TBMM 2 2 2003-06-09T10:56:00Z 2003-06-09T10:56:00Z 60 41374 235837 TBMM 1965 471 289624 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 15       YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

85 inci Birleşim

27 . 5 . 2003 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Yılmaz Ateş'in, son günlerde sinema, müzik ve spor alanlarında elde edilen ulusal ve uluslararası başarılar münasebetiyle konuşması

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, 27 Mayıs 1960'ın siyasal tarihimizin önemli dönüm noktalarından biri olduğuna ilişkin gündemdışı konuşması

2.- Konya Milletvekili Ahmet Işık'ın, Konyaspor’un şampiyon olarak süper lige çıkmasına ilişkin gündemdışı konuşması

3.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa'nın su ve elektrik sorununa ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün ve 19 milletvekilinin, Manyas Kuş Gölünün çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)

2.- Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu ve 21 milletvekilinin, Tokat İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91)

3.- Konya Milletvekili Remzi Çetin ve 20 milletvekilinin, madencilik sektörünün içinde bulunduğu durumun araştırılarak, altın ve bor madenleri başta olmak üzere yeraltı kaynaklarımızın değerlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92)

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, Japonya Üst Meclisi Başkanı Hiroyuki Kurata'nın resmî davetine icabetle bu ülkeye yapacağı ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/292)

2.- Avrupa Birliğine üye ve Avrupa Birliğine katılmakta olan ülke parlamentoları Çevre Komisyonu Başkanları Konferansına, Yunanistan Parlamentosu Ekonomik İşler Komisyonu Başkanı John Thomopoulos tarafından ismen davet edilen TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Malatya Milletvekili Ahmet Münir Erkal'ın katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/293)

E) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Bosna-Hersek Başbakanı Adnan Terzic ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi

IV.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 milletvekili ile Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 milletvekilinin, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/2,6) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı : 134)

V.- KİT KOMİSYONU RAPORU

1.- Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin Tasvibe Sunulan 1997 Yılı Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü (3/133) (S.Sayısı : 109)

2.- Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün Tasvibe Sunulan 1998 ve 1999 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü (3/106, 107) (S. Sayısı : 110)

VI.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu'nun, Manisalı Gençler Davasında mahkum olan polislere tebligat yapılmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/327)

2.- Iğdır Milletvekili Yücel Artantaş'ın, personel sayısına ve yeni personel alımı yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın cevabı (7/401)

3.- Ankara Milletvekili Ensönmez Yarbay'ın, kadrosu Ankara'nın ilçelerinde olup geçici görevle başka yerlerde çalışan personele ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül'ün cevabı (7/427)

4.- Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay'ın, kadrosu Ankara'nın ilçelerinde olup geçici görevle başka yerlerde çalışan personele ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun cevabı (7/440)

5.- Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay'ın, kadrosu Ankara'nın ilçelerinde olup geçici görevle başka yerlerde çalışan personele ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/441)

6.- Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü'nün, TPAO ve yabancı firmaların Trakya bölgesindeki petrol ve doğalgaz üretimlerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/469)

7.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Kadastro Kanununa göre personele ek görev verilip verilmeyeceğine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı (7/474)

8.- Ankara Milletvekili A.İsmet Çanakcı'nın, esnaf ve sanatkârların sorunlarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/481)

9.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in, Eryaman’daki elektrik kesintileri ve park-bahçe aydınlatma elektrik ücretlerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/485)

10.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, SARS virüsü nedeniyle Güneydoğu Asya ülkelerinden yapılan hayvan ithalinin ve taşımacılığın durdurulup durdurulmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/489)

11.- Edirne Milletvekili Nejat Gencan'ın, ameliyatlarda doktorların talep ettiği ek ücret ve malzeme bedellerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/496)

12.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, TMO'nun küçültülmesi çalışmaları olup olmadığına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/511)

13.- İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş'ın, AB ülkelerindeki camilere ve Diyanet görevlilerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı (7/512)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açıldı.

Bolu Milletvekili Yüksel Coşkunyürek, Akşemseddin Hazretlerini Anma Günü münasebetiyle,

Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan, Zonguldak İlinin sosyal ve güncel sorunlarına ilişkin,

Gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Balıkesir Milletvekili Sedat Peker'in, Türkiye'de jeortermal enerji kaynaklarının önemine ilişkin gündemdışı konuşmasına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler cevap verdi.

Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesinin (8/2), yapılan öngörüşmeden sonra kabul edildiği; genel görüşme gününün Danışma Kurulu tarafından tespit edilerek Genel Kurulun onayına sunulacağı açıklandı.

27 Mayıs 2003 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 15.50'de son verildi.

 

 

Sadık Yakut

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Enver Yılmaz

 

Yaşar Tüzün

                Ordu                                                      Bilecik

Kâtip Üye                                                Kâtip Üye

 

 

                                                                         No. : 117

II. - GELEN KÂĞITLAR

26.5.2003 PAZARTESİ

Tasarı

1.- T.C. Ziraat Bankası A.Ş ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Üreticilere Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen Tarımsal Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/604) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

Raporlar

1.- Karayolu Taşıma Kanunu Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/354) (S. Sayısı: 141) (Dağıtma tarihi : 26.5.2003) (GÜNDEME)

2.- Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/327) (S. Sayısı: 142) (Dağıtma tarihi : 26.5.2003) (GÜNDEME)

3.- Doğal Afetlerle İlgili Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Tezkeresi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporları (1/594) (S. Sayısı: 143) (Dağıtma tarihi : 26.5.2003) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, yakınlarının yetişememesi nedeniyle THY uçağının kalkışının geciktirildiği şeklinde basında çıkan haberlere ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/503) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

2.- Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'ın, Millî Piyango İdaresinin özelleştirme kapsamına alınmasının nedenlerine ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/504) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

3.- Manisa Milletvekili Ufuk Özkan'ın, Millî Piyango İdaresinin özelleştirilmesine ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/505) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

4.- Iğdır Milletvekili Yücel Artantaş'ın, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun faaliyetlerine ilişkin Devlet Bakanından (Beşir Atalay) sözlü soru önergesi (6/506) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

5.- Iğdır Milletvekili Yücel Artantaş'ın, Tanıtma Fonunun projelerine ilişkin Devlet Bakanından (Beşir Atalay) sözlü soru önergesi (6/507) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

6.- Kastamonu Milletvekili Mehmet Yıldırım'ın, SARS hastalığına karşı ithalata yönelik önlem alınıp alınmadığına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/508) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Antalya Milletvekili Atila Emek'in, Alanya ve Gazipaşa sahillerinde kurulan balık çiftliklerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/651) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

2.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, bir ağaçlandırma sahasının satışını sağladığı iddia edilen bürokrata ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/652) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

3.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, EGO Genel Müdürlüğünde görev yapan kadrolu ve sözleşmeli avukatlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/653) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

4.- Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk'in, Antalya İlinin yeni bir SSK Hastanesi ihtiyacına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/654) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

5.- Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk'in, Antalya'nın Kemer İlçesinin Devlet Hastanesi ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/655) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

6.- Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk'in, İller Bankası kesintisi nedeniyle Antalya'daki bazı belediyelerin işçi ücretlerini ödeyememelerine ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/656) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

7.- İzmir Milletvekili Oğuz Oyan'ın, balıkçıların bazı sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/657) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

8.- Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın, Emniyet Teşkilatı görevlileriyle okullarda ortak eğitim çalışmaları yapıldığı iddiasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/658) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

9.- Bitlis Milletvekili Edip Safder Gaydalı'nın, tütün kotalarında ve fiyatlarında bölgeler arası farklılıklar olup olmadığına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/659) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

10.- Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un, Avrasya İşbirliği Eylem Planına, İsrail ile yapılan anlaşmalara ve Kuzey Irak'tan silah kaçakçılığı yapılıp yapılmadığına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/660) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

11.- Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un, BDDK Başkanının maaşına ve konaklama giderlerine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/661) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

12.- Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un, 57. Hükümet Döneminde ekonomik kriz başlangıcında Merkez Bankasından döviz alanlara ilişkin Devlet Bakanından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/662) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

13.- Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan'ın, vergi borçları konusunda yeni bir düzenleme yapılıp yapılmayacağına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/663) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

14.- Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan'ın, şeref aylığının yükseltilip yükseltilmeyeceğine ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/664) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

15.- Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü'nün, imam hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerinin ulusal bilinç oluşmasındaki etkisi konusundaki beyanına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/665) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.5.2003)

16.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu'nun, Pamukkale Üniversitesindeki hastane ihalesi ile ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/666) (Başkanlığa geliş tarihi : 21.5.2003)

17.- Ankara Milletvekili Mehmet Tomanbay'ın, Gazi Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü için verilen doçent kadrosu ilanına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/667) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

18.- Denizli Milletvekili Mehmet U.Neşşar'ın, Denizli'de 19 Mayıs gösterilerinde yer alan bir okula ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/668) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)

 

 

 

                                                                         No. : 118

27.5.2003 SALI

Teklif

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ve Haluk İpek, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin ile Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük Teklifi (2/140) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.5.2003)

Raporlar

1.- Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/527) (S. Sayısı : 144) (Dağıtma tarihi : 27.5.2003) (GÜNDEME)

2.- Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/600) (S. Sayısı : 145) (Dağıtma tarihi : 27.5.2003) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Hakkari Milletvekili Mustafa Zeydan'ın, SARS hastalığıyla ilgili çalışmalara ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/509) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

2.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Ilıca-Ekinözü ve Ilıca-Suçatı yollarında asfaltlama çalışması yapılıp yapılmayacağına ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından sözlü soru önergesi (6/510) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

3.- Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş organize sanayi bölgesinin serbest bölgeye dönüştürülüp dönüştürülmeyeceğine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) sözlü soru önergesi (6/511) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

4.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, THY sabah seferlerinde dağıtılan gazetelere ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/512) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

5.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Aralık 2001- Aralık 2002 tarihleri arasındaki TRT yayınlarına ilişkin Devlet Bakanından (Beşir Atalay) sözlü soru önergesi (6/513) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

6.- Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Adıyaman'daki organize sanayi bölgesi ve bazı küçük sanayi siteleriyle ilgili çalışmalara ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/514) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

7.- Tokat Milletvekili Resul Tosun'un, SSK ve BAĞ-KUR'luların askerlik borçlanmalarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/515) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

8.- Tokat Milletvekili Resul Tosun'un, din kültürü dersi öğretmenlerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/516) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

9.- Tokat Milletvekili Resul Tosun'un, tarihi çinilerin envanterine ve korunmasına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/517) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

10.- Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un, kültürel yayın politikalarına ilişkin Devlet Bakanından (Beşir Atalay) sözlü soru önergesi (6/518) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

11.- Samsun Milletvekili Mehmet Kurt'un, soruşturma ve kovuşturmaya konu olan ihalelere ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/519) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

12.- Kars Milletvekili Selami Yiğit'in, Kars İlindeki suni tohumlama çalışmalarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/520) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

13.- Kars Milletvekili Selami Yiğit'in, Ani harabelerine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/521) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

14.- Kars Milletvekili Selami Yiğit'in, özelleştirme kapsamındaki Sarıkamış Ayakkabı Fabrikasına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/522) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

15.- Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'in, Salihli Devlet Hastanesi ek binasının ne zaman hizmete gireceğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/523) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

16.- Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'in, Salihli'ye doğalgaz hattının bağlanıp bağlanmayacağına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/524) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

17.- Manisa Milletvekili Nuri Çilingir'in, Manisa-Salihli'deki bazı okul inşaatlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/525) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

18.- Antalya Milletvekili Osman Kaptan'ın, Antalya'ya doğalgaz verilip verilmeyeceğine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/526) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.5.2003)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Yalova Milletvekili Şükrü Önder'in, Yalova-Çınarcık-Çalıca'da yaptırılan kalıcı konutların eksiklerinin ne zaman tamamlanacağına ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/669) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

2.- Kars Milletvekili Yusuf Selahattin Beyribey'in, Ankara-Kars Devlet Yolunun bölünmüş yol projesindeki yerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/670) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

3.- Kars Milletvekili Yusuf Selahattin Beyribey'in, Sarıkamış'taki turizm potansiyelinin değerlendirilmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/671) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.5.2003)

4.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Konya Tarım İl Müdürlüğündeki tayinlere ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/672) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.5.2003)

5.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Yüksek Değerlendirme Kurulunun terfilerle ilgili toplantılarına yönelik basında çıkan bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/673) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.5.2003)

6.- Edirne Milletvekili Necdet Budak'ın, Edirne'nin Enez İlçesindeki sınır kapısının tekrar açılıp açılmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/674) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.5.2003)

7.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Antalya-Kemer karayolunun Beldibi-Göynük arası bölünmüş yol çalışmalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/675) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

8.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Antalya Kaleiçi bölgesine yönelik projelere ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/676) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

9.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Antalya Liman kavşağını Kepez'e bağlayacak çevre yolu çalışmalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/677) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

10.- Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Antalya-Konyaaltı'ndaki trafik yoğunluğuna karşı alınacak tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/678) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)

11.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'in, ticari araçların ek taşıt vergisine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/679) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.5.2003)

12.- İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, İzmir-Kadifekale'de heyelan tehlikesine maruz yerlere yönelik çalışmalara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/680) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.5.2003)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün ve 19 Milletvekilinin, Manyas Kuş Gölü'nün çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.5.2003)

2.- Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu ve 21 Milletvekilinin, Tokat İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.5.2003)

3.- Konya Milletvekili Remzi Çetin ve 21 Milletvekilinin, madencilik sektörünün içinde bulunduğu durumun araştırılarak altın ve bor madenleri başta olmak üzere yer altı kaynaklarımızın değerlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.5.2003)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati :15.00

27 Mayıs 2003 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER : Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Suat KILIÇ (Samsun)

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

III.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Yılmaz Ateş'in, son günlerde sinema, müzik ve spor alanlarında elde edilen ulusal ve uluslararası başarılar münasebetiyle konuşması

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, geride bıraktığımız hafta, yetmiş milyonluk Türkiye'de büyük mutluluk yaratan bir sanatsal olay yaşadık. Sertab Erener, 48 inci Eurovision Şarkı Yarışmasında, Türkiye'ye birincilik ödülünü kazandırdı. Sayın Sertab Erener'i, arkadaşlarını, emeği geçen bütün kişi ve kuruluşları, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Türkiye, son yıllarda, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının açtığı Batılı çağdaş medeniyet seviyesinde ilerleme yolunda çok önemli mesafeler katetmektedir. Bu mutluluğu sporda yaşadık; bu mutluluğu, şimdi de, sanatta yaşadık. Bizlere bu mutluluğu yaşatan, bütün dünyanın dört bir tarafındaki vatandaşlarımızı, soydaşlarımızı mutluluğa boğan bu güzel olaylar nedeniyle, bize bu güzellikleri yaşatanlara şükranlarımızı sunuyoruz.

Sevgili arkadaşlar, ayrıca, Türkiye Birinci Süper Liginde, Beşiktaş, ligin bitimine bir hafta kala şampiyonluğunu ilan etti. Beşiktaşa da başarılar diliyoruz. (Alkışlar)

Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Süper Lige terfi eden, Konyaspor, Trabzon-Akçaabat Sebatspor ve Çaykur Rizespora da saygılarımızı, sevgilerimizi ve başarı dileklerimizi sunuyoruz. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Bildiğiniz gibi, gündemdışı konuşma süresi 5 dakika, hükümetin cevap verme süresi 20 dakikadır.

Gündemdışı ilk söz, ülkemizin siyasal tarihinde önemli bir yeri olan 27 Mayıs 1960 tarihi konusunda söz isteyen, Ankara Milletvekili Sayın Yakup Kepenek'e aittir.

Buyurun Sayın Kepenek. (CHP sıralarından alkışlar)

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.- Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, 27 Mayıs 1960'ın siyasal tarihimizin önemli dönüm noktalarından biri olduğuna ilişkin gündemdışı konuşması

YAKUP KEPENEK (Ankara) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, değerli izleyenler; ben de, Sayın Başkanımızın, Sertab Erener ve spor kulüplerimiz konusundaki kutlamalarına bütün kalbimle katılıyorum. Bir de, Cannes Film Şenliğinde Jüri Büyük Ödülünü kazanan Uzak filminin emekçilerini de bu başarıları nedeniyle, başta Nuri Bilge Ceylan olmak üzere, saygıyla selamladığımı, kutladığımı belirtmek isterim.

Değerli milletvekilleri, özellikle bu sanat olaylarının, ülke insanına fırsatlar sağlanmasına ülkemizde hak ve özgürlüklerin genişlemesine, yaratıcı yeteneklerin güçlenmesine ve ne büyük başarılara imza atmamıza olanak verdiğini belirtir; sanatta, sporda ve bilimde dünyaya kafa tutan kişileri yetiştirdiğimizi kanıtladıkları için tebrik ederim; ayrıca da bu sevincinizi paylaşırım.

Değerli arkadaşlar, siyasal tarihimizin önemli dönüm noktalarından biridir 27 Mayıs. Hiç kuşkusuz, bir noktanın altını çizmemizde yarar var: Seçimle işbaşına gelen bir hükümetin, askerin yönetime el koymasıyla düşürülmesi, onaylanacak, benimsenecek bir tutum değildir, olmamalıdır. Bununla birlikte, nedenleri ve sonuçlarıyla 27 Mayıs, tam bir tarafsızlıkla ve nesnel olarak değerlendirilmeli ve buradan gerekli veriler, dersler çıkarılmalıdır.

Demokrat Parti, büyük bir çoğunlukla iktidara geldi; borçsuz, enflasyonsuz bir ekonomi devraldı; ancak, daha iktidarının başından başlayarak cumhuriyetin temel değerleriyle uyuşmazlığa düştü; köy enstitüleri ve halkevleri kapatıldı. Seçimde verilen sözler dikkate alınmadı; iktidar gücü, birilerine rant dağıtımının aracı olarak kullanıldı. Tarikat ve siyaset bağlantıları gündeme geldi, hükümeti destekleyenlere parasal yardım yapıldı ve besleme basın yaratıldı. Bunun sonucu olarak, ülke iyi yönetilmedi, ülke yönetiminin tıkanması gündeme geldi. Bu tıkanmada temel sorumluluk, hiç kuşkusuz, büyük bir çoğunlukla iktidar olan Demokrat Parti yönetimine aittir, sivil yönetime aittir.

Burada bir noktanın altını özenle çizmeme izin veriniz: 27 Mayısın yarattığı güçlü özgürlük ortamıyla, ülkemiz, 1950'yi bir aşama daha öne çıkaran bir büyük uyanış ve siyasal dönüşüm yaşadı. Ülke, gelmiş geçmiş en demokratik anayasasına kavuştu. Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği; toplu iş sözleşmeli, grevli sendikal haklar; sosyal güvenlik, sosyal adalet, eğitim hakkı, çalışma hakkı, seçimlerde nispî temsil ve başka özgürlükler, bugün bile özlemini çektiğimiz birçok demokratik hak o zaman gerçekleşti.

Buradan günümüze gelmeliyiz. Değerli milletvekilleri, eğer, başta laiklik olmak üzere, cumhuriyetin çağdaşlaşmak kazanımlarını ve bu konudaki toplumsal duyarlılığı asgarî müşterek alır, ortak noktamız olarak sahiplenir ve buradan yola çıkarsak, demokrasiye hep birlikte sahip çıkabiliriz. Demokrasiye hep birlikte sahip çıkarsak, ülkemize, toplumumuza ve onun duyarlılıklarına sahip çıkarız. Hükümet, bu konudaki uyarıları mutlaka dikkate almalı, hiç sinirlenmeden, kimseyi hainlikle suçlamadan hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve Atatürk ilkeleri bağlamında ortak noktayı yakalamamıza çaba harcamalıdır. Ancak bu yolla cumhuriyetin değerleriyle barışık olarak demokratik uzlaşmanın yollarını bulabiliriz. Birileri istediği için değil, kendi insanımızın onuru için, çağdaşlaşması için...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

YAKUP KEPENEK (Devamla) - ... Erener, Bilge Ceylan ve diğerlerine uluslararası düzeyde üretim yapan insanlarımıza yenilerini ekleriz; özgürlüklerin genişlemesini sağlarız; eksiksiz demokrasiye el ele gideriz, birlikte gideriz; topluma güven veririz; gene, hep birlikte, Mustafa Kemal'in hedefi olan Avrupa Birliği yolunda somut adımlar atarız; saydam bir kamu yönetimi kurar, ekonomiyi düzlüğe çıkarır, dokunulmazlığı sınırlandırır ve başta işsizlik olmak üzere, yatırım, eğitim, sağlık, altyapı sorunlarına, temel sorunlara çözüm aramaya başlarız ve bunlara bir an önce başlarız.

Bizi seçenlerin beklentisi budur; gereksiz rejim tartışmalarıyla zaman öldürmeden, toplumun anasorunlarına eğilmektir. Bu duyarlılığı Yüce Meclisin paylaşacağına inanıyorum ve bu duygularla hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kepenek.

Sayın milletvekilleri, gündemdışı ikinci söz, futbol ve Konyasporla ilgili söz isteyen, Konya Milletvekili Sayın Ahmet Işık'a aittir.

Buyurun Sayın Işık. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2.- Konya Milletvekili Ahmet Işık'ın, Konyasporun şampiyon olarak süper lige çıkmasına ilişkin gündemdışı konuşması

AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mevlana diyarımızın futbol takımı Konyasporun,  Süper Lige şampiyon olarak çıkması münasebetiyle, başarıya ve sorunlara dikkat çekmek amaçlı gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

48 inci Avrupa Eurovision Şarkı Yarışmasında ülkemize birincilik kazandırmış olan sanatçımız Sertab Erener'in başarısını da kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, Konya İli, ülkemizin, nüfus olarak dördüncü, yüzölçümü olarak birinci büyük şehri olup, Anadolu Selçuklu'nun başşehirliğini yapmış, Osmanlı Devleti zamanında da etkinliğini korumuş, günümüz Türkiyesinde ise, sanayiiyle, tarımıyla, ticaretiyle, kültürüyle, inanç turizmiyle, tarihî misyonu ve eserleriyle önemini ve anlamını günbegün artıran şehrimiz, futboldaki örnek başarısıyla da, konumunu ve özelliklerini taçlandırmıştır.

Değerli milletvekilleri, Konya Etnografya Müzesindeki şerî sicil defterinden, ilimizde sporun Selçuklular dönemine kadar uzandığını tespit edebilmekteyiz.

Konyamızda, ulusal mücadele yıllarında futbol oynandığı, Ulu Önder Atatürk'ün Söylev'inde geçmektedir. Şehrimizde ilk resmî kulüp 1922 yılında Gençlerbirliği Spor Kulübü olarak kurulmuştur. 1923'te Konya İdman Yurdu ve 1927 yılında ise, Selçukspor kurulmuş olup, 1982 yılında da Konyaspor kurulmuştur. 28 Temmuz 1922'de, tarihî önder Atatürk, Konya Akşehir'de, Akşehir halkı ve ordu mensuplarıyla birlikte futbol maçı dahi izlemiştir.

1988, 1989, 1990, 1991, 1992 ve 1993 yıllarında, Konyaspor, toplam 5 yıl Türkiye Birinci Liginde mücadele vermiş, bugün ise, 10 yıl aradan sonra, Konyalı futbolseverlerin duygusallığı ve efsanesi olan takımımız Süper Lige şampiyon olarak geri dönmüştür. Bu geri dönüş, azmin, birlikteliğin, başarıya olan inancın, sabrın, vefanın ve özlemin bir ifadesidir.

Değerli milletvekilleri, Konyaspor Futbol Takımını âdeta destanlaştıran Kulüp Başkanı Mehmet Köseoğlu başta olmak üzere, yönetim kurulu üyeleri olan Nusret Argun, Yusuf Genç, Kudret Fikirli, Faruk Turhan, Mehmet Baykan, İbrahim Kaplan, Salih Sedat Ersöz, Muhsin Dinek, Hasan Duran, Celal Candan, Nuri Mehtap, Remzi Ay, Cumhur Ünivar, Osman Dündar, Mehmet Han Çopur, Muammer Sefa Ortaç, Mehmet Soylu, Yusuf Selek, Mehmet Bezirci, Bahri Karapınar ve Zekeriya Mızrak'a, Konya Büyükşehir Belediyesi Başkanı ve Fahrî Başkan Mustafa Özkafa'ya, Onursal Başkan Mehmet Oktut'a, Teknik Direktör Hüsnü Özkara'ya; antrenörler Togay Kerimoğlu, Mevlüt Ataseven ve Atilla Uzuncan'a; idarî personeller Ahmet Eser, İsmail Has, Hayırlı Öz, Hüseyin Yalel, Mehmet Kaçıran, Mehmet Tenekeci, Muhsin Acıyan, Ali Kandak ve Mehmet Pekgökgöz'e ve takım kaptanı Hamza Hamzaoğlu başta olmak üzere, futbolcuların her birine, Konyasporun tüm taraftarlarına ve katkısı olan herkese Yüce Meclisin bu anlamlı kürsüsünden ayrı ayrı teşekkürlerimi takdim ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasanın 58 inci ve 59 uncu maddelerinde, gençliğin korunması ve sporun geliştirilmesi meselesi üst norm olarak yer almaktadır. Mustafa Kemal Atatürk'ün "ben, sporcunun, zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim" sözleriyse, spora ve sporcuya bakış açımızı ortaya koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, Türk futbolunun son yıllardaki uluslararası başarısı, Süper Ligde ve diğer liglerdeki standardın çok yükselmesi, futbol adına, spor adına büyük kazanımlar ifade etmektedir.

Kulüpler için büyük sıkıntı olan futbolcuların transferlerindeki yüzde 40'lık stopajın, hükümetimizce, yüzde 15'e düşürülmesini takdirle karşılıyoruz.

Yine, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve ilgili bakanlıkça çalışmalarının devam ettirildiği sponsorluk yasasının bir an önce çıkarılmasını beklemekteyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

AHMET IŞIK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Süper Lige şampiyon olarak çıkma başarısı gösteren Konyaspora, futbolun desteklenmesi ve standardın yükselmesine yönelik olarak nakdî teşvikin yapılacak bir düzenlemeyle bir an önce gerçekleştirilmesini, Digitürk yayınlarından dolayı takımlara aktarılan para dağıtımındaki kriterlerin yeniden düzenlenmesini, Konya Mevlana Müzesi gelirlerinin Konyaspora daimî kaynak aktarımı için gerekli mevzuat değişikliğinin yapılmasını, Konya Atatürk Stadyumunda bulunan veledrom pistinin kaldırılarak tribün yapılmasını, işbu stadyumun UEFA'nın standartlarına uygun hale getirilerek Konyaspora kiralanmasını, Kayacık'ta Konyaspor kompleksi için belediyeye tahsis edilen arazinin bürokratik işlemlerinin hızlandırılmasını, Tatlıcak mevkiindeki spor tesisine dinlenme tesisi ve lojmanların yapılmasını talep  etmekteyiz. Ayrıca, uluslararası özel ya da resmî müsabakaların, zaman zaman, Mevlana felsefesinin ve hoşgörüsünün dünyaca tanındığı ve marka haline gelen Konya İlimizde yapılmasının çok önemli ve anlamlı olacağı kanaatindeyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gelecek zaman sürecinde, futbol dahil tüm spor birimlerinde daha başarıyı yakalama ve yaşama temennisiyle, Yüce Meclisi tekrar saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Işık.

Gündemdışı üçüncü söz, Şanlıurfa İlinin elektrik sorunlarıyla ilgili söz isteyen, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Mehmet Vedat Melik'e aittir.

Buyurun Sayın Melik. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa'nın su ve elektrik sorununa ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı

MEHMET VEDAT MELİK (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şanlıurfa İlinin elektrik sorunlarını dile getirmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, bizleri izleyen tüm yurttaşlarımızı ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa İli, Türkiye'nin, ekonomisinin tamamı tarım ve hayvancılığa dayalı olan ender illerinden biridir; buna karşın, yine, Türkiye'nin, yıllık yağış ortalaması en düşük olan ilidir; yani, Urfa'da, yağmurların düzenli aralıklarla düştüğü yıllarda iyi bir tarımsal ürün rekoltesinden söz etmek mümkündür, ki, genellikle kurak geçen sonbahar ve ilkbahar aylarından dolayı, hububat hasadının yapılamadığı, yani, biçerin çalışmadığı birçok yılın olduğu da herkes tarafından bilinmektedir.

Değerli arkadaşlar, ülkemizde, Şanlıurfa denildiği zaman, hemen herkesin hatırına GAP Projesi, Atatürk Barajı ve sulama gelmekte; dolayısıyla, Şanlıurfa İlinde sulamayla ilgili herhangi bir sorun olmaması gerektiği düşünülmektedir. Halbuki, gerçekler öyle değildir:

GAP Projesi kapsamındaki sulanabilir tarım arazilerinin toplamı yaklaşık 18 000 000 dekardır; bunun yaklaşık yarısı, yani 9 000 000 dekarı Şanlıurfa İli sınırları içerisindedir; ancak, bu arazilerin, şu anda, sadece 1 200 000 dekarı sulanabilmektedir; yani, geriye kalan tarım arazilerinin verimi, yukarıda da belirtmeye çalıştığım gibi, tamamen yağmurlara bağlıdır.

GAP Projesinin durumu ise herkesçe bilinmekte olup, zaten, bugünkü konuşmamızın da konusu içerisinde değildir.

Değerli milletvekilleri, işte, tarımın olmazsa olmazlarından biri olan su sorununu çözmek için kendi imkânlarına başvuran Şanlıurfa çiftçisi, arazilerini sulamak üzere binlerce kuyu açmıştır. Bugün, Viranşehir ve Ceylanpınar İlçemizde 5 000, Siverek'te 1 000, Hilvan'da 500 ve Akçakale ile Harran İlçelerinde 700'den fazla sulama kuyusu mevcuttur. Bu kuyuların sulama kapasitesi, şu anda, GAP Projesiyle sulanan araziden daha fazladır; ancak, bu kuyuların büyük bir çoğunluğu derin su kuyuları olduğu için, suyu çekmenin tek yolu elektrik enerjisi kullanmaktır; yani, elektrik varsa su vardır, elektrik yoksa su yoktur; ancak, maalesef, elektrik de yoktur.

Değerli arkadaşlar, Viranşehir'de, Siverek'te, Hilvan'da ve Akçakale ile Harran'ın bir kısmında bulunan bu kuyuların ve pompaların önüne buğday ekilmişti; ancak, çiftçi kardeşlerimiz buğdayı sulayamadılar. Şimdi de, pamuk ektiler; ama, yine, sulayamayacaklar; çünkü, elektrik enerjisi düzenli bir şekilde verilemedi ve yaklaşık 10 gün sonra başlayacak olan pamuk sulamasında da verilemeyecektir. Ekin yandığı gibi, pamuk da yanacak; çiftçi, 350 kilogram yerine 50 kilogram verim alacak, zaten çok yüksek olan elektrik faturasını da ödeyemeyecek ve icralık olacaktır. Böylece, Türkiye de, her yıl 500 000 ton pamuk ithal etmeye devam edecektir. Bu konuda basit bir güncel örnek verecek olursak -dün konuştum- Viranşehir İlçesinin en önemli, en büyük köylerinden biri olan Karakeçi'de, son olarak 24 saate yakın bir elektrik kesintisi olmuştur.

Değerli milletvekilleri, Şanlıurfa'nın yıllardır devam eden bu elektrik sorunu, elbette ki, altı-yedi aylık bir olay değildir. Yıllardır ihmal ve gözardı edilen problemlerin yığılması sonucunda Urfa'daki sistem çökme noktasına gelmiştir. Sorun, yalnızca sulama kuyularıyla da sınırlı değildir; aydınlatmadan küçük sanayi sitesine, elektrikli ev aletlerinden organize sanayi bölgesine kadar etkilenmeyen hiçbir kesim yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Melik.

MEHMET VEDAT MELİK (Devamla) - Teşekkür ederim.

Yaklaşık iki ay sonra, yani, ağustos ayı, tüm çiftçilerin sulamaya bir anda yüklenecekleri aydır. İndirici trafo merkezlerinin bulunmadığı, hatların yetersiz olduğu, gerilim düşüklüğünün had safhaya ulaşacağı bu ortamda sistemin bütünüyle çökeceği, her Urfalının ortak endişesidir. Hadise, TEDAŞ Şanlıurfa Müessese Müdürlüğünün gücünü kat kat aşmaktadır. Enerji Bakanlığının, Urfa'daki elektrik sorunuyla özel olarak ve acilen ilgilenmesi ve gerekli önlemleri alması gerekir ki, belki, bu yaz sezonunu, çiftçimiz, esnafımız ve sanayicimiz enerji yönünden huzurlu bir şekilde geçirebilir.

Değerli arkadaşlar, 29 Nisan 2003 tarihinde 36 milletvekili arkadaşımla birlikte Şanlıurfa'nın elektrik sorunlarıyla ilgili olarak verdiğimiz Meclis araştırması önergesinde, bu konunun önemine dikkatleri çekmeye çalıştık. Günü geldiğinde, Yüce Meclisin siz değerli temsilcilerinin, bu önemli sorunun çözüme kavuşturulmasına değerli oylarınızla katkı koyacağınıza inanıyorum.

Konunun, bölge ve ülke ekonomisi için öneminin idrak edileceği ve derhal çalışmaya başlanılacağı umut ve inancıyla, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Melik.

Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Kürşad Tüzmen cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Tüzmen. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI KÜRŞAD TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şanlıurfa Milletvekili Sayın Vedat Melik'in, Şanlıurfa İlinin elektrik sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşmasına cevabımı arz ediyorum.

Şanlıurfa Elektrik Dağıtım Müessesinde, 178'i memur -sözleşmeli statüde- 177'si işçi statüsünde olmak üzere 345 personelle, 2002 yılı sonu itibariyle, toplam 255 488 aboneye hizmet üretilmektedir.

Müessese, 2002 yılı sonu itibariyle, 2 910 630 330 kilovat/saat elektrik enerjisi satın almış ve bunun 1 083 000 031 kilovat/saatini net satış olarak gerçekleştirmiştir. 166 497 700 kilovat/saat bedelsiz tüketim de gözönünde bulundurulduğunda, 2002 yılı sonu itibariyle, kayıp kaçak üretimi 1 661 132 599 kilovat/saat ve yüzde 57,1 olarak gerçekleştirilmiştir.

Müessesenin tahakkuka bağladığı net satışının yüzde 27,7'si tarımsal sulamada, yüzde 30,9'u meskenlerde tüketilmiştir. Tarımsal sulama ile mesken tüketimlerindeki yoğunluk, Şanlıurfa İlindeki yoğun kaçak tüketimde de kendisini göstermekte, yaz aylarında tarımsal sulama nedeniyle, kış aylarında da ısınma amaçlı olarak kaçak elektrik kullanılmakta ve gerek şehir şebekelerinde gerekse dağıtım hatlarında çok büyük sakıntılar yaşanmaktadır.

2002 yılının ocak-temmuz döneminde Türkiye genelindeki elektrik tüketim artışı, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 5,2 artış gösterirken, aynı dönemde Şanlıurfa İlindeki artış yüzde 20,9 olarak gerçekleşmiş ve yine, kaçak elektrik kullanımının yoğun olduğu Siverek İlçesinde ise artış yüzde 35,5 seviyesine kadar yükselmiştir.

Kaçak elektrik kullanımı, Şanlıurfa EDM'nin sorumluluk alanındaki elektrik şebekelerinde ve dağıtım hatlarında sık sık arızalara neden olmakta, elektrik dağıtım merkezinin bu arızalardan kaynaklanan malzeme israfına da neden olmaktadır.

Kaçak elektrik kullanımından kaynaklanan arızalar nedeniyle, Şanlıurfa İline, 2001 yılında 349 adet, 2002 yılında 241 adet muhtelif güçte trafo tahsisi yapılmıştır.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tüzmen.

Sayın milletvekilleri, az önce, Konyaspor, Akçaabat Sebatspor, Çaykur Rizespora başarılar dilemiştik; Mardin Milletvekilimiz Sayın Süleyman Bölünmez'in uyarısıyla, B Grubunda şampiyon olan Erciyesspor, Ankara Telekom ve Karşıyaka Spor Kulüplerine de başarılarının Süper Ligde de devam etmesini diliyorum.

Sayın milletvekilleri, geçen hafta, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilliklerine; Ankara Milletvekili Sayın Haluk İpek ile Hatay Milletvekili Sayın Sadullah Ergin Bey seçilmişlerdir; kendilerini kutluyor, başarılar diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Sunuşları, sayın üyenin oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; teşekkür ederim.

3 adet Meclis araştırma önergesi vardır; okutuyorum:

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün ve 19 milletvekilinin, Manyas Kuş Gölünün çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tabiat harikası ve önemli bir turizm merkezimiz olan Balıkesir Manyas Kuş Gölünün ve Kuş Cennetinin içinde bulunduğu çevre kirliliğinin araştırılarak Manyas Kuş Gölünün ve Kuş Cennetinin temizlenmesi ve korunması amacıyla; Anayasanın 98 inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1- İsmail Özgün

 

(Balıkesir)

2- Ali Osman Sali

 

(Balıkesir)

3- Ahmet Edip Uğur

 

(Balıkesir)

4- Osman Aslan

 

(Diyarbakır)

5- Ali Aydınlıoğlu

 

(Balıkesir)

6- Hanefi Mahçiçek

 

(Kahramanmaraş)

7- Orhan Erdem

 

(Konya)

8- Şemsettin Murat

 

(Elazığ)

9- Ali Küçükaydın

 

(Adana)

10- İbrahim Özdoğan

 

(Erzurum)

11- Hasan Bilir

 

(Karabük)

12- İsmail Soylu

 

(Hatay)

13- İsmail Ericekli

 

(Çankırı)

14- Süleyman Turgut

 

(Manisa)

15- Zafer Hıdıroğlu

 

(Bursa)

16- Mahmut Durdu

 

(Gaziantep)

17- Ümmet Kandoğan

 

(Denizli)

18- Semiha Öyüş

 

(Aydın)

19- Metin  Kaşıkoğlu

 

(Düzce)

20- Ali Er

 

(Mersin)

Gerekçe:

Önemli turizm merkezlerimizden ve tabiat harikası olan Manyas Kuş Gölü ve Kuş Cennetinin bugüne kadar yaşadığı olumsuzluklar neticesinde tam bir çevre felaketi yaşanmaktadır. Kuş Cenneti Millî Parkı Manyas Gölüne dökülen derelerin beslenme havzalarındaki sanayi tesislerinden kaynaklanan atıklar, havza içindeki yerleşim yerlerinin evsel atıkları ve tarımsal faaliyetler nedeniyle tehlikeli boyutlarda kirlenmektedir. Doğal ortamda yaşayan canlılar ve göç yaşayan kuşlar bu çevre kirliliğinden olumsuz etkilenecek ve doğal dengenin bozulmasına yol açacaktır. Bölgeye gelen turist sayısının azalması ise, çevre kirliliğinin en büyük etkenlerinden olmaktadır. Bu bölgede yapılacak olan arıtma tesisleri ve fosseptik çalışmalarının acilen tamamlanması ve koruyucu tedbirler alınması, doğal dengenin eski haline gelmesine yardımcı olacaktır. Böylelikle, bir tabiat harikası olan Kuş Gölü ve Kuş Cenneti, gelecek nesillere adına yakışır bir şekilde kalacaktır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

İkinci Meclis araştırması önergesini okutuyorum:

2.- Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu ve 21 milletvekilinin, Tokat İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tokat İlimizin ekonomik, sosyal, kültürel ve şehirleşme sorunları ile özellikle Tokat'ın kamu yatırımları, kamu hizmetleri ve özel sektörün teşvik edilmesi bakımından ihmal edilmesinin ortaya çıkardığı sorunların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması yapılmasını arz ederiz.                                                                     31.1.2003

 1- Mehmet Ergün Dağcıoğlu

(Tokat)

 2- Muzaffer Baştopçu

(Kocaeli)

 3- Abdullah Erdem Cantimur

(Kütahya)

 4- Musa Uzunkaya

(Samsun)

 5- Recep Koral

(İstanbul)

 6- Nusret Bayraktar

(İstanbul)

 7- Bayram Özçelik

(Burdur)

 8- Mehmet Alp

(Burdur)

 9- İbrahim Özdoğan

(Erzurum)

10- Talip Kaban

(Erzincan)

11- Özkan Öksüz

(Konya)

12- Mehmet Mehdi Eker

(Diyarbakır)

13- Mehmet Yüksektepe

(Denizli)

14- Fehmi Öztunç

(Hakkâri)

15- Nihat Eri

(Mardin)

16- Nur Doğan Topaloğlu

(Ankara)

17- Mahmut Koçak

(Afyon)

18- Fahrettin Poyraz

(Bilecik)

19- İlhan Albayrak

(İstanbul)

20- Ahmet Faruk Ünsal

(Adıyaman)

21- Abdülbaki Türkoğlu

(Elazığ)

22- Zülfü Demirbağ

(Elazığ)

Gerekçe:

Tokat, coğrafî konumuyla, ülkemizin, Karadeniz, Orta Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgelerinin kesiştiği ve yolların birbirine açıldığı bir noktada yer almaktadır. Geleneksel ekonomik yapısı tarım ve hayvancılığa dayanmaktayken, Turhal Şeker Fabrikasının kurulmasıyla kamu eliyle başlatılan sanayileşme çabaları cılız kalmış, özel sektör yatırımlarında önemli bir artış kaydedilmemiştir.Tokat'ta, ayrıca, sigara fabrikası, tuğla, un ve tekstil fabrikaları önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, gıda ve madencilik alanında küçük ve orta ölçekli işletmeler bulunmaktadır. Son yıllarda, turizm sektöründeki kıpırdanış, altyapı istenilen seviyede olmadığı için gelişememiştir.

Tokat, OHAL ve kalkınmada öncelikli illere istihdam ve teşvik imkânları sağlayan 4325 sayılı Kanun kapsamına 1 500 dolar ve eksi 0,5 gelişmişlik düzeyi kıstasları nedeniyle girememiştir. Özellikle, Tokat'ın OHAL ve 4325 sayılı Kanun kapsamına alınmaması, yeni yatırım bir tarafa, halen devam eden yatırımları da bitirmiştir. Halbuki, ilimizin istenilen ekonomik düzeye çıkarılması ve yüksek işsizlik sorununun çözümü için, bölgede yatırımların teşvik ve canlandırılması ile yeni iş sahalarının açılması gerekmektedir.

21 inci Dönemde organize sanayi bölgelerinde sanayiin daha süratle kurulması, istihdamın artırılması ve iş imkânlarının sağlanması gerekçesiyle 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun 14 üncü maddesinin son fıkrası "fert başına gayri safî millî hâsıla miktarı 3 500 dolar ve aşağıdaki gelir miktarını bulan organize sanayi bölgesi bulunan yerler, 4325 sayılı Kanunun değişikliklerden faydalanırlar" şeklinde değiştirilmiş ve bu uygulamanın 31.12.2001 tarihinde yürürlüğe girmesi hükme bağlanmıştı.

Ancak, söz konusu kanunun 14 üncü maddesinin son fıkrası, 1.6.2001 tarihinde, depremlerden zarar görenlerin vergi borçları ve vergi cezalarının terkiniyle ilgili kanun tasarısında ani bir müdahaleyle yürürlükten kaldırılmak istenmiş; ancak, Genel Kurulda ortaya çıkan tepki üzerine, uygulama, 31.12.2002 tarihine ertelenmiş bulunmaktadır. Bunu yaparken de dönemin Maliye Bakanı altı ay içinde yeni bir düzenlemeyle konunun çözümleneceğine dair açık bir söz vermiştir. Ne yazık ki, maalesef, bugüne kadar ne yeni bir düzenleme yapılabilmiş ne de 2003 yılına girdiğimiz halde uygulama başlayabilmiştir.

Yine, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi eğitimde önemli bir boşluğu doldurmakla birlikte, büyük oranda altyapı ve araç-gereç ihtiyacı içindedir.

Ulaşım yönünden üç bölgeyi birbirine bağlayan yollar, gerek genişlik ve gerekse kalite yönünden daha da geliştirilmeye muhtaçtır. Özellikle, demiryolu ve otobana ihtiyaç vardır. Ayrıca, gerekli çalışmalarına başlanmış olan Tokat-Turhal arası raybüs sisteminin Artova'ya kadar uzatılarak bir an önce faaliyete geçirilmesinin bölgeye büyük faydalar sağlayacağı beklenmektedir.

Tokat'ta, aynı şekilde, ısınma ve sanayide gaz kullanılabilmesi için gerekli olan altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi için Doğu Anadolu Doğalgaz Hattı üzerinden Sıvas için bırakılmış olan vanadan itibaren Tokat'a kadar yaklaşık 55 kilometre uzunluğunda branşman hattı inşa edilmesi gerekmektedir.

Diğer taraftan, geçtiğimiz dönemde Tokat için hayatî önemi haiz olan Tokat Havaalanı, MGK'nın aldığı bir kararla, yeni havaalanının yapılmasının kesinlikle önüne geçilmesi ve yeni havaalanları yerine mevcut havaalanlarının fizikî ve altyapılarının uluslararası havacılık standartlarına kavuşturulması bildirildiği halde, 6 adet havaalanıyla birlikte, tasarruf tedbirleri kapsamında, 1 Şubat 2002 tarihi itibariyle gece yarısından itibaren tamamen hava trafiğine kapatılarak sanayi açısından sürekli gelişme gösteren ilimizin önü kesilmiştir.

Bugün, Tokat İlimiz ekonomik, sosyal, kültürel ve şehircilik açısından önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Önemli bir potansiyele sahip olmasına rağmen Tokat, tarım, sanayi ve ticarette layık olduğu mevkie ulaşamamıştır.

Bütün bu nedenlerle, yukarıda belirtilen konuların, Parlamento gündemine taşınıp, araştırılarak, enine boyuna tartışılması ve kalıcı çözümler bulunması, büyük önem arz etmektedir. 

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Şimdi, üçüncü önergeyi okutuyorum:

3.- Konya Milletvekili Remzi Çetin ve 20 milletvekilinin, madencilik sektörünün içinde bulunduğu durumun araştırılarak, altın ve bor madenleri başta olmak üzere yeraltı kaynaklarımızın değerlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yazımız ekindeki gerekçede belirtilen sebeplerden dolayı Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1- Remzi Çetin

(Konya)

2- Harun Tüfekçi

(Konya)

3- Mehmet Kurt

(Samsun)

4- Erdoğan Özegen

(Niğde)

5- Faruk Koca

(Ankara)

6- Ali Öğüten

(Karabük)

7- Kerim Özkul

(Konya)

8- Hacı Biner

(Van)

9- Cemal Yılmaz Demir

(Samsun)

10- Mehmet Kılıç

(Konya)

11- Mahmut Uğur Çetin

(Niğde)

12- Muharrem Candan

(Konya)

13- Orhan Erdem

(Konya)

14- Ali Sezal

(Kahramanmaraş)

15- Murat Yılmazer

(Kırıkkale)

16- Mustafa Öztürk

(Sinop)

17- Abdullah Erdem Cantimur

(Kütahya)

18- Resul Tosun

(Tokat)

19- Ayhan Zeynep Tekin

(Adana)

20- Osman Seyfi

(Nevşehir)

21- Reyhan Balandı

(Afyon)

Gerekçe :

Zengin maden kaynakları sebebiyle Anadolu, tarih boyunca medeniyetin beşiği olmuştur.

Madencilik ve metalurji, insan hayatını sürdürmenin vazgeçilmez unsuru olmuştur.

Madenler, yenilenebilen bir kaynak değil, aksine eksilebilen, hatta tamamen tükenebilen bir kaynaktır.

Bu nedenle, madencilik politikalarının, gelecek nesillerin haklarının da kollanarak tayin edilmesi gerekir.

Millî maden varlıklarımız gelecek için çok hayatî bir önemi haizdir. Bu zenginliklerimizi gereği gibi işletemez, ileri teknolojiyi üretemezsek, medenî dünyadaki gelişmeye ayak uyduramaz, medeniyetten söz etmeye de hakkımız kalmayabilir. Bu durumda, maden varlıklarımız gelişmiş ülkelerin çıkarlarına göre hareket etmek zorunda kalır; çünkü, dünyada üretilen hammaddelerin fiyatları, üretici ülkeler değil, tüketen, bu alanlarda gerekli teknolojik bilgi birikimine sahip sanayileşmiş ülkeler tarafından belirlenmektedir.

Güçlü hammadde kaynaklarına sahibiz. Bu zenginlikten azamî fayda sağlama, daha yüksek katmadeğer sağlayacak nihaî ürünler haline getirerek pazarlama imkânlarını geliştirmek gerekir.

Endüstriyel hammadde kaynakları olmaksızın sanayileşmek, bugünkü dünya düzeninde imkânsızdır. Dünya sanayiinin her gün artan oranda ihtiyaç duyduğu madenler, bizim zenginlik kaynaklarımızdır. İnsanlarımızın refah düzeyini artıracak ve geleceğini sağlam temellere oturtacak bu varlıklarımızı iyi kullanmak ve yönetmek gerekir.

Bu doğal zenginliklerimizin en önemlilerinden birisi altın madenidir; ancak, ülkemizde bugün işletilen bir altın madeni yoktur. Sadece, altın madenciliğindeki yöntemin aynısı kullanılarak Kütahya'da gümüş madeni işletilmektedir.

1985 yılında, Maden Kanununda yabancı sermayeli şirketlerin maden ruhsatı almasına imkân tanıyan değişiklik yapılmıştır. 20 kadar yabancı şirket altın madenciliğine yatırım yapmak üzere Türkiye'ye gelmiştir. Bugün, sadece 3 yabancı şirket dışında, diğerleri; bürokratik zorluklar, izin sürelerinin uzaması gibi sebeplerle Türkiye'den ayrılmışlardır.

Yabancı sermayeli şirketlerin ülkemizde altın madenciliğine yaptıkları arama yatırımları sonucunda, daha önceden bilinmeyen altın yatakları tespit edilmiştir. Bugün itibariyle, 7 adet altın projesi işletmeye hazır beklemektedir. Bu projelerde, 260 ton altın rezervi tespit edilmiştir; parasal değeri 2,75 milyar dolardır; ülke ekonomisine sağlayacağı katmadeğer 11 milyar dolardır. Altın projelerinin gerçekleştirilmemesi nedeniyle son 10-12 yılda ekonominin kaybı olarak ifade edilebilir.

Bu sektörde, 1 500 işçi çalışacaktır. Yan sanayilerde yaratılacak istihdam 21 000 kişi civarındadır.

Bilinen altın rezervi birkaç yıl önce 60 ton civarında iken bugün 4 misli artmış olması, Türkiye'nin işletilebilir altın rezervlerinin daha da yükselebileceğini göstermektedir.

Diğer önemli ve stratejik bir maden olan bor, gerek ham gerekse rafine olarak yaygın kullanım alanına sahip, katmadeğeri yüksek endüstriyel bir hammaddedir. Dünyanın uzay çağı, elektronik ve bilgi çağını yaşamasında en yüksek katkı sağlayan hammaddelerin başında gelmektedir.

Dünya bor rezervinin yüzde 70'i, ülkemizde bulunmaktadır. Buna rağmen, dünya üretiminin yaklaşık yüzde 30 kadarı Türkiye'de yapılmaktadır. Öte yandan, daha az rezerve sahip ABD'de ise dünya üretiminin yüzde 93'ü yapılmakta, Türkiye'nin 3 katı bir gelir sağlamaktadır. Sebebi ise, Türkiye'deki kapasite düşüklüğü ve uluslararası pazarlama ve dağıtım ağının yetersizliğidir. Türkiye'de 2,5 milyar ton bor bulunmakta olup, bunun bugünkü değeri 1 trilyon dolardır. Bir daha yerine koyamayacağımız bu yeraltı kaynağı, Türkiye'nin coğrafî konumu kadar, stratejiktir. Stratejik özelliği ise, kullanım alanlarından kaynaklanmaktadır.

Kullanım alanlarından sadece birkaçı şunlardır: Uzay, havacılık, gaz türbinleri, güneş pili, süper iletken, nükleer yakıt, fotoğrafçılık, deterjan, kâğıt hamuru, tekstil ve benzeri.

Gerek madenciliğin tümü gerekse ekonomik ve stratejik önemi haiz altın ve bor madenleri için, rezerv geliştirme ve ciddî bir arama-tarama yapılması gerekmektedir. Bu konuda da, ar-ge çalışmalarına gereken destek yapılmalı ve ileri teknoloji yakalanmalıdır.

21 inci Dönemde Maden Kaynaklarının Değerlendirilmesi ve Madencilik Sektörünün İçinde Bulunduğu Durum ile Bor ve Altın Madenlerini Araştırma Komisyonu 21 inci Dönemde kurulmuş olup, çalışmalar yarım kalmıştır.

Yukarıda belirtilen hususlar ve geçen dönemde yarım kalan bir çalışmanın tamamlanması ve amacına ulaşması için bir Meclis araştırmasının yapılmasında fayda vardır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.- TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, Japonya Üst Meclisi Başkanı Hiroyuki Kurata'nın resmî davetine icabetle bu ülkeye yapacağı ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/292)

                                                                        27.5.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Japonya Üst Meclisi Başkanı Hiroyuki Kurata'nın davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle, Japonya'ya resmî ziyarette bulunması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun 13.5.2003 tarihindeki 78 inci Birleşiminde kabul edilmiştir.

Anılan Kanunun 2 nci maddesi uyarınca, Heyetimizi oluşturmak üzere siyasî parti gruplarınca bildirilen isimler Genel Kurulun bilgilerine sunulur.

                                                                   Bülent Arınç

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                           Başkanı

Adı Soyadı :                    Seçim İli :

Telat Karapınar                                   Ankara

Hasan Aydın                      İstanbul

Hacı Biner                                                    Van

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

2.- Avrupa Birliğine üye ve Avrupa Birliğine katılmakta olan ülke parlamentoları Çevre Komisyonu Başkanları Konferansına, Yunanistan Parlamentosu Ekonomik İşler Komisyonu Başkanı John Thomopoulos tarafından ismen davet edilen TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Malatya Milletvekili Ahmet Münir Erkal'ın katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/293)

                                                                        26.5.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Yunanistan Parlamentosu Ekonomik İşler Komisyonu Başkanı John Thomopoulos tarafından gönderilen davet mektubunda, Malatya Milletvekili TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Münir Erkal, 30-31 Mayıs 2003 tarihlerinde Atina'da Avrupa Birliğine üye ve Avrupa Birliğine katılmakta olan ülke Parlamentoları Çevre Komisyonu Başkanlarının katılacağı Konferansa ismen davet edilmektedir.

Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                                                        Bülent Arınç                               

                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                           Başkanı

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, bugün, size, hep güzel haberler veriyoruz. Devlet eski Bakanımız Sayın Fikret Ünlü'nün uyarısıyla, Sayın Şeref Eroğlu da, Grekoromen Güreş Şampiyonasında Avrupa Şampiyonu olmuşlardır. (Alkışlar) Kendilerini kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz.

E) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Bosna-Hersek Başbakanı Adnan Terzic ve beraberindeki heyete Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Borna-Hersek Başbakanı Sayın Adnan Terzic ve beraberindeki heyet, şu anda Genel Kurulumuzu onurlandırmışlardır; kendilerine, Yüce Heyetiniz adına "Hoş geldiniz" diyorum. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, gündemimizin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Genel Kurulun 22 Mayıs 2003 tarihli 83 üncü Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısmın 1 inci sırasında yer alan, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulmuş bulunan (10/2,6) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 134 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- Edirne milletvekili Rasim Çakır ve 33 milletvekili ile Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 milletvekilinin, Ergene Nehrindeki Kirliliğin ve Çevreye Etkilerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve (10/2,6) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 134) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada

Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğümüze göre genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahiplerine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemi halinde komisyona ve hükümete de söz verilecek, bu suretle genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, bildiğiniz gibi, komisyon, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için 10'ar dakikadır.

Genel görüşme üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Mehmet Siyam Kesimoğlu; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Gökhan Sarıçam.

Şahısları adına; Edirne Milletvekili Sayın Rasim Çakır ve Tekirdağ Milletvekili Sayın Ahmet Kambur.

Önerge sahipleri adına bir söz talebi bize ulaşmadı.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Mehmet Siyam Kesimoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET SİYAM KESİMOĞLU (Kırklareli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kırklareli, Edirne, Tekirdağ İllerini içine alan Trakya bölgemizi sosyoekonomik yönden etkileyen Ergene Nehri ve havzasındaki kirlilik ile çevreye verdiği olumsuz etkilerin araştırılarak çözümü için gerekli acil tedbirlerin alınması amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun çalışmalarına ilişkin olarak,  Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini iletmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Saray İlçemizde, İstranca Dağlarından çıkan ve içilebilir nitelikteki Ergene Nehri, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne İllerimizde bir yay çizerek, Saros Körfezinden Ege Denizine dökülmektedir. Çerkezköy girişinde, birinci ve ikinci sınıf sulama suyu niteliğindeki nehir suyu sürekli kirletilerek, Uzunköprü'de beşinci sınıf, yani, kullanılamaz sulama suyu niteliğine dönüşmektedir; yani, başlangıçta içilebilir nitelikteki Ergene Nehrinin suyu, sonuçta, kullanılamaz nitelikte suya dönüşmektedir.

Özellikle yeraltı suyu kullanımının arttığı, dolayısıyla seviyesinin düştüğü yaz aylarında, nehirdeki kirlilik oranı çok üst seviyelere çıkmaktadır. Sulama suyu olarak, mart-nisan aylarında birinci, ikinci sınıf olan su kalitesi, temmuz-ağustos aylarında dördüncü, hatta beşinci sınıf su kalitesine inmektedir.

Bu kirlenmenin başlıca nedeni tuzluluktur. Tuzluluğun kaynağı ise, nehre bırakılan endüstriyel atıklar ile tarımsal faaliyetler sonucu, yeraltı suyunun buharlaşmasıdır.

                                

(1) 134 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Değerli arkadaşlarım, Trakya bölgesi diyoruz; Trakya bölgesiyle ilgili birkaç veriyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Trakya bölgesindeki illerin toplam arazilerinin yüzde 72'lik bölümü tarıma elverişlidir, yüksek verimli ve sorunsuz işlenebilecek araziler olarak tanımlayabileceğimiz birinci ve ikinci sınıf toprak oranı ise yüzde 40'tır. Bölgede tarımsal faaliyetler içerisinde tarla bitkileri yetiştiriciliği ile hayvancılık, başta gelen üretim dallarıdır.

Tarla bitkileri gruplarında ekim yapılan ürünler, tahıllar ve yağlı tohumlar grubu bitkilerdir. Yağlı tohumlar grubunun en önemli bitkisi ayçiçeği, tahıllar grubunun ise buğdaydır. Bölgenin, Türkiye yağlı tohumlar üretiminde aldığı pay yüzde 25, ayçiçeği üretiminde yüzde 50 dolayındadır.

Bölgenin diğer önemli bitkisi olan çeltiğin Türkiye toplam üretimine sağladığı katkı, yüzde 30'dur.

Ülkemizin  ilk şeker fabrikalarından olan Alpullu Şeker Fabrikası, bölgemizde bulunmaktadır; ancak, pancar dahi kirlilikten nasibini almaktadır.

Ülke ekonomisine böylesine katkı veren Trakya, hiç hak etmediği bu noktaya nasıl gelmiştir ve acaba, bugün ne durumdadır diye soralım ve cevaplarımızı sıralayalım değerli arkadaşlarım.

Ülkemizin en büyük sanayi merkezi olan İstanbul ve Kocaeli İllerinden çeşitli nedenlerle Trakya bölgesine yönelen sanayi kuruluşları, 1973 yılında Çerkezköy'de organize sanayi bölgesinin kurulmasıyla birlikte, Çerkezköy'den başlayarak, Çorlu Deresi ve Ergene havzası boyunca hızla yayılma göstermiştir. Diğer sanayi bölgelerine yakınlığı, ulaşım kolaylığı, arazisinin engebesiz olması, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının zenginliği gibi özellikleri, bölgeyi, yeraltı ve yerüstü suyu tüketimine dayalı tekstil, deri, kâğıt ve kimya sektörüne ait sanayi tesisleri için cazibe merkezi haline getirmiştir. Fakat, değerli milletvekili arkadaşlarım, bölgedeki sanayileşme, bölgenin iç dinamiğine uygun bir nitelikte değildir. Çünkü, bölgenin temel ekonomisi tarıma dayanmaktadır. Bundan dolayı, bölgemiz için ideal olan, tarımsal girdileri kullanan sanayilerdir; ancak, bölgedeki sanayileşme, İstanbul'un sorunlarının çözülemez bir noktaya ulaşması sonucu, bu bölgedeki sanayiin göçü niteliğini taşımaktadır. Bu anlamda, bölgenin en önemli sorunu, yoğun ve plansız gerçekleşen çarpık sanayileşmedir. Biz, sanayileşmeye kesinlikle ve kesinlikle karşı değiliz; karşı durduğumuz, çarpık sanayileşmedir değerli arkadaşlarım.

Yoğun ve plansız gerçekleşen sanayileşme, doğal kaynakların tahribatını artırmakta, bölgemizdeki ekosistemlerin dengesini bozmakta ve sonuçta, çevre sorunlarına neden olmaktadır. Hızlı ve çarpık sanayileşmeye bağlı olarak da tarımsal alanların tahribi, çarpık kentleşme ve nüfus artışı, sorunları daha da yoğunlaştırmaktadır.

Diğer sorun alanlarının içerisinde, arazilerin amaçdışı kullanılması, hava kalitesinin bozulması, evsel atık ve tehlikeli atıkların depolanması yer alırken, su kaynaklarının tehlikede olması, tarımda kullanılan gübre ve ziraî ilaçların getirdiği kirlilik, toprak erozyonu, biyolojik çeşitliliğin azalması ve ormanlar üzerindeki baskı önemli bölgesel sorunlar olarak karşımızda durmaktadır.

Değerli milletvekilleri, çarpık sanayileşme ve çarpık kentleşme sonucu ortaya çıkan en önemli sorunların başında ise, üzerinde durduğumuz Ergene Nehrindeki ve havzasındaki kirliliktir. Ergene Nehrinden su yerine zehir akmakta ve nehir, hayat yerine, artık, ölüm saçmaktadır. Ergene Nehrinde yaşayan tüm canlı organizmalar yok olmuştur; bunların yerini ağır metaller ve kimyasal atıklardan etkilenmeyen canlılar almıştır.

Istranca Dağlarında başlayarak, Meriç Nehrine kadar uzanan ve geçtiği hat boyunca üreticiye ve Trakya'ya yıllarca can veren Ergene Nehri, artık, bir bataklığa dönüşmeye başlamıştır. Nehrin suları tarım ve hayvancılıkta kullanılamaz duruma gelirken, çevre kirliliği, halk sağlığını çok ciddî bir biçimde tehlikeye sokacak boyutlara ulaşmıştır.

Trakya'nın en verimli topraklarına sahip Ergene Ovası, Ergene havzasına pompalanan sanayi atıkları yüzünden çoraklaşma aşamasına gelmiştir. Bölgedeki sulamanın yüzde 90'lık kısmının kaynağı olan Ergene havzası, fabrika atıklarıyla zehirlenmiştir. Bu da Ergene Ovasının ölmesi anlamına gelmektedir.

Ergene'nin temizlenmesi, Trakya üreticisi için bir var olma savaşıdır. Trakya üreticisinin var olması için gereken her şey, derhal yapılmalıdır. Halen 200 000 dönüm araziyi sulayan Ergene Nehrinin kirlenmesine seyirci kalınmasına son verilmelidir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, içmesularının sağlandığı depolara, Ergene Nehrinin zehirli suyu karışıyor. Bu kirliliğin önlenmesi, toprakların geleceği ve insan sağlığı açısından zorunludur. Bizler, bu Trakya'yı atalarımızdan miras almadık, çocuklarımızdan emanet aldık. Bu konudaki duyarlılığımızı ortaya koymak ve tüm tedbirleri acilen almak mecburiyetindeyiz.

Değerli arkadaşlarım, kirliliğin, gayet tabiî ki diğer sebepleri de var. Ergene havzasında, yerleşim alanlarında atıksu arıtma tesislerinin bulunmaması sebebiyle, evsel atıklar doğrudan Ergene'ye veya kollarına deşarj edilmektedir. Yine, Trakya bölgesinde yer alan geniş tarım arazilerindeki aşırı gübreleme ve ziraî ilaçlama faaliyetleri, nehirdeki önemli kirlenme nedenleri arasında yer almaktadır; yani, Ergene Nehri, yoğun endüstriyel ve tarımsal faaliyetlerden ve sanayiin paralelinde gelen nüfus artışının sonucu, kanalizasyon sistemlerinin olmamasından dolayı kirlenmektedir. Düzensiz sanayileşme ve plansız altyapı, Ergene Nehrinin kirlilik seviyesini en yüksek değerlere getirmiş bulunmaktadır. Ergene Nehri, nehir olma özelliğinden her gün biraz daha uzaklaşarak, kolektör olma yolundadır. Bu atıklara karışan tarımdan dönen kimyasal gübreli sularla, tarıma hayat verecek nehir olma özelliğini de yitirmektedir.

Değerli arkadaşlarım, bölgedeki sanayi ve tarım sektörleri ile bu sektörlerde çalışan insanların su ihtiyacı giderek artmaktadır. Diğer taraftan, su ihtiyaçları, sulama dışında tamamen yeraltı suyundan karşılanmaktadır. Ergene havzasındaki en önemli sorunlardan biri de, işte bu su sorunudur; ancak, Ergene havzasındaki su üretiminin artırılması için kullanılabilecek yöntemler sınırlıdır. Bu nedenle, sulamada kullanılan teknikler geliştirilmeli ve daha az su tüketilmeye çalışılmalıdır.

Sanayiden gelen atıksu, yerleşme alanlarından gelen kanalizasyon ve çöplük sularıyla birleşerek önce yüzey sularını kirletmektedir, daha sonra da yeraltı sularını. Yeraltı sularının kullanımıyla ilgili planlamalar, uzun vadeli ihtiyaçlar dikkate alınarak yapılmalıdır ve ayrıca, atıksuların arıtılarak yeniden sanayide kullanılması sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Çerkezköy - Çorlu - Lüleburgaz üçgeninde 1 100 civarında sanayi tesisi bulunmaktadır. Bu fabrikalar, her gün yeraltından 2 000 000 ton su çekmektedirler. Bundan dolayı, yeraltı su kaynaklarının seviyesi çok düşmüştür; çünkü, yeraltı ve yerüstü su rezervleri, kapasitelerinin üzerinde kullanılmaktadır.

Sanayileşeceğiz diyerek tarımı bitirmek, sanayii de bitirmek demektir değerli arkadaşlarım; çünkü, birçok sanayi tarıma dayanmaktadır. Geçmişte yaşanan "tarım mı, sanayi mi" tartışmaları, günümüzde artık anlamını yitirmiştir. Bu ikilem aşılırken, yeni bir ikilem daha şekillendi "sanayileşme mi, çevre mi?"

Bilindiği gibi, çevre ve çevre korumacılık, esas olarak sanayi atıklarının yol açtığı kirliliğe karşı bir tepki olarak gelişmeye başlamış ve giderek bugünkü içeriğine kavuşmuştur. Önceleri, çevre ile ekonomik büyümenin birbiriyle bağdaşmadığı görüşü paylaşılmıştır. Bugün ise, Ergene örneğinde olduğu gibi, çevre bozulmasının ekonomik kalkınmayı engellemesinden endişe duyulmaya başlanılmıştır.

Günümüzde, artık, çevre - ekonomi zıtlığından vazgeçilerek, çevre ile ekonominin birbirini tamamlaması gerektiği kabul edilmektedir ve "çevre - kalkınma, sanayileşme" ikilemine yanıt olarak "sürdürülebilir kalkınma" kavramı ortaya atılmıştır. Uzun vadeli ekonomik kalkınmanın tek yolu, ekonomik kalkınmayla, sanayileşmeyle çevrenin korunmasının bağdaştırılmasıdır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Trakya'da var olan gerçekleri ortaya koymaya çalıştım, bilimsel doğruları yerine oturtmaya çalıştım. Peki, Trakya'yı nasıl kurtarabiliriz? Tek olan doğruya ulaşmak için, aklın yolu bir değerli arkadaşlarım. Tüm bu sorunların kalıcı bir biçimde çözümü için yapılması gerekenler şunlardır:

Tarım sektöründeki gübre ve ilaç kullanımı muhakkak izlenmelidir. Diğer taraftan da, tarımın ve ürün profilinin planlanması ve yönlendirilmesi gerekmektedir.

Sanayiin düzensiz gelişmesinin önlenmesi için, bundan böyle, mevcut sanayi alanları dışında sanayi tesisi izni verilmemelidir.

Organize sanayi bölgeleri oluşturularak, sanayi kontrol altına alınmalıdır. Sanayi kuruluşlarının ve organize sanayi bölgelerinin çevredeki tarımsal arazileri, ormanları, su kaynaklarını, akarsuları, göletleri ve diğer doğal kaynakları kirletmelerine kesinlikle izin verilmemelidir. Sanayi kuruluşlarının arıtma tesisleri kurmaları ve bunları mutlaka çalıştırmaları sağlanmalıdır.

Tüm yatırımlar için, çevresel etki değerlendirmeleri yapılmalıdır.

Bölgedeki sanayi kuruluşlarıyla ilgili kuruluşlarla, özellikle de üniversitelerle, sivil toplum kuruluşlarıyla olan ilişkilere özel bir önem verilmeli ve işbirliği geliştirilmelidir.

Bölge düzeyinde her türlü kirletici kaynaklar tespit edilmeli ve kirletme özellikleri ortadan kaldırılmalı, en azından azaltılmalıdır. Bu anlamda da, atık depolama alanları ve atık arıtma alanları tespit edilmelidir.

Yerleşim birimlerinde kanalizasyon sistemleri ve arıtma tesisleri mutlaka kurulmalıdır değerli arkadaşlarım.

Sanayileşme ile tarım birlikte yürütülmeli, korunacak tarım alanları ve sanayiin yerleşeceği bölgeler önceden belirlenmelidir.

Bölgede üretilen tarım ürünleri, yine bölgedeki tarıma dayalı sanayi kuruluşlarınca işlenmelidir.

Doğayla uyumlu ve sürdürülebilir gelişmeyi hedefleyen sosyoekonomik kalkınmanın sağlanmasına yönelik tüm tedbirler alınmalıdır. Bu kapsamda, kirlenmeye neden olan sanayilerin çevreye zararlı etkilerinin minimuma indirilmesini sağlayacak yeni sanayi alanlarının belirlenmesi gerekmektedir. Ayrıca, ilgili sanayi kuruluşlarının bu alanlarda yer almaları teşvik edilmelidir.

Fabrikalarda, arıtma tesislerinde yapılan inceleme, denetim ve kontroller kirliliğin önlenmesini gerçekleştirecek yasal dayanaklara kavuşturulmalı ve bu konudaki mevzuat eksiklikleri derhal giderilmelidir.

Bölgede kalkınma sağlanırken, insan ve çevre değerleri ve bunların birbirleriyle olan etkileşimlerine özen gösterilmelidir. Planlı bir sanayileşme ve planlı bir kentleşme öngörülmeli ve bunun için kaynakların dengeli ve geleceğe yönelik kullanımı ve işgücü hesaba katılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ergene havzasındaki ve Trakya bölgesindeki hızlı sanayileşme ve getirdiği sorunların çözümü için, bölgedeki zengin kaynakların değerlendirilmesi ve kaynakların bölge içinde dengeli bir biçimde dağılımının sağlanması için, ekolojik dengeleri gözönüne alan, çevre değerlerini koruyan bir anlayışla, entegre bir bölge planı yapılmalı ve uygulanmalıdır. Bölge planı ile bölgenin potansiyelini oluşturan insan, toprak, maden ve sermaye kaynakları arasındaki ilişkiler insan yararına düzenlenerek bölgenin kalkınması amaçlanmalıdır. Bu planlama, çevresel etkenlerin ve ekolojik dengelerin korunmasını amaçlayan sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde hazırlanmalıdır.

Bölgenin sorunları, bunların çözümleri ve kalkınması, sürdürülebilir kalkınma hedefi doğrultusunda koruma, kullanma esaslarının belirlendiği, kalkınmayı reddetmeyen, ancak, çevre kirliliğini, düzensiz gelişmeyi, bozulmayı engelleyici, geleceği yönlendirici bir bölge planı çerçevesinde ele alınmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu araştırma komisyonu, iktidar ve muhalefet partilerinin uzlaşmayla kurduğu ilk komisyondu. Dört aylık bir süre sonucunda çalışmalar tamamlanarak bir rapor oluşturuldu. Trakya halkı için yaşamsal düzeyde önem arz eden bu konunun bu aşamaya gelmesinde katkı koyan, emek veren herkese, huzurlarınızda teşekkür etmeyi zevkli bir görev kabul ediyorum. Araştırma komisyonunun bir üyesi ve bir bölge milletvekili olarak Trakya halkı adına şükranlarımı sunuyorum.

Umuyorum ve diliyorum ki, aynı anlayış ve yaklaşım, sorunun kesin çözümü için de devam edecektir. Trakya halkı vefalıdır, unutmaz. Eminim, var olma mücadelesinde, 22 nci Dönem üyelerinin hizmet ve desteklerini her zaman minnet ve şükranla anacaklardır.

Yüce Meclisi bir kez daha sevgiyle selamlıyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kesimoğlu.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Gökhan Sarıçam; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ergene Nehrinin kirliliği ve bu kirliliğin çevreye vermiş olduğu zararların tespit edilmesi, bu konuda alınacak olan tedbirlerin belirlenmesi için kurulmuş olan komisyonumuzun çalışmalarını sona erdirmesinden dolayı, Grubumuz adına, sizlere bilgi vermek için söz almış bulunmaktayım.

Grubumuz adına sizlere bu bilgileri, bölge milletvekilimiz, Değerli Edirne Milletvekilimiz Ali Ayağ Bey vereceklerdi; ben, önerge sahibi olduğum için, önerge sahibi olarak söz alma niyetindeydim.

Edirne Milletvekilimiz Sayın Ali Ayağ Bey, geçirmiş olduğu bir rahatsızlıktan dolayı, Grubumuz adına hitap etme fırsatını bulamadılar; buradan, kendilerine geçmiş olsun dileklerimi ifade etmek istiyorum.

Küreselleşmenin hızla yaygınlaştığı günümüzde, artık, ülkelerin, kendi doğal varlıklarını ve zenginliklerini diledikleri gibi kullanma, israf etme lüksleri kalmamıştır. Duyarlı dünya insanlarının oluşturduğu çevre örgütleri, önemli bir baskı grubu olarak, yaşadıkları çevreye duyarsız toplumlara, uluslararası kurum ve kuruluşları devreye sokarak tavır aldırmakta; yaptırım uygulanmasını sağlayarak, dünyanın çevre felaketleriyle karşı karşıya kalmasına engel olmaktadırlar.

Bir toplumun yaşadığı çevreye bazı zorlamalarla sahip çıkma durumunda kalması, tahmin edersiniz ki, o toplumu dünya nezdinde zorda bırakan çok küçültücü bir durumdur. Hele, bir de, vatanımız gibi, bir karış toprak için canlar feda edilmişse, bu, aynı zamanda torunları için fedakârlık yapan atalarımıza karşı da çok büyük bir saygısızlık oluşturacaktır. Bu topraklar ve çevrenin bize miras kalmadığını, çocuklarımızdan ödünç aldığımızı, bu emaneti korumak için her türlü tedbiri alıp fedakârlığı yapmamız gerektiğini idrak etmemiz gerekmektedir. Aksi halde, bunun hesabını, dünya milletlerine ve çocuklarımıza vermekte cidden zorlanacağız.

Bugün, modern dünyada sanayileşme ve şehirleşmeden kaçınılamaz. Tüm dünyada ve ülkemizde, bu gelişme esnasında, tabiat, sonsuz bir kaynak olarak kabul edilmiş ve kullanılmıştır. Bu süreci bizden önce yaşayan ülkeler, tabiatın kendini yenileme kabiliyetinin sınırlı olduğunu, bozulan ekolojik dengenin bir daha düzelmesinin, geri dönüşünün mümkün olmadığını anlamışlardır ve bu süreci yaşamakta olan bizim gibi toplumlara da sık sık hatırlatmaktadırlar. Zenginleşme adına katledilen çevrenin, hiçbir ekonomik değerle geri getirilemeyeceği ve ekolojik dengenin hâkim olmadığı dünyanın yaşanılamaz olduğu, artık herkesin malumudur.

Vermiş olduğum önergeyle, yok oluşunu durdurmaya çalıştığımız Ergene havzası büyüklüğündeki bir alanı sulamaya açarak, tarıma kazandırmak için oluşturulan ve yıllardır üzerinde çalışılan GAP Projesine -ülkemizin içinde bulunduğu zor durumda, kıt kaynaklarından- 20 milyar dolar civarında bir para harcandığını göz önüne alırsak, sebep olunan çevre felaketlerinin faturasının ne kadar ağır olduğunu, sanırım, daha kolay anlarız.

Bu, tabiî ki, yalnızca yerüstü sularının kirliliğinin ve etkilediği 700 000 dekar araziyle ilgili bir kıyaslamadır. Bunun yanında, temizlenmesi bugünkü teknoloji ve ekonomik kaynaklarla mümkün olmayan yeraltı sularındaki kirlenmenin zararını ise, rakamsal olarak ifade etmek ve herhangi bir şeyle kıyaslamak mümkün dahi değildir.

Çok değil, yirmi yıl önce, içinde balıklar ile çocukların oynaştığı pırıl pırıl Ergenemizin, bugün, kilometrelerce uzağa pis kokular yayan, yer yer siyah, kırmızı, mor renkte, balçık kıvamında akan hali, yöre insanımızı ve biz bölge milletvekillerini isyan ettirmiş, konuyu araştırma önergesiyle Meclis gündemine getirip, ulusal düzeyde sahip çıkılması sağlanmaya çalışılmıştır; çünkü, biliyorduk ki, buna benzer çevre felaketleri, güzel yurdumuzun çeşitli yerlerinde halen yaşanmaktaydı. Ergene'ye sahip çıkılması da, güzel bir çevre bilinci örneği oluşturacaktı.

22 nci Dönem milletvekillerinin ilk kabul ettiği önergenin ve böylece, oluşturduğu komisyonun, modern dünyanın en hassas olduğu çevre konusunda olması da, ayrıca, Meclisimizin kalitesi ve hassasiyeti bakımından cidden memnun edicidir. Bu hassasiyetlerinden dolayı tüm milletvekili arkadaşlarıma tekrar teşekkür ediyor, cennet vatanımızın nasıl nadide bir köşesine sahip çıktıkları konusunda kendilerine biraz bilgi vermek istiyorum.

Kirliliğini ve dolayısıyla çevreye verdiği zararı araştırıp önlemler almaya çalıştığımız Ergene Nehri, Trakya bölgesinin kuzeyinde Istıranca Dağlarından doğar ve 194 kilometre uzunluğundadır; 10 700 kilometre kare drenaj alanına sahip, 16 anakolu olan, havzasındaki 3 ilimiz Kırklareli, Edirne ve Tekirdağ'da yerleşik olan 800 000 insanımız ve 700 000 dekar birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü sınıf tarım arazimize can veren bir hayat damarıdır.

Ergene Nehri, uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin en önemli kolu durumundadır. Ayrıca, Istıranca Dağlarında dünyada ender görülen Longos Ormanları, havzanın güneyindeki Gala Gölü gibi birçok değerli ekosistem de, Ergene'nin temizliğiyle -yani, kirlenmemesiyle- varlığını sürdürmesiyle ilgilidir.

Ergene havzası, ülkemiz tarım ürünleri içerisinde önemli yere sahip olan çeltik, ayçiçeği, buğday, soğan, şekerpancarı, arpa, üzüm ve fasulyenin, verim ortalamasının üzerinde, üretildiği bir tarım alanıdır. Tüm havza, 3 gümrük ve limanlarıyla, Türkiye'nin Avrupa'ya açılan kapısı ve vizyonunu da, aynı zamanda, oluşturmaktadır. Maalesef, bu çok kıymetli havza, özellikle 1985 yılından sonra, birçok yerde olduğu gibi, hızlı bir sanayileşme ve şehirleşme süreci yaşamaya başlamış, master planının olmaması, sanayi ve tarım alanlarının birbirinden ayrılmaması, sanayi atıklarının ve kentsel ev atıklarının yoğun bir şekilde gerekli çevresel önlemleri almadan Ergene'ye bağlı derelere verilmesiyle, tarımın ilaçlama ve gübreleme konusunda bilinçsiz yapılmasıyla, Ergene Nehri ve Ergene havzası geri dönülemez bir çevre felaketine doğru gitmeye başlamıştır. Şu anda, Ergene'nin bulanık sularında hiçbir canlı yaşamamakta, tarımsal sulama yapılamamakta; aksine, Ergene Nehri, taşkın verdiği yerlerdeki mahsulü bozup, toprağı zehirlemektedir. Çevresinde yaşayan insanlarda, ishal, cilt ve solunum yolu hastalıkları teşhis edilmekte, yeraltı sularının kirlenmesiyle, bu sulardan içen hayvanların et ve sütlerinde zararlı toksinler tespit edilmekte. Bir örnek olması bakımında, ülke çeltik ihtiyacının yüzde 43'ünü karşılayan havzadaki üreticiler, çeltiklerinde hastalık görüldüğünden 70 000 dönüm araziyi ekemediler; 45 000 ton çeltik kayıpları oluştu. Ayrıca, Trakya Üniversitesi ve Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğünün yaptığı incelemeler neticesinde, mevcutta 132 200 dekar tarım alanının kirlilikten etkilendiği ve bu sebepten sulama yapılamadığı, halen işletmede olan Devlet Su İşleri sulamalarından Altınyazı, Karasaz, Sultanköy, Karpuzlu sulamalarının da bu kirlilikten etkilenerek kullanılamadığı, bölgede yaklaşık 700 000 dekar arazinin bu kirliliğin etkisi altında kalacağı gerçeğiyle karşı karşıya bulunmaktayız.

Bu önemli havzanın, başta sanayi tesislerinin atıkları olmak üzere, kentsel atık sular ve yanlış ziraî uygulamalar neticesinde duyarsızca kirletilmesi bölge ve ülke ekonomisinin sekteye uğratılması tarafımızdan kabul edilir gibi değildir.

Edirne Milletvekili arkadaşımla vermiş olduğumuz önergeler neticesinde, Yüce Meclisimiz 17 Aralık 2002 tarihli 11 inci Birleşiminde konuyu görüşmüş, AK Parti ve CHP Grublarına mensup milletvekili arkadaşlarımızın desteğiyle, yukarıda belirttiğimiz hususları araştırmak üzere, 12 kişiden oluşan Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlenmelerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması komisyonu kurulmuştur.

Biraz önce belirttiğim gibi, Yüce Meclisimizin, siz değerli milletvekillerimizin kurmuş olduğu bu ilk araştırma komisyonunun inceleme konusunun çevre olması, gerçekten duyarlılığınız adına takdire şayandır.

Komisyonumuz, kurulduğu gün yaptığı toplantıda, AK Parti Grubundan komisyona katılmış olan milletvekilimiz Yahya Baş Beyi, Komisyon Başkanlığına seçmiştir. Komisyonumuzun yapmış olduğu dört aylık çalışma esnasında, konuya olan yakınlığı ve ilgisi, komisyonun çalışmalarını yakından takip eden yöre halkı ve komisyon üyesi arkadaşlarca da takdirle karşılanan, başkan seçilmesinde ne kadar büyük isabet edildiği anlaşılan çevre dostu milletvekilimiz Yahya Baş Beye, huzurlarınızda, ülkem ve yöre insanlarım adına teşekkür etmeyi de bir borç biliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, komisyonumuzu oluşturan milletvekili arkadaşlarımla beraber, bize tanınan üç artı bir aylık süreyi, üzerimize almış olduğumuz sorumluluğun bilinci içinde, en verimli şekilde kullanmaya çalıştık. İlk toplantımızda, çalışma stratejimizi belirleyerek, önce, bugüne kadar konuyla ilgili bilimsel çalışmalar yapmış kurum, kuruluş ve kişilerle görüşerek, bilgi sahibi olduk.

Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sayın Osman İnci, Yıldız Teknik Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Emre Aysu, Çevre Etüt Dairesi Genel Müdürü Ertuğrul Alparman, TEMA Vakfı Kırklareli sorumlusu Hakan Dedeoğlu, TEMA Vakfından Prof. Dr. Cemil Cangir, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi ve Ziraat Fakültesinden öğretim görevlileri, Özel Çevre Koruma Kurumu Uzmanı Dr. Başak Taşeli Hanımefendi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yetkilileri, bize, Komisyonumuza kadar gelerek çok önemli bilgiler aktardılar; bu konuya hâkim olmamızı sağladılar. Çalışmalarımıza yapmış oldukları katkılar, takdire şayandır; kendilerine, yine huzurlarınızda teşekkür etmeyi, şahsım ve yöre insanım adına bir borç biliyorum.

Komisyonumuz, almış olduğu karar gereği, iklim şartlarının da uygun olmasıyla, Ergene havzasına giderek, sorunu bizzat yerinde de gözlemlemiştir. Ergene havzasına Komisyonumuzun ziyaretinin ilk günü, Tekirdağ'ın Çorlu İlçesinde, konuyla ilgili özel ve kamu kesiminden birçok temsilcinin katıldığı kapsamlı ve verimli bir toplantı yapılmıştır.

İnceleme gezisinin ikinci ve üçüncü günlerinde, Ergene'nin doğuş yerinden başlayarak denize döküldüğü yere kadar, etrafındaki sanayi tesisleri, tarım alanları ve nehrin yapısı gözlemlenmiş, incelenmiştir; problemin sebepleri ve çözüm yolları üzerinde tartışılmıştır. Şahit olunan ihmaller ve bunun neticesi olan çevre felaketi, bölgeyi ilk defa ziyaret eden komisyon üyesi arkadaşlarımızı tam bir şoka sokmuştur; ama, bu kara tabloya rağmen, bölge insanının bu sorunun çözümü için nasıl çırpındığı ve Yüce Meclisimizin temsilcileri vasıtasıyla ulusal el atışın sağlanarak eski güzel günlere geri dönmeye olan inancı, bütün Komisyonumuzu duygulandırmıştır. Bölgedeki incelemelerimiz esnasında bize sağlamış oldukları imkân ve bilgi aktarımından dolayı, Kırklareli, Tekirdağ ve Edirne Valiliklerine, bünyelerinde görev yapan Çevre ve Tarım Müdürlüklerine, Çorlu Ticaret Odasına da, göstermiş oldukları yardım, katkı ve hassasiyetten dolayı tekrar teşekkür ediyorum.

Komisyonumuz, inceleme gezisinin akabinde, Ankara'ya döndükten sonra, havzada görülen taşkınlarla ilgili olarak ve sorunun çözümüne yapılacak katkıları öğrenmek üzere, Devlet Su İşleri Genel Müdürü Sayın Veysel Eroğlu Beyle de bir görüşme yapmış, değerli fikirlerinden istifade etmiştir. Tüm bu çalışmalar ve toplantılar neticesinde, bölgede kısa, orta ve uzun vadede yapılması gereken çalışmalar bir rapor haline getirilerek Yüce Meclisimizin ve ilgililerin dikkatine sunulmuştur.

Komisyonumuz, Ergene havzasının kurtuluşu ve yeniden kazanılması için, olmazsa olmaz şu nihaî kararlara varmıştır: Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde bazı endüstri kategorilerinde standardı tanımlanmamış kirletici parametrelerin (renk ve koku gibi) bulunduğuna, bu nedenle, renk çözünürlüğüne ilişkin bir müdahale yapılamamakta olduğuna ve bu parametrelerin Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği tablolarında mutlaka yer alması gerektiğine; Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün, dere ıslahı çalışmalarına hız vererek bu çalışmayı en kısa sürede tamamlaması gerektiğine; ki, bu konuda gerekli çalışmaların bölgeye gittiğimizde başlatılmış olduğunu görmek, bizi gerçekten memnun etmiştir. Trakya su, kanalizasyon ve katı atık idaresi genel müdürlüğünün kurulması -aynı, 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun örneğinde olduğu gibi- ve kuruluş çalışmalarının Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmesi gerektiği göz önüne alınmıştır; bu yapının oluşmasının ve ilgili mevzuatın hazırlanmasının zaman alması nedeniyle, bölgesel bazda çalışan bir kurumun gerekli etüt çalışmalarını hızla gerçekleştirmesine karar verilmiştir. Bölgedeki evsel, endüstriyel, atıksu ve katı atık sorununu tek elden çözecek olan Trakya su, kanalizasyon ve katı atık idaresinin, kapsamlı bir ihale yaparak atıksu arıtma ve katı atık tesislerinin yerlerini, sayısını ve deşarj yöntemlerini belirlemesi gerektiği tespit edilmiştir. Arıtılmış atıksuların, Ergene Nehrine ve kollarına kesinlikle deşarj edilmemesi gerektiğine ve bu bağlamda, uygun bir yerden denize deşarj edilme alternatifinin bu ihale kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine de karar verilmiştir.

Ergene Nehrinin kirliliğinin yaklaşık yüzde 75'inin Çorlu ve Çerkezköy yöresindeki sanayi ve evsel kirlilikten kaynaklandığı ve bu kirliliğin doğrudan denize aktarılmasıyla nehirdeki kirliliğin büyük ölçüde azalacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda, özellikle bu yöreden kaynaklanan kirliliğin Ergene Nehrine ulaşmasını engellemek amacıyla, arıtılmış atıksuların yaklaşık 20 kilometre gibi bir mesafe aşılarak denize deşarj edilmesi gerektiğine komisyonumuz karar vermiştir.

Bu uzun, yorucu; fakat, bir o kadar da faydalı ve zevkli, gurur verici çalışmaların neticesi olan bu kararların, komisyon üyeleri ve konuya sahip çıkan siz değerli milletvekilleri tarafından sonuna kadar takip edilerek 59 uncu ve devamındaki hükümetlerce de sahip çıkılarak uygulamaya geçirileceği, ülkemizin incisi Trakya topraklarının en kısa zamanda kurtarılacağı inancı içindeyim. Bu çalışmaların ve bölge insanının beklentilerinin boşa çıkmaması için konunun takipçisi olacağıma, Yüce Meclisimizin ve hükümetimizin yetkililerinin de aynı düşünceyi paylaştıklarına inanıyorum.

Bu duygularla, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sarıçam.

Sayın milletvekilleri, önerge sahipleri adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Erdoğan Kaplan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ERDOĞAN KAPLAN (Tekirdağ) - Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, Ergene Nehri, Trakya yöresinde, kuzeyinde Istıranca Dağlarındaki kaynaklardan doğan 194 kilometre uzunluğunda, 10 730 metrekare drenaj alanına sahip, 16 ana kolu olan, Trakya yöresinin can damarı konumunda bir akarsudur. Ergene Nehri havzası, ayrıca, Kırklareli'nin Lüleburgaz, Babaeski, Vize, Pınarhisar, Pehlivanköy ve Kofçaz; Tekirdağ'ın Çorlu, Çerkezköy, Malkara, Hayrabolu, Saray ve Muratlı; Edirne'nin Uzunköprü, Yeniköy, Havsa, Süloğlu, Meriç gibi, yerleşimin son derece yoğun olduğu ilçeleri ve bu ilçelere bağlı diğer yerleşim yerlerini içine almaktadır. Ergene Nehri, ayrıca, Trakya yöresinde, çiftçilerimizin yaklaşık 300 000 dekarlık birinci, ikinci ve üçüncü sınıf önemli tarım alanlarının beslendiği en önemli akarsudur. Diğer taraftan, Ergene Nehri, uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin en önemli kolu durumdadır.

Yukarıda açıklandığı kadarıyla, ülkemiz ve özellikle Trakya yöremizde, gerek çevresel gerekse sosyoekonomik açıdan önemli bir yer işgal eden Ergene Nehri ve havzasının doğal dengesinin korunması, son derece hayatî bir öneme sahiptir; ancak, Ergene Nehri, sanayi atıkları, evsel atıksular, uygun olarak yapılmayan tarımsal gübreleme nedeniyle hızla kirlenmekte, havza içerisindeki bitki türleri azalmakta, canlı türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Ergene'nin suyuyla temas eden insanlarda ishal, cilt ve solunum yolları hastalıkları görülmektedir. Ayrıca, insan sağlığını tehdit eden zehirli maddeler yeraltı sularına karışmakta; bu sulardan içen hayvanların süt ve etlerinde görülen maddelerde, yine, çeşitli hastalıklara yakalanma riskini artırmaktadır.

Yakın geçmişe kadar Ergene'nin hayat verdiği tarımsal faaliyetler için en verimli ve elverişli yerler olarak kabul edilen toprakların, 1985 yılından beri, Trakya yöresine ait master plan olmaması, sanayileşme ve tarım alanlarının birbirinden ayrılmaması, birtakım kişilerin rant peşinde olması, bugün, çoğu sanayi alanı olarak kullanılan bu topraklarda verimliliğin yitip gitmesine neden olmuştur. Ayrıca, Istıranca Dağlarında, dünyada ender görülen Longos ormanları, Havsa güneyinde yer alan sulak alanlarda Gala Gölü gibi birçok değerli ekosistem bu kirlilikten etkilenmektedir.

Toprak zengini olan ülkemizde, sanayimiz için doğru alanları seçme imkânına ve özgürlüğüne sahibiz; ancak, hiçbir teknoloji, Ergene havzası gibi bir tarım alanını, yeniden ve istediğimiz yerde inşa etmemizi mümkün kılamaz. Yörede tarımsal faaliyetlerini sürdürmekte olan yurttaşlarımız, tarımsal sulamayı Ergene Nehrinden yaptıkları için, tarımda ürün verimi ve kalitesinde düşmeler meydana gelmiştir. Ergene Nehri yakınında çeltik tarımı yapan üreticilerimiz, çeltiklerinde hastalık meydana geldiğinden, 70 000 dönüm arazilerinin ekilemediğini belirtmektedirler. Bu da, yaklaşık 50 000 ton çeltik ürününün kaybı demektir. Kriz döneminin zorluklarıyla mücadele eden çiftçimiz ve ülkemiz için büyük bir kayıptır.

Trakya Üniversitesi ve Devlet Su İşlerinin yaptığı incelemeler sonucunda, mevcutta 132 200 dekar tarım alanının kirlilikten etkilendiği, sulama yapılamadığı ve halen işletmede olan Devlet Su İşlerinin sulamalarından Altınyazı, Karasaz, Sultanköy, Karpuzlu sulamalarının da, bu kirlilikten etkilenerek, bölgede, yaklaşık 700 000 dekar arazinin bu kirliliğin etkisi altında kalacağı neticesi ortaya çıkmıştır.

Ergene Nehrinin temizlenmesi, insan ve çevre sağlığının yok edilmesine karşı bir mücadeledir. Bu bağlamda, akılcı ve gerçekçi yaklaşımlarla çözüm aranması zorunludur. Ergene'nin suyu, her mevsimde tarımsal sulamaya yetecek miktardadır; ancak, su kalitesi ve temizliği açısından artık tarımsal sulamaya elverişli değildir. Bölgede, bugüne kadar sanayi alanlarının ve tarım alanlarının birbirinden ayrılmaması, sanayi tesislerinin gerekli çevresel önlemleri almadan atıklarını doğrudan havzaya boşaltması, bölgedeki yerleşim alanlarının kanalizasyon sistemlerinin hiçbir önlem alınmadan Ergene Nehrine akıtılması, yaşanan çevre felaketini gün geçtikçe artırmakta ve ileride telafisi mümkün olmayacak sonuçlara gidilmesini hızlandırmaktadır.

Trakya yöresinin, nedenleri bilinen bu çevre felaketinden bir an önce kurtarılması, ileride oluşacak sosyoekonomik problemlerin bir an önce önlenmesi ve sürdürülebilir kalkınma anlayışı içerisinde Ergene havzasının master planının bir an önce hazırlanması bir zorunluluktur.

Bölgede, bugüne kadar, Trakya Üniversitesi, Çevre Bakanlığı, Devlet Su İşleri ve benzeri kamu kurum ve kuruluşları tarafından planlama çalışmaları ve projeler başlatılmış; ancak, birbirinden bağımsız ve yetersiz bütçelerle yürütülen bu çalışmalar, doğal olarak, bir sonuca ulaştırılamamıştır.

GAP Projesinde olduğu gibi, Ergene havzasının da bir bütün olarak ele alınması ve kurumlar arasında gerekli koordinasyonun sağlanması gerekmektedir. GAP Projesine şu ana kadar 20 000 000 000 dolar harcanmışken, GAP kadar önemli ve verimli Trakya toprağını kaybettiğimize dikkat çekmek istiyorum.

Sanayileşme ve şehirleşme sürecine giren ve bu süreci tamamlayan ülkeler, bu gelişme sırasında tabiatı sonsuz bir kaynak kabul etmiş ve kullanmışlardır; fakat, tabiatın kendini yenileme kabiliyetinin sınırlığı olduğu ve ekolojik dengenin bir daha düzelmemek üzere bozulduğu görüldüğünde, geri dönüşün mümkün olmadığı anlaşılmıştır.

Toprağın, içmesuyu, yeraltı suyu ve yüzeysel su kaynaklarının bazı ağır metaller açısından kirlenmesinde evsel ve endüstriyel atıkların rolü büyüktür. Bu atıkların, direkt olarak tarım arazilerine veya yüzeysel su kaynaklarına boşaltılması ya da bir içmesuyu iletişim hattının yanından geçmesi, hem toprakta hem de yüzeysel veya içmesularında ağır metal kirlenmesine neden olmaktadır.

Geçmiş zamanlarda Ergene, Trakya'nın Nil'i kabul edilirdi. Çorlu'dan itibaren Edirne'ye kadar uzanan bu ana akarsuya -nehre- ışıltılı, pırıltılı su anlamına gelen "Ergene" demişlerdir. Osmanlılar için Trakya, buğday ambarı sayılırdı. Doğal ki, Ergene'nin kıymeti yanında, külfeti de vardı; taşkınlığı, en büyük sorunuydu. Bu nedenle, cumhuriyet hükümetleri için, disipline edilmesi gereken sular olarak görüldü.

Esasen, 1926 yılında Alpullu Şeker Fabrikasının kurulmasıyla, Trakya şeker sanayi bölgesi, toplam arazi büyüklüğüyle ikinci bir Çukurova olarak düşünülmüştür. Bu politika doğrultusunda, zaman içerisinde, bölgede, 150 gölet yapılması hedeflenmiştir; ancak, cumhuriyet hükümetlerinin Trakya'yı ikinci Çukurova yapma hedefleri 1980'li yıllara doğru terk edilmiş, böylelikle, Ergene feda edilmiştir. Sonuçta, Trakya'da toprak, hava ve sular kirlenmiştir. Şimdi, gündeme, Ergene'yi nasıl kurtarırız sorusu gelmiştir. Hiç kimse kimseyi oyalamasın; zira, Ergene, Trakya'nın kanalizasyonu durumuna gelmiştir.

Ergene ve Trakya topraklarını, yalnız fabrikalar değil, kasaba ve şehirlerin atıksuları da kirletmektedir. Önce, kentlerde, kasabalarda arıtma tesisleri kurulması gerekir. Fabrikaların arıtma tesislerinin 24 saat çalıştırması, ısrarla takip edilmesi lazımdır. Su kaynakları çevresine ve su havzalarına kirleticilerin yapılması önlenmeli, hiç değilse, kontrol edilmelidir. Bunun da, bir devlet politikası ve çevrecilik bilinciyle olacağı unutulmamalıdır.

Ergene'nin kirlilikten kurtarılması için, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün dere ıslahı çalışmalarına hız vermesi; ayrıca, Trakya su, kanalizasyon ve katı atık idaresi genel müdürlüğünün kurulması ve atıksu arıtma ve katı atık tesislerinin yerlerinin, sayısının ve deşarj yöntemlerinin belirlenmesi gerekmektedir. Arıtılmış atıksuların Ergene Nehrine akıtılması, denize deşarj edilmemesi gerekmektedir; çünkü, sulama tarımı yapan üreticilerimiz su sıkıntısı çekecektir. Arıtma yapılacak yerlerden aşağıda kaynak ve dere yoktur. Sular, arıtıldıktan sonra, tekrar kullanılmaya uygun şekilde, kendi akarına bırakılmalıdır. Her ne kadar, komisyon raporunda tersi karar olmakla beraber, doğrusu budur. Ergene'nin tek başına kurtarılmasının fazla bir yarar sağlaması, Trakya'yı kirleten tüm kirleticilerin üstüne gidilmesine bağlıdır.

Yabancılar "Türkler, önce sorun yaratır, sonra yarattıkları sorunları çözmek için çalışırlar" der. Bu gerçek Ergene için de geçerlidir. Ne diyelim, biz böyleyiz işte! Bugüne kadar yapılan çalışmalarda her şey, rapor olarak, kâğıt üzerinde kalmıştır. Umut ederim ki, komisyonumuzun raporu somut çözüm üretir ve hayata geçirilir.

Bütün bu komisyon faaliyeti içerisinde emeği bulunan kamu kurum ve kuruluşlarına, göstermiş oldukları çalışma ve hassasiyetten dolayı teşekkür eder; hepinize saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kaplan.

Sayın milletvekilleri, şahsı adına Edirne Milletvekili Sayın Rasim Çakır konuşacaktır.

Buyurun Sayın Çakır. (CHP sıralarından alkışlar)

RASİM ÇAKIR (Edirne) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken bir konuya değinmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta Trakya'da çok bereketli yağmurlar yağdı; ama, bu arada, kısım kısım, bazı bölgelerde de dolu felaketleriyle karşılaştık.

Geçtiğimiz hafta cuma günü Uzunköprü'nün Karapınar, Alıç, TürkoBası, Altınyazı ve Keşan'ın KozKöyü bölgesinde bir dolu felaketi yaşadık. Ben, bu köylerimize gittim; kendilerine geçmiş olsun dilekleriNizi de ilettim. Tabiî, burada telef olan ayçiçeği ürününün yeniden ekilebilme şansı var. Sayın Tarım Bakanımız da burada. Bu konuda, öncelikle, bu bölgedeki köylülerimizin ayçiçeğini yeniden ekebilmeleri için, mazot desteğiyle ilgili bu köylerimize öncelik verilebilirse -üretim durmamış- üretim yeniden yapılmış olur. Kendisine buradan iletmiş olayım ve şimdiden teşekkür ediyorum yardımları için.

Değerli milletvekilleri, uzun zamandır Meclis ve kamuoyu Ergene ile ilgili bir teyakkuz, bir çalışma, bir hareket içerisinde. 22 nci Dönem Parlamentosunda, öncelikle, böyle bir önergeyi vermemle ilgili bana moral ve siyasî destek olan, başta Sayın Genel Başkanım Deniz Baykal olmak üzere, Sayın Genel Sekreterim, Grup Başkanvekillerim ve Gruptaki arkadaşlarıma huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Bunun yanında, bu önergeye sahip çıkan, bunu bir parti meselesi olarak görmeyen, bunu bir ülke meselesi olarak gören iktidar partisine mensup değerli milletvekili arkadaşlarıma, yaptıkları destek ve katkıdan dolayı, Trakya'da yaşayan bütün insanlar adına şükranlarımı sunuyorum.

Komisyonumuz, sizlerin değerli katkılarıyla kuruldu ve gerçekten çok önemli, çok yapıcı ve çözüme yönelik çok ciddî çalışmalarda bulundu. Bu çalışmalar esnasında, başta Trakya Üniversitesi Rektörü Osman İnce olmak üzere, değerli öğretim üyeleri, Trakya'nın çok değerli valileri, başta TEMA yöneticileri olmak üzere sivil toplum örgütleri önemli katkılar sağladılar ve özellikle, Komisyon Başkanımız İstanbul Milletvekili Sayın Yahya Baş, bu konuyu önemsedi, sahip çıktı ve sadece rapor hazırlamak değil, hazırlanan bu raporun takipçisi olacağını da, bilfiil, Uzunköprü'de toplanan, binlerce insandan oluşan kalabalığa hitap ederek ifade etti; bugüne kadarki çalışmalarından ve takibinden dolayı kendisine teşekkür ediyoruz. Komisyon üyesi arkadaşlarımın bu konuda göstermiş olduğu hassasiyet ve gayretlerinden dolayı her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Tabiî, bu işin bir siyasal, bir bürokratik ayağı var; ama, bir de sivil toplum ayağı var. Gerçekten, Komisyon çalışması esnasında, Trakya'da, yerel gazetelerde, üç ayda 500'ün üzerinde Ergene'yle ilgili haber çıktı. Yazılı ve görsel medyanın -hem Trakya'daki hem de genel yazılı ve görsel medya- bu konuya bu denli sahip çıkarak, bu konuda yapılan çalışmaları halka hemen duyurarak çok önemli katkılar yaptığına inanıyorum; onların da bu değerli çalışmalarını şükranla anıyorum.

Değerli milletvekilleri, Komisyon, raporunu tamamladı ve görüş birliği içerisinde raporu onayladık. Raporumuzu, geçtiğimiz haftalar içerisinde Değerli Meclis Başkanımız Sayın Bülent Arınç'a takdim ettik ve Sayın Meclis Başkanımız "bütün çalışmalarınızın arkasındayım, destek veriyorum, sizlerle beraberim" diyerek bizleri onurlandırdı, bizleri yüreklendirdi ve şunu ilave etti: "Biliyorum ki, Ergene'yi temizlerseniz, Gediz'i de temizleyeceksiniz." Kendisi de, bir Manisa Milletvekili olarak aynı sıkıntıların Gediz'de de yaşandığını bildiği için, böyle derli toplu, hedefi, amacı belli olan ciddî bir çalışmaya destek vererek, bizlerin arkasında olduğunu ifade etti; kendisine de teşekkürlerimizi sunuyoruz.

İnşallah, bugünden sonra, Komisyon olarak, Sayın Başbakana raporumuzu ileteceğiz ve Sayın Başbakanın da, burada oluşan millî iradeye sahip çıkacağına ve hükümetle beraber, bu millî iradenin önerileri doğrultusunda bu sorununun çözülmesini bir görev addedeceğine inanıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, raporla ilgili, raporun özüyle ilgili, size kısa açıklama yapmak istiyorum. Öncelikle, biz, gerek toplantılarda gerek arazi çalışmalarında gördük ki, Trakya'yı kirleten üç temel unsur var; bir, sanayi atıkları; iki, yerel yönetimlerin oluşturduğu evsel atıklar; üç, tarımda kullanılan ilaçlar. Bunun yanında, bir de, Trakya'da, halen yapılan doğalgaz üretiminden dolayı, ciddî bir kirliliğin oluştuğunu gözlemledik. Maalesef, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ve Trakya'da üretim yapan 11 yabancı firma... Trakya'nın doğalgaz üretiminin önemli bir bölümünün, arama izinlerinin yabancı firmalara geçmesi, ayrı bir tartışma konusu; ama, biz, olayı, burada, sadece çevreye olan etkileri bakımından inceleyeceğiz.

Öncelikle, doğalgazın çıkarılmasında yeryüzüne çıkarılan tuzlu suyun Ergene'ye deşarjıyla ilgili... Ergene'nin ve bölgedeki yeraltı sularının -Devlet Su İşlerinin verdiği raporlara göre- ağır metaller yönünden ciddî kirlenmeler içerdiğini tespit ettik. Biliyorsunuz, ağır metaller, toprağa, bitkiye, hayvana ve insana geçen, canlının bünyesinde uzun süre kaybolmayan ve kanser yaptığı bilinen metallerdir. Maalesef, 2001 yılında, TPAO, doğalgaz çıkarırken, çıkarmak zorunda olduğu çamurun korunması ve depolanmasıyla ilgili, tam anlamıyla olmamakla birlikte, önlemler almaya başlamış; ama, yabancı firmalar, doğalgaz çıkarırken, çıkan çamurun çukurlarda toplanıp, herhangi bir önlem alınmadan oralarda muhafaza edilmesine göz yummuşlardır. Bu konuda yapılan anlaşmalar olmasına rağmen, sözleşmeler olmasına rağmen, bu çamur, süreç içerisinde çevreye yayılarak, Trakya'nın yeraltı ve yerüstü sularını ağır metaller yönünden kirletmiştir. Dışarıdan geleceksiniz, 300 metrede en ucuz doğalgaz ihtiva eden Trakya'da doğalgazı çıkaracaksınız, Trakyalılara satıp para kazanacaksınız; ama, pahalı olduğu gerekçesiyle, onun yarattığı ağır metal zehrini nötralize etmeyeceksiniz... Böyle bir anlaşma olmaz. Bu, ne hakkaniyetle bağdaşır, ne insaniyetle bağdaşır. Bu konuda sorumlu olanların, bu konuda görevli olanların, konunun acilen üzerine gidip, gerekli tedbirleri ve gerekli önlemleri almasını, burada, sizler adına, Yüce Meclis adına, millet adına talep ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Çakır, sözlerinizi tamamlar mısınız.

Buyurun.

RASİM ÇAKIR (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, Trakya doğa parçası kuzeyinde Longos Ormanları var. Bu Longos Ormanları ve LongOs gölleri, Trakya'nın yeraltı sularının dengelerini sağlayan doğa parçaları; yani, havadan aldığı yağmuru yeraltına veren ve yeraltı sularının tanzimini yapan bir tarafta Longos ormanları, bir tarafta Gala Gölü. Biz, kuzeyde Longos ormanlarını kesme ve oradan İstanbul'a içmesuyu götürme gayreti içerisinde olmuşuz, öbür taraftan, üretilen çeltik suyunu Gala Gölüne vererek, oradan yeraltına giden suyla Trakya'nın yeraltı suyunun kirlenmesine sebep olmuşuz. Bunu, aklı olan hiç kimse yapmaz.

Edirne'de Suakacağı Barajı var; Bulgaristan'la beraber ortak proje halinde yapılabilecek çok büyük bir baraj ve doğal eğimiyle İstanbul'un su ihtiyacını karşılayabilecek kapasitede. Bunun yanında, Trakya'nın arazilerinin sulanabilmesini sağlayacak boyutta bir proje. Bu proje, Sayın Maliye Bakanımın memleketinde, Lalapaşa İlçesinde. Eğer yaşama geçirilirse, hem Trakya'nın Longos ormanlarını, Longos göllerini korumuş olacağız hem de Trakya'daki tarımsal zenginliği artırmış olacağız.

Bunun yanında, bundan önceki hükümetler döneminde, Gala Gölünün ortasından yol yapmışız; yani, oradaki doğa harikasını, tüm dünyanın sahip olduğu bir doğa harikasını yok etmişiz, yok etmeye gayret etmişiz.

Komutanlarla görüşüyoruz, seddenin asfaltlanarak, yolun oradan yapılmasında askerî açıdan bir sakınca yok diyorlar. Eğer yoksa, o zaman, hangi akla uyarak Gala Gölünün ortasından yol yapıp, oradaki tabiatı, oradaki canlı hayatı ürkütmek, yok etmek gibi bir yolu tercih etmişiz?!

Enez İlçesi, bir taraftan tarih, bir taraftan doğal SİT zenginliğinin üzerinde kurulmuş bir ilçe, öbür taraftan da, mükemmel denizi, Saros Körfezi ve kumu olan bir ilçe; ama, Enezliler, hâlâ, köy yaşamında. Yani, sadece ortak akıl, sadece ortak gayret... Çok şey istemiyoruz, çok para da istemiyoruz. Zenginliklerimizi ortaya çıkarıp, bütün dünyayla paylaşmak istiyoruz.

Bu konuda, Yüce Parlamentonun elbirliğiyle desteğini ve katkısını görmekten mutluyum. Bu katkının devam edeceğine olan inancım tamdır. Trakyalılar, yapılan bu çalışmayı umutla izliyorlar ve bu çalışmanın bir an önce neticelenmesini özlemle bekliyorlar.

Bu arada, Ergene yatağının temizlenmesiyle ilgili, 10'un üzerinde sallama kepçe ve 5 dozerle "üç yılda Ergene yatağını temizleyeceğim" iddiasını ortaya koyan ve çalışan Değerli Devlet Su İşleri Genel Müdürümüzün de ismini anmadan geçemeyeceğim.

Yüce Meclise saygılar sunuyorum; Sayın Başkanın hoşgörüsüne de teşekkür ediyorum.

Sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çakır.

Şahsı adına ikinci söz, Tekirdağ Milletvekili Sayın Ahmet Kambur'a ait.

Buyurun Sayın Kambur. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AHMET KAMBUR (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu hakkında görüşlerimi sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Günümüzde, çevre, dünyamızda mevcut olan tüm değerleriyle korunması gereken bir bütündür. Çevrenin bozulması ve çevre sorunları, tabiattaki ilişkiler sisteminde yaşanan doğal dengelerin bozulmasıyla başlamıştır. Çevre sorunlarının, son yıllarda, başta insanımız olmak üzere tüm canlıları tehdit eder hale gelmesiyle, doğayı ve doğal kaynakları koruma fikri dünya çapında yaygınlık göstermiş, bu parametreler ışığında koruma stratejileri belirlenmiştir.

Doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi için, koruma-kullanma dengelerinin oluşturulması gerekir. Sanayileşirken çevreyi korumak, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak hayatî bir önem taşımaktadır.

Çevre sorunlarını giderme çalışmalarının hareket noktası, ülkemizin sorunlarını bilmek ve tanımakla mümkündür. Sanayileşme ve şehirleşme sürecine giren ve bu süreci tamamlayan ülkeler, bu gelişme sırasında, tabiatı sonsuz bir kaynak olarak kabul etmiş ve kullanmışlardır; fakat, tabiatın kendini yenileme kabiliyetinin sınırlı olduğu ve ekolojik dengenin bir daha düzelmemek üzere bozulduğu görüldüğünde, geri dönüşün mümkün olmadığı anlaşılmıştır.

Maalesef, bu durumdan en fazla etkilenen alanların başında akarsular, denizler ve sulak alanlar gelmektedir. Sulak alanlar, başta su kuşları olmak üzere, çok zengin yaban hayatını barındırmalarının yanı sıra, bölgenin su rejimini düzenler ve iklimini yumuşatır.

Ülkemiz, sulak alanlar bakımından, Avrupa ve Ortadoğu'nun en önemli ülkelerinden biridir. Bu değerlerin koruması adına, 2 Şubat 1971'de İran'ın Ramsar Kentinde imzaya açılan ve ülkemizin de taraf olduğu Ramsar Sözleşmesine göre, balık ve kuş kriterleri açısından uluslararası öneme sahip sulak alan statüsünde yer alan Meriç deltası, ilimiz sınırlarından doğan Ergene Nehri ve yan kollarıyla beslenmektedir. Ergene Nehri, uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin bir koludur. Son yıllarda, yoğun kirlenme nedeniyle, sürekli gündeme gelmektedir.

Bilindiği üzere, Ergene Nehri, Trakya bölgesinin kuzeyinde, Istıranca Dağlarındaki kaynaklardan doğan, 194 kilometre uzunluğunda, 16 ana kolu olan, Trakya bölgesinin candamarı konumunda bir akarsudur.

Ergene Nehrinin en önemli kollarından biri olan Çorlu Deresi, Çerkezköy, Çorlu ve Muratlı İlçeleri sınırları dahilindeki değişik sektörlere ait sanayi kuruluşlarının evsel ve endüstriyel, arıtılmış ve arıtılmamış atıksularını toplamaktadır.

Özellikle yeraltı su kullanımının arttığı yaz aylarında nehirdeki kirlilik çok üst seviyelere çıkmaktadır. Ergene Nehrinin kirlenmesinde, başta yoğun ve hızlı sanayileşme, buna bağlı olarak hızlı bir nüfus artışı, endüstriyel ve evsel nitelikli atık suların hiçbir arıtma işlemine tabi tutulmadan Ergene Nehrine verilmesi etkili olmuştur.

Havzadaki kirlilik kaynakları endüstriyel, evsel ve tarımsal niteliklidir. Ergene Nehrinin en önemli kirletici kaynakları arasında sanayi kuruluşlarının atıkları, evsel atıklar yer almaktadır. Yapılan, yüzeysel su analizleri sonuçlarına göre, Ergene Nehrinin, Çerkezköy'den Meriç Nehrine kadar olan 180 kilometrelik kısmı kirlenmiş durumdadır. Nehrin bu kısmının çevresindeki 23 000 hektar tarım alanı kirlenmeden etkilenmektedir. Ayrıca, nehirden, suda yaşayan canlılar da olumsuz bir şekilde etkilenmektedirler.

Ergene, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ İllerimizde kullanılan arazi, kabiliyet yapısı yönünden 1, 2 ve 3 üncü sınıf verimli ve iyi nitelikli tarım topraklarından oluşmaktadır. Toplam alanı 1 405 694 hektardır. Bu değer 3 ilin yüzölçümünün yüzde 73.8'ini oluşturmaktadır. Bu miktara, potansiyel tarım toprağı kabul edilen, 4 üncü sınıf, 141 578 hektar arazi de ilave edilirse, ziraat yapılacak sahanın toplam yüzölçümü içerisindeki payı yüzde 81'e ulaşmaktadır. Oysa, Türkiye ortalaması yüzde 34'tür.

Yıllara göre değişmekle beraber, yörede yaygın olarak tarımı yapılan ürünlerden ayçiçeğinde, ülkedeki toplam üretiminin yüzde 60'ı, çeltiğin yüzde 45'i, buğdayın yüzde 15'i, şekerpancarının yüzde 5'i, kuru soğanın ise yüzde 7'si Trakya bölgesinde üretilmektedir.

Ülkemizde yaşanılan çevre sorunlarının en ileri boyutlarda görüldüğü yerlerden birisi de, Ergene havzası ve Tekirdağ İlimizdir. Yukarıda açıklandığı kadarıyla, ülkemiz ve özellikle Trakya bölgemizde, gerek çevresel gerekse sosyoekonomik açıdan son derece önemli bir yeri olan Ergene Nehri ve Havzasının doğal dengesinin korunması son derece hayatî bir öneme sahiptir.

Trakya yöresindeki sanayiin yüzde 17'si Kırklareli, yüzde 8'i Edirne ve yüzde 75'i ise Tekirdağ'dadır. Ergene Nehrine evsel atık sularını boşaltan yerleşim alanları içerisinde önceliği yüzde 56'yla Tekirdağ almakta, bunu yüzde 34'le Kırklareli, yüzde 9,8'le Edirne izlemektedir.

Tekirdağ İlindeki mevcut 33 belediye kanalizasyon sistemini tamamlamıştır; ancak, kanalizasyon sistemleri arıtma tesisleriyle sonlanmamış olup, deşarj noktaları deniz veya derelerdir.

Ergene Nehrine sularını veren derelerden alınan atık su numuneleri üzerinde yapılan analizlerde, dere suları, Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğine göre dördüncü sınıftadır; yani, çok kirlenmiş su kalitesi tespit edilmiştir. Özellikle yağ ve gres parametresi yüksek çıkmaktadır.

Kısaca, Istıranca'dan doğan ve içilebilir nitelikte olan su kaynaklarıyla başlayan Ergene ve Çorlu dereleri, güzergâhları üzerinde bulunan yüzlerce sanayi tesisinin atık sularını toplayarak devam etmekte, ilimiz sınırları çıkışında sulama suyu özelliğini kaybedecek kadar kirlenmektedir.

Bölgesel çözüm ve öneriler:

Kısa vadede, işletmelerin kullandıkları yeraltı su miktarı tespit edilmeli, bunun için de, işletmelere debimetre zorunluluğu getirilmelidir.

Üretimde kullanılan suların bedellendirilmesi kaçınılmaz olduğundan, ilgili yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Bölgemizde sulu sistemle çalışan teknolojilere izin verilmemeli, kuru sistem teknolojiler teşvik edilmelidir.

Sanayi tesislerinin yayıldığı alanlar belirlenerek, bunların sanayi bölgelerine dönüştürülmesi ve alanlar dışında kalan yerlere sanayi yapımı engellenerek, dağınık sanayileşmenin önüne geçilmelidir.

İlgili idarelerce alınan atık su numunelerinin, arıtma tesisi çıkışından ziyade, dereye akış noktasından alınarak, by-pass yapılmasının önlenmesi yönüne gidilmelidir.

Bölgedeki çevre sorunlarına yerel yönetimlerin ve valiliklerin ortak çalışmalarıyla çözüm getirilmesi amacıyla, Trakya çevre sorunları hizmet birliği kurulması çalışmaları başlatılmış ve sonuçlandırılmıştır.

Yürürlükteki çevre mevzuatındaki bazı endüstri kategorilerinde kirletici parametrelerin renk çözünülürlüğüne ve kokusuna bir müdahalede bulunulmadığından, bu parametrelerin Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde bulunması gerekmektedir.

İlgili yasa ve yönetmelikler çerçevesinde düzenlemeler yapılarak, mahallî çevre kurulları yöreye özgü yetkilendirilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir saniye Sayın Kambur.

Buyurun.

AHMET KAMBUR (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Tarım ve tarım sorunlarını kapsayan bir eylem planı çalışma programının hazırlanarak yürürlüğe sokulması, biyolojik tarıma geçişin sağlanması ve tarım topraklarının amaçdışı kullanılmasına son verilmesi gerekmektedir.

Tarımsal arazilerin amaçdışı kullanımının önüne geçilmeli ve sanayiin uygun alanlarda kurulması için, 10 Ağustos 2001 tarihli Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına Dair Yönetmelik revize edilerek, kesinlikle tavizsiz uygulanmalıdır.

Sürdürülebilir kalkınma için, sanayileşme, şehirleşme ve tarımsal aktiviteler, kurumlararası işbirliği sağlanarak bir plan dahilinde yapılmalıdır.

Yerel ürünlere yönelik sanayi tesislerinin kurulması teşvik edilmeli, tarım alanları ve turistik alanlarda sanayie kesinlikle izin verilmemelidir.

Komisyonumuz, Ergene Havzası Çevre Projesinin çok kapsamlı bir proje olduğu görüşündedir. Bu konudaki çalışmalara sürat kazandırmak ve kısa zamanda sonuç almak amacındadır. Bu nedenle, endüstriyel ve evsel atık su arıtma, katı atık, dere ıslahı ve bunun gibi İSKİ modeline benzer tek bir yönetim idaresinde "Trakya su kanalizasyon ve katı atık genel müdürlüğü" oluşturulması kararlaştırılmıştır.

Araştırma Komisyonumuzda görev alan, başta, Sayın Başkan olmak üzere, gerek AK Partili ve gerekse Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşlarıma, göstermiş oldukları bu hassasiyetlerinden dolayı, bir bölge milletvekili olarak, bölge halkı adına şükranlarımı sunmak istiyorum.

Hükümetimizin, Araştırma Komisyonumuzun çalışmalarını acilen değerlendirmesini diliyor, Genel Kurula saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kambur.

Hükümet adına, Orman Bakanı Sayın Osman Pepe...

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Kocaeli) - Çevre ve Orman Bakanı...

BAŞKAN - Affedersiniz.

Hükümet adına, Çevre ve Orman Bakanı Sayın Osman Pepe; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ergene Havzasındaki yoğun kirlilik münasebetiyle kurulmuş olan Araştırma Komisyonumuzun raporu üzerindeki değerlendirmelerini, değerli milletvekili arkadaşlarımızdan dinledik. Tabiî, Türkiye'nin çarpık kentleşme ve çarpık sanayileşme noktasında, şu anda ülkemizin gelmiş olduğu son durumun -bir noktada- en aykırı görüntülerinden birini burada üzüntüyle takip ediyoruz. Keşke olay, sadece Ergene'de olsaydı.

Türkiye, çağdaş dünyanın plan anlayışını, kent anlayışını, çevre anlayışını yeterince algılayamadığı için veya biraz geç algıladığı için, master planı yapma noktasında, hem iskân politikalarında hem sanayileşme politikalarında hem de turizm politikalarında, bir noktada işi, kaderine, oluruna terk etmişliğin acı faturalarıyla şimdi teker teker yüzleşme durumunda kalmıştır.

Türkiye'nin en yoğun sanayi merkezleri olan İstanbul ve Kocaeli'nde, arazinin pahalanması, fabrika kuracak alanların kalmamasıyla, bilhassa çok yoğun miktarda yeraltı suyu kullanılacak sanayiler, tipik üçüncü dünya ülkeleri görüntüsü içerisinde, Çerkezköy'de, yeterli altyapı yapılmadan, çevre parametreleri dikkate alınmadan bir organize sanayi kurulması münasebetiyle, önemli bir göç, önemli bir transfer, o bölgeye oldu.

Tabiî, bölgedeki, ağırlıklı olarak yeraltı suyu kullanan deri, kumaş boya, yani, çevreye daha ziyade kimyasal atıklar veren sanayi kuruluşlarının, sanayi tesislerinin, Ergene'yi bugün hakikaten son derece üzüntü verici bir tabloyla karşı karşıya bıraktığını, bölgedeki insanların sağlıklarını, tarım üretimini tehlikeye düşürdüğünü, raporda da gördük, yerinden de zaten biliyoruz.

Değerli milletvekilleri, biraz önce de ifade ettiğim gibi, konu sadece Ergene'yle, Trakya'yla sınırlı değildir; koskoca Karadeniz elden çıkmak üzeredir. Karadenize, Orta Avrupa'nın büyük sanayi yükünün ağır metallerini ihtiva eden müthiş bir atık akıntısı söz konusudur. Volga'nın ve kuzeydeki nehirlerin yine Karadenize taşımış olduğu atıkların Karadenizdeki hidrojen sülfür seviyesini yükselttiğini, eskisi kadar canlı türlerine rastlanmadığını hepimiz biliyoruz.

Türkiye'nin en güzel yörelerinden birisi, balıkların yumurtlama alanı olan Marmara Denizinin, Türkiye'nin müthiş bir turizm potansiyeline sahip bu güzel denizin, âdeta ölü bir deniz haline geldiğini de esefle görüyoruz.

İşte, Kocaeli, yani benim seçim bölgem, bu talihsizlikleri en çok yaşayan kentlerden birisidir. Sadece bir ilçemizde 12 tane organize sanayi bölgesinin planlanmış olmasını, önemli bir kısmının da faaliyete geçmiş olmasını; faaliyete geçen bu sanayi tesislerinin önemli bir kısmının, hem baca hem de sıvı atık olarak, yeterli arıtmayı yapmadan, filtrasyonu yapmadan atıklarını olduğu gibi bıraktıklarını; bir kısmının, yaptırmış olduğu arıtma tesislerinin işletme masraflarının yüksek olması münasebetiyle bu arıtma tesislerini işletmediklerini, sadece teftişten teftişe -tabiî, işletenleri burada istisna tutuyorum; ama, bu acı gerçeğin altını da çizmekte fayda görüyorum- teftiş esnasında "bizim arıtma tesisimiz var" diyerek meseleden kurtulmaya çalıştıklarını biliyoruz. Türkiye'nin elbette ki sadece Marmara Bölgesinde değil, aynı konunun, bizim Bursamızda da olduğu ve hemen, yine, Adapazarı'nın içmesuyunu karşılayan Sapanca Gölünde de çok ciddî bir kirlenmenin olduğu ortadadır.

Yine, biraz önce değerli konuşmacıların ifade ettiği gibi, Gediz Nehrindeki Ergene benzeri kirliliğin ortaya koymuş olduğu tablonun altını çizmekte de fayda görüyorum.

Hele hele bir Tuz Gölü gerçeği var ki... Konya'nın, milyonluk bir şehrin evsel atıklarının kıvrıla kıvrıla akmış olduğu bir Tuz Gölü gerçeğini, doğrusu, Türkiye'de, aklı izanı olan hiç kimsenin kolay kolay içine sindirebileceğini zannetmiyorum. Yani, koca bir şehrin evsel atıkları Tuz Gölüne akıyor.

Yine, benzer kirlilik Van Gölünde de söz konusudur. Yani, sanayileşme trendinde, sanayileşme sürecinde çok daha mesafe alması gereken ülkemizin, Türkiye'nin, çevre kirliliğiyle çok erken tanıştığını, denizlerini, nehirlerini, göllerini, yeraltı sularını, havasını ve toprağını önemli ölçüde kirlettiğini... Gelişmiş sanayi ülkelerinin, ileri sanayi ülkelerinin artık terk etmiş oldukları, müthiş çevre kirliliği yayan, müthiş çevre kirliliğine sebebiyet veren tesisleri, ucuz işgücü, düşük seviyedeki çevre bilinci dolayısıyla, bizim ülkemize, bir noktada, bize bunları ambalajlayıp takdim ediyorlar, biz de onları alıyoruz; ama, kurmuş olduğumuz ve bu çevre kirliliğini yoğun olarak üreten tesisler sayesinde, ülkemizin geleceğini, çocuklarımızın geleceğini, çevremizin geleceğini, ne yazık ki tehlikeye düşürüyoruz.

Değerli arkadaşlar, Çevre ve Orman Bakanlığının Kuruluş Kanununun müzakeresi sırasında, çevre düzeni planının Bakanlığımız tarafından yapılmasıyla alakalı söz konusu madde üzerinde arkadaşlarımız burada görüşlerini serdederken, bu kürsüden, bu işi Bayındırlık Bakanlığının yapmasının doğru olacağını söyleyenler olmuştur. Benim için veyahut da hepimiz için, daha doğrusu "akıl için yol birdir" derler ya, işte o fasıldan olmak üzere, planı kim yaparsa yapsın, hangi idare yaparsa yapsın, ama, mutlaka ve mutlaka, olmazsa olmaz bir parçası olarak, çevre parametresini, o planın 1 inci maddesine yazsın; ama, Türkiye'de çevre hassasiyetleri noktasında geçmişteki çok acı tecrübeleri, bu Meclis kürsüsünden ben, bundan önceki dönemlerde -20 nci Dönemde, 21 inci Dönemde- dile getirdim. Ülkenin reisicumhurları bile ÇED süreci tamamlanmamış yatırımların temellerini atmaya giderken, hep takdir edersiniz ki, Cumhurbaşkanı böyle yaparsa, yani, bir sürece ve çevreye saygı göstermezse, duyarlılık göstermezse, elbette ki, sadece ve sadece gayesi para kazanmak olan yatırımcıların, çevreye, insana, insanın geleceğine saygı duymasını beklemek boşuna bir gayret olur.(AK Parti sıralarından alkışlar )

HALUK KOÇ (Samsun) - Samsun, Sayın Bakan...

İLYAS SEZAİ ÖNDER (Samsun) - Samsun'da da var Sayın Bakan; felaket yayıyor

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI OSMAN PEPE(Devamla) - Tabiî, burada Samsunluların hakkını da yememek lazım. Oradaki bir mobil santralın... Ben, göreve geldiğimin ilk gününde Çevre Bakanlığı uzmanı arkadaşlarımdan brifing alırken, Samsun'daki mobil santralla alakalı bana çok ciddî bir rapor hazırlayın ve getirin dedim; inşallah, mahallinde, milletvekili arkadaşlarımızla birlikte, bu konuda hassasiyeti olan Samsun'daki bütün milletvekili arkadaşlarımla birlikte bir inceleme yapacağız. Onların duyarlılıkları, bizim duyarlılıklarımızdır. Arkadaşlarımızın çevreye göstermiş oldukları duyarlılığı, ülkemizdeki çevreye karşı sivil toplumun yükseltmiş olduğu sesi, Çevre ve Orman Bakanlığı olarak fazlasıyla paylaşıyoruz, onlara gönülden destek veriyoruz; çünkü, bu, sadece bir kuruma, bir kişiye bırakılamayacak kadar çok önemli bir konudur, bunun altını kalın çizgilerle çiziyorum; ama, ben, yine, bir kez daha burada tekrarlamakta fayda görüyorum ki, kanunlar, yasalar, tüzükler, genelgeler ne derlerse desinler, ne yazarlarsa yazsınlar, ne kadar mükemmel hazırlanırlarsa hazırlansınlar, eğer çocuklarımıza anaokulundan başlamak üzere eğitimin her kademesinde sağlıklı bir çevre bilincini kazandıramazsak, sürdürülebilir bir çevre anlayışını geleceğe taşımamız mümkün olmayacaktır.

Ben, değerli komisyon başkan ve üyelerine, buradaki değerli sözcü arkadaşlarımızın görüşlerine aynen katıldığımızı, hükümetimizin, AK Parti hükümetlerinin, çevreye karşı duyarlılıklarını onlarla birlikte bütünleştirdiğini ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Komisyon adına, Başkan Sayın Yahya Baş; buyurun Sayın Başkan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

(10/2,6) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI YAHYA BAŞ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 134 sıra sayılı araştırma komisyonu raporu üzerinde, komisyon adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, şahsım ve tüm komisyon üyeleri adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği gibi, Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 arkadaşının, Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 arkadaşının, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla verdikleri önergeler sonucu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 Aralık 2002 tarihli 11 inci Birleşiminde 751 sayılı kararla, (10/2,6) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu kurulmuştur.

25.12.2002 tarihinde çalışmalarına başlayan komisyonumuz, ilk toplantısında çalışma stratejisini belirlemiş ve bu amaçla, konuya duyarlı sivil toplum kuruluşlarının, ilgili kamu ve özel kuruluş temsilcilerinin davet edilerek dinlenilmesini; Ergene Havzasında incelemelerde bulunulmasını; ulaşılan her türlü bilgi ve belgenin, komisyon çalışmalarına ışık tutacağı düşüncesiyle, ayrı ayrı değerlendirilmesini kararlaştırmıştır.

Bu çalışma programı içerisinde, başta Trakya Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi yetkilileri olmak üzere, Çevre Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu, DSİ Genel Müdürlüğü, TEMA Vakfı yetkilileri Ankara'ya davet edilerek, yazılı ve sözlü raporları alınmıştır. Yine, alınan karar gereği, çalışmalarını Ankara dışında da sürdüren komisyonumuz, 7.4.2003 tarihli 5 inci toplantısını Çorlu'da yapmıştır; özel ve kamu kuruluşu yetkililerinden oluşan 200'ü aşkın katılımcıyla bu çalışma gerçekleştirilmiştir. Bu toplantıda, bölge valileri, çevre il müdürleri, tarım il müdürleri, DSİ bölge müdürü, ilgili oda başkanları, bölgede bulunan sanayi kuruluş temsilcileri, konuya duyarlı sivil toplum kuruluş temsilcileri tarafından 12 sunum yapılmış ve havzadaki sorunların boyutlarını dile getirmişlerdir. Bu toplantıyı takiben, komisyon üyelerimiz ve bölge yetkilileriyle birlikte iki günlük bölge gezimizde, çeşitli sanayi kuruluşlarının arıtma tesisleri incelenmiştir; nehirde, belirli noktalarda su kirliliği gözlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, sanayileşmeyle birlikte Türkiye, hızlı bir kentleşme süreci yaşamıştır. Bu hıza ayak uyduracak yeterli altyapı çalışmaları, maalesef, yapılamamıştır. Sağlıklı içmesuyu temini, kanalizasyon, atık suların arıtılması ve çöplerin bertarafı, altyapının yetersiz olması nedeniyle, özellikle büyükşehirlerimizde aksamış, büyük çevre kirliliklerine sebep olmuştur. Son yıllarda, İstanbul'da yer alan ve genişleme imkânı bulamayan sanayi faaliyetlerinin İstanbul dışına                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            gelişmesi politikaları gündeme gelmiş ve sonuç olarak da, özellikle E-5 Karayolu ve Ergene üzerinde ve çevresinde sanayi yoğunlaşmaya başlamıştır.

Ergene Nehri, uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrine doğrudan karışan en büyük akarsudur. Saray İlçesinin kuzeyinden doğarak, kuzey ve güneyden birçok yan derelerle birleşip, İpsala'nın kuzeybatısından Meriç'e karışan Ergene Nehrinin uzunluğu 194 kilometredir.

Havzadaki en önemli aktivite tarımdır. Yörede en çok ekilen ürünler, buğday, ayçiçeği, şekerpancarı, mısır, çeltik, kabak çekirdeği, bostan ve sebzedir. Türkiye çeltik üretiminin yüzde 50'ye yakın kısmı, ayçiçeği üretiminin yüzde 60-70'i, buğday üretiminin yüzde 15'i bu bölgede yetiştirilmektedir. Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ İllerimizin arazilerini oluşturan Ergene Havzası, potansiyel bir tarım ambarıdır. Bu 3 ilin toplam alanının yaklaşık yüzde 80'i, tarıma elverişli arazidir; Ergene Nehrinin en önemli kollarından olan Çorlu Deresi, Çerkezköy, Kızılpınar, Veliköy, Velimeşe, Muratlı Derelerinin kirliliklerini; Çerkezköy, Çorlu ve Muratlı İlçeleri sınırları dahilindeki özellikle tekstil, deri ve kimya sanayii kuruluşlarının evsel ve endüstriyel arıtılmış ve arıtılmamış atık sularını toplamaktadır.

Ergene Nehrinin kirlenmesinde, başta yoğun ve hızlı sanayileşme, buna bağlı olarak hızlı bir nüfus artışı, endüstriyel ve evsel nitelikte atık suların hiçbir arıtma işlemine tabi tutulmadan nehre verilmesi etkili olmuştur.

Ülkemizin en büyük sanayi merkezleri olan İstanbul ve Kocaeli İllerindeki sanayi alanlarının dolması sonucu Trakya bölgesine yönelen sanayi kuruluşları, Ergene Havzası boyunca hızla yayılma göstermiştir. Bölgede yer alan sanayi tesislerinin kurulmasında aşağıdaki faktörler etkili olmuştur:

Bölgenin, Türkiye'nin ticaret merkezi olan İstanbul'a yakın olması; ithalat ve ihracatta önemli yeri olan karayolları ve otoyolların bölge içinden geçiyor olması; Tekirdağ Limanının bölgeye yakın olması; organize sanayi bölgelerine ve serbest bölgelere tanınan imtiyazlar; uygun ve yeterli büyüklükte arazinin kolay temin edilir olması; hammadde temininin kolay olması ve yeraltı su kaynaklarının çok zengin olması.

Çerkezköy ve Çorlu İlçelerinde yoğunlaşan sanayi tesislerinin sayısı 1993 yılında 286 iken, giderek, 1999 yılında 640'a ulaşmıştır. Bu fabrikaların büyük bir çoğunluğunu, yerüstü ve yeraltı su tüketimine dayalı tekstil, deri, kâğıt ve kimya sektörü oluşturmaktadır. Bölgede halen çalışmakta olan 3 adet organize sanayi bölgesi vardır. Bunlardan birisi Çerkezköy'de, ikisi de Çorlu'daki Deri Organize Sanayi Bölgeleridir. Hayrabolu, Malkara ve Muratlı organize sanayi bölgesi kurulma çalışmaları da devam etmektedir.

Organize sanayi bölgelerinde müşterek arıtma tesislerinin faaliyette olduğu görülmüştür. Bölgedeki sanayiler, havalimanı, liman ve karayolu bağlantılarının güçlü ve arazi fiyatlarının düşük olduğu alanlarda konumlandırılmıştır.

Sanayi alanları, belirli bir mekânsal organizasyona bağlı yer seçmedikleri için, alanda çok dağınık bir şekilde yer almaktadırlar. Bu nedenle, sanayi bölgeleri dışında yer seçen sanayi tesislerinin büyük bir bölümü ruhsatsızdır ve arıtma tesisleri de, maalesef, bulunmamaktadır. Arıtma tesisi bulunanlar ise, maliyeti düşürmek amacıyla, tesisleri çalıştırmadan, atıklarını, alıcı ortama verebilmektedirler.

Havzadaki sanayi alanları, belirlenmiş ve açılmış organize sanayi bölgeleri dışında yerleşme ve gelişme eğilimindedirler. Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesinde mevcut olan 140 sanayi parselinden 80'inin üzerinde işletme aktif durumdadır. 150 parselden oluşan Çorlu Deri Organize Sanayi Bölgesinde ise 107 işletme faaliyet göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, havzada kirliliği oluşturan en önemli etkenlerden bir tanesi de, evsel kirlilik kaynaklarıdır. Havza sınırları dahilinde, yerleşim bölgelerinde kanalizasyon mevcuttur. Yerleşim birimlerinden kaynaklanan bu atık sular, Ergene Nehrine, yan kollar vasıtasıyla ya doğrudan ya da direkt Ergene Nehrinin kollarına verilmektedir. Ergene Nehrine evsel atıklarını boşaltan yerleşimler içinde, önceliği, yüzde 56'yla Tekirdağ il sınırları içinde yer alan yerleşim yerleri almakta, bunu yüzde 34 ile Kırklareli, yüzde 10 ile Edirne izlemektedir.

Belediyelerin kanalizasyon sistemlerini tamamladığı; ancak, sistemlerin arıtma tesisiyle sonlanmadığı görülmektedir. Yalnızca Yenice Belediyesinin kanalizasyon sistemi arıtma tesisiyle sonlanmış durumdadır.

Bölgede, bilinçsiz ilaçlama sonunda, toprağa düşen birkısım zehirli ilaçlar, toprak içinde zamanla hareket edebilmekte, yeraltı sularına, yüzeysel akışla derelere karışabilmektedir. Dereler, çevrelerindeki ilaçlamalardan, çok az oranlarda da olsa, kirlenebilmektedir.

Bölgede, diğer etkili olan kirletici bir unsur da, katı atıkların değerlendirilmesidir. Ergene Havzası sınırları içinde bulunan yerleşim birimlerinde, katı atıklar, vahşi depolama yöntemiyle depolanmaktadır. Ayrıca, tıbbî atıklar ile evsel atıkların birlikte depolanması yasak olmasına rağmen, birçok ilçede, herhangi bir önlem alınmadan, atıkların depolama alanına boşaltma işlemi hızla devam etmektedir. Depolanan atıkların oluşturduğu en önemli etken, sızıntı sularından kaynaklanan kirliliktir. Atıklar, kimyasal ve biyokimyasal yollarla dönüşüme uğrarlar ve zamanla, gerek yeraltına sızma ile gerekse yüzeysel akışla birlikte su kaynaklarımızın kirlenmesine neden olmaktadırlar.

Bütün bu çalışmalar ve araştırmalar sonunda, bölgenin temel sorunlarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Ergene Nehrinin kıtaiçi su kaynakları kalite özelliklerini yitirdiği, analiz sonuçlarından görülmektedir. Ergene Nehrinin su kalitesinin çok kirli su niteliğinde olduğu tespit edilmiştir. Bu da, hiçbir şartla kullanılamaması demektir.

2- Bu bölgede, sanayi kuruluşu açısından doygunluk yaşanmaktadır. Organize sanayi alanlarının dışında yeni sanayileşmeye izin verilmemelidir.

3 - Havzadaki sanayi faaliyetlerinin ve evsel atıkların su kirliliğine neden olduğu görülmüştür.

4 - Kirliliğin, sanayi gelişimine ve nüfus artışına paralel olarak arttığı saptanmaktadır.

5 - Sanayi kuruluşlarının büyük bir kısmının, sahip oldukları atıksu arıtma tesislerini aktif olarak çalıştırmadığı belirlenmiştir.

6 - Kirliliğe karşı acil önlem alınmadığı takdirde, Meriç Nehrinin de kirlilik konsantrasyonu artacak, içme ve sulama amaçlı barajlarımız zamanla işletilemez hale gelecektir.

Meriç Nehri sınıraşan sular kapsamında olduğundan, kirlenmenin, uluslararası alanda gündeme geleceği unutulmamalıdır.

Yüzey sularının kirletilerek, yer altından süzülmesine sebep olunması halinde, yeraltı suyu rezervlerinin kirlenmesi kaçınılmaz olmaktadır ve bu durumun önlenmemesi halinde ise, yeraltı suyu kaynaklarından istifade imkânı da zamanla ortadan kalkacaktır.

Denetleme faaliyetlerinin yeterli düzeyde yapılmaması sebebiyle, kirlilik boyutlarının arttığı sonucuna varılmıştır. Mevcut sistemde, çevre il müdürleri, çevre il müdürlükleri, sanayiciler, üst düzey bürokrat ve siyasetçiler arasında kalarak, fonksiyonları yeteri kadar yerine getirememektedirler.

Yerel yönetimlerin çevresel konularda daha yeterli hale gelmeleri, yönetimde entegrasyonu kolaylaştıracaktır.

Bölgede kirliliğin oluşturduğu bir sonuç olarak, 2000 yılında, çeltikte, dönümdeki verim 800 kilogram iken, 2002 yılında 100 kilograma gerilemiştir; yine, 2000 yılında, ayçiçekte dönümdeki verim 300 kilogram iken, 2002 yılında 100 kilograma gerilemiştir. Bu bölgedeki ürün kaybının değeri yaklaşık 70 trilyon liradır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, yapılan bu tespit çalışmaları sonucunda, komisyonumuz, önerilerini, raporunda bölümler halinde, kısa, orta ve uzun vade olarak sıralamıştır.

Ben, daha önceki konuşmacılar da dile getirdiği için, bunların hepsini size tek tek sunmayacağım; sadece, nihaî olarak, sonuca vardığımız birkaç konuyu dile getirmek istiyorum.

Bunlardan bir tanesi, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından dere ıslah çalışmalarına hız verilerek, bu çalışmayı en kısa sürede tamamlaması gerektiğidir.

Bölgede, çok sayıda irili ufaklı yerleşim birimlerinin mevcut olması nedeniyle, gerekli su temini ve arıtma işlemleri tek elden yapılamamaktadır. Bu nedenle, Trakya bölgesinin tamamını içerisine alan, su teminini sağlayacak, atıksuyu arıtacak, katı atıkları depolayabilecek, sorumlu ve yetkili bir kuruluşa ihtiyaç olduğu belirlenmiştir. Bunun için, Trakya su kanalizasyon ve katı atık idaresi adı altında bir genel müdürlüğün, İSKİ benzeri bir genel müdürlüğün kurulması zorunlu görülmüştür.

Ayrıca, arıtılmış atıksuların Ergene Nehrine ve kollarına deşarj edilmemesi gerektiğine, bu bağlamda, uygun ve en kısa yerden arıtılarak, deniz dibine deşarj edilmesi alternatifinin araştırılmasına karar verilmiştir.

Benden önce konuşan Tekirdağ Milletvekilimiz Erdoğan Beyin "atıksular denize verilmemeli, nehre bırakılmalı" görüşü, komisyon raporuna rağmen, farklı bir görüş gibi görünmekle birlikte, bu görüş de bizim komisyon raporumuzda yerini almıştır. Komisyonumuzun orta vadeli önerileri içerisinde, son madde olarak bu da yer almıştır; ancak, bütün bu arıtma sistemlerinde, en iyi şekilde arıtma yapsanız dahi, sonuçta, tuzluluğu ortadan kaldırmanızın bugünkü imkânlarla mümkün olmadığı görülmektedir. Biz, özellikle Çorlu ve Çerkezköy yöresinde, bu sanayi ve kirleticilerin yüzde 75'inin bulunduğunu gördük, yapılan tespitler bunu gösteriyor. Çorlu ve Çerkezköy yöresindeki bu atıksuyu arıtarak, denize deşarj ettiğimiz anda,  nehrin kirlilik probleminin yüzde 75'ini halletmiş oluruz.

Tabiî ki, suyun kullanılması çok güzel bir şey; ancak, tuzluluğunun ortadan kaldırılması çok büyük maliyetlere baliğ olan bir olay. Zira, bu suyun tuzluluğunu yok etmek demek, deniz suyunu arıtmaya denk bir çalışma yapmak demektir; hiç de rantabl değil ve bunu, hiçbir sanayicinin de yapabilmesi mümkün değil.

Dolayısıyla, önerimiz: Çorlu'dan Marmara Denizine sadece 18 kilometrelik bir mesafe vardır. Arıtma mükemmel bir şekilde yapılıp, atıksu, bu 18 kilometrelik mesafeden deniz dibine deşarj edilirse...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, sözlerinizi tamamlayın efendim.

(10/2,6) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI YAHYA BAŞ (Devamla) - ... buradan, Çorlu'dan itibaren devam eden 150 kilometrelik havzanın kirlilik probleminin yüzde 75'ini halletmiş oluruz ve bunu da, bir nihaî çözüm olarak raporumuza dercettik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi toparlarken, komisyonumuzun yapmış olduğu bu önerilerin ilk aşaması olan, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından dere ıslahının başlatılmış olmasından duyduğumuz memnuniyeti buradan tekrar etmek istiyorum. Bu konuda çok hızlı bir çalışma performansı gösteren Değerli Genel Müdürümüz ve çalışanlarına, yöre halkı adına, komisyonumuzda bu emeği sarf eden arkadaşlarımız adına teşekkür ediyorum.

Önerilerimizin ikinci aşaması olan kirliğin giderilmesi çalışmaları konusunda da, inşallah, önermiş olduğumuz Trakya su, kanalizasyon idaresinin kurulması noktasında, hükümetimiz gerekli duyarlılığı gösterecek ve çözüme ulaştıracaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, raporun hazırlanmasında emeği geçen, başta komisyon üyelerimiz olmak üzere, uzmanlarımıza ve katılımcılara teşekkür eder, Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baş.

Sayın milletvekilleri, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulmuş bulunan (10/2,6) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 134 sıra sayılı raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.

17.55'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 17.42


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.05

BAŞKAN : Başkanvekili Yılmaz ATEŞ

KÂTİP ÜYELER : Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Suat KILIÇ (Samsun)

 

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 2 nci sırasında yer alan, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin tasvibe sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine ait 3346 sayılı Kanunun 8 inci maddesi uyarınca hazırlanan Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu raporu ve bu rapora yapılan itiraz ile Komisyonun görüşü üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.

V. - KİT KOMİSYONU RAPORU

1.- Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin Tasvibe Sunulan 1997 Yılı Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü (3/133) (S. Sayısı: 109) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu ve rapora yapılan itiraz ile Komisyonun görüşü, 109 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Geçen döneme ait komisyon raporu, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılı hesap ve işlemlerinin şartlı ibra edilmesi şeklinde karara bağlanmıştı. İtiraz üzerine şimdiki komisyonun itiraz olunan hususlara dair görüşü ise, bu kuruluşun 1997 yılı hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesi şeklindedir. Görüşmeler sonunda, şimdiki komisyonun, hesap ve işlemlerin ibra edilmemesi yönündeki son raporu oya sunulacaktır.

İçtüzüğümüze göre, genel görüşmede ilk söz hakkı, itirazı yapan sayın milletvekiline veya uygun göreceği bir diğer üyeye aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına 1'er üyeye, şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemi halinde, komisyona ve hükümete de söz verilecek; bu suretle, genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, komisyon, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, itirazda bulunan milletvekili ve şahıslar için 10'ar dakikadır.

Genel görüşme üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini bilgilerinize arz ediyorum:

İtiraz eden milletvekilleri adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Amasya Milletveili Sayın Hamza Albayrak; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Mevlüt Aslanoğlu; şahısları adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu ve Adana Milletvekili Sayın Kemal Sağ.

İlk söz, itiraz eden milletvekilleri adına, Sayın Ergün Dağcıoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Dağcıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

                                

(1) 109 S.Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunca denetlenmesi sonucunda hazırlanan 1997 yılı raporunda çok sayıda soruşturma talebi vardı. Bu ciddî taleplere rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonu, bir yıldır gündemine almadığı Halk Bankasının 1997 yılı hesaplarını, nihayet 12 Ocak 2001'de şartlı olarak ibra etmişti. Bu karar, ısrarlı itirazlarımıza rağmen, o zamanki koalisyon hükümeti milletvekillerinin çoğunluğunun komisyonda ağırlık koymalarıyla birlikte çıkmıştı. Daha açıkçası, istisnalar olmakla birlikte, geçen dönemki KİT Komisyonu, bu hesapları, maalesef, üzülerek ifade ediyorum ki, bir el çabukluğuyla geçiştirmeye çalışarak, bir nevi, yolsuzluk ve usulsüzlüklerin üzerine gidilmesine engel olmuştu.

Doğrusu, Halk Bankasının hesaplarının şartlı ibrası, hem Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun hazırladığı raporda yer alan çok sayıda iddia ve soruşturma talebi dikkate alındığında ve hem de 3346 sayılı Yasa hükümleri uyarınca doğru olmamıştır gibi görünüyor. Zira, Yüksek Denetleme Kurulu raporunda belirtildiği gibi, ilgili şirketlere kredi verilirken, düzenlenen istihbarat raporlarındaki olumsuzluklara ve hatta, bir kısmı hakkında diğer kamu bankalarınca takibe geçilmesine rağmen, kredi verilmesinde gereken hassasiyet gösterilmemiştir; yani, bir kamu bankasına kredi talebiyle müracaat eden bir firma, aynı anda -basın, medya aracılığıyla ayyuka çıkmış şekilde- başka kamu bankalarından çok ciddî takibatlara uğramasına rağmen, bu insanlar, bu olayları, bu takibatları görmemiş, duymamış gibi hareket ederek, yeni kredi verilmelerinde gerekli hassasiyetleri göstermemişlerdir.

Değerli milletvekilleri, sadece 1997 yılında, Halkbankın, batık kredilerden dolayı 1,1 katrilyonluk zararı vardır. Bu batık kredinin karşılığı için 2001 yılı bilançosuna da 1,1 katrilyon liralık karşılık ayrılmıştır. Tasfiye olunacak alacaklar tutarının bugünkü değeri, birtakım hesaplama yöntemlerine göre -ilgililere, Genel Müdürlüğe sorduğumuzda- 5-5,5 katrilyon liraya ulaşmaktadır; yani, olayın vahameti, rakamları düşündükçe daha da artarak gitmektedir. Ülke yöneticilerinin bir kuruşluk kredi bulabilmek için uluslararası alanda gösterdiği gayretleri hesaba kattığımızda, bu ifade ettiğimiz ve şimdi, bu görüşmeler sonucunda tespit etmiş olduğumuz yaklaşık 5-5,5 katrilyon liranın ne denli büyük bir önem arz ettiğini hepinizin dikkatlerine sunuyorum.

Şimdi, Halk Bankasınca, söz konusu dönemde, bankacılık teamüllerine aykırı olarak, âdeta "al da batır" dercesine verilen ve dolayısıyla, geri dönüşü olmayan, tasfiye olunacak alacaklar hesaplarında takip edilen, birçoğunun davaları devam eden çok sayıda usulsüz kredi işlemi söz konusudur.

Burada, Halkbankın 1997 yılına ait bilanço ve netice hesaplarının soruşturulması yönündeki talebimizin de ne derece tutarlı olduğunu göstermek için, Türkiye Halk Bankası AŞ'nin 1997 yılı Yüksek Denetleme Kurulu raporunda, kredilendirme işlemlerinin Hazine Müsteşarlığı Bankalar Yeminli Murakıpları Kurulunca soruşturulması temenni edilen firmalara da kısaca değinmek istiyorum.

Şimdi, kurbağaya "bir şarkı söyle de dinleyelim" demişler. O da "tam adamını buldunuz; hem sesim çok güzeldir hem de çok iyi şarkı bilirim; ama, ağzımı açınca su doluyor, ben yapayım" demiş ya -hepinizin bildiği bir hikâyedir- burada da, bu tür yolsuzlukların, usulsüzlüklerin, hortumlamaların üzerine gittiğimiz bir dönemde, Yüksek Denetleme Kurulu elemanlarımızın da çok ciddî ve titizlikle yaptığı performans denetiminin sonucunda, KİT Komisyonumuzun üyelerinin yapmış olduğu ciddî çalışmalar sonucunda, Yüce Parlamentoda oluşturulan soruşturma ve araştırma komisyonlarında yapılan çalışmaların sonucunda, maalesef, şu andaki verilere göre, geldiğimiz noktada, bir arpa boyu yol katedemeyişimizle karşı karşıyayız. Neden; çünkü, siz, eğer, bankacılıkla ilgili bu yolsuzlukları sır mesabesinde kabul ederek, Yüce Meclis üyelerini üçüncü tekil şahıs hükmüne indirgemek suretiyle, Yüce Meclisin mensuplarına birtakım bilgileri bankacılık sırrı diye vermezseniz, tabiî ki, bu yolsuzluklar katlayarak devam edecek ve bunu önlemek de mümkün olmayacaktır diye düşünüyorum.

İşte, bugün, tarihte bir ilki gerçekleştirdiğimiz, şu anda yaptığımız bu toplantı, KİT Komisyonunda da bir tarihte ilkti. Bugün Genel Kurul gündemine de inmesi, bir ilki gerçekleştirilen, şartlı ibra müessesesinin âdeta tarihin tozlu raflarına itilmiş, atılmış olan dosyaları uzanıp almak suretiyle gündeme getirdiğimiz bu çalışmalar, eğer Bankacılık Kanununun 22/8 inci maddesi ve İçtüzüğün 105 inci maddesindeki değişiklikler olmazsa, yaptığımız bu çalışmalarda hep birbirimizle işaret yoluyla anlaşmak suretiyle, esas birbirimize vermemiz gereken bilgileri verememek suretiyle ve hatta, aynı konsorsiyumun, aynı oluşumun ek firmaları niteliğinde olan firmalara farklı kod numaralarıyla verildiği için, kredilerin bir merkezde buluştuğunu bilebilme şansımız olmadığından, yolsuzlukların de ne devasa boyutlara ulaştığını tespit etme imkânımız yok.

Şimdi, mesela, benim itirazıma konu olan 1997 yılındaki 14 tane maddeyi, sizlere, zamanım ölçüsünde tek tek arz etmeye çalışacağım; ama, bunların en başında ve en çarpıcılarından birisini, şu anda, ilgilerinize ve bilgilerinize sunuyorum:

Halk Bankası Levent Şubesinden 52, 71, 94 ve 95 sabit numaralı firmalara -ki, bu firmaların sahipleri, baba-oğul olarak Türkiye'de çok bilinen, meşhur, büyük iş adamlarımızdandır; bunların devletin yüksek organlarında çok yakınları da vardır- bu insanlara, 96 000 000 dolarlık dövize natık teminat mektubu ve aval, 12 500 000 marklık dövize natık teminat mektubu kredisi değişik zamanlarda kullandırılmıştır.

Grup firmaları hakkında düzenlenen istihbarat raporlarında, adı geçen firmaların yatırım yapma amacıyla aldıkları yatırım kredilerinin kontrolden çıktığı ve kendi yatırımlarının 40-50 katı tutarında kredi kullandıkları tespit edilmiştir. Ayrıca, istihbarat raporlarının çok eski olduğu, firmaların asıl faaliyet alanlarında değil de aracılık işlemleri yaptıkları, işlem hacimlerinin çok üzerinde borçlandıkları belirtilmesine rağmen, yeni istihbarat raporları düzenlenmeden, bu sıkıntıların giderildiği ispat edilmeden, gruba tahsis edilen kredi tutarı gittikçe artırılmıştır.

Şimdi, bu gruba tahsis edilen krediler, öyle enteresan bir şekilde müesseseler pas edilerek gerçekleştiriliyor ki... Yüksek kredilerde, dövize natık teminat mektuplarında, mesela, bir ithalatta, KDV iadesi için, geçici olarak bir mektup şeklinde verilen bir kredi, daha sonra, yönetim kurulu toplantısından geçtikten sonra şubeye intikal ettirildiğinde, bu kredi tahsis edilen kişi şube müdürüne gidiyor, diyor ki: "Arkadaş, ben, her ne kadar KDV iadesi için bunu almışsam da, ben, yurt dışında ucuz kredi buldum; dolayısıyla, bu teminat mektubunu, yurt dışındaki ucuz kredi için kullanacağım." Banka yöneticisi şube müdürü de, yukarıdaki genel müdür yardımcısıyla kurduğu irtibat sonucunda "evet, bunu verebilirsiniz, hiçbir mahzuru yoktur" diye talimatı alarak, KDV iadesi için gümrüğe verilmek üzere ve geçici şekilde verilmiş olan teminat mektubunu, hemen, yurt dışından bulduğu sözde ucuz krediyi, anlaşmalı bankalarla ilişkilendirmek suretiyle nakde çeviriyor; adam nakdi kullanıyor; vergilerini de ödemiyor, taksitlerini de ödemiyor, cezalarını da ödemiyor. Daha sonra, bunlar, zaman içerisinde birikince, zamanı geldiğinde, yurt dışındaki, ucuz kredi buldum dediği banka, direkt olarak Halk Bankası yetkililerini süresi içerisinde uyararak "bakın, bizden, bu mektubunuzla vermiş olduğumuz kredilerin ödenmeleri gerçekleşmiyor; dolayısıyla, bunları irat kaydediyoruz" diye, nakde çevirdiklerinde, firmaya geri dönüldüğünde, ortada, maalesef, firma kalmamış oluyor. Nasıl kalmamış oluyor?..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu, sözlerinizi toparlar mısınız.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - O kadar enteresan bir örnektir ki arkadaşlar, şimdi, bu gruba, 4 tane firmasına, bu şekilde haksız yere, usulsüz yere, hiçbir hesap yapılmadan, istihbarat raporları tutturulmadan verilen ve nakde çevrilmiş olan bu teminatlar, mütemadiyen nakde çevrilirken, o bankanın o günkü genel müdürünün imzalarıyla bu nakit işlemleri gerçekleştiriliyor, gözardı ediliyor ve 1.10.1997 tarihine kadar bu işlemler devam ettikten sonra, birdenbire, bu kredilere göz yuman, telefon talimatıyla izin veren genel müdür yardımcısı -biliyorsunuz, isimleri hepimizde mahfuz- diyor ki "vallahi, ben, bu Halk Bankasında çalışmaktan yoruldum, bu bankadan ayrılıyorum." İstifa ediyor, ayrılıyor, hatta, yorgunluğunu atmak için kısa bir süre, birkaç ay Amerika'ya da gidiyor, orada dinleniyor. Bu işlemlerin yapıldığı esnada kredilerin verilmesine göz yumduğu grup, birdenbire, o esnada, bir banka satın alıyor. Satın aldığı banka da, Kayseri'nin, Tokat'ın, değişik illerin meşhur olduğu; neyiyle meşhur olduğu; reklamlarıyla ülke gündemine oturduğu bir dönemde, bu bankanın, âdeta kuruluş sermayesi -biraz sonra arz edeceğim gibi- 300 trilyon liraya -297 trilyon liradır- tekabül eden rakamı alıyorlar, bankayı kuruyorlar. Bu bankanın kuruluş sermayesini oluşturacak bir rakam olarak kabul edebileceğimiz grup kredileri belli bir yere ulaştıktan sonra, genel müdür o bankadan ayrılıyor, Amerika'ya gidip, dinleniyor, sonra geri geliyor -çok enteresandır- bu, ihmaliyle, belki de grup kredileriyle kurulmuş olan bankaya, dönüp dolaşıp, adamcağız yönetici oluyor!.. Yani, bu kadar tevafuk, bu kadar tesadüf bir araya gelebilir.

İşte, bu, tüyü bitmemiş yetimin hakları, bu insanlara bu şekilde peşkeş çekildikten sonra, bu peşkeş çekenlerin isimlerini veremeyip, kod numaralarını çözemeyip, firma isimleri elimizde olsa bile bunu Yüce Meclisimizle paylaşamayıp, çözümünü üretemediğimiz sürece, bu işler devam edecektir diye düşünüyorum.

Süremi çok daha fazla zorlamamak ve daha sonra, şahsım adına yapacağım konuşmada konuyu tamamlamak üzere sözlerime son veriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Dağcıoğlu.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili Sayın Hamza Albayrak; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HAMZA ALBAYRAK (Amasya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; görüşülmekte olan 109 sıra sayılı Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi Genel Müdürlüğünün tasvibe sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine ait, 3346 sayılı Kanunun 8 inci maddesi uyarınca hazırlanan KİT Komisyonu raporu ve bu rapora yapılan itiraz ile Komisyonun (3/133) sayılı görüşü hakkında, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Konuşmama başlamadan önce, sizleri ve izleyen tüm vatandaşlarımızı, AK Parti Grubumuz ve şahsım adına, en kalbî muhabbet ve hürmetlerimle selamlıyorum. Bu vesileyle, ülkemizi müzikte ve sporda gururlandıranları içtenlikle kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, Halk Bankasının 1997 yılı hesap ve işlemleri, 1998 yılı içerisinde, Yüksek Denetleme Kurulu tarafından denetlenmiş ve 1999 yılı başlarında, düzenlenen rapor, KİT Komisyonuna tevdi edilmiştir. Ancak, o zamanın KİT Komisyonu, 1997 yılı iş ve işlemlerine ait bu raporu, her nedense, 11.1.2001 tarihine kadar görüşmemiştir. Bu tarihte, Yüksek Denetleme Kurulunun raporunda yer alan 54 öneriden 11 tanesi hakkında soruşturma yapılması temenni edildiği halde, sadece komisyon üyelerinden bir kişinin meşruhatına dayalı olarak, alınan rapor, komisyon üyeleri tarafından şartlı olarak ibra edilmiştir. Bu konuyu da, huzurlarınızda tartışmak istiyorum.

Şartlı tahliyeyi anlamak mümkün; ama, hukuk sistemimizde, şartlı ibrayı anlamak gerçekten mümkün değildir. Ben, şahsen, hukukta şartlı ibranın mesnedine henüz ulaşamadım. Dolayısıyla, AK Parti Grubundan 21 milletvekili bu şartlı ibraya itirazda bulunmuş, 6 Mart 2002'de hazırlanan bu raporu, KİT Komisyonu 7 Ocak 2003'de görüşerek Meclis Başkanlığına intikal ettirmiştir. Şu anda itiraz müzekkeresinde yer alan gerekçeler yerinde görülerek, dönemin yöneticilerinin, yani Halk Bankasının iyi yönetilmediği kanaatine ulaşılmış ve Halk Bankasının o devirdeki yöneticilerinin görevlerini ihmal ettikleri kanaatiyle, 1997 yılı hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesi komisyonca kararlaştırılmıştır.

Değerli arkadaşlar, kamu bankalarının kaynaklarının heba edilmesi, çeşitli açılardan değerlendirilmesi gereken bir konudur, ancak bu sayede belli sonuçlar çıkarılabilir. Üç temel hususta konunun irdelenmesi gerekmektedir ki, konuyu iyi anlayabilelim ve sonuçları çıkarabilelim. Birincisi, ekonominin durumu ve nasıl yönetildiği; ikincisi, geçmiş siyasî yönetimlerin siyaset kurumunu kirletmeleri ve bu siyasilerin, siyaseti ekonominin kıblesi yapmaları ve kirli ilişkiler, bu ilişkilerden beslenen kişi veya kuruluşlar; üçüncüsü ise, yasal, idarî ve denetim sisteminin zaafı.

Değerli milletvekilleri, Halk Bankasının 1997 yılı hesap ve işlemleriyle ilgili Yüksek Denetleme Kurulu raporu toplam 51 öneriyi ihtiva etmektedir; bunlardan 14 adetinde, açıkça, kredi kullandırma işlemleriyle ilgili olarak ihmal ve usulsüz uygulamalar tespit edilmiştir.

2001 yılı sonu itibariyle, kamu bankalarında, bankacılık sektörünün 6,5 katrilyon batık kredisi mevcuttur. Bu 6,5 katrilyon batık kredinin nispet olarak yüzde 60'ı ise kamu bankalarına aittir. Halk Bankasının 6,5 katrilyon batık kredi içerisindeki payı 1,1 katrilyondur. Peki, bu batık kredi nelerden oluşmaktadır?

Halk Bankasının, kuruluş yasası ve ana sözleşmesi mucibince aslî görevi, esnafa soluk aldırmaktır. Bir bankanın kredileri, gerçekten, esnafa, KOBİ'lere mi verilmiş; yoksa, bunlar, kamu dışındaki şahıs şirketlerine gayri nakdî krediler olarak mı kullandırılmıştır? Elbette ki, kullandırılan kredilerin yüzde 90'ı, maalesef, şahıs şirketli firmalara yöneliktir. Esnaflara ayrılan pay ise, çok cüzidir, bunu da ileriki noktalarda açmaya çalışacağım.

Bankaların içinin boşaltılmasına neden olan olaylar, o dönemlerde ithalatın, uzunca bir süre TL'nin aşırı değerlendirilmesinden dolayı cazip hale gelmesi ve büyüyen bir ekonomide ara mallar ve hammadde ihtiyacı... Firmalar, bu dönemde, ithalatın finansmanında yurtdışı bankadan nakit kredi kullanmak istiyor. Neden; çünkü, yurt içinde kullanamıyor da, yurt dışından kullanıyor. Birincisi, yurtdışı maliyet oldukça düşük, Kaynak Kullanım Destekleme Fon kesintisi avantajı var; ayrıca, o dönemlerde, yurt içinde yüzde 13 ilâ 15 oranında döviz üzerinden faiz var, yurtdışı kredileri de libor+2-3'de alınabiliyor- faizi cazip.

İkincisi, yurtiçi banka, döviz kredisi verecekse, kambiyo mevzuatı gereğince, ihracat taahhüdü; yani, üretim şartı söz konusu. Yurtdışı bankadan alınacaksa böyle bir zorunluluk yok. Kısaca, yurt dışından alınan paranın kullanımı serbest; alternatif yatırım araçlarına, özellikle devlet tahviline ve hazine bonosuna açık. Yurtdışı banka, firmanın riski yüksek bir ülkede faaliyette bulunması nedeniyle karşı garanti istiyor. Firmaların malî yapılarının uluslararası standartlarda olmaması nedeniyle, özel bankalar bu garantiyi vermiyor. Kaldı ki, siyasî birtakım baskılarla, geçmiş dönemlerde en rahat krediyi veren kamu bankaları "döviz üzerinden teminat mektubu karşılığı olarak garanti verin" diyor. Bu araç, geçmiş dönemlerde çok yaygın olarak kullanılmıştır. Ayrıca, yurt dışından alınan döviz kredilerine karşı, garantinin, hazine sahipli kamu bankaları tarafından verilmesi, yurtdışı bankalar tarafından tercih edilmekte; zira, devlet garantisi var; halbuki, yurtdışı banka, özel bankayı riskli görmekte.

Döviz üzerinden teminat mektubu karşılığı verilen krediler için, firmalardan, ipotek, kefalet, işletme ve mevduat rehini, çek-senet, hazine bonosu gibi teminatlar alınıyor. Banka, bu durumda iki riske giriyor; birincisi faiz, diğeri ise kur riski. Özellikle krizler döneminde kurun ve faizlerin aşırı artması, bankaların alacaklarını daha da artırıyor; bunun karşılığında alınan teminatlar ise ya karşılıksız çıkıyor ya kefiller bulunamıyor veya nominal tutarda olan teminatların değerleri eriyor; gayrimenkuller için kıymet takdiri yapılamıyor, tebligatlar dahi geciktiriliyor ve adres bulunamadığı için yapılamıyor; bütün bunlara, maalesef, göz yumuluyor. Banka, bilançosundaki batık kredileri, halktan topladığı paralarla finanse ediyor. Bu zararın iki boyutu var; sadece bankanın içi boşaltılmakla kalmıyor; banka, halktan yüksek faizlerle topladığı paralarla açığını kapatmaya çalışıyor. Bu mevduata ödenen faiz maliyeti de işin ayrı bir boyutu elbette ki. Banka hem parasını kaptırıyor hem de kaptırdığı para için mevduat sahiplerine faiz ödüyor.

Peki, firmalarca alınan krediler gerçekten üretime, yani yatırıma mı gidiyor; hayır; reel faizlerin çok yüksek olması nedeniyle, bu para, maalesef, devlete yüksek faizle satılıyor. Yaklaşık yüzde 30 ilâ 35 oranında net bir kazanç söz konusu; yani, bir saadet zinciri oluşturulmuş. Şüphesiz, bu kredilerin anapara ve faiz ödemeleri, ya hiç yok ya da son derece az.

Değerli arkadaşlar, bakın, usulsüz kredi işlemlerinin hemen hemen hepsi aynı niteliğe sahip; devamlı hata yapılıyor -bir değil, iki değil- maalesef, kastî özelliklere ulaşıyor.

Halk Bankasının 1997 yılı iş ve işlemlerinin yürütümünün denetimine ait YDK raporunda yer alan 51 temenniden, 10 ile 42 nci temenniler arasındaki toplam 14 temennide ise, muhtelif şirketlere kullandırılan usulsüz kredi işlemiyle ilgili olarak banka yönetiminin ihmal ve usulsüz uygulamalarının ortak özellikleri şunlardır:

Firmalar hakkında istihbarat raporları eski yıllara dayanıyor veya genelde olumsuz istihbarat raporlarına rağmen, ilgili firmanın kredi değerliği olmadığı açıkça belirtilmesine rağmen, özellikle kredi veriliyor.

Değerli arkadaşlar, istihbarat raporları aynı bankada görevli bir memur tarafından veriliyor; yani, bir manada bağımsız bir kuruluş tarafından verilmesi gereken istihbarat raporu, hem denetleyen hem de bunu icra eden banka şubesince realize ediliyor. Kredi tahsis ve kullandırım şartları oluşmadan krediler açılıyor. Yeni kurulmuş firmalara, üç günlük firmaya bile kredi açılmış; oysa, kredi yönetmeliklerinde, normalde, firmanın, bir yıl sonra kredi alma hakkı doğuyor.

Kredi teminatları yetersiz ve teminat olarak alınan gayrimenkul ipoteklerinde kıymet takdirleri abartılmış, hatta, gayrimenkuller, ilgili tapuya tescil dahi edilmemiş.

Değerli arkadaşlar, bu manada kamu bankalarının görev zararlarını irdelemek gerekirse, aktif değerlerinde kayıtlı olan ipotek karşılığı mülklerin rayiç bedelleri araştırıldığında, kamu bankalarının bilançoda deklare edilenlerin kat be kat üstünde olduğu hepimizce malumdur. Zarar eden ve negatif işletme sermayesine sahip olan firmalara, maalesef, sermayelerinin kat be kat üzerinde krediler açılıyor.

Makine teçhizatına, bütçe ve bilanço analizlerine bakmadan, sadece, fabrikanın konuşlanmasına göre "işte, şu kadar metrekare yerleşim alanı var" gibi değerlendirmelerle, maalesef, firma sermayesinin fevkalade üzerinde kredilendirme yapılıyor.

Diğer özel bankaların çoğunluğunu batırmış -kamu bankaları değil, dikkatlerinize sunuyorum- diğer özel bankaların on ya da onbeş tanesinden kredi almış, bunların kredilerini ödememiş, yetmemiş, aynı firmalar, diğer kamu bankalarından da -Vakıfbank'tan, Halk Bankasından, Emlakbank'tan- kredi almış, aldığı bu kredileri riske ettiği, geri ödemediği bilenen firmalara da, maalesef, bile bile, geri dönüşümünden hiç ama hiç umut olmadığı halde, o zamanın banka yöneticileri tarafından, hatta, yönetim kurulu yetkisi, genel müdür yardımcısı tarafından da kullanılarak, maalesef, çok yüklü krediler verilmiştir.

Arkadaşlar, akreditif açılmadan, sözlü beyana göre... Yani, ben, yıllarca teftiş kurulu başkanlığı yaptım; KİT Komisyonunda görev yaptığım süreçte, hakikaten, sukutu hayale uğradım; şöyle ki: Tabiri caizse bizi soyanlar, Anadolu'da "kevgir" diye tabir edilen "ilistir" de denilen o küçük deliklerle yetinmemişler, ellerindeki bizlerle, özellikle o delikleri genişleterek, maalesef, suyun debisi ne kadar yüksek olursa olsun, hiç ama hiç su birikimine fırsat tanımamışlar.

Banka anastatüsünün 4 üncü maddesinde, ağırlıklı olarak, esnaf ve sanatkârlara, KOBİ'lere kredi verilmesi gerekirken, siyasî baskılarla, diğer şahıs şirketlerine ticarî kredileri vermelerini anlamak mümkün değildir. Onun içindir ki, kamu bankalarının içinin boşaltılmasında üçlü bir ortaklık söz konusudur. Bu olayın, bir siyasî boyutu, bir müteşebbis boyutu, bir de bürokrat boyutu vardır. Bu üçlü grup, ülkeye, Türkiye'yi zarara sokan "doğal afetler" diye isimlendirdiğimiz fay hattında oluşan depremlerden daha çok zarar vermişlerdir; zira, bunlar da, hep, maalesef, fay hattında birleşmişlerdir.

Yapılan istihbaratta, fiilî veya potansiyel müşterilerin hukukî, malî ve ahlakî durumu, iş yeterliliği ve girişimciliği, sektörün ve ekonominin genel durumu dikkate, maalesef, alınmamıştır. İstihbaratın gizlilik esasına uyulmamıştır. 3182 sayılı Bankalar Kanunun 46 ncı maddesine göre, bir firma, bir bankadan kredi talep ettiğinde, talep ettiği kredinin miktarı 85 milyar ve üstü ise, bu bankanın hesaplarının, bilançolarının, gelir-gider tablolarının bağımsız bir yeminli malî müşavir tasdikinden geçmesi gerekirken, bu lazımeye dahi uyulmamıştır.

Yine, 97/10497 sayılı Karşılıklar Kararnamesine göre, süresi içerisinde tahsil edilemeyen faiz ve komisyonlar ile nakit kredi taksitlerinin tasfiye olunacak hesaplara aktarılması gerekirken, maalesef 3182 sayılı Kanunun 52 nci maddesine uyulmayıp, bunlar tasfiye edilecek hesaplar kuruluna aktarılmamıştır. Yetinilmemiş, ayrıca, banka yönetimi, kendisini 4.12.1996/43-47 sayılı kararla, istisnaî kararlar bağlamında, yönetimden de bazı şeyleri kaçırarak, kredilendirme yoluna gitmiştir. Yeni banka yönetiminin komisyona verdiği cevaplarda da, maalesef, bu kendilerinden önceki banka yönetiminin hatalı uygulamalarının altı çizilmiştir.

Değerli arkadaşlar, Halk Bankasının 2001 yılı tasfiye olunacak alacaklar hesabındaki toplam rakam 1 katrilyon 110 trilyon 835 milyardır; bu, batık krediler toplamıdır. Bundaki payın yüzde 90,4'ü olan 1 katrilyon 4 trilyon 245 milyar lirası, borcu 500 milyarın üzerinde olan 203 tane firmaya aittir; dikkatlerinize sunuyorum, yaklaşık 1 katrilyon 4 trilyon lirası, 203 tane firmaya ait; yüzde 2,6'sı, yani 28 trilyon 567 milyar lirası ise 200 ilâ 500 milyar lira kredi alan 88 firmaya ait; bankanın esas görevleri arasında olan esnaf ve KOBİ'lerin payı ise yüzde 7 ve tutarı 78 trilyon 23 milyar lira, aldıkları para 200 milyarın altında; borcu olan firma adedi ise yaklaşık 27 000.

Değerli arkadaşlar, 27 000 esnafın icraî takiple tezgâhı kapatılıp, dükkânının kepengi kapatıldığı halde; yani, 78 trilyon için 27 000 kişi hakkında takibat yapıldığı halde, 1 katrilyon 4 trilyon için 203 firma hakkında hiç takibata baş vurulmaması izahtan varestedir gerçekten.

Değerli arkadaşlarım, peki, tüm bu siyasî ve ekonomik bozukluğun yanında, bir de, idarî ve denetim zafiyeti, artı, hukukî yetersizlik bunda büyük bir rol oynamış mıdır; doğrudur, oynamıştır.

Çok değerli arkadaşlar, zaten, eskiden eşkıya, dağlarda sipere gizlenerek soygun yaparmış. Şimdiki eşkıya kıravatlı olarak aramızda dolaşıyor. Bunlar, önce, hukuken önlerinde manîa olarak gözüken hususlarda birtakım değişiklikleri yapıyorlar, ondan sonra, maalesef, her türlü soygunu, usulsüzlüğü, yolsuzluğu yapıyorlar. Bakınız, 4743 sayılı İstanbul Yaklaşımı olarak bilinen Yasa, 1211 sayılı Merkez Bankası Kanununda değişiklik yapan 4651 sayılı yasa, CMUK'un 143 üncü maddesi, Türk Ceza Kanununun lehte kullanmaya şamil 2 nci maddesi, bu tür engelleri maalesef ortadan kaldırmıştır. Soruyorum size: Batık bankalar diye adlandırılan bankaların içini boşaltanların şu anda hüküm giymiş olanları var mı? Kamu bankalarının statüsü, bu İstanbul Yaklaşımıyla özel bankalar statüsüne dahil edilmiş ve onların, şu anda kamu sorumluluğu yok devlet memuru olarak. Sadece, Türk Ticaret Kanununun 341 inci maddesine göre bunlar hakkında cezaî işlem yapılabilecek. Bunların alacağı ceza da ya emniyeti suiistimal ya da vazifeyi ihmalden azamî bir yıl ve bunlar da paraya çevrilecek suçlar olduğu için yatacakları hiçbir gün yok. Ondan sonra, hepimiz görüyoruz ki "vatan sizinle gurur duyuyor" diye, bizim yarınlarımızı çalanlar alkışlanıyor arkadaşlar. Buna son vermek mümkün mü; elbette mümkün. Bunun için, Meclisimizin yapması gereken şeyler var mıdır; bunları kısaca özetlemek istiyorum:

Değerli arkadaşlar, gelin, AK Parti ve CHP olarak, demokrasiyi parakrosinin esaretinden kurtaralım. Şartlı ibra denilen şeyi reddedelim. Devlet çeşmesinden su içenlerin bir gün susuz öleceklerini birilerine değil birçoklarına hatırlatalım. Halk tabiriyle, hamam suyuyla dost gönülleyenlere dur diyelim. Sadaka verirken dahi gösterilen hassasiyetin, devlet bankalarından kredi verilirken gösterilmemesini anlamak mümkün değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

HAMZA ALBAYRAK (Devamla) - Bu arada, kamu bankalarının ya da özel bankaların Tasarruf Mevduatı Garanti Fonu kapsamından çıkarılması gerekmektedir. Bu, aslında, serbest ekonomiye de terstir; çünkü, burada bir düalizm vardır. Reel sektörde zarar edildiğinde, kamu, devlet diyor ki, kardeşim basiretli davransaydın, zarar etmeseydin!.. İçi boşaltılan bankalara Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu tarafından el konularak devletleştirildiğinde, Tasarruf Mevduatı Garanti Fonu kapsamında, onun bütün zararını devlet üstleniyor. Bu arada, bankanın, şahıslardan olan alacağını 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre yapıyorsunuz; ama, maalesef, devlete olan borçlarını, kamu bankalarına olan borçlarını bu madde doğrultusunda takip etmiyorsunuz!..

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de, bankanın içini boşaltmak, yani, amiyane tabirle banka soymak kadar kolay bir şey yok; çünkü, serbest ekonomide, yani, günümüz bankacılığında, hakikaten, bankaları soymak için önünüzde aslında bir engel yok, arkanıza siyasî destek almışsanız, bürokratla da paylaşmasını biliyorsanız, mesele kendiliğinden halloluyor. Onun için, biz, diyoruz ki, bankalar ekonomi içindir, ekonomi bankalar için değil. Türkiye "banka kur, devlete para sat, hiç üzerine risk alma, sırt üstü yat" uygulamasından bir an önce kurtulmalıdır.

Değerli arkadaşlar, 1997 yılının Halk Bankasının, iş ve işlemlerine ilişkin -en son Komisyonumuz tarafından alınan kararda- biraz önce detaylarını huzurlarınızda aktarmaya çalıştığım zararı, 1997 yılı sonu itibariyle 580,771 yani, rayiç bedele uygulandığında, bu zarar çok daha artacaktır.

Banka yönetiminin 2001 yılında el değiştirmesiyle, 24.2.2001'de, 14.4.2001'de, 16.8.2001'de, 29.11.2001'de; birincisinde normal, diğerlerinde olağanüstü genel kurula gitmesini anlamak da mümkün değildir. Bu genel kurula gidilerek ne yapılmıştır; yönetim kurulu üye sayısı 6'dan 11'e, genel müdür yardımcısı sayısı da 7'den 15'e çıkarılmış ve 14.4.2001 tarihi itibariyle, genel müdür yardımcılarının aldığı net maaş ise 7 250 000 000'a çıkarılmıştır. İşte, bankada yapılan iyileştirmeler bunlar.

Ben, Yüce Meclisimizin, yapılan bu usulsüzlüklere ve banka içi boşaltmalara karşı Komisyonumuzun hazırladığı rapora itibar edip, ibra edilmeme noktasında karar vereceğinden eminim.

Hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Albayrak.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Saygıdeğer Başkanım, Yüce Meclisin çok değerli üyeleri; Türkiye Halk Bankasının tasvibe sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine ait, 3346 sayılı Kanunun 8 inci maddesi uyarınca hazırlanan rapor KİT Komisyonumuzda görüşüldü ve KİT Komisyonumuzda yapılan itirazla, gerek AK Partinin ve gerekse Partimizin KİT Komisyonu üyesi arkadaşlar, bunun ibra edilmemesi yönünde oy kullandılar; çünkü, bu Meclisin bir temel görevi de, bu tür konuları en ince detayına kadar incelemesi ve kamuoyuna sunmasıdır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Halk Bankasının temel görevini size arz ediyorum: Yasasında "esnaf, sanatkâr, küçük esnaf, orta ölçekli sanayi ve diğer kuruluşlarının kredilendirilmesinin yanında, tüm bankacılık hizmetlerini yapmak ve aynı zamanda, küçük ve orta ölçekli sanayi sektörünün Kalkınma Bankası görevini yürütmek" şeklinde tanımlanmıştır, özellikle, bunu, bilgilerinize sunmak istiyorum; bankanın kuruluş amacı budur. Yani, bankanın temel amacı, küçük esnafa, orta ölçekli firmalara ve diğer sanayi kuruluşlarına finans desteği yapmaktır; temel amacı budur.

Tabiî, Sanayi Devrimiyle 19 uncu Yüzyılda teknolojik gelişme sağlanmış olmasına karşın, toplum yaşamında gerekli gelişme sağlanamamış, özellikle, gelişmekte olan ülkeler ve azgelişmiş ülkeler yeterli sermayeyi bulamamış ve bu gelişmeye ayak uyduramamıştır. Toplum katmanları arasındaki farklar büyümüş ve sonuçta, geniş kitleler yoksullaşmıştır. Geniş kitlelerin üretimdeki temsilcileri olan esnaf, sanatkâr ve küçük ticaret erbabı, gelişmiş ülkeler karşısında yok olmuşlardır, serbest rekabete dayanamamışlardır.

Halk bankacılığı, sosyal ve iktisadî hayatta, orta sınıfın güçlenmesi ve etkin kılınması amacına yönelik bir politika, toplumdaki barışın temel ilkesidir. Orta sınıf olarak adlandırılan esnaf, sanatkâr, küçük ticaret erbabı ve emekle geçinen kesimler, bu süreçte rekabet edemedikleri için, kaderleriyle baş başa kalmışlardır. Ülkemizde izlenen ekonomik kalkınma modelleri, bu sınıfları, iş yapamaz duruma getirmiştir.

Halk bankacılığı, para ticareti yapan bir kurum değil, ülkenin iktisadî amaçları yanında sosyal amaçlarına hizmet eden bir yapıda olmalıdır. Amacı kâr değil, sosyal sınıfların ayakta durmasının etkin bir aracı olmalıdır.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, ülkemizde, kredi ihtiyacını karşılayacak kurum yoktu. Savaşın yarattığı, olumsuz konjonktürün yarattığı sonuçlar neticesinde geniş kitlelerin ne kadar zor durumda kaldığını hepimiz biliyoruz; ancak, bu insanlarımız, bireysel kalkınmayı değil, toplumsal kalkınmayı hedef almışlardır; şahsî menfaat yerine, toplum menfaatını önplana çıkararak, mücadele etmişlerdir.

1930'lu yıllarda sadece Ziraat Bankası vardı. 1924 yılında İş Bankası kuruldu. Halk Bankası, 1938 yılında, sadece Halk Sandıklarına kredi açmak amacıyla kuruldu ve 1950 yılında ise, esnaf dernekleri ve kooperatiflere de kredi veren bir kurum haline getirildi. Halk Bankası, küçük sanayicilere kredi veren bir kurum oldu. Halk Bankası, 1984 yılındaysa, amaç maddesinde belirtilen görevlerini yerine getirme temel göreviyle görevlendirilerek, daha geniş kesimlere destek olacak bir banka hüviyetine kavuşturuldu.

Halk Bankası, kurulduğundan 1990 yılına kadar Türkiye'de önemli işlevleri yerine getirmiştir; özellikle, o günlerin orta ölçeklisi, belki de bugünlerin büyüğü olan ve sağlıklı büyüyen her firmasında önemli katkısı vardır. Bu katkıları kimse unutamaz; çünkü, bu dönemde, banka, her türlü siyasî iradenin dışında, temel görevini yapıyordu.

Siyasî irade dedim arkadaşlar. Tabiî, kurumları kişiler yönetir; ama, kamu bankalarının bu hale gelmesinin birincil unsuru, temel unsuru siyasî iradedir. Siyasî irade olmaksızın bu bankalarda bunlar olmazdı. Onun için, görevini kim yerine getirmediyse, görevini kim ihmal ettiyse, tabiî, eğer bir suçu varsa, onlar suçludur; ama, burada baş suçlu siyasî iradedir. Eğer, siyasî irade müsaade etmeseydi, kamu bankalarının hiçbiri bu duruma gelmezdi. O dönemde kamu bankaları özerk kurumlar değildi, yönetimlerini ve genel müdürlerini siyasî irade atıyordu.

Halk Bankası, 1990'lı yıllardan sonra, toplumsal kalkınmadaki temel amaç ve hedeflerini ikinci plana attı; yani, bankanın temel amacı olan esnaf ve sanatkârı fonlamak yerine, daha çok ticaretin finansmanına doğru yöneldi.

Siyasetin kendi yandaşlarını koruma ve kollamasını üstleneceksin, bankada görev yapan kişileri siyaset uğruna sindireceksin; görevini görev bilinciyle yapan kişileri siyasetçi tedirgin edecek ve görevden alacak, banka kaynaklarının önemli bir kısmını hiç fizibl olmayan -proje kredileri yerine- rantabl olmayan ticarî kredilere aktaracaksın ve siyasî baskılara boyun eğdireceksin!.. İşte, Halk Bankasının bu aşama gelmesindeki birinci unsur siyaset ve siyasetçidir. Bu Yüce Meclis bunu artık kabul etsin.

Siyasî irade, hiçbir zaman bankalardan elini çekmedi, özellikle kamu bankalarının özerkleştirilmesinde asla bir adım atmadı. Bunun sonucunda nereye gidildiğini şimdi daha iyi görüyoruz.

Tabiî, elimizde 1997 yılı raporu var. 1997 yılı raporuna baktığımızda ki, küçük veya demin konuşmacıların arz ettikleri, 14 firma olarak yorumladıkları firmalar, 2001 yılına gelindiği zaman bir dünya firma yapıyor. Eğer, o gün siyasî irade bunlara müsaade etmeseydi, bu bankalar bu hale gelmezdi arkadaşlar.

Bir bakıyorsun, Yüksek Denetleme Kurulu raporunda 14 madde gözüküyor, 2001 yılı raporunda bu 47 madde!.. Onun için, bana göre, olayın birinci halkası, siyaset ve siyasetçidir; onlar buna neden olmuştur. Bunu, lütfen, bu Yüce Meclis çatısı altında hepimiz kabul edelim.

Banka genel müdürünü atayacaksın, yönetim kurulunu atayacaksın, her yıl bankalar yeminli murakıbının raporları eline gelecek, Yüksek Denetleme Kurulu raporu eline gelecek, bunları göreceksin ve hiçbir şey yapmayacaksın!.. Veya bunları acaba o bankayı yönetenler mi yaptı, yoksa, birileri yaptırdı mı; bu soruyu sormamız lazım; yani, biz, hata yapan, yanlış yöneten insanları sorgulamak yerine, eğer, olaya, çok dar bir gözlükle, basit bir gözlükle bakarak, bu adamları her türlü mahkemeye verelim, her şey, en küçük detay yargıya intikal etsin der ve olayın sadece bu penceresinden bakarsak, içinden çıkamayız; geniş pencereden bakmalı bu Yüce Meclis.

Sizlere soruyorum: Halk Bankasının, temel görevi olan, esnaf, sanatkâr, esnaf kooperatifleri ve küçük sanayiciye verdiği desteklerde sorun yaşandı mı? Dünyanın en sağlam kredisi esnafa verilen kredi. Hangi esnafta para batmıştır? Hangi esnaf kefalet kooperatifine verilen kredi batmıştır? Türkiye'de, tüm illerimizde esnaf kefalet kooperatifleri var. Bir esnaf, kredi borcunu ödemediği zaman, o esnaf kefalet kooperatifindeki hiçbir üye yeni kredi alamıyor. Onun için, bunların hepsi birbirlerine kefildirler, hem de müteselsilen; yani, bir adamın 10 milyar borcu varsa, kooperatif kanalıyla bir kredi almışsa, o kişinin 10 milyar kredisi ödenmeden, o kooperatif yeni bir kredi alamaz. Onun için, dünyada, bundan daha sağlam, bundan daha... Bir ilçede, belki 150, 200, 250 kişi, birbirlerine sorumlu kefil oluyorlar ve bana göstersinler; tek bir tane esnaf kefalet kooperatifinin kredisinin ödenmediğini bana göstersinler.

Halk Bankasının, esas, temel amacı bu. Siz, hedefiniz olan insanlara destek olmayacaksınız, amacınızdan çıkıp, temel yasanızdan çıkıp, 100 000 000 dolar, 150 000 000 dolar, tek kalem krediler açacaksınız. Bu bankanın temel yasasında bu yok.

Devlet olarak Halk Bankasına yeni görevler vereceksin; Halk Bankasına, TÖBANK'ın, Sümerbank'ın ve Emlak Bankasının tasfiyesini yaptıracaksın; arkasından, Halk Bankasının kaynaklarını buralarda harcayacaksın; sonunda "görev zararı" deyip, yüzde 500'lerle, yüzde 1000'lerle, yüzde 2000'lerle para toplayacaksın. Bu, dünyanın neresinde var?! Devlet baba "Sümerbank'ı tasfiye et, Emlak Bankasını tasfiye et, TÖBANK'ı tasfiye et" diyor. Tabiî, Halk Bankasının birtakım kaynakları buralara gitti. Kendi kaynaklarını buralara harcayacaksın, ondan sonra dönüp "kaynağım yok" deyip, piyasadan para toplayacaksın ve herkes, maalesef, gariptir, bir tarihlerde repo piyasasında, Halk Bankasına para yatırmak için kuyruğa giriyordu; çünkü, en yüksek faizi veriyordu. Çok büyük ihtiyacı vardı, dönmek zorundaydı ve en yüksek oranda repo faizi veren bankaydı. Herkes oraya parasını yatırmak için kuyruğa giriyordu. Bu insanları, paralarını Halk Bankasında repo yapması için kuyruğa sokacaksın ve böyle bir banka olacak ve sonunda, bunun adı -bana göre- siyasetin sorunlarına sorun katma anlayışıdır. Siyasetçinin ve siyasetin, o bankayı düzenlemek, o bankaya, başka bankaların sorunlarını yıkarak, sorunlara sorun katmak...

Peki, soruyorum: Tüm bunlar olurken, acaba, bunlara neden olan hiçbir siyasetçi sorgulandı mı?..

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Kimdi o bakan?.. Bakan kim?..

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Sorgulanmadı; ben hatırlamıyorum, bilmiyorum.

Bugün, dikkatinizi çekmek istiyorum, Halk Bankasının toplam plasmanları içerisinde, yani kredileri içerisinde, esnaf kefalet kooperatiflerine ayırdığı kaynak 30 000 000 dolardır. Bir daha söylüyorum: Tüm Türkiye'de, esnafımıza, esnaf kefalet kooperatiflerine bugün için Halk Bankasının verdiği kredi 30 000 000 dolardır. Yani, Türkiye'de buldozer olan, Türkiye'deki geniş kitlelere, birçok insana istihdam sağlayan esnaflara verilen bu 30 000 000 dolar kredi, acaba, hakikaten... Yani, gülünçtür, ayıptır. Biz esnafımızı sevmiyoruz, biz esnafımıza bir şey vermiyoruz. O insanların bir yere gitmesini istemiyoruz galiba; esnafımızın büyümesini istemiyoruz, esnafın yok olmasını istiyoruz biz. Bundan bu çıkar. Arkadaşlar, tüm Türkiye'de, 81 ilimizde 30 000 000 dolar... Bunlar isyan etmesin de kim isyan etsin!.. Tek firmaya 100 000 000 dolar veriyorum ve Türkiye'deki tüm illerdeki esnafa verilen kredi toplamı, bugün için 30 000 000 dolar.

Peki, bu insanların üretime katkısı yok mu? Bu insanlar ne yapacak? Bu insanlar, araç-gereç, makine, teçhizat yenilemesi yapmayacak mı? Sonuçta, bunların hepsi, bu esnaf yok oluyor.

Esnaf ve sanatkârı unutup, bankayı, kendi yasasında belirtilen temel amacının dışına çıkaracaksın, sonra da, ülke kalkınmasını, üretim ve istihdamı konuşacaksın!

Dünyanın her ülkesinde... Batılı ülkelere bakın... Hatta, Sayın Aziz Akgül Bey geçenlerde Bangladeş'e gitti; Bangladeş'te bile küçük kooperatifler, onlar kanalıyla, esnaf, küçük esnaf ve sanatkâr finanse ediliyor; onlara araç-gereç kredisi veriliyor. Dünyanın her tarafında esnafın, Almanyasından tutun Amerikasına kadar, bir uzun vadeli araç-gereç fonlaması, artı işletme kredisi fonlaması vardır; ama, bir tek Türkiye'de, maalesef, esnaf unutuluyor, küçük sanayici unutuluyor, sanatkâr unutuluyor ve sonuçta da, katmanlar arasındaki fark böyle büyüyor. Yok olacaklar eğer biz bu kafayla gidersek. Esnafımız kepenk kapatacak, binlerce insan daha işsiz kalacak; çünkü, rekabet şansları yok.

Halk Bankası, her yıl bankalar yeminli murakıpları ve Yüksek Denetleme Kurulu tarafından ayrı ayrı denetleniyor, her yıl raporları ilgili mercilere iletiliyor. Bu raporları hiç kimse görmedi mi?! Baktığınız zaman, her yılın raporunda sözü edilen sorunlar daha çok küçük boyutta iken, siyasî irade, işine gelmediği için dikkate dahi almadı; belki de, onlarca denetim görevini yapan insan ve denetim elemanları siyasî irade tarafından cezalandırıldı.

Özetle, siyasî iradelerin, ülke kalkınması yerine kişisel yandaşlarının kalkınması modeli, Türk bankacılığının bugüne gelmesinin temel unsurunu oluşturmuştur.

Görev zararları içerisinde yer alan esnaf ve sanatkârlar kooperatifine ait görev zararına kesinlikle katılmıyorum. 356 trilyon diyorlar... Burada, 1997 raporunda, 500 küsur trilyonluk bir görev zararı açıklanmış; kesinlikle katılmıyorum. Siz, bankanın kaynaklarını, çok yüksek dilimlerle açtığınız temel amacın dışındaki kredilere tek kalemde vereceksiniz, daha sonra da, en yüksek faizle para toplayan banka olacaksınız, piyasanın 10-15 puan üstünde faiz vereceksiniz, daha sonra da, yüksek faizlerin ortalaması üzerinde bir rakam bulacaksınız ve Hazineye diyeceksiniz ki "senin verdiğin görev nedeniyle bu kadar zarar ettim." Olmaz böyle bir şey, yok böyle bir şey! Bu zarar, esnafa verdiğin krediden kaynaklanmıyor. Esnafa kaç para verdin ki?!

Türkiye, son onbeş yıldır, değişik tarihlerde, önemli ekonomik krizler yaşamıştır. Gerçek üretim yapan, her şeyiyle üretim için seferber olan birçok kurum ve firma, dönem dönem, zor günler geçirmiştir. Finansman darboğazına giren iyi niyetli binlerce kurum da, izlenen ekonomik modeller nedeniyle çok güç durumlarda kalmıştır. Elbette, bu kurumlar içerisinde Halk Bankasına borçlu olan firmalar da vardır ve olacaktır; ancak, belirli bir süreç içerisinde, bu firmalar, borçlarını onurluca yeniden yapılandırmışlardır; ancak, ülkede yaşanan krizin etkisi ve hükümet değişikliklerinde veya bankaların yönetim değişikliklerinde iyi niyetli pek çok kişi bir gecede yok edilmiştir, yaşlar ile kurular aynı kefeye konulmuştur. Özellikle, yönetim değişikliklerinde birçok firma, üretim mantığı gözetilmeden yok edilmiştir. Ülkenin temel sorunu üretimdir. Eğer, bir baca tütüyorsa, bu bacayı nasıl söndürürüm mantığı yerine, acaba, bu baca nasıl daha fazla üretim yapar mantığına gelmez isek, toplum olarak yok oluruz; tıpkı son onbeş yılda olduğu gibi.

Değerli milletvekillerim, Halk Bankası Genel Müdürlük ve şubelerinde görev yapan büyük çoğunluktaki arkadaşlarımız, birçok insan çok zor koşullarda ve yoğun iş yükü altında, mesai saati tanımaksızın cansiparane görev yapıyorlar. Bu arkadaşlar, sadece ekmek parası peşindeler. Siz, bir de, hükümetlerin ve yönetimlerin, hak etmediği halde, talimatla -altını çiziyorum, talimatla- zorla ve işten atma tehdidiyle görev yapmaya zorlanan çalışanların içinde bulunduğu psikolojik durumu düşünün. Bu insanlara Allah yardım etsin.

Halk Bankası Genel Müdürlük makamı ve yönetim kurulu üyeleri, siyasî iradeyle, yani, hükümetler tarafından belirlenmiştir ve belirleniyordu. Siyasî irade, ülkeyi en iyi şekilde yönetmek amacıyla göreve talip olmuyor mu?! Peki, Halk Bankasında bu kadar yönetim hatası oluyor da, neden kayıtsız kalınıyor?! Sorunun temel nedenini buradan hareket ederek aramamızın en doğru olacağı kanısındayım.

Ayrıca, 1997 yılında oluşan bu olumsuzluklar, acaba, bugüne kadar neden bekletildi, niçin bekletildi?!.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, tamamlar mısınız.

Buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Yüksek Denetleme Kurulu raporu içeriğinde usulsüz işlem olarak belirtilen noktalarla ilgili olarak, kurumda görev yapan herkesi suçlamak son derece yanlıştır. Bu işlemler nedeniyle pek çok konu yargıya intikal etmiştir, birçoğu yargı sürecindedir. Bu nedenle, yargının nasıl hızlandırılacağının çözümlerini birlikte aramamız gerektiğine inanıyorum. Yargıya intikal etmeyen en küçük detay kalmamalıdır, her şey yargıya intikal etmelidir. Sonuçta, kötü niyetli borçluların en acımasızca takip edilmesi gerekir. Özellikle kötü niyetli borçlulara karşı, yasalarımızda boşluklarımız çoktur. Bu ülkede her şey, hep, kötü niyetlilerin yanına kâr kalıyor, yapanın yanına kâr kalıyor. Artık, bu ülkede, üretenle üretmeyeni, dürüstle dürüst olmayanı ayırmazsak, özellikle gençlerimiz, ülkenin geleceğinden kuşku duyuyorlar. Sistemin bu açıdan irdelenmesi kaçınılmazdır.

Değerli milletvekilleri, 1997 yılına ait hesapların 2003 yılına kadar bu Meclis tarafından, ne kadar geç bir süreç içerisinde sorgulanması gerçeğini bir türlü hazmedemiyorum. Neden altı yıl bekletildi, altı yıl içinde alınacak yol bugüne kaldı? Sorunlar yumağı işlemler altı yılda acaba  kül oldu uçtu mu; uçmadı mı acaba? Bu firmaların hepsi bekliyor mu? Paranızı ödeyeceğim mi diyorlar acaba? Bu firmalar acaba ayakta mı? Altı yıl sonra temel bir görevi yapmış olmanın sorumluluğunu yerine getiren bu Yüce Meclisin, bu konuları ilk yılında çözümlemeye gitmesi ve siyasî ve idarî -altını çiziyorum, siyasî ve idarî- sorumlulukları olan herkes için en etkin şekilde yargı yoluna başvurması kaçınılmazdır.

Saygıdeğer milletvekilleri, Halk Bankasının 1997 yılı hesap ve işlemlerinin en kısa süreçte, en ince detayına kadar, yargıya intikalinin sağlanmasını Yüce Meclisten bir kez daha istirham ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Şahısları adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu?.. Yok

Adana Milletvekili Sayın KemalSağ, buyurun. (Alkışlar)

KEMAL SAĞ (Adana) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin tasvibe sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine ait Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyon raporu ve bu rapora yapılan itiraz ile komisyonun görüşü hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonu denetimine tabi olan Türkiye Halk Bankasının 1997 yılına ait hesap ve işlemleri, 11 Ocak 2001 tarihindeki toplantıda, dönemin KİT Komisyonunca şartlı olarak ibra edilmiştir. Şartlı ibra raporunun dağıtımını müteakip rapora itiraz edilmiş, 5 Şubat 2003 tarihli KİT Komisyonu toplantısında itiraz edilen konuların incelenmesi sonucunda, itiraz konularının doğru olduğu ve 1997 yılı hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesi karara bağlanmıştır.

Benden önceki sayın konuşmacıların belirttiği gibi, Türkiye Halk Bankasının temel amacı, KOBİ'leri ve esnafı malî yönden desteklemektir. Zaman zaman, muhtemelen siyasî iktidarların politik baskıları sonucunda, Türkiye Halk Bankası da, maalesef, diğer bazı kamu bankaları gibi amaçları dışında yönlendirilmiş ve dolayısıyla, mevzuata uymayan birçok bankacılık işlemi, tabiîdir ki, daha ziyade haksız kredilendirme işlemleri ortaya çıkmıştır. Bunlardan birçoğu iyi kamufle edildiği için, belki de hâlâ gün ışığına çıkmamış; ama, bazı kredi işlemlerinde de mızrak çuvala sığmamıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün görüşmekte olduğumuz Türkiye Halk Bankasının 1997 dönemi işlemlerinde de, mızrağın çuvala sığmadığı bazı kredi işlemleri söz konusudur. Ben, milletin bu kürsüsünde ağdalı sözlerle politika yapmak yerine, doğrudan doğruya, dikkatimi çeken, tartışma konusu olan dönemdeki bazı kredi işlemlerini ortaya koymak istiyorum. Yalnız, açıklamalarımda firma adı belirtmem kanunen mümkün olmadığı için, ancak kot adlarıyla belirteceğim. Bu da çok enteresan bir hüküm doğrusu. Bankalar Kanunundaki bu hüküm uyarınca, KİT Komisyonu üyesi olan milletvekilleri olarak bizler bile firma isimlerini, maalesef, öğrenemiyoruz, öğrendiklerimizi de açıklayamıyoruz. Şunu hemen belirteyim ki -belki sadece bir tesadüf de olabilir- Yüksek Denetleme Kurulu raporlarında incelenmesi ve soruşturulması istenilen kredi işlemlerinden 7 adet firmayla ilgili olanları, aynı zamanda, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunca da incelenmiş ve 18 Eylül 2001 tarihli bir yazıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuş, Başsavcılıkça da 15 Kasım 2001 tarihinde soruşturma izni verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, ek bir bilgi daha sunmak istiyorum. Yüksek Denetleme Kurulu raporunda, 1997 yılı hesaplarına ilişkin olarak incelenmesi ve soruşturulması istenilen hususlar hakkında, 1998, 1999, 2000 ve 2001 yılı raporlarında da soruşturma açıldığına dair herhangi bir bilgi yer almamıştır. Zaten, henüz, 2002 raporu da KİT Komisyonuna ulaşmamıştır. Demek ki, bugüne kadar, bu konular hakkında herhangi bir ciddî işlem yapılmamıştır.

Şimdi, KİT Komisyonunda itiraz nedeni olan kredi işlemlerini kısaca hatırlatmak istiyorum: İstanbul Levent Şubesi, 52, 71, 94 ve 95 sabit numaralı firmalar; yine, Levent Şubesi, 51 sabit numaralı firma; İstanbul Şirinevler, 116 nolu firma; İstanbul Levent Şubesi, 73 kod nolu firma; Bakırköy Şubesi, 468 kod nolu firma; İstanbul Levent Şubesi, 84 sabit numaralı firma; Ankara Köroğlu Şubesi, 94 ve 109 nolu firma; İstanbul Karaköy Şubesi, 866 ve 870 nolu firmalar; Kahramanmaraş Merkez Şubesi, 2427, 2428, 2429, 2430 sabit numaralı firmalar; İstanbul Salıpazarı, 228 sabit kotlu firma; İstanbul Levent Şubesi, 101 sabit numaralı firma; Bursa Çekirge Şubesi, 428 sabit numaralı firma; İzmir Şubesi, 1384/1 ve 1384/2 numaralı firma ve Ankara Aydınlıkevler Şubesi, 113 nolu firma.

Yukarıda belirttiğim toplam 14 grubun aldığı kredilerin bugünkü banka alacak değeri, kabaca, 1 katrilyon Türk Lirasının üzerindedir sayın vekillerim. Bu krediler, yıllarca tahsil edilmediği ya da edilemediği şöyle dursun, bu kredilerin açılmasında imzası olanlar hakkında, genel olarak, bir işlem dahi yapılmamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, bu konuları itiraz ederek KİT Komisyonunun gündemine taşıyan Sayın Ergün Dağcıoğlu ve arkadaşlarına teşekkür etmek istiyorum; ancak, Sayın Dağcıoğlu ve mensubu olduğu AKP Grubunun, dönem ve siyasî  parti ayırımı yapmaksızın, hakkında ciddî bulgular olan her türlü yolsuzluk iddiaları için de, siyaseten tutarlı ve etkin olmak adına aynı duyarlılığı göstermelerini, doğal olarak, bekliyorum.  Bu dönem görev yapan KİT Komisyonu da, bir ilke imza atarak ve daha önce şartlı ibra edilen bir dönemin kredi işlemlerinin mevzuata aykırı olduğunu tekrar görüşmeye açarak, bunu ortaya koymuştur. Komisyonumuz, söz konusu dönemin yöneticilerinin 1997 yılında bankayı iyi yönetemediklerini ve zarara uğrattıklarını kabul etmiş ve dolayısıyla, raporunu, ibra edilmemesi görüşüyle Yüce Heyetinize sunmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hatırlarsanız, yıllar önce Cumhuriyet Halk Partisi Türk Ticaret Bankası konusunda da aynı tavrı göstermişti, bugün de, yine, aynı tavrı Cumhuriyet Halk Partisi olarak gösteriyoruz. Demin dediğim gibi, AKP Grubunun da bu tavrı her zaman sergilemesini bekliyoruz.

İMDAT SÜTLÜOĞLU (Rize) - Biz her zaman sergileriz.

KEMAL SAĞ (Devamla) - Teşekkür ederim.

Bu olay, kanımca, diğer kamu bankalarına ve sayın yöneticilerine ışık tutmalı, kamu bankalarının ve dolayısıyla bu ülkenin kaynaklarının yerinde ve verimli bir şekilde kullanılmasına dikkat edilmesi açısından göz önünde bulundurulmalıdır.

Sözlerimi tamamlarken bir hususu daha açıklama gereği duyuyorum. Ben ve mensubu olduğum Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye Halk Bankasının 1997 yılı işlemlerinin ibra edilmemesi yönünde oy kullanırken, konunun yargıya intikal ettirilmesindeki amacımız, Türkiye Halk Bankasının tüm yetkililerini suçlamak veya töhmet altında bırakmak değildir kesinlikle. Amacımız, ak ile karanın ayrılması, yani, suçlu görüleceklerin cezalarını çekmesi; ancak, suçsuz olanların da kamuoyu nezdinde aklanmasının sağlanmasıdır.

Bilindiği gibi, son yıllarda, ekonomimiz, kriz üstüne kriz yaşıyor ve bir türlü rayına giremiyor. Birçoğumuzun yaygın olarak paylaştığı ortak kanaate göre de, ekonominin sağlıklı bir düzeye gelmeyişinin temelinde Türk bankacılık sisteminin zafiyeti yatıyor. Ekonomik yönden güçlü gözüken bazı grupların kendi bankalarından ya da çapraz olarak birbirlerinin bankalarından kredi kullanmaları, bilinen yaygın uygulamalardır. Hepimiz, elbirliğiyle, bu çarpıklık başta olmak üzere, bankacılık sistemimizi bir an önce yanlışlıklardan arındırmalı ve çağdaş bankacılık düzeyine getirmenin yollarını bulmalıyız.

Umarım, KİT Komisyonumuzun, Türkiye Halk Bankasının 1997 yılı hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesi konusunda gösterdiği bu duyarlılık, Yüce Heyetinizce de aynen paylaşılacak ve belki de, ekonomi düzeni açısından Türk bankacılığına bir uyarı olacaktır.

Bu düşüncemi sizlerle paylaşıyor, hepinize en içten saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sağ.

Sayın milletvekilleri, şahısları adına başka söz isteyen olmadığından...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, ben varım.

BAŞKAN - Sayın Ergün Dağcıoğlu'nun hakkı kaybolmadı.

Buyurun Sayın Dağcıoğlu.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - İhkakı hak oldu; sağ olun Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, az önceki konuşmacı arkadaşımız, bize teşekkürleri parantezinde "mensubu olduğu AK Partinin, bu yolsuzlukların, usulsüzlüklerin üzerine daha ciddî gideceğini ümit ediyorum" demişti. Tarihte, zannediyorum, iktidar partilerinin, kendi milletvekilleri vasıtasıyla değil, genellikle muhalefet partisi milletvekilleri vasıtasıyla bu tür yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin üzerine gidilmesine alışılmıştı. Zatıâlinizin de az önce ifade ettiği gibi, tarihte bir ilki gerçekleştirdiğimiz bugün, bir AK Parti, yani iktidar partisi milletvekili olarak, buna, biz ön açtık. Bu böyle devam edecek, rahat edebilirsiniz, huzurla geleceğe bakabilirsiniz diyorum.

Şimdi, bu haksız ve usulsüz kredilerin firmalara verilmesi konusunda yarıya bölünen konuşmamda, bir bankanın genel müdür muavininin, yönetim kurulu yetkisini kullanmak suretiyle, grup firmalarına kaynak aktarıp, daha sonra kaynak aktardığı grubun aldığı yeni bir bankanın âdeta kuruluş sermayesini oluşturup, hemen sonra bankasındaki görevinden istifa ederek haksız kredi verdiği grubun yeni aldığı bankaya, arkadan dolaşarak, yönetici olmasının altını çizmiştim.

Şimdi, yüksek huzurlarınızda, 14 madde üzerinde eleştiriler getirmek durumunda olduğum itiraz müzekkeremde yer alan diğer maddelerle ilgili, hepinize, sırasıyla bilgi arz etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, yine, Çorlu'da, buğday unu, mısır unu, nişasta ve glikoz imaliyle uğraşan 51 sabit numaralı bir firma var. Bu firma hakkında düzenlenen istihbarat raporlarında, vergi ve SSK prim borçlusu olduğu, yüksek borçlanma nedeniyle yabancı kaynak oranının gittikçe arttığı, firmanın durumunun da giderek bozulduğu, malî durumunun ise kredi vermeye asla elverişli olmadığı belirtildiği halde denetleme raporlarında, banka yönetim kurulu kararıyla, yine, Levent Şubesince, meşhur Levent Şubesince, sürekli olarak kredilendirilmiş. Böylece, şirkete, toplam 15 000 000 dolar kredi tahsis edilerek kullandırılmıştır; ki, bugünkü rakamlarla güncelleştirildiğinde, temerrütler, faizler ilave edildiğinde, yaklaşık 40 trilyonu bulmaktadır. Firmanın yurt dışından sağladığı kredilerin teminatı olarak istihbarat raporları dikkate alınmaksızın verilen bu kredilerin vadesinde ödenmemesi ve ilgili firmadan tahsil edilememesi sonucu, tamamı banka tarafından karşılanmak zorunda kalınmış, diğer bir deyişle, Banka zarara uğratılmış; yani, diğer bir ifadeyle de, bu parayı biz ödemişiz. Bu, parasını ödediğimiz, 40 trilyon liralık  bir yardım yaptığımız söz konusu firma da, yine, o zamanlar, bir siyasî partinin genel sekreterliğini yapan bir beyefendiye ait bir firma.

Şimdi, bir başka örnek de, yine, ayçiçek yağı üretimi ve ticareti amacıyla 1993 yılında kurulan 116 sabit numaralı firma. Bakın, bu, çok ilginç örneklerden birisi. Firma, 5 Ocak 1996 tarihinde, bankayla, mevduat müşterisi olarak çalışmaya başlamış; 5 Ocak 1996. Bu da çok enteresan! Adamcağız, küçücük bir şubenin kapısından içeriye giriyor; 30 milyar sermayeli bir firma olarak müracaat ettiği, kredi talep ettiği bankadan, üç gün sonra, tam 6 200 000 dolar kredi alıyor. Enteresanlığa bak! 30 milyar kuruluş sermayeli bir firma, bir bankanın küçük şubesinden içeriye giriyor ve diyor ki: "Bana biraz kredi vereceksiniz." Bilançosuna bakıyorlar, 30 milyar sermayeli bir firma; öyleyse, size, alın, 6 200 000 dolar kredi diyorlar.

ZÜHEYİR AMBER (Hatay) - Bir de girmeseydi!..

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Şimdi, kredi almakta bu kadar mahir olan insanlar, izin verin de, onu kullanarak batırmakta da mahir olsunlar. Bakınız, Şirinevler Şubesince, kredi vermek için, üç gün sonra düzenlenen 8 Ocak 1996 tarihli istihbarat raporunda ne yazıyor; diyor ki: " Sermayesinin 30 milyar lira, on aylık brüt satışının 190 milyar lira olduğunun belirlenmesine rağmen, yönetim kurulunca bu verilen 6,2 trilyon lira gayrî nakdî kredi açılmıştır. İlgili firmanın, krediyi vadesinde ödememesi ve göstermiş olduğu ipotek değerinden daha fazla kredi verilebilmesi uygulamaları sonucunda, yine bu örnekte, yaklaşık 15 trilyon liralık bir zararımız söz konusudur."

Başka bir örnekte su sayaçları imaliyle uğraşan bir firma var. Ne yapıyor; musluk vesaire yapıyor ve muhtelif yapı malzemelerinin ithalatı, ihracatıyla uğraşıyor güya. Küçücük bir atölye görüntüsündeki bu firmanın -başka bir örnek- sermayesi 50 milyar lira. Peki -artık alıştınız- sermayesi 50 milyar lira ise bu adamcağıza ne yapmak lazım; fazla araştırmadan ciddî kredi tahsis etmek lazım. Hemen, yönetim kurulu kararıyla, müracaat eder etmez, Mayıs 1996'da, tam 6 milyon dolar döviz de bu firmaya veriliyor. Adam musluk ticaretiyle uğraşıyor! 1996 yılında dolar kuru 78 000 lira olduğuna göre, eğer bir çarpar bölersek 6 milyon doları, yaklaşık 500 milyar lira o zamanın parasıyla kredi verilmiş. Ne kadar; 50 milyar liralık sermayesi olan bir firmaya, tam 10 katı, yani, yüzde 1 000 kredi verilmiş. Peki, bu kredi ne olmuş; bu kredi de, diğer kredilerde olduğu gibi, yetkililer tarafından gereği yapılmış.

Şimdi, bu icra takibinde, kredinin teminatı olarak kefalet imzaları veren firma yetkilileri de bulunamamış; dolayısıyla, banka zarara uğratılmış, yaklaşık 12 trilyon lira.

Diğer bir örnek, tekstil ürünleri ihraç ve ithaliyle uğraşmak üzere Temmuz 1995'te kurulan 25 milyar lira sermayeli 468 sabit nolu firma. Bütün bu isimler hepimizde var, biliyorsunuz; ama, işte, biraz evvel dediğim gibi, birbirimizle işaretlerle anlaşmak zorunda kalıyoruz. Niye; Bankalar Kanununun 8 inci maddesi, İçtüzüğün 105 inci maddesi, buna benzer engeller, bariyerlerle birbirimizle kuşdiliyle konuşmak zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla, biz kuşdiliyle konuştukça bu adamların cesareti artıyor ve bu milletin, tüyü bitmemiş yetimin hakkını hortumlamak için daha profesyonelce gayret ediyorlar.

Örnekler saymakla bitmiyor. Bunların hepsi, itiraza konu olan kuruluşların, minicik minicik kısa geçerek verdiğim örnekleri.

Yine, sermayesi 5 milyar lira olan, kaynaklarının da yüzde 96'sı kısa vadeli banka kredilerinden oluşan bir firmaya, 84 kod numaralı bir firmaya -halı ticaretiyle uğraşıyor- yönetim kurulunun kısa aralıklarla aldığı kararlarla, yine meşhur Levent Şubesince, toplam 3 500 000 000 dolar kredi kullandırılmış. 

İnsan, olayı mizansen etmeye kalkarsa, yine burada, vatandaş bankadan içeri giriyor, selam veriyor "bana kredi vermeyi teklif edeceksiniz, ben ilgililerle görüştüm" diyor ve "öyle mi; o zaman, hayhay; 5 milyar lira sermayeniz olduğu için, kusura bakmayın fazla para veremiyoruz, alın size hemen 3 500 000 000 dolar" diyorlar.

Şimdi, istihbarat raporları dikkate alınmaksızın verilen bu kredilerle, parayı -ne yapmışız- tasfiye olunacak alacaklar hesabına koyarak, yine bizler ödemek zorunda kalmışız.

Ayrıca, Halk Bankasının takipteki alacaklar portföyünde yer alan -her dalda var da, sağlık sektöründe olmaz mı- Ankara'da, sağlık sektöründe faaliyet gösteren bir başka firma, şu anda binasının kapısında kocaman "satılık" diye yazan bir hastane, yani "satılık hastane" diye yazan bir firma, gelmiş, holdingin negatif işletme sermayesiyle çalışmasına ve yüksek düzeyde de borçlanmasına rağmen, Ankara Köroğlu Şubesinden kullandırılan toplam 5 500 000 000 dolar tutarındaki dövizi natık teminat mektubunun, banka kaynağından ödenen 4 500 000 000 doları, tasfiye olunacak alacaklar hesabına aktarılmış.

Şimdi, burada da bu kadar eksi şartlara rağmen, grubun, başka bir hastane daha yapmak için... Adam zaten sıkıntılı, 2 tane hastanesi sıkıntı içerisinde, hep borçlarla ayakta durmaya çalışıyor, yeni bir kredi veriyorsunuz, yeni bir hastane yapsın diye. Adamcağız, o tarihlerde, hastane yapmak için krediye müracaat ediyor; ama, hatırlarsınız, bir televizyon furyası vardı, basın mensupları dahil, işadamları televizyon almaya çalışıyordu; o tarihte bu verdiğimiz krediyle sağlık sektöründe çalışan o firmanın da, hiç değilse, sektörümüzün de bir televizyonu olsun deyip, çalışmalar yaptığı söyleniyordu. Geldiğimiz noktada, sonuç, yine beklenen oldu "satılık hastane" levhası kapıya asıldı; parayı yine bizler ödüyoruz.

Yine, yurtdışı ve yurtiçi turizm taşımacılığı hizmetleriyle iştigal eden, genellikle yaşlı turizmine dönük çalışan, faaliyet alanı, Finlandiya ve İsveç'teki orta yaşın üzerindeki turist gruplara, güya Türkiye'yi gezdirmek üzere kurulmuş bir firma...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Dağcıoğlu.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Arkadaşlar, bu örneğe de -inanın abartmadan anlatıyorum- dikkat etmenizi istiyorum. Öyle enteresan bir örnektir ki... 866 sabit nolu firma, yani, Turistik Hizmetler Ticaret Anonim Şirketi ile bunun yan şirketi olan ve hava taşımacılığı yapan 870 sabit nolu firma, Halk Bankası Karaköy Şubesinden, 1997 yılı sonu itibariyle, 13 000 000 İsveç Kronu dövize natık teminat mektubu, 6 200 000 dolar da döviz kredisi kullanmak suretiyle, bir de o zamanın parasıyla 59 milyar lira, yani, 294 000 dolar senet karşılığı avans kredisi olmak üzere... Bakın, aldığı bu kadar para, sadece ortaklarının kefaletleri karşılığında kullandırılmış. Bu ne demek? Bu, şu demek: Bu adamcağız bankadan içeri girmiş; demiş ki "arkadaş, biz yaşlı turizmiyle uğraşıyoruz, bize kredi lazım, bize kredi vereceksiniz." Bankadaki yetkili de "öyle mi; o zaman, kredi istiyorsanız, şu, şu, şu şartları yerine getireceksiniz ve kefalet getireceksiniz" demiş. Adamcağız "kefalet mi lazım? Arkadaş, ben kendime kefilim" demiş! Yetkili "deme!.. Eğer sen kendine kefilsen, al sana 15 000 000 dolar" demiş. Sadece bu! Yani, burada hiçbir kefalet belgesi olmadan "mademki sen kendine kefilsin, al sana yaklaşık 15 000 000 dolar" demiş yetkili.

Değerli arkadaşlar, bunun bugünkü değeri, yaklaşık 20 trilyon lira civarındadır. Ne olmuş; zaten, Finlandiya ve İsveç'le yaşlı turizmiyle uğraşan bu firma, bu kredileri kullandıktan sonra, birdenbire sırra kadem basmış. Şu anda, bu firmadan tanınan, bilinen, yakalanan, görülen bir Allah'ın kulu, bir yönetici yok. İnsan, dehşete düşerek, âdeta küçükdilini yutacak hale geliyor arkadaşlar.

Çok üzgünüm; ama, tahsil imkânı olmayan, alan adamların sırra kadem bastığı kredileri vere vere bir hal olmuş bu millet.

Şimdi, daha başka bir ilginçliğin yaşandığı 101 sabit numaralı firmaya değinmek istiyorum. Bakın, bu da öyle enteresan ki... Bunların her birisi çok ilginç örnekler.

Bankanın Beyoğlu Şubesince, aynı şahsa ait 416 ve 328 sabit numaralı 2 tekstil firmasına kullandırılan kredilerle ilgili olarak, 1996 yılı YDK raporlarında soruşturma talep edilmesi... Yani, adamın bankayla kredi ilişkisi içerisinde 2 tane firması var, 2'si de soruşturmaya tabi "aman, bu firma gidiyor, paraları da ödemiyor" diyorlar. İşte, tam bu esnada, 2 firma kredilerinin vadelerinde ödenmemesine rağmen, takibe intikal etmesinden sonra, Levent Şubesine, yine ilgili şahsa ait başka bir üçüncü firma, kredi için 101 sabit numarasıyla müracaat ediyor ve 2 000 000 dolar döviz kredisi kullandırılıyor. Şubeden Genel Müdürlüğe yazılan yazıda -bakın, arkadaşlar, burası çok ilginç- deniyor ki: "Adamcağız, bizden  2 000 000 dolar kredi istiyor; ne yapalım?" Genel Müdürlükten el cevap: "Firmanın talep ettiği krediye güvence olarak gayrimenkul yönünden oldukça güçlü olduğu istihbar edilen, Beyoğlu Şubesinden 416 sabit numaralı firma sahibinin şahsî kefaletini alırsanız bu iş olur." Kimin bu 416 sabit numaralı firma; zaten, aynı adamın firması; yani, takibata aldıkları, borcunu ödemedi; dolayısıyla "biz, bu parayı nasıl alırız" diye peşinden koştukları, Beyoğlu Şubesinden alınan  416 sabit numaralı kredinin sahibini kefil ediyor; yani, borçlu olan adamın kendini kefil ediyor. O zaman, zaten, biraz evvel dediğim gibi, adam "evet, ben kendime kefilim" dediği için, oradan da, yine, bu paralar veriliyor.

Şimdi, doğal olarak, daha önce Beyoğlu Şubesince, iki firmasına kullandırılan kredileri vadesinde ödemeyen şahsa, bu kez Levent Şubesince kullandırılan kredi de, hepinizin tahmin edeceği ve acı acı gülümseyeceği gibi, aynı akıbete uğramış; 30 Ekim 1998 tarihinde tasfiye olunacak alacaklar hesabına aktarılmış. Şu anda firmadan alacak toplamı, faizli bakiyesiyle 5 trilyon lira civarında.

Arkadaşlar, bunlar saymakla bitmiyor; bu 14 tane madde, bunları gece sabahlara kadar didik didik ettik ve bu çalışmalarımızla, hiç değilse, tarihte ilk defa, şartlı ibra denilen müesseseyi gündem dışına itme imkânını kazandık. 

Bakın, öyle enteresan şeyler var ki. Kahramanmaraş da bu işe dahil olmuş. Kahramanmaraş'taki bir tekstil firması, tekstil alanında faaliyet gösteriyor; ama, Kahramanmaraş'ta birileri tarafından sıkıntısı bilindiği için, adamcağız, akıllı, basiretli tüccar edasıyla gelmiş, Ankara'ya müracaat ederek, Ankara'dan, krediler merkez şubeden, 2,5 trilyon lira ipotek konulması karşılığında bir kredi almış. Yani "2,5 trilyon lira ipotek koyun" demişler. Adam, biraz sonra anlatacağım metotla, değil 2,5 trilyon lira, 250 trilyon lira ipotek isteseler, yine verecek. Niye; çünkü, bu adam da ipotek uzmanı. Adamcağız, Kahramanmaraş'taki tapu müdürüyle anlaşmış ve ilk defa, ipotek belgesi, her şeyiyle aynı; yani, orijinal belge, sadece minnacık bir nüans unutulmuş; tarih ve numarası küçücük bir köşede yazılmamış; ama, her şeyiyle ipotek belgesi aynı. Dolayısıyla, tapuya gidip, acaba, orada ipotek var mı yok mu diyenler de, ne ipotek görüyorlar ne de başka bir şey görüyorlar; ta ki, bu paralar ödenmeyip de alacak takibatına geçtikleri zaman, birdenbire gerçek duvarına tosluyorlar "yvah, adamcağızın bu ipoteği ipotek değilmiş" diyorlar. Dolayısıyla, 2,5 trilyon liralık ipotek istenilmiş. Adam 250 trilyon liralık da ipotek verir; ne olacak yani! Kâğıdın üzerine ne yazarsan ipotek o. Hatta, bu adamcağıza, teminat mektubu kredisi önermişler, adamcağız "yok, ben bu teminat mektubunu kullanmam, bana nakit kredi lazım" demiş. Allah'tan, onu da almamış; yani, onu da alabilirdi. O adamcağızın da, şu anda sırra kadem bastığı ve 50 trilyon lirayı yanında götürdüğü bir gerçek olarak önümüzde duruyor.

BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu, toparlar mısınız.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bunlar, benim, tek tek incelediğim konular.

Tabiî, o zamanlar çok meşhur isimler duyuyorduk. Yaptığı evlerle övünen "benim evlerim altın gibidir, benim evlerim platin gibidir, benim evlerim gümüş gibidir" diye evlerini böyle güzel pazarlayan bir meşhur müteahhit, öyle krediler almış ki, kredi alırken... Bakın, hep böyle spesifik örnekler vermeye çalışıyorum. Krediye müracaat etmiş, yönetimle anlaşmış, yönetim kurulundan çıkmış, talimat gelmiş, alınacak kredi 12 198 000 dolar. Banka şubesinden, bu altın gibi, gümüş gibi evler yapan adamcağıza krediyi kullandırırken -muhasebeyle uğraşan arkadaşlar bilirler, takdim tehir vardır rakamlarda- 12 819 000 dolar olarak bunu kayda geçirmişler; dolayısıyla, adamcağızın kullandığı kredi 12 198 000 dolar yerine 12 819 000 dolar olmuş. Ee, ne var bunda; takdim tehir! Fark: 621 000 dolar. Ee, zaten trilyonları konuştuğumuz bir yerde, 621 000 dolarlık farka bakacak durumda değildik o zaman. Zaten, bunlardan cesaret aldıkları için, bu altın gibi, platin gibi evleri yapan müteahhitler, bu işlerden korkmayan yiğit insanlar, ne yapmışlar; bu kredileri almışlar. Sonuç: 621 000 dolar battı zannediyoruz ya; yok, adamcağız sadece 621 000 doları batırır mı; o, 12,198 milyon doların hepsini birden batırmış. Onun için, 621 000 doların hiçbir kıymeti harbiyesi kalmamış zaten. Demek ki, firma çok güvenilir olmalı ki, banka yönetimince, takdim tehir bile hiç önemsenmemiş o esnada. Yani, bu bedelleri de, diğerlerinde olduğu gibi biz ödedik.

Arkadaşlar, son olarak ele alacağım bu temenni, daha çok, şubedeki bir memur hatasından kaynaklandığı için, aslında, genel müdürlerin, genel müdür yardımcılarının profesyonelce yaptığı bu çalışmalardan sonra, bir şube müdürüyle ilgili olarak, 1 trilyon gibi, böyle küçük rakamlarla ilgili örnek vererek vaktinizi, huzurunuzu işgal etmek istemiyorum; ama, sizlere anlatmaya çalıştığım bu ve benzeri suiistimallerin tesadüfî olarak ortaya çıkması mümkün değil arkadaşlar. Zaten, o sebeple, gerek Halkbank soygunu ve gerekse diğer yolsuzluklar, geçmiş hükümetler döneminde sürekli olarak hasır altı edilmeye çalışılmıştır.

İşin ciddiyetini ve boyutlarını kısmen de olsa ortaya koyabilmek için, yolsuzluğa ve usulsüzlüğe niçin, nasıl ve kimler tarafından göz yumulduğuna değinmeden geçemeyeceğim ve bitirmeyeceğim.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Hangi hükümet döneminde yapılmış?

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Halk Bankasını dolandıran 102 firmanın, aynı zamanda diğer kamu bankalarını da dolandırdığı, raporlarda belirtiliyor. Âdeta, zincirleme bir hortum yaşanıyor. Bir kamu bankasının takibe geçtiği firmaya, diğeri, yeni krediler açıyor. Bir kamu bankası takibe geçmiş adamı; gazetelerde, televizyonlarda bas bas bağırılıyor; öbür kamu bankası "al sana yeni bir kredi" diyor.

Bu şekilde, iddialara göre, zamanın birkısım yöneticileri, adaleti engellemek, hortumcuyu koruyup kollamak ve savcılara soruşturma izni vermemek gibi -hatırlarsanız, soruşturmaya başlayan savcılar bile bu memlekette yargılanmaya kalkıldı- yöntemlerle, âdeta, bu firmaların üzerine gidilmesi engelleniyordu. Hortumcular ve hortumladıkları bankalar, bir sürü isim, bütün gazetelerde de yazıyor; ama, hep, Halkbank, Ziraat Bankası, Emlakbank gibi bankalar, yani, bizim bankalarımız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun,

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Arkadaşlar, bu işlerin yapılabilmesi için, tabiî ki, centilmence fesimizi önümüze koyup, çok ciddî durum değerlendirmesi yapmalıyız; ki, bu işlerin yapılması için sadece bürokratlar ve işadamlarının işbirliği yetmiyor; mutlaka, bunun siyasî ayağı da var; biz, açıkkalplilikle bunu da ortaya koymalıyız. Mesela, geçtiğimiz dönemde, yani, bu hortumlamaların olduğu dönemde  -bilimsel bir veri olarak değil ama- basında konuşulan verilerden bir alıntı yapıyorum. "Sadece Sayın Özkan ve Yenal Ansen ikilisinin Halkbanka faturası 12,5 milyar dolar" diyordu geçen gün bir gazete; yani, bunları duydukça insan dehşete düşüyor.

Özet bir şekilde anlatmaya çalıştığım -bakın, altını çiziyorum- özet bir şekilde, beceremeyerek anlatmaya çalıştığım bu hortumlama ve sıkıntılarla ilgili bu acı, bu korkunç tablo karşısında, hiç sıkılmadan, yasal dayanaktan yoksun "şartlı ibra" diye bir ucubeyle karşımıza çıkıldı. Hiç kuşkusuz, bu yapının hangi sinsi amaçlara hizmet ettiği, özelde sizlerin, genelde ise kamuoyunun malumlarıdır. Zaten, komisyon toplantısında hazır bulunan Yüksek Denetleme Kurulu temsilcisi, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılına ait bilanço ve netice hesaplarının şartlı ibra edilmesinin geçersiz olduğunu çok veciz bir ifadeyle toplantıda söylemişti; yani, Türk Ticaret Kanununda, şurada burada uygulaması yok. Bu şartlı ibra nedir allahaşkına?! Böyle şey olur mu?! Ya ibra vardır ya da ibra etmezsiniz. Şartlı ibra ne?! Hep istismar edilmiş.

HALİL TİRYAKİ (Kırıkkale) - Bunları bize niye konuşuyorsunuz?! Oraya konuşun.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Buradan konuşuyorum dostlarla; buradan konuşuyorum dostlarla, arkadaşlarla. Niye; Türk Milleti, bu seçimlerde, 3 Kasım seçimlerinde bütün partileri kilitleyerek bu Meclise iki partiyi niye soktu; işte, bu problemlerin üstüne cesurca, ortak bir şekilde gitmek suretiyle Türk Milletini sıkıntıdan kurtaracağımıza inandığı için soktu. (Alkışlar)

Dolayısıyla, söylenecek şey çok; ama, vakit yok. Her şeye rağmen, çok zarif bir şekilde, tarihte bir ilki gerçekleştirdiğimiz, ikincisinin de olmasının mümkün olmadığı bir toplantıyı birlikte akdediyoruz. Neden; çünkü, KİT Komisyonunun bu yılki görevlilerine, hepsine, huzurlarınızda şükran duygularımı arz ediyorum. Neden; çünkü, tarihte yapılan bu yanlışlıkların önünü kapatmak için, şartlı ibra müessesesini bu tarihten itibaren kapattılar. Bu kapatmaya vesile olan bütün insanlara şükranlarımı arz ediyorum.

Dolayısıyla, ilk defa, tarihin çöplüğüne uzanarak, tozlu raflarına uzanarak, gece yarılarına kadar çalışıp alıp getirdiğim bu dosyayı, burada sizlerle paylaşmak suretiyle, yolsuzlukların önüne geçmek için, ortak organize olabilmemizin önünü açan, gerek KİT Komisyonuna gerekse burada sabrıyla konuşmamı sonuna kadar bitirmeme izin veren Sayın Başkanımıza şükranlarımı arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Dağcıoğlu'na çok teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bazı milletvekili arkadaşlarımız bana saati göstererek Sayın Dağcıoğlu'nun normal süreyi çok aştığını işaret ettiler. Ben, bu süreyi bilerek verdim; çünkü, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihî bir oturum yapmaktadır.

Sevgili arkadaşlar, bakın, 3 000 000 insanımız, 2001 Şubatındaki krizden işsiz kaldı, 200 000 işyerimiz kapandı. 1999 yılında bu bankalar olayı, Türkbank olayı patlak verdiği zaman, görevde olan hükümet güvensizlik oyu verilerek yıkıldı. Eğer bu güvensizlik oyu verildiği zaman, Türkiye kamuoyu, Türkiye Parlamentosu, böylesine hovardaca, bu bankaların içini hortumlayanların üzerine gitseydi, önlem alsaydı... Türkiye Cumhuriyetinin Hazinesinden giden para tutarı 3,6 milyar dolardı. (Alkışlar)

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Bravo Başkan!..

BAŞKAN - 2001'in şubat ayına geldiğimiz zaman, bu rakam 40 milyar dolara ulaştı. Ben, bunu bir toplantıda belirttiğim zaman, dönemin Hazineden sorumlu Bakanı dedi ki: "Sayın Ateş'i kırmak istemem; ama, bu rakam biraz doğru değil." Ne kadar; senin rakamını konuşalım dedim. "33 milyar dolar" dedi sevgili arkadaşlar. Peki, 33 milyar dolar olsun dedim.

Sevgili arkadaşlar, Türkiye'nin direnci böyle çökertildi. O nedenle, Amerikalı bir danışmanın "biz, Türkiye Cumhuriyetine 12 milyar dolar para verdik, onları satın aldık" diyebilecek cesaretinin başlangıcı bu noktalardır. (Alkışlar) O nedenle, ben, her iki partimizi de kutluyorum, KİT Komisyonumuzu da kutluyorum.

Sevgili arkadaşlar, 1954 yılında Amerika'dan ilk kredi alındığı zaman -o zaman büyük bir rakam, 3 milyar dolar- Atatürk'ün aleyhinde kitap yazan bir İngiliz yazar "Türk ekonomisinin iflasına giden yollar dolar banknotlarıyla döşenmektedir" diyor. İşte, Türkiye'nin bu ekonomisini iflasa getiren, 3 000 000 insanımızın işsiz kalmasına yol açan yollar da, 1997'li, 1996'lı yıllarda, Sayın Dağcıoğlu'nun açıkladığı, örnekleriyle verdiği yöntemlerle götürüldü.

Ben, Parlamentoyu kutluyorum, Komisyonumuzu kutluyorum. Dilerim, bunun üzerine gidilir ve yapanların yanına kâr kalmaz. Bütün bu siyasî boyutunu ortadan kaldırmak için de, o siyasî zırha bürünenlerin o zırhının kaldırılması gerektiğine inanıyorum; çünkü, o dönemde burada güvensizlik oyuyla düşürülüp gidenlerin, daha sonra bir grupta, holding grubunda onbinlerce dolar maaşla işe başlayan ve bankaya el konulduğu saatten 1 saat önce istifa eden bakanların da yanına kâr kalmaması gerektiğine inanıyorum. (Alkışlar)

O nedenle, bu, tarihî bir oturumdu. Sayın Dağcıoğlu'na da teşekkür ediyorum. Sanırım, hepinizin beğenisini de kazandı.

Şimdi, Komisyon adına, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Başkanı Sayın İsmail Özgün Bey; buyurun. (Alkışlar)

KAMU İKTİSADÎ TEŞEBBÜSLERİ KOMİSYONU BAŞKANI İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu raporu hakkında, Komisyon Başkanı olarak, komisyonumuz adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar; komisyonumuz, 3346 sayılı Yasa çerçevesinde, sermayesinin yarıdan fazlası kamuya ait olan kamu iktisadî teşebbüsleri ile bunların müesseselerini, bağlı ortaklıklarını ve iştiraklerini denetlemektedir.

Komisyonumuz, kuruluşların durumunu, ulusal ekonomiye faydalı olabilmeleri için, özerk bir tarzda, ekonominin kuralları ve ekonomik gerekler dahilinde, verimlilik ve kârlılık ilkeleri doğrultusunda yönetilerek kuruluş amaçlarına ulaşmalarını teminen, faaliyetlerinin mevzuata, uzun vadeli kalkınma planına ve planın uygulama programlarına uygunluğu yönüyle incelemelerini yapmaktadır.

Geçtiğimiz dönem, KİT Komisyonu, Halk Bankasının 1997 yılına ait hesap ve işlemlerini 11 Ocak 2001 tarihinde görüşerek şartlı ibra etmiş, bu kararı içeren KİT Komisyonu raporu da, ancak 3 Kasım seçimlerinden sonra dağıtılabilmiştir.

Komisyona geldiğimizde, önceki dönemde yapılmış olan denetimleri kapsayan raporun 3346 sayılı Yasa uyarınca dağıtılabilmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm organlarının teşekkülünün beklendiğini gördük. Nihayet, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı raporu dağıttı ve 3346 sayılı Yasa uyarınca başlayan yirmi günlük kesinleşme süresi içerisinde, Sayın Ergün Dağcıoğlu ve 20 milletvekilimiz tarafından, komisyon raporunun Halk Bankasıyla ilgili bölümüne itiraz geldi. Komisyonumuz, derhal bu itirazı gündemine aldı, görüşerek, Halk Bankasının 1997 yılına ait hesap ve işlemlerini ibra etmedi. Kararı içeren raporu da, süresi içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdi. Nihayet, bu konu, bugün huzurlarınıza geldi. Şimdi, yine, 3346 sayılı Yasa uyarınca, bu şekilde itiraz edilen raporlarımızda nihaî karar mercii olarak, Genel Kurulumuz karar verecektir.

Sayın milletvekilleri, her şeyden önce şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, KİT Komisyonu, tam bir teknik uzmanlık ve dürüstlük anlayışı içerisinde kuruluşları denetlemekte ve kararlarında siyasî tarafgirlikten dikkatle uzak durmaktadır.

Başkanlığını yaptığım günden bu yana, başından beri net olarak gördüm ki, KİT Komisyonu gerçekten de konulara oldukça vakıf bir biçimde, tamamen ülkenin ve milletin çıkarlarını dikkate alarak denetimlerini yapmaktadır.

Halk Bankasının 1997 yılı hesaplarının şartlı ibra edilmesi yerine ibra edilmemesi gerektiği yönündeki itirazı, komisyonumuz bu anlayış içerisinde ele almış, incelemiş ve konunun görüşülmesi sırasında, hem AK Partili milletvekillerimiz hem de CHP'li milletvekillerimiz kesinlikle aynı titizliği göstererek vicdanlarına göre karar vermişlerdir.

22 nci Dönem KİT Komisyonumuz önceki yıllarda kullanılan "şartlı ibra" metodunu ortadan kaldırmış, kararlarını ya "ibra etme" yönünde ya da "ibra etmeme" yönünde vermektedir.

Değerli milletvekilleri, itirazı ele aldığımızda, bir yandan komisyonun daha önceki dönemde hazırladığı raporu, diğer yandan da Yüksek Denetleme Kurulunun hazırladığı 1997 yılına ait raporu inceledik; raporda yer alan temennilere, inceleme ve soruşturma taleplerine baktık. Bununla yetinmedik, dönemin yöneticilerinin soruşturmalara verdikleri cevapları, o cevapların ne derece doğru ve yanıltma anlayışından uzak olduklarını belirlemeye yönelik olarak her bir konunun güncel durumunu tespit ettik.

Karşılaştığımız manzaranın çok ama çok üzücü olduğunu belirtmeliyim. Bir kere, Yüksek Denetleme Kurulu çok sayıda konuda şaibe bulunduğu ihtimalini dikkate alarak soruşturma taleplerinde bulunmuştur. Ne yazık ki, bu şaibeyi soruşturma taleplerinin çoğu alt ve üst komisyon raporlarına yansımamıştır. Nitekim, bu durum, KİT Komisyonu raporuna verilen muhalefet şerhinde de görülmektedir. Muhalefet şerhinde, birkısım temennilerin alt komisyon tarafından üst komisyona taşınmadığı ve dolayısıyla, bu temennilerin yeterince görüşülüp incelenmediği belirtilmiştir. Bu şekilde, bu taleplerin önemli bir kısmı gerçekten gözardı edilmiştir.

Komisyon raporundan anlaşılacağı üzere, sadece 2 adet soruşturma talebi bir sonraki dönemde sonuçları takip edilmek üzere gündeme bırakılmış, 2 tane teftiş konusunun da Yüksek Denetleme Kurulunca izlenmesi kararlaştırılmıştır. "Bu şartlar altında, bankanın 1997 yılı hesapları, açılmış ve açılacak inceleme, araştırma sonuçları saklı kalmak kaydıyla" diye, geçtiğimiz dönemde ibra edilmiştir.

Biz, yapılan itirazın kapsamındaki soruşturma taleplerini milletvekilleri olarak tek tek inceledik. Bankanın, söz konusu denetim sırasında, temennilere ve soruşturma taleplerine verdiği cevaplar ile sonradan ortaya çıkan durumlar arasında uçurumlar gördük. Her şeyin yolunda gittiği ve bankanın zarara uğratılmadığından söz edildikten birkaç yıl sonra, aslında, çok az şeyin yolunda gittiğini ve bankanın da büyük zararlara uğratıldığı tespit ettik.

Dönemin yönetiminin soruşturulması istenen hemen hemen tüm kredi işlemleriyle ilgili verdiği cevaplarda, açıklamalar yapıldıktan sonra şu ifadelere dikkat çekilmektedir:

"Bu firmalara açılan kredilerden dolayı bankamızda herhangi bir risk oluşmamış ve zarar oluşmamıştır" demektedir dönemin yöneticileri. Yaptığımız incelemelerde gördük ki, soruşturulması istenen tek bir kredi işleminden bile, zarar, 300 trilyonu geçmiştir. Bankanın 2001 yılı sonu itibariyle takipteki alacaklarının, o günkü rakamlarla 1,1 katrilyon olduğunu üzülerek gördük. Nitekim, itirazı görüştüğümüz tarih itibariyle yapılan işlemler hakkında bilgi veren banka yönetimi, hemen her soruşturma konusu kredi kullandırma işleminde, bankanın ilgili yöneticilerinin sorumlulukları bulunduğunu belirtmiş, ilgili banka personeli hakkında yasal işlem başlatıldığı vurgulanmıştır.

Değerli milletvekilleri, bu tablonun hemen her ayrıntısında ülke ve millet adına üzülmekten kendimizi alamadık. Detayları konusuna girmiyorum, arkadaşlarımız uzun uzun anlattılar. Bankanın 1997 yılı yöneticileri, bizce, ibra edilmeyi hak etmiyor. Bu konuda kanaat birliği içerisinde olan komisyonumuz, yapılan itirazı itirazı haklı bulmuş, bankanın ibrasını reddetmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; komisyonumuzun görüşü, olayın geçmişiyle birlikte bilgilerinize sunulmuştur. Konu üzerinde nihaî karar, Genel Kurulumuz tarafından verilecektir. Genel Kurulun, komisyonumuzun görüşünü benimsemesi durumunda, kuruluşun ibrası reddedilmiş olacak ve konu, başsavcılığa intikal edecektir.

Bu çerçeve içerisinde durumu bilgi ve takdirlerinize sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özgün.

Sayın milletvekilleri, rapor üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunun, itiraz üzerine, görüşünü bildirdiği rapor, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılına ait hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesine dairdir.

Şimdi, komisyonun bu raporunu, 3346 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesine göre oylarınıza sunacağım. Komisyon raporu kabul edildiği taktirde, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılına ait hesap ve işlemleri onaylanmamış ve dolayısıyla yönetim kurulları ibra edilmemiş olacaktır. Komisyon raporu kabul edilmediği takdirde ise, ilgili kuruluşun hesap ve işlemleri ve dolayısıyla yönetim kurulları ibra edilmiş olacaktır.

Komisyon raporunu oylarınıza sunuyorum: Komisyon raporunu kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Teşekkür ederim. Komisyon raporu kabul edilmiştir.

HALUK KOÇ (Samsun) - Oybirliğiyle kabul edilmiştir.

BAŞKAN - Komisyonunun Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılına ait hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesine ilişkin raporu Genel Kurulca da kabul edilmiş ve yönetim kurulları ibra edilmemiştir.

Teşekkür ederim arkadaşlar. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının üçüncü sırasında yer alan, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün Tasvibe Sunulan 1998 ve 1999 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.

2.- Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün Tasvibe Sunulan 1998 ve 1999 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü (3/106, 107) (S. Sayısı : 110) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Komisyon raporu ve rapora yapılan itiraz ile komisyonun görüşü 110 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Geçen döneme ait komisyon raporu, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün tasvibe sunulan 1998 ve 1999 yılları hesap ve işlemlerinin şartlı ibra edilmesi şeklinde karara bağlanmıştı. İtiraz üzerine, şimdiki komisyonun itiraz olunan hususlara dair görüşü ise, bu kuruluşun 1998 ve 1999 yılları hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesi şeklindedir. Görüşmeler sonunda, şimdiki komisyonun hesap ve işlemlerin ibra edilmemesi yönündeki raporu oya sunulacaktır.

İçtüzüğümüze göre, genel görüşmede ilk söz hakkı, itirazı yapan milletvekiline veya uygun göreceği bir diğer üyeye aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına 1'er üyeye, şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemi halinde, komisyona ve hükümete de söz verilecek; bu suretle, genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, komisyon, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, itirazda bulunan milletvekili ve şahıslar için 10'ar dakikadır.

Genel görüşme üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini arz ediyorum: İtiraz sahipleri adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu. Grupları adına; Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Ergün Dağcıoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Orhan Sür; şahısları adına, Yozgat Milletvekili Sayın Yaşar Öztürk ve Malatya Milletvekili Sayın Ferit Aslanoğlu.

Sayın milletvekilleri, ilk söz, itiraz eden milletvekilleri adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu'na ait; ancak, Dağcıoğlu, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına da konuşmacı olduğu için iki süreyi bir arada kullanabilir.

Buyurun Sayın Dağcıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mimarı, inşa edeni ve kurucusu olan Atatürk'ün Türk Milletine armağan ettiği, büyük tarihsel ve kültürel özelliği yanında, Ankara halkı için hayatî önemi haiz Atatürk Orman Çiftliği konusunda Yüce Heyetinize bilgi arz etmek üzere söz almış bulunmaktayım; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

                                   

(1) 110 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Atatürk Orman Çiftliği konusu, yazılı ve görsel basında sürekli yer alan ve toplumun çeşitli kesimlerince de tartışılan bir konu olmasına rağmen, biraz sonra arz edeceğim üzere, Atatürk Orman Çiftliğine ilişkin sorunların çözümlenmesi bir yana, giderek sorun yumağı haline gelmiş bir yerdir. Bu itibarla, KİT Komisyonunun 13 Haziran 2001 tarihinde yapılan toplantısında şartlı ibra olunan Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999 yılları faaliyetlerinin 3346 sayılı Yasanın 8 inci maddesi uyarınca KİT Komisyonu tarafından bir defa daha görüşülmesi için bendeniz ve arkadaşlarımın imzasıyla verilen itiraz müzekkeresi üzerine, KİT Komisyonunun 20 Şubat 2003 tarihli toplantısında, müdürlüğün 1998 ve 1999 yılları faaliyetlerinin ibra edilmemesi nedeniyle; yani, o gün KİT Komisyonuna yaptığımız müracaatta -yine, şükranlarımı arz ediyorum- KİT Komisyonu üyelerinin tam bir mutabakatla itirazımızı kabul ederek ibra etmeme doğrultusundaki kararları sonucu, bugün, Yüce Meclisimizde, gündemi, Atatürk Orman Çiftliği konusuyla oluşturmuş bulunuyoruz. Ayrıca, hükümetimizin, konuya verdiği önemi ve Ankara halkı için en uygun biçimde çözümlenmesi konusundaki kararlılığını belirtmek istiyor, bu önemli konunun çözümü için her sayın üyenin canı yürekten sağlayacaklarına inandığım katkıları için de peşinen şükranlarımı arz ediyorum.

Değerli arkadaşlar, Büyük Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin iktisadî açıdan kalkınmasının, dolayısıyla, muasır medeniyet seviyesine ulaşmasının ve özel sektörün gelişip güçlendirilmesinin temini için, o zamanın kıt kaynaklarına rağmen tesis ettiği KİT'ler yanında                  -malumlarınız olduğu üzere- tarım alanında da, millete önderlik ve öğreticilik yapmak amacıyla, yurdun çeşitli yörelerinde çiftlikler tesis etmişti. Atatürk'ün, tamamen şahsî gelirleriyle tesis ettiği bu çiftliklerden birisi olan ve 1925 yılında kurup 1937 yılına kadar bizzat sevk ve idare ettiği Atatürk Orman Çiftliği de, arazinin ıslah ve tanzim çalışmaları suretiyle başkent Ankara'nın yeşillendirilip güzelleştirilmesi, halka gezecek, eğlenecek ve dinlenecek sıhhî yerler meydana getirilmesi, ziraatın eğitim ve öğretiminde de katkıda bulunması, rekreasyon alanları, içinde kurulacak hayvanat bahçeleriyle çocuklara eğitim alanında faydalar sağlaması bakımından, bu amaçla, 11 Haziran 1937 tarihli Bağış Mektubuyla hazineye, yani, dolayısıyla Türk Milletine hediye edilmiştir.

Atatürk'ün, büyük bir öngörüyle Türk Milletine hediye ettiği Atatürk Orman Çiftliği, ne yazık ki, aradan geçen altmışaltı yıl içinde korunup geliştirilmesi bir tarafa, Bağış Mektubundaki amaç doğrultusunda bile tasarruf sağlamadığı gibi, çeşitli kişi ve kurumlara tahsis olunan, işgal olunan araziler nedeniyle, arazi varlığı, başlangıçta 52 000 dönüm olmasına rağmen, bugünkü kayıtlara göre 33 524 dönüme gerilemiştir. Bu veriler de, son dönemin yöneticileri ve Yüksek Denetlemenin titiz ve hassas çalışmaları sonucunda bu hale gelmiştir; ondan evvel, âdeta, oğlan yemiş oyuna gitmiş, çoban yemiş koyuna gitmiş hesabıyla, neyin nerede olduğunu bilen bir Allah'ın kulu yokmuş. Öyle ki, bu son yönetimin, işgallere ilişkin olarak yaptığı ciddî, tutarlı çalışmalar sonucu, tam 945 dönüm arazinin, halen şu anda işgal altında olduğu belirlenmiştir. Bu işgal ve arazi kayıplarına neden olan, ihmal dahi kabul edilemeyecek tasarrufları şu vereceğim iki örnekle somutlaştırmak -bir iki örnek vereyim ki, zihinlerde daha iyi canlanabilsin- ve geçmişte yapılan vurdumduymazlığın hangi boyutlara ulaştığını arz etmek istiyorum izninizle. Müdürlüğün mülkiyetinde olan, hemen yakınımızda, Balgat semtinde, en işlek arter üzerinde bulunan 960 metrekarelik bir alan ve anılan semtteki -rayice göre yüksek değerlere sahip, metrekaresi yaklaşık 10 000 000 000 filan, değeri trilyonlar ediyor- arsaya, fuzulî şagil olarak bir kişi tarafından iki katlı bina yapılıyor. Bir kişi, gitmiş, Balgat'ın ortasındaki 960 metrekarelik bir arsayı işgal etmiş ve üzerine iki katlı bina yapmış. Bu arsa kimin; Atatürk'ün bizzat tapulu malı; Atatürk Orman Çiftliğinin.

Adamcağız, ana caddeye cephe olan bu arsaya iki katlı bina yapmış, yine ana caddeye cephesi olan iki dükkândan birisini eczacıya, diğerini de sakatatçıya kiraya vermiş. Bütün bunlardan sonra, doymamış, bir bölümünü oto yıkama istasyonu haline getirmiş, oto yıkamadan arta kalan yerleri de düzenleyerek değişik işlere kiraya vermiş ve diğer bölümlerin, ilgili tarafından kullanıldığı ancak Mayıs 2002'de tespit edilmiş. Bu durum tespit edilince, bu yöneticiler tarafından hemen mahkemeye, müdahalenin men'i, haksız inşaatının kali ve ecri misil talebiyle dava açılmış.

Şimdi, bakın işin ilginçliğine: Arsaya yapılan haksız müdahalenin çok eski yıllara dayanması -yaklaşık yirmi yıla dayanması- ve fuzuli şagilin, burada haksız kazanç sağlamasına rağmen, dava açma tarihinden itibaren hukuken beş yılı aşan süre içerisinde zamanaşımı söz konusu olduğundan ötürü...

O iki katlı binayı yapıp, eczaneye, sakatatçıya, otomobil yıkayıcısına kiraya verip geriye kalanını kullanan adam "ne yapıyorsunuz siz; burayı, yirmi seneyi aşkın zamandır ben kullanıyorum; gidin buradan; burası benim malımdır" diyor "yahu, burası tapulu, Atatürk'ün arazisi" diyorlar; o "ben, burayı, yirmi seneyi aşan zamandır kullanıyorum" diyor; yani, merdi kıpti şecaat arz edeyim derken, sirkatini söylermiş ya; adam, mahkeme heyetine, Atatürk'ün arazisini, bilâbedel işgal ederek, yirmi yıldır kullandığını bizzat kendisi ifade ediyor. Yirmi senedir yönetim nerede?! Ortada yok. Yani, bu fuzuli işgal sonucu, buradan haksız kazanç sağlamasına rağmen, ancak, beş yıllık süreyi aştığı için, öbürleri bırakılmış ve 1997 yılından itibaren ecri misil talep edilebilmiştir. Dolayısıyla, dava açılıncaya kadar hiçbir işlemin yapılmaması, hukukî yollara başvurulmaması ve hiçbir sorun yokmuş gibi davranılması, ilgililerin nasıl sorumsuzca davrandıklarının çok açık bir kanıtıdır.

Bir sürü örnek var da; bu spesifik örnekten sonra, yine, çok ilginç, hafızalarınızda kalsın diye vereceğim bir örnek de şu: Hipodrom yapımı için kiralanan ve uygulama imar planında hipodrom alanı olarak belirlendikten sonra... Yani, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından kiralanıp, hipodrom yeri olarak belirlendikten sonra, hukuken hiç imkânı olmadığı halde, parselasyon imar planları yapılan alanın, imar, ada ve parsellerine dahil edilen; mülkiyeti Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğüne ait arazilerden düzenleme ortak payı olarak alınan 335 dekar arazi örneğinde olduğu gibi...

Bakın, 335 dekar arazi, hipodrom yapılmak üzere kiralanıyor, alınıyor ve o arada, projeler yapılırken -bilirsiniz- Belediye Kanunundaki meşhur 18 inci maddenin uygulanması sonucunda, 335 dekar arazi örneğinde olduğu gibi, bu arsaya elkonuluyor. Elkonuluyor; ancak, 5659 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi uyarınca, Orman Çiftliği arazilerinin devir ve temlikinin ancak kanunla mümkün bulunması dolayısıyla, Orman Çiftliği yöneticileri horul horul uyurken veya görmezlikten gelirken, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı olayı fark ediyor, diyor ki: "Bu 5659 sayılı Yasaya göre, biz, burada, kanun çıkarmadan, 18 inci madde dahil olmak üzere, hiçbir tasarrufta bulunamayız ve Orman Çiftliğinden bir metrekare arazi bile alamayız. Şimdi, 18 inci madde uygulaması yüzünden 335 dekar arazi alıyoruz; dolayısıyla, bu konuda şu yetkilileri bir uyaralım." 31.8.1995 tarihinde 865 sayılı bir yazı çıkarıyor ve Orman Çiftliği Müdürlüğüne, bu kanundan bahsederek, imar düzenlemesine muvafakat etmeleri için "yapılacak imar düzenlemesine ya muvafakat edin, hukukî platformuna oturtun ya da itiraz hakkınızı kullanarak bu planın iptalinin sağlanması gerektiği konusunda hareketlenin" diyor, müdürlüğü uyarıyor Büyükşehir Belediyesi, 1995 yılında. Çok açık biçimde bu şekilde izah etmesine ve bu tasarrufa, mevcut yasa karşısında kayıtsız kalınamayacağını hatırlatmasına rağmen, müdürlükçe, hâlâ uykuya devam ediliyor ve hiçbir girişimde bulunulmadığından, bugün, de facto durum olarak 335 dönüm arazi belediye adına tescil ediliyor. Dolayısıyla, biraz evvel söylediğim örnekte olduğu gibi, belediyenin "yapmayın, yetişin, müdahale edin, şu arsanıza sahip çıkın" diye uyarmasına rağmen, adamlar, arsaya, Atatürk Orman Çiftliğinin, Atatürk'ün tapulu arazisine bile sahip çıkmama gafletini gösteriyorlar. Bu nedir; Atatürk'ün, yıllar evvel ileriyi görerek -sanıyorum- bunlara mesaj göndermek üzere söylediği bir ifade vardı. İktidar deyince hep hükümeti düşünürler, herhangi bir konudaki iktidarı elinde bulunduranlar için söylüyor ve "iktidar sahipleri şahsi menfaatlarını müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilir. Hatta bu iktidar sahipleri, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içerisinde bulunabilirler" diyor ya; demek ki, bugünkü yöneticileri görmüş de onlara mesaj olsun diye söylemiş yıllar öncesinden. (AK Parti sıralarından alkışlar) Evet, bu kadar gaflet olur mu?!. Kanun çıkarmadan 1 metrekarenin alınmasının, bir çivi çakılmasının mümkün olmadığı, Atatürk'ün öz ve öz tapulu arazisi ve koruyun diye millete hediye ettiği arazisine bile oradaki yöneticileri sahip çıkmamış.

Şimdi, kaldı ki, Orman Çiftliği alanı, 1998 yılında Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca birinci derecede tarihî ve doğal SİT alanı olarak tescil ve ilan olunmuştur; yani, bir de SİT alanıdır aynı zamanda.

Orman Çiftliği arazilerinin kullanımı ve işletilmesi, kent bütünü içinde açık ve yeşil alanlar bütününün, arazi kullanım planlaması çerçevesinde yapılmalıdır. Arazi kullanım planlamasını esas alan bitkisel üretim deseni yeniden tespit edilirken, yeni anlayışın geleneksel tarımsal faaliyetlerinden vazgeçilerek, kent içi tarımsal faaliyetler bağlamında tarım ormancılığına dönüştürülmesi sağlanılmalıdır.

Bu durumda, Atatürk'ün "yeşili görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki, âmâ bir insan dahi yeşiller arasında olduğunu fark etsin" sözü, vasiyeti ve özdeyişi yerine getirilmiş olacaktır bu yeşile sahip çıkılırsa.

Orta Anadolu steplerinde kurulan başkent Ankara'nın yaşanabilir bir kent olması, şehir içinde yer alacak yeşil alan ve parklar ile şehir dışında oluşacak bir yeşil kuşağın varlığına bağlıdır ancak. Mevcut yapısıyla Orman Çiftliği arazileri, söz konusu yeşil ve açık alanlar için önemli bir potansiyeldir çünkü; ama, bütün bunlara rağmen, 2002 Temmuz ayı itibariyle Müdürlüğün, çeşitli kişi ve kuruluşlara kiraya verdiği ve mülkiyetin gayri ayni hak tesis ettiği taşınmazlarının sayısı 124 olup -124 tane taşınmaz- bu taşınmazların yaklaşık alanı ise 5 717 dönümdür, yani, 6 000 dönümdür. Bu kiralamaların büyük bir bölümü, maalesef, arazilerin Bağış Mektubundaki amaç doğrultusunda kullanımıyla bağdaşmayan kiralamalardır.

Arkadaşlar, vakıflara, bu tür büyüklerimizin bağışlarına, bağış mektuplarına bakmazsak, dünyaya vakıf medeniyeti olarak nam salmış bir ülkenin çocukları olarak, gelecekte, zannediyorum, çok üzülürüz.

Ayrıca, araziler üzerinde kiracılar tarafından yapılan sabit tesisler nedeniyle, araziler, sadece gasp edilmekle kalmayıp, arazi niteliğini de kaybetmişlerdir. Kiracıların kullanımına verilen arazilerin büyük bir bölümü  -arkadaşlar, sıkı durun, Atatürk'ün arazisi gasp ediliyor ve üzerinde kurulan tesisleri incelediğinizde- diskotekler, hipodromlar, lokantalar, büfeler, benzinlik tesisleri, spor tesisleri, garajlar, sosyal tesisler, asfalt depo tesisleri, çevre yolu, kömür deposu, enerji nakil hatları, bowling salonları, fabrikalar, kil istihraç sahaları, kanalizasyon atık ve su kolektör tesisleri sahası haline getirilmiş, bağış amaçları dışında kullanımları için kiralanmıştır.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Moloz dökme sahası...

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) -  İşte, atık dedik ya.

Öte yandan, Müdürlüğün, Bakanlar Kurulunun 11 Mayıs 1998 tarih ve 98/11395 sayılı kararıyla kabul edilen Satın Alma ve Kiraya Verme Yönetmeliğinin 4 maddesinin iptali ve yürütmenin durdurulması için -izninizle, şükranlarımı arz etmek istiyorum- şu andaki mevcut Sayın Meclis Başkanımız Yılmaz Ateş Bey tarafından Danıştaya açılan dava sonucunda, Danıştay 10. Dairesinin kararıyla, Müdürlüğe ait taşınmaz malların, artık, geçmişteki gibi yanlış uygulamalarına dur denilecek ve taşınmaz malların trampa edilmemesi ve bunlar üzerinde mülkiyetin gayri aynî hak tesis edilmemesi, devlet kurum ve kuruluşlarına beş yılı aşan kiralama yapılamaması, gerçek ve tüzelkişilere kiralanacak taşınmazların münferit ve küçük parçalarla sınırlı tutulmaması ve yine, beş yılı aşan kiralama yapılmaması konusunda verilen hüküm ile bu hususlara aykırı olan yönetmelikteki kanunsuzluklar düzeltilmiştir. Bu manada, Sayın Ateş'e şükranlarımı arz ediyorum. (Alkışlar)

Marifet iltifata tabidir. Türkiye'de, birçok görevlinin yattığı bir dönemde, bir insan, bunu, kendine görev ittihaz etmiş, dava açmış ve bu davayı sonuçlandırarak bir yanlışı önlemişse, buna şükran duymaktan başka hiçbir şey söylenemez.

Değerli arkadaşlar, şimdi bu girizgâhtan sonra, gelelim, bugün, tarihte bir ilki yaşatan itirazımıza. Nedir bu ilk dediğinizde; bugüne kadar şartlı ibrayı -biraz evvel anlatmıştım- artık, yok ettik. Bundan böyle, bir daha, bu Mecliste, şartlı ibrayı nasıl şartlı ibra edersiniz, ibra etmeyin diye huzurunuza gelemeyeceğiz; ama, bu, büyük bir mesafedir; inşallah, bir daha böyle bir yanlış yapılmaz.

Şimdi, sizlere, Orman Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999 yılları faaliyetlerinin neden ibra edilmemesi gerektiği konusundaki itirazlarımın sebeplerini izah etmeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlar, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun, yine, titiz çalışmaları... Bir şeyin hep altını çizmeye çalışıyorum yıllardır; yani, gerek Millî Savunma Komisyonu üyeliği yaptığım zamanlarda gerekse KİT Komisyonu üyeliği yaptığım zamanlarda, çok büyük bir mutlulukla tespit ederek, hep hakkı teslim etmeye çalıştığım bir konu vardır; o da, Türkiye'de, hâlâ, dersini çalışarak gelen bazı müesseseler vardır, bunlar ayaktadır ve bunların moral değerleriyle gidiyoruz. Bunlardan biri asker, biri de Yüksek Denetleme Kurulu üyeleriyse, bunlara da burada şükranlarımı arz ediyorum. Onların yaptığı titiz çalışmalar sonucunda, Orman Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999 yılları faaliyetlerine ilişkin olarak hazırladığı, hepinizin bildiği o temennilerden oluşan çalışmalarda üç konuya itiraz etmiştim. Onlar -aynı konular iki yılda da, yani, 1998 ve 1999'da da paylaşıldığı için, şu anda burada hep birlikte konuşuyoruz- nedir;

1- Orman Çiftliği arazisi üzerinde Marmara Oteli diye bir otel var. Otelin kiralanmaları sözleşmelerinin gereklerinin yerine getirilmemesiyle ilgili tespitlerin yapıldığı temenniler.

2- Kira bedellerinin, emsal ve rayiç bedellerine uygun hale getirilmemesinin talepleriyle ilgili temenniler.

3- Toprak dökümü alanına ilişkin... İhaleyi kazanan firmanın... Çok enteresan bir şekilde, yetkisiz bir insana, telefon selamıyla yer teslimi yapılarak, bu memleketi, 8 milyar lira civarında... Çok enteresan yani... Adamcağız ihaleyi almış, birisini göndermiş, telefonla da "bu adama yer teslim edin, paraları da buna verin" demiş. Orman Çiftliği yöneticileri "öyle mi, hoş geldiniz, buyurun, burası sizin alanınızdır, tepe tepe kullanın" demiş. Adam paraları yatırmamış, yatırmadıktan sonra fark etmişler ve "yahu buranın sahibi sen değil misin" deyince "benimle ne alakası var kardeşim, bana yer teslim yaptınız mı, zabıt var mı, evrak var mı?" "Yok." "Benden niye hesap soruyorsunuz" demiş ve dolayısıyla, muhatap bulunmayınca, orada da paralar gitmiş. Son olarak itirazlarımızdan birisi de buydu.

Şimdi, ayrıca, bu itirazların dışında, konuşmamın başında arz ettiğim, arazi işgal ve kayıpları ile arazilerin amaç dışı kullanımları da itirazımızın başlıca diğer gerekçeleridir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, bu konularda, Yüce Heyetinize bilgi arz edeceğim. Mülkiyeti Orman Çiftliği Müdürlüğüne ait arazi üzerinde bulunan meşhur Marmara Oteli davası... Meşhur diyoruz; çünkü, ben, artık, bu Marmara Otelinin, yıllardır yılan hikâyesi olan, mahkemede bitmeyen davalarına da iştirak ediyorum, gidiyorum; orada da, inşallah, bu yılan hikâyesi bitirilecek ve en kısa zamanda olay sonuçlandırılacaktır diye ümit ediyorum. Sıkıntı yumağı anlatmakla bitmiyor. Hep kısa anlatıyorum diyorum ya, burada anlatsak haftalar sürer.

Arkadaşlar, bakın, Atatürk Orman Çiftliği arazisinde uzun yıllardır kullanılan, o zaman meşhur olan bir Marmara Oteli vardı. Bu, Emekli Sandığının tasarrufu altındaydı, sonra, Emekli Sandığı buradan ayrılınca, mevcut, o zamanki yönetim, 1984 yılında "burası kaldıkça metruk bir hale geliyor, bunu bir restore ettirelim, ihaleye verelim, yap-işlet-devret modeline benzer bir modelle de değerlendirelim" diyor ve ihaleye çıkıyor. İhaleye çıkınca, müracaat eden firmalardan birisinin teklifi uygun görülüyor. Bu, Orman Çiftliğinin içinde iki katlı bir bina; yani, Ankara'nın şınorkeli olan, hava bacası olan, akciğeri olan bir Orman Çiftliği düşünün, bilinmeyen bir izinle onun ortasında yapılmış bir otel var -de facto durum- çalışıyor ve burayı kullanılır hale getirmeye çalışıyorlar. İhaleye çıkarıyorlar, ihaleye çıkan firmaya diyorlar ki: "Sen, iki katlı bu binayı restore et." "Nasıl?" "Siz, restore ettikten sonra, burayı, yıllık 25 000 000 lira kirayla 10 sene işletin, daha sonra bize devredin." "Devredelim" diyor müteahhit firma, Kayalar İnşaat diye bir firma. Bu teklif kabul görüyor ve Kayalar İnşaata "iki katlı bina restore edilerek, ilk altı ayda restorasyonu tamamlansın, ikinci altı ayda da rekreasyon alanları, gezinti alanları tamamlansın ve hizmete açılsın, 10 yıl sonunda da burayı bize geri devredin" diye yapılan anlaşmadan kısa bir müddet geçtikten sonra, sözde bu ihaleyi alan Kayalar İnşaat, bir hesap kitap yapıyor -yahu, ben, meşhur bir inşaat firmasıyım, burayı niye iki kata yapalım- birdenbire, diyor ki, 4 yıldızlı bir oteli iki katlı halde tutacağımıza, şuna bir iki kat daha ilave edelim ve 5 yıldızlı bir otel olsun, 10 yılda geri vereceğimize 20 yılda geri verelim, kirasını da yılda 52 000 000 lira verelim diyor; yani, pintilik etmeyelim, yılda 25 000 000 lira vereceğimize 52 000 000 lira verelim diyor.

Bu zekice teklifini hemen yönetime götürüyor. Yönetim de, bakıyor, hakikaten olabilir, niye olmasın diyor ve adamlara, yeni bir ihale yapılması gereken şartlar oluştuğu halde, sadece... Niye; çünkü, daha önceki iki ihalede ortaya çıkan diğer firmalar, eğer, burayı 5 yıldızlı otel, 20 yıllığına kullanabilme imkânı olduğunu bilseler ona göre teklif sürerlerdi. Sen, şimdi, 4 yıldızlı otel yapacağım diye 10 yıllığına alıyorsun; ama, sonra müracaat ederek, 20 yıllığına çıkarıyorsun ve 1 yıldız farkıyla... KİT Komisyonunda da söylemiştim, öyle mübarek bir yıldız ki, adama tam 10 sene orayı tepe tepe kullanma imkânı veriyor!

Yetti mi; yetmedi. Şimdi, aradan biraz zaman geçiyor. Bu kadar meşhur bir inşaat firması olmasına rağmen, daha önce yaptığı zemin etütlerinin bir daha gözden geçirilmesi ihtiyacını hissediyor ve bir zemin etüdü yapıyor. Profesyonel inşaat firması yani!.. Önce yaptığı zemin etütlerinin doğru olmadığını fark edince, koşa koşa, tekrar, doğru yönetime gidiyor. Diyor ki: "Ey yönetim, yahu, ben sizden burayı aldım; ama, bunun zemin etütleri tutmuyor. Vallahi, 4 katlı binayı çekmez. Allah korusun, başımıza iş çıkar. Onun için, gelin, biz, bu işi burada durduralım. Siz, bana, bu otelin yan tarafında yeni bir yer verin. Bu verdiğiniz yeni yerde, ben, size 14 katlı bina yapayım, yap-işlet-devret modeliyle size geri iade edeyim." Bunun üzerine karşı tarafın evet veya hayır demesi lazım değil mi normal olarak; ne evet ne hayır... Karşı taraftan hiç ses yok; yani, Orman Çiftliği yöneticilerinden hiçbir ses yok. Adamcağız "sükût ikrardan gelir" diyerek, gidiyor, yapmak için ihalesini aldığı binayı burada bırakıyor, yan tarafa geçiyor, yan tarafta bina inşaatına başlıyor. Başka bir arazide bina yapmaya başlıyor; izin yok, ruhsat yok, kâğıt yok, mukavele yok; hiçbir şey yok yani. Koca bina yükseliyor.

FİKRET BADAZLI (Antalya) - Yönetim onu durdurur!

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - "Yönetim onu durdurur" diyor. Vallahi, hâlâ durduramamış yani, 1984'ten 2003 yılına kadar aradan tam ondokuzbuçuk sene geçmiş.

Şimdi, bakın, bu bina yükseliyor. Ee, yeter artık değil mi yani, adamcağızın, artık, bu müktesebatıyla, kifafı nefs etmesi lazım. Hayır, etmiyor. Ne diyor; diyor ki: "Bu iş böyle olmaz. Ben bu inşaata başladım, ama, her ne kadar, sen, sükût ettin de öyle ikrar ettiysen, kabul ettiysen, vallahi, yaptığım hesaplara göre ben zarar edeceğim herhalde." "Ee, ne yapalım?" "O zaman, burayı bana 49 yıllığına verin" diyor. Adamcağıza, o zaman, sözle "yok, bu da olmaz artık" diyorlar. Sözle "yok, olmaz" deyince, Kayalar İnşaat Firması, hemen, haklılığını ispat edebilmek için, kendisine yapılan zulmü izale ettirebilmek için doğru mahkemeye koşuyor ve mahkemeye bir dava açıyor. Diyor ki: "Yahu, kardeşim, ben, geldim, bu adamların arazisinde, bütün iyiniyetimle, hiçbir izin ve ruhsat almadığım halde, koca bir bina yapıyorum; ama, bu pahalı, yetmiyor, yetiştiremiyorum; 20 yılda finanse edemem; öyleyse, 49 yıllığına bana izin verin ki, ben, bu işin altından kalkayım" diyor. Bunun üzerine, mahkeme heyeti düşünüyor taşınıyor uzun zaman, en  sonunda karar veriyor; 3 kişilik heyette, mahkeme başkanı "hayır, olmaz böyle bir şey" diyor; ama, 2 tane mahkeme üyesi "olur, bal gibi olur" diyor ve öyle bir karar çıkıyor ki, ihalesiz, ruhsatsız, izinsiz, mukavelesiz başlattıkları inşaat, 49 yıllığına, adamların inhisarına geçiyor ve o gün bugündür, bu muvazaa, bu problem devam edip gidiyor; sene 1984, sene 2003...

Geldiğimiz noktada, mevcut yöneticiler, çok yoğun mesai sarf ediyorlar bu usulsüzlüklerle ilgili, bu hukuksuzluklarla ilgili. Arkadaşlar, altını çizerek söylüyorum; ta yıllar gerisine gittim, 1984 yılına kadar gittim, bütün hesapları inceledim, 1993, 1994 yılına kadar, Orman Çiftliğinin Marmara Otelini bu adamlara nasıl verirsiniz diye, ne Orman Çiftliği yönetimden birisi hareketlenmiş ne onları performans denetimine tabi tutan Yüksek Denetleme Kurulu hareketlenmiş ne de ondan sonra... Adamcağız 1984 yılında inşaata başlamış; ama, tabiî, bitirebilmesi için, Turizm Bakanlığından, DPT'den ve Hazineden teşvik alması lazım; o müracaatları  da yapmış. Ondokuz senedir, adamcağız, oradan oraya, mekik dokur gibi, gidiyor, yalım yalım yalvarıyor "yahu, bana niye kredi vermiyorsunuz; teşviklerimi aldım" diyor. Adamcağız bir de kredi alamıyor ya, kredi vermeyen Turizm Bakanlığı da, Hazine de bu konuda mesul... Yani, bu, mizahî bir edayla anlattığım olayda, Orman çiftliği yöneticileri mesul, müteahhit firma mesul, bu müteahhit firmanın, yapılan bu sıkıntılı tasarrufları performans denetimiyle tespite memur ve mecbur olan Yüksek Denetleme Kurulu üyeleri sorumlu; bakanlıklar, yani, Hazine, DPT ve Turizm Bakanlığı sorumlu. Son tahlilde, biraz evvel anlattığım, mahkemede 2'ye karşı 1 dedim ya, adamın tapulu arazisi değil, izni yok, bilmem ne yok; ama, 49 yıllığına vermiş mahkemenin sorumluluğunu tartışmak durumundayız diye düşünüyorum ve bütün bunların ışığında geldiğimiz noktada, 1984 yılından 1999 yılına kadar ve geldiğimiz tarihe kadar uyuyan yönetimlerden başka...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Dağcıoğlu.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

... alt komisyonlarda ve üst komisyonlarda bu olayı fark etmeden veya fark etse de görmezlikten gelmek suretiyle, KİT komisyonları ayağıyla siyaset de suçlu. Dolayısıyla, fesimizi önümüze koyup, ciddî bir tespit yapmalıyız. Yani, Türkiye, bu dönemde, artık, kirlerinden temizlenmeli, aklanması gereken bir dönem olarak tarihe geçmeliyse, hep beraber -hepinize şükran duygularımı arz ediyorum- az önce, nasıl ki Halk Bankasında, bir tane bile fire vermeden Yüce Meclis kabul etmişse, Orman Çiftliği konusunda da, bu yapılan sıkıntıları, bu yapılan zulümleri, bu yapılan yolsuzlukları, bu yapılan haksız iktisapları önlemenin yolu olarak, yine aynı şekilde ortak karar vermeliyiz diye düşünüyorum; yani, altı yedi müessese, hepsi birden, kendisini hesaba çekmeli ve bütün bu hesaplaşmalardan sonra, 2000'li yıllarda geleceğe omuz omuza, umutla gitmeliyiz diye düşünüyorum.

Onun için, Orman Çiftliğinde, bu Marmara Otelini, temizliklerin başlayacağı bir milat olarak kabul etmenizi rica ediyorum. Neden; çünkü, Türkiye'nin kurucusu ve birçok insanın da, arkasına kocaman resimlerini koymak suretiyle, cambaza bak edasıyla, yolsuzluklarına kılıf olarak değerlendirmeye çalıştığı, Aziz Atatürk'ün tapulu arazisine, onun anısına ve onun müktesebatına hiç değilse, saygı göstermeyi beceremezsek, biz bu memlekette hiçbir pisliği düzeltemeyiz, hiçbir pisliği temizleyemeyiz diye düşünüyorum.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul)- Malî miladı gömdünüz; malî milat olamaz!

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla)- Sayın Bakan, yani, burada, bu kadar, hepimizin hassasiyet gösterdiği bir konuda konuyu başka tarafa taşırsanız, bence, olayın füsunu gider diye düşünüyorum ve ben bunu sizin fark edeceğinizi düşünüyorum.

Arkadaşlar, Orman Çiftliğinin Marmara Oteli davası böyle sıkıntılı.

Bunlardan başka, kira davalarına gelelim. Sanki, Marmara Otelini, Atatürk Orman Çiftliği değil de babalarının çiftliği gibi düşünmeye ve kullanmaya alışmış olan insanlar, bu arada, orada bir sürü araziyi de kiraladıklarında, küçücük rakamlarla, bu memleketi, Orman Çiftliği ayakta kalsın diye direnen yöneticileri de sıkıntıya sokmuşlar ve ekonomik sıkıntılarla, arzu edilen rekreasyon alanlarının bile gerçekleştirilmesi doğrultusunda hareketlenememişler. Yeni gelen yönetim -iki üç sene oldu zannediyorum- işte, yine Yüksek Denetlemeyle senkronize olmak suretiyle öyle bir çalışma başlatmış ki, ilk defa göğüs göğüse bir mücadeleyle -buradan şükranlarımı ve tebriklerimi iletiyorum mevcut yönetime- ne yapmış; ayda 38 milyon lira olan kirayı 200 milyar liraya çıkarmışlar. Aylık geliri, 199 küsur milyar liraya... Nasıl yapmışlar bunu; göğüs göğüse bir mücadeleyle. 3 liraya, 5 liraya peşkeş çekilircesine verilen kira bedellerini güncelleştirmişler, 5 milyara, 10 milyara, 40 milyara, 50 milyara çıkarmışlar ve dolayısıyla, aylık geliri 200 milyar liraya tırmandırmışlar. Şimdi, zannediyorum, bu yıl, artık rakamlar çok daha katlayacak ve belki de üzerimizden birtakım yükleri kaldıracak.

FARUK ANBARCIOĞLU (Bursa)- Sayın Dağcıoğlu, şu miktarı bir daha tekrarlar mısınız; 38 milyondan 200 milyara mı çıkmış?

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla)- 38 milyardan 200 milyara... 199 küsur milyar...

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya)- Ama, aylık değil, yıllık bu rakam.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Devamla)- Aylık söylüyorum; Yüksek Denetleme Kurulu raporlarında aylık yazıyor.

Şimdi arkadaşlar, burada rakamlar şuradan önemli; yani, tam 7 misli artmış; 38 milyar nere, 200 milyar nere!.. Peki, neredeydi o ana kadarki yöneticiler; o ana kadarki yöneticilerden -birçok KİT Komisyonu üyesi arkadaşımızın da bildiği gibi- birisi ölmüş, birisi de emekliliğin tadını çıkarıyor şu anda; ama, Yüksek Heyetinizin izniyle, zannediyorum, verilecek kararla, bizi destekleyerek vereceğiniz kararla, ümit ediyorum, ilk defa, burada, bunlar da adaletin eline teslim edileceklerdir ve gereği yapılacaktır diye düşünüyorum.

Arkadaşlar, burada, Sayın Başkanımızın sabrını zorlamak istemiyorum; söylenecek o kadar çok şey var ki; ancak, şu anda, artık, kira tespit davalarının bile Türkiye'de bir ilke imza atar şekilde yılan hikâyesi gibi olduğu, 1995 yılında açılmış bir kira davasının 2003 yılına kadar hâlâ bitirilmediğinin gündeme getirildiği bir günde, 52 000 dönümden 19 000 küsur dönümüne el konulmak suretiyle, çeşitli yollarla gasp edilmek suretiyle 33 000 dönüme düşürülmüş olan araziye, bundan böyle hep birlikte sahip çıkacağımızı ümit ediyor, desteklerinizi bekliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Dağcıoğlu.

Sayın milletvekilleri, Sayın Dağcıoğlu'na teşekkür ediyorum; adım da geçtiği için kısaca bir konuyu arz etmek istiyorum.

1998'in ağustosunda, Sayın Dağcıoğlu'nun sözünü ettiği bu yönetmelikte Bakanlar Kurulu kararıyla bir değişiklik oldu. Trampa denilen yöntem şu: Örneğin, sizin, Ağrı'nın kuş uçmaz, kervan geçmez bir dağında bir araziniz var. "Ben 50 dönümünü devlete veriyorum, devlet de bana Atatürk Orman Çiftliğinden 50 dönüm versin" mekanizması getiriliyordu. Bunun üzerine, ben, yürütmenin durdurulması için Danıştaya dava açtım; fakat, söz konusu daire, bu talebimi reddetti. Bunun üzerine, Danıştay Dava Daireleri Genel Kuruluna gittim. Arkadaşlar, o süre içerisinde Sayın Dağcıoğlu'nun sözünü ettiği bowling salonu yapıldı. Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu, talebimi reddeden o dairenin de temsilcisinin oyuyla, yürütmeyi durdurma talebimi oybirliğiyle yerinde buldu ve yürütmeyi durdurdu. Fakat, o arada da, bu bowling salonu oraya kuruldu.

Basın toplantısı yaptık. Sağ olsunlar, bütün sivil toplum örgütleri, siyasî partiler geldiler, Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal da geldi, Atatürk Orman Çiftliğinin etrafında insanlardan çit ördük.

Bu dava iki yıl sürdü; davayı da esastan, yine, oybirliğiyle kazandık.

Bir basın toplantısında gazeteciler sordular, dediler ki "bu yönetmeliği değiştiren bakan, kendisine 'otel ayısıyım' diyerek caka satıyor; peki, burada da ayılar var, bunların hali ne olacak?" Ben de espriyle bir yanıt verdim; sevgili arkadaşlar, bir de o davadan yargılandım. O zamanın parasıyla, masraflarıyla beraber 1,5 milyar lira, ilgili bakana tazminat ödedim. Mahkemenin gerekçesi "bir kişi kendisine ayı diyebilir; ama, bir başkası ona ayı derse suç işlemiş olur." Sayın milletvekilleri, ben bu gerekçeyle, ilgili kişiye o zamanın parasıyla 1,5 milyar lira tazminat ödedim.

Ancak, Atatürk Orman Çiftliğini de kurtardık da, fakat, ne kadarını kurtardık; Sayın Dağcıoğlu söyledi, 104 000 hektardan şu anda 33 000 hektar kalmış; yani, üçte 1'i ve bu da -halen yürürlükte olan 1950 yılının mayıs ayında çıkmış özel yasa var- yani, şu ana kadar yapılan işgallerin hepsi, bu yasaya rağmen yapılmış işgaller. Yasa var, yasaya göre, kiraya verilebilmesi veya satılabilmesi için özel kanun çıkarılması lazım; ama, yasa çıkarılmadan o işgal etmiş, bu işgal etmiş, siyasî iktidar da kollamış ve bu noktaya gelinmiş.

Sayın Dağcıoğlu'na ve imzası olan bütün arkadaşlarımıza ve sizlere teşekkür ediyorum, bu konuyu gündeme tekrar getirdikleri için.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Orhan Sür; buyurun. (Alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ORHAN SÜR (Balıkesir) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Atatürk Orman Çiftliğiyle ilgili KİT Komisyonu raporu üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini ifade etmek için Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, sanırım, bu dönem, Meclis, çok önemli ve çok güzel çalışmalar sergileyecek. Bizler KİT Komisyonunda -ben aynı zamanda KİT Komisyonunun bir üyesiyim- Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarımızla beraber, gerçekten, çok güzel, çok verimli ve ülkemiz için ileriye dönük olabileceğini düşündüğüm çalışmalar yapıyoruz ve bu çalışmaların sonucunda da, işte biraz önce konuştuğumuz ve oyladığımız Halk Bankası gibi ve şimdi konuşmaya devam ettiğimiz Atatürk Orman Çiftliği gibi konular Meclisimizin huzuruna geliyor.

Değerli arkadaşlarım, insanlar doğru bildikleri, dürüstçe inandıkları konuda her zaman bedel ödemeyi göze almalılar. Bu konudan önce görüştüğümüz Halk Bankası konusu ve bankalar konusu bunlardan birisi. Hepiniz hatırlarsınız; 1999 senesinde, Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, Türk Ticaret Bankası olayı gündeme geldiğinde bedel ödemeyi göze alarak bu yanlışın, bu hırsızlığın, bu yolsuzluğun meydana çıkması için bir tavır sergiledi. O dönemde bize bedel ödetenler, Cumhuriyet Halk Partisini Meclisin dışında bırakanlar, aradan üç ay geçmeden Cumhuriyet Halk Partisinin ne denli doğru şeyler söylediğini, nelerin bu ülkeden alınıp götürüldüğünü, nelere mal olduğunu elbette öğrendiler ve sonunda Cumhuriyet Halk Partisine de, Sayın Deniz Baykal'a da gereken desteği verdiler.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce konuşan Sevgili Dağcıoğlu, Atatürk Orman Çiftliğiyle ilgili belki de söylenebilecek hemen hemen her şeyi söyledi. Bizler, kendileriyle beraber KİT Komisyonunda yaptığımız çalışmada, bu konunun, buraya, bu şekilde gelmesi konusunda, zaten, oybirliğiyle bir karar almıştık.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce Sayın Dağcıoğlu'nun ifade ettiği gibi, 1925 yılında Gazi Mustafa Kemal "örnek bir çiftlik istiyorum" demişti ve bunun için de, o günün ziraatçılarına yer bulmaları talimatını vermişti. O günkü ziraatçılar, Ankara civarında örnek bir çiftlik yapılabilecek bir arazinin olmadığını ifade ettiler. Mustafa Kemal, bugünkü çiftliğin olduğu bölgeyi gösterip "peki, burası?.." dedi; söylenen "orası olmaz, bataklık ve çorak bir yer efendim" yanıtıydı. "Burasını biz yapamazsak, kim yapacak" dedi, kolları sıvadı ve Mayıs 1925'te, o zamanki adıyla "Gazi Orman Çiftliği" yaşama geçti.

Onüç yıl, bu çiftlikte, gerçekten, çok örnek çalışmalar sergilendi ve 11 Haziran 1937'de, bu konudaki görüşünü, bu çiftliği Türk halkına hibe ederken, Gazi Mustafa Kemal o hibe yazısında ifade ettiği gibi, gerçekten, örnek bir çalışma sergilenmişti; burada hem tarım çok ileri bir noktaya getirilmişti hem de o zamanın en modern tarım araçları Türk toplumunun önünde görücüye çıkmıştı ve Türk toplumu modern tarımla tanışma olanağı bulmuştu. Hepimizin tarih kitaplarında, belki, ilkokulda duvarlarda o gördüğümüz, Mustafa Kemal'in demir tekerlekli bir traktörün üzerine bindiği ve fotoğrafının çekildiği yer aslında bu çiftlik. Bu gibi çiftlikler sayesinde Türk tarımı bugünkü noktaya geldi; ama, arkadaşlar, bugün geriye dönüp baktığımızda, Mustafa Kemal'in, o gün, bu çiftliği, sadece Türk köylüsüne, Türk tarımına bir hizmet amacıyla değil, düşlediği Ankara'nın yıllar sonra bir gereksinimi olduğunu da gördüğünü saptıyoruz. 1937 yılında bu yeri devrederken, bu çiftliklerden de bahsederken, çiftliklerin, aslında, yerine göre araziyi ıslah ettiğini, tanzim ettiğini, ayrıca, halka gezecek, eğlenecek, dinlenecek çağdaş yerler temin ettiğini ve bunun yanında, elbette, Ankara halkına ve bu çiftliklerin civarındaki insanlara hilesiz, katkısız, nefis ürünlerin de bu çiftliklerden temin edileceğini açık açık ifade ediyordu.

İşte, Atatürk Orman Çiftliği, Ankaramıza hâlâ bu hizmeti sunmaya çalışan bir çiftlik; ama, bu çiftlik, gerçekten, yöneticilerimiz tarafından Atatürk Orman Çiftliği olarak görülmemiş, babalarının çiftliği olarak görülmüş ve birilerine maalesef, peşkeş çekilmiş değerli arkadaşlarım. (Alkışlar)

Bundan 65 yıl önce, bu günleri görüp, o çiftliği ve o çiftlik gibi yerleri bu ülkenin insanına emanet eden Mustafa Kemal'in görüşüne bakın, ondan sonra gelen yöneticilerin bizleri nelerle uğraşmak zorunda bıraktıklarına bakın! Aramızdaki görüş farkını, o dönemden bu döneme gelen yöneticilerimizin nitelik ve nicelik farklarını, elbette buradan görebiliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce ifade ettiğim gibi, değerli arkadaşım çok güzel sözcüklerle Atatürk Orman Çiftliğinde nasıl peşkeşler çekildiğini size anlattı. Elbette, Marmara Oteli tam bir rezalet; ama, maalesef -biraz önce kendisinin de ifade ettiği gibi- yerine de, arazisine de sahip çıkamamışız.

Atatürk, ilk bu çiftliği kurmaya ve  burada arazi aramaya başladığında,  20 000 dönümlük ilk parça araziyi, Abidin Paşa'nın eşinin arazisini, 20 000 dönümlük araziyi ondan satın aldı, hem de büyük paralarla satın aldı, gerçek değerinin üzerinde bir parayla satın aldı. Mustafa Kemal'in bu yeri gerçek değerinin üzerinde aldığını gören o civardaki diğer mülk sahipleri, kendi mülklerini Mustafa Kemal'e satmak için yarıştılar ve 52 000 dönümlük bir çiftlik oluştu. Bugün, o çiftlik, maalesef, 33 000 dönüm. Yani, biraz önce sevgili arkadaşımın ifade ettiği o işgallerden bahsetmiyorum; yaklaşık 19 500 dönümü, zaten elden çıkmış, gelmemek üzere gitmiş; ama, artı, biraz önce bahsedilen işgaller var bu bölgede. İşte, bizim sahip çıkmamız gereken, bu bölgeler; bizim sahip çıkmamız gereken ve Mustafa Kemal'in düşünü gelecek kuşaklara yansıtmamız gereken çalışma da, elde kalan bu 33 000 dönümlük arazi üzerinde olacak elbette. Gerçekten çok büyük peşkeşler çekilmiş.

Değerli arkadaşım biraz önce ifade etti, bu arazi üzerinde olmayan yok; berber var, köfteci var, büyük lokantalar var, bowling salonları var, otobüs firmaları var, fabrikalar var, her şey var bu arazinin üzerinde. Biz, KİT Komisyonunda çalışırken, KİT Komisyonundaki arkadaşlarımla beraber buranın müdürüne "buraların kiraları nedir; bize, karşılaştırmalı kira örnekleri verir misiniz" dedik. Bize, yaklaşık 51 tane kuruluşu gösteren bir tabloyu, hemen o aşamada sundular. Yani, arkadaşlarım, buradan, size nesini göstereyim!.. Düşünün, burada, bir çimento fabrikasının depolama alanı var; bu depolama alanının 1999 yılındaki kirası, inanamayacaksınız ama, 7 000 000 lira civarında bir rakam; 1999'da! Yani, gerçekten, bir kişinin, Ankara'da bir lokantaya gidip de yiyeceği bir yemek parasından bile az bir rakam.

Tabiî, değerli arkadaşlarım, aynı çimento fabrikası, çimentoyu imal edebilmek için, kili de Atatürk Orman Çiftliğinin topraklarından temin ediyor; geliyor, kili, Atatürk Orman Çiftliğinden alıyor ve o kili, götürüp çimento haline getiriyor. Peki, bu kadar büyük bir rakamla büyük paralar kazandığı bu kile karşılık, Atatürk Orman Çiftliğine, 1999 yılında ne ödedi biliyor musunuz; yaklaşık olarak 522 000 000 lira.

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Aylık mı, yıllık mı?

ORHAN SÜR (Devamla) - Yıllık efendim, bu dediğim rakamlar yıllık rakamlar; üzülerek söylüyorum, yıllık rakamlar.

Değerli arkadaşlarım, 1999'dan sonra gelen yönetim, gerçekten, elinden geleni yapmaya çalışmış. Ha, belki yeterli olmayabilir, belki, bugün bile, Türkiye koşullarında, Ankara koşullarında, oradaki rakamlar çok çok düşük rakamlar olabilir; ama, bir şeyler yapılmaya çalışılmış. Biraz önce örnek verdiğim o yıllık 7 000 000 liralık rakam, 7 000 dolara çıkarılmış; çok büyük bir artış; yani, 7 000 000 liradan 7 000 dolara çıkarılmış; 522 000 000 liralık kil alma rakamı 41 milyara çıkarılmış; yani, bir artış sağlanmış; ama, bu, bize, şunu unutturmuyor: Burada, bir peşkeş var; burada, birileri, bugüne kadar, hep Atatürk Orman Çiftliğini böyle sömürmüş, kanını emmiş. İşte, burada, artık, Meclisimiz yapması gereken görev, bu dönemde hepimize düşüyor. Değerli arkadaşlarım, bu olayın üzerine gitmek zorundayız.  Biraz önce, Halk Bankasında yaptığımız gibi, hep birlikte, Atatürk Orman Çiftliğinin bu dönemlerinin araştırılması, bu dönemlerinin soruşturulması yönünde karar alarak ve bu işte sorumluluğu olanlardan, bugüne kadar bu sorumlulukların hesabını vermeyenlerden hesap sormalıyız.

Değerli arkadaşımın ifade ettiği Marmara Oteli, gerçekten -biraz önce ifade ettiğim gibi- tam bir rezalet. Şimdi, bazı arkadaşlarımız, eğer, bugüne kadar Atatürk Orman Çiftliğine gitmedilerse, o oteli bitti falan zannedebilirler. Şu anda, oraya giderlerse şunu görürler: Karkası çıkmış bir betonarme. 1984-2003; ondokuz sene geçmiş, hâlâ, ortaklıkta hiçbir şey yok. Eski otel de devredışı; yani, iki katlı, daha önce, o çalışan, Ankaralıya hizmet veren eski otel de, yenisi yapılacak diye, ötekinin şantiye binası haline getirilmiş, o da devredışı kalmış ve bundan hep zarar gören Atatürk Orman Çiftliği olmuş.

Değerli arkadaşlarım, yazıktır günahtır, yazıktır günahtır... Bu ülkede bu kadar pervasızca soygun yapılmamalıdır ve yapanlardan bizler elbette hesap sormalıyız.

Ben, bu saatte, çok fazla konuşarak sizi, burada alıkoymak istemiyorum; ama bizim de görüşümüz, bizim de düşüncemiz, bunu yapanların bedelini ödemesi yönünde tavır alınması, bu konuda oybirliğiyle buradan karar çıkması.

Düşümüz, elbette, Mustafa Kemal'in, Atatürk Orman Çiftliğini kurarken ve Türk Halkına emanet ederken düşlediklerinin yaşama geçmesidir. Bizden sonra gelecek kuşaklar, gerçekten pırıl pırıl bir Atatürk Orman Çiftliğinde, Ankara'ya, ülkenin başkentine yakışır ve Mustafa Kemal'in emaneti bir orman çiftliğinde bunları konuşmadan, bunları hatırlamadan yaşarlar.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sür.

Şahsı adına, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu; buyurun.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; KİT Komisyonunda, Atatürk Orman Çiftliği görüşülürken, Sayın KİT Komisyonu Başkanım belki hatırlayacaklar, kendisinden izin aldım ve rahatsızım dedim, çıktım.

Ben, tabiî, böyle bir şey görmedim, yaşamımda görmedim. Eğer bu ülkede... Hayretler içinde kaldım, rahatsızlandım, mide krampı geçirdim ve çıktım.

Vaktinizi almayacağım, çok kısa konuşacağım. Bu benim içimde bir yara olduğu için; çok rahatsızlandım, iki gün uyku uyuyamadım. Böyle bir şey görmedim. Ama, tenzih ediyorum, şu andaki Genel Müdürü ve arkadaşlarını tenzih ediyorum. Bu kardeşimiz, hakikaten, saygıdeğer konuşmacıların, gerek Orhan Sür Beyin, gerekse Ergün Dağcıoğlu Beyin söylediği gibi, 600 000 000 olan aylık kirayı, aylık 8 milyara, 9 milyara çıkarmışlar. Yani, onun için, şu andaki yönetimi tenzih ediyorum; ama, hakikaten, böyle bir şey görmedim.

Bir kere, bir ülke ki, eğer, bu Meclis... Ben, eğer bugün Meclisin dışında olsaydım, bunları görmeseydim, bir vatandaş olarak, acaba, bu ülkeye, bu ülkeyi yöneten insanlara nasıl güvenebilirim, bir vatandaşın nasıl güveni olabilir?.. Hiçbir inancım ve güvencim yoktur; yani, bir vatandaş, bugün bizi buraya gönderen insanlar, acaba, bize nasıl güvenecekler?.. Önce, Meclisin bu saygınlığını getirmemiz lazım.

Atatürk Orman Çiftliğinin hikâyesini, belki, bugüne kadar kimse dinlemedi; ama, bugün bunu dinleyen insanlar, acaba, bu ülkeyi yöneten insanlar için ne der?..

Bir kere, ben, KİT Komisyonu Başkanı ve üyelerine ve Sayın Dağcıoğlu'na ve Sayın Yılmaz Ateş'e hassaten teşekkür ediyorum; yani, bu Meclisin onuru kurtuluyor. Yine söylüyorum, eğer bir vatandaş olsaydım, isyan ederdim, beni yönetenler neler yapıyor diye.

Şimdi, iki türlü hırsız vardır; biri şerefli hırsız, biri şerefsiz hırsız derim ben her zaman. ("O nasıl oluyor?" sesleri) Hırsızın şereflisi olur mu; evet. Şimdi, bir tanesi çekti çekmeceni, çekmecende 50 000 000 vardı, 100 000 000 vardı, 500 000 000 vardı, aldı gitti; bu, güzel hırsız, iyi hırsız, sana verdiği zarar 50 000 000, 100 000 000; ama, öbür adam, yine aynı 50 000 000 veya 100 000 000'u cebine atıyor; ama, senin bir malını satıyor, belki 5 milyarlık, 10 milyarlık bir malını satıyor, birilerine peşkeş çekiyor, yine aldığı para 50 000 000. Bu ülke bu hale geldiyse, bu yüzden gelmiştir. Onun için, hepimiz söz verdik, hepimizin insanlarımıza karşı bir borcumuz var.

Ben sözlerimi çok uzatmayacağım. Bir kurum düşünün, Ankara'nın göbeğinde, Meclisin gözünün önünde, eğer, bu devlet, gözünün önündeki bir yere sahip çıkamıyorsa, benim diğer illerimdeki yerlerime nasıl sahip çıkacak?! Ben böyle düşünürüm.

Şimdi, bir devleti düşünün, elindeki arazisini birileri alıp götürüyor, devlet baba ortada yok! Devlet babanın arazisi 52 000 dekardan 35 000 dekara düşecek, devlet baba malına sahip çıkamayacak! Eğer, devlet baba kendi malına sahip çıkamıyorsa, vatandaşın malına nasıl sahip çıkacak?!

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Babanın evlatları malını alıyor!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Haa!

Yine, tapu işlemlerine gidiliyor, güncelleştirilmek isteniyor, tapu kayıtlarının bugüne gelmesi için çaba gösteriliyor ve bugüne kadar, bu ülkenin Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, Atatürk Orman Çiftliğinin tapusunu çıkaramıyor; yok! Kaç yıldır; yirmibeş yıldır! Veya bir ülke düşünün ki, o ülkede adalet -adalet, bizim her şeyimiz- onsekiz yılda karar veremiyor. İzalei şuyu davaları açılıyor, idare müdahale etmediği için tüm davalar kaybediliyor. Maalesef, tüm davalar, zamanında müdahale edilmediği için, zamanında itiraz edilmediği için -sadece tek maddeye dayanılarak- süresi geçtiği için davalar kaybediliyor.

Düşünün, Yüce Atatürk'ün bize emaneti, moloz bahçesi oluyor. Sayın Dağcıoğlu söyledi, Ankara'nın tüm atıkları buraya dökülüyor. Bir emanet düşünün; burası, Yüce Atatürk'ün bize emaneti, Ankara'nın tüm atıkları buraya geliyor ve ne kadar bedelle biliyor musunuz; senede 8 milyar lira gibi bir rakama. Tabiî, Yüce Atatürk, o gün, bunu emanet ederken, birilerine örnek olsun, çiftçimize örnek olsun, hep bir örnek... Bir şey üretelim, bu ülke yaratır. Yüce Atatürk'ün yaratıcılığını birilerine göstermek için o günlerden...

Bakıyoruz, devletimiz veya Atatürk Orman Çiftliği, hâlâ, arpa, buğday, pastörize yoğurt, ayran, dondurma, şarap, meyve suyu imal ediyor. Artık, burası, Ankaralının; burası Ankaralının. Tamam, o günün Türkiye gerçeği; o gün, belki, o insanlarımıza bu çiftlik örnek olarak gösterilebilirdi; çiftçiye, üreticiye bir yol gösterirdi; ama, artık, bugünün koşullarında rantabl değil. Artık, burası, Ankara ve Türkiye'ye bir emanet oldu. Devlet baba, hepimiz buraya sahip çıkmalıyız.

Tabiî, bir başka olay, orman çiftliği. Tüm orman alanı  3 600 dönüm. Bu her ne kadar, 6 500 dönüm deniyorsa da, hayır, 3 600 dönüm. Birtakım kamu kurumlarımıza arazi tahsisi yapılmış; ama, maalesef, burada da orman dikim işi yeterli ölçüde dikkate alınmadığı için burası da böyle kalmış.

Biz -başta Sayın Başkan olmak üzere, KİT Komisyonundaki tüm arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum-  bir örnek olsun diye, Sayın Meclis Başkanımızın öncülüğünde, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonu olarak, bir KİT Komisyonu Ormanının adımını attık. Sayın Başkana teşekkür ediyorum.

Arkadaşlar, sonuçta, bir vatandaş olarak, benim güvenim yok. Eğer, bu Meclisin gözünün önündeki, Ankara'nın göbeğindeki birtakım şeyler işgal altındaysa, birtakım şagıllar varsa ve devlet baba ve Ankara, eğer, kendi ekmeğine sahip çıkamıyorsa, benim Van'daki arkadaşımın ekmeğine nasıl sahip çıkar?! Hepinizin bilgilerine sunuyorum, teşekkür ediyorum.

Saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Şahsı adına ikinci söz, Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Yaşar Öztürk'ün.

Buyurun Sayın Öztürk. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEHMET YAŞAR ÖZTÜRK (Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün Tasvibe Sunulan 1998 ve 1999 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü hakkında, şahsım adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, konuya girmeden önce, bilgilerinizi tazelemek ve komisyon raporundaki tespitlerin önemini vurgulamak amacıyla, kısaca Atatürk Orman Çiftliğinin kuruluş amacına ve Çiftliğin kuruluşunda rol oynayan önemli etkenlere değinmek istiyorum.

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, cumhuriyetin kuruluşunda, hızlı bir iktisadî kalkınmayı sağlayacak sermaye birikimi ve yüksek teknoloji mevcut değildi. Aziz milletimizin refah seviyesini yükseltmenin yolu, Anadolu topraklarındaki tarım potansiyelinin harekete geçirilmesinden ve de halkımızın tarımsal alandaki deneyimlerinin iyileştirilmesinden geçiyordu.

Ayrıca, insanca yaşamanın olmazsa olmaz şartlarından birisinin de yeşil alanlara duyulan ihtiyaç ve özlem olduğu, günümüzde de, imarla ilgili hukukî düzenlemelerde yeşil alanların korunması ve geliştirilmesine verilen önemle tezahür ettiği bir gerçektir.

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, ekonomik kalkınmanın lokomotifi olmasını öngördüğü tarım sektörünün önemini vurgulayıcı "millî ekonominin temeli tarımdır. Bunun içindir ki tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz" ve "...köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek tutacakları, verimli, modern, uygulamalı tarım merkezleri kurmak gereklidir" sözleriyle, yeşile verdiği önemi de "yeşili görmeyen gözler, renk zevkinden mahrumdur" sözlerindeki düşüncelerle, bozkır ortasına kurulmuş Başkent Ankara halkının rahatlıkla gezebileceği, nefes alacağı, yaz kış yeşil kalacak bir doğa güzelliği yaratmak arzusu ve özlemi, Atatürk Orman Çiftliğinin kuruluşundaki temel itici güç olmuştur. Çiftliğin kurulmasıyla, hem modern tarım teknik ve usullerinin ilk örnekleri Türk tarımına hediye edilmiş hem de Ankara halkına müstesna bir mesire yeri kazandırılmıştır.

Atatürk Orman Çiftliği, biraz önce belirttiğim etkenlerle ve amaçlarla, 25 Mayıs 1925 tarihinde, Atatürk'ün kişisel mülkü olarak kurulmuştur. Kuruluşundan 12 yıl sonra, 11 Haziran 1937 tarihinde, Atatürk tarafından Hazineye, yani Türk Milletine bağışlanan çiftlik, 13 Ocak 1938 tarihinde 3308 sayılı Kanunla kurulan Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumuna devredilmiştir. 28 Şubat 1950 tarihine kadar kurum tarafından işletilen çiftliğin çalışma alanları daha da genişletilmiştir. Çiftlik, 1 Mart 1950 tarihinde Devlet Üretme Çiftlikleri bünyesine alınmışsa da, kısa bir süre sonra, 24 Mart 1950 tarih ve 5659 sayılı Kanunla yeni bir statüye kavuşturulmuş ve Atatürk Orman Çiftliği adı altında, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı, tüzelkişiliği haiz bir kuruluş haline getirilmiştir. Kuruluş, çalışmalarını, halen bu statüde sürdürmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çiftlik arazisinin muhafaza edilmesi, boş alanların ağaçlandırılması ve Çiftliğin ismiyle özdeşleşen ürünlerin üretiminin devamı için, komisyon raporlarında da belirtildiği gibi, kira gelirleri çok önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurum yöneticilerinin özel firmalara kiraya verdikleri taşınmazlarla ilgili gerekli hassasiyeti göstermeleri, Çiftliğin geleceği açısından hayatî önem arz etmektedir.

Şu anda görüştüğümüz, Atatürk Orman Çiftliğinin 1998 ve 1999 yıllarına ait hesap ve işlemleri, KİT Komisyonunun 13 Haziran 2001 tarihli toplantısında, dönemin kurum yöneticilerinin ihmalleri nedeniyle, şartlı olarak ibra edilmiştir. Bunun üzerine, Tokat Milletvekili Ergün Dağcıoğlu ve arkadaşları tarafından, 1998 ve 1999 yıllarına ait komisyon raporlarına 21.3.2003 tarihinde itiraz edilmiş, raporların içeriklerinde detaylı olarak belirtilen konularda idarenin kusurlu davrandığının açıkça anlaşıldığı, bu nedenle, adı geçen kuruluşun ibra edilmemesi gerektiği bildirilmiştir.

KİT Komisyonu ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu raporları, dönemin kurum yöneticilerinin, yetki ve sorumlulukları içerisinde bulunan hususlarda ne kadar sorumsuz, ilgisiz ve ihmalkâr olduklarını göstermektedir. Bu konuları, kısaca bilgilerinize sunmak istiyorum.

Biraz önce sayın milletvekili arkadaşlarımın belirttiği gibi, mülkiyeti kurum müdürlüğüne ait Marmara Oteli, 25 Haziran 1984 tarihinde yapılan ihale sonucunda, özel bir firmaya, aylık 4,3 milyon TL kira karşılığında 10 yıllığına kiraya verilmiştir. Bu firma, Marmara Otelini beş yıldızlı otel haline getirmek için gerekli tadilat ve onarımları yapmayı ve süresi boyunca işletmeyi, süresi sonunda da tesisi kuruma devretmeyi, 24 Ağustos 1984 tarihli sözleşmeyle üstlenmiştir; ancak, daha sonra sözleşme şartları değiştirilmiş, kira süresi, kiracının açtığı dava sonucu 49 yıla çıkarılmış, gerekli kira artışı yapılamamış ve -1999 yılı itibariyle söylüyorum- sözleşmenin aktinden 15 yıl, çekilen ihtarname üzerinden 6 yıl, ihtarnameyle verilen süre üzerinden de 4,5 yıl geçmesine rağmen, otel işletmeye açılamamıştır. Taşınmazdan, şu anda işgal tazminatı olarak sadece 1 678 000 000 TL alınmaktadır ve otel, halen işletmeye açılamamıştır.

Dönemin kurum yöneticileri, gerekli yasal takibatı yapmamış, davayı titizlikle takip etmemiş ve gayri ciddî tutumlarına devam etmişler; tapu kayıtlarında 103 990 metrekare olan bahse konu taşınmazı, dönemin yöneticileri, mahkemelerle yapılan yazışmalarda, bazen 50 000 metrekare, bazen 500 000 metrekare olarak belirtmişlerdir. Kiracı yükümlülüklerini yerine getirmediği halde, aktin feshi ve taşınmazın tahliyesi yönünde, dönemin kurum yöneticileri herhangi bir girişimde bulunmamışlardır. Bu husus, müdürlüğün büyük zarara uğramasına neden olmuştur ve olası zararların boyutu da her geçen gün artmaktadır.

1999 yılı içinde toprak döküm alanına ilişkin ihaleyi kazanan firma, sözleşme yapmaya yanaşmadığı halde, hukuken şirketin temsilcisi olmayan bir şahsa yer teslimi yapılarak işin yetkisiz bir kişi tarafından yapılmasına müsaade edilmiş ve müdürlüğün 7,9 milyar Türk Lirası zarara uğratılmasına sebep olmuştur. İncelenen dönemde, kuruma ait taşınmazlar ada parsel bazında belirlenememiş ve mevcut tecavüzler tespit edilerek önlenmemiş, tapu kayıtları güncelleştirilerek tapu senetleri alınmamış, bu nedenle, kuruma ait taşınmazlar işgal edilmiş ve kurum yine zarara uğratılmıştır. 2001 yılı itibariyle, kurumun toplam 945 dekar taşınmazı işgal edilmiş durumdadır. Kurum taşınmazlarının kiraya verilmesi ve kiraların artırılması hususunda gerekli hassasiyet gösterilmemiş, bazı kiracılara yüksek oranlarda, bazılarına da çok düşük oranlarda yıllık artış oranları uygulanmış olup, kurumun 748 milyar lira zarara uğratıldığı, müfettiş raporlarında belirtilmiştir. Bu konuda yöneticiler aleyhine açılan dava henüz sonuçlanmamıştır.

Atatürk Orman Çiftliği arazisinin birinci derece doğal SİT ve tarihî SİT alanı olarak tescil edilmiş olmasına karşılık, SİT alanı içerisindeki kiracıların izinsiz yapılaşmalarına idare göz yummuş ve bu konuda herhangi bir işlem yapılmamıştır.

Kiralanan taşınmazların mevcut durumunun tespit edilerek kiracılara tutanakla teslim edilmemesinden dolayı, kiracıların kendi menfaatları doğrultusunda yaptıkları yapılaşmaları belirlemek imkânsız hale gelmiştir. Kira süresi uzatılması yerine, yeniden ihaleye çıkmayı mümkün kılacak biçimde sözleşmeler yapılmamış, kira bedellerini süresinde ödemeyen kiracılar hakkında gerekli yasal işlemler için süresi içinde girişimde bulunulmamıştır.

KİT Komisyonu, 20 Şubat 2003 tarihinde itiraz müzekkeresini görüşerek 3346 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen ilkeler çerçevesinde kurumun durumunu incelemiş, 1998 ve 1999 yılları hesaplarıyla ilgili Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu raporunda yer alan hususların da kararın gerekçeleri arasında rapora eklenmesini kararlaştırmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Öztürk.

MEHMET YAŞAR ÖZTÜRK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Komisyon, yukarıda belirtilen hususların, en azından görev ihmallerine işaret ettiği, yıllardan beri süren ihmallerin olduğu ve dönemin yöneticilerinin kurumu iyi yönetmedikleri, dolayısıyla, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün, 1998 ve 1999 yıllarına ait hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesine karar vermiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk Orman Çiftliği, Atatürk'ün doğa sevgisinin, ekonomik kalkınmaya ve Türk çiftçisine verdiği önemin bir simgesidir. Bu çiftlik, birçok tarım uzmanının "tarım yapılamaz, ağaçlandırma için elverişsizdir" şeklinde rapor verdiği bir alanda kurulduğundan, zoru başarmanın da bir simgesidir. Böylesine simgesel özelliklere sahip bu güzide kuruluş, Atatürk'ün bizlere bıraktığı önemli miraslardan biridir. Bu mirasa sahip çıkmak ve korumak hepimizin görevidir.

Bu nedenledir ki, çiftliğin işletilmesinde ve korunmasında yasalarla getirilen usul ve esaslara uyma noktasında gösterilecek hassasiyetin en üst seviyede olması gerektiğine inanıyorum. Bu kuruluşun hak ve menfaatlarının korunmasında ihmal veya suiistimalleri olanların yargı önünde hesap vermeleri gerektiğini düşünüyorum. Böylece, bu önemli tarihsel mirasa sahip çıkılmadığı yönünde kamu vicdanında açılan yara da sarılmış olacaktır; aksi halde, bu yara kanamaya devam edecektir. Gelin, bu güzide kuruluşa hep beraber sahip çıkalım.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öztürk.

Şimdi, komisyon adına, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Başkanı Sayın İsmail Özgün; buyurun efendim.

KAMU İKTİSADÎ TEŞEBBÜSLERİ KOMİSYONU BAŞKANI İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, KİT Komisyonunun değerli üyelerine, hem AK Partili hem CHP'li üyelere teşekkür ediyorum; çünkü, KİT Komisyonu olarak, bir ilki beraber gerçekleştirdik ve Atatürk Orman Çiftliğinin 30 dönümlük bir arazisinde fidan dikimi, ağaçlandırma çalışmasını yaptık. Bu bakımdan, değerli üyelerimize teşekkür ediyorum. Bu çalışmayı da, üyelerimizin kendi katkılarıyla, verdikleri maddî destekle gerçekleştirdik. Bu bakımdan çok mutluyuz.

Geçen dönemki çalışmalara baktığımızda, hep, Atatürk Orman Çiftliği ağaçlandırılmalıdır diye temenni olarak geçmiş. Biz, bu dönem, 22 nci Dönem KİT Komisyonu olarak, bunu raporlarda bırakmayalım, fiiliyata geçirelim ve bu ağaçlandırmayı başlatalım dedik ve böyle bir çalışmayı yaptık.

Değerli arkadaşlar, komisyon raporu hakkında, ben, çok uzun boylu konuşmayacağım. Geçen dönemin şartlı ibrasına karşılık, yani 1998 ve 1999 yılları hesaplarına, Sayın Ergün Dağcıoğlu ve 20 arkadaşı, komisyonumuza itiraz ettiler. Ben, tabiî, böyle bir konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine, komisyonumuzun gündemine taşıdıkları için, Sayın Ergün Dağcıoğlu ve 20 arkadaşına da teşekkür ediyorum.

Komisyonumuz, itirazı değerlendirmiş, gerekli toplantıları yapmak suretiyle, 1998 ve 1999 yıllarına ait hesap ve işlemlerin ibra edilmemesine karar vermiştir. Görüşmeler, komisyonda üç ana konuda odaklanmıştır. Bunların birincisi, meşhur Marmara Oteli olayı; diğeri, arazi tespitleri ve kira davaları ve üçüncü olarak da, bir yüklenici firmanın serme ve tesviye işlemleriyle ilgili yapmış olduğu konular. Üç konu üzerinde odaklanmış ve bu konular uzun uzun tartışılmıştır. Yapılan itiraz, Komisyonumuzca, yerinde bulunmuştur ve kabul edilmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu konu, tabiî, nihaî olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisince karar verilecek ve burada sonuçlandırılacaktır. Bu bakımdan, yaptığımız işlemleri ve tespitlerimizi burada bilgilerinize sunduk, takdirlerinize arz ediyoruz. Bu 1998 ve 1999 yıllarına ait hesap ve işlemlerin ibra edilmemesini Yüce Meclisten talep ediyoruz.

Hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır.

Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunun, itiraz üzerine, görüşünü bildirdiği rapor, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün tasvibe sunulan 1998 ve 1999 yılları hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesine dairdir.

Şimdi, komisyonun bu raporunu, 3346 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 8 inci maddesine göre oylarınıza sunacağım.

Komisyon raporu kabul edildiği takdirde, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999 yıllarına ait hesap ve işlemleri onaylanmamış ve dolayısıyla, yönetim kurulları ibra edilmemiş olacaktır.

Komisyon raporu kabul edilmediği takdirde ise, ilgili kuruluşun hesap ve işlemleri ve dolayısıyla, yönetim kurulları ibra edilmiş olacaktır.

Komisyon raporunu oylarınıza sunuyorum: Komisyon raporunu kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (AK Parti ve CHP sıralarından "oybirliğiyle" sesleri)

Sayın milletvekilleri, komisyonun, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999 yıllarına ait hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesine ilişkin raporu Genel Kurulca da kabul edilmiş ve yönetim kurulları ibra edilmemiştir; hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar)

Siz sayın üyelerimize saygılarımızı sunuyoruz.

Sayın milletvekilleri, sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 28 Mayıs 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum; hepinize iyi akşamlar diliyorum.

 

Kapanma Saati : 21.20