DÖNEM : 22 CİLT : 18 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
96 ncı Birleşim
19 . 6 . 2003 Perşembe
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
YOKLAMALAR
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'ın,
bir gazetenin Mardin İlinde yaşandığını iddia ettiği asılsız recm olayıyla
ilgili haberlerin halk üzerinde yarattığı olumsuzluğa ilişkin gündemdışı
konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı
2.- Amasya Milletvekili Hamza Albayrak'ın,
Atatürk'ün Amasya'ya gelişinin ve "Kutsal İttifak" olarak da bilinen
Amasya Tamiminin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in,
hükümetin, kamu çalışanlarının maaşlarına yapmak istediği zam oranlarının az
oluşunun getireceği sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı
konuşması
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın
(6/248) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/71)
2.- Avrupa-Akdeniz Forumu çerçevesinde
oluşturulan çalışma grubu toplantılarına, Türkiye Büyük Millet Meclisini
temsilen iki milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyetinin katılmasına
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/317)
V.-
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİSİ
1.- Genel Kurulun çalışma saatleri ile
gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/610) (S. Sayısı: 180)
2.- Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ile
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları
(1/297) (S. Sayısı: 137)
VII.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Mersin Milletvekili Ali Oksal'ın,
buğday alım fiyatlarının belirlenmesi ve açıklanmasına ilişkin sorusu ve Tarım
ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/521)
2.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın,
yumurta ve somon balığı üretiminde bir maddenin kullanılıp kullanılmadığına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı
(7/527)
3.- Kahramanmaraş Milletvekili Fatih
Arıkan'ın, Kahramanmaraş Gümrük Müdürlüğünün bitkisel ürün ithal kapıları
listesine alınıp alınmayacağına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı
Sami Güçlü'nün cevabı (7/551)
4.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün,
elma üreticilerinin desteklenmesine ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı
Sami Güçlü'nün cevabı (7/552)
5.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün'ün,
Karaman'da bir üniversite kurulup kurulmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/566)
6.- Kırşehir Milletvekili Mikail
Arslan'ın, bazı yükseköğretim mezunlarının atama sorunlarına ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/612)
7.- Kırşehir Milletvekili Mikail
Arslan'ın, SARS hastalığına karşı alınan tedbirlere ilişkin sorusu ve Sağlık
Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/617)
8.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın,
Ege Bölgesindeki orman yangınlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Osman Pepe'nin cevabı (7/645)
9.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan'ın,
balıkçıların bazı sorunlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami
Güçlü'nün cevabı (7/657)
10.- Denizli Milletvekili Mehmet
Neşşar'ın, Denizli'de 19 Mayıs gösterilerinde yer alan bir okula ilişkin sorusu
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in cevabı (7/668)
11.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın,
Konya Tarım İl Müdürlüğündeki tayinlere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/672)
12.- Edirne Milletvekili Necdet Budak'ın,
Edirne'nin Enez İlçesindeki sınır kapısının tekrar açılıp açılmayacağına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı
(7/674)
13.- Balıkesir Milletvekili Orhan Sür'ün,
AKP Genel Başkanı hakkında verilen beraat kararının Hazine avukatlarınca temyiz
edilip edilmediğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in
cevabı (7/685)
14.- Aydın Milletvekili Özlem
Çerçioğlu'nun, kura çektirilmeyen doktorların atamalarına ilişkin sorusu ve
Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/692)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
dört oturum yaptı.
Kocaeli Milletvekili Nevzat Doğan, ECO ve
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonunca Bişkek'te düzenlenen "AIDS ve
Gençlik" konulu panel ile AIDS hastalığındaki son gelişmelere,
Afyon Milletvekili Halil Ünlütepe, Afyon
İlinin ekonomik ve sosyal sorunlarına,
Çankırı Milletvekili Hikmet Özdemir,
Çankırı İlinin ve Çankırı Silah Sanayii ve Ticaret A.Ş.'nin sorunlarına,
Ve alınması gereken önlemlere ilişkin
gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın
sorunlarının araştırılması amacıyla kurulan (10/8, 48) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili,
sözcü ve kâtip üye seçimlerini yaptığına ilişkin tezkeresi Genel Kurulun
bilgisine sunuldu.
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının:
1 inci
sırasında bulunan (6/197) esas numaralı soruya Ulaştırma
Bakanı Binali Yıldırım,
11 inci "
" (6/213),
15 inci "
" (6/224),
16 ncı "
" (6/225),
Esas numaralı sorulara Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler,
Cevap verdi;
(6/197), (6/213), (6/224) esas numaralı sorularda, soru sahipleri
karşı görüşlerini açıkladılar.
2 nci sırasında bulunan (6/198),
3 üncü
" " (6/202),
4 üncü "
"
(6/203),
5 inci
" " (6/206),
6 ncı
" " (6/207),
7 nci "
" (6/208),
8
inci " " (6/210),
9
uncu " " (6/211),
10 uncu " " (6/212),
12 nci
" " (6/214),
13 üncü " " (6/215),
14 üncü " " (6/222),
Esas numaralı sorular üç birleşim içinde
cevaplandırılmadığından yazılı soruya çevrildi; (6/198), (6/208), (6/210),
(6/212), (6/214), (6/215) esas numaralı soru sahipleri de görüşlerini
açıkladılar.
Gündemin, "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, Sahil Güvenlik
Komutanlığı Kanunu, Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ile Türk Silâhlı
Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının
(1/324) (S. Sayısı: 54), görüşmelerini müteakiben yapılan oylamadan sonra,
kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
2 nci sırasında bulunan, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının (1/523)
(S. Sayısı: 152) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadıklarından, ertelendi.
Grup başkanvekillerinin bundan sonraki
işler için hazır olmadıklarını beyan etmeleri üzerine, 19 Haziran 2003 Perşembe
günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.06'da son verildi.
Sadık Yakut
Başkanvekili
Enver Yılmaz Türkân Miçooğulları
Ordu İzmir
Kâtip Üye Kâtip
Üye
No. : 134
II. - GELEN KÂĞITLAR
19 . 6 . 2003
PERŞEMBE
Tasarılar
1.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Polonya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Örgütlü Suçlar, Terörizm ve
Diğer Suçlarla Mücadelede İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/612) (İçişleri ve Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 5.6.2003)
2.- Elektronik İmza
Kanunu Tasarısı (1/613) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Sanayi
Ticaret, Enerji ve Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Adalet
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.6.2003)
3.- Kuzey Atlantik
Antlaşmasına Romanya'nın Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/614) (Millî Savunma ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 10.6.2003)
4.- Kuzey Atlantik
Antlaşmasına Bulgaristan Cumhuriyetinin
Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/615) (Millî Savunma
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)
5.- Kuzey Atlantik
Antlaşmasına Slovenya Cumhuriyetinin
Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/616) (Millî Savunma
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)
6.- Kuzey Atlantik
Antlaşmasına Letonya Cumhuriyetinin
Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/617) (Millî Savunma
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)
7.- Kuzey Atlantik
Antlaşmasına Litvanya Cumhuriyetinin
Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/618) (Millî Savunma
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)
8.- Kuzey Atlantik
Antlaşmasına Slovak Cumhuriyetinin
Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/619) (Millî Savunma
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)
9.- Kuzey Atlantik
Antlaşmasına Estonya Cumhuriyetinin
Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı (1/620) (Millî Savunma
ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)
10.- Terörle Mücadele
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/621) (Anayasa ve
İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.6.2003)
11.- 190 Sayılı Genel
Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Diyanet
İşleri Başkanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/622) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)
12.- Bayındırlık ve İskân
Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/623) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 10.6.2003)
Teklifler
1.- Erzurum Milletvekili
Mustafa Nuri Akbulut'un; İş ve Sigorta Barışı Kanunu Teklifi (2/147) (Sağlık,
Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 30.5.2003)
2.- Mersin Milletvekili
Ali Oksal'ın; 1567 Sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkındaki Kanunun
Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/148) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.6.2003)
3.- Konya Milletvekili
Atilla Kart'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bir Maddesinin
Değiştirilmesine Dair İçtüzük Teklifi (2/149) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 11.6.2003)
Rapor
1.- Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/610) (S. Sayısı: 180) (Dağıtma tarihi: 19.6.2003) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergesi
1.- Kars Milletvekili
Selami Yiğit'in, Kars TELEKOM abonelerinin borçlarına ilişkin Ulaştırma
Bakanından sözlü soru önergesi (6/586) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Konya Milletvekili
Atilla Kart'ın, bir emniyet personelinin terfii ile ilgili iddialara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/799) (Başkanlığa geliş tarihi:
13.6.2003)
2.- Samsun Milletvekili
Haluk Koç'un, özelleştirme nedeniyle işsiz kalan işçilere ilişkin Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısından (Mehmet Ali Şahin) yazılı soru önergesi (7/800)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2003)
3.- Antalya Milletvekili
Osman Özcan'ın, medya sahiplerinin ilgili kuruluşlarca denetlenmesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/801) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2003)
4.- Antalya Milletvekili
Feridun Fikret Baloğlu'nun, hızlı tren projesi kapsamına Antalya hattının
alınmamasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/802)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.6.2003)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 15.00
19 Haziran 2003 Perşembe
BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Enver
YILMAZ (Ordu), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 96 ncı Birleşimini açıyorum.
III. - Y O K L A M A
BAŞKAN - Elektronik
cihazla yoklama yapacağım.
Yoklama için 5 dakika
süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini; bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
sayın milletvekillerinin, salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
teknik personel aracılığıyla, 5 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklama işlemini
başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç
arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
Konuşma süreleri 5'er
dakikadır. Hükümet bu konuşmalara cevap verebilir; hükümetin cevap süresi 20
dakikadır.
Gündemdışı ilk söz,
basında çıkan, Mardin İlinde yaşanan recm olayları iddiasına ilişkin söz
isteyen, Mardin Milletvekili Muharrem Doğan'a aittir.
Buyurun Sayın Doğan. (CHP
sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5
dakikadır.
IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Mardin
Milletvekili Muharrem Doğan'ın, bir gazetenin Mardin İlinde yaşandığını iddia
ettiği asılsız recm olayıyla ilgili haberlerin halk üzerinde yarattığı
olumsuzluğa ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı
MUHARREM DOĞAN (Mardin) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 15 Haziran 2003 tarihinde, Cumhuriyet
Gazetesinin Dergi Pazar ekinde "Kadınların Şemse Günlüğü ve Recm Günü
Yaşananlar" başlığıyla yurt genelinde yayımlanan haber, seçim bölgem olan
Mardin yöresindeki halkımın sosyal yaşantısıyla ilgili olarak, her yörede
olduğu gibi, meydana gelen bir adlî vaka, Helal Açil ve Şemse Allak'ın
öldürülme olayı ve onun evveliyatı olan ırza geçme hadisesi, gazetede
çarpıtılarak, sanki Mardin yöresinde recm uygulaması yapılıyor gibi, doğru
olmayan ve gerçekle bağdaşmayan bir haber olarak verilmiştir. Mardin'in hoşgörü
anlayışı zedelenmiş olup, Mardinli hemşerilerimin hoşgörüsü hakkında yanlış
intibalar yaratılmıştır. Bu nedenle, gündemdışı söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi ve televizyonlarının başında bulunan saygıdeğer vatandaşlarımızı
saygıyla selamlıyorum.
Şunu açıkyüreklilikle ve
onurla ifade ediyorum ki, seçim bölgem olan Mardin, ülkemizde, sosyal yaşantıda
ön saflarda yer almakta, kültürüyle, insan yapısıyla ülkemizde ve bölgemizde
lokomotif görevi yapacak niteliktedir. UNESCO, Mardin'in bu özelliğini tespit
ederek, dünyaya yayımlamıştır.
İnanç ve kültür şehri
olan Mardin İlimizde, töre yasaları değil, Türkiye Cumhuriyeti yasaları
uygulanmaktadır. Cumhuriyet Gazetesinde işlenen konu, ferdî bir olaydır; tüm
yöreye mal edilmesi yanlıştır ve Mardin'in töre yasalarıyla yönetildiği,
evlilikdışı ilişkilerin recmle cezalandırıldığı, namus adına katledilenlerin
genellikle bilinmeyen bir yere gömüldüğü, mezartaşının siyaha boyandığı, namusu
temizlenen evin damına beyaz bayrak asıldığı, daha sonra duvarlarının beyaz
kireçle boyandığı iddiaları gerçekdışıdır.
Ülkemizde köklü kültür ve
bilgi üreten, gönlümüzde ayrı bir yeri olan Cumhuriyet Gazetesinin
yetkililerinin, haber neşretme konusunda daha dikkatli, daha duyarlı olmalarını
temenni ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu tür olayların bir daha yaşanmaması için, 59 uncu
hükümetimizin, bölgemizde eğitimin önemini gözönüne alarak, yeni öğretim
yılında, en azından, bölgemize ait öğretmen tayinlerinde hassasiyet göstermesi
çok önemlidir.
Terörden yıllarca
mustarip olan bölgemizin birçok köyündeki, eğitim yuvası olan okulların ve
sağlık ocaklarımızın onarılması ve kapalı bulunan sağlık ocaklarının acil
olarak hizmete açılması gerekmektedir.
Branş öğretmeni ve sınıf
öğretmeni ile doktor, ebe ve hemşire açığımız had safhadadır. Bu açığın
kapatılmasıyla, köylü vatandaşlarımızın eğitim ve sağlık konusundaki
sıkıntıları da giderilecektir.
Özellikle, köylü
vatandaşlarımızın ulaşım sorunlarını çözmek için, fizikî şartları çok bozulan
köy yollarımızın onarımı ve asfalt yapımı için, Köy Hizmetleri Mardin İl
Müdürlüğüne ödenek ve araç -özellikle kamyon- gönderilmesini rica ediyorum.
Günümüzde elektriğin
ulaştığı bölgede, sonuçta, medenî toplumların sahip olduğu hizmetlerden dolayı
sağlık ve eğitime de ulaşılmaktadır. Elektrik olmayan köylerimizde, vatandaş,
doğal hakkı olan çamaşır makinesi, buzdolabı ve televizyon kullanamamaktadır.
Bence duble yollardan önce, ülkemizin ücra köşelerine elektrik, yol ve su
götürerek insanca yaşam koşullarını sağladığımız takdirde, bölgede, yer yer de
olsa, görülen cehaleti ortadan kaldırmış oluruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Doğan.
MUHARREM DOĞAN (Devamla)
- Teşekkür ediyorum.
Dolayısıyla, Yüce Önder
Atatürk'ün hedeflerinden birinin cehaletle mücadele olduğunu, Yüce Heyetiniz
huzurunda tekrarlamak istiyorum.
Yedi ay yaşam mücadelesi
veren Şemse Allak'ın yaşaması için Diyarbakır'da hizmet veren kadın merkezi
(KA-MER) yöneticilerine, Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Diyarbakır Devlet
Hastanesi yetkililerine, gösterdikleri ilgi ve yardımlarından dolayı, Mardin
halkı adına teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yalnız, ekonomik özgürlüğü olmayan veya aileiçi şiddete maruz
kalan kadınlarımızın kendilerini güven ve huzur içinde hissedecekleri sığınma
evleri, doğu ve güneydoğu bölgelerimizdeki tüm şehirlerde
yaygınlaştırılmalıdır. Böylelikle, kadınlarımız, meslek kurslarıyla, kalifiye eleman
olacak, ekonomik ve fikrî özgürlüğe kavuşmuş olacaktır.
KA-MER'in bölgemizde
yaptırdığı araştırma raporuna göre, kadınlarımızın yüzde 55'i okuma yazma
bilmemektedir. Ayrıca, kadınlarımızın yüzde 15'inin resmî nikâhı bulunmadığı
tespit edilmiştir. Bölge kadınlarımızın makûs talihinin bir kader olmadığını
göstermeliyiz.
Bu arada, belediyelerle
ilgili, izin verirseniz, bir şey söylemek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
Mardin'de, AKP dışındaki tüm belediye başkanlarımız mustariptir; yardım
alamıyorlar, parasızlıktan hizmet veremiyorlar. Diğer belediyelerle aynı
şekilde yardım yapılmasını diliyorum.
Beni dinlediğiniz için
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Doğan.
Sayın milletvekilleri,
Genel Kurulda büyük bir uğultu var. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 68
inci maddesini okuyorum: "Başkan, görüşmeler sırasında gürültü veya kavga
çıkar ve bu nedenle çalışma düzenini kuramazsa, kürsüde ayağa kalkarak,
toplantıya ara vereceğini ihtar etmek suretiyle gerekli gayreti gösterir; buna
rağmen, gürültü ve kavga devam ederse oturuma en çok bir saat ara verir."
Sayın milletvekillerinin,
sayın bakanlarımızla görüşmelerini kulislerde yapmalarını, dolayısıyla, Genel
Kurulun daha sessiz bir şekilde dinlenilmesini Başkanlık rica ediyor.
Şimdi, gündemdışı
konuşmaya, Adalet Bakanı Sayın Cemil Çiçek tarafından cevap verilecektir.
Konuşma süresi 20
dakikadır.
Buyurun Sayın Bakan. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel bir gazetede
çıkan haber üzerine hissiyatını dile getirmeye çalışan çok değerli milletvekili
arkadaşımın burada ifade ettiği hususlara, hükümet olarak da, şahsen da
katıldığımı ifade etmek isterim.
Bu olay, yaklaşık, altı
ay kadar evvel meydana gelmiştir. Buraya gelmeden evvel, gündemdışı konuşmanın
söz konusu olduğu anlaşılınca, Mardin Başsavcımızdan bilgi aldım. Bu olay,
münferit bir olaydır ve Türkiye'nin diğer bölgelerinde de zaman zaman, maalesef
rastladığımız bir olaydır. Bu olayı bir bölgeye mal ederek ve genelleme yaparak
bir sonuca varmak, o bölgenin saygıdeğer insanlarına haksızlık olur,
insafsızlık olur. Keşke, bu neviden olaylar olmasa; ama, ne yapalım ki, çok
değişik sebeplerden dolayı, ister eğitim yetersizliğinden ister sosyokültürel
sebeplerden ister ekonomik yetersizlikten, yetmezlikten ya da insanlık hali,
maalesef, bu neviden, hepimizi üzen, hiç tasvip etmediğimiz olaylar meydana
geliyor; ama, bunun, sadece o bölgeye mahsus gibi gösterilip, o bölgenin insanlarını
töhmet altında bırakmak, onları zan altında bırakmak ve bu neviden suçların
sıkça işlendiği bir bölge gibi bir sonuca varmak, bence doğru değildir; evvela,
bunu belirtmek istiyorum.
İkincisi, tabiatıyla
olayın adlî boyutu var. Söyledim; altı aya yakın bir süre evvel bu olay meydana
gelmiş, bunun üzerine de, oradaki başsavcılık olaya vazıyet etmiştir. Şu an
burada dile getirilen olayla ilgili soruşturma, ağır cezada yargılama safhasına
kadar gelmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, yargıya intikal eden bir olay olması
hasebiyle de, bunun üzerinde burada çok fazla konuşmak da, bence, doğru
değildir. Sadece, ben de, bir hissiyat olarak, bir düşünce olarak Sayın
Muharrem Doğan'ın burada dile getirdiği hususlara katıldığımı, bölgenin tümünün
münferit bir olaydan yola çıkarak zan altında bırakılmasının doğru
olmayacağını, oradaki insanlarımızın da, Türkiye'nin her köşesindeki insanlar
gibi, son derece saygıya layık, saygıdeğer insanlar olduğunu burada bilvesile
ifade etmek istedim.
Hepinize teşekkür
ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan.
Gündemdışı ikinci söz,
Atatürk'ün Amasya'ya gelişi ve Amasya Tamiminin 84 üncü yıldönümü nedeniyle söz
isteyen Amasya Milletvekili Hamza Albayrak'a aittir.
Buyurun Sayın Albayrak.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5
dakikadır.
2.- Amasya
Milletvekili Hamza Albayrak'ın, Atatürk'ün Amasya'ya gelişinin ve "Kutsal
İttifak" olarak da bilinen Amasya Tamiminin 84 üncü yıldönümüne ilişkin
gündemdışı konuşması
HAMZA ALBAYRAK (Amasya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonlarının başında bizleri
izleyen aziz milletimiz; "Kutsal İttifak" olarak da bilinen Amasya
Tamiminin 84 üncü yıldönümü dolayısıyla gündemdışı söz almış bulunuyorum;
hepinizi, şahsım ve tüm Amasyalılar adına en kalbî duygularla selamlıyorum.
12 Haziran 2003 günü,
Amasyamızı şereflendiren başta Sayın Cumhurbaşkanımız ve Meclis Başkanımız
olmak üzere, tüm katılımcılara ve emeği geçenlere içtenlikle teşekkür ediyor;
hepsini, ayrı ayrı, katkılarından dolayı kutluyorum.
Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin kuruluşunun ilk adımı Amasya'da bu tamimle atılmıştır. Amasya
Tamimi, siyasî ve hukukî yönden büyük önem taşıyan tarihî bir belgedir. Bu
tamimle, millî mücadele fikri artık bir fikir olmaktan çıkmış, bir eyleme
dönüşmüştür. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'da başlayan millî mücadelenin hedefini
ve yöntemini belirlemiştir. Tamim, bir bağımsızlık bildirisidir. Bu tamimle,
istiklal meşalesi yakılmıştır. Tamim, 23 Nisanın müjdecisi, cumhuriyetin doğum
belgesidir. Çatısı altında bulunduğumuz Yüce Mecliste yer alan "Hakimiyet
bilâ kaydü şart milletindir" ifadesinin ilk tescilidir.
Değerli milletvekilleri,
şahsî egemenliğin reddedildiği, millet iradesinin ve sivil inisiyatifin temel
alındığı yerdir Amasya. Kurtuluşun, yeniden dirilmenin, bağımsızlığın
girizgâhıdır Amasya. Mustafa Kemal Paşa, 12 Haziran 1919'da, Amasya Müftüsü
Hacı Hafız Tevfik Efendi'nin davetiyle, Amasya'da coşkulu bir kalabalıkla
birlikte Cülüs Tepe'den Amasya'ya girer. Amasya Müftüsü Tevfik Efendi'nin,
Amasya girişinde karşıladığı Mustafa Kemal Paşa'ya "bütün Amasya
emrinizdedir; gazanız mübarek olsun. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Himmetiniz payidar olsun" sözleriyle verdiği destek ve moralle, millî
mücadele hareketinin, ilk yazılı tamimle dünyaya ilanıdır.
Mustafa Kemal Paşa,
Amasyalılara yaptığı konuşmada "padişah ve hükümet, itilaf devletlerinin
elinde esir bir vaziyettedir. Memleket elden gitmek üzeredir. Bu kötü vaziyete
çare bulmak için, sizlerle işbirliği yapmaya geldim. Hep beraber, aziz
vatanımızı ve istikbalimizi kurtarmak için çalışmalıyız" demiştir.
Amasyalılar "buna
hep beraber yemin edelim" diyerek, Anadolu insanının millî hâkimiyet ve
millî istiklale dayanan millî mücadelesini başlatmıştır. Emekli Müftü
Abdurrahman Kâmil Efendi, ramazan ayının mübarek günü olan cumada, Atatürk'ün
talimatıyla yapmış olduğu vaazında, Beyazıt Camiinde "Yegâne çare-i halâs,
halkımızın doğrudan doğruya hâkimiyetini eline alması ve iradesini
kullanmasıdır" deyip, millî mücadelenin kenetlendiği yerin Amasya olduğunun
altını çizmiştir.
Atatürk, bizzat
kendisinin kaleme aldığı Amasya Tamimiyle "milletin istiklalini, yine
milletin azim ve kararı kurtaracaktır" diyerek, Anadolu'da kalma, sine-i
millete dönme kararını almıştır. 22 Haziran 1919'da tüm dünyaya bunu ilan
etmiştir, millet egemenliğini dile getirmiştir, vatanımızın uğradığı haksız
işgallere ve haksızlıklara karşı Türk Milletinin duygularına tercüman olmuştur.
Tamimde "vatanın
bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir" şeklinde, ilk ifade, yer
almaktadır. Millet ve memleket meselelerine sahip çıkacak bir millî heyetin
kurulması söz konusu edilmekte, millî birlik ve beraberlik içerisinde, millete
dayanan bir mücadeleyle başarıya ulaşılacağının mesajı verilmektedir. Millet
gerçeğine dayanarak, altüst olan düzenin yerine, yeni bir düzeni öngörmektedir.
İstiklal, bu yeni düzenin parolası, millî iradeye dayanan millî hâkimiyet
ilkesi de gücüdür.
Kısaca, Amasya Tamimi,
Türk tarihinde hukukî ve siyasî önemiyle yeni bir Türk Devletinin kuruluşunu
hazırlayan bir temel vesika olması bakımından özel bir değer ifade etmektedir.
Amasya Tamimi, ayağa kalkmanın, kendine dönmenin onurunu taşımaktadır. Amasya
ve Amasyalılar da, buna ev sahipliği yapmanın ve gönlünü, inancını ortaya
koymanın gururunu taşımaktadır.
Tarihin tapusu, bilim ve
sanatın kapısı, istiklal ve kurtuluşun eşiği, kültür ve uygarlıkların beşiği
Amasya, Osmanlıya arka bahçe, cumhuriyete öncülük yapmış; Amasyalı, devamlı,
devlet kuranların, devleti ayakta tutmak isteyenlerin yanında yer almıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Albayrak.
HAMZA ALBAYRAK (Devamla)
- 7 500 yıllık tarihiyle eğitim, kültür, doğa ve termal turizme öncülük eden ve
Anadolu'ya Oxford olmuş Amasyamız, 1998 yılında cumhuriyetimizin 75 inci
yıldönümü münasebetiyle kendisine vaat edilen üniversitesini bu Yüce Meclisten
beklemektedir. Hiç şüphesiz ki, bu Yüce Meclis, Amasya'ya hak etmiş olduğu,
gecikmeli de olsa, üniversitesini en kısa sürede verecektir.
Amasya Tamiminin 84 üncü
Yıldönümünü kutlar; ilginize ve Amasya'ya olan katkınıza şimdiden teşekkür
eder; hepinize saygılar sunarım efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Albayrak.
Gündemdışı üçüncü söz,
memur maaşlarıyla ilgili söz isteyen, Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'e
aittir.
Buyurun Sayın Pekel. (CHP
sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5
dakikadır.
3.-
Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in, hükümetin, kamu çalışanlarının
maaşlarına yapmak istediği zam oranlarının az oluşunun getireceği sorunlara ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması
SEDAT PEKEL (Balıkesir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu çalışanlarının maaş zamlarıyla
ilgili sorunlarına dikkati çekmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum;
konuşmama başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sosyal ve ekonomik
eşitsizliğin sürekli arttığını, memurun, işçinin, emeklinin, dul ve yetimlerin,
ne yazık ki, enflasyon karşısında acımasızca ezildiğini üzülerek görüyoruz.
Çalışanları, emeklileri ezen bu düzenle mücadele etmek, hepimiz için kaçınılmaz
bir görevdir.
Sayın milletvekilleri,
memurlarımızın ücretlerine temmuz ayında yapılacak zam ile kamu işçilerinin
toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin hâlâ sürdüğü, hükümet yetkililerince
kamuoyuna açıklanmıştır. Memur maaşlarına bu yılın ocak ayında yansıtılan yüzde
5 zam sonrası, hükümet, nisan ayı içinde de zam sözü vermiş; ancak, geçen süre
içinde çalışanlarımızın bu beklentileri maalesef boşa çıkmıştır. Temmuz ayında
yapılacağı söylenilen ve henüz görüşmelerinin sürdüğü açıklanan zam oranının
ise yüzde 5 ile yüzde 7 arasında olduğu belirtilmektedir. Yapılacak zam
oranının belirsizliği bir yana, konuşulan zam oranının düşüklüğü kamu
emekçileri tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Ülkemizin önemli bir
çoğunluğunu ilgilendiren bu konunun
geciktirilmeden ve en gerçekçi rakamlarla kamuoyuna açıklanması gerekmektedir.
Bununla birlikte, kamu işçileri ile hükümet arasında devam eden ücret artışıyla
ilgili görüşmelerden reel bir rakamın çıkacağını ümit etmekteyiz.
Değerli milletvekilleri,
memurlarımızın aldığı ücret, enflasyon karşısında sürekli erimektedir. Bununla
ilgili olarak bazı rakamlara dikkat çekmek istiyorum. Maliye Bakanlığı kamu
görevlilerinin aylıklarının hesaplanmasında kullanılan verilere göre 1998
yılında memur maaşları yüzde 20 oranında erimiştir. Bu oran, 1999'da 14,2;
2000'de 18,2; 2001'de 13,8 ve 2002'de de 17,9 olarak tespit edilmiştir. Yılın
ilk altı ayı bitmek üzereyken, enflasyonun, yüzde 15 olacağı da kesinleşmiştir.
Bu durumda, memur maaşlarında, bu ay sonu itibariyle yüzde 10 oranında erime
gerçekleşmiş olacaktır. Yılın ilk yarısı için verilmesi gereken zam oranı yüzde
15'ken, memurlara net yüzde 5 verilmiş, hükümet, kamu emekçilerimize, refah
payı hariç, yüzde 10 borçlu kalmıştır. Bu rakamlar ışığında, sosyal ve ekonomik
eşitsizliğin sürekli arttığını görmemek imkânsızdır.
Sayın milletvekilleri,
yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş, yaşamlarının son günlerini rahat ve huzur
içerisinde geçirmek isteyen emeklilerimizin, bununla birlikte dul ve
yetimlerimizin de, gelir dağılımı bakımından haksızlığa uğrayan bir kesim
olduğu açıktır. Aldıkları aylıklarla, yoksulluk sınırının altında yaşam
mücadelesi veren işçi ve memur emeklilerimiz, dul ve yetimlerimiz yoksulluk
sınırından kurtulmayı, gelir dağılımındaki adaletsizliğin düzeltilmesini ve
gelirlerinin bir an önce insanca yaşanabilir seviyeye çıkarılmasını
beklemektedirler.
Değerli milletvekilleri,
emeklilerimizi yakından ilgilendiren önemli bir başka noktaya dikkat çekmek
istiyorum. Sosyal devlet ve eşitlik ilkesine esas olarak, Emekli Sandığı ve SSK
emeklileri arasında, bağlanan aylıklar bakımından bir farkın olmaması
gerekirken, yıllardır eşitlik ilkesi çiğnenerek, çıkarılan kanunlarla
eşitsizlikler ve haksızlıklar artmış, aylıklarda, olmaması gereken farklılıklar
oluşmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Pekel.
SEDAT PEKEL (Devamla) -
Çalışma süreleri, prim ödeme gün sayıları, ödenen prim ve vergiler bakımından
ortak özellik taşıyan işçi ve memurlara farklı sistemlerin uygulanması,
farklılıkların oluşmasına neden olmuştur. Bunun en somut örneği, aylık bağlama
oranlarında görülmektedir.
4447 sayılı Kanunla,
aylık bağlama oranlarında hak kaybı getiren değişiklikler yapılmış, Emekli
Sandığı kapsamında yirmi yıl prim ödemiş bir hak sahibine yüzde 70 oranında
aylık bağlanırken, aynı süre prim ödemiş SSK emeklisine yüzde 55 oranında aylık
bağlanmıştır. 2000 yılı öncesi dönemde, en az aylık bağlama oranı, 4447 sayılı
Kanunla yüzde 35'e çekilmiş; Emekli Sandığı Kanununda ise, yüzde 70'lik bağlama
oranında değişiklik yapılmamıştır. Bu bakımdan, SSK emeklileri için de aylık
bağlama oranı yüzde 70'e çekilmeli ve bu şekilde eşitlik sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri,
emeklilerimiz arasında, ekonomik ve sosyal bakımdan dikkat çeken
eşitsizliklerin diğerlerini ise şu başlıklar altında toplayabiliriz:
Aylık hesaplanmasında,
Emekli Sandığı kapsamında olanların en son kazançları dikkate alınırken,
SSK'lılar bakımından, çalışılan sürelerdeki ortalama yıllık kazanç esas
alınarak aylıklar hesaplanmaktadır.
506 sayılı Kanunda
yapılan değişikliklerde, sosyal güvenlik haklarında temel normlar, genel
ölçüler ve yaşam koşulları dikkate alınmamıştır.
Sosyal güvenlik
kuruluşları arasında norm ve standart birliği sağlayacak değişiklikler yapılmamış;
farklılıklar nedeniyle emekliler, kendi içlerinde küstürülmüşlerdir.
SSK'da, aylıkların
artışı, aylık tüketici fiyatlarına endekslenmiş; Emekli Sandığında ise,
gösterge ve katsayı sistemine göre artışlar yapılmaktadır.
Emekli Sandığında, çalışanların
haklarına paralel olarak emekli aylıklarında artışlar yapılırken, SSK'da ise
aylık TÜFE ile artışlar öngörülmüştür.
Ayrıca, SSK ve Bağ-Kur
emeklilerine seyyanen yapılan 75 000 000 ve 100 000 000 liralık zamdan sonra 58
inci hükümetin Başbakanı Sayın Abdullah Gül tarafından TÜFE artışının da devam
edeceği sözü verilmesine rağmen, bu artışların yapılmaması, SSK ve Bağ-Kur
emeklilerini gerçekten zor durumda bırakmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
SEDAT PEKEL (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri,
sosyal ve ekonomik eşitsizliğin önüne geçmek, memurumuzu, işçimizi, emeklimizi,
dul ve yetimlerimizi enflasyon karşısında mağdur etmemek, hepimiz için
kaçınılmaz görevdir.
Sizleri saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ederim Başkanım.
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Pekel.
Başkanlığın Genel Kurula
diğer sunuşları vardır.
Sözlü soru önergesinin
geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:
B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Antalya
Milletvekili Nail Kamacı'nın (6/248) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/71)
18.3.2003
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
(6/248) esas numaralı
sözlü soru önergemi geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz
ederim.
Nail Kamacı
Antalya
BAŞKAN - Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
2.-
Avrupa-Akdeniz Forumu çerçevesinde oluşturulan çalışma grubu toplantılarına,
Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen iki milletvekilinden oluşan bir
Parlamento heyetinin katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/317)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Avrupa-Akdeniz Forumu
çerçevesinde oluşturulan çalışma grubu toplantılarına Türkiye Büyük Millet
Meclisinden, iki milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyeti davet
edilmektedir.
Buna göre, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanunun 9
uncu maddesi uyarınca bir parlamenter heyetin anılan toplantıya katılması
hususu Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
İsmail Alptekin
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Vekili
BAŞKAN - Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır;
okutup oylarınıza sunacağım ve istem halinde ikişer üyeye, lehte ve aleyhte,
10'ar dakika söz vereceğim.
Öneriyi okutuyorum:
V. -
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1.- Genel
Kurulun çalışma saatleri ile gündemindeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine
ilişkin AK Parti Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun
19.6.2003 Perşembe günü (bugün) yaptığı toplantıda, siyasî parti grupları
arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel
Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.
Haluk İpek
AK Parti Grubu Başkanvekili
Öneri:
Genel Kurulun 19.6.2003
Perşembe günkü (bugün) Birleşiminde, daha önce gelen kâğıtlar listesinde
yayımlanan ve dağıtılan 180 sıra sayılı kanun tasarısının 48 saat geçmeden,
gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının 1 inci sırasına, bu kısmın 16 ncı sırasında yer alan 146
sıra sayılı kanun tasarısının 3 üncü sırasına, 1 inci sırasında yer alan 152
sıra sayılı kanun tasarısının ise 4 üncü sırasına alınması ve gündemin 3 üncü
sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin bitimine kadar çalışma süresinin
uzatılması, görüşmelerin saat 24.00'e kadar tamamlanamaması halinde saat
24.00'ten sonra da çalışmalara devam edilmesinin Genel Kurulun onayına
sunulması önerilmiştir.
BAŞKAN - Söz talebi?..
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan...
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Özyürek.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin)
- Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Adalet ve Kalkınma Partisinin
Meclis gündemiyle ilgili önerisi hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım,
salı günü, yine, burada, bir Danışma Kurulu önerisini oybirliğiyle kabul ettik;
çünkü, Danışma Kurulunda, Adalet ve Kalkınma Partisinin grup
başkanvekilleriyle, Cumhuriyet Halk Partisinin grup başkanvekilleri gündem
konusunda bir mutabakat sağlamışlardı. O mutabakat çerçevesinde de
çalışmalarımızı yürütürken, bugün, farklı bir durumla karşı karşıya kaldık. O
farklılık nereden kaynaklandı diye baktığımızda, "Avrupa Birliğiyle uyum
yasası" dediğimiz bazı kanunlarda değişiklik yapan bir yasa tasarısının
öncelikle görüşülmesi talebi olduğunu gördük.
Şimdi, öyle zannediyorum
ki, böylesine günübirlik bir çalışma yönteminin uygulanmasından, Adalet ve
Kalkınma Partisinin grup başkanvekilleri ve siz değerli milletvekilleri de
şikâyetçisiniz.
Şimdi, öne alınması
istenen bu Avrupa Birliğiyle uyum yasa tasarısının çok önceleri hazırlandığını
-hatta Sayın Adalet Bakanı, lütfedip, bizim grubumuza göndermişlerdi-
biliyoruz. Bu taslak, nedense, hükümette uzunca bir süre bekledikten sonra, çok
küçük bir iki değişiklikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine geldi,
aceleyle Adalet Komisyonundan geçirildi ve yine, 48 saat beklemeden gündeme
alınması istendi.
Baştan beri, biz,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bütün sözcülerimizin ağzından ve Genel
Başkanımız Sayın Deniz Baykal'ın ağzından ifade ettik ki, esas itibariyle, biz,
Avrupa Birliğine uyum paketi olarak nitelendirilen tasarıyı destekliyoruz.
Burada bir sorunumuz yok; ama, hükümetin, görevini zamanında yapmayıp, Meclise,
konuyu yeteri kadar düşünme, inceleme, araştırma fırsatı vermemiş olmasından,
doğrusu, son derece üzüntü duyuyorum. Bu konuda, o kadar çok çeşitli demeçler
dinledik ki, alt alta yazıp okusam, bir roman olur. Sayın Başbakan, birkaç kez
"biz, bu uyum yasasının Mecliste enine boyuna tartışılmasına fırsat
verecek şekilde davranacağız, Meclisi sıkboğaz etmeyeceğiz" dediler ve
biz, gündemi -daha önce- salı günü belirledikten sonra da, Dışişleri Bakanı
Sayın Abdullah Gül'ün bir demeci yayımlandı; dedi ki: "Bu hafta uyum
paketi Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkacak."
Değerli arkadaşlarım,
geçmişteki tartışmaları hatırlarsınız. Onbeş günde 15 yasa diye, IMF'nin
istekleri doğrultusunda bir dayatma gündeme geldiğinde, o zamanki Mecliste çok
fazla tepki gösterilmişti. Bu tepkiyi gösteren gruplardan biri de, o zamanki
Adalet ve Kalkınma Partisiydi. Bizim itirazımız, uyum yasalarına değil; bizim
itirazımız, Meclisi biraz yok sayma, Meclisi bir noter gibi kullanma
alışkanlığınadır. Hükümeti, bu noktada, gerçekten, dikkatli olmaya çağırıyorum.
Böylesine önemli bir konuyu, uzunca bir süre hükümetin gündeminde tuttuktan
sonra, ilgili komisyonda iki saat görüştüreceksiniz ve daha önemlisi, bu
tasarının mutlaka ve mutlaka Anayasa Komisyonunda da görüşülmesi gerekirken,
Anayasa Komisyonunda görüşülmesine fırsat vermeyeceksiniz ve daha yeni kurmuş
olduğumuz Avrupa Birliğiyle uyumla ilgili komisyondan geçirmeyeceksiniz ve
Genel Kurulun önüne getireceksiniz. Nasıl olsa, muhalefetin de buna itirazı
yok, öyleyse ne gerek var bütün bunlara diyebilirsiniz; ama, biz, bir görev
yapıyoruz. Burada her milletvekilinin görüşünün bir önemi, bir ağırlığı var.
Zaten, bu uyum yasalarını çıkarmakla, Mecliste kabul edilmekle bir şey olmuyor
ki. Türkiye, hâlâ, kitapların yakıldığı bir ülke. Geçen gün, yine basından
izlemişsinizdir; Marquis de Sade'ın,
klasikleşmiş, artık üniversitelerde bile okutulan bir kitabı, mahkeme kararıyla
yakıldı. Biz, böyle, yüz yıl önce yazılmış, klasikleşmiş bir kitabı bile yakan
ülke konumunu, manzarasını sergilediğimiz sürece, burada istediğiniz kadar
kanun çıkarınız, ne kendinizi özgürlükçü bir ülke, demokrasiyi bütün kurum ve
kurallarıyla uygulayan bir ülke şeklinde gösterebilirsiniz ne de Avrupa Birliğine
kabul, üyelik yönünde önemli bir adım atmış olursunuz.
Yine, işkencecilerle
ilgili sorunlar aynen devam ediyor. İşkence yapan polisler, bir türlü, gelip
mahkemede ifade vermiyorlar. Böylesi bir manzarayla -biz, burada, oybirliğiyle
her gün kanun çıkaralım- inanmanızı isterim ki, bir adım atamayız değerli
arkadaşlarım.
Tabiî, hükümet yeni
kuruldu denilebilir; ama, bu hükümetimiz yedi aydır işbaşındadır. Artık,
buradan çıkan kanunların, özellikle demokrasiyi daha yaygınlaştıran,
özgürlükleri daha etkinleştiren kanunların mutlaka hayata geçirilmesi lazım.
Bunun sağlanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değil, hükümetin
sorumluluğundadır. Artık, Türkiye'de, işkence kesinlikle gündemden çıkmalıdır
değerli arkadaşlarım; yani, Türkiye, işkenceyle anılan bir ülke konumundan
kesinlikle çıkarılmalıdır. Artık, Türkiye, yazdığı için, çizdiği için,
düşündüğü için, insanların hapse atıldığı bir ülke konumundan çıkarılmalıdır.
Artık, Türkiye'de kitaplar yakılmamalıdır, düşünce ve düşünceyi ifade
özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü suç olmaktan çıkarılmalıdır.
Biz, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, bu dileklerimize bir adım olur diye, bu uyum yasalarını sonuna
kadar destekliyoruz; ama, bu yasaların eksiksiz bir şekilde uygulanması
görevini hükümete verirken, bunun da takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz.
Ayrıca, bu, sadece
Cumhuriyet Halk Partisinin, sadece muhalefetin, sadece bazı sivil toplum
örgütlerinin, sadece insan hakları ihlalleriyle mücadele, insan haklarını
korumaya çalışan örgütlerin sorunu değil, birinci derecede de iktidar
partisinin sorunudur. Bu konularda dikkatli olmak, hassas olmak, her türlü
duyarlılığı göstermek boynumuzun borcudur, üzerimize düşen bir görevdir ve
yine, hükümetimizin, çoğunluk partimizin, bu Meclisi saygın bir hale
getirebilmek için, hiç olmazsa, 48 saat geçmeden kanun tasarılarının
görüşülmediği, 48 saat geçmeden komisyonlarda kanun tasarı ve tekliflerinin ele
alınmadığı; yani, milletvekillerinin de, halkın temsilcileri olarak, böylesine
önemli konularda fikirlerinin olabileceği, onların da görüş ifade edebileceği,
onların da düşüncelerini hayata geçirmek isteyeceği nedeniyle hassasiyet
göstermesini bekliyorum. Eğer, içimizden çıkmış olan hükümet ve içimizde olan
çoğunluk partisi, milletvekillerinin bu doğal hakkına saygı göstermezse,
kamuoyundan saygıyı bekleyemeyiz. O nedenle, biz, Danışma Kurulunda, bugün
gündeme gelen konularla ilgili muhalefet ettik; ama, biraz sonra görüşeceğimiz
konuda bazı ufak tefek değişiklik önergelerimiz dışında, Avrupa Birliğine uyum
paketini özü itibariyle destekliyoruz ve diliyoruz ki, şu paketleri 6, 7, 8, 9
gibi, sıralamaktan, numaralandırmaktan vazgeçelim, ne yapacaksak birden
yapalım, ikmale kalmış çocuklar gibi durmadan sınava giren insanlar olmaktan
kurtulalım.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
- Tamamlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Özyürek.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla)
- Hükümet, ne getirecekse, dilerdik ki, bununla birlikte, Altıncı Uyum
Paketinin içinde hepsini getirsin, burada gece gündüz konuşalım, noktalayalım
ve bundan sonra da, hep birlikte, uygulamayı takip edelim; ama, ne yazık ki,
altıncısı bitmeden yedincisini, yedincisi bitmeden sekizincisini konuşan bir
ülke haline geldik. Biz, bundan büyük üzüntü duyuyoruz. İçeriğindeki ilgili konularda
fazla farklılığımız yok; ama, bunun, zamanında gündeme gelmeyişinden, olayların
yaygınlaşmasından... Doğrusu, bu hafta bu kanun tasarısını Türkiye Büyük Millet
Meclisinde görüşeceğimizi, Dışişleri Bakanımızın televizyon açıklamalarından da
öğrenmek istemiyoruz. Biz, bunu, Danışma Kurulunda belirlemek istiyoruz; biz,
bunu, önceden bilmek istiyoruz. Sayın Bakanlarımız, Türkiye Büyük Millet
Meclisine emir verme alışkanlığından, kesinlikle, vazgeçmelidirler. Bunu
dilemek, bu temennide buluşmak sadece Cumhuriyet Halk Partisinin değil,
seçilmiş ve buraya gelmiş olan Adalet ve Kalkınma Partisi üyelerinin de
sorumluluğundadır.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Özyürek.
Önerinin aleyhinde olmak
üzere, Sayın Oğuz Oyan; buyurun.
OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Danışma Kurulu yeniden toplandı; bu
haftanın gündemini belirlemişken, yeni bir gündem maddesi eklendi. Şimdi, bu
gündem maddesi, uyum yasası tasarısı.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, bu mesele, haftalardır, belki de iki aydır kamuoyunda tartışılan bir
mesele. Haftalardır, iki aydır kamuoyunda tartışılan bir meselenin, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde tartışılması için iki günü yeterli göreceksiniz; bir
gün komisyon, bir gün Genel Kurul; oldubitti... Bu acelecilik niye değerli
arkadaşlarım? Bunun arkasındaki gerekçeler nelerdir? Bize sunulan gerekçe ne;
süreci hızlandıralım, yarınki Selanik Zirvesine yetiştirelim.
Değerli arkadaşlarım,
Selanik Zirvesi dün ilan edilmedi, bunu dün öğrenmedik. Bu, öteden beri bilinen
bir tarih. Şimdi, hükümet, kendi gecikmesinin bedelini yasama organına müdahale
ederek mi çıkarıyor?! O zaman, güçler ayrılığı nerede kaldı?! Biz, yasama
organı olarak "ey yürütme, ey hükümet, bırak da, biz bunu bir tartışalım"
dememeli miyiz?! Bunun, sadece gazete haberleri üzerinden kamuoyunda
tartışılması yeter mi?! Biz milletvekilleriyiz, bunu tartışalım, eksiği gediği
varsa tamamlayalım. Bu yasama organı bunu yaptı. Buna siz de katıldınız bir
kere. Bunu bırakın tamamlayalım, yanlış bir şey varsa söyleyelim; ama, bir
tartışalım. Milletvekilleri okusunlar. Daha dün çıktı; bir tek komisyona
gidebildi, ikinci komisyon görüşmedi. Bir başka komisyonun, Avrupa Birliği Uyum
Komisyonunun görüşmesi gerekiyordu. Biz bu komisyonu niye kurduk?! Bu
komisyonun sekreteryası daha çalışmaya başlamamış; anlarım; yani, bütün
tasarıları oraya yollamayalım. Sekreteryası şimdilik bunu kaldıramaz; ama, bir
tane tasarıyı, çok önemli bir tasarıyı, bir uyum yasası tasarısını da
yollamayacaksak neyi yollayacağız Avrupa Birliği Uyum Komisyonuna?! Başkanı
yurt dışındaymış. Başkanın vekili yok mudur; vekili burada. Olmadı, öbür
haftabaşında konuşun. Nedir aceleniz?
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, burada Meclisin itibarı söz konusudur. Hiçbir gerekçe Meclisin
itibarından daha önemli olamaz. Meclis, yürütmenin her dediğine
"evet" ve bütün İçtüzük kuralları için "evet" dedikçe,
kendi itibarını sürekli olarak aşındırmaktadır. Bu, bir erozyondur. Bu
erozyona, lütfen, katkıda bulunmayınız. Biz, bunu, değerli grup başkanvekiline
de söyledik. Bugün bunun gelmemesi gerekiyordu. Bunun, mutlaka, komisyon
sürecini tamamlayarak buraya gelmesi gerekirdi. Üstelik, bakın, üzerinde büyük
ölçüde de anlaştığımız bir mesele; ama, burada, bu, sadece biçimsel bir itiraz
değil. Burada, yasama organının haklarının gasbına itiraz etmemiz gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Türkiye'nin, bu tür zirvelere, oldubittiyle, böyle, birtakım şeyleri
hızla yetiştirerek bir avantaj sağlaması söz konusu olamaz. Biz bunu yarına yetiştirdik
diye, karşılığında Avrupa Birliği bir adım mı atacak?! Nedir bunu yarına
yetiştirmenin gerekçesi? Eğer, bu, Millet Meclisine sunulmuşsa ve Millet
Meclisinde iki parti -Anamuhalefet Partisi ve İktidar Partisi- buna büyük
ölçüde "evet" demişse, zaten, bunun buraya sunulmuş olması, zirve
için yeterli koşuldur; yeterlidir. Bunun ötesine gitmek, Türkiye'nin
demokrasisini, tartışılan bir demokrasi, eksikli bir demokrasi... Yani, biz,
kendi demokratik rüştümüzü ispat edemedik; sanki, bunu götürürsek "tamam,
işte, Türkiye demokratikleşiyor" mu denilecek? Nedir mesele?
Bakın, bu ülkeyi Avrupa
Birliğine en çok yaklaştıran karar nedir biliyor musunuz; bu ülkeyi Avrupa
Birliğine en çok yaklaştıran karar, ne bizim daha önce -aralıkta, ocakta-
çıkardığımız uyum paketi ne bu; bizi Avrupa Birliğine yaklaştıran en önemli
karar, bu Meclisin, hükümetin getirdiği bir tezkereyi reddettiği gündür. Bu,
bizi Avrupa Birliğine en çok yaklaştıran karardır; yani, 1 Mart olayıdır bu
Meclisin rüştünü ispat eden. Hükümet, bugün, bunu görebilmelidir. Avrupa
Birliğinde Türkiye'nin itibarı, prestiji arttıysa, bu, 1 Mart olayı
dolayısıyladır; yani, Meclis, kendi haklarına sahip çıktığı gün bunu
kanıtlamıştır ve "ben, olgun bir demokratik ülkeyim, hükümetin her
dediğine evet demem" diyebilmiştir.
Burada, hükümet, bu
süreci hızlandırmak istiyor. Geliniz "hayır, her şey yerinde; biz bunu
tartışalım, bu AB Komisyonuna da gitsin, ondan sonra" diyebilmeliyiz.
Benzer şekilde -birazdan gelecek- sanki Doğu Avrupa'nın demokrasiye yeni geçmiş
ülkeleri gibi, sanki bir eksikli demokrasi gibi, Hollanda dışında hiçbir Avrupa
Birliği ülkesi seçimlerde hükümetdışı kuruluşlardan gözlemci bulundurmayı kabul
etmemişken ve bunu Seçim Yasasına geçirmemişken, iş hukuku yasasına
geçirmemişken, sadece AGİT zirvesi üzerinden geçirilirken, bugün bunu burada
hızlandırmak, bizim Avrupa Birliğine dönük itibarımızı artıran bir şey mi
sanıyorsunuz? Bu, birazdan önümüze gelecek.
Değerli arkadaşlarım,
biz, kendimizi, on yıllık bir süredir demokrasi oyununa girmiş ülkelerle bir
tutan bir düzenlemeyi acaba getirmeli miydik? Türkiye bu duruma düşürülmemeli.
Türkiye'nin onurunu korumak, her şeyden önce, hükümetin de, yasama organının da
ortak görevidir. Eğer, bir tanesi bunu yeterince korumuyorsa, yasama organının
bunu hatırlatmak görevi vardır ve ben sizi, bugün, bu göreve davet ediyorum.
Teşekkür ederim. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Oyan.
Önerinin lehinde, Ankara
Milletvekili Haluk İpek.
Buyurun Sayın İpek. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
HALUK İPEK (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danışma Kurulunda, üzerinde muhalefet
partisiyle uzlaşma, oybirliği sağlayamadığımız paketin Genel Kurula taşınması
sebebiyle lehinde söz almış bulunuyorum. Salı günü yapmış olduğumuz Danışma
Kurulunda, doğru, oybirliğiyle, uzlaşarak Genel Kurulun gündemini hazırladık;
ancak, tabiî, hızlı gelişen gündem nedeniyle, daha önceden Aralık 2002
tarihinde Avrupa Birliğine katılım sürecinde vermiş olduğumuz taahhütler
nedeniyle, Altıncı Uyum Paketini bugün buraya getirmemiz zarurî oldu.
Paketin içeriği konusunda
muhalefetin herhangi bir itirazı söz konusu değil. Bu da sevindirici. Esasen,
48 saat süre geçmeden Genel Kurula taşınması konusuna itiraz ediyorlar. Biz,
İktidar Grubu olarak, mümkün olduğunca ve geneli itibariyle 48 saat geçmeden
tasarıları Genel Kurula taşımamayı, esas itibariyle, ilke olarak takip ediyoruz
ve bu konuda da genelde uzlaşıyoruz; ancak, bilindiği gibi -bugün, toplantıda
da söyledik- 20 Haziranda Selanik Zirvesi var. Selanik Zirvesine giden
hükümetimizin, bu paketi, yani Altıncı Uyum Paketini çıkarmış olarak gitmesi,
orada kendisini çok daha güçlü kılacaktır.
İçeriğine itirazı olmayan
muhalefetin, bu konuda da, hızlanma konusunda da bizi anlayışla karşılamasını
bekliyoruz; çünkü, Türkiye'nin demokratikleşmesi, ifade hürriyetinin ve temel
hak ve hürriyetlerin, yine Avrupa'daki ülkeler gibi yüksek seviyelere ulaşması
konusunda, iktidarın da muhalefetin de aynı görüşleri paylaştığı gözükmekte.
Yine, itiraz ettikleri
hususlardan birisi şudur: Eğer, hızlı bir şekilde çıkarılması öngörülen bu
tasarıları hükümet Meclise dayatırsa, bu, Meclisin itibarını düşürür deniliyor.
Bu, oldukça yanlış bir yaklaşım; çünkü, bu Altıncı Uyum Paketinin, yani,
demokratikleşmeyi hızlandıracak paketin Meclisten bir an önce çıkması, Meclisin
itibarını daha da artıracaktır.
Ayrıca, komisyonlara,
yani, Anayasa Komisyonu ve Avrupa Birliği Uyum Komisyonuna gitmediği konusunda
itiraz var. Meclis Başkanlığımız, tali komisyon olarak Anayasa Komisyonunu
belirlemiş. Onunla ilgili de, zannediyorum, görüş gitmemiş; aslî komisyon
olarak Adalet Komisyonunda tartışılmış ve geçirilmiş.
Avrupa Birliği Uyum
Komisyonu da henüz çalışmalarını düzgün bir şekilde başlatabilmekle ilgili,
gerekli sekreterya ve kurulun toplanmasıyla ilgili tam hazırlığını
yapamadığından, sürecin de hızlı olması sebebiyle, bunu getirdik.
Altıncı Paket, arkasından
yedinci paket deniliyor. Kendim de hukukçu olduğum için bu hususu da söylemek
istiyorum. Hukuk ihdas etmek ve kural koymak, esasen, zamanı dondurmaktır.
Dolayısıyla, ihtiyaçlar zamanla hızlı bir şekilde değiştiği için, hukuk
kurallarının değişmesi de mümkündür. Yedinci paket de gelebilir. Bundan sonra,
biz, kendi değerlendirmelerimizle, başka sekizinci paketlerle demokratikleşmeyi
daha da hızlandırabiliriz.
Ben, paketin
memleketimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın İpek.
Öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz.
1 inci sıraya alınan,
Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.
VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1.- Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
raporu (1/610) (S. Sayısı: 180) (1)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu, 180 sıra
sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Ziya Yergök; buyurun.
(CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz, 20
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA MEHMET
ZİYA YERGÖK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyunda Avrupa
Birliği uyum paketi olarak tartışılan Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüş ve
düşüncelerini açıklamak üzere, söz almış bulunmaktayım. Öncelikle, konunun
geneli ve Avrupa Birliği boyutuna değinmek istiyor ve Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Türkiye'nin Avrupa
Birliğine üye olması, demokratikleşme, gelişme ve kalkınma yolunda toplumun
özlediği büyük bir adımdır. Bugün aday ülkeyiz. Bu adaylık, içinde bulunduğumuz
günlerin çok köklü atılımları, esaslı değişim ve dönüşümleri gerektiren bir
dönem olduğu anlamına da gelmektedir.
Avrupa Birliği yolunda
ülkemizde en önemli değişikliklerin, hukuk alanında olması gerekmektedir.
Birliğe tam üyelik için Kopenhag siyasî kriterleri başta olmak üzere,
Türkiye'nin, tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerden ve bu sözleşmelerle
kurulup tanınmış devletlerüstü otoritelerin karar ve işlemlerinden ilham
alarak, mevzuat ve uygulamalarını evrensel ölçüde kabul edilmiş asgarî
standartlara uygun biçime getirmesi zorunluluğu vardır. Bugün, altıncısını
görüşmekte olduğumuz uyum yasalarıyla da bu gereklerin yerine getirilmesi
doğrultusunda bir adım daha atılmış olmaktadır. Yapılan bütün bu düzenlemelere
karşın, uygulamada hepimizi rahatsız eden, çağdaş ve evrensel standartlara
uymayan durumlarla karşılaşıyor ve üzülüyoruz. Daha dün Hakkâri'de bir tiyatro
oyununun engellenmesi, İstanbul'daki kitap yakma kararı, bunlara örnek
gösterilebilir. Bu da, mevzuatımızda daha değiştirilmesi gereken pek çok
hususun bulunduğunu ortaya koymaktadır; ancak, söz konusu standartlara sadece
mevzuat değişikliğiyle ulaşılamayacağı da açıktır. Başta uygulayıcılar olmak
üzere tüm yurttaşların çağdaş ve evrensel standartlara ve zihniyete
kavuşabilmesi için gerekli ortam ve olanaklar mutlaka sağlanmalıdır. Bunun için
yapılacak ilk iş, genel ve meslekiçi eğitime önem vermek, eğitimin seviyesini
yükseltmek olmalıdır.
Türkiye, cumhuriyetle
birlikte, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı kendisine hedef koymuştur.
Cumhuriyet zaten bir çağdaşlık ve uygarlık projesidir. Cumhuriyetle birlikte
gerçekleştirilen hukuk devrimi, toplumu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmayı
amaçlamıştır. Tüm temel yasalarımız Batı ülkelerinden aynen alınmıştır. Avrupa
kültürünün ürünü olan bu yasalar, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin
hukuk temelini oluşturmuştur. Başta, Büyük Önder Atatürk olmak üzere, devrimin
önderleri şunu kesinlikle biliyorlardı ki; Batı kültürü, Batı uygarlığı, tüm
insanlığın yüzyıllarca verdiği büyük mücadeleler ve ödedikleri ağır bedellerle
oluşmuş ortak değerlerdir; tüm insanlığın üzerinde hak iddia edeceği evrensel
değerlerdir. Bu inançla, başta hukuk devrimi olmak üzere, toplumsal yaşam
açısından çok önem taşıyan devrimler ardı ardına gerçekleştirilmiştir. 1923
yılında büyük bir inançla ve coşkuyla başlayan ve on yıl içerisinde tamamen kök
salarak tüm yurdu kapsayan atılımlar aynı heyecan ve kararlılıkla günümüze
kadar sürdürülebilseydi, kuşkusuz, ülkemiz bugün bulunduğu durumdan çok daha
ileri bir durumda olurdu.
Yine, 1961 özgürlükçü
anayasasıyla kurmayı başardığımız hukuk devleti çatısını 1980 yılında kesintiye
uğratmadan koruyabilseydik, anayasa olmaktan çok bir "ana yasak" olan
1982 Anayasasına mahkûm olmasaydık, bugün, Kopenhag siyasî kriterleri diye
karşımıza çıkarılan ölçütleri çoktan yakalamış olurduk. Ancak, olan oldu; hiç
olmazsa, bundan sonra hata yapmayalım, zaman kaybetmeyelim.
Çağdaş toplum anlayışına
yaşamın her alanında işlerlik kazandırmayı amaç edindiğimize göre, uygar ve
demokratik bir devlet olmanın tüm gereklerini yerine getirecek köklü, kapsamlı
ve hızlı yapısal değişiklik ve düzenlemelerin bir an önce yapılması
gerekmektedir. Aslında, bu anlamda, gerek Anayasamızda gerek yasalarımızda
bugüne kadar pek çok düzenleme de yapılmıştır. Görüşmekte olduğumuz tasarıyla
yapılmakta olan düzenlemeler de, esas itibariyle, bu amacın gerçekleşmesine
katkı sağlayacak düzenlemelerdir.
Değerli milletvekilleri,
içinde yer almak istediğimiz Avrupa toplumu, bir demokrasi ve hukuk toplumudur.
Biz de, ülkemizde, tüm kurum ve kurallarıyla işleyen eksiksiz bir demokrasiyi
yerleştirmeliyiz; insan haklarını, hukukun üstünlüğünü egemen kılmalıyız,
üretimi ve refahı artırmalıyız, hakça paylaşımı ve sosyal devleti gerçekleştirmeliyiz.
Çağdaş demokrasilerde hukuk devleti, anayasanın açık hükümlerinden önce,
hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkelere, evrensel
hukukun üstün kurallarına, yasaların üzerinde yasa koyucunun da bozamayacağı
temel hukuk ilkelerine bağlı olan devlettir. Hukuk devleti olmanın gereklerini
yerine getirmek için de buna uygun düzenlemeleri yapmamız kaçınılmazdır. Yüce
Meclisimiz de, bu konuda üzerine düşen görevi yapmaktadır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı hakkında da bazı
değerlendirmelerde bulunmak istiyorum. Tasarıyla, bir yandan, Anayasada yapılan
değişikliklere uyum sağlanması, diğer yandan, Avrupa Birliği müktesebatının
üstlenilmesine ilişkin Türkiye Ulusal Programı çerçevesinde alınması gereken
tedbirlerle ilgili olarak, çeşitli kanunlarda değişiklik yapılması
amaçlanmaktadır.
Öncelikle, bir yanlış
uygulamaya ben de dikkati çekmek istiyorum. Bu tasarı, günlerdir, kamuoyunda,
daha çok, basın üzerinden ve basına yansıyan bilgilerle tartışıldı, konuşuldu;
gerilimler yaratıldı ve daha dün, Adalet Komisyonunda görüşülüp, kabul edildi;
bugün de, İçtüzüğün öngördüğü 48 saatlik süre bile geçmeden, Genel Kurulun
önüne getirildi.
Değerli milletvekilleri,
Yüce Meclisin aslî görevi, yasama görevidir. Kuşkusuz, kamuoyundaki tartışmalar
ve oradan gelen katkılar da değerlidir; fakat, asıl tartışma ve konuşma zemini,
Parlamentodur; ancak, sayın milletvekillerinin komisyon raporunu ve tasarıyı
incelemelerine olanak sağlanmadan, katkılarına yeteri kadar fırsat tanınmadan,
tasarı, Genel Kurula getiriliyor ve yasalaştırılmaya çalışılıyor. Bu, doğru
değildir. Bu durum, milletvekilinin bilgi edinme hakkının, yasama çalışmalarına
etkin biçimde katılma ve katkıda bulunma hakkının ihlalidir. Bu konuda, gerekli
özeni ve duyarlılığı göstermek için, ille Avrupa Birliğinden uyarı ve eleştiri
mi almamız gerekiyor?! Lütfen, bu yanlış uygulamadan ve alışkanlıklardan
vazgeçelim.
Ayrıca, esas komisyon
olarak sadece Adalet Komisyonunda görüşülerek Genel Kurula sevk edilen bu
tasarının, ilgisi nedeniyle, Anayasa Komisyonunda da görüşülmesi doğru ve
yerinde olurdu. Nitekim, bu durum, Anayasa Komisyonu Başkanı, Adalet Komisyonu
Başkanı ve Meclis Başkanı arasında birtakım yazışmalara ve itirazlara da konu
olmuştur. Kaldı ki, kısa süre önce, Meclisimizce, Avrupa Birliği Komisyonu
oluşturuldu. Bu tasarı, keşke o komisyonda da tartışılıp konuşulmuş olsaydı;
bundan zarar değil, yarar gelirdi. Kısaca, bu sürecin işlememesi de yanlış
olmuştur.
Değerli milletvekilleri,
Altıncı Uyum Paketi sürecinde bir diğer yanlış da, Avrupa Birliğine uyum
açısından, Anayasaya uyum açısından gerekli olmayan, talep edilmeyen
düzenlemelere pakette yer verilmesi, bununla da gereksiz gerilim ve tartışma
yaratılması olmuştur. Başbakanlığa gönderilen ilk metinde, 10 uncu maddenin son
fıkrasında, kat mülkiyetine tabi veya müstakil binalarda ihtiyaç olması halinde
ibadet yeri açılmasına imkân veren bir düzenleme bulunmaktaydı. Büyük tartışma
yaratan, haklı tepki ve itirazlara neden olan ve zaman kaybına yol açan bu
düzenlemenin Avrupa Birliğiyle ne ilgisi vardı!.. Avrupa Birliğine uyumla,
Kopenhag Kriterleriyle ne alakası vardı!.. Vardıysa, sonradan, tasarı metninden
neden çıkarıldı?! Demek ki, yoktu ve gerçekten de yoktu. Bunlar, yanlış
yaklaşımlardır. Ben, o günlerde, bu uyum paketiyle ilgili olarak, uluslararası
ilişkiler uzmanı Prof. Dr. Sayın Hasan Köni'yle birlikte bir televizyon
programına katılmıştım. O programda, Sayın Köni'ye "Hocam, Avrupa Birliği
apartmanların altında ibadet yeri istiyor mu" diye soruldu. Hoca, aynen
"hayır, istemiyor; Avrupa Birliği, apartmanların altında otopark
yapılmasını istiyor" diye, çok veciz ve esprili bir yanıt vermişti. Umarım
hükümet, bunu, sonraki paketlerde değerlendirir.
Ayrıca, görüşmekte
olduğumuz tasarıda, 298 sayılı Kanuna bir madde eklenerek, seçimlerde yabancı
gözlemci bulunması ve seçimin tüm aşamalarını izlemeleri hükmü getirilmektedir.
Böyle bir düzenlemenin Seçim Kanununa taşınması zorunluluğu bulunmadığı
görüşündeyiz. Türkiye, bu konuda, AGİT çerçevesinde bir taahhütte bulunmuş ve
bu taahhüt yerine getirilmiştir; 3 Kasım seçimleri, uluslararası heyetler
tarafından izlenmiştir. Bosna-Hersek, Ukrayna, Romanya ve Hollanda'nın dışında,
hiçbir ülkenin seçim kanununda böyle bir düzenleme yoktur. Ancak, ilgili maddenin
gerekçesi de yanıltıcıdır. Gerekçede "İspanya, Fransa ve Almanya'da olduğu
gibi" denilmiştir. Halbuki, bu ülkelerin hiçbirinin seçim kanunlarında
böyle bir düzenleme bulunmamaktadır.
Avrupa Birliğinin
istemediği şeyleri veya istediğinden daha fazlasını yasalarımıza koyarak, daha
fazla göze gireriz, ön alırız anlayışı doğru değildir. Bu anlayış, bizi
yüceltmez ve bize saygınlık kazandırmaz. Dikkafalılık yapmayalım; ancak,
başımızı dik tutmasını da bilelim. Büyük bir devlet olduğumuzu unutmayalım.
Yine, tasarıyla, 3984
sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4 üncü
maddesinde "ayrıca kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk
vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil
ve lehçelerde yayın yapılabilir" şeklinde değişiklik yapılmaktadır. Bu
konuda gereken düzenleme, esas itibariyle Anayasada da yapılmıştır. İçinde
yaşadığımız dünyada, herkesin kendi anadilini konuşma, anadilinde yayın yapma,
anadilini öğrenme hakkı, tartışma götürmez bir haktır. Biz, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, bu sorunun çözülmesi gerektiğini her zaman dile getirdik,
konuyla ilgili iyi niyetle yapıcı öneriler ortaya attık. Türkiye, anadil
konusunda hiç kimseye engel çıkarma durumunda olamaz. Bütün dünyada kullanılan
haklar ülkemizde de rahatlıkla kullanılmalıdır. Burada önemli gördüğümüz,
Türkiye'yi oluşturan çeşitli etnik grupların anadillerini öğrenme görevinin bir
kamu hizmetine dönüşmemesi ve bunun özel alana bırakılmasıdır.
Değerli milletvekilleri,
mevcut tasarıyla Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin kaldırılması da
isabetli bir düzenlemedir. Terörle Mücadele Yasasının antidemokratik 8 inci
maddesine dayanılarak verilen kararlarla mağdur edilenlerin durumları yurt
içinde ve yurt dışında yıllarca tartışıldı, konuşuldu. Türkiye, bilim
adamlarını, yazarlarını, gazetecilerini, aydınlarını düşüncelerinden ötürü
yargılayan ve adî suçların çok üstünde ceza veren ülke konumunda görüldü. 1994
yılında kurulan 50 nci koalisyon hükümetinin protokolünde ve uygulama
programında da bu konuya yer verilmesine rağmen, ne yazık ki, Terörle Mücadele
Yasasının 8 inci maddesinin kaldırılması bugünlere kalmıştır. Doğru olan,
düşünce özgürlüğüne, ancak şiddet kullanılan hallerde bir sınırlama
getirilmesidir. Zaten, eğer bir şiddet varsa, ortada düşünce özgürlüğü de yok
demektir.
Sayın milletvekilleri,
sonuç olarak, insan haklarını, hukuk devletini demokrasiye egemen kılmayı; aynı
ulusun bireyleri ve aynı devletin yurttaşları olarak herkesin kimliğine, etnik
kökenine, dinî inancına ve anadiline saygılı olmayı; 12 Eylül yönetiminden
günümüze yansıyan hukuk anlayışını, antidemokratik kurum ve uygulamaları
tasfiye etmeyi; tüm özgürlüklerin, öncelikle, düşünceyi açıklama, yayma ve
örgütlenme özgürlükleri önündeki yasal ve idarî engelleri kaldırarak örgütlü
sivil toplumun önünü açmayı; Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler
ile Avrupa Sosyal Şartı, Paris Şartı ve Helsinki Nihaî Senedini ve Kopenhag
Kriterlerini ülkemiz hukukuna ve uygulamalarına yansıtmayı amaçlayan ve bunlara
seçim beyannamelerinde yer veren bir siyasî parti olarak, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, görüşmekte olduğumuz tasarıyı, yukarıda belirttiğimiz düşünce
ve çekinceler ile Parti Grubumuz adına tasarının maddeleri hakkında konuşacak
değerli milletvekillerimizin dile getireceği düşünce ve çekincelerle
desteklediğimizi belirtir, Yüce Meclise saygılarımı sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yergök.
Tasarının tümü üzerinde,
şahsı adına söz isteyen Ağrı Milletvekili Mehmet Kerim Yıldız?.. Yok.
İstanbul Milletvekili
Onur Öymen...
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Öymen'in yerine ben konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Koç.
Konuşma süreniz 10
dakikadır.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümetin Yüce Meclise sunduğu Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında görüşlerimi
arz etmek üzere söz almış bulunuyorum.
Kamuoyunda ve Avrupa
Birliği çevrelerinde "Avrupa Birliğine Altıncı Uyum Paketi" olarak
adlandırılan bu yasa değişikliklerinin her biri hakkında, partimizin sözcüleri,
görüşlerimizi Yüce Meclise sunacaklardır. Bu konuşmada, hükümetin, bu yasa
tasarıları ve genel olarak Avrupa Birliği üyelik süreciyle ilgili yaklaşımı
hakkında bazı düşüncelerimi arz etmek istiyorum.
Türk yasalarının
çağdaşlaştırılması ve Avrupa Birliğinin 80 000 sayfayı aşan mevzuatıyla uyumlu
hale getirilmesi, başlıbaşına önemli bir projedir. Bu projeyi, dikkatli ve
süratli bir şekilde gerçekleştirmek, en önemli hedeflerimiz arasındadır.
Çağdaş bir ülke olmak ve
Avrupa ailesiyle bütünleşmek istiyorsak, çağın gereklerine uymayan yasalarımızı
değiştirmek zorundayız; ancak, en acil meselemiz, ülkemizin Avrupa Birliğiyle
tam üyelik müzakerelerine başlayabilmesi için Kopenhag Kriterlerinin siyasî
bölümündeki yükümlülüklerimizi yerine getirdiğimizi kanıtlama olayıdır. Bizim
kanaatimizce, 2002 yılının ağustos ayında yapılan köklü anayasa
değişiklikleriyle, Türkiye, bu yükümlülüğünü büyük ölçüde yerine getirmiştir.
Daha sonra, Yüce Meclisin kabul ettiği bazı yasa değişiklikleriyle de, geriye
kalan noktalarda gerekli hukuk düzenlemeleri yapılmıştır.
Bu defa, hükümetin
sunduğu yasa paketinin içerisinde, gerçekten, Kopenhag Kriterleriyle ilgili
sayılabilecek bazı maddeler mevcuttur. Örneğin, Terörle Mücadele Yasasının 8
inci maddesinin kaldırılması, özel televizyon kanallarının yerel dillerde yayın
yapabilme olanağına kavuşturulması, bu çerçevede sayılabilecek girişimlerdir.
Diğer değişiklik önerilerinin önemsiz olduğunu söylemek istemiyorum; ama,
bunlar, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle üyelik müzakerelerine başlaması için
olmazsa olmaz nitelikteki yasa değişiklikleri değildir. Buna karşılık,
gerçekten, Türk demokrasisi açısından eksiklik sayılabilecek bazı konularda,
örneğin, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın seçme hakkına kavuşturulması
konusunda, bu pakette herhangi bir öneri yer almamaktadır.
Bazı hükümet üyelerinin
zaman zaman belirttikleri gibi, eğer, amacımız, Avrupa Birliği üyeliğinden
bağımsız olarak, Türk Halkını her bakımdan çağdaş uygarlık düzeyine yükseltecek
yasalar çıkarmaksa, o zaman bu eksiklikleri izah etmek kabil değildir. Eğer,
amaç, Avrupa Birliğiyle üyelik müzakerelerine bir an önce başlamak için gerekli
yasal düzenlemeleri yapmaksa, biraz önce de belirttiğim gibi, bu öneri
paketindeki birçok yasa değişikliği önerisinin Türkiye'nin üyelik
müzakerelerine başlaması için zorunlu yasa değişiklikleri olmadığı da
aşikârdır.
Daha önce de vurgulandı,
Sayın Grup Başkanvekili de ifade ettiler; öyle anlaşılıyor ki, bu Altıncı
Paketin arkasından bir yedinci, belki de sekizinci paket gündeme gelecektir. O
zaman, sormak istiyoruz: Niçin, bütün zorunlu değişiklikler tek bir paket
içerisinde Yüce Meclisin huzuruna getirilmemiştir? Niçin, milletvekillerinin
resmin bütününü görmelerine olanak sağlanmamaktadır? Sanıyorum ki, gerek
iktidara gerek muhalefete mensup bütün milletvekilleri, Türkiye'nin, hangi
yasal değişiklikleri tamamladığında, Avrupa Birliği Komisyonunun hukuk
alanındaki beklentilerini yerine getirmiş sayılacağını bilmek istemektedirler.
Yanılıyor muyum, bilmiyorum.
Yüce Meclis, yolun sonunu
ne zaman görecek değerli arkadaşlarım? Avrupa Birliği yetkilileri, bize, ne
zaman, işte şimdi tatmin olduk, istediğimiz buydu deme noktasına gelecekler?
Bunları yüksek sesle söylüyorum, yüksek sesle de düşünmek gerekiyor, her
birimiz açısından.
Korkarım ki, biz bu
paketi onayladıktan sonra, Avrupa Birliğinin tepkisi, daha önceki reform
paketlerinden sonra gösterdikleri tepkilerden pek farklı olmayacaktır. Yani,
diyeceklerdir ki, klasik, basında yer alan şekliyle -geçmiş dönemleri bir
düşünün, bir hatırlayın- Türkiye çok olumlu bir adım atmıştır, bunu takdirle
karşılıyoruz; ama, Türkiye'nin hâlâ eksikleri vardır, katetmesi gereken yol
vardır, bunu gidermesi lazımdır; ayrıca, bizim için önemli olan da uygulamalardır,
hele bir uygulamaları görelim, bunları görmeden karar veremeyiz. Klasik bir
Avrupa Birliği yanıtı, bu paketin onayından sonra da, bu şekilde tecelli
edecektir.
Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliğinden bu tip tepkileri almak, artık bizi tatmin etmemeli. Bizim
amacımız, Avrupa'dan bir "aferin" almaktan ibaret değildir. Bizim
amacımız, Avrupa Birliği üyeliğinin siyasî alandaki zorunlu şartlarını yerine
getirip, bir an önce masaya oturmaktır. İktidarın da, muhalefetin de bu konuda
görüş birliği içinde olduklarını görüyoruz. Bu, Türkiye için büyük bir şanstır.
Meclis olarak, bu şansı birlikte değerlendirerek üzerimize düşen işleri bir an
önce sonuçlandırmalı ve başka nedenlerle Türkiye'nin üyeliğini geciktirmek
isteyenlere, bunun için bahane arayanlara koz vermemeliyiz. Yoksa, bizim
çıkardığımız her yasa değişikliğinden sonra, yeni beklentilerle karşımıza
geleceklerdir; buna fırsat vermemeliyiz.
Değerli arkadaşlarım,
ciddî bir devlet, kendisine saygısı olan bir devlet, böyle oyunlara da zaten
gelmez. Yapılacak iş, en üst düzeyde ve mutlaka siyasî düzeyde, Avrupa Birliği
Komisyonu yetkilileriyle ve Avrupa Birliği hükümetleriyle görüşüp, hukukî
reform meselesini kesin bir sonuca bağlamaktır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, sonu bilinmeyen, ucu bucağı belli olmayan, hedefi açıkça belli
olmayan, sınırı çizilmemiş bir hukuk süreciyle oyalanmaya tahammülü yoktur.
Bunu, hepiniz adına söyleme cesaretini buluyorum kendimde. Hükümetten de
beklediğimiz, Meclise, çok açık ve net bir şekilde, Avrupa Birliğinin üyelik
müzakerelerine başlamak için olmazsa olmaz nitelikte gördüğü değişiklikleri
eksiksiz bir paket olarak sunmasıdır. Avrupa Birliği üyesi devletlerin
hükümetlerinden ve Avrupa Birliği Komisyonu yetkililerinden beklediğimiz de,
taleplerini, hiçbir yanlış anlamaya yer vermeyecek, açık, net ve somut bir
şekilde ortaya koymaları ve ondan sonra da sözlerinin arkasında durmalarıdır.
Tabiî, bunu yaparken, diğer adaylardan ne istedilerse, bizden de onu
istemelidirler. Zira, Türkiye'nin, artık, çifte standartlara tahammülü
kalmamıştır.
Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliği yetkililerinin ve Avrupa Parlamentosu bazı üyelerinin, son
zamanlarda, çeşitli toplantılarda dile getirdikleri veya basına yansıttıkları
görüşlerden bizim anladığımız şudur: Avrupa Birliği, şimdiye kadar yapılanların
ötesinde, iki konuda duyarlılık ve beklenti içerisindedir. Bunlardan birincisi,
Türkiye'deki din özgürlükleriyle ilgilidir. Diğeri ise, askerlerin Türkiye'deki
rolüne ilişkindir. Öyle anlaşılıyor ki, her iki konudaki Avrupa Birliğinin hassasiyeti,
büyük ölçüde yanlış ve abartmalı bilgilerden kaynaklanmaktadır. Türkiye'deki
azınlıkların yeterince din özgürlüğüne sahip olmadıklarını düşünüyorlar. Bu,
tamamen gerçek dışıdır. Lozan Anlaşmasıyla varlığını kabul ettiğimiz
gayrimüslim azınlıkların, tam bir özgürlük içerisinde dinî vecibelerini yerine
getirdikleri, aksi iddia edilemeyecek bir gerçektir.
Tabiî ki, bütün dünyada
din adamları, bulundukları ülkelerdeki yasalara, kurallara riayet etmek
zorundadırlar. Ne yazık ki, Türkiye'deki bazı din adamları için bunu
söyleyebilecek durumda değiliz. Bakın, Lozan Anlaşmasına göre, İstanbul'daki
Fener - Rum Patriği, sadece Rumların patriğidir; ekümenik, yani evrensellik
sıfatı yoktur. Ne yazık ki, Lozan'ın bu hükmünün, Ankara'daki bazı yabancı diplomatik
misyonlar tarafından ihlal edildiğini ve patrik için ekümenik sıfatının
kullanıldığını görüyoruz. Bu konuyu, bir soru önergesiyle Yüce Meclisin de
bilgisine sunduk.
Ne yazık ki, hükümetimiz,
din özgürlüğünün istismar edildiği bu konuda, derin bir sessizlik
içerisindedir. Lozan'a sahip çıkmak için, sadece kançılaryalar düzeyinde
yapılan girişimler yeterli değildir Sayın Bakanım.
Başka vesilelerle de
söyledik; halkımız, bu gibi haksızlıklara karşı, Türkiye'nin gür sesini duymak
istiyor. Biz, muhalefet olarak bu sesi çıkarıyoruz, sizi de buna katkı yapmaya
davet ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
bugün, Türkiye'de 280 kilise ve 36 sinagog var. Bu kiliselerdeki ve
sinagoglardaki ayinler, dinî törenler, hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan
gerçekleştirilmektedir. O dinlerin mensupları, din kitaplarını serbestçe
sağlayabilmektedirler. O zaman, bu konudaki kuşkular ve eleştiriler nereden
kaynaklanıyor?! Biz, yakın geçmişte, hep buna benzer iddialara muhatap olduk.
Özellikle Alman Hıristiyan Demokratları, Türkiye'de Hıristiyanlara baskı
yapıldığını, kiliselerin kapatıldığını, din kitaplarına el konulduğunu iddia
ederek, Türkiye'ye eleştirilerde bulunmuşlardır.
Şimdi, özellikle şunu da
ilave etmek istiyoruz; Türkiye'yi eleştiren Avrupa Birliği ülkelerinde, acaba,
başka dinlere tanınan özgürlükler ne durumdadır?! İstanbul'daki patrik Rumlar
tarafından seçiliyor; ama, Batı Trakya'daki Türk müftüsünün oradaki Türkler
tarafından seçilmesine izin verilmiyor. Halkın seçtiği müftü, yasaları ihlal
ettiği gerekçesiyle daha önce yargılandı ve mahkûm oldu. Bir örnek olarak yine
belirtebiliriz; bugün, bir Avrupa Birliği ülkesi olan Yunanistan'ın başkenti
Atina'da bir tek cami yoktur. Bizzat Yunan Dışişleri Bakanı, verdiği bir
demeçte, bu durumdan şikâyetçi olduğunu söylemiştir.
Türkiye'deki bazı
Hıristiyan vakıflarının sorunlarından bahsediyorlar. Gerekli yasa
değişiklikleriyle, bu vakıflar için kolaylık getiriyoruz. Peki, Yunanistan'daki
Türk vakıflarının durumunu acaba değerlendiriyor muyuz...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
HALUK KOÇ (Devamla) -
Sayın Başkanım, 5 dakikalık bir süre istirham edebilir miyim.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Koç, 2 dakika süre veriyorum.
HALUK KOÇ (Devamla) -
Söylediklerimin önemli olduğuna inanıyorum ve bütün Meclisin de paylaşmasını
diliyorum.
Uluslararası anlaşmalara
göre, özgürce faaliyet göstermesi gereken Türk vakıflarının, yıllardır, Yunan
hükümetleri tarafından tayin edilen kayyımlarca yönetildiğini biliyor musunuz
değerli arkadaşlar? İşte, din özgürlüğü eksikliği nedeniyle bizi eleştirenlerin
ülkesindeki durum da aynen bu şekildedir. Meşhur sözdür: İki taşı, eli temiz
olan atsın derler. Tavsiye ediyoruz, Avrupa Birliğindeki dostlarımız,
Türkiye'yi herhangi bir konuda eleştirmeden önce, kendi ülkelerindeki yasalara
ve uygulamalara baksınlar, ellerini yıkasınlar.
Biz, 500 yıl önce
Yahudileri İspanya'daki engizisyon zulmünden kurtarıp, Türkiye'ye getirmiş
insanların torunlarıyız. 500 yıldan beri, Türkiye'de, Yahudiler güvenlik
içerisinde yaşıyorlar ve dinlerinin gereklerini hiçbir güçlükle karşılaşmadan
yerine getirebiliyorlar. Dünyada tarih boyunca Yahudilerin zulme uğramadığı kaç
ülke vardır acaba?
Geçenlerde vefat eden
Rodos eski Başkonsolosumuz Selahattin Ülkümen, Yahudileri savaş yıllarında Nazi
zulmünden kurtarmak için hayatını tehlikeye atmış ve eşini şehit vermiş bir
diplomatımızdı. Biz, böyle bir gelenekten geliyoruz ve Türklerin dinî alanda
hoşgörüye sahip olmadıkları yolundaki iddiaları da Cumhuriyet Halk Partisi
olarak reddediyoruz. (Alkışlar)
Değerli arkadaşlarım,
askerlerimizle ilgili iddialar da yanlış bilgilerden ve mübalağalı
değerlendirmelerden kaynaklanmaktadır. Türkiye'de siyasî kararları askerlerin
aldığını iddia ediyorlar. Devlet yönetiminde sadece askerlerin sözünün
geçtiğini söylüyorlar. Meclisin, savunma bütçesini hiç tartışmadan onayladığını
söylüyorlar. MGK'yı antidemokratik bir kurum gibi göstermeye çalışıyorlar. Bize
karşı bu iddiaları ileri sürenlere şunları söylemek gerekir: Siz, Türk
askerlerini başka ülkenin askerleriyle karıştırmayın. (Alkışlar) Türk askeri,
tarih boyunca, çağdaşlaşmanın, Batılılaşmanın, demokratikleşmenin öncülüğünü,
destekçiliğini yapmıştır. Cumhuriyetimizi kuran insan -ki, Cumhuriyet Halk
Partisinin de kurucusudur- bir askerdi; unutmayalım. Türkiye'yi çokpartili
seçime geçiren Cumhurbaşkanı İsmet İnönü -ki, Partimizin ikinci Genel
Başkanıydı, lideriydi- askerdi; yine, aynı İsmet Paşa, 1963 yılında Avrupa
Birliğiyle Ortaklık Anlaşmasını imzalayan liderdi.
Kendilerine şunu da
hatırlatmak gerekir: İstiklal Savaşından sonra, Atatürk, komutanlara, siyaset
ile askerliğin bir arada yürüyemeyeceğini söylemiş ve onlardan ya
milletvekilliğini veya ordudaki görevlerini seçmelerini istemişti.
Batılı dostlarımıza şunu
hatırlatıyoruz: Türkiye'de en yüksek karar mercii Yüce Meclistir, Türkiye Büyük
Millet Meclisidir ve Yüce Mecliste Başkanlık Divanının arkasında Atatürk'ün bir
sözü vardır: "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." Meclis, hiçbir
etki altında kalmadan karar alır ve askerler de Atatürk'ün bu sözüne sadık
kalarak Meclisin kararlarını saygıyla karşılarlar. Bunun son örneğini Irak
konusundaki tezkere meselesinde gördük. Silahlı kuvvetlerimiz farklı bir
eğilimde olmasına rağmen, bizzat Genelkurmay Başkanımız, Yüce Meclisin kararına
saygılı olduğunu söylemiştir. Millî Güvenlik Kurulu da, Anayasamızda uzun
yıllardan beri yer alan bir kurumdur ve yetkisi, hükümete tavsiyede
bulunmaktır. Hangi ülke vardır ki, ülkenin varlığını, güvenliğini, asayişini
ilgilendiren önemli konularda askerlerine hiç danışılmasın. Biz, bu gibi
iddiaların sahiplerinin, hiç değilse bir kısmının, başka nedenlerle Türkiye'nin
üyeliğini geciktirmek istedikleri için bahane aramak maksadıyla bunları dile
getirdiklerini düşünmeden geçemiyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
özetle belirtmek istiyoruz. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Avrupa Birliği
üyeliğinden yanayız, Türkiye'yi Avrupa Birliği üyeliğine taşıyacak yasal
düzenlemeleri de destekliyoruz. Uygulamada da, Türkiye'nin eksikliklerinin
giderilmesi için, her türlü özeni
gösteririz, denetleme görevini yaparız; ama, haksız ve ölçüsüz eleştiriler
karşısında da boynumuzu bükmeyiz, dimdik dururuz. Biz, böyle bir partinin
mensuplarıyız. Dileriz ki, İktidar Partisi de aynı kararlı çizgiyi göstersin ve
haksız eleştirilere karşı bizimle birlikte aynı kararlı tavrı sergilesin. Biz,
abartmalı eleştiri sahipleriyle bir olup da, Türkiye'de yalnız azınlıkların
değil, Müslüman çoğunluğun da din özgürlüğü olmadığını söylersek, kendimize
karşı haksızlık da yapmış oluruz. Fikir, inanç ve din özgürlüğüne saygı
gösteren, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini kuranlara da saygısızlık
yapmış oluruz. Türkiye'de din özgürlüğü vardır; vardır ama, dini siyasete alet
etme özgürlüğü yoktur; ikisini ayırt etmemiz gerekir. (CHP sıralarından
alkışlar) Dinî sembollerle siyaset yapma özgürlüğü de yoktur; bunu da ayırt
etmemiz gerekir. Türkiye'yi bu konuda yabancılara şikâyet etmek isteyenler çok
yanlış bir iş yapmaktadırlar. Kendi alamadıkları siyasî kararların
sorumluluğunu başkalarına yüklemek isteyen politikacılar geçmişte görülmüştür,
dinî konuları istismar etmek isteyenler de görülmüştür; ama, Türk Halkı, bu
yaklaşımları sergileyenleri hiçbir zaman desteklememiştir, ödüllendirmemiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu
düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Koç.
Tasarının tümü üzerinde,
şahsı adına söz isteyen İzmir Milletvekili Sayın Zekeriya Akçam; buyurun
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 10
dakikadır.
HALUK İPEK (Ankara) -
Sayın Başkan, Grup adına...
BAŞKAN - Sayın Başkan,
burada, Zekeriya Akçam'ın şahsı adına söz istediği belirtilmiş.
ZEKERİYA AKÇAM (İzmir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; öncelikle, benden önceki
konuşmacı olan Cumhuriyet Halk Partisinden arkadaşlara çok teşekkür ediyorum;
fakat, kendilerine birkaç hatırlatmada bulunacağım.
En başta, Sayın Özyürek,
rasyonel bir teklifte bulundu ve dedi ki: "Her seferinde, biz, paket
halinde bunları getirmek yerine, tek bir paket getirsek; mesela, benim
ifademle, bütün paketleri sona erdirecek son paketi getirsek." Buna biz de
katılıyoruz; fakat, kendilerinin de baştan beri şikâyet ettiği bir husus vardı;
bu tasarıların, düzenlemelerin ve uyum yasalarının Mecliste yeterince
tartışılmadığı konusunda. Bizim peyderpey getirmemizin en büyük sebebi de;
bunlar, oldukça kapsamlı ve toplumu, devleti, siyaseti derinden etkileyen
hadiseler; bu açıdan dolayı da, parti olarak biz, bu çeşit tasarıların
peyderpey getirilmesinin daha faydalı olacağı, en azından, kamuoyunda olsun,
siyasal partiler arasında olsun, daha fazla tartışma imkânı yaratacağı
kanaatindeyiz. Bu açıdan, bunu peyderpey getirme konusunda Sayın İpek de
açıklama yaptı; belki bundan sonrakiler daha kapsamlı olacaktır; ama, en
azından şimdilik böyle.
İkincisi de, şimdi,
Türkiye'nin önünde olan, kriter olarak, sadece Kopenhag Kriterleri değildir;
aynı zamanda, Türkiye'nin ezikliğini hissettiği, siyaseten kendinde eksiklik
bulduğu hadiselerin başında -sizden, bizimle aynı şekilde Avrupa Konseyinde üye
olan arkadaşlarımız da bilirler ki- Türkiye, kurucu üyesi olmasına rağmen,
Avrupa Konseyinde hâlâ izlenme aşamasında olan bir ülkedir. Bu açıdan da,
belki, bu pakette direkt olarak Kopenhag Kriterleriyle ilgili olarak pek bir
şey yer almasa da -belki, sizin iddialarınız kısmen doğru olabilir- ancak, aynı
zamanda, Monitoring Komitesinden, yani İzleme Komitesinden gelecek olan raporun
da Avrupa Birliği sürecinde önemli bir katkı olacağı kanaatindeyim ve bu açıdan
da, bu tasarının, bu şekilde getirilip burada görüşülmesinin taraftarıyım.
Son olarak, Sayın Koç
"özellikle bu sürecin bir sonu var mıdır, niçin, bize, herkese, bu resmin
tamamını görme imkânı tanınmıyor" diye bir eleştiride bulundu Partimize
ilişkin olarak. Bunun bir süreç olduğunu, 1962-1963'lerden başlayan bir süreç
olduğunu, hepimizin kabul etmesi gerekiyor; çünkü, konvansiyon üyesi olarak,
tecrübemden de aktarabilirim ki, son olarak Avrupa Birliğinin kendisi için
hazırlamış olduğu anayasa da, aynı zamanda, bu anlamda, kendileri için de bir
süreçtir ve bitmeyen bir süreçtir bu. Dolayısıyla, bizim için önemli olan,
2004'ün sonuna kadar müzakere tarihi alabilmektir. Bu açıdan da, bunun bir
süreç olduğunu hatırlatıyor. Peyderpey önümüze gelen bu tasarıların bu şekilde
devam etmesi konusunda da, bizim için kriter teşkil eden Kopenhag Kriterleri
olsun, Avrupa Konseyinin kriterleri olsun, önemli olduğu kanaatindeyim.
Çok güzel örnekler verdi
Sayın Koç. Ben de, son olarak, Metin Toker'in "Tek Partiden Çok
Partiye" adlı kitabından Sayın İsmet İnönü ile ilgili bir alıntı yapacağım
sizlere: "Etrafımızdaki memleketlerin serbest seçimler yaptıklarını görür
ve utancımdan odamın duvarlarına bakamazdım..." Bunu da bir yere mutlaka
not ederiz hepimiz. Tek Partiden Çok Partiye, sayfa 17.... Çok teşekkür
ediyorum.
Tasarı üzerinde konuşmama
geçiyorum. Avrupa Birliği müktesebatına uyum sağlama sürecinin bir parçası
olarak bugün huzurlarınıza getirilen ve kamuoyunda Altıncı Uyum Paketi olarak
adlandırılan Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı,
Katılım Ortaklığı Belgesinin en önemli bölümünü oluşturmaktadır.
Söz konusu belgede
belirtilen, tüm bireylerin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, din ve
inanca dayanan ayırım ve ayırımcılığa maruz kalmaksınız, Türkiye'nin taraf
olduğu uluslararası ve Avrupa düzeyindeki normlara uygun olarak, temel haklar
ve insan haklarına sahip olmalarının yasal düzeyde ve uygulamada güvence altına
alınması, ifade özgürlüğüne ilişkin reformların yürürlüğe konulması ve
sürdürülmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10, 17, 18 inci maddelerine
uygun olarak yasal kısıtlamaların kaldırılması, görüşlerini şiddet içermeyen
şekilde ifade etmelerinden dolayı suçlanan ve tahkikata uğrayan kişilerin
durumlarının düzeltilmesi açık olarak belirtilmiş ve Katılım Ortaklığı
Belgesinin uygulanmasının, ortaklık anlaşması çerçevesinde izleneceği, söz
konusu belgenin yedinci bölümünde açıkça ifade edilmiştir.
3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanununun 8 inci maddesinde, propaganda suçu başlıbaşına terör suçu
olarak kabul edilmiştir. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu nedenle,
Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinden mahkûm olanlarla ilgili yapılan
başvurularda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10 uncu maddesinin ihlal
edildiğine karar vermiş olup, ülkemiz aleyhine aynı gerekçelerle mahkûmiyet
kararı vermeye devam etmektedir.
Arz ettiğim gibi, Katılım
Ortaklığı Belgesinde öngörülen hususlara ilişkin yapılacak düzenlemelerde Yüce
Meclisimizin, Anayasamızın 3 üncü maddesinde yer alan "Türkiye Devleti,
ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" hükmünü esas alacağından asla
şüphemiz bulunmamaktadır.
Bilindiği üzere, Terörle
Mücadele Kanununun 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında, terör yöntemlerine
başvurmayı özendirecek şekilde propaganda yapanlara uygulanacak müeyyideler
gösterilmiştir. Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında
"sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı
birbirine karşı, kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde düşmanlığa
veya kin beslemeye alenen tahrik eden kimseye, bir yıldan üç yıla kadar hapis
cezası verilir" hükmü yer almaktadır. Öte yandan, Türk Ceza Kanununun 311
inci maddesinde de, bir suçun işlenmesini alenen tahrik eden kişi de
cezalandırılmaktadır. Bu nedenle, Anayasamızdaki değişmez ilkeler arasında yer
alan "devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü" bu kanun
hükümleriyle de korunmaktadır.
Söz konusu 8 inci
maddenin yürürlükten kaldırılmasıyla, devletin bölünmezliği aleyhine propaganda
suçunun tamamen cezasız kalacağı ve bu konuda boşluk doğacağı yolunda endişe
taşıyan görüşlere karşı şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, aynı konuda, Türk
Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu gibi ceza kanunlarımızda yer alan hukukî
değerler açısından birbirini tekrar eder mahiyette ifadeler yer almıştır.
Dolayısıyla da, uygulamada en yakın ve kolay uygulanabilirliği düşünülen
maddeler işletilmiştir. Örneğin, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin ikinci
fıkrası yerine, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi uygulanagelmiştir.
Değerli milletvekilleri,
bu alandaki evrensel kural, şiddet kullanımını öngörmeyen ve savunmayan, kişi
haklarına da saldırmayan düşünce ve ifadenin serbest kılınmasıdır.
Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, ilk olarak, İngiltere'yle ilgili almış olduğu kararında, ifade
özgürlüğü kapsamını belirleyerek "ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun
en esaslı temellerinden birisini oluşturur. Bu özgürlük, sadece toplumda beğeni
ve hoşgörüyle karşılanan bilgi ve düşüncelerin açığa vurulmasını değil, devleti
veya halkın bir kesimini rahatsız eden fikirleri de kapsar. Çoğulculuğun,
hoşgörü ve açık fikirliliğin gereği olan bunlar olmaksızın demokratik bir
toplum düşünülemez" şeklinde temel ilkeyi tespit etmiştir.
Nitekim, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinden mahkûm
olanlarla ilgili başvurularda, yukarıda belirtilen temel görüşüne işaretle,
sözleşmenin 10 uncu maddesinin ihlal edildiğine dair kararlarını
sürdürmektedir.
Demokratik bir hukuk
devletinde, kişinin, salt aklını kullanarak fikir üretmesi ve bunları medya
aracılığıyla açığa vurması, ilke olarak, cezalandırılmamalıdır. Açığa vurulan
düşünceler, ancak suçu övmesi, suçu ve şiddeti teşvik edici nitelikte olması
veya toplum ahlakını bozması gibi nedenlerle cezalandırılabilir.
Türkiye'nin, adaylık
statüsü kazandığı ve tam üyeliğe doğru yol aldığı süreçte, yükümlülükleri,
Kopenhag Kriterlerinde belirtilen siyasî ve ekonomik standartları karşılamak,
mevzuatını Avrupa Birliği müktesebatıyla uygunlaştırmak ve bu uyumlaştırılmış
mevzuatın hayata geçirilebilmesi için gerekli her türlü yapılanmayı oluşturmaktır.
Avrupa Birliği sürecinde,
Türkiye'nin, ifade hürriyetinin hayata geçirilmesine yönelik engelleri aşması
gerekmektedir. Bu bağlamda, Anayasanın, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini
düzenleyen 26 ncı maddesi, 2001 yılında 4709 sayılı Kanunla değiştirilmiş; Türk
Ceza Kanununun 312 nci maddesinde de 2002 yılında ve 4744 sayılı Kanunla
değişiklik yapılmıştır; ancak, bu alandaki engellerden biri olarak görülen 3713
sayılı Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin de gözden geçirilmesi
zarureti doğmuştur.
Düşünce ve ifade
özgürlüğü alanındaki engellerin kaldırılması yolunda, Anayasanın 26 ve Türk
Ceza Kanununun 312 nci maddelerinde yapılan değişikliklerden sonra, Terörle
Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin kaldırılmasıyla, Kopenhag Kriterlerinin
yerine getirilmesi konusunda, 2003 yılı Katılım Ortaklığı Belgesinin öngördüğü
ilkelerden biri daha yerine getirilmiş
bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
tasarının 5 inci maddesiyle 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen
Kütükleri Hakkında Kanuna ek 8 inci madde eklenmektedir. Söz konusu düzenlemede
"Türkiye Cumhuriyetinin üye olduğu uluslararası ve bölgesel kuruluşlar ile
bu kuruluşlara üye ülkelerin gözlemcileri ve hükümet tarafından uygun görülen
uluslararası hükümetdışı kuruluşların gözlemcileri, seçimlerin tüm aşamalarını
sadece izleyebilirler" hükmü öngörülmektedir.
Yüzyılın son zirvesi
olarak nitelendirilen ve 57 AGİT üyesi ülkenin devlet veya hükümet
başkanlarının katılımıyla 1999 yılında İstanbul'da gerçekleştirilen AGİT
Zirvesinde imzalanan Avrupa Güvenlik Şartının 25 inci maddesi aynen şöyledir:
"AGİT yükümlülükleri ve özellikle 1990 Kopenhag Belgesine uygun olarak,
hür ve adil seçimler gerçekleştirilmesi taahhüdümüzü yeniden teyit ediyoruz.
Seçim mevzuatımızın geliştirilmesi ve uygulanmasında Demokratik Kurumlar ve
İnsan Hakları Bürosunun üye devletlere sağlayabileceği desteğin bilincindeyiz.
Bu yükümlülükler
çerçevesinde, üye ülkeler, Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosunun, AGİT
Parlamenter Asamblesi ve diğer ilgili özel kurum ve kuruluşlardan seçimleri,
izlemek isteyen gözlemcileri davet edeceğiz."
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ZEKERİYA AKÇAM (Devamla)
- Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosunun, seçimlere ilişkin
değerlendirme ve tavsiyelerini, vakit kaybetmeksizin takip etmeyi kabul
ediyoruz.
"Sair mevzuatın,
Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosunun üye devletlere sağlayabileceği
desteğin bilincindeyiz. Bu yükümlülükler çerçevesinde, üye devletler AGİT
Parlamenterler Asamblesi ve ilgili diğer kurum ve kuruluşlardan seçimleri
izlemek isteyen temsilcileri davet edeceğiz. Demokratik Kurumlar ve İnsan
Hakları Bürosunun seçimlere ilişkin değerlendirme ve tavsiyelerini, vakit
kaybetmeksizin takip etmeyi kabul ediyoruz."
Bu Şarta göre, seçimlerin
adil yapılması, yardımlaşma ve uluslararası bölgesel kurum ve kuruluşlardan
seçimleri izlemek isteyen gözlemcileri davet zorunluluğu vardır. Bu Şartı
imzalamamıza rağmen, seçimlerde gözlemcilik yapmak için gelen uluslararası
kuruluşların temsilcilerinin görevlerini yapmalarında çeşitli sorunlarla
karşılaşıldığı bir vakıadır. Avrupa Güvenlik Şartı, bir sözleşme değil, bir
siyasî yükümlülüktür.
Bizim, toplum olarak,
ancak ve ancak, kanunda yazılı bir hususu yerine getirme şeklinde bir
alışkanlığımız vardır. Dolayısıyla, Avrupa Güvenlik Şartının 25 inci maddesinin
uygulanabilirliği için de, bunun kanunlaştırılmasında zaruret ortaya çıktığı
anlaşılmaktadır. Kaldı ki, düzenlemedeki "sadece izler" ibaresiyle,
gözlemcilerin, görevlerini yaptıkları sırada hangi çerçevede hareket edecekleri
belirtilerek, hukukî bir zemine oturtulmuştur.
Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı bünyesinde yer alan bazı Avrupa ülkelerinde, örneğin, İspanya, Fransa
ve Almanya'da olduğu gibi, ülke genelinde yapılan seçimlerin, bu kuruluşça
gönderilecek gözlemciler marifetiyle izlenme olanağını getiren benzer
düzenlemeler yer almaktadır. Nitekim, AGİT İstanbul Zirvesi kararları
sonrasında, Arnavutluk, Makedonya ve Rusya'ya ülkemiz de gözlemci göndermiştir.
Bu düzenlemeyle, Anayasada yer alan seçimlerin açık sayım ve döküm esaslarına
göre yapılması ilkesinin uluslararası platformlarda uygulanabilirliğinin
sağlanması amaçlanmaktadır.
Değerli Başkanım ve
değerli milletvekilleri; tasarının 15 inci maddesiyle, kamu ve özel radyo ve
televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel
olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilmesine imkân
veren düzenleme getirilmektedir.
2003 yılı Katılım
Ortaklığı Belgesinin üçüncü bölümünde, her aday ülke için belirlenen alanlar,
bu ülkelerin her birinin Kopenhag Kriterlerinden doğan yükümlülüklerini yerine
getirme kapasitelerine göre saptanmıştır.
Aday ülkede,
demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, insan haklarının, azınlıkların korunması ve
azınlıklara saygıyı garanti altına alan kurumların istikrarının sağlanması
öngörülmektedir. Kültürel çeşitliliğin ve menşei ne olursa olsun, tüm
vatandaşların kültürel haklarının güvence altına alınması, mevcut
düzenlemelerin ortaya konulması ve bu alanlarda kalan kısıtlamaların
esnekleştirilmesiyle, radyo ve televizyon yayınlarıyla somut bir biçimde
erişimlerinin güvence altına alınması ifade edilmiştir.
Değerli milletvekilleri,
arz ettiğim düzenleme gerekçesi, Katılım Ortaklığı Belgesinin bir gereğidir.
Tasarının 17 nci maddesinde de, bu hakkın kullanılmasına ilişkin esas ve
usullerin, kanunun yayımı tarihinden itibaren dört ay içerisinde, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulunca hazırlanacak yönetmelikle yürürlüğe konulacağına
ilişkin hüküm getirilmiştir. Dolayısıyla, bu hakkın özüne dokunulmaksızın
kullanılmasına ilişkin esas ve usuller de, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
tarafınca tespit edilecektir.
Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının kanunlaşmasıyla, Kopenhag
Kriterlerinin ve 2003 ve 2004 yılları Katılım Ortaklığı Belgesinin öncelik
tanıdığı hususlar yerine getirilmiş olacaktır.
Yüce Meclisimiz, bu
tasarıyı kanunlaştırmak suretiyle, Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa Birliğine üye
olma yolundaki iradesini bir kere daha tezahür ettirmiş olacaktır.
Bu vesileyle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum; teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Akçam.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kâtip üyenin, maddeleri
oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
1 inci maddeyi
okutuyorum:
ÇEŞİTLİ KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN
TASARISI
MADDE 1. - 1.3.1926
tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesinde yer alan
"dört yıldan sekiz yıla kadar" ibaresi "sekiz yıldan oniki yıla
kadar" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN - 1 inci madde
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya
Araslı söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Araslı.
(CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA OYA
ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
tasarının 1 inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini
dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum ve sizleri saygıyla selamlıyorum.
Türk Ceza Kanununun, söz
konusu tasarının 1 inci maddesinde konu edilen 453 üncü maddesi, ceza hukuku,
insan hakları ve kadın hakları açısından asla çağdaş olarak
tanımlayamayacağımız bir anlayışı yansıtmaktadır. Bu durum, Türk Ceza Kanununun
453 üncü maddesi nedeniyle, pek çok uluslararası platformda olumsuzca
eleştirilmemize ve olumsuzca değerlendirilmemize neden olmaktadır. Türkiye'de,
sosyal yaşantımızda ise, özellikle evlilikdışı çocuk dünyaya getiren kadınlara,
çocuklarını öldürmeleri için büyük bir baskı uygulanmasına bu madde neden
olmakta; bu konuda, evlilikdışı çocuk dünyaya getiren kadınların ailelerinin,
bu kadınları, çocuklarını öldürmeleri için yüreklendirmelerine neden
olmaktadır.
Türk Ceza Kanununun 453
üncü maddesi, çağdaş bir hukuk anlayışına uygun değildir. Çağdaş hukuk
anlayışı, suçun kanunîliği ilkesini benimsemiştir. Suçun kanunîliği ilkesi,
kanunî suç tiplerinin açık ve belirgin bir biçimde ortaya konulmasını
gerektirir. Halbuki, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesinde, anası tarafından,
şerefini kurtarmak saikıyla, yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı öldürme fiilinin
işlenmiş olması bir suç olarak ihdas edilmiştir. Burada "şeref"
terimi, bu suçun tanımında bir belirsizlik yaratmaktadır. Şeref, kuşkusuz,
herkes için, özenle korunması gereken, en önde gelen manevî değerlerimizden
biridir; ama, şeref nedir diye size sorduğum zaman, öyle inanıyorum ki, şu
anda, şu salonda bulunan tüm değerli milletvekilleri birey olarak birbirinden
farklı tanımlar ortaya koyacaklardır. "Hangi eylem şerefi zedeler"
dediğim zaman, bu şeref tanımının bozulmasıyla, zedelenmesiyle ilgilendirilen
eylemler herkese göre farklı olacaktır; yani, şeref, bir suçun tanımında bir
unsur olarak kullanılmayacak kadar esnek, kapsamı genişletilebilecek,
belirsizlikten uzak bir kavramdır. Manevî bakımdan çok büyük değeri vardır
hepimiz için; ama, bir suçun unsuru olmak bakımından yeterli açıklığı ortaya
koyamayan bir terimdir. Bu nedenle, bu suçun tanımında böyle bir terim
kullanılmış olması, suçun kanunîliği ilkesi açısından, bu suç belirlemesinin,
çağdaş ceza hukuku anlayışına aykırı bir görünüm taşımasına neden olmaktadır.
Diğer taraftan, bu suça
baktığımızda, bu suçun, insan hakları anlayışı bakımından pek de bizim olumlu
biçimde değerlendirmemize elverişli olmadığını görmekteyiz. Yaşam hakkı, her
toplumda ve özellikle çağdaş toplumlarda temel bir haktır. Hiçbir hak yaşam
hakkının önünde değildir. Biz, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesiyle ne
yapıyoruz; annenin şerefini çocuğun yaşam hakkının önüne koyuyoruz ve anneye
diyoruz ki: "Şerefini kurtarman gerekiyorsa, çocuğunu öldür, başka adam
öldürme fiillerinden daha az ceza alırsın; çünkü, biz, sana daha az ceza tertip
ettik!"
Değerli arkadaşlar
"şeref" kavramı önünde ölüme terk ettiğimiz, öldürülmesine izin
verdiğimiz varlık kimdir; kendisini, annesinden gelecek bu fiile karşı müdafaa
edebilme imkânı bile olmayan yeni doğmuş bir yavrudur. Onun yaşam hakkını
korumuyoruz biz bu düzenlemeyle. Hangi çağdaş insan hakları anlayışıyla böyle
bir düzenlemeyi bağdaştırmak mümkündür. Size, bunu sormak istiyorum.
Kadın haklarına aykırıdır
bu madde; çünkü, kadınların -biraz önce söylediğim gibi- evlilikdışı
çocuklarını öldürmeleri için onların üzerinde aile baskısı kurulmasına neden
olmaktadır.
Elimizi vicdanımıza
koyalım, yadsıyamayız, Türkiye'de yaşadığımız bir gerçek bu; çöplüklerden,
tuvaletlerden, aile baskısı nedeniyle öldürülmüş çocuklar toplanıyor
küçümsenemeyecek sayıda. Niçin; çünkü, kadına deniliyor ki "bunu yaptığın
zaman ailenin şerefi kurtulur ve sen de, öyle her adam öldürme fiilinden olduğu
gibi, çok büyük bir ceza almadan, daha az yılla bu olaydan kurtarırsın
kendini." Kadınları böyle bir baskı altına terk etmeye kimin hakkı var
değerli arkadaşlarım?! Biz, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesiyle bunu
yapıyoruz.
Dünyada, gelişmiş
ülkelerde böyle bir hüküm var mı?! İddia ediliyor bazen görüşülürken, Avrupa
ülkelerinde de böyle düzenlemeler var diye. Değerli arkadaşlarım, var değil;
vardı; birer, ikişer bu düzenlemeler kaldırılıyor. Almanya kaldırdı; bu
doğrultuda bir düzenlemesi vardı; ama, çağdaş ceza hukuku yaklaşımları ve insan
hakları anlayışı doğrultusunda, 1998'de Ceza Kanununda değişiklik yaparken 217
nci maddesini kaldırarak, bu suçu hukuk düzeni dışına attı. Fransa'da, Ceza
Kanununda, aynı şekilde, bu olay bir suç olarak kaldırıldı. İtalyan Ceza
Kanununda ise, 1981'de yapılan değişiklikle, doğum sonrası heyecanı suçu haline
getirildi.
Psikolojiyle meşgul
olanlar, doğum ve kadın hastalıkları uzmanları bilirler ki, doğum, bazı
kadınlarda depresyona yol açar, aşırı bir heyecan hali doğurur ve bu heyecan
haliyle, kadınlar, çocuklarını öldürebilirler. Bu, tıbbın tanıdığı, tanık
olduğu bir olaydır veya kadın, terk edilme, kendisini çok güvencesiz görme gibi
bir anlayışla çocuğunu öldürebilir. İşte, aşırı bir heyecan haline bağlı olan
bu tür ölümleri, ayrı bir suç halinde düzenlemeyi uygun görmüştür İtalya.
Biz ne yapıyoruz
getirdiğimiz düzenlemeyle; Türk Ceza Kanunumuzun 453 üncü maddesinde, böyle bir
heyecan haline bağlı bir suç ihdas etmiyoruz; tamamen şerefi kurtarmak amacıyla
yapılan çocuk öldürmelerine ilişkin bir suç düzenliyoruz. Böyle bir
düzenlemenin, bugün, çağdaşlaşmış, gelişmiş demokratik ülkelerin ceza
hukuklarında yeri yok; eskinin değer yargılarına bağlı bir biçimde bu tür hüküm
ihdas etmiş olanlar da, biraz önce söylediğim gibi, bu hükümleri ceza
kanunlarından birer ikişer ayıklıyorlar.
Şimdi, şurada bizim
önümüze bir fırsat geldi; Ceza Kanunumuzu çok daha çağdaş bir hale getirmek
fırsatı geldi; insan hakları konusunda daha çağdaş yaklaşımlar benimsediğimizi
kanıtlayabilmek için önümüze bir fırsat geldi. Ben diyorum ki, bu fırsatı
gereğince değerlendirelim ve çağdaş bir ceza hukuku anlayışına, insan hakları
anlayışına, kadın hakları anlayışına sığmayan bu hükmü, ceza hukukumuzdan
tümüyle kaldıralım. Cezaları ağırlaştırmakla yetinmeyelim, cezayı ağırlaştırmak
hiçbir sorunu çözmez.
Biliyorum, bazı
arkadaşlarımız diyecekler ki, bu, Türkiye'nin bazı bölgelerinde çok büyük bir
önem taşıyor. Kadınlar, bu tür çocuklarından eğer kurtulmak istiyorlarsa, doğum
öncesi birtakım yöntemlerden yararlanabilmek imkânına sahip değiller,
bilmiyorlar bile bunu; onun için bu hüküm kalsın. Bunu diyen arkadaşlarımız
var; ama, bunu diyebilmek, benim insan hakları kavrayışıma sığmıyor. Bir
hukukçu olarak, hukuk mahkemesi...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
OYA ARASLI (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Araslı.
OYA ARASLI (Devamla) -
Değerli arkadaşlarım, eğer, böyle bir sorun varsa, böyle bir suçu muhafaza
etmek yerine, gelin, bu durumdaki anneleri kurtarabilmek için, bu durumdaki
çocuklara daha iyi bir yaşam sağlayabilmek için, gerekli düzenleri kuralım;
ama, bu hükmü Ceza Kanunumuzdan kaldıralım.
Bu konuda verilmiş olan
bir önergemiz var; ona destek vereceğinizi umarak, sizleri saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Araslı.
AK Parti Grubu adına,
Aydın Milletvekili Sayın Semiha Öyüş; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 10
dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA
SEMİHA ÖYÜŞ (Aydın) - Sayın Başkan, değerli üyeler; Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde
görüşlerimi sunmak üzere söz aldım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Türk Ceza Kanununun 453
üncü maddesinde, öldürme fiili, anası tarafından, şerefini kurtarmak saikıyla,
yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı işlenmiş ise, faile verilen cezanın dört
yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası olması öngörülüyordu. Yeni doğmuş çocuğu
öldürmek, diğer adam öldürme fiilinden farklı görülmeyebilir; ancak, ülke
gerçeklerine baktığımızda, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesiyle düzenlenen
fiile, daha çoklukla, kırsal kesimde yaşayanlar arasında rastlıyoruz.
Adam öldürme, bir hiddet
veya nefret hissiyle olur. Halbuki, yeni doğmuş bir çocuğun, böyle bir hiddet
ve nefret hissi vermesi mümkün değildir. Yeni doğmuş çocuk, olsa olsa, sevgi ve
şefkat hissi verir. Bu halde, yeni doğmuş çocuğunu, bir anne nasıl
öldürebilir?! Yeni doğmuş çocuğunu öldüren annenin, ekseriya, ruhî bir buhran
ve manevî bir zaruret içerisinde, bu suçu işlediğinin kabulü gerekir. Bu
nedenle, daha az bir cezayla cezalandırılması kural olmalıdır. Şeref kurtarma
kaygısıyla suç işleme arasındaki ruhî mücadelenin mevcudiyetinin sübutu
halinde, daha az cezaya karar verilmelidir. Cezayı azaltıcı kanunî sebep
olarak, şeref kurtarma kaygısıyla hareket etmek, suç vasfını değiştirmez. Adam
öldürme suçu vardır; bu nedenle, ana dışında hiç kimsenin bu azaltıcı sebepten
yararlanması mümkün değildir.
Bu türde yasa
uygulamaları çeşitli Avrupa ülkelerinde de vardır. Örneğin, İspanya Ceza
Kanununun 410 uncu maddesinde, Portekiz Ceza Kanununun 356 ncı maddesinde,
İtalya Ceza Kanununun 578 inci maddesinde, Hollanda Ceza Kanununun 290 ve 291
inci maddelerinde, Danimarka Ceza Kanununun 238 inci maddesinde, bu neviden bir
suç söz konusu olduğunda, kasten adam öldürmeye belli indirimler yapılmaktadır.
Tasarıyla, mevcut yasal
düzenlemedeki caydırıcılığı artırmak için, cezalandırma seviyesi
yükseltilmiştir. sekiz ile oniki yıl arası hapis cezasının etkili bir
caydırıcılığı olacağı inancıyla, tasarıyı olumlu buluyor; Yüce Meclisi, tekrar,
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın Öyüş.
Madde üzerinde, şahsı
adına söz isteyen Niğde Milletvekili Orhan Eraslan. buyurun. (CHP sıralarından
alkışlar)
ORHAN ERASLAN (Niğde)-
Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer üyeleri; Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesi
hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu
maddeyle, Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesinde düzenlenen bir fiilin,
cezasının daha da ağırlaştırılması olarak bir düzenleme yapılmış bulunuyor.
Orijinal halinde dört yıldan sekiz yıla kadar olan hapis cezası, Hükümet
tasarısında "altı yıldan on yıla kadar" şeklinde artırılmıştı, daha
sonra, komisyondaki görüşmelerimiz neticesinde "sekiz yıldan oniki yıla
kadar" olarak düzenlendi.
Nedir bu 453 üncü madde,
onu açıklamak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, Türk Ceza Kanununun 453 üncü
maddesi aynen şöyle diyor: "Öldürme fiili, anası tarafından, şerefini
kurtarmak saikıyla yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı işlenmiş ise, faile, dört
yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir." Yani, kendi annesi, kendi
doğurduğu çocuğu, şerefini kurtarmak amacıyla öldürdüğünde -genel hükümlerden
ayrılıyor burada Ceza Kanunumuz, özel bir hüküm düzenlemiş oluyor- az bir
cezayla kurtulma imkânı veriliyor.
Peki, bir soru sormak
istiyorum: Yeni doğmuş çocuğu anası öldürdüğünde annenin şerefi kurtuluyor mu?
Bu sorunun cevabını arayacağız; çünkü, şeref, suçun unsuru olduğuna göre,
şerefini kurtarmış olması lazım. Bana göre, ister meşru ister gayrimeşru olsun,
yeni doğmuş çocuğunu öldüren annenin şerefi kurtulmuyor, bilakis, daha da
şerefsiz hale geliyor, şerefi daha da lekelenmiş oluyor. Peki, burada
kastedilen, ailenin şerefini kurtarmak mı; bana göre, ailenin sabıkasına bir de
cinayet ekleniyor, ailenin de şerefi kurtulmuyor. O zaman, toplumumuzda olumsuz
ayırımcılığı hızlandıracak ve kadınlarımızı, anneleri, bir biçimde, hele hele
tıbbın her türlü olanakları varken, cinayete sürükleyecek bu maddenin, Ceza
Kanunumuzda, artık, yer almaması gerekir.
Değerli arkadaşlarım, nitekim,
buna paralel olarak, Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesi vardır, meşhur
"namus cinayetleri" maddesi; bu tasarının 19 uncu maddesiyle -biraz
sonra, ilerleyen saatlerde göreceksiniz- 462 nci madde tamamen yürürlükten
kaldırılıyor. 462 nci maddenin biçimi daha da ağırdır; yani "yukarıda
geçen iki fasılda beyan olunan fiiller, zinayı icra halinde veya gayrimeşru
cinsî münasebette bulunduğu esnada meşhuden yakalanan" diye başlayan ve
"bir koca veya karı yahut kız kardeş veya fürudan biri" diye devam
eden bir maddedir. Burada, fiilin muayyen olan cezası sekizde 1'e kadar
indiriliyordu; bunu kaldırıyoruz. Bakın, bunu kaldırıyoruz, ama, bundan daha
ehven olma durumu taşıması gereken ve bir anneye kendi yavrusunu öldürmede ceza
indirimini öngören maddeyi tümden kaldırmıyoruz. Bir biçimde, bu maddenin
Avrupa Birliği müktesebatına aykırı olduğunu da biliyoruz, bildiğimiz için bu
paket içerisine almışız "dört yıldan sekiz yıla kadar" yerine
"sekiz yıldan oniki yıla kadar" dersek kurtarırız diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu,
tabiî ki, ceza hukukuna temelden aykırı, insan haklarına aykırı. Bir başka şeye
de aykırı; hatırlayacaksınız, çok yakın bir zamanda, Medenî Kanunumuzda bir
değişiklik yaptık, evlilikiçi çocuk ile evlilikdışı çocuğu eşit hale getirdik,
nesebi sahih çocuk ile gayrisahih çocuğu eşit hale getirdik; buna da aykırı.
Evlilikdışı doğan bir çocuğu Ceza Kanunu yönünden farklı bir yerde görüyoruz;
yani, bir anne, evlilikiçi çocuğunu öldürürse adam öldürmekten yargılanacak,
evlilikdışı çocuğunu öldürürse adam öldürmekten yargılanmayacak, 462 nci
maddeden yargılanacak. Bunun insan haklarına uygun bir yanı yok -benden önceki
konuşmacı Sayın Oya Araslı açıkladı- kadın haklarına uygun bir yanı yok,
eşitliğe uygun bir yanı yok ve çağdaş hukuka uygun bir yanı yok.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Eraslan.
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Eğer, şimdi kaldırmazsak, bir süre sonra, numaralandırdığımız paketlerden
birinde, 453 üncü maddenin tümünü kaldırmak için bir düzenleme yapma
zorunluluğuyla karşı karşıya kalabiliriz.
Değerli arkadaşlarım,
yeni doğmuş çocuğun annesi tarafından öldürülmesini telkin, teşvik ve tahrik
edici nitelikte olan bu maddenin hukukumuzda yeri olmamalıdır, bu fiili işleyen
de genel hükümler dairesinde yargılanmalıdır diyor, bu hususta vereceğimiz
önergeye desteğinizi bekliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Eraslan.
Şahsı adına, Diyarbakır
Milletvekili Sayın Cavit Torun; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5
dakikadır.
CAVİT TORUN (Diyarbakır)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde
görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım.
Ben de, diğer hukukçu
arkadaşlarım gibi, tasarının 1 inci maddesiyle değiştirilen Türk Ceza Kanununun
453 üncü maddesinin yasa metninden çıkarılmasından yana görüş beyan etmek
istiyorum; zira, yeni doğmuş olan bir çocuğun, canice, annesi tarafından
öldürülmesini kabul etmenin hiçbir şekilde imkân ve ihtimali bulunmuyor.
Tasarının ileride görüşeceğimiz maddelerinden bir tanesinde "namus
cinayeti" olarak bildiğimiz cinayetlerle ilgili yasa maddesi, yasa
metninden bütünüyle çıkarılıyor. O maddenin yasa metninden çıkarılıyor olmasına
rağmen, bu maddenin yasa metninde kalmış olmasını anlamanın imkânı yok; zira,
yarın öbür gün, böyle bir dava hâkim huzuruna geldiğinde, çocuğunu öldüren
kadın, ileride ağır tahrik hükümlerinden yararlanacak ve sekiz yıllık ceza çok
hafif bir şekilde geçiştirilmiş olacak.
Tasarının bu kısmıyla
ilgili görüşümü açıkladıktan sonra, genel olarak bazı konulara değinmek
istiyorum.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye uzun zamandan beri kabuk değiştirmeye, demokrasiyi
ülkeye yerleştirip, hâkim kılma ve Batı ülkelerinde olduğu gibi insanı
yüceltip, yükseltme azmi içerisinde bulunuyor. Bu azim ve gayrete katılmaktan
büyük onur duyuyorum. "İnsanı yücelt ki, devlet yücelsin"
felsefesinin temeli de budur. Biz, yıllarca, devleti yüceltelim ki, insanımız
da yücelsin azim ve gayreti içerisinde olduk; ancak, devleti yüceltirken,
insanımızı küçümsedik ve devleti payidar kılmanın yolunu, insan haysiyet ve
onurunun çiğnenmesinde bulduk. Yasalarımızı ona göre dizayn ettik. Demokrasimiz
bu uygulamalardan çok yara aldı ve neredeyse her geçen on sene kerahet vaktinin
doğumu gibi algılandı. Bu türden olan her doğum, ülke ve insanımızın bahtının
kararmasına neden oldu. Şimdilerde ve özellikle 3 Kasım seçimlerinden sonra,
insanlarımızın demokrasi bilinçlerinin geldiği seviyeden herkesin önemli
dersler çıkarması gerekiyor; bu, ülkenin ufkunun, milletin bahtının açıldığını
gösteriyor. Buradan alınan güçle, ardı arkasına uyum paketleri Yüce Meclisin
gündemine geliyor. 22 nci Dönem Parlamentosu Beşinci Uyum Paketini çıkardı,
altıncısını bugün çıkaracağız.
Bu paketle çok önemli
değişiklikler yapılıyor. Şimdiye kadar anadilde yayın yapılması ve konuşma
özgürlüğü verilmesi konusunda görüş ve fikir beyan edenler, çok ıstırap çektiler;
binlerce insanın hapishane köşelerini boyladığını biliyoruz, halen de bu iş
devam ediyor.
Düşünce, fikir ve
inançlar önünde Türkiye'de büyük engeller var. Yapılan değişiklikler yeterli
olmamakla birlikte, önemli aşamaları bir bir katediyoruz. Ancak, bütün bunları,
Avrupa Birliğiyle uyum yasaları biçiminde getirmemiz ve bu konularda bugüne
kadar gecikmemizin kabul edilebilir yanı yoktur.
Ben, tüm bu
değişikliklerin, bu ülke insanının ihtiyacı olduğu için yapılmasını bekler ve
dilerdim; fakat, bugün, hâlâ, bu noktaya, Avrupa Birliğine uyum sayesinde
gelmiş olmamızın mutluluk verdiğini de asla unutmamalıyız.
Bu ülkede azınlıkların
değil, çoğunlukların bile inanç, düşünce ve fikir özgürlüğünün bulunmadığı bir
vakıadır. Bu yönde ileri sürülen aksi fikirler, mızrağın çuvala sığdırılmasına
yetmemektedir. Hâlâ, binlerce kız öğrenci inançları sebebiyle özgürce
okullarına gidememekte, mağduriyet ve mahzuniyet, sabır taşlarını çatlatacak
duruma gelmiş bulunmaktadır.
Yine bu ülkede,
ilköğretim okullarını bitirmemiş olan çocuklarımız, inançlarının kitabını
serbestçe, gidip, okuma imkânını bulamıyorlar.
Umarım ve dilerim, bundan
sonraki paketlerde, ülkenin Avrupa Birliğine uyumu çerçevesinde, önündeki tüm
engelleri kaldırmak için elinden gelen çabayı göstermek ve ileri adımlar atmak
görevimiz olacaktır.
OYA ARASLI (Ankara) -
Maddeyle ilgili konuşsun.
CAVİT TORUN (Devamla) -
Hemen kabul edelim ki, ordumuza büyük saygı duyuyoruz, onun kılına dokunacak
hiçbir tavrı kabul etmemizin imkânı yoktur; ancak, Millî Güvenlik Kurulunun
bugünkü yapısıyla, Birliğe katılımın imkânsız olduğunu da hiçbir zaman gözden
ırak tutmamalıyız. Bununla işin şöyle bir yanı ortaya çıkıyor. (CHP
sıralarından gürültüler)
İSMET ATALAY (İstanbul) -
Maddeyle ne alakası var.
CAVİT TORUN (Devamla) -
Biz, başkalarının evinde pijamalarımızla dolaşamayız.
BAŞKAN - Sayın Torun,
maddeyle ilgili konuşursak...
CAVİT TORUN (Devamla) -
Yasalarımızın ismi, halk nazarında, neden Avrupa Birliği Uyum Yasası; açık ve
belli ki, biz bir yerlere girmek istiyor ve onların yaşam biçimlerinin zarurî
kıldığı yasal düzenlemeleri uygulamaya koymaya çalışıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Torun.
CAVİT TORUN (Devamla) -
Biz, isteyelim istemeyelim, bu müktesebata uymak zorundayız. O bakımdan, yerli
yersiz "bizim her şeyimiz iyidir, Avrupalıların bize yönelttikleri
yanlışların dinlenebilir yanı yoktur" biçimindeki değerlendirmeler çokça
bir anlam ifade etmiyor.
Uyum Paketinde, herkesin
çocuğuna istediği ismi verebilmesi; tutukluların, derhal avukatlarıyla görüşme
imkânının getirilmesi; azınlıklara, vakıflarını 18 ay içerisinde tescil ettirme
hakkının verilmesi; idarenin verdiği kararlara karşı Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin kararı uyarınca iadei muhakeme hakkı tanınması; İmar Kanununda
şimdiye kadar yer alan "cami"
ibaresinin "ibadet yeri" olarak değiştirilmesi ve Türk Ceza
Kanununun 462 nci maddesinin Ceza Kanunundan çıkarılması devrim niteliğinde
değişiklikler olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır.
Bu vesileyle, yasa
tasarısının tümünü destekliyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Torun.
1 inci madde üzerinde 1
adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 180
sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının
1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Orhan Eraslan |
Oya Araslı |
Haluk Koç |
|
Niğde |
Ankara |
Samsun |
|
Mustafa Özyürek |
Haşim Oral |
Atilla Kart |
|
Mersin |
Denizli |
Konya |
Madde 1.- 1.3.1926
tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 453 üncü maddesi yürürlükten
kaldırılmıştır.
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?..
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükümet önergeye
katılıyor mu?..
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, bu konuyla ilgili olarak kısa bir açıklama yapmam
gerekiyor:
Burada dile getirilen
hususlar, zannediyorum, konuyu yanlış bir zemine oturtuyor. Burada, kimse,
çocuğun öldürülmesine cevaz vermiyor; kimse, kasten adam öldürmeye bir kolaylık
gelsin istemiyor. Ancak, bu düzenlemeleri yaparken, hayatın gerçeklerini,
içinde yaşadığımız toplumun, dünyanın gerçeklerini de bir ölçüde dikkate almak
gerekiyor. Tabiatıyla, Türk toplumunun da önemli bir kısmı halen kırsal kesimde
yaşıyor. Orada kadınların ne ölçüde himaye gördüğü, ne ölçüde hak ve hukuka
sahip olduğunu hepimiz biliyoruz; büyük şehirlerin varoşlarında onların nasıl
himayesiz kaldığını, hukuken yetersiz şartlar altında yaşamak durumunda
kaldığını biliyoruz. Dolayısıyla, bu gerçek, yalnız bizim toplumumuzun değil,
Avrupa'nın da gerçeğidir. Adı üzerinde, bunlar uyum yasalarıdır. Uyum
yasalarını yaparken, şüphesiz, bu düzenlemelerde, içinde yer almaya
çalıştığımız ülkelerin hukukunda ne var; onları da dikkatle incelemeye ve
değerlendirmeye gayret ediyoruz. Zannediyorum, burada biraz eksik bilgi
verildi. Almanya dışında bütün ülkelerde -İspanya, Portekiz, Yunanistan,
Danimarka, İsveç, Fransa dahil olmak üzere- bu neviden fiiller suçtur; ancak,
bu saik altında işlenmiş olması da bir indirim sebebi olarak kabul edilmiştir.
Halen yürürlükte olan
Türk Ceza Kanununa göre cezası belli ölçüde tutulmuş idi; tasarı hazırlanırken
bu cezada, bir anlamda caydırıcılığı temin edebilmek bakımından bir artırıma
gidilmiştir. Dün yapılan komisyon müzakerelerinde komisyon üyesi
arkadaşlarımızın verdiği önergeyle bu cezalar biraz daha artırılmıştır.
Dolayısıyla, bugün, eğer birileri, işte, medenî dünya, Batı dünyası, Avrupa bu
noktalarda hiçbir indirim yapmıyor deyip, sanki bizim toplumumuza mahsus bir
düzenleme, bizim toplumumuzun bir eksikliği gibi konu takdim edilirse bizim
toplumumuza da haksızlık olur.
Dolayısıyla, bütün Batı
hukukunda, Almanya dışında, bu neviden fiiller suçtur; ancak, cezada bir
indirim sebebi olarak kabul edilmiştir. Bunları da hesaba katarak komisyon dün
değerlendirmesini yapmış, cezada bir miktar da artırıma gidilmiştir.
Dolayısıyla, biz önergeye katılmıyoruz.
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
konuşacak mısınız?
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Evet.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Eraslan. (CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5
dakikadır.
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; önergem üzerinde söz almış
bulunuyorum.
Tabiî, Sayın Bakanın
açıklamalarına katılmak mümkün değil. Bir kere, Fransa'da bu ceza kalkmış
bulunuyor; onu Sayın Bakanımıza hatırlatıyorum.
Ayrıca, Avrupa
ülkelerinde de var olan ceza bizdeki gibi şerefini kurtarma şartına bağlı
değildir; o, sadece bizde şerefini kurtarma şartına bağlıdır. Bir kadın kendi
doğurduğu çocuğu öldürmekle nasıl şerefini kurtarabilir; bunun bir açıklaması
varsa, bunu açıklayacak bir babayiğit varsa açıklasın bir görelim. Orada şu
vardır: Kendini güvencesiz ve desteksiz hissetmesi sonucu... Bu ikisi farklı
şey. Şeref saik başka bir şey, güvencesiz ve destekten yoksun hissetmesi başka
bir şey. Onun için, bu madde Avrupa Birliği müktesebatına uygun değildir;
birincisi bu. Şahsım adına daha önce yaptığım açıklamalardaki her şey burada
geçerli.
Bir şeyi daha söyleyelim:
Sanki, Türk Ceza Kanunundan 453 üncü maddenin çıkarılmasını istemekle dinî
inanca aykırı bir şey yapılıyormuş gibi bir hava verildi demin arkadaşlarımızın
birisi tarafından. Tam tersine; İslamiyetin istediği de bu; sabi, sübyan, ağzı
var dili yok, kendini hiç müdafaa edemeyecek, nefsini koruyamayacak bir insanın
hayatını koruyoruz. Her ne sebeple olursa olsun, dünyaya gelmiş, hiç kimseye
bir şey söyleyemeyecek durumdaki; bir çocuğun annesi tarafından öldürülmesinin
kolaylaştırılmasına engel olmak istiyoruz; İslama uygun olan da budur.
METİN KAŞIKOĞLU (Düzce) -
Dini siyasete alet etme!..
ORHAN ERASLAN (Devamla) -
Dini siyasete, biraz önce, bir arkadaşımız alet etti. Türkiye'de din
özgürlüklerinin önünde hiçbir engel yoktur. Türkiye'yi Avrupa'ya jurnallemekten
vazgeçin. Türkiye'de din istismarı vardır, din özgürlüklerinin önünde hiçbir
engel yoktur. Kim ibadet ederken engellenmiş?!
Saygılar sunarım. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Eraslan.
Komisyonun takdire
bıraktığı, Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
1 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
2 nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2. - 5.6.1935
tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 2. -
Cemaat vakıfları, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay
içinde 1 inci maddenin yedinci fıkrası uyarınca tescil başvurusunda
bulunabilirler.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın
Onur Öymen; buyurun.
Konuşma süreniz 10
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ONUR
ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 2 nci maddesi, 5 Haziran 1935
tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanununa bir geçici madde eklenmesiyle
ilgilidir. Buna göre, biraz önce de okunduğu gibi, cemaat vakıfları, bu kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onsekiz ay içinde 1 inci maddenin yedinci
fıkrası uyarınca tescil başvurusunda bulunabileceklerdir.
Kuşkusuz, bu değişiklik,
Türkiye'de yaşayan gayrimüslim vatandaşlarımıza ait vakıflara önemli bir
avantaj sağlayacaktır; insanî açıdan bakıldığında, buna itiraz etmek mümkün
değildir. Gayrimüslim vatandaşlarımız da bizim insanlarımızdır, onların
haklarını korumak da bizim görevimizdir. O bakımdan, eğer, bu vatandaşlarımızın
önünde birtakım engeller varsa, gayet tabiî ki, bu engelleri kaldırmak da
görevimizdir.
Hükümetin attığı adım, bu
konuda önerdiği adım, olumlu bir adımdır; bunu, biz de destekliyoruz; ama,
madalyonun bir de başka tarafı var. Uluslararası ilişkilerde en önemli
ilkelerden biri, karşılıklılık ilkesidir. Biraz önce, değerli arkadaşım Haluk
Koç da, bu konuyu, Yüce Meclise arz etti. Acaba, yurt dışındaki Türk
vakıflarının durumu nedir, bunu hiç araştırdık mı; acaba, yurt dışındaki
soydaşlarımız bu gibi konularda hangi engellerle karşılaşıyorlar, bunu araştırdık
mı; hükümetimiz, Avrupa Birliğinden gelen beklentiler, talepler doğrultusunda
Türk yasalarını değiştirirken, acaba, bizim insanlarımız, aynı konularda Avrupa
Birliği ülkelerinde ne gibi sıkıntılarla karşılaşıyorlar, bunu hiç araştırdı
mı, bunun üzerine gitti mi, bunun için girişimde bulundu mu?! Sanmıyoruz, hiç
duymadık. Bulunduysa, hükümet, buradadır; Yüce Meclise bilgi versin; bunları
öğrenmekten çok mutlu oluruz. Biz, sadece, kendisinden talep edilen hususları
yerine getiren bir devlet konumuna düşmemeliyiz; biz de, haklarını arayan,
gerek yurt içinde gerek yurt dışında soydaşlarımızın hakkını arayan bir devlet
olmalıyız.
Değerli arkadaşlar, Sayın
Koç'un söylediği Yunanistan'daki vakıflar meselesi, bunun çok tipik bir
örneğidir. Türkiye'deki Rum vakıfları ne kadar hakka sahipse, Lozan'a göre,
Yunanistan'daki Türk vakıfları da o kadar hakka sahiptirler. Peki,
kullanabiliyorlar mı; hayır, kullanamıyorlar. Cunta idaresinin daha 1960'lı
yıllarda koyduğu bazı kurallarla, bizim Türk vakıflarımız, oradaki Yunan
yönetiminin, Yunan Hükümetinin denetimi altına girmiştir. Bugün, Batı
Trakya'daki Türk vakıflarını Yunan hükümetinin tayin ettiği kayyımlar idare
ediyor. Yunanistan'da, o kadar rejim değişmiştir, o kadar değişiklik olmuştur,
o tarihten sonra, Yunanistan Avrupa Birliğine girmiştir; fakat, bu sistem,
bugün dahi değişmemiştir. Buna karşı ne yapıyoruz; buna karşı, hükümetimiz,
hangi girişimi yapıyor bilmek isteriz.
Biz de Yunanistan'la
dostluk istiyoruz, biz de Yunanistan'la ilişkileri yumuşatmak istiyoruz; biz
de, devlet adamlarımız el sıkışınca, birlikte demeçler verince memnun oluyoruz;
ama, arkadaşlar, Türk-Yunan politikasını
iyileştirmek, sadece, sirtaki oynamakla olmaz. Türk-Yunan politikasını
iyileştirmek istiyorsanız, önce, haklarınıza sahip çıkacaksınız; önce,
Yunanistan'daki soydaşlarınızın hakkına sahip çıkacaksınız. Orada, vakıflar
konusunda olsun, eğitim konusunda olsun pek çok sıkıntımız var. Biliyor musunuz
ki, Yunanistan Avrupa Birliğine girdikten sonra, yirmi yıl boyunca, orada yaşayan 45 000 soydaşımız
"yasak bölge" denen bir bölgede yaşıyorlardı. Daha önce de söyledik;
Yunanistan, AB üyesi olduktan sonra, yirmi yıl, bu insanları orada yaşatmaya
devam etmiştir; Türklerin yaşadığı bu bölgeye, bir tek yabancı girememiştir;
bunları biliyor musunuz?
Evet, iyileştirmeler
yapalım, gayet tabiî ki yapalım. Ben, Batı Trakya'da görev yapmış bir
arkadaşınızım; orada, soydaşlarımız, bize, her zaman şunu söylüyorlardı:
"Bize, burada, bu kadar kısıtlama getiriliyor, bu kadar eziyet yapılıyor;
buna mukabil, siz, Türkiye'de hiçbir karşılık vermiyorsunuz, hiçbir şey
yapmıyorsunuz. Biz, İstanbul'daki Rumların durumuna gıpta ediyoruz" Şimdi,
bir parça düzeldi belki, eskisi kadar sıkıntılı durum yok denilebilir birçok
bakımdan; ama, gene de, arada çok fark var. İşte, vakıflar, bunun örneklerinden
biridir.
Şimdi, -gene Sayın Koç
bahsetti- birkaç gün önce, hükümete, bir sözlü soru önergesi verdik; buna,
henüz cevap alabilmiş değiliz.
Aynı şekilde, gene, bu
azınlıklarla ilgili olarak, Batı Trakya'daki Türk azınlığının durumuyla,
İstanbul'daki Rum azınlığının durumu çok farklıdır. İstanbul'daki Rumlar
serbestçe patriklerini seçecekler; bizim oradaki müftülerimizi halk seçti diye,
siz, müftüyü yargılayacaksınız, hapse atacaksınız; Avrupa İnsan Hakları Divanına
gidecek, Yunanistan'ı mahkûm ettirecek karar çıkacak, müftümüze, gene, görevini
yaptırmayacaksınız. Buna karşı, hükümet olarak ne yapacaksınız; sessiz
kalacaksınız... İşte, bu olmaz. Avrupa Birliğine girmeyi, biz, herkesten çok
istiyoruz; ama, boynumuzu bükerek değil; her dediklerine baş eğerek değil.
Haklı oldukları yerde gayet tabiî ki dediklerini yapacağız, kurallara uymak
gayet tabiî ki bizim de görevimiz. 80 000 sayfalık kanunlar bizim de kanunumuz
olacak, biz bunları biliyoruz ve çağdaşlaşma konusunda biz hiç kimsenin
gerisinde değiliz; ama insaflı olalım, aynı konularda eğer bizim insanlarımız
Avrupa Birliği ülkelerinde sıkıntı çekiyorlarsa, bu konuda da sessiz
kalmayacağız, hakkımızı arayacağız; bu bizim görevimizdir.
Arkadaşlar, unutmayınız
ki bu azınlıklar konusu Lozan'ın en önemli maddelerinden biri olmuştur;
vakıflar da dahil olmak üzere, bu konu Lozan'da çok uzun boylu görüşülmüştür,
Türkiye, Lozan'da çok büyük baskılara maruz kalmıştır azınlık hakları
konusunda, kapitülasyonlar konusunda; İsmet Paşa bütün bu baskılara direnmiştir
ve bugünkü metni çıkarttırmıştır ortaya. İşte, Lozan'a göre vakıfların statüsü
ne ise biz ona uyacağız; ama Yunanistan'ın da uymasını isteyeceğiz; bizim
ölçümüz budur. Aynı şekilde, Lozan'da İstanbul Patriğine verilmemiş sıfatların
kullanılmasına izin vermeyeceğiz. Lozan'da ekümenik sıfatı var mı; ekümenik
sıfatı yoktur. Peki, o zaman İstanbul'daki patrik bu sıfatı nasıl
kullanabiliyor; bu sıfatla nasıl konferanslar veriyor; buna karşı tepkimiz
nedir? Efendim, biz Vatikan'da diplomatik girişim yaptık; yetmez. Bu, bir
siyasî konudur, Lozan'ın deldirilmesi, aşındırılması konusudur, siyasî girişim
yapacaksınız; devlet budur. Kendine saygısı olan devlet, altında imzası olan
anlaşmaları çiğnetmeyen devlettir. Bu anlaşmaları imzalayan insanlar büyük
çabalarla en zor şartlar altında dünyanın en büyük devletlerine direnerek bunu
sağlamışlardır. Şimdi, bunun aşındırılmasına göz yummaya bizim hakkımız var mı
arkadaşlar. Bu konu son derece önemlidir, bir kere daha dikkatinize getiriyorum,
hükümetin dikkatine getiriyorum; biz, Avrupa Birliğiyle bütünleşeceğiz diye,
temel haklarımızdan, çıkarlarımızdan, itibarımızdan vazgeçmeyeceğiz.
Ekümenik patrik demek ne
demektir; evrensel patrik. Bu, sadece bir sıfat mı acaba? Kartvizite yazılan
bir kelimeden ibaret mi, yoksa bundan fazla bir şey mi? Kartvizitinize kelime
yazmaktan ibaret değil bu; bu demektir ki, ben bütün Ortodoksların kilisesinin
başkanıyım, yani İstanbul'daki Rum Ortodoksların dışında, başka Ortodoks
kiliseleri de var, onun da başıyım diyor; hangi hakla, nereden alıyor bu
yetkiyi?! Patriğe, bütün din adamlarına saygı gösteririz hangi dinden olursa
olsun; ama, bu konularda, Lozan'ı, Türk yasalarını ihlal etmeye kimse
kalkışmasın. Devlet olarak, biz, bunu, büyük bir hassasiyetle izlemek
zorundayız, hükümetten de aynı hassasiyeti bekliyoruz. Bunu yapmadığımız
takdirde, kendimize olan saygımızı kaybederiz, devlet olarak ciddiyetimizi
kaybederiz, altında imzamız olan anlaşmaları koruyamaz duruma düşeriz.
Hükümetten, bu konularda hassasiyet bekliyoruz.
Demin bir arkadaşım dedi
ki: "Efendim, 'yabancılar haksızdır' demek doğru değildir. Gayet tabiî ki,
Türkiye'de, Müslümanların da dinî kısıtlamaları var." Arkadaşlar, bu,
bence, son derece yanlış, haksız, insafsız bir iddiadır.
Türkiye'de, Türkiye
Cumhuriyetini kuranlar, Müslümanlara hiçbir zaman baskı yapmamışlardır,
Türkiye'de tam bir din ve vicdan hürriyetine dayalı bir rejim kurmuşlardır ve
seksen seneden beri, biz, bu rejimi sürdürüyoruz, insaflı olalım!
Eğer, hükümetimiz, hükümet
mensuplarımız "Türkiye'de Müslümanlar baskı altında" derse,
yabancılar bunu nasıl yorumlayacaktır?! Yani, siz iktidardasınız, Mecliste
mutlak çoğunluğunuz var, tek başınıza hükümetsiniz ve ondan sonra diyeceksiniz
ki, Müslümanlar baskı altında... Kim tutuyor bunları baskı altında?! Hükümetin
üstünde bir güç mü var?! Hükümetin üstünde bir güç mü var ki, sizi, dinî
özgürlükleri sağlamaktan men ediyor?!
RECEP KORAL (İstanbul) -
Kim dedi? Hayır, yok öyle bir şey...
OĞUZ OYAN (İzmir) - Demin
söyledi, yapma...
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Bu
sözlerin nerede söylendiğini ben çok iyi biliyorum, Sayın Dışişleri Bakanımız
da çok iyi biliyor ve birkaç gün önce İstanbul'da yapılan Karma Parlamento
Komisyonuna katılan diğer arkadaşlarımızın hepsi de çok iyi biliyor. Eğer,
bunları söylemedik, yanlış anlaşıldı diyorlarsa, ben, bundan, ancak mutluluk
duyarım; ama, hepimizin önünde söylenen sözleri söylenmemiş sayamayız.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Öymen.
ONUR ÖYMEN (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, kendi kendimize haksızlık yapmayacağız. Bu memleket hepimizin
memleketidir. Kendimizi, yabancılara karşı, hükümetin, Meclisin, iktidar sahibi
olmadığı bir ülke gibi takdim edemeyiz; buna hakkımız yok. Eğer, siz,
Türkiye'de, şu veya bu özgürlüğün kısıtlandığına inanıyorsanız, buyurun
getirin, Mecliste tartışalım, kim size mâni oluyor; ama, öyle bir hava
yaratılıyor ki, sanki Türkiye'de bazı güçler, bazı özgürlüklerin tam olarak
yerine getirilmesine engel oluyormuş! Kimmiş bu güçler?! Bakın, kürsünün
arkasında "hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" yazıyor. Bu söz
boşuna söylenmemiştir; biz, bu söze inanarak buraya geldik, halk, bizi bu söze
inanarak buraya gönderdi. O bakımdan, bu Meclisin üstünde bir güç olduğu
izlenimini vermeye hiçbirimizin hakkı yoktur. Düşüncemiz ne olursa olsun,
inancımız ne olursa olsun, bu izlenimi yaratamayız arkadaşlar. (CHP
sıralarından alkışlar) Bu devlet, hepimizin devletidir, bu cumhuriyet,
hepimizin cumhuriyetidir; bu cumhuriyeti kuranlara saygılı davranmak
zorundayız.
Biz, bu kanun
değişikliğini onaylıyoruz, kabul ediyoruz; ama, bu düşüncelerle kabul ediyoruz,
bu beklentilerle kabul ediyoruz. Hükümetin, Türkiye'ye yapılan haksızlıklar
konusunda gür sesini yükseltmesini bekliyoruz. Siz, hakkımızı koruyun, milletimizin
itibarını koruyun, biz bütün gücümüzle sizi destekleriz, bütün gücümüzle
arkanızdayız; ama, yurt içinde, yurt dışında Türkiye'ye, soydaşlarımıza yapılan
haksızlıklar karşısında sessiz kalırsanız, geçiştirirseniz, en temel
anlaşmalarımızın aşındırılmasına sessiz kalırsanız, bizi yanınızda
göremezsiniz. Bunu, üzülerek söylüyorum, bizi yanınızda göremezsiniz; çünkü,
biz, bu cumhuriyeti kuranların mirasçısıyız; biz, laik devleti kuranların
mirasçısıyız; biz, bu ülkeyi yabancıların baskısından ve yabancıların
azınlıklar üzerindeki himaye haklarından kurtaranların takipçisiyiz, onların
mirasçısıyız.
Bu düşüncelerle, Yüce
Meclisi saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Öymen.
Madde üzerinde başka söz
talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
3 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 3. - 26.4.1961
tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında
Kanunun 55/A maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.
"Özel radyo ve
televizyonlarla yayın
Madde 55/A. - Seçimlerin
başlangıç tarihinden oy verme gününün bitimine kadar özel radyo ve televizyon
kuruluşları, yapacakları yayınlarda 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon
Kanununun 5, 20, 22 ve 23 üncü maddeleri ile 31 inci maddesinin ikinci fıkrası
hükümlerine tâbidir.
Yukarıdaki fıkra
hükümlerine göre özel radyo ve televizyonların yayın ilkelerinin
belirlenmesinde, Yüksek Seçim Kurulu görevli ve yetkilidir.
Yapılacak yayınların yukarıdaki
esaslara uygunluğunun gözetim, denetim ve değerlendirilmesinde, ülke çapında
yayın yapan özel radyo ve televizyonlar için Yüksek Seçim Kurulu; bunun dışında
yayın yapan özel radyo ve televizyonlar için yayının yapıldığı yer ilçe seçim
kurulları görevli ve yetkilidir.
İlçe seçim kurullarının
verdiği kararlara karşı, yirmidört saat içinde il seçim kurullarına itiraz
edilebilir. İl seçim kurulu kararları kesindir.
Ülke çapında yayın yapan
özel radyo ve televizyonların hangileri olduğunu belirlemeye Yüksek Seçim
Kurulu yetkilidir. Yüksek Seçim Kurulunun buna ilişkin kararı Resmî Gazetede
yayımlanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
4 üncü maddeyi
okutuyorum:
MADDE 4. - 298 sayılı
Kanunun 149/A maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.
"Özel radyo ve
televizyon yayınlarına ilişkin suçlar
Madde 149/A. - Bu Kanunun
55/A maddesine ve Yüksek Seçim Kurulunca belirlenen esaslara aykırı olarak
yayın yapılması halinde, ülke genelinde yayın yapan özel radyo ve televizyon
kuruluşlarını Yüksek Seçim Kurulu, yerel yayın yapan özel radyo ve televizyon
kuruluşlarını ise yayının yapıldığı yer ilçe seçim kurulu uyarır veya aynı
yayın kuşağında açık bir şekilde özür dilemesini ister. Bu talebe uyulmaması
veya aykırılığın tekrarı halinde, Yüksek Seçim Kurulu veya yayının yapıldığı
yer ilçe seçim kurulunca, ihlâle konu programın yayını bir ilâ oniki kez
arasında durdurulur. Aykırılığın tekrarı hâlinde, ülke genelinde yayın yapan
özel radyo ve televizyon kuruluşlarının yayınlarının Yüksek Seçim Kurulunca beş
günden onbeş güne kadar durdurulmasına, yerel yayın yapan özel radyo ve
televizyonların yayınlarının ise yayının yapıldığı yer ilçe seçim kurulunca üç
günden yedi güne kadar durdurulmasına karar verilir.
Bu kararlar ilgili en
yüksek mülkî amirlerce derhâl yerine getirilir.
Birinci fıkra hükmüne
göre hakkında yayın durdurulması kararı verilen özel radyo ve televizyon
kuruluşlarının sorumluları, onmilyar liradan seksenbeşmilyar liraya kadar,
yerel yayın yapan özel radyo ve televizyon
kuruluşlarının sorumluları, üçyüzellimilyon liradan dörtmilyar liraya
kadar ağır para cezasıyla, yetkili mahkemesince cezalandırılır. Tekerrürü
halinde bu cezalar üç misli olarak uygulanır. Bu fıkraya göre verilecek
cezalarda Türk Ceza Kanununun 119 uncu maddesi uygulanmaz."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Muharrem Kılıç;
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 10
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA MUHARREM
KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının, kamuoyundaki adıyla Altıncı
Uyum Paketinin 4 üncü maddesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun
görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyeti saygıyla
selamlıyorum.
4 üncü maddeye değinmeden
önce, izninizle, tasarının geneli hakkında birkaç söz söylemek istiyorum.
Tasarının genel
gerekçesinde, bu değişikliğin Avrupa Birliğine uyum için gerekli olduğu
vurgulanmaktadır. Oysa, bu değişikliklerin Avrupa Birliği için değil,
demokratikleşme, temel hak ve hürriyetlerin Türk insanının ihtiyacı olduğu için
yapıldığının vurgulanması gerekirdi. Demokratik hukuk devleti normlarında
görülen eksikliklerimiz, Anayasamızdaki ve yasalarımızdaki antidemokratik
hükümler nedeniyle, bireylerdeki ve ulustaki aydınlanma ve atılım yeteneği tam
anlamıyla ortaya çıkamamaktadır. Bir anlamda, temel hak ve hürriyetlerdeki
eksiklikler, bireyler ve ulus için ayakbağı olmaktadır. Bu bağları çözdüğümüz
ölçüde, bizim de, aydınlığa, uygarlığa koşmamız daha kolaylaşacaktır. Bu
nedenle, 12 Eylül rejimince yapılmış bulunan Anayasadaki, başta
dokunulmazlıklar olmak üzere demokratikleşmenin önündeki tüm olumsuzlukların
giderilmesi ve yine, tüm yasalarımızın elden geçirilerek, demokratikleşmeyi
engelleyen, temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan antidemokratik düzenlemelerin
ortadan kaldırılması için, iktidarıyla, muhalefetiyle çalışmalara hemen başlamalıyız;
ancak, bu düzenlemeleri yaparken, hukuk kurallarını oluşturma aşamasında da
hata yapmamalıyız.
Öncelikle, yapılacak
düzenlemeler, kamuoyuna sunularak tartışılması sağlanmalı, sivil kitle
örgütlerinin ve özellikle muhalefetin de görüşleri alınarak
olgunlaştırılmalıdır. Şu anda yapılmakta olduğu gibi, kamuoyunda tartışılmadan,
sadece iktidarın getirdiği şekliyle hemen komisyona gönderilip, komisyondan
çıktığında da, milletvekillerinin yeterince hazırlık yapmasına dahi fırsat
verilmeden Genel Kurula sevk edilerek "nasıl olsa yeterli çoğunluğumuz
var" anlayışıyla yasaların oluşturulmaya çalışılması yerinde değildir.
Mevcut hukuk sistemimiz,
büyük bir kargaşa içerisindedir. 1920 yılından günümüze kadar çıkarılan kanun
sayısı 12 730'dur. Durum böyleyken, yapılan yeni düzenlemelerin, Türk hukuk
sistemini iyice çıkmaza soktuğu, bütünlükten uzaklaştırdığı da ortadadır. Bu
yasa tasarısında olduğu gibi, Türk Ceza Kanunu, Vakıflar Kanunu, özel radyo ve
televizyonlarla ilgili kanun, Seçim Kanunu, Nüfus Kanunu, İmar Kanunu, Adlî
Sicil Kanunu, İdarî Yargılama Usulü Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu gibi
birbiriyle alakasız yasalardaki değişiklikleri birlikte düzenlemek,
uygulayıcılar için içerisinden çıkılmaz yeni durumlar yaratacaktır.
Bir hukuk tasarrufu, bir
yasaya ihtiyaç duyulduğunda kolaylıkla bulunabilmelidir. Mevcut mevzuatımız
zaten yeterince karmaşıktır; yapılan bu düzenlemelerle, karmaşıklık iyice
artmaktadır. Böylesi bir karmaşa ve 12 730'a ulaşan kanunlar silsilesi
içerisinde, vatandaşımızın "yasayı bilmemek mazeret sayılmaz" kuralı
çerçevesinde, tüm mevzuatı biliyor kabul edilmesi beklenmemelidir. Böyle bir
ortamda, sade vatandaşın değil, yasanın uygulayıcısının bile mevzuata kolayca
ulaşması mümkün değildir.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şimdi ise, tasarının 4 üncü maddesi hakkındaki düşüncelerimizi
açıklayacağım.
298 sayılı Seçimlerin
Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 149/A maddesinde yapılan
düzenlemenin sadece ilk genel seçimlerde uygulanması hüküm altına alınmışken, bu
tasarıyla, düzenlemenin sürekli olarak uygulanması öngörülmüştür. Ayrıca, daha
önceki düzenlemeyle, Yüksek Seçim Kurulunca belirlenen esaslara aykırı olarak
yayın yapılması halinde, belirli sürelerle yayınların durdurulacağına karar
verileceği belirtildiği halde, bu tasarıyla, doğrudan yayın durdurma yerine,
aşamalı bir düzenleme getirilmektedir.
Bu aşamalardan
birincisinde, belirlenen esaslara aykırı yayın yapılması halinde, bu yayını
yapan özel radyo ve televizyon kuruluşu, bu kuruluş Türkiye genelinde yayın
yapıyorsa Yüksek Seçim Kurulu, yerel yayın yapıyorsa ilçe seçim kurulunca
uyarılır ve aynı yayın kuşağında özür dilemesi talep edilir; ancak, bu birinci
aşamadaki uyarıdan sonra yapılması gereken özür dilemenin mahiyeti açık
değildir. Bu özrü kuruluşun temsilcisi mi, yayıncısı mı dileyecek; özür
dilemenin metni nasıl oluşacak; bu hususlar açık değildir. Kaldı ki, mevcut
hukuk sistemimizde özür dileme diye bir cezaî müeyyide de bulunmamaktadır. Bu
nedenle, bunun yerine, uyarıyı yapan Yüksek Seçim Kurulu veya ilçe seçim
kurulunca hangi konularda aykırı yayın yapıldığının yazılı metin haline
getirilerek özel TV ve radyo kuruluşunda yayınlattırılması, hukuk mantığına
daha uygun bir çözüm olacaktır.
Ceza düzenlemesinin
ikinci aşamasında, birinci aşamadaki uyarıya ve özür dileme sistemine
uyulmaması veya aykırılığın devamı halinde, ihlale konu programın yayını 1 ilâ
12 kez arasında durdurulur hükmü yer almaktadır; ancak, bu düzenleme de
yeterince açık değildir. "1 ilâ 12 kez arasında durdurulur" denilmekle,
1 ilâ 12 kez arasında, 1 kere mi, yoksa 12 kereye kadar mı durdurulacağı açık
değildir. Uygulamada, bu düzenleme pek çok karışıklığa neden olabilecektir.
Oysa, yasa dili, cümle yapısı, herkesin çok kolaylıkla anlayabileceği bir
açıklıkta olmalıdır. Bu nedenle, bu düzenlemeye de bir açıklık getirilmesi
gerekir.
Ceza düzenlemesinin
üçüncü aşamasında ise, aykırılığın tekrarı halinde, bu kez, daha önceki
düzenlemede olduğu gibi, yayının durdurulmasına karar verileceği
belirtilmektedir. Yayın durdurma aşamasında özel radyo ve televizyon
kuruluşlarının sorumlularına verilecek para cezaları da bu tasarıyla
artırılmıştır. Daha önceki düzenlemede, genel yayın yapan özel TV ve radyolara
verilecek para cezası 1 000 000 000 TL'den 5 000 000 000 TL'ye kadar, yerel yayın
yapan özel TV ve radyolara ise 10 000 000 TL'den 100 000 000 TL'ye kadar ağır
para cezası öngörülmüşken, bu tasarıyla, genel yayın yapan özel kuruluşlara
verilecek ağır para cezası 10 000 000 000 TL'den 85 000 000 000 TL'ye kadar, yerel yayın yapan özel yayın
kuruluşlarına ise 350 000 000 TL'den 4 000 000 000 TL'ye kadar artırılmıştır.
Biz, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, tasarının 4 üncü maddesindeki bu düzenlemeyi esas itibariyle
destekliyoruz; ancak, tasarının maddesinin yazılımının herkesin anlayabileceği
şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Yüce Heyete saygılarımı
sunar, bu düzenlemelerin vatandaşlarımız için olumlu sonuçlar getirmesini
dilerim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kılıç.
Madde üzerinde başka söz
talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
5 inci maddeyi
okutuyorum:
MADDE 5. - 298 sayılı
Kanuna aşağıdaki madde eklenmiştir.
"EK MADDE 8. -
Türkiye Cumhuriyetinin üye olduğu uluslararası ve bölgesel kuruluşlar ile bu
kuruluşlara üye ülkelerin gözlemcileri ve Hükümet tarafından uygun görülen
uluslararası hükümet dışı kuruluşların gözlemcileri, seçimlerin tüm aşamalarını
sadece izleyebilirler."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ;
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 10
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ
MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının 5 inci maddesi üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım,
Altıncı Uyum Paketi taslağında, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen
Kütükleri Hakkında Kanuna bir ek madde ilave edilerek, Türkiye'nin üye olduğu
uluslararası ve bölgesel kuruluşlar ile bu kuruluşlara üye ülkelerin
gözlemcilerinin ve hükümet tarafından uygun görülen hükümetdışı kuruluşların
gözlemcilerinin ülkemizdeki seçimlerin tüm aşamalarını izleyebilmelerinin
sağlanması öngörülmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
seçimlere yabancı gözlemci kabul etme yükümlülüğü, esasen, Türkiye'nin üye
olduğu uluslararası kuruluşlar ile taraf olduğu sözleşmeler bağlamında
üstlenmiş olduğu ve uygulamaya başladığı bir taahhüttür. Türkiye'nin bu
yükümlülüğü resmen üstlenmesi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının, 1999
yılında, İstanbul'da yaptığı zirve toplantısı sırasında olmuştur. Bu toplantıda
kabul edilen Avrupa Güvenlik Şartının 25 inci maddesine göre, Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Teşkilatına üye olan ülkeler, seçimlerine gözlemciler davet etme
yükümlülüğünü üstlenmişlerdir. Hemen belirteyim ki, Avrupa Konseyi çerçevesinde
alınan benzer kararlar da, üye ülkeler arasında seçimlerin izlenmesine ilişkin
yükümlülükler getirmektedir. Nitekim, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin
Ekim 1999'da almış olduğu bir kararda, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi
denetim sürecinde bulunan ülkelerde seçimlerin izleneceği kaydedilmiştir.
Bilindiği üzere, Türkiye, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi denetim sürecinde
bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, tüm
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği
ülkelerinin seçimlerine gözlemci davet etmeleri, bunun, artık, dünyada normal
bir uygulama niteliği kazanmasına yol açmıştır. Bugünün koşullarında, bir
ülkenin seçimlerine yabancı gözlemcilerin katılması, eskiden olduğu gibi, o
ülke hakkında kuşku yaratıcı ve küçük düşürücü yorum ve düşüncelere yol açan
bir nitelik taşımıyor. Nitekim, 2002 yılı içinde, Amerika, Almanya, İsveç,
İrlanda, Hollanda, Fransa, Portekiz, Macaristan ve diğer birçok ülke,
seçimlerine yabancı gözlemci davet etmişlerdir. Bu da, biraz önce söylemiş
olduğum bu hususu teyit ediyor.
Ülkemiz de, 2000 ve 2001
yıllarında 8 ayrı ülkeye gözlemci göndermiştir. Yine, ülkemizdeki 3 Kasım 2002
Seçimlerine 3 kişilik bir AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) heyeti
katılmıştır. Bu heyet, yayımladığı raporda, Türkiye'ye, seçimlerde uluslararası
gözlemcilerin bulunmasına imkân verecek bir yasal hükmün kabul edilmesi
tavsiyesinde bulunmuştur. İşte, 298 sayılı Kanuna bu konuda ek bir madde
ilavesi, bu çağrıdan kaynaklanmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bu
konunun Altıncı Uyum Paketinde yer alacağını öğrenince, biz, yetkili
makamlarımızdan, Avrupa Birliği ülkeleri ile diğer ülkelerde bu yükümlülüğün
yasal bir düzenlemeye konu teşkil edip etmediğini sorduk. Bu hususta yapılan
araştırma sonucunda, Avrupa Birliği ülkelerinden Hollanda dışında hiçbir
ülkenin, bu konuda bir yasal düzenleme yapmamış olduğu ortaya çıktı. Avrupa'da,
Avrupa Birliği üyesi olmayan Romanya, Bosna-Hersek ve Ukrayna da benzer yasa
düzenlemelerine başvurmuşlar; ama, Avrupa'nın Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya
ve Belçika gibi oturmuş demokrasilerinin hiçbiri, yabancı gözlemci konusunu
yasal düzenlemeyle hal yoluna gitmemiş.
Değerli arkadaşlarım,
buraya kadarki ifadelerimden iki sonuç çıkıyor. Bunlardan birincisi, seçimlere
gözlemci daveti, artık, geniş bir uygulamaya tabi olan uluslararası bir
yükümlülüktür. Türkiye, bu yükümlülüğü tanımakta ve uygulamaktadır. İkincisi,
bu yükümlülüğün ulusal yasalara geçirilmesi gibi bir zorunluluk mevcut
değildir. Nitekim, Türkiye'nin Avrupa Birliğine karşı yükümlülüklerinin
listesini içeren Katılım Ortaklığı Belgesinde böyle bir yükümlülük yoktur.
Ayrıca, Hollanda'dan başka hiçbir Avrupa Birliği üyesi de, bu konuda yasal bir
düzenleme yapmak ihtiyacını hissetmemiştir.
Değerli arkadaşlarım,
şimdi, ben sizlere soruyorum: Hepsi gözlemci kabul eden bu Avrupa Birliği
ülkeleri, bu yükümlülüklerini bir yasal düzenleme olmadan yerine getirirken,
Türkiye'nin yasal düzenleme yoluna gitmesi ne anlama gelir? Bu şekilde hareket,
Türkiye'nin kendine güveni olmadığını ilan etmesi anlamına gelmez mi? Bu
şekilde hareket "Türkiye'nin bugünü ile yarını birbirine uymaz; bu
bakımdan, biz, bu işi yasal güvence altına almak zorunluluğunu
hissediyoruz" demek değil midir?
Katılım Ortaklığı
Belgesinde yer almayan, yerleşik Avrupa demokrasileri tarafından uygun
görülmeyen bir yasal düzenlemeyi Türkiye'nin kabul etmesi için hiçbir gerçek ve
inandırıcı neden bulunmuyor değerli arkadaşlarım. Gelecek seçimlere gözlemci
davetine ilişkin uluslararası yükümlülüğümüzün aksaksız ve pürüzsüz yerine
getirilmesi için böyle bir yasal düzenlemeye ihtiyaç olduğu gibi bir argümanı
da, ben, doğrusu, inandırıcı bulmuyorum.
Bu bakımdan, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak biz, seçimlere yabancı gözlemci kabulünü mutlak, kesin ve
vazgeçilmez bir mükellefiyet olarak görüyor ve kuvvetle destekliyoruz; buna
mukabil, bu mükellefiyetin yerine getirilmesi için herhangi bir yasal
düzenlemeye ihtiyaç olmadığı hususundaki kanaatimizi de muhafaza ediyoruz.
Saygılarımı sunarım.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Elekdağ.
Madde üzerinde, AK Parti
Grubu adına, Kırıkkale Milletvekili Sayın Ramazan Can; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 10
dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA
RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 5 inci maddesi
üzerinde söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu tasarıyla 10 kanunda
değişiklik yapıyoruz. Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde önemli bir adımını
teşkil ediyor. Bu değişiklikleri yapmamızın asıl amacı, Türkiye'nin demokrasi
standardını yükseltmek, aynı zamanda, temel hak ve hürriyetleri ve bunların
kullanımını genişletmek ve teminat altına almak, Avrupa Birliği müktesebatına
uyum sağlamaktır.
Avrupa Birliği meselesi,
ne Cumhuriyet Halk Partisinin bir meselesi ne AK Partinin bir meselesidir.
Avrupa Birliği meselesi, artık, millî meselemiz haline gelmiştir; ancak, Avrupa
Birliği olmazsa olmaz da değildir. Avrupa Birliğine girmek için mücadele
edeceğiz, demokrasi standardımızı yükselteceğiz, insanımızın gerek ekonomik
gerekse siyasî olarak seviyesinde bir rahatlama sağlayacağız.
Kopenhag Kriterleri diye
anılan siyasî kriterleri yerine getirmek, AB'ye girmek için bir zarurettir.
Aralık 2000'de onaylanan Katılım Ortaklığı Belgesiyle, düşünce hürriyeti,
gözaltı süresi, toplantı ve örgütlenme hürriyetini kısıtlayan hükümlerin
içhukukumuzda değiştirilmesi gerekmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülke ve millet olarak bizim asıl gayemiz, Türkiye'nin yenilenmesi,
Türkiye'nin ileriye götürülmesi. Avrupa Birliği olmasa da, biz, Türkiye'yi
yenileştirmek ve ileriye götürmek zorundayız. Bu değişiklikleri yaparken,
toplumsal mutabakata varmak aslî zarurettir. Nitekim, Adalet Komisyonunda,
Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleriyle, neredeyse ittifak halinde bu
tasarıyı geçirmiş bulunmaktayız.
Gelişmeye, ilerlemeye
çekinceleri olanlar, her devirde olduğu gibi şimdi de olacaktır. Ancak,
hükümetin uygun gördüğü şekilde Parlamentoya getirdiği uyum yasasını çıkarıp
çıkarmamak, milletin iradesinin tecelligâhı olan Büyük Millet Meclisine aittir.
Uyum yasalarının geçmesi,
demokrasi standardının yükselmesi açısından çok önemlidir. Maalesef,
Hakkâri'de, Mahir Günşiray'ın sergileyeceği bir tiyatro oyununda dekor olarak
kullanılan sinekliğin renkleri, ihbar üzerine, tahkikata konu oluyorsa, uyum
yasalarını hemen geçirmemiz gerektiğinin ne kadar önemli olduğu, daha da ayrı
bir şekilde önem arz etmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 5 inci maddeyle 298 sayılı Seçim Yasasına ekleme yapılmıştır.
Maddede "Türkiye Cumhuriyetinin üye olduğu uluslararası ve bölgesel
kuruluşlar ile bu kuruluşlara üye ülkelerin gözlemcileri ve hükümet tarafından
uygun görülen uluslararası hükümetdışı kuruluşların gözlemcileri, seçimlerin
tüm aşamalarını sadece izleyebilirler" denilmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti,
başka ülkelerin seçimlerine gözlemci olarak temsilci göndermektedir. Makedonya,
Rusya, Arnavutluk bunlardan birkaçıdır. Ancak, başka ülkelerden temsilciler,
Türkiye'deki seçimlere, 3 Kasımda olduğu gibi, sıkıntılı bir şekilde
gelmişlerdir. Bu sıkıntıyı gidermek için böyle bir düzenlemeye ihtiyaç
olmuştur. AGİT'te bu konuda hüküm olsa da, bu yükümlülük siyasî bir mecburiyet
arz etmektedir; ancak, içhukukumuzda böyle bir düzenleme yoktur. Bu siyasî
yükümlülüğün hukukî zemine çekilmesi için bu değişiklik yapılmıştır.
1950 yılından beri
seçimlerimize, istisnalar hariç, gölge düşmemiştir. Hatta, 3 Kasım
seçimlerinde, bazı partiler az bir oy oranıyla
baraja takıldıkları halde, ciddî anlamda bir itirazları olmamıştır. Biz,
devletimize güvenmek zorundayız. Gelsinler, seçimlerimizi izlesinler. Herhangi
bir itiraz hakları da olmadığı halde, bütün siyasî partilerin müşahitlerinin
seçimi izlediği gibi onlar da izlesinler diyorum. Bu çerçevede, gözlemcilerin
gelmesinde herhangi bir zaruretin olmadığını düşünüyorum.
Bu duygularla, hepinizi
saygı ve muhabbetle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Can.
Madde üzerinde 1 adet
önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 180
sıra sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının
5 inci maddesinin yasa tasarısından çıkarılmasını ve buna göre diğer maddelerin
teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Orhan Eraslan |
Muzaffer Kurtulmuşoğlu |
Haşim Oral |
|
Niğde |
Ankara |
Denizli |
|
Oya Araslı |
Halil Akyüz |
Mustafa Özyürek |
|
Ankara |
İstanbul |
Mersin |
|
|
Nuri Çilingir |
|
|
|
Manisa |
|
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) - Sayın Başkanım, çoğunluğumuz olmadığı için, takdire
bırakıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet önergeye
katılıyor mu?
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, bu maddenin Uyum
Paketi içerisinde yer almasının temel sebebi, 3 Kasım seçimleri öncesi,
Türkiye'nin yaşamış olduğu bir sıkıntıdan kaynaklanıyor.
Bu kürsüden de ifade
edildiği gibi, Türkiye'nin elli yıldan beri şeksiz, şüphesiz, şaibesiz
başardığı en önemli işlerin başında, yapılan seçimler gelmektedir. Elli yıldan
bu tarafa yapılan seçimlerin sonuçlarında, kazanan olmuştur, kaybeden olmuştur;
ama, kaybedenlerin hiçbirisi çıkıp da "bu seçimlere şaibe karışmıştır,
hile karışmıştır" dememiştir. Dolayısıyla, Türkiye'nin bu noktada alnı açıktır,
başı da diktir; fakat, AGİT Sözleşmesi var, onun 25 inci maddesi var...
Şüphesiz, bu sözleşme,
hukukî niteliği olan, hukukî sonuçlar doğuran bir sözleşmeden ziyade, daha çok
bir siyasî taahhütler belgesidir. Geçtiğimiz 3 Kasım seçimleri öncesi, bu
Parlamentodan pek çok kişi, ben de dahil olmak üzere, AGİT Sözleşmesini
imzalamış, kabullenmiş ülkelerin seçimlerine katıldık, o seçimleri gözledik,
izledik. O ülkelerin hiçbirisinde "bu gözlemciler niye geliyor; neden
geliyor" tarzında hiçbir itiraz da söz konusu olmadı; ama, ne yazık ki,
Türkiye'nin en başarılı olduğu bir konuda bile, zaman zaman aykırı sesler
çıkabilmekte, Türkiye'nin imajı bozulabilmektedir.
Türkiye'nin en rahat
olduğu, en başı dik olduğu bir konuda bile, bu neviden sıkıntılarla karşı
karşıya kalınmaması açısından, böylesine bir düzenlemeyi, Hollanda'da olduğu
gibi... Şimdi, Hollanda da, Avrupa Birliğinin önemli ülkelerinden bir
tanesidir; diğer başka ülkeler de var; ama, onlarla ilgili başka itirazlar
olabilir düşüncesiyle, ben, Hollanda'yı misal olarak verdim. O sebeple,
Hollanda, bunu, içhukukunun bir parçası haline getirmiştir. Biz de, bundan yola
çıkarak, böyle bir düzenlemeyi uygun görmüştük; ama, anladığım kadarıyla, bu,
maksadı dışına taşar bir tarzda yorumlanmaya başlandığı için... Bizim, hiçbir
endişemiz yok; AK Parti olarak, burada dile getirilen hususlara aynen
katıldığımızı, hükümet olarak da katıldığımızı ifade etmek istiyorum; ama, ne
yapalım ki, Türkiye'de, aykırı sesler, bu yenileşmeye, çağdaşlaşmaya karşı
aykırı sesler, maalesef, bu ülkede en üst düzeyde sorumluluk taşımış insanlar
tarafından da dile getirilebilmekte, yapılabilmekte; tam da seçimin
başlangıcında, ortasında, Türkiye'nin imajını sıkıntıya sokabilmektedir.
Bu açıklamayı yaptıktan
sonra, bu endişeyle biz bu maddeyi getirmiştik. Muhalefetin bu konudaki,
mademki, talebi var, ısrarı var; biz de, bu önergeye katılıyoruz. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Eraslan,
önerge hakkında konuşacak mısınız, gerekçeyi mi okutayım?
ORHAN ERASLAN (Niğde) -
Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Avrupa Birliği üyesi olan
pek çok ülkede, üye oldukları halde böyle bir düzenleme bulunmamaktadır. Kaldı
ki, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatının 25 inci maddesi, bu konuda
yeterli olanağı sağlamaktadır.
3 Kasım 2002 seçimlerinde
de, buna dayanılarak, üye ülkelerin gözlemcileri Türkiye'de bulunmuşlardır.
Bu durum, böyle bir
düzenlemeye gerek olmadığını ortaya koymaktadır.
BAŞKAN - Komisyonun
takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge
doğrultusunda, madde, metinden çıkarılmıştır.
6 ncı maddeyi, 5 inci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 5. - 5.5.1972
tarihli ve 1587 sayılı Nüfus Kanununun 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının
ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ancak ahlâk
kurallarına uygun düşmeyen veya kamuoyunu inciten adlar konulmaz, doğan çocuk
babasının, evlilik dışında doğmuş ise anasının soyadını alır."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
AK Parti Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 10
dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA
NİHAT ERGÜN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz tasarının 5 inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi
saygıyla selamlarım.
Tasarı "Avrupa
Birliği Uyum Yasaları" adıyla maruf, çeşitli kanunlarda değişiklik yapan
bir kanun tasarısı ve 5 inci maddeyle de, özü itibariyle, farklılıklara
saygının, toplum dinamiklerini nasıl harekete geçireceği, toplumdaki
gelişmeleri nasıl artıracağı yönünde bir yaklaşımı ifade etmektedir.
Bu madde hükmünden önce,
ne yazık ki, toplumumuzda değişik kültürler, değişik gelenekler olmasına
rağmen, bu kültür ve geleneklere uygun isimler koyan bazı vatandaşlarımız,
zaman zaman, bazı bölgelerdeki nüfus memurlarının keyfî uygulamalarına maruz
kalmışlar ve çocuklarına, ahlakî değerlerimizle çatışmadığı halde, geleneksel
değerlerle çatışmadığı halde, insan haysiyet ve onurunu inciten bir nitelik
taşımadığı halde, istedikleri, arzu ettikleri isimleri koyamamak gibi bir
zorlamayla karşı karşıya kalmışlardır. Bu nedenle, tasarının bu maddesini bütün
parti gruplarının olumlu bulması gerçekten sevindiricidir.
Birazdan, farklılıkların
toplumun gelişme hızına nasıl etki ettiği üzerinde durmaya çalışacağım; ancak,
önce, Avrupa serüvenimiz konusunda kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, biz
Türklerin 2 000 yıllık tarih içindeki serüveni, sürekli olarak doğudan batı
istikametine olmuştur. Ortaasya steplerinde at sırtında zırhlı süvariler,
göçebe bir topluluk olarak Anadolu topraklarına gelen atalarımız
karşılaştıkları yeni kültür ve medeniyet değerlerini özümsemekte ve
benimsemekte hiç zorlanmamışlardır. Kendi özelliklerini, imkân ve
kabiliyetlerini ise, yeni medeniyet değerlerinin yerleşmesi, gelişmesi ve
yaygınlaşması için seferber etmişlerdir. Böylece, son bin yılda iki büyük
imparatorluğu dünya siyasî tarihine, devletler tarihine hediye etmişler; ancak,
bunun dokuzyüz yılında etkin rol oynayan bizler, ne yazık ki, bin yılın son
yüzyılında birçok etkinliğimizi kaybetmiş bulunuyoruz. 20 nci Yüzyılın hemen
başlarındaki patlayan birinci savaş bu etkinliğimizi kaybettiğimizin resmen
tescili olmuştur. 18 inci ve 19 uncu Yüzyıllar boyunca gücümüzü ve etkimizi
kaybederken fark edemediğimiz şey şudur: Çağın gerçeklerini ve gereklerini
görüp yerine getirememiş ve okyanuslara açılmanın Batı Avrupa devletlerine
sağlamış olduğu ekonomik, askerî, siyasî ve sosyal üstünlükler karşısında iç
denizlere ve eski karaya mahkûm bir zihniyet dünyasında olmamızdır.
Orta ve Batı Avrupa'da
olması beklenen büyük değişim fırtınası daha da öteye giderek, 1776 devrimiyle,
Amerika Birleşik Devletlerinde, Amerika Kıtasında gerçekleşmiş, bu kıtada böyle
bir devrimin rüzgârının esmesiyle dünya, anayasayla sınırlı bir hükümet, özgür
birey, dinî hoşgörü, çoğulcu demokrasi ve yeni bir ulus kavramıyla ve
uygulamalarıyla tanışmıştır. Avrupa değerler sistemi Amerikan devriminin esin
kaynağı olmuşsa da, 1789 Fransız Devrimi de Amerikan devriminin tetiklemesi
sonucu ortaya çıkmıştır. Böylece, monarkların kutsal ve mutlak otoriteleri sona
eriyor ve ulusların egemenliğine dayanan devletler dünyası doğmuş oluyordu.
Değerli arkadaşlar,
aslında, Osmanlı Devleti, Batı'daki gelişmelere kayıtsız kalmanın doğurduğu
olumsuz sonuçları ilk defa, 1683 yılında Viyana önlerindeki mağlubiyetle iyiden
iyiye hissetmiş. 1720 yılında, III. Ahmet döneminin sadrazamı olan Mehmet
Çelebi, Fransız fabrikalarını, kalelerini ve diğer gelişmeleri rapor etmek
üzere Fransa'ya özel bir elçi göndermiş ve bunun ilk olumlu sonucu olarak da,
1727 yılında, İbrahim Müteferrika matbaayı kurmuştu. Ne var ki, askerî, sosyal,
ekonomik alanlarda gerçekleştirilmeye çalışılan reformlar karşısında, o günün tabiriyle
gâvur usullerinin yaygınlaşmasından rahatsız olan birtakım çevrelerin belirli
aralıklarla yükselen sesleri yeniden duyulmuş ve her zaman olduğu gibi, önce
sadrazamın kellesi vurulmuş; ardından, III. Ahmet, yeğeni I. Mahmut lehine
tahttan feragat etmek mecburiyetinde kalmıştır.
Değerli arkadaşlar, yeni
koşullar, 1745 yılında ölen İbrahim Müteferrika'nın matbaasının 1783 yılına
kadar, yaklaşık kırk yıl süreyle çalışmasını ve diğer reformları engelleyince,
dünyanın en kritik dönemecinde kaybedilen kırk yıl, 19 uncu Yüzyılda da telafi
edilememiş, 20 nci Yüzyıla, zayıf, geri kalmış ve parçalanmakta olan bir devlet
olarak girmek kaçınılmaz hale gelmişti.
20 nci Yüzyılın
başlarında yeni bir cumhuriyet kurarken, gözümüz, yine, savaşarak
bağımsızlığımızı elde ettiğimiz Batı'nın değerler dünyasındaydı. Avrupa'yı
Avrupa yapan ve gittikçe evrenselleşen değerleri bu topraklarda zor da olsa
yerleştirmekte kararlı bir duruşumuz vardı. Biz cumhuriyet devrimlerini
yaparken, henüz ikinci savaş çıkmamış, Roma Anlaşması yapılmamış, Avrupa
Birliğinin temelleri atılmamıştı. 20 nci Yüzyılın sonlarında Avrupa ülkeleri,
kendilerini, değerlerini ve Birliğe katılım şartlarını 21 inci Yüzyıl
koşullarına uygun hale getirdiler. Kopenhag Kriterleri karşısında ayak
sürümemizden de anlaşılıyor ki, biz, aslında, cumhuriyet devrimleriyle şeklen
Avrupalı olmayı başarmış olsak da, özünde, 18 inci ve 19 uncu Yüzyılın
Asyasında kalmayı yeğlemiş bulunuyoruz. Katılım Ortaklığı Belgesindeki birtakım
yeni usulleri, vesayetsiz demokrasi gibi, insan hakları gibi, hukukun
üstünlüğü, bireysel, kültürel ve dinî hürriyetler gibi, serbest piyasa
ekonomisi gibi, tam rekabet gibi, güçlü yerel yönetimler gibi, özelleştirme
gibi kabul edilen prensipleri, bu çerçevede hazırlanan Ulusal Programı, bölünme,
irtica, güvenlik kaygıları gibi sosyolojik temelleri son derece zayıf
nedenlerle erteleyemeyiz.
Değerli arkadaşlar, gerek
hükümetimizin gerek Parlamentomuzun, reform karşıtı güçlerin zaman zaman
yükselen sesleri karşısında kararlı bir duruş sergilemeleri mecburîdir,
zorunludur. Kaybedilecek yılların telafisinin imkânsız olduğunu; çünkü,
dünyanın, 21 inci Yüzyılda, geçen yüzyıllardan daha hızlı döndüğünü kabul
etmeye mecburuz.
Değerli arkadaşlar,
sözlerimin sonunda şunları da ifade etmek istiyorum: Gerçekten, bir toplumdaki
farklılıkları görmezden gelerek, ortadan kaldırmaya çalışarak, tek tip bir
toplum meydana getirme gayretleriyle, aynı şeye ağlayan, aynı şeye gülen, aynı
şeye inanan bir toplum yaratmaya çalışarak, gelişen bir toplum olma ihtimali yoktur.
Muhakkak surette, toplumda farklılıklara saygı göstermek mecburiyeti vardır.
Bizim az önce ifade
ettiğimiz içerideki irtica tehdidinin, bölünme tehdidinin, dinlerden ve
etnisitelerden kaynaklandığı, dışarıdan gelen güvenlik kaygılarının
komşularımızdan kaynaklandığı varsayılıyorsa, dinleri, etnisiteleri ve
komşuları olmayan bir Türkiye yoktur. O zaman, bizim buradaki tehdit
algılamalarımızı, muhakkak surette, yeniden, çağdaş değerler ve normlar
çerçevesinde gözden geçirme mecburiyetimiz vardır; çünkü, Türkiye, farklı
dinlere, farklı etnisitelere ve çok değişik komşulara yataklık eden bu
insanların bir arada bulunduğu bir coğrafyadadır. Buradaki problemleri, büyük
bir problem olarak görmek değil, aslında bir inkişaf alanı olarak görmek,
aslında bir fırsat olarak değerlendirmek imkânımız vardır; bunları fırsat
haline getirmemiz gerekmektedir. İnsan hakları, demokrasi, laiklik ve hukukun
üstünlüğü gibi evrensel ilkeler, çağdaş devlet yönetiminin vazgeçilmezleri
haline gelmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Ergün.
NİHAT ERGÜN (Devamla) -
Bu ilkeleri yönetimden dışlamanın topluma hiçbir yararı olmayacağı gibi, hiçbir
gerekçe de, bu değerlerin evrensel niteliklerini bozarak amorf hale getiren
uygulamaları haklı kılamaz. Toplumsal barış ve huzurun sağlanması, yerel
değerler ile evrensel değerlerin uzlaşmasına bağlıdır; ayrıca, yerel olan ile
evrensel olanı uzlaştırmak, milletlerin başarısı için, birçok fırsatlarla
doludur.
Türkiye'de dine dayalı
bir devlet kurmanın, dini devletin resmî ideolojisi haline getirmenin, etnik
bölünmeye yol açacak bir siyasal talebin, tarihî ve sosyolojik temeli son
derece zayıftır. Vatandaşların birtakım dinî ve kültürel taleplerde
bulunmasının irtica, sadece irtica ve bölücülük bağlamında ele alınması,
sorunları içinden çıkılamaz hale getirmekte, sorunun mağdurları üzerinden
kapsamlı bir siyasî ve ekonomik çıkar savaşının yürütülmesine neden olmaktadır.
Değerli arkadaşlar,
içeride sağlanacak sosyal barış, huzur ve güven ortamı, farklılıklara saygı
duyulmasından geçer. Farklılıklara saygı, sinerjik bir atmosferin de temelidir.
Sinerjik atmosfer ise, toplumun tüm dinamiklerinin harekete geçmesini ve
herkesin yeteneklerini sonuna kadar sergilemesini sağlar. Toplumun ilerleme
yolunda atacağı adımlar, 1, 2, 3, 4 gibi aritmetik adımlar değil, 4, 8, 16, 32,
64 gibi geometrik büyümelere yol açan adımlardır. Kaybedilen zamanı telafi
etmenin, zengin ülkelerle açılan mesafeyi kapatmanın başka da bir yolu yoktur.
İç sorunlarımızın bu şekilde aşılması, ayrıca, dışgüvenlik kaygılarının da
önemli oranda azalmasına, düşmanca emel besleyenler üzerinde caydırıcı etki
yapmasına yol açacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle,
tasarının 5 inci maddesi üzerinde söz aldım; bütün arkadaşlarımı saygıyla
selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın Ergün.
Madde üzerinde, şahsı
adına söz isteyen, Tekirdağ Milletvekili Ziyaeddin Akbulut; buyurun.
Konuşma süreniz 5
dakikadır.
TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT
(Tekirdağ)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının
5 inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizde uzun yıllardan
bu yana süregelen sorunların başında, insan haklarının çiğnenmesi, fikir ve
düşünce hürriyeti konusundaki kısıtlamalar, inanç hürriyetindeki kısıtlamalar
ve sair yasaklar büyük sorun olmaya devam etmektedir.
Ülkemiz açısından,
demokratikleşme, gerçekten, fevkalade önemli bir eksikliğin tamamlanmasıdır. Bu
nedenle, artık, yasaklarla hiçbir yere varılamadığını muhalefetiyle iktidarıyla
bütün toplumumuz kabul etmiş durumdadır. Bu bağlamda, AK Parti olarak,
partimiz, gerek hükümet programlarında gerek parti programlarında gerekse
meydanlarda söylediği bu konuda yapacağı çalışmaları bir bir hayata geçirmeye
devam ediyor.
Değerli arkadaşlarım, bu
konuda önemli bir eksiklik gideriliyor. Muhalefetten "neden bu tasarı
konusunda acele ediyorsunuz" diye bir eleştiri geldi. "Hayırlı
işlerde acele ediniz" diye bir güzel sözümüz var; bu da çok hayırlı bir iş
olduğu için acele etmekte yarar görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
isim koyma konusu, kuşkusuz, bir anne babanın, yavrusu için, en doğal hakkıdır.
1587 sayılı Nüfus Kanunumuzun 16 ncı maddesi bunu düzenliyor; fakat, bu
maddedeki bir cümle, yıllardan beri, maalesef, nüfus müdürlerimizin elinde,
istediği gibi, yoruma açık olarak kullanılmaktaydı. Bir zamanlar, ideolojik
isim koydunuz, koyduğunuz isim millî değil veya dinî bir isim koydunuz veya
Türkçe isim değil gibi ifadelerle veya iddialarla nüfus müdürleri, nüfus memurları,
maalesef, vatandaşlarımızın bu doğal hakkı konusuna itirazlarda bulundular ve
halen de bulunuyorlar. Bu konu, kuşkusuz, adliyeye intikal ettiriliyordu. Eğer,
vatandaş, bu isim konusunda ısrar ediyorsa, uzun bir adlî süreçten sonra,
karar, hakkında olumlu oluyorsa, bu ismi koyabiliyordu; oysa, bu, bir insan
hakkıdır. Bir insan, dünyaya getirdiği yavrusuna istediği ismi koyabilmelidir;
bu, onun doğal bir insanlık hakkıdır; dolayısıyla, bu düzenlemeyle, bu konuda
kısıtlamalar kaldırılıyor ve vatandaşlarımız -anne, baba- arzu ettiği ismi
yavrusuna koyabilecek bir esnekliği kazanmış oluyor.
Bu düzenleme, yerinde bir
düzenlemedir; çeşitli kültürlerden oluşan, zenginliğimiz olan bu ülkemizde,
aynı duyguları, değerleri paylaştığımız kardeşlerimizle olan birliği,
beraberliği, kardeşliği güçlendirmektedir; dolayısıyla, yerinde bir
düzenlemedir. Ben, bu konuda hükümeti tebrik ediyorum. Bu düzenlemenin yararlı
olduğunu ve bu konuda tüm düzenlemelerin yararlı olduğunu ifade ediyorum.
Hepinize sevgiler,
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Akbulut.
Başka söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
7 nci maddeyi 6 ncı madde
olarak okutuyorum:
MADDE 6. - 6.1.1982
tarihli ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanununun 53 üncü maddesinin (1)
numaralı fıkrasına aşağıdaki (ı) bendi eklenmiş ve (3) numaralı fıkrasının
birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"ı) Hükmün, İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin
ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş
kararıyla tespit edilmiş olması."
"Yargılamanın
yenilenmesi süresi, (1) numaralı fıkranın (h) bendinde yazılı sebep için on
yıl, (1) numaralı fıkranın (ı) bendinde yazılı sebep için Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl ve diğer sebepler
için altmış gündür."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, Konya Milletvekili Sayın
Atilla Kart; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Kart, konuşma
süreniz 10 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA
KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 6 ncı madde olarak değişen,
tasarıda ise 7 nci madde olarak geçen madde hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, 6
ncı maddede, İdarî Yargılama Usulü Yasasının 53 üncü maddesinde değişiklik
yapılarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin hak ihlalini tespit eden
kararlarının, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmesi yolunda bir
düzenleme yapılmıştır.
Bilindiği gibi, daha
evvel yasalaşan uyum paketlerinde, hukuk ve ceza usulünde benzer düzenlemeler
yapılmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının yargılamanın yenilenmesi
sebebi olarak kabul edilmesi sağlanmıştı. Esasen, hukuk ve ceza usulünde bu
yolda bir düzenleme yapılıp, İdarî Yargılama Usulü Yasasında ise benzer
düzenlemelerin yapılmamasının, bunun yapılmak istenilmemesinin hiçbir tutarlı
açıklaması olamazdı. Bu durum, o zaman da, Grubumuz tarafından dile getirilmiş;
ancak, sonuç alınamamıştı. Bu eksiklik sebebiyledir ki, tarafımızdan, 6 ncı
maddede yapılan düzenleme benzeri bir çalışma, yasa teklifi olarak hazırlanmış,
bu teklif Adalet Komisyonuna 21 Nisan tarihinde intikal etmiş; ancak, kırkbeş
günlük süre içerisinde görüşülmediğinden, İçtüzüğün 37 nci maddesi gereğince,
bu teklifin doğrudan Genel Kurul gündemine alınması yolunda 16.6.2003 tarihinde
Meclis Başkanlığına talepte bulunulmuştur. Bu konudaki safahatın sağlıklı
olarak değerlendirilmesi bakımından bu açıklamayı yapmakta zorunluluk gördüm.
Sayın milletvekilleri,
gelinen süreçte, artık, insan hakları, ulusal devletlerin içişleri kapsamında
değerlendirilmemektedir. Bu haklar uluslararası hukukun meşru iştigal alanı
haline gelmiştir. Türkiye'nin de bu sürecin dışında kalmasını kabul etmek
mümkün değildir. İnsan hakları ve temel hürriyetlerin güvence altına alınması
yolunda uluslararası kuruluşlar oluşturulmuş, bu kuruluşlar bünyesinde çeşitli
uluslararası belgeler kabul edilmiştir. Konuyla ilgili uluslararası belgelerin
en önemlileri ve bir bakıma anayasası veya temel yasası olarak kabul
edilebilecek metinler, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Avrupa Konseyi
bünyesinde imzalanan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olarak bilinen İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme ve eklerinden ibarettir.
Bu süreçte karşımıza
şöyle bir ikilem çıkmakta değerli arkadaşlarım: Hukukun evrenselliği ile ulusal
egemenlik kavramlarının birbirlerine olan etki ve sonuçlarını değerlendirmek
gereği doğmaktadır; çünkü, bu yolla gelen evrensel normların egemenliği
zedelediği düşüncesi, toplumun bazı kesimlerinde, zaman zaman ifade
edilmektedir. Hemen belirtelim ki, günümüzde, artık, adil yargılanma hakkı ve
bu hakkın uygulamaya geçirilmesini sağlayacak mekanizmaların varlığı ve
korunması vazgeçilmez bir hak halini almıştır. Elbette, üniter yapının her
halükârda korunması da vazgeçilmez bir sorumluluktur. Bu anlayış ve yaklaşım
içerisinde, hak ve özgürlüklerle donatılmış; ancak, sorumluluklarının da
bilincinde olan bireyi esas alarak, bireyin özgürlüğü için demokrasiye,
özgürlüklerin güvenceye bağlanması için hukuka ve en nihayet, kamu otoritesi
karşısında temel hak ve özgürlükleri koruyacak çağdaş anayasal düzenlemelere
ihtiyaç vardır.
Bu tasarı ve benzeri
tasarılarla yapılan çalışmaların bu çerçeve içinde olması esastır. Bu anlayış
içinde, bu yaklaşım içinde, getirilen düzenlemeyi, doğaldır ki, olumlu bir
çalışma olarak görüyoruz; ancak, Avrupa Birliği sürecindeki talepler üzerine
gelişen bu yapılanmanın yeterli olamayacağı açıktır. Bütün bu çalışmaların
yanında, önemli olan husus, etkin ve adil yargılanma sürecini uygulamada bir an
evvel gerçekleştirecek bir yapılanmayı sağlamaktır. Genel mevzuat anlamında,
belli normları yakaladığımız bir gerçektir; fakat, yine gerçek olan bir diğer
husus var ki, hak arama özgürlüğü, pratikte çok zor gerçekleşmektedir. Bu
yapılanma sağlanamadığı takdirde, yapılan çalışmaların, pratikte hiçbir öneminin
olmayacağı açıktır.
Bu anlamda, bu
açıklamalar ışığında, biraz sonra açıklayacağım hususların değerlendirmesinin
çok önem kazandığı görüşündeyim.
Gerçek anlamda yargıç
teminatını ve bağımsızlığını sağlayacak ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?
Yargının denetimini de
kapsayacak şekilde, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yapılanmasında ne gibi
çalışmalar yapılmaktadır?
Yargıdaki bürokratlaşmayı
ve bu kapsamda, idarî yargıdaki yapılanmayı değiştirecek ne gibi çalışmalar
yapılmaktadır?
Medya-siyaset-ticaret
ilişkileri içinde gelişen nüfuz suiistimali ve basın özgürlüğünün kötüye
kullanılmasını önleyecek ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?
Adlî kolluk ve bilirkişi
kurumunun yapılanmasını sağlayacak ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?
Yolsuzluklarla mücadelenin
temel unsurlarından birisi olan, dokunulmazlığın sınırlandırılması ve ticarî
sır gibi kavramların kaldırılması ve düzenlenmesi konularında neden hiçbir
ciddî çalışma yapılmamaktadır?
Yolsuzluklarla mücadele
konusunda neden kişi ve grup ayırımı yapılmaktadır?
Neden tüm yolsuzlukların
üzerine, yapılan uyarılara rağmen, gidilmemektedir?
En nihayet, neden
İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyeleri yolsuzluk komisyonu yazışmalarına
cevap dahi vermemektedir?
Ve nihayet, kişisel ve
siyasî ilişkiler ağına dayalı olan bir kadrolaşma anlayışı yerine, liyakat ve
ehliyete dayalı bir kamu personeli rejiminin kurulabilmesi yolunda ne gibi
çalışmalar yapılmaktadır?
Bu kapsamda, özellikle,
millî eğitim ve emniyet teşkilatlarındaki mevcut kadrolaşma çalışmalarıyla,
toplumsal barışı ve huzuru sağlamak mümkün olabilecek midir?
Değerli arkadaşlarım, bu
ve benzeri konuları, bütün unsurlarıyla tartışmamız, değerlendirmemiz
gerekiyor.
Yeri gelmişken hemen ve
önemle ifade ediyorum; emniyet teşkilatında ciddî boyutlar kazanan ve
beraberinde çok önemli soru işaretleri getiren kadrolaşma olayıyla ilgili
olarak, kapsamlı bir çalışma içerisinde olduğumuzun ve bu çalışmanın
sonuçlarını hem kamuoyuna hem de Meclis gündemine en kısa zamanda
getireceğimizin bilinmesini istiyoruz.
Bütün bu konulara çözüm
getirilmeden, devletin teknik ve çağdaş yapılanması sağlanmadan, salt Avrupa
Birliği sürecindeki yasal düzenlemeleri yapmakla, arzu edilen düzeye gelmemiz
mümkün değildir, mümkün olamayacaktır.
Avrupa Birliğine girme
yolundaki toplumsal talebin bilincinde olan siyasî iktidarın -tekrar ifade
ediyorum değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğine girme yolundaki toplumsal
talebin bilincinde olan siyasî iktidarın- bu talebi bir şekilde kullanarak,
şeklî ve yüzeysel düzenlemeler yapmak yerine, bu temel yapılaşmaya ve
düzenlemelere ve uygulamalara önem ve öncelik vermesi gerektiği açıktır.
Bütün bu sebeplerle,
siyasî iktidarın, şeklî ve yüzeysel yaklaşımlar yerine, toplumdaki
adaletsizliği giderecek, teknik ve çağdaş yapılanmayı sağlayacak bir çalışma
içerisine girmesi gerektiğini, bu dönemdeki Parlamento yapısının bütün bu
hususları gerçekleştirmek için uygun bir ortam yarattığını, bu ortamın
beraberinde, çok ağır bir tarihî sorumluluk getirdiğinin hiçbir zaman gözardı
edilmemesi gerektiğini, bu vesileyle, bir defa daha ifade etmek istiyorum.
Bu gerekçe ve kayıtlarla
maddeye destek verdiğimizi, gerekçelerimizin bundan böyle nazara alınması ve
değerlendirilmesi dileğiyle, Genel Kurulu, Grubum ve şahsım adına, en derin
saygı ve sevgilerimle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kart.
Madde üzerinde başka söz
talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
8 inci maddeyi 7 nci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 7. - 2577 sayılı
Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 5. -
53 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi, bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. Bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte kesinleşmiş olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarına ilişkin yargılamanın yenilenmesi istemleri, bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Ancak, madde üzerinde 1
adet önerge vardır; önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan
tasarının 7 nci maddesinin aşağıda yazılı şekilde değiştirilmesini arz ve
teklif ederiz.
|
Atila Emek |
Ali Cumhur Yaka |
Atilla Kart |
|
Antalya |
Muğla |
Konya |
|
A. Sırrı Özbek |
Muharrem Doğan |
Tuncay Ercenk |
|
İstanbul |
Mardin |
Antalya |
Geçici Madde 5. - 53 üncü
maddenin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi, bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan
başvurular üzerine verilecek kararlar üzerinde uygulanır. Bu Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihte, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde devam etmekte olan davalarla
ilgili kararlar hakkında da bu Kanun uygulanır. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihte kesinleşmiş olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ilişkin
yargılamanın yenilenmesi istemleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren 1 yıl içinde yapılır.
BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu?
ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
KÖKSAL TOPTAN (Zonguldak) -Sayın Başkan, bu düzenleme, daha evvel hukuk ve ceza
usullerinde yapılan düzenlemeye paralel bir düzenleme. O nedenle, önergeye
katılamıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet önergeye
katılıyor mu?
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, aynı gerekçeyle biz de katılmıyoruz. Çünkü, bu Meclis,
daha, kısa bir süre evvel bu konuda bir düzenleme yapmıştı; birbiriyle çelişen
düzenlemeler olur. O bakımdan, biz de katılmıyoruz.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi
okutuyorum:
Gerekçe:
Mevcut tasarı, Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte kesinleşmiş olan kararlar ile Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular
üzerine verilen kararları kapsamaktadır. Halen Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde derdest bulunan dosyaları kapsamamaktadır. Böyle bir uygulamanın
en başta eşitlik kavramıyla bağdaşmayacağı açıktır. Halen AİHM'de derdest
bulunan davaları, tasarı kapsamı dışında tutmanın hiçbir haklı ve hukukî
açıklaması olamaz. Bu sebeple, işbu değişiklik önergesinin sunulması gereği
doğmuştur.
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
9 uncu maddeyi 8 inci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 8. - 16.6.1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 16 ncı
maddesinin başlığı "Yakalama ve tutuklama" şeklinde değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
10 uncu maddeyi 9 uncu
madde olarak okutuyorum:
MADDE 9. - 3.5.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar
Kanununda yer alan "cami" ibareleri "ibadet yeri" olarak ve
ek 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Ek Madde 2. - İmar
planlarının tanziminde, planlanan beldenin ve bölgenin şartları ile müstakbel
ihtiyaçları göz önünde tutularak lüzumlu ibadet yerleri ayrılır.
İl, ilçe ve kasabalarda
mülkî idare amirinin izni alınmak ve imar mevzuatına uygun olmak şartıyla
ibadethane yapılabilir.
İbadet yeri, imar
mevzuatına aykırı olarak başka maksatlara tahsis edilemez."
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
11 inci maddeyi 10 uncu
madde olarak okutuyorum:
MADDE 10. - 23.1.1986
tarihli ve 3257 sayılı Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanununun 3 üncü
maddesinin (b) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"b) Denetim :
Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüne genel ahlak ve genel sağlığa ve kamu düzenine
uygunluğu yönünden bu Kanunda tanımlanan eserlerin yetkililerce
incelenmesini,"
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Berhan Şimşek;
buyurun.
Sayın Şimşek?..Yok.
Başka söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
12 nci maddeyi 11 inci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 11 - 3257 sayılı
Kanunun 6 ncı maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinde geçen
"Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği" ibaresi madde metninden
çıkarılmıştır.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek... Yok.
Başka söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
13 üncü maddeyi 12 nci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 12 - 3257 sayılı
Kanunun 9 uncu maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve
maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Bakanlık veya mülkî
idare amirlerince yapılacak herhangi bir denetim sonucunda eserin Cumhuriyetin
Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğüne, genel ahlâk ve genel sağlığa ve kamu düzenine aykırı
bulunması hâlinde hâkim kararı ile, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ise,
Bakanlık veya mülkî idare amirinin yazılı emriyle eser yasaklanır ve kanunî
takibat açılır."
"Yukarıdaki fıkralar
uyarınca yetkili mercilerce verilen kararlar, yirmidört saat içinde yetkili
sulh ceza hâkiminin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde
açıklar; aksi hâlde karar kendiliğinden kalkar."
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?..Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
14 üncü maddeyi 13 üncü
madde olarak okutuyorum:
MADDE 13 - 22.11.1990
tarihli ve 3682 sayılı Adlî Sicil Kanununun 9 uncu maddesine aşağıdaki fıkra
eklenmiştir.
"Özel kanun
hükümleri saklıdır."
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
15 inci maddeyi 14 üncü
madde olarak okutuyorum:
MADDE 14 - 13.4.1994
tarihli ve 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının dördüncü cümlesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Ayrıca, kamu ve
özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük
yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın
yapılabilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen, İstanbul Milletvekili Algan
Hacaloğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Hacaloğlu, konuşma
süreniz 10 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA ALGAN
HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan değerli milletvekilleri; hepinizi,
Cumhuriyet Halk Partisi adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli üyeler, bilindiği
gibi, Türkiye, son onbeş yirmi yıldır
kötü yönetildi; ülke, borç, yolsuzluk ve yoksulluk batağına taşındı. 12
Eylül anlayışı tarafından budanan demokrasimizin kurum ve kuralları, bugüne
değin, ne yazık ki, yeterince toparlanamadı; laik, demokratik cumhuriyetimizin
kuruluş ve varoluş ilkelerinden kopuk, vizyonsuz sağ siyaset ve siyasetçiler
öncülüğünde ülkemizin ufku daraltıldı; ülkemiz, kendi iç sorunlarıyla boğuşan,
kendi içbarışını, sosyal dengelerini korumakta zorlanan bir ülke durumuna
getirildi. On yıl süren, 30 000 can kaybına yol açan, 100 milyar dolayında
kaynak yutan terörle mücadele süreci; devleti kuşatan ırkçı, rantçı, tarikatçı,
soyguncu yapılanma; nedense, kökü bir türlü kazınamayan Hizbullah terörü,
sorunların daha da karmaşık ve ileri boyutlara tırmanmasına neden oldu. Böyle bir ortamda, demokrasimizin bazı eksikliklerini,
taksitler halinde, Avrupa Birliği istekleri olarak içhukukumuza taşıma ve
eksiklikleri düzeltme çabası içinde bulunmaktayız.
Tartışmakta olduğumuz
maddeyle ele aldığımız konu, Adalet ve Kalkınma Partisi için yeni bir konu, son
onbeş yılın partileri için yeni bir konu; ancak, anadilde eğitim veya radyo ve
televizyonla yayın hakkı, CHP için hiç de yeni bir konu değil. Herkes
suskunken, diğer siyasî partiler kültürel çoğulculuğun bilincinde değilken,
1990 yılında, Genel Başkanımız Deniz Baykal'ın Genel Sekreter olarak
başkanlığını yaptığı komisyon çalışmaları sonucunda hazırladığımız raporla,
konuyu gündeme getirdik, demokratikleşmeye sahip çıktık. Bundan tam onüç yıl
evvel, o kritik günlerde, ülkemizde hoşgörü ve içbarış ortamını geliştirecek,
demokrasimizi geliştirecek vizyon, irade ve basireti ortaya koyduk. O gün,
konuya nasıl baktığımızı size doğrudan aktarabilmek için, bu rapordan sadece
bir paragrafı okumak istiyorum.
"Bu çerçevede,
anadil yasağıyla ilgili her türlü yasal düzenleme yürürlükten kaldırılacak,
yurttaşların anadillerinde serbestçe konuşabilmeleri, yazabilmeleri,
öğretebilmeleri, bu dillerde değişik kültür etkinliğinde bulunmaları güvence
altına alınacaktır. Anadil yasağının kalkmasıyla, anadilleri, yurttaşların
yaşamında özgürce kullanması ve bu dillerde yayın yapılması olanağı sağlanmış
olacaktır."
O zaman, CHP'nin, Deniz
Baykal'ın önderliğinde sergilediği çağdaş, yürekli, demokrat tavır, rahmetli
Sayın Özal tarafından paylaşılmadı, Sayın Demirel tarafından paylaşılmadı, tabiatıyla
Sayın Türkeş tarafından paylaşılmadı, Sayın Erbakan tarafından ve o gün Sayın
Erbakan'la beraber siyaset yapan siyasetçiler tarafından paylaşılmadı.
Değerli arkadaşlarım,
çoğulcu demokrasimizin gelişmesi için, insan haklarının, yurttaşlık haklarının
korunması, içbarışımızın güçlendirilmesi için, CHP, o günden bugüne,
programında yer alan etnik duyarlılıklara demokratik çözüm ilkesinin takipçisi
oldu, her platformda onun mücadelesini yaptı; ancak, ne yazık ki, diğer
partilerden gerekli desteği göremedi. Ülkemizdeki yozlaşmanın, çeteleşmenin,
hak ihlallerinin önü, bu nedenle, ne yazık ki, bugüne değin alınamadı.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye Cumhuriyeti, din, dil, ırk ve etnik köken temellerinde değil, siyasal
bilinç ve ideal beraberliği zemininde kurulmuştur. Ülkemizde farklı etnik
yapıların, farklı kültür kimliklerinin var olması, varlıklarını sürdürmesi,
çoğulcu demokrasimizin zenginliğidir. Atatürk ve arkadaşları, cumhuriyeti
kurarken, bu anlayışı, bu çağdaş devlet anlayışını hedef almışlardı.
Değerli arkadaşlarım,
çağdaş devletin dini yoktur; çağdaş devlet, tüm inançlara eşit mesafede durur
ve inanç ile vicdan özgürlüğünün güvencesini oluşturur. Çağdaş devletin ırkı
yoktur; çağdaş devlet, her etnik kökenden yurttaşlarına eşit mesafede durur ve
düşünceyi ifade özgürlüğünün güvencesini oluşturur.
Bu çerçevede, hepimiz
bilmekteyiz ki, ülkemiz, bir kültür mozaiğidir. Ülkemizde farklı inanç ve
mezhepten, farklı etnik kökenden, farklı anadillere sahip yurttaşlarımız, kendi
altkültürlerini koruyarak, ancak, ulusal kültür ve kimlikte buluşarak, Mustafa
Kemal Atatürk'ün önderliğinde, Türk Ulusunu oluşturmuşlardır. Bu anlayışla,
herkes, eşit hakka sahip anayasal yurttaştır; her yurttaş, üstkimlikte, Türk
olmaktan gurur duyar; hepimizin ortak dili, resmî dilimiz Türkçedir; ancak,
ulus devlete olan ödünsüz bağlılığımız, çoğulcu demokrasinin, kültürel
çoğulculuğun engeli değildir, hiçbir zaman da olmamalıdır.
Hükümetlerin,
siyasetçilerin görevi, ülkemizde, demokrasinin kurum ve kurallarının çıtasının
yükseltilmesine, ulus devletin güçlenmesine katkı sağlarken, içbarışımızın
güvencesini oluşturan kültür mozaiğimizin kendi içinde gelişmesinin önünü
açmaktır, çağımızın en büyük iddialarından biri olan kültürel çoğulculuğun
önünü açmaktır. Ülkemizin etnik köken ve kültür farklılıklarını bastırmak, onu
asimile etmeye çalışmak tercih olmamalıdır, buna yönelik girişimler hiçbir
zaman denenmemelidir.
Değerli milletvekilleri,
kamusal alan, bir eşitlik ve toplumsal sorumluluk alanıdır. Bu alanda, kamu
düzeninin kuralları, laik, demokratik cumhuriyetimizin vazgeçilmez ilkeleri
geçerlidir. Özel alan ise, özgürlük ve bireysel sorumluluk alanıdır. Herkes,
özel alan içinde, kendi altkimliğini geliştirmek, anadilde eğitim ve yayın
yapmak, bu amaçla özel radyo ve televizyonları kullanmak hakkına sahip
olmalıdır. Tabiî, anadilde radyo ve televizyonda yayın hakları kullanılırken,
devletin ve sivil toplumun denetim mekanizmaları, yasallık ve saydamlık
kuralları içinde, yürürlükte olmalıdır; tabiî, kamusal alanın varlığına herkes
saygılı olmalıdır; tabiî, herkes laikliğin, ulusal bütünlüğün ve bağımsızlığın
korunmasına sınırsız özen içinde olmalıdır. Ancak, şunun bilinmesini istiyorum:
Kamu okullarında anadillerde eğitim yapmak, anadillerde devlet radyo ve
televizyonlarında yayın yapmak devletin görevi değildir değerli arkadaşlarım.
Kürtçeyi sadece devlet
konuşur, özel TV'lerde kullanamazsınız anlayışı kabul edilemez. Tabiî,
getirilen maddeyle, bu, özel televizyonlara da açılmıştır; ancak, tartışmakta
olduğumuz konu, dışarıdan, anadilde yayın yapan TV'lere yönelik, Kürtçe yayın
yapan TV'lere yönelik karşı propaganda için yayın yapılması, bu amaçla devlet
televizyonlarının kullanılması meselesi değildir. Bırakınız, anadili, sahibi
konuşsun, bu ihtiyacı duyan konuşsun, istediği platformda konuşsun. Bu haklar,
özel alanda, özgürlük içinde, ancak, kamusal denetim altında, isteyen
taraflarca gerçekleştirilir. 21 inci Yüzyılın insanını, onun hukukunu,
varlığını ve kimliğini temel alan çağdaş anlayış bunu öngörür. Bunu
gerçekleştirmek, bizim, hepimizin, Adalet ve Kalkınma Partisinin ve Cumhuriyet
Halk Partisinin görevidir. Bunu, Avrupa Birliği bizden istedi diye değil,
insanlarımıza ve ülkemize saygımızın ve sorumluluğumuzun gereği ve nedeniyle
gerçekleştirmeliyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Hacaloğlu.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Dün herkes susarken, biz, olaya, davaya sahip çıktık; herkesin başı eğikken,
ülkemizde demokratikleşmenin ve kültürel çoğulculuğun bayraktarlığını yaptık.
Bundan sonra da, eğilmeden, bel vermeden, hukuk devleti, dürüst yönetim ve
insan haklarının ödünsüz savunucusu olmaya kararlıyız.
Bu konuda, Avrupa Birliği
ülkelerine de bir sözüm var. Kopenhag Kriterleri, onun gereği olan hukuk
devleti, demokratikleşmeyi ve insan haklarını sürekli geliştirmek, hepimizin
ortak görevidir; insan hakları ihlallerinin ve işkencenin kökünü kazımak,
hepimizin ortak sorumluluğudur; ancak, çağdaş dünyanın çağdaş ilkesini
oluşturan kültürel çoğulculuğun çok yönlü gereklerini bizden isterken, Avrupa
Birliğinin kendi özeleştirisini de yapmasını beklemek hakkımızdır. Avrupa
Birliği devletlerinin, Avrupa'da yaşamakta olan farklı altkimlikten insanlara,
Avrupa'da yaşamakta olan insanlarımıza eşit hukuk, eşit hak ve eşit hizmet
anlayışıyla yaklaşmasını bekliyoruz.
Hükümete de son bir
uyarıda bulunmak istiyorum izninizle. Avrupa Birliği üyeliğinin temel
koşullarından biri Kopenhag Kriterleri ise bir diğeri de Maastricht
Kriterleridir. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümeti, her geçen gün, Maastricht
Kriterlerinden giderek daha da uzaklaşmaktadır. Bilindiği gibi, Maastricht
Kriterleri, bütçe açığının gayri safî yurtiçi hâsılaya oranının yüzde 3'ü
aşmamasını öngörmektedir; ancak, son rakamlar, mayıs ayı sonu itibariyle bütçe
rakamları, bütçe açığının bütçe toplamına oranının yüzde 37'ye tırmandığını
ortaya koymaktadır. Keza, Maastricht Kriterlerinin toplam kamu dışborcu
hedefinin de, neredeyse ikiye katlanmakta olduğunu hepimiz bilmekteyiz.
Kısaca, daha altı ay
geçmeden, Adalet ve Kalkınma Partisinin önderliğinde, devlet...
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Hacaloğlu.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Efendim, teşekkür edebilir miyim?
BAŞKAN - Buyurun; son
cümlenizi alayım Sayın Hacaloğlu.
ALGAN HACALOĞLU (Devamla)
- Bu çerçeve içinde, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, gönlümüz ve tercihimiz,
anadilde yayının sadece özel alanda özel televizyonlarla yapılması olduğunu
belirtirken, getirilmiş olan öneriyi, bir iyileşmeyi içermekte oluşu nedeniyle
desteklediğimizi belirtiyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Hacaloğlu.
Madde üzerinde, şahsı
adına, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ söz istemiştir.
Buyurun Sayın Elekdağ.
(CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çeşitli Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısının eski 15 inci maddesi üzerinde
şahsî görüşlerimi arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
Altıncı Uyum Paketinin 15 inci maddesinde 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların
Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında
yapılan değişiklikle, kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca, Türk
vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil
ve lehçelerde yayın yapılabileceği öngörülmektedir. Yapılan değişiklikle,
Üçüncü Uyum Paketiyle getirilen Türk vatandaşlarının kullandıkları farklı dil
ve lehçelerde yayın yapılması imkânının hem kamu hem de özel radyo ve
televizyon kuruluşları vasıtasıyla sağlanması hükme bağlanmaktadır.
Değerli arkadaşlarım,
ülkemizin çokkültürlü bir yapıya sahip olması nedeniyle, muhtelif dil ve
lehçelerde yayın yapılmasının sadece TRT'nin yetkisine bırakılması halinde, bu
kurumumuz, taşıyamayacağı bir yük ve sorumluluk altında bırakılmış olacaktır.
Zira, TRT, yayınlara başladığı anda, vatandaşlarımızın, kullandıkları çeşitli
dil ve lehçelerde yayın yapılması konusunda çok sayıda talebine muhatap olacaktır.
Bu taleplere konu teşkil eden diller ve bunların değişik lehçeleriyle yayın
yapılması, TRT için altından kalkılması çok ağır ve başedilmez bir külfet
oluşturacaktır. Buna mukabil, özel televizyon ve radyo kanallarına farklı dil
ve lehçelerde yayın yapma imkânı verilirse, piyasa koşullarının da etkisiyle,
bir eleme mekanizması kendiliğinden devreye girecek ve yayın yapılacak diller
bu suretle belirlenecek; bu durumda da, devlet, ağır yükümlülükten kurtulacak
ve resmî kuruluşlarımızın görevi, denetimle sınırlı kalacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
özel TV'lerden yayın yapılmasının sağlayacağı çok başka avantajlar da vardır.
Uydu üzerinden yayın yapan Medya TV, çanak antenler vasıtasıyla ülkemizden
kolaylıkla seyrediliyor. Özel radyo ve televizyon kanallarına Kürtçe yayın
yapma izni verilirse, rekabet koşullarında yaşayabilmek için, halkın
taleplerini, zevk ve beğenilerini dikkate alarak, kaliteli yayın yapacak olan
bu kanalların Medya TV'nin cazibe merkezi olma durumuna son vermeleri kuvvetli
bir olasılıktır.
Bir de, Irak savaşının ortaya çıkardığı durumu
değerlendirmek gerekiyor. Önümüzdeki aylarda, Kuzey Irak'ta birçok Kürtçe
televizyon kanalının kurulması beklenmelidir. Ancak, topraklarımızda yayın
yapacak özel radyo ve TV kanalları, bölge ihtiyaçlarını benimseyen ve
zevklerini karşılayan bir yayın politikası izledikleri takdirde -ki, büyük bir
olasılıkla, bu böyle olacaktır- Kuzey Irak televizyonlarına fazla rağbet
olmayacaktır.
Değerli arkadaşlarım,
bütün bu gerekçelerle, özel radyo ve televizyonların devreye sokulması isabetli
olmuştur; ancak, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, TRT eliyle yayın
yapılmasının son derece isabetsiz olacağına inanıyoruz; bu nedenle de, tüm
yayınların özel kanallarla yapılması gerektiği görüşünü savunuyoruz. Bu tutumumuzun
iki temel nedeni var: Birincisi şudur: Diğer birçok Avrupa Birliği ülkesi gibi
Türkiye de, bünyesinde farklı etnik yapıları, farklı altkültür ve kimlikleri,
farklı inanç ve mezhepleri barındırmaktadır. Bunların varlıklarını sürdürmesi
ulusal zenginliğimizdir; ancak, değerli arkadaşlarım, esas olan, bu zenginliğin
ortaya koyduğu etnik duyarlıklara ve taleplere, ulusal bütünlük ve çoğulcu
demokrasi kuralları içerisinde çözüm sağlanmasıdır. Diğer bir deyişle, devletin
etnisiteye saygı göstermesi, farklı kültürleri tanıması ve onları toplumun bir
zenginliği olarak görmesi, ancak etnisiteyi ve farklılığı teşvik etmekten
kaçınması zorunludur. Bu bakımdan, resmî kanallardan yayın yapılması,
etnisiteyi teşvik etmektir. Bu nedenle de, TRT'nin bu alanda rol alması son
derece yanlış bir uygulama olur.
İkinci neden, Cumhuriyet
Halk Partisinin, çağdaş devletin ırkı ve dini olmadığı inancından
kaynaklanıyor. Devlet, tüm altkimliklere, farklı etnik kesimlere, her mezhep ve
inanca eşit mesafede ve dengeli durmak durumundadır. Oysa, yayınların TRT
tarafından yapılması halinde, bu kurumun birçok dil ve lehçede yayın yapması
mecburiyeti doğacaktır. Söz konusu dillerden biri veya değişik lehçelerin
tümünde yayın yapılamazsa, devlet, ayırımcılık yapar, taraf tutar duruma düşecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Elekdağ.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(Devamla) - Teşekkür ediyorum efendim.
Bu itibarla, yayınların
özel radyo ve televizyonlar vasıtasıyla yapılması, rasyonel ve Türkiye'nin koşullarına
çok daha uygun bir yaklaşım oluşturacaktır.
Cumhuriyet Halk Partisi,
bu yaklaşım ve bu anlayışla, Altıncı Uyum Paketinin eski 15 inci maddesinde yer
alan, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 4 üncü
maddesinin birinci fıkrasındaki değişikliği desteklemektedir.
Teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Elekdağ.
Madde üzerinde, şahsı
adına, Ağrı Milletvekili Sayın Cemal Kaya; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5
dakikadır.
CEMAL KAYA (Ağrı) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tam bu madde Türkiye Büyük Millet
Meclisinde konuşulurken, ülkenin Avrupa Birliğine girmesi süreci başlamışken,
dün bütün televizyon kanalarında ve gazetelerde bir manşet; bir tiyatro
sahnesinde, bir sineklik, renginden dolayı DGM'lik olmuş! Bunu hatırladınız
herhalde.
Şimdi, ülkem, bu kadar
açlık, sefalet, yoksullukla uğraşırken, biz, ülkemizde yaşayan insanların kendi
anadillerinde veya istedikleri bir dilde çocuğuna isim koyma hakkını
kanunlaştırıyoruz! Diğer tarafta, ülkem, açlık, yokluk, sıkıntılar
içerisindeyken, insanlar açlıkla uğraşırken, insanların, bütün dünyada,
internet aracılığıyla istediği televizyon kanalını seyretme, istediği dili
öğrenme hakkı varken, bilim bu kadar gelişmişken, biz, Türkiye'de, özel
televizyonların, başka dil ve lehçelerde yayın yapma hakkını kanunlaştırmaya
çalışıyoruz. Bu Meclis, bugün bunu görüşürken, dün bir tiyatro sahnesinde,
sineklik DGM'lik oluyor!
Değerli arkadaşlar,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bölünmez bütünlüğünü, her kanunda, her kurulda
saklamak, onu korumak hepimizin görevidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde
kanunları çıkarmak yetmiyor -siz,
radyo ve televizyonlarda Kürtçe yayın, Farsça yayın yapabilirsiniz, zaten
yapılıyor, istemeseniz de yapılıyor; çanak anteni koyuyor, dinliyor adam,
İngilizce, Arapça hiç fark etmiyor- kafaları özelleştireceksiniz, beyinler
sağlıklı gelişecek; beyinler, bu ülkenin bütünlüğünü koruyacak, nasıl
gelişebileceğini gösterecek.
Bu ülkeyi biz korumak
zorundayız. Peki, nasıl koruyabiliriz; kardeşliği, insan haklarını, sosyal
devlet anlayışını, hoşgörüyü yayarak koruyabiliriz. Siz, istediğiniz kadar,
özel televizyonlarda yayın yapma hakkını çıkarabilirsiniz; istediğiniz kadar,
anadilde eğitim için uyum yasalarını çıkarabilirsiniz; ama, uygulamada,
stratejileri belirlemezseniz, onu korumak, onu genişletmek isteyen insanlara
karşı birsürü engel çıkarmaya çalışırsanız, bu ülke, demokrasiyi, Avrupa
Birliğini hayalle görür.
Kanunlarla Avrupa Birliğine
girilmez; beyinlerin gelişmesiyle Avrupa Birliğine girilir, hoşgörüyle Avrupa
Birliğine girilir. Bu, bu toplumda var, bu toplum buna layıktır; Türkiye
Cumhuriyeti Devletinde yaşayan bütün insanlar, etnik, mezhepsel, toplumsal
farklılıkları ne olursa olsun, buna uygundur; bunu çoktan, yüzyıllardır hak
etmişlerdir, hak etmeye de devam etmelidirler.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi, bu ülkenin gelişmesine ve bu gibi uygulamalara, işkenceye karşı,
sosyal devlet anlayışına karşı çıkan insanlara karşı özveriyle çalışmalıdır; bu
anlayışın önüne çıkanlara, bu kanunların önüne çıkanlara, bu televizyonları
veya anadilde eğitimi yasaklamaya çalışan zihniyetlere karşı çıkmalıdır;
hoşgörü ortamından, diyalogdan kaçan zihniyetlere karşı çıkmalıdır. Diyalogu
kesen zihniyetleri korumaya devam ettiğimiz süre içerisinde bu ülkeye
demokrasiyi getiremeyiz, kimse de bizi Avrupa Birliğine falan almaz. 50 tane
kanun çıkarın... Çıkarmadık mı; 2000 yılında çıkarmadık mı; 2001 yılında
çıkarmadık mı?! Uygulaması var mı; yok. Bakın, Millî Eğitimin çıkardığı
uygulamaya, her türlü tedbir var. Bir kanun çıkmış, TRT Genel Müdürü gitmiş,
Danıştaya başvurmuş "bu çıkardığınız kanunu uygulamak benim görevim
değil" demiş. Kimin görevidir kardeşim; özel televizyonların... Çık,
söyle! Bu ülkede, yasaklayıcı zihniyetleri, bu ülkenin önünü tıkayan
zihniyetleri kaldıramadığımız süre içerisinde, onlara, elbirliğiyle, güç
birliğiyle, iktidarıyla muhalefetiyle demokrasiyi aşılamadığımız süre
içerisinde, biz, bu ülkeye demokrasiyi ve hoşgörüyü getiremeyiz. Bu ülkenin
bütün insanları, Kürdüyle, Acemiyle, Farsıyla, Lazıyla, Çerkeziyle, Alevîsiyle,
Sünnîsiyle, Ermenisiyle, Yahudisiyle bu ülkenin birliği ve beraberliği için
çalışmaktadır. Bu ülkenin birliği ve beraberliği, bu ülkenin kurtuluşu, çağı
yakalamasına bağlıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Kaya.
CEMAL KAYA (Devamla) -
Birliği ve beraberliği sağlamadığınız süre içerisinde, yüzyıllardan gelmiş olan
yasakçı zihniyetleri, hoşgörüyü eğitim sistemine aşılamayan zihniyeti
değiştiremediğiniz süre içerisinde, kanunlarla bir ülkeyi zorla yönetemezsiniz.
Buradan çıkarıyorsunuz; işkenceyi önleme kanununu çıkarıyorsunuz; sırtınızı
verdiğiniz zaman, polisi yakalayamıyorsunuz. Böyle bir zihniyet olabilir mi?!
Buna karşı çıkanları biz yasakladığımız zaman bu ülkeye demokrasiyi
getirebiliriz. Kaldı ki, demokrasi, Avrupa Birliğine girmek için gelmemeli.
Demokrasiyle yönetilmek, çağdaş bir ülkede yaşamak, bu ülkede yaşayan bütün
insanların hakkıdır, hakkı olmalıdır; biz, böyle görmeliyiz.
Bu vesileyle, Yüce
Meclisi saygılarla selamlıyorum. Yüce Meclisin bunu başaracağına inanıyorum. Bu
Meclisin daha nice demokratik, çağdaş hakları bu ülkeye vereceğine de
inanıyorum.
Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kaya.
Madde üzerindeki
görüşmeler bitmiştir.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Birleşime saat 20.00'ye
kadar ara veriyorum.
Kapanma Saati : 19.07
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 20.00
BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ
(Ordu)
BAŞKAN - 96 ncı
Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.
180 sıra sayılı kanun
tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VI.- KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1.- Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
raporu (1/610) (S. Sayısı: 180) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının 16 ncı maddesini
15 inci madde olarak okutuyorum:
MADDE 15.- 3984 sayılı
Kanunun 15 inci maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Mahallî yayınları
izlemek için gerekli görülen yerlerde halen mevcut kadrolardan bölge teşkilâtı
oluşturulabilir."
BAŞKAN - Madde üzerinde
şahsı adına söz isteyen Siirt Milletvekili Öner Ergenç?..
ÖNER ERGENÇ (Siirt) -
Sayın Başkan, bir önceki madde olarak söz istemiştim; konuşmayacağım.
BAŞKAN - Peki.
Başka konuşma talebi?..
Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
17 nci maddeyi 16 ncı
madde olarak okutuyorum:
MADDE 16.- 3984 sayılı
Kanunun 32 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki "yedinci günden
itibaren" ibaresi "yirmidört saat içinde" şeklinde
değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
18 inci maddeyi 17 nci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 17. - 3984 sayılı
Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 10. -
4 üncü maddenin birinci fıkrasında öngörülen yönetmelik bu Kanunun yayımı
tarihinden itibaren dört ay içinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca
hazırlanarak yürürlüğe konulur."
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
19 uncu maddeyi 18 inci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 18. - 3.8.2002
tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun
1 inci maddesinin (A) fıkrasının birinci paragrafı aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
"Savaş ve çok yakın
savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar için öngörülen idam cezaları hariç
olmak üzere 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 7.1.1932 tarihli
ve 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun, 31.8.1956 tarihli ve
6831 sayılı Orman Kanunu ile 17.2.2000 tarihli ve 4533 sayılı Gelibolu
Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununda yer alan idam cezaları müebbet ağır
hapis cezasına dönüştürülmüştür."
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın
Sırrı Özbek?.. Yok.
Sayın Araslı, şahsınız
adına söz talebiniz var; ancak, Sırrı Özbek Beyin yerine Grubunuz adına
konuşacaksanız, buyurun.
OYA ARASLI (Ankara) -
Hayır, şahsım adına konuşacağım.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
şahsı adına, Sayın Araslı; buyurun.
OYA ARASLI (Ankara) - Bu
madde, Türk Ceza Kanununun 462 nci
maddesiyle ilgili, değil mi?
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz
madde, pek çok hususla ilgili önemli düzenlemeler getirmektedir; ama, ben,
bunlar içerisinde, Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesinin yürürlükten
kaldırılmasıyla ilgili hüküm üzerinde görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
Türk Ceza Kanununun 462
nci maddesi, tıpkı, 453 üncü maddesi gibi, çağdaş bir hukuk düzenine yaraşmayan
bir hükümdür. Bu hüküm, özellikle kadınlar aleyhine işlemekte ve ülkemizde
yaygın biçimde örneğini gördüğümüz töre cinayetlerinin işlenmesini
yüreklendirmektedir.
Töre cinayetleri, bugün,
çağdaş dünyada bütün toplumların şikâyet ettiği adam öldürme türleridir. Bu
cinayetler, yaşam biçimleri, toplumda yaygın olan genel ahlak normlarına
uymayan veya uymadığı varsayılan kız çocuklarına karşı işlenmektedir veya bu
tür cinayetlerin muhatabı, toplumda kendilerine biçilmiş olan rollere uygun
biçimde hareket etmeyen genç kızlarımız olmaktadır.
Töre cinayetleri,
bildiğiniz gibi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Çocuk
Hakları Sözleşmesi hükümlerine de aykırı uygulamaları oluşturmaktadır.
BAŞKAN - Sayın Araslı,
zannediyorum, farklı bir maddeyle ilgili konuşuyorsunuz...
OYA ARASLI (Devamla) -
Kürsüye gelirken onun için sordum efendim...
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Araslı, buyurun.
OYA ARASLI (Devamla) -
Maddenin sırası geldiği zaman görüşlerimi ifade edeyim.
BAŞKAN - Yok; buyurun,
devam edin Sayın Araslı.
OYA ARASLI (Devamla) -
Çok teşekkür ederim efendim.
Ben, konuşmaya başlarken,
bir hata olabileceğini düşünmüştüm, fark etmiştim; emin olmak için Sayın
Başkana sordum; ama, galiba, bir yanlış anlaşma oldu. Anlayışınız için, sizlere
ve Sayın Başkana çok teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Birleşmiş Milletler nüfus
verilerine baktığımız zaman, dünyada her yıl yaklaşık 5 000 civarında töre
cinayeti işlendiğini görmekteyiz; ama, hepimiz biliyoruz ki, töre cinayetleri,
çoğu kez, intihar süsü verilerek, cinayet olmaktan çıkarılmakta, gözlerden saklanmaya
çalışılmaktadır. Bunun için, töre cinayetlerinin sayısının 5 000'in çok
üzerinde olduğunu söylemimizde hiçbir yanlışlık yoktur diye düşünüyorum ve
Türkiye de -biraz önce söylediğim gibi- bu cinayetlerin en yaygın biçimde
işlendiği ülkelerden birisidir.
Uluslararası
platformlarda, bu cinayetleri, Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesinde yer alan
indirim hükmünün yüreklendirdiği doğrultusunda çeşitli eleştirilere muhatap
olmaktayız ve Avrupa Birliği standartlarına uymayan bir ülke olduğumuz
yargısına varılması konusunda da dayanılan temel dayanaklardan birisini Ceza
Kanunumuzdaki bu hüküm oluşturmaktadır.
Bu durumdan ülkemizi
kurtarabilmek için, Türk Ceza Kanunundan bu hükmün kaldırılması gerekmektedir.
Kızlarımızın, zorla evlendirilmek istenilen bir kişiyle evlenmeyi reddederek,
kendi seçtikleri bir delikanlıyla -beraberlik- yaşamak istemesinin bir suç
olmaktan çıkarılmasını sağlamak gerekmektedir. Bu tercihlerinden dolayı, ölüm
gibi bir durumla, öldürülmek gibi bir durumla karşı karşıya getirilmekten kızlarımızı
korumamız gerekmektedir.
Türk Ceza Kanununun 462
nci maddesinde yer alan bu hüküm, ayrıca, içinde bir ayırımcılığı ifade etmesi
bakımından da bir sakınca taşımaktadır. 462 nci maddede sıralanan fiilleri
işleyenin bir erkek olması halinde, kız kardeş, bu indirimden
yararlanmamaktadır; ama, bu fiilleri işleyenin bir kız olması ve erkek
kardeşinin de, hiddete kapılarak onu öldürmesi halinde, ona ceza indirimi
uygulanmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
OYA ARASLI (Devamla) -
Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bu açıdan da, söz konusu
düzenleme, içinde -biraz önce söylediğim gibi- bir eşitsizlik meydana
getirmektedir. Bu nedenle de, bu hükmün Türk Ceza Kanunundan kaldırılmasına
ilişkin önümüzdeki tasarıda yer alan hükmün, fevkalade isabetli olduğunu
düşünüyorum. Buna hepimizin destek vermesi gerektiğini, burada, ifade etmek
istiyorum.
Ayrıca, benim ve
Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan kadın milletvekillerimizin, bu konuda, mart
ayında verilmiş olan bir kanun teklifimiz vardı. Gönül arzu ederdi ki, o
teklifimiz de, bu tasarıyla birlikte görüşülsün, birlikte kabul edilsin; ama,
öyle zannediyorum ki, bu, komisyonda da dile getirilmesine rağmen uygun
görülmedi; fakat, önemli olan amacımızdır, alınacak olan sonuçtur. Bu sonucu
da, burada, alabileceğimiz umudunu taşıyorum.
Sizlere saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Araslı.
Madde üzerinde, şahsı
adına söz isteyen, İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ
(İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, görüşmekte olduğumuz
tasarının 19 uncu maddesinin (b) fıkrası üzerinde, kişisel görüşlerimi
belirtmek için huzurunuza gelmiş bulunuyorum.
19 uncu maddenin (b)
fıkrası, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin yürürlükten
kaldırılmasıyla ilgili. Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinde, devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak amacıyla, yazılı, sözlü,
görüntülü propaganda ile toplantı, gösteri ve yürüyüş yapılması fiillerine
ilişkin özel bir suç tipinden söz edilmektedir.
Değerli milletvekilleri,
bu metin, şiddet unsurunu içermiyor. Bu durumda, şiddete başvurmaya teşvik
etmeksizin ya da kışkırtmaksızın, propaganda bağlamında, ülke topraklarının bölünmesi
veya Türkiye Cumhuriyetinden ayrılma anlamında yorumlanacak sözler sarf etmek,
Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi kapsamında suç oluşturmaktadır. Oysa,
terör, siyasî şiddet demektir. İçinde fiilen şiddeti barındırmayan eylemler
terör eylemi oluşturamazlar. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bugüne
kadar vermiş olduğu çeşitli kararlarıyla oluşan içtihat uyarınca, şiddete
teşvik etmeksizin veya kışkırtmaksızın bölücülük propagandası yapanların
cezalandırılması ifade özgürlüğünün ihlali sayılıyor. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10 uncu maddesi gereğince, şiddet
unsuru içermeyen ifadelerin sınırlandırılmaması gerektiği gerekçesiyle, Terörle
Mücadele Kanununun 8 inci maddesinden yargılanarak hüküm giyen kişilerin ifade
özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri sonucunda, birçok ihlal
kararı vermiştir ve Türkiye de ağır tazminatlar ödemiştir.
Değerli milletvekilleri,
bu noktada sorulması gereken soru şudur: Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin
yürürlükten kaldırılmasıyla, ülke bütünlüğünün korunması bakımından hukukî bir
boşluk doğacak mıdır? Bu sorunun yanıtını vermek için, Türk Ceza Kanununun 312
nci ve 125 inci maddelerine bir göz atmak yeterlidir. Bir kere, Türk Ceza
Kanununun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında şu ifadeler yer alıyor:
"Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığına dayanarak, halkı,
birbirine karşı, kamu düzeni için tehlike olabilecek bir şekilde düşmanlığa
veya kin beslemeye alenen tahrik eden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis
cezası verilir." Görüleceği üzere, bu hüküm, millî birliği ve millî
bağlılığı koruyucu bir içeriktedir.
Öte yandan, Türk Ceza
Kanununun 125 inci maddesi, ülkemizin bölünmez bütünlüğünün korunmasına yönelik
hassasiyeti karşılamaktadır. Zira, madde, devletin birliğini bozmaya veya
devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden
ayırmaya yönelik eylemlerde bulunan kişileri ağır biçimde cezalandırmaktadır.
Burada, suç unsurunun eylem olarak belirtilmiş olmasının da altı çizilmelidir.
Değerli milletvekilleri,
buraya kadar söylediklerimden, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinin
yürürlükten kaldırılmasıyla ülkenin bölünmez bütünlüğünün korunması açısından
bir boşluk doğmasının söz konusu olmayacağı ortaya çıkmaktadır.
Hepinizi saygıyla
selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Elekdağ.
Birleşime 15 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati : 20.18
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 20.38
BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ
(Ordu)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 96 ncı Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum.
180 sıra sayılı kanun
tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1.- Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
raporu (1/610) (S. Sayısı: 180) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının 19 uncu
maddesini 18 inci madde olarak görüşmüştük;
madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...Madde kabul edilmiştir.
20 nci maddeyi 19 uncu
madde olarak okutuyorum:
MADDE 19. - Aşağıdaki
kanun hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.
a) 1.3.1926 tarihli ve
765 sayılı Türk Ceza Kanununun 462 nci maddesi,
b) 12.4.1991 tarihli ve
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi,
c) 18.11.1992 tarihli ve
3842 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu ile Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 31 inci
maddesinin birinci fıkrası.
BAŞKAN - Madde
üzerinde...
OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, demin bir yanlışlık olmuştu; ben, maddenin (a) bendi hakkındaki
görüşlerimi, kişisel konuşmamda ifade etmiştim. Acaba, onları, tutanakta bu
kısma aktarmak mümkün olabilir mi?
BAŞKAN - Buyurun, madde
üzerinde konuşun Sayın Araslı.
OYA ARASLI (Ankara) -
Aynı şeyleri tekrar mı konuşayım...
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Araslı.
OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; madde numaralarında bir kayma olduğu
için ve biraz önce Divanla karşılıklı bir anlaşma sıkıntısı yaşadığımız için,
sizlerin ve Sayın Başkanın anlayışına sığınarak, Sayın Başkanın izin vermesi
üzerine, bu maddeyle ilgili kişisel sözlerimi, geçen madde üzerinde, onun
tartışmaları sırasında söylemiş bulunuyorum. Bunlar, elbette ki, tutanaklara
geçen sözler. Bu tutanakları bizden sonra izleyenler de, neler söylendiğini,
hangi maddeyle ilgili hangi tartışmaların yapıldığını öğrenmek isteyeceklerdir.
Bir karışıklığa mahal vermemek, bu olayın tutanakta yer almasını sağlamak
üzere, huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum ve biraz önce söylediğim sözleri,
burada -aynı görüşte olduğumu- bir kere daha ifade etmek istiyorum.
Saygılar sunarım.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Araslı.
Madde üzerinde, AK Parti
Grubu adına, Semiha Öyüş.
SEMİHA ÖYÜŞ (Aydın) -
Vazgeçtim Sayın Başkan.
Madde üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
21 inci maddeyi 20 nci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 20. - 12.04.1991
tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesinin kenar
başlığı "Terör ve örgüt tanımı" şeklinde, birinci ve ikinci fıkraları
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Terör; cebir ve
şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit
yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî,
hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin
varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak
veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış
güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup
kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.
İki veya daha fazla
kimsenin birinci fıkrada yazılı terör suçunu işlemek amacıyla birleşmesi
halinde bu Kanunda yazılı olan örgüt meydana gelmiş sayılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
22 nci maddeyi 21 inci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 21. - 3713 sayılı
Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 10. -
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan
3713 sayılı Kanunun 8 inci maddesi kapsamına giren suçlardan dolayı;
1. - Yürütülen hazırlık
soruşturmalarında Cumhuriyet savcılıklarınca takipsizlik kararı verilir.
2.- a) Haklarında kamu
davası açılmamış tutuklu sanıklar Cumhuriyet savcılıklarınca,
b) Haklarında kamu davası
açılmış tutuklu sanıklar ilgili mahkemelerce,
Salıverilirler.
3.- a) Henüz Yargıtaya
gönderilmemiş veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan dosyalar
hakkında hükmü veren mahkemece,
b) Yargıtayda bulunan
dosyalar ilgili ceza dairesince,
c) Cezaları infaz
edilmekte olan hükümlülerin dosyaları hükmü veren mahkemece,
Acele işlerden sayılmak
ve Türk Ceza Kanununun 2 nci maddesi dikkate alınmak suretiyle karara
bağlanır."
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
23 üncü maddeyi 22 nci
madde olarak okutuyorum:
MADDE 22. - Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
24 üncü maddeyi 23 üncü
madde olarak okutuyorum:
MADDE 23. - Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok.
Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş
ve kanunlaşmıştır.
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara) - Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar
ADALET BAKANI CEMİL ÇİÇEK
(Ankara)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel, çok değerli
oylarınızla ve ittifakla yasalaştırdığımız bu düzenlemelerle çok önemli bir
adım atmış bulunuyoruz. Türkiye'nin demokratik standardının yükseltilmesi,
temel hak ve özgürlüklerin kullanım alanının genişletilmesi, insanı esas alan,
insanı insan olduğu için saygıya değer bulan bir anlayışla, bu yasaları
geçirmiş bulunuyoruz ve böylece, bu anlayışa da yasal destek sağlamış oluyoruz.
Bu yasayla, Türkiye'nin
siyasî, sosyal ve kültürel alanda gelişmişlik çapını büyüten, genişleten
gayretlere, Meclis, önemli bir destek vermiş oluyor ve yine bu yasayla, 164
yıllık çağdaşlaşma, medenî dünyayla beraber olma ve bunun somut hedefi olan
Avrupa Birliğine, ümit ediyorum ki, bir adım daha yaklaşmış oluyoruz.
İnanıyorum ki, ileride,
Türkiye'nin siyasî tarihini yazanlar, 22 nci Dönem Parlamentosu için, onun siz
değerli milletvekilleri ve değerli üyeleri için ayrı bir bölüm ayıracaklardır.
Bu onur hepimize aittir; bu onur, AK Partiye, Cumhuriyet Halk Partisine ve
bugün bu yasanın gerçekleştirilmesi için çaba sarf eden tüm milletvekillerine
ait olacaktır; çünkü, Avrupa Birliği hedefi hepimizin hedefidir. Avrupa Birliği
politikası, 44 yıllık bir devlet politikasıdır ve millî bir politikadır.
Birlikte bu politikaya
katkı sağladığınız için, hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. Bu kanun, hepimiz için, milletimiz için hayırlı olsun.
Çok teşekkür ederim.
(Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum
Sayın Bakan.
Türkiye İş Kurumu Kanunu
Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonları raporlarının müzakeresine başlıyoruz.
2.- Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ile Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/297) (S.
Sayısı: 137) (1)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu, 137 sıra
sayısıyla bastırıp, dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde
söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın
Enis Tütüncü; buyurun.
OĞUZ OYAN (İzmir) -
Grubumuz adına, Enis Tütüncü yerine İzzet Çetin konuşacaklar.
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Çetin.
Konuşma süreniz 20
dakikadır.
CHP GRUBU ADINA İZZET
ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 137 sıra sayılı
Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
görüşülmekte olan kanun tasarısı, pek çok yasa tasarısı gibi, bundan önceki
yasama döneminde, hükümet döneminde hazırlanmış yasa tasarılarından biri.
Gerçekten, sosyal güvenlik kuruluşlarımızın her üçünün de, bugüne kadar, yani,
iki yılı aşkın zamandan bu yana temel yasalarının çıkarılmamış olması bir
eksiklikti. Bu yasa tasarısının bugün burada görüşülerek kanunlaşmasından
sonra, bir eksikliği, bu Yüce Meclis gidermiş olacak; ancak, burada, sadece bir
eksikliğin giderilmesinden veya bir temel yasanın hazırlanmasından öte,
Türkiye'de, bu konuda, ilk defa, özel istihdam büroları gibi bir kurumun, yeni
bir görev ve sorumluluk anlayışı içerisinde, İŞKUR bünyesinde yapılandırılıyor
olması farklı bir anlam taşıyor.
Değerli arkadaşlarım,
kamu istihdam kurumları, devlet tarafından iş ve işçi bulma hizmetleri ve
meslekî konularda danışmanlık yapmak; iş bulma güçlüğü çeken işsizlere iş
bulmak; bu kişilerin yeniden çalışma hayatına girebilmesi için vasıf kazandırma
ve edindirme eğitimi vermek...
Sayın Başkan, lütfen,
salonda gürültü var, ne olduğu anlaşılmıyor.
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Genel Kurulda büyük bir uğultu var; Sayın Hatip sesini
duyuramıyor; lütfen, sessiz olalım.
Buyurun.
İZZET ÇETİN (Devamla) -
...İşgücü piyasasıyla ilgili programlar için öneri planları hazırlamak, var
olan programları uygulamak amacıyla kurulmuş kurumlardır. Tüm bunlar için
yapılan masraflar ve genel yönetim giderleri de, büyük oranda, devlet
tarafından karşılanmaktadır. İşsizlik sigortasının yönetimi ve işsizlik
ödeneklerinin ödenmesi de, yine, kamu istihdam kurumlarınca yürütülmektedir.
Değerli arkadaşlarım, kanun
tasarısına bir bütün olarak baktığımızda, göreceğiz ki, bu tasarı içerisindeki
maddeler biraz zorlama, ısmarlama yazılmış, biraz ürkek, biraz korkakça kaleme
alınmış gibi anlamlar içeriyor. Yasa tasarısında, biraz sonra maddelerinde de
görüşeceğiz -Türkiye İş Kurumunun, eski adı İş ve İşçi Bulma Kurumu olan bu
kuruluşun adının İŞKUR olarak değiştirilmesi 2000 yılında çıkarılan ve daha
sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanunla gerçekleşmişti, o
nedenle, İŞKUR olarak söylüyorum- İŞKUR'un doğrudan doğruya Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığına bağlı bir kurum haline getiriliyor olması, her şeyden
önce, doğru değildir. Bu kurumlar, özerk kurumlardır. İdarî ve malî açıdan
özerk olması... Kurumların doğrudan doğruya bakanlığa bağlı kuruluşlar haline
getirilmesi, bunların -biraz sonra maddelerde görülecek- genel kurullarının
olmasını, genel kurullarının toplanmasını hiçbir anlam ifade etmeyecek konuma
getiriyor. Bu, olsa olsa, bağlı kuruluş yerine, ilgili kuruluş olarak hüküm
ifade etmeli. Elbette, bir bakanlığın gözetimi ve denetimi altında faaliyetini
sürdürecek; ama, doğrudan doğruya bir bakanlığa bağlı kuruluş haline
getirilmesi, bunların özerkliğini zedeleyecek, özerkliklerinden söz etme
olanağını ortadan kaldıracaktır. Bunun kötü örneklerini, bir evvelki dönemde,
yine, özerk bir kurum olması gereken Sosyal Sigortalar Kurumunda görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
burada, İŞKUR'la ilgili, Bağ-Kurla ilgili, SSK'yla ilgili özerk kavramını
kullanmak gerekecek. Bunların genel kurulları üç yılda bir toplanıyor; ama,
genel müdürleri için atama ya da onları yönetme görevini üstlenen kişiler için
belli bir görevlendirme süresi verilmiyor. Örneğin, bir evvelki dönemde, Sosyal
Sigortalar Kurumunda üç, üçbuçuk yıllık süre içerisinde 10 genel müdürün
değiştirilmiş olması, bu kurumun özerkliğine gölge düşürdüğü gibi, kötü
yönetiminin de somut göstergesidir. Bu kurumlar, bakanlıktan bağımsız olarak,
yönetim kurullarının marifetiyle, genel kurullarının almış olduğu kararları
uygulayarak yönetilmeli ve mutlak surette, bunların özerklikleri korunmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, bu
Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısında, bir evvelki taslaktan farklı olarak, iki
ayrı yönetim kurulunun, kurum içerisinde var olduğu gerçeği değerlendirilerek,
fon yönetim kurulu metinden çıkarılmış; bu, doğru bir yaklaşım. Gerçekten,
yönetim içerisinde farklı bir yönetim olması, bu kurumda yetki kargaşasına da
neden olacaktı.
Değerli arkadaşlar, yine,
İŞKUR'la ilgili olarak, görev ve sorumluluklarına bir göz atacak olursak,
şimdiye kadar üstlenmiş olduğu görevlerin -yapmak, yaptırmak; vermek, verdirmek
gibi- yani, kendi görev ve sorumluluk alanındaki, kendi uhdesindeki görevlerin
bir kısmını piyasaya vererek, bu işleri piyasadan satın alarak, işlerin
piyasalaştırılması yoluna gidildiğini görüyoruz. Bu, kurumun, giderek, bugün
içinde bulunduğu durumdan daha kötü bir noktaya doğru kaymasının temel nedenini
oluşturacaktır. Görev ve sorumlulukları net olarak belirlenmeli, net olarak
verilmelidir.
Değerli arkadaşlarım,
gerçekten, Türkiye'de, işsizlik had safhada. Türkiye'nin anasorunları,
istihdam, üretim ve verimlilik. Tabiî, bunları, bundan önce çıkardığımız İş
Yasasında değindiğim bazı acil sorunlarımıza değinmeden, özet olarak, istihdam
politikaları ve istihdam konusunda İŞKUR'un yükleneceği vazifeleri yerine
getirip getirmemesi açısından da ele almakta büyük yarar var diye düşünüyorum.
Gerçekten, Türkiye'de, işletmelerimizde verimlilik bir sorun. İşyerlerinde
çalışan işçilerin sürekli işten atılma kaygısı taşıyor olmaları bir tarafa,
milyonlarca işsiz, her gün, Meclisin kapısını, sizlerin kapısını zorluyor.
Böyle bir dönemde, İŞKUR'un, kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmede,
reform niteliğinde, sorunlara köklü çözüm bulucu adımlar atma yerine, üzerinden
yükü atma, yükü başkalarına dağıtma, işi verme ya da verdirme gibi yöntemlere
başvurarak, âdeta "devlet ya da kamu kötü, özel iyi" mantığını
topluma empoze etme gibi bir hastalığa kapıldığını, sizlerin de, cümlelerde,
satırlarda, net olarak, somut olarak göreceğinizi umuyorum.
Değerli arkadaşlarım,
biz, burada, bir kanun çıkaracağız. İş Kurumunun görev, yetki ve
sorumluluklarını net olarak belirlediğimiz takdirde, bunları, elbette, kurum,
yerine getirmeli. Ben, Kurumun Genel Müdürünü şahsen tanıyorum; ancak, bazı
makalelerini ve işveren dergilerindeki yazılarını okuduğum zaman, âdeta, İş
Kurumunun, pek çok kamu kurumunda olduğu gibi, iyi yönetilmemesini, sadece
devlet bürokrasisine bağlama alışkanlığı taşıdığını görüyorum. Herhangi bir
kurumda kim görevliyse, o, görevini en iyi şekilde yerine getirmek, kurumun
sorumluluklarını, görevlerini etkili şekilde yerine getirmek ve denetimi
sağlamakla görevlidir. Bir genel müdür ya da bir kamu görevlisi görevini
yapamıyor ya da aldığı siyasal telkin sonucunda, başka şekilde, kendi görev ve
sorumluluklarını başka kişi ya da kurumlara devredecek şekilde hareket
ediyorsa, o kurumlardan başarı beklemenin hiç olanağı yoktur.
Değerli arkadaşlarım,
İŞKUR Yasası Tasarısına baktığımız zaman, bazı ileri hükümleri de taşıyor.
Gerçekten, bu, 2000 yılında hazırlandı ve bugüne kadar geldi. Örneğin,
Türkiye'nin hemen hemen tüm illerinde, il istihdam kurullarının oluşturulmuş
olması, belki istihdam sorunları, işsizlik sorunları için, il ölçeğinde
birtakım projeler geliştirecek, öneriler geliştirecek ve o önerilerin bir araya
getirilip değerlendirilmesiyle istihdam sorununun çözümüne katkı sağlayacaktır
diye düşünüyorum. Bunu ileri bir aşama olarak görüyorum; ancak, bu yasa
tasarısının bütününe baktığımız zaman, özel istihdam büroları gibi bir büronun
kuruluyor olması kaygı verici.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye, tam istihdam koşullarında bir ülke değil. Türkiye, yaklaşık 10 000 000
- 12 000 000 açık işsizi olan bir ülke. Böylesi bir ülkede İş Yasası
görüşmeleri sırasında tartıştığımız esnek üretim ilişkilerini yasalaştırdığımız
şekilde, burada da, esnek üretim ilişkilerine paralel olarak esnek istihdam
elemanı sağlayacak diye, özel istihdam bürolarını kurarsak ve bugün, bu yasa
tasarısının içerisinde çıkarırsak, hepimiz büyük bir vebal altına gireriz diye
düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
biraz evvel, Avrupa Birliği uyum yasalarını birlikte çıkardık. Gerçekten,
Türkiye, çağdaş dünyayla buluşmalı, Avrupa Birliğiyle bütünleşmeli; bunda
hemfikiriz; ancak, bu, bize dayatıldığı şekliyle, dayatılmış biçimiyle görüşmek
zorunda kaldığımız, Avrupa'nın bir kentinde yapılacak bir toplantıya gitmeden
evvel apar topar yasa metni haline getirdiğimiz şekliyle olmamalı. Ne olmalı?..
Bizim, 1970'li yıllardaki taleplerimiz demokratikleşme yönündeydi. Bugün
önümüze konulan pek çok hükmü, o günlerde talep edenlerdendik; ama, bugün,
zorlama yöntemlerle, hepimiz kabul etmek ve el kaldırmak zorunda kalıyoruz. Bu,
onur kırıcı bir durum.
Şimdi, özel istihdam
büroları da Türkiye'nin ihtiyacı değil. Bakınız, ben size, bunun somut olarak
nereden kaynaklandığını kısa tarihçe olarak vereyim. İlk olarak, bildiğiniz
gibi, 1980'li yıllarda kurgulanan ve 1990'lı yıllarda yaşama geçirilmeye
başlanılan özelleştirme politikalarının, kamu hizmetlerinin daraltılması
politikalarının bir devamı niteliğinde İŞKUR'un ya da işçi bulma hizmetlerinin
özelleştirilmesi, özel bürolara verilmesinden başka bir şey değil. Bu konuda,
Türkiye'de, 1990'lı yılların başında çeşitli çabalar var. Dünya Bankasının kamu
hizmetlerini dayatmaya yönelik projelerinden birisi, 4 Mayıs 1993 tarihinde
Türkiye tarafından imzalandı. Bu projeye göre, İş ve İşçi Bulma Kurumu,
istihdam hizmetlerinin çeşitlendirilmesine yönelik bir plan geliştirecek ve
uygulanmasını sağlayacaktı. "İstihdam ve Eğitim Projesi" adı verilen
bu proje kapsamında, çalışma yaşamında özel istihdam bürolarının kuruluşu ve
işleyişi semineri, 3-4 Kasım 1994 tarihlerinde İstanbul'da yapıldı. Seminerde,
İş ve İşçi Bulma Kurumunun yeniden yapılandırılması zorunluluğu vurgulanarak,
Türkiye'de en kısa zamanda özel istihdam bürolarının kurulması zorunluluğu dile
getirildi ve özel istihdam bürolarının kurulması için Dünya Bankası destekli,
Dünya Bankası kredili projeyle düğmeye basılmış oldu.
Değerli arkadaşlarım,
tabiî, özel istihdam büroları ilk kez
yaşama geçiyor değil. Kurulmasından kısa süre sonra ILO, hemen, peş peşe,
birtakım yasal düzenlemeler, uluslararası sözleşmeler hayata geçirdi. Bunlardan
birisi de, iş ve işçi bulma hizmetlerine aracılık yapacak kamu ve özel istihdam
bürolarının kurulmasına ilişkindi; ama, bu, çok uzun sürmedi, kötüye
kullanıldığı görüldü ve 1934 yılında özel istihdam büroları kapatıldı.
Tarihlerine tek tek girmeyeceğim, maddeler üzerinde de tekrar görüşeceğiz.
Özel istihdam büroları,
96 sayılı ILO Sözleşmesi çerçevesinde bugün pek çok ülkede kuruluyor. Bakınız,
denetime tabi birlikte çalışma modeli olarak ülkemizde de gerçekleştirmeye
çalıştığımız bu büroların adlarını size okumaya çalışacağım: Yabancı ülkede iş
bulma büroları, yabancı işçi bulma büroları, geçici istihdam büroları, personel
kiralama büroları, üst düzey yönetici temin eden bürolar, kariyer yönetim
büroları, eğitim ve işe yerleştirme enstitüleri, tamamlayıcı hizmet sunan
istihdam büroları, aracı birlikler, ihtiyaç fazlası personele istihdam hizmeti
sunan bürolar, iş arama danışmanlıkları, personel yönetimi danışmanlıkları,
istihdam ilan büroları, tele-istihdam büroları.
Değerli arkadaşlarım,
tıpkı, esnek üretim ilişkileri diye, çalışma yasası görüşülürken burada
saydığımız o üretim ilişkileri gibi pek çok büro kurulacak. Bu bürolar, âdeta,
bugün kapımıza gelen işsizleri bizim doğrudan doğruya göndereceğimiz bürolar
olarak yaşam bulacak ve o bürolar, işçimizi, insanımızı istismar edecek, emlak
büroları gibi, döviz büroları gibi faaliyet göstermeye başlayacak ve pek çok,
tekel konumunda olan uluslararası istihdam büroları gelip ülkemizde büro
açacak, kendi ülkesindeki işverenlerin eleman ihtiyacını karşılayabileceği
gibi, yabancı ülkelerde işçi bulma büroları da oluşacak ve insan tacirliği,
köle tacirliği bir bakıma yaşama geçecek. Bunu söylerken, bu deyimleri kendimin
yarattığını zannetmeyin. Bakarsanız, aynı deyimi "işçi simsarlığı"
deyimini gerekçe bölümünde görebilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye pek çok sorunu olan bir ülke. Gerçekten, bugün, korunmasız, devleti
hâlâ bir baba imajıyla görme arzusunda olan yurttaşlarımız, işsizlerimiz,
geleceğe umutla bakmak isteyen gençlerimiz, her gün, işe, işten atılma
korkusuyla giden çalışanlarımız "acaba özelleştirildiğinde fabrikam ne
olacak" diye kamu iktisadî teşebbüslerinde çalışanlar, hepsi, ama hepsi bu
yasadan etkilenecekler.
Bakınız, yakın zamanda
-çok uzak değil- bir özelleştirme projesi yaşama geçirildi. İş ve İşçi Bulma
Kurumu ile KOSGEB, özelleştirilen kuruluşlarda işini kaybedenleri işe
kazandırma projesi diye, Dünya Bankası ve devletin katkılarıyla bir proje
yürüttüler. Projenin büyüklüğü yaklaşık 24 000 000 dolar. Proje 2000 yılında
başladı, 2004 yılında sona erecek. Bu proje kime havale edildi? Neden, İş ve
İşçi Bulma Kurumu, yeni adıyla İŞKUR, bu projeyi kendi yürütmedi; bu proje
kimlerden kaçırıldı?.. 6 445 kişiye iş bulunduğu söyleniliyor. 6 445 kişiye iş
bulundu; ama, özelleştirme mağduru olan kişilere iş bulmakla görevli proje,
özelleştirilen işletmelerde çalışırken işini kaybeden, ancak 100'ün altındaki
işçiye iş verebildi. Üç aydır, Türk-İşte, 70-80 özelleştirme mağduru eylem
yapıyor, iş istiyor; beş yıldır, on yıldır işsiziz, açız deyip... Sokaktan
geçen varlıklı kesimler ya da sendikalar iaşe ederek orada direniyorlar. Böyle
bir proje yürütülüyor da, biz, burnumuzun dibindeki işsizimizin, özelleştirilen
kuruluşlarda işten çıkarılan işçilerimizin kayıtlarını tutamayan bir kurum
konumuna getirmişsek, yarın özel istihdam bürolarının işsizliği ne kadar
istismar edebileceğini düşünmeniz için bunu söylüyorum.
Değerli arkadaşlarım,
sorunlar büyük, sorunlar ağır. İŞKUR'un temel yasası yok, personeli mağdur.
Diğer sosyal güvenlik kurumlarında çalışanlara göre hem ücret ve maaş yönünden
eksikler hem diğerlerine göre ne yapacaklarını bilemedikleri için mağdur
konumundalar. Bu yasal düzenleme yapılırken, gerçekten, İŞKUR'un, Türkiye'de
istihdam politikalarına aracılık yapması, işsizlerin, yeniden çalışma yaşamına,
vasıf kazandırılarak tekrar üretime döndürülmesinin sağlanması... Demin, giriş
bölümünde söyledim, pek çok projeyi gerçekleştirerek, uluslararası ya da ulusal
pek çok projeyi gerçekleştirerek, işverenlerimizin istihdam açıklarına,
yetişkin, nitelikli işgücü açıklarına katkı yapılmasını hepimiz arzularız,
hepimiz bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu yerine getiririz; ancak, özel
istihdam büroları gibi insan tacirliği yapacak, emek tacirliği yapacak, emeğin
sırtından, hiç alınteri dökmeden, hiçbir katkı yapmadan, o süslü püslü
bürolarla, açıldıktan sonra gidip, özel işverenlerin insan kaynakları
müdürleriyle, insan kaynakları ya da personel şubeleriyle işbirliği içinde
açıktan para kazanmasının yolunu açacak özel istihdam bürolarının, bu yasa
tasarısı içerisinden çıkarılması, sadece bu Meclisin görevi olmaktan öte, bir
insanlık görevi.
(Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Çetin.
İZZET ÇETİN (Devamla) -
Biz, ülkemizde 1 500 000'e yakın yabancı kaçak işçinin varlığını düşünürken, kendi yurttaşımızı da herkesten çok düşünmek zorundayız.
İşsizin, iş arayanın, işe gidenin, herkesin
gözü, bu Yüce Meclisin alacağı kararlarda, yapacağı yasalarda. Yasaları
yapmak kadar, uygulamak da bir görev. Bu da yürütmenin görevi. Eğer, İş ve İşçi
Bulma Kurumu, işçi ile işyerini buluşturma görevini yerine getiremiyor ise, bu
kurumun reforma, pek çok konuda yenilenmeye ihtiyacı var demektir. Bunu
gerçekleştirdiğimiz takdirde, önümüzdeki süreçte, Türkiye, sorunlarını aşıncaya
ve krizlerden kurtuluncaya kadar, özel istihdam büroları gibi, emek tacirliği
yapan bürolara ihtiyaç duymayacaktır. bu konuda biz üzerimize düşeni yapalım.
Özel istihdam bürolarına ilişkin bölümün bu yasa tasarısından çıkarılmasını
öneriyoruz, bu konuda önergemizi de vereceğiz. Katkı vereceğinizi umuyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum
Sayın Çetin.
Tasarının tümü üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum....
HALUK KOÇ (Samsun) -
Sayın Başkan, karar yetersayısının aranılmasını talep ediyorum.
BAŞKAN -Arayacağım Sayın
Koç.
Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.
Birleşime 5 dakika ara
veriyorum.
Kapanma Saati : 21.15
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 21.20
BAŞKAN : Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER : Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ
(Ordu)
BAŞKAN - 96 ncı Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
137 sıra sayılı kanun
tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI.- KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
2.- Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ile Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/297) (S.
Sayısı: 137) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde.
Tasarının maddelerine
geçilmesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.
Şimdi, oylamayı tekrarlıyorum:
Tasarının maddelerine geçilmesini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir; karar yetersayısı vardır;
1 inci maddeyi
okutuyorum:
TÜRKİYE İŞ KURUMU KANUNU TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Türkiye İş Kurumu Kuruluş ve Görevleri
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Tanımlar ve
Kurumun Görevleri
Amaç ve kapsam
MADDE 1.- Bu Kanun ile istihdamın korunmasına, geliştirilmesine,
yaygınlaştırılmasına ve işsizliğin önlenmesi faaliyetlerine yardımcı olmak ve
işsizlik sigortası hizmetlerini yürütmek üzere Türkiye İş Kurumu kurulmuştur.
Genel bütçeye dahil
dairelerle katma bütçeli idarelerde, bunlara bağlı döner sermayeli
kuruluşlarda, kanunla kurulan fonlarda, özel kanunla veya özel kanunla verilmiş
yetkiye dayanılarak kurulan kamu kurum ve kuruluşlarında, kefalet
sandıklarında, sosyal güvenlik kuruluşlarında, genel ve katma bütçelerin
transfer tertiplerinden yardım alan kuruluşlarda, kamu iktisadî teşebbüsleri ve
bunların bağlı ortaklıklarında, il özel idareleri ve belediyelerle bunların
kurdukları birlik ve müesseselerde ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarında aylık
ve ücret alan ve işçi statüsünde çalışmayan memur, sözleşmeli personel, geçici
personel ve diğer kamu görevlilerinin istihdamı hakkında bu Kanun hükümleri
uygulanmaz.
Kurum, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının bağlı kuruluşu olup, özel hukuk hükümlerine tabi, tüzel
kişiliği haiz, idari ve mali bakımdan özerk bir kamu kuruluşudur.
Kurum, vize ve tescile
ilişkin hükümler hariç 26.5.1927 tarihli ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye
Kanunu ve 21.2.1967 tarihli ve 832 sayılı Sayıştay Kanununa tabidir. Kurumun malları, alacakları, banka hesapları
9.6.1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile 1.3.1926 tarih ve 765
sayılı Türk Ceza Kanunu bakımından Devlet malı hükmünde olup haczedilemez, alacakları
da Devlet alacağı derecesinde imtiyazlıdır. Kurum malları hakkında İcra ve
İflas Kanununun iflasa ilişkin hükümleri uygulanmaz. Kısa adı "İŞKUR"
dur.
BAŞKAN - Madde üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Sayın Cevdet Selvi;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA M. CEVDET
SELVİ (Eskişehir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; İŞKUR Yasa
Tasarısının 1 inci maddesi hakkında söz almış bulunuyorum; hepinizi saygı ve
sevgiyle selamlarım.
Tasarıların Meclise
gelmesini iktidar partisi, hükümet arzu eder ve getirir. Tasarıları sadece
Meclise getirmek yeterli değildir, o tasarıları en sağlıklı halde, en sağlıklı
şekilde bir an önce çıkarmak da, iktidar milletvekillerine, iktidar grubuna ait
bir iştir. İktidar grubu "neden muhalefet gelip de yasaları
çıkarmıyor" deme hakkına sahip değildir; ama, bakarsanız, bir taraftan,
gece gündüz, tatili bile kısarak, şu yasaları bir an önce çıkaralım... Yani,
yeni yasa da değil. Kucakta bulunan, üstünde uzun süre bir değerlendirme,
araştırma yapılmadan getirilen bir yasa tasarısının görüşmelerinde, günün
yorgunluğu üzerine, 15 dakika ara, 25 dakika ara gibi, çok ciddî olmayan bu
tutum doğru değildir. Yasa tasarısını hazırlayan hükümet, buna, grup olarak da
sahip olup, çıkarmak mecburiyetindedir, bu kadar milletvekilini burada bağlama
hakkını kendinde görmemelidir. Onun için, bu konuya hassasiyet gösterileceğini
sanıyorum.
Bu yasa tasarısının
"amaç ve kapsam" maddesine baktığımızda, ciddî bir durum ve yasanın
bütünü hakkında arzu edilen bir sonuç doğurmayacağını, tam tersine, bir kaos,
bir sıkıntı yaratacağını anlamak mümkündür.
"Amaç ve
kapsam" maddesinde de görüldüğü gibi, sadece özel sektöre hizmet verme
amacına dönüktür; çünkü, devletin istihdamı farklı bir biçimde yapılacaktır,
imtihan ve değişik şekillerde...
Bugüne kadar, İş ve İşçi
Bulma Kurumu Genel Müdürlüğü, bütün imkânları kısıtlanmasına, kesilmesine,
amaca uygun çalışmasına fırsat verilmemesine rağmen, çeşitli katkılarda
bulunmuştur.
Bazı değişiklikler
gerektiği açıktır; ancak, bu tasarı, o ihtiyaca cevap vermekten uzak olduğu
gibi, son derece sakıncalı bir madde getirmiştir. İş ve İşçi Bulma Kurumunun,
İŞKUR olarak değişmesinin özü, özel istihdam büroları getirmesidir. Bu, son
derece hassas, içinde bulunduğumuz koşullarda dikkati gerektiren bir olaydır.
Tasarının gerekçesine
baktığımızda, Birleşmiş Milletler Çalışma Teşkilatı ILO'nun 2 No'lu, 34 No'lu,
88 No'lu, 96 No'lu ve 122 No'lu -onayladığımız sözleşmeler- sözleşmelerinden bahsedilmektedir;
bunları gerekçeye koyarak, başka bir intiba verilmek istenmektedir. Yani, özel
istihdam bürolarını kurmak için, işte "biz, onayladığımız uluslararası
sözleşmelere uygun hareket ediyoruz" intibaı yaratılmaktadır. Ama, işi
ciddiye alır da, 2 No'lu ILO sözleşmesini... Yani, 29 Ekim 1919'da
Washington'da başlayan ve arkasından, 28 Haziranda Versailles'da (Versay) ve 10
Eylülde Saint Germain'de (Sen Jermen) yapılan ve tarafımızdan, Türkiye
tarafından imzalanan, onaylanan bu sözleşme, bu yasanın tam tersinedir. Bunlar,
özel istihdam bürolarının kapatılmasını isteyen, talep eden sözleşmelerdir.
Neden; çünkü, istismara müsait bir olaydır. Hiçbir iş yapmayacaksınız, boşta
gezen insanları toplayacaksınız, işverene göndereceksiniz ve bunların üstünden,
asgarî ücretle iş bulan işçilerden, hiçbir artı değeri söz konusu olmayan,
katmadeğeri olmayan bir iş yaparak, emeğini veren insanlardan para
toplayacaksınız, para alacaksınız. Bu, son derece sakıncalı ve bütün dünyada
dikkat isteyen bir olay olduğu için, ILO, böyle bir sözleşme çıkararak, iş ve
işçi bulmayı kamu görevi olarak devlete vermiş ve ciddî bir iş olarak da
parayla yapılmayan amme hizmeti kapsamına almıştır.
Arkasından, baktığımızda,
34 No'lu Sözleşmede de aynı şekilde "ücretli iş bulma büroları mutlak
kapatılmalıdır" deniliyor. Biz, bunu 1946 yılında kabul etmişiz.
Şimdi, diğerlerine
baktığımızda, yine, geçmiş tarihlerde, diğer ülkelerde paralı iş bulmanın
sakıncaları görüldüğü için "kamu görevi olarak, işçiden ve işverenden
ücret alınmadan bu iş devlet tarafından düzenlenerek yapılmalıdır"
denilmekte, kapatıldığı zaman da bu düzenleme, devlet tarafından, özellikle
sosyal devlet tarafından gerçekleştirildiği takdirde, tedrici olarak, tam
oturuncaya kadar bu ücretli iş bulma bürolarının kapatılması istenmektedir.
Şimdi, ILO'nun bu
sözleşmelerine baktığımız zaman -diğer ülkelerde de var- işte, bu sözleşmelerde
yer aldığı için, buraya, böyle alelacele -"alelacele" derken, art
niyetle söylemiyorum- incelenmeden gelmiş; bize bu intibaı veriyor. Halbuki,
tasarının gerekçesinde yer alan bu sözleşmeler, insanları parayla iş bulan
kurumlardan kurtarmak içindir. Bu sözleşmeler, burada tersine kullanılmıştır.
Şimdi, size şundan
kurtulmamız gerektiğini belirtmek istiyorum; bize hemen şu iki şey söyleniyor:
Bir tanesi "diğer ülkelerde de var." Tamam. İkincisi "zaten
uygulanıyor." Diğer ülkelerde var da, Türkiye'de ne var? Avrupa Birliği
konusunda, uluslararası konularda hep başka ülkeleri örnek göstermekten ve şu
sözleşmeleri incelemeden, her ülke kendi koşullarına göre sözleşmeleri
değiştirebilir, değerlendirebilir maddelerini görmeden, biz, hemen, onlara
sarılıp, Türkiye'nin gerçeklerini görmeden yasa düzenlemeye kalkıyoruz. Bu,
ciddî yanlışlık yaratıyor.
Bakın, arkadaşlarım, bir
özel istihdam bürosu kurulduğu zaman rekabet başlayacaktır. Moldavyalılar,
Nijeryalılar kaçak olarak gelip pazarlanacaktır; Türk işçisi, şimdi olduğu
gibi, yine dışarıda kalacaktır. Özel istihdam büroları, belirli işverenlerin
personel müdürleriyle anlaşacak, geçici olarak oralara işçileri gönderecek,
onlardan para kesecektir.
Ben, size şunu soruyorum:
Türkiye'de, işçi arayan işveren var mı? Hangi düzeyde, hangi kalifikasyonda
işçi ararsanız arayın, Türkiye'de bol miktarda mevcuttur. Yasa çıkarıyorsak,
bir ihtiyaca cevap vermelidir. Hangi işveren işçi aradı, bulamadı da, hemen
buraya getirildi. Son derece istismara müsait bir olaydır.
İkincisi, şunu
söyleyeyim: Bu işçi, işgücü temini için, ciddî müesseselerimiz bürolar
oluşturmuştur, genel müdürlükler oluşturmuştur, insan kaynakları büroları
oluşturmuştur, ciddî çalışmaktadırlar; hatta, bu müesseselerimiz, istihdam
ettiğini, arayıp, bol miktarda kuyruğa girenler arasından seçerek, eğitimini de
vermektedir.
Bu getirilen olayın, şu
işsizlikte ne gibi sakıncalar yaratacağını, kendi ülkemizde tahmin edemiyorsak,
bu, bizim zafiyetimizdir. İş bulmak için hepimizin kapısına gelen, fabrikaların
kapılarında, işyerlerinin kapılarında ricacı olan kadın - erkek, genç -
ihtiyar, özellikle üniversite mezunları, özel istihdam bürolarında kuyruğa
girdiği zaman, acaba nasıl istismar edilecekler, hiç düşündük mü? Bu, sadece bu
kadar düşünülemez!
Elimde rakamlar var;
Türkiye'de, özellikle, şu son 58 ve 59 uncu hükümetler iktidara geldiğinden bu
yana, sıradakiler hariç, 400 000 kişi işten çıkarılmıştır, atılmıştır; yüzde
17,1 civarında işsizlik vardır.
Şimdi, bu insanlar, bu
özel istihdam büroları üst kurullarını oluşturacaktır, reklamlar verecektir,
anlaşmalı işler olacaktır. "Bunlar olmaz" diyorsanız, asgarî ücretli
bir işçiye iş bulup da, üstünden altın, dolar, rüşvet alanı hiç mi görmediniz,
çıkar sağlayanı hiç mi görmediniz. Bunu nasıl kurumsallaştırabiliriz, bunu
nasıl yasal bir çerçeve içerisine koyabiliriz? Genç kızlarımız, iş bulmak için,
oralarda kimlere teslim edilecek?..
(Mikrofon, otomatik cihaz
tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın
Selvi.
M. CEVDET SELVİ (Devamla)
- Bana, şunu söyleyebilirsiniz: "Zaten yapılıyor." Zaten yapılıyor;
ama, yasal kılıfı yok, meşru değil. İşte o zaman meşru olacak, işte o zaman
-çok daha tehlikeli- iş arayan bunalmış insanların istismar edilmesi çok daha
fazla olacak.
Diğer maddelerde de,
gücümüz yettiği kadar, bu yanlışın yapılmaması, mağdur olmuş, işsiz olmuş
insanların kullanılmaması için, elimizden geldiği kadar aydınlatmaya
çalışacağız; ama, ben şunu söylüyorum: İstihdam alanı yoksa, işyeri yoksa, siz
istediğiniz kadar bürolar kurun; nereye alacaksınız?.. Buna bakmak lazım. Bunu
oluşturacak yasa getirin. Yedi aydır dikkatle izlemekteyiz; özellikle,
yoksulluk derinleşip, yaygınlaşıp, işsizlik bu boyuta gelmiş olmasına rağmen,
işsizliği önleyecek hangi ciddî yasayı getirdiniz, bu halkın derdine deva
olacak hangi yasayı getirdiniz. Bu, lafla olmaz. İstediğiniz kadar özel
istihdam bürosu kurun, istihdam edecek alan yoksa, kaçak işçilik marifet haline
gelmişse, bu, yeni sakıncalar doğuracaktır, rekabet başlayacaktır; özel
istihdam büroları, daha fazla istismar edecek, bu işsizlerin mağduriyetinden
yararlanacaktır ve bu, bir de yasal kılıf altına alınmış olacaktır. Ne Avrupa
Birliği anlaşmalarında, sözleşmelerinde ne ILO'nun (Uluslararası Çalışma
Örgütü) imzaladığımız sözleşmelerinde, böyle bir mecburiyet yoktur. Merak eden,
sözleşmeleri açıp bakarsa, bunun yanlışlığını görür.
Zamanlama önemlidir. O
kadar fazla işsizlik olur -hani bir tarihte, Avrupa'da bazı ülkeler, başka
ülkelerden işçi istihdam etmek, davet etmek zorunda kalmışlardı- Türkiye de bu
noktaya gelirse, o zaman elbet açılır, elbet açılsın; işveren de, işçi de kolay
iş bulsun diye; ama, sokaklar işsizken, ciddî rahatsızlık yaratacak, bu olayı
ertelemek lazımdır. Takdir sizindir...
Bu işsizleri daha fazla istismar edecek -var olanları görerek- bunu daha
resmîleştirecek şekle sokmanın doğru olmadığı kanaatindeyim.
Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Selvi.
III.- Y O K L A M A
BAŞKAN - Görüşülmekte
olan 137 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinin oylanmasından önce
yoklama yapılması istenilmektedir.
Yoklama isteyen sayın
milletvekillerinin salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim:
Haluk Koç?.. Burada.
Oya Araslı?.. Burada.
Oğuz Oyan?.. Burada.
Enver Öktem?.. Burada.
Ersoy Bulut?.. Burada.
Birgen Keleş?.. Burada.
İzzet Çetin?.. Burada.
Cevdet Selvi?.. Burada.
Kemal Demirel?.. Burada.
Muharrem Toprak?.. Burada.
Kemal Kumkumoğlu?..
Burada.
Mehmet Parlakyiğit?..
Burada.
Mehmet Yıldırım?..
Burada.
Algan Hacaloğlu?..
Burada.
Yakup Kepenek?.. Burada.
Atilla Kart?.. Burada.
Ersin Arıoğlu?.. Burada.
Hüseyin Ekmekçioğlu?..
Burada.
Osman Kaptan?.. Burada.
Siyam Kesimoğlu?..
Burada.
Yoklama için 3 dakika
süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen
üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde
Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla
yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Yoklama pusulası
gönderen sayın milletvekillerinin salonda bulunup bulunmadıklarını tespit
edeceğim:
Mahmut Koçak?.. Yok.
Ahmet Kambur?.. Yok.
Ahmet Gökhan Sarıçam?..
Yok.
Halil Özyolcu?.. Yok.
Şükrü Önder?.. Burada.
İsmail Soylu?.. Yok.
Süleyman Turgut?.. Yok.
Şükrü Ayalan?.. Burada.
Toplantı yetersayısı
yoktur, birleşime 5 dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 21.44
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma
Saati: 21.50
BAŞKAN:
Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP
ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Enver YILMAZ (Ordu)
BAŞKAN - 96 ncı Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum.
137 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz.
Tasarının 1 inci maddesinin oylanmasından önce yoklama
istenilmiş ve toplantı yetersayısı bulunamamıştı.
III. - Y O K L A M A
BAŞKAN - Şimdi, yoklamayı tekrarlayacağız.
Yoklama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde,
sisteme giremeyen üyelerin, teknik elemanlardan yardım istemelerini; bu yardıma
rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen 3
dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.
Yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Yoklama pusulası gönderen sayın milletvekillerinin
salonda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim:
Mehmet Hilmi Güler?.. Burada.
Şükrü Önder?.. Burada.
Abdülkadir Aksu?.. Burada.
Şükrü Ayalan?.. Burada.
Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı yoktur.
Bu sebeple, sözlü sorular ve diğer denetim konularını
sırasıyla görüşmek için, 24 Haziran 2003 Salı günü saat 15.00'te toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati : 21.56