

Haşim Oral?.. Burada.

Mehmet Neşşar?.. Burada.

Mevlüt Coşkuner?.. Burada.

Ali Rıza Gülçiçek?.. Burada.

Ali Rıza Bodur?.. Burada.

Ali Kemal Deveciler?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, yoklama için 3 dakika süre veriyorum.

Yoklama talebinde bulunan sayın üyelerin sisteme girmemelerini rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı vardır.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

7. - Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları  (1/611) (S. Sayısı: 209) (Devam)

BAŞKAN - Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

ELEMAN TEMİNİNDE GÜÇLÜK ÇEKİLEN YERLERDE SÖZLEŞMELİ SAĞLIK

PERSONELİ ÇALIŞTIRILMASI İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE

KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TASARISI

Amaç ve kapsam

MADDE 1. - Bu Kanunun amacı; eleman temininde güçlük çekilen yerlerde ve hizmet dallarında sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde yürütülebilmesini temin etmek üzere, Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşları tarafından hizmet akdi ile sözleşmeli olarak istihdam edilecek ve işçi sayılmayan sağlık personelinin hizmet şartlarını, niteliklerini, işe alınma ve işine son verilme hallerini, görev ve yetkilerini, hak, yükümlülük ve sorumluluklarını, ücret ve diğer ödemeleri ile özlük işlerini düzenlemektir.

Sözleşmeli personel istihdam edilecek hizmet birimleri ; Başbakanlık Doğu ve Güneydoğu Eylem Planı, Devlet Planlama Teşkilâtı tarafından yayınlanmış en son ilçe bazındaki sosyo ekonomik gelişmişlik kriterleri, ilçelerin sağlık göstergeleri ile coğrafi konumları dikkate alınarak, Sağlık Bakanlığının teklifi üzerine yılda bir kez Bakanlar Kurulu kararı ile tespit edilir. Dağıtımı yapılacak pozisyon sayısı 22 000'i geçemez. Şehir merkezlerinde kullanılacak toplam pozisyon sayısı, bu rakamın azami % 5'idir. Ekli 2 sayılı cetveldeki taban oranlarını yarısına kadar indirmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir. İstihdam edilecek sözleşmeli personel unvanları ve bunlarda aranılacak nitelikler ekli (1) sayılı cetvelde gösterilmiştir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 1 inci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Uğur Neşşar konuşucaklardır.

Sayın Neşşar, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 1 inci maddesiyle ilgili görüşlerimizi bildirmek üzere, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanının, ülke sağlık sorunlarını bir türlü tümüyle kavramadan, bir o ucundan bir bu ucundan tutarak, kısmî, palyatif ve kalıcı olmayan önermelerle, sistemi zaman içinde tümüyle içinden çıkılmaz duruma sokacak yasa tasarılarından bir yenisiyle karşı karşıyayız. Bu tasarı da, AKP Grubunun oylarıyla yasalaşacak ve tıpkı diğer uygulamalarda olduğu gibi, daha ilk günden, kamuoyu önünde, gerçek yüzü ve amacıyla kendisini sergileyecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanunun 26 ncı maddesinin ilk paragrafını aynen okuyorum: "Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı veya ilgili bakanlık, sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmiş olduğu bölgelerde kadro mevzuu olan hizmetlerde mukavele ile sağlık personeli istihdam eder." Yani, sizin, bir yenilikmiş gibi, bir devrimmiş gibi ortaya attığınız önerme, bundan kırkiki sene önceki 224 sayılı Yasada aynen var ve üstelik de, beğenmediğiniz solcular tarafından hazırlanmış bir yasadır; siz, bugün Meclis gündemine getiriyorsunuz.

Aynı yasanın 30 uncu maddesinin (d) bendi de aynen şöyle: "İşçi Sigortaları Kurumuna ait sağlık tesisleri, binaları, tıbbî malzeme, eşya ve ilaçlar, iktisap bedeli verilmek suretiyle, Sağlık ve Sosyal Yardım ve Çalışma Bakanlıkları tarafından müştereken tespit edilecek esaslar dairesinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına devredilir." Bu da, sizin bir türlü gerçekleştiremediğiniz, sağlık kuruluşlarını tek çatı altında toplama meselesi. Bildiğiniz gibi, sigortalı hastayı devlet hastanesine sevk etmek, tek çatı altında toplamak olarak kabul edilmemelidir.

Bu saptamaları birkaç açıdan değerlendirmeye değer buluyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, zamanında gerçekten devrim niteliğinde olan, ülke sağlık sistemine kalıcı ve etkin çözüm getirecek 224 sayılı Yasayı, burada, bir kez daha dikkatinize getirmek isterim. Bu yasanın iki maddesinden biri, AKP Hükümeti tarafından bugün gündeme getirilmekte, diğer bir maddesi ise AKP programında yer almaktadır. Bugün yasalaştırılması düşünülen maddenin neden bir türlü yaşama geçirilemediğini ve neden geçmemesi gerektiğini, ben ve diğer arkadaşlarım, bugün tartışacağız. Bugünkü tartışma, buna ek olarak, sağlık konusunda gerçekten uzman ve birikim sahibi olanların neden ısrarla ve inatla, 224 sayılı Yasayı gündemde tuttuğunu ve Cumhuriyet Halk Partisi programlarında 224 sayılı Yasanın revize edilerek işletilmesinin neden bu kadar altı çizilerek önerildiğini, bir kez daha, açıkça ortaya koyacaktır.

Sayın Recep Akdağ'ın "birinci basamak" kelimesini telaffuz etmeye başladığını memnuniyetle görüyorum. Bu sevindiricidir; ancak, yeterli değildir. Sayın Bakanın, büyük merakla, 31 Temmuzda kendisine sunulmasını beklediği ulusal sağlık hesapları araştırma sonuç raporunu aldığında, sağlıkta tedavi edici hizmetlere ödenen rakamların artması koşulunda maliyetlerin ne kadar arttığını, tedavi edici hizmetlere ödenen rakamların artması koşulunda da sağlıkta kalitenin ne oranda düştüğünü göreceğini biliyorum. Sayın Bakan günün birinde koruyucu hizmetlerden bahsetmeye başladığı zaman da, biz, kendisine, 224 sayılı Yasayı bir kez daha anımsatacağız.

Sağlık sistemini dışa bağımlı, kaynak tüketen bir sömürü canavarına döndürmüş karşı devrim hareketinin ve bu sömürüye, bilerek ya da bilmeyerek katkıda bulunan herkesin, sırf ideolojik gerekçelerle elinin tersiyle ittiği; ancak, Türkiye'de sağlık konusunda temel eser niteliğindeki bu yasanın mutlaka okunması ve kırk yıldır eskimeyen felsefesinin iyice irdelenmesi gerektiğine inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; değinmek istediğim ikinci konu da şudur: Bu oturumda tartışacağımız tasarı hazırlanırken, yapılması gereken ön araştırmanın AKP tarafından yapılmadığı ve eski mevzuatın gözden geçirilmediği gerçeğidir. Tıpkı bilimde olduğu gibi, kamu yönetiminde de, yeni bir önermeyle ortaya çıkılmadan önce, geçmişte bu yönde yapılmış yasa ve uygulamaların incelenmesi ve irdelenmesi gereklidir. Böylece, geçmişte yapılan ya da yapılamayanların neden yapılıp ya da yapılamadığının anlaşılması, dolayısıyla, geçmiş hataların yinelenmesiyle vakit yitirilmemesi sağlanmış olur. Konuya bu yönden yaklaşılması halinde, tartıştığımız tasarının, uygulamasının sakıncaları nedeniyle kırkiki yıldır gündeme getirilmediği açıkça görülecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sağlık Bakanlığının elinde toplam 275 000 kadro bulunmaktadır ve bunların 216 000'i doludur. Bakanlık, buna ve IMF'yle yapılan anlaşmalar çerçevesindeki sınırlamalara karşın, kısa zaman önce, yine, eleman temin edilmesinde güçlük çekilen yerlerde kullanılmak üzere 11 200 yeni kadro almıştır. Bu durumda, Bakanlığın elindeki kadroların yüzde 25'inin halen kullanılmadığı görülmektedir. Şimdi de, Bakanlık, yeniden, sözleşmeli, 22 000 ek kadro almak istemektedir. Yani, 657 sayılı Yasaya tabi, münhal 70 000 kadronuz olacak, 657 sayılı Yasa, size, özel koşullarda, özel hizmete fazla ödeme yapma olanağını verecek, iyiniyetle, pozitif katkı yapan ve sağlık konusunda son derece duyarlı bir muhalefet partisi olacak ve siz, yine de, illaki sözleşmeyle atama yapmak için yasa çıkaracak ve 22 000 kadro alacaksınız; bu yasayla da, aynı kuruluşta, aynı anda, 657 sayılı Yasaya göre çalışan ile sözleşmeli olarak, diğerinin 2,5 katı maaşla çalışan personeli, yan yana, hem de eşit işe eşit ücret prensibini çiğnediğinizi bile bile çalıştıracaksınız ve o işyerinde huzur ve verimlilik arayacaksınız; bu olanaklı değildir. Bu iki çalışan arasındaki barışı nasıl sağlayacaksınız? 657'ye göre çalışan doktorun, kendisinden 2,5 kat fazla maaş alana hangi gözle bakacağını hiç düşündünüz mü? Sağlık Bakanlığındaki kadrolaşmanın bir klasik ve bir marka durumunda olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu alınan kadroların, mevcut sağlık sistemimizin kötü ortamında yurttaşlarımızın iyi bir hizmete duyduğu özlem suiistimal edilerek, sağlık hizmeti arzına yönelikmiş gibi masumca sunulmak suretiyle, siyasî kadrolaşma için kullanılmayacağına biz inansak bile, bunu yan yana ve eşitsiz koşullarda çalışan sağlık personeline nasıl anlatacaksınız? Bu kadrolara gerçekten, kurayla ve iyiniyetle atama yapıldığını varsayalım. Peki, sizin gibi düşünmeyen personelin sözleşmelerinin bitimine yakın, salt belirli davranış ve giyim kurallarına sizin gibi uymadıkları için sözleşmelerinin uzatılmayacağı korkusuna -üstelik de AKP iktidardayken- kapılmayacaklarına nasıl inanırsınız? Biz inanmıyoruz. Bu kadroların yandaşlarınıza ekkazanç sağlamak için ve sizinle yandaş olmayanlara da baskı yapmak için kullanılacağı kuşkusunu ciddî olarak taşıyor ve tarihin önünde tutanaklara yansıtıyoruz.

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - 68 000 000'un hepsi bizim yandaşımızdır.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla) - Sabredin efendim, sabredin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, sözleşmeli personelle sağlık hizmeti verilmesini uygun bulmuyoruz ve bu kadar yıldır, yasada olmasına karşın, hiçbir iktidarın uygulamaya koymamış olmasının nedenlerini de burada size aktarıyoruz. Her uygulamanızda olduğu gibi, şimdiye kadarki hiçbir iktidarın cesaret edemediği işleri yaptığınızı iddia edeceksiniz. Sizin bu tasarıyı kadrolaşma amacıyla değil de, gerçekten ülkemize uygun olduğunu varsayarak çıkarmak istediğinizi düşünelim; yani, sözleşmeli personel kullanarak, daha özendirilmiş ve daha kaliteli sağlık hizmeti verileceğine gerçekten inanıyor olduğunuzu varsayalım. O zaman, neden, o meşhur cesaretinizle sağlık hizmetlerine ulaşmada güçlük çekilen yörelerimizdeki tüm sağlık çalışanlarını aynı statüde sözleşmeli çalıştırmak için gerekli girişimleri yapmıyorsunuz? Neden, önce 11 200 kadro aldıktan sonra şimdi de sözleşmeli kadro peşine düşüyorsunuz? Bu yaptıklarınızın, akıl, mantık, insaf ve iyi niyetle düşünüldüğünde, bir açıklaması olmadığı gibi, artık, gizliliği de kalmamış olan niyetinizi kamuoyu önünde açıkça bir kez daha ortaya koymaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sağlık, ciddî iştir ve ülkemizin kaynakları da kısıtlıdır. Ülkemizin köklü bir sağlık reformuna gereksinmesi açıktır. Bilgiye dayanmayan, kulaktan dolma bazı yaklaşımların önemli bir şey yapıyormuş edasıyla uygulamaya konulmasının 1950'den beri ülkeye faturası, 200 milyar dolara ulaşmış, geçmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN- Sayın Neşşar, size 1 dakikalık eksüre veriyorum.

Buyurun

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla)- Her dönemde, kendilerinin her şeyi bildiğini ve ellerinde sihirli değnek olduğunu zanneden yöneticiler çıkmıştır. Günümüzde başarı, her alanda kendisi gibi düşünmese de başkalarının bilgi ve görüşlerine itibar etmeyi, onlarla tartışmayı ve gerektiğinde onların fikirlerini kabul etmeyi hazmedebilen yöneticilerin olmaktadır.

Gördüğünüz gibi, devrimmişçesine ortaya attığınız görüşleriniz kırk yıldır bilinen ve tartışılan konulardır. Sizi, bağnazlığın benmerkezci karanlığından paylaşmanın mutluluğuna davet ediyorum.

HALİL AYDOĞAN (Afyon)- Siz kanunu hiç okumamışsınız.

MEHMET UĞUR NEŞŞAR (Devamla)- Geliniz, bu bölük pörçük uygulamalarınız yerine, uzmanları ve sivil kuruluşları da aramıza alarak oluşturacağımız bilgilerle, ayakları yere basan, gerçekçi bir ulusal sağlık reformunu gerçekleştirelim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Neşşar, teşekkür ediyorum.

RESUL TOSUN (Tokat)- Kanunu hiç okumamışsınız.

BAŞKAN- Sayın Tosun...

ALİ RIZA BODUR (İzmir)- Senin okuduğun kadar okudu!..

BAŞKAN- Sayın Neşşar, teşekkür ediyorum; buyurun...

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde, şahsı adına, Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl.

Sayın Erdöl, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

CEVDET ERDÖL (Trabzon)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, arkadaşlarıma şunu hatırlatmak istiyorum: Kanunun ilk satırlarını okusunlar. "Eleman temininde güçlük çekilen yerlerde..." diye devam ediyor; yani, siz, mahrumiyet bölgelerine doktor gönderdiniz de, Sayın Bakan onları aldı başkasını mı gönderiyor, onunla mı kadrolaşıyor?! Lütfen, Türkiye'nin sağlık sorunlarını bilenler, burada, insanları yanıltmasınlar. Bizler, doğuda, şurada burada, belki batının bazı mahrum olan ilçelerinde dahi doktor bulamamaktayız. Bu mesleğin yirmi küsur yıl içinde olan bir insan olarak, bunun nasıl söylendiğini, bunun nasıl anlatıldığını gerçekten hayretle dinliyorum.

Bizler, bilgiye dayanmayan, kulaktan dolma evhamlardan kurtulmuş bir memleket istiyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bizler, kırk yıl gerisini değil, yüzkırk yıl ilerisini düşünen bir toplum istiyoruz ve bunları bize bu kanunla sağlayan Sayın Bakanı, bürokratlarını ve emeği geçen herkesi kutluyorum.

Sayın Bakan, gerçekten, hekimlerimiz adına şahsınıza ve hükümetinize teşekkürlerimizi arz ediyoruz ki, hekimlere mal olan, sadece hekimlere mahsus olan mecburî hizmet dayatmasından hekimlerimizi kurtardınız.

Bunun yanı sıra, öncelikle 26 ilde başlatılması düşünülen, fakat, şimdi Türkiye'nin tüm illerinde yapılması planlanan bu eleman temininde güçlük çekilen yerlere hekim ve diğer sağlık personelinin gönderilmesi, gerçekten, sağlıkta büyük bir devrim olacaktır, ülkemizde sağlık alanında büyük bir rahatlama sağlayacaktır. Bu, bir zorunluluktan doğmaktadır. Bir yerde hekimi tutamıyorsunuz. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre ve diğer mecburî hizmet yasalarına göre doktorlar gidiyor herhangi bir yere ve ondan sonra ya bir milletvekilini ya bir bakanı ya bir bürokratı buluyor "buradan beni al, filan yere ver..." Bu, hepimizin başında olan bir şey; ama, bu kanunla Sayın Bakan kendi kendini bağlıyor. Sayın Bakan bile bir mahrumiyet bölgesine giden sözleşmeli personeli bir yerden bir başka yere alamayacak, mülkî amir alamayacak. Bu, halka hizmet etmekten başka bir şey değildir arkadaşlar; bunu böyle bilelim. Bunun ardında başka art niyetler aramayalım, evhamlarla yaşamayalım. Lütfen, 21 inci Yüzyıla taşınalım ve oraya gelelim.

Sayın Bakanımızdan, tabiî, bu arada, özellikle bu mahrumiyet bölgelerine göndereceğimiz hekimlerimiz için, TUS sınavlarında, acaba, bir ekpuan verebilir miyiz; sağlık personelinin özlük haklarını, diğer sağlık personelinin özlük haklarını biraz daha nasıl geliştirebiliriz; ücretleri nasıl artırabiliriz diye, bu konulardaki çözüm önerilerini beklemekteyiz. Hekimler ve diğer sağlık personeli adına, kendilerine şükranlarımızı arz ediyoruz.

Böylelikle, çalışan ile çalışmayan ayırt edilecektir. Böylelikle, bir yere giden hekim, ardına birilerini takarak, şuradan beni buraya al derdine düşmeyecektir; hekimleri de rahatlatacaktır. Şahsım adına büyük bir gönül samimiyetiyle inanarak söylüyorum ki, hiçbir kimse, kaşı için, başı için, bıyığı için hiçbir yerden hiçbir yere gönderilmeyecek, sözleşmesi iptal edilmeyecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Kamu yararı gözönüne alınırsa, bu kanun, büyük bir boşluğu dolduracaktır, büyük bir hizmete sebebiyet verecektir. Evham içerisinde olan arkadaşlara söylüyorum ki, asla ve asla, sizin korktuklarınız olmayacaktır; Adalet ve Kalkınma Partisi, ismine yaraşır şekilde, adaleti bu sağlıkta da sağlayacaktır.

Bu duygularla, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erdöl.

Şahsı adına, Siirt Milletvekili Sayın Öner Ergenç; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sağlık dileklerimle, aziz milletimi ve Yüce Meclisin siz değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, elbette ki, insan, yaratılmış varlıklar içerisinde en kıymetli ve en şerefli olanıdır. Yine, tabiîdir ki, insanın sağlık hizmeti, doğuştan gelen, fıtrî en temel haklarından biridir ve sosyal devlet olmanın gereği de, bu sağlık hizmetlerini, adil, dengeli ve en etkin bir biçimde kendi insanlarına, vatandaşlarına sunmasıdır; ancak, bugüne kadar uygulanmakta olan sağlık politikaları, ne yazık ki, sosyal devlet olmanın gereği olan bu adil sağlık hizmeti dağılımını ve dengeli hizmet sunumunu mümkün kılmamıştır.

Değerli muhalefet partisinin sözcüleri, burada, değişik şekillerde konuyu takdim etmeye çalışmışlardır "eşit işe eşit ücret ilkesi" diyerek... Bugüne kadar, memleketin doğusunda, özellikle doktor sıkıntısının en had safhada çekildiği Siirt İlinin milletvekili olarak, kendilerinin Siirt'e gelip de, Siirt Merkez Devlet Hastanesinde, SSK Hastanesinde, Kurtalan İlçesinin hastanesinde ve diğer ilçelerimizdeki sağlık kurumlarında, insanlarımızın, ne şekilde, doktorsuzluktan, sağlık personeli sıkıntısından dolayı, bugüne kadar inim inim inlediğini görmelerini tavsiye ediyorum. Öyle inanıyorum ki, bu arkadaşlarımız, bu bahsettiğim tarzdaki ziyareti yaparak buraya dönerlerse, onlar da, , benim gibi bu konuyu algılayacaklar ve aynı şekilde bu kürsüden, sizlere ve yüce milletimize takdim etmekte bizlerle beraber olacaklardır.

Sayın milletvekilleri, ben, hastaneye götürülüp, ebesi olmadığından dolayı orada bebeğiyle can veren kadınlarımızın, analarımızın, bacılarımızın olduğunu biliyorum, bunları gözlerimle görerek, bu olayları yaşayan bir arkadaşınızım.

Ben, yine, öyle bir ilden geliyorum ki, SSK Hastanesinde sadece üç uzman hekimin bulunduğunu, Merkez Devlet Hastanesinin, doktorsuzluktan ve imkânsızlıktan, sadece bir sağlık merkezi gibi hizmet verebildiğini bilen ve gelen hastaları, sürekli, daha büyük sağlık merkezlerine -Diyarbakır Devlet Hastanesine ve daha ileri sağlık merkezlerine- sevk eden bir işlevden öteye gitmeyen sağlık kurumlarının içinde yaşayan bir arkadaşınızım.

Eğer, bugüne kadar "eşit işe eşit ücret" ilkesiyle bu memlekette bu problemleri çözebilmiş olsaydık, bugün, benim sizlere arz ettiğim bu sıkıntıların hiçbiri olmayacaktı.

İşte, bu sıkıntıları ortadan kaldırabilmeye yönelik bir mekanizmanın oluşturulması lazım idi. Bugüne kadar bu hizmetler geliştirilirken, böyle bir mekanizmayla, ilk defa, adalet ve kalkınmanın sembolü olan hükümetimizin ve Partimizin çok değerli Sağlık Bakanı ve Sağlık Bakanlığı mensuplarının böyle bir tasarıyı ortaya koymuş olmalarıyla, sadece Siirt gibi bir yerde 650 sağlık personeliyle ve bunun içerisinde büyük çoğunluğunu doktorların, ebelerin, hemşirelerin oluşturacağı ekiple Siirt'teki vatandaşlarımıza hizmet verilebilmesi sağlanmış olacaktır. Siirt gibi, Şırnak da, Hakkâri de, Bitlis de, doğunun bütün illeri de böyle bir hizmete kavuşmuş olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ergenç, size 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

ÖNER ERGENÇ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Bu tasarının hazırlanmasından dolayı, başta Sayın Sağlık Bakanını ve değerli personelini, çalışma arkadaşlarını kutluyorum; İlim adına, bölgem adına ve insanlarım adına, kendisine teşekkür ediyorum.

Hiç kimsenin bir şüphesi olmasın, konu incelendiğinde görülecektir ki, bu kanunun uygulanmasında, Sağlık Bakanlığı, doktor atamalarını kuraya, diğer sağlık personelinin atamalarını ise merkezî bir sınava bağlamıştır. Kadrolaşma niyeti olan bir teşkilatın ve bir hükümetin, daha tasarı hazırlanırken kendisini böyle bir şeyle bağlaması düşünülemez elbette ki. Adalet ve Kalkınma Partisinin, hizmetleri vatandaşına sunarken, adaletten ayrılmamak kaydıyla bu hizmetleri yapacağının yansımaları bu tasarıda da kendisini göstermiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖNER ERGENÇ (Devamla) - Sayın Başkan, bir cümleyle bitiriyorum efendim.

BAŞKAN - Buyurun.

ÖNER ERGENÇ (Devamla) - Bu vesileyle, ben, hepimizin, öyle ümit ediyorum ki, muhalefet partisinin değerli milletvekillerinin de katkılarıyla çıkaracağımız bu kanunun, ülkemize, memleketimize ve milletimize hayırlara, sağlıklara vesile olmasını diliyorum.

Tekrar, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ergenç.

Sayın milletvekilleri, 1 nci madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

Tanımlar

MADDE 2. - Bu Kanunda yer alan;

a) Bakan: Sağlık Bakanını,

b) Bakanlık: Sağlık Bakanlığını,

c) Sözleşmeli personel: Ekli (1) sayılı cetvelde belirtilen pozisyon unvanlarından birinde görev yapan personeli,

d) Sözleşmeli personel pozisyonu: Ekli (1) sayılı cetvelde unvanlar itibarıyla belirtilen ve ancak bir personelin istihdamına imkân veren görev pozisyonunu,

İfade eder.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 2 nci madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

Sözleşmeli personelin sayısı ve çalıştırılacakları yerler

MADDE 3. - Bakanlık, bu Kanunun 1 inci maddesi gereğince hazırlanan Bakanlar Kurulu kararında belirtilen hizmet birimlerinde ve ekli (1) sayılı cetvelde gösterilen pozisyon unvanlarıyla sınırlı olmak kaydıyla, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile diğer kanunların sözleşmeli personel çalıştırılması hakkındaki hükümlerine bağlı olmaksızın, Maliye Bakanlığı tarafından vize edilmiş pozisyonlarda Bakan onayı ile sözleşmeli personel istihdam edebilir.

Sözleşmeli personelin pozisyon unvanlarını ve niteliklerini gösteren ekli (1) sayılı cetvel, hizmete duyulan ihtiyaçtaki değişmeler dikkate alınarak yılda bir kez olmak kaydıyla, Devlet Personel Başkanlığı ile Maliye Bakanlığının görüşü ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca yeniden belirlenebilir.

Bu Kanuna göre istihdam edilecek sözleşmeli personel pozisyonlarının, bu Kanunun 1 inci maddesi gereğince hazırlanan Bakanlar Kurulu kararında belirtilen hizmet birimlerinde ve bu kanunun 1 inci maddesinde belirtilen azami pozisyon sayısını geçmemek üzere, sağlık kurum ve kuruluşları ile gezici sağlık ve 112 acil servis gibi hizmet bazında birimler ve pozisyon unvanları itibarıyla dağılımına ilişkin vize işlemi, Bakanlığın teklifi üzerine yılda bir kez olmak üzere Maliye Bakanlığınca yapılır. Vize işlemine aykırı pozisyon unvanlarında ve sağlık birimlerinde sözleşmeli personel istihdam edilemez. Bakanlık, sözleşmeli personel pozisyonlarının hizmet ihtiyaçlarına en uygun şekilde dağılımının sağlanması için gerekli tedbirleri alır ve bu amaçla norm pozisyon sayılarını tespit eder. Norm pozisyon sayısının değişmesi dışında, pozisyonların birimler itibarıyla dağılımı değiştirilemez.

Maliye Bakanlığı tarafından birimler itibarıyla vize edilmiş pozisyonlarda istihdam edilecek personel; pozisyonunun tahsis edildiği yer dışındaki birimlerde sürekli olarak görevlendirilemez ve çalıştırılamaz. Ancak sözleşmeli personel; deprem, yangın, su baskını, yer kayması, çığ ve benzeri afetler, sıkıyönetim, olağanüstü hal, seferberlik ve savaş hali ile yılda bir ayı geçmeyen hizmet içi eğitim çalışmaları esnasında, pozisyonunun tahsis edildiği yer dışındaki birimlerde geçici olarak görevlendirilebilir.

BAŞKAN - 3 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Muzaffer Kurtulmuşoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmakta olduğumuz yasa tasarısı, sadece muhalefeti veya iktidarı ilgilendirmiyor, 70 000 000 insanı ilgilendiriyor. Görüyorum ki, bütün arkadaşlarım, yasanın temeline karşı değil. Buradaki asıl mesele, sağlığı nasıl düzeltebiliriz. Burada senelerden beri gelen eksiklik halen devam etmekte. Bu, eleman temininde güçlükle ilgili getirilen yasa tasarında da, bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bazı kaygılarımız var.

Değerli milletvekilleri, hekim ve sağlık çalışanlarının iş güvencesini ortadan kaldıracak, sağlık hizmetlerinin hizmetin satın alınmasıyla sağlanmasının yolunu açacak, dolayısıyla sosyal devlet ilkesini zedeleyecek bir yasa tasarısının Genel Kurulun gündemine geldiğini görüyoruz.

59 uncu hükümet kurulurken, sosyal diyaloğa önem verileceğinin, sorunların taraflarla tartışılarak çözülmeye çalışılacağının altı çizilmişti. Oysa, hükümetin, her konuda olduğu gibi, toplumsal yaşamın önemli alanlarından biri olan sağlık hizmetlerinde de, sağlık çalışanlarının görüşlerini almadan, bir dizi düzenlemelere gittiği görülmektedir.

Bu tasarıyla yapılmak istenen nedir, bu tasarı sağlık alanında neler değiştirecektir?.. Getirilen tasarıyla, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesiyle ilgili olarak yeni adımlar atılmaktadır. Sağlık çalışanları, iş güvencesi konusunda sıkıntılı bir döneme sürüklenmektedir. 1 Nisanda yürürlüğe giren Bütçe Yasasında, hiç ilgisi olmadığı halde, dönersermaye uygulamasında yapılan değişiklikle, hekim dışındaki sağlık personelinin dönersermaye payı yüzde 20 azaltılmıştır.

Saat 16.00'dan sonra hastanede yapılacak muayenelerin önü açılarak "ne kadar hasta muayene edersen o kadar para alırsın" uygulamasına geçildi veya geçilecek. Bu uygulamalarla, bir anlamda, sağlık hizmetlerinin ücretli hale getirildiğini görüyoruz. Bununla birlikte, sağlık çalışanları anlamsız bir rekabete zorlanmaktadır. Uluslararası standartlara göre, bir hekim 1 hastaya en az 15 dakika zaman ayırmaktadır. Sayın Bakan "rekabeti artırıyorum" diye, günde 60-70 hasta muayene eden hekime "daha fazla hasta muayene et, daha fazla ücret al" derseniz, niteliği düşürür, etik değerleri ve halkın devlete olan güvenini zedelersiniz.

Değerli milletvekilleri, Sağlık Bakanlığının kendi verilerine göre 70 000 eleman açığı bulunmaktadır. Bakanlık, bu eleman açığının sözleşmeli personel uygulamasıyla giderileceğini söyleyerek bir yasa çıkarmaya çalışıyor; yani "70 000 açığımız var, 22 000 kadroyla bunu karşılayacağız" diyor; arada 50 000 fark var.

Şimdi, doğu ve güneydoğulu milletvekili arkadaşlarım ve beni dinleyen vatandaşlarım ilk aşamada, yahu, doktora bak be, benim burada doktor yok, ebe yok, hemşire yok, kendisi Ankara'nın merkezinde oturuyor, benim namıma konuşuyor diyebilir.

ÜNAL KACIR (İstanbul)- Şebinkarahisarlılar da öyle diyor.

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla)- Ama, bir şeyi söyleyeyim: Ben doğudan geliyorum, doğrudur onun dediği. O, doktor ister, ebe ister, hemşire ister, sağlık memuru ister; haklıdır da. Ama, bir tek şeyi unuturlar; doktor, sen ne konuşursan konuş da, ben doktor istiyorum der. Doğru, haklı tabiî; elbette ki isteyecek; anayasal hakkı da odur, doğrusu da odur, isteyecek. Ee, biz de onu vermek için uğraşıyoruz zaten; ama, birtakım şeyler istiyoruz, başka bir şeyi söylüyoruz, diyoruz ki: Bakınız, sözleşmeli personel olarak 22 000 personeli 26 ile -gerçi, 81 il de olsa, değişen bir şey yok- vereceğiz. Bu doktoru verelim, hemşireyi, ebeyi verelim de, sözleşmeli personele diyoruz ki; efendim, onbir ay seni çalıştırırım, onbirinci ayda, iki ay evvelden sana yazı yazarım, haberin olsun; seni beğenmediysem gönderirim...

Peki, kim beğenmeyecek beni; oradaki yerel yönetimi, belediye başkanı, valisi, ondan sonra kaymakamı, bir de -söyleyeyim sevgili arkadaşlarım- ilçe başkanları, il başkanları eğer beğenmiyorlarsa, benim doktorumun orada durma olasılığı yoktur.

Bunları kim puanlayacak, buna bir baktınız mı? Ben diyorum ki, elbette Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine doktor gönderelim. Halen yasamız var; 657 sayılı Yasayla birlikte ücret skalasını değiştirerek, bu 26 ilin ilçesine ayrı, il merkezine ayrı, köyüne ayrı bir skala uygulasak da, o doktorları veya o sağlık personelini oraya göndersek, daha güzel değil mi acaba?

Ben "acaba, doktorum ne zaman gidecek" diye düşüneceğim veya gelecek sene, hem doktor düşünecek "ben ne zaman gideceğim" diye hem de oradaki vatandaş düşünecek, o şekli, doktoru veya sağlık personelini beğenmemişse.

Bu, onbir ay sonra ne demektir biliyor musunuz; oraya tayin ettiğimiz, ilçeye tayin ettiğimiz doktor, oradan gidebilir demektir. İşte, ben buna karşıyım; ben, oradaki doktorun veya hemşirenin tayinine karşıyım... Hep ne diyoruz; elbette ki, Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de duran hekimler ve sağlık personelinin ücretini aynen bırakalım derken onu söylüyoruz. Özendirelim ki, onları oraya gönderelim diyoruz. Hiç değilse, oraya gönderdiğimizde "3 sene burada kalacaksın" deriz. Neyle deriz; bugün halen var bu; 224 sayılı Yasayı tatbik etsek, bunu yaparız; ama, tabiî ki, Sağlık Bakanı da iyi niyetli bir arkadaşımız, bunu kötü olması için yapmıyor ve hiç kimse bunu istemez; ama, tatbikat öyle olmayacak; ona üzülüyorum; otuziki senedir ben bunu çektim, gördüm. Elazığ Devlet Hastanesi Başhekimiyken 1 günde 3 defa benim tayinim çıktı. Bunların hepsi, yarın yine aynen olacak. Olacak; kimse onu garanti edemez. Hiç değilse, arkasında devlet olsun bu çalışanların.

Şimdi, hep bunları söylüyoruz, hep tenkit ediyoruz; ama, bakınız, Sayın Sağlık Bakanının, çağdışı bir uygulama olan mecburî hizmeti kaldırmasından hepimiz memnun olduk, ben de teşekkür ediyorum. Doğruya doğru diyeceğiz tabiî; ama, yanlışa da yanlış diyeceğiz. Yanlışa yanlış diyeceğiz. Şimdi, ilk bakışta yanlış gözükmüyor. Bu ne zaman meydana çıkacaktır; uygulamaya geçtiğinde çıkacaktır. İşte, o uygulamayı daha evvelden söylüyorum. Eksikleri söylüyoruz, uyarıyoruz.

Bakınız, şu anda 10 000 işsiz doktor var. Her sene tıp fakültelerinden 5 000 doktor çıkıyor. Yani, 10 sene sonra 50 000-60 000 doktor açıkta kalacaktır. Bunu bir planlamayla yaparsak, Türkiye'de 51 tıp fakültesi var; hiç değilse, tıp fakültelerini kapatmayalım da -kapatalım demiyorum- yani, bunun öğrenci almasını olsun, azaltalım; yarın doktor enflasyonu çıkmasın ortaya diyorum.

Sevgili arkadaşlarım, belki, dedim ya, konuşmalarım, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya ve Türkiye'nin her tarafına doktor isteyen, doktor bekleyen, sağlık personeli bekleyen insanlara yanlış gelebilir; ama, gelmesin. Doğruyu söylüyorum; siyasetçi elini çekmez oradan, ne derseniz deyiniz. Siyasetçinin elini çektirmek için ne lazımsa, nasıl bir önlem lazımsa onu yapalım diyorum. Bence 657'ye bir madde ekleyerek, o doktorsuz, hemşiresiz, ebesiz olan her köye, ilçeye hizmet götürürüz diye düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kurtulmuşoğlu, size 1 dakikalık eksüre veriyorum.

Buyurun, konuşmanızı tamamlayın lütfen.

MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Sevgili arkadaşlarım, beni dinlediğiniz için hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum.

Çok teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kurtulmuşoğlu.

Madde üzerinde, şahsı adına, Diyarbakır Milletvekili Fehmi Uyanık.

Sayın Uyanık, buyurun efendim.(AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET FEHMİ UYANIK (Diyarbakır) - Değerli Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; iktidarıyla, muhalefetiyle hepinizi muhabbetle selamlıyorum.

Ben, elimden geldiği kadar agresif konuşmamaya çalışacağım.

Demokrasinin bir gereği olarak, demokrasiyi özümsemiş bir arkadaşınız olarak kendi partime mensup olan milletvekillerine ne kadar saygım ve muhabbetim varsa, aynı ölçülerde, çok değerli muhalefet partimiz Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarıma da o derecede saygım ve muhabbetim vardır. (Alkışlar) Ben, bunun için, elimden geldiği kadar agresif olmaktan kaçınmaya çalışacağım.

Değerli arkadaşlar, Türkiyemizde, maalesef birçok kavram yerine oturtulamamıştır, kaidesine oturtulamamıştır. Bir heykeli siz kaidesine oturtamazsanız, devrilir; hele yüksek yerdeyse, devrildiği zaman kırılır, paramparça olur. Yazıktır; o kadar büyük bir emekle meydana getirdiğiniz bir eserin, kaidesine oturmadığı için, devrilip kırılmasına yazıktır, o kadar emeğe yazıktır. Şunu ifade etmek istiyorum: Kavramları iyice yerine oturtalım, kaidesine oturtalım. Her konuşmada olduğu gibi, özellikle dikkatimi çekti, bürokraside kadrolaşma kavramı gündeme getiriliyor.

Değerli arkadaşlar, bizim derdimiz, bürokraside kadrolaşmak değildir. Bizim derdimiz şudur: Bu bürokrasi, bizden evvelki hükümeti düşürmüştür. Bu, acı bir gerçektir. Eğer, bu başarısız ve liyakatsiz bürokrasi değişmezse, bizim hükümetimizi de düşürecektir. Hatta daha ötesine gideyim; çok değerli muhalefet partimiz, temennim odur ki, inşallah, onlar da bizden sonra iktidara gelecek ve iktidar olmanın ne kadar acı olduğunu, ne kadar ağır bir iş olduğunu hissedeceklerdir. İnşallah bizden sonra onlar da iktidara gelecek, bu acı suyu içeceklerdir. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, çok değerli muhalefet partimiz Cumhuriyet Halk Partisi bizden sonra iktidara geldikleri zaman, bizden evvelki hükümeti düşüren bürokrasi, bizi düşüren bürokrasi korkum odur ki, onlar da iktidara geldiği zaman onları da düşürecektir; çünkü, bu bürokrasi, başarısız bir bürokrasidir, liyakatsiz bir bürokrasidir. Biz, adını yanlış koymuşuz. Bürokraside kadrolaşmak değildir bizim niyetimiz.

Çok değerli muhalefet partimizin toleransına sığınarak şunu ifade etmek istiyorum: Maksadım, onlara agresif davranmak değildir. Bizde usuldür, biz maziyi çabuk unuturuz. Hani, rahmetli Menderes "hafızai beşer nisyan ile maluldür" demiştir; bu, çok doğru bir sözdür.

Çok yakın tarihimizde bir Mehmet Moğultay vardı bu Mecliste. Bu Mehmet Moğultay Beyefendi benim Bakanlığımı yaptı; ben, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı orijinli bir insanım. Bir gecede 5 000 kişinin tayinini yaptı arkadaşlar!.. Aynı şekilde, aynı şahıs... Belki doğru olmuyor, adamcağız burada değil, aleyhinde konuşuyoruz; aslında, bir nevi namertliktir; ama, benim maksadım namertlikten ziyade, mevcut olmayan birinin arkasından konuşmaktan ziyade, durumu izah edebilmek bakımından...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uyanık, sürenize 1 dakika ilave ediyorum.

Buyurun.

MEHMET FEHMİ UYANIK (Devamla) - Değerli Başkanım, toleransına sığınıyorum; çünkü, her zaman bana söz gelmiyor. (Alkışlar)

Aynı Mehmet Moğultay, sonra Adalet Bakanı oldu, aynı şeyi Adalet Bakanlığında yaptı; 5 000 kişiyi personel haline getirdi, Adalet Bakanlığında istihdam etti. Hafızai beşer nisyan ile maluldür; biz, ne çabuk unuttuk bunları ki, AK Partisi, daha dosdoğru kadrosunu kuramamış, daha dosdoğru birlikte yürüyebileceği, istediği ölçülerde bürokratları gerekli makamlara getirememiştir. Bunun adını, eğer, biz "kadrolaşma" koyarsak, bence insafsızlık olur. Bu, girişi böylece belirttikten sonra, ben...(AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Uyanık, cümlenizi tamamlar mısınız; eksüreniz de bitti.

MEHMET FEHMİ UYANIK (Devamla) - Değerli Başkanım, emrediyorsunuz; keseceğim konuşmamı; ama, müsamahanıza sığınarak diyorum ki, müsaade ederseniz, bir iki cümle de sosyalizasyon kanunundan bahsedeyim.

BAŞKAN - Son 45 saniye...

MEHMET FEHMİ UYANIK (Devamla) - Çok teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar, 1960'lı yıllarda benim rahmetli hemşerim  Doktor Yusuf Azizoğlu, sosyalizasyon kanununu getirdi. Rahmetli Doktor Yusuf Azizoğlu, sosyalizasyon kanununu getirmeden, benim Diyarbakırımda ve çevremde doğan her çocuğun yüzünde belli bir yara vardı; yara iyileştikten sonra da -bakın, benim de yüzümde vardır- izi kaybolmuyordu. Vaktâki, rahmetli Doktor Yusuf Azizoğlu, bu sosyalizasyon kanununu getirdi, o tarihten sonra doğan çocukların yüzüne dikkat ettim, hiçbirisinin yüzünde çıban izi yoktu.

Şimdi ben...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET FEHMİ UYANIK (Devamla) - Sayın Başkanım, tamamlıyorum; bir cümle... Bir cümle...

BAŞKAN -Sayın Uyanık, buyurun.

MEHMET FEHMİ UYANIK (Devamla) - Değerli Bakanımızın getirdiği bu kanunu da, ben, sosyalizasyon kanunu kadar faydalı görüyorum ve Değerli Bakanımı, bu refleksi gösterdiği için tebrik ediyorum.

Sözlerime son verirken, hepinizi muhabbetle kucaklıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum Sayın Uyanık.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde bir önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "ekli(1) sayılı cetvel" ibaresinden sonra gelmek üzere "ile bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen sözleşmeli personel sayısı" ibaresinin eklenmesini, aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan "bu Kanunun 1 inci maddesi gereğince hazırlanan Bakanlar Kurulu Kararında belirtilen hizmet birimlerinde ve bu Kanunun 1 inci maddesinde belirtilen" ibaresinin "bu Kanunun 1 inci ve 3 üncü maddeleri gereğince Bakanlar Kurulu Kararıyla belirlenen hizmet birimlerinde ve bu Kararlarda belirtilen" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Haluk İpek

Mehdi Eker

Mehmet Çerçi

 

Ankara

Diyarbakır

Manisa

 

Seracettin Karayağız

 

Fahri Çakır

 

Muş

 

Düzce

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın İpek?..

HALUK İPEK (Ankara) - Gerekçe okunsun efendim.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Günün gelişen ve değişen şartlarının, sağlık alanında hizmet görecek personel hususundaki ihtiyaçta da değişiklikler meydana getirebileceği düşünüldüğünden sözleşmeli personel sayısının yılda bir kez olmak kaydıyla Bakanlar Kurulunca yeniden belirlenmesinin daha uygun olacağı değerlendirilmektedir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

Sözleşmeli personelin atanma şartları ve nitelikleri

MADDE 4. - Sözleşme ile çalıştırılacak personelin; Bakanlığın belirleyeceği hizmetin gerektirdiği özel koşulların yanı sıra, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel şartları ve ekli (1) sayılı cetvelde belirtilen nitelikleri taşıması zorunludur. Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlar, sözleşmeli personel olarak istihdam edilemezler.

Sözleşmeli personel olarak; uzman tabip, tabip ve diş tabibi pozisyonlarına her türlü atamalar kura ile, diğer sözleşmeli personel pozisyonlarına ise merkezi sınavla yapılır. Daha önce Devlet memurluğu hizmeti bulunanlar, halen Devlet memuru olarak çalışanlar, diğer personel kanunlarına tabi olanlar ile bu Kanuna tabi olarak istihdam edilip de hizmet sözleşmesini feshedenler veya sözleşmesi feshedilenler de sınavla atanması öngörülen pozisyonlara ancak merkezî sınavla atanabilirler. Bir sözleşmeli personel pozisyon unvanından sınavla atanması öngörülen diğer bir pozisyon unvanına nakiller ile, sözleşmeli personelin aynı pozisyon unvanıyla bu Kanunun 1 inci maddesi gereğince hazırlanan Bakanlar Kurulu kararında gösterilen hizmet birimleri arasındaki aynı unvanlı sınavla atanması öngörülen boş diğer pozisyonlara nakillerinde merkezi sınav puanına göre yapılacak sıralama esas alınır.

Sözleşmeli personel pozisyonlarına atanacakların seçimi maksadıyla yapılacak sınavlar, sınava tabi tutulmaksızın yapılabilecek atamalara ilişkin kuralar, bir sözleşmeli personel pozisyon unvanından diğer bir pozisyon unvanına nakiller ile sözleşmeli personelin aynı pozisyon unvanıyla bu Kanunun 1 inci maddesi gereğince hazırlanan Bakanlar Kurulu kararında gösterilen hizmet birimleri arasındaki aynı unvanlı boş diğer pozisyonlara nakilleri ile ilgili usul ve esaslar Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Bakanlık tarafından hazırlanarak yürürlüğe konulacak yönetmelikle belirlenir.

BAŞKAN - 4 üncü madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sıvas Milletvekili Nurettin Sözen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA NURETTİN SÖZEN (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi, tekrar, saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz için büyük önem taşıyan, sağlık alanındaki bir tasarıyı tartışıyoruz. Daha evvelki yaptığım bir konuşmada, meslek odalarıyla, muhalefet partileriyle, sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapılmadığını söylemiştim. Demokrasiye olan bağlılığım, bu eleştirinin altını çizmemi gerektiriyor. Şimdi, Başkanlığa, 4 üncü maddeye kadar, iktidar grubundan 5 önerge gelmiş durumda. Şimdi, demokratik sistemde, parlamenter sistemde, yasa tasarıları hükümetin onayından geçer; yani, bütün bakanlıklar kendi sektörleri açısından, kendi bakanlıkları açısından tasarıyı incelerler, uygun görürler ve Meclise sevk ederler; sonra, Mecliste ihtisas komisyonlarına gider. Bugünkü parlamenter yapımızla, Mecliste iki siyasal parti vardır ve İktidar Partisi çoğunluktadır komisyonlarda; komisyonlarda da bu yasa tasarısı incelenir, irdelenir ve nihayet, bir karara, kuşkusuz çoğunluğun oyuyla bir karara varılır ve Meclise gelir. 4 üncü madde oldu, 5 önerge verildi. Bu neyi gösteriyor; iki şeyi gösteriyor; yasalar özenle hazırlanmıyor; Sayın Bakanımıza bir özel konuşmamızda da söylemiştim.

Yine, Sağlık Bakanlığı, bundan bir süre evvel, buraya bir tek maddelik bir tasarı getirdi;12 300 kadro tahsisi... Gayet doğal. Bakanlar Kurulundan geçti, bütün bakanlar imzaladı bu taslağı, sonra komisyondan geçti, komisyondaki AKP'li bütün üyeler imzaladı bu yasa tasarısını; buraya geldi, Bakan, yani iktidar grubu önerge verdi, bir maddelik yasa tasarısına, yeni bir madde veya cetvele yeni bir hüküm konuldu, 30 danışman eklendi bu listeye. Eğer 30 danışman gerekliyse, iki gün evvel niçin eklemediniz? İki gün sonrasını göremiyor musunuz? 4 üncü maddeye gelmişiz 5 önerge verdiniz, 10 uncu maddeye gelindiği zaman 5 önerge var.

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Şu ana kadar 1 önerge verildi.

NURETTİN SÖZEN (Devamla) - İstirham ederim... Bizde var; Başkanlıktan bize de geliyor kural gereği, Grup Başkanvekiline geliyor, 5 önerge oldu.

5 maddede 5 önerge; 10 madde, 10 önerge! Bu neyi gösteriyor; bu tasarı iyi tartışılmamış; grubunuzda tartışılmamış, yönetiminizde tartışılmamış, hükümetinizde tartışılmamış, komisyonunuzda tartışılmamış. İşte, biz de bunu söylüyoruz, diyoruz ki, özenle, yakın tıp tarihini incelemeden, yakın tarihteki olumlu sonuçları gözlemeden aceleyle bir yasa tasarısı getiriyorsunuz ve sonra, bizi, geriye dönük davranmakla itham ediyorsunuz, söz ediyorsunuz. Eğer bir şey doğru yapılmışsa, güzel yapılmışsa, bunun tarihi önemli değil; önemli olan, ürettikleridir, getirdikleridir, verdiği yarar ve zarardır. Nitekim, 224 sayılı sosyalizasyon yasası, şu anda hâlâ yürürlükte ve Sağlık Bakanlığı, bu yasayı uygulamamakla suç işlemektedir. Eğer, bu yasanın, eksiği varsa, yanlışı varsa, zararı varsa, bir yasa taslağıyla, nasıl ki, zorunlu hizmet yasası uygulamadan kaldırılmıştır, 224 sayılı Yasa da uygulamadan kaldırılır. Uygulamadan kaldırılmayan bir yasayı biz savunuyoruz ve Sağlık Bakanımız da, bizi, 1960'lara, 1970'lere geri dönmekle itham ediyor. Bu yanlıştır, bu yanlıştır.

Burada başka şeyler tartışmamız gerekiyor. Biz diyoruz ki, sağlıklı bir toplum yaratmak, bu sağlık hizmetlerinden, herkesin eşit bir şekilde yararlanması gerektiğini; sınıfına, ırkına, milletine, etnik, mezhepsel farklılıklarına dayanmadan, zenginliğine fakirliğine dayanmadan, herkesin, ülkemizin bütün sağlık olanaklarından eşit bir şekilde yararlanması gerektiğini tartışıyoruz.

Böyle bir sistem, böyle bir yöntem, böyle bir yasa tasarısı getirin, bunu tartışalım. Sağlık elemanı, bu sağlık hizmetini üretmekte, mevcut olan sistemin, zincirin, sadece bir halkasıdır; hastaneniz yoksa, çağdaş araç gereçleriniz yoksa, mekânınız yoksa, dispanseriniz yoksa, yönteminiz yoksa, yasalarınız ve kurallarınız yoksa, çalışmanız tanımlanmamışsa, görevleriniz tanımlanmamışsa, sadece eleman atayarak, doktor atayarak sağlık sorununu çözemezsiniz. Üstelik, çağdaş sağlık sorunları var; psikolojisi bozulan insanlar var, kanser olanlar var, çağımızda görülen bir felaket, AIDS hastalığı var; böylesine ağır, büyük tahribatlar yapan, insanların hayatını ortadan kaldıran ve topluma acılar çektiren hastalıklar var; bunlarla ilgili ne yapıyoruz, hangi önlemleri alıyoruz?! Bunları konuşmuyoruz, bunları çözecek öneriler getirmiyoruz, bunları çözecek yasalar getirmiyoruz. Sadece ve sadece, bir yere özel koşullarda eleman atamak bu meseleyi çözmüyor.

Biz, Dünya Sağlık Örgütünün 1946'da üyesi olmuş bir ülkeyiz. Dünya Sağlık Örgütü, 2000 yılında "herkese sağlık" ilkesini, dünyanın değişik bütün ülkelerindeki kongrelerinde kabul etti; herkese sağlık, eşit şekilde sağlık. "Artık, analar ölmesin, çocuklar annesiz kalmasın; çocuklar ölmesin ve anneler çocuksuz kalmasın" diyor Dünya Sağlık Örgütü. Ne yapıyoruz?! Hangi yasa tasarısını getirdiniz?.. Üç tasarı getirdiniz, üçü de personelle ilgili. Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlı emekçi kardeşlerimizin devlet hastanelerinden yararlanması konusu, Anayasaya 1981'de girdi. Yeni bir keşif yapmadınız, Anayasanın bir hükmünü uygulamak durumundasınız.

Danışma Meclisinde görev yapmış muhterem hocamı rahmetle anıyorum; o muhterem hocam, belki, cumhuriyet tarihimizde ilk defa, Anayasa Komisyonunda görev almış bir doktordu, Profesör Hikmet Altuğ; onları beraber kaleme aldık. Ben, biraz siyasetle, biraz sosyal konularla ilgilenen, hasbelkader, onun bir başasistanıydım; o Anayasadaki maddeleri beraber kaleme aldık. Siz, şimdi kalkıp, yirmi sene sonra diyorsunuz ki: Bunu ben keşfettim. Hayır!.. 1981'de, Hikmet Altuğ, Danışma Meclisi zamanında Anayasa Komisyonunda çalıştı ve o maddeyi yazdı. Tek elden yönetim, bir Anayasa hükmüdür. Siz bir şey keşfetmediniz, bir şey yapmadınız. Geç kalarak, zamanında yapmadığınız bir görevi, yedi ay sonra yerine getiriyorsunuz ve sadece, Anayasa hükmünü uyguluyorsunuz. Kaldı ki, şu anda seçtiğiniz 5 ilde zaten sağlık sorunu yok. İstanbul'un sağlık sorunu, Sıvas'ın sağlık sorunu, Rize'nin sağlık sorunu, Türkiye'nin sağlık sorunu değil; daha derin sorunlarımız var, daha büyük acılarımız var; onlara çözüm getirmek lazım.

Söylemek istediğimiz şu: Tüm sağlık sorunlarını çözebilecek bir tasarı getirin. Bu, insan sorunudur, hepimizin sorunudur. Hepimizin, sağlık hizmetinden eşit yararlanmak, hasta olduğumuz zaman muhtaç olduğumuz sağlık hizmetini almak hakkımız var. Dolayısıyla, bunu siyasî mesele yapmaktan da öte, bir sağlık sistemi getirin ki, bunu çözelim; yoksa, adam atayarak, insan atayarak değil. 11 000 kadro, arkasından 24 000 kadro!.. Zaten kullanamıyorsunuz, IMF'ye verilen söz gereği,  sınırlı kadro kullanma olanağınız var; depo ediyorsunuz, sadece depo. Bu, alacağınız 24 000 kadrodan da belki 1 000'ini, 2 000'ini kullanabilirsiniz; belki kullanamazsınız. Böyle, 20 000 kadro getireceğiz diye doğuya umut da dağıtmayın, boşuna ve yanlış bir umut da vermeyin; çünkü, IMF'yle yaptığınız anlaşmada, bütün bakanlıklar için 35 000 kadro kullanma sözünü verdiniz. Siz, sadece şimdi 24 000 kadro alıyorsunuz. Bunu nasıl kullanacaksınız?! Zaten kadrolarınız var, onları niye kullanmıyorsunuz? Kadrolarınız var ve kullanmıyorsunuz.

Arkadaşlar, olaya ne taraftan baksanız, eksik, yanlış. Bu Bakanlığımız iyi niyetli olabilir, katılıyorum; iyi şeyler yaptı, teşekkür ediyorum; demokrasimize katkıda bulundu, saygıyla karşılıyorum; ama, lütfen, eksiklerinizi ve yanlışlarınızı kabul edin. Hep beraber bunun sorumluluğunu taşıyoruz; yani, bunu tekrar görüşelim, bir bütün içinde getirin, bir sistem getirin, kabul edelim.  Türkiye'nin sağlık sorununu çözebilecek, herkesin kabul edebileceği bir sistem getirin; 224'ü beğenmiyorsanız, başka bir sistem getirin.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde, beğenmediğiniz Refik Saydam, bütün o olumsuzluklara rağmen, Türkiye'nin sağlık sorunlarını çözdü. Siz "geriye gitmeyin" dediniz; ben, Refik Saydam'a gidiyorum. Keşke, Refik Saydam döneminin getirdiği, ürettiği sağlık hizmetlerini siz de üretebilseniz; o günkü koşullarda, o ölçekte, keşke, siz de üretebilseniz. O Refik Saydam, bu ülkede otuz yıl Sağlık Bakanlığı yaptı ve tüberkülozu bitirdi, sıtmayı bitirdi, trahomu bitirdi. O dönemde, Türkiye'de, sağlık sorunu, bugünkü sağlık sorunundan daha küçüktü, daha azdı. Onun için, geriye gitmek... Nusret Fişek; Nusret Fişek'in getirdiği bu 224 sayılı Yasa, evrensel boyutta sağlık uygulamaları içeriyor. Nusret Fişek'in getirdiği uygulamalar, öneriler, yasalar ve kararnameler, Sağlık Bakanlığı için bir altın değerdir. Nusret Fişek...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özen, size 1 dakikalık eksüre veriyorum. Lütfen, konuşmanızı tamamlar mısınız.

Buyurun.

NURETTİN SÖZEN (Devamla) - Biz, tartışalım istiyoruz, iyiyi bulalım istiyoruz. Hep beraber bunu yapalım. Sağlık konusu önemli bir konu. Böyle, parçacı çözümlerle, insan atayarak, sağlık sorununu çözemezsiniz. Bir taraftan, devleti küçülteceğim, tasarruf yapacağım, kadrolarda tasarruf yapacağım diyeceksiniz; 10 000 hekim açıkta!..

Değerli arkadaşlarım, demin bir arkadaşım söyledi; 52 tıp fakültesi var, yılda 5 000 hekim çıkıyor; beş sene sonra hekimler iş bulamayacak. Beş sene sonra, hekimler, bırakınız doğuya gitmeyi, hiçbir yerde iş bulamayacaklar; çünkü, o da plansız kuruldu, nitelik de kayboldu; 50 fakülte olunca, fakülteler de istenilen güçte değil, istenilen araç gereçlere sahip değil, yeterli sayıda öğretim üyesine sahip değil, nitelikli öğrenci yetişmiyor, nitelikli hekim yetişmiyor; hem sayısı çok hem de niteliği bozuk. Böyle bir kompozisyondan, verimli, etkin, herkese eşit sağlık hizmeti üretmek gerekiyor.

Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sözen.

Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ünal Kacır; buyurun efendim.

Süreniz 5 dakikadır.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben, İstanbul milletvekiliyim; ama, Giresunluyum, Şebinkarahisarlıyım. Parlamentoya geldiğim günden beri telefonlarım susmuyor...

MUSTAFA ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Hayırdır?!.

ÜNAL KACIR (Devamla) - Hayırdır efendim.

Her gün Şebinkarahisar'dan, Alucra'dan, Çamoluk'tan "doktor istiyoruz" diyorlar. Sayın Bakanımla görüşüyorum "oraya gidecek uzman doktor bulamıyoruz, gitmiyor kimse, gönderemiyoruz kimseyi" diyor. Dolayısıyla, hepimiz dört gözle bu yasayı bekledik. Benim yöremin insanları, kışları, vilayetine iki üç ay gidemez, bazen altı ay gidemez; hasta insanlar yollarda ölüyor.

Az önce, sevgili doktorum Muzaffer Bey konuştular, hemşerimdir, Giresunludur. Sadece doğu ve güneydoğunun sıkıntısı değil, belki, İstanbulumuzun bazı ilçelerinde de aynı sıkıntıları yaşıyoruz. Oralara da doktorlar gitmiyor. Bu bir çözümdür. Bu çözümü getirdikleri için Değerli Bakanıma, hükümetimize teşekkür ediyorum. Bu insanlarımızın, bu çilelerinin bitmesi gerekiyordu; teşekkür ediyorum.

Sayın hemşerim diyor ki: "Artık, oraya gidecek olan doktorlar, gitme korkusuyla orada kalırlar." Doktor yok ki orada; herkes orada doktor bekliyor değerli hemşerim; doktorun gitme korkusu diye bir korku yok, onu düşünecek durumumuz yok; doktor yok orada! Bir çocuk doktoru yok, bir iç hastalıkları uzmanı yok, bir kadın doğum uzmanı yok 3 ilçede. Ben orayı biliyorum, sizin bildiğiniz çok ilçe de var böyle.

Bu yasa tasarısı, komisyona geldiğinde sadece 26 vilayeti kapsıyordu. Bendeniz de orada, arkadaşlarımla beraber müzakerelerde bulundum. Teşekkür ediyorum komisyon üyesi arkadaşlara, sadece 26 vilayet değil, ülkemizde, ilçe bazında doktor temininde güçlük çekilen yöreler tespit edilecek ve Bakanlar Kurulumuzun kararıyla, her sene, bu yörelere doktor gidecek.

Ümit doğdu, ümidin önünde durmayın; buna destek verin.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kacır, teşekkür ediyorum.

Sayın Açba, redakte edilecek bazı hususlar var galiba; buyurun.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Sayın Başkan, 4 üncü maddenin ikinci paragrafının son satırındaki "birimlerinde" ifadesinin "birimleri" şeklinde düzeltilmesi gerekiyor "hizmet birimleri arasındaki..."

Yine, aynı düzeltmenin, son paragrafın dokuzuncu satırında da yapılması lazım; orada da, ifade "hizmet birimleri arasındaki" şeklinde düzeltilecek.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan; gerekli düzeltme yapıldı.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 1 adet önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki "diş tabibi" ibaresinden sonra gelmek üzere "ve eczacı" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                       

Sadullah Ergin

Sabri Varan

Ahmet Yaşar

 

 

Hatay

Gümüşhane

Aksaray

 

Hasan Özyer

Ali Rıza Alaboyun

A. Müfit Yetkin

 

Muğla

Aksaray

Şanlıurfa

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz.

HALUK İPEK (Ankara) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sağlık hizmet zincirinde önemli bir yer tutan eczacıların kamuda istihdamında büyük sıkıntılar olduğu bir gerçektir. Zira, mevcut istihdam sistemi ve özlük hakları nedeniyle özendirici olmadığı için, eczacılık fakültesini bitiren eczacılar kamuda görev almak istemediklerinden, bugüne kadar, devlet hastanelerinde ihtiyaç olmasına rağmen yeterli sayıda eczacı istihdamı mümkün olamamıştır. Sağlık Bakanlığının kayıtlarına bakıldığı zaman, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinde ve hatta diğer bölge illerinde dahi pek çok hastanede bir tane dahi eczacı yoktur. Bu hizmet, eczacılık konusunda hiçbir bilgi ve tecrübesi olmayan sıradan insanlar tarafından yürütülmektedir. Sağlık hizmetinin ehil olmayan insanlar eliyle yürütülmesi, sistem ne kadar mükemmel olursa olsun, hizmet sunumunu önemli ölçüde aksatacak bir unsurdur. Bu nedenlerle ve halen ülkemizdeki hastanelerin pek çoğunda eczacı bulunmadığı gerçeği karşısında eczacıların da tabipler ve diş tabipleri gibi sınavsız ve kurayla istihdamı için bu değişikliğin yapılmasına gerek duyulmuştur.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi, Komisyonun, metin üzerinde yaptığı redaksiyon ve kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 4 üncü madde kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

Hizmet sözleşmesi

MADDE 5. - Hizmet sözleşmesinin tarafları, Bakanlık ile 4 üncü madde uyarınca sözleşmeli personel olarak çalışmaya hak kazanmış kişilerdir. Hizmet sözleşmesi, Bakanın ilde yetkili kıldığı amir ile sözleşmeli personel arasında imzalanır. Sözleşmeli personelin; görev yeri, görevi dahilinde yapacağı işlerin tanımları, uyacakları mesleki ve etik kurallar, ödev, yetki ve sorumlulukları ile diğer hususlar hizmet sözleşmesinde belirtilir. Hizmet sözleşmesi yazılı olarak yapılır ve tip sözleşme örnekleri Maliye Bakanlığınca vize edilir.

Hizmet sözleşmelerinin uygulanma süresi, malî yıl ile sınırlıdır. Taraflardan birinin, sözleşmenin bitiminden en geç bir ay önce karşı tarafa yazılı fesih bildiriminde bulunmaması durumunda hizmet sözleşmesinin uygulanma süresi, izleyen yılın sonuna kadar uzatılmış sayılır.

Hizmet sözleşmesinin gerektirdiği damga vergisi sözleşmeli personel tarafından, diğer resim, harç ve benzeri giderler Bakanlıkça karşılanır.

Sözleşmeli personel; kazanç getirici başka bir iş yapamaz, resmi veya özel herhangi bir müessesede maaşlı, ücretli veya sözleşmeli olarak görev alamaz, serbest olarak sanat ve mesleklerini icra edemez, 657 sayılı Kanunda Devlet memurları için yasaklanmış bulunan fiil ve eylemlerde bulunamaz ve siyasi partilere üye olamazlar.

Sözleşmeli personelin haftalık çalışma süresi kırk saattir. Ancak ilgili valilik, çalışma birimlerinin ve hizmetin özellikleri ile emsali Devlet memurlarının çalışma saatlerini dikkate alarak farklı çalışma süreleri ve günlük çalışma saatlerini belirlemeye yetkilidir. Belirli sürede bitirilmesi gereken işler söz konusu olduğunda, sözleşmeli personel normal çalışma saatleri dışında veya hafta tatili ve resmi tatillerde de çalışmak zorundadır. Bu çalışmaları karşılığında sözleşmeli personele herhangi bir ek ücret ödenmez. Ancak, zorunlu çalışılan hafta tatili ve diğer dinlenme süreleri başka günlerde kullandırılır.

217 sayılı Devlet Personel Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinde sayılan kurumlarda veya sosyal güvenlik kurumlarına prim ödemek suretiyle askerlik dahil geçen hizmet süresi bir yıldan beş yıla kadar (beş yıl dahil) olan sözleşmeli personele ondört iş günü, onbeş yıla kadar olanlara yirmi iş günü, onbeş yıldan fazla olanlara ise (onbeş yıl dahil) yirmialtı iş günü ücretli yıllık izin verilir.

Sözleşmeli personele isteği üzerine; eşinin doğum yapması halinde iki gün, kendisinin veya çocuğunun evlenmesi, eşinin, çocuğunun veya kardeşinin, kendisinin veya eşinin annesinin, babasının ölümü halinde ve her olay için üç gün ücretli mazeret izni verilir.

Sözleşmeli personele tabip raporu ile belgelenen hastalıklar için yarım sözleşme ücreti karşılığında yılda otuz günü geçmemek üzere ücretli hastalık izni verilebilir. Kadın sözleşmeli personele doğum yapmasından önce üç hafta ve doğum yaptığı tarihten itibaren altı hafta süre ile ücretli izin verilir. Zaruret halinde idarenin takdiriyle yılda on günü geçmemek kaydıyla ücretsiz izin verilebilir. Bu maddede belirtilen haller dışında ücretli veya ücretsiz izin verilemez.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Madde üzerinde 2 adet önerge vardır; önergeleri, önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra, aykırılık derecesine göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 209 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci maddesinin dördüncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Haluk İpek

M. Necati Çetinkaya

Ayhan Sefer Üstün

 

Ankara

Elazığ

Sakarya

 

Süleyman Turgut

Soner Aksoy

Recep Yıldırım

 

Manisa

Kütahya

Sakarya

 

 

Ersönmez Yarbay

 

 

 

Ankara

 

"Sözleşmeli personelin, istihdam edildikleri hizmet birimlerinin bulundukları yerleşme merkezlerinde (mücavir alanları dahil belediye ve köy hudutları içerisinde) sözleşme süresince ikamet etmeleri esastır."

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, ikinci önerge en aykırı önergedir; okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 5 inci maddesinin altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarının madde metninden çıkarılmasını ve bu maddenin sonuna aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                       

Haluk İpek

Mehdi Eker

Mehmet Çerçi

 

 

Ankara

Diyarbakır

Manisa

 

Fahri Çakır

 

Seracettin Karayağız

 

Düzce

 

Muş

"Sözleşmeli personelin izinleri hususunda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uygulanır. Ancak, 30 günü aşan hastalık izinlerinde sözleşmeli personele yarım sözleşme ücreti ödenir. Ayrıca, sözleşmeli personelin yıllık izinleri birleştirilemez ve bu personele yıllık izinden düşülmek üzere mazeret izni verilemez."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Katılamıyorsunuz.

Hükümet?..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Katılıyorsunuz.

Sayın milletvekilleri, gerekçeyi mi okutayım?

HALUK İPEK (Ankara) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sözleşmeli personelin izinlerinin, devlet memurlarının izinleriyle paralellik arz etmesi amacıyla böyle bir düzenlemeye gidilirken sözleşmelerin yıllık olması sebebiyle yıllık izinlerin bir sonraki yılın izniyle birleştirilmesi ile yıllık izinden düşülmek üzere mazeret izni kullanılmasının bu statüye uygun olmayacağı düşünüldüğünden 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun bu hususlardaki hükümleri uygulanmayacak hükümler arasında sayılmıştır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun katılmadığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 209 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci maddesinin dördüncü fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                      Haluk İpek

                                                        (Ankara) ve arkadaşları

"Sözleşmeli personelin, istihdam edildikleri hizmet birimlerinin bulundukları yerleşme merkezlerinde (mücavir alanları dahil belediye ve köy hudutları içerisinde) sözleşme süresince ikamet etmeleri esastır."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Genel Kurulun takdirine bırakıyoruz.

BAŞKAN - Sayın önerge sahipleri, gerekçe mi okunsun?

HALUK İPEK (Ankara) - Gerekçe okunsun efendim.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sözleşmeli personelin istihdam edildikleri hizmet birimlerinin bulundukları yerleşim merkezlerinde ikamet etmeleri amaçlanmaktadır. Sağlık personeli bulunduğu bölgede ikamet ederek çevrelerine sağlık bilinci ve kültürünün yerleşmesine, acil durumlarda vatandaşın sağlık problemlerinin çözümüne katkıda bulunacaktır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun katılamadığı, Hükümetin takdire bıraktığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 5 inci maddeyi kabul edilen önergeler doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

Malî haklar ve ödül

MADDE 6. - Sözleşmeli olarak çalıştırılacak personele, 657 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (B) bendine göre çalışanlar için uygulanmakta olan tavan ücretin 2,5 katını aşmamak üzere, ekli (2) sayılı cetvelde pozisyon unvanları itibarıyla belirlenmiş bulunan taban ve tavan ücret oranları arasındaki oranlar üzerinden hesaplanan miktarlarda aylık ücret ödenir. Taban ve tavan oranlar arasındaki aylık ücretin belirlenmesinde; sözleşmeli olarak çalıştırılacak personelin pozisyon unvanı, hizmet süresi, görev yerinin özelliği ve şartları ile eğitim seviyesi esas alınır.

Çalıştırıldıkları il merkezinde oluşturulacak komisyon ile sicil ve disiplin amirleri tarafından yapılacak başarı değerlendirmesi sonucunda emsallerine göre başarılı görev yaptıkları tespit edilen sözleşmeli personele, bir aylık ücreti tutarında ve bir malî yılda iki defayı geçmemek üzere ödül verilebilir. Sözleşmeli personelin başarı değerlendirmesi; objektif kriterler çerçevesinde belirlenmek kaydıyla; görevin verimli ve etkin yürütülmesi, yaratıcılık, girişimcilik, çalışma disiplini, görevin yürütülmesinde gösterilen gayret ve başarı ile sağlık hizmetlerinden yararlananların memnuniyeti dikkate alınarak tespit edilir.

Başarı değerlendirmesi esas ve usulleri, başarı değerlendirmesini yapacak amirler ve komisyonun kimlerden oluşacağı ile sözleşmeli personele ödenecek aylık ücret yukarıda belirtilen unsurlar çerçevesinde Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Bakanlık tarafından belirlenir.

Sözleşmeli personele yapılacak ödemeler, çalışmayı takip eden ay sonunda yapılır. Sözleşmeli personele, aylık sözleşme ücreti dışında görev yaptıkları birimde bulunan döner sermayeden ilgili mevzuatı dahilinde ödeme yapılabilir. Sözleşmeli personele, Devlet memurlarına ödenen aile, doğum, ölüm yardımları ödeneği verilir ve bu personel 657 sayılı Kanunun 209, 210, 211 ve 212 nci maddelerindeki yardım ve haklardan yararlandırılır.

Sözleşmeli personele yukarıda sayılanlar dışında herhangi bir ad altında ödeme yapılamaz ve sözleşmelere bu hususta hüküm konulamaz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi okutuyorum :

Hizmet sözleşmesinin feshi ve sürekli sözleşmeli personel statüsü

MADDE 7. - Sözleşmeli personel, iki ay önceden yazılı ihbarda bulunmak şartıyla sözleşmeyi tek taraflı olarak her zaman feshedebilir. Bakanlık, hizmet sözleşmesinde belirtilen koşullara uymaması nedeniyle sicil veya disiplin amirleri tarafından yazılı olarak ikaz edilenlerden söz konusu koşullara uymama halinin tekerrürü durumu ile norm pozisyon sayısında değişiklik olması, sözleşmeli personel pozisyonlarının vizelendiği birimlerin kapatılması veya bu birimlerde sözleşmeli personel istihdam edilmesinden vazgeçilmesi hallerinde sözleşmeli personelin sözleşmesini bir ay önceden yazılı ihbarda bulunmak şartıyla feshedebilir. Bakanlık sözleşmeyi sona erdirmek istediği takdirde gerekçesini karşı tarafa bildirmek zorundadır.

Norm pozisyon sayısında değişiklik olması, sözleşmeli personel pozisyonlarının vizelendiği birimlerin kapatılması veya bu birimlerde sözleşmeli personel istihdam edilmesinden vazgeçilmesi sebebiyle sözleşmesi feshedilenler hariç olmak üzere, sözleşmesi feshedilenler ile hizmet sözleşmesini feshedenler iki yıl geçmedikçe yeniden sözleşmeli personel pozisyonlarında istihdam edilemezler. Bunların sözleşmeli statüde geçirdikleri hizmetler, yeniden işe alınmalarında kazanılmış hak teşkil etmez.

Hizmet sözleşmesi; sözleşmeli personelin istek, yaş haddi, malullük gibi nedenlerle emekliye ayrılması, 657 sayılı Kanuna göre Devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmesini gerektirecek bir fiil işlenmesi veya ölümü, sözleşmeli personelin ilgili mevzuatına göre aranan niteliklerden birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya bu niteliklerden herhangi birini sonradan kaybetmesi hallerinde kendiliğinden sona erer. Sözleşmesi anılan fiillerden birini işlemesi nedeniyle sona eren personel, hiçbir şekilde bir daha sözleşmeli personel olarak istihdam edilemez.

Kesintisiz on yıl süreyle sözleşmeli personel olarak hizmet etmiş ve bu süre içersinde aylıktan kesme ve üstü disiplin cezası almamış olanlar, sicilleri olumlu olmak kaydıyla, sürekli sözleşmeli personel olma hakkını elde etmiş sayılır. Bu hakkı elde etmiş personelin sözleşmesi, 657 sayılı Kanuna göre Devlet memurluğundan çıkarma cezası verilmesini gerektirecek bir suç işlemedikçe emeklilik hakkını elde edene kadar Bakanlık tarafından tek taraflı olarak feshedilemez.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 7 nci madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

7 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi okutuyorum:

Kanunda hüküm bulunmayan haller

MADDE 8. - Bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanuna tabi personel hakkında diğer kanunlarda aksine bir hüküm bulunmadıkça 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümleri uygulanır.

BAŞKAN - 8 inci madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Önerge yok.

8 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

9 uncu maddeyi okutuyorum:

Çeşitli hükümler

MADDE 9. -Sözleşmeli personel, istekleri üzerine Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı ile ilişkilendirilir. Diğer sosyal güvenlik kurumlarıyla ilişkilendirilen sözleşmeli personel hakkında 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 40 ıncı maddesi hükmü uygulanır. Sözleşmeli personel, emsali Devlet memuru dikkate alınarak 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümlerinden yararlandırılır.

Sözleşmeli personel hakkında uygulanacak disiplin cezaları ile sicil hususunda bu Kanun ile ilgili düzenlemeler dışında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ilgili maddelerine göre işlem yapılır. Aylıktan kesme cezası, sözleşmeli personelin brüt ücretinin 1/30-1/8 arasında kesinti yapılması; kademe ilerlemesinin durdurulması cezası, sözleşmeli personelin ücretinin belirlenmesinde esas alınan kıdem süresinde indirim yapılması; Devlet memurluğundan çıkarma cezası ise sözleşmenin feshedilmesi suretiyle uygulanır. Sözleşmeli personele disiplin cezalarının uygulanması ile sicil verilmesine ilişkin usul ve esaslar Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.

Sözleşmeli personel hakkında; 2946 sayılı Kamu Konutları Kanunu, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun ile 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu hükümleri de uygulanır.

Sözleşmeli personele karşı görevi ile ilgili veya görevi başında işlenen suçlar Devlet memuruna karşı işlenmiş sayılır.

Sözleşmeli personelin çalışma usul ve esasları ile bu Kanunun uygulanmasına ilişkin diğer hususlar Sağlık Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir.

BAŞKAN - 9 uncu madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sıvas Milletvekili Sayın Nurettin Sözen; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA NURETTİN SÖZEN (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; geç ve uygun olmayan bir saatte sizi fazla meşgul etmeyeceğim, sık sık huzurunuza çıktığım için de anlayışınızı rica ediyorum.

9 uncu maddede "istekleri üzerine Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı ile ilişkilendirilir" deniliyor; ama, istemezlerse hangi güvenlik sistemine tabi olacaklar, burada yazılı değil. Zaten, daha evvel, iyi tanımlanmamış, devekuşu derken, işte, bunu kastediyordum.

Bir başka olay da, Anayasaya aykırılıkta; özlük haklarının yasayla düzenlenmesi öngörülüyordu. Bunu, belki, başka arkadaşlarım da söylemiş olabilirler. Maddenin ikinci paragrafının son cümlesine bakınız: "Devlet Personel Başkanlığının görüşü üzerine Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir" deniliyor. Sözleşmeli personele disiplin cezalarının uygulanması ve sicil verilmesine ilişkin usul ve esaslar Bakanlığın çıkaracağı yönetmelikle düzenleniyor ki, açıkça Anayasaya aykırıdır. Özlük haklarının ve bütün bu ayrıntıların yasayla saptanması gerekirken, temel bir özellik, özlük hakkı yönetmelikle düzenlenmeye çalışılıyor ve böylece, Anayasa ihlal ediliyor.

Bir başka büyük çelişki de şudur: Belediye eski başkanı, Sayın Bayraktar, biraz evvel "1 önerge" demiştiniz, 5 tane oldu. İktidar Partisinin...

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - 4 üncü maddeye kadar 1 önerge...

NURETTİN SÖZEN (Devamla) - 5 tanesi şu anda elimizde...

Yeni bir önergenizi okuyorum:"Devlet memuru olarak...

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Katkıda bulunuyoruz...

NURETTİN SÖZEN (Devamla) - Ama, çelişkinizi ortaya koyacağım, bekleyin. Okuyayım da, çelişkinizi görün.

"Devlet memuru olarak çalışmaktayken bu kanun çerçevesinde sözleşmeli personel statüsüne geçenler, sözleşmelerin bitiminde istekleri halinde 657 sayılı Kanunun ilgili hükümlerine göre devlet memurluğu kadrolarına naklen atanabilirler" deniliyor. Aslında, ben, bu özgürlükten ve bu serbestlikten mutluyum; yani, benim savunduğum düşünce bu; ama, kanunun gerekçesi ve kanunu getirenler diyorlar ki "oraya sözleşmeli kadro vereceğim, o, çakılı kadro, artık, hiçbir güç onu oradan koparamaz." Oysa, bir yıl sonra sözleşmesi bitecek, ayarladığı kadroya o eleman geçebilecek; bu, açık bir çelişki. Yasanın tüm çelişkisi bu öze dayanıyor, şu gerekçeye dayanıyor: Çakılı bir kadro, oraya gidecek, on sene, beş sene orada çalışacak, oniki ay sonra sözleşmesi bitiyor ve tekrar 657 sayılı Yasaya dayalı olarak bulduğu bir başka kadroya atanabiliyor. Bu önerge iktidar grubunun önergesi.

TELAT KARAPINAR (Ankara) - 657 sayılı Yasayı tabiken oraya getiriliyor.

NURETTİN SÖZEN (Devamla) -  Önerge burada...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri...

NURETTİN SÖZEN (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, özenle hazırlanmadı derken, işte, bunları kastediyorum. Yazık oluyor zamanınıza, iki ileri bir geri; yani, günah, geçen zaman önemli, en değerli kavram; onun için, onlara iyi uymamız lazım.

Bunları ifade etmek için söz aldım. Sadece 9 uncu maddede, kendi felsefesiyle, kendi gerekçesiyle çelişen üç tane hüküm ifade ettim.

Saygılar sunuyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sözen.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 1 adet önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Haluk İpek

Mehdi Eker

Mahmut Koçak

 

Ankara

Diyarbakır

Afyon

 

Mehmet Çerçi

Seracettin Karayağız

Fahri Çakır

 

Manisa

Muş

Düzce

"Devlet memuru olarak çalışmaktayken bu kanun çerçevesinde sözleşmeli personel statüsüne geçenler sözleşmelerinin bitiminde istekleri halinde 657 sayılı Kanunun ilgili hükümlerine göre devlet memurluğu kadrolarına naklen atanabilirler."

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Önerge sahipleri?..

HALUK İPEK (Ankara) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Bu kanunun amacı mecburî hizmet yükümlülüğünü kaldırıp eleman temininde güçlük çekilen yerlerde personel istihdamını sözleşmeli personel statüsüyle teşvik etmek ve halen devlet memuru olarak çalışanların tereddüt etmeden bu statüye geçmelerini sağlamak açısından; devlet memurluğu kadrolarından feragat edip sözleşmeli personel pozisyonlarına atananların yeniden devlet memurluğu kadrolarına dönebilmelerine imkân tanımanın sözleşmeli personel statüsüne talebi artıracağı değerlendirilmektedir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun katılmadığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

9 uncu maddeyi kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

10 uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 10. - 7.5.1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununa aşağıdaki madde eklenmiştir.

"Bazı sağlık personelinin atanması

EK MADDE 1. - Kamu kurum ve kuruluşlarının uzman (T.U.T.G.), uzman tabip, tabip ve diş tabibi kadrolarına yapılacak açıktan atamalar, açıktan atama izni alınmaksızın mevzuatta öngörülen işlemlerin tamamlanmasından sonra sınavsız ve kura ile yapılır.

Klinik şefi, klinik şef yardımcısı, başasistan ve asistan kadrolarına, açıktan atama izni alınmaksızın ilgili mevzuatı çerçevesinde atama yapılır.

Kura yoluyla yapılacak atamalara ilişkin usul ve esaslar Sağlık Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir."

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 10 uncu madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

1 adet önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Eleman Temininde Güçlük Çekilen Yerlerde Sözleşmeli Sağlık Personeli Çalıştırılması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının 10 uncu maddesiyle 7.5.1987 tarihli ve 3359 sayılı Kanuna eklenen ek maddenin birinci fıkrasından sonraki "diştabibi" ibaresinden sonra gelmek üzere "ve eczacı" ibaresinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Sadullah Ergin

Sabri Varan

Ahmet Yaşar

 

Hatay

Gümüşhane

Aksaray

 

A.Müfit Yetkin

Hasan Özyer

Bayram Özçelik

 

Şanlıurfa

Muğla

Burdur

 

Soner Aksoy

Ahmet Büyükakkaşlar

Orhan Erdem

 

Kütahya

Konya

Konya

 

 

Nihat Eri

 

 

 

Mardin

 

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Genel Kurulun takdirine bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

SADULLAH ERGİN (Hatay) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sağlık hizmet zincirinde önemli bir yer tutan eczacıların kamuda istihdamında büyük sıkıntılar olduğu bir gerçektir. Zira, mevcut istihdam sistemi ve özlük hakları nedeniyle özendirici olmadığı için eczacılık fakültesini bitiren eczacılar kamuda görev almak istemediklerinden, bugüne kadar, devlet hastanelerinde, ihtiyaç olmasına rağmen, yeterli sayıda eczacı istihdamı mümkün olamamıştır. Sağlık Bakanlığının kayıtlarına bakıldığı zaman, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri illerinde ve hatta diğer bölge illerinde dahi pek çok hastanede bir tane dahi eczacı yoktur. Bu hizmet, eczacılık konusunda hiçbir bilgi ve tecrübesi olmayan, sıradan insanlar tarafından yürütülmektedir. Sağlık hizmetinin ehil olmayan insanlar eliyle yürütülmesi, sistem ne kadar mükemmel olursa olsun, hizmet sunumunu önemli ölçüde aksatacak bir unsurdur. Bu nedenlerle ve halen ülkemizdeki hastanelerin pek çoğunda eczacı bulunmadığı gerçeği karşısında, eczacıların da tabipler ve diş tabipleri gibi sınavsız ve kurayla istihdamı için bu değişikliğin yapılmasına gerek duyulmuştur.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

10 uncu maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 11. - 14.7.1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı maddesinin "III-SAĞLIK HİZMETLERİ VE YARDIMCI SAĞLIK HİZMETLERİ SINIFI" başlıklı bendine aşağıdaki paragraf eklenmiştir.

"Bu sınıfa dahil personel tarafından yerine getirilmesi gereken hizmetler, lüzumu halinde bedeli döner sermaye gelirlerinden ödenmek kaydıyla, Bakanlıkça tespit edilecek esas ve usullere göre hizmet satın alınması yoluyla gördürülebilir."

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Önerge yoktur.

11 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

12 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 12. - 657 sayılı Kanunun 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yeniden düzenlenen Ekli I sayılı cetvelin III numaralı Sağlık Hizmetleri Sınıfının (b) bendinde yer alan "Diğer sağlık bilimleri lisansiyerleri" ifadesinden sonra gelmek üzere "ile kadroları bu sınıfa dahil olup da yüksek öğrenim mezunları", ifadesi eklenmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Enver Öktem'e söz vereceğim; ama, çalışma süremizin dolmasına az bir zaman kaldığı için, Sayın Grup Başkanvekillerine soruyorum...

OĞUZ OYAN (İzmir) - Bu maddenin bitimine kadar çalışma süresini uzatalım Sayın Başkan.

ÜNAL KACIR (İstanbul) - Tasarının görüşmelerinin tamamı bitene kadar olsun ve oylayın Sayın Başkan.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Danışma Kurulunda alınan karar neyse o olsun Sayın Başkan.

HALUK İPEK (Ankara) - Süreyi bu madde bitene kadar uzatın Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri; çalışma süremiz biraz sonra dolacaktır. Genel Kurulun çalışma süresinin 12 nci maddenin bitimine kadar uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın Öktem.

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA ENVER ÖKTEM (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizdeki en önemli sosyal problemlerden birisi de, sağlık sistemimizin hâlâ disipline edilememesi, bir düzene sokulamamasıdır. Sağlık sistemimizdeki bu çarpıklık, en somut şekilde, görev ve yetkileri bakımından doğrudan doğruya insan yaşamıyla ilgili olan sağlık personelinin çalışma düzeninde ve eğitiminde görülmektedir.

Tıp fakültelerinin, hemşirelik yüksekokullarının, sağlık yüksekokullarının, sağlık meslek yüksekokullarının, sağlık meslek liselerinin eğitim kalitesinden ve eğitim standardından tutun da, bu okullardan mezun olanların çalışma koşullarına, özlük haklarına ve ücretlerindeki dengesizliklere kadar bir dizi sorun acil bir şekilde çözüm beklemektedir. Esasen, Avrupa Birliği mevzuatına uyum çalışmalarının önemli bir kısmı bu alana ilişkindir.

Sağlık sistemi içerisinde çözüm bekleyen önemli bir konu da, hemşireler ve hemşire yetiştiren okulların durumudur. Hemşirelik gibi çok hassas ve özel uzmanlık gerektiren bir mesleğin en az dört yıllık eğitim veren lisans programlarıyla kazanılması gerekmektedir. Bu şekilde, sağlık hizmetlerinin niteliği ve dolayısıyla güvenilirliği artacaktır. Bu mesleğin lisans eğitimini tamamladıktan sonra meslekte bilim uzmanlığı ve doktora çalışmalarını yaparak uzmanlık unvanını kazananlar, ülkemizin muhtelif kurumlarında halen görev yapmaktadırlar. Kimlere ve hangi koşullarda "hemşire" unvanının verileceğiyle ilgili olarak düzenlenen Avrupa Birliği direktifi de bunu gerektirmektedir; dolayısıyla, hemşirelik mesleğiyle ilgili düzenlemeler, daha önce kazanılmış hakları da gözeterek, lisans mezunu hemşireler baz alınarak gerçekleştirilmelidir. Bu önemli konunun düzenlendiği Hemşirelik ve Türk Hemşireler Birliği Kanunu Tasarısı uzunca bir süredir yasalaşmayı beklemektedir. En son, Temmuz 2003'te son şekli verilerek Bakanlık APK Dairesine gönderildiğini öğrendiğimiz bu yasa tasarısı, umuyoruz ki, bir an önce Meclis gündemine gelir ve hemşirelik mesleğiyle ilgili sorunların önemli bir kısmı çözülmüş olur.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz tasarının 12 nci maddesiyle, açıköğretim hemşirelik programını tamamlayan 35 000'den fazla önlisans mezunu hemşire ile liseden sonra iki yıl süreli önlisans eğitiminden mezun olan 5 000 dolayındaki hemşirenin ek göstergelerinin 1 500'den 2 200'e çıkarılması, bu insangücünün mağduriyetinin giderilmesi bakımından son derece önemlidir ve sevindiricidir. Ancak, liseden sonra dört yıl süreli lisans programlarından mezun olan hemşire, diyetisyen, fizyoterapist ve çocuk gelişimcileri ile bu mesleklerin uzmanları ve sosyal hizmet uzmanları 1 inci dereceye indikleri zaman ek göstergeleri 2200'de kalmaktadır. Meclis Başkanlığımıza verdiğimiz önerge doğrultusunda oy kullanıldığı takdirde, bu konuyla ilgili bir mağduriyeti önlemiş olacağız. Önergemiz kabul edilmediği takdirde, hükümet yetkililerinin ve AKP Grubunun verdiği bir önerge eğer bu doğrultuda olur ise, o önergeyi de destekleyeceğimizi ifade etmek istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Öktem, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde 2 adet önerge vardır. Önergeleri, önce, geliş sırasına göre okutacağım, sonra, aykırılık derecesine göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 209 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Haluk İpek

Recep Koral

Nusret Bayraktar

 

Ankara

İstanbul

İstanbul

 

Mehmet Sekmen

 

Fahri Keskin

 

İstanbul

 

Eskişehir

"Madde 12. - 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa 43 üncü maddesi ile eklenen ve 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yeniden düzenlenen Ekli (I) Sayılı Cetvelin 'III Sağlık Hizmetleri Sınıfı' kısmı ekteki şekilde yeniden düzenlenmiştir."

III - SAĞLIK HİZMETLERİ SINIFI

a) Uzman Tabip, Tabip, Diş Hekimi, Veteriner Hekim,

1

3600

 

 

Eczacı ve Biyolog ile Yüksek Lisans ve Doktora Yapmış

2

3000

 

 

Olanlar

 

 

3

2200

 

 

 

4

1600

 

 

 

5

1300

 

 

 

6

1150

 

 

 

7

950

 

 

 

8

850

b) Sağlık bilimleri lisansiyerleri

 

1

3000

 

 

 

 

2

2200

 

 

 

3

1800

 

 

 

4

1300

 

 

 

5

1150

 

 

 

6

950

 

 

 

7

850

 

 

 

8

800

c) Sağlık ile ilgili ön lisans mezunları

 

1

2200

 

 

 

 

2

1600

 

 

 

3

1200

 

 

 

4

1100

 

 

 

5

900

 

 

 

6

800

 

 

 

7

600

 

 

 

8

550

 

 

 

9

500

 

 

 

10

450

d) Diğerleri

 

 

1

1500

 

 

 

2

1100

 

 

 

3

800

 

 

 

4

650

 

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, diğer önergeyi okutuyorum. Bu önerge, aykırı olan önergedir; okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 12 nci maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Enver Öktem

Abdurrezzak Erten

Sedat Uzunbay

 

İzmir

İzmir

İzmir

 

Ahmet Küçük

Nurettin Sözen

Mahmut Duyan

 

Çanakkale

Sıvas

Mardin

 

 

Muzaffer Kurtulmuşoğlu

 

 

 

Ankara

 

Madde 12.- 657 Sayılı Kanunun 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yeniden düzenlenen Ekli 1 sayılı cetvelin lll numaralı sağlık hizmetleri sınıfının (a) bendinde yer alan "Uzman Tabip, Tabip, Diş Hekimi, Uzman Veteriner Hekim, Veteriner Hekim, Eczacı ve Biyolog" unvanını almış olanlarla, Tababet uzmanlık Tüzüğünde belirtilen dallarda uzmanlık belgesi alanlar veya bu dallarda uzmanlık unvanını doktora aşamasıyla kazanmış bulunanlar" ifadesinden sonra gelmek üzere "ile diğer sağlık lisansiyerleri (diyetisyen, hemşire, fizyoterapist, çocuk gelişimi ve sosyal hizmet uzmanları vb.) ve bu lisansiyerlerin uzmanlık ve doktora unvanlarını almış olanları" ifadesi eklenmiştir.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Genel Kurulun takdirine bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Önerge sahipleri konuşacak mı, gerekçeyi mi okutayım?

OĞUZ OYAN (İzmir) - 2 önerge de aynı... Sayın Bakan biraz sonra diğer önergeye katılacaklar...

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Hayır, farklılık var efendim. Nüans var arada.

BAŞKAN - Peki, gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Bu şekilde, önlisans mezunları karşısında mağdur duruma düşen lisans mezunlarının ve uzmanların mağduriyeti giderilmiş olacaktır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 209 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                      Haluk İpek

                                                        (Ankara) ve arkadaşları

Madde 12.- 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa 43 üncü maddesi ile eklenen ve 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yeniden düzenlenen Ekli (l) Sayılı Cetvelin 'lll Sağlık Hizmetleri Sınıfı' kısmı ekteki şekilde yeniden düzenlenmiştir."

lll - SAĞLIK HİZMETLERİ SINIFI

a) Uzman Tabip, Tabip, Diş Hekimi, Veteriner Hekim,

1

3600

 

 

Eczacı ve Biyolog ile Yüksek Lisans ve Doktora Yapmış

2

3000

 

 

Olanlar

 

 

3

2200

 

 

 

4

1600

 

 

 

5

1300

 

 

 

6

1150

 

 

 

7

950

 

 

 

8

850

b) Sağlık bilimleri lisansiyerleri

 

1

3000

 

 

 

 

2

2200

 

 

 

3

1800

 

 

 

4

1300

 

 

 

5

1150

 

 

 

6

950

 

 

 

7

850

 

 

 

8

800

c) Sağlık ile ilgili ön lisans mezunları

 

1

2200

 

 

 

 

2

1600

 

 

 

3

1200

 

 

 

4

1100

 

 

 

5

900

 

 

 

6

800

 

 

 

7

600

 

 

 

8

550

 

 

 

9

500

 

 

 

10

450

d) Diğerleri

 

 

1

1500

 

 

 

2

1100

 

 

 

3

800

 

 

 

4

650

 

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI SAİT AÇBA (Afyon) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ (Erzurum) - Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN - Sayın önere sahipleri, konuşacak mısınız; yoksa, gerekçe mi okunsun?

HALUK İPEK (Ankara) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Sağlık personelinin ekgöstergelerinin, eğitim seviyelerine göre adaletli ve hakkaniyete uygun olacak şekilde yeniden düzenlenmesi amaçlanmıştır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 12 nci maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 10 Temmuz 2003 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.07