BIM 2 4 2003-07-04T11:35:00Z 2003-07-04T11:35:00Z 59 36844 210012 TBMM 1750 420 257909 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 18       YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

96 ncı Birleşim

19 . 6 . 2003 Perşembe

 

          I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMALAR

 IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'ın, bir gazetenin Mardin İlinde yaşandığını iddia ettiği asılsız recm olayıyla ilgili haberlerin halk üzerinde yarattığı olumsuzluğa ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı

2.- Amasya Milletvekili Hamza Albayrak'ın, Atatürk'ün Amasya'ya gelişinin ve "Kutsal İttifak" olarak da bilinen Amasya Tamiminin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in, hükümetin, kamu çalışanlarının maaşlarına yapmak istediği zam oranlarının az oluşunun getireceği sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın (6/248) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/71)

2.- Avrupa-Akdeniz Forumu çerçevesinde oluşturulan çalışma grubu toplantılarına, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen iki milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyetinin katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/317)

V.- ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİSİ

1.- Genel Kurulun çalışma saatleri ile gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu  Raporu (1/610) (S. Sayısı: 180)

2.- Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/297) (S. Sayısı: 137)

VII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Mersin Milletvekili Ali Oksal'ın, buğday alım fiyatlarının belirlenmesi ve açıklanmasına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/521)

2.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, yumurta ve somon balığı üretiminde bir maddenin kullanılıp kullanılmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/527)

3.- Kahramanmaraş Milletvekili Fatih Arıkan'ın, Kahramanmaraş Gümrük Müdürlüğünün bitkisel ürün ithal kapıları listesine alınıp alınmayacağına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/551)

4.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, elma üreticilerinin desteklenmesine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/552)

5.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün, Karaman'da bir üniversite kurulup kurulmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/566)

6.- Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan'ın, bazı yükseköğretim mezunlarının atama sorunlarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/612)

7.- Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan'ın, SARS hastalığına karşı alınan tedbirlere ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/617)

8.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, Ege Bölgesindeki orman yangınlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe'nin cevabı (7/645)

9.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan'ın, balıkçıların bazı sorunlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/657)

10.- Denizli Milletvekili Mehmet Neşşar'ın, Denizli'de 19 Mayıs gösterilerinde yer alan bir okula ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/668)

11.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Konya Tarım İl Müdürlüğündeki tayinlere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/672)

12.- Edirne Milletvekili Necdet Budak'ın, Edirne'nin Enez İlçesindeki sınır kapısının tekrar açılıp açılmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/674)

13.- Balıkesir Milletvekili Orhan Sür'ün, AKP Genel Başkanı hakkında verilen beraat kararının Hazine avukatlarınca temyiz edilip edilmediğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/685)

14.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu'nun, kura çektirilmeyen doktorların atamalarına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/692)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan, ECO ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonunca Bişkek'te düzenlenen "AIDS ve Gençlik" konulu panel ile AIDS hastalığındaki son gelişmelere,

Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe, Afyon İlinin ekonomik ve sosyal sorunlarına,

Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir, Çankırı İlinin ve Çankırı Silah Sanayii ve Ticaret A.Ş.'nin sorunlarına,

Ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının araştırılması amacıyla kurulan (10/8, 48) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimlerini yaptığına ilişkin tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının:

1 inci    sırasında  bulunan       (6/197) esas numaralı soruya Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,

11 inci        "              "         (6/213),

15 inci        "              "         (6/224),

16 ncı         "              "         (6/225),

Esas numaralı sorulara Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler,

Cevap verdi;

(6/197), (6/213), (6/224)  esas numaralı sorularda, soru sahipleri karşı görüşlerini açıkladılar.

2 nci           sırasında    bulunan (6/198),

3 üncü     " " (6/202),

4 üncü           "          "  (6/203),

5 inci " " (6/206),

6 ncı " " (6/207),

7 nci    " " (6/208),

 8 inci "           " (6/210),

 9 uncu " " (6/211),

10 uncu           "          "       (6/212),

12 nci "           " (6/214),

13 üncü           "  " (6/215),

14 üncü           "           " (6/222),

Esas numaralı sorular üç birleşim içinde cevaplandırılmadığından yazılı soruya çevrildi; (6/198), (6/208), (6/210), (6/212), (6/214), (6/215) esas numaralı soru sahipleri de görüşlerini açıkladılar.

Gündemin, "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanunu, Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ile Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/324) (S. Sayısı: 54), görüşmelerini müteakiben yapılan oylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523) (S. Sayısı: 152) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

Grup başkanvekillerinin bundan sonraki işler için hazır olmadıklarını beyan etmeleri üzerine, 19 Haziran 2003 Perşembe günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.06'da son verildi.

 

Sadık Yakut

Başkanvekili

 

Enver Yılmaz                    Türkân Miçooğulları

                Ordu                       İzmir

Kâtip Üye               Kâtip Üye


No. : 134

II. - GELEN KÂĞITLAR

19 . 6 . 2003  PERŞEMBE

 

Tasarılar

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Polonya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Örgütlü Suçlar, Terörizm ve Diğer Suçlarla Mücadelede İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/612) (İçişleri ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 5.6.2003)

2.- Elektronik İmza Kanunu Tasarısı (1/613) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Sanayi Ticaret, Enerji ve Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.6.2003)

3.- Kuzey Atlantik Antlaşmasına Romanya'nın Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/614) (Millî Savunma  ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)

4.- Kuzey Atlantik Antlaşmasına Bulgaristan Cumhuriyetinin  Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/615) (Millî Savunma  ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)

5.- Kuzey Atlantik Antlaşmasına Slovenya Cumhuriyetinin  Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/616) (Millî Savunma  ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)

6.- Kuzey Atlantik Antlaşmasına Letonya Cumhuriyetinin  Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/617) (Millî Savunma  ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)

7.- Kuzey Atlantik Antlaşmasına Litvanya Cumhuriyetinin  Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/618) (Millî Savunma  ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)

8.- Kuzey Atlantik Antlaşmasına Slovak Cumhuriyetinin  Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/619) (Millî Savunma  ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)

9.- Kuzey Atlantik Antlaşmasına Estonya Cumhuriyetinin  Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/620) (Millî Savunma  ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)

10.- Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/621) (Anayasa ve İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2003)

11.- 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Diyanet İşleri Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/622) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)

12.- Bayındırlık ve İskân Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/623) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)

Teklifler

1.- Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut'un; İş ve Sigorta Barışı Kanunu Teklifi (2/147) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.5.2003)

2.- Mersin Milletvekili Ali Oksal'ın; 1567 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/148) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.6.2003)

3.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin Değiştirilmesine Dair İçtüzük Teklifi (2/149) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.6.2003)

Rapor

1.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/610) (S. Sayısı: 180) (Dağıtma tarihi: 19.6.2003) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergesi

1.- Kars Milletvekili Selami Yiğit'in, Kars TELEKOM abonelerinin borçlarına ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/586) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2003)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, bir emniyet personelinin terfii ile ilgili iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/799) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.6.2003)

2.- Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, özelleştirme nedeniyle işsiz kalan işçilere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali Şahin) yazılı soru önergesi (7/800) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2003)

3.- Antalya Milletvekili Osman Özcan'ın, medya sahiplerinin ilgili kuruluşlarca denetlenmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/801) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2003)

4.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, hızlı tren projesi kapsamına Antalya hattının alınmamasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/802) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2003)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

19 Haziran 2003 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER :  Enver YILMAZ (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96 ncı Birleşimini açıyorum.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapacağım.

Yoklama için 5 dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen sayın milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Konuşma süreleri 5'er dakikadır. Hükümet bu konuşmalara cevap verebilir; hükümetin cevap süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, basında çıkan, Mardin İlinde yaşanan recm olayları iddiasına ilişkin söz isteyen, Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'a aittir.

Buyurun Sayın Doğan. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

 IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'ın, bir gazetenin Mardin İlinde yaşandığını iddia ettiği asılsız recm olayıyla ilgili haberlerin halk üzerinde yarattığı olumsuzluğa ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı

MUHARREM DOĞAN (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 15 Haziran 2003 tarihinde, Cumhuriyet Gazetesinin Dergi Pazar ekinde "Kadınların Şemse Günlüğü ve Recm Günü Yaşananlar" başlığıyla yurt genelinde yayımlanan haber, seçim bölgem olan Mardin yöresindeki halkımın sosyal yaşantısıyla ilgili olarak, her yörede olduğu gibi, meydana gelen bir adlî vaka, Helal Açil ve Şemse Allak'ın öldürülme olayı ve onun evveliyatı olan ırza geçme hadisesi, gazetede çarpıtılarak, sanki Mardin yöresinde recm uygulaması yapılıyor gibi, doğru olmayan ve gerçekle bağdaşmayan bir haber olarak verilmiştir. Mardin'in hoşgörü anlayışı zedelenmiş olup, Mardinli hemşerilerimin hoşgörüsü hakkında yanlış intibalar yaratılmıştır. Bu nedenle, gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi ve televizyonlarının başında bulunan saygıdeğer vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Şunu açıkyüreklilikle ve onurla ifade ediyorum ki, seçim bölgem olan Mardin, ülkemizde, sosyal yaşantıda ön saflarda yer almakta, kültürüyle, insan yapısıyla ülkemizde ve bölgemizde lokomotif görevi yapacak niteliktedir. UNESCO, Mardin'in bu özelliğini tespit ederek, dünyaya yayımlamıştır.

İnanç ve kültür şehri olan Mardin İlimizde, töre yasaları değil, Türkiye Cumhuriyeti yasaları uygulanmaktadır. Cumhuriyet Gazetesinde işlenen konu, ferdî bir olaydır; tüm yöreye mal edilmesi yanlıştır ve Mardin'in töre yasalarıyla yönetildiği, evlilikdışı ilişkilerin recmle cezalandırıldığı, namus adına katledilenlerin genellikle bilinmeyen bir yere gömüldüğü, mezartaşının siyaha boyandığı, namusu temizlenen evin damına beyaz bayrak asıldığı, daha sonra duvarlarının beyaz kireçle boyandığı iddiaları gerçekdışıdır.

Ülkemizde köklü kültür ve bilgi üreten, gönlümüzde ayrı bir yeri olan Cumhuriyet Gazetesinin yetkililerinin, haber neşretme konusunda daha dikkatli, daha duyarlı olmalarını temenni ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu tür olayların bir daha yaşanmaması için, 59 uncu hükümetimizin, bölgemizde eğitimin önemini gözönüne alarak, yeni öğretim yılında, en azından, bölgemize ait öğretmen tayinlerinde hassasiyet göstermesi çok önemlidir.

Terörden yıllarca mustarip olan bölgemizin birçok köyündeki, eğitim yuvası olan okulların ve sağlık ocaklarımızın onarılması ve kapalı bulunan sağlık ocaklarının acil olarak hizmete açılması gerekmektedir.

Branş öğretmeni ve sınıf öğretmeni ile doktor, ebe ve hemşire açığımız had safhadadır. Bu açığın kapatılmasıyla, köylü vatandaşlarımızın eğitim ve sağlık konusundaki sıkıntıları da giderilecektir.

Özellikle, köylü vatandaşlarımızın ulaşım sorunlarını çözmek için, fizikî şartları çok bozulan köy yollarımızın onarımı ve asfalt yapımı için, Köy Hizmetleri Mardin İl Müdürlüğüne ödenek ve araç -özellikle kamyon- gönderilmesini rica ediyorum.

Günümüzde elektriğin ulaştığı bölgede, sonuçta, medenî toplumların sahip olduğu hizmetlerden dolayı sağlık ve eğitime de ulaşılmaktadır. Elektrik olmayan köylerimizde, vatandaş, doğal hakkı olan çamaşır makinesi, buzdolabı ve televizyon kullanamamaktadır. Bence duble yollardan önce, ülkemizin ücra köşelerine elektrik, yol ve su götürerek insanca yaşam koşullarını sağladığımız takdirde, bölgede, yer yer de olsa, görülen cehaleti ortadan kaldırmış oluruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Doğan.

MUHARREM DOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Dolayısıyla, Yüce Önder Atatürk'ün hedeflerinden birinin cehaletle mücadele olduğunu, Yüce Heyetiniz huzurunda tekrarlamak istiyorum.

Yedi ay yaşam mücadelesi veren Şemse Allak'ın yaşaması için Diyarbakır'da hizmet veren kadın merkezi (KA-MER) yöneticilerine, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Diyarbakır Devlet Hastanesi yetkililerine, gösterdikleri ilgi ve yardımlarından dolayı, Mardin halkı adına teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yalnız, ekonomik özgürlüğü olmayan veya aileiçi şiddete maruz kalan kadınlarımızın kendilerini güven ve huzur içinde hissedecekleri sığınma evleri, doğu ve güneydoğu bölgelerimizdeki tüm şehirlerde yaygınlaştırılmalıdır. Böylelikle, kadınlarımız, meslek kurslarıyla, kalifiye eleman olacak, ekonomik ve fikrî özgürlüğe kavuşmuş olacaktır.

KA-MER'in bölgemizde yaptırdığı araştırma raporuna göre, kadınlarımızın yüzde 55'i okuma yazma bilmemektedir. Ayrıca, kadınlarımızın yüzde 15'inin resmî nikâhı bulunmadığı tespit edilmiştir. Bölge kadınlarımızın makûs talihinin bir kader olmadığını göstermeliyiz.

Bu arada, belediyelerle ilgili, izin verirseniz, bir şey söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Mardin'de, AKP dışındaki tüm belediye başkanlarımız mustariptir; yardım alamıyorlar, parasızlıktan hizmet veremiyorlar. Diğer belediyelerle aynı şekilde yardım yapılmasını diliyorum.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Doğan.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda büyük bir uğultu var. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 68 inci maddesini okuyorum: "Başkan, görüşmeler sırasında gürültü veya kavga çıkar ve bu nedenle çalışma düzenini kuramazsa, kürsüde ayağa kalkarak, toplantıya ara vereceğini ihtar etmek suretiyle gerekli gayreti gösterir; buna rağmen, gürültü ve kavga devam ederse oturuma en çok bir saat ara verir."

Sayın milletvekillerinin, sayın bakanlarımızla görüşmelerini kulislerde yapmalarını, dolayısıyla, Genel Kurulun daha sessiz bir şekilde dinlenilmesini Başkanlık rica ediyor.

Şimdi, gündemdışı konuşmaya, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek tarafından cevap verilecektir.

Konuşma süresi 20 dakikadır.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel bir gazetede çıkan haber üzerine hissiyatını dile getirmeye çalışan çok değerli milletvekili arkadaşımın burada ifade ettiği hususlara, hükümet olarak da, şahsen da katıldığımı ifade etmek isterim.

Bu olay, yaklaşık, altı ay kadar evvel meydana gelmiştir. Buraya gelmeden evvel, gündemdışı konuşmanın söz konusu olduğu anlaşılınca, Mardin Başsavcımızdan bilgi aldım. Bu olay, münferit bir olaydır ve Türkiye'nin diğer bölgelerinde de zaman zaman, maalesef rastladığımız bir olaydır. Bu olayı bir bölgeye mal ederek ve genelleme yaparak bir sonuca varmak, o bölgenin saygıdeğer insanlarına haksızlık olur, insafsızlık olur. Keşke, bu neviden olaylar olmasa; ama, ne yapalım ki, çok değişik sebeplerden dolayı, ister eğitim yetersizliğinden ister sosyokültürel sebeplerden ister ekonomik yetersizlikten, yetmezlikten ya da insanlık hali, maalesef, bu neviden, hepimizi üzen, hiç tasvip etmediğimiz olaylar meydana geliyor; ama, bunun, sadece o bölgeye mahsus gibi gösterilip, o bölgenin insanlarını töhmet altında bırakmak, onları zan altında bırakmak ve bu neviden suçların sıkça işlendiği bir bölge gibi bir sonuca varmak, bence doğru değildir; evvela, bunu belirtmek istiyorum.

İkincisi, tabiatıyla olayın adlî boyutu var. Söyledim; altı aya yakın bir süre evvel bu olay meydana gelmiş, bunun üzerine de, oradaki başsavcılık olaya vazıyet etmiştir. Şu an burada dile getirilen olayla ilgili soruşturma, ağır cezada yargılama safhasına kadar gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, yargıya intikal eden bir olay olması hasebiyle de, bunun üzerinde burada çok fazla konuşmak da, bence, doğru değildir. Sadece, ben de, bir hissiyat olarak, bir düşünce olarak Sayın Muharrem Doğan'ın burada dile getirdiği hususlara katıldığımı, bölgenin tümünün münferit bir olaydan yola çıkarak zan altında bırakılmasının doğru olmayacağını, oradaki insanlarımızın da, Türkiye'nin her köşesindeki insanlar gibi, son derece saygıya layık, saygıdeğer insanlar olduğunu burada bilvesile ifade etmek istedim.

Hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Gündemdışı ikinci söz, Atatürk'ün Amasya'ya gelişi ve Amasya Tamiminin 84 üncü yıldönümü nedeniyle söz isteyen Amasya Milletvekili Hamza Albayrak'a aittir.

Buyurun Sayın Albayrak. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

2.- Amasya Milletvekili Hamza Albayrak'ın, Atatürk'ün Amasya'ya gelişinin ve "Kutsal İttifak" olarak da bilinen Amasya Tamiminin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

HAMZA ALBAYRAK (Amasya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonlarının başında bizleri izleyen aziz milletimiz; "Kutsal İttifak" olarak da bilinen Amasya Tamiminin 84 üncü yıldönümü dolayısıyla gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve tüm Amasyalılar adına en kalbî duygularla selamlıyorum.

12 Haziran 2003 günü, Amasyamızı şereflendiren başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve Meclis Başkanımız olmak üzere, tüm katılımcılara ve emeği geçenlere içtenlikle teşekkür ediyor; hepsini, ayrı ayrı, katkılarından dolayı kutluyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun ilk adımı Amasya'da bu tamimle atılmıştır. Amasya Tamimi, siyasî ve hukukî yönden büyük önem taşıyan tarihî bir belgedir. Bu tamimle, millî mücadele fikri artık bir fikir olmaktan çıkmış, bir eyleme dönüşmüştür. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'da başlayan millî mücadelenin hedefini ve yöntemini belirlemiştir. Tamim, bir bağımsızlık bildirisidir. Bu tamimle, istiklal meşalesi yakılmıştır. Tamim, 23 Nisanın müjdecisi, cumhuriyetin doğum belgesidir. Çatısı altında bulunduğumuz Yüce Mecliste yer alan "Hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir" ifadesinin ilk tescilidir.

Değerli milletvekilleri, şahsî egemenliğin reddedildiği, millet iradesinin ve sivil inisiyatifin temel alındığı yerdir Amasya. Kurtuluşun, yeniden dirilmenin, bağımsızlığın girizgâhıdır Amasya. Mustafa Kemal Paşa, 12 Haziran 1919'da, Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi'nin davetiyle, Amasya'da coşkulu bir kalabalıkla birlikte Cülüs Tepe'den Amasya'ya girer. Amasya Müftüsü Tevfik Efendi'nin, Amasya girişinde karşıladığı Mustafa Kemal Paşa'ya "bütün Amasya emrinizdedir; gazanız mübarek olsun. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Himmetiniz payidar olsun" sözleriyle verdiği destek ve moralle, millî mücadele hareketinin, ilk yazılı tamimle dünyaya ilanıdır.

Mustafa Kemal Paşa, Amasyalılara yaptığı konuşmada "padişah ve hükümet, itilaf devletlerinin elinde esir bir vaziyettedir. Memleket elden gitmek üzeredir. Bu kötü vaziyete çare bulmak için, sizlerle işbirliği yapmaya geldim. Hep beraber, aziz vatanımızı ve istikbalimizi kurtarmak için çalışmalıyız" demiştir.

Amasyalılar "buna hep beraber yemin edelim" diyerek, Anadolu insanının millî hâkimiyet ve millî istiklale dayanan millî mücadelesini başlatmıştır. Emekli Müftü Abdurrahman Kâmil Efendi, ramazan ayının mübarek günü olan cumada, Atatürk'ün talimatıyla yapmış olduğu vaazında, Beyazıt Camiinde "Yegâne çare-i halâs, halkımızın doğrudan doğruya hâkimiyetini eline alması ve iradesini kullanmasıdır" deyip, millî mücadelenin kenetlendiği yerin Amasya olduğunun altını çizmiştir.

Atatürk, bizzat kendisinin kaleme aldığı Amasya Tamimiyle "milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" diyerek, Anadolu'da kalma, sine-i millete dönme kararını almıştır. 22 Haziran 1919'da tüm dünyaya bunu ilan etmiştir, millet egemenliğini dile getirmiştir, vatanımızın uğradığı haksız işgallere ve haksızlıklara karşı Türk Milletinin duygularına tercüman olmuştur.

Tamimde "vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir" şeklinde, ilk ifade, yer almaktadır. Millet ve memleket meselelerine sahip çıkacak bir millî heyetin kurulması söz konusu edilmekte, millî birlik ve beraberlik içerisinde, millete dayanan bir mücadeleyle başarıya ulaşılacağının mesajı verilmektedir. Millet gerçeğine dayanarak, altüst olan düzenin yerine, yeni bir düzeni öngörmektedir. İstiklal, bu yeni düzenin parolası, millî iradeye dayanan millî hâkimiyet ilkesi de gücüdür.

Kısaca, Amasya Tamimi, Türk tarihinde hukukî ve siyasî önemiyle yeni bir Türk Devletinin kuruluşunu hazırlayan bir temel vesika olması bakımından özel bir değer ifade etmektedir. Amasya Tamimi, ayağa kalkmanın, kendine dönmenin onurunu taşımaktadır. Amasya ve Amasyalılar da, buna ev sahipliği yapmanın ve gönlünü, inancını ortaya koymanın gururunu taşımaktadır.

Tarihin tapusu, bilim ve sanatın kapısı, istiklal ve kurtuluşun eşiği, kültür ve uygarlıkların beşiği Amasya, Osmanlıya arka bahçe, cumhuriyete öncülük yapmış; Amasyalı, devamlı, devlet kuranların, devleti ayakta tutmak isteyenlerin yanında yer almıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Albayrak.

HAMZA ALBAYRAK (Devamla) - 7 500 yıllık tarihiyle eğitim, kültür, doğa ve termal turizme öncülük eden ve Anadolu'ya Oxford olmuş Amasyamız, 1998 yılında cumhuriyetimizin 75 inci yıldönümü münasebetiyle kendisine vaat edilen üniversitesini bu Yüce Meclisten beklemektedir. Hiç şüphesiz ki, bu Yüce Meclis, Amasya'ya hak etmiş olduğu, gecikmeli de olsa, üniversitesini en kısa sürede verecektir.

Amasya Tamiminin 84 üncü Yıldönümünü kutlar; ilginize ve Amasya'ya olan katkınıza şimdiden teşekkür eder; hepinize saygılar sunarım efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Albayrak.

Gündemdışı üçüncü söz, memur maaşlarıyla ilgili söz isteyen, Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'e aittir.

Buyurun Sayın Pekel. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

3.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in, hükümetin, kamu çalışanlarının maaşlarına yapmak istediği zam oranlarının az oluşunun getireceği sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması

SEDAT PEKEL (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu çalışanlarının maaş zamlarıyla ilgili sorunlarına dikkati çekmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sosyal ve ekonomik eşitsizliğin sürekli arttığını, memurun, işçinin, emeklinin, dul ve yetimlerin, ne yazık ki, enflasyon karşısında acımasızca ezildiğini üzülerek görüyoruz. Çalışanları, emeklileri ezen bu düzenle mücadele etmek, hepimiz için kaçınılmaz bir görevdir.

Sayın milletvekilleri, memurlarımızın ücretlerine temmuz ayında yapılacak zam ile kamu işçilerinin toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin hâlâ sürdüğü, hükümet yetkililerince kamuoyuna açıklanmıştır. Memur maaşlarına bu yılın ocak ayında yansıtılan yüzde 5 zam sonrası, hükümet, nisan ayı içinde de zam sözü vermiş; ancak, geçen süre içinde çalışanlarımızın bu beklentileri maalesef boşa çıkmıştır. Temmuz ayında yapılacağı söylenilen ve henüz görüşmelerinin sürdüğü açıklanan zam oranının ise yüzde 5 ile yüzde 7 arasında olduğu belirtilmektedir. Yapılacak zam oranının belirsizliği bir yana, konuşulan zam oranının düşüklüğü kamu emekçileri tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Ülkemizin önemli bir çoğunluğunu ilgilendiren  bu konunun geciktirilmeden ve en gerçekçi rakamlarla kamuoyuna açıklanması gerekmektedir. Bununla birlikte, kamu işçileri ile hükümet arasında devam eden ücret artışıyla ilgili görüşmelerden reel bir rakamın çıkacağını ümit etmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, memurlarımızın aldığı ücret, enflasyon karşısında sürekli erimektedir. Bununla ilgili olarak bazı rakamlara dikkat çekmek istiyorum. Maliye Bakanlığı kamu görevlilerinin aylıklarının hesaplanmasında kullanılan verilere göre 1998 yılında memur maaşları yüzde 20 oranında erimiştir. Bu oran, 1999'da 14,2; 2000'de 18,2; 2001'de 13,8 ve 2002'de de 17,9 olarak tespit edilmiştir. Yılın ilk altı ayı bitmek üzereyken, enflasyonun, yüzde 15 olacağı da kesinleşmiştir. Bu durumda, memur maaşlarında, bu ay sonu itibariyle yüzde 10 oranında erime gerçekleşmiş olacaktır. Yılın ilk yarısı için verilmesi gereken zam oranı yüzde 15'ken, memurlara net yüzde 5 verilmiş, hükümet, kamu emekçilerimize, refah payı hariç, yüzde 10 borçlu kalmıştır. Bu rakamlar ışığında, sosyal ve ekonomik eşitsizliğin sürekli arttığını görmemek imkânsızdır.

Sayın milletvekilleri, yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş, yaşamlarının son günlerini rahat ve huzur içerisinde geçirmek isteyen emeklilerimizin, bununla birlikte dul ve yetimlerimizin de, gelir dağılımı bakımından haksızlığa uğrayan bir kesim olduğu açıktır. Aldıkları aylıklarla, yoksulluk sınırının altında yaşam mücadelesi veren işçi ve memur emeklilerimiz, dul ve yetimlerimiz yoksulluk sınırından kurtulmayı, gelir dağılımındaki adaletsizliğin düzeltilmesini ve gelirlerinin bir an önce insanca yaşanabilir seviyeye çıkarılmasını beklemektedirler.

Değerli milletvekilleri, emeklilerimizi yakından ilgilendiren önemli bir başka noktaya dikkat çekmek istiyorum. Sosyal devlet ve eşitlik ilkesine esas olarak, Emekli Sandığı ve SSK emeklileri arasında, bağlanan aylıklar bakımından bir farkın olmaması gerekirken, yıllardır eşitlik ilkesi çiğnenerek, çıkarılan kanunlarla eşitsizlikler ve haksızlıklar artmış, aylıklarda, olmaması gereken farklılıklar oluşmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Pekel.

SEDAT PEKEL (Devamla) - Çalışma süreleri, prim ödeme gün sayıları, ödenen prim ve vergiler bakımından ortak özellik taşıyan işçi ve memurlara farklı sistemlerin uygulanması, farklılıkların oluşmasına neden olmuştur. Bunun en somut örneği, aylık bağlama oranlarında görülmektedir.

4447 sayılı Kanunla, aylık bağlama oranlarında hak kaybı getiren değişiklikler yapılmış, Emekli Sandığı kapsamında yirmi yıl prim ödemiş bir hak sahibine yüzde 70 oranında aylık bağlanırken, aynı süre prim ödemiş SSK emeklisine yüzde 55 oranında aylık bağlanmıştır. 2000 yılı öncesi dönemde, en az aylık bağlama oranı, 4447 sayılı Kanunla yüzde 35'e çekilmiş; Emekli Sandığı Kanununda ise, yüzde 70'lik bağlama oranında değişiklik yapılmamıştır. Bu bakımdan, SSK emeklileri için de aylık bağlama oranı yüzde 70'e çekilmeli ve bu şekilde eşitlik sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, emeklilerimiz arasında, ekonomik ve sosyal bakımdan dikkat çeken eşitsizliklerin diğerlerini ise şu başlıklar altında toplayabiliriz:

Aylık hesaplanmasında, Emekli Sandığı kapsamında olanların en son kazançları dikkate alınırken, SSK'lılar bakımından, çalışılan sürelerdeki ortalama yıllık kazanç esas alınarak aylıklar hesaplanmaktadır.

506 sayılı Kanunda yapılan değişikliklerde, sosyal güvenlik haklarında temel normlar, genel ölçüler ve yaşam koşulları dikkate alınmamıştır.

Sosyal güvenlik kuruluşları arasında norm ve standart birliği sağlayacak değişiklikler yapılmamış; farklılıklar nedeniyle emekliler, kendi içlerinde küstürülmüşlerdir.

SSK'da, aylıkların artışı, aylık tüketici fiyatlarına endekslenmiş; Emekli Sandığında ise, gösterge ve katsayı sistemine göre artışlar yapılmaktadır.

Emekli Sandığında, çalışanların haklarına paralel olarak emekli aylıklarında artışlar yapılırken, SSK'da ise aylık TÜFE ile artışlar öngörülmüştür.

Ayrıca, SSK ve Bağ-Kur emeklilerine seyyanen yapılan 75 000 000 ve 100 000 000 liralık zamdan sonra 58 inci hükümetin Başbakanı Sayın Abdullah Gül tarafından TÜFE artışının da devam edeceği sözü verilmesine rağmen, bu artışların yapılmaması, SSK ve Bağ-Kur emeklilerini gerçekten zor durumda bırakmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEDAT PEKEL (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, sosyal ve ekonomik eşitsizliğin önüne geçmek, memurumuzu, işçimizi, emeklimizi, dul ve yetimlerimizi enflasyon karşısında mağdur etmemek, hepimiz için kaçınılmaz görevdir.

Sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim Başkanım.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Pekel.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın (6/248) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/71)

                                                                        18.3.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(6/248) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.                   

     Nail Kamacı

           Antalya

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

2.- Avrupa-Akdeniz Forumu çerçevesinde oluşturulan çalışma grubu toplantılarına, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen iki milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyetinin katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/317)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Avrupa-Akdeniz Forumu çerçevesinde oluşturulan çalışma grubu toplantılarına Türkiye Büyük Millet Meclisinden, iki milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyeti davet edilmektedir.

Buna göre, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca bir parlamenter heyetin anılan toplantıya katılması hususu Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

               İsmail Alptekin

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı Vekili

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım ve istem halinde ikişer üyeye, lehte ve aleyhte, 10'ar dakika söz vereceğim.

Öneriyi okutuyorum:

V. - ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- Genel Kurulun çalışma saatleri ile gündemindeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 19.6.2003 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

      Haluk İpek

AK Parti Grubu Başkanvekili

Öneri:

Genel Kurulun 19.6.2003 Perşembe günkü (bugün) Birleşiminde, daha önce gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve dağıtılan 180 sıra sayılı kanun tasarısının 48 saat geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 1 inci sırasına, bu kısmın 16 ncı sırasında yer alan 146 sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü sırasına, 1 inci sırasında yer alan 152 sıra sayılı kanun tasarısının ise 4 üncü sırasına alınması ve gündemin 3 üncü sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması, görüşmelerin saat 24.00'e kadar tamamlanamaması halinde saat 24.00'ten sonra da çalışmalara devam edilmesinin Genel Kurulun onayına sunulması önerilmiştir.

BAŞKAN - Söz talebi?..

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özyürek.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin Meclis gündemiyle ilgili önerisi hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, salı günü, yine, burada, bir Danışma Kurulu önerisini oybirliğiyle kabul ettik; çünkü, Danışma Kurulunda, Adalet ve Kalkınma Partisinin grup başkanvekilleriyle, Cumhuriyet Halk Partisinin grup başkanvekilleri gündem konusunda bir mutabakat sağlamışlardı. O mutabakat çerçevesinde de çalışmalarımızı yürütürken, bugün, farklı bir durumla karşı karşıya kaldık. O farklılık nereden kaynaklandı diye baktığımızda, "Avrupa Birliğiyle uyum yasası" dediğimiz bazı kanunlarda değişiklik yapan bir yasa tasarısının öncelikle görüşülmesi talebi olduğunu gördük.

Şimdi, öyle zannediyorum ki, böylesine günübirlik bir çalışma yönteminin uygulanmasından, Adalet ve Kalkınma Partisinin grup başkanvekilleri ve siz değerli milletvekilleri de şikâyetçisiniz.

Şimdi, öne alınması istenen bu Avrupa Birliğiyle uyum yasa tasarısının çok önceleri hazırlandığını -hatta Sayın Adalet Bakanı, lütfedip, bizim grubumuza göndermişlerdi- biliyoruz. Bu taslak, nedense, hükümette uzunca bir süre bekledikten sonra, çok küçük bir iki değişiklikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine geldi, aceleyle Adalet Komisyonundan geçirildi ve yine, 48 saat beklemeden gündeme alınması istendi.

Baştan beri, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bütün sözcülerimizin ağzından ve Genel Başkanımız Sayın Deniz Baykal'ın ağzından ifade ettik ki, esas itibariyle, biz, Avrupa Birliğine uyum paketi olarak nitelendirilen tasarıyı destekliyoruz. Burada bir sorunumuz yok; ama, hükümetin, görevini zamanında yapmayıp, Meclise, konuyu yeteri kadar düşünme, inceleme, araştırma fırsatı vermemiş olmasından, doğrusu, son derece üzüntü duyuyorum. Bu konuda, o kadar çok çeşitli demeçler dinledik ki, alt alta yazıp okusam, bir roman olur. Sayın Başbakan, birkaç kez "biz, bu uyum yasasının Mecliste enine boyuna tartışılmasına fırsat verecek şekilde davranacağız, Meclisi sıkboğaz etmeyeceğiz" dediler ve biz, gündemi -daha önce- salı günü belirledikten sonra da, Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül'ün bir demeci yayımlandı; dedi ki: "Bu hafta uyum paketi Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkacak."

Değerli arkadaşlarım, geçmişteki tartışmaları hatırlarsınız. Onbeş günde 15 yasa diye, IMF'nin istekleri doğrultusunda bir dayatma gündeme geldiğinde, o zamanki Mecliste çok fazla tepki gösterilmişti. Bu tepkiyi gösteren gruplardan biri de, o zamanki Adalet ve Kalkınma Partisiydi. Bizim itirazımız, uyum yasalarına değil; bizim itirazımız, Meclisi biraz yok sayma, Meclisi bir noter gibi kullanma alışkanlığınadır. Hükümeti, bu noktada, gerçekten, dikkatli olmaya çağırıyorum. Böylesine önemli bir konuyu, uzunca bir süre hükümetin gündeminde tuttuktan sonra, ilgili komisyonda iki saat görüştüreceksiniz ve daha önemlisi, bu tasarının mutlaka ve mutlaka Anayasa Komisyonunda da görüşülmesi gerekirken, Anayasa Komisyonunda görüşülmesine fırsat vermeyeceksiniz ve daha yeni kurmuş olduğumuz Avrupa Birliğiyle uyumla ilgili komisyondan geçirmeyeceksiniz ve Genel Kurulun önüne getireceksiniz. Nasıl olsa, muhalefetin de buna itirazı yok, öyleyse ne gerek var bütün bunlara diyebilirsiniz; ama, biz, bir görev yapıyoruz. Burada her milletvekilinin görüşünün bir önemi, bir ağırlığı var. Zaten, bu uyum yasalarını çıkarmakla, Mecliste kabul edilmekle bir şey olmuyor ki. Türkiye, hâlâ, kitapların yakıldığı bir ülke. Geçen gün, yine basından izlemişsinizdir;  Marquis de Sade'ın, klasikleşmiş, artık üniversitelerde bile okutulan bir kitabı, mahkeme kararıyla yakıldı. Biz, böyle, yüz yıl önce yazılmış, klasikleşmiş bir kitabı bile yakan ülke konumunu, manzarasını sergilediğimiz sürece, burada istediğiniz kadar kanun çıkarınız, ne kendinizi özgürlükçü bir ülke, demokrasiyi bütün kurum ve kurallarıyla uygulayan bir ülke şeklinde gösterebilirsiniz ne de Avrupa Birliğine kabul, üyelik yönünde önemli bir adım atmış olursunuz.

Yine, işkencecilerle ilgili sorunlar aynen devam ediyor. İşkence yapan polisler, bir türlü, gelip mahkemede ifade vermiyorlar. Böylesi bir manzarayla -biz, burada, oybirliğiyle her gün kanun çıkaralım- inanmanızı isterim ki, bir adım atamayız değerli arkadaşlarım.

Tabiî, hükümet yeni kuruldu denilebilir; ama, bu hükümetimiz yedi aydır işbaşındadır. Artık, buradan çıkan kanunların, özellikle demokrasiyi daha yaygınlaştıran, özgürlükleri daha etkinleştiren kanunların mutlaka hayata geçirilmesi lazım. Bunun sağlanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değil, hükümetin sorumluluğundadır. Artık, Türkiye'de, işkence kesinlikle gündemden çıkmalıdır değerli arkadaşlarım; yani, Türkiye, işkenceyle anılan bir ülke konumundan kesinlikle çıkarılmalıdır. Artık, Türkiye, yazdığı için, çizdiği için, düşündüğü için, insanların hapse atıldığı bir ülke konumundan çıkarılmalıdır. Artık, Türkiye'de kitaplar yakılmamalıdır, düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü suç olmaktan çıkarılmalıdır.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu dileklerimize bir adım olur diye, bu uyum yasalarını sonuna kadar destekliyoruz; ama, bu yasaların eksiksiz bir şekilde uygulanması görevini hükümete verirken, bunun da takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz.

Ayrıca, bu, sadece Cumhuriyet Halk Partisinin, sadece muhalefetin, sadece bazı sivil toplum örgütlerinin, sadece insan hakları ihlalleriyle mücadele, insan haklarını korumaya çalışan örgütlerin sorunu değil, birinci derecede de iktidar partisinin sorunudur. Bu konularda dikkatli olmak, hassas olmak, her türlü duyarlılığı göstermek boynumuzun borcudur, üzerimize düşen bir görevdir ve yine, hükümetimizin, çoğunluk partimizin, bu Meclisi saygın bir hale getirebilmek için, hiç olmazsa, 48 saat geçmeden kanun tasarılarının görüşülmediği, 48 saat geçmeden komisyonlarda kanun tasarı ve tekliflerinin ele alınmadığı; yani, milletvekillerinin de, halkın temsilcileri olarak, böylesine önemli konularda fikirlerinin olabileceği, onların da görüş ifade edebileceği, onların da düşüncelerini hayata geçirmek isteyeceği nedeniyle hassasiyet göstermesini bekliyorum. Eğer, içimizden çıkmış olan hükümet ve içimizde olan çoğunluk partisi, milletvekillerinin bu doğal hakkına saygı göstermezse, kamuoyundan saygıyı bekleyemeyiz. O nedenle, biz, Danışma Kurulunda, bugün gündeme gelen konularla ilgili muhalefet ettik; ama, biraz sonra görüşeceğimiz konuda bazı ufak tefek değişiklik önergelerimiz dışında, Avrupa Birliğine uyum paketini özü itibariyle destekliyoruz ve diliyoruz ki, şu paketleri 6, 7, 8, 9 gibi, sıralamaktan, numaralandırmaktan vazgeçelim, ne yapacaksak birden yapalım, ikmale kalmış çocuklar gibi durmadan sınava giren insanlar olmaktan kurtulalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özyürek.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Hükümet, ne getirecekse, dilerdik ki, bununla birlikte, Altıncı Uyum Paketinin içinde hepsini getirsin, burada gece gündüz konuşalım, noktalayalım ve bundan sonra da, hep birlikte, uygulamayı takip edelim; ama, ne yazık ki, altıncısı bitmeden yedincisini, yedincisi bitmeden sekizincisini konuşan bir ülke haline geldik. Biz, bundan büyük üzüntü duyuyoruz. İçeriğindeki ilgili konularda fazla farklılığımız yok; ama, bunun, zamanında gündeme gelmeyişinden, olayların yaygınlaşmasından... Doğrusu, bu hafta bu kanun tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşeceğimizi, Dışişleri Bakanımızın televizyon açıklamalarından da öğrenmek istemiyoruz. Biz, bunu, Danışma Kurulunda belirlemek istiyoruz; biz, bunu, önceden bilmek istiyoruz. Sayın Bakanlarımız, Türkiye Büyük Millet Meclisine emir verme alışkanlığından, kesinlikle, vazgeçmelidirler. Bunu dilemek, bu temennide buluşmak sadece Cumhuriyet Halk Partisinin değil, seçilmiş ve buraya gelmiş olan Adalet ve Kalkınma Partisi üyelerinin de sorumluluğundadır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyürek.

Önerinin aleyhinde olmak üzere, Sayın Oğuz Oyan; buyurun.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Danışma Kurulu yeniden toplandı; bu haftanın gündemini belirlemişken, yeni bir gündem maddesi eklendi. Şimdi, bu gündem maddesi, uyum yasası tasarısı.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu mesele, haftalardır, belki de iki aydır kamuoyunda tartışılan bir mesele. Haftalardır, iki aydır kamuoyunda tartışılan bir meselenin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışılması için iki günü yeterli göreceksiniz; bir gün komisyon, bir gün Genel Kurul; oldubitti... Bu acelecilik niye değerli arkadaşlarım? Bunun arkasındaki gerekçeler nelerdir? Bize sunulan gerekçe ne; süreci hızlandıralım, yarınki Selanik Zirvesine yetiştirelim.

Değerli arkadaşlarım, Selanik Zirvesi dün ilan edilmedi, bunu dün öğrenmedik. Bu, öteden beri bilinen bir tarih. Şimdi, hükümet, kendi gecikmesinin bedelini yasama organına müdahale ederek mi çıkarıyor?! O zaman, güçler ayrılığı nerede kaldı?! Biz, yasama organı olarak "ey yürütme, ey hükümet, bırak da, biz bunu bir tartışalım" dememeli miyiz?! Bunun, sadece gazete haberleri üzerinden kamuoyunda tartışılması yeter mi?! Biz milletvekilleriyiz, bunu tartışalım, eksiği gediği varsa tamamlayalım. Bu yasama organı bunu yaptı. Buna siz de katıldınız bir kere. Bunu bırakın tamamlayalım, yanlış bir şey varsa söyleyelim; ama, bir tartışalım. Milletvekilleri okusunlar. Daha dün çıktı; bir tek komisyona gidebildi, ikinci komisyon görüşmedi. Bir başka komisyonun, Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun görüşmesi gerekiyordu. Biz bu komisyonu niye kurduk?! Bu komisyonun sekreteryası daha çalışmaya başlamamış; anlarım; yani, bütün tasarıları oraya yollamayalım. Sekreteryası şimdilik bunu kaldıramaz; ama, bir tane tasarıyı, çok önemli bir tasarıyı, bir uyum yasası tasarısını da yollamayacaksak neyi yollayacağız Avrupa Birliği Uyum Komisyonuna?! Başkanı yurt dışındaymış. Başkanın vekili yok mudur; vekili burada. Olmadı, öbür haftabaşında konuşun. Nedir aceleniz?

Değerli arkadaşlarım, bakınız, burada Meclisin itibarı söz konusudur. Hiçbir gerekçe Meclisin itibarından daha önemli olamaz. Meclis, yürütmenin her dediğine "evet" ve bütün İçtüzük kuralları için "evet" dedikçe, kendi itibarını sürekli olarak aşındırmaktadır. Bu, bir erozyondur. Bu erozyona, lütfen, katkıda bulunmayınız. Biz, bunu, değerli grup başkanvekiline de söyledik. Bugün bunun gelmemesi gerekiyordu. Bunun, mutlaka, komisyon sürecini tamamlayarak buraya gelmesi gerekirdi. Üstelik, bakın, üzerinde büyük ölçüde de anlaştığımız bir mesele; ama, burada, bu, sadece biçimsel bir itiraz değil. Burada, yasama organının haklarının gasbına itiraz etmemiz gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye'nin, bu tür zirvelere, oldubittiyle, böyle, birtakım şeyleri hızla yetiştirerek bir avantaj sağlaması söz konusu olamaz. Biz bunu yarına yetiştirdik diye, karşılığında Avrupa Birliği bir adım mı atacak?! Nedir bunu yarına yetiştirmenin gerekçesi? Eğer, bu, Millet Meclisine sunulmuşsa ve Millet Meclisinde iki parti -Anamuhalefet Partisi ve İktidar Partisi- buna büyük ölçüde "evet" demişse, zaten, bunun buraya sunulmuş olması, zirve için yeterli koşuldur; yeterlidir. Bunun ötesine gitmek, Türkiye'nin demokrasisini, tartışılan bir demokrasi, eksikli bir demokrasi... Yani, biz, kendi demokratik rüştümüzü ispat edemedik; sanki, bunu götürürsek "tamam, işte, Türkiye demokratikleşiyor" mu denilecek? Nedir mesele?

Bakın, bu ülkeyi Avrupa Birliğine en çok yaklaştıran karar nedir biliyor musunuz; bu ülkeyi Avrupa Birliğine en çok yaklaştıran karar, ne bizim daha önce -aralıkta, ocakta- çıkardığımız uyum paketi ne bu; bizi Avrupa Birliğine yaklaştıran en önemli karar, bu Meclisin, hükümetin getirdiği bir tezkereyi reddettiği gündür. Bu, bizi Avrupa Birliğine en çok yaklaştıran karardır; yani, 1 Mart olayıdır bu Meclisin rüştünü ispat eden. Hükümet, bugün, bunu görebilmelidir. Avrupa Birliğinde Türkiye'nin itibarı, prestiji arttıysa, bu, 1 Mart olayı dolayısıyladır; yani, Meclis, kendi haklarına sahip çıktığı gün bunu kanıtlamıştır ve "ben, olgun bir demokratik ülkeyim, hükümetin her dediğine evet demem" diyebilmiştir.

Burada, hükümet, bu süreci hızlandırmak istiyor. Geliniz "hayır, her şey yerinde; biz bunu tartışalım, bu AB Komisyonuna da gitsin, ondan sonra" diyebilmeliyiz. Benzer şekilde -birazdan gelecek- sanki Doğu Avrupa'nın demokrasiye yeni geçmiş ülkeleri gibi, sanki bir eksikli demokrasi gibi, Hollanda dışında hiçbir Avrupa Birliği ülkesi seçimlerde hükümetdışı kuruluşlardan gözlemci bulundurmayı kabul etmemişken ve bunu Seçim Yasasına geçirmemişken, iş hukuku yasasına geçirmemişken, sadece AGİT zirvesi üzerinden geçirilirken, bugün bunu burada hızlandırmak, bizim Avrupa Birliğine dönük itibarımızı artıran bir şey mi sanıyorsunuz? Bu, birazdan önümüze gelecek.

Değerli arkadaşlarım, biz, kendimizi, on yıllık bir süredir demokrasi oyununa girmiş ülkelerle bir tutan bir düzenlemeyi acaba getirmeli miydik? Türkiye bu duruma düşürülmemeli. Türkiye'nin onurunu korumak, her şeyden önce, hükümetin de, yasama organının da ortak görevidir. Eğer, bir tanesi bunu yeterince korumuyorsa, yasama organının bunu hatırlatmak görevi vardır ve ben sizi, bugün, bu göreve davet ediyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Oyan.

Önerinin lehinde, Ankara Milletvekili Haluk İpek.

Buyurun Sayın İpek. (AK Parti sıralarından alkışlar)

HALUK İPEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danışma Kurulunda, üzerinde muhalefet partisiyle uzlaşma, oybirliği sağlayamadığımız paketin Genel Kurula taşınması sebebiyle lehinde söz almış bulunuyorum. Salı günü yapmış olduğumuz Danışma Kurulunda, doğru, oybirliğiyle, uzlaşarak Genel Kurulun gündemini hazırladık; ancak, tabiî, hızlı gelişen gündem nedeniyle, daha önceden Aralık 2002 tarihinde Avrupa Birliğine katılım sürecinde vermiş olduğumuz taahhütler nedeniyle, Altıncı Uyum Paketini bugün buraya getirmemiz zarurî oldu.

Paketin içeriği konusunda muhalefetin herhangi bir itirazı söz konusu değil. Bu da sevindirici. Esasen, 48 saat süre geçmeden Genel Kurula taşınması konusuna itiraz ediyorlar. Biz, İktidar Grubu olarak, mümkün olduğunca ve geneli itibariyle 48 saat geçmeden tasarıları Genel Kurula taşımamayı, esas itibariyle, ilke olarak takip ediyoruz ve bu konuda da genelde uzlaşıyoruz; ancak, bilindiği gibi -bugün, toplantıda da söyledik- 20 Haziranda Selanik Zirvesi var. Selanik Zirvesine giden hükümetimizin, bu paketi, yani Altıncı Uyum Paketini çıkarmış olarak gitmesi, orada kendisini çok daha güçlü kılacaktır.

İçeriğine itirazı olmayan muhalefetin, bu konuda da, hızlanma konusunda da bizi anlayışla karşılamasını bekliyoruz; çünkü, Türkiye'nin demokratikleşmesi, ifade hürriyetinin ve temel hak ve hürriyetlerin, yine Avrupa'daki ülkeler gibi yüksek seviyelere ulaşması konusunda, iktidarın da muhalefetin de aynı görüşleri paylaştığı gözükmekte.

Yine, itiraz ettikleri hususlardan birisi şudur: Eğer, hızlı bir şekilde çıkarılması öngörülen bu tasarıları hükümet Meclise dayatırsa, bu, Meclisin itibarını düşürür deniliyor. Bu, oldukça yanlış bir yaklaşım; çünkü, bu Altıncı Uyum Paketinin, yani, demokratikleşmeyi hızlandıracak paketin Meclisten bir an önce çıkması, Meclisin itibarını daha da artıracaktır.

Ayrıca, komisyonlara, yani, Anayasa Komisyonu ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonuna gitmediği konusunda itiraz var. Meclis Başkanlığımız, tali komisyon olarak Anayasa Komisyonunu belirlemiş. Onunla ilgili de, zannediyorum, görüş gitmemiş; aslî komisyon olarak Adalet Komisyonunda tartışılmış ve geçirilmiş.

Avrupa Birliği Uyum Komisyonu da henüz çalışmalarını düzgün bir şekilde başlatabilmekle ilgili, gerekli sekreterya ve kurulun toplanmasıyla ilgili tam hazırlığını yapamadığından, sürecin de hızlı olması sebebiyle, bunu getirdik.

Altıncı Paket, arkasından yedinci paket deniliyor. Kendim de hukukçu olduğum için bu hususu da söylemek istiyorum. Hukuk ihdas etmek ve kural koymak, esasen, zamanı dondurmaktır. Dolayısıyla, ihtiyaçlar zamanla hızlı bir şekilde değiştiği için, hukuk kurallarının değişmesi de mümkündür. Yedinci paket de gelebilir. Bundan sonra, biz, kendi değerlendirmelerimizle, başka sekizinci paketlerle demokratikleşmeyi daha da hızlandırabiliriz.

Ben, paketin memleketimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın İpek.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1 inci sıraya alınan, Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporu (1/610) (S. Sayısı: 180) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu, 180 sıra sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Ziya Yergök; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz, 20 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA MEHMET ZİYA YERGÖK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda Avrupa Birliği uyum paketi olarak tartışılan Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere, söz almış bulunmaktayım. Öncelikle, konunun geneli ve Avrupa Birliği boyutuna değinmek istiyor ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olması, demokratikleşme, gelişme ve kalkınma yolunda toplumun özlediği büyük bir adımdır. Bugün aday ülkeyiz. Bu adaylık, içinde bulunduğumuz günlerin çok köklü atılımları, esaslı değişim ve dönüşümleri gerektiren bir dönem olduğu anlamına da gelmektedir.

Avrupa Birliği yolunda ülkemizde en önemli değişikliklerin, hukuk alanında olması gerekmektedir. Birliğe tam üyelik için Kopenhag siyasî kriterleri başta olmak üzere, Türkiye'nin, tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerden ve bu sözleşmelerle kurulup tanınmış devletlerüstü otoritelerin karar ve işlemlerinden ilham alarak, mevzuat ve uygulamalarını evrensel ölçüde kabul edilmiş asgarî standartlara uygun biçime getirmesi zorunluluğu vardır. Bugün, altıncısını görüşmekte olduğumuz uyum yasalarıyla da bu gereklerin yerine getirilmesi doğrultusunda bir adım daha atılmış olmaktadır. Yapılan bütün bu düzenlemelere karşın, uygulamada hepimizi rahatsız eden, çağdaş ve evrensel standartlara uymayan durumlarla karşılaşıyor ve üzülüyoruz. Daha dün Hakkâri'de bir tiyatro oyununun engellenmesi, İstanbul'daki kitap yakma kararı, bunlara örnek gösterilebilir. Bu da, mevzuatımızda daha değiştirilmesi gereken pek çok hususun bulunduğunu ortaya koymaktadır; ancak, söz konusu standartlara sadece mevzuat değişikliğiyle ulaşılamayacağı da açıktır. Başta uygulayıcılar olmak üzere tüm yurttaşların çağdaş ve evrensel standartlara ve zihniyete kavuşabilmesi için gerekli ortam ve olanaklar mutlaka sağlanmalıdır. Bunun için yapılacak ilk iş, genel ve meslekiçi eğitime önem vermek, eğitimin seviyesini yükseltmek olmalıdır.

Türkiye, cumhuriyetle birlikte, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı kendisine hedef koymuştur. Cumhuriyet zaten bir çağdaşlık ve uygarlık projesidir. Cumhuriyetle birlikte gerçekleştirilen hukuk devrimi, toplumu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmayı amaçlamıştır. Tüm temel yasalarımız Batı ülkelerinden aynen alınmıştır. Avrupa kültürünün ürünü olan bu yasalar, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hukuk temelini oluşturmuştur. Başta, Büyük Önder Atatürk olmak üzere, devrimin önderleri şunu kesinlikle biliyorlardı ki; Batı kültürü, Batı uygarlığı, tüm insanlığın yüzyıllarca verdiği büyük mücadeleler ve ödedikleri ağır bedellerle oluşmuş ortak değerlerdir; tüm insanlığın üzerinde hak iddia edeceği evrensel değerlerdir. Bu inançla, başta hukuk devrimi olmak üzere, toplumsal yaşam açısından çok önem taşıyan devrimler ardı ardına gerçekleştirilmiştir. 1923 yılında büyük bir inançla ve coşkuyla başlayan ve on yıl içerisinde tamamen kök salarak tüm yurdu kapsayan atılımlar aynı heyecan ve kararlılıkla günümüze kadar sürdürülebilseydi, kuşkusuz, ülkemiz bugün bulunduğu durumdan çok daha ileri bir durumda olurdu.

Yine, 1961 özgürlükçü anayasasıyla kurmayı başardığımız hukuk devleti çatısını 1980 yılında kesintiye uğratmadan koruyabilseydik, anayasa olmaktan çok bir "ana yasak" olan 1982 Anayasasına mahkûm olmasaydık, bugün, Kopenhag siyasî kriterleri diye karşımıza çıkarılan ölçütleri çoktan yakalamış olurduk. Ancak, olan oldu; hiç olmazsa, bundan sonra hata yapmayalım, zaman kaybetmeyelim.

Çağdaş toplum anlayışına yaşamın her alanında işlerlik kazandırmayı amaç edindiğimize göre, uygar ve demokratik bir devlet olmanın tüm gereklerini yerine getirecek köklü, kapsamlı ve hızlı yapısal değişiklik ve düzenlemelerin bir an önce yapılması gerekmektedir. Aslında, bu anlamda, gerek Anayasamızda gerek yasalarımızda bugüne kadar pek çok düzenleme de yapılmıştır. Görüşmekte olduğumuz tasarıyla yapılmakta olan düzenlemeler de, esas itibariyle, bu amacın gerçekleşmesine katkı sağlayacak düzenlemelerdir.

Değerli milletvekilleri, içinde yer almak istediğimiz Avrupa toplumu, bir demokrasi ve hukuk toplumudur. Biz de, ülkemizde, tüm kurum ve kurallarıyla işleyen eksiksiz bir demokrasiyi yerleştirmeliyiz; insan haklarını, hukukun üstünlüğünü egemen kılmalıyız, üretimi ve refahı artırmalıyız, hakça paylaşımı ve sosyal devleti gerçekleştirmeliyiz. Çağdaş demokrasilerde hukuk devleti, anayasanın açık hükümlerinden önce, hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkelere, evrensel hukukun üstün kurallarına, yasaların üzerinde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkelerine bağlı olan devlettir. Hukuk devleti olmanın gereklerini yerine getirmek için de buna uygun düzenlemeleri yapmamız kaçınılmazdır. Yüce Meclisimiz de, bu konuda üzerine düşen görevi yapmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı hakkında da bazı değerlendirmelerde bulunmak istiyorum. Tasarıyla, bir yandan, Anayasada yapılan değişikliklere uyum sağlanması, diğer yandan, Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı çerçevesinde alınması gereken tedbirlerle ilgili olarak, çeşitli kanunlarda değişiklik yapılması amaçlanmaktadır.

Öncelikle, bir yanlış uygulamaya ben de dikkati çekmek istiyorum. Bu tasarı, günlerdir, kamuoyunda, daha çok, basın üzerinden ve basına yansıyan bilgilerle tartışıldı, konuşuldu; gerilimler yaratıldı ve daha dün, Adalet Komisyonunda görüşülüp, kabul edildi; bugün de, İçtüzüğün öngördüğü 48 saatlik süre bile geçmeden, Genel Kurulun önüne getirildi.

Değerli milletvekilleri, Yüce Meclisin aslî görevi, yasama görevidir. Kuşkusuz, kamuoyundaki tartışmalar ve oradan gelen katkılar da değerlidir; fakat, asıl tartışma ve konuşma zemini, Parlamentodur; ancak, sayın milletvekillerinin komisyon raporunu ve tasarıyı incelemelerine olanak sağlanmadan, katkılarına yeteri kadar fırsat tanınmadan, tasarı, Genel Kurula getiriliyor ve yasalaştırılmaya çalışılıyor. Bu, doğru değildir. Bu durum, milletvekilinin bilgi edinme hakkının, yasama çalışmalarına etkin biçimde katılma ve katkıda bulunma hakkının ihlalidir. Bu konuda, gerekli özeni ve duyarlılığı göstermek için, ille Avrupa Birliğinden uyarı ve eleştiri mi almamız gerekiyor?! Lütfen, bu yanlış uygulamadan ve alışkanlıklardan vazgeçelim.

Ayrıca, esas komisyon olarak sadece Adalet Komisyonunda görüşülerek Genel Kurula sevk edilen bu tasarının, ilgisi nedeniyle, Anayasa Komisyonunda da görüşülmesi doğru ve yerinde olurdu. Nitekim, bu durum, Anayasa Komisyonu Başkanı, Adalet Komisyonu Başkanı ve Meclis Başkanı arasında birtakım yazışmalara ve itirazlara da konu olmuştur. Kaldı ki, kısa süre önce, Meclisimizce, Avrupa Birliği Komisyonu oluşturuldu. Bu tasarı, keşke o komisyonda da tartışılıp konuşulmuş olsaydı; bundan zarar değil, yarar gelirdi. Kısaca, bu sürecin işlememesi de yanlış olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Altıncı Uyum Paketi sürecinde bir diğer yanlış da, Avrupa Birliğine uyum açısından, Anayasaya uyum açısından gerekli olmayan, talep edilmeyen düzenlemelere pakette yer verilmesi, bununla da gereksiz gerilim ve tartışma yaratılması olmuştur. Başbakanlığa gönderilen ilk metinde, 10 uncu maddenin son fıkrasında, kat mülkiyetine tabi veya müstakil binalarda ihtiyaç olması halinde ibadet yeri açılmasına imkân veren bir düzenleme bulunmaktaydı. Büyük tartışma yaratan, haklı tepki ve itirazlara neden olan ve zaman kaybına yol açan bu düzenlemenin Avrupa Birliğiyle ne ilgisi vardı!.. Avrupa Birliğine uyumla, Kopenhag Kriterleriyle ne alakası vardı!.. Vardıysa, sonradan, tasarı metninden neden çıkarıldı?! Demek ki, yoktu ve gerçekten de yoktu. Bunlar, yanlış yaklaşımlardır. Ben, o günlerde, bu uyum paketiyle ilgili olarak, uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Sayın Hasan Köni'yle birlikte bir televizyon programına katılmıştım. O programda, Sayın Köni'ye "Hocam, Avrupa Birliği apartmanların altında ibadet yeri istiyor mu" diye soruldu. Hoca, aynen "hayır, istemiyor; Avrupa Birliği, apartmanların altında otopark yapılmasını istiyor" diye, çok veciz ve esprili bir yanıt vermişti. Umarım hükümet, bunu, sonraki paketlerde değerlendirir.

Ayrıca, görüşmekte olduğumuz tasarıda, 298 sayılı Kanuna bir madde eklenerek, seçimlerde yabancı gözlemci bulunması ve seçimin tüm aşamalarını izlemeleri hükmü getirilmektedir. Böyle bir düzenlemenin Seçim Kanununa taşınması zorunluluğu bulunmadığı görüşündeyiz. Türkiye, bu konuda, AGİT çerçevesinde bir taahhütte bulunmuş ve bu taahhüt yerine getirilmiştir; 3 Kasım seçimleri, uluslararası heyetler tarafından izlenmiştir. Bosna-Hersek, Ukrayna, Romanya ve Hollanda'nın dışında, hiçbir ülkenin seçim kanununda böyle bir düzenleme yoktur. Ancak, ilgili maddenin gerekçesi de yanıltıcıdır. Gerekçede "İspanya, Fransa ve Almanya'da olduğu gibi" denilmiştir. Halbuki, bu ülkelerin hiçbirinin seçim kanunlarında böyle bir düzenleme bulunmamaktadır.

Avrupa Birliğinin istemediği şeyleri veya istediğinden daha fazlasını yasalarımıza koyarak, daha fazla göze gireriz, ön alırız anlayışı doğru değildir. Bu anlayış, bizi yüceltmez ve bize saygınlık kazandırmaz. Dikkafalılık yapmayalım; ancak, başımızı dik tutmasını da bilelim. Büyük bir devlet olduğumuzu unutmayalım.

Yine, tasarıyla, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinde "ayrıca kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yayın yapılabilir" şeklinde değişiklik yapılmaktadır. Bu konuda gereken düzenleme, esas itibariyle Anayasada da yapılmıştır. İçinde yaşadığımız dünyada, herkesin kendi anadilini konuşma, anadilinde yayın yapma, anadilini öğrenme hakkı, tartışma götürmez bir haktır. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu sorunun çözülmesi gerektiğini her zaman dile getirdik, konuyla ilgili iyi niyetle yapıcı öneriler ortaya attık. Türkiye, anadil konusunda hiç kimseye engel çıkarma durumunda olamaz. Bütün dünyada kullanılan haklar ülkemizde de rahatlıkla kullanılmalıdır. Burada önemli gördüğümüz, Türkiye'yi oluşturan çeşitli etnik grupların anadillerini öğrenme görevinin bir kamu hizmetine dönüşmemesi ve bunun özel alana bırakılmasıdır.

Değerli milletvekilleri, mevcut tasarıyla Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin kaldırılması da isabetli bir düzenlemedir. Terörle Mücadele Yasasının antidemokratik 8 inci maddesine dayanılarak verilen kararlarla mağdur edilenlerin durumları yurt içinde ve yurt dışında yıllarca tartışıldı, konuşuldu. Türkiye, bilim adamlarını, yazarlarını, gazetecilerini, aydınlarını düşüncelerinden ötürü yargılayan ve adî suçların çok üstünde ceza veren ülke konumunda görüldü. 1994 yılında kurulan 50 nci koalisyon hükümetinin protokolünde ve uygulama programında da bu konuya yer verilmesine rağmen, ne yazık ki, Terörle Mücadele Yasasının 8 inci maddesinin kaldırılması bugünlere kalmıştır. Doğru olan, düşünce özgürlüğüne, ancak şiddet kullanılan hallerde bir sınırlama getirilmesidir. Zaten, eğer bir şiddet varsa, ortada düşünce özgürlüğü de yok demektir.

Sayın milletvekilleri, sonuç olarak, insan haklarını, hukuk devletini demokrasiye egemen kılmayı; aynı ulusun bireyleri ve aynı devletin yurttaşları olarak herkesin kimliğine, etnik kökenine, dinî inancına ve anadiline saygılı olmayı; 12 Eylül yönetiminden günümüze yansıyan hukuk anlayışını, antidemokratik kurum ve uygulamaları tasfiye etmeyi; tüm özgürlüklerin, öncelikle, düşünceyi açıklama, yayma ve örgütlenme özgürlükleri önündeki yasal ve idarî engelleri kaldırarak örgütlü sivil toplumun önünü açmayı; Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile Avrupa Sosyal Şartı, Paris Şartı ve Helsinki Nihaî Senedini ve Kopenhag Kriterlerini ülkemiz hukukuna ve uygulamalarına yansıtmayı amaçlayan ve bunlara seçim beyannamelerinde yer veren bir siyasî parti olarak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, görüşmekte olduğumuz tasarıyı, yukarıda belirttiğimiz düşünce ve çekinceler ile Parti Grubumuz adına tasarının maddeleri hakkında konuşacak değerli milletvekillerimizin dile getireceği düşünce ve çekincelerle desteklediğimizi belirtir, Yüce Meclise saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yergök.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına söz isteyen Ağrı Milletvekili Mehmet Kerim Yıldız?.. Yok.

İstanbul Milletvekili Onur Öymen...

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Öymen'in yerine ben konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Koç.

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümetin Yüce Meclise sunduğu Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum.

Kamuoyunda ve Avrupa Birliği çevrelerinde "Avrupa Birliğine Altıncı Uyum Paketi" olarak adlandırılan bu yasa değişikliklerinin her biri hakkında, partimizin sözcüleri, görüşlerimizi Yüce Meclise sunacaklardır. Bu konuşmada, hükümetin, bu yasa tasarıları ve genel olarak Avrupa Birliği üyelik süreciyle ilgili yaklaşımı hakkında bazı düşüncelerimi arz etmek istiyorum.

Türk yasalarının çağdaşlaştırılması ve Avrupa Birliğinin 80 000 sayfayı aşan mevzuatıyla uyumlu hale getirilmesi, başlıbaşına önemli bir projedir. Bu projeyi, dikkatli ve süratli bir şekilde gerçekleştirmek, en önemli hedeflerimiz arasındadır.

Çağdaş bir ülke olmak ve Avrupa ailesiyle bütünleşmek istiyorsak, çağın gereklerine uymayan yasalarımızı değiştirmek zorundayız; ancak, en acil meselemiz, ülkemizin Avrupa Birliğiyle tam üyelik müzakerelerine başlayabilmesi için Kopenhag Kriterlerinin siyasî bölümündeki yükümlülüklerimizi yerine getirdiğimizi kanıtlama olayıdır. Bizim kanaatimizce, 2002 yılının ağustos ayında yapılan köklü anayasa değişiklikleriyle, Türkiye, bu yükümlülüğünü büyük ölçüde yerine getirmiştir. Daha sonra, Yüce Meclisin kabul ettiği bazı yasa değişiklikleriyle de, geriye kalan noktalarda gerekli hukuk düzenlemeleri yapılmıştır.

Bu defa, hükümetin sunduğu yasa paketinin içerisinde, gerçekten, Kopenhag Kriterleriyle ilgili sayılabilecek bazı maddeler mevcuttur. Örneğin, Terörle Mücadele Yasasının 8 inci maddesinin kaldırılması, özel televizyon kanallarının yerel dillerde yayın yapabilme olanağına kavuşturulması, bu çerçevede sayılabilecek girişimlerdir. Diğer değişiklik önerilerinin önemsiz olduğunu söylemek istemiyorum; ama, bunlar, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle üyelik müzakerelerine başlaması için olmazsa olmaz nitelikteki yasa değişiklikleri değildir. Buna karşılık, gerçekten, Türk demokrasisi açısından eksiklik sayılabilecek bazı konularda, örneğin, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın seçme hakkına kavuşturulması konusunda, bu pakette herhangi bir öneri yer almamaktadır.

Bazı hükümet üyelerinin zaman zaman belirttikleri gibi, eğer, amacımız, Avrupa Birliği üyeliğinden bağımsız olarak, Türk Halkını her bakımdan çağdaş uygarlık düzeyine yükseltecek yasalar çıkarmaksa, o zaman bu eksiklikleri izah etmek kabil değildir. Eğer, amaç, Avrupa Birliğiyle üyelik müzakerelerine bir an önce başlamak için gerekli yasal düzenlemeleri yapmaksa, biraz önce de belirttiğim gibi, bu öneri paketindeki birçok yasa değişikliği önerisinin Türkiye'nin üyelik müzakerelerine başlaması için zorunlu yasa değişiklikleri olmadığı da aşikârdır.

Daha önce de vurgulandı, Sayın Grup Başkanvekili de ifade ettiler; öyle anlaşılıyor ki, bu Altıncı Paketin arkasından bir yedinci, belki de sekizinci paket gündeme gelecektir. O zaman, sormak istiyoruz: Niçin, bütün zorunlu değişiklikler tek bir paket içerisinde Yüce Meclisin huzuruna getirilmemiştir? Niçin, milletvekillerinin resmin bütününü görmelerine olanak sağlanmamaktadır? Sanıyorum ki, gerek iktidara gerek muhalefete mensup bütün milletvekilleri, Türkiye'nin, hangi yasal değişiklikleri tamamladığında, Avrupa Birliği Komisyonunun hukuk alanındaki beklentilerini yerine getirmiş sayılacağını bilmek istemektedirler. Yanılıyor muyum, bilmiyorum.

Yüce Meclis, yolun sonunu ne zaman görecek değerli arkadaşlarım? Avrupa Birliği yetkilileri, bize, ne zaman, işte şimdi tatmin olduk, istediğimiz buydu deme noktasına gelecekler? Bunları yüksek sesle söylüyorum, yüksek sesle de düşünmek gerekiyor, her birimiz açısından.

Korkarım ki, biz bu paketi onayladıktan sonra, Avrupa Birliğinin tepkisi, daha önceki reform paketlerinden sonra gösterdikleri tepkilerden pek farklı olmayacaktır. Yani, diyeceklerdir ki, klasik, basında yer alan şekliyle -geçmiş dönemleri bir düşünün, bir hatırlayın- Türkiye çok olumlu bir adım atmıştır, bunu takdirle karşılıyoruz; ama, Türkiye'nin hâlâ eksikleri vardır, katetmesi gereken yol vardır, bunu gidermesi lazımdır; ayrıca, bizim için önemli olan da uygulamalardır, hele bir uygulamaları görelim, bunları görmeden karar veremeyiz. Klasik bir Avrupa Birliği yanıtı, bu paketin onayından sonra da, bu şekilde tecelli edecektir.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinden bu tip tepkileri almak, artık bizi tatmin etmemeli. Bizim amacımız, Avrupa'dan bir "aferin" almaktan ibaret değildir. Bizim amacımız, Avrupa Birliği üyeliğinin siyasî alandaki zorunlu şartlarını yerine getirip, bir an önce masaya oturmaktır. İktidarın da, muhalefetin de bu konuda görüş birliği içinde olduklarını görüyoruz. Bu, Türkiye için büyük bir şanstır. Meclis olarak, bu şansı birlikte değerlendirerek üzerimize düşen işleri bir an önce sonuçlandırmalı ve başka nedenlerle Türkiye'nin üyeliğini geciktirmek isteyenlere, bunun için bahane arayanlara koz vermemeliyiz. Yoksa, bizim çıkardığımız her yasa değişikliğinden sonra, yeni beklentilerle karşımıza geleceklerdir; buna fırsat vermemeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, ciddî bir devlet, kendisine saygısı olan bir devlet, böyle oyunlara da zaten gelmez. Yapılacak iş, en üst düzeyde ve mutlaka siyasî düzeyde, Avrupa Birliği Komisyonu yetkilileriyle ve Avrupa Birliği hükümetleriyle görüşüp, hukukî reform meselesini kesin bir sonuca bağlamaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin, sonu bilinmeyen, ucu bucağı belli olmayan, hedefi açıkça belli olmayan, sınırı çizilmemiş bir hukuk süreciyle oyalanmaya tahammülü yoktur. Bunu, hepiniz adına söyleme cesaretini buluyorum kendimde. Hükümetten de beklediğimiz, Meclise, çok açık ve net bir şekilde, Avrupa Birliğinin üyelik müzakerelerine başlamak için olmazsa olmaz nitelikte gördüğü değişiklikleri eksiksiz bir paket olarak sunmasıdır. Avrupa Birliği üyesi devletlerin hükümetlerinden ve Avrupa Birliği Komisyonu yetkililerinden beklediğimiz de, taleplerini, hiçbir yanlış anlamaya yer vermeyecek, açık, net ve somut bir şekilde ortaya koymaları ve ondan sonra da sözlerinin arkasında durmalarıdır. Tabiî, bunu yaparken, diğer adaylardan ne istedilerse, bizden de onu istemelidirler. Zira, Türkiye'nin, artık, çifte standartlara tahammülü kalmamıştır.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği yetkililerinin ve Avrupa Parlamentosu bazı üyelerinin, son zamanlarda, çeşitli toplantılarda dile getirdikleri veya basına yansıttıkları görüşlerden bizim anladığımız şudur: Avrupa Birliği, şimdiye kadar yapılanların ötesinde, iki konuda duyarlılık ve beklenti içerisindedir. Bunlardan birincisi, Türkiye'deki din özgürlükleriyle ilgilidir. Diğeri ise, askerlerin Türkiye'deki rolüne ilişkindir. Öyle anlaşılıyor ki, her iki konudaki Avrupa Birliğinin hassasiyeti, büyük ölçüde yanlış ve abartmalı bilgilerden kaynaklanmaktadır. Türkiye'deki azınlıkların yeterince din özgürlüğüne sahip olmadıklarını düşünüyorlar. Bu, tamamen gerçek dışıdır. Lozan Anlaşmasıyla varlığını kabul ettiğimiz gayrimüslim azınlıkların, tam bir özgürlük içerisinde dinî vecibelerini yerine getirdikleri, aksi iddia edilemeyecek bir gerçektir.

Tabiî ki, bütün dünyada din adamları, bulundukları ülkelerdeki yasalara, kurallara riayet etmek zorundadırlar. Ne yazık ki, Türkiye'deki bazı din adamları için bunu söyleyebilecek durumda değiliz. Bakın, Lozan Anlaşmasına göre, İstanbul'daki Fener - Rum Patriği, sadece Rumların patriğidir; ekümenik, yani evrensellik sıfatı yoktur. Ne yazık ki, Lozan'ın bu hükmünün, Ankara'daki bazı yabancı diplomatik misyonlar tarafından ihlal edildiğini ve patrik için ekümenik sıfatının kullanıldığını görüyoruz. Bu konuyu, bir soru önergesiyle Yüce Meclisin de bilgisine sunduk.

Ne yazık ki, hükümetimiz, din özgürlüğünün istismar edildiği bu konuda, derin bir sessizlik içerisindedir. Lozan'a sahip çıkmak için, sadece kançılaryalar düzeyinde yapılan girişimler yeterli değildir Sayın Bakanım.

Başka vesilelerle de söyledik; halkımız, bu gibi haksızlıklara karşı, Türkiye'nin gür sesini duymak istiyor. Biz, muhalefet olarak bu sesi çıkarıyoruz, sizi de buna katkı yapmaya davet ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye'de 280 kilise ve 36 sinagog var. Bu kiliselerdeki ve sinagoglardaki ayinler, dinî törenler, hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan gerçekleştirilmektedir. O dinlerin mensupları, din kitaplarını serbestçe sağlayabilmektedirler. O zaman, bu konudaki kuşkular ve eleştiriler nereden kaynaklanıyor?! Biz, yakın geçmişte, hep buna benzer iddialara muhatap olduk. Özellikle Alman Hıristiyan Demokratları, Türkiye'de Hıristiyanlara baskı yapıldığını, kiliselerin kapatıldığını, din kitaplarına el konulduğunu iddia ederek, Türkiye'ye eleştirilerde bulunmuşlardır.

Şimdi, özellikle şunu da ilave etmek istiyoruz; Türkiye'yi eleştiren Avrupa Birliği ülkelerinde, acaba, başka dinlere tanınan özgürlükler ne durumdadır?! İstanbul'daki patrik Rumlar tarafından seçiliyor; ama, Batı Trakya'daki Türk müftüsünün oradaki Türkler tarafından seçilmesine izin verilmiyor. Halkın seçtiği müftü, yasaları ihlal ettiği gerekçesiyle daha önce yargılandı ve mahkûm oldu. Bir örnek olarak yine belirtebiliriz; bugün, bir Avrupa Birliği ülkesi olan Yunanistan'ın başkenti Atina'da bir tek cami yoktur. Bizzat Yunan Dışişleri Bakanı, verdiği bir demeçte, bu durumdan şikâyetçi olduğunu söylemiştir.

Türkiye'deki bazı Hıristiyan vakıflarının sorunlarından bahsediyorlar. Gerekli yasa değişiklikleriyle, bu vakıflar için kolaylık getiriyoruz. Peki, Yunanistan'daki Türk vakıflarının durumunu acaba değerlendiriyor muyuz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALUK KOÇ (Devamla) - Sayın Başkanım, 5 dakikalık bir süre istirham edebilir miyim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Koç, 2 dakika süre veriyorum.

HALUK KOÇ (Devamla) - Söylediklerimin önemli olduğuna inanıyorum ve bütün Meclisin de paylaşmasını diliyorum.

Uluslararası anlaşmalara göre, özgürce faaliyet göstermesi gereken Türk vakıflarının, yıllardır, Yunan hükümetleri tarafından tayin edilen kayyımlarca yönetildiğini biliyor musunuz değerli arkadaşlar? İşte, din özgürlüğü eksikliği nedeniyle bizi eleştirenlerin ülkesindeki durum da aynen bu şekildedir. Meşhur sözdür: İki taşı, eli temiz olan atsın derler. Tavsiye ediyoruz, Avrupa Birliğindeki dostlarımız, Türkiye'yi herhangi bir konuda eleştirmeden önce, kendi ülkelerindeki yasalara ve uygulamalara baksınlar, ellerini yıkasınlar.

Biz, 500 yıl önce Yahudileri İspanya'daki engizisyon zulmünden kurtarıp, Türkiye'ye getirmiş insanların torunlarıyız. 500 yıldan beri, Türkiye'de, Yahudiler güvenlik içerisinde yaşıyorlar ve dinlerinin gereklerini hiçbir güçlükle karşılaşmadan yerine getirebiliyorlar. Dünyada tarih boyunca Yahudilerin zulme uğramadığı kaç ülke vardır acaba?

Geçenlerde vefat eden Rodos eski Başkonsolosumuz Selahattin Ülkümen, Yahudileri savaş yıllarında Nazi zulmünden kurtarmak için hayatını tehlikeye atmış ve eşini şehit vermiş bir diplomatımızdı. Biz, böyle bir gelenekten geliyoruz ve Türklerin dinî alanda hoşgörüye sahip olmadıkları yolundaki iddiaları da Cumhuriyet Halk Partisi olarak reddediyoruz. (Alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, askerlerimizle ilgili iddialar da yanlış bilgilerden ve mübalağalı değerlendirmelerden kaynaklanmaktadır. Türkiye'de siyasî kararları askerlerin aldığını iddia ediyorlar. Devlet yönetiminde sadece askerlerin sözünün geçtiğini söylüyorlar. Meclisin, savunma bütçesini hiç tartışmadan onayladığını söylüyorlar. MGK'yı antidemokratik bir kurum gibi göstermeye çalışıyorlar. Bize karşı bu iddiaları ileri sürenlere şunları söylemek gerekir: Siz, Türk askerlerini başka ülkenin askerleriyle karıştırmayın. (Alkışlar) Türk askeri, tarih boyunca, çağdaşlaşmanın, Batılılaşmanın, demokratikleşmenin öncülüğünü, destekçiliğini yapmıştır. Cumhuriyetimizi kuran insan -ki, Cumhuriyet Halk Partisinin de kurucusudur- bir askerdi; unutmayalım. Türkiye'yi çokpartili seçime geçiren Cumhurbaşkanı İsmet İnönü -ki, Partimizin ikinci Genel Başkanıydı, lideriydi- askerdi; yine, aynı İsmet Paşa, 1963 yılında Avrupa Birliğiyle Ortaklık Anlaşmasını imzalayan liderdi.

Kendilerine şunu da hatırlatmak gerekir: İstiklal Savaşından sonra, Atatürk, komutanlara, siyaset ile askerliğin bir arada yürüyemeyeceğini söylemiş ve onlardan ya milletvekilliğini veya ordudaki görevlerini seçmelerini istemişti.

Batılı dostlarımıza şunu hatırlatıyoruz: Türkiye'de en yüksek karar mercii Yüce Meclistir, Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve Yüce Mecliste Başkanlık Divanının arkasında Atatürk'ün bir sözü vardır: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Meclis, hiçbir etki altında kalmadan karar alır ve askerler de Atatürk'ün bu sözüne sadık kalarak Meclisin kararlarını saygıyla karşılarlar. Bunun son örneğini Irak konusundaki tezkere meselesinde gördük. Silahlı kuvvetlerimiz farklı bir eğilimde olmasına rağmen, bizzat Genelkurmay Başkanımız, Yüce Meclisin kararına saygılı olduğunu söylemiştir. Millî Güvenlik Kurulu da, Anayasamızda uzun yıllardan beri yer alan bir kurumdur ve yetkisi, hükümete tavsiyede bulunmaktır. Hangi ülke vardır ki, ülkenin varlığını, güvenliğini, asayişini ilgilendiren önemli konularda askerlerine hiç danışılmasın. Biz, bu gibi iddiaların sahiplerinin, hiç değilse bir kısmının, başka nedenlerle Türkiye'nin üyeliğini geciktirmek istedikleri için bahane aramak maksadıyla bunları dile getirdiklerini düşünmeden geçemiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, özetle belirtmek istiyoruz. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Avrupa Birliği üyeliğinden yanayız, Türkiye'yi Avrupa Birliği üyeliğine taşıyacak yasal düzenlemeleri de destekliyoruz. Uygulamada da, Türkiye'nin eksikliklerinin giderilmesi için,  her türlü özeni gösteririz, denetleme görevini yaparız; ama, haksız ve ölçüsüz eleştiriler karşısında da boynumuzu bükmeyiz, dimdik dururuz. Biz, böyle bir partinin mensuplarıyız. Dileriz ki, İktidar Partisi de aynı kararlı çizgiyi göstersin ve haksız eleştirilere karşı bizimle birlikte aynı kararlı tavrı sergilesin. Biz, abartmalı eleştiri sahipleriyle bir olup da, Türkiye'de yalnız azınlıkların değil, Müslüman çoğunluğun da din özgürlüğü olmadığını söylersek, kendimize karşı haksızlık da yapmış oluruz. Fikir, inanç ve din özgürlüğüne saygı gösteren, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini kuranlara da saygısızlık yapmış oluruz. Türkiye'de din özgürlüğü vardır; vardır ama, dini siyasete alet etme özgürlüğü yoktur; ikisini ayırt etmemiz gerekir. (CHP sıralarından alkışlar) Dinî sembollerle siyaset yapma özgürlüğü de yoktur; bunu da ayırt etmemiz gerekir. Türkiye'yi bu konuda yabancılara şikâyet etmek isteyenler çok yanlış bir iş yapmaktadırlar. Kendi alamadıkları siyasî kararların sorumluluğunu başkalarına yüklemek isteyen politikacılar geçmişte görülmüştür, dinî konuları istismar etmek isteyenler de görülmüştür; ama, Türk Halkı, bu yaklaşımları sergileyenleri hiçbir zaman desteklememiştir, ödüllendirmemiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Koç.

Tasarının tümü üzerinde, şahsı adına söz isteyen İzmir Milletvekili Sayın Zekeriya Akçam; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

HALUK İPEK (Ankara) - Sayın Başkan, Grup adına...

BAŞKAN - Sayın Başkan, burada, Zekeriya Akçam'ın şahsı adına söz istediği belirtilmiş.

ZEKERİYA AKÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle, benden önceki konuşmacı olan Cumhuriyet Halk Partisinden arkadaşlara çok teşekkür ediyorum; fakat, kendilerine birkaç hatırlatmada bulunacağım.

En başta, Sayın Özyürek, rasyonel bir teklifte bulundu ve dedi ki: "Her seferinde, biz, paket halinde bunları getirmek yerine, tek bir paket getirsek; mesela, benim ifademle, bütün paketleri sona erdirecek son paketi getirsek." Buna biz de katılıyoruz; fakat, kendilerinin de baştan beri şikâyet ettiği bir husus vardı; bu tasarıların, düzenlemelerin ve uyum yasalarının Mecliste yeterince tartışılmadığı konusunda. Bizim peyderpey getirmemizin en büyük sebebi de; bunlar, oldukça kapsamlı ve toplumu, devleti, siyaseti derinden etkileyen hadiseler; bu açıdan dolayı da, parti olarak biz, bu çeşit tasarıların peyderpey getirilmesinin daha faydalı olacağı, en azından, kamuoyunda olsun, siyasal partiler arasında olsun, daha fazla tartışma imkânı yaratacağı kanaatindeyiz. Bu açıdan, bunu peyderpey getirme konusunda Sayın İpek de açıklama yaptı; belki bundan sonrakiler daha kapsamlı olacaktır; ama, en azından şimdilik böyle.

İkincisi de, şimdi, Türkiye'nin önünde olan, kriter olarak, sadece Kopenhag Kriterleri değildir; aynı zamanda, Türkiye'nin ezikliğini hissettiği, siyaseten kendinde eksiklik bulduğu hadiselerin başında -sizden, bizimle aynı şekilde Avrupa Konseyinde üye olan arkadaşlarımız da bilirler ki- Türkiye, kurucu üyesi olmasına rağmen, Avrupa Konseyinde hâlâ izlenme aşamasında olan bir ülkedir. Bu açıdan da, belki, bu pakette direkt olarak Kopenhag Kriterleriyle ilgili olarak pek bir şey yer almasa da -belki, sizin iddialarınız kısmen doğru olabilir- ancak, aynı zamanda, Monitoring Komitesinden, yani İzleme Komitesinden gelecek olan raporun da Avrupa Birliği sürecinde önemli bir katkı olacağı kanaatindeyim ve bu açıdan da, bu tasarının, bu şekilde getirilip burada görüşülmesinin taraftarıyım.

Son olarak, Sayın Koç "özellikle bu sürecin bir sonu var mıdır, niçin, bize, herkese, bu resmin tamamını görme imkânı tanınmıyor" diye bir eleştiride bulundu Partimize ilişkin olarak. Bunun bir süreç olduğunu, 1962-1963'lerden başlayan bir süreç olduğunu, hepimizin kabul etmesi gerekiyor; çünkü, konvansiyon üyesi olarak, tecrübemden de aktarabilirim ki, son olarak Avrupa Birliğinin kendisi için hazırlamış olduğu anayasa da, aynı zamanda, bu anlamda, kendileri için de bir süreçtir ve bitmeyen bir süreçtir bu. Dolayısıyla, bizim için önemli olan, 2004'ün sonuna kadar müzakere tarihi alabilmektir. Bu açıdan da, bunun bir süreç olduğunu hatırlatıyor. Peyderpey önümüze gelen bu tasarıların bu şekilde devam etmesi konusunda da, bizim için kriter teşkil eden Kopenhag Kriterleri olsun, Avrupa Konseyinin kriterleri olsun, önemli olduğu kanaatindeyim.

Çok güzel örnekler verdi Sayın Koç. Ben de, son olarak, Metin Toker'in "Tek Partiden Çok Partiye" adlı kitabından Sayın İsmet İnönü ile ilgili bir alıntı yapacağım sizlere: "Etrafımızdaki memleketlerin serbest seçimler yaptıklarını görür ve utancımdan odamın duvarlarına bakamazdım..." Bunu da bir yere mutlaka not ederiz hepimiz. Tek Partiden Çok Partiye, sayfa 17.... Çok teşekkür ediyorum.

Tasarı üzerinde konuşmama geçiyorum. Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlama sürecinin bir parçası olarak bugün huzurlarınıza getirilen ve kamuoyunda Altıncı Uyum Paketi olarak adlandırılan Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı, Katılım Ortaklığı Belgesinin en önemli bölümünü oluşturmaktadır.

Söz konusu belgede belirtilen, tüm bireylerin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, din ve inanca dayanan ayırım ve ayırımcılığa maruz kalmaksınız, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası ve Avrupa düzeyindeki normlara uygun olarak, temel haklar ve insan haklarına sahip olmalarının yasal düzeyde ve uygulamada güvence altına alınması, ifade özgürlüğüne ilişkin reformların yürürlüğe konulması ve sürdürülmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10, 17, 18 inci maddelerine uygun olarak yasal kısıtlamaların kaldırılması, görüşlerini şiddet içermeyen şekilde ifade etmelerinden dolayı suçlanan ve tahkikata uğrayan kişilerin durumlarının düzeltilmesi açık olarak belirtilmiş ve Katılım Ortaklığı Belgesinin uygulanmasının, ortaklık anlaşması çerçevesinde izleneceği, söz konusu belgenin yedinci bölümünde açıkça ifade edilmiştir.

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinde, propaganda suçu başlıbaşına terör suçu olarak kabul edilmiştir. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu nedenle, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinden mahkûm olanlarla ilgili yapılan başvurularda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10 uncu maddesinin ihlal edildiğine karar vermiş olup, ülkemiz aleyhine aynı gerekçelerle mahkûmiyet kararı vermeye devam etmektedir.

Arz ettiğim gibi, Katılım Ortaklığı Belgesinde öngörülen hususlara ilişkin yapılacak düzenlemelerde Yüce Meclisimizin, Anayasamızın 3 üncü maddesinde yer alan "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" hükmünü esas alacağından asla şüphemiz bulunmamaktadır.

Bilindiği üzere, Terörle Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında, terör yöntemlerine başvurmayı özendirecek şekilde propaganda yapanlara uygulanacak müeyyideler gösterilmiştir. Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında "sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı birbirine karşı, kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik eden kimseye, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir" hükmü yer almaktadır. Öte yandan, Türk Ceza Kanununun 311 inci maddesinde de, bir suçun işlenmesini alenen tahrik eden kişi de cezalandırılmaktadır. Bu nedenle, Anayasamızdaki değişmez ilkeler arasında yer alan "devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" bu kanun hükümleriyle de korunmaktadır.

Söz konusu 8 inci maddenin yürürlükten kaldırılmasıyla, devletin bölünmezliği aleyhine propaganda suçunun tamamen cezasız kalacağı ve bu konuda boşluk doğacağı yolunda endişe taşıyan görüşlere karşı şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, aynı konuda, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu gibi ceza kanunlarımızda yer alan hukukî değerler açısından birbirini tekrar eder mahiyette ifadeler yer almıştır. Dolayısıyla da, uygulamada en yakın ve kolay uygulanabilirliği düşünülen maddeler işletilmiştir. Örneğin, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin ikinci fıkrası yerine, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi uygulanagelmiştir.

Değerli milletvekilleri, bu alandaki evrensel kural, şiddet kullanımını öngörmeyen ve savunmayan, kişi haklarına da saldırmayan düşünce ve ifadenin serbest kılınmasıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ilk olarak, İngiltere'yle ilgili almış olduğu kararında, ifade özgürlüğü kapsamını belirleyerek "ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun en esaslı temellerinden birisini oluşturur. Bu özgürlük, sadece toplumda beğeni ve hoşgörüyle karşılanan bilgi ve düşüncelerin açığa vurulmasını değil, devleti veya halkın bir kesimini rahatsız eden fikirleri de kapsar. Çoğulculuğun, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereği olan bunlar olmaksızın demokratik bir toplum düşünülemez" şeklinde temel ilkeyi tespit etmiştir.

Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinden mahkûm olanlarla ilgili başvurularda, yukarıda belirtilen temel görüşüne işaretle, sözleşmenin 10 uncu maddesinin ihlal edildiğine dair kararlarını sürdürmektedir.

Demokratik bir hukuk devletinde, kişinin, salt aklını kullanarak fikir üretmesi ve bunları medya aracılığıyla açığa vurması, ilke olarak, cezalandırılmamalıdır. Açığa vurulan düşünceler, ancak suçu övmesi, suçu ve şiddeti teşvik edici nitelikte olması veya toplum ahlakını bozması gibi nedenlerle cezalandırılabilir.

Türkiye'nin, adaylık statüsü kazandığı ve tam üyeliğe doğru yol aldığı süreçte, yükümlülükleri, Kopenhag Kriterlerinde belirtilen siyasî ve ekonomik standartları karşılamak, mevzuatını Avrupa Birliği müktesebatıyla uygunlaştırmak ve bu uyumlaştırılmış mevzuatın hayata geçirilebilmesi için gerekli her türlü yapılanmayı oluşturmaktır.

Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye'nin, ifade hürriyetinin hayata geçirilmesine yönelik engelleri aşması gerekmektedir. Bu bağlamda, Anayasanın, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini düzenleyen 26 ncı maddesi, 2001 yılında 4709 sayılı Kanunla değiştirilmiş; Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinde de 2002 yılında ve 4744 sayılı Kanunla değişiklik yapılmıştır; ancak, bu alandaki engellerden biri olarak görülen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin de gözden geçirilmesi zarureti doğmuştur.

Düşünce ve ifade özgürlüğü alanındaki engellerin kaldırılması yolunda, Anayasanın 26 ve Türk Ceza Kanununun 312 nci maddelerinde yapılan değişikliklerden sonra, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin kaldırılmasıyla, Kopenhag Kriterlerinin yerine getirilmesi konusunda, 2003 yılı Katılım Ortaklığı Belgesinin öngördüğü ilkelerden  biri daha yerine getirilmiş bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, tasarının 5 inci maddesiyle 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanuna ek 8 inci madde eklenmektedir. Söz konusu düzenlemede "Türkiye Cumhuriyetinin üye olduğu uluslararası ve bölgesel kuruluşlar ile bu kuruluşlara üye ülkelerin gözlemcileri ve hükümet tarafından uygun görülen uluslararası hükümetdışı kuruluşların gözlemcileri, seçimlerin tüm aşamalarını sadece izleyebilirler" hükmü öngörülmektedir.

Yüzyılın son zirvesi olarak nitelendirilen ve 57 AGİT üyesi ülkenin devlet veya hükümet başkanlarının katılımıyla 1999 yılında İstanbul'da gerçekleştirilen AGİT Zirvesinde imzalanan Avrupa Güvenlik Şartının 25 inci maddesi aynen şöyledir: "AGİT yükümlülükleri ve özellikle 1990 Kopenhag Belgesine uygun olarak, hür ve adil seçimler gerçekleştirilmesi taahhüdümüzü yeniden teyit ediyoruz. Seçim mevzuatımızın geliştirilmesi ve uygulanmasında Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosunun üye devletlere sağlayabileceği desteğin bilincindeyiz.

Bu yükümlülükler çerçevesinde, üye ülkeler, Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosunun, AGİT Parlamenter Asamblesi ve diğer ilgili özel kurum ve kuruluşlardan seçimleri, izlemek isteyen gözlemcileri davet edeceğiz."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ZEKERİYA AKÇAM (Devamla) - Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosunun, seçimlere ilişkin değerlendirme ve tavsiyelerini, vakit kaybetmeksizin takip etmeyi kabul ediyoruz.

"Sair mevzuatın, Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosunun üye devletlere sağlayabileceği desteğin bilincindeyiz. Bu yükümlülükler çerçevesinde, üye devletler AGİT Parlamenterler Asamblesi ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlardan seçimleri izlemek isteyen temsilcileri davet edeceğiz. Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosunun seçimlere ilişkin değerlendirme ve tavsiyelerini, vakit kaybetmeksizin takip etmeyi kabul ediyoruz."

Bu Şarta göre, seçimlerin adil yapılması, yardımlaşma ve uluslararası bölgesel kurum ve kuruluşlardan seçimleri izlemek isteyen gözlemcileri davet zorunluluğu vardır. Bu Şartı imzalamamıza rağmen, seçimlerde gözlemcilik yapmak için gelen uluslararası kuruluşların temsilcilerinin görevlerini yapmalarında çeşitli sorunlarla karşılaşıldığı bir vakıadır. Avrupa Güvenlik Şartı, bir sözleşme değil, bir siyasî yükümlülüktür.

Bizim, toplum olarak, ancak ve ancak, kanunda yazılı bir hususu yerine getirme şeklinde bir alışkanlığımız vardır. Dolayısıyla, Avrupa Güvenlik Şartının 25 inci maddesinin uygulanabilirliği için de, bunun kanunlaştırılmasında zaruret ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki, düzenlemedeki "sadece izler" ibaresiyle, gözlemcilerin, görevlerini yaptıkları sırada hangi çerçevede hareket edecekleri belirtilerek, hukukî bir zemine oturtulmuştur.

Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı bünyesinde yer alan bazı Avrupa ülkelerinde, örneğin, İspanya, Fransa ve Almanya'da olduğu gibi, ülke genelinde yapılan seçimlerin, bu kuruluşça gönderilecek gözlemciler marifetiyle izlenme olanağını getiren benzer düzenlemeler yer almaktadır. Nitekim, AGİT İstanbul Zirvesi kararları sonrasında, Arnavutluk, Makedonya ve Rusya'ya ülkemiz de gözlemci göndermiştir. Bu düzenlemeyle, Anayasada yer alan seçimlerin açık sayım ve döküm esaslarına göre yapılması ilkesinin uluslararası platformlarda uygulanabilirliğinin sağlanması amaçlanmaktadır.

Değerli Başkanım ve değerli milletvekilleri; tasarının 15 inci maddesiyle, kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilmesine imkân veren düzenleme getirilmektedir.

2003 yılı Katılım Ortaklığı Belgesinin üçüncü bölümünde, her aday ülke için belirlenen alanlar, bu ülkelerin her birinin Kopenhag Kriterlerinden doğan yükümlülüklerini yerine getirme kapasitelerine göre saptanmıştır.

Aday ülkede, demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, insan haklarının, azınlıkların korunması ve azınlıklara saygıyı garanti altına alan kurumların istikrarının sağlanması öngörülmektedir. Kültürel çeşitliliğin ve menşei ne olursa olsun, tüm vatandaşların kültürel haklarının güvence altına alınması, mevcut düzenlemelerin ortaya konulması ve bu alanlarda kalan kısıtlamaların esnekleştirilmesiyle, radyo ve televizyon yayınlarıyla somut bir biçimde erişimlerinin güvence altına alınması ifade edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, arz ettiğim düzenleme gerekçesi, Katılım Ortaklığı Belgesinin bir gereğidir. Tasarının 17 nci maddesinde de, bu hakkın kullanılmasına ilişkin esas ve usullerin, kanunun yayımı tarihinden itibaren dört ay içerisinde, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca hazırlanacak yönetmelikle yürürlüğe konulacağına ilişkin hüküm getirilmiştir. Dolayısıyla, bu hakkın özüne dokunulmaksızın kullanılmasına ilişkin esas ve usuller de, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafınca tespit edilecektir.

Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının kanunlaşmasıyla, Kopenhag Kriterlerinin ve 2003 ve 2004 yılları Katılım Ortaklığı Belgesinin öncelik tanıdığı hususlar yerine getirilmiş olacaktır.

Yüce Meclisimiz, bu tasarıyı kanunlaştırmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliğine üye olma yolundaki iradesini bir kere daha tezahür ettirmiş olacaktır.

Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum; teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akçam.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kâtip üyenin, maddeleri oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

ÇEŞİTLİ KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI

MADDE 1. - 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesinde yer alan "dört yıldan sekiz yıla kadar" ibaresi "sekiz yıldan oniki yıla kadar" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN - 1 inci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Araslı. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 1 inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum ve sizleri saygıyla selamlıyorum.

Türk Ceza Kanununun, söz konusu tasarının 1 inci maddesinde konu edilen 453 üncü maddesi, ceza hukuku, insan hakları ve kadın hakları açısından asla çağdaş olarak tanımlayamayacağımız bir anlayışı yansıtmaktadır. Bu durum, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesi nedeniyle, pek çok uluslararası platformda olumsuzca eleştirilmemize ve olumsuzca değerlendirilmemize neden olmaktadır. Türkiye'de, sosyal yaşantımızda ise, özellikle evlilikdışı çocuk dünyaya getiren kadınlara, çocuklarını öldürmeleri için büyük bir baskı uygulanmasına bu madde neden olmakta; bu konuda, evlilikdışı çocuk dünyaya getiren kadınların ailelerinin, bu kadınları, çocuklarını öldürmeleri için yüreklendirmelerine neden olmaktadır.

Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesi, çağdaş bir hukuk anlayışına uygun değildir. Çağdaş hukuk anlayışı, suçun kanunîliği ilkesini benimsemiştir. Suçun kanunîliği ilkesi, kanunî suç tiplerinin açık ve belirgin bir biçimde ortaya konulmasını gerektirir. Halbuki, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesinde, anası tarafından, şerefini kurtarmak saikıyla, yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı öldürme fiilinin işlenmiş olması bir suç olarak ihdas edilmiştir. Burada "şeref" terimi, bu suçun tanımında bir belirsizlik yaratmaktadır. Şeref, kuşkusuz, herkes için, özenle korunması gereken, en önde gelen manevî değerlerimizden biridir; ama, şeref nedir diye size sorduğum zaman, öyle inanıyorum ki, şu anda, şu salonda bulunan tüm değerli milletvekilleri birey olarak birbirinden farklı tanımlar ortaya koyacaklardır. "Hangi eylem şerefi zedeler" dediğim zaman, bu şeref tanımının bozulmasıyla, zedelenmesiyle ilgilendirilen eylemler herkese göre farklı olacaktır; yani, şeref, bir suçun tanımında bir unsur olarak kullanılmayacak kadar esnek, kapsamı genişletilebilecek, belirsizlikten uzak bir kavramdır. Manevî bakımdan çok büyük değeri vardır hepimiz için; ama, bir suçun unsuru olmak bakımından yeterli açıklığı ortaya koyamayan bir terimdir. Bu nedenle, bu suçun tanımında böyle bir terim kullanılmış olması, suçun kanunîliği ilkesi açısından, bu suç belirlemesinin, çağdaş ceza hukuku anlayışına aykırı bir görünüm taşımasına neden olmaktadır.

Diğer taraftan, bu suça baktığımızda, bu suçun, insan hakları anlayışı bakımından pek de bizim olumlu biçimde değerlendirmemize elverişli olmadığını görmekteyiz. Yaşam hakkı, her toplumda ve özellikle çağdaş toplumlarda temel bir haktır. Hiçbir hak yaşam hakkının önünde değildir. Biz, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesiyle ne yapıyoruz; annenin şerefini çocuğun yaşam hakkının önüne koyuyoruz ve anneye diyoruz ki: "Şerefini kurtarman gerekiyorsa, çocuğunu öldür, başka adam öldürme fiillerinden daha az ceza alırsın; çünkü, biz, sana daha az ceza tertip ettik!"

Değerli arkadaşlar "şeref" kavramı önünde ölüme terk ettiğimiz, öldürülmesine izin verdiğimiz varlık kimdir; kendisini, annesinden gelecek bu fiile karşı müdafaa edebilme imkânı bile olmayan yeni doğmuş bir yavrudur. Onun yaşam hakkını korumuyoruz biz bu düzenlemeyle. Hangi çağdaş insan hakları anlayışıyla böyle bir düzenlemeyi bağdaştırmak mümkündür. Size, bunu sormak istiyorum.

Kadın haklarına aykırıdır bu madde; çünkü, kadınların -biraz önce söylediğim gibi- evlilikdışı çocuklarını öldürmeleri için onların üzerinde aile baskısı kurulmasına neden olmaktadır.

Elimizi vicdanımıza koyalım, yadsıyamayız, Türkiye'de yaşadığımız bir gerçek bu; çöplüklerden, tuvaletlerden, aile baskısı nedeniyle öldürülmüş çocuklar toplanıyor küçümsenemeyecek sayıda. Niçin; çünkü, kadına deniliyor ki "bunu yaptığın zaman ailenin şerefi kurtulur ve sen de, öyle her adam öldürme fiilinden olduğu gibi, çok büyük bir ceza almadan, daha az yılla bu olaydan kurtarırsın kendini." Kadınları böyle bir baskı altına terk etmeye kimin hakkı var değerli arkadaşlarım?! Biz, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesiyle bunu yapıyoruz.

Dünyada, gelişmiş ülkelerde böyle bir hüküm var mı?! İddia ediliyor bazen görüşülürken, Avrupa ülkelerinde de böyle düzenlemeler var diye. Değerli arkadaşlarım, var değil; vardı; birer, ikişer bu düzenlemeler kaldırılıyor. Almanya kaldırdı; bu doğrultuda bir düzenlemesi vardı; ama, çağdaş ceza hukuku yaklaşımları ve insan hakları anlayışı doğrultusunda, 1998'de Ceza Kanununda değişiklik yaparken 217 nci maddesini kaldırarak, bu suçu hukuk düzeni dışına attı. Fransa'da, Ceza Kanununda, aynı şekilde, bu olay bir suç olarak kaldırıldı. İtalyan Ceza Kanununda ise, 1981'de yapılan değişiklikle, doğum sonrası heyecanı suçu haline getirildi.

Psikolojiyle meşgul olanlar, doğum ve kadın hastalıkları uzmanları bilirler ki, doğum, bazı kadınlarda depresyona yol açar, aşırı bir heyecan hali doğurur ve bu heyecan haliyle, kadınlar, çocuklarını öldürebilirler. Bu, tıbbın tanıdığı, tanık olduğu bir olaydır veya kadın, terk edilme, kendisini çok güvencesiz görme gibi bir anlayışla çocuğunu öldürebilir. İşte, aşırı bir heyecan haline bağlı olan bu tür ölümleri, ayrı bir suç halinde düzenlemeyi uygun görmüştür İtalya.

Biz ne yapıyoruz getirdiğimiz düzenlemeyle; Türk Ceza Kanunumuzun 453 üncü maddesinde, böyle bir heyecan haline bağlı bir suç ihdas etmiyoruz; tamamen şerefi kurtarmak amacıyla yapılan çocuk öldürmelerine ilişkin bir suç düzenliyoruz. Böyle bir düzenlemenin, bugün, çağdaşlaşmış, gelişmiş demokratik ülkelerin ceza hukuklarında yeri yok; eskinin değer yargılarına bağlı bir biçimde bu tür hüküm ihdas etmiş olanlar da, biraz önce söylediğim gibi, bu hükümleri ceza kanunlarından birer ikişer ayıklıyorlar.

Şimdi, şurada bizim önümüze bir fırsat geldi; Ceza Kanunumuzu çok daha çağdaş bir hale getirmek fırsatı geldi; insan hakları konusunda daha çağdaş yaklaşımlar benimsediğimizi kanıtlayabilmek için önümüze bir fırsat geldi. Ben diyorum ki, bu fırsatı gereğince değerlendirelim ve çağdaş bir ceza hukuku anlayışına, insan hakları anlayışına, kadın hakları anlayışına sığmayan bu hükmü, ceza hukukumuzdan tümüyle kaldıralım. Cezaları ağırlaştırmakla yetinmeyelim, cezayı ağırlaştırmak hiçbir sorunu çözmez.

Biliyorum, bazı arkadaşlarımız diyecekler ki, bu, Türkiye'nin bazı bölgelerinde çok büyük bir önem taşıyor. Kadınlar, bu tür çocuklarından eğer kurtulmak istiyorlarsa, doğum öncesi birtakım yöntemlerden yararlanabilmek imkânına sahip değiller, bilmiyorlar bile bunu; onun için bu hüküm kalsın. Bunu diyen arkadaşlarımız var; ama, bunu diyebilmek, benim insan hakları kavrayışıma sığmıyor. Bir hukukçu olarak, hukuk mahkemesi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OYA ARASLI (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Araslı.

OYA ARASLI (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, eğer, böyle bir sorun varsa, böyle bir suçu muhafaza etmek yerine, gelin, bu durumdaki anneleri kurtarabilmek için, bu durumdaki çocuklara daha iyi bir yaşam sağlayabilmek için, gerekli düzenleri kuralım; ama, bu hükmü Ceza Kanunumuzdan kaldıralım.

Bu konuda verilmiş olan bir önergemiz var; ona destek vereceğinizi umarak, sizleri saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Araslı.

AK Parti Grubu adına, Aydın Milletvekili Sayın Semiha Öyüş; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA SEMİHA ÖYÜŞ (Aydın) - Sayın Başkan, değerli üyeler; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde görüşlerimi sunmak üzere söz aldım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesinde, öldürme fiili, anası tarafından, şerefini kurtarmak saikıyla, yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı işlenmiş ise, faile verilen cezanın dört yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası olması öngörülüyordu. Yeni doğmuş çocuğu öldürmek, diğer adam öldürme fiilinden farklı görülmeyebilir; ancak, ülke gerçeklerine baktığımızda, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesiyle düzenlenen fiile, daha çoklukla, kırsal kesimde yaşayanlar arasında rastlıyoruz.

Adam öldürme, bir hiddet veya nefret hissiyle olur. Halbuki, yeni doğmuş bir çocuğun, böyle bir hiddet ve nefret hissi vermesi mümkün değildir. Yeni doğmuş çocuk, olsa olsa, sevgi ve şefkat hissi verir. Bu halde, yeni doğmuş çocuğunu, bir anne nasıl öldürebilir?! Yeni doğmuş çocuğunu öldüren annenin, ekseriya, ruhî bir buhran ve manevî bir zaruret içerisinde, bu suçu işlediğinin kabulü gerekir. Bu nedenle, daha az bir cezayla cezalandırılması kural olmalıdır. Şeref kurtarma kaygısıyla suç işleme arasındaki ruhî mücadelenin mevcudiyetinin sübutu halinde, daha az cezaya karar verilmelidir. Cezayı azaltıcı kanunî sebep olarak, şeref kurtarma kaygısıyla hareket etmek, suç vasfını değiştirmez. Adam öldürme suçu vardır; bu nedenle, ana dışında hiç kimsenin bu azaltıcı sebepten yararlanması mümkün değildir.

Bu türde yasa uygulamaları çeşitli Avrupa ülkelerinde de vardır. Örneğin, İspanya Ceza Kanununun 410 uncu maddesinde, Portekiz Ceza Kanununun 356 ncı maddesinde, İtalya Ceza Kanununun 578 inci maddesinde, Hollanda Ceza Kanununun 290 ve 291 inci maddelerinde, Danimarka Ceza Kanununun 238 inci maddesinde, bu neviden bir suç söz konusu olduğunda, kasten adam öldürmeye belli indirimler yapılmaktadır.

Tasarıyla, mevcut yasal düzenlemedeki caydırıcılığı artırmak için, cezalandırma seviyesi yükseltilmiştir. sekiz ile oniki yıl arası hapis cezasının etkili bir caydırıcılığı olacağı inancıyla, tasarıyı olumlu buluyor; Yüce Meclisi, tekrar, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Öyüş.

Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen Niğde Milletvekili Orhan Eraslan. buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ORHAN ERASLAN (Niğde)- Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu maddeyle, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesinde düzenlenen bir fiilin, cezasının daha da ağırlaştırılması olarak bir düzenleme yapılmış bulunuyor. Orijinal halinde dört yıldan sekiz yıla kadar olan hapis cezası, Hükümet tasarısında "altı yıldan on yıla kadar" şeklinde artırılmıştı, daha sonra, komisyondaki görüşmelerimiz neticesinde "sekiz yıldan oniki yıla kadar" olarak düzenlendi.

Nedir bu 453 üncü madde, onu açıklamak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesi aynen şöyle diyor: "Öldürme fiili, anası tarafından, şerefini kurtarmak saikıyla yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı işlenmiş ise, faile, dört yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir." Yani, kendi annesi, kendi doğurduğu çocuğu, şerefini kurtarmak amacıyla öldürdüğünde -genel hükümlerden ayrılıyor burada Ceza Kanunumuz, özel bir hüküm düzenlemiş oluyor- az bir cezayla kurtulma imkânı veriliyor.

Peki, bir soru sormak istiyorum: Yeni doğmuş çocuğu anası öldürdüğünde annenin şerefi kurtuluyor mu? Bu sorunun cevabını arayacağız; çünkü, şeref, suçun unsuru olduğuna göre, şerefini kurtarmış olması lazım. Bana göre, ister meşru ister gayrimeşru olsun, yeni doğmuş çocuğunu öldüren annenin şerefi kurtulmuyor, bilakis, daha da şerefsiz hale geliyor, şerefi daha da lekelenmiş oluyor. Peki, burada kastedilen, ailenin şerefini kurtarmak mı; bana göre, ailenin sabıkasına bir de cinayet ekleniyor, ailenin de şerefi kurtulmuyor. O zaman, toplumumuzda olumsuz ayırımcılığı hızlandıracak ve kadınlarımızı, anneleri, bir biçimde, hele hele tıbbın her türlü olanakları varken, cinayete sürükleyecek bu maddenin, Ceza Kanunumuzda, artık, yer almaması gerekir.

Değerli arkadaşlarım, nitekim, buna paralel olarak, Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesi vardır, meşhur "namus cinayetleri" maddesi; bu tasarının 19 uncu maddesiyle -biraz sonra, ilerleyen saatlerde göreceksiniz- 462 nci madde tamamen yürürlükten kaldırılıyor. 462 nci maddenin biçimi daha da ağırdır; yani "yukarıda geçen iki fasılda beyan olunan fiiller, zinayı icra halinde veya gayrimeşru cinsî münasebette bulunduğu esnada meşhuden yakalanan" diye başlayan ve "bir koca veya karı yahut kız kardeş veya fürudan biri" diye devam eden bir maddedir. Burada, fiilin muayyen olan cezası sekizde 1'e kadar indiriliyordu; bunu kaldırıyoruz. Bakın, bunu kaldırıyoruz, ama, bundan daha ehven olma durumu taşıması gereken ve bir anneye kendi yavrusunu öldürmede ceza indirimini öngören maddeyi tümden kaldırmıyoruz. Bir biçimde, bu maddenin Avrupa Birliği müktesebatına aykırı olduğunu da biliyoruz, bildiğimiz için bu paket içerisine almışız "dört yıldan sekiz yıla kadar" yerine "sekiz yıldan oniki yıla kadar" dersek kurtarırız diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu, tabiî ki, ceza hukukuna temelden aykırı, insan haklarına aykırı. Bir başka şeye de aykırı; hatırlayacaksınız, çok yakın bir zamanda, Medenî Kanunumuzda bir değişiklik yaptık, evlilikiçi çocuk ile evlilikdışı çocuğu eşit hale getirdik, nesebi sahih çocuk ile gayrisahih çocuğu eşit hale getirdik; buna da aykırı. Evlilikdışı doğan bir çocuğu Ceza Kanunu yönünden farklı bir yerde görüyoruz; yani, bir anne, evlilikiçi çocuğunu öldürürse adam öldürmekten yargılanacak, evlilikdışı çocuğunu öldürürse adam öldürmekten yargılanmayacak, 462 nci maddeden yargılanacak. Bunun insan haklarına uygun bir yanı yok -benden önceki konuşmacı Sayın Oya Araslı açıkladı- kadın haklarına uygun bir yanı yok, eşitliğe uygun bir yanı yok ve çağdaş hukuka uygun bir yanı yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Eraslan.

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Eğer, şimdi kaldırmazsak, bir süre sonra, numaralandırdığımız paketlerden birinde, 453 üncü maddenin tümünü kaldırmak için bir düzenleme yapma zorunluluğuyla karşı karşıya kalabiliriz.

Değerli arkadaşlarım, yeni doğmuş çocuğun annesi tarafından öldürülmesini telkin, teşvik ve tahrik edici nitelikte olan bu maddenin hukukumuzda yeri olmamalıdır, bu fiili işleyen de genel hükümler dairesinde yargılanmalıdır diyor, bu hususta vereceğimiz önergeye desteğinizi bekliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.

Şahsı adına, Diyarbakır Milletvekili Sayın Cavit Torun; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım.

Ben de, diğer hukukçu arkadaşlarım gibi, tasarının 1 inci maddesiyle değiştirilen Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesinin yasa metninden çıkarılmasından yana görüş beyan etmek istiyorum; zira, yeni doğmuş olan bir çocuğun, canice, annesi tarafından öldürülmesini kabul etmenin hiçbir şekilde imkân ve ihtimali bulunmuyor. Tasarının ileride görüşeceğimiz maddelerinden bir tanesinde "namus cinayeti" olarak bildiğimiz cinayetlerle ilgili yasa maddesi, yasa metninden bütünüyle çıkarılıyor. O maddenin yasa metninden çıkarılıyor olmasına rağmen, bu maddenin yasa metninde kalmış olmasını anlamanın imkânı yok; zira, yarın öbür gün, böyle bir dava hâkim huzuruna geldiğinde, çocuğunu öldüren kadın, ileride ağır tahrik hükümlerinden yararlanacak ve sekiz yıllık ceza çok hafif bir şekilde geçiştirilmiş olacak.

Tasarının bu kısmıyla ilgili görüşümü açıkladıktan sonra, genel olarak bazı konulara değinmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye uzun zamandan beri kabuk değiştirmeye, demokrasiyi ülkeye yerleştirip, hâkim kılma ve Batı ülkelerinde olduğu gibi insanı yüceltip, yükseltme azmi içerisinde bulunuyor. Bu azim ve gayrete katılmaktan büyük onur duyuyorum. "İnsanı yücelt ki, devlet yücelsin" felsefesinin temeli de budur. Biz, yıllarca, devleti yüceltelim ki, insanımız da yücelsin azim ve gayreti içerisinde olduk; ancak, devleti yüceltirken, insanımızı küçümsedik ve devleti payidar kılmanın yolunu, insan haysiyet ve onurunun çiğnenmesinde bulduk. Yasalarımızı ona göre dizayn ettik. Demokrasimiz bu uygulamalardan çok yara aldı ve neredeyse her geçen on sene kerahet vaktinin doğumu gibi algılandı. Bu türden olan her doğum, ülke ve insanımızın bahtının kararmasına neden oldu. Şimdilerde ve özellikle 3 Kasım seçimlerinden sonra, insanlarımızın demokrasi bilinçlerinin geldiği seviyeden herkesin önemli dersler çıkarması gerekiyor; bu, ülkenin ufkunun, milletin bahtının açıldığını gösteriyor. Buradan alınan güçle, ardı arkasına uyum paketleri Yüce Meclisin gündemine geliyor. 22 nci Dönem Parlamentosu Beşinci Uyum Paketini çıkardı, altıncısını bugün çıkaracağız.

Bu paketle çok önemli değişiklikler yapılıyor. Şimdiye kadar anadilde yayın yapılması ve konuşma özgürlüğü verilmesi konusunda görüş ve fikir beyan edenler, çok ıstırap çektiler; binlerce insanın hapishane köşelerini boyladığını biliyoruz, halen de bu iş devam ediyor.

Düşünce, fikir ve inançlar önünde Türkiye'de büyük engeller var. Yapılan değişiklikler yeterli olmamakla birlikte, önemli aşamaları bir bir katediyoruz. Ancak, bütün bunları, Avrupa Birliğiyle uyum yasaları biçiminde getirmemiz ve bu konularda bugüne kadar gecikmemizin kabul edilebilir yanı yoktur.

Ben, tüm bu değişikliklerin, bu ülke insanının ihtiyacı olduğu için yapılmasını bekler ve dilerdim; fakat, bugün, hâlâ, bu noktaya, Avrupa Birliğine uyum sayesinde gelmiş olmamızın mutluluk verdiğini de asla unutmamalıyız.

Bu ülkede azınlıkların değil, çoğunlukların bile inanç, düşünce ve fikir özgürlüğünün bulunmadığı bir vakıadır. Bu yönde ileri sürülen aksi fikirler, mızrağın çuvala sığdırılmasına yetmemektedir. Hâlâ, binlerce kız öğrenci inançları sebebiyle özgürce okullarına gidememekte, mağduriyet ve mahzuniyet, sabır taşlarını çatlatacak duruma gelmiş bulunmaktadır.

Yine bu ülkede, ilköğretim okullarını bitirmemiş olan çocuklarımız, inançlarının kitabını serbestçe, gidip, okuma imkânını bulamıyorlar.

Umarım ve dilerim, bundan sonraki paketlerde, ülkenin Avrupa Birliğine uyumu çerçevesinde, önündeki tüm engelleri kaldırmak için elinden gelen çabayı göstermek ve ileri adımlar atmak görevimiz olacaktır.

OYA ARASLI (Ankara) - Maddeyle ilgili konuşsun.

CAVİT TORUN (Devamla) - Hemen kabul edelim ki, ordumuza büyük saygı duyuyoruz, onun kılına dokunacak hiçbir tavrı kabul etmemizin imkânı yoktur; ancak, Millî Güvenlik Kurulunun bugünkü yapısıyla, Birliğe katılımın imkânsız olduğunu da hiçbir zaman gözden ırak tutmamalıyız. Bununla işin şöyle bir yanı ortaya çıkıyor. (CHP sıralarından gürültüler)

İSMET ATALAY (İstanbul) - Maddeyle ne alakası var.

CAVİT TORUN (Devamla) - Biz, başkalarının evinde pijamalarımızla dolaşamayız.

BAŞKAN - Sayın Torun, maddeyle ilgili konuşursak...

CAVİT TORUN (Devamla) - Yasalarımızın ismi, halk nazarında, neden Avrupa Birliği Uyum Yasası; açık ve belli ki, biz bir yerlere girmek istiyor ve onların yaşam biçimlerinin zarurî kıldığı yasal düzenlemeleri uygulamaya koymaya çalışıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Torun.

CAVİT TORUN (Devamla) - Biz, isteyelim istemeyelim, bu müktesebata uymak zorundayız. O bakımdan, yerli yersiz "bizim her şeyimiz iyidir, Avrupalıların bize yönelttikleri yanlışların dinlenebilir yanı yoktur" biçimindeki değerlendirmeler çokça bir anlam ifade etmiyor.

Uyum Paketinde, herkesin çocuğuna istediği ismi verebilmesi; tutukluların, derhal avukatlarıyla görüşme imkânının getirilmesi; azınlıklara, vakıflarını 18 ay içerisinde tescil ettirme hakkının verilmesi; idarenin verdiği kararlara karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı uyarınca iadei muhakeme hakkı tanınması; İmar Kanununda şimdiye kadar yer alan "cami"  ibaresinin "ibadet yeri" olarak değiştirilmesi ve Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesinin Ceza Kanunundan çıkarılması devrim niteliğinde değişiklikler olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır.

Bu vesileyle, yasa tasarısının tümünü destekliyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Torun.

1 inci madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 180 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Orhan Eraslan

Oya Araslı

Haluk Koç

 

Niğde

Ankara

Samsun

 

Mustafa Özyürek

Haşim Oral

Atilla Kart

 

Mersin

Denizli

Konya

 

Madde 1.- 1.3.1926 tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu?..

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, bu konuyla ilgili olarak kısa bir açıklama yapmam gerekiyor:

Burada dile getirilen hususlar, zannediyorum, konuyu yanlış bir zemine oturtuyor. Burada, kimse, çocuğun öldürülmesine cevaz vermiyor; kimse, kasten adam öldürmeye bir kolaylık gelsin istemiyor. Ancak, bu düzenlemeleri yaparken, hayatın gerçeklerini, içinde yaşadığımız toplumun, dünyanın gerçeklerini de bir ölçüde dikkate almak gerekiyor. Tabiatıyla, Türk toplumunun da önemli bir kısmı halen kırsal kesimde yaşıyor. Orada kadınların ne ölçüde himaye gördüğü, ne ölçüde hak ve hukuka sahip olduğunu hepimiz biliyoruz; büyük şehirlerin varoşlarında onların nasıl himayesiz kaldığını, hukuken yetersiz şartlar altında yaşamak durumunda kaldığını biliyoruz. Dolayısıyla, bu gerçek, yalnız bizim toplumumuzun değil, Avrupa'nın da gerçeğidir. Adı üzerinde, bunlar uyum yasalarıdır. Uyum yasalarını yaparken, şüphesiz, bu düzenlemelerde, içinde yer almaya çalıştığımız ülkelerin hukukunda ne var; onları da dikkatle incelemeye ve değerlendirmeye gayret ediyoruz. Zannediyorum, burada biraz eksik bilgi verildi. Almanya dışında bütün ülkelerde -İspanya, Portekiz, Yunanistan, Danimarka, İsveç, Fransa dahil olmak üzere- bu neviden fiiller suçtur; ancak, bu saik altında işlenmiş olması da bir indirim sebebi olarak kabul edilmiştir.

Halen yürürlükte olan Türk Ceza Kanununa göre cezası belli ölçüde tutulmuş idi; tasarı hazırlanırken bu cezada, bir anlamda caydırıcılığı temin edebilmek bakımından bir artırıma gidilmiştir. Dün yapılan komisyon müzakerelerinde komisyon üyesi arkadaşlarımızın verdiği önergeyle bu cezalar biraz daha artırılmıştır. Dolayısıyla, bugün, eğer birileri, işte, medenî dünya, Batı dünyası, Avrupa bu noktalarda hiçbir indirim yapmıyor deyip, sanki bizim toplumumuza mahsus bir düzenleme, bizim toplumumuzun bir eksikliği gibi konu takdim edilirse bizim toplumumuza da haksızlık olur.

Dolayısıyla, bütün Batı hukukunda, Almanya dışında, bu neviden fiiller suçtur; ancak, cezada bir indirim sebebi olarak kabul edilmiştir. Bunları da hesaba katarak komisyon dün değerlendirmesini yapmış, cezada bir miktar da artırıma gidilmiştir. Dolayısıyla, biz önergeye katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Eraslan, konuşacak mısınız?

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Evet.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Eraslan. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; önergem üzerinde söz almış bulunuyorum.

Tabiî, Sayın Bakanın açıklamalarına katılmak mümkün değil. Bir kere, Fransa'da bu ceza kalkmış bulunuyor; onu Sayın Bakanımıza hatırlatıyorum.

Ayrıca, Avrupa ülkelerinde de var olan ceza bizdeki gibi şerefini kurtarma şartına bağlı değildir; o, sadece bizde şerefini kurtarma şartına bağlıdır. Bir kadın kendi doğurduğu çocuğu öldürmekle nasıl şerefini kurtarabilir; bunun bir açıklaması varsa, bunu açıklayacak bir babayiğit varsa açıklasın bir görelim. Orada şu vardır: Kendini güvencesiz ve desteksiz hissetmesi sonucu... Bu ikisi farklı şey. Şeref saik başka bir şey, güvencesiz ve destekten yoksun hissetmesi başka bir şey. Onun için, bu madde Avrupa Birliği müktesebatına uygun değildir; birincisi bu. Şahsım adına daha önce yaptığım açıklamalardaki her şey burada geçerli.

Bir şeyi daha söyleyelim: Sanki, Türk Ceza Kanunundan 453 üncü maddenin çıkarılmasını istemekle dinî inanca aykırı bir şey yapılıyormuş gibi bir hava verildi demin arkadaşlarımızın birisi tarafından. Tam tersine; İslamiyetin istediği de bu; sabi, sübyan, ağzı var dili yok, kendini hiç müdafaa edemeyecek, nefsini koruyamayacak bir insanın hayatını koruyoruz. Her ne sebeple olursa olsun, dünyaya gelmiş, hiç kimseye bir şey söyleyemeyecek durumdaki; bir çocuğun annesi tarafından öldürülmesinin kolaylaştırılmasına engel olmak istiyoruz; İslama uygun olan da budur.

METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) - Dini siyasete alet etme!..

ORHAN ERASLAN (Devamla) - Dini siyasete, biraz önce, bir arkadaşımız alet etti. Türkiye'de din özgürlüklerinin önünde hiçbir engel yoktur. Türkiye'yi Avrupa'ya jurnallemekten vazgeçin. Türkiye'de din istismarı vardır, din özgürlüklerinin önünde hiçbir engel yoktur. Kim ibadet ederken engellenmiş?!

Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eraslan.

Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. - 5.6.1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 2. - Cemaat vakıfları, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde 1 inci maddenin yedinci fıkrası uyarınca tescil başvurusunda bulunabilirler.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Onur Öymen; buyurun.

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 2 nci maddesi, 5 Haziran 1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanununa bir geçici madde eklenmesiyle ilgilidir. Buna göre, biraz önce de okunduğu gibi, cemaat vakıfları, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde 1 inci maddenin yedinci fıkrası uyarınca tescil başvurusunda bulunabileceklerdir.

Kuşkusuz, bu değişiklik, Türkiye'de yaşayan gayrimüslim vatandaşlarımıza ait vakıflara önemli bir avantaj sağlayacaktır; insanî açıdan bakıldığında, buna itiraz etmek mümkün değildir. Gayrimüslim vatandaşlarımız da bizim insanlarımızdır, onların haklarını korumak da bizim görevimizdir. O bakımdan, eğer, bu vatandaşlarımızın önünde birtakım engeller varsa, gayet tabiî ki, bu engelleri kaldırmak da görevimizdir.

Hükümetin attığı adım, bu konuda önerdiği adım, olumlu bir adımdır; bunu, biz de destekliyoruz; ama, madalyonun bir de başka tarafı var. Uluslararası ilişkilerde en önemli ilkelerden biri, karşılıklılık ilkesidir. Biraz önce, değerli arkadaşım Haluk Koç da, bu konuyu, Yüce Meclise arz etti. Acaba, yurt dışındaki Türk vakıflarının durumu nedir, bunu hiç araştırdık mı; acaba, yurt dışındaki soydaşlarımız bu gibi konularda hangi engellerle karşılaşıyorlar, bunu araştırdık mı; hükümetimiz, Avrupa Birliğinden gelen beklentiler, talepler doğrultusunda Türk yasalarını değiştirirken, acaba, bizim insanlarımız, aynı konularda Avrupa Birliği ülkelerinde ne gibi sıkıntılarla karşılaşıyorlar, bunu hiç araştırdı mı, bunun üzerine gitti mi, bunun için girişimde bulundu mu?! Sanmıyoruz, hiç duymadık. Bulunduysa, hükümet, buradadır; Yüce Meclise bilgi versin; bunları öğrenmekten çok mutlu oluruz. Biz, sadece, kendisinden talep edilen hususları yerine getiren bir devlet konumuna düşmemeliyiz; biz de, haklarını arayan, gerek yurt içinde gerek yurt dışında soydaşlarımızın hakkını arayan bir devlet olmalıyız.

Değerli arkadaşlar, Sayın Koç'un söylediği Yunanistan'daki vakıflar meselesi, bunun çok tipik bir örneğidir. Türkiye'deki Rum vakıfları ne kadar hakka sahipse, Lozan'a göre, Yunanistan'daki Türk vakıfları da o kadar hakka sahiptirler. Peki, kullanabiliyorlar mı; hayır, kullanamıyorlar. Cunta idaresinin daha 1960'lı yıllarda koyduğu bazı kurallarla, bizim Türk vakıflarımız, oradaki Yunan yönetiminin, Yunan Hükümetinin denetimi altına girmiştir. Bugün, Batı Trakya'daki Türk vakıflarını Yunan hükümetinin tayin ettiği kayyımlar idare ediyor. Yunanistan'da, o kadar rejim değişmiştir, o kadar değişiklik olmuştur, o tarihten sonra, Yunanistan Avrupa Birliğine girmiştir; fakat, bu sistem, bugün dahi değişmemiştir. Buna karşı ne yapıyoruz; buna karşı, hükümetimiz, hangi girişimi yapıyor bilmek isteriz.

Biz de Yunanistan'la dostluk istiyoruz, biz de Yunanistan'la ilişkileri yumuşatmak istiyoruz; biz de, devlet adamlarımız el sıkışınca, birlikte demeçler verince memnun oluyoruz; ama, arkadaşlar, Türk-Yunan politikasını  iyileştirmek, sadece, sirtaki oynamakla olmaz. Türk-Yunan politikasını iyileştirmek istiyorsanız, önce, haklarınıza sahip çıkacaksınız; önce, Yunanistan'daki soydaşlarınızın hakkına sahip çıkacaksınız. Orada, vakıflar konusunda olsun, eğitim konusunda olsun pek çok sıkıntımız var. Biliyor musunuz ki, Yunanistan Avrupa Birliğine girdikten sonra, yirmi  yıl boyunca, orada yaşayan 45 000 soydaşımız "yasak bölge" denen bir bölgede yaşıyorlardı. Daha önce de söyledik; Yunanistan, AB üyesi olduktan sonra, yirmi yıl, bu insanları orada yaşatmaya devam etmiştir; Türklerin yaşadığı bu bölgeye, bir tek yabancı girememiştir; bunları biliyor musunuz?

Evet, iyileştirmeler yapalım, gayet tabiî ki yapalım. Ben, Batı Trakya'da görev yapmış bir arkadaşınızım; orada, soydaşlarımız, bize, her zaman şunu söylüyorlardı: "Bize, burada, bu kadar kısıtlama getiriliyor, bu kadar eziyet yapılıyor; buna mukabil, siz, Türkiye'de hiçbir karşılık vermiyorsunuz, hiçbir şey yapmıyorsunuz. Biz, İstanbul'daki Rumların durumuna gıpta ediyoruz" Şimdi, bir parça düzeldi belki, eskisi kadar sıkıntılı durum yok denilebilir birçok bakımdan; ama, gene de, arada çok fark var. İşte, vakıflar, bunun örneklerinden biridir.

Şimdi, -gene Sayın Koç bahsetti- birkaç gün önce, hükümete, bir sözlü soru önergesi verdik; buna, henüz cevap alabilmiş değiliz.

Aynı şekilde, gene, bu azınlıklarla ilgili olarak, Batı Trakya'daki Türk azınlığının durumuyla, İstanbul'daki Rum azınlığının durumu çok farklıdır. İstanbul'daki Rumlar serbestçe patriklerini seçecekler; bizim oradaki müftülerimizi halk seçti diye, siz, müftüyü yargılayacaksınız, hapse atacaksınız; Avrupa İnsan Hakları Divanına gidecek, Yunanistan'ı mahkûm ettirecek karar çıkacak, müftümüze, gene, görevini yaptırmayacaksınız. Buna karşı, hükümet olarak ne yapacaksınız; sessiz kalacaksınız... İşte, bu olmaz. Avrupa Birliğine girmeyi, biz, herkesten çok istiyoruz; ama, boynumuzu bükerek değil; her dediklerine baş eğerek değil. Haklı oldukları yerde gayet tabiî ki dediklerini yapacağız, kurallara uymak gayet tabiî ki bizim de görevimiz. 80 000 sayfalık kanunlar bizim de kanunumuz olacak, biz bunları biliyoruz ve çağdaşlaşma konusunda biz hiç kimsenin gerisinde değiliz; ama insaflı olalım, aynı konularda eğer bizim insanlarımız Avrupa Birliği ülkelerinde sıkıntı çekiyorlarsa, bu konuda da sessiz kalmayacağız, hakkımızı arayacağız; bu bizim görevimizdir.

Arkadaşlar, unutmayınız ki bu azınlıklar konusu Lozan'ın en önemli maddelerinden biri olmuştur; vakıflar da dahil olmak üzere, bu konu Lozan'da çok uzun boylu görüşülmüştür, Türkiye, Lozan'da çok büyük baskılara maruz kalmıştır azınlık hakları konusunda, kapitülasyonlar konusunda; İsmet Paşa bütün bu baskılara direnmiştir ve bugünkü metni çıkarttırmıştır ortaya. İşte, Lozan'a göre vakıfların statüsü ne ise biz ona uyacağız; ama Yunanistan'ın da uymasını isteyeceğiz; bizim ölçümüz budur. Aynı şekilde, Lozan'da İstanbul Patriğine verilmemiş sıfatların kullanılmasına izin vermeyeceğiz. Lozan'da ekümenik sıfatı var mı; ekümenik sıfatı yoktur. Peki, o zaman İstanbul'daki patrik bu sıfatı nasıl kullanabiliyor; bu sıfatla nasıl konferanslar veriyor; buna karşı tepkimiz nedir? Efendim, biz Vatikan'da diplomatik girişim yaptık; yetmez. Bu, bir siyasî konudur, Lozan'ın deldirilmesi, aşındırılması konusudur, siyasî girişim yapacaksınız; devlet budur. Kendine saygısı olan devlet, altında imzası olan anlaşmaları çiğnetmeyen devlettir. Bu anlaşmaları imzalayan insanlar büyük çabalarla en zor şartlar altında dünyanın en büyük devletlerine direnerek bunu sağlamışlardır. Şimdi, bunun aşındırılmasına göz yummaya bizim hakkımız var mı arkadaşlar. Bu konu son derece önemlidir, bir kere daha dikkatinize getiriyorum, hükümetin dikkatine getiriyorum; biz, Avrupa Birliğiyle bütünleşeceğiz diye, temel haklarımızdan, çıkarlarımızdan, itibarımızdan vazgeçmeyeceğiz.

Ekümenik patrik demek ne demektir; evrensel patrik. Bu, sadece bir sıfat mı acaba? Kartvizite yazılan bir kelimeden ibaret mi, yoksa bundan fazla bir şey mi? Kartvizitinize kelime yazmaktan ibaret değil bu; bu demektir ki, ben bütün Ortodoksların kilisesinin başkanıyım, yani İstanbul'daki Rum Ortodoksların dışında, başka Ortodoks kiliseleri de var, onun da başıyım diyor; hangi hakla, nereden alıyor bu yetkiyi?! Patriğe, bütün din adamlarına saygı gösteririz hangi dinden olursa olsun; ama, bu konularda, Lozan'ı, Türk yasalarını ihlal etmeye kimse kalkışmasın. Devlet olarak, biz, bunu, büyük bir hassasiyetle izlemek zorundayız, hükümetten de aynı hassasiyeti bekliyoruz. Bunu yapmadığımız takdirde, kendimize olan saygımızı kaybederiz, devlet olarak ciddiyetimizi kaybederiz, altında imzamız olan anlaşmaları koruyamaz duruma düşeriz. Hükümetten, bu konularda hassasiyet bekliyoruz.

Demin bir arkadaşım dedi ki: "Efendim, 'yabancılar haksızdır' demek doğru değildir. Gayet tabiî ki, Türkiye'de, Müslümanların da dinî kısıtlamaları var." Arkadaşlar, bu, bence, son derece yanlış, haksız, insafsız bir iddiadır.

Türkiye'de, Türkiye Cumhuriyetini kuranlar, Müslümanlara hiçbir zaman baskı yapmamışlardır, Türkiye'de tam bir din ve vicdan hürriyetine dayalı bir rejim kurmuşlardır ve seksen seneden beri, biz, bu rejimi sürdürüyoruz, insaflı olalım!

Eğer, hükümetimiz, hükümet mensuplarımız "Türkiye'de Müslümanlar baskı altında" derse, yabancılar bunu nasıl yorumlayacaktır?! Yani, siz iktidardasınız, Mecliste mutlak çoğunluğunuz var, tek başınıza hükümetsiniz ve ondan sonra diyeceksiniz ki, Müslümanlar baskı altında... Kim tutuyor bunları baskı altında?! Hükümetin üstünde bir güç mü var?! Hükümetin üstünde bir güç mü var ki, sizi, dinî özgürlükleri sağlamaktan men ediyor?!

RECEP KORAL (İstanbul) - Kim dedi? Hayır, yok öyle bir şey...

OĞUZ OYAN (İzmir) - Demin söyledi, yapma...

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Bu sözlerin nerede söylendiğini ben çok iyi biliyorum, Sayın Dışişleri Bakanımız da çok iyi biliyor ve birkaç gün önce İstanbul'da yapılan Karma Parlamento Komisyonuna katılan diğer arkadaşlarımızın hepsi de çok iyi biliyor. Eğer, bunları söylemedik, yanlış anlaşıldı diyorlarsa, ben, bundan, ancak mutluluk duyarım; ama, hepimizin önünde söylenen sözleri söylenmemiş sayamayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Öymen.

ONUR ÖYMEN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, kendi kendimize haksızlık yapmayacağız. Bu memleket hepimizin memleketidir. Kendimizi, yabancılara karşı, hükümetin, Meclisin, iktidar sahibi olmadığı bir ülke gibi takdim edemeyiz; buna hakkımız yok. Eğer, siz, Türkiye'de, şu veya bu özgürlüğün kısıtlandığına inanıyorsanız, buyurun getirin, Mecliste tartışalım, kim size mâni oluyor; ama, öyle bir hava yaratılıyor ki, sanki Türkiye'de bazı güçler, bazı özgürlüklerin tam olarak yerine getirilmesine engel oluyormuş! Kimmiş bu güçler?! Bakın, kürsünün arkasında "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" yazıyor. Bu söz boşuna söylenmemiştir; biz, bu söze inanarak buraya geldik, halk, bizi bu söze inanarak buraya gönderdi. O bakımdan, bu Meclisin üstünde bir güç olduğu izlenimini vermeye hiçbirimizin hakkı yoktur. Düşüncemiz ne olursa olsun, inancımız ne olursa olsun, bu izlenimi yaratamayız arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) Bu devlet, hepimizin devletidir, bu cumhuriyet, hepimizin cumhuriyetidir; bu cumhuriyeti kuranlara saygılı davranmak zorundayız.

Biz, bu kanun değişikliğini onaylıyoruz, kabul ediyoruz; ama, bu düşüncelerle kabul ediyoruz, bu beklentilerle kabul ediyoruz. Hükümetin, Türkiye'ye yapılan haksızlıklar konusunda gür sesini yükseltmesini bekliyoruz. Siz, hakkımızı koruyun, milletimizin itibarını koruyun, biz bütün gücümüzle sizi destekleriz, bütün gücümüzle arkanızdayız; ama, yurt içinde, yurt dışında Türkiye'ye, soydaşlarımıza yapılan haksızlıklar karşısında sessiz kalırsanız, geçiştirirseniz, en temel anlaşmalarımızın aşındırılmasına sessiz kalırsanız, bizi yanınızda göremezsiniz. Bunu, üzülerek söylüyorum, bizi yanınızda göremezsiniz; çünkü, biz, bu cumhuriyeti kuranların mirasçısıyız; biz, laik devleti kuranların mirasçısıyız; biz, bu ülkeyi yabancıların baskısından ve yabancıların azınlıklar üzerindeki himaye haklarından kurtaranların takipçisiyiz, onların mirasçısıyız.

Bu düşüncelerle, Yüce Meclisi saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.

Madde üzerinde başka söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. - 26.4.1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 55/A maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.

"Özel radyo ve televizyonlarla yayın

Madde 55/A. - Seçimlerin başlangıç tarihinden oy verme gününün bitimine kadar özel radyo ve televizyon kuruluşları, yapacakları yayınlarda 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununun 5, 20, 22 ve 23 üncü maddeleri ile 31 inci maddesinin ikinci fıkrası hükümlerine tâbidir.

Yukarıdaki fıkra hükümlerine göre özel radyo ve televizyonların yayın ilkelerinin belirlenmesinde, Yüksek Seçim Kurulu görevli ve yetkilidir.

Yapılacak yayınların yukarıdaki esaslara uygunluğunun gözetim, denetim ve değerlendirilmesinde, ülke çapında yayın yapan özel radyo ve televizyonlar için Yüksek Seçim Kurulu; bunun dışında yayın yapan özel radyo ve televizyonlar için yayının yapıldığı yer ilçe seçim kurulları görevli ve yetkilidir.

İlçe seçim kurullarının verdiği kararlara karşı, yirmidört saat içinde il seçim kurullarına itiraz edilebilir. İl seçim kurulu kararları kesindir.

Ülke çapında yayın yapan özel radyo ve televizyonların hangileri olduğunu belirlemeye Yüksek Seçim Kurulu yetkilidir. Yüksek Seçim Kurulunun buna ilişkin kararı Resmî Gazetede yayımlanır."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4. - 298 sayılı Kanunun 149/A maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.

"Özel radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin suçlar

Madde 149/A. - Bu Kanunun 55/A maddesine ve Yüksek Seçim Kurulunca belirlenen esaslara aykırı olarak yayın yapılması halinde, ülke genelinde yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını Yüksek Seçim Kurulu, yerel yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını ise yayının yapıldığı yer ilçe seçim kurulu uyarır veya aynı yayın kuşağında açık bir şekilde özür dilemesini ister. Bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı halinde, Yüksek Seçim Kurulu veya yayının yapıldığı yer ilçe seçim kurulunca, ihlâle konu programın yayını bir ilâ oniki kez arasında durdurulur. Aykırılığın tekrarı hâlinde, ülke genelinde yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarının yayınlarının Yüksek Seçim Kurulunca beş günden onbeş güne kadar durdurulmasına, yerel yayın yapan özel radyo ve televizyonların yayınlarının ise yayının yapıldığı yer ilçe seçim kurulunca üç günden yedi güne kadar durdurulmasına karar verilir.

Bu kararlar ilgili en yüksek mülkî amirlerce derhâl yerine getirilir.

Birinci fıkra hükmüne göre hakkında yayın durdurulması kararı verilen özel radyo ve televizyon kuruluşlarının sorumluları, onmilyar liradan seksenbeşmilyar liraya kadar, yerel yayın yapan özel radyo ve televizyon  kuruluşlarının sorumluları, üçyüzellimilyon liradan dörtmilyar liraya kadar ağır para cezasıyla, yetkili mahkemesince cezalandırılır. Tekerrürü halinde bu cezalar üç misli olarak uygulanır. Bu fıkraya göre verilecek cezalarda Türk Ceza Kanununun 119 uncu maddesi uygulanmaz."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının, kamuoyundaki adıyla Altıncı Uyum Paketinin 4 üncü maddesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

4 üncü maddeye değinmeden önce, izninizle, tasarının geneli hakkında birkaç söz söylemek istiyorum.

Tasarının genel gerekçesinde, bu değişikliğin Avrupa Birliğine uyum için gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Oysa, bu değişikliklerin Avrupa Birliği için değil, demokratikleşme, temel hak ve hürriyetlerin Türk insanının ihtiyacı olduğu için yapıldığının vurgulanması gerekirdi. Demokratik hukuk devleti normlarında görülen eksikliklerimiz, Anayasamızdaki ve yasalarımızdaki antidemokratik hükümler nedeniyle, bireylerdeki ve ulustaki aydınlanma ve atılım yeteneği tam anlamıyla ortaya çıkamamaktadır. Bir anlamda, temel hak ve hürriyetlerdeki eksiklikler, bireyler ve ulus için ayakbağı olmaktadır. Bu bağları çözdüğümüz ölçüde, bizim de, aydınlığa, uygarlığa koşmamız daha kolaylaşacaktır. Bu nedenle, 12 Eylül rejimince yapılmış bulunan Anayasadaki, başta dokunulmazlıklar olmak üzere demokratikleşmenin önündeki tüm olumsuzlukların giderilmesi ve yine, tüm yasalarımızın elden geçirilerek, demokratikleşmeyi engelleyen, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan antidemokratik düzenlemelerin ortadan kaldırılması için, iktidarıyla, muhalefetiyle çalışmalara hemen başlamalıyız; ancak, bu düzenlemeleri yaparken, hukuk kurallarını oluşturma aşamasında da hata yapmamalıyız.

Öncelikle, yapılacak düzenlemeler, kamuoyuna sunularak tartışılması sağlanmalı, sivil kitle örgütlerinin ve özellikle muhalefetin de görüşleri alınarak olgunlaştırılmalıdır. Şu anda yapılmakta olduğu gibi, kamuoyunda tartışılmadan, sadece iktidarın getirdiği şekliyle hemen komisyona gönderilip, komisyondan çıktığında da, milletvekillerinin yeterince hazırlık yapmasına dahi fırsat verilmeden Genel Kurula sevk edilerek "nasıl olsa yeterli çoğunluğumuz var" anlayışıyla yasaların oluşturulmaya çalışılması yerinde değildir.

Mevcut hukuk sistemimiz, büyük bir kargaşa içerisindedir. 1920 yılından günümüze kadar çıkarılan kanun sayısı 12 730'dur. Durum böyleyken, yapılan yeni düzenlemelerin, Türk hukuk sistemini iyice çıkmaza soktuğu, bütünlükten uzaklaştırdığı da ortadadır. Bu yasa tasarısında olduğu gibi, Türk Ceza Kanunu, Vakıflar Kanunu, özel radyo ve televizyonlarla ilgili kanun, Seçim Kanunu, Nüfus Kanunu, İmar Kanunu, Adlî Sicil Kanunu, İdarî Yargılama Usulü Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu gibi birbiriyle alakasız yasalardaki değişiklikleri birlikte düzenlemek, uygulayıcılar için içerisinden çıkılmaz yeni durumlar yaratacaktır.

Bir hukuk tasarrufu, bir yasaya ihtiyaç duyulduğunda kolaylıkla bulunabilmelidir. Mevcut mevzuatımız zaten yeterince karmaşıktır; yapılan bu düzenlemelerle, karmaşıklık iyice artmaktadır. Böylesi bir karmaşa ve 12 730'a ulaşan kanunlar silsilesi içerisinde, vatandaşımızın "yasayı bilmemek mazeret sayılmaz" kuralı çerçevesinde, tüm mevzuatı biliyor kabul edilmesi beklenmemelidir. Böyle bir ortamda, sade vatandaşın değil, yasanın uygulayıcısının bile mevzuata kolayca ulaşması mümkün değildir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi ise, tasarının 4 üncü maddesi hakkındaki düşüncelerimizi açıklayacağım.

298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 149/A maddesinde yapılan düzenlemenin sadece ilk genel seçimlerde uygulanması hüküm altına alınmışken, bu tasarıyla, düzenlemenin sürekli olarak uygulanması öngörülmüştür. Ayrıca, daha önceki düzenlemeyle, Yüksek Seçim Kurulunca belirlenen esaslara aykırı olarak yayın yapılması halinde, belirli sürelerle yayınların durdurulacağına karar verileceği belirtildiği halde, bu tasarıyla, doğrudan yayın durdurma yerine, aşamalı bir düzenleme getirilmektedir.

Bu aşamalardan birincisinde, belirlenen esaslara aykırı yayın yapılması halinde, bu yayını yapan özel radyo ve televizyon kuruluşu, bu kuruluş Türkiye genelinde yayın yapıyorsa Yüksek Seçim Kurulu, yerel yayın yapıyorsa ilçe seçim kurulunca uyarılır ve aynı yayın kuşağında özür dilemesi talep edilir; ancak, bu birinci aşamadaki uyarıdan sonra yapılması gereken özür dilemenin mahiyeti açık değildir. Bu özrü kuruluşun temsilcisi mi, yayıncısı mı dileyecek; özür dilemenin metni nasıl oluşacak; bu hususlar açık değildir. Kaldı ki, mevcut hukuk sistemimizde özür dileme diye bir cezaî müeyyide de bulunmamaktadır. Bu nedenle, bunun yerine, uyarıyı yapan Yüksek Seçim Kurulu veya ilçe seçim kurulunca hangi konularda aykırı yayın yapıldığının yazılı metin haline getirilerek özel TV ve radyo kuruluşunda yayınlattırılması, hukuk mantığına daha uygun bir çözüm olacaktır.

Ceza düzenlemesinin ikinci aşamasında, birinci aşamadaki uyarıya ve özür dileme sistemine uyulmaması veya aykırılığın devamı halinde, ihlale konu programın yayını 1 ilâ 12 kez arasında durdurulur hükmü yer almaktadır; ancak, bu düzenleme de yeterince açık değildir. "1 ilâ 12 kez arasında durdurulur" denilmekle, 1 ilâ 12 kez arasında, 1 kere mi, yoksa 12 kereye kadar mı durdurulacağı açık değildir. Uygulamada, bu düzenleme pek çok karışıklığa neden olabilecektir. Oysa, yasa dili, cümle yapısı, herkesin çok kolaylıkla anlayabileceği bir açıklıkta olmalıdır. Bu nedenle, bu düzenlemeye de bir açıklık getirilmesi gerekir.

Ceza düzenlemesinin üçüncü aşamasında ise, aykırılığın tekrarı halinde, bu kez, daha önceki düzenlemede olduğu gibi, yayının durdurulmasına karar verileceği belirtilmektedir. Yayın durdurma aşamasında özel radyo ve televizyon kuruluşlarının sorumlularına verilecek para cezaları da bu tasarıyla artırılmıştır. Daha önceki düzenlemede, genel yayın yapan özel TV ve radyolara verilecek para cezası 1 000 000 000 TL'den 5 000 000 000 TL'ye kadar, yerel yayın yapan özel TV ve radyolara ise 10 000 000 TL'den 100 000 000 TL'ye kadar ağır para cezası öngörülmüşken, bu tasarıyla, genel yayın yapan özel kuruluşlara verilecek ağır para cezası 10 000 000 000 TL'den        85 000 000 000 TL'ye kadar, yerel yayın yapan özel yayın kuruluşlarına ise 350 000 000 TL'den 4 000 000 000 TL'ye kadar artırılmıştır.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, tasarının 4 üncü maddesindeki bu düzenlemeyi esas itibariyle destekliyoruz; ancak, tasarının maddesinin yazılımının herkesin anlayabileceği şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Yüce Heyete saygılarımı sunar, bu düzenlemelerin vatandaşlarımız için olumlu sonuçlar getirmesini dilerim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kılıç.

Madde üzerinde başka söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

5 inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5. - 298 sayılı Kanuna aşağıdaki madde eklenmiştir.

"EK MADDE 8. - Türkiye Cumhuriyetinin üye olduğu uluslararası ve bölgesel kuruluşlar ile bu kuruluşlara üye ülkelerin gözlemcileri ve Hükümet tarafından uygun görülen uluslararası hükümet dışı kuruluşların gözlemcileri, seçimlerin tüm aşamalarını sadece izleyebilirler."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, Altıncı Uyum Paketi taslağında, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanuna bir ek madde ilave edilerek, Türkiye'nin üye olduğu uluslararası ve bölgesel kuruluşlar ile bu kuruluşlara üye ülkelerin gözlemcilerinin ve hükümet tarafından uygun görülen hükümetdışı kuruluşların gözlemcilerinin ülkemizdeki seçimlerin tüm aşamalarını izleyebilmelerinin sağlanması öngörülmektedir.

Değerli arkadaşlarım, seçimlere yabancı gözlemci kabul etme yükümlülüğü, esasen, Türkiye'nin üye olduğu uluslararası kuruluşlar ile taraf olduğu sözleşmeler bağlamında üstlenmiş olduğu ve uygulamaya başladığı bir taahhüttür. Türkiye'nin bu yükümlülüğü resmen üstlenmesi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının, 1999 yılında, İstanbul'da yaptığı zirve toplantısı sırasında olmuştur. Bu toplantıda kabul edilen Avrupa Güvenlik Şartının 25 inci maddesine göre, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatına üye olan ülkeler, seçimlerine gözlemciler davet etme yükümlülüğünü üstlenmişlerdir. Hemen belirteyim ki, Avrupa Konseyi çerçevesinde alınan benzer kararlar da, üye ülkeler arasında seçimlerin izlenmesine ilişkin yükümlülükler getirmektedir. Nitekim, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin Ekim 1999'da almış olduğu bir kararda, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi denetim sürecinde bulunan ülkelerde seçimlerin izleneceği kaydedilmiştir. Bilindiği üzere, Türkiye, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi denetim sürecinde bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, tüm Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği ülkelerinin seçimlerine gözlemci davet etmeleri, bunun, artık, dünyada normal bir uygulama niteliği kazanmasına yol açmıştır. Bugünün koşullarında, bir ülkenin seçimlerine yabancı gözlemcilerin katılması, eskiden olduğu gibi, o ülke hakkında kuşku yaratıcı ve küçük düşürücü yorum ve düşüncelere yol açan bir nitelik taşımıyor. Nitekim, 2002 yılı içinde, Amerika, Almanya, İsveç, İrlanda, Hollanda, Fransa, Portekiz, Macaristan ve diğer birçok ülke, seçimlerine yabancı gözlemci davet etmişlerdir. Bu da, biraz önce söylemiş olduğum bu hususu teyit ediyor.

Ülkemiz de, 2000 ve 2001 yıllarında 8 ayrı ülkeye gözlemci göndermiştir. Yine, ülkemizdeki 3 Kasım 2002 Seçimlerine 3 kişilik bir AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) heyeti katılmıştır. Bu heyet, yayımladığı raporda, Türkiye'ye, seçimlerde uluslararası gözlemcilerin bulunmasına imkân verecek bir yasal hükmün kabul edilmesi tavsiyesinde bulunmuştur. İşte, 298 sayılı Kanuna bu konuda ek bir madde ilavesi, bu çağrıdan kaynaklanmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bu konunun Altıncı Uyum Paketinde yer alacağını öğrenince, biz, yetkili makamlarımızdan, Avrupa Birliği ülkeleri ile diğer ülkelerde bu yükümlülüğün yasal bir düzenlemeye konu teşkil edip etmediğini sorduk. Bu hususta yapılan araştırma sonucunda, Avrupa Birliği ülkelerinden Hollanda dışında hiçbir ülkenin, bu konuda bir yasal düzenleme yapmamış olduğu ortaya çıktı. Avrupa'da, Avrupa Birliği üyesi olmayan Romanya, Bosna-Hersek ve Ukrayna da benzer yasa düzenlemelerine başvurmuşlar; ama, Avrupa'nın Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya ve Belçika gibi oturmuş demokrasilerinin hiçbiri, yabancı gözlemci konusunu yasal düzenlemeyle hal yoluna gitmemiş.

Değerli arkadaşlarım, buraya kadarki ifadelerimden iki sonuç çıkıyor. Bunlardan birincisi, seçimlere gözlemci daveti, artık, geniş bir uygulamaya tabi olan uluslararası bir yükümlülüktür. Türkiye, bu yükümlülüğü tanımakta ve uygulamaktadır. İkincisi, bu yükümlülüğün ulusal yasalara geçirilmesi gibi bir zorunluluk mevcut değildir. Nitekim, Türkiye'nin Avrupa Birliğine karşı yükümlülüklerinin listesini içeren Katılım Ortaklığı Belgesinde böyle bir yükümlülük yoktur. Ayrıca, Hollanda'dan başka hiçbir Avrupa Birliği üyesi de, bu konuda yasal bir düzenleme yapmak ihtiyacını hissetmemiştir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, ben sizlere soruyorum: Hepsi gözlemci kabul eden bu Avrupa Birliği ülkeleri, bu yükümlülüklerini bir yasal düzenleme olmadan yerine getirirken, Türkiye'nin yasal düzenleme yoluna gitmesi ne anlama gelir? Bu şekilde hareket, Türkiye'nin kendine güveni olmadığını ilan etmesi anlamına gelmez mi? Bu şekilde hareket "Türkiye'nin bugünü ile yarını birbirine uymaz; bu bakımdan, biz, bu işi yasal güvence altına almak zorunluluğunu hissediyoruz" demek değil midir?

Katılım Ortaklığı Belgesinde yer almayan, yerleşik Avrupa demokrasileri tarafından uygun görülmeyen bir yasal düzenlemeyi Türkiye'nin kabul etmesi için hiçbir gerçek ve inandırıcı neden bulunmuyor değerli arkadaşlarım. Gelecek seçimlere gözlemci davetine ilişkin uluslararası yükümlülüğümüzün aksaksız ve pürüzsüz yerine getirilmesi için böyle bir yasal düzenlemeye ihtiyaç olduğu gibi bir argümanı da, ben, doğrusu, inandırıcı bulmuyorum.

Bu bakımdan, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, seçimlere yabancı gözlemci kabulünü mutlak, kesin ve vazgeçilmez bir mükellefiyet olarak görüyor ve kuvvetle destekliyoruz; buna mukabil, bu mükellefiyetin yerine getirilmesi için herhangi bir yasal düzenlemeye ihtiyaç olmadığı hususundaki kanaatimizi de muhafaza ediyoruz.

Saygılarımı sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Elekdağ.

Madde üzerinde, AK Parti Grubu adına, Kırıkkale Milletvekili Sayın Ramazan Can; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarıyla 10 kanunda değişiklik yapıyoruz. Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde önemli bir adımını teşkil ediyor. Bu değişiklikleri yapmamızın asıl amacı, Türkiye'nin demokrasi standardını yükseltmek, aynı zamanda, temel hak ve hürriyetleri ve bunların kullanımını genişletmek ve teminat altına almak, Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlamaktır.

Avrupa Birliği meselesi, ne Cumhuriyet Halk Partisinin bir meselesi ne AK Partinin bir meselesidir. Avrupa Birliği meselesi, artık, millî meselemiz haline gelmiştir; ancak, Avrupa Birliği olmazsa olmaz da değildir. Avrupa Birliğine girmek için mücadele edeceğiz, demokrasi standardımızı yükselteceğiz, insanımızın gerek ekonomik gerekse siyasî olarak seviyesinde bir rahatlama sağlayacağız.

Kopenhag Kriterleri diye anılan siyasî kriterleri yerine getirmek, AB'ye girmek için bir zarurettir. Aralık 2000'de onaylanan Katılım Ortaklığı Belgesiyle, düşünce hürriyeti, gözaltı süresi, toplantı ve örgütlenme hürriyetini kısıtlayan hükümlerin içhukukumuzda değiştirilmesi gerekmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülke ve millet olarak bizim asıl gayemiz, Türkiye'nin yenilenmesi, Türkiye'nin ileriye götürülmesi. Avrupa Birliği olmasa da, biz, Türkiye'yi yenileştirmek ve ileriye götürmek zorundayız. Bu değişiklikleri yaparken, toplumsal mutabakata varmak aslî zarurettir. Nitekim, Adalet Komisyonunda, Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleriyle, neredeyse ittifak halinde bu tasarıyı geçirmiş bulunmaktayız.

Gelişmeye, ilerlemeye çekinceleri olanlar, her devirde olduğu gibi şimdi de olacaktır. Ancak, hükümetin uygun gördüğü şekilde Parlamentoya getirdiği uyum yasasını çıkarıp çıkarmamak, milletin iradesinin tecelligâhı olan Büyük Millet Meclisine aittir.

Uyum yasalarının geçmesi, demokrasi standardının yükselmesi açısından çok önemlidir. Maalesef, Hakkâri'de, Mahir Günşiray'ın sergileyeceği bir tiyatro oyununda dekor olarak kullanılan sinekliğin renkleri, ihbar üzerine, tahkikata konu oluyorsa, uyum yasalarını hemen geçirmemiz gerektiğinin ne kadar önemli olduğu, daha da ayrı bir şekilde önem arz etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 inci maddeyle 298 sayılı Seçim Yasasına ekleme yapılmıştır. Maddede "Türkiye Cumhuriyetinin üye olduğu uluslararası ve bölgesel kuruluşlar ile bu kuruluşlara üye ülkelerin gözlemcileri ve hükümet tarafından uygun görülen uluslararası hükümetdışı kuruluşların gözlemcileri, seçimlerin tüm aşamalarını sadece izleyebilirler" denilmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, başka ülkelerin seçimlerine gözlemci olarak temsilci göndermektedir. Makedonya, Rusya, Arnavutluk bunlardan birkaçıdır. Ancak, başka ülkelerden temsilciler, Türkiye'deki seçimlere, 3 Kasımda olduğu gibi, sıkıntılı bir şekilde gelmişlerdir. Bu sıkıntıyı gidermek için böyle bir düzenlemeye ihtiyaç olmuştur. AGİT'te bu konuda hüküm olsa da, bu yükümlülük siyasî bir mecburiyet arz etmektedir; ancak, içhukukumuzda böyle bir düzenleme yoktur. Bu siyasî yükümlülüğün hukukî zemine çekilmesi için bu değişiklik yapılmıştır.

1950 yılından beri seçimlerimize, istisnalar hariç, gölge düşmemiştir. Hatta, 3 Kasım seçimlerinde, bazı partiler az bir oy oranıyla  baraja takıldıkları halde, ciddî anlamda bir itirazları olmamıştır. Biz, devletimize güvenmek zorundayız. Gelsinler, seçimlerimizi izlesinler. Herhangi bir itiraz hakları da olmadığı halde, bütün siyasî partilerin müşahitlerinin seçimi izlediği gibi onlar da izlesinler diyorum. Bu çerçevede, gözlemcilerin gelmesinde herhangi bir zaruretin olmadığını düşünüyorum.

Bu duygularla, hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Can.

Madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 180 sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 5 inci maddesinin yasa tasarısından çıkarılmasını ve buna göre diğer maddelerin teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Orhan Eraslan

Muzaffer Kurtulmuşoğlu

Haşim Oral

 

Niğde

Ankara

Denizli

 

Oya Araslı

Halil Akyüz

Mustafa Özyürek

 

Ankara

İstanbul

Mersin

 

 

Nuri Çilingir

 

 

 

Manisa

 

 

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) - Sayın Başkanım, çoğunluğumuz olmadığı için, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu?

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, bu maddenin Uyum Paketi içerisinde yer almasının temel sebebi, 3 Kasım seçimleri öncesi, Türkiye'nin yaşamış olduğu bir sıkıntıdan kaynaklanıyor.

Bu kürsüden de ifade edildiği gibi, Türkiye'nin elli yıldan beri şeksiz, şüphesiz, şaibesiz başardığı en önemli işlerin başında, yapılan seçimler gelmektedir. Elli yıldan bu tarafa yapılan seçimlerin sonuçlarında, kazanan olmuştur, kaybeden olmuştur; ama, kaybedenlerin hiçbirisi çıkıp da "bu seçimlere şaibe karışmıştır, hile karışmıştır" dememiştir. Dolayısıyla, Türkiye'nin bu noktada alnı açıktır, başı da diktir; fakat, AGİT Sözleşmesi var, onun 25 inci maddesi var...

Şüphesiz, bu sözleşme, hukukî niteliği olan, hukukî sonuçlar doğuran bir sözleşmeden ziyade, daha çok bir siyasî taahhütler belgesidir. Geçtiğimiz 3 Kasım seçimleri öncesi, bu Parlamentodan pek çok kişi, ben de dahil olmak üzere, AGİT Sözleşmesini imzalamış, kabullenmiş ülkelerin seçimlerine katıldık, o seçimleri gözledik, izledik. O ülkelerin hiçbirisinde "bu gözlemciler niye geliyor; neden geliyor" tarzında hiçbir itiraz da söz konusu olmadı; ama, ne yazık ki, Türkiye'nin en başarılı olduğu bir konuda bile, zaman zaman aykırı sesler çıkabilmekte, Türkiye'nin imajı bozulabilmektedir.

Türkiye'nin en rahat olduğu, en başı dik olduğu bir konuda bile, bu neviden sıkıntılarla karşı karşıya kalınmaması açısından, böylesine bir düzenlemeyi, Hollanda'da olduğu gibi... Şimdi, Hollanda da, Avrupa Birliğinin önemli ülkelerinden bir tanesidir; diğer başka ülkeler de var; ama, onlarla ilgili başka itirazlar olabilir düşüncesiyle, ben, Hollanda'yı misal olarak verdim. O sebeple, Hollanda, bunu, içhukukunun bir parçası haline getirmiştir. Biz de, bundan yola çıkarak, böyle bir düzenlemeyi uygun görmüştük; ama, anladığım kadarıyla, bu, maksadı dışına taşar bir tarzda yorumlanmaya başlandığı için... Bizim, hiçbir endişemiz yok; AK Parti olarak, burada dile getirilen hususlara aynen katıldığımızı, hükümet olarak da katıldığımızı ifade etmek istiyorum; ama, ne yapalım ki, Türkiye'de, aykırı sesler, bu yenileşmeye, çağdaşlaşmaya karşı aykırı sesler, maalesef, bu ülkede en üst düzeyde sorumluluk taşımış insanlar tarafından da dile getirilebilmekte, yapılabilmekte; tam da seçimin başlangıcında, ortasında, Türkiye'nin imajını sıkıntıya sokabilmektedir.

Bu açıklamayı yaptıktan sonra, bu endişeyle biz bu maddeyi getirmiştik. Muhalefetin bu konudaki, mademki, talebi var, ısrarı var; biz de, bu önergeye katılıyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Eraslan, önerge hakkında konuşacak mısınız, gerekçeyi mi okutayım?

ORHAN ERASLAN (Niğde) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Avrupa Birliği üyesi olan pek çok ülkede, üye oldukları halde böyle bir düzenleme bulunmamaktadır. Kaldı ki, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının 25 inci maddesi, bu konuda yeterli olanağı sağlamaktadır.

3 Kasım 2002 seçimlerinde de, buna dayanılarak, üye ülkelerin gözlemcileri Türkiye'de bulunmuşlardır.

Bu durum, böyle bir düzenlemeye gerek olmadığını ortaya koymaktadır.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda, madde, metinden çıkarılmıştır.

6 ncı maddeyi, 5 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 5. - 5.5.1972 tarihli ve 1587 sayılı Nüfus Kanununun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Ancak ahlâk kurallarına uygun düşmeyen veya kamuoyunu inciten adlar konulmaz, doğan çocuk babasının, evlilik dışında doğmuş ise anasının soyadını alır."

BAŞKAN - Madde üzerinde, AK Parti Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA NİHAT ERGÜN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının 5 inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Tasarı "Avrupa Birliği Uyum Yasaları" adıyla maruf, çeşitli kanunlarda değişiklik yapan bir kanun tasarısı ve 5 inci maddeyle de, özü itibariyle, farklılıklara saygının, toplum dinamiklerini nasıl harekete geçireceği, toplumdaki gelişmeleri nasıl artıracağı yönünde bir yaklaşımı ifade etmektedir.

Bu madde hükmünden önce, ne yazık ki, toplumumuzda değişik kültürler, değişik gelenekler olmasına rağmen, bu kültür ve geleneklere uygun isimler koyan bazı vatandaşlarımız, zaman zaman, bazı bölgelerdeki nüfus memurlarının keyfî uygulamalarına maruz kalmışlar ve çocuklarına, ahlakî değerlerimizle çatışmadığı halde, geleneksel değerlerle çatışmadığı halde, insan haysiyet ve onurunu inciten bir nitelik taşımadığı halde, istedikleri, arzu ettikleri isimleri koyamamak gibi bir zorlamayla karşı karşıya kalmışlardır. Bu nedenle, tasarının bu maddesini bütün parti gruplarının olumlu bulması gerçekten sevindiricidir.

Birazdan, farklılıkların toplumun gelişme hızına nasıl etki ettiği üzerinde durmaya çalışacağım; ancak, önce, Avrupa serüvenimiz konusunda kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, biz Türklerin 2 000 yıllık tarih içindeki serüveni, sürekli olarak doğudan batı istikametine olmuştur. Ortaasya steplerinde at sırtında zırhlı süvariler, göçebe bir topluluk olarak Anadolu topraklarına gelen atalarımız karşılaştıkları yeni kültür ve medeniyet değerlerini özümsemekte ve benimsemekte hiç zorlanmamışlardır. Kendi özelliklerini, imkân ve kabiliyetlerini ise, yeni medeniyet değerlerinin yerleşmesi, gelişmesi ve yaygınlaşması için seferber etmişlerdir. Böylece, son bin yılda iki büyük imparatorluğu dünya siyasî tarihine, devletler tarihine hediye etmişler; ancak, bunun dokuzyüz yılında etkin rol oynayan bizler, ne yazık ki, bin yılın son yüzyılında birçok etkinliğimizi kaybetmiş bulunuyoruz. 20 nci Yüzyılın hemen başlarındaki patlayan birinci savaş bu etkinliğimizi kaybettiğimizin resmen tescili olmuştur. 18 inci ve 19 uncu Yüzyıllar boyunca gücümüzü ve etkimizi kaybederken fark edemediğimiz şey şudur: Çağın gerçeklerini ve gereklerini görüp yerine getirememiş ve okyanuslara açılmanın Batı Avrupa devletlerine sağlamış olduğu ekonomik, askerî, siyasî ve sosyal üstünlükler karşısında iç denizlere ve eski karaya mahkûm bir zihniyet dünyasında olmamızdır.

Orta ve Batı Avrupa'da olması beklenen büyük değişim fırtınası daha da öteye giderek, 1776 devrimiyle, Amerika Birleşik Devletlerinde, Amerika Kıtasında gerçekleşmiş, bu kıtada böyle bir devrimin rüzgârının esmesiyle dünya, anayasayla sınırlı bir hükümet, özgür birey, dinî hoşgörü, çoğulcu demokrasi ve yeni bir ulus kavramıyla ve uygulamalarıyla tanışmıştır. Avrupa değerler sistemi Amerikan devriminin esin kaynağı olmuşsa da, 1789 Fransız Devrimi de Amerikan devriminin tetiklemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Böylece, monarkların kutsal ve mutlak otoriteleri sona eriyor ve ulusların egemenliğine dayanan devletler dünyası doğmuş oluyordu.

Değerli arkadaşlar, aslında, Osmanlı Devleti, Batı'daki gelişmelere kayıtsız kalmanın doğurduğu olumsuz sonuçları ilk defa, 1683 yılında Viyana önlerindeki mağlubiyetle iyiden iyiye hissetmiş. 1720 yılında, III. Ahmet döneminin sadrazamı olan Mehmet Çelebi, Fransız fabrikalarını, kalelerini ve diğer gelişmeleri rapor etmek üzere Fransa'ya özel bir elçi göndermiş ve bunun ilk olumlu sonucu olarak da, 1727 yılında, İbrahim Müteferrika matbaayı kurmuştu. Ne var ki, askerî, sosyal, ekonomik alanlarda gerçekleştirilmeye çalışılan reformlar karşısında, o günün tabiriyle gâvur usullerinin yaygınlaşmasından rahatsız olan birtakım çevrelerin belirli aralıklarla yükselen sesleri yeniden duyulmuş ve her zaman olduğu gibi, önce sadrazamın kellesi vurulmuş; ardından, III. Ahmet, yeğeni I. Mahmut lehine tahttan feragat etmek mecburiyetinde kalmıştır.

Değerli arkadaşlar, yeni koşullar, 1745 yılında ölen İbrahim Müteferrika'nın matbaasının 1783 yılına kadar, yaklaşık kırk yıl süreyle çalışmasını ve diğer reformları engelleyince, dünyanın en kritik dönemecinde kaybedilen kırk yıl, 19 uncu Yüzyılda da telafi edilememiş, 20 nci Yüzyıla, zayıf, geri kalmış ve parçalanmakta olan bir devlet olarak girmek kaçınılmaz hale gelmişti.

20 nci Yüzyılın başlarında yeni bir cumhuriyet kurarken, gözümüz, yine, savaşarak bağımsızlığımızı elde ettiğimiz Batı'nın değerler dünyasındaydı. Avrupa'yı Avrupa yapan ve gittikçe evrenselleşen değerleri bu topraklarda zor da olsa yerleştirmekte kararlı bir duruşumuz vardı. Biz cumhuriyet devrimlerini yaparken, henüz ikinci savaş çıkmamış, Roma Anlaşması yapılmamış, Avrupa Birliğinin temelleri atılmamıştı. 20 nci Yüzyılın sonlarında Avrupa ülkeleri, kendilerini, değerlerini ve Birliğe katılım şartlarını 21 inci Yüzyıl koşullarına uygun hale getirdiler. Kopenhag Kriterleri karşısında ayak sürümemizden de anlaşılıyor ki, biz, aslında, cumhuriyet devrimleriyle şeklen Avrupalı olmayı başarmış olsak da, özünde, 18 inci ve 19 uncu Yüzyılın Asyasında kalmayı yeğlemiş bulunuyoruz. Katılım Ortaklığı Belgesindeki birtakım yeni usulleri, vesayetsiz demokrasi gibi, insan hakları gibi, hukukun üstünlüğü, bireysel, kültürel ve dinî hürriyetler gibi, serbest piyasa ekonomisi gibi, tam rekabet gibi, güçlü yerel yönetimler gibi, özelleştirme gibi kabul edilen prensipleri, bu çerçevede hazırlanan Ulusal Programı, bölünme, irtica, güvenlik kaygıları gibi sosyolojik temelleri son derece zayıf nedenlerle erteleyemeyiz.

Değerli arkadaşlar, gerek hükümetimizin gerek Parlamentomuzun, reform karşıtı güçlerin zaman zaman yükselen sesleri karşısında kararlı bir duruş sergilemeleri mecburîdir, zorunludur. Kaybedilecek yılların telafisinin imkânsız olduğunu; çünkü, dünyanın, 21 inci Yüzyılda, geçen yüzyıllardan daha hızlı döndüğünü kabul etmeye mecburuz.

Değerli arkadaşlar, sözlerimin sonunda şunları da ifade etmek istiyorum: Gerçekten, bir toplumdaki farklılıkları görmezden gelerek, ortadan kaldırmaya çalışarak, tek tip bir toplum meydana getirme gayretleriyle, aynı şeye ağlayan, aynı şeye gülen, aynı şeye inanan bir toplum yaratmaya çalışarak, gelişen bir toplum olma ihtimali yoktur. Muhakkak surette, toplumda farklılıklara saygı göstermek mecburiyeti vardır.

Bizim az önce ifade ettiğimiz içerideki irtica tehdidinin, bölünme tehdidinin, dinlerden ve etnisitelerden kaynaklandığı, dışarıdan gelen güvenlik kaygılarının komşularımızdan kaynaklandığı varsayılıyorsa, dinleri, etnisiteleri ve komşuları olmayan bir Türkiye yoktur. O zaman, bizim buradaki tehdit algılamalarımızı, muhakkak surette, yeniden, çağdaş değerler ve normlar çerçevesinde gözden geçirme mecburiyetimiz vardır; çünkü, Türkiye, farklı dinlere, farklı etnisitelere ve çok değişik komşulara yataklık eden bu insanların bir arada bulunduğu bir coğrafyadadır. Buradaki problemleri, büyük bir problem olarak görmek değil, aslında bir inkişaf alanı olarak görmek, aslında bir fırsat olarak değerlendirmek imkânımız vardır; bunları fırsat haline getirmemiz gerekmektedir. İnsan hakları, demokrasi, laiklik ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel ilkeler, çağdaş devlet yönetiminin vazgeçilmezleri haline gelmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Ergün.

NİHAT ERGÜN (Devamla) - Bu ilkeleri yönetimden dışlamanın topluma hiçbir yararı olmayacağı gibi, hiçbir gerekçe de, bu değerlerin evrensel niteliklerini bozarak amorf hale getiren uygulamaları haklı kılamaz. Toplumsal barış ve huzurun sağlanması, yerel değerler ile evrensel değerlerin uzlaşmasına bağlıdır; ayrıca, yerel olan ile evrensel olanı uzlaştırmak, milletlerin başarısı için, birçok fırsatlarla doludur.

Türkiye'de dine dayalı bir devlet kurmanın, dini devletin resmî ideolojisi haline getirmenin, etnik bölünmeye yol açacak bir siyasal talebin, tarihî ve sosyolojik temeli son derece zayıftır. Vatandaşların birtakım dinî ve kültürel taleplerde bulunmasının irtica, sadece irtica ve bölücülük bağlamında ele alınması, sorunları içinden çıkılamaz hale getirmekte, sorunun mağdurları üzerinden kapsamlı bir siyasî ve ekonomik çıkar savaşının yürütülmesine neden olmaktadır.

Değerli arkadaşlar, içeride sağlanacak sosyal barış, huzur ve güven ortamı, farklılıklara saygı duyulmasından geçer. Farklılıklara saygı, sinerjik bir atmosferin de temelidir. Sinerjik atmosfer ise, toplumun tüm dinamiklerinin harekete geçmesini ve herkesin yeteneklerini sonuna kadar sergilemesini sağlar. Toplumun ilerleme yolunda atacağı adımlar, 1, 2, 3, 4 gibi aritmetik adımlar değil, 4, 8, 16, 32, 64 gibi geometrik büyümelere yol açan adımlardır. Kaybedilen zamanı telafi etmenin, zengin ülkelerle açılan mesafeyi kapatmanın başka da bir yolu yoktur. İç sorunlarımızın bu şekilde aşılması, ayrıca, dışgüvenlik kaygılarının da önemli oranda azalmasına, düşmanca emel besleyenler üzerinde caydırıcı etki yapmasına yol açacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, tasarının 5 inci maddesi üzerinde söz aldım; bütün arkadaşlarımı saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Ergün.

Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen, Tekirdağ Milletvekili Ziyaeddin Akbulut; buyurun.

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının 5 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Ülkemizde uzun yıllardan bu yana süregelen sorunların başında, insan haklarının çiğnenmesi, fikir ve düşünce hürriyeti konusundaki kısıtlamalar, inanç hürriyetindeki kısıtlamalar ve sair yasaklar büyük sorun olmaya devam etmektedir.

Ülkemiz açısından, demokratikleşme, gerçekten, fevkalade önemli bir eksikliğin tamamlanmasıdır. Bu nedenle, artık, yasaklarla hiçbir yere varılamadığını muhalefetiyle iktidarıyla bütün toplumumuz kabul etmiş durumdadır. Bu bağlamda, AK Parti olarak, partimiz, gerek hükümet programlarında gerek parti programlarında gerekse meydanlarda söylediği bu konuda yapacağı çalışmaları bir bir hayata geçirmeye devam ediyor.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda önemli bir eksiklik gideriliyor. Muhalefetten "neden bu tasarı konusunda acele ediyorsunuz" diye bir eleştiri geldi. "Hayırlı işlerde acele ediniz" diye bir güzel sözümüz var; bu da çok hayırlı bir iş olduğu için acele etmekte yarar görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, isim koyma konusu, kuşkusuz, bir anne babanın, yavrusu için, en doğal hakkıdır. 1587 sayılı Nüfus Kanunumuzun 16 ncı maddesi bunu düzenliyor; fakat, bu maddedeki bir cümle, yıllardan beri, maalesef, nüfus müdürlerimizin elinde, istediği gibi, yoruma açık olarak kullanılmaktaydı. Bir zamanlar, ideolojik isim koydunuz, koyduğunuz isim millî değil veya dinî bir isim koydunuz veya Türkçe isim değil gibi ifadelerle veya iddialarla nüfus müdürleri, nüfus memurları, maalesef, vatandaşlarımızın bu doğal hakkı konusuna itirazlarda bulundular ve halen de bulunuyorlar. Bu konu, kuşkusuz, adliyeye intikal ettiriliyordu. Eğer, vatandaş, bu isim konusunda ısrar ediyorsa, uzun bir adlî süreçten sonra, karar, hakkında olumlu oluyorsa, bu ismi koyabiliyordu; oysa, bu, bir insan hakkıdır. Bir insan, dünyaya getirdiği yavrusuna istediği ismi koyabilmelidir; bu, onun doğal bir insanlık hakkıdır; dolayısıyla, bu düzenlemeyle, bu konuda kısıtlamalar kaldırılıyor ve vatandaşlarımız -anne, baba- arzu ettiği ismi yavrusuna koyabilecek bir esnekliği kazanmış oluyor.

Bu düzenleme, yerinde bir düzenlemedir; çeşitli kültürlerden oluşan, zenginliğimiz olan bu ülkemizde, aynı duyguları, değerleri paylaştığımız kardeşlerimizle olan birliği, beraberliği, kardeşliği güçlendirmektedir; dolayısıyla, yerinde bir düzenlemedir. Ben, bu konuda hükümeti tebrik ediyorum. Bu düzenlemenin yararlı olduğunu ve bu konuda tüm düzenlemelerin yararlı olduğunu ifade ediyorum.

Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akbulut.

Başka söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

7 nci maddeyi 6 ncı madde olarak okutuyorum:

 

MADDE 6. - 6.1.1982 tarihli ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanununun 53 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasına aşağıdaki (ı) bendi eklenmiş ve (3) numaralı fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"ı) Hükmün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması."

"Yargılamanın yenilenmesi süresi, (1) numaralı fıkranın (h) bendinde yazılı sebep için on yıl, (1) numaralı fıkranın (ı) bendinde yazılı sebep için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl ve diğer sebepler için altmış gündür."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Kart, konuşma süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 6 ncı madde olarak değişen, tasarıda ise 7 nci madde olarak geçen madde hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 6 ncı maddede, İdarî Yargılama Usulü Yasasının 53 üncü maddesinde değişiklik yapılarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin hak ihlalini tespit eden kararlarının, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmesi yolunda bir düzenleme yapılmıştır.

Bilindiği gibi, daha evvel yasalaşan uyum paketlerinde, hukuk ve ceza usulünde benzer düzenlemeler yapılmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmesi sağlanmıştı. Esasen, hukuk ve ceza usulünde bu yolda bir düzenleme yapılıp, İdarî Yargılama Usulü Yasasında ise benzer düzenlemelerin yapılmamasının, bunun yapılmak istenilmemesinin hiçbir tutarlı açıklaması olamazdı. Bu durum, o zaman da, Grubumuz tarafından dile getirilmiş; ancak, sonuç alınamamıştı. Bu eksiklik sebebiyledir ki, tarafımızdan, 6 ncı maddede yapılan düzenleme benzeri bir çalışma, yasa teklifi olarak hazırlanmış, bu teklif Adalet Komisyonuna 21 Nisan tarihinde intikal etmiş; ancak, kırkbeş günlük süre içerisinde görüşülmediğinden, İçtüzüğün 37 nci maddesi gereğince, bu teklifin doğrudan Genel Kurul gündemine alınması yolunda 16.6.2003 tarihinde Meclis Başkanlığına talepte bulunulmuştur. Bu konudaki safahatın sağlıklı olarak değerlendirilmesi bakımından bu açıklamayı yapmakta zorunluluk gördüm.

Sayın milletvekilleri, gelinen süreçte, artık, insan hakları, ulusal devletlerin içişleri kapsamında değerlendirilmemektedir. Bu haklar uluslararası hukukun meşru iştigal alanı haline gelmiştir. Türkiye'nin de bu sürecin dışında kalmasını kabul etmek mümkün değildir. İnsan hakları ve temel hürriyetlerin güvence altına alınması yolunda uluslararası kuruluşlar oluşturulmuş, bu kuruluşlar bünyesinde çeşitli uluslararası belgeler kabul edilmiştir. Konuyla ilgili uluslararası belgelerin en önemlileri ve bir bakıma anayasası veya temel yasası olarak kabul edilebilecek metinler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Avrupa Konseyi bünyesinde imzalanan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olarak bilinen İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme ve eklerinden ibarettir.

Bu süreçte karşımıza şöyle bir ikilem çıkmakta değerli arkadaşlarım: Hukukun evrenselliği ile ulusal egemenlik kavramlarının birbirlerine olan etki ve sonuçlarını değerlendirmek gereği doğmaktadır; çünkü, bu yolla gelen evrensel normların egemenliği zedelediği düşüncesi, toplumun bazı kesimlerinde, zaman zaman ifade edilmektedir. Hemen belirtelim ki, günümüzde, artık, adil yargılanma hakkı ve bu hakkın uygulamaya geçirilmesini sağlayacak mekanizmaların varlığı ve korunması vazgeçilmez bir hak halini almıştır. Elbette, üniter yapının her halükârda korunması da vazgeçilmez bir sorumluluktur. Bu anlayış ve yaklaşım içerisinde, hak ve özgürlüklerle donatılmış; ancak, sorumluluklarının da bilincinde olan bireyi esas alarak, bireyin özgürlüğü için demokrasiye, özgürlüklerin güvenceye bağlanması için hukuka ve en nihayet, kamu otoritesi karşısında temel hak ve özgürlükleri koruyacak çağdaş anayasal düzenlemelere ihtiyaç vardır.

Bu tasarı ve benzeri tasarılarla yapılan çalışmaların bu çerçeve içinde olması esastır. Bu anlayış içinde, bu yaklaşım içinde, getirilen düzenlemeyi, doğaldır ki, olumlu bir çalışma olarak görüyoruz; ancak, Avrupa Birliği sürecindeki talepler üzerine gelişen bu yapılanmanın yeterli olamayacağı açıktır. Bütün bu çalışmaların yanında, önemli olan husus, etkin ve adil yargılanma sürecini uygulamada bir an evvel gerçekleştirecek bir yapılanmayı sağlamaktır. Genel mevzuat anlamında, belli normları yakaladığımız bir gerçektir; fakat, yine gerçek olan bir diğer husus var ki, hak arama özgürlüğü, pratikte çok zor gerçekleşmektedir. Bu yapılanma sağlanamadığı takdirde, yapılan çalışmaların, pratikte hiçbir öneminin olmayacağı açıktır.

Bu anlamda, bu açıklamalar ışığında, biraz sonra açıklayacağım hususların değerlendirmesinin çok önem kazandığı görüşündeyim.

Gerçek anlamda yargıç teminatını ve bağımsızlığını sağlayacak ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?

Yargının denetimini de kapsayacak şekilde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapılanmasında ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?

Yargıdaki bürokratlaşmayı ve bu kapsamda, idarî yargıdaki yapılanmayı değiştirecek ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?

Medya-siyaset-ticaret ilişkileri içinde gelişen nüfuz suiistimali ve basın özgürlüğünün kötüye kullanılmasını önleyecek ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?

Adlî kolluk ve bilirkişi kurumunun yapılanmasını sağlayacak ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?

Yolsuzluklarla mücadelenin temel unsurlarından birisi olan, dokunulmazlığın sınırlandırılması ve ticarî sır gibi kavramların kaldırılması ve düzenlenmesi konularında neden hiçbir ciddî çalışma yapılmamaktadır?

Yolsuzluklarla mücadele konusunda neden kişi ve grup ayırımı yapılmaktadır?

Neden tüm yolsuzlukların üzerine, yapılan uyarılara rağmen, gidilmemektedir?

En nihayet, neden İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri yolsuzluk komisyonu yazışmalarına cevap dahi vermemektedir?

Ve nihayet, kişisel ve siyasî ilişkiler ağına dayalı olan bir kadrolaşma anlayışı yerine, liyakat ve ehliyete dayalı bir kamu personeli rejiminin kurulabilmesi yolunda ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?

Bu kapsamda, özellikle, millî eğitim ve emniyet teşkilatlarındaki mevcut kadrolaşma çalışmalarıyla, toplumsal barışı ve huzuru sağlamak mümkün olabilecek midir?

Değerli arkadaşlarım, bu ve benzeri konuları, bütün unsurlarıyla tartışmamız, değerlendirmemiz gerekiyor.

Yeri gelmişken hemen ve önemle ifade ediyorum; emniyet teşkilatında ciddî boyutlar kazanan ve beraberinde çok önemli soru işaretleri getiren kadrolaşma olayıyla ilgili olarak, kapsamlı bir çalışma içerisinde olduğumuzun ve bu çalışmanın sonuçlarını hem kamuoyuna hem de Meclis gündemine en kısa zamanda getireceğimizin bilinmesini istiyoruz.

Bütün bu konulara çözüm getirilmeden, devletin teknik ve çağdaş yapılanması sağlanmadan, salt Avrupa Birliği sürecindeki yasal düzenlemeleri yapmakla, arzu edilen düzeye gelmemiz mümkün değildir, mümkün olamayacaktır.

Avrupa Birliğine girme yolundaki toplumsal talebin bilincinde olan siyasî iktidarın -tekrar ifade ediyorum değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğine girme yolundaki toplumsal talebin bilincinde olan siyasî iktidarın- bu talebi bir şekilde kullanarak, şeklî ve yüzeysel düzenlemeler yapmak yerine, bu temel yapılaşmaya ve düzenlemelere ve uygulamalara önem ve öncelik vermesi gerektiği açıktır.

Bütün bu sebeplerle, siyasî iktidarın, şeklî ve yüzeysel yaklaşımlar yerine, toplumdaki adaletsizliği giderecek, teknik ve çağdaş yapılanmayı sağlayacak bir çalışma içerisine girmesi gerektiğini, bu dönemdeki Parlamento yapısının bütün bu hususları gerçekleştirmek için uygun bir ortam yarattığını, bu ortamın beraberinde, çok ağır bir tarihî sorumluluk getirdiğinin hiçbir zaman gözardı edilmemesi gerektiğini, bu vesileyle, bir defa daha ifade etmek istiyorum.

Bu gerekçe ve kayıtlarla maddeye destek verdiğimizi, gerekçelerimizin bundan böyle nazara alınması ve değerlendirilmesi dileğiyle, Genel Kurulu, Grubum ve şahsım adına, en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kart.

Madde üzerinde başka söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

8 inci maddeyi 7 nci madde olarak okutuyorum:

MADDE 7. - 2577 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 5. - 53 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kesinleşmiş olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ilişkin yargılamanın yenilenmesi istemleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılır."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Ancak, madde üzerinde 1 adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan tasarının 7 nci maddesinin aşağıda yazılı şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Atila Emek

Ali Cumhur Yaka

Atilla Kart

 

Antalya

Muğla

Konya

 

A. Sırrı Özbek

Muharrem Doğan

Tuncay Ercenk

 

İstanbul

Mardin

Antalya

 

Geçici Madde 5. - 53 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar üzerinde uygulanır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde devam etmekte olan davalarla ilgili kararlar hakkında da bu Kanun uygulanır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kesinleşmiş olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ilişkin yargılamanın yenilenmesi istemleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde yapılır.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) -Sayın Başkan, bu düzenleme, daha evvel hukuk ve ceza usullerinde yapılan düzenlemeye paralel bir düzenleme. O nedenle, önergeye katılamıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu?

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, aynı gerekçeyle biz de katılmıyoruz. Çünkü, bu Meclis, daha, kısa bir süre evvel bu konuda bir düzenleme yapmıştı; birbiriyle çelişen düzenlemeler olur. O bakımdan, biz de katılmıyoruz.

HALUK KOÇ (Samsun) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Mevcut tasarı, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte kesinleşmiş olan kararlar ile Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilen kararları kapsamaktadır. Halen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde derdest bulunan dosyaları kapsamamaktadır. Böyle bir uygulamanın en başta eşitlik kavramıyla bağdaşmayacağı açıktır. Halen AİHM'de derdest bulunan davaları, tasarı kapsamı dışında tutmanın hiçbir haklı ve hukukî açıklaması olamaz. Bu sebeple, işbu değişiklik önergesinin sunulması gereği doğmuştur.

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

9 uncu maddeyi 8 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE  8. - 16.6.1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 16 ncı maddesinin başlığı "Yakalama ve tutuklama" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

10 uncu maddeyi 9 uncu madde olarak okutuyorum:

MADDE  9. - 3.5.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda yer alan "cami" ibareleri "ibadet yeri" olarak ve ek 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Ek Madde 2. - İmar planlarının tanziminde, planlanan beldenin ve bölgenin şartları ile müstakbel ihtiyaçları göz önünde tutularak lüzumlu ibadet yerleri ayrılır.

İl, ilçe ve kasabalarda mülkî idare amirinin izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartıyla ibadethane yapılabilir.

İbadet yeri, imar mevzuatına aykırı olarak başka maksatlara tahsis edilemez."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

11 inci maddeyi 10 uncu madde olarak okutuyorum:

MADDE 10. - 23.1.1986 tarihli ve 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanununun 3 üncü maddesinin (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"b) Denetim : Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne genel ahlak ve genel sağlığa ve kamu düzenine uygunluğu yönünden bu Kanunda tanımlanan eserlerin yetkililerce incelenmesini,"

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Berhan Şimşek; buyurun.

Sayın Şimşek?..Yok.

Başka söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

12 nci maddeyi 11 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 11 - 3257 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinde geçen "Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği" ibaresi madde metninden çıkarılmıştır.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek... Yok.

Başka söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

13 üncü maddeyi 12 nci madde olarak okutuyorum:

MADDE 12 - 3257 sayılı Kanunun 9 uncu maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"Bakanlık veya mülkî idare amirlerince yapılacak herhangi bir denetim sonucunda eserin Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, genel ahlâk ve genel sağlığa ve kamu düzenine aykırı bulunması hâlinde hâkim kararı ile, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ise, Bakanlık veya mülkî idare amirinin yazılı emriyle eser yasaklanır ve kanunî takibat açılır."

"Yukarıdaki fıkralar uyarınca yetkili mercilerce verilen kararlar, yirmidört saat içinde yetkili sulh ceza hâkiminin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde karar kendiliğinden kalkar."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?..Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

14 üncü maddeyi 13 üncü madde olarak okutuyorum:

 

MADDE 13 - 22.11.1990 tarihli ve 3682 sayılı Adlî Sicil Kanununun 9 uncu maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"Özel kanun hükümleri saklıdır."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

15 inci maddeyi 14 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 14 - 13.4.1994 tarihli ve 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının dördüncü cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Ayrıca, kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Hacaloğlu, konuşma süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan değerli milletvekilleri; hepinizi, Cumhuriyet Halk Partisi adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli üyeler, bilindiği gibi, Türkiye, son onbeş yirmi yıldır  kötü yönetildi; ülke, borç, yolsuzluk ve yoksulluk batağına taşındı. 12 Eylül anlayışı tarafından budanan demokrasimizin kurum ve kuralları, bugüne değin, ne yazık ki, yeterince toparlanamadı; laik, demokratik cumhuriyetimizin kuruluş ve varoluş ilkelerinden kopuk, vizyonsuz sağ siyaset ve siyasetçiler öncülüğünde ülkemizin ufku daraltıldı; ülkemiz, kendi iç sorunlarıyla boğuşan, kendi içbarışını, sosyal dengelerini korumakta zorlanan bir ülke durumuna getirildi. On yıl süren, 30 000 can kaybına yol açan, 100 milyar dolayında kaynak yutan terörle mücadele süreci; devleti kuşatan ırkçı, rantçı, tarikatçı, soyguncu yapılanma; nedense, kökü bir türlü kazınamayan Hizbullah terörü, sorunların daha da karmaşık ve ileri boyutlara tırmanmasına neden oldu.  Böyle bir ortamda, demokrasimizin bazı eksikliklerini, taksitler halinde, Avrupa Birliği istekleri olarak içhukukumuza taşıma ve eksiklikleri düzeltme çabası içinde bulunmaktayız.

Tartışmakta olduğumuz maddeyle ele aldığımız konu, Adalet ve Kalkınma Partisi için yeni bir konu, son onbeş yılın partileri için yeni bir konu; ancak, anadilde eğitim veya radyo ve televizyonla yayın hakkı, CHP için hiç de yeni bir konu değil. Herkes suskunken, diğer siyasî partiler kültürel çoğulculuğun bilincinde değilken, 1990 yılında, Genel Başkanımız Deniz Baykal'ın Genel Sekreter olarak başkanlığını yaptığı komisyon çalışmaları sonucunda hazırladığımız raporla, konuyu gündeme getirdik, demokratikleşmeye sahip çıktık. Bundan tam onüç yıl evvel, o kritik günlerde, ülkemizde hoşgörü ve içbarış ortamını geliştirecek, demokrasimizi geliştirecek vizyon, irade ve basireti ortaya koyduk. O gün, konuya nasıl baktığımızı size doğrudan aktarabilmek için, bu rapordan sadece bir paragrafı okumak istiyorum.

"Bu çerçevede, anadil yasağıyla ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacak, yurttaşların anadillerinde serbestçe konuşabilmeleri, yazabilmeleri, öğretebilmeleri, bu dillerde değişik kültür etkinliğinde bulunmaları güvence altına alınacaktır. Anadil yasağının kalkmasıyla, anadilleri, yurttaşların yaşamında özgürce kullanması ve bu dillerde yayın yapılması olanağı sağlanmış olacaktır."

O zaman, CHP'nin, Deniz Baykal'ın önderliğinde sergilediği çağdaş, yürekli, demokrat tavır, rahmetli Sayın Özal tarafından paylaşılmadı, Sayın Demirel tarafından paylaşılmadı, tabiatıyla Sayın Türkeş tarafından paylaşılmadı, Sayın Erbakan tarafından ve o gün Sayın Erbakan'la beraber siyaset yapan siyasetçiler tarafından paylaşılmadı.

Değerli arkadaşlarım, çoğulcu demokrasimizin gelişmesi için, insan haklarının, yurttaşlık haklarının korunması, içbarışımızın güçlendirilmesi için, CHP, o günden bugüne, programında yer alan etnik duyarlılıklara demokratik çözüm ilkesinin takipçisi oldu, her platformda onun mücadelesini yaptı; ancak, ne yazık ki, diğer partilerden gerekli desteği göremedi. Ülkemizdeki yozlaşmanın, çeteleşmenin, hak ihlallerinin önü, bu nedenle, ne yazık ki, bugüne değin alınamadı.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti, din, dil, ırk ve etnik köken temellerinde değil, siyasal bilinç ve ideal beraberliği zemininde kurulmuştur. Ülkemizde farklı etnik yapıların, farklı kültür kimliklerinin var olması, varlıklarını sürdürmesi, çoğulcu demokrasimizin zenginliğidir. Atatürk ve arkadaşları, cumhuriyeti kurarken, bu anlayışı, bu çağdaş devlet anlayışını hedef almışlardı.

Değerli arkadaşlarım, çağdaş devletin dini yoktur; çağdaş devlet, tüm inançlara eşit mesafede durur ve inanç ile vicdan özgürlüğünün güvencesini oluşturur. Çağdaş devletin ırkı yoktur; çağdaş devlet, her etnik kökenden yurttaşlarına eşit mesafede durur ve düşünceyi ifade özgürlüğünün güvencesini oluşturur.

Bu çerçevede, hepimiz bilmekteyiz ki, ülkemiz, bir kültür mozaiğidir. Ülkemizde farklı inanç ve mezhepten, farklı etnik kökenden, farklı anadillere sahip yurttaşlarımız, kendi altkültürlerini koruyarak, ancak, ulusal kültür ve kimlikte buluşarak, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde, Türk Ulusunu oluşturmuşlardır. Bu anlayışla, herkes, eşit hakka sahip anayasal yurttaştır; her yurttaş, üstkimlikte, Türk olmaktan gurur duyar; hepimizin ortak dili, resmî dilimiz Türkçedir; ancak, ulus devlete olan ödünsüz bağlılığımız, çoğulcu demokrasinin, kültürel çoğulculuğun engeli değildir, hiçbir zaman da olmamalıdır.

Hükümetlerin, siyasetçilerin görevi, ülkemizde, demokrasinin kurum ve kurallarının çıtasının yükseltilmesine, ulus devletin güçlenmesine katkı sağlarken, içbarışımızın güvencesini oluşturan kültür mozaiğimizin kendi içinde gelişmesinin önünü açmaktır, çağımızın en büyük iddialarından biri olan kültürel çoğulculuğun önünü açmaktır. Ülkemizin etnik köken ve kültür farklılıklarını bastırmak, onu asimile etmeye çalışmak tercih olmamalıdır, buna yönelik girişimler hiçbir zaman denenmemelidir.

Değerli milletvekilleri, kamusal alan, bir eşitlik ve toplumsal sorumluluk alanıdır. Bu alanda, kamu düzeninin kuralları, laik, demokratik cumhuriyetimizin vazgeçilmez ilkeleri geçerlidir. Özel alan ise, özgürlük ve bireysel sorumluluk alanıdır. Herkes, özel alan içinde, kendi altkimliğini geliştirmek, anadilde eğitim ve yayın yapmak, bu amaçla özel radyo ve televizyonları kullanmak hakkına sahip olmalıdır. Tabiî, anadilde radyo ve televizyonda yayın hakları kullanılırken, devletin ve sivil toplumun denetim mekanizmaları, yasallık ve saydamlık kuralları içinde, yürürlükte olmalıdır; tabiî, kamusal alanın varlığına herkes saygılı olmalıdır; tabiî, herkes laikliğin, ulusal bütünlüğün ve bağımsızlığın korunmasına sınırsız özen içinde olmalıdır. Ancak, şunun bilinmesini istiyorum: Kamu okullarında anadillerde eğitim yapmak, anadillerde devlet radyo ve televizyonlarında yayın yapmak devletin görevi değildir değerli arkadaşlarım.

Kürtçeyi sadece devlet konuşur, özel TV'lerde kullanamazsınız anlayışı kabul edilemez. Tabiî, getirilen maddeyle, bu, özel televizyonlara da açılmıştır; ancak, tartışmakta olduğumuz konu, dışarıdan, anadilde yayın yapan TV'lere yönelik, Kürtçe yayın yapan TV'lere yönelik karşı propaganda için yayın yapılması, bu amaçla devlet televizyonlarının kullanılması meselesi değildir. Bırakınız, anadili, sahibi konuşsun, bu ihtiyacı duyan konuşsun, istediği platformda konuşsun. Bu haklar, özel alanda, özgürlük içinde, ancak, kamusal denetim altında, isteyen taraflarca gerçekleştirilir. 21 inci Yüzyılın insanını, onun hukukunu, varlığını ve kimliğini temel alan çağdaş anlayış bunu öngörür. Bunu gerçekleştirmek, bizim, hepimizin, Adalet ve Kalkınma Partisinin ve Cumhuriyet Halk Partisinin görevidir. Bunu, Avrupa Birliği bizden istedi diye değil, insanlarımıza ve ülkemize saygımızın ve sorumluluğumuzun gereği ve nedeniyle gerçekleştirmeliyiz.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Hacaloğlu.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Dün herkes susarken, biz, olaya, davaya sahip çıktık; herkesin başı eğikken, ülkemizde demokratikleşmenin ve kültürel çoğulculuğun bayraktarlığını yaptık. Bundan sonra da, eğilmeden, bel vermeden, hukuk devleti, dürüst yönetim ve insan haklarının ödünsüz savunucusu olmaya kararlıyız.

Bu konuda, Avrupa Birliği ülkelerine de bir sözüm var. Kopenhag Kriterleri, onun gereği olan hukuk devleti, demokratikleşmeyi ve insan haklarını sürekli geliştirmek, hepimizin ortak görevidir; insan hakları ihlallerinin ve işkencenin kökünü kazımak, hepimizin ortak sorumluluğudur; ancak, çağdaş dünyanın çağdaş ilkesini oluşturan kültürel çoğulculuğun çok yönlü gereklerini bizden isterken, Avrupa Birliğinin kendi özeleştirisini de yapmasını beklemek hakkımızdır. Avrupa Birliği devletlerinin, Avrupa'da yaşamakta olan farklı altkimlikten insanlara, Avrupa'da yaşamakta olan insanlarımıza eşit hukuk, eşit hak ve eşit hizmet anlayışıyla yaklaşmasını bekliyoruz.

Hükümete de son bir uyarıda bulunmak istiyorum izninizle. Avrupa Birliği üyeliğinin temel koşullarından biri Kopenhag Kriterleri ise bir diğeri de Maastricht Kriterleridir. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti, her geçen gün, Maastricht Kriterlerinden giderek daha da uzaklaşmaktadır. Bilindiği gibi, Maastricht Kriterleri, bütçe açığının gayri safî yurtiçi hâsılaya oranının yüzde 3'ü aşmamasını öngörmektedir; ancak, son rakamlar, mayıs ayı sonu itibariyle bütçe rakamları, bütçe açığının bütçe toplamına oranının yüzde 37'ye tırmandığını ortaya koymaktadır. Keza, Maastricht Kriterlerinin toplam kamu dışborcu hedefinin de, neredeyse ikiye katlanmakta olduğunu hepimiz bilmekteyiz.

Kısaca, daha altı ay geçmeden, Adalet ve Kalkınma Partisinin önderliğinde, devlet...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Hacaloğlu.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Efendim, teşekkür edebilir miyim?

BAŞKAN - Buyurun; son cümlenizi alayım Sayın Hacaloğlu.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) - Bu çerçeve içinde, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, gönlümüz ve tercihimiz, anadilde yayının sadece özel alanda özel televizyonlarla yapılması olduğunu belirtirken, getirilmiş olan öneriyi, bir iyileşmeyi içermekte oluşu nedeniyle desteklediğimizi belirtiyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Hacaloğlu.

Madde üzerinde, şahsı adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ söz istemiştir.

Buyurun Sayın Elekdağ. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının eski 15 inci maddesi üzerinde şahsî görüşlerimi arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, Altıncı Uyum Paketinin 15 inci maddesinde 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle, kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca, Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yayın yapılabileceği öngörülmektedir. Yapılan değişiklikle, Üçüncü Uyum Paketiyle getirilen Türk vatandaşlarının kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması imkânının hem kamu hem de özel radyo ve televizyon kuruluşları vasıtasıyla sağlanması hükme bağlanmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizin çokkültürlü bir yapıya sahip olması nedeniyle, muhtelif dil ve lehçelerde yayın yapılmasının sadece TRT'nin yetkisine bırakılması halinde, bu kurumumuz, taşıyamayacağı bir yük ve sorumluluk altında bırakılmış olacaktır. Zira, TRT, yayınlara başladığı anda, vatandaşlarımızın, kullandıkları çeşitli dil ve lehçelerde yayın yapılması konusunda çok sayıda talebine muhatap olacaktır. Bu taleplere konu teşkil eden diller ve bunların değişik lehçeleriyle yayın yapılması, TRT için altından kalkılması çok ağır ve başedilmez bir külfet oluşturacaktır. Buna mukabil, özel televizyon ve radyo kanallarına farklı dil ve lehçelerde yayın yapma imkânı verilirse, piyasa koşullarının da etkisiyle, bir eleme mekanizması kendiliğinden devreye girecek ve yayın yapılacak diller bu suretle belirlenecek; bu durumda da, devlet, ağır yükümlülükten kurtulacak ve resmî kuruluşlarımızın görevi, denetimle sınırlı kalacaktır.

Değerli arkadaşlarım, özel TV'lerden yayın yapılmasının sağlayacağı çok başka avantajlar da vardır. Uydu üzerinden yayın yapan Medya TV, çanak antenler vasıtasıyla ülkemizden kolaylıkla seyrediliyor. Özel radyo ve televizyon kanallarına Kürtçe yayın yapma izni verilirse, rekabet koşullarında yaşayabilmek için, halkın taleplerini, zevk ve beğenilerini dikkate alarak, kaliteli yayın yapacak olan bu kanalların Medya TV'nin cazibe merkezi olma durumuna son vermeleri kuvvetli bir olasılıktır.

Bir de,  Irak savaşının ortaya çıkardığı durumu değerlendirmek gerekiyor. Önümüzdeki aylarda, Kuzey Irak'ta birçok Kürtçe televizyon kanalının kurulması beklenmelidir. Ancak, topraklarımızda yayın yapacak özel radyo ve TV kanalları, bölge ihtiyaçlarını benimseyen ve zevklerini karşılayan bir yayın politikası izledikleri takdirde -ki, büyük bir olasılıkla, bu böyle olacaktır- Kuzey Irak televizyonlarına fazla rağbet olmayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu gerekçelerle, özel radyo ve televizyonların devreye sokulması isabetli olmuştur; ancak, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, TRT eliyle yayın yapılmasının son derece isabetsiz olacağına inanıyoruz; bu nedenle de, tüm yayınların özel kanallarla yapılması gerektiği görüşünü savunuyoruz. Bu tutumumuzun iki temel nedeni var: Birincisi şudur: Diğer birçok Avrupa Birliği ülkesi gibi Türkiye de, bünyesinde farklı etnik yapıları, farklı altkültür ve kimlikleri, farklı inanç ve mezhepleri barındırmaktadır. Bunların varlıklarını sürdürmesi ulusal zenginliğimizdir; ancak, değerli arkadaşlarım, esas olan, bu zenginliğin ortaya koyduğu etnik duyarlıklara ve taleplere, ulusal bütünlük ve çoğulcu demokrasi kuralları içerisinde çözüm sağlanmasıdır. Diğer bir deyişle, devletin etnisiteye saygı göstermesi, farklı kültürleri tanıması ve onları toplumun bir zenginliği olarak görmesi, ancak etnisiteyi ve farklılığı teşvik etmekten kaçınması zorunludur. Bu bakımdan, resmî kanallardan yayın yapılması, etnisiteyi teşvik etmektir. Bu nedenle de, TRT'nin bu alanda rol alması son derece yanlış bir uygulama olur.

İkinci neden, Cumhuriyet Halk Partisinin, çağdaş devletin ırkı ve dini olmadığı inancından kaynaklanıyor. Devlet, tüm altkimliklere, farklı etnik kesimlere, her mezhep ve inanca eşit mesafede ve dengeli durmak durumundadır. Oysa, yayınların TRT tarafından yapılması halinde, bu kurumun birçok dil ve lehçede yayın yapması mecburiyeti doğacaktır. Söz konusu dillerden biri veya değişik lehçelerin tümünde yayın yapılamazsa, devlet, ayırımcılık yapar, taraf tutar duruma düşecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Elekdağ.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (Devamla) - Teşekkür ediyorum efendim.

Bu itibarla, yayınların özel radyo ve televizyonlar vasıtasıyla yapılması, rasyonel ve Türkiye'nin koşullarına çok daha uygun bir yaklaşım oluşturacaktır.

Cumhuriyet Halk Partisi, bu yaklaşım ve bu anlayışla, Altıncı Uyum Paketinin eski 15 inci maddesinde yer alan, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasındaki değişikliği desteklemektedir.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Elekdağ.

Madde üzerinde, şahsı adına, Ağrı Milletvekili Sayın Cemal Kaya; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

CEMAL KAYA (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tam bu madde Türkiye Büyük Millet Meclisinde konuşulurken, ülkenin Avrupa Birliğine girmesi süreci başlamışken, dün bütün televizyon kanalarında ve gazetelerde bir manşet; bir tiyatro sahnesinde, bir sineklik, renginden dolayı DGM'lik olmuş! Bunu hatırladınız herhalde.

Şimdi, ülkem, bu kadar açlık, sefalet, yoksullukla uğraşırken, biz, ülkemizde yaşayan insanların kendi anadillerinde veya istedikleri bir dilde çocuğuna isim koyma hakkını kanunlaştırıyoruz! Diğer tarafta, ülkem, açlık, yokluk, sıkıntılar içerisindeyken, insanlar açlıkla uğraşırken, insanların, bütün dünyada, internet aracılığıyla istediği televizyon kanalını seyretme, istediği dili öğrenme hakkı varken, bilim bu kadar gelişmişken, biz, Türkiye'de, özel televizyonların, başka dil ve lehçelerde yayın yapma hakkını kanunlaştırmaya çalışıyoruz. Bu Meclis, bugün bunu görüşürken, dün bir tiyatro sahnesinde, sineklik DGM'lik oluyor!

Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bölünmez bütünlüğünü, her kanunda, her kurulda saklamak, onu korumak hepimizin görevidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde kanunları çıkarmak yetmiyor    -siz, radyo ve televizyonlarda Kürtçe yayın, Farsça yayın yapabilirsiniz, zaten yapılıyor, istemeseniz de yapılıyor; çanak anteni koyuyor, dinliyor adam, İngilizce, Arapça hiç fark etmiyor- kafaları özelleştireceksiniz, beyinler sağlıklı gelişecek; beyinler, bu ülkenin bütünlüğünü koruyacak, nasıl gelişebileceğini gösterecek.

Bu ülkeyi biz korumak zorundayız. Peki, nasıl koruyabiliriz; kardeşliği, insan haklarını, sosyal devlet anlayışını, hoşgörüyü yayarak koruyabiliriz. Siz, istediğiniz kadar, özel televizyonlarda yayın yapma hakkını çıkarabilirsiniz; istediğiniz kadar, anadilde eğitim için uyum yasalarını çıkarabilirsiniz; ama, uygulamada, stratejileri belirlemezseniz, onu korumak, onu genişletmek isteyen insanlara karşı birsürü engel çıkarmaya çalışırsanız, bu ülke, demokrasiyi, Avrupa Birliğini hayalle görür.

Kanunlarla Avrupa Birliğine girilmez; beyinlerin gelişmesiyle Avrupa Birliğine girilir, hoşgörüyle Avrupa Birliğine girilir. Bu, bu toplumda var, bu toplum buna layıktır; Türkiye Cumhuriyeti Devletinde yaşayan bütün insanlar, etnik, mezhepsel, toplumsal farklılıkları ne olursa olsun, buna uygundur; bunu çoktan, yüzyıllardır hak etmişlerdir, hak etmeye de devam etmelidirler.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu ülkenin gelişmesine ve bu gibi uygulamalara, işkenceye karşı, sosyal devlet anlayışına karşı çıkan insanlara karşı özveriyle çalışmalıdır; bu anlayışın önüne çıkanlara, bu kanunların önüne çıkanlara, bu televizyonları veya anadilde eğitimi yasaklamaya çalışan zihniyetlere karşı çıkmalıdır; hoşgörü ortamından, diyalogdan kaçan zihniyetlere karşı çıkmalıdır. Diyalogu kesen zihniyetleri korumaya devam ettiğimiz süre içerisinde bu ülkeye demokrasiyi getiremeyiz, kimse de bizi Avrupa Birliğine falan almaz. 50 tane kanun çıkarın... Çıkarmadık mı; 2000 yılında çıkarmadık mı; 2001 yılında çıkarmadık mı?! Uygulaması var mı; yok. Bakın, Millî Eğitimin çıkardığı uygulamaya, her türlü tedbir var. Bir kanun çıkmış, TRT Genel Müdürü gitmiş, Danıştaya başvurmuş "bu çıkardığınız kanunu uygulamak benim görevim değil" demiş. Kimin görevidir kardeşim; özel televizyonların... Çık, söyle! Bu ülkede, yasaklayıcı zihniyetleri, bu ülkenin önünü tıkayan zihniyetleri kaldıramadığımız süre içerisinde, onlara, elbirliğiyle, güç birliğiyle, iktidarıyla muhalefetiyle demokrasiyi aşılamadığımız süre içerisinde, biz, bu ülkeye demokrasiyi ve hoşgörüyü getiremeyiz. Bu ülkenin bütün insanları, Kürdüyle, Acemiyle, Farsıyla, Lazıyla, Çerkeziyle, Alevîsiyle, Sünnîsiyle, Ermenisiyle, Yahudisiyle bu ülkenin birliği ve beraberliği için çalışmaktadır. Bu ülkenin birliği ve beraberliği, bu ülkenin kurtuluşu, çağı yakalamasına bağlıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kaya.

CEMAL KAYA (Devamla) - Birliği ve beraberliği sağlamadığınız süre içerisinde, yüzyıllardan gelmiş olan yasakçı zihniyetleri, hoşgörüyü eğitim sistemine aşılamayan zihniyeti değiştiremediğiniz süre içerisinde, kanunlarla bir ülkeyi zorla yönetemezsiniz. Buradan çıkarıyorsunuz; işkenceyi önleme kanununu çıkarıyorsunuz; sırtınızı verdiğiniz zaman, polisi yakalayamıyorsunuz. Böyle bir zihniyet olabilir mi?! Buna karşı çıkanları biz yasakladığımız zaman bu ülkeye demokrasiyi getirebiliriz. Kaldı ki, demokrasi, Avrupa Birliğine girmek için gelmemeli. Demokrasiyle yönetilmek, çağdaş bir ülkede yaşamak, bu ülkede yaşayan bütün insanların hakkıdır, hakkı olmalıdır; biz, böyle görmeliyiz.

Bu vesileyle, Yüce Meclisi saygılarla selamlıyorum. Yüce Meclisin bunu başaracağına inanıyorum. Bu Meclisin daha nice demokratik, çağdaş hakları bu ülkeye vereceğine de inanıyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaya.

Madde üzerindeki görüşmeler bitmiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Birleşime saat 20.00'ye kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati : 19.07

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 20.00

BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER : Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ (Ordu)

BAŞKAN - 96 ncı Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

180 sıra sayılı kanun tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporu (1/610) (S. Sayısı: 180) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 16 ncı maddesini 15 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 15.- 3984 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Mahallî yayınları izlemek için gerekli görülen yerlerde halen mevcut kadrolardan bölge teşkilâtı oluşturulabilir."

BAŞKAN - Madde üzerinde şahsı adına söz isteyen Siirt Milletvekili Öner Ergenç?..

ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Sayın Başkan, bir önceki madde olarak söz istemiştim; konuşmayacağım.

BAŞKAN - Peki.

Başka konuşma talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

17 nci maddeyi 16 ncı madde olarak okutuyorum:

MADDE 16.- 3984 sayılı Kanunun 32 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki "yedinci günden itibaren" ibaresi "yirmidört saat içinde" şeklinde değiştirilmiştir.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

18 inci maddeyi 17 nci madde olarak okutuyorum:

MADDE 17. - 3984 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 10. - 4 üncü maddenin birinci fıkrasında öngörülen yönetmelik bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren dört ay içinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca hazırlanarak yürürlüğe konulur."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

19 uncu maddeyi 18 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 18. - 3.8.2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 1 inci maddesinin (A) fıkrasının birinci paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Savaş ve çok yakın savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar için öngörülen idam cezaları hariç olmak üzere 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 7.1.1932 tarihli ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun, 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu ile 17.2.2000 tarihli ve 4533 sayılı Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununda yer alan idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülmüştür."

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Sırrı Özbek?.. Yok.

Sayın Araslı, şahsınız adına söz talebiniz var; ancak, Sırrı Özbek Beyin yerine Grubunuz adına konuşacaksanız, buyurun.

OYA ARASLI (Ankara) - Hayır, şahsım adına konuşacağım.

BAŞKAN - Madde üzerinde, şahsı adına, Sayın Araslı; buyurun.

OYA ARASLI (Ankara) - Bu madde, Türk Ceza Kanununun 462 nci  maddesiyle ilgili, değil mi?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz madde, pek çok hususla ilgili önemli düzenlemeler getirmektedir; ama, ben, bunlar içerisinde, Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesinin yürürlükten kaldırılmasıyla ilgili hüküm üzerinde görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesi, tıpkı, 453 üncü maddesi gibi, çağdaş bir hukuk düzenine yaraşmayan bir hükümdür. Bu hüküm, özellikle kadınlar aleyhine işlemekte ve ülkemizde yaygın biçimde örneğini gördüğümüz töre cinayetlerinin işlenmesini yüreklendirmektedir.

Töre cinayetleri, bugün, çağdaş dünyada bütün toplumların şikâyet ettiği adam öldürme türleridir. Bu cinayetler, yaşam biçimleri, toplumda yaygın olan genel ahlak normlarına uymayan veya uymadığı varsayılan kız çocuklarına karşı işlenmektedir veya bu tür cinayetlerin muhatabı, toplumda kendilerine biçilmiş olan rollere uygun biçimde hareket etmeyen genç kızlarımız olmaktadır.

Töre cinayetleri, bildiğiniz gibi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi hükümlerine de aykırı uygulamaları oluşturmaktadır.

BAŞKAN - Sayın Araslı, zannediyorum, farklı bir maddeyle ilgili konuşuyorsunuz...

OYA ARASLI (Devamla) - Kürsüye gelirken onun için sordum efendim...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Araslı, buyurun.

OYA ARASLI (Devamla) - Maddenin sırası geldiği zaman görüşlerimi ifade edeyim.

BAŞKAN - Yok; buyurun, devam edin Sayın Araslı.

OYA ARASLI (Devamla) - Çok teşekkür ederim efendim.

Ben, konuşmaya başlarken, bir hata olabileceğini düşünmüştüm, fark etmiştim; emin olmak için Sayın Başkana sordum; ama, galiba, bir yanlış anlaşma oldu. Anlayışınız için, sizlere ve Sayın Başkana çok teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Birleşmiş Milletler nüfus verilerine baktığımız zaman, dünyada her yıl yaklaşık 5 000 civarında töre cinayeti işlendiğini görmekteyiz; ama, hepimiz biliyoruz ki, töre cinayetleri, çoğu kez, intihar süsü verilerek, cinayet olmaktan çıkarılmakta, gözlerden saklanmaya çalışılmaktadır. Bunun için, töre cinayetlerinin sayısının 5 000'in çok üzerinde olduğunu söylemimizde hiçbir yanlışlık yoktur diye düşünüyorum ve Türkiye de -biraz önce söylediğim gibi- bu cinayetlerin en yaygın biçimde işlendiği ülkelerden birisidir.

Uluslararası platformlarda, bu cinayetleri, Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesinde yer alan indirim hükmünün yüreklendirdiği doğrultusunda çeşitli eleştirilere muhatap olmaktayız ve Avrupa Birliği standartlarına uymayan bir ülke olduğumuz yargısına varılması konusunda da dayanılan temel dayanaklardan birisini Ceza Kanunumuzdaki bu hüküm oluşturmaktadır.

Bu durumdan ülkemizi kurtarabilmek için, Türk Ceza Kanunundan bu hükmün kaldırılması gerekmektedir. Kızlarımızın, zorla evlendirilmek istenilen bir kişiyle evlenmeyi reddederek, kendi seçtikleri bir delikanlıyla -beraberlik- yaşamak istemesinin bir suç olmaktan çıkarılmasını sağlamak gerekmektedir. Bu tercihlerinden dolayı, ölüm gibi bir durumla, öldürülmek gibi bir durumla karşı karşıya getirilmekten kızlarımızı korumamız gerekmektedir.

Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesinde yer alan bu hüküm, ayrıca, içinde bir ayırımcılığı ifade etmesi bakımından da bir sakınca taşımaktadır. 462 nci maddede sıralanan fiilleri işleyenin bir erkek olması halinde, kız kardeş, bu indirimden yararlanmamaktadır; ama, bu fiilleri işleyenin bir kız olması ve erkek kardeşinin de, hiddete kapılarak onu öldürmesi halinde, ona ceza indirimi uygulanmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OYA ARASLI (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bu açıdan da, söz konusu düzenleme, içinde -biraz önce söylediğim gibi- bir eşitsizlik meydana getirmektedir. Bu nedenle de, bu hükmün Türk Ceza Kanunundan kaldırılmasına ilişkin önümüzdeki tasarıda yer alan hükmün, fevkalade isabetli olduğunu düşünüyorum. Buna hepimizin destek vermesi gerektiğini, burada, ifade etmek istiyorum.

Ayrıca, benim ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan kadın milletvekillerimizin, bu konuda, mart ayında verilmiş olan bir kanun teklifimiz vardı. Gönül arzu ederdi ki, o teklifimiz de, bu tasarıyla birlikte görüşülsün, birlikte kabul edilsin; ama, öyle zannediyorum ki, bu, komisyonda da dile getirilmesine rağmen uygun görülmedi; fakat, önemli olan amacımızdır, alınacak olan sonuçtur. Bu sonucu da, burada, alabileceğimiz umudunu taşıyorum.

Sizlere saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Araslı.

Madde üzerinde, şahsı adına söz isteyen, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, görüşmekte olduğumuz tasarının 19 uncu maddesinin (b) fıkrası üzerinde, kişisel görüşlerimi belirtmek için huzurunuza gelmiş bulunuyorum.

19 uncu maddenin (b) fıkrası, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin yürürlükten kaldırılmasıyla ilgili. Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak amacıyla, yazılı, sözlü, görüntülü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapılması fiillerine ilişkin özel bir suç tipinden söz edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu metin, şiddet unsurunu içermiyor. Bu durumda, şiddete başvurmaya teşvik etmeksizin ya da kışkırtmaksızın, propaganda bağlamında, ülke topraklarının bölünmesi veya Türkiye Cumhuriyetinden ayrılma anlamında yorumlanacak sözler sarf etmek, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi kapsamında suç oluşturmaktadır. Oysa, terör, siyasî şiddet demektir. İçinde fiilen şiddeti barındırmayan eylemler terör eylemi oluşturamazlar. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bugüne kadar vermiş olduğu çeşitli kararlarıyla oluşan içtihat uyarınca, şiddete teşvik etmeksizin veya kışkırtmaksızın bölücülük propagandası yapanların cezalandırılması ifade özgürlüğünün ihlali sayılıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10 uncu maddesi gereğince, şiddet unsuru içermeyen ifadelerin sınırlandırılmaması gerektiği gerekçesiyle, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinden yargılanarak hüküm giyen kişilerin ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri sonucunda, birçok ihlal kararı vermiştir ve Türkiye de ağır tazminatlar ödemiştir.

Değerli milletvekilleri, bu noktada sorulması gereken soru şudur: Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin yürürlükten kaldırılmasıyla, ülke bütünlüğünün korunması bakımından hukukî bir boşluk doğacak mıdır? Bu sorunun yanıtını vermek için, Türk Ceza Kanununun 312 nci ve 125 inci maddelerine bir göz atmak yeterlidir. Bir kere, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında şu ifadeler yer alıyor: "Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı, birbirine karşı, kamu düzeni için tehlike olabilecek bir şekilde düşmanlığa veya kin beslemeye alenen tahrik eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir." Görüleceği üzere, bu hüküm, millî birliği ve millî bağlılığı koruyucu bir içeriktedir.

Öte yandan, Türk Ceza Kanununun 125 inci maddesi, ülkemizin bölünmez bütünlüğünün korunmasına yönelik hassasiyeti karşılamaktadır. Zira, madde, devletin birliğini bozmaya veya devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik eylemlerde bulunan kişileri ağır biçimde cezalandırmaktadır. Burada, suç unsurunun eylem olarak belirtilmiş olmasının da altı çizilmelidir.

Değerli milletvekilleri, buraya kadar söylediklerimden, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin yürürlükten kaldırılmasıyla ülkenin bölünmez bütünlüğünün korunması açısından bir boşluk doğmasının söz konusu olmayacağı ortaya çıkmaktadır.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Elekdağ.

Birleşime 15 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 20.18

 

                       


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.38

BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER : Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ (Ordu)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96 ncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

180 sıra sayılı kanun tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporu (1/610) (S. Sayısı: 180) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının 19 uncu maddesini 18 inci madde olarak görüşmüştük;  madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...Madde kabul edilmiştir.

20 nci maddeyi 19 uncu madde olarak okutuyorum:

MADDE 19. - Aşağıdaki kanun hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

a) 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesi,

b) 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi,

c) 18.11.1992 tarihli ve 3842 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü  Kanunu ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 31 inci maddesinin birinci fıkrası.

BAŞKAN - Madde üzerinde...

OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, demin bir yanlışlık olmuştu; ben, maddenin (a) bendi hakkındaki görüşlerimi, kişisel konuşmamda ifade etmiştim. Acaba, onları, tutanakta bu kısma aktarmak mümkün olabilir mi?

BAŞKAN - Buyurun, madde üzerinde konuşun Sayın Araslı.

OYA ARASLI (Ankara) - Aynı şeyleri tekrar mı konuşayım...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Araslı.

OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; madde numaralarında bir kayma olduğu için ve biraz önce Divanla karşılıklı bir anlaşma sıkıntısı yaşadığımız için, sizlerin ve Sayın Başkanın anlayışına sığınarak, Sayın Başkanın izin vermesi üzerine, bu maddeyle ilgili kişisel sözlerimi, geçen madde üzerinde, onun tartışmaları sırasında söylemiş bulunuyorum. Bunlar, elbette ki, tutanaklara geçen sözler. Bu tutanakları bizden sonra izleyenler de, neler söylendiğini, hangi maddeyle ilgili hangi tartışmaların yapıldığını öğrenmek isteyeceklerdir. Bir karışıklığa mahal vermemek, bu olayın tutanakta yer almasını sağlamak üzere, huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum ve biraz önce söylediğim sözleri, burada -aynı görüşte olduğumu- bir kere daha ifade etmek istiyorum.

Saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Araslı.

Madde üzerinde, AK Parti Grubu adına, Semiha Öyüş.

SEMİHA ÖYÜŞ (Aydın) - Vazgeçtim Sayın Başkan.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

21 inci maddeyi 20 nci madde olarak okutuyorum:

MADDE 20. - 12.04.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinin kenar başlığı "Terör ve örgüt tanımı" şeklinde, birinci ve ikinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.

İki veya daha fazla kimsenin birinci fıkrada yazılı terör suçunu işlemek amacıyla birleşmesi halinde bu Kanunda yazılı olan örgüt meydana gelmiş sayılır."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

22 nci maddeyi 21 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 21. - 3713 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 10. - Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 3713 sayılı Kanunun 8 inci maddesi kapsamına giren suçlardan dolayı;

1. - Yürütülen hazırlık soruşturmalarında Cumhuriyet savcılıklarınca takipsizlik kararı verilir.

2.- a) Haklarında kamu davası açılmamış tutuklu sanıklar Cumhuriyet savcılıklarınca,

b) Haklarında kamu davası açılmış tutuklu sanıklar ilgili mahkemelerce,

Salıverilirler.   

3.- a) Henüz Yargıtaya gönderilmemiş veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyalar hakkında hükmü veren mahkemece,

b) Yargıtayda bulunan dosyalar ilgili ceza dairesince,

c) Cezaları infaz edilmekte olan hükümlülerin dosyaları hükmü veren mahkemece,

Acele işlerden sayılmak ve Türk Ceza Kanununun 2 nci maddesi dikkate alınmak suretiyle karara bağlanır."

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

23 üncü maddeyi 22 nci madde olarak okutuyorum:

MADDE 22. - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

24 üncü maddeyi 23 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 23. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - Madde üzerinde söz talebi?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar

ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel, çok değerli oylarınızla ve ittifakla yasalaştırdığımız bu düzenlemelerle çok önemli bir adım atmış bulunuyoruz. Türkiye'nin demokratik standardının yükseltilmesi, temel hak ve özgürlüklerin kullanım alanının genişletilmesi, insanı esas alan, insanı insan olduğu için saygıya değer bulan bir anlayışla, bu yasaları geçirmiş bulunuyoruz ve böylece, bu anlayışa da yasal destek sağlamış oluyoruz.

Bu yasayla, Türkiye'nin siyasî, sosyal ve kültürel alanda gelişmişlik çapını büyüten, genişleten gayretlere, Meclis, önemli bir destek vermiş oluyor ve yine bu yasayla, 164 yıllık çağdaşlaşma, medenî dünyayla beraber olma ve bunun somut hedefi olan Avrupa Birliğine, ümit ediyorum ki, bir adım daha yaklaşmış oluyoruz.

İnanıyorum ki, ileride, Türkiye'nin siyasî tarihini yazanlar, 22 nci Dönem Parlamentosu için, onun siz değerli milletvekilleri ve değerli üyeleri için ayrı bir bölüm ayıracaklardır. Bu onur hepimize aittir; bu onur, AK Partiye, Cumhuriyet Halk Partisine ve bugün bu yasanın gerçekleştirilmesi için çaba sarf eden tüm milletvekillerine ait olacaktır; çünkü, Avrupa Birliği hedefi hepimizin hedefidir. Avrupa Birliği politikası, 44 yıllık bir devlet politikasıdır ve millî bir politikadır.

Birlikte bu politikaya katkı sağladığınız için, hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. Bu kanun, hepimiz için, milletimiz için hayırlı olsun.

Çok teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının müzakeresine başlıyoruz.

2.- Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/297) (S. Sayısı: 137) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu, 137 sıra sayısıyla bastırıp, dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Enis Tütüncü; buyurun.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Grubumuz adına, Enis Tütüncü yerine İzzet Çetin konuşacaklar.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Çetin.

Konuşma süreniz 20 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 137 sıra sayılı Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, görüşülmekte olan kanun tasarısı, pek çok yasa tasarısı gibi, bundan önceki yasama döneminde, hükümet döneminde hazırlanmış yasa tasarılarından biri. Gerçekten, sosyal güvenlik kuruluşlarımızın her üçünün de, bugüne kadar, yani, iki yılı aşkın zamandan bu yana temel yasalarının çıkarılmamış olması bir eksiklikti. Bu yasa tasarısının bugün burada görüşülerek kanunlaşmasından sonra, bir eksikliği, bu Yüce Meclis gidermiş olacak; ancak, burada, sadece bir eksikliğin giderilmesinden veya bir temel yasanın hazırlanmasından öte, Türkiye'de, bu konuda, ilk defa, özel istihdam büroları gibi bir kurumun, yeni bir görev ve sorumluluk anlayışı içerisinde, İŞKUR bünyesinde yapılandırılıyor olması farklı bir anlam taşıyor.

Değerli arkadaşlarım, kamu istihdam kurumları, devlet tarafından iş ve işçi bulma hizmetleri ve meslekî konularda danışmanlık yapmak; iş bulma güçlüğü çeken işsizlere iş bulmak; bu kişilerin yeniden çalışma hayatına girebilmesi için vasıf kazandırma ve edindirme eğitimi vermek...

Sayın Başkan, lütfen, salonda gürültü var, ne olduğu anlaşılmıyor.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Genel Kurulda büyük bir uğultu var; Sayın Hatip sesini duyuramıyor; lütfen, sessiz olalım.

Buyurun.

İZZET ÇETİN (Devamla) - ...İşgücü piyasasıyla ilgili programlar için öneri planları hazırlamak, var olan programları uygulamak amacıyla kurulmuş kurumlardır. Tüm bunlar için yapılan masraflar ve genel yönetim giderleri de, büyük oranda, devlet tarafından karşılanmaktadır. İşsizlik sigortasının yönetimi ve işsizlik ödeneklerinin ödenmesi de, yine, kamu istihdam kurumlarınca yürütülmektedir.

Değerli arkadaşlarım, kanun tasarısına bir bütün olarak baktığımızda, göreceğiz ki, bu tasarı içerisindeki maddeler biraz zorlama, ısmarlama yazılmış, biraz ürkek, biraz korkakça kaleme alınmış gibi anlamlar içeriyor. Yasa tasarısında, biraz sonra maddelerinde de görüşeceğiz -Türkiye İş Kurumunun, eski adı İş ve İşçi Bulma Kurumu olan bu kuruluşun adının İŞKUR olarak değiştirilmesi 2000 yılında çıkarılan ve daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanunla gerçekleşmişti, o nedenle, İŞKUR olarak söylüyorum- İŞKUR'un doğrudan doğruya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı bir kurum haline getiriliyor olması, her şeyden önce, doğru değildir. Bu kurumlar, özerk kurumlardır. İdarî ve malî açıdan özerk olması... Kurumların doğrudan doğruya bakanlığa bağlı kuruluşlar haline getirilmesi, bunların -biraz sonra maddelerde görülecek- genel kurullarının olmasını, genel kurullarının toplanmasını hiçbir anlam ifade etmeyecek konuma getiriyor. Bu, olsa olsa, bağlı kuruluş yerine, ilgili kuruluş olarak hüküm ifade etmeli. Elbette, bir bakanlığın gözetimi ve denetimi altında faaliyetini sürdürecek; ama, doğrudan doğruya bir bakanlığa bağlı kuruluş haline getirilmesi, bunların özerkliğini zedeleyecek, özerkliklerinden söz etme olanağını ortadan kaldıracaktır. Bunun kötü örneklerini, bir evvelki dönemde, yine, özerk bir kurum olması gereken Sosyal Sigortalar Kurumunda görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, burada, İŞKUR'la ilgili, Bağ-Kurla ilgili, SSK'yla ilgili özerk kavramını kullanmak gerekecek. Bunların genel kurulları üç yılda bir toplanıyor; ama, genel müdürleri için atama ya da onları yönetme görevini üstlenen kişiler için belli bir görevlendirme süresi verilmiyor. Örneğin, bir evvelki dönemde, Sosyal Sigortalar Kurumunda üç, üçbuçuk yıllık süre içerisinde 10 genel müdürün değiştirilmiş olması, bu kurumun özerkliğine gölge düşürdüğü gibi, kötü yönetiminin de somut göstergesidir. Bu kurumlar, bakanlıktan bağımsız olarak, yönetim kurullarının marifetiyle, genel kurullarının almış olduğu kararları uygulayarak yönetilmeli ve mutlak surette, bunların özerklikleri korunmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, bu Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısında, bir evvelki taslaktan farklı olarak, iki ayrı yönetim kurulunun, kurum içerisinde var olduğu gerçeği değerlendirilerek, fon yönetim kurulu metinden çıkarılmış; bu, doğru bir yaklaşım. Gerçekten, yönetim içerisinde farklı bir yönetim olması, bu kurumda yetki kargaşasına da neden olacaktı.

Değerli arkadaşlar, yine, İŞKUR'la ilgili olarak, görev ve sorumluluklarına bir göz atacak olursak, şimdiye kadar üstlenmiş olduğu görevlerin -yapmak, yaptırmak; vermek, verdirmek gibi- yani, kendi görev ve sorumluluk alanındaki, kendi uhdesindeki görevlerin bir kısmını piyasaya vererek, bu işleri piyasadan satın alarak, işlerin piyasalaştırılması yoluna gidildiğini görüyoruz. Bu, kurumun, giderek, bugün içinde bulunduğu durumdan daha kötü bir noktaya doğru kaymasının temel nedenini oluşturacaktır. Görev ve sorumlulukları net olarak belirlenmeli, net olarak verilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, Türkiye'de, işsizlik had safhada. Türkiye'nin anasorunları, istihdam, üretim ve verimlilik. Tabiî, bunları, bundan önce çıkardığımız İş Yasasında değindiğim bazı acil sorunlarımıza değinmeden, özet olarak, istihdam politikaları ve istihdam konusunda İŞKUR'un yükleneceği vazifeleri yerine getirip getirmemesi açısından da ele almakta büyük yarar var diye düşünüyorum. Gerçekten, Türkiye'de, işletmelerimizde verimlilik bir sorun. İşyerlerinde çalışan işçilerin sürekli işten atılma kaygısı taşıyor olmaları bir tarafa, milyonlarca işsiz, her gün, Meclisin kapısını, sizlerin kapısını zorluyor. Böyle bir dönemde, İŞKUR'un, kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmede, reform niteliğinde, sorunlara köklü çözüm bulucu adımlar atma yerine, üzerinden yükü atma, yükü başkalarına dağıtma, işi verme ya da verdirme gibi yöntemlere başvurarak, âdeta "devlet ya da kamu kötü, özel iyi" mantığını topluma empoze etme gibi bir hastalığa kapıldığını, sizlerin de, cümlelerde, satırlarda, net olarak, somut olarak göreceğinizi umuyorum.

Değerli arkadaşlarım, biz, burada, bir kanun çıkaracağız. İş Kurumunun görev, yetki ve sorumluluklarını net olarak belirlediğimiz takdirde, bunları, elbette, kurum, yerine getirmeli. Ben, Kurumun Genel Müdürünü şahsen tanıyorum; ancak, bazı makalelerini ve işveren dergilerindeki yazılarını okuduğum zaman, âdeta, İş Kurumunun, pek çok kamu kurumunda olduğu gibi, iyi yönetilmemesini, sadece devlet bürokrasisine bağlama alışkanlığı taşıdığını görüyorum. Herhangi bir kurumda kim görevliyse, o, görevini en iyi şekilde yerine getirmek, kurumun sorumluluklarını, görevlerini etkili şekilde yerine getirmek ve denetimi sağlamakla görevlidir. Bir genel müdür ya da bir kamu görevlisi görevini yapamıyor ya da aldığı siyasal telkin sonucunda, başka şekilde, kendi görev ve sorumluluklarını başka kişi ya da kurumlara devredecek şekilde hareket ediyorsa, o kurumlardan başarı beklemenin hiç olanağı yoktur.

Değerli arkadaşlarım, İŞKUR Yasası Tasarısına baktığımız zaman, bazı ileri hükümleri de taşıyor. Gerçekten, bu, 2000 yılında hazırlandı ve bugüne kadar geldi. Örneğin, Türkiye'nin hemen hemen tüm illerinde, il istihdam kurullarının oluşturulmuş olması, belki istihdam sorunları, işsizlik sorunları için, il ölçeğinde birtakım projeler geliştirecek, öneriler geliştirecek ve o önerilerin bir araya getirilip değerlendirilmesiyle istihdam sorununun çözümüne katkı sağlayacaktır diye düşünüyorum. Bunu ileri bir aşama olarak görüyorum; ancak, bu yasa tasarısının bütününe baktığımız zaman, özel istihdam büroları gibi bir büronun kuruluyor olması kaygı verici.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, tam istihdam koşullarında bir ülke değil. Türkiye, yaklaşık 10 000 000 - 12 000 000 açık işsizi olan bir ülke. Böylesi bir ülkede İş Yasası görüşmeleri sırasında tartıştığımız esnek üretim ilişkilerini yasalaştırdığımız şekilde, burada da, esnek üretim ilişkilerine paralel olarak esnek istihdam elemanı sağlayacak diye, özel istihdam bürolarını kurarsak ve bugün, bu yasa tasarısının içerisinde çıkarırsak, hepimiz büyük bir vebal altına gireriz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, biraz evvel, Avrupa Birliği uyum yasalarını birlikte çıkardık. Gerçekten, Türkiye, çağdaş dünyayla buluşmalı, Avrupa Birliğiyle bütünleşmeli; bunda hemfikiriz; ancak, bu, bize dayatıldığı şekliyle, dayatılmış biçimiyle görüşmek zorunda kaldığımız, Avrupa'nın bir kentinde yapılacak bir toplantıya gitmeden evvel apar topar yasa metni haline getirdiğimiz şekliyle olmamalı. Ne olmalı?.. Bizim, 1970'li yıllardaki taleplerimiz demokratikleşme yönündeydi. Bugün önümüze konulan pek çok hükmü, o günlerde talep edenlerdendik; ama, bugün, zorlama yöntemlerle, hepimiz kabul etmek ve el kaldırmak zorunda kalıyoruz. Bu, onur kırıcı bir durum.

Şimdi, özel istihdam büroları da Türkiye'nin ihtiyacı değil. Bakınız, ben size, bunun somut olarak nereden kaynaklandığını kısa tarihçe olarak vereyim. İlk olarak, bildiğiniz gibi, 1980'li yıllarda kurgulanan ve 1990'lı yıllarda yaşama geçirilmeye başlanılan özelleştirme politikalarının, kamu hizmetlerinin daraltılması politikalarının bir devamı niteliğinde İŞKUR'un ya da işçi bulma hizmetlerinin özelleştirilmesi, özel bürolara verilmesinden başka bir şey değil. Bu konuda, Türkiye'de, 1990'lı yılların başında çeşitli çabalar var. Dünya Bankasının kamu hizmetlerini dayatmaya yönelik projelerinden birisi, 4 Mayıs 1993 tarihinde Türkiye tarafından imzalandı. Bu projeye göre, İş ve İşçi Bulma Kurumu, istihdam hizmetlerinin çeşitlendirilmesine yönelik bir plan geliştirecek ve uygulanmasını sağlayacaktı. "İstihdam ve Eğitim Projesi" adı verilen bu proje kapsamında, çalışma yaşamında özel istihdam bürolarının kuruluşu ve işleyişi semineri, 3-4 Kasım 1994 tarihlerinde İstanbul'da yapıldı. Seminerde, İş ve İşçi Bulma Kurumunun yeniden yapılandırılması zorunluluğu vurgulanarak, Türkiye'de en kısa zamanda özel istihdam bürolarının kurulması zorunluluğu dile getirildi ve özel istihdam bürolarının kurulması için Dünya Bankası destekli, Dünya Bankası kredili projeyle düğmeye basılmış oldu.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, özel istihdam  büroları ilk kez yaşama geçiyor değil. Kurulmasından kısa süre sonra ILO, hemen, peş peşe, birtakım yasal düzenlemeler, uluslararası sözleşmeler hayata geçirdi. Bunlardan birisi de, iş ve işçi bulma hizmetlerine aracılık yapacak kamu ve özel istihdam bürolarının kurulmasına ilişkindi; ama, bu, çok uzun sürmedi, kötüye kullanıldığı görüldü ve 1934 yılında özel istihdam büroları kapatıldı. Tarihlerine tek tek girmeyeceğim, maddeler üzerinde de tekrar görüşeceğiz.

Özel istihdam büroları, 96 sayılı ILO Sözleşmesi çerçevesinde bugün pek çok ülkede kuruluyor. Bakınız, denetime tabi birlikte çalışma modeli olarak ülkemizde de gerçekleştirmeye çalıştığımız bu büroların adlarını size okumaya çalışacağım: Yabancı ülkede iş bulma büroları, yabancı işçi bulma büroları, geçici istihdam büroları, personel kiralama büroları, üst düzey yönetici temin eden bürolar, kariyer yönetim büroları, eğitim ve işe yerleştirme enstitüleri, tamamlayıcı hizmet sunan istihdam büroları, aracı birlikler, ihtiyaç fazlası personele istihdam hizmeti sunan bürolar, iş arama danışmanlıkları, personel yönetimi danışmanlıkları, istihdam ilan büroları, tele-istihdam büroları.

Değerli arkadaşlarım, tıpkı, esnek üretim ilişkileri diye, çalışma yasası görüşülürken burada saydığımız o üretim ilişkileri gibi pek çok büro kurulacak. Bu bürolar, âdeta, bugün kapımıza gelen işsizleri bizim doğrudan doğruya göndereceğimiz bürolar olarak yaşam bulacak ve o bürolar, işçimizi, insanımızı istismar edecek, emlak büroları gibi, döviz büroları gibi faaliyet göstermeye başlayacak ve pek çok, tekel konumunda olan uluslararası istihdam büroları gelip ülkemizde büro açacak, kendi ülkesindeki işverenlerin eleman ihtiyacını karşılayabileceği gibi, yabancı ülkelerde işçi bulma büroları da oluşacak ve insan tacirliği, köle tacirliği bir bakıma yaşama geçecek. Bunu söylerken, bu deyimleri kendimin yarattığını zannetmeyin. Bakarsanız, aynı deyimi "işçi simsarlığı" deyimini gerekçe bölümünde görebilirsiniz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye pek çok sorunu olan bir ülke. Gerçekten, bugün, korunmasız, devleti hâlâ bir baba imajıyla görme arzusunda olan yurttaşlarımız, işsizlerimiz, geleceğe umutla bakmak isteyen gençlerimiz, her gün, işe, işten atılma korkusuyla giden çalışanlarımız "acaba özelleştirildiğinde fabrikam ne olacak" diye kamu iktisadî teşebbüslerinde çalışanlar, hepsi, ama hepsi bu yasadan etkilenecekler.

Bakınız, yakın zamanda -çok uzak değil- bir özelleştirme projesi yaşama geçirildi. İş ve İşçi Bulma Kurumu ile KOSGEB, özelleştirilen kuruluşlarda işini kaybedenleri işe kazandırma projesi diye, Dünya Bankası ve devletin katkılarıyla bir proje yürüttüler. Projenin büyüklüğü yaklaşık 24 000 000 dolar. Proje 2000 yılında başladı, 2004 yılında sona erecek. Bu proje kime havale edildi? Neden, İş ve İşçi Bulma Kurumu, yeni adıyla İŞKUR, bu projeyi kendi yürütmedi; bu proje kimlerden kaçırıldı?.. 6 445 kişiye iş bulunduğu söyleniliyor. 6 445 kişiye iş bulundu; ama, özelleştirme mağduru olan kişilere iş bulmakla görevli proje, özelleştirilen işletmelerde çalışırken işini kaybeden, ancak 100'ün altındaki işçiye iş verebildi. Üç aydır, Türk-İşte, 70-80 özelleştirme mağduru eylem yapıyor, iş istiyor; beş yıldır, on yıldır işsiziz, açız deyip... Sokaktan geçen varlıklı kesimler ya da sendikalar iaşe ederek orada direniyorlar. Böyle bir proje yürütülüyor da, biz, burnumuzun dibindeki işsizimizin, özelleştirilen kuruluşlarda işten çıkarılan işçilerimizin kayıtlarını tutamayan bir kurum konumuna getirmişsek, yarın özel istihdam bürolarının işsizliği ne kadar istismar edebileceğini düşünmeniz için bunu söylüyorum.

Değerli arkadaşlarım, sorunlar büyük, sorunlar ağır. İŞKUR'un temel yasası yok, personeli mağdur. Diğer sosyal güvenlik kurumlarında çalışanlara göre hem ücret ve maaş yönünden eksikler hem diğerlerine göre ne yapacaklarını bilemedikleri için mağdur konumundalar. Bu yasal düzenleme yapılırken, gerçekten, İŞKUR'un, Türkiye'de istihdam politikalarına aracılık yapması, işsizlerin, yeniden çalışma yaşamına, vasıf kazandırılarak tekrar üretime döndürülmesinin sağlanması... Demin, giriş bölümünde söyledim, pek çok projeyi gerçekleştirerek, uluslararası ya da ulusal pek çok projeyi gerçekleştirerek, işverenlerimizin istihdam açıklarına, yetişkin, nitelikli işgücü açıklarına katkı yapılmasını hepimiz arzularız, hepimiz bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiririz; ancak, özel istihdam büroları gibi insan tacirliği yapacak, emek tacirliği yapacak, emeğin sırtından, hiç alınteri dökmeden, hiçbir katkı yapmadan, o süslü püslü bürolarla, açıldıktan sonra gidip, özel işverenlerin insan kaynakları müdürleriyle, insan kaynakları ya da personel şubeleriyle işbirliği içinde açıktan para kazanmasının yolunu açacak özel istihdam bürolarının, bu yasa tasarısı içerisinden çıkarılması, sadece bu Meclisin görevi olmaktan öte, bir insanlık görevi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Çetin.

İZZET ÇETİN (Devamla) - Biz, ülkemizde 1 500 000'e yakın yabancı kaçak işçinin varlığını  düşünürken, kendi yurttaşımızı  da herkesten çok düşünmek zorundayız. İşsizin, iş arayanın, işe gidenin, herkesin  gözü, bu Yüce Meclisin alacağı kararlarda, yapacağı yasalarda. Yasaları yapmak kadar, uygulamak da bir görev. Bu da yürütmenin görevi. Eğer, İş ve İşçi Bulma Kurumu, işçi ile işyerini buluşturma görevini yerine getiremiyor ise, bu kurumun reforma, pek çok konuda yenilenmeye ihtiyacı var demektir. Bunu gerçekleştirdiğimiz takdirde, önümüzdeki süreçte, Türkiye, sorunlarını aşıncaya ve krizlerden kurtuluncaya kadar, özel istihdam büroları gibi, emek tacirliği yapan bürolara ihtiyaç duymayacaktır. bu konuda biz üzerimize düşeni yapalım. Özel istihdam bürolarına ilişkin bölümün bu yasa tasarısından çıkarılmasını öneriyoruz, bu konuda önergemizi de vereceğiz. Katkı vereceğinizi umuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum....

HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını talep ediyorum.

BAŞKAN -Arayacağım Sayın Koç.

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 21.15

 

                       

 


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 21.20

BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER : Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ (Ordu)

BAŞKAN - 96 ncı Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

137 sıra sayılı kanun tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2.- Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/297) (S. Sayısı: 137)  (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Tasarının maddelerine geçilmesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi, oylamayı tekrarlıyorum: Tasarının maddelerine geçilmesini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır;

1 inci maddeyi okutuyorum:

TÜRKİYE İŞ KURUMU KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Türkiye İş Kurumu Kuruluş ve Görevleri

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç, Kapsam, Tanımlar ve Kurumun Görevleri

Amaç ve kapsam

MADDE 1.- Bu Kanun ile istihdamın korunmasına, geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına ve işsizliğin önlenmesi faaliyetlerine yardımcı olmak ve işsizlik sigortası hizmetlerini yürütmek üzere Türkiye İş Kurumu kurulmuştur.

Genel bütçeye dahil dairelerle katma bütçeli idarelerde, bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, kanunla kurulan fonlarda, özel kanunla veya özel kanunla verilmiş yetkiye dayanılarak kurulan kamu kurum ve kuruluşlarında, kefalet sandıklarında, sosyal güvenlik kuruluşlarında, genel ve katma bütçelerin transfer tertiplerinden yardım alan kuruluşlarda, kamu iktisadî teşebbüsleri ve bunların bağlı ortaklıklarında, il özel idareleri ve belediyelerle bunların kurdukları birlik ve müesseselerde ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarında aylık ve ücret alan ve işçi statüsünde çalışmayan memur, sözleşmeli personel, geçici personel ve diğer kamu görevlilerinin istihdamı hakkında bu Kanun hükümleri uygulanmaz.

Kurum, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bağlı kuruluşu olup, özel hukuk hükümlerine tabi, tüzel kişiliği haiz, idari ve mali bakımdan özerk bir kamu kuruluşudur.

Kurum, vize ve tescile ilişkin hükümler hariç 26.5.1927 tarihli ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ve 21.2.1967 tarihli ve 832 sayılı Sayıştay Kanununa tabidir.  Kurumun malları, alacakları, banka hesapları 9.6.1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile 1.3.1926 tarih ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu bakımından Devlet malı hükmünde olup haczedilemez, alacakları da Devlet alacağı derecesinde imtiyazlıdır. Kurum malları hakkında İcra ve İflas Kanununun iflasa ilişkin hükümleri uygulanmaz. Kısa adı "İŞKUR" dur.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Cevdet Selvi; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA M. CEVDET SELVİ (Eskişehir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; İŞKUR Yasa Tasarısının 1 inci maddesi hakkında söz almış bulunuyorum; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlarım.

Tasarıların Meclise gelmesini iktidar partisi, hükümet arzu eder ve getirir. Tasarıları sadece Meclise getirmek yeterli değildir, o tasarıları en sağlıklı halde, en sağlıklı şekilde bir an önce çıkarmak da, iktidar milletvekillerine, iktidar grubuna ait bir iştir. İktidar grubu "neden muhalefet gelip de yasaları çıkarmıyor" deme hakkına sahip değildir; ama, bakarsanız, bir taraftan, gece gündüz, tatili bile kısarak, şu yasaları bir an önce çıkaralım... Yani, yeni yasa da değil. Kucakta bulunan, üstünde uzun süre bir değerlendirme, araştırma yapılmadan getirilen bir yasa tasarısının görüşmelerinde, günün yorgunluğu üzerine, 15 dakika ara, 25 dakika ara gibi, çok ciddî olmayan bu tutum doğru değildir. Yasa tasarısını hazırlayan hükümet, buna, grup olarak da sahip olup, çıkarmak mecburiyetindedir, bu kadar milletvekilini burada bağlama hakkını kendinde görmemelidir. Onun için, bu konuya hassasiyet gösterileceğini sanıyorum.

Bu yasa tasarısının "amaç ve kapsam" maddesine baktığımızda, ciddî bir durum ve yasanın bütünü hakkında arzu edilen bir sonuç doğurmayacağını, tam tersine, bir kaos, bir sıkıntı yaratacağını anlamak mümkündür.

"Amaç ve kapsam" maddesinde de görüldüğü gibi, sadece özel sektöre hizmet verme amacına dönüktür; çünkü, devletin istihdamı farklı bir biçimde yapılacaktır, imtihan ve değişik şekillerde...

Bugüne kadar, İş ve İşçi Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü, bütün imkânları kısıtlanmasına, kesilmesine, amaca uygun çalışmasına fırsat verilmemesine rağmen, çeşitli katkılarda bulunmuştur.

Bazı değişiklikler gerektiği açıktır; ancak, bu tasarı, o ihtiyaca cevap vermekten uzak olduğu gibi, son derece sakıncalı bir madde getirmiştir. İş ve İşçi Bulma Kurumunun, İŞKUR olarak değişmesinin özü, özel istihdam büroları getirmesidir. Bu, son derece hassas, içinde bulunduğumuz koşullarda dikkati gerektiren bir olaydır.

Tasarının gerekçesine baktığımızda, Birleşmiş Milletler Çalışma Teşkilatı ILO'nun 2 No'lu, 34 No'lu, 88 No'lu, 96 No'lu ve 122 No'lu -onayladığımız sözleşmeler- sözleşmelerinden bahsedilmektedir; bunları gerekçeye koyarak, başka bir intiba verilmek istenmektedir. Yani, özel istihdam bürolarını kurmak için, işte "biz, onayladığımız uluslararası sözleşmelere uygun hareket ediyoruz" intibaı yaratılmaktadır. Ama, işi ciddiye alır da, 2 No'lu ILO sözleşmesini... Yani, 29 Ekim 1919'da Washington'da başlayan ve arkasından, 28 Haziranda Versailles'da (Versay) ve 10 Eylülde Saint Germain'de (Sen Jermen) yapılan ve tarafımızdan, Türkiye tarafından imzalanan, onaylanan bu sözleşme, bu yasanın tam tersinedir. Bunlar, özel istihdam bürolarının kapatılmasını isteyen, talep eden sözleşmelerdir. Neden; çünkü, istismara müsait bir olaydır. Hiçbir iş yapmayacaksınız, boşta gezen insanları toplayacaksınız, işverene göndereceksiniz ve bunların üstünden, asgarî ücretle iş bulan işçilerden, hiçbir artı değeri söz konusu olmayan, katmadeğeri olmayan bir iş yaparak, emeğini veren insanlardan para toplayacaksınız, para alacaksınız. Bu, son derece sakıncalı ve bütün dünyada dikkat isteyen bir olay olduğu için, ILO, böyle bir sözleşme çıkararak, iş ve işçi bulmayı kamu görevi olarak devlete vermiş ve ciddî bir iş olarak da parayla yapılmayan amme hizmeti kapsamına almıştır.

Arkasından, baktığımızda, 34 No'lu Sözleşmede de aynı şekilde "ücretli iş bulma büroları mutlak kapatılmalıdır" deniliyor. Biz, bunu 1946 yılında kabul etmişiz. 

Şimdi, diğerlerine baktığımızda, yine, geçmiş tarihlerde, diğer ülkelerde paralı iş bulmanın sakıncaları görüldüğü için "kamu görevi olarak, işçiden ve işverenden ücret alınmadan bu iş devlet tarafından düzenlenerek yapılmalıdır" denilmekte, kapatıldığı zaman da bu düzenleme, devlet tarafından, özellikle sosyal devlet tarafından gerçekleştirildiği takdirde, tedrici olarak, tam oturuncaya kadar bu ücretli iş bulma bürolarının kapatılması istenmektedir.

Şimdi, ILO'nun bu sözleşmelerine baktığımız zaman -diğer ülkelerde de var- işte, bu sözleşmelerde yer aldığı için, buraya, böyle alelacele -"alelacele" derken, art niyetle söylemiyorum- incelenmeden gelmiş; bize bu intibaı veriyor. Halbuki, tasarının gerekçesinde yer alan bu sözleşmeler, insanları parayla iş bulan kurumlardan kurtarmak içindir. Bu sözleşmeler, burada tersine kullanılmıştır.

Şimdi, size şundan kurtulmamız gerektiğini belirtmek istiyorum; bize hemen şu iki şey söyleniyor: Bir tanesi "diğer ülkelerde de var." Tamam. İkincisi "zaten uygulanıyor." Diğer ülkelerde var da, Türkiye'de ne var? Avrupa Birliği konusunda, uluslararası konularda hep başka ülkeleri örnek göstermekten ve şu sözleşmeleri incelemeden, her ülke kendi koşullarına göre sözleşmeleri değiştirebilir, değerlendirebilir maddelerini görmeden, biz, hemen, onlara sarılıp, Türkiye'nin gerçeklerini görmeden yasa düzenlemeye kalkıyoruz. Bu, ciddî yanlışlık yaratıyor.

Bakın, arkadaşlarım, bir özel istihdam bürosu kurulduğu zaman rekabet başlayacaktır. Moldavyalılar, Nijeryalılar kaçak olarak gelip pazarlanacaktır; Türk işçisi, şimdi olduğu gibi, yine dışarıda kalacaktır. Özel istihdam büroları, belirli işverenlerin personel müdürleriyle anlaşacak, geçici olarak oralara işçileri gönderecek, onlardan para kesecektir.

Ben, size şunu soruyorum: Türkiye'de, işçi arayan işveren var mı? Hangi düzeyde, hangi kalifikasyonda işçi ararsanız arayın, Türkiye'de bol miktarda mevcuttur. Yasa çıkarıyorsak, bir ihtiyaca cevap vermelidir. Hangi işveren işçi aradı, bulamadı da, hemen buraya getirildi. Son derece istismara müsait bir olaydır.

İkincisi, şunu söyleyeyim: Bu işçi, işgücü temini için, ciddî müesseselerimiz bürolar oluşturmuştur, genel müdürlükler oluşturmuştur, insan kaynakları büroları oluşturmuştur, ciddî çalışmaktadırlar; hatta, bu müesseselerimiz, istihdam ettiğini, arayıp, bol miktarda kuyruğa girenler arasından seçerek, eğitimini de vermektedir.

Bu getirilen olayın, şu işsizlikte ne gibi sakıncalar yaratacağını, kendi ülkemizde tahmin edemiyorsak, bu, bizim zafiyetimizdir. İş bulmak için hepimizin kapısına gelen, fabrikaların kapılarında, işyerlerinin kapılarında ricacı olan kadın - erkek, genç - ihtiyar, özellikle üniversite mezunları, özel istihdam bürolarında kuyruğa girdiği zaman, acaba nasıl istismar edilecekler, hiç düşündük mü? Bu, sadece bu kadar düşünülemez!

Elimde rakamlar var; Türkiye'de, özellikle, şu son 58 ve 59 uncu hükümetler iktidara geldiğinden bu yana, sıradakiler hariç, 400 000 kişi işten çıkarılmıştır, atılmıştır; yüzde 17,1 civarında işsizlik vardır.

Şimdi, bu insanlar, bu özel istihdam büroları üst kurullarını oluşturacaktır, reklamlar verecektir, anlaşmalı işler olacaktır. "Bunlar olmaz" diyorsanız, asgarî ücretli bir işçiye iş bulup da, üstünden altın, dolar, rüşvet alanı hiç mi görmediniz, çıkar sağlayanı hiç mi görmediniz. Bunu nasıl kurumsallaştırabiliriz, bunu nasıl yasal bir çerçeve içerisine koyabiliriz? Genç kızlarımız, iş bulmak için, oralarda kimlere teslim edilecek?..

(Mikrofon, otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Selvi.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) - Bana, şunu söyleyebilirsiniz: "Zaten yapılıyor." Zaten yapılıyor; ama, yasal kılıfı yok, meşru değil. İşte o zaman meşru olacak, işte o zaman -çok daha tehlikeli- iş arayan bunalmış insanların istismar edilmesi çok daha fazla olacak.

Diğer maddelerde de, gücümüz yettiği kadar, bu yanlışın yapılmaması, mağdur olmuş, işsiz olmuş insanların kullanılmaması için, elimizden geldiği kadar aydınlatmaya çalışacağız; ama, ben şunu söylüyorum: İstihdam alanı yoksa, işyeri yoksa, siz istediğiniz kadar bürolar kurun; nereye alacaksınız?.. Buna bakmak lazım. Bunu oluşturacak yasa getirin. Yedi aydır dikkatle izlemekteyiz; özellikle, yoksulluk derinleşip, yaygınlaşıp, işsizlik bu boyuta gelmiş olmasına rağmen, işsizliği önleyecek hangi ciddî yasayı getirdiniz, bu halkın derdine deva olacak hangi yasayı getirdiniz. Bu, lafla olmaz. İstediğiniz kadar özel istihdam bürosu kurun, istihdam edecek alan yoksa, kaçak işçilik marifet haline gelmişse, bu, yeni sakıncalar doğuracaktır, rekabet başlayacaktır; özel istihdam büroları, daha fazla istismar edecek, bu işsizlerin mağduriyetinden yararlanacaktır ve bu, bir de yasal kılıf altına alınmış olacaktır. Ne Avrupa Birliği anlaşmalarında, sözleşmelerinde ne ILO'nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) imzaladığımız sözleşmelerinde, böyle bir mecburiyet yoktur. Merak eden, sözleşmeleri açıp bakarsa, bunun yanlışlığını görür.

Zamanlama önemlidir. O kadar fazla işsizlik olur -hani bir tarihte, Avrupa'da bazı ülkeler, başka ülkelerden işçi istihdam etmek, davet etmek zorunda kalmışlardı- Türkiye de bu noktaya gelirse, o zaman elbet açılır, elbet açılsın; işveren de, işçi de kolay iş bulsun diye; ama, sokaklar işsizken, ciddî rahatsızlık yaratacak, bu olayı ertelemek lazımdır. Takdir sizindir...  Bu işsizleri daha fazla istismar edecek -var olanları görerek- bunu daha resmîleştirecek şekle sokmanın doğru olmadığı kanaatindeyim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Selvi.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN - Görüşülmekte olan 137 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinin oylanmasından önce yoklama yapılması istenilmektedir.

Yoklama isteyen sayın milletvekillerinin salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim:

Haluk Koç?.. Burada.

Oya Araslı?.. Burada.

Oğuz Oyan?.. Burada.

Enver Öktem?.. Burada.

Ersoy Bulut?.. Burada.

Birgen Keleş?.. Burada.

İzzet Çetin?.. Burada.

Cevdet Selvi?.. Burada.

Kemal Demirel?.. Burada.

Muharrem Toprak?.. Burada.

Kemal Kumkumoğlu?.. Burada.

Mehmet Parlakyiğit?.. Burada.

Mehmet Yıldırım?.. Burada.

Algan Hacaloğlu?.. Burada.

Yakup Kepenek?.. Burada.

Atilla Kart?.. Burada.

Ersin Arıoğlu?.. Burada.

Hüseyin Ekmekçioğlu?.. Burada.

Osman Kaptan?.. Burada.

Siyam Kesimoğlu?.. Burada.

Yoklama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Yoklama pusulası gönderen sayın milletvekillerinin salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim:

Mahmut Koçak?.. Yok.

Ahmet Kambur?.. Yok.

Ahmet Gökhan Sarıçam?.. Yok.

Halil Özyolcu?.. Yok.

Şükrü Önder?.. Burada.

İsmail Soylu?.. Yok.

Süleyman Turgut?.. Yok.

Şükrü Ayalan?.. Burada.

Toplantı yetersayısı yoktur, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 21.44
BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 21.50

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ (Ordu)

BAŞKAN - 96 ncı Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum.

137 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Tasarının 1 inci maddesinin oylanmasından önce yoklama istenilmiş ve toplantı yetersayısı bulunamamıştı.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Şimdi, yoklamayı tekrarlayacağız.

Yoklama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde, sisteme giremeyen üyelerin, teknik elemanlardan yardım istemelerini; bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Yoklama pusulası gönderen sayın milletvekillerinin salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim:

Mehmet Hilmi Güler?.. Burada.

Şükrü Önder?.. Burada.

Abdülkadir Aksu?.. Burada.

Şükrü Ayalan?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı yoktur.

Bu sebeple, sözlü sorular ve diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 24 Haziran 2003 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 21.56