DÖNEM
: 22 CİLT : 15 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
85 inci Birleşim
27 . 5 . 2003 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II.- GELEN KÂĞITLAR
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.- Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili
Yılmaz Ateş'in, son günlerde sinema, müzik ve spor alanlarında elde edilen
ulusal ve uluslararası başarılar münasebetiyle konuşması
B)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.- Ankara Milletvekili Yakup
Kepenek'in, 27 Mayıs 1960'ın siyasal tarihimizin önemli dönüm noktalarından
biri olduğuna ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Konya Milletvekili Ahmet Işık'ın,
Konyaspor’un şampiyon olarak süper lige çıkmasına ilişkin gündemdışı konuşması
3.- Şanlıurfa Milletvekili Mehmet
Vedat Melik'in, Şanlıurfa'nın su ve elektrik sorununa ve alınması gereken
tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in
cevabı
C)
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.- Balıkesir Milletvekili İsmail
Özgün ve 19 milletvekilinin, Manyas Kuş Gölünün çevre sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)
2.- Tokat Milletvekili Mehmet Ergün
Dağcıoğlu ve 21 milletvekilinin, Tokat İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve
kentsel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91)
3.- Konya Milletvekili Remzi Çetin ve
20 milletvekilinin, madencilik sektörünün içinde bulunduğu durumun
araştırılarak, altın ve bor madenleri başta olmak üzere yeraltı kaynaklarımızın
değerlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92)
D)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın,
Japonya Üst Meclisi Başkanı Hiroyuki Kurata'nın resmî davetine icabetle bu
ülkeye yapacağı ziyarete katılacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/292)
2.- Avrupa Birliğine üye ve Avrupa
Birliğine katılmakta olan ülke parlamentoları Çevre Komisyonu Başkanları
Konferansına, Yunanistan Parlamentosu Ekonomik İşler Komisyonu Başkanı John
Thomopoulos tarafından ismen davet edilen TBMM Çevre Komisyonu Başkanı Malatya
Milletvekili Ahmet Münir Erkal'ın katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/293)
E)
ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Genel Kurulu ziyaret eden
Bosna-Hersek Başbakanı Adnan Terzic ve beraberindeki heyete Başkanlıkça
"Hoş geldiniz" denilmesi
IV.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve
33 milletvekili ile Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24
milletvekilinin, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi ve (10/2,6) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı : 134)
V.- KİT
KOMİSYONU RAPORU
1.- Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin
Tasvibe Sunulan 1997 Yılı Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci
Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu
Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü (3/133) (S.Sayısı : 109)
2.- Atatürk Orman Çiftliği
Müdürlüğünün Tasvibe Sunulan 1998 ve 1999 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait,
3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadi
Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü
(3/106, 107) (S. Sayısı : 110)
VI.-
SORULAR VE CEVAPLAR
A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Aydın Milletvekili Özlem
Çerçioğlu'nun, Manisalı Gençler Davasında mahkum olan polislere tebligat
yapılmadığı iddiasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı
(7/327)
2.- Iğdır Milletvekili Yücel
Artantaş'ın, personel sayısına ve yeni personel alımı yapılıp yapılmayacağına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın cevabı
(7/401)
3.- Ankara Milletvekili Ensönmez
Yarbay'ın, kadrosu Ankara'nın ilçelerinde olup geçici görevle başka yerlerde
çalışan personele ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M.Vecdi Gönül'ün
cevabı (7/427)
4.- Ankara Milletvekili Ersönmez
Yarbay'ın, kadrosu Ankara'nın ilçelerinde olup geçici görevle başka yerlerde
çalışan personele ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat
Başesgioğlu'nun cevabı (7/440)
5.- Ankara Milletvekili Ersönmez
Yarbay'ın, kadrosu Ankara'nın ilçelerinde olup geçici görevle başka yerlerde
çalışan personele ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un
cevabı (7/441)
6.- Tekirdağ Milletvekili Enis
Tütüncü'nün, TPAO ve yabancı firmaların Trakya bölgesindeki petrol ve doğalgaz
üretimlerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi
Güler'in cevabı (7/469)
7.- İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu'nun, Kadastro Kanununa göre personele ek görev verilip
verilmeyeceğine ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in
cevabı (7/474)
8.- Ankara Milletvekili A.İsmet
Çanakcı'nın, esnaf ve sanatkârların sorunlarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve
Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un cevabı (7/481)
9.- Ankara Milletvekili Yılmaz
Ateş'in, Eryaman’daki elektrik kesintileri ve park-bahçe aydınlatma elektrik
ücretlerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi
Güler'in cevabı (7/485)
10.- İzmir Milletvekili Muharrem
Toprak'ın, SARS virüsü nedeniyle Güneydoğu Asya ülkelerinden yapılan hayvan
ithalinin ve taşımacılığın durdurulup durdurulmayacağına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı (7/489)
11.- Edirne Milletvekili Nejat
Gencan'ın, ameliyatlarda doktorların talep ettiği ek ücret ve malzeme
bedellerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/496)
12.- Çanakkale Milletvekili Ahmet
Küçük'ün, TMO'nun küçültülmesi çalışmaları olup olmadığına ilişkin sorusu ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı (7/511)
13.- İstanbul Milletvekili Nevzat
Yalçıntaş'ın, AB ülkelerindeki camilere ve Diyanet görevlilerine ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın cevabı (7/512)
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te
açıldı.
Bolu Milletvekili Yüksel Coşkunyürek,
Akşemseddin Hazretlerini Anma Günü münasebetiyle,
Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan,
Zonguldak İlinin sosyal ve güncel sorunlarına ilişkin,
Gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Balıkesir Milletvekili Sedat Peker'in,
Türkiye'de jeortermal enerji kaynaklarının önemine ilişkin gündemdışı
konuşmasına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler cevap verdi.
Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda bir genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesinin (8/2), yapılan öngörüşmeden sonra kabul
edildiği; genel görüşme gününün Danışma Kurulu tarafından tespit edilerek Genel
Kurulun onayına sunulacağı açıklandı.
27 Mayıs 2003 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 15.50'de son verildi.
|
|
Sadık Yakut |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Enver Yılmaz |
|
Yaşar Tüzün |
Ordu Bilecik
Kâtip Üye Kâtip Üye
No. : 117
II. - GELEN KÂĞITLAR
26.5.2003 PAZARTESİ
Tasarı
1.- T.C. Ziraat Bankası A.Ş ve Tarım Kredi
Kooperatifleri Tarafından Üreticilere Kullandırılan ve Sorunlu Hale Gelen
Tarımsal Kredilerin Yeniden Yapılandırılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/604)
(Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi : 22.5.2003)
Raporlar
1.- Karayolu Taşıma Kanunu Tasarısı ve
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/354) (S. Sayısı:
141) (Dağıtma tarihi : 26.5.2003) (GÜNDEME)
2.- Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/327) (S. Sayısı: 142) (Dağıtma tarihi :
26.5.2003) (GÜNDEME)
3.- Doğal Afetlerle İlgili Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı Tezkeresi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu
Raporları (1/594) (S. Sayısı: 143) (Dağıtma tarihi : 26.5.2003) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- İzmir
Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, yakınlarının yetişememesi nedeniyle THY uçağının
kalkışının geciktirildiği şeklinde basında çıkan haberlere ilişkin Maliye
Bakanından sözlü soru önergesi (6/503) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
2.- Manisa
Milletvekili Ufuk Özkan'ın, Millî Piyango İdaresinin özelleştirme kapsamına
alınmasının nedenlerine ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/504)
(Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
3.- Manisa
Milletvekili Ufuk Özkan'ın, Millî Piyango İdaresinin özelleştirilmesine ilişkin
Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/505) (Başkanlığa geliş tarihi :
22.5.2003)
4.- Iğdır
Milletvekili Yücel Artantaş'ın, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik
Fonunun faaliyetlerine ilişkin Devlet Bakanından (Beşir Atalay) sözlü soru
önergesi (6/506) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
5.- Iğdır
Milletvekili Yücel Artantaş'ın, Tanıtma Fonunun projelerine ilişkin Devlet
Bakanından (Beşir Atalay) sözlü soru önergesi (6/507) (Başkanlığa geliş tarihi
: 22.5.2003)
6.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Yıldırım'ın, SARS hastalığına karşı ithalata yönelik önlem
alınıp alınmadığına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/508) (Başkanlığa
geliş tarihi : 22.5.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Antalya
Milletvekili Atila Emek'in, Alanya ve Gazipaşa sahillerinde kurulan balık
çiftliklerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/651) (Başkanlığa
geliş tarihi : 22.5.2003)
2.- Konya
Milletvekili Atilla Kart'ın, bir ağaçlandırma sahasının satışını sağladığı
iddia edilen bürokrata ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/652)
(Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
3.- Konya
Milletvekili Atilla Kart'ın, EGO Genel Müdürlüğünde görev yapan kadrolu ve
sözleşmeli avukatlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/653) (Başkanlığa
geliş tarihi : 22.5.2003)
4.- Antalya
Milletvekili Tuncay Ercenk'in, Antalya İlinin yeni bir SSK Hastanesi ihtiyacına
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/654)
(Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
5.- Antalya
Milletvekili Tuncay Ercenk'in, Antalya'nın Kemer İlçesinin Devlet Hastanesi
ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/655) (Başkanlığa
geliş tarihi : 22.5.2003)
6.- Antalya
Milletvekili Tuncay Ercenk'in, İller Bankası kesintisi nedeniyle Antalya'daki
bazı belediyelerin işçi ücretlerini ödeyememelerine ilişkin Bayındırlık ve
İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/656) (Başkanlığa geliş tarihi :
22.5.2003)
7.- İzmir
Milletvekili Oğuz Oyan'ın, balıkçıların bazı sorunlarına ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/657) (Başkanlığa geliş tarihi :
22.5.2003)
8.- Denizli
Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın, Emniyet Teşkilatı görevlileriyle okullarda
ortak eğitim çalışmaları yapıldığı iddiasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/658) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
9.- Bitlis
Milletvekili Edip Safder Gaydalı'nın, tütün kotalarında ve fiyatlarında
bölgeler arası farklılıklar olup olmadığına ilişkin Maliye Bakanından yazılı
soru önergesi (7/659) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
10.- Samsun
Milletvekili Mehmet Kurt'un, Avrasya İşbirliği Eylem Planına, İsrail ile
yapılan anlaşmalara ve Kuzey Irak'tan silah kaçakçılığı yapılıp yapılmadığına
ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi
(7/660) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
11.- Samsun
Milletvekili Mehmet Kurt'un, BDDK Başkanının maaşına ve konaklama giderlerine
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru
önergesi (7/661) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
12.- Samsun
Milletvekili Mehmet Kurt'un, 57. Hükümet Döneminde ekonomik kriz başlangıcında
Merkez Bankasından döviz alanlara ilişkin Devlet Bakanından (Ali Babacan)
yazılı soru önergesi (7/662) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
13.- Kırşehir
Milletvekili Mikail Arslan'ın, vergi borçları konusunda yeni bir düzenleme
yapılıp yapılmayacağına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/663)
(Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
14.- Kırşehir
Milletvekili Mikail Arslan'ın, şeref aylığının yükseltilip yükseltilmeyeceğine
ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/664) (Başkanlığa geliş
tarihi : 22.5.2003)
15.- Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü'nün, imam hatip liseleri ve ilahiyat fakültelerinin
ulusal bilinç oluşmasındaki etkisi konusundaki beyanına ilişkin Dışişleri
Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/665) (Başkanlığa
geliş tarihi : 21.5.2003)
16.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlu'nun, Pamukkale Üniversitesindeki hastane ihalesi
ile ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/666)
(Başkanlığa geliş tarihi : 21.5.2003)
17.- Ankara
Milletvekili Mehmet Tomanbay'ın, Gazi Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü için
verilen doçent kadrosu ilanına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/667) (Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
18.- Denizli
Milletvekili Mehmet U.Neşşar'ın, Denizli'de 19 Mayıs gösterilerinde yer alan
bir okula ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/668)
(Başkanlığa geliş tarihi : 22.5.2003)
No. : 118
27.5.2003 SALI
Teklif
1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilleri Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz ve Haluk İpek, Bursa
Milletvekili Faruk Çelik, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin ile Ordu
Milletvekili Eyüp Fatsa'nın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde
Değişiklik Yapılması Hakkında İçtüzük Teklifi (2/140) (Anayasa Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 27.5.2003)
Raporlar
1.- Türk Silâhlı
Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/527) (S. Sayısı : 144) (Dağıtma tarihi :
27.5.2003) (GÜNDEME)
2.- Hâkimler ve
Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/600) (S. Sayısı : 145) (Dağıtma tarihi : 27.5.2003)
(GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1.- Hakkari
Milletvekili Mustafa Zeydan'ın, SARS hastalığıyla ilgili çalışmalara ilişkin
Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/509) (Başkanlığa geliş tarihi :
23.5.2003)
2.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Ilıca-Ekinözü ve Ilıca-Suçatı yollarında
asfaltlama çalışması yapılıp yapılmayacağına ilişkin Bayındırlık ve İskan
Bakanından sözlü soru önergesi (6/510) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
3.- Kahramanmaraş
Milletvekili Mehmet Yılmazcan'ın, Kahramanmaraş organize sanayi bölgesinin
serbest bölgeye dönüştürülüp dönüştürülmeyeceğine ilişkin Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) sözlü soru önergesi (6/511)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
4.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, THY sabah seferlerinde dağıtılan gazetelere
ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/512) (Başkanlığa geliş tarihi
: 23.5.2003)
5.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Aralık 2001- Aralık 2002 tarihleri arasındaki
TRT yayınlarına ilişkin Devlet Bakanından (Beşir Atalay) sözlü soru önergesi
(6/513) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
6.- Adıyaman
Milletvekili Mahmut Göksu'nun, Adıyaman'daki organize sanayi bölgesi ve bazı
küçük sanayi siteleriyle ilgili çalışmalara ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından sözlü soru önergesi (6/514) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
7.- Tokat
Milletvekili Resul Tosun'un, SSK ve BAĞ-KUR'luların askerlik borçlanmalarına
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/515)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
8.- Tokat
Milletvekili Resul Tosun'un, din kültürü dersi öğretmenlerine ilişkin Millî
Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/516) (Başkanlığa geliş tarihi :
23.5.2003)
9.- Tokat
Milletvekili Resul Tosun'un, tarihi çinilerin envanterine ve korunmasına
ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından sözlü soru önergesi (6/517) (Başkanlığa
geliş tarihi : 23.5.2003)
10.- Samsun
Milletvekili Mehmet Kurt'un, kültürel yayın politikalarına ilişkin Devlet
Bakanından (Beşir Atalay) sözlü soru önergesi (6/518) (Başkanlığa geliş tarihi
: 23.5.2003)
11.- Samsun
Milletvekili Mehmet Kurt'un, soruşturma ve kovuşturmaya konu olan ihalelere
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/519)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
12.- Kars
Milletvekili Selami Yiğit'in, Kars İlindeki suni tohumlama çalışmalarına
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/520) (Başkanlığa
geliş tarihi : 23.5.2003)
13.- Kars
Milletvekili Selami Yiğit'in, Ani harabelerine ilişkin Kültür ve Turizm
Bakanından sözlü soru önergesi (6/521) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
14.- Kars
Milletvekili Selami Yiğit'in, özelleştirme kapsamındaki Sarıkamış Ayakkabı
Fabrikasına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/522) (Başkanlığa
geliş tarihi : 23.5.2003)
15.- Manisa
Milletvekili Nuri Çilingir'in, Salihli Devlet Hastanesi ek binasının ne zaman
hizmete gireceğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/523)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
16.- Manisa Milletvekili
Nuri Çilingir'in, Salihli'ye doğalgaz hattının bağlanıp bağlanmayacağına
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/524)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
17.- Manisa
Milletvekili Nuri Çilingir'in, Manisa-Salihli'deki bazı okul inşaatlarına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/525) (Başkanlığa geliş
tarihi : 23.5.2003)
18.- Antalya
Milletvekili Osman Kaptan'ın, Antalya'ya doğalgaz verilip verilmeyeceğine
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/526)
(Başkanlığa geliş tarihi : 26.5.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Yalova
Milletvekili Şükrü Önder'in, Yalova-Çınarcık-Çalıca'da yaptırılan kalıcı
konutların eksiklerinin ne zaman tamamlanacağına ilişkin Bayındırlık ve İskan
Bakanından yazılı soru önergesi (7/669) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
2.- Kars Milletvekili
Yusuf Selahattin Beyribey'in, Ankara-Kars Devlet Yolunun bölünmüş yol
projesindeki yerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/670) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
3.- Kars Milletvekili
Yusuf Selahattin Beyribey'in, Sarıkamış'taki turizm potansiyelinin
değerlendirilmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/671) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.5.2003)
4.- Konya
Milletvekili Atilla Kart'ın, Konya Tarım İl Müdürlüğündeki tayinlere ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/672) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23.5.2003)
5.- Konya
Milletvekili Atilla Kart'ın, Yüksek Değerlendirme Kurulunun terfilerle ilgili
toplantılarına yönelik basında çıkan bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/673) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.5.2003)
6.- Edirne
Milletvekili Necdet Budak'ın, Edirne'nin Enez İlçesindeki sınır kapısının
tekrar açılıp açılmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/674)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23.5.2003)
7.- Antalya
Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Antalya-Kemer karayolunun
Beldibi-Göynük arası bölünmüş yol çalışmalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından yazılı soru önergesi (7/675) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
8.- Antalya
Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Antalya Kaleiçi bölgesine yönelik
projelere ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/676)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
9.- Antalya
Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Antalya Liman kavşağını Kepez'e
bağlayacak çevre yolu çalışmalarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından
yazılı soru önergesi (7/677) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
10.- Antalya
Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Antalya-Konyaaltı'ndaki trafik
yoğunluğuna karşı alınacak tedbirlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/678) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.5.2003)
11.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin'in, ticari araçların ek taşıt vergisine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/679) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.5.2003)
12.- İzmir
Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, İzmir-Kadifekale'de heyelan tehlikesine maruz
yerlere yönelik çalışmalara ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru
önergesi (7/680) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.5.2003)
Meclis Araştırması Önergeleri
1.- Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün ve 19 Milletvekilinin, Manyas Kuş Gölü'nün çevre
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90) (Başkanlığa geliş tarihi :
15.5.2003)
2.- Tokat
Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu ve 21 Milletvekilinin, Tokat İlinin
ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/91) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.5.2003)
3.- Konya
Milletvekili Remzi Çetin ve 21 Milletvekilinin, madencilik sektörünün içinde
bulunduğu durumun araştırılarak altın ve bor madenleri başta olmak üzere yer
altı kaynaklarımızın değerlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92) (Başkanlığa
geliş tarihi : 15.5.2003)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati :15.00
27 Mayıs 2003 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Yılmaz ATEŞ
KÂTİP ÜYELER : Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Suat KILIÇ
(Samsun)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı
vardır; görüşmelere başlıyoruz.
III.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI
1.-
Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Yılmaz Ateş'in, son günlerde sinema, müzik ve
spor alanlarında elde edilen ulusal ve uluslararası başarılar münasebetiyle
konuşması
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, geride bıraktığımız hafta, yetmiş milyonluk Türkiye'de büyük
mutluluk yaratan bir sanatsal olay yaşadık. Sertab Erener, 48 inci Eurovision
Şarkı Yarışmasında, Türkiye'ye birincilik ödülünü kazandırdı. Sayın Sertab
Erener'i, arkadaşlarını, emeği geçen bütün kişi ve kuruluşları, Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz.
Türkiye, son
yıllarda, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının açtığı Batılı çağdaş
medeniyet seviyesinde ilerleme yolunda çok önemli mesafeler katetmektedir. Bu
mutluluğu sporda yaşadık; bu mutluluğu, şimdi de, sanatta yaşadık. Bizlere bu
mutluluğu yaşatan, bütün dünyanın dört bir tarafındaki vatandaşlarımızı,
soydaşlarımızı mutluluğa boğan bu güzel olaylar nedeniyle, bize bu güzellikleri
yaşatanlara şükranlarımızı sunuyoruz.
Sevgili arkadaşlar,
ayrıca, Türkiye Birinci Süper Liginde, Beşiktaş, ligin bitimine bir hafta kala
şampiyonluğunu ilan etti. Beşiktaşa da başarılar diliyoruz. (Alkışlar)
Ayrıca, Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak, Süper Lige terfi eden, Konyaspor, Trabzon-Akçaabat
Sebatspor ve Çaykur Rizespora da saygılarımızı, sevgilerimizi ve başarı
dileklerimizi sunuyoruz. (Alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz
vereceğim.
Bildiğiniz gibi,
gündemdışı konuşma süresi 5 dakika, hükümetin cevap verme süresi 20 dakikadır.
Gündemdışı ilk söz,
ülkemizin siyasal tarihinde önemli bir yeri olan 27 Mayıs 1960 tarihi konusunda
söz isteyen, Ankara Milletvekili Sayın Yakup Kepenek'e aittir.
Buyurun Sayın
Kepenek. (CHP sıralarından alkışlar)
B)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.-
Ankara Milletvekili Yakup Kepenek'in, 27 Mayıs 1960'ın siyasal tarihimizin
önemli dönüm noktalarından biri olduğuna ilişkin gündemdışı konuşması
YAKUP KEPENEK
(Ankara) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli
milletvekilleri, değerli izleyenler; ben de, Sayın Başkanımızın, Sertab Erener
ve spor kulüplerimiz konusundaki kutlamalarına bütün kalbimle katılıyorum. Bir
de, Cannes Film Şenliğinde Jüri Büyük Ödülünü kazanan Uzak filminin emekçilerini
de bu başarıları nedeniyle, başta Nuri Bilge Ceylan olmak üzere, saygıyla
selamladığımı, kutladığımı belirtmek isterim.
Değerli
milletvekilleri, özellikle bu sanat olaylarının, ülke insanına fırsatlar
sağlanmasına ülkemizde hak ve özgürlüklerin genişlemesine, yaratıcı
yeteneklerin güçlenmesine ve ne büyük başarılara imza atmamıza olanak verdiğini
belirtir; sanatta, sporda ve bilimde dünyaya kafa tutan kişileri
yetiştirdiğimizi kanıtladıkları için tebrik ederim; ayrıca da bu sevincinizi
paylaşırım.
Değerli arkadaşlar,
siyasal tarihimizin önemli dönüm noktalarından biridir 27 Mayıs. Hiç kuşkusuz,
bir noktanın altını çizmemizde yarar var: Seçimle işbaşına gelen bir hükümetin,
askerin yönetime el koymasıyla düşürülmesi, onaylanacak, benimsenecek bir tutum
değildir, olmamalıdır. Bununla birlikte, nedenleri ve sonuçlarıyla 27 Mayıs,
tam bir tarafsızlıkla ve nesnel olarak değerlendirilmeli ve buradan gerekli
veriler, dersler çıkarılmalıdır.
Demokrat Parti, büyük
bir çoğunlukla iktidara geldi; borçsuz, enflasyonsuz bir ekonomi devraldı;
ancak, daha iktidarının başından başlayarak cumhuriyetin temel değerleriyle
uyuşmazlığa düştü; köy enstitüleri ve halkevleri kapatıldı. Seçimde verilen
sözler dikkate alınmadı; iktidar gücü, birilerine rant dağıtımının aracı olarak
kullanıldı. Tarikat ve siyaset bağlantıları gündeme geldi, hükümeti
destekleyenlere parasal yardım yapıldı ve besleme basın yaratıldı. Bunun sonucu
olarak, ülke iyi yönetilmedi, ülke yönetiminin tıkanması gündeme geldi. Bu
tıkanmada temel sorumluluk, hiç kuşkusuz, büyük bir çoğunlukla iktidar olan
Demokrat Parti yönetimine aittir, sivil yönetime aittir.
Burada bir noktanın
altını özenle çizmeme izin veriniz: 27 Mayısın yarattığı güçlü özgürlük
ortamıyla, ülkemiz, 1950'yi bir aşama daha öne çıkaran bir büyük uyanış ve
siyasal dönüşüm yaşadı. Ülke, gelmiş geçmiş en demokratik anayasasına kavuştu.
Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, üniversite özerkliği; toplu iş sözleşmeli,
grevli sendikal haklar; sosyal güvenlik, sosyal adalet, eğitim hakkı, çalışma
hakkı, seçimlerde nispî temsil ve başka özgürlükler, bugün bile özlemini
çektiğimiz birçok demokratik hak o zaman gerçekleşti.
Buradan günümüze
gelmeliyiz. Değerli milletvekilleri, eğer, başta laiklik olmak üzere, cumhuriyetin
çağdaşlaşmak kazanımlarını ve bu konudaki toplumsal duyarlılığı asgarî müşterek
alır, ortak noktamız olarak sahiplenir ve buradan yola çıkarsak, demokrasiye
hep birlikte sahip çıkabiliriz. Demokrasiye hep birlikte sahip çıkarsak,
ülkemize, toplumumuza ve onun duyarlılıklarına sahip çıkarız. Hükümet, bu
konudaki uyarıları mutlaka dikkate almalı, hiç sinirlenmeden, kimseyi hainlikle
suçlamadan hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve Atatürk ilkeleri bağlamında
ortak noktayı yakalamamıza çaba harcamalıdır. Ancak bu yolla cumhuriyetin
değerleriyle barışık olarak demokratik uzlaşmanın yollarını bulabiliriz.
Birileri istediği için değil, kendi insanımızın onuru için, çağdaşlaşması
için...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
YAKUP KEPENEK
(Devamla) - ... Erener, Bilge Ceylan ve diğerlerine uluslararası düzeyde üretim
yapan insanlarımıza yenilerini ekleriz; özgürlüklerin genişlemesini sağlarız;
eksiksiz demokrasiye el ele gideriz, birlikte gideriz; topluma güven veririz;
gene, hep birlikte, Mustafa Kemal'in hedefi olan Avrupa Birliği yolunda somut
adımlar atarız; saydam bir kamu yönetimi kurar, ekonomiyi düzlüğe çıkarır,
dokunulmazlığı sınırlandırır ve başta işsizlik olmak üzere, yatırım, eğitim,
sağlık, altyapı sorunlarına, temel sorunlara çözüm aramaya başlarız ve bunlara
bir an önce başlarız.
Bizi seçenlerin
beklentisi budur; gereksiz rejim tartışmalarıyla zaman öldürmeden, toplumun
anasorunlarına eğilmektir. Bu duyarlılığı Yüce Meclisin paylaşacağına
inanıyorum ve bu duygularla hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Kepenek.
Sayın
milletvekilleri, gündemdışı ikinci söz, futbol ve Konyasporla ilgili söz
isteyen, Konya Milletvekili Sayın Ahmet Işık'a aittir.
Buyurun Sayın Işık.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
2.-
Konya Milletvekili Ahmet Işık'ın, Konyasporun şampiyon olarak süper lige
çıkmasına ilişkin gündemdışı konuşması
AHMET IŞIK (Konya) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mevlana diyarımızın futbol takımı
Konyasporun, Süper Lige şampiyon olarak
çıkması münasebetiyle, başarıya ve sorunlara dikkat çekmek amaçlı gündemdışı
söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
48 inci Avrupa
Eurovision Şarkı Yarışmasında ülkemize birincilik kazandırmış olan sanatçımız
Sertab Erener'in başarısını da kutluyorum.
Değerli
milletvekilleri, Konya İli, ülkemizin, nüfus olarak dördüncü, yüzölçümü olarak
birinci büyük şehri olup, Anadolu Selçuklu'nun başşehirliğini yapmış, Osmanlı
Devleti zamanında da etkinliğini korumuş, günümüz Türkiyesinde ise, sanayiiyle,
tarımıyla, ticaretiyle, kültürüyle, inanç turizmiyle, tarihî misyonu ve
eserleriyle önemini ve anlamını günbegün artıran şehrimiz, futboldaki örnek
başarısıyla da, konumunu ve özelliklerini taçlandırmıştır.
Değerli
milletvekilleri, Konya Etnografya Müzesindeki şerî sicil defterinden, ilimizde
sporun Selçuklular dönemine kadar uzandığını tespit edebilmekteyiz.
Konyamızda, ulusal
mücadele yıllarında futbol oynandığı, Ulu Önder Atatürk'ün Söylev'inde
geçmektedir. Şehrimizde ilk resmî kulüp 1922 yılında Gençlerbirliği Spor Kulübü
olarak kurulmuştur. 1923'te Konya İdman Yurdu ve 1927 yılında ise, Selçukspor
kurulmuş olup, 1982 yılında da Konyaspor kurulmuştur. 28 Temmuz 1922'de, tarihî
önder Atatürk, Konya Akşehir'de, Akşehir halkı ve ordu mensuplarıyla birlikte
futbol maçı dahi izlemiştir.
1988, 1989, 1990,
1991, 1992 ve 1993 yıllarında, Konyaspor, toplam 5 yıl Türkiye Birinci Liginde
mücadele vermiş, bugün ise, 10 yıl aradan sonra, Konyalı futbolseverlerin
duygusallığı ve efsanesi olan takımımız Süper Lige şampiyon olarak geri
dönmüştür. Bu geri dönüş, azmin, birlikteliğin, başarıya olan inancın, sabrın,
vefanın ve özlemin bir ifadesidir.
Değerli
milletvekilleri, Konyaspor Futbol Takımını âdeta destanlaştıran Kulüp Başkanı
Mehmet Köseoğlu başta olmak üzere, yönetim kurulu üyeleri olan Nusret Argun,
Yusuf Genç, Kudret Fikirli, Faruk Turhan, Mehmet Baykan, İbrahim Kaplan, Salih
Sedat Ersöz, Muhsin Dinek, Hasan Duran, Celal Candan, Nuri Mehtap, Remzi Ay,
Cumhur Ünivar, Osman Dündar, Mehmet Han Çopur, Muammer Sefa Ortaç, Mehmet
Soylu, Yusuf Selek, Mehmet Bezirci, Bahri Karapınar ve Zekeriya Mızrak'a, Konya
Büyükşehir Belediyesi Başkanı ve Fahrî Başkan Mustafa Özkafa'ya, Onursal Başkan
Mehmet Oktut'a, Teknik Direktör Hüsnü Özkara'ya; antrenörler Togay Kerimoğlu,
Mevlüt Ataseven ve Atilla Uzuncan'a; idarî personeller Ahmet Eser, İsmail Has,
Hayırlı Öz, Hüseyin Yalel, Mehmet Kaçıran, Mehmet Tenekeci, Muhsin Acıyan, Ali
Kandak ve Mehmet Pekgökgöz'e ve takım kaptanı Hamza Hamzaoğlu başta olmak
üzere, futbolcuların her birine, Konyasporun tüm taraftarlarına ve katkısı olan
herkese Yüce Meclisin bu anlamlı kürsüsünden ayrı ayrı teşekkürlerimi takdim
ediyorum.
Değerli
milletvekilleri, Anayasanın 58 inci ve 59 uncu maddelerinde, gençliğin
korunması ve sporun geliştirilmesi meselesi üst norm olarak yer almaktadır.
Mustafa Kemal Atatürk'ün "ben, sporcunun, zeki, çevik ve aynı zamanda
ahlaklısını severim" sözleriyse, spora ve sporcuya bakış açımızı ortaya koymaktadır.
Değerli
milletvekilleri, Türk futbolunun son yıllardaki uluslararası başarısı, Süper
Ligde ve diğer liglerdeki standardın çok yükselmesi, futbol adına, spor adına
büyük kazanımlar ifade etmektedir.
Kulüpler için büyük
sıkıntı olan futbolcuların transferlerindeki yüzde 40'lık stopajın,
hükümetimizce, yüzde 15'e düşürülmesini takdirle karşılıyoruz.
Yine, Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü ve ilgili bakanlıkça çalışmalarının devam ettirildiği
sponsorluk yasasının bir an önce çıkarılmasını beklemekteyiz.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
AHMET IŞIK (Devamla)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Süper Lige şampiyon olarak çıkma
başarısı gösteren Konyaspora, futbolun desteklenmesi ve standardın yükselmesine
yönelik olarak nakdî teşvikin yapılacak bir düzenlemeyle bir an önce
gerçekleştirilmesini, Digitürk yayınlarından dolayı takımlara aktarılan para
dağıtımındaki kriterlerin yeniden düzenlenmesini, Konya Mevlana Müzesi
gelirlerinin Konyaspora daimî kaynak aktarımı için gerekli mevzuat değişikliğinin
yapılmasını, Konya Atatürk Stadyumunda bulunan veledrom pistinin kaldırılarak
tribün yapılmasını, işbu stadyumun UEFA'nın standartlarına uygun hale
getirilerek Konyaspora kiralanmasını, Kayacık'ta Konyaspor kompleksi için
belediyeye tahsis edilen arazinin bürokratik işlemlerinin hızlandırılmasını,
Tatlıcak mevkiindeki spor tesisine dinlenme tesisi ve lojmanların yapılmasını
talep etmekteyiz. Ayrıca, uluslararası
özel ya da resmî müsabakaların, zaman zaman, Mevlana felsefesinin ve
hoşgörüsünün dünyaca tanındığı ve marka haline gelen Konya İlimizde
yapılmasının çok önemli ve anlamlı olacağı kanaatindeyim.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gelecek zaman sürecinde, futbol dahil tüm spor birimlerinde
daha başarıyı yakalama ve yaşama temennisiyle, Yüce Meclisi tekrar saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Işık.
Gündemdışı üçüncü
söz, Şanlıurfa İlinin elektrik sorunlarıyla ilgili söz isteyen, Şanlıurfa
Milletvekili Sayın Mehmet Vedat Melik'e aittir.
Buyurun Sayın Melik.
(CHP sıralarından alkışlar)
3.-
Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Vedat Melik'in, Şanlıurfa'nın su ve elektrik
sorununa ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet
Bakanı Kürşad Tüzmen'in cevabı
MEHMET VEDAT MELİK
(Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Şanlıurfa İlinin elektrik
sorunlarını dile getirmek üzere gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
bizleri izleyen tüm yurttaşlarımızı ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Şanlıurfa İli, Türkiye'nin, ekonomisinin tamamı tarım ve
hayvancılığa dayalı olan ender illerinden biridir; buna karşın, yine,
Türkiye'nin, yıllık yağış ortalaması en düşük olan ilidir; yani, Urfa'da,
yağmurların düzenli aralıklarla düştüğü yıllarda iyi bir tarımsal ürün
rekoltesinden söz etmek mümkündür, ki, genellikle kurak geçen sonbahar ve
ilkbahar aylarından dolayı, hububat hasadının yapılamadığı, yani, biçerin
çalışmadığı birçok yılın olduğu da herkes tarafından bilinmektedir.
Değerli arkadaşlar,
ülkemizde, Şanlıurfa denildiği zaman, hemen herkesin hatırına GAP Projesi,
Atatürk Barajı ve sulama gelmekte; dolayısıyla, Şanlıurfa İlinde sulamayla
ilgili herhangi bir sorun olmaması gerektiği düşünülmektedir. Halbuki,
gerçekler öyle değildir:
GAP Projesi
kapsamındaki sulanabilir tarım arazilerinin toplamı yaklaşık 18 000 000
dekardır; bunun yaklaşık yarısı, yani 9 000 000 dekarı Şanlıurfa İli sınırları
içerisindedir; ancak, bu arazilerin, şu anda, sadece 1 200 000 dekarı sulanabilmektedir;
yani, geriye kalan tarım arazilerinin verimi, yukarıda da belirtmeye çalıştığım
gibi, tamamen yağmurlara bağlıdır.
GAP Projesinin durumu
ise herkesçe bilinmekte olup, zaten, bugünkü konuşmamızın da konusu içerisinde
değildir.
Değerli
milletvekilleri, işte, tarımın olmazsa olmazlarından biri olan su sorununu
çözmek için kendi imkânlarına başvuran Şanlıurfa çiftçisi, arazilerini sulamak
üzere binlerce kuyu açmıştır. Bugün, Viranşehir ve Ceylanpınar İlçemizde 5 000,
Siverek'te 1 000, Hilvan'da 500 ve Akçakale ile Harran İlçelerinde 700'den
fazla sulama kuyusu mevcuttur. Bu kuyuların sulama kapasitesi, şu anda, GAP
Projesiyle sulanan araziden daha fazladır; ancak, bu kuyuların büyük bir çoğunluğu
derin su kuyuları olduğu için, suyu çekmenin tek yolu elektrik enerjisi
kullanmaktır; yani, elektrik varsa su vardır, elektrik yoksa su yoktur; ancak,
maalesef, elektrik de yoktur.
Değerli arkadaşlar,
Viranşehir'de, Siverek'te, Hilvan'da ve Akçakale ile Harran'ın bir kısmında
bulunan bu kuyuların ve pompaların önüne buğday ekilmişti; ancak, çiftçi
kardeşlerimiz buğdayı sulayamadılar. Şimdi de, pamuk ektiler; ama, yine,
sulayamayacaklar; çünkü, elektrik enerjisi düzenli bir şekilde verilemedi ve
yaklaşık 10 gün sonra başlayacak olan pamuk sulamasında da verilemeyecektir.
Ekin yandığı gibi, pamuk da yanacak; çiftçi, 350 kilogram yerine 50 kilogram verim
alacak, zaten çok yüksek olan elektrik faturasını da ödeyemeyecek ve icralık
olacaktır. Böylece, Türkiye de, her yıl 500 000 ton pamuk ithal etmeye devam
edecektir. Bu konuda basit bir güncel örnek verecek olursak -dün konuştum-
Viranşehir İlçesinin en önemli, en büyük köylerinden biri olan Karakeçi'de, son
olarak 24 saate yakın bir elektrik kesintisi olmuştur.
Değerli
milletvekilleri, Şanlıurfa'nın yıllardır devam eden bu elektrik sorunu, elbette
ki, altı-yedi aylık bir olay değildir. Yıllardır ihmal ve gözardı edilen
problemlerin yığılması sonucunda Urfa'daki sistem çökme noktasına gelmiştir.
Sorun, yalnızca sulama kuyularıyla da sınırlı değildir; aydınlatmadan küçük
sanayi sitesine, elektrikli ev aletlerinden organize sanayi bölgesine kadar
etkilenmeyen hiçbir kesim yoktur.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun
Sayın Melik.
MEHMET VEDAT MELİK
(Devamla) - Teşekkür ederim.
Yaklaşık iki ay
sonra, yani, ağustos ayı, tüm çiftçilerin sulamaya bir anda yüklenecekleri
aydır. İndirici trafo merkezlerinin bulunmadığı, hatların yetersiz olduğu,
gerilim düşüklüğünün had safhaya ulaşacağı bu ortamda sistemin bütünüyle
çökeceği, her Urfalının ortak endişesidir. Hadise, TEDAŞ Şanlıurfa Müessese
Müdürlüğünün gücünü kat kat aşmaktadır. Enerji Bakanlığının, Urfa'daki elektrik
sorunuyla özel olarak ve acilen ilgilenmesi ve gerekli önlemleri alması gerekir
ki, belki, bu yaz sezonunu, çiftçimiz, esnafımız ve sanayicimiz enerji yönünden
huzurlu bir şekilde geçirebilir.
Değerli arkadaşlar,
29 Nisan 2003 tarihinde 36 milletvekili arkadaşımla birlikte Şanlıurfa'nın
elektrik sorunlarıyla ilgili olarak verdiğimiz Meclis araştırması önergesinde,
bu konunun önemine dikkatleri çekmeye çalıştık. Günü geldiğinde, Yüce Meclisin
siz değerli temsilcilerinin, bu önemli sorunun çözüme kavuşturulmasına değerli
oylarınızla katkı koyacağınıza inanıyorum.
Konunun, bölge ve
ülke ekonomisi için öneminin idrak edileceği ve derhal çalışmaya başlanılacağı
umut ve inancıyla, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Melik.
Hükümet adına, Devlet
Bakanı Sayın Kürşad Tüzmen cevap vereceklerdir.
Buyurun Sayın Tüzmen.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI KÜRŞAD
TÜZMEN (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Şanlıurfa
Milletvekili Sayın Vedat Melik'in, Şanlıurfa İlinin elektrik sorunlarına
ilişkin gündemdışı konuşmasına cevabımı arz ediyorum.
Şanlıurfa Elektrik
Dağıtım Müessesinde, 178'i memur -sözleşmeli statüde- 177'si işçi statüsünde
olmak üzere 345 personelle, 2002 yılı sonu itibariyle, toplam 255 488 aboneye
hizmet üretilmektedir.
Müessese, 2002 yılı
sonu itibariyle, 2 910 630 330 kilovat/saat elektrik enerjisi satın almış ve
bunun 1 083 000 031 kilovat/saatini net satış olarak gerçekleştirmiştir. 166
497 700 kilovat/saat bedelsiz tüketim de gözönünde bulundurulduğunda, 2002 yılı
sonu itibariyle, kayıp kaçak üretimi 1 661 132 599 kilovat/saat ve yüzde 57,1
olarak gerçekleştirilmiştir.
Müessesenin tahakkuka
bağladığı net satışının yüzde 27,7'si tarımsal sulamada, yüzde 30,9'u
meskenlerde tüketilmiştir. Tarımsal sulama ile mesken tüketimlerindeki
yoğunluk, Şanlıurfa İlindeki yoğun kaçak tüketimde de kendisini göstermekte,
yaz aylarında tarımsal sulama nedeniyle, kış aylarında da ısınma amaçlı olarak
kaçak elektrik kullanılmakta ve gerek şehir şebekelerinde gerekse dağıtım
hatlarında çok büyük sakıntılar yaşanmaktadır.
2002 yılının
ocak-temmuz döneminde Türkiye genelindeki elektrik tüketim artışı, bir önceki
yılın aynı dönemine göre yüzde 5,2 artış gösterirken, aynı dönemde Şanlıurfa
İlindeki artış yüzde 20,9 olarak gerçekleşmiş ve yine, kaçak elektrik
kullanımının yoğun olduğu Siverek İlçesinde ise artış yüzde 35,5 seviyesine
kadar yükselmiştir.
Kaçak elektrik
kullanımı, Şanlıurfa EDM'nin sorumluluk alanındaki elektrik şebekelerinde ve
dağıtım hatlarında sık sık arızalara neden olmakta, elektrik dağıtım merkezinin
bu arızalardan kaynaklanan malzeme israfına da neden olmaktadır.
Kaçak elektrik
kullanımından kaynaklanan arızalar nedeniyle, Şanlıurfa İline, 2001 yılında 349
adet, 2002 yılında 241 adet muhtelif güçte trafo tahsisi yapılmıştır.
Hepinize saygılarımı
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Tüzmen.
Sayın
milletvekilleri, az önce, Konyaspor, Akçaabat Sebatspor, Çaykur Rizespora
başarılar dilemiştik; Mardin Milletvekilimiz Sayın Süleyman Bölünmez'in
uyarısıyla, B Grubunda şampiyon olan Erciyesspor, Ankara Telekom ve Karşıyaka Spor
Kulüplerine de başarılarının Süper Ligde de devam etmesini diliyorum.
Sayın
milletvekilleri, geçen hafta, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekilliklerine; Ankara Milletvekili Sayın Haluk İpek ile Hatay
Milletvekili Sayın Sadullah Ergin Bey seçilmişlerdir; kendilerini kutluyor,
başarılar diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.
Sunuşları, sayın
üyenin oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Teşekkür
ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; teşekkür ederim.
3 adet Meclis
araştırma önergesi vardır; okutuyorum:
C)
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1.-
Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün ve 19 milletvekilinin, Manyas Kuş Gölünün
çevre sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Tabiat harikası ve
önemli bir turizm merkezimiz olan Balıkesir Manyas Kuş Gölünün ve Kuş
Cennetinin içinde bulunduğu çevre kirliliğinin araştırılarak Manyas Kuş Gölünün
ve Kuş Cennetinin temizlenmesi ve korunması amacıyla; Anayasanın 98 inci, TBMM
İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ederiz.
1- İsmail Özgün |
|
(Balıkesir) |
2- Ali Osman Sali |
|
(Balıkesir) |
3- Ahmet Edip Uğur |
|
(Balıkesir) |
4- Osman Aslan |
|
(Diyarbakır) |
5- Ali Aydınlıoğlu |
|
(Balıkesir) |
6- Hanefi Mahçiçek |
|
(Kahramanmaraş) |
7- Orhan Erdem |
|
(Konya) |
8- Şemsettin Murat |
|
(Elazığ) |
9- Ali Küçükaydın |
|
(Adana) |
10- İbrahim Özdoğan |
|
(Erzurum) |
11- Hasan Bilir |
|
(Karabük) |
12- İsmail Soylu |
|
(Hatay) |
13- İsmail Ericekli |
|
(Çankırı) |
14- Süleyman Turgut |
|
(Manisa) |
15- Zafer Hıdıroğlu |
|
(Bursa) |
16- Mahmut Durdu |
|
(Gaziantep) |
17- Ümmet Kandoğan |
|
(Denizli) |
18- Semiha Öyüş |
|
(Aydın) |
19- Metin
Kaşıkoğlu |
|
(Düzce) |
20- Ali Er |
|
(Mersin) |
Gerekçe:
Önemli turizm
merkezlerimizden ve tabiat harikası olan Manyas Kuş Gölü ve Kuş Cennetinin
bugüne kadar yaşadığı olumsuzluklar neticesinde tam bir çevre felaketi
yaşanmaktadır. Kuş Cenneti Millî Parkı Manyas Gölüne dökülen derelerin beslenme
havzalarındaki sanayi tesislerinden kaynaklanan atıklar, havza içindeki
yerleşim yerlerinin evsel atıkları ve tarımsal faaliyetler nedeniyle tehlikeli
boyutlarda kirlenmektedir. Doğal ortamda yaşayan canlılar ve göç yaşayan kuşlar
bu çevre kirliliğinden olumsuz etkilenecek ve doğal dengenin bozulmasına yol
açacaktır. Bölgeye gelen turist sayısının azalması ise, çevre kirliliğinin en
büyük etkenlerinden olmaktadır. Bu bölgede yapılacak olan arıtma tesisleri ve
fosseptik çalışmalarının acilen tamamlanması ve koruyucu tedbirler alınması,
doğal dengenin eski haline gelmesine yardımcı olacaktır. Böylelikle, bir tabiat
harikası olan Kuş Gölü ve Kuş Cenneti, gelecek nesillere adına yakışır bir
şekilde kalacaktır.
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge, gündemde
yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
İkinci Meclis
araştırması önergesini okutuyorum:
2.-
Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu ve 21 milletvekilinin, Tokat İlinin
ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/91)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Tokat İlimizin
ekonomik, sosyal, kültürel ve şehirleşme sorunları ile özellikle Tokat'ın kamu
yatırımları, kamu hizmetleri ve özel sektörün teşvik edilmesi bakımından ihmal
edilmesinin ortaya çıkardığı sorunların araştırılarak alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 üncü ve 105
inci maddeleri gereğince Meclis araştırması yapılmasını arz ederiz. 31.1.2003
1- Mehmet
Ergün Dağcıoğlu |
(Tokat) |
2- Muzaffer
Baştopçu |
(Kocaeli) |
3- Abdullah
Erdem Cantimur |
(Kütahya) |
4- Musa
Uzunkaya |
(Samsun) |
5- Recep Koral |
(İstanbul) |
6- Nusret
Bayraktar |
(İstanbul) |
7- Bayram
Özçelik |
(Burdur) |
8- Mehmet Alp |
(Burdur) |
9- İbrahim
Özdoğan |
(Erzurum) |
10- Talip Kaban |
(Erzincan) |
11- Özkan Öksüz |
(Konya) |
12- Mehmet Mehdi Eker |
(Diyarbakır) |
13- Mehmet Yüksektepe |
(Denizli) |
14- Fehmi Öztunç |
(Hakkâri) |
15- Nihat Eri |
(Mardin) |
16- Nur Doğan Topaloğlu |
(Ankara) |
17- Mahmut Koçak |
(Afyon) |
18- Fahrettin Poyraz |
(Bilecik) |
19- İlhan Albayrak |
(İstanbul) |
20- Ahmet Faruk Ünsal |
(Adıyaman) |
21- Abdülbaki Türkoğlu |
(Elazığ) |
22- Zülfü Demirbağ |
(Elazığ) |
Gerekçe:
Tokat, coğrafî
konumuyla, ülkemizin, Karadeniz, Orta Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgelerinin
kesiştiği ve yolların birbirine açıldığı bir noktada yer almaktadır. Geleneksel
ekonomik yapısı tarım ve hayvancılığa dayanmaktayken, Turhal Şeker Fabrikasının
kurulmasıyla kamu eliyle başlatılan sanayileşme çabaları cılız kalmış, özel
sektör yatırımlarında önemli bir artış kaydedilmemiştir.Tokat'ta, ayrıca,
sigara fabrikası, tuğla, un ve tekstil fabrikaları önemli bir yere sahiptir.
Ayrıca, gıda ve madencilik alanında küçük ve orta ölçekli işletmeler
bulunmaktadır. Son yıllarda, turizm sektöründeki kıpırdanış, altyapı istenilen
seviyede olmadığı için gelişememiştir.
Tokat, OHAL ve
kalkınmada öncelikli illere istihdam ve teşvik imkânları sağlayan 4325 sayılı
Kanun kapsamına 1 500 dolar ve eksi 0,5 gelişmişlik düzeyi kıstasları nedeniyle
girememiştir. Özellikle, Tokat'ın OHAL ve 4325 sayılı Kanun kapsamına
alınmaması, yeni yatırım bir tarafa, halen devam eden yatırımları da
bitirmiştir. Halbuki, ilimizin istenilen ekonomik düzeye çıkarılması ve yüksek
işsizlik sorununun çözümü için, bölgede yatırımların teşvik ve canlandırılması ile
yeni iş sahalarının açılması gerekmektedir.
21 inci Dönemde
organize sanayi bölgelerinde sanayiin daha süratle kurulması, istihdamın
artırılması ve iş imkânlarının sağlanması gerekçesiyle 4562 sayılı Organize
Sanayi Bölgeleri Kanununun 14 üncü maddesinin son fıkrası "fert başına
gayri safî millî hâsıla miktarı 3 500 dolar ve aşağıdaki gelir miktarını bulan
organize sanayi bölgesi bulunan yerler, 4325 sayılı Kanunun değişikliklerden
faydalanırlar" şeklinde değiştirilmiş ve bu uygulamanın 31.12.2001
tarihinde yürürlüğe girmesi hükme bağlanmıştı.
Ancak, söz konusu
kanunun 14 üncü maddesinin son fıkrası, 1.6.2001 tarihinde, depremlerden zarar
görenlerin vergi borçları ve vergi cezalarının terkiniyle ilgili kanun
tasarısında ani bir müdahaleyle yürürlükten kaldırılmak istenmiş; ancak, Genel
Kurulda ortaya çıkan tepki üzerine, uygulama, 31.12.2002 tarihine ertelenmiş
bulunmaktadır. Bunu yaparken de dönemin Maliye Bakanı altı ay içinde yeni bir
düzenlemeyle konunun çözümleneceğine dair açık bir söz vermiştir. Ne yazık ki,
maalesef, bugüne kadar ne yeni bir düzenleme yapılabilmiş ne de 2003 yılına
girdiğimiz halde uygulama başlayabilmiştir.
Yine, Tokat
Gaziosmanpaşa Üniversitesi eğitimde önemli bir boşluğu doldurmakla birlikte,
büyük oranda altyapı ve araç-gereç ihtiyacı içindedir.
Ulaşım yönünden üç
bölgeyi birbirine bağlayan yollar, gerek genişlik ve gerekse kalite yönünden
daha da geliştirilmeye muhtaçtır. Özellikle, demiryolu ve otobana ihtiyaç
vardır. Ayrıca, gerekli çalışmalarına başlanmış olan Tokat-Turhal arası raybüs
sisteminin Artova'ya kadar uzatılarak bir an önce faaliyete geçirilmesinin
bölgeye büyük faydalar sağlayacağı beklenmektedir.
Tokat'ta, aynı
şekilde, ısınma ve sanayide gaz kullanılabilmesi için gerekli olan altyapı
yatırımlarının gerçekleştirilmesi için Doğu Anadolu Doğalgaz Hattı üzerinden
Sıvas için bırakılmış olan vanadan itibaren Tokat'a kadar yaklaşık 55 kilometre
uzunluğunda branşman hattı inşa edilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan,
geçtiğimiz dönemde Tokat için hayatî önemi haiz olan Tokat Havaalanı, MGK'nın
aldığı bir kararla, yeni havaalanının yapılmasının kesinlikle önüne geçilmesi
ve yeni havaalanları yerine mevcut havaalanlarının fizikî ve altyapılarının
uluslararası havacılık standartlarına kavuşturulması bildirildiği halde, 6 adet
havaalanıyla birlikte, tasarruf tedbirleri kapsamında, 1 Şubat 2002 tarihi
itibariyle gece yarısından itibaren tamamen hava trafiğine kapatılarak sanayi
açısından sürekli gelişme gösteren ilimizin önü kesilmiştir.
Bugün, Tokat İlimiz
ekonomik, sosyal, kültürel ve şehircilik açısından önemli sorunlarla karşı
karşıyadır. Önemli bir potansiyele sahip olmasına rağmen Tokat, tarım, sanayi
ve ticarette layık olduğu mevkie ulaşamamıştır.
Bütün bu nedenlerle,
yukarıda belirtilen konuların, Parlamento gündemine taşınıp, araştırılarak,
enine boyuna tartışılması ve kalıcı çözümler bulunması, büyük önem arz
etmektedir.
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge, gündemde
yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Şimdi, üçüncü
önergeyi okutuyorum:
3.-
Konya Milletvekili Remzi Çetin ve 20 milletvekilinin, madencilik sektörünün
içinde bulunduğu durumun araştırılarak, altın ve bor madenleri başta olmak
üzere yeraltı kaynaklarımızın değerlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Yazımız ekindeki
gerekçede belirtilen sebeplerden dolayı Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.
1- Remzi Çetin |
(Konya) |
2- Harun Tüfekçi |
(Konya) |
3- Mehmet Kurt |
(Samsun) |
4- Erdoğan Özegen |
(Niğde) |
5- Faruk Koca |
(Ankara) |
6- Ali Öğüten |
(Karabük) |
7- Kerim Özkul |
(Konya) |
8- Hacı Biner |
(Van) |
9- Cemal Yılmaz Demir |
(Samsun) |
10- Mehmet Kılıç |
(Konya) |
11- Mahmut Uğur Çetin |
(Niğde) |
12- Muharrem Candan |
(Konya) |
13- Orhan Erdem |
(Konya) |
14- Ali Sezal |
(Kahramanmaraş) |
15- Murat Yılmazer |
(Kırıkkale) |
16- Mustafa Öztürk |
(Sinop) |
17- Abdullah Erdem Cantimur |
(Kütahya) |
18- Resul Tosun |
(Tokat) |
19- Ayhan Zeynep Tekin |
(Adana) |
20- Osman Seyfi |
(Nevşehir) |
21- Reyhan Balandı |
(Afyon) |
Gerekçe :
Zengin maden
kaynakları sebebiyle Anadolu, tarih boyunca medeniyetin beşiği olmuştur.
Madencilik ve
metalurji, insan hayatını sürdürmenin vazgeçilmez unsuru olmuştur.
Madenler,
yenilenebilen bir kaynak değil, aksine eksilebilen, hatta tamamen tükenebilen
bir kaynaktır.
Bu nedenle,
madencilik politikalarının, gelecek nesillerin haklarının da kollanarak tayin
edilmesi gerekir.
Millî maden
varlıklarımız gelecek için çok hayatî bir önemi haizdir. Bu zenginliklerimizi
gereği gibi işletemez, ileri teknolojiyi üretemezsek, medenî dünyadaki
gelişmeye ayak uyduramaz, medeniyetten söz etmeye de hakkımız kalmayabilir. Bu
durumda, maden varlıklarımız gelişmiş ülkelerin çıkarlarına göre hareket etmek
zorunda kalır; çünkü, dünyada üretilen hammaddelerin fiyatları, üretici ülkeler
değil, tüketen, bu alanlarda gerekli teknolojik bilgi birikimine sahip sanayileşmiş
ülkeler tarafından belirlenmektedir.
Güçlü hammadde
kaynaklarına sahibiz. Bu zenginlikten azamî fayda sağlama, daha yüksek
katmadeğer sağlayacak nihaî ürünler haline getirerek pazarlama imkânlarını
geliştirmek gerekir.
Endüstriyel hammadde
kaynakları olmaksızın sanayileşmek, bugünkü dünya düzeninde imkânsızdır. Dünya
sanayiinin her gün artan oranda ihtiyaç duyduğu madenler, bizim zenginlik
kaynaklarımızdır. İnsanlarımızın refah düzeyini artıracak ve geleceğini sağlam
temellere oturtacak bu varlıklarımızı iyi kullanmak ve yönetmek gerekir.
Bu doğal
zenginliklerimizin en önemlilerinden birisi altın madenidir; ancak, ülkemizde
bugün işletilen bir altın madeni yoktur. Sadece, altın madenciliğindeki
yöntemin aynısı kullanılarak Kütahya'da gümüş madeni işletilmektedir.
1985 yılında, Maden
Kanununda yabancı sermayeli şirketlerin maden ruhsatı almasına imkân tanıyan
değişiklik yapılmıştır. 20 kadar yabancı şirket altın madenciliğine yatırım
yapmak üzere Türkiye'ye gelmiştir. Bugün, sadece 3 yabancı şirket dışında,
diğerleri; bürokratik zorluklar, izin sürelerinin uzaması gibi sebeplerle
Türkiye'den ayrılmışlardır.
Yabancı sermayeli
şirketlerin ülkemizde altın madenciliğine yaptıkları arama yatırımları
sonucunda, daha önceden bilinmeyen altın yatakları tespit edilmiştir. Bugün
itibariyle, 7 adet altın projesi işletmeye hazır beklemektedir. Bu projelerde,
260 ton altın rezervi tespit edilmiştir; parasal değeri 2,75 milyar dolardır;
ülke ekonomisine sağlayacağı katmadeğer 11 milyar dolardır. Altın projelerinin
gerçekleştirilmemesi nedeniyle son 10-12 yılda ekonominin kaybı olarak ifade
edilebilir.
Bu sektörde, 1 500
işçi çalışacaktır. Yan sanayilerde yaratılacak istihdam 21 000 kişi civarındadır.
Bilinen altın rezervi
birkaç yıl önce 60 ton civarında iken bugün 4 misli artmış olması, Türkiye'nin
işletilebilir altın rezervlerinin daha da yükselebileceğini göstermektedir.
Diğer önemli ve
stratejik bir maden olan bor, gerek ham gerekse rafine olarak yaygın kullanım
alanına sahip, katmadeğeri yüksek endüstriyel bir hammaddedir. Dünyanın uzay
çağı, elektronik ve bilgi çağını yaşamasında en yüksek katkı sağlayan
hammaddelerin başında gelmektedir.
Dünya bor rezervinin
yüzde 70'i, ülkemizde bulunmaktadır. Buna rağmen, dünya üretiminin yaklaşık
yüzde 30 kadarı Türkiye'de yapılmaktadır. Öte yandan, daha az rezerve sahip
ABD'de ise dünya üretiminin yüzde 93'ü yapılmakta, Türkiye'nin 3 katı bir gelir
sağlamaktadır. Sebebi ise, Türkiye'deki kapasite düşüklüğü ve uluslararası
pazarlama ve dağıtım ağının yetersizliğidir. Türkiye'de 2,5 milyar ton bor
bulunmakta olup, bunun bugünkü değeri 1 trilyon dolardır. Bir daha yerine
koyamayacağımız bu yeraltı kaynağı, Türkiye'nin coğrafî konumu kadar,
stratejiktir. Stratejik özelliği ise, kullanım alanlarından kaynaklanmaktadır.
Kullanım alanlarından
sadece birkaçı şunlardır: Uzay, havacılık, gaz türbinleri, güneş pili, süper
iletken, nükleer yakıt, fotoğrafçılık, deterjan, kâğıt hamuru, tekstil ve
benzeri.
Gerek madenciliğin
tümü gerekse ekonomik ve stratejik önemi haiz altın ve bor madenleri için,
rezerv geliştirme ve ciddî bir arama-tarama yapılması gerekmektedir. Bu konuda
da, ar-ge çalışmalarına gereken destek yapılmalı ve ileri teknoloji
yakalanmalıdır.
21 inci Dönemde Maden
Kaynaklarının Değerlendirilmesi ve Madencilik Sektörünün İçinde Bulunduğu Durum
ile Bor ve Altın Madenlerini Araştırma Komisyonu 21 inci Dönemde kurulmuş olup,
çalışmalar yarım kalmıştır.
Yukarıda belirtilen
hususlar ve geçen dönemde yarım kalan bir çalışmanın tamamlanması ve amacına
ulaşması için bir Meclis araştırmasının yapılmasında fayda vardır.
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Bilgilerinize
sunulmuştur.
Önerge, gündemde
yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme,
sırası geldiğinde yapılacaktır.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:
D)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.-
TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın, Japonya Üst Meclisi Başkanı Hiroyuki Kurata'nın
resmî davetine icabetle bu ülkeye yapacağı ziyarete katılacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/292)
27.5.2003
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Bülent Arınç'ın, Japonya Üst Meclisi Başkanı Hiroyuki
Kurata'nın davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle, Japonya'ya
resmî ziyarette bulunması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin
Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel
Kurulun 13.5.2003 tarihindeki 78 inci Birleşiminde kabul edilmiştir.
Anılan Kanunun 2 nci
maddesi uyarınca, Heyetimizi oluşturmak üzere siyasî parti gruplarınca
bildirilen isimler Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Adı Soyadı : Seçim
İli :
Telat Karapınar
Ankara
Hasan Aydın İstanbul
Hacı Biner Van
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Bilgilerinize
sunulmuştur.
Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha
vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:
2.-
Avrupa Birliğine üye ve Avrupa Birliğine katılmakta olan ülke parlamentoları
Çevre Komisyonu Başkanları Konferansına, Yunanistan Parlamentosu Ekonomik İşler
Komisyonu Başkanı John Thomopoulos tarafından ismen davet edilen TBMM Çevre
Komisyonu Başkanı Malatya Milletvekili Ahmet Münir Erkal'ın katılmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/293)
26.5.2003
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna
Yunanistan
Parlamentosu Ekonomik İşler Komisyonu Başkanı John Thomopoulos tarafından
gönderilen davet mektubunda, Malatya Milletvekili TBMM Çevre Komisyonu Başkanı
Münir Erkal, 30-31 Mayıs 2003 tarihlerinde Atina'da Avrupa Birliğine üye ve
Avrupa Birliğine katılmakta olan ülke Parlamentoları Çevre Komisyonu Başkanlarının
katılacağı Konferansa ismen davet edilmektedir.
Söz konusu davete
icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun
tasviplerine sunulur.
Bülent
Arınç
Türkiye
Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN - Teşekkür
ederim.
Kabul edenler...
Teşekkür ederim. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; teşekkür ederim.
Sayın
milletvekilleri, bugün, size, hep güzel haberler veriyoruz. Devlet eski Bakanımız
Sayın Fikret Ünlü'nün uyarısıyla, Sayın Şeref Eroğlu da, Grekoromen Güreş
Şampiyonasında Avrupa Şampiyonu olmuşlardır. (Alkışlar) Kendilerini kutluyor,
başarılarının devamını diliyoruz.
E)
ÇEŞİTLİ İŞLER
1.-
Genel Kurulu ziyaret eden Bosna-Hersek Başbakanı Adnan Terzic ve beraberindeki
heyete Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denilmesi
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Borna-Hersek Başbakanı Sayın Adnan Terzic ve beraberindeki
heyet, şu anda Genel Kurulumuzu onurlandırmışlardır; kendilerine, Yüce
Heyetiniz adına "Hoş geldiniz" diyorum. (Alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, gündemimizin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler"
kısmına geçiyoruz.
Genel Kurulun 22
Mayıs 2003 tarihli 83 üncü Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısmın 1
inci sırasında yer alan, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulmuş
bulunan (10/2,6) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 134 sıra sayılı
raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Edirne milletvekili Rasim Çakır ve 33 milletvekili
ile Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 milletvekilinin, Ergene
Nehrindeki Kirliliğin ve Çevreye Etkilerinin Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi
ve (10/2,6) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S.Sayısı: 134)
(1)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada
Hükümet?.. Burada.
Sayın
milletvekilleri, İçtüzüğümüze göre genel görüşmede ilk söz hakkı önerge
sahiplerine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî
parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir.
Ayrıca, istemi halinde komisyona ve hükümete de söz verilecek, bu suretle genel
görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri,
bildiğiniz gibi, komisyon, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika,
önerge sahipleri ve şahıslar için 10'ar dakikadır.
Genel görüşme
üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Mehmet Siyam Kesimoğlu;
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Gökhan
Sarıçam.
Şahısları adına;
Edirne Milletvekili Sayın Rasim Çakır ve Tekirdağ Milletvekili Sayın Ahmet
Kambur.
Önerge sahipleri
adına bir söz talebi bize ulaşmadı.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Mehmet Siyam Kesimoğlu;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA
MEHMET SİYAM KESİMOĞLU (Kırklareli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Kırklareli, Edirne, Tekirdağ İllerini içine alan Trakya bölgemizi sosyoekonomik
yönden etkileyen Ergene Nehri ve havzasındaki kirlilik ile çevreye verdiği
olumsuz etkilerin araştırılarak çözümü için gerekli acil tedbirlerin alınması
amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun çalışmalarına ilişkin
olarak, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun görüşlerini iletmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, Saray İlçemizde, İstranca Dağlarından çıkan ve içilebilir
nitelikteki Ergene Nehri, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne İllerimizde bir yay
çizerek, Saros Körfezinden Ege Denizine dökülmektedir. Çerkezköy girişinde,
birinci ve ikinci sınıf sulama suyu niteliğindeki nehir suyu sürekli
kirletilerek, Uzunköprü'de beşinci sınıf, yani, kullanılamaz sulama suyu
niteliğine dönüşmektedir; yani, başlangıçta içilebilir nitelikteki Ergene Nehrinin
suyu, sonuçta, kullanılamaz nitelikte suya dönüşmektedir.
Özellikle yeraltı
suyu kullanımının arttığı, dolayısıyla seviyesinin düştüğü yaz aylarında,
nehirdeki kirlilik oranı çok üst seviyelere çıkmaktadır. Sulama suyu olarak,
mart-nisan aylarında birinci, ikinci sınıf olan su kalitesi, temmuz-ağustos
aylarında dördüncü, hatta beşinci sınıf su kalitesine inmektedir.
Bu kirlenmenin
başlıca nedeni tuzluluktur. Tuzluluğun kaynağı ise, nehre bırakılan endüstriyel
atıklar ile tarımsal faaliyetler sonucu, yeraltı suyunun buharlaşmasıdır.
(1) 134 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Değerli arkadaşlarım,
Trakya bölgesi diyoruz; Trakya bölgesiyle ilgili birkaç veriyi sizlerle
paylaşmak istiyorum.
Trakya bölgesindeki
illerin toplam arazilerinin yüzde 72'lik bölümü tarıma elverişlidir, yüksek
verimli ve sorunsuz işlenebilecek araziler olarak tanımlayabileceğimiz birinci
ve ikinci sınıf toprak oranı ise yüzde 40'tır. Bölgede tarımsal faaliyetler
içerisinde tarla bitkileri yetiştiriciliği ile hayvancılık, başta gelen üretim
dallarıdır.
Tarla bitkileri
gruplarında ekim yapılan ürünler, tahıllar ve yağlı tohumlar grubu bitkilerdir.
Yağlı tohumlar grubunun en önemli bitkisi ayçiçeği, tahıllar grubunun ise
buğdaydır. Bölgenin, Türkiye yağlı tohumlar üretiminde aldığı pay yüzde 25,
ayçiçeği üretiminde yüzde 50 dolayındadır.
Bölgenin diğer önemli
bitkisi olan çeltiğin Türkiye toplam üretimine sağladığı katkı, yüzde 30'dur.
Ülkemizin ilk şeker fabrikalarından olan Alpullu Şeker
Fabrikası, bölgemizde bulunmaktadır; ancak, pancar dahi kirlilikten nasibini
almaktadır.
Ülke ekonomisine
böylesine katkı veren Trakya, hiç hak etmediği bu noktaya nasıl gelmiştir ve
acaba, bugün ne durumdadır diye soralım ve cevaplarımızı sıralayalım değerli
arkadaşlarım.
Ülkemizin en büyük
sanayi merkezi olan İstanbul ve Kocaeli İllerinden çeşitli nedenlerle Trakya
bölgesine yönelen sanayi kuruluşları, 1973 yılında Çerkezköy'de organize sanayi
bölgesinin kurulmasıyla birlikte, Çerkezköy'den başlayarak, Çorlu Deresi ve
Ergene havzası boyunca hızla yayılma göstermiştir. Diğer sanayi bölgelerine
yakınlığı, ulaşım kolaylığı, arazisinin engebesiz olması, yeraltı ve yerüstü su
kaynaklarının zenginliği gibi özellikleri, bölgeyi, yeraltı ve yerüstü suyu
tüketimine dayalı tekstil, deri, kâğıt ve kimya sektörüne ait sanayi tesisleri
için cazibe merkezi haline getirmiştir. Fakat, değerli milletvekili
arkadaşlarım, bölgedeki sanayileşme, bölgenin iç dinamiğine uygun bir nitelikte
değildir. Çünkü, bölgenin temel ekonomisi tarıma dayanmaktadır. Bundan dolayı,
bölgemiz için ideal olan, tarımsal girdileri kullanan sanayilerdir; ancak,
bölgedeki sanayileşme, İstanbul'un sorunlarının çözülemez bir noktaya ulaşması
sonucu, bu bölgedeki sanayiin göçü niteliğini taşımaktadır. Bu anlamda,
bölgenin en önemli sorunu, yoğun ve plansız gerçekleşen çarpık sanayileşmedir.
Biz, sanayileşmeye kesinlikle ve kesinlikle karşı değiliz; karşı durduğumuz,
çarpık sanayileşmedir değerli arkadaşlarım.
Yoğun ve plansız
gerçekleşen sanayileşme, doğal kaynakların tahribatını artırmakta, bölgemizdeki
ekosistemlerin dengesini bozmakta ve sonuçta, çevre sorunlarına neden
olmaktadır. Hızlı ve çarpık sanayileşmeye bağlı olarak da tarımsal alanların
tahribi, çarpık kentleşme ve nüfus artışı, sorunları daha da
yoğunlaştırmaktadır.
Diğer sorun
alanlarının içerisinde, arazilerin amaçdışı kullanılması, hava kalitesinin
bozulması, evsel atık ve tehlikeli atıkların depolanması yer alırken, su
kaynaklarının tehlikede olması, tarımda kullanılan gübre ve ziraî ilaçların
getirdiği kirlilik, toprak erozyonu, biyolojik çeşitliliğin azalması ve
ormanlar üzerindeki baskı önemli bölgesel sorunlar olarak karşımızda
durmaktadır.
Değerli
milletvekilleri, çarpık sanayileşme ve çarpık kentleşme sonucu ortaya çıkan en
önemli sorunların başında ise, üzerinde durduğumuz Ergene Nehrindeki ve
havzasındaki kirliliktir. Ergene Nehrinden su yerine zehir akmakta ve nehir,
hayat yerine, artık, ölüm saçmaktadır. Ergene Nehrinde yaşayan tüm canlı
organizmalar yok olmuştur; bunların yerini ağır metaller ve kimyasal atıklardan
etkilenmeyen canlılar almıştır.
Istranca Dağlarında
başlayarak, Meriç Nehrine kadar uzanan ve geçtiği hat boyunca üreticiye ve
Trakya'ya yıllarca can veren Ergene Nehri, artık, bir bataklığa dönüşmeye
başlamıştır. Nehrin suları tarım ve hayvancılıkta kullanılamaz duruma gelirken,
çevre kirliliği, halk sağlığını çok ciddî bir biçimde tehlikeye sokacak
boyutlara ulaşmıştır.
Trakya'nın en verimli
topraklarına sahip Ergene Ovası, Ergene havzasına pompalanan sanayi atıkları
yüzünden çoraklaşma aşamasına gelmiştir. Bölgedeki sulamanın yüzde 90'lık
kısmının kaynağı olan Ergene havzası, fabrika atıklarıyla zehirlenmiştir. Bu da
Ergene Ovasının ölmesi anlamına gelmektedir.
Ergene'nin
temizlenmesi, Trakya üreticisi için bir var olma savaşıdır. Trakya üreticisinin
var olması için gereken her şey, derhal yapılmalıdır. Halen 200 000 dönüm
araziyi sulayan Ergene Nehrinin kirlenmesine seyirci kalınmasına son verilmelidir.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, içmesularının sağlandığı depolara, Ergene Nehrinin zehirli suyu
karışıyor. Bu kirliliğin önlenmesi, toprakların geleceği ve insan sağlığı
açısından zorunludur. Bizler, bu Trakya'yı atalarımızdan miras almadık,
çocuklarımızdan emanet aldık. Bu konudaki duyarlılığımızı ortaya koymak ve tüm
tedbirleri acilen almak mecburiyetindeyiz.
Değerli arkadaşlarım,
kirliliğin, gayet tabiî ki diğer sebepleri de var. Ergene havzasında, yerleşim
alanlarında atıksu arıtma tesislerinin bulunmaması sebebiyle, evsel atıklar
doğrudan Ergene'ye veya kollarına deşarj edilmektedir. Yine, Trakya bölgesinde
yer alan geniş tarım arazilerindeki aşırı gübreleme ve ziraî ilaçlama
faaliyetleri, nehirdeki önemli kirlenme nedenleri arasında yer almaktadır;
yani, Ergene Nehri, yoğun endüstriyel ve tarımsal faaliyetlerden ve sanayiin
paralelinde gelen nüfus artışının sonucu, kanalizasyon sistemlerinin
olmamasından dolayı kirlenmektedir. Düzensiz sanayileşme ve plansız altyapı,
Ergene Nehrinin kirlilik seviyesini en yüksek değerlere getirmiş bulunmaktadır.
Ergene Nehri, nehir olma özelliğinden her gün biraz daha uzaklaşarak, kolektör
olma yolundadır. Bu atıklara karışan tarımdan dönen kimyasal gübreli sularla,
tarıma hayat verecek nehir olma özelliğini de yitirmektedir.
Değerli arkadaşlarım,
bölgedeki sanayi ve tarım sektörleri ile bu sektörlerde çalışan insanların su
ihtiyacı giderek artmaktadır. Diğer taraftan, su ihtiyaçları, sulama dışında
tamamen yeraltı suyundan karşılanmaktadır. Ergene havzasındaki en önemli
sorunlardan biri de, işte bu su sorunudur; ancak, Ergene havzasındaki su üretiminin
artırılması için kullanılabilecek yöntemler sınırlıdır. Bu nedenle, sulamada
kullanılan teknikler geliştirilmeli ve daha az su tüketilmeye çalışılmalıdır.
Sanayiden gelen
atıksu, yerleşme alanlarından gelen kanalizasyon ve çöplük sularıyla birleşerek
önce yüzey sularını kirletmektedir, daha sonra da yeraltı sularını. Yeraltı
sularının kullanımıyla ilgili planlamalar, uzun vadeli ihtiyaçlar dikkate
alınarak yapılmalıdır ve ayrıca, atıksuların arıtılarak yeniden sanayide
kullanılması sağlanmalıdır.
Değerli
milletvekilleri, Çerkezköy - Çorlu - Lüleburgaz üçgeninde 1 100 civarında
sanayi tesisi bulunmaktadır. Bu fabrikalar, her gün yeraltından 2 000 000 ton
su çekmektedirler. Bundan dolayı, yeraltı su kaynaklarının seviyesi çok
düşmüştür; çünkü, yeraltı ve yerüstü su rezervleri, kapasitelerinin üzerinde
kullanılmaktadır.
Sanayileşeceğiz
diyerek tarımı bitirmek, sanayii de bitirmek demektir değerli arkadaşlarım;
çünkü, birçok sanayi tarıma dayanmaktadır. Geçmişte yaşanan "tarım mı,
sanayi mi" tartışmaları, günümüzde artık anlamını yitirmiştir. Bu ikilem
aşılırken, yeni bir ikilem daha şekillendi "sanayileşme mi, çevre
mi?"
Bilindiği gibi, çevre
ve çevre korumacılık, esas olarak sanayi atıklarının yol açtığı kirliliğe karşı
bir tepki olarak gelişmeye başlamış ve giderek bugünkü içeriğine kavuşmuştur.
Önceleri, çevre ile ekonomik büyümenin birbiriyle bağdaşmadığı görüşü
paylaşılmıştır. Bugün ise, Ergene örneğinde olduğu gibi, çevre bozulmasının
ekonomik kalkınmayı engellemesinden endişe duyulmaya başlanılmıştır.
Günümüzde, artık,
çevre - ekonomi zıtlığından vazgeçilerek, çevre ile ekonominin birbirini
tamamlaması gerektiği kabul edilmektedir ve "çevre - kalkınma,
sanayileşme" ikilemine yanıt olarak "sürdürülebilir kalkınma"
kavramı ortaya atılmıştır. Uzun vadeli ekonomik kalkınmanın tek yolu, ekonomik
kalkınmayla, sanayileşmeyle çevrenin korunmasının bağdaştırılmasıdır.
Değerli milletvekili
arkadaşlarım, Trakya'da var olan gerçekleri ortaya koymaya çalıştım, bilimsel
doğruları yerine oturtmaya çalıştım. Peki, Trakya'yı nasıl kurtarabiliriz? Tek
olan doğruya ulaşmak için, aklın yolu bir değerli arkadaşlarım. Tüm bu
sorunların kalıcı bir biçimde çözümü için yapılması gerekenler şunlardır:
Tarım sektöründeki
gübre ve ilaç kullanımı muhakkak izlenmelidir. Diğer taraftan da, tarımın ve
ürün profilinin planlanması ve yönlendirilmesi gerekmektedir.
Sanayiin düzensiz
gelişmesinin önlenmesi için, bundan böyle, mevcut sanayi alanları dışında
sanayi tesisi izni verilmemelidir.
Organize sanayi
bölgeleri oluşturularak, sanayi kontrol altına alınmalıdır. Sanayi
kuruluşlarının ve organize sanayi bölgelerinin çevredeki tarımsal arazileri,
ormanları, su kaynaklarını, akarsuları, göletleri ve diğer doğal kaynakları
kirletmelerine kesinlikle izin verilmemelidir. Sanayi kuruluşlarının arıtma
tesisleri kurmaları ve bunları mutlaka çalıştırmaları sağlanmalıdır.
Tüm yatırımlar için,
çevresel etki değerlendirmeleri yapılmalıdır.
Bölgedeki sanayi
kuruluşlarıyla ilgili kuruluşlarla, özellikle de üniversitelerle, sivil toplum
kuruluşlarıyla olan ilişkilere özel bir önem verilmeli ve işbirliği
geliştirilmelidir.
Bölge düzeyinde her
türlü kirletici kaynaklar tespit edilmeli ve kirletme özellikleri ortadan
kaldırılmalı, en azından azaltılmalıdır. Bu anlamda da, atık depolama alanları
ve atık arıtma alanları tespit edilmelidir.
Yerleşim birimlerinde
kanalizasyon sistemleri ve arıtma tesisleri mutlaka kurulmalıdır değerli
arkadaşlarım.
Sanayileşme ile tarım
birlikte yürütülmeli, korunacak tarım alanları ve sanayiin yerleşeceği bölgeler
önceden belirlenmelidir.
Bölgede üretilen
tarım ürünleri, yine bölgedeki tarıma dayalı sanayi kuruluşlarınca
işlenmelidir.
Doğayla uyumlu ve
sürdürülebilir gelişmeyi hedefleyen sosyoekonomik kalkınmanın sağlanmasına
yönelik tüm tedbirler alınmalıdır. Bu kapsamda, kirlenmeye neden olan
sanayilerin çevreye zararlı etkilerinin minimuma indirilmesini sağlayacak yeni
sanayi alanlarının belirlenmesi gerekmektedir. Ayrıca, ilgili sanayi
kuruluşlarının bu alanlarda yer almaları teşvik edilmelidir.
Fabrikalarda, arıtma
tesislerinde yapılan inceleme, denetim ve kontroller kirliliğin önlenmesini
gerçekleştirecek yasal dayanaklara kavuşturulmalı ve bu konudaki mevzuat
eksiklikleri derhal giderilmelidir.
Bölgede kalkınma
sağlanırken, insan ve çevre değerleri ve bunların birbirleriyle olan
etkileşimlerine özen gösterilmelidir. Planlı bir sanayileşme ve planlı bir
kentleşme öngörülmeli ve bunun için kaynakların dengeli ve geleceğe yönelik
kullanımı ve işgücü hesaba katılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Ergene havzasındaki ve Trakya bölgesindeki hızlı sanayileşme
ve getirdiği sorunların çözümü için, bölgedeki zengin kaynakların
değerlendirilmesi ve kaynakların bölge içinde dengeli bir biçimde dağılımının
sağlanması için, ekolojik dengeleri gözönüne alan, çevre değerlerini koruyan
bir anlayışla, entegre bir bölge planı yapılmalı ve uygulanmalıdır. Bölge planı
ile bölgenin potansiyelini oluşturan insan, toprak, maden ve sermaye kaynakları
arasındaki ilişkiler insan yararına düzenlenerek bölgenin kalkınması
amaçlanmalıdır. Bu planlama, çevresel etkenlerin ve ekolojik dengelerin
korunmasını amaçlayan sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde hazırlanmalıdır.
Bölgenin sorunları,
bunların çözümleri ve kalkınması, sürdürülebilir kalkınma hedefi doğrultusunda
koruma, kullanma esaslarının belirlendiği, kalkınmayı reddetmeyen, ancak, çevre
kirliliğini, düzensiz gelişmeyi, bozulmayı engelleyici, geleceği yönlendirici
bir bölge planı çerçevesinde ele alınmalıdır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bu araştırma komisyonu, iktidar ve muhalefet partilerinin
uzlaşmayla kurduğu ilk komisyondu. Dört aylık bir süre sonucunda çalışmalar
tamamlanarak bir rapor oluşturuldu. Trakya halkı için yaşamsal düzeyde önem arz
eden bu konunun bu aşamaya gelmesinde katkı koyan, emek veren herkese,
huzurlarınızda teşekkür etmeyi zevkli bir görev kabul ediyorum. Araştırma
komisyonunun bir üyesi ve bir bölge milletvekili olarak Trakya halkı adına
şükranlarımı sunuyorum.
Umuyorum ve diliyorum
ki, aynı anlayış ve yaklaşım, sorunun kesin çözümü için de devam edecektir.
Trakya halkı vefalıdır, unutmaz. Eminim, var olma mücadelesinde, 22 nci Dönem
üyelerinin hizmet ve desteklerini her zaman minnet ve şükranla anacaklardır.
Yüce Meclisi bir kez
daha sevgiyle selamlıyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Kesimoğlu.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Gökhan Sarıçam; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
AHMET GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Ergene Nehrinin kirliliği ve bu kirliliğin çevreye vermiş olduğu zararların
tespit edilmesi, bu konuda alınacak olan tedbirlerin belirlenmesi için kurulmuş
olan komisyonumuzun çalışmalarını sona erdirmesinden dolayı, Grubumuz adına,
sizlere bilgi vermek için söz almış bulunmaktayım.
Grubumuz adına
sizlere bu bilgileri, bölge milletvekilimiz, Değerli Edirne Milletvekilimiz Ali
Ayağ Bey vereceklerdi; ben, önerge sahibi olduğum için, önerge sahibi olarak
söz alma niyetindeydim.
Edirne
Milletvekilimiz Sayın Ali Ayağ Bey, geçirmiş olduğu bir rahatsızlıktan dolayı,
Grubumuz adına hitap etme fırsatını bulamadılar; buradan, kendilerine geçmiş
olsun dileklerimi ifade etmek istiyorum.
Küreselleşmenin hızla
yaygınlaştığı günümüzde, artık, ülkelerin, kendi doğal varlıklarını ve
zenginliklerini diledikleri gibi kullanma, israf etme lüksleri kalmamıştır.
Duyarlı dünya insanlarının oluşturduğu çevre örgütleri, önemli bir baskı grubu
olarak, yaşadıkları çevreye duyarsız toplumlara, uluslararası kurum ve
kuruluşları devreye sokarak tavır aldırmakta; yaptırım uygulanmasını
sağlayarak, dünyanın çevre felaketleriyle karşı karşıya kalmasına engel
olmaktadırlar.
Bir toplumun yaşadığı
çevreye bazı zorlamalarla sahip çıkma durumunda kalması, tahmin edersiniz ki, o
toplumu dünya nezdinde zorda bırakan çok küçültücü bir durumdur. Hele, bir de,
vatanımız gibi, bir karış toprak için canlar feda edilmişse, bu, aynı zamanda
torunları için fedakârlık yapan atalarımıza karşı da çok büyük bir saygısızlık
oluşturacaktır. Bu topraklar ve çevrenin bize miras kalmadığını,
çocuklarımızdan ödünç aldığımızı, bu emaneti korumak için her türlü tedbiri
alıp fedakârlığı yapmamız gerektiğini idrak etmemiz gerekmektedir. Aksi halde,
bunun hesabını, dünya milletlerine ve çocuklarımıza vermekte cidden
zorlanacağız.
Bugün, modern dünyada
sanayileşme ve şehirleşmeden kaçınılamaz. Tüm dünyada ve ülkemizde, bu gelişme
esnasında, tabiat, sonsuz bir kaynak olarak kabul edilmiş ve kullanılmıştır. Bu
süreci bizden önce yaşayan ülkeler, tabiatın kendini yenileme kabiliyetinin
sınırlı olduğunu, bozulan ekolojik dengenin bir daha düzelmesinin, geri
dönüşünün mümkün olmadığını anlamışlardır ve bu süreci yaşamakta olan bizim
gibi toplumlara da sık sık hatırlatmaktadırlar. Zenginleşme adına katledilen
çevrenin, hiçbir ekonomik değerle geri getirilemeyeceği ve ekolojik dengenin
hâkim olmadığı dünyanın yaşanılamaz olduğu, artık herkesin malumudur.
Vermiş olduğum
önergeyle, yok oluşunu durdurmaya çalıştığımız Ergene havzası büyüklüğündeki
bir alanı sulamaya açarak, tarıma kazandırmak için oluşturulan ve yıllardır
üzerinde çalışılan GAP Projesine -ülkemizin içinde bulunduğu zor durumda, kıt
kaynaklarından- 20 milyar dolar civarında bir para harcandığını göz önüne
alırsak, sebep olunan çevre felaketlerinin faturasının ne kadar ağır olduğunu,
sanırım, daha kolay anlarız.
Bu, tabiî ki,
yalnızca yerüstü sularının kirliliğinin ve etkilediği 700 000 dekar araziyle
ilgili bir kıyaslamadır. Bunun yanında, temizlenmesi bugünkü teknoloji ve ekonomik
kaynaklarla mümkün olmayan yeraltı sularındaki kirlenmenin zararını ise,
rakamsal olarak ifade etmek ve herhangi bir şeyle kıyaslamak mümkün dahi
değildir.
Çok değil, yirmi yıl
önce, içinde balıklar ile çocukların oynaştığı pırıl pırıl Ergenemizin, bugün,
kilometrelerce uzağa pis kokular yayan, yer yer siyah, kırmızı, mor renkte,
balçık kıvamında akan hali, yöre insanımızı ve biz bölge milletvekillerini
isyan ettirmiş, konuyu araştırma önergesiyle Meclis gündemine getirip, ulusal
düzeyde sahip çıkılması sağlanmaya çalışılmıştır; çünkü, biliyorduk ki, buna
benzer çevre felaketleri, güzel yurdumuzun çeşitli yerlerinde halen
yaşanmaktaydı. Ergene'ye sahip çıkılması da, güzel bir çevre bilinci örneği
oluşturacaktı.
22 nci Dönem
milletvekillerinin ilk kabul ettiği önergenin ve böylece, oluşturduğu
komisyonun, modern dünyanın en hassas olduğu çevre konusunda olması da, ayrıca,
Meclisimizin kalitesi ve hassasiyeti bakımından cidden memnun edicidir. Bu
hassasiyetlerinden dolayı tüm milletvekili arkadaşlarıma tekrar teşekkür
ediyor, cennet vatanımızın nasıl nadide bir köşesine sahip çıktıkları konusunda
kendilerine biraz bilgi vermek istiyorum.
Kirliliğini ve
dolayısıyla çevreye verdiği zararı araştırıp önlemler almaya çalıştığımız
Ergene Nehri, Trakya bölgesinin kuzeyinde Istıranca Dağlarından doğar ve 194
kilometre uzunluğundadır; 10 700 kilometre kare drenaj alanına sahip, 16
anakolu olan, havzasındaki 3 ilimiz Kırklareli, Edirne ve Tekirdağ'da yerleşik
olan 800 000 insanımız ve 700 000 dekar birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü sınıf
tarım arazimize can veren bir hayat damarıdır.
Ergene Nehri,
uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin en önemli kolu durumundadır.
Ayrıca, Istıranca Dağlarında dünyada ender görülen Longos Ormanları, havzanın
güneyindeki Gala Gölü gibi birçok değerli ekosistem de, Ergene'nin temizliğiyle
-yani, kirlenmemesiyle- varlığını sürdürmesiyle ilgilidir.
Ergene havzası,
ülkemiz tarım ürünleri içerisinde önemli yere sahip olan çeltik, ayçiçeği,
buğday, soğan, şekerpancarı, arpa, üzüm ve fasulyenin, verim ortalamasının
üzerinde, üretildiği bir tarım alanıdır. Tüm havza, 3 gümrük ve limanlarıyla,
Türkiye'nin Avrupa'ya açılan kapısı ve vizyonunu da, aynı zamanda,
oluşturmaktadır. Maalesef, bu çok kıymetli havza, özellikle 1985 yılından
sonra, birçok yerde olduğu gibi, hızlı bir sanayileşme ve şehirleşme süreci
yaşamaya başlamış, master planının olmaması, sanayi ve tarım alanlarının
birbirinden ayrılmaması, sanayi atıklarının ve kentsel ev atıklarının yoğun bir
şekilde gerekli çevresel önlemleri almadan Ergene'ye bağlı derelere
verilmesiyle, tarımın ilaçlama ve gübreleme konusunda bilinçsiz yapılmasıyla,
Ergene Nehri ve Ergene havzası geri dönülemez bir çevre felaketine doğru
gitmeye başlamıştır. Şu anda, Ergene'nin bulanık sularında hiçbir canlı
yaşamamakta, tarımsal sulama yapılamamakta; aksine, Ergene Nehri, taşkın
verdiği yerlerdeki mahsulü bozup, toprağı zehirlemektedir. Çevresinde yaşayan
insanlarda, ishal, cilt ve solunum yolu hastalıkları teşhis edilmekte, yeraltı
sularının kirlenmesiyle, bu sulardan içen hayvanların et ve sütlerinde zararlı
toksinler tespit edilmekte. Bir örnek olması bakımında, ülke çeltik ihtiyacının
yüzde 43'ünü karşılayan havzadaki üreticiler, çeltiklerinde hastalık
görüldüğünden 70 000 dönüm araziyi ekemediler; 45 000 ton çeltik kayıpları
oluştu. Ayrıca, Trakya Üniversitesi ve Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğünün
yaptığı incelemeler neticesinde, mevcutta 132 200 dekar tarım alanının
kirlilikten etkilendiği ve bu sebepten sulama yapılamadığı, halen işletmede
olan Devlet Su İşleri sulamalarından Altınyazı, Karasaz, Sultanköy, Karpuzlu
sulamalarının da bu kirlilikten etkilenerek kullanılamadığı, bölgede yaklaşık
700 000 dekar arazinin bu kirliliğin etkisi altında kalacağı gerçeğiyle karşı
karşıya bulunmaktayız.
Bu önemli havzanın,
başta sanayi tesislerinin atıkları olmak üzere, kentsel atık sular ve yanlış
ziraî uygulamalar neticesinde duyarsızca kirletilmesi bölge ve ülke
ekonomisinin sekteye uğratılması tarafımızdan kabul edilir gibi değildir.
Edirne Milletvekili
arkadaşımla vermiş olduğumuz önergeler neticesinde, Yüce Meclisimiz 17 Aralık
2002 tarihli 11 inci Birleşiminde konuyu görüşmüş, AK Parti ve CHP Grublarına
mensup milletvekili arkadaşlarımızın desteğiyle, yukarıda belirttiğimiz
hususları araştırmak üzere, 12 kişiden oluşan Ergene Nehrindeki kirliliğin ve
çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlenmelerin belirlenmesi
amacıyla bir Meclis araştırması komisyonu kurulmuştur.
Biraz önce
belirttiğim gibi, Yüce Meclisimizin, siz değerli milletvekillerimizin kurmuş
olduğu bu ilk araştırma komisyonunun inceleme konusunun çevre olması, gerçekten
duyarlılığınız adına takdire şayandır.
Komisyonumuz,
kurulduğu gün yaptığı toplantıda, AK Parti Grubundan komisyona katılmış olan
milletvekilimiz Yahya Baş Beyi, Komisyon Başkanlığına seçmiştir. Komisyonumuzun
yapmış olduğu dört aylık çalışma esnasında, konuya olan yakınlığı ve ilgisi,
komisyonun çalışmalarını yakından takip eden yöre halkı ve komisyon üyesi
arkadaşlarca da takdirle karşılanan, başkan seçilmesinde ne kadar büyük isabet
edildiği anlaşılan çevre dostu milletvekilimiz Yahya Baş Beye, huzurlarınızda,
ülkem ve yöre insanlarım adına teşekkür etmeyi de bir borç biliyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Değerli
milletvekilleri, komisyonumuzu oluşturan milletvekili arkadaşlarımla beraber,
bize tanınan üç artı bir aylık süreyi, üzerimize almış olduğumuz sorumluluğun
bilinci içinde, en verimli şekilde kullanmaya çalıştık. İlk toplantımızda,
çalışma stratejimizi belirleyerek, önce, bugüne kadar konuyla ilgili bilimsel
çalışmalar yapmış kurum, kuruluş ve kişilerle görüşerek, bilgi sahibi olduk.
Trakya Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Sayın Osman İnci, Yıldız Teknik Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Sayın Emre Aysu, Çevre Etüt Dairesi Genel Müdürü Ertuğrul
Alparman, TEMA Vakfı Kırklareli sorumlusu Hakan Dedeoğlu, TEMA Vakfından Prof.
Dr. Cemil Cangir, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi ve Ziraat
Fakültesinden öğretim görevlileri, Özel Çevre Koruma Kurumu Uzmanı Dr. Başak
Taşeli Hanımefendi, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yetkilileri, bize, Komisyonumuza
kadar gelerek çok önemli bilgiler aktardılar; bu konuya hâkim olmamızı
sağladılar. Çalışmalarımıza yapmış oldukları katkılar, takdire şayandır;
kendilerine, yine huzurlarınızda teşekkür etmeyi, şahsım ve yöre insanım adına bir
borç biliyorum.
Komisyonumuz, almış
olduğu karar gereği, iklim şartlarının da uygun olmasıyla, Ergene havzasına
giderek, sorunu bizzat yerinde de gözlemlemiştir. Ergene havzasına
Komisyonumuzun ziyaretinin ilk günü, Tekirdağ'ın Çorlu İlçesinde, konuyla
ilgili özel ve kamu kesiminden birçok temsilcinin katıldığı kapsamlı ve verimli
bir toplantı yapılmıştır.
İnceleme gezisinin
ikinci ve üçüncü günlerinde, Ergene'nin doğuş yerinden başlayarak denize
döküldüğü yere kadar, etrafındaki sanayi tesisleri, tarım alanları ve nehrin
yapısı gözlemlenmiş, incelenmiştir; problemin sebepleri ve çözüm yolları
üzerinde tartışılmıştır. Şahit olunan ihmaller ve bunun neticesi olan çevre
felaketi, bölgeyi ilk defa ziyaret eden komisyon üyesi arkadaşlarımızı tam bir
şoka sokmuştur; ama, bu kara tabloya rağmen, bölge insanının bu sorunun çözümü
için nasıl çırpındığı ve Yüce Meclisimizin temsilcileri vasıtasıyla ulusal el
atışın sağlanarak eski güzel günlere geri dönmeye olan inancı, bütün
Komisyonumuzu duygulandırmıştır. Bölgedeki incelemelerimiz esnasında bize sağlamış
oldukları imkân ve bilgi aktarımından dolayı, Kırklareli, Tekirdağ ve Edirne
Valiliklerine, bünyelerinde görev yapan Çevre ve Tarım Müdürlüklerine, Çorlu
Ticaret Odasına da, göstermiş oldukları yardım, katkı ve hassasiyetten dolayı
tekrar teşekkür ediyorum.
Komisyonumuz,
inceleme gezisinin akabinde, Ankara'ya döndükten sonra, havzada görülen taşkınlarla
ilgili olarak ve sorunun çözümüne yapılacak katkıları öğrenmek üzere, Devlet Su
İşleri Genel Müdürü Sayın Veysel Eroğlu Beyle de bir görüşme yapmış, değerli
fikirlerinden istifade etmiştir. Tüm bu çalışmalar ve toplantılar neticesinde,
bölgede kısa, orta ve uzun vadede yapılması gereken çalışmalar bir rapor haline
getirilerek Yüce Meclisimizin ve ilgililerin dikkatine sunulmuştur.
Komisyonumuz, Ergene
havzasının kurtuluşu ve yeniden kazanılması için, olmazsa olmaz şu nihaî
kararlara varmıştır: Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde bazı endüstri
kategorilerinde standardı tanımlanmamış kirletici parametrelerin (renk ve koku
gibi) bulunduğuna, bu nedenle, renk çözünürlüğüne ilişkin bir müdahale
yapılamamakta olduğuna ve bu parametrelerin Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği
tablolarında mutlaka yer alması gerektiğine; Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün,
dere ıslahı çalışmalarına hız vererek bu çalışmayı en kısa sürede tamamlaması
gerektiğine; ki, bu konuda gerekli çalışmaların bölgeye gittiğimizde
başlatılmış olduğunu görmek, bizi gerçekten memnun etmiştir. Trakya su, kanalizasyon
ve katı atık idaresi genel müdürlüğünün kurulması -aynı, 2560 sayılı İstanbul
Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
örneğinde olduğu gibi- ve kuruluş çalışmalarının Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
tarafından yürütülmesi gerektiği göz önüne alınmıştır; bu yapının oluşmasının
ve ilgili mevzuatın hazırlanmasının zaman alması nedeniyle, bölgesel bazda
çalışan bir kurumun gerekli etüt çalışmalarını hızla gerçekleştirmesine karar
verilmiştir. Bölgedeki evsel, endüstriyel, atıksu ve katı atık sorununu tek
elden çözecek olan Trakya su, kanalizasyon ve katı atık idaresinin, kapsamlı
bir ihale yaparak atıksu arıtma ve katı atık tesislerinin yerlerini, sayısını ve
deşarj yöntemlerini belirlemesi gerektiği tespit edilmiştir. Arıtılmış atıksuların,
Ergene Nehrine ve kollarına kesinlikle deşarj edilmemesi gerektiğine ve bu
bağlamda, uygun bir yerden denize deşarj edilme alternatifinin bu ihale
kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine de karar verilmiştir.
Ergene Nehrinin
kirliliğinin yaklaşık yüzde 75'inin Çorlu ve Çerkezköy yöresindeki sanayi ve
evsel kirlilikten kaynaklandığı ve bu kirliliğin doğrudan denize aktarılmasıyla
nehirdeki kirliliğin büyük ölçüde azalacağı düşünülmektedir. Bu bağlamda,
özellikle bu yöreden kaynaklanan kirliliğin Ergene Nehrine ulaşmasını
engellemek amacıyla, arıtılmış atıksuların yaklaşık 20 kilometre gibi bir
mesafe aşılarak denize deşarj edilmesi gerektiğine komisyonumuz karar vermiştir.
Bu uzun, yorucu;
fakat, bir o kadar da faydalı ve zevkli, gurur verici çalışmaların neticesi
olan bu kararların, komisyon üyeleri ve konuya sahip çıkan siz değerli
milletvekilleri tarafından sonuna kadar takip edilerek 59 uncu ve devamındaki hükümetlerce
de sahip çıkılarak uygulamaya geçirileceği, ülkemizin incisi Trakya topraklarının
en kısa zamanda kurtarılacağı inancı içindeyim. Bu çalışmaların ve bölge
insanının beklentilerinin boşa çıkmaması için konunun takipçisi olacağıma, Yüce
Meclisimizin ve hükümetimizin yetkililerinin de aynı düşünceyi paylaştıklarına
inanıyorum.
Bu duygularla,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Sarıçam.
Sayın
milletvekilleri, önerge sahipleri adına, Tekirdağ Milletvekili Sayın Erdoğan
Kaplan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
ERDOĞAN KAPLAN
(Tekirdağ) - Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri; bilindiği üzere,
Ergene Nehri, Trakya yöresinde, kuzeyinde Istıranca Dağlarındaki kaynaklardan
doğan 194 kilometre uzunluğunda, 10 730 metrekare drenaj alanına sahip, 16 ana
kolu olan, Trakya yöresinin can damarı konumunda bir akarsudur. Ergene Nehri
havzası, ayrıca, Kırklareli'nin Lüleburgaz, Babaeski, Vize, Pınarhisar,
Pehlivanköy ve Kofçaz; Tekirdağ'ın Çorlu, Çerkezköy, Malkara, Hayrabolu, Saray
ve Muratlı; Edirne'nin Uzunköprü, Yeniköy, Havsa, Süloğlu, Meriç gibi,
yerleşimin son derece yoğun olduğu ilçeleri ve bu ilçelere bağlı diğer yerleşim
yerlerini içine almaktadır. Ergene Nehri, ayrıca, Trakya yöresinde, çiftçilerimizin
yaklaşık 300 000 dekarlık birinci, ikinci ve üçüncü sınıf önemli tarım
alanlarının beslendiği en önemli akarsudur. Diğer taraftan, Ergene Nehri,
uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin en önemli kolu durumdadır.
Yukarıda açıklandığı
kadarıyla, ülkemiz ve özellikle Trakya yöremizde, gerek çevresel gerekse
sosyoekonomik açıdan önemli bir yer işgal eden Ergene Nehri ve havzasının doğal
dengesinin korunması, son derece hayatî bir öneme sahiptir; ancak, Ergene
Nehri, sanayi atıkları, evsel atıksular, uygun olarak yapılmayan tarımsal
gübreleme nedeniyle hızla kirlenmekte, havza içerisindeki bitki türleri
azalmakta, canlı türleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.
Ergene'nin suyuyla temas eden insanlarda ishal, cilt ve solunum yolları
hastalıkları görülmektedir. Ayrıca, insan sağlığını tehdit eden zehirli
maddeler yeraltı sularına karışmakta; bu sulardan içen hayvanların süt ve etlerinde
görülen maddelerde, yine, çeşitli hastalıklara yakalanma riskini artırmaktadır.
Yakın geçmişe kadar
Ergene'nin hayat verdiği tarımsal faaliyetler için en verimli ve elverişli
yerler olarak kabul edilen toprakların, 1985 yılından beri, Trakya yöresine ait
master plan olmaması, sanayileşme ve tarım alanlarının birbirinden ayrılmaması,
birtakım kişilerin rant peşinde olması, bugün, çoğu sanayi alanı olarak
kullanılan bu topraklarda verimliliğin yitip gitmesine neden olmuştur. Ayrıca,
Istıranca Dağlarında, dünyada ender görülen Longos ormanları, Havsa güneyinde
yer alan sulak alanlarda Gala Gölü gibi birçok değerli ekosistem bu kirlilikten
etkilenmektedir.
Toprak zengini olan
ülkemizde, sanayimiz için doğru alanları seçme imkânına ve özgürlüğüne sahibiz;
ancak, hiçbir teknoloji, Ergene havzası gibi bir tarım alanını, yeniden ve
istediğimiz yerde inşa etmemizi mümkün kılamaz. Yörede tarımsal faaliyetlerini
sürdürmekte olan yurttaşlarımız, tarımsal sulamayı Ergene Nehrinden yaptıkları
için, tarımda ürün verimi ve kalitesinde düşmeler meydana gelmiştir. Ergene
Nehri yakınında çeltik tarımı yapan üreticilerimiz, çeltiklerinde hastalık
meydana geldiğinden, 70 000 dönüm arazilerinin ekilemediğini belirtmektedirler.
Bu da, yaklaşık 50 000 ton çeltik ürününün kaybı demektir. Kriz döneminin
zorluklarıyla mücadele eden çiftçimiz ve ülkemiz için büyük bir kayıptır.
Trakya Üniversitesi
ve Devlet Su İşlerinin yaptığı incelemeler sonucunda, mevcutta 132 200 dekar
tarım alanının kirlilikten etkilendiği, sulama yapılamadığı ve halen işletmede
olan Devlet Su İşlerinin sulamalarından Altınyazı, Karasaz, Sultanköy, Karpuzlu
sulamalarının da, bu kirlilikten etkilenerek, bölgede, yaklaşık 700 000 dekar
arazinin bu kirliliğin etkisi altında kalacağı neticesi ortaya çıkmıştır.
Ergene Nehrinin
temizlenmesi, insan ve çevre sağlığının yok edilmesine karşı bir mücadeledir.
Bu bağlamda, akılcı ve gerçekçi yaklaşımlarla çözüm aranması zorunludur.
Ergene'nin suyu, her mevsimde tarımsal sulamaya yetecek miktardadır; ancak, su
kalitesi ve temizliği açısından artık tarımsal sulamaya elverişli değildir.
Bölgede, bugüne kadar sanayi alanlarının ve tarım alanlarının birbirinden
ayrılmaması, sanayi tesislerinin gerekli çevresel önlemleri almadan atıklarını
doğrudan havzaya boşaltması, bölgedeki yerleşim alanlarının kanalizasyon
sistemlerinin hiçbir önlem alınmadan Ergene Nehrine akıtılması, yaşanan çevre
felaketini gün geçtikçe artırmakta ve ileride telafisi mümkün olmayacak
sonuçlara gidilmesini hızlandırmaktadır.
Trakya yöresinin,
nedenleri bilinen bu çevre felaketinden bir an önce kurtarılması, ileride
oluşacak sosyoekonomik problemlerin bir an önce önlenmesi ve sürdürülebilir
kalkınma anlayışı içerisinde Ergene havzasının master planının bir an önce
hazırlanması bir zorunluluktur.
Bölgede, bugüne
kadar, Trakya Üniversitesi, Çevre Bakanlığı, Devlet Su İşleri ve benzeri kamu
kurum ve kuruluşları tarafından planlama çalışmaları ve projeler başlatılmış;
ancak, birbirinden bağımsız ve yetersiz bütçelerle yürütülen bu çalışmalar,
doğal olarak, bir sonuca ulaştırılamamıştır.
GAP Projesinde olduğu
gibi, Ergene havzasının da bir bütün olarak ele alınması ve kurumlar arasında
gerekli koordinasyonun sağlanması gerekmektedir. GAP Projesine şu ana kadar 20
000 000 000 dolar harcanmışken, GAP kadar önemli ve verimli Trakya toprağını
kaybettiğimize dikkat çekmek istiyorum.
Sanayileşme ve
şehirleşme sürecine giren ve bu süreci tamamlayan ülkeler, bu gelişme sırasında
tabiatı sonsuz bir kaynak kabul etmiş ve kullanmışlardır; fakat, tabiatın
kendini yenileme kabiliyetinin sınırlığı olduğu ve ekolojik dengenin bir daha
düzelmemek üzere bozulduğu görüldüğünde, geri dönüşün mümkün olmadığı
anlaşılmıştır.
Toprağın, içmesuyu,
yeraltı suyu ve yüzeysel su kaynaklarının bazı ağır metaller açısından
kirlenmesinde evsel ve endüstriyel atıkların rolü büyüktür. Bu atıkların,
direkt olarak tarım arazilerine veya yüzeysel su kaynaklarına boşaltılması ya
da bir içmesuyu iletişim hattının yanından geçmesi, hem toprakta hem de
yüzeysel veya içmesularında ağır metal kirlenmesine neden olmaktadır.
Geçmiş zamanlarda
Ergene, Trakya'nın Nil'i kabul edilirdi. Çorlu'dan itibaren Edirne'ye kadar
uzanan bu ana akarsuya -nehre- ışıltılı, pırıltılı su anlamına gelen
"Ergene" demişlerdir. Osmanlılar için Trakya, buğday ambarı sayılırdı.
Doğal ki, Ergene'nin kıymeti yanında, külfeti de vardı; taşkınlığı, en büyük
sorunuydu. Bu nedenle, cumhuriyet hükümetleri için, disipline edilmesi gereken
sular olarak görüldü.
Esasen, 1926 yılında
Alpullu Şeker Fabrikasının kurulmasıyla, Trakya şeker sanayi bölgesi, toplam
arazi büyüklüğüyle ikinci bir Çukurova olarak düşünülmüştür. Bu politika
doğrultusunda, zaman içerisinde, bölgede, 150 gölet yapılması hedeflenmiştir;
ancak, cumhuriyet hükümetlerinin Trakya'yı ikinci Çukurova yapma hedefleri
1980'li yıllara doğru terk edilmiş, böylelikle, Ergene feda edilmiştir.
Sonuçta, Trakya'da toprak, hava ve sular kirlenmiştir. Şimdi, gündeme,
Ergene'yi nasıl kurtarırız sorusu gelmiştir. Hiç kimse kimseyi oyalamasın;
zira, Ergene, Trakya'nın kanalizasyonu durumuna gelmiştir.
Ergene ve Trakya
topraklarını, yalnız fabrikalar değil, kasaba ve şehirlerin atıksuları da
kirletmektedir. Önce, kentlerde, kasabalarda arıtma tesisleri kurulması
gerekir. Fabrikaların arıtma tesislerinin 24 saat çalıştırması, ısrarla takip
edilmesi lazımdır. Su kaynakları çevresine ve su havzalarına kirleticilerin
yapılması önlenmeli, hiç değilse, kontrol edilmelidir. Bunun da, bir devlet
politikası ve çevrecilik bilinciyle olacağı unutulmamalıdır.
Ergene'nin
kirlilikten kurtarılması için, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün dere ıslahı
çalışmalarına hız vermesi; ayrıca, Trakya su, kanalizasyon ve katı atık idaresi
genel müdürlüğünün kurulması ve atıksu arıtma ve katı atık tesislerinin
yerlerinin, sayısının ve deşarj yöntemlerinin belirlenmesi gerekmektedir.
Arıtılmış atıksuların Ergene Nehrine akıtılması, denize deşarj edilmemesi
gerekmektedir; çünkü, sulama tarımı yapan üreticilerimiz su sıkıntısı
çekecektir. Arıtma yapılacak yerlerden aşağıda kaynak ve dere yoktur. Sular,
arıtıldıktan sonra, tekrar kullanılmaya uygun şekilde, kendi akarına
bırakılmalıdır. Her ne kadar, komisyon raporunda tersi karar olmakla beraber,
doğrusu budur. Ergene'nin tek başına kurtarılmasının fazla bir yarar sağlaması,
Trakya'yı kirleten tüm kirleticilerin üstüne gidilmesine bağlıdır.
Yabancılar
"Türkler, önce sorun yaratır, sonra yarattıkları sorunları çözmek için
çalışırlar" der. Bu gerçek Ergene için de geçerlidir. Ne diyelim, biz
böyleyiz işte! Bugüne kadar yapılan çalışmalarda her şey, rapor olarak, kâğıt
üzerinde kalmıştır. Umut ederim ki, komisyonumuzun raporu somut çözüm üretir ve
hayata geçirilir.
Bütün bu komisyon
faaliyeti içerisinde emeği bulunan kamu kurum ve kuruluşlarına, göstermiş
oldukları çalışma ve hassasiyetten dolayı teşekkür eder; hepinize saygılarımı
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Kaplan.
Sayın
milletvekilleri, şahsı adına Edirne Milletvekili Sayın Rasim Çakır
konuşacaktır.
Buyurun Sayın Çakır.
(CHP sıralarından alkışlar)
RASİM ÇAKIR (Edirne)
- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerime başlarken
bir konuya değinmek istiyorum. Geçtiğimiz hafta Trakya'da çok bereketli
yağmurlar yağdı; ama, bu arada, kısım kısım, bazı bölgelerde de dolu
felaketleriyle karşılaştık.
Geçtiğimiz hafta cuma
günü Uzunköprü'nün Karapınar, Alıç, TürkoBası, Altınyazı ve Keşan'ın KozKöyü
bölgesinde bir dolu felaketi yaşadık. Ben, bu köylerimize gittim; kendilerine
geçmiş olsun dilekleriNizi de ilettim. Tabiî, burada telef olan ayçiçeği
ürününün yeniden ekilebilme şansı var. Sayın Tarım Bakanımız da burada. Bu
konuda, öncelikle, bu bölgedeki köylülerimizin ayçiçeğini yeniden ekebilmeleri
için, mazot desteğiyle ilgili bu köylerimize öncelik verilebilirse -üretim
durmamış- üretim yeniden yapılmış olur. Kendisine buradan iletmiş olayım ve
şimdiden teşekkür ediyorum yardımları için.
Değerli
milletvekilleri, uzun zamandır Meclis ve kamuoyu Ergene ile ilgili bir
teyakkuz, bir çalışma, bir hareket içerisinde. 22 nci Dönem Parlamentosunda,
öncelikle, böyle bir önergeyi vermemle ilgili bana moral ve siyasî destek olan,
başta Sayın Genel Başkanım Deniz Baykal olmak üzere, Sayın Genel Sekreterim,
Grup Başkanvekillerim ve Gruptaki arkadaşlarıma huzurlarınızda teşekkür
ediyorum. Bunun yanında, bu önergeye sahip çıkan, bunu bir parti meselesi
olarak görmeyen, bunu bir ülke meselesi olarak gören iktidar partisine mensup
değerli milletvekili arkadaşlarıma, yaptıkları destek ve katkıdan dolayı,
Trakya'da yaşayan bütün insanlar adına şükranlarımı sunuyorum.
Komisyonumuz,
sizlerin değerli katkılarıyla kuruldu ve gerçekten çok önemli, çok yapıcı ve
çözüme yönelik çok ciddî çalışmalarda bulundu. Bu çalışmalar esnasında, başta
Trakya Üniversitesi Rektörü Osman İnce olmak üzere, değerli öğretim üyeleri,
Trakya'nın çok değerli valileri, başta TEMA yöneticileri olmak üzere sivil
toplum örgütleri önemli katkılar sağladılar ve özellikle, Komisyon Başkanımız
İstanbul Milletvekili Sayın Yahya Baş, bu konuyu önemsedi, sahip çıktı ve
sadece rapor hazırlamak değil, hazırlanan bu raporun takipçisi olacağını da,
bilfiil, Uzunköprü'de toplanan, binlerce insandan oluşan kalabalığa hitap
ederek ifade etti; bugüne kadarki çalışmalarından ve takibinden dolayı kendisine
teşekkür ediyoruz. Komisyon üyesi arkadaşlarımın bu konuda göstermiş olduğu
hassasiyet ve gayretlerinden dolayı her birine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Tabiî, bu işin bir
siyasal, bir bürokratik ayağı var; ama, bir de sivil toplum ayağı var. Gerçekten,
Komisyon çalışması esnasında, Trakya'da, yerel gazetelerde, üç ayda 500'ün
üzerinde Ergene'yle ilgili haber çıktı. Yazılı ve görsel medyanın -hem
Trakya'daki hem de genel yazılı ve görsel medya- bu konuya bu denli sahip
çıkarak, bu konuda yapılan çalışmaları halka hemen duyurarak çok önemli
katkılar yaptığına inanıyorum; onların da bu değerli çalışmalarını şükranla
anıyorum.
Değerli
milletvekilleri, Komisyon, raporunu tamamladı ve görüş birliği içerisinde
raporu onayladık. Raporumuzu, geçtiğimiz haftalar içerisinde Değerli Meclis
Başkanımız Sayın Bülent Arınç'a takdim ettik ve Sayın Meclis Başkanımız
"bütün çalışmalarınızın arkasındayım, destek veriyorum, sizlerle
beraberim" diyerek bizleri onurlandırdı, bizleri yüreklendirdi ve şunu
ilave etti: "Biliyorum ki, Ergene'yi temizlerseniz, Gediz'i de
temizleyeceksiniz." Kendisi de, bir Manisa Milletvekili olarak aynı
sıkıntıların Gediz'de de yaşandığını bildiği için, böyle derli toplu, hedefi,
amacı belli olan ciddî bir çalışmaya destek vererek, bizlerin arkasında
olduğunu ifade etti; kendisine de teşekkürlerimizi sunuyoruz.
İnşallah, bugünden
sonra, Komisyon olarak, Sayın Başbakana raporumuzu ileteceğiz ve Sayın
Başbakanın da, burada oluşan millî iradeye sahip çıkacağına ve hükümetle
beraber, bu millî iradenin önerileri doğrultusunda bu sorununun çözülmesini bir
görev addedeceğine inanıyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
raporla ilgili, raporun özüyle ilgili, size kısa açıklama yapmak istiyorum.
Öncelikle, biz, gerek toplantılarda gerek arazi çalışmalarında gördük ki,
Trakya'yı kirleten üç temel unsur var; bir, sanayi atıkları; iki, yerel
yönetimlerin oluşturduğu evsel atıklar; üç, tarımda kullanılan ilaçlar. Bunun
yanında, bir de, Trakya'da, halen yapılan doğalgaz üretiminden dolayı, ciddî
bir kirliliğin oluştuğunu gözlemledik. Maalesef, Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı ve Trakya'da üretim yapan 11 yabancı firma... Trakya'nın doğalgaz
üretiminin önemli bir bölümünün, arama izinlerinin yabancı firmalara geçmesi,
ayrı bir tartışma konusu; ama, biz, olayı, burada, sadece çevreye olan etkileri
bakımından inceleyeceğiz.
Öncelikle, doğalgazın
çıkarılmasında yeryüzüne çıkarılan tuzlu suyun Ergene'ye deşarjıyla ilgili...
Ergene'nin ve bölgedeki yeraltı sularının -Devlet Su İşlerinin verdiği
raporlara göre- ağır metaller yönünden ciddî kirlenmeler içerdiğini tespit
ettik. Biliyorsunuz, ağır metaller, toprağa, bitkiye, hayvana ve insana geçen,
canlının bünyesinde uzun süre kaybolmayan ve kanser yaptığı bilinen
metallerdir. Maalesef, 2001 yılında, TPAO, doğalgaz çıkarırken, çıkarmak
zorunda olduğu çamurun korunması ve depolanmasıyla ilgili, tam anlamıyla
olmamakla birlikte, önlemler almaya başlamış; ama, yabancı firmalar, doğalgaz
çıkarırken, çıkan çamurun çukurlarda toplanıp, herhangi bir önlem alınmadan
oralarda muhafaza edilmesine göz yummuşlardır. Bu konuda yapılan anlaşmalar
olmasına rağmen, sözleşmeler olmasına rağmen, bu çamur, süreç içerisinde
çevreye yayılarak, Trakya'nın yeraltı ve yerüstü sularını ağır metaller
yönünden kirletmiştir. Dışarıdan geleceksiniz, 300 metrede en ucuz doğalgaz
ihtiva eden Trakya'da doğalgazı çıkaracaksınız, Trakyalılara satıp para
kazanacaksınız; ama, pahalı olduğu gerekçesiyle, onun yarattığı ağır metal
zehrini nötralize etmeyeceksiniz... Böyle bir anlaşma olmaz. Bu, ne
hakkaniyetle bağdaşır, ne insaniyetle bağdaşır. Bu konuda sorumlu olanların, bu
konuda görevli olanların, konunun acilen üzerine gidip, gerekli tedbirleri ve
gerekli önlemleri almasını, burada, sizler adına, Yüce Meclis adına, millet
adına talep ediyorum.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı
BAŞKAN - Bir saniye
Sayın Çakır, sözlerinizi tamamlar mısınız.
Buyurun.
RASİM ÇAKIR (Devamla)
- Tamamlıyorum Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Değerli
milletvekilleri, Trakya doğa parçası kuzeyinde Longos Ormanları var. Bu Longos
Ormanları ve LongOs gölleri, Trakya'nın yeraltı sularının dengelerini sağlayan
doğa parçaları; yani, havadan aldığı yağmuru yeraltına veren ve yeraltı
sularının tanzimini yapan bir tarafta Longos ormanları, bir tarafta Gala Gölü.
Biz, kuzeyde Longos ormanlarını kesme ve oradan İstanbul'a içmesuyu götürme
gayreti içerisinde olmuşuz, öbür taraftan, üretilen çeltik suyunu Gala Gölüne
vererek, oradan yeraltına giden suyla Trakya'nın yeraltı suyunun kirlenmesine
sebep olmuşuz. Bunu, aklı olan hiç kimse yapmaz.
Edirne'de Suakacağı
Barajı var; Bulgaristan'la beraber ortak proje halinde yapılabilecek çok büyük
bir baraj ve doğal eğimiyle İstanbul'un su ihtiyacını karşılayabilecek
kapasitede. Bunun yanında, Trakya'nın arazilerinin sulanabilmesini sağlayacak
boyutta bir proje. Bu proje, Sayın Maliye Bakanımın memleketinde, Lalapaşa
İlçesinde. Eğer yaşama geçirilirse, hem Trakya'nın Longos ormanlarını, Longos
göllerini korumuş olacağız hem de Trakya'daki tarımsal zenginliği artırmış olacağız.
Bunun yanında, bundan
önceki hükümetler döneminde, Gala Gölünün ortasından yol yapmışız; yani,
oradaki doğa harikasını, tüm dünyanın sahip olduğu bir doğa harikasını yok
etmişiz, yok etmeye gayret etmişiz.
Komutanlarla
görüşüyoruz, seddenin asfaltlanarak, yolun oradan yapılmasında askerî açıdan
bir sakınca yok diyorlar. Eğer yoksa, o zaman, hangi akla uyarak Gala Gölünün
ortasından yol yapıp, oradaki tabiatı, oradaki canlı hayatı ürkütmek, yok etmek
gibi bir yolu tercih etmişiz?!
Enez İlçesi, bir
taraftan tarih, bir taraftan doğal SİT zenginliğinin üzerinde kurulmuş bir
ilçe, öbür taraftan da, mükemmel denizi, Saros Körfezi ve kumu olan bir ilçe;
ama, Enezliler, hâlâ, köy yaşamında. Yani, sadece ortak akıl, sadece ortak
gayret... Çok şey istemiyoruz, çok para da istemiyoruz. Zenginliklerimizi
ortaya çıkarıp, bütün dünyayla paylaşmak istiyoruz.
Bu konuda, Yüce
Parlamentonun elbirliğiyle desteğini ve katkısını görmekten mutluyum. Bu
katkının devam edeceğine olan inancım tamdır. Trakyalılar, yapılan bu çalışmayı
umutla izliyorlar ve bu çalışmanın bir an önce neticelenmesini özlemle
bekliyorlar.
Bu arada, Ergene
yatağının temizlenmesiyle ilgili, 10'un üzerinde sallama kepçe ve 5 dozerle
"üç yılda Ergene yatağını temizleyeceğim" iddiasını ortaya koyan ve
çalışan Değerli Devlet Su İşleri Genel Müdürümüzün de ismini anmadan geçemeyeceğim.
Yüce Meclise saygılar
sunuyorum; Sayın Başkanın hoşgörüsüne de teşekkür ediyorum.
Sağ olun. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Çakır.
Şahsı adına ikinci
söz, Tekirdağ Milletvekili Sayın Ahmet Kambur'a ait.
Buyurun Sayın Kambur.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
AHMET KAMBUR
(Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ergene Nehrindeki
kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasamızın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca kurulan Meclis araştırması komisyonu raporu hakkında görüşlerimi
sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Günümüzde, çevre,
dünyamızda mevcut olan tüm değerleriyle korunması gereken bir bütündür.
Çevrenin bozulması ve çevre sorunları, tabiattaki ilişkiler sisteminde yaşanan
doğal dengelerin bozulmasıyla başlamıştır. Çevre sorunlarının, son yıllarda,
başta insanımız olmak üzere tüm canlıları tehdit eder hale gelmesiyle, doğayı
ve doğal kaynakları koruma fikri dünya çapında yaygınlık göstermiş, bu
parametreler ışığında koruma stratejileri belirlenmiştir.
Doğal kaynakların
korunması ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanabilmesi için, koruma-kullanma
dengelerinin oluşturulması gerekir. Sanayileşirken çevreyi korumak,
sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak hayatî bir önem taşımaktadır.
Çevre sorunlarını
giderme çalışmalarının hareket noktası, ülkemizin sorunlarını bilmek ve
tanımakla mümkündür. Sanayileşme ve şehirleşme sürecine giren ve bu süreci
tamamlayan ülkeler, bu gelişme sırasında, tabiatı sonsuz bir kaynak olarak
kabul etmiş ve kullanmışlardır; fakat, tabiatın kendini yenileme kabiliyetinin
sınırlı olduğu ve ekolojik dengenin bir daha düzelmemek üzere bozulduğu
görüldüğünde, geri dönüşün mümkün olmadığı anlaşılmıştır.
Maalesef, bu durumdan
en fazla etkilenen alanların başında akarsular, denizler ve sulak alanlar
gelmektedir. Sulak alanlar, başta su kuşları olmak üzere, çok zengin yaban
hayatını barındırmalarının yanı sıra, bölgenin su rejimini düzenler ve iklimini
yumuşatır.
Ülkemiz, sulak
alanlar bakımından, Avrupa ve Ortadoğu'nun en önemli ülkelerinden biridir. Bu
değerlerin koruması adına, 2 Şubat 1971'de İran'ın Ramsar Kentinde imzaya
açılan ve ülkemizin de taraf olduğu Ramsar Sözleşmesine göre, balık ve kuş
kriterleri açısından uluslararası öneme sahip sulak alan statüsünde yer alan
Meriç deltası, ilimiz sınırlarından doğan Ergene Nehri ve yan kollarıyla
beslenmektedir. Ergene Nehri, uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrinin bir
koludur. Son yıllarda, yoğun kirlenme nedeniyle, sürekli gündeme gelmektedir.
Bilindiği üzere,
Ergene Nehri, Trakya bölgesinin kuzeyinde, Istıranca Dağlarındaki kaynaklardan
doğan, 194 kilometre uzunluğunda, 16 ana kolu olan, Trakya bölgesinin candamarı
konumunda bir akarsudur.
Ergene Nehrinin en
önemli kollarından biri olan Çorlu Deresi, Çerkezköy, Çorlu ve Muratlı İlçeleri
sınırları dahilindeki değişik sektörlere ait sanayi kuruluşlarının evsel ve
endüstriyel, arıtılmış ve arıtılmamış atıksularını toplamaktadır.
Özellikle yeraltı su
kullanımının arttığı yaz aylarında nehirdeki kirlilik çok üst seviyelere
çıkmaktadır. Ergene Nehrinin kirlenmesinde, başta yoğun ve hızlı sanayileşme,
buna bağlı olarak hızlı bir nüfus artışı, endüstriyel ve evsel nitelikli atık
suların hiçbir arıtma işlemine tabi tutulmadan Ergene Nehrine verilmesi etkili
olmuştur.
Havzadaki kirlilik
kaynakları endüstriyel, evsel ve tarımsal niteliklidir. Ergene Nehrinin en
önemli kirletici kaynakları arasında sanayi kuruluşlarının atıkları, evsel
atıklar yer almaktadır. Yapılan, yüzeysel su analizleri sonuçlarına göre,
Ergene Nehrinin, Çerkezköy'den Meriç Nehrine kadar olan 180 kilometrelik kısmı
kirlenmiş durumdadır. Nehrin bu kısmının çevresindeki 23 000 hektar tarım alanı
kirlenmeden etkilenmektedir. Ayrıca, nehirden, suda yaşayan canlılar da olumsuz
bir şekilde etkilenmektedirler.
Ergene, Edirne,
Kırklareli ve Tekirdağ İllerimizde kullanılan arazi, kabiliyet yapısı yönünden
1, 2 ve 3 üncü sınıf verimli ve iyi nitelikli tarım topraklarından
oluşmaktadır. Toplam alanı 1 405 694 hektardır. Bu değer 3 ilin yüzölçümünün
yüzde 73.8'ini oluşturmaktadır. Bu miktara, potansiyel tarım toprağı kabul
edilen, 4 üncü sınıf, 141 578 hektar arazi de ilave edilirse, ziraat yapılacak
sahanın toplam yüzölçümü içerisindeki payı yüzde 81'e ulaşmaktadır. Oysa, Türkiye
ortalaması yüzde 34'tür.
Yıllara göre
değişmekle beraber, yörede yaygın olarak tarımı yapılan ürünlerden ayçiçeğinde,
ülkedeki toplam üretiminin yüzde 60'ı, çeltiğin yüzde 45'i, buğdayın yüzde
15'i, şekerpancarının yüzde 5'i, kuru soğanın ise yüzde 7'si Trakya bölgesinde
üretilmektedir.
Ülkemizde yaşanılan
çevre sorunlarının en ileri boyutlarda görüldüğü yerlerden birisi de, Ergene
havzası ve Tekirdağ İlimizdir. Yukarıda açıklandığı kadarıyla, ülkemiz ve
özellikle Trakya bölgemizde, gerek çevresel gerekse sosyoekonomik açıdan son
derece önemli bir yeri olan Ergene Nehri ve Havzasının doğal dengesinin
korunması son derece hayatî bir öneme sahiptir.
Trakya yöresindeki
sanayiin yüzde 17'si Kırklareli, yüzde 8'i Edirne ve yüzde 75'i ise
Tekirdağ'dadır. Ergene Nehrine evsel atık sularını boşaltan yerleşim alanları
içerisinde önceliği yüzde 56'yla Tekirdağ almakta, bunu yüzde 34'le Kırklareli,
yüzde 9,8'le Edirne izlemektedir.
Tekirdağ İlindeki
mevcut 33 belediye kanalizasyon sistemini tamamlamıştır; ancak, kanalizasyon
sistemleri arıtma tesisleriyle sonlanmamış olup, deşarj noktaları deniz veya
derelerdir.
Ergene Nehrine
sularını veren derelerden alınan atık su numuneleri üzerinde yapılan
analizlerde, dere suları, Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğine göre dördüncü
sınıftadır; yani, çok kirlenmiş su kalitesi tespit edilmiştir. Özellikle yağ ve
gres parametresi yüksek çıkmaktadır.
Kısaca, Istıranca'dan
doğan ve içilebilir nitelikte olan su kaynaklarıyla başlayan Ergene ve Çorlu
dereleri, güzergâhları üzerinde bulunan yüzlerce sanayi tesisinin atık sularını
toplayarak devam etmekte, ilimiz sınırları çıkışında sulama suyu özelliğini
kaybedecek kadar kirlenmektedir.
Bölgesel çözüm ve
öneriler:
Kısa vadede,
işletmelerin kullandıkları yeraltı su miktarı tespit edilmeli, bunun için de,
işletmelere debimetre zorunluluğu getirilmelidir.
Üretimde kullanılan
suların bedellendirilmesi kaçınılmaz olduğundan, ilgili yasal düzenlemeler
yapılmalıdır.
Bölgemizde sulu
sistemle çalışan teknolojilere izin verilmemeli, kuru sistem teknolojiler
teşvik edilmelidir.
Sanayi tesislerinin
yayıldığı alanlar belirlenerek, bunların sanayi bölgelerine dönüştürülmesi ve alanlar
dışında kalan yerlere sanayi yapımı engellenerek, dağınık sanayileşmenin önüne
geçilmelidir.
İlgili idarelerce
alınan atık su numunelerinin, arıtma tesisi çıkışından ziyade, dereye akış
noktasından alınarak, by-pass yapılmasının önlenmesi yönüne gidilmelidir.
Bölgedeki çevre
sorunlarına yerel yönetimlerin ve valiliklerin ortak çalışmalarıyla çözüm
getirilmesi amacıyla, Trakya çevre sorunları hizmet birliği kurulması
çalışmaları başlatılmış ve sonuçlandırılmıştır.
Yürürlükteki çevre
mevzuatındaki bazı endüstri kategorilerinde kirletici parametrelerin renk
çözünülürlüğüne ve kokusuna bir müdahalede bulunulmadığından, bu parametrelerin
Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde bulunması gerekmektedir.
İlgili yasa ve
yönetmelikler çerçevesinde düzenlemeler yapılarak, mahallî çevre kurulları
yöreye özgü yetkilendirilmelidir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Bir saniye
Sayın Kambur.
Buyurun.
AHMET KAMBUR
(Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Tarım ve tarım
sorunlarını kapsayan bir eylem planı çalışma programının hazırlanarak yürürlüğe
sokulması, biyolojik tarıma geçişin sağlanması ve tarım topraklarının amaçdışı
kullanılmasına son verilmesi gerekmektedir.
Tarımsal arazilerin
amaçdışı kullanımının önüne geçilmeli ve sanayiin uygun alanlarda kurulması
için, 10 Ağustos 2001 tarihli Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılmasına
Dair Yönetmelik revize edilerek, kesinlikle tavizsiz uygulanmalıdır.
Sürdürülebilir
kalkınma için, sanayileşme, şehirleşme ve tarımsal aktiviteler, kurumlararası
işbirliği sağlanarak bir plan dahilinde yapılmalıdır.
Yerel ürünlere
yönelik sanayi tesislerinin kurulması teşvik edilmeli, tarım alanları ve
turistik alanlarda sanayie kesinlikle izin verilmemelidir.
Komisyonumuz, Ergene
Havzası Çevre Projesinin çok kapsamlı bir proje olduğu görüşündedir. Bu
konudaki çalışmalara sürat kazandırmak ve kısa zamanda sonuç almak amacındadır.
Bu nedenle, endüstriyel ve evsel atık su arıtma, katı atık, dere ıslahı ve
bunun gibi İSKİ modeline benzer tek bir yönetim idaresinde "Trakya su
kanalizasyon ve katı atık genel müdürlüğü" oluşturulması
kararlaştırılmıştır.
Araştırma
Komisyonumuzda görev alan, başta, Sayın Başkan olmak üzere, gerek AK Partili ve
gerekse Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşlarıma, göstermiş oldukları
bu hassasiyetlerinden dolayı, bir bölge milletvekili olarak, bölge halkı adına
şükranlarımı sunmak istiyorum.
Hükümetimizin,
Araştırma Komisyonumuzun çalışmalarını acilen değerlendirmesini diliyor, Genel
Kurula saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Kambur.
Hükümet adına, Orman
Bakanı Sayın Osman Pepe...
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE (Kocaeli) - Çevre ve Orman Bakanı...
BAŞKAN -
Affedersiniz.
Hükümet adına, Çevre
ve Orman Bakanı Sayın Osman Pepe; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ergene
Havzasındaki yoğun kirlilik münasebetiyle kurulmuş olan Araştırma
Komisyonumuzun raporu üzerindeki değerlendirmelerini, değerli milletvekili
arkadaşlarımızdan dinledik. Tabiî, Türkiye'nin çarpık kentleşme ve çarpık
sanayileşme noktasında, şu anda ülkemizin gelmiş olduğu son durumun -bir
noktada- en aykırı görüntülerinden birini burada üzüntüyle takip ediyoruz.
Keşke olay, sadece Ergene'de olsaydı.
Türkiye, çağdaş
dünyanın plan anlayışını, kent anlayışını, çevre anlayışını yeterince
algılayamadığı için veya biraz geç algıladığı için, master planı yapma
noktasında, hem iskân politikalarında hem sanayileşme politikalarında hem de turizm
politikalarında, bir noktada işi, kaderine, oluruna terk etmişliğin acı
faturalarıyla şimdi teker teker yüzleşme durumunda kalmıştır.
Türkiye'nin en yoğun
sanayi merkezleri olan İstanbul ve Kocaeli'nde, arazinin pahalanması, fabrika
kuracak alanların kalmamasıyla, bilhassa çok yoğun miktarda yeraltı suyu
kullanılacak sanayiler, tipik üçüncü dünya ülkeleri görüntüsü içerisinde,
Çerkezköy'de, yeterli altyapı yapılmadan, çevre parametreleri dikkate alınmadan
bir organize sanayi kurulması münasebetiyle, önemli bir göç, önemli bir
transfer, o bölgeye oldu.
Tabiî, bölgedeki,
ağırlıklı olarak yeraltı suyu kullanan deri, kumaş boya, yani, çevreye daha
ziyade kimyasal atıklar veren sanayi kuruluşlarının, sanayi tesislerinin,
Ergene'yi bugün hakikaten son derece üzüntü verici bir tabloyla karşı karşıya
bıraktığını, bölgedeki insanların sağlıklarını, tarım üretimini tehlikeye
düşürdüğünü, raporda da gördük, yerinden de zaten biliyoruz.
Değerli
milletvekilleri, biraz önce de ifade ettiğim gibi, konu sadece Ergene'yle,
Trakya'yla sınırlı değildir; koskoca Karadeniz elden çıkmak üzeredir.
Karadenize, Orta Avrupa'nın büyük sanayi yükünün ağır metallerini ihtiva eden
müthiş bir atık akıntısı söz konusudur. Volga'nın ve kuzeydeki nehirlerin yine
Karadenize taşımış olduğu atıkların Karadenizdeki hidrojen sülfür seviyesini
yükselttiğini, eskisi kadar canlı türlerine rastlanmadığını hepimiz biliyoruz.
Türkiye'nin en güzel
yörelerinden birisi, balıkların yumurtlama alanı olan Marmara Denizinin,
Türkiye'nin müthiş bir turizm potansiyeline sahip bu güzel denizin, âdeta ölü
bir deniz haline geldiğini de esefle görüyoruz.
İşte, Kocaeli, yani
benim seçim bölgem, bu talihsizlikleri en çok yaşayan kentlerden birisidir.
Sadece bir ilçemizde 12 tane organize sanayi bölgesinin planlanmış olmasını,
önemli bir kısmının da faaliyete geçmiş olmasını; faaliyete geçen bu sanayi
tesislerinin önemli bir kısmının, hem baca hem de sıvı atık olarak, yeterli
arıtmayı yapmadan, filtrasyonu yapmadan atıklarını olduğu gibi bıraktıklarını;
bir kısmının, yaptırmış olduğu arıtma tesislerinin işletme masraflarının yüksek
olması münasebetiyle bu arıtma tesislerini işletmediklerini, sadece teftişten
teftişe -tabiî, işletenleri burada istisna tutuyorum; ama, bu acı gerçeğin
altını da çizmekte fayda görüyorum- teftiş esnasında "bizim arıtma
tesisimiz var" diyerek meseleden kurtulmaya çalıştıklarını biliyoruz.
Türkiye'nin elbette ki sadece Marmara Bölgesinde değil, aynı konunun, bizim
Bursamızda da olduğu ve hemen, yine, Adapazarı'nın içmesuyunu karşılayan
Sapanca Gölünde de çok ciddî bir kirlenmenin olduğu ortadadır.
Yine, biraz önce
değerli konuşmacıların ifade ettiği gibi, Gediz Nehrindeki Ergene benzeri
kirliliğin ortaya koymuş olduğu tablonun altını çizmekte de fayda görüyorum.
Hele hele bir Tuz
Gölü gerçeği var ki... Konya'nın, milyonluk bir şehrin evsel atıklarının
kıvrıla kıvrıla akmış olduğu bir Tuz Gölü gerçeğini, doğrusu, Türkiye'de, aklı
izanı olan hiç kimsenin kolay kolay içine sindirebileceğini zannetmiyorum.
Yani, koca bir şehrin evsel atıkları Tuz Gölüne akıyor.
Yine, benzer kirlilik
Van Gölünde de söz konusudur. Yani, sanayileşme trendinde, sanayileşme
sürecinde çok daha mesafe alması gereken ülkemizin, Türkiye'nin, çevre
kirliliğiyle çok erken tanıştığını, denizlerini, nehirlerini, göllerini,
yeraltı sularını, havasını ve toprağını önemli ölçüde kirlettiğini... Gelişmiş
sanayi ülkelerinin, ileri sanayi ülkelerinin artık terk etmiş oldukları, müthiş
çevre kirliliği yayan, müthiş çevre kirliliğine sebebiyet veren tesisleri, ucuz
işgücü, düşük seviyedeki çevre bilinci dolayısıyla, bizim ülkemize, bir
noktada, bize bunları ambalajlayıp takdim ediyorlar, biz de onları alıyoruz;
ama, kurmuş olduğumuz ve bu çevre kirliliğini yoğun olarak üreten tesisler
sayesinde, ülkemizin geleceğini, çocuklarımızın geleceğini, çevremizin
geleceğini, ne yazık ki tehlikeye düşürüyoruz.
Değerli arkadaşlar,
Çevre ve Orman Bakanlığının Kuruluş Kanununun müzakeresi sırasında, çevre
düzeni planının Bakanlığımız tarafından yapılmasıyla alakalı söz konusu madde
üzerinde arkadaşlarımız burada görüşlerini serdederken, bu kürsüden, bu işi
Bayındırlık Bakanlığının yapmasının doğru olacağını söyleyenler olmuştur. Benim
için veyahut da hepimiz için, daha doğrusu "akıl için yol birdir"
derler ya, işte o fasıldan olmak üzere, planı kim yaparsa yapsın, hangi idare
yaparsa yapsın, ama, mutlaka ve mutlaka, olmazsa olmaz bir parçası olarak,
çevre parametresini, o planın 1 inci maddesine yazsın; ama, Türkiye'de çevre
hassasiyetleri noktasında geçmişteki çok acı tecrübeleri, bu Meclis kürsüsünden
ben, bundan önceki dönemlerde -20 nci Dönemde, 21 inci Dönemde- dile getirdim.
Ülkenin reisicumhurları bile ÇED süreci tamamlanmamış yatırımların temellerini
atmaya giderken, hep takdir edersiniz ki, Cumhurbaşkanı böyle yaparsa, yani,
bir sürece ve çevreye saygı göstermezse, duyarlılık göstermezse, elbette ki,
sadece ve sadece gayesi para kazanmak olan yatırımcıların, çevreye, insana,
insanın geleceğine saygı duymasını beklemek boşuna bir gayret olur.(AK Parti
sıralarından alkışlar )
HALUK KOÇ (Samsun) -
Samsun, Sayın Bakan...
İLYAS SEZAİ ÖNDER
(Samsun) - Samsun'da da var Sayın Bakan; felaket yayıyor
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI
OSMAN PEPE(Devamla) - Tabiî, burada Samsunluların hakkını da yememek lazım.
Oradaki bir mobil santralın... Ben, göreve geldiğimin ilk gününde Çevre
Bakanlığı uzmanı arkadaşlarımdan brifing alırken, Samsun'daki mobil santralla
alakalı bana çok ciddî bir rapor hazırlayın ve getirin dedim; inşallah,
mahallinde, milletvekili arkadaşlarımızla birlikte, bu konuda hassasiyeti olan
Samsun'daki bütün milletvekili arkadaşlarımla birlikte bir inceleme yapacağız.
Onların duyarlılıkları, bizim duyarlılıklarımızdır. Arkadaşlarımızın çevreye
göstermiş oldukları duyarlılığı, ülkemizdeki çevreye karşı sivil toplumun
yükseltmiş olduğu sesi, Çevre ve Orman Bakanlığı olarak fazlasıyla
paylaşıyoruz, onlara gönülden destek veriyoruz; çünkü, bu, sadece bir kuruma,
bir kişiye bırakılamayacak kadar çok önemli bir konudur, bunun altını kalın
çizgilerle çiziyorum; ama, ben, yine, bir kez daha burada tekrarlamakta fayda
görüyorum ki, kanunlar, yasalar, tüzükler, genelgeler ne derlerse desinler, ne
yazarlarsa yazsınlar, ne kadar mükemmel hazırlanırlarsa hazırlansınlar, eğer
çocuklarımıza anaokulundan başlamak üzere eğitimin her kademesinde sağlıklı bir
çevre bilincini kazandıramazsak, sürdürülebilir bir çevre anlayışını geleceğe
taşımamız mümkün olmayacaktır.
Ben, değerli komisyon
başkan ve üyelerine, buradaki değerli sözcü arkadaşlarımızın görüşlerine aynen
katıldığımızı, hükümetimizin, AK Parti hükümetlerinin, çevreye karşı
duyarlılıklarını onlarla birlikte bütünleştirdiğini ifade ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Bakan.
Komisyon adına,
Başkan Sayın Yahya Baş; buyurun Sayın Başkan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
(10/2,6) ESAS
NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI YAHYA BAŞ (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 134 sıra sayılı araştırma
komisyonu raporu üzerinde, komisyon adına söz almış bulunmaktayım; bu
vesileyle, şahsım ve tüm komisyon üyeleri adına Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği gibi,
Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 arkadaşının, Kırklareli Milletvekili
Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 arkadaşının, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye
etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
verdikleri önergeler sonucu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 Aralık 2002
tarihli 11 inci Birleşiminde 751 sayılı kararla, (10/2,6) esas numaralı Meclis
Araştırma Komisyonu kurulmuştur.
25.12.2002 tarihinde
çalışmalarına başlayan komisyonumuz, ilk toplantısında çalışma stratejisini
belirlemiş ve bu amaçla, konuya duyarlı sivil toplum kuruluşlarının, ilgili
kamu ve özel kuruluş temsilcilerinin davet edilerek dinlenilmesini; Ergene
Havzasında incelemelerde bulunulmasını; ulaşılan her türlü bilgi ve belgenin,
komisyon çalışmalarına ışık tutacağı düşüncesiyle, ayrı ayrı
değerlendirilmesini kararlaştırmıştır.
Bu çalışma programı
içerisinde, başta Trakya Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi yetkilileri
olmak üzere, Çevre Bakanlığı Özel Çevre Koruma Kurumu, DSİ Genel Müdürlüğü,
TEMA Vakfı yetkilileri Ankara'ya davet edilerek, yazılı ve sözlü raporları
alınmıştır. Yine, alınan karar gereği, çalışmalarını Ankara dışında da sürdüren
komisyonumuz, 7.4.2003 tarihli 5 inci toplantısını Çorlu'da yapmıştır; özel ve
kamu kuruluşu yetkililerinden oluşan 200'ü aşkın katılımcıyla bu çalışma
gerçekleştirilmiştir. Bu toplantıda, bölge valileri, çevre il müdürleri, tarım
il müdürleri, DSİ bölge müdürü, ilgili oda başkanları, bölgede bulunan sanayi
kuruluş temsilcileri, konuya duyarlı sivil toplum kuruluş temsilcileri
tarafından 12 sunum yapılmış ve havzadaki sorunların boyutlarını dile
getirmişlerdir. Bu toplantıyı takiben, komisyon üyelerimiz ve bölge
yetkilileriyle birlikte iki günlük bölge gezimizde, çeşitli sanayi
kuruluşlarının arıtma tesisleri incelenmiştir; nehirde, belirli noktalarda su
kirliliği gözlenmiştir.
Değerli
milletvekilleri, sanayileşmeyle birlikte Türkiye, hızlı bir kentleşme süreci
yaşamıştır. Bu hıza ayak uyduracak yeterli altyapı çalışmaları, maalesef,
yapılamamıştır. Sağlıklı içmesuyu temini, kanalizasyon, atık suların arıtılması
ve çöplerin bertarafı, altyapının yetersiz olması nedeniyle, özellikle
büyükşehirlerimizde aksamış, büyük çevre kirliliklerine sebep olmuştur. Son
yıllarda, İstanbul'da yer alan ve genişleme imkânı bulamayan sanayi faaliyetlerinin
İstanbul dışına
gelişmesi
politikaları gündeme gelmiş ve sonuç olarak da, özellikle E-5 Karayolu ve
Ergene üzerinde ve çevresinde sanayi yoğunlaşmaya başlamıştır.
Ergene Nehri,
uluslararası su niteliğinde olan Meriç Nehrine doğrudan karışan en büyük
akarsudur. Saray İlçesinin kuzeyinden doğarak, kuzey ve güneyden birçok yan
derelerle birleşip, İpsala'nın kuzeybatısından Meriç'e karışan Ergene Nehrinin
uzunluğu 194 kilometredir.
Havzadaki en önemli
aktivite tarımdır. Yörede en çok ekilen ürünler, buğday, ayçiçeği,
şekerpancarı, mısır, çeltik, kabak çekirdeği, bostan ve sebzedir. Türkiye
çeltik üretiminin yüzde 50'ye yakın kısmı, ayçiçeği üretiminin yüzde 60-70'i,
buğday üretiminin yüzde 15'i bu bölgede yetiştirilmektedir. Edirne, Kırklareli
ve Tekirdağ İllerimizin arazilerini oluşturan Ergene Havzası, potansiyel bir
tarım ambarıdır. Bu 3 ilin toplam alanının yaklaşık yüzde 80'i, tarıma elverişli
arazidir; Ergene Nehrinin en önemli kollarından olan Çorlu Deresi, Çerkezköy,
Kızılpınar, Veliköy, Velimeşe, Muratlı Derelerinin kirliliklerini; Çerkezköy,
Çorlu ve Muratlı İlçeleri sınırları dahilindeki özellikle tekstil, deri ve
kimya sanayii kuruluşlarının evsel ve endüstriyel arıtılmış ve arıtılmamış atık
sularını toplamaktadır.
Ergene Nehrinin
kirlenmesinde, başta yoğun ve hızlı sanayileşme, buna bağlı olarak hızlı bir
nüfus artışı, endüstriyel ve evsel nitelikte atık suların hiçbir arıtma
işlemine tabi tutulmadan nehre verilmesi etkili olmuştur.
Ülkemizin en büyük
sanayi merkezleri olan İstanbul ve Kocaeli İllerindeki sanayi alanlarının
dolması sonucu Trakya bölgesine yönelen sanayi kuruluşları, Ergene Havzası
boyunca hızla yayılma göstermiştir. Bölgede yer alan sanayi tesislerinin
kurulmasında aşağıdaki faktörler etkili olmuştur:
Bölgenin, Türkiye'nin
ticaret merkezi olan İstanbul'a yakın olması; ithalat ve ihracatta önemli yeri
olan karayolları ve otoyolların bölge içinden geçiyor olması; Tekirdağ
Limanının bölgeye yakın olması; organize sanayi bölgelerine ve serbest
bölgelere tanınan imtiyazlar; uygun ve yeterli büyüklükte arazinin kolay temin
edilir olması; hammadde temininin kolay olması ve yeraltı su kaynaklarının çok
zengin olması.
Çerkezköy ve Çorlu
İlçelerinde yoğunlaşan sanayi tesislerinin sayısı 1993 yılında 286 iken,
giderek, 1999 yılında 640'a ulaşmıştır. Bu fabrikaların büyük bir çoğunluğunu,
yerüstü ve yeraltı su tüketimine dayalı tekstil, deri, kâğıt ve kimya sektörü
oluşturmaktadır. Bölgede halen çalışmakta olan 3 adet organize sanayi bölgesi
vardır. Bunlardan birisi Çerkezköy'de, ikisi de Çorlu'daki Deri Organize Sanayi
Bölgeleridir. Hayrabolu, Malkara ve Muratlı organize sanayi bölgesi kurulma
çalışmaları da devam etmektedir.
Organize sanayi
bölgelerinde müşterek arıtma tesislerinin faaliyette olduğu görülmüştür.
Bölgedeki sanayiler, havalimanı, liman ve karayolu bağlantılarının güçlü ve
arazi fiyatlarının düşük olduğu alanlarda konumlandırılmıştır.
Sanayi alanları,
belirli bir mekânsal organizasyona bağlı yer seçmedikleri için, alanda çok
dağınık bir şekilde yer almaktadırlar. Bu nedenle, sanayi bölgeleri dışında yer
seçen sanayi tesislerinin büyük bir bölümü ruhsatsızdır ve arıtma tesisleri de,
maalesef, bulunmamaktadır. Arıtma tesisi bulunanlar ise, maliyeti düşürmek
amacıyla, tesisleri çalıştırmadan, atıklarını, alıcı ortama verebilmektedirler.
Havzadaki sanayi
alanları, belirlenmiş ve açılmış organize sanayi bölgeleri dışında yerleşme ve
gelişme eğilimindedirler. Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesinde mevcut olan 140
sanayi parselinden 80'inin üzerinde işletme aktif durumdadır. 150 parselden
oluşan Çorlu Deri Organize Sanayi Bölgesinde ise 107 işletme faaliyet
göstermektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, havzada kirliliği oluşturan en önemli etkenlerden bir tanesi
de, evsel kirlilik kaynaklarıdır. Havza sınırları dahilinde, yerleşim
bölgelerinde kanalizasyon mevcuttur. Yerleşim birimlerinden kaynaklanan bu atık
sular, Ergene Nehrine, yan kollar vasıtasıyla ya doğrudan ya da direkt Ergene
Nehrinin kollarına verilmektedir. Ergene Nehrine evsel atıklarını boşaltan
yerleşimler içinde, önceliği, yüzde 56'yla Tekirdağ il sınırları içinde yer
alan yerleşim yerleri almakta, bunu yüzde 34 ile Kırklareli, yüzde 10 ile
Edirne izlemektedir.
Belediyelerin
kanalizasyon sistemlerini tamamladığı; ancak, sistemlerin arıtma tesisiyle
sonlanmadığı görülmektedir. Yalnızca Yenice Belediyesinin kanalizasyon sistemi
arıtma tesisiyle sonlanmış durumdadır.
Bölgede, bilinçsiz
ilaçlama sonunda, toprağa düşen birkısım zehirli ilaçlar, toprak içinde zamanla
hareket edebilmekte, yeraltı sularına, yüzeysel akışla derelere karışabilmektedir.
Dereler, çevrelerindeki ilaçlamalardan, çok az oranlarda da olsa,
kirlenebilmektedir.
Bölgede, diğer etkili
olan kirletici bir unsur da, katı atıkların değerlendirilmesidir. Ergene
Havzası sınırları içinde bulunan yerleşim birimlerinde, katı atıklar, vahşi
depolama yöntemiyle depolanmaktadır. Ayrıca, tıbbî atıklar ile evsel atıkların
birlikte depolanması yasak olmasına rağmen, birçok ilçede, herhangi bir önlem
alınmadan, atıkların depolama alanına boşaltma işlemi hızla devam etmektedir.
Depolanan atıkların oluşturduğu en önemli etken, sızıntı sularından kaynaklanan
kirliliktir. Atıklar, kimyasal ve biyokimyasal yollarla dönüşüme uğrarlar ve
zamanla, gerek yeraltına sızma ile gerekse yüzeysel akışla birlikte su
kaynaklarımızın kirlenmesine neden olmaktadırlar.
Bütün bu çalışmalar
ve araştırmalar sonunda, bölgenin temel sorunlarını şöyle sıralayabiliriz:
1- Ergene Nehrinin
kıtaiçi su kaynakları kalite özelliklerini yitirdiği, analiz sonuçlarından
görülmektedir. Ergene Nehrinin su kalitesinin çok kirli su niteliğinde olduğu
tespit edilmiştir. Bu da, hiçbir şartla kullanılamaması demektir.
2- Bu bölgede, sanayi
kuruluşu açısından doygunluk yaşanmaktadır. Organize sanayi alanlarının dışında
yeni sanayileşmeye izin verilmemelidir.
3 - Havzadaki sanayi
faaliyetlerinin ve evsel atıkların su kirliliğine neden olduğu görülmüştür.
4 - Kirliliğin,
sanayi gelişimine ve nüfus artışına paralel olarak arttığı saptanmaktadır.
5 - Sanayi
kuruluşlarının büyük bir kısmının, sahip oldukları atıksu arıtma tesislerini
aktif olarak çalıştırmadığı belirlenmiştir.
6 - Kirliliğe karşı
acil önlem alınmadığı takdirde, Meriç Nehrinin de kirlilik konsantrasyonu
artacak, içme ve sulama amaçlı barajlarımız zamanla işletilemez hale
gelecektir.
Meriç Nehri sınıraşan
sular kapsamında olduğundan, kirlenmenin, uluslararası alanda gündeme geleceği
unutulmamalıdır.
Yüzey sularının
kirletilerek, yer altından süzülmesine sebep olunması halinde, yeraltı suyu
rezervlerinin kirlenmesi kaçınılmaz olmaktadır ve bu durumun önlenmemesi
halinde ise, yeraltı suyu kaynaklarından istifade imkânı da zamanla ortadan
kalkacaktır.
Denetleme
faaliyetlerinin yeterli düzeyde yapılmaması sebebiyle, kirlilik boyutlarının
arttığı sonucuna varılmıştır. Mevcut sistemde, çevre il müdürleri, çevre il
müdürlükleri, sanayiciler, üst düzey bürokrat ve siyasetçiler arasında kalarak,
fonksiyonları yeteri kadar yerine getirememektedirler.
Yerel yönetimlerin
çevresel konularda daha yeterli hale gelmeleri, yönetimde entegrasyonu
kolaylaştıracaktır.
Bölgede kirliliğin
oluşturduğu bir sonuç olarak, 2000 yılında, çeltikte, dönümdeki verim 800
kilogram iken, 2002 yılında 100 kilograma gerilemiştir; yine, 2000 yılında,
ayçiçekte dönümdeki verim 300 kilogram iken, 2002 yılında 100 kilograma
gerilemiştir. Bu bölgedeki ürün kaybının değeri yaklaşık 70 trilyon liradır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, yapılan bu tespit çalışmaları sonucunda, komisyonumuz,
önerilerini, raporunda bölümler halinde, kısa, orta ve uzun vade olarak
sıralamıştır.
Ben, daha önceki
konuşmacılar da dile getirdiği için, bunların hepsini size tek tek
sunmayacağım; sadece, nihaî olarak, sonuca vardığımız birkaç konuyu dile
getirmek istiyorum.
Bunlardan bir tanesi,
DSİ Genel Müdürlüğü tarafından dere ıslah çalışmalarına hız verilerek, bu
çalışmayı en kısa sürede tamamlaması gerektiğidir.
Bölgede, çok sayıda
irili ufaklı yerleşim birimlerinin mevcut olması nedeniyle, gerekli su temini
ve arıtma işlemleri tek elden yapılamamaktadır. Bu nedenle, Trakya bölgesinin
tamamını içerisine alan, su teminini sağlayacak, atıksuyu arıtacak, katı
atıkları depolayabilecek, sorumlu ve yetkili bir kuruluşa ihtiyaç olduğu
belirlenmiştir. Bunun için, Trakya su kanalizasyon ve katı atık idaresi adı
altında bir genel müdürlüğün, İSKİ benzeri bir genel müdürlüğün kurulması zorunlu
görülmüştür.
Ayrıca, arıtılmış
atıksuların Ergene Nehrine ve kollarına deşarj edilmemesi gerektiğine, bu
bağlamda, uygun ve en kısa yerden arıtılarak, deniz dibine deşarj edilmesi
alternatifinin araştırılmasına karar verilmiştir.
Benden önce konuşan
Tekirdağ Milletvekilimiz Erdoğan Beyin "atıksular denize verilmemeli,
nehre bırakılmalı" görüşü, komisyon raporuna rağmen, farklı bir görüş gibi
görünmekle birlikte, bu görüş de bizim komisyon raporumuzda yerini almıştır.
Komisyonumuzun orta vadeli önerileri içerisinde, son madde olarak bu da yer
almıştır; ancak, bütün bu arıtma sistemlerinde, en iyi şekilde arıtma yapsanız
dahi, sonuçta, tuzluluğu ortadan kaldırmanızın bugünkü imkânlarla mümkün
olmadığı görülmektedir. Biz, özellikle Çorlu ve Çerkezköy yöresinde, bu sanayi
ve kirleticilerin yüzde 75'inin bulunduğunu gördük, yapılan tespitler bunu
gösteriyor. Çorlu ve Çerkezköy yöresindeki bu atıksuyu arıtarak, denize deşarj
ettiğimiz anda, nehrin kirlilik
probleminin yüzde 75'ini halletmiş oluruz.
Tabiî ki, suyun
kullanılması çok güzel bir şey; ancak, tuzluluğunun ortadan kaldırılması çok
büyük maliyetlere baliğ olan bir olay. Zira, bu suyun tuzluluğunu yok etmek
demek, deniz suyunu arıtmaya denk bir çalışma yapmak demektir; hiç de rantabl
değil ve bunu, hiçbir sanayicinin de yapabilmesi mümkün değil.
Dolayısıyla,
önerimiz: Çorlu'dan Marmara Denizine sadece 18 kilometrelik bir mesafe vardır.
Arıtma mükemmel bir şekilde yapılıp, atıksu, bu 18 kilometrelik mesafeden deniz
dibine deşarj edilirse...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun,
sözlerinizi tamamlayın efendim.
(10/2,6) ESAS
NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI YAHYA BAŞ (Devamla) - ...
buradan, Çorlu'dan itibaren devam eden 150 kilometrelik havzanın kirlilik
probleminin yüzde 75'ini halletmiş oluruz ve bunu da, bir nihaî çözüm olarak raporumuza
dercettik.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerimi toparlarken, komisyonumuzun yapmış olduğu bu
önerilerin ilk aşaması olan, DSİ Genel Müdürlüğü tarafından dere ıslahının
başlatılmış olmasından duyduğumuz memnuniyeti buradan tekrar etmek istiyorum.
Bu konuda çok hızlı bir çalışma performansı gösteren Değerli Genel Müdürümüz ve
çalışanlarına, yöre halkı adına, komisyonumuzda bu emeği sarf eden
arkadaşlarımız adına teşekkür ediyorum.
Önerilerimizin ikinci
aşaması olan kirliğin giderilmesi çalışmaları konusunda da, inşallah, önermiş
olduğumuz Trakya su, kanalizasyon idaresinin kurulması noktasında, hükümetimiz
gerekli duyarlılığı gösterecek ve çözüme ulaştıracaktır.
Bu duygu ve
düşüncelerle, raporun hazırlanmasında emeği geçen, başta komisyon üyelerimiz
olmak üzere, uzmanlarımıza ve katılımcılara teşekkür eder, Yüce Heyetinize
saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Baş.
Sayın
milletvekilleri, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulmuş
bulunan (10/2,6) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 134 sıra sayılı
raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.
17.55'te toplanmak
üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 17.42
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 18.05
BAŞKAN : Başkanvekili Yılmaz ATEŞ
KÂTİP ÜYELER : Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Suat KILIÇ
(Samsun)
BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 85 inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum.
Çalışmalarımıza
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Gündemin "Özel
Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 2 nci sırasında yer alan, Türkiye Halk
Bankası Anonim Şirketinin tasvibe sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine ait
3346 sayılı Kanunun 8 inci maddesi uyarınca hazırlanan Kamu İktisadî Teşebbüsleri
Komisyonu raporu ve bu rapora yapılan itiraz ile Komisyonun görüşü üzerindeki
genel görüşmeye başlıyoruz.
V. - KİT KOMİSYONU RAPORU
1.- Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin Tasvibe Sunulan 1997
Yılı Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca
Hazırlanan, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan
İtiraz ile Komisyonun Görüşü (3/133) (S. Sayısı: 109) (1)
BAŞKAN - Komisyon?..
Burada.
Hükümet?.. Burada.
Komisyon raporu ve
rapora yapılan itiraz ile Komisyonun görüşü, 109 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Geçen döneme ait
komisyon raporu, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılı hesap ve
işlemlerinin şartlı ibra edilmesi şeklinde karara bağlanmıştı. İtiraz üzerine
şimdiki komisyonun itiraz olunan hususlara dair görüşü ise, bu kuruluşun 1997
yılı hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesi şeklindedir. Görüşmeler sonunda,
şimdiki komisyonun, hesap ve işlemlerin ibra edilmemesi yönündeki son raporu
oya sunulacaktır.
İçtüzüğümüze göre,
genel görüşmede ilk söz hakkı, itirazı yapan sayın milletvekiline veya uygun
göreceği bir diğer üyeye aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine
göre, siyasî parti grupları adına 1'er üyeye, şahısları adına 2 üyeye söz
verilecektir. Ayrıca, istemi halinde, komisyona ve hükümete de söz verilecek;
bu suretle, genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri,
komisyon, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, itirazda bulunan
milletvekili ve şahıslar için 10'ar dakikadır.
Genel görüşme
üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini bilgilerinize arz
ediyorum:
İtiraz eden
milletvekilleri adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu; Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Amasya Milletveili Sayın Hamza Albayrak;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Mevlüt Aslanoğlu;
şahısları adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu ve Adana Milletvekili
Sayın Kemal Sağ.
İlk söz, itiraz eden
milletvekilleri adına, Sayın Ergün Dağcıoğlu'na aittir.
Buyurun Sayın
Dağcıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
(1) 109 S.Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU
(Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi,
Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunca
denetlenmesi sonucunda hazırlanan 1997 yılı raporunda çok sayıda soruşturma
talebi vardı. Bu ciddî taleplere rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT
Komisyonu, bir yıldır gündemine almadığı Halk Bankasının 1997 yılı hesaplarını,
nihayet 12 Ocak 2001'de şartlı olarak ibra etmişti. Bu karar, ısrarlı
itirazlarımıza rağmen, o zamanki koalisyon hükümeti milletvekillerinin çoğunluğunun
komisyonda ağırlık koymalarıyla birlikte çıkmıştı. Daha açıkçası, istisnalar
olmakla birlikte, geçen dönemki KİT Komisyonu, bu hesapları, maalesef, üzülerek
ifade ediyorum ki, bir el çabukluğuyla geçiştirmeye çalışarak, bir nevi,
yolsuzluk ve usulsüzlüklerin üzerine gidilmesine engel olmuştu.
Doğrusu, Halk
Bankasının hesaplarının şartlı ibrası, hem Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunun hazırladığı raporda yer alan çok sayıda iddia ve soruşturma talebi
dikkate alındığında ve hem de 3346 sayılı Yasa hükümleri uyarınca doğru
olmamıştır gibi görünüyor. Zira, Yüksek Denetleme Kurulu raporunda belirtildiği
gibi, ilgili şirketlere kredi verilirken, düzenlenen istihbarat raporlarındaki
olumsuzluklara ve hatta, bir kısmı hakkında diğer kamu bankalarınca takibe
geçilmesine rağmen, kredi verilmesinde gereken hassasiyet gösterilmemiştir;
yani, bir kamu bankasına kredi talebiyle müracaat eden bir firma, aynı anda
-basın, medya aracılığıyla ayyuka çıkmış şekilde- başka kamu bankalarından çok
ciddî takibatlara uğramasına rağmen, bu insanlar, bu olayları, bu takibatları
görmemiş, duymamış gibi hareket ederek, yeni kredi verilmelerinde gerekli
hassasiyetleri göstermemişlerdir.
Değerli
milletvekilleri, sadece 1997 yılında, Halkbankın, batık kredilerden dolayı 1,1
katrilyonluk zararı vardır. Bu batık kredinin karşılığı için 2001 yılı
bilançosuna da 1,1 katrilyon liralık karşılık ayrılmıştır. Tasfiye olunacak
alacaklar tutarının bugünkü değeri, birtakım hesaplama yöntemlerine göre
-ilgililere, Genel Müdürlüğe sorduğumuzda- 5-5,5 katrilyon liraya ulaşmaktadır;
yani, olayın vahameti, rakamları düşündükçe daha da artarak gitmektedir. Ülke yöneticilerinin
bir kuruşluk kredi bulabilmek için uluslararası alanda gösterdiği gayretleri
hesaba kattığımızda, bu ifade ettiğimiz ve şimdi, bu görüşmeler sonucunda
tespit etmiş olduğumuz yaklaşık 5-5,5 katrilyon liranın ne denli büyük bir önem
arz ettiğini hepinizin dikkatlerine sunuyorum.
Şimdi, Halk
Bankasınca, söz konusu dönemde, bankacılık teamüllerine aykırı olarak, âdeta
"al da batır" dercesine verilen ve dolayısıyla, geri dönüşü olmayan,
tasfiye olunacak alacaklar hesaplarında takip edilen, birçoğunun davaları devam
eden çok sayıda usulsüz kredi işlemi söz konusudur.
Burada, Halkbankın
1997 yılına ait bilanço ve netice hesaplarının soruşturulması yönündeki
talebimizin de ne derece tutarlı olduğunu göstermek için, Türkiye Halk Bankası
AŞ'nin 1997 yılı Yüksek Denetleme Kurulu raporunda, kredilendirme işlemlerinin
Hazine Müsteşarlığı Bankalar Yeminli Murakıpları Kurulunca soruşturulması
temenni edilen firmalara da kısaca değinmek istiyorum.
Şimdi, kurbağaya
"bir şarkı söyle de dinleyelim" demişler. O da "tam adamını
buldunuz; hem sesim çok güzeldir hem de çok iyi şarkı bilirim; ama, ağzımı
açınca su doluyor, ben yapayım" demiş ya -hepinizin bildiği bir hikâyedir-
burada da, bu tür yolsuzlukların, usulsüzlüklerin, hortumlamaların üzerine
gittiğimiz bir dönemde, Yüksek Denetleme Kurulu elemanlarımızın da çok ciddî ve
titizlikle yaptığı performans denetiminin sonucunda, KİT Komisyonumuzun
üyelerinin yapmış olduğu ciddî çalışmalar sonucunda, Yüce Parlamentoda
oluşturulan soruşturma ve araştırma komisyonlarında yapılan çalışmaların
sonucunda, maalesef, şu andaki verilere göre, geldiğimiz noktada, bir arpa boyu
yol katedemeyişimizle karşı karşıyayız. Neden; çünkü, siz, eğer, bankacılıkla
ilgili bu yolsuzlukları sır mesabesinde kabul ederek, Yüce Meclis üyelerini
üçüncü tekil şahıs hükmüne indirgemek suretiyle, Yüce Meclisin mensuplarına
birtakım bilgileri bankacılık sırrı diye vermezseniz, tabiî ki, bu yolsuzluklar
katlayarak devam edecek ve bunu önlemek de mümkün olmayacaktır diye
düşünüyorum.
İşte, bugün, tarihte
bir ilki gerçekleştirdiğimiz, şu anda yaptığımız bu toplantı, KİT Komisyonunda
da bir tarihte ilkti. Bugün Genel Kurul gündemine de inmesi, bir ilki
gerçekleştirilen, şartlı ibra müessesesinin âdeta tarihin tozlu raflarına
itilmiş, atılmış olan dosyaları uzanıp almak suretiyle gündeme getirdiğimiz bu
çalışmalar, eğer Bankacılık Kanununun 22/8 inci maddesi ve İçtüzüğün 105 inci
maddesindeki değişiklikler olmazsa, yaptığımız bu çalışmalarda hep birbirimizle
işaret yoluyla anlaşmak suretiyle, esas birbirimize vermemiz gereken bilgileri
verememek suretiyle ve hatta, aynı konsorsiyumun, aynı oluşumun ek firmaları
niteliğinde olan firmalara farklı kod numaralarıyla verildiği için, kredilerin
bir merkezde buluştuğunu bilebilme şansımız olmadığından, yolsuzlukların de ne
devasa boyutlara ulaştığını tespit etme imkânımız yok.
Şimdi, mesela, benim
itirazıma konu olan 1997 yılındaki 14 tane maddeyi, sizlere, zamanım ölçüsünde
tek tek arz etmeye çalışacağım; ama, bunların en başında ve en çarpıcılarından
birisini, şu anda, ilgilerinize ve bilgilerinize sunuyorum:
Halk Bankası Levent
Şubesinden 52, 71, 94 ve 95 sabit numaralı firmalara -ki, bu firmaların
sahipleri, baba-oğul olarak Türkiye'de çok bilinen, meşhur, büyük iş
adamlarımızdandır; bunların devletin yüksek organlarında çok yakınları da vardır-
bu insanlara, 96 000 000 dolarlık dövize natık teminat mektubu ve aval, 12 500
000 marklık dövize natık teminat mektubu kredisi değişik zamanlarda
kullandırılmıştır.
Grup firmaları
hakkında düzenlenen istihbarat raporlarında, adı geçen firmaların yatırım yapma
amacıyla aldıkları yatırım kredilerinin kontrolden çıktığı ve kendi
yatırımlarının 40-50 katı tutarında kredi kullandıkları tespit edilmiştir.
Ayrıca, istihbarat raporlarının çok eski olduğu, firmaların asıl faaliyet
alanlarında değil de aracılık işlemleri yaptıkları, işlem hacimlerinin çok
üzerinde borçlandıkları belirtilmesine rağmen, yeni istihbarat raporları
düzenlenmeden, bu sıkıntıların giderildiği ispat edilmeden, gruba tahsis edilen
kredi tutarı gittikçe artırılmıştır.
Şimdi, bu gruba
tahsis edilen krediler, öyle enteresan bir şekilde müesseseler pas edilerek
gerçekleştiriliyor ki... Yüksek kredilerde, dövize natık teminat mektuplarında,
mesela, bir ithalatta, KDV iadesi için, geçici olarak bir mektup şeklinde
verilen bir kredi, daha sonra, yönetim kurulu toplantısından geçtikten sonra
şubeye intikal ettirildiğinde, bu kredi tahsis edilen kişi şube müdürüne
gidiyor, diyor ki: "Arkadaş, ben, her ne kadar KDV iadesi için bunu
almışsam da, ben, yurt dışında ucuz kredi buldum; dolayısıyla, bu teminat
mektubunu, yurt dışındaki ucuz kredi için kullanacağım." Banka yöneticisi
şube müdürü de, yukarıdaki genel müdür yardımcısıyla kurduğu irtibat sonucunda
"evet, bunu verebilirsiniz, hiçbir mahzuru yoktur" diye talimatı
alarak, KDV iadesi için gümrüğe verilmek üzere ve geçici şekilde verilmiş olan
teminat mektubunu, hemen, yurt dışından bulduğu sözde ucuz krediyi, anlaşmalı
bankalarla ilişkilendirmek suretiyle nakde çeviriyor; adam nakdi kullanıyor;
vergilerini de ödemiyor, taksitlerini de ödemiyor, cezalarını da ödemiyor. Daha
sonra, bunlar, zaman içerisinde birikince, zamanı geldiğinde, yurt dışındaki,
ucuz kredi buldum dediği banka, direkt olarak Halk Bankası yetkililerini süresi
içerisinde uyararak "bakın, bizden, bu mektubunuzla vermiş olduğumuz
kredilerin ödenmeleri gerçekleşmiyor; dolayısıyla, bunları irat
kaydediyoruz" diye, nakde çevirdiklerinde, firmaya geri dönüldüğünde,
ortada, maalesef, firma kalmamış oluyor. Nasıl kalmamış oluyor?..
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın
Dağcıoğlu, sözlerinizi toparlar mısınız.
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - O kadar enteresan bir örnektir ki arkadaşlar, şimdi, bu
gruba, 4 tane firmasına, bu şekilde haksız yere, usulsüz yere, hiçbir hesap
yapılmadan, istihbarat raporları tutturulmadan verilen ve nakde çevrilmiş olan
bu teminatlar, mütemadiyen nakde çevrilirken, o bankanın o günkü genel
müdürünün imzalarıyla bu nakit işlemleri gerçekleştiriliyor, gözardı ediliyor
ve 1.10.1997 tarihine kadar bu işlemler devam ettikten sonra, birdenbire, bu
kredilere göz yuman, telefon talimatıyla izin veren genel müdür yardımcısı
-biliyorsunuz, isimleri hepimizde mahfuz- diyor ki "vallahi, ben, bu Halk
Bankasında çalışmaktan yoruldum, bu bankadan ayrılıyorum." İstifa ediyor,
ayrılıyor, hatta, yorgunluğunu atmak için kısa bir süre, birkaç ay Amerika'ya
da gidiyor, orada dinleniyor. Bu işlemlerin yapıldığı esnada kredilerin
verilmesine göz yumduğu grup, birdenbire, o esnada, bir banka satın alıyor.
Satın aldığı banka da, Kayseri'nin, Tokat'ın, değişik illerin meşhur olduğu;
neyiyle meşhur olduğu; reklamlarıyla ülke gündemine oturduğu bir dönemde, bu
bankanın, âdeta kuruluş sermayesi -biraz sonra arz edeceğim gibi- 300 trilyon
liraya -297 trilyon liradır- tekabül eden rakamı alıyorlar, bankayı kuruyorlar.
Bu bankanın kuruluş sermayesini oluşturacak bir rakam olarak kabul
edebileceğimiz grup kredileri belli bir yere ulaştıktan sonra, genel müdür o
bankadan ayrılıyor, Amerika'ya gidip, dinleniyor, sonra geri geliyor -çok
enteresandır- bu, ihmaliyle, belki de grup kredileriyle kurulmuş olan bankaya,
dönüp dolaşıp, adamcağız yönetici oluyor!.. Yani, bu kadar tevafuk, bu kadar
tesadüf bir araya gelebilir.
İşte, bu, tüyü
bitmemiş yetimin hakları, bu insanlara bu şekilde peşkeş çekildikten sonra, bu
peşkeş çekenlerin isimlerini veremeyip, kod numaralarını çözemeyip, firma
isimleri elimizde olsa bile bunu Yüce Meclisimizle paylaşamayıp, çözümünü
üretemediğimiz sürece, bu işler devam edecektir diye düşünüyorum.
Süremi çok daha fazla
zorlamamak ve daha sonra, şahsım adına yapacağım konuşmada konuyu tamamlamak
üzere sözlerime son veriyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Dağcıoğlu.
Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili Sayın Hamza Albayrak; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
HAMZA ALBAYRAK (Amasya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
görüşülmekte olan 109 sıra sayılı Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi Genel
Müdürlüğünün tasvibe sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine ait, 3346 sayılı
Kanunun 8 inci maddesi uyarınca hazırlanan KİT Komisyonu raporu ve bu rapora
yapılan itiraz ile Komisyonun (3/133) sayılı görüşü hakkında, AK Parti Grubu
adına söz almış bulunuyorum.
Konuşmama başlamadan
önce, sizleri ve izleyen tüm vatandaşlarımızı, AK Parti Grubumuz ve şahsım
adına, en kalbî muhabbet ve hürmetlerimle selamlıyorum. Bu vesileyle, ülkemizi
müzikte ve sporda gururlandıranları içtenlikle kutluyorum.
Değerli
milletvekilleri, Halk Bankasının 1997 yılı hesap ve işlemleri, 1998 yılı
içerisinde, Yüksek Denetleme Kurulu tarafından denetlenmiş ve 1999 yılı
başlarında, düzenlenen rapor, KİT Komisyonuna tevdi edilmiştir. Ancak, o
zamanın KİT Komisyonu, 1997 yılı iş ve işlemlerine ait bu raporu, her nedense,
11.1.2001 tarihine kadar görüşmemiştir. Bu tarihte, Yüksek Denetleme Kurulunun
raporunda yer alan 54 öneriden 11 tanesi hakkında soruşturma yapılması temenni
edildiği halde, sadece komisyon üyelerinden bir kişinin meşruhatına dayalı
olarak, alınan rapor, komisyon üyeleri tarafından şartlı olarak ibra
edilmiştir. Bu konuyu da, huzurlarınızda tartışmak istiyorum.
Şartlı tahliyeyi
anlamak mümkün; ama, hukuk sistemimizde, şartlı ibrayı anlamak gerçekten mümkün
değildir. Ben, şahsen, hukukta şartlı ibranın mesnedine henüz ulaşamadım.
Dolayısıyla, AK Parti Grubundan 21 milletvekili bu şartlı ibraya itirazda
bulunmuş, 6 Mart 2002'de hazırlanan bu raporu, KİT Komisyonu 7 Ocak 2003'de
görüşerek Meclis Başkanlığına intikal ettirmiştir. Şu anda itiraz
müzekkeresinde yer alan gerekçeler yerinde görülerek, dönemin yöneticilerinin,
yani Halk Bankasının iyi yönetilmediği kanaatine ulaşılmış ve Halk Bankasının o
devirdeki yöneticilerinin görevlerini ihmal ettikleri kanaatiyle, 1997 yılı
hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesi komisyonca kararlaştırılmıştır.
Değerli arkadaşlar,
kamu bankalarının kaynaklarının heba edilmesi, çeşitli açılardan
değerlendirilmesi gereken bir konudur, ancak bu sayede belli sonuçlar
çıkarılabilir. Üç temel hususta konunun irdelenmesi gerekmektedir ki, konuyu iyi
anlayabilelim ve sonuçları çıkarabilelim. Birincisi, ekonominin durumu ve nasıl
yönetildiği; ikincisi, geçmiş siyasî yönetimlerin siyaset kurumunu kirletmeleri
ve bu siyasilerin, siyaseti ekonominin kıblesi yapmaları ve kirli ilişkiler, bu
ilişkilerden beslenen kişi veya kuruluşlar; üçüncüsü ise, yasal, idarî ve
denetim sisteminin zaafı.
Değerli
milletvekilleri, Halk Bankasının 1997 yılı hesap ve işlemleriyle ilgili Yüksek
Denetleme Kurulu raporu toplam 51 öneriyi ihtiva etmektedir; bunlardan 14
adetinde, açıkça, kredi kullandırma işlemleriyle ilgili olarak ihmal ve usulsüz
uygulamalar tespit edilmiştir.
2001 yılı sonu
itibariyle, kamu bankalarında, bankacılık sektörünün 6,5 katrilyon batık
kredisi mevcuttur. Bu 6,5 katrilyon batık kredinin nispet olarak yüzde 60'ı ise
kamu bankalarına aittir. Halk Bankasının 6,5 katrilyon batık kredi içerisindeki
payı 1,1 katrilyondur. Peki, bu batık kredi nelerden oluşmaktadır?
Halk Bankasının,
kuruluş yasası ve ana sözleşmesi mucibince aslî görevi, esnafa soluk
aldırmaktır. Bir bankanın kredileri, gerçekten, esnafa, KOBİ'lere mi verilmiş;
yoksa, bunlar, kamu dışındaki şahıs şirketlerine gayri nakdî krediler olarak mı
kullandırılmıştır? Elbette ki, kullandırılan kredilerin yüzde 90'ı, maalesef,
şahıs şirketli firmalara yöneliktir. Esnaflara ayrılan pay ise, çok cüzidir,
bunu da ileriki noktalarda açmaya çalışacağım.
Bankaların içinin
boşaltılmasına neden olan olaylar, o dönemlerde ithalatın, uzunca bir süre
TL'nin aşırı değerlendirilmesinden dolayı cazip hale gelmesi ve büyüyen bir
ekonomide ara mallar ve hammadde ihtiyacı... Firmalar, bu dönemde, ithalatın
finansmanında yurtdışı bankadan nakit kredi kullanmak istiyor. Neden; çünkü,
yurt içinde kullanamıyor da, yurt dışından kullanıyor. Birincisi, yurtdışı
maliyet oldukça düşük, Kaynak Kullanım Destekleme Fon kesintisi avantajı var;
ayrıca, o dönemlerde, yurt içinde yüzde 13 ilâ 15 oranında döviz üzerinden faiz
var, yurtdışı kredileri de libor+2-3'de alınabiliyor- faizi cazip.
İkincisi, yurtiçi
banka, döviz kredisi verecekse, kambiyo mevzuatı gereğince, ihracat taahhüdü;
yani, üretim şartı söz konusu. Yurtdışı bankadan alınacaksa böyle bir
zorunluluk yok. Kısaca, yurt dışından alınan paranın kullanımı serbest;
alternatif yatırım araçlarına, özellikle devlet tahviline ve hazine bonosuna
açık. Yurtdışı banka, firmanın riski yüksek bir ülkede faaliyette bulunması
nedeniyle karşı garanti istiyor. Firmaların malî yapılarının uluslararası standartlarda
olmaması nedeniyle, özel bankalar bu garantiyi vermiyor. Kaldı ki, siyasî
birtakım baskılarla, geçmiş dönemlerde en rahat krediyi veren kamu bankaları
"döviz üzerinden teminat mektubu karşılığı olarak garanti verin"
diyor. Bu araç, geçmiş dönemlerde çok yaygın olarak kullanılmıştır. Ayrıca,
yurt dışından alınan döviz kredilerine karşı, garantinin, hazine sahipli kamu
bankaları tarafından verilmesi, yurtdışı bankalar tarafından tercih edilmekte;
zira, devlet garantisi var; halbuki, yurtdışı banka, özel bankayı riskli
görmekte.
Döviz üzerinden
teminat mektubu karşılığı verilen krediler için, firmalardan, ipotek, kefalet,
işletme ve mevduat rehini, çek-senet, hazine bonosu gibi teminatlar alınıyor.
Banka, bu durumda iki riske giriyor; birincisi faiz, diğeri ise kur riski.
Özellikle krizler döneminde kurun ve faizlerin aşırı artması, bankaların
alacaklarını daha da artırıyor; bunun karşılığında alınan teminatlar ise ya
karşılıksız çıkıyor ya kefiller bulunamıyor veya nominal tutarda olan
teminatların değerleri eriyor; gayrimenkuller için kıymet takdiri yapılamıyor,
tebligatlar dahi geciktiriliyor ve adres bulunamadığı için yapılamıyor; bütün
bunlara, maalesef, göz yumuluyor. Banka, bilançosundaki batık kredileri,
halktan topladığı paralarla finanse ediyor. Bu zararın iki boyutu var; sadece
bankanın içi boşaltılmakla kalmıyor; banka, halktan yüksek faizlerle topladığı
paralarla açığını kapatmaya çalışıyor. Bu mevduata ödenen faiz maliyeti de işin
ayrı bir boyutu elbette ki. Banka hem parasını kaptırıyor hem de kaptırdığı
para için mevduat sahiplerine faiz ödüyor.
Peki, firmalarca
alınan krediler gerçekten üretime, yani yatırıma mı gidiyor; hayır; reel
faizlerin çok yüksek olması nedeniyle, bu para, maalesef, devlete yüksek faizle
satılıyor. Yaklaşık yüzde 30 ilâ 35 oranında net bir kazanç söz konusu; yani,
bir saadet zinciri oluşturulmuş. Şüphesiz, bu kredilerin anapara ve faiz ödemeleri,
ya hiç yok ya da son derece az.
Değerli arkadaşlar,
bakın, usulsüz kredi işlemlerinin hemen hemen hepsi aynı niteliğe sahip;
devamlı hata yapılıyor -bir değil, iki değil- maalesef, kastî özelliklere
ulaşıyor.
Halk Bankasının 1997
yılı iş ve işlemlerinin yürütümünün denetimine ait YDK raporunda yer alan 51
temenniden, 10 ile 42 nci temenniler arasındaki toplam 14 temennide ise,
muhtelif şirketlere kullandırılan usulsüz kredi işlemiyle ilgili olarak banka
yönetiminin ihmal ve usulsüz uygulamalarının ortak özellikleri şunlardır:
Firmalar hakkında
istihbarat raporları eski yıllara dayanıyor veya genelde olumsuz istihbarat
raporlarına rağmen, ilgili firmanın kredi değerliği olmadığı açıkça
belirtilmesine rağmen, özellikle kredi veriliyor.
Değerli arkadaşlar,
istihbarat raporları aynı bankada görevli bir memur tarafından veriliyor; yani,
bir manada bağımsız bir kuruluş tarafından verilmesi gereken istihbarat raporu,
hem denetleyen hem de bunu icra eden banka şubesince realize ediliyor. Kredi
tahsis ve kullandırım şartları oluşmadan krediler açılıyor. Yeni kurulmuş
firmalara, üç günlük firmaya bile kredi açılmış; oysa, kredi yönetmeliklerinde,
normalde, firmanın, bir yıl sonra kredi alma hakkı doğuyor.
Kredi teminatları
yetersiz ve teminat olarak alınan gayrimenkul ipoteklerinde kıymet takdirleri
abartılmış, hatta, gayrimenkuller, ilgili tapuya tescil dahi edilmemiş.
Değerli arkadaşlar,
bu manada kamu bankalarının görev zararlarını irdelemek gerekirse, aktif
değerlerinde kayıtlı olan ipotek karşılığı mülklerin rayiç bedelleri
araştırıldığında, kamu bankalarının bilançoda deklare edilenlerin kat be kat
üstünde olduğu hepimizce malumdur. Zarar eden ve negatif işletme sermayesine
sahip olan firmalara, maalesef, sermayelerinin kat be kat üzerinde krediler
açılıyor.
Makine teçhizatına,
bütçe ve bilanço analizlerine bakmadan, sadece, fabrikanın konuşlanmasına göre
"işte, şu kadar metrekare yerleşim alanı var" gibi
değerlendirmelerle, maalesef, firma sermayesinin fevkalade üzerinde
kredilendirme yapılıyor.
Diğer özel bankaların
çoğunluğunu batırmış -kamu bankaları değil, dikkatlerinize sunuyorum- diğer
özel bankaların on ya da onbeş tanesinden kredi almış, bunların kredilerini
ödememiş, yetmemiş, aynı firmalar, diğer kamu bankalarından da -Vakıfbank'tan,
Halk Bankasından, Emlakbank'tan- kredi almış, aldığı bu kredileri riske ettiği,
geri ödemediği bilenen firmalara da, maalesef, bile bile, geri dönüşümünden hiç
ama hiç umut olmadığı halde, o zamanın banka yöneticileri tarafından, hatta,
yönetim kurulu yetkisi, genel müdür yardımcısı tarafından da kullanılarak,
maalesef, çok yüklü krediler verilmiştir.
Arkadaşlar, akreditif
açılmadan, sözlü beyana göre... Yani, ben, yıllarca teftiş kurulu başkanlığı
yaptım; KİT Komisyonunda görev yaptığım süreçte, hakikaten, sukutu hayale
uğradım; şöyle ki: Tabiri caizse bizi soyanlar, Anadolu'da "kevgir"
diye tabir edilen "ilistir" de denilen o küçük deliklerle
yetinmemişler, ellerindeki bizlerle, özellikle o delikleri genişleterek,
maalesef, suyun debisi ne kadar yüksek olursa olsun, hiç ama hiç su birikimine
fırsat tanımamışlar.
Banka anastatüsünün 4
üncü maddesinde, ağırlıklı olarak, esnaf ve sanatkârlara, KOBİ'lere kredi
verilmesi gerekirken, siyasî baskılarla, diğer şahıs şirketlerine ticarî
kredileri vermelerini anlamak mümkün değildir. Onun içindir ki, kamu
bankalarının içinin boşaltılmasında üçlü bir ortaklık söz konusudur. Bu olayın,
bir siyasî boyutu, bir müteşebbis boyutu, bir de bürokrat boyutu vardır. Bu
üçlü grup, ülkeye, Türkiye'yi zarara sokan "doğal afetler" diye
isimlendirdiğimiz fay hattında oluşan depremlerden daha çok zarar vermişlerdir;
zira, bunlar da, hep, maalesef, fay hattında birleşmişlerdir.
Yapılan istihbaratta,
fiilî veya potansiyel müşterilerin hukukî, malî ve ahlakî durumu, iş
yeterliliği ve girişimciliği, sektörün ve ekonominin genel durumu dikkate,
maalesef, alınmamıştır. İstihbaratın gizlilik esasına uyulmamıştır. 3182 sayılı
Bankalar Kanunun 46 ncı maddesine göre, bir firma, bir bankadan kredi talep
ettiğinde, talep ettiği kredinin miktarı 85 milyar ve üstü ise, bu bankanın
hesaplarının, bilançolarının, gelir-gider tablolarının bağımsız bir yeminli malî
müşavir tasdikinden geçmesi gerekirken, bu lazımeye dahi uyulmamıştır.
Yine, 97/10497 sayılı
Karşılıklar Kararnamesine göre, süresi içerisinde tahsil edilemeyen faiz ve
komisyonlar ile nakit kredi taksitlerinin tasfiye olunacak hesaplara
aktarılması gerekirken, maalesef 3182 sayılı Kanunun 52 nci maddesine uyulmayıp,
bunlar tasfiye edilecek hesaplar kuruluna aktarılmamıştır. Yetinilmemiş,
ayrıca, banka yönetimi, kendisini 4.12.1996/43-47 sayılı kararla, istisnaî
kararlar bağlamında, yönetimden de bazı şeyleri kaçırarak, kredilendirme yoluna
gitmiştir. Yeni banka yönetiminin komisyona verdiği cevaplarda da, maalesef, bu
kendilerinden önceki banka yönetiminin hatalı uygulamalarının altı çizilmiştir.
Değerli arkadaşlar,
Halk Bankasının 2001 yılı tasfiye olunacak alacaklar hesabındaki toplam rakam 1
katrilyon 110 trilyon 835 milyardır; bu, batık krediler toplamıdır. Bundaki
payın yüzde 90,4'ü olan 1 katrilyon 4 trilyon 245 milyar lirası, borcu 500
milyarın üzerinde olan 203 tane firmaya aittir; dikkatlerinize sunuyorum,
yaklaşık 1 katrilyon 4 trilyon lirası, 203 tane firmaya ait; yüzde 2,6'sı, yani
28 trilyon 567 milyar lirası ise 200 ilâ 500 milyar lira kredi alan 88 firmaya
ait; bankanın esas görevleri arasında olan esnaf ve KOBİ'lerin payı ise yüzde 7
ve tutarı 78 trilyon 23 milyar lira, aldıkları para 200 milyarın altında; borcu
olan firma adedi ise yaklaşık 27 000.
Değerli arkadaşlar,
27 000 esnafın icraî takiple tezgâhı kapatılıp, dükkânının kepengi kapatıldığı
halde; yani, 78 trilyon için 27 000 kişi hakkında takibat yapıldığı halde, 1
katrilyon 4 trilyon için 203 firma hakkında hiç takibata baş vurulmaması
izahtan varestedir gerçekten.
Değerli arkadaşlarım,
peki, tüm bu siyasî ve ekonomik bozukluğun yanında, bir de, idarî ve denetim
zafiyeti, artı, hukukî yetersizlik bunda büyük bir rol oynamış mıdır; doğrudur,
oynamıştır.
Çok değerli
arkadaşlar, zaten, eskiden eşkıya, dağlarda sipere gizlenerek soygun yaparmış.
Şimdiki eşkıya kıravatlı olarak aramızda dolaşıyor. Bunlar, önce, hukuken
önlerinde manîa olarak gözüken hususlarda birtakım değişiklikleri yapıyorlar,
ondan sonra, maalesef, her türlü soygunu, usulsüzlüğü, yolsuzluğu yapıyorlar.
Bakınız, 4743 sayılı İstanbul Yaklaşımı olarak bilinen Yasa, 1211 sayılı Merkez
Bankası Kanununda değişiklik yapan 4651 sayılı yasa, CMUK'un 143 üncü maddesi,
Türk Ceza Kanununun lehte kullanmaya şamil 2 nci maddesi, bu tür engelleri
maalesef ortadan kaldırmıştır. Soruyorum size: Batık bankalar diye adlandırılan
bankaların içini boşaltanların şu anda hüküm giymiş olanları var mı? Kamu
bankalarının statüsü, bu İstanbul Yaklaşımıyla özel bankalar statüsüne dahil
edilmiş ve onların, şu anda kamu sorumluluğu yok devlet memuru olarak. Sadece,
Türk Ticaret Kanununun 341 inci maddesine göre bunlar hakkında cezaî işlem
yapılabilecek. Bunların alacağı ceza da ya emniyeti suiistimal ya da vazifeyi
ihmalden azamî bir yıl ve bunlar da paraya çevrilecek suçlar olduğu için
yatacakları hiçbir gün yok. Ondan sonra, hepimiz görüyoruz ki "vatan
sizinle gurur duyuyor" diye, bizim yarınlarımızı çalanlar alkışlanıyor
arkadaşlar. Buna son vermek mümkün mü; elbette mümkün. Bunun için, Meclisimizin
yapması gereken şeyler var mıdır; bunları kısaca özetlemek istiyorum:
Değerli arkadaşlar,
gelin, AK Parti ve CHP olarak, demokrasiyi parakrosinin esaretinden kurtaralım.
Şartlı ibra denilen şeyi reddedelim. Devlet çeşmesinden su içenlerin bir gün
susuz öleceklerini birilerine değil birçoklarına hatırlatalım. Halk tabiriyle,
hamam suyuyla dost gönülleyenlere dur diyelim. Sadaka verirken dahi gösterilen
hassasiyetin, devlet bankalarından kredi verilirken gösterilmemesini anlamak
mümkün değildir.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
HAMZA ALBAYRAK
(Devamla) - Bu arada, kamu bankalarının ya da özel bankaların Tasarruf Mevduatı
Garanti Fonu kapsamından çıkarılması gerekmektedir. Bu, aslında, serbest
ekonomiye de terstir; çünkü, burada bir düalizm vardır. Reel sektörde zarar
edildiğinde, kamu, devlet diyor ki, kardeşim basiretli davransaydın, zarar
etmeseydin!.. İçi boşaltılan bankalara Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu
tarafından el konularak devletleştirildiğinde, Tasarruf Mevduatı Garanti Fonu
kapsamında, onun bütün zararını devlet üstleniyor. Bu arada, bankanın,
şahıslardan olan alacağını 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında
Kanuna göre yapıyorsunuz; ama, maalesef, devlete olan borçlarını, kamu bankalarına
olan borçlarını bu madde doğrultusunda takip etmiyorsunuz!..
Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de, bankanın içini boşaltmak, yani, amiyane tabirle banka soymak kadar
kolay bir şey yok; çünkü, serbest ekonomide, yani, günümüz bankacılığında,
hakikaten, bankaları soymak için önünüzde aslında bir engel yok, arkanıza
siyasî destek almışsanız, bürokratla da paylaşmasını biliyorsanız, mesele
kendiliğinden halloluyor. Onun için, biz, diyoruz ki, bankalar ekonomi içindir,
ekonomi bankalar için değil. Türkiye "banka kur, devlete para sat, hiç
üzerine risk alma, sırt üstü yat" uygulamasından bir an önce
kurtulmalıdır.
Değerli arkadaşlar,
1997 yılının Halk Bankasının, iş ve işlemlerine ilişkin -en son Komisyonumuz
tarafından alınan kararda- biraz önce detaylarını huzurlarınızda aktarmaya
çalıştığım zararı, 1997 yılı sonu itibariyle 580,771 yani, rayiç bedele
uygulandığında, bu zarar çok daha artacaktır.
Banka yönetiminin
2001 yılında el değiştirmesiyle, 24.2.2001'de, 14.4.2001'de, 16.8.2001'de,
29.11.2001'de; birincisinde normal, diğerlerinde olağanüstü genel kurula
gitmesini anlamak da mümkün değildir. Bu genel kurula gidilerek ne yapılmıştır;
yönetim kurulu üye sayısı 6'dan 11'e, genel müdür yardımcısı sayısı da 7'den
15'e çıkarılmış ve 14.4.2001 tarihi itibariyle, genel müdür yardımcılarının
aldığı net maaş ise 7 250 000 000'a çıkarılmıştır. İşte, bankada yapılan
iyileştirmeler bunlar.
Ben, Yüce
Meclisimizin, yapılan bu usulsüzlüklere ve banka içi boşaltmalara karşı
Komisyonumuzun hazırladığı rapora itibar edip, ibra edilmeme noktasında karar
vereceğinden eminim.
Hepinizi tekrar
saygıyla selamlıyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Albayrak.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Saygıdeğer Başkanım, Yüce Meclisin çok değerli
üyeleri; Türkiye Halk Bankasının tasvibe sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine
ait, 3346 sayılı Kanunun 8 inci maddesi uyarınca hazırlanan rapor KİT
Komisyonumuzda görüşüldü ve KİT Komisyonumuzda yapılan itirazla, gerek AK
Partinin ve gerekse Partimizin KİT Komisyonu üyesi arkadaşlar, bunun ibra
edilmemesi yönünde oy kullandılar; çünkü, bu Meclisin bir temel görevi de, bu
tür konuları en ince detayına kadar incelemesi ve kamuoyuna sunmasıdır.
Değerli arkadaşlarım,
Türkiye Halk Bankasının temel görevini size arz ediyorum: Yasasında
"esnaf, sanatkâr, küçük esnaf, orta ölçekli sanayi ve diğer kuruluşlarının
kredilendirilmesinin yanında, tüm bankacılık hizmetlerini yapmak ve aynı
zamanda, küçük ve orta ölçekli sanayi sektörünün Kalkınma Bankası görevini
yürütmek" şeklinde tanımlanmıştır, özellikle, bunu, bilgilerinize sunmak
istiyorum; bankanın kuruluş amacı budur. Yani, bankanın temel amacı, küçük esnafa,
orta ölçekli firmalara ve diğer sanayi kuruluşlarına finans desteği yapmaktır;
temel amacı budur.
Tabiî, Sanayi
Devrimiyle 19 uncu Yüzyılda teknolojik gelişme sağlanmış olmasına karşın,
toplum yaşamında gerekli gelişme sağlanamamış, özellikle, gelişmekte olan
ülkeler ve azgelişmiş ülkeler yeterli sermayeyi bulamamış ve bu gelişmeye ayak
uyduramamıştır. Toplum katmanları arasındaki farklar büyümüş ve sonuçta, geniş
kitleler yoksullaşmıştır. Geniş kitlelerin üretimdeki temsilcileri olan esnaf,
sanatkâr ve küçük ticaret erbabı, gelişmiş ülkeler karşısında yok olmuşlardır,
serbest rekabete dayanamamışlardır.
Halk bankacılığı,
sosyal ve iktisadî hayatta, orta sınıfın güçlenmesi ve etkin kılınması amacına
yönelik bir politika, toplumdaki barışın temel ilkesidir. Orta sınıf olarak adlandırılan
esnaf, sanatkâr, küçük ticaret erbabı ve emekle geçinen kesimler, bu süreçte
rekabet edemedikleri için, kaderleriyle baş başa kalmışlardır. Ülkemizde
izlenen ekonomik kalkınma modelleri, bu sınıfları, iş yapamaz duruma
getirmiştir.
Halk bankacılığı,
para ticareti yapan bir kurum değil, ülkenin iktisadî amaçları yanında sosyal
amaçlarına hizmet eden bir yapıda olmalıdır. Amacı kâr değil, sosyal sınıfların
ayakta durmasının etkin bir aracı olmalıdır.
Birinci Dünya Savaşı
sonrasında, ülkemizde, kredi ihtiyacını karşılayacak kurum yoktu. Savaşın
yarattığı, olumsuz konjonktürün yarattığı sonuçlar neticesinde geniş kitlelerin
ne kadar zor durumda kaldığını hepimiz biliyoruz; ancak, bu insanlarımız,
bireysel kalkınmayı değil, toplumsal kalkınmayı hedef almışlardır; şahsî
menfaat yerine, toplum menfaatını önplana çıkararak, mücadele etmişlerdir.
1930'lu yıllarda
sadece Ziraat Bankası vardı. 1924 yılında İş Bankası kuruldu. Halk Bankası,
1938 yılında, sadece Halk Sandıklarına kredi açmak amacıyla kuruldu ve 1950
yılında ise, esnaf dernekleri ve kooperatiflere de kredi veren bir kurum haline
getirildi. Halk Bankası, küçük sanayicilere kredi veren bir kurum oldu. Halk
Bankası, 1984 yılındaysa, amaç maddesinde belirtilen görevlerini yerine getirme
temel göreviyle görevlendirilerek, daha geniş kesimlere destek olacak bir banka
hüviyetine kavuşturuldu.
Halk Bankası,
kurulduğundan 1990 yılına kadar Türkiye'de önemli işlevleri yerine getirmiştir;
özellikle, o günlerin orta ölçeklisi, belki de bugünlerin büyüğü olan ve
sağlıklı büyüyen her firmasında önemli katkısı vardır. Bu katkıları kimse
unutamaz; çünkü, bu dönemde, banka, her türlü siyasî iradenin dışında, temel
görevini yapıyordu.
Siyasî irade dedim
arkadaşlar. Tabiî, kurumları kişiler yönetir; ama, kamu bankalarının bu hale
gelmesinin birincil unsuru, temel unsuru siyasî iradedir. Siyasî irade
olmaksızın bu bankalarda bunlar olmazdı. Onun için, görevini kim yerine getirmediyse,
görevini kim ihmal ettiyse, tabiî, eğer bir suçu varsa, onlar suçludur; ama, burada
baş suçlu siyasî iradedir. Eğer, siyasî irade müsaade etmeseydi, kamu
bankalarının hiçbiri bu duruma gelmezdi. O dönemde kamu bankaları özerk
kurumlar değildi, yönetimlerini ve genel müdürlerini siyasî irade atıyordu.
Halk Bankası, 1990'lı
yıllardan sonra, toplumsal kalkınmadaki temel amaç ve hedeflerini ikinci plana
attı; yani, bankanın temel amacı olan esnaf ve sanatkârı fonlamak yerine, daha
çok ticaretin finansmanına doğru yöneldi.
Siyasetin kendi
yandaşlarını koruma ve kollamasını üstleneceksin, bankada görev yapan kişileri
siyaset uğruna sindireceksin; görevini görev bilinciyle yapan kişileri
siyasetçi tedirgin edecek ve görevden alacak, banka kaynaklarının önemli bir
kısmını hiç fizibl olmayan -proje kredileri yerine- rantabl olmayan ticarî
kredilere aktaracaksın ve siyasî baskılara boyun eğdireceksin!.. İşte, Halk
Bankasının bu aşama gelmesindeki birinci unsur siyaset ve siyasetçidir. Bu Yüce
Meclis bunu artık kabul etsin.
Siyasî irade, hiçbir
zaman bankalardan elini çekmedi, özellikle kamu bankalarının
özerkleştirilmesinde asla bir adım atmadı. Bunun sonucunda nereye gidildiğini
şimdi daha iyi görüyoruz.
Tabiî, elimizde 1997
yılı raporu var. 1997 yılı raporuna baktığımızda ki, küçük veya demin
konuşmacıların arz ettikleri, 14 firma olarak yorumladıkları firmalar, 2001
yılına gelindiği zaman bir dünya firma yapıyor. Eğer, o gün siyasî irade bunlara
müsaade etmeseydi, bu bankalar bu hale gelmezdi arkadaşlar.
Bir bakıyorsun,
Yüksek Denetleme Kurulu raporunda 14 madde gözüküyor, 2001 yılı raporunda bu 47
madde!.. Onun için, bana göre, olayın birinci halkası, siyaset ve siyasetçidir;
onlar buna neden olmuştur. Bunu, lütfen, bu Yüce Meclis çatısı altında hepimiz
kabul edelim.
Banka genel müdürünü
atayacaksın, yönetim kurulunu atayacaksın, her yıl bankalar yeminli murakıbının
raporları eline gelecek, Yüksek Denetleme Kurulu raporu eline gelecek, bunları
göreceksin ve hiçbir şey yapmayacaksın!.. Veya bunları acaba o bankayı
yönetenler mi yaptı, yoksa, birileri yaptırdı mı; bu soruyu sormamız lazım;
yani, biz, hata yapan, yanlış yöneten insanları sorgulamak yerine, eğer, olaya,
çok dar bir gözlükle, basit bir gözlükle bakarak, bu adamları her türlü
mahkemeye verelim, her şey, en küçük detay yargıya intikal etsin der ve olayın
sadece bu penceresinden bakarsak, içinden çıkamayız; geniş pencereden bakmalı
bu Yüce Meclis.
Sizlere soruyorum:
Halk Bankasının, temel görevi olan, esnaf, sanatkâr, esnaf kooperatifleri ve
küçük sanayiciye verdiği desteklerde sorun yaşandı mı? Dünyanın en sağlam
kredisi esnafa verilen kredi. Hangi esnafta para batmıştır? Hangi esnaf kefalet
kooperatifine verilen kredi batmıştır? Türkiye'de, tüm illerimizde esnaf
kefalet kooperatifleri var. Bir esnaf, kredi borcunu ödemediği zaman, o esnaf
kefalet kooperatifindeki hiçbir üye yeni kredi alamıyor. Onun için, bunların
hepsi birbirlerine kefildirler, hem de müteselsilen; yani, bir adamın 10 milyar
borcu varsa, kooperatif kanalıyla bir kredi almışsa, o kişinin 10 milyar
kredisi ödenmeden, o kooperatif yeni bir kredi alamaz. Onun için, dünyada,
bundan daha sağlam, bundan daha... Bir ilçede, belki 150, 200, 250 kişi,
birbirlerine sorumlu kefil oluyorlar ve bana göstersinler; tek bir tane esnaf
kefalet kooperatifinin kredisinin ödenmediğini bana göstersinler.
Halk Bankasının,
esas, temel amacı bu. Siz, hedefiniz olan insanlara destek olmayacaksınız,
amacınızdan çıkıp, temel yasanızdan çıkıp, 100 000 000 dolar, 150 000 000
dolar, tek kalem krediler açacaksınız. Bu bankanın temel yasasında bu yok.
Devlet olarak Halk
Bankasına yeni görevler vereceksin; Halk Bankasına, TÖBANK'ın, Sümerbank'ın ve
Emlak Bankasının tasfiyesini yaptıracaksın; arkasından, Halk Bankasının
kaynaklarını buralarda harcayacaksın; sonunda "görev zararı" deyip,
yüzde 500'lerle, yüzde 1000'lerle, yüzde 2000'lerle para toplayacaksın. Bu,
dünyanın neresinde var?! Devlet baba "Sümerbank'ı tasfiye et, Emlak
Bankasını tasfiye et, TÖBANK'ı tasfiye et" diyor. Tabiî, Halk Bankasının
birtakım kaynakları buralara gitti. Kendi kaynaklarını buralara harcayacaksın,
ondan sonra dönüp "kaynağım yok" deyip, piyasadan para toplayacaksın
ve herkes, maalesef, gariptir, bir tarihlerde repo piyasasında, Halk Bankasına
para yatırmak için kuyruğa giriyordu; çünkü, en yüksek faizi veriyordu. Çok
büyük ihtiyacı vardı, dönmek zorundaydı ve en yüksek oranda repo faizi veren
bankaydı. Herkes oraya parasını yatırmak için kuyruğa giriyordu. Bu insanları,
paralarını Halk Bankasında repo yapması için kuyruğa sokacaksın ve böyle bir
banka olacak ve sonunda, bunun adı -bana göre- siyasetin sorunlarına sorun
katma anlayışıdır. Siyasetçinin ve siyasetin, o bankayı düzenlemek, o bankaya,
başka bankaların sorunlarını yıkarak, sorunlara sorun katmak...
Peki, soruyorum: Tüm
bunlar olurken, acaba, bunlara neden olan hiçbir siyasetçi sorgulandı mı?..
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) - Kimdi o bakan?.. Bakan kim?..
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) - Sorgulanmadı; ben hatırlamıyorum, bilmiyorum.
Bugün, dikkatinizi
çekmek istiyorum, Halk Bankasının toplam plasmanları içerisinde, yani kredileri
içerisinde, esnaf kefalet kooperatiflerine ayırdığı kaynak 30 000 000 dolardır.
Bir daha söylüyorum: Tüm Türkiye'de, esnafımıza, esnaf kefalet kooperatiflerine
bugün için Halk Bankasının verdiği kredi 30 000 000 dolardır. Yani, Türkiye'de
buldozer olan, Türkiye'deki geniş kitlelere, birçok insana istihdam sağlayan
esnaflara verilen bu 30 000 000 dolar kredi, acaba, hakikaten... Yani,
gülünçtür, ayıptır. Biz esnafımızı sevmiyoruz, biz esnafımıza bir şey
vermiyoruz. O insanların bir yere gitmesini istemiyoruz galiba; esnafımızın büyümesini
istemiyoruz, esnafın yok olmasını istiyoruz biz. Bundan bu çıkar. Arkadaşlar,
tüm Türkiye'de, 81 ilimizde 30 000 000 dolar... Bunlar isyan etmesin de kim
isyan etsin!.. Tek firmaya 100 000 000 dolar veriyorum ve Türkiye'deki tüm
illerdeki esnafa verilen kredi toplamı, bugün için 30 000 000 dolar.
Peki, bu insanların
üretime katkısı yok mu? Bu insanlar ne yapacak? Bu insanlar, araç-gereç,
makine, teçhizat yenilemesi yapmayacak mı? Sonuçta, bunların hepsi, bu esnaf
yok oluyor.
Esnaf ve sanatkârı unutup,
bankayı, kendi yasasında belirtilen temel amacının dışına çıkaracaksın, sonra
da, ülke kalkınmasını, üretim ve istihdamı konuşacaksın!
Dünyanın her
ülkesinde... Batılı ülkelere bakın... Hatta, Sayın Aziz Akgül Bey geçenlerde
Bangladeş'e gitti; Bangladeş'te bile küçük kooperatifler, onlar kanalıyla,
esnaf, küçük esnaf ve sanatkâr finanse ediliyor; onlara araç-gereç kredisi
veriliyor. Dünyanın her tarafında esnafın, Almanyasından tutun Amerikasına
kadar, bir uzun vadeli araç-gereç fonlaması, artı işletme kredisi fonlaması
vardır; ama, bir tek Türkiye'de, maalesef, esnaf unutuluyor, küçük sanayici
unutuluyor, sanatkâr unutuluyor ve sonuçta da, katmanlar arasındaki fark böyle
büyüyor. Yok olacaklar eğer biz bu kafayla gidersek. Esnafımız kepenk
kapatacak, binlerce insan daha işsiz kalacak; çünkü, rekabet şansları yok.
Halk Bankası, her yıl
bankalar yeminli murakıpları ve Yüksek Denetleme Kurulu tarafından ayrı ayrı
denetleniyor, her yıl raporları ilgili mercilere iletiliyor. Bu raporları hiç
kimse görmedi mi?! Baktığınız zaman, her yılın raporunda sözü edilen sorunlar
daha çok küçük boyutta iken, siyasî irade, işine gelmediği için dikkate dahi
almadı; belki de, onlarca denetim görevini yapan insan ve denetim elemanları
siyasî irade tarafından cezalandırıldı.
Özetle, siyasî
iradelerin, ülke kalkınması yerine kişisel yandaşlarının kalkınması modeli,
Türk bankacılığının bugüne gelmesinin temel unsurunu oluşturmuştur.
Görev zararları
içerisinde yer alan esnaf ve sanatkârlar kooperatifine ait görev zararına
kesinlikle katılmıyorum. 356 trilyon diyorlar... Burada, 1997 raporunda, 500
küsur trilyonluk bir görev zararı açıklanmış; kesinlikle katılmıyorum. Siz,
bankanın kaynaklarını, çok yüksek dilimlerle açtığınız temel amacın dışındaki
kredilere tek kalemde vereceksiniz, daha sonra da, en yüksek faizle para
toplayan banka olacaksınız, piyasanın 10-15 puan üstünde faiz vereceksiniz, daha
sonra da, yüksek faizlerin ortalaması üzerinde bir rakam bulacaksınız ve
Hazineye diyeceksiniz ki "senin verdiğin görev nedeniyle bu kadar zarar
ettim." Olmaz böyle bir şey, yok böyle bir şey! Bu zarar, esnafa verdiğin
krediden kaynaklanmıyor. Esnafa kaç para verdin ki?!
Türkiye, son onbeş
yıldır, değişik tarihlerde, önemli ekonomik krizler yaşamıştır. Gerçek üretim
yapan, her şeyiyle üretim için seferber olan birçok kurum ve firma, dönem
dönem, zor günler geçirmiştir. Finansman darboğazına giren iyi niyetli binlerce
kurum da, izlenen ekonomik modeller nedeniyle çok güç durumlarda kalmıştır.
Elbette, bu kurumlar içerisinde Halk Bankasına borçlu olan firmalar da vardır
ve olacaktır; ancak, belirli bir süreç içerisinde, bu firmalar, borçlarını
onurluca yeniden yapılandırmışlardır; ancak, ülkede yaşanan krizin etkisi ve
hükümet değişikliklerinde veya bankaların yönetim değişikliklerinde iyi niyetli
pek çok kişi bir gecede yok edilmiştir, yaşlar ile kurular aynı kefeye
konulmuştur. Özellikle, yönetim değişikliklerinde birçok firma, üretim mantığı
gözetilmeden yok edilmiştir. Ülkenin temel sorunu üretimdir. Eğer, bir baca
tütüyorsa, bu bacayı nasıl söndürürüm mantığı yerine, acaba, bu baca nasıl daha
fazla üretim yapar mantığına gelmez isek, toplum olarak yok oluruz; tıpkı son
onbeş yılda olduğu gibi.
Değerli
milletvekillerim, Halk Bankası Genel Müdürlük ve şubelerinde görev yapan büyük
çoğunluktaki arkadaşlarımız, birçok insan çok zor koşullarda ve yoğun iş yükü
altında, mesai saati tanımaksızın cansiparane görev yapıyorlar. Bu arkadaşlar,
sadece ekmek parası peşindeler. Siz, bir de, hükümetlerin ve yönetimlerin, hak
etmediği halde, talimatla -altını çiziyorum, talimatla- zorla ve işten atma
tehdidiyle görev yapmaya zorlanan çalışanların içinde bulunduğu psikolojik
durumu düşünün. Bu insanlara Allah yardım etsin.
Halk Bankası Genel
Müdürlük makamı ve yönetim kurulu üyeleri, siyasî iradeyle, yani, hükümetler
tarafından belirlenmiştir ve belirleniyordu. Siyasî irade, ülkeyi en iyi
şekilde yönetmek amacıyla göreve talip olmuyor mu?! Peki, Halk Bankasında bu
kadar yönetim hatası oluyor da, neden kayıtsız kalınıyor?! Sorunun temel nedenini
buradan hareket ederek aramamızın en doğru olacağı kanısındayım.
Ayrıca, 1997 yılında
oluşan bu olumsuzluklar, acaba, bugüne kadar neden bekletildi, niçin
bekletildi?!.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Efendim,
tamamlar mısınız.
Buyurun.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
Yüksek Denetleme
Kurulu raporu içeriğinde usulsüz işlem olarak belirtilen noktalarla ilgili
olarak, kurumda görev yapan herkesi suçlamak son derece yanlıştır. Bu işlemler
nedeniyle pek çok konu yargıya intikal etmiştir, birçoğu yargı sürecindedir. Bu
nedenle, yargının nasıl hızlandırılacağının çözümlerini birlikte aramamız
gerektiğine inanıyorum. Yargıya intikal etmeyen en küçük detay kalmamalıdır,
her şey yargıya intikal etmelidir. Sonuçta, kötü niyetli borçluların en
acımasızca takip edilmesi gerekir. Özellikle kötü niyetli borçlulara karşı,
yasalarımızda boşluklarımız çoktur. Bu ülkede her şey, hep, kötü niyetlilerin
yanına kâr kalıyor, yapanın yanına kâr kalıyor. Artık, bu ülkede, üretenle üretmeyeni,
dürüstle dürüst olmayanı ayırmazsak, özellikle gençlerimiz, ülkenin
geleceğinden kuşku duyuyorlar. Sistemin bu açıdan irdelenmesi kaçınılmazdır.
Değerli
milletvekilleri, 1997 yılına ait hesapların 2003 yılına kadar bu Meclis
tarafından, ne kadar geç bir süreç içerisinde sorgulanması gerçeğini bir türlü
hazmedemiyorum. Neden altı yıl bekletildi, altı yıl içinde alınacak yol bugüne
kaldı? Sorunlar yumağı işlemler altı yılda acaba kül oldu uçtu mu; uçmadı mı acaba? Bu firmaların hepsi bekliyor
mu? Paranızı ödeyeceğim mi diyorlar acaba? Bu firmalar acaba ayakta mı? Altı
yıl sonra temel bir görevi yapmış olmanın sorumluluğunu yerine getiren bu Yüce
Meclisin, bu konuları ilk yılında çözümlemeye gitmesi ve siyasî ve idarî
-altını çiziyorum, siyasî ve idarî- sorumlulukları olan herkes için en etkin
şekilde yargı yoluna başvurması kaçınılmazdır.
Saygıdeğer
milletvekilleri, Halk Bankasının 1997 yılı hesap ve işlemlerinin en kısa
süreçte, en ince detayına kadar, yargıya intikalinin sağlanmasını Yüce
Meclisten bir kez daha istirham ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Aslanoğlu.
Şahısları adına,
Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu?.. Yok
Adana Milletvekili
Sayın KemalSağ, buyurun. (Alkışlar)
KEMAL SAĞ (Adana) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin
tasvibe sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine ait Kamu İktisadî Teşebbüsleri
Komisyon raporu ve bu rapora yapılan itiraz ile komisyonun görüşü hakkında
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Büyük Millet Meclisi
KİT Komisyonu denetimine tabi olan Türkiye Halk Bankasının 1997 yılına ait
hesap ve işlemleri, 11 Ocak 2001 tarihindeki toplantıda, dönemin KİT
Komisyonunca şartlı olarak ibra edilmiştir. Şartlı ibra raporunun dağıtımını
müteakip rapora itiraz edilmiş, 5 Şubat 2003 tarihli KİT Komisyonu
toplantısında itiraz edilen konuların incelenmesi sonucunda, itiraz konularının
doğru olduğu ve 1997 yılı hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesi karara
bağlanmıştır.
Benden önceki sayın
konuşmacıların belirttiği gibi, Türkiye Halk Bankasının temel amacı, KOBİ'leri
ve esnafı malî yönden desteklemektir. Zaman zaman, muhtemelen siyasî
iktidarların politik baskıları sonucunda, Türkiye Halk Bankası da, maalesef,
diğer bazı kamu bankaları gibi amaçları dışında yönlendirilmiş ve dolayısıyla,
mevzuata uymayan birçok bankacılık işlemi, tabiîdir ki, daha ziyade haksız
kredilendirme işlemleri ortaya çıkmıştır. Bunlardan birçoğu iyi kamufle
edildiği için, belki de hâlâ gün ışığına çıkmamış; ama, bazı kredi işlemlerinde
de mızrak çuvala sığmamıştır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bugün görüşmekte olduğumuz Türkiye Halk Bankasının 1997 dönemi
işlemlerinde de, mızrağın çuvala sığmadığı bazı kredi işlemleri söz konusudur.
Ben, milletin bu kürsüsünde ağdalı sözlerle politika yapmak yerine, doğrudan
doğruya, dikkatimi çeken, tartışma konusu olan dönemdeki bazı kredi işlemlerini
ortaya koymak istiyorum. Yalnız, açıklamalarımda firma adı belirtmem kanunen
mümkün olmadığı için, ancak kot adlarıyla belirteceğim. Bu da çok enteresan bir
hüküm doğrusu. Bankalar Kanunundaki bu hüküm uyarınca, KİT Komisyonu üyesi olan
milletvekilleri olarak bizler bile firma isimlerini, maalesef, öğrenemiyoruz,
öğrendiklerimizi de açıklayamıyoruz. Şunu hemen belirteyim ki -belki sadece bir
tesadüf de olabilir- Yüksek Denetleme Kurulu raporlarında incelenmesi ve
soruşturulması istenilen kredi işlemlerinden 7 adet firmayla ilgili olanları,
aynı zamanda, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunca da incelenmiş ve 18
Eylül 2001 tarihli bir yazıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda
bulunulmuş, Başsavcılıkça da 15 Kasım 2001 tarihinde soruşturma izni
verilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, ek bir bilgi daha sunmak istiyorum. Yüksek Denetleme Kurulu
raporunda, 1997 yılı hesaplarına ilişkin olarak incelenmesi ve soruşturulması
istenilen hususlar hakkında, 1998, 1999, 2000 ve 2001 yılı raporlarında da
soruşturma açıldığına dair herhangi bir bilgi yer almamıştır. Zaten, henüz,
2002 raporu da KİT Komisyonuna ulaşmamıştır. Demek ki, bugüne kadar, bu konular
hakkında herhangi bir ciddî işlem yapılmamıştır.
Şimdi, KİT
Komisyonunda itiraz nedeni olan kredi işlemlerini kısaca hatırlatmak istiyorum:
İstanbul Levent Şubesi, 52, 71, 94 ve 95 sabit numaralı firmalar; yine, Levent
Şubesi, 51 sabit numaralı firma; İstanbul Şirinevler, 116 nolu firma; İstanbul
Levent Şubesi, 73 kod nolu firma; Bakırköy Şubesi, 468 kod nolu firma; İstanbul
Levent Şubesi, 84 sabit numaralı firma; Ankara Köroğlu Şubesi, 94 ve 109 nolu
firma; İstanbul Karaköy Şubesi, 866 ve 870 nolu firmalar; Kahramanmaraş Merkez
Şubesi, 2427, 2428, 2429, 2430 sabit numaralı firmalar; İstanbul Salıpazarı,
228 sabit kotlu firma; İstanbul Levent Şubesi, 101 sabit numaralı firma; Bursa
Çekirge Şubesi, 428 sabit numaralı firma; İzmir Şubesi, 1384/1 ve 1384/2 numaralı
firma ve Ankara Aydınlıkevler Şubesi, 113 nolu firma.
Yukarıda belirttiğim
toplam 14 grubun aldığı kredilerin bugünkü banka alacak değeri, kabaca, 1
katrilyon Türk Lirasının üzerindedir sayın vekillerim. Bu krediler, yıllarca
tahsil edilmediği ya da edilemediği şöyle dursun, bu kredilerin açılmasında
imzası olanlar hakkında, genel olarak, bir işlem dahi yapılmamıştır.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ben, bu konuları itiraz ederek KİT Komisyonunun gündemine
taşıyan Sayın Ergün Dağcıoğlu ve arkadaşlarına teşekkür etmek istiyorum; ancak,
Sayın Dağcıoğlu ve mensubu olduğu AKP Grubunun, dönem ve siyasî parti ayırımı yapmaksızın, hakkında ciddî bulgular
olan her türlü yolsuzluk iddiaları için de, siyaseten tutarlı ve etkin olmak
adına aynı duyarlılığı göstermelerini, doğal olarak, bekliyorum. Bu dönem görev yapan KİT Komisyonu da, bir
ilke imza atarak ve daha önce şartlı ibra edilen bir dönemin kredi işlemlerinin
mevzuata aykırı olduğunu tekrar görüşmeye açarak, bunu ortaya koymuştur.
Komisyonumuz, söz konusu dönemin yöneticilerinin 1997 yılında bankayı iyi
yönetemediklerini ve zarara uğrattıklarını kabul etmiş ve dolayısıyla,
raporunu, ibra edilmemesi görüşüyle Yüce Heyetinize sunmuştur.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hatırlarsanız, yıllar önce Cumhuriyet Halk Partisi Türk
Ticaret Bankası konusunda da aynı tavrı göstermişti, bugün de, yine, aynı tavrı
Cumhuriyet Halk Partisi olarak gösteriyoruz. Demin dediğim gibi, AKP Grubunun
da bu tavrı her zaman sergilemesini bekliyoruz.
İMDAT SÜTLÜOĞLU
(Rize) - Biz her zaman sergileriz.
KEMAL SAĞ (Devamla) -
Teşekkür ederim.
Bu olay, kanımca,
diğer kamu bankalarına ve sayın yöneticilerine ışık tutmalı, kamu bankalarının
ve dolayısıyla bu ülkenin kaynaklarının yerinde ve verimli bir şekilde
kullanılmasına dikkat edilmesi açısından göz önünde bulundurulmalıdır.
Sözlerimi tamamlarken
bir hususu daha açıklama gereği duyuyorum. Ben ve mensubu olduğum Cumhuriyet
Halk Partisi, Türkiye Halk Bankasının 1997 yılı işlemlerinin ibra edilmemesi
yönünde oy kullanırken, konunun yargıya intikal ettirilmesindeki amacımız,
Türkiye Halk Bankasının tüm yetkililerini suçlamak veya töhmet altında bırakmak
değildir kesinlikle. Amacımız, ak ile karanın ayrılması, yani, suçlu
görüleceklerin cezalarını çekmesi; ancak, suçsuz olanların da kamuoyu nezdinde
aklanmasının sağlanmasıdır.
Bilindiği gibi, son
yıllarda, ekonomimiz, kriz üstüne kriz yaşıyor ve bir türlü rayına giremiyor.
Birçoğumuzun yaygın olarak paylaştığı ortak kanaate göre de, ekonominin
sağlıklı bir düzeye gelmeyişinin temelinde Türk bankacılık sisteminin zafiyeti
yatıyor. Ekonomik yönden güçlü gözüken bazı grupların kendi bankalarından ya da
çapraz olarak birbirlerinin bankalarından kredi kullanmaları, bilinen yaygın
uygulamalardır. Hepimiz, elbirliğiyle, bu çarpıklık başta olmak üzere,
bankacılık sistemimizi bir an önce yanlışlıklardan arındırmalı ve çağdaş
bankacılık düzeyine getirmenin yollarını bulmalıyız.
Umarım, KİT
Komisyonumuzun, Türkiye Halk Bankasının 1997 yılı hesap ve işlemlerinin ibra
edilmemesi konusunda gösterdiği bu duyarlılık, Yüce Heyetinizce de aynen
paylaşılacak ve belki de, ekonomi düzeni açısından Türk bankacılığına bir uyarı
olacaktır.
Bu düşüncemi sizlerle
paylaşıyor, hepinize en içten saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Sağ.
Sayın
milletvekilleri, şahısları adına başka söz isteyen olmadığından...
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, ben varım.
BAŞKAN - Sayın Ergün
Dağcıoğlu'nun hakkı kaybolmadı.
Buyurun Sayın
Dağcıoğlu.
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Tokat) - İhkakı hak oldu; sağ olun Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar,
az önceki konuşmacı arkadaşımız, bize teşekkürleri parantezinde "mensubu
olduğu AK Partinin, bu yolsuzlukların, usulsüzlüklerin üzerine daha ciddî
gideceğini ümit ediyorum" demişti. Tarihte, zannediyorum, iktidar
partilerinin, kendi milletvekilleri vasıtasıyla değil, genellikle muhalefet
partisi milletvekilleri vasıtasıyla bu tür yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin
üzerine gidilmesine alışılmıştı. Zatıâlinizin de az önce ifade ettiği gibi,
tarihte bir ilki gerçekleştirdiğimiz bugün, bir AK Parti, yani iktidar partisi
milletvekili olarak, buna, biz ön açtık. Bu böyle devam edecek, rahat edebilirsiniz,
huzurla geleceğe bakabilirsiniz diyorum.
Şimdi, bu haksız ve
usulsüz kredilerin firmalara verilmesi konusunda yarıya bölünen konuşmamda, bir
bankanın genel müdür muavininin, yönetim kurulu yetkisini kullanmak suretiyle,
grup firmalarına kaynak aktarıp, daha sonra kaynak aktardığı grubun aldığı yeni
bir bankanın âdeta kuruluş sermayesini oluşturup, hemen sonra bankasındaki
görevinden istifa ederek haksız kredi verdiği grubun yeni aldığı bankaya,
arkadan dolaşarak, yönetici olmasının altını çizmiştim.
Şimdi, yüksek
huzurlarınızda, 14 madde üzerinde eleştiriler getirmek durumunda olduğum itiraz
müzekkeremde yer alan diğer maddelerle ilgili, hepinize, sırasıyla bilgi arz
etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar,
yine, Çorlu'da, buğday unu, mısır unu, nişasta ve glikoz imaliyle uğraşan 51
sabit numaralı bir firma var. Bu firma hakkında düzenlenen istihbarat
raporlarında, vergi ve SSK prim borçlusu olduğu, yüksek borçlanma nedeniyle
yabancı kaynak oranının gittikçe arttığı, firmanın durumunun da giderek
bozulduğu, malî durumunun ise kredi vermeye asla elverişli olmadığı
belirtildiği halde denetleme raporlarında, banka yönetim kurulu kararıyla,
yine, Levent Şubesince, meşhur Levent Şubesince, sürekli olarak
kredilendirilmiş. Böylece, şirkete, toplam 15 000 000 dolar kredi tahsis
edilerek kullandırılmıştır; ki, bugünkü rakamlarla güncelleştirildiğinde,
temerrütler, faizler ilave edildiğinde, yaklaşık 40 trilyonu bulmaktadır.
Firmanın yurt dışından sağladığı kredilerin teminatı olarak istihbarat
raporları dikkate alınmaksızın verilen bu kredilerin vadesinde ödenmemesi ve
ilgili firmadan tahsil edilememesi sonucu, tamamı banka tarafından karşılanmak
zorunda kalınmış, diğer bir deyişle, Banka zarara uğratılmış; yani, diğer bir
ifadeyle de, bu parayı biz ödemişiz. Bu, parasını ödediğimiz, 40 trilyon
liralık bir yardım yaptığımız söz
konusu firma da, yine, o zamanlar, bir siyasî partinin genel sekreterliğini
yapan bir beyefendiye ait bir firma.
Şimdi, bir başka
örnek de, yine, ayçiçek yağı üretimi ve ticareti amacıyla 1993 yılında kurulan
116 sabit numaralı firma. Bakın, bu, çok ilginç örneklerden birisi. Firma, 5
Ocak 1996 tarihinde, bankayla, mevduat müşterisi olarak çalışmaya başlamış; 5
Ocak 1996. Bu da çok enteresan! Adamcağız, küçücük bir şubenin kapısından
içeriye giriyor; 30 milyar sermayeli bir firma olarak müracaat ettiği, kredi
talep ettiği bankadan, üç gün sonra, tam 6 200 000 dolar kredi alıyor. Enteresanlığa
bak! 30 milyar kuruluş sermayeli bir firma, bir bankanın küçük şubesinden
içeriye giriyor ve diyor ki: "Bana biraz kredi vereceksiniz."
Bilançosuna bakıyorlar, 30 milyar sermayeli bir firma; öyleyse, size, alın, 6
200 000 dolar kredi diyorlar.
ZÜHEYİR AMBER (Hatay)
- Bir de girmeseydi!..
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - Şimdi, kredi almakta bu kadar mahir olan insanlar, izin
verin de, onu kullanarak batırmakta da mahir olsunlar. Bakınız, Şirinevler
Şubesince, kredi vermek için, üç gün sonra düzenlenen 8 Ocak 1996 tarihli
istihbarat raporunda ne yazıyor; diyor ki: " Sermayesinin 30 milyar lira,
on aylık brüt satışının 190 milyar lira olduğunun belirlenmesine rağmen,
yönetim kurulunca bu verilen 6,2 trilyon lira gayrî nakdî kredi açılmıştır.
İlgili firmanın, krediyi vadesinde ödememesi ve göstermiş olduğu ipotek
değerinden daha fazla kredi verilebilmesi uygulamaları sonucunda, yine bu
örnekte, yaklaşık 15 trilyon liralık bir zararımız söz konusudur."
Başka bir örnekte su
sayaçları imaliyle uğraşan bir firma var. Ne yapıyor; musluk vesaire yapıyor ve
muhtelif yapı malzemelerinin ithalatı, ihracatıyla uğraşıyor güya. Küçücük bir
atölye görüntüsündeki bu firmanın -başka bir örnek- sermayesi 50 milyar lira.
Peki -artık alıştınız- sermayesi 50 milyar lira ise bu adamcağıza ne yapmak
lazım; fazla araştırmadan ciddî kredi tahsis etmek lazım. Hemen, yönetim kurulu
kararıyla, müracaat eder etmez, Mayıs 1996'da, tam 6 milyon dolar döviz de bu
firmaya veriliyor. Adam musluk ticaretiyle uğraşıyor! 1996 yılında dolar kuru
78 000 lira olduğuna göre, eğer bir çarpar bölersek 6 milyon doları, yaklaşık
500 milyar lira o zamanın parasıyla kredi verilmiş. Ne kadar; 50 milyar liralık
sermayesi olan bir firmaya, tam 10 katı, yani, yüzde 1 000 kredi verilmiş.
Peki, bu kredi ne olmuş; bu kredi de, diğer kredilerde olduğu gibi, yetkililer
tarafından gereği yapılmış.
Şimdi, bu icra
takibinde, kredinin teminatı olarak kefalet imzaları veren firma yetkilileri de
bulunamamış; dolayısıyla, banka zarara uğratılmış, yaklaşık 12 trilyon lira.
Diğer bir örnek,
tekstil ürünleri ihraç ve ithaliyle uğraşmak üzere Temmuz 1995'te kurulan 25
milyar lira sermayeli 468 sabit nolu firma. Bütün bu isimler hepimizde var,
biliyorsunuz; ama, işte, biraz evvel dediğim gibi, birbirimizle işaretlerle
anlaşmak zorunda kalıyoruz. Niye; Bankalar Kanununun 8 inci maddesi, İçtüzüğün
105 inci maddesi, buna benzer engeller, bariyerlerle birbirimizle kuşdiliyle
konuşmak zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla, biz kuşdiliyle konuştukça bu adamların
cesareti artıyor ve bu milletin, tüyü bitmemiş yetimin hakkını hortumlamak için
daha profesyonelce gayret ediyorlar.
Örnekler saymakla
bitmiyor. Bunların hepsi, itiraza konu olan kuruluşların, minicik minicik kısa
geçerek verdiğim örnekleri.
Yine, sermayesi 5
milyar lira olan, kaynaklarının da yüzde 96'sı kısa vadeli banka kredilerinden
oluşan bir firmaya, 84 kod numaralı bir firmaya -halı ticaretiyle uğraşıyor-
yönetim kurulunun kısa aralıklarla aldığı kararlarla, yine meşhur Levent
Şubesince, toplam 3 500 000 000 dolar kredi kullandırılmış.
İnsan, olayı mizansen
etmeye kalkarsa, yine burada, vatandaş bankadan içeri giriyor, selam veriyor
"bana kredi vermeyi teklif edeceksiniz, ben ilgililerle görüştüm"
diyor ve "öyle mi; o zaman, hayhay; 5 milyar lira sermayeniz olduğu için,
kusura bakmayın fazla para veremiyoruz, alın size hemen 3 500 000 000
dolar" diyorlar.
Şimdi, istihbarat
raporları dikkate alınmaksızın verilen bu kredilerle, parayı -ne yapmışız-
tasfiye olunacak alacaklar hesabına koyarak, yine bizler ödemek zorunda
kalmışız.
Ayrıca, Halk
Bankasının takipteki alacaklar portföyünde yer alan -her dalda var da, sağlık
sektöründe olmaz mı- Ankara'da, sağlık sektöründe faaliyet gösteren bir başka
firma, şu anda binasının kapısında kocaman "satılık" diye yazan bir
hastane, yani "satılık hastane" diye yazan bir firma, gelmiş,
holdingin negatif işletme sermayesiyle çalışmasına ve yüksek düzeyde de
borçlanmasına rağmen, Ankara Köroğlu Şubesinden kullandırılan toplam 5 500 000
000 dolar tutarındaki dövizi natık teminat mektubunun, banka kaynağından ödenen
4 500 000 000 doları, tasfiye olunacak alacaklar hesabına aktarılmış.
Şimdi, burada da bu
kadar eksi şartlara rağmen, grubun, başka bir hastane daha yapmak için... Adam
zaten sıkıntılı, 2 tane hastanesi sıkıntı içerisinde, hep borçlarla ayakta
durmaya çalışıyor, yeni bir kredi veriyorsunuz, yeni bir hastane yapsın diye.
Adamcağız, o tarihlerde, hastane yapmak için krediye müracaat ediyor; ama,
hatırlarsınız, bir televizyon furyası vardı, basın mensupları dahil, işadamları
televizyon almaya çalışıyordu; o tarihte bu verdiğimiz krediyle sağlık
sektöründe çalışan o firmanın da, hiç değilse, sektörümüzün de bir televizyonu
olsun deyip, çalışmalar yaptığı söyleniyordu. Geldiğimiz noktada, sonuç, yine
beklenen oldu "satılık hastane" levhası kapıya asıldı; parayı yine
bizler ödüyoruz.
Yine, yurtdışı ve
yurtiçi turizm taşımacılığı hizmetleriyle iştigal eden, genellikle yaşlı
turizmine dönük çalışan, faaliyet alanı, Finlandiya ve İsveç'teki orta yaşın
üzerindeki turist gruplara, güya Türkiye'yi gezdirmek üzere kurulmuş bir
firma...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun
Sayın Dağcıoğlu.
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Arkadaşlar, bu örneğe
de -inanın abartmadan anlatıyorum- dikkat etmenizi istiyorum. Öyle enteresan
bir örnektir ki... 866 sabit nolu firma, yani, Turistik Hizmetler Ticaret
Anonim Şirketi ile bunun yan şirketi olan ve hava taşımacılığı yapan 870 sabit
nolu firma, Halk Bankası Karaköy Şubesinden, 1997 yılı sonu itibariyle, 13 000
000 İsveç Kronu dövize natık teminat mektubu, 6 200 000 dolar da döviz kredisi
kullanmak suretiyle, bir de o zamanın parasıyla 59 milyar lira, yani, 294 000
dolar senet karşılığı avans kredisi olmak üzere... Bakın, aldığı bu kadar para,
sadece ortaklarının kefaletleri karşılığında kullandırılmış. Bu ne demek? Bu,
şu demek: Bu adamcağız bankadan içeri girmiş; demiş ki "arkadaş, biz yaşlı
turizmiyle uğraşıyoruz, bize kredi lazım, bize kredi vereceksiniz."
Bankadaki yetkili de "öyle mi; o zaman, kredi istiyorsanız, şu, şu, şu
şartları yerine getireceksiniz ve kefalet getireceksiniz" demiş. Adamcağız
"kefalet mi lazım? Arkadaş, ben kendime kefilim" demiş! Yetkili
"deme!.. Eğer sen kendine kefilsen, al sana 15 000 000 dolar" demiş.
Sadece bu! Yani, burada hiçbir kefalet belgesi olmadan "mademki sen
kendine kefilsin, al sana yaklaşık 15 000 000 dolar" demiş yetkili.
Değerli arkadaşlar,
bunun bugünkü değeri, yaklaşık 20 trilyon lira civarındadır. Ne olmuş; zaten,
Finlandiya ve İsveç'le yaşlı turizmiyle uğraşan bu firma, bu kredileri
kullandıktan sonra, birdenbire sırra kadem basmış. Şu anda, bu firmadan
tanınan, bilinen, yakalanan, görülen bir Allah'ın kulu, bir yönetici yok.
İnsan, dehşete düşerek, âdeta küçükdilini yutacak hale geliyor arkadaşlar.
Çok üzgünüm; ama,
tahsil imkânı olmayan, alan adamların sırra kadem bastığı kredileri vere vere
bir hal olmuş bu millet.
Şimdi, daha başka bir
ilginçliğin yaşandığı 101 sabit numaralı firmaya değinmek istiyorum. Bakın, bu
da öyle enteresan ki... Bunların her birisi çok ilginç örnekler.
Bankanın Beyoğlu
Şubesince, aynı şahsa ait 416 ve 328 sabit numaralı 2 tekstil firmasına
kullandırılan kredilerle ilgili olarak, 1996 yılı YDK raporlarında soruşturma
talep edilmesi... Yani, adamın bankayla kredi ilişkisi içerisinde 2 tane
firması var, 2'si de soruşturmaya tabi "aman, bu firma gidiyor, paraları
da ödemiyor" diyorlar. İşte, tam bu esnada, 2 firma kredilerinin
vadelerinde ödenmemesine rağmen, takibe intikal etmesinden sonra, Levent
Şubesine, yine ilgili şahsa ait başka bir üçüncü firma, kredi için 101 sabit
numarasıyla müracaat ediyor ve 2 000 000 dolar döviz kredisi kullandırılıyor.
Şubeden Genel Müdürlüğe yazılan yazıda -bakın, arkadaşlar, burası çok ilginç-
deniyor ki: "Adamcağız, bizden 2
000 000 dolar kredi istiyor; ne yapalım?" Genel Müdürlükten el cevap:
"Firmanın talep ettiği krediye güvence olarak gayrimenkul yönünden oldukça
güçlü olduğu istihbar edilen, Beyoğlu Şubesinden 416 sabit numaralı firma
sahibinin şahsî kefaletini alırsanız bu iş olur." Kimin bu 416 sabit
numaralı firma; zaten, aynı adamın firması; yani, takibata aldıkları, borcunu
ödemedi; dolayısıyla "biz, bu parayı nasıl alırız" diye peşinden
koştukları, Beyoğlu Şubesinden alınan 416
sabit numaralı kredinin sahibini kefil ediyor; yani, borçlu olan adamın kendini
kefil ediyor. O zaman, zaten, biraz evvel dediğim gibi, adam "evet, ben
kendime kefilim" dediği için, oradan da, yine, bu paralar veriliyor.
Şimdi, doğal olarak,
daha önce Beyoğlu Şubesince, iki firmasına kullandırılan kredileri vadesinde
ödemeyen şahsa, bu kez Levent Şubesince kullandırılan kredi de, hepinizin
tahmin edeceği ve acı acı gülümseyeceği gibi, aynı akıbete uğramış; 30 Ekim
1998 tarihinde tasfiye olunacak alacaklar hesabına aktarılmış. Şu anda firmadan
alacak toplamı, faizli bakiyesiyle 5 trilyon lira civarında.
Arkadaşlar, bunlar
saymakla bitmiyor; bu 14 tane madde, bunları gece sabahlara kadar didik didik
ettik ve bu çalışmalarımızla, hiç değilse, tarihte ilk defa, şartlı ibra
denilen müesseseyi gündem dışına itme imkânını kazandık.
Bakın, öyle enteresan
şeyler var ki. Kahramanmaraş da bu işe dahil olmuş. Kahramanmaraş'taki bir
tekstil firması, tekstil alanında faaliyet gösteriyor; ama, Kahramanmaraş'ta
birileri tarafından sıkıntısı bilindiği için, adamcağız, akıllı, basiretli
tüccar edasıyla gelmiş, Ankara'ya müracaat ederek, Ankara'dan, krediler merkez
şubeden, 2,5 trilyon lira ipotek konulması karşılığında bir kredi almış. Yani
"2,5 trilyon lira ipotek koyun" demişler. Adam, biraz sonra anlatacağım
metotla, değil 2,5 trilyon lira, 250 trilyon lira ipotek isteseler, yine
verecek. Niye; çünkü, bu adam da ipotek uzmanı. Adamcağız, Kahramanmaraş'taki
tapu müdürüyle anlaşmış ve ilk defa, ipotek belgesi, her şeyiyle aynı; yani,
orijinal belge, sadece minnacık bir nüans unutulmuş; tarih ve numarası küçücük
bir köşede yazılmamış; ama, her şeyiyle ipotek belgesi aynı. Dolayısıyla,
tapuya gidip, acaba, orada ipotek var mı yok mu diyenler de, ne ipotek
görüyorlar ne de başka bir şey görüyorlar; ta ki, bu paralar ödenmeyip de
alacak takibatına geçtikleri zaman, birdenbire gerçek duvarına tosluyorlar
"yvah, adamcağızın bu ipoteği ipotek değilmiş" diyorlar. Dolayısıyla,
2,5 trilyon liralık ipotek istenilmiş. Adam 250 trilyon liralık da ipotek
verir; ne olacak yani! Kâğıdın üzerine ne yazarsan ipotek o. Hatta, bu
adamcağıza, teminat mektubu kredisi önermişler, adamcağız "yok, ben bu
teminat mektubunu kullanmam, bana nakit kredi lazım" demiş. Allah'tan, onu
da almamış; yani, onu da alabilirdi. O adamcağızın da, şu anda sırra kadem
bastığı ve 50 trilyon lirayı yanında götürdüğü bir gerçek olarak önümüzde
duruyor.
BAŞKAN - Sayın
Dağcıoğlu, toparlar mısınız.
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
Bunlar, benim, tek
tek incelediğim konular.
Tabiî, o zamanlar çok
meşhur isimler duyuyorduk. Yaptığı evlerle övünen "benim evlerim altın
gibidir, benim evlerim platin gibidir, benim evlerim gümüş gibidir" diye
evlerini böyle güzel pazarlayan bir meşhur müteahhit, öyle krediler almış ki,
kredi alırken... Bakın, hep böyle spesifik örnekler vermeye çalışıyorum.
Krediye müracaat etmiş, yönetimle anlaşmış, yönetim kurulundan çıkmış, talimat
gelmiş, alınacak kredi 12 198 000 dolar. Banka şubesinden, bu altın gibi, gümüş
gibi evler yapan adamcağıza krediyi kullandırırken -muhasebeyle uğraşan
arkadaşlar bilirler, takdim tehir vardır rakamlarda- 12 819 000 dolar olarak
bunu kayda geçirmişler; dolayısıyla, adamcağızın kullandığı kredi 12 198 000
dolar yerine 12 819 000 dolar olmuş. Ee, ne var bunda; takdim tehir! Fark: 621
000 dolar. Ee, zaten trilyonları konuştuğumuz bir yerde, 621 000 dolarlık farka
bakacak durumda değildik o zaman. Zaten, bunlardan cesaret aldıkları için, bu
altın gibi, platin gibi evleri yapan müteahhitler, bu işlerden korkmayan yiğit
insanlar, ne yapmışlar; bu kredileri almışlar. Sonuç: 621 000 dolar battı
zannediyoruz ya; yok, adamcağız sadece 621 000 doları batırır mı; o, 12,198
milyon doların hepsini birden batırmış. Onun için, 621 000 doların hiçbir
kıymeti harbiyesi kalmamış zaten. Demek ki, firma çok güvenilir olmalı ki,
banka yönetimince, takdim tehir bile hiç önemsenmemiş o esnada. Yani, bu
bedelleri de, diğerlerinde olduğu gibi biz ödedik.
Arkadaşlar, son
olarak ele alacağım bu temenni, daha çok, şubedeki bir memur hatasından
kaynaklandığı için, aslında, genel müdürlerin, genel müdür yardımcılarının
profesyonelce yaptığı bu çalışmalardan sonra, bir şube müdürüyle ilgili olarak,
1 trilyon gibi, böyle küçük rakamlarla ilgili örnek vererek vaktinizi,
huzurunuzu işgal etmek istemiyorum; ama, sizlere anlatmaya çalıştığım bu ve
benzeri suiistimallerin tesadüfî olarak ortaya çıkması mümkün değil arkadaşlar.
Zaten, o sebeple, gerek Halkbank soygunu ve gerekse diğer yolsuzluklar, geçmiş
hükümetler döneminde sürekli olarak hasır altı edilmeye çalışılmıştır.
İşin ciddiyetini ve
boyutlarını kısmen de olsa ortaya koyabilmek için, yolsuzluğa ve usulsüzlüğe
niçin, nasıl ve kimler tarafından göz yumulduğuna değinmeden geçemeyeceğim ve
bitirmeyeceğim.
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) - Hangi hükümet döneminde yapılmış?
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - Halk Bankasını dolandıran 102 firmanın, aynı zamanda
diğer kamu bankalarını da dolandırdığı, raporlarda belirtiliyor. Âdeta,
zincirleme bir hortum yaşanıyor. Bir kamu bankasının takibe geçtiği firmaya,
diğeri, yeni krediler açıyor. Bir kamu bankası takibe geçmiş adamı;
gazetelerde, televizyonlarda bas bas bağırılıyor; öbür kamu bankası "al
sana yeni bir kredi" diyor.
Bu şekilde, iddialara
göre, zamanın birkısım yöneticileri, adaleti engellemek, hortumcuyu koruyup
kollamak ve savcılara soruşturma izni vermemek gibi -hatırlarsanız,
soruşturmaya başlayan savcılar bile bu memlekette yargılanmaya kalkıldı-
yöntemlerle, âdeta, bu firmaların üzerine gidilmesi engelleniyordu. Hortumcular
ve hortumladıkları bankalar, bir sürü isim, bütün gazetelerde de yazıyor; ama,
hep, Halkbank, Ziraat Bankası, Emlakbank gibi bankalar, yani, bizim
bankalarımız.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun,
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - Arkadaşlar, bu işlerin yapılabilmesi için, tabiî ki,
centilmence fesimizi önümüze koyup, çok ciddî durum değerlendirmesi yapmalıyız;
ki, bu işlerin yapılması için sadece bürokratlar ve işadamlarının işbirliği
yetmiyor; mutlaka, bunun siyasî ayağı da var; biz, açıkkalplilikle bunu da
ortaya koymalıyız. Mesela, geçtiğimiz dönemde, yani, bu hortumlamaların olduğu
dönemde -bilimsel bir veri olarak değil
ama- basında konuşulan verilerden bir alıntı yapıyorum. "Sadece Sayın
Özkan ve Yenal Ansen ikilisinin Halkbanka faturası 12,5 milyar dolar"
diyordu geçen gün bir gazete; yani, bunları duydukça insan dehşete düşüyor.
Özet bir şekilde
anlatmaya çalıştığım -bakın, altını çiziyorum- özet bir şekilde, beceremeyerek
anlatmaya çalıştığım bu hortumlama ve sıkıntılarla ilgili bu acı, bu korkunç
tablo karşısında, hiç sıkılmadan, yasal dayanaktan yoksun "şartlı
ibra" diye bir ucubeyle karşımıza çıkıldı. Hiç kuşkusuz, bu yapının hangi
sinsi amaçlara hizmet ettiği, özelde sizlerin, genelde ise kamuoyunun
malumlarıdır. Zaten, komisyon toplantısında hazır bulunan Yüksek Denetleme
Kurulu temsilcisi, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılına ait
bilanço ve netice hesaplarının şartlı ibra edilmesinin geçersiz olduğunu çok
veciz bir ifadeyle toplantıda söylemişti; yani, Türk Ticaret Kanununda, şurada
burada uygulaması yok. Bu şartlı ibra nedir allahaşkına?! Böyle şey olur mu?!
Ya ibra vardır ya da ibra etmezsiniz. Şartlı ibra ne?! Hep istismar edilmiş.
HALİL TİRYAKİ
(Kırıkkale) - Bunları bize niye konuşuyorsunuz?! Oraya konuşun.
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - Buradan konuşuyorum dostlarla; buradan konuşuyorum
dostlarla, arkadaşlarla. Niye; Türk Milleti, bu seçimlerde, 3 Kasım
seçimlerinde bütün partileri kilitleyerek bu Meclise iki partiyi niye soktu; işte,
bu problemlerin üstüne cesurca, ortak bir şekilde gitmek suretiyle Türk
Milletini sıkıntıdan kurtaracağımıza inandığı için soktu. (Alkışlar)
Dolayısıyla,
söylenecek şey çok; ama, vakit yok. Her şeye rağmen, çok zarif bir şekilde,
tarihte bir ilki gerçekleştirdiğimiz, ikincisinin de olmasının mümkün olmadığı
bir toplantıyı birlikte akdediyoruz. Neden; çünkü, KİT Komisyonunun bu yılki
görevlilerine, hepsine, huzurlarınızda şükran duygularımı arz ediyorum. Neden;
çünkü, tarihte yapılan bu yanlışlıkların önünü kapatmak için, şartlı ibra
müessesesini bu tarihten itibaren kapattılar. Bu kapatmaya vesile olan bütün
insanlara şükranlarımı arz ediyorum.
Dolayısıyla, ilk
defa, tarihin çöplüğüne uzanarak, tozlu raflarına uzanarak, gece yarılarına
kadar çalışıp alıp getirdiğim bu dosyayı, burada sizlerle paylaşmak suretiyle,
yolsuzlukların önüne geçmek için, ortak organize olabilmemizin önünü açan,
gerek KİT Komisyonuna gerekse burada sabrıyla konuşmamı sonuna kadar bitirmeme
izin veren Sayın Başkanımıza şükranlarımı arz ediyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın
Dağcıoğlu'na çok teşekkür ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, bazı milletvekili arkadaşlarımız bana saati göstererek Sayın
Dağcıoğlu'nun normal süreyi çok aştığını işaret ettiler. Ben, bu süreyi bilerek
verdim; çünkü, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihî bir oturum yapmaktadır.
Sevgili arkadaşlar,
bakın, 3 000 000 insanımız, 2001 Şubatındaki krizden işsiz kaldı, 200 000
işyerimiz kapandı. 1999 yılında bu bankalar olayı, Türkbank olayı patlak
verdiği zaman, görevde olan hükümet güvensizlik oyu verilerek yıkıldı. Eğer bu
güvensizlik oyu verildiği zaman, Türkiye kamuoyu, Türkiye Parlamentosu,
böylesine hovardaca, bu bankaların içini hortumlayanların üzerine gitseydi,
önlem alsaydı... Türkiye Cumhuriyetinin Hazinesinden giden para tutarı 3,6
milyar dolardı. (Alkışlar)
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) - Bravo Başkan!..
BAŞKAN - 2001'in
şubat ayına geldiğimiz zaman, bu rakam 40 milyar dolara ulaştı. Ben, bunu bir
toplantıda belirttiğim zaman, dönemin Hazineden sorumlu Bakanı dedi ki:
"Sayın Ateş'i kırmak istemem; ama, bu rakam biraz doğru değil." Ne
kadar; senin rakamını konuşalım dedim. "33 milyar dolar" dedi sevgili
arkadaşlar. Peki, 33 milyar dolar olsun dedim.
Sevgili arkadaşlar,
Türkiye'nin direnci böyle çökertildi. O nedenle, Amerikalı bir danışmanın
"biz, Türkiye Cumhuriyetine 12 milyar dolar para verdik, onları satın
aldık" diyebilecek cesaretinin başlangıcı bu noktalardır. (Alkışlar) O
nedenle, ben, her iki partimizi de kutluyorum, KİT Komisyonumuzu da kutluyorum.
Sevgili arkadaşlar,
1954 yılında Amerika'dan ilk kredi alındığı zaman -o zaman büyük bir rakam, 3
milyar dolar- Atatürk'ün aleyhinde kitap yazan bir İngiliz yazar "Türk
ekonomisinin iflasına giden yollar dolar banknotlarıyla döşenmektedir"
diyor. İşte, Türkiye'nin bu ekonomisini iflasa getiren, 3 000 000 insanımızın
işsiz kalmasına yol açan yollar da, 1997'li, 1996'lı yıllarda, Sayın
Dağcıoğlu'nun açıkladığı, örnekleriyle verdiği yöntemlerle götürüldü.
Ben, Parlamentoyu
kutluyorum, Komisyonumuzu kutluyorum. Dilerim, bunun üzerine gidilir ve
yapanların yanına kâr kalmaz. Bütün bu siyasî boyutunu ortadan kaldırmak için
de, o siyasî zırha bürünenlerin o zırhının kaldırılması gerektiğine inanıyorum;
çünkü, o dönemde burada güvensizlik oyuyla düşürülüp gidenlerin, daha sonra bir
grupta, holding grubunda onbinlerce dolar maaşla işe başlayan ve bankaya el
konulduğu saatten 1 saat önce istifa eden bakanların da yanına kâr kalmaması
gerektiğine inanıyorum. (Alkışlar)
O nedenle, bu, tarihî
bir oturumdu. Sayın Dağcıoğlu'na da teşekkür ediyorum. Sanırım, hepinizin
beğenisini de kazandı.
Şimdi, Komisyon
adına, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Başkanı Sayın İsmail Özgün Bey;
buyurun. (Alkışlar)
KAMU İKTİSADÎ
TEŞEBBÜSLERİ KOMİSYONU BAŞKANI İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu raporu
hakkında, Komisyon Başkanı olarak, komisyonumuz adına söz almış bulunmaktayım;
bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar;
komisyonumuz, 3346 sayılı Yasa çerçevesinde, sermayesinin yarıdan fazlası
kamuya ait olan kamu iktisadî teşebbüsleri ile bunların müesseselerini, bağlı
ortaklıklarını ve iştiraklerini denetlemektedir.
Komisyonumuz,
kuruluşların durumunu, ulusal ekonomiye faydalı olabilmeleri için, özerk bir
tarzda, ekonominin kuralları ve ekonomik gerekler dahilinde, verimlilik ve
kârlılık ilkeleri doğrultusunda yönetilerek kuruluş amaçlarına ulaşmalarını
teminen, faaliyetlerinin mevzuata, uzun vadeli kalkınma planına ve planın
uygulama programlarına uygunluğu yönüyle incelemelerini yapmaktadır.
Geçtiğimiz dönem, KİT
Komisyonu, Halk Bankasının 1997 yılına ait hesap ve işlemlerini 11 Ocak 2001
tarihinde görüşerek şartlı ibra etmiş, bu kararı içeren KİT Komisyonu raporu
da, ancak 3 Kasım seçimlerinden sonra dağıtılabilmiştir.
Komisyona
geldiğimizde, önceki dönemde yapılmış olan denetimleri kapsayan raporun 3346
sayılı Yasa uyarınca dağıtılabilmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm
organlarının teşekkülünün beklendiğini gördük. Nihayet, Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı raporu dağıttı ve 3346 sayılı Yasa uyarınca başlayan yirmi
günlük kesinleşme süresi içerisinde, Sayın Ergün Dağcıoğlu ve 20
milletvekilimiz tarafından, komisyon raporunun Halk Bankasıyla ilgili bölümüne
itiraz geldi. Komisyonumuz, derhal bu itirazı gündemine aldı, görüşerek, Halk
Bankasının 1997 yılına ait hesap ve işlemlerini ibra etmedi. Kararı içeren
raporu da, süresi içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdi.
Nihayet, bu konu, bugün huzurlarınıza geldi. Şimdi, yine, 3346 sayılı Yasa
uyarınca, bu şekilde itiraz edilen raporlarımızda nihaî karar mercii olarak,
Genel Kurulumuz karar verecektir.
Sayın
milletvekilleri, her şeyden önce şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, KİT
Komisyonu, tam bir teknik uzmanlık ve dürüstlük anlayışı içerisinde kuruluşları
denetlemekte ve kararlarında siyasî tarafgirlikten dikkatle uzak durmaktadır.
Başkanlığını yaptığım
günden bu yana, başından beri net olarak gördüm ki, KİT Komisyonu gerçekten de
konulara oldukça vakıf bir biçimde, tamamen ülkenin ve milletin çıkarlarını
dikkate alarak denetimlerini yapmaktadır.
Halk Bankasının 1997
yılı hesaplarının şartlı ibra edilmesi yerine ibra edilmemesi gerektiği
yönündeki itirazı, komisyonumuz bu anlayış içerisinde ele almış, incelemiş ve
konunun görüşülmesi sırasında, hem AK Partili milletvekillerimiz hem de CHP'li
milletvekillerimiz kesinlikle aynı titizliği göstererek vicdanlarına göre karar
vermişlerdir.
22 nci Dönem KİT
Komisyonumuz önceki yıllarda kullanılan "şartlı ibra" metodunu
ortadan kaldırmış, kararlarını ya "ibra etme" yönünde ya da
"ibra etmeme" yönünde vermektedir.
Değerli
milletvekilleri, itirazı ele aldığımızda, bir yandan komisyonun daha önceki
dönemde hazırladığı raporu, diğer yandan da Yüksek Denetleme Kurulunun
hazırladığı 1997 yılına ait raporu inceledik; raporda yer alan temennilere, inceleme
ve soruşturma taleplerine baktık. Bununla yetinmedik, dönemin yöneticilerinin
soruşturmalara verdikleri cevapları, o cevapların ne derece doğru ve yanıltma
anlayışından uzak olduklarını belirlemeye yönelik olarak her bir konunun güncel
durumunu tespit ettik.
Karşılaştığımız
manzaranın çok ama çok üzücü olduğunu belirtmeliyim. Bir kere, Yüksek Denetleme
Kurulu çok sayıda konuda şaibe bulunduğu ihtimalini dikkate alarak soruşturma
taleplerinde bulunmuştur. Ne yazık ki, bu şaibeyi soruşturma taleplerinin çoğu
alt ve üst komisyon raporlarına yansımamıştır. Nitekim, bu durum, KİT Komisyonu
raporuna verilen muhalefet şerhinde de görülmektedir. Muhalefet şerhinde,
birkısım temennilerin alt komisyon tarafından üst komisyona taşınmadığı ve
dolayısıyla, bu temennilerin yeterince görüşülüp incelenmediği belirtilmiştir.
Bu şekilde, bu taleplerin önemli bir kısmı gerçekten gözardı edilmiştir.
Komisyon raporundan
anlaşılacağı üzere, sadece 2 adet soruşturma talebi bir sonraki dönemde
sonuçları takip edilmek üzere gündeme bırakılmış, 2 tane teftiş konusunun da
Yüksek Denetleme Kurulunca izlenmesi kararlaştırılmıştır. "Bu şartlar
altında, bankanın 1997 yılı hesapları, açılmış ve açılacak inceleme, araştırma
sonuçları saklı kalmak kaydıyla" diye, geçtiğimiz dönemde ibra edilmiştir.
Biz, yapılan itirazın
kapsamındaki soruşturma taleplerini milletvekilleri olarak tek tek inceledik.
Bankanın, söz konusu denetim sırasında, temennilere ve soruşturma taleplerine
verdiği cevaplar ile sonradan ortaya çıkan durumlar arasında uçurumlar gördük.
Her şeyin yolunda gittiği ve bankanın zarara uğratılmadığından söz edildikten
birkaç yıl sonra, aslında, çok az şeyin yolunda gittiğini ve bankanın da büyük
zararlara uğratıldığı tespit ettik.
Dönemin yönetiminin
soruşturulması istenen hemen hemen tüm kredi işlemleriyle ilgili verdiği
cevaplarda, açıklamalar yapıldıktan sonra şu ifadelere dikkat çekilmektedir:
"Bu firmalara
açılan kredilerden dolayı bankamızda herhangi bir risk oluşmamış ve zarar
oluşmamıştır" demektedir dönemin yöneticileri. Yaptığımız incelemelerde
gördük ki, soruşturulması istenen tek bir kredi işleminden bile, zarar, 300
trilyonu geçmiştir. Bankanın 2001 yılı sonu itibariyle takipteki alacaklarının,
o günkü rakamlarla 1,1 katrilyon olduğunu üzülerek gördük. Nitekim, itirazı
görüştüğümüz tarih itibariyle yapılan işlemler hakkında bilgi veren banka yönetimi,
hemen her soruşturma konusu kredi kullandırma işleminde, bankanın ilgili
yöneticilerinin sorumlulukları bulunduğunu belirtmiş, ilgili banka personeli
hakkında yasal işlem başlatıldığı vurgulanmıştır.
Değerli
milletvekilleri, bu tablonun hemen her ayrıntısında ülke ve millet adına
üzülmekten kendimizi alamadık. Detayları konusuna girmiyorum, arkadaşlarımız
uzun uzun anlattılar. Bankanın 1997 yılı yöneticileri, bizce, ibra edilmeyi hak
etmiyor. Bu konuda kanaat birliği içerisinde olan komisyonumuz, yapılan itirazı
itirazı haklı bulmuş, bankanın ibrasını reddetmiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; komisyonumuzun görüşü, olayın geçmişiyle birlikte bilgilerinize
sunulmuştur. Konu üzerinde nihaî karar, Genel Kurulumuz tarafından
verilecektir. Genel Kurulun, komisyonumuzun görüşünü benimsemesi durumunda,
kuruluşun ibrası reddedilmiş olacak ve konu, başsavcılığa intikal edecektir.
Bu çerçeve içerisinde
durumu bilgi ve takdirlerinize sunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Özgün.
Sayın
milletvekilleri, rapor üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Kamu İktisadî
Teşebbüsleri Komisyonunun, itiraz üzerine, görüşünü bildirdiği rapor, Türkiye
Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılına ait hesap ve işlemlerinin ibra
edilmemesine dairdir.
Şimdi, komisyonun bu
raporunu, 3346 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük
Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 8 inci
maddesine göre oylarınıza sunacağım. Komisyon raporu kabul edildiği taktirde,
Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılına ait hesap ve işlemleri
onaylanmamış ve dolayısıyla yönetim kurulları ibra edilmemiş olacaktır. Komisyon
raporu kabul edilmediği takdirde ise, ilgili kuruluşun hesap ve işlemleri ve
dolayısıyla yönetim kurulları ibra edilmiş olacaktır.
Komisyon raporunu
oylarınıza sunuyorum: Komisyon raporunu kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul
etmeyenler... Teşekkür ederim. Komisyon raporu kabul edilmiştir.
HALUK KOÇ (Samsun) -
Oybirliğiyle kabul edilmiştir.
BAŞKAN - Komisyonunun
Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketinin 1997 yılına ait hesap ve işlemlerinin
ibra edilmemesine ilişkin raporu Genel Kurulca da kabul edilmiş ve yönetim
kurulları ibra edilmemiştir.
Teşekkür ederim
arkadaşlar. (Alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının
üçüncü sırasında yer alan, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün Tasvibe Sunulan
1998 ve 1999 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci
Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu
Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü üzerindeki genel görüşmeye
başlıyoruz.
2.- Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün Tasvibe Sunulan
1998 ve 1999 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait, 3346 Sayılı Kanunun 8 inci
Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu
Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü (3/106, 107) (S. Sayısı : 110) (1)
BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Komisyon raporu ve
rapora yapılan itiraz ile komisyonun görüşü 110 sıra sayısıyla bastırılıp
dağıtılmıştır.
Geçen döneme ait
komisyon raporu, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün tasvibe sunulan 1998 ve
1999 yılları hesap ve işlemlerinin şartlı ibra edilmesi şeklinde karara
bağlanmıştı. İtiraz üzerine, şimdiki komisyonun itiraz olunan hususlara dair
görüşü ise, bu kuruluşun 1998 ve 1999 yılları hesap ve işlemlerinin ibra
edilmemesi şeklindedir. Görüşmeler sonunda, şimdiki komisyonun hesap ve
işlemlerin ibra edilmemesi yönündeki raporu oya sunulacaktır.
İçtüzüğümüze göre,
genel görüşmede ilk söz hakkı, itirazı yapan milletvekiline veya uygun göreceği
bir diğer üyeye aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî
parti grupları adına 1'er üyeye, şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir.
Ayrıca, istemi halinde, komisyona ve hükümete de söz verilecek; bu suretle,
genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri,
komisyon, hükümet ve siyasî parti grupları için 20'şer dakika, itirazda bulunan
milletvekili ve şahıslar için 10'ar dakikadır.
Genel görüşme
üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini arz ediyorum: İtiraz
sahipleri adına, Tokat Milletvekili Sayın Ergün Dağcıoğlu. Grupları adına;
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Ergün Dağcıoğlu, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Orhan Sür; şahısları adına,
Yozgat Milletvekili Sayın Yaşar Öztürk ve Malatya Milletvekili Sayın Ferit
Aslanoğlu.
Sayın
milletvekilleri, ilk söz, itiraz eden milletvekilleri adına, Tokat Milletvekili
Sayın Ergün Dağcıoğlu'na ait; ancak, Dağcıoğlu, Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına da konuşmacı olduğu için iki süreyi bir arada kullanabilir.
Buyurun Sayın
Dağcıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mimarı, inşa edeni ve kurucusu
olan Atatürk'ün Türk Milletine armağan ettiği, büyük tarihsel ve kültürel
özelliği yanında, Ankara halkı için hayatî önemi haiz Atatürk Orman Çiftliği
konusunda Yüce Heyetinize bilgi arz etmek üzere söz almış bulunmaktayım; şahsım
ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(1) 110 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Atatürk Orman
Çiftliği konusu, yazılı ve görsel basında sürekli yer alan ve toplumun çeşitli
kesimlerince de tartışılan bir konu olmasına rağmen, biraz sonra arz edeceğim
üzere, Atatürk Orman Çiftliğine ilişkin sorunların çözümlenmesi bir yana,
giderek sorun yumağı haline gelmiş bir yerdir. Bu itibarla, KİT Komisyonunun 13
Haziran 2001 tarihinde yapılan toplantısında şartlı ibra olunan Atatürk Orman
Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999 yılları faaliyetlerinin 3346 sayılı Yasanın
8 inci maddesi uyarınca KİT Komisyonu tarafından bir defa daha görüşülmesi için
bendeniz ve arkadaşlarımın imzasıyla verilen itiraz müzekkeresi üzerine, KİT
Komisyonunun 20 Şubat 2003 tarihli toplantısında, müdürlüğün 1998 ve 1999
yılları faaliyetlerinin ibra edilmemesi nedeniyle; yani, o gün KİT Komisyonuna
yaptığımız müracaatta -yine, şükranlarımı arz ediyorum- KİT Komisyonu
üyelerinin tam bir mutabakatla itirazımızı kabul ederek ibra etmeme
doğrultusundaki kararları sonucu, bugün, Yüce Meclisimizde, gündemi, Atatürk
Orman Çiftliği konusuyla oluşturmuş bulunuyoruz. Ayrıca, hükümetimizin, konuya
verdiği önemi ve Ankara halkı için en uygun biçimde çözümlenmesi konusundaki
kararlılığını belirtmek istiyor, bu önemli konunun çözümü için her sayın üyenin
canı yürekten sağlayacaklarına inandığım katkıları için de peşinen şükranlarımı
arz ediyorum.
Değerli arkadaşlar,
Büyük Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin iktisadî açıdan kalkınmasının,
dolayısıyla, muasır medeniyet seviyesine ulaşmasının ve özel sektörün gelişip
güçlendirilmesinin temini için, o zamanın kıt kaynaklarına rağmen tesis ettiği
KİT'ler yanında
-malumlarınız olduğu üzere- tarım alanında da, millete önderlik ve
öğreticilik yapmak amacıyla, yurdun çeşitli yörelerinde çiftlikler tesis
etmişti. Atatürk'ün, tamamen şahsî gelirleriyle tesis ettiği bu çiftliklerden
birisi olan ve 1925 yılında kurup 1937 yılına kadar bizzat sevk ve idare ettiği
Atatürk Orman Çiftliği de, arazinin ıslah ve tanzim çalışmaları suretiyle
başkent Ankara'nın yeşillendirilip güzelleştirilmesi, halka gezecek, eğlenecek
ve dinlenecek sıhhî yerler meydana getirilmesi, ziraatın eğitim ve öğretiminde
de katkıda bulunması, rekreasyon alanları, içinde kurulacak hayvanat
bahçeleriyle çocuklara eğitim alanında faydalar sağlaması bakımından, bu
amaçla, 11 Haziran 1937 tarihli Bağış Mektubuyla hazineye, yani, dolayısıyla
Türk Milletine hediye edilmiştir.
Atatürk'ün, büyük bir
öngörüyle Türk Milletine hediye ettiği Atatürk Orman Çiftliği, ne yazık ki,
aradan geçen altmışaltı yıl içinde korunup geliştirilmesi bir tarafa, Bağış
Mektubundaki amaç doğrultusunda bile tasarruf sağlamadığı gibi, çeşitli kişi ve
kurumlara tahsis olunan, işgal olunan araziler nedeniyle, arazi varlığı,
başlangıçta 52 000 dönüm olmasına rağmen, bugünkü kayıtlara göre 33 524 dönüme
gerilemiştir. Bu veriler de, son dönemin yöneticileri ve Yüksek Denetlemenin
titiz ve hassas çalışmaları sonucunda bu hale gelmiştir; ondan evvel, âdeta,
oğlan yemiş oyuna gitmiş, çoban yemiş koyuna gitmiş hesabıyla, neyin nerede
olduğunu bilen bir Allah'ın kulu yokmuş. Öyle ki, bu son yönetimin, işgallere
ilişkin olarak yaptığı ciddî, tutarlı çalışmalar sonucu, tam 945 dönüm
arazinin, halen şu anda işgal altında olduğu belirlenmiştir. Bu işgal ve arazi
kayıplarına neden olan, ihmal dahi kabul edilemeyecek tasarrufları şu vereceğim
iki örnekle somutlaştırmak -bir iki örnek vereyim ki, zihinlerde daha iyi
canlanabilsin- ve geçmişte yapılan vurdumduymazlığın hangi boyutlara ulaştığını
arz etmek istiyorum izninizle. Müdürlüğün mülkiyetinde olan, hemen yakınımızda,
Balgat semtinde, en işlek arter üzerinde bulunan 960 metrekarelik bir alan ve
anılan semtteki -rayice göre yüksek değerlere sahip, metrekaresi yaklaşık 10
000 000 000 filan, değeri trilyonlar ediyor- arsaya, fuzulî şagil olarak bir
kişi tarafından iki katlı bina yapılıyor. Bir kişi, gitmiş, Balgat'ın
ortasındaki 960 metrekarelik bir arsayı işgal etmiş ve üzerine iki katlı bina
yapmış. Bu arsa kimin; Atatürk'ün bizzat tapulu malı; Atatürk Orman
Çiftliğinin.
Adamcağız, ana
caddeye cephe olan bu arsaya iki katlı bina yapmış, yine ana caddeye cephesi
olan iki dükkândan birisini eczacıya, diğerini de sakatatçıya kiraya vermiş.
Bütün bunlardan sonra, doymamış, bir bölümünü oto yıkama istasyonu haline
getirmiş, oto yıkamadan arta kalan yerleri de düzenleyerek değişik işlere
kiraya vermiş ve diğer bölümlerin, ilgili tarafından kullanıldığı ancak Mayıs
2002'de tespit edilmiş. Bu durum tespit edilince, bu yöneticiler tarafından hemen
mahkemeye, müdahalenin men'i, haksız inşaatının kali ve ecri misil talebiyle
dava açılmış.
Şimdi, bakın işin
ilginçliğine: Arsaya yapılan haksız müdahalenin çok eski yıllara dayanması
-yaklaşık yirmi yıla dayanması- ve fuzuli şagilin, burada haksız kazanç
sağlamasına rağmen, dava açma tarihinden itibaren hukuken beş yılı aşan süre
içerisinde zamanaşımı söz konusu olduğundan ötürü...
O iki katlı binayı
yapıp, eczaneye, sakatatçıya, otomobil yıkayıcısına kiraya verip geriye
kalanını kullanan adam "ne yapıyorsunuz siz; burayı, yirmi seneyi aşkın
zamandır ben kullanıyorum; gidin buradan; burası benim malımdır" diyor
"yahu, burası tapulu, Atatürk'ün arazisi" diyorlar; o "ben,
burayı, yirmi seneyi aşan zamandır kullanıyorum" diyor; yani, merdi kıpti
şecaat arz edeyim derken, sirkatini söylermiş ya; adam, mahkeme heyetine,
Atatürk'ün arazisini, bilâbedel işgal ederek, yirmi yıldır kullandığını bizzat
kendisi ifade ediyor. Yirmi senedir yönetim nerede?! Ortada yok. Yani, bu
fuzuli işgal sonucu, buradan haksız kazanç sağlamasına rağmen, ancak, beş yıllık
süreyi aştığı için, öbürleri bırakılmış ve 1997 yılından itibaren ecri misil
talep edilebilmiştir. Dolayısıyla, dava açılıncaya kadar hiçbir işlemin
yapılmaması, hukukî yollara başvurulmaması ve hiçbir sorun yokmuş gibi
davranılması, ilgililerin nasıl sorumsuzca davrandıklarının çok açık bir
kanıtıdır.
Bir sürü örnek var
da; bu spesifik örnekten sonra, yine, çok ilginç, hafızalarınızda kalsın diye
vereceğim bir örnek de şu: Hipodrom yapımı için kiralanan ve uygulama imar
planında hipodrom alanı olarak belirlendikten sonra... Yani, Ankara Büyükşehir
Belediyesi tarafından kiralanıp, hipodrom yeri olarak belirlendikten sonra,
hukuken hiç imkânı olmadığı halde, parselasyon imar planları yapılan alanın,
imar, ada ve parsellerine dahil edilen; mülkiyeti Atatürk Orman Çiftliği
Müdürlüğüne ait arazilerden düzenleme ortak payı olarak alınan 335 dekar arazi
örneğinde olduğu gibi...
Bakın, 335 dekar
arazi, hipodrom yapılmak üzere kiralanıyor, alınıyor ve o arada, projeler
yapılırken -bilirsiniz- Belediye Kanunundaki meşhur 18 inci maddenin
uygulanması sonucunda, 335 dekar arazi örneğinde olduğu gibi, bu arsaya elkonuluyor.
Elkonuluyor; ancak, 5659 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi uyarınca, Orman
Çiftliği arazilerinin devir ve temlikinin ancak kanunla mümkün bulunması
dolayısıyla, Orman Çiftliği yöneticileri horul horul uyurken veya görmezlikten
gelirken, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı olayı fark ediyor, diyor ki:
"Bu 5659 sayılı Yasaya göre, biz, burada, kanun çıkarmadan, 18 inci madde
dahil olmak üzere, hiçbir tasarrufta bulunamayız ve Orman Çiftliğinden bir
metrekare arazi bile alamayız. Şimdi, 18 inci madde uygulaması yüzünden 335
dekar arazi alıyoruz; dolayısıyla, bu konuda şu yetkilileri bir uyaralım."
31.8.1995 tarihinde 865 sayılı bir yazı çıkarıyor ve Orman Çiftliği
Müdürlüğüne, bu kanundan bahsederek, imar düzenlemesine muvafakat etmeleri için
"yapılacak imar düzenlemesine ya muvafakat edin, hukukî platformuna
oturtun ya da itiraz hakkınızı kullanarak bu planın iptalinin sağlanması
gerektiği konusunda hareketlenin" diyor, müdürlüğü uyarıyor Büyükşehir
Belediyesi, 1995 yılında. Çok açık biçimde bu şekilde izah etmesine ve bu
tasarrufa, mevcut yasa karşısında kayıtsız kalınamayacağını hatırlatmasına
rağmen, müdürlükçe, hâlâ uykuya devam ediliyor ve hiçbir girişimde bulunulmadığından,
bugün, de facto durum olarak 335 dönüm arazi belediye adına tescil ediliyor.
Dolayısıyla, biraz evvel söylediğim örnekte olduğu gibi, belediyenin
"yapmayın, yetişin, müdahale edin, şu arsanıza sahip çıkın" diye
uyarmasına rağmen, adamlar, arsaya, Atatürk Orman Çiftliğinin, Atatürk'ün
tapulu arazisine bile sahip çıkmama gafletini gösteriyorlar. Bu nedir;
Atatürk'ün, yıllar evvel ileriyi görerek -sanıyorum- bunlara mesaj göndermek
üzere söylediği bir ifade vardı. İktidar deyince hep hükümeti düşünürler,
herhangi bir konudaki iktidarı elinde bulunduranlar için söylüyor ve
"iktidar sahipleri şahsi menfaatlarını müstevlilerin siyasî emelleriyle
tevhit edebilir. Hatta bu iktidar sahipleri, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet
içerisinde bulunabilirler" diyor ya; demek ki, bugünkü yöneticileri görmüş
de onlara mesaj olsun diye söylemiş yıllar öncesinden. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Evet, bu kadar gaflet olur mu?!. Kanun çıkarmadan 1 metrekarenin
alınmasının, bir çivi çakılmasının mümkün olmadığı, Atatürk'ün öz ve öz tapulu
arazisi ve koruyun diye millete hediye ettiği arazisine bile oradaki
yöneticileri sahip çıkmamış.
Şimdi, kaldı ki,
Orman Çiftliği alanı, 1998 yılında Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulunca birinci derecede tarihî ve doğal SİT alanı olarak tescil ve ilan
olunmuştur; yani, bir de SİT alanıdır aynı zamanda.
Orman Çiftliği
arazilerinin kullanımı ve işletilmesi, kent bütünü içinde açık ve yeşil alanlar
bütününün, arazi kullanım planlaması çerçevesinde yapılmalıdır. Arazi kullanım
planlamasını esas alan bitkisel üretim deseni yeniden tespit edilirken, yeni
anlayışın geleneksel tarımsal faaliyetlerinden vazgeçilerek, kent içi tarımsal
faaliyetler bağlamında tarım ormancılığına dönüştürülmesi sağlanılmalıdır.
Bu durumda,
Atatürk'ün "yeşili görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle
ağaçlandırınız ki, âmâ bir insan dahi yeşiller arasında olduğunu fark
etsin" sözü, vasiyeti ve özdeyişi yerine getirilmiş olacaktır bu yeşile
sahip çıkılırsa.
Orta Anadolu
steplerinde kurulan başkent Ankara'nın yaşanabilir bir kent olması, şehir
içinde yer alacak yeşil alan ve parklar ile şehir dışında oluşacak bir yeşil
kuşağın varlığına bağlıdır ancak. Mevcut yapısıyla Orman Çiftliği arazileri,
söz konusu yeşil ve açık alanlar için önemli bir potansiyeldir çünkü; ama,
bütün bunlara rağmen, 2002 Temmuz ayı itibariyle Müdürlüğün, çeşitli kişi ve
kuruluşlara kiraya verdiği ve mülkiyetin gayri ayni hak tesis ettiği
taşınmazlarının sayısı 124 olup -124 tane taşınmaz- bu taşınmazların yaklaşık
alanı ise 5 717 dönümdür, yani, 6 000 dönümdür. Bu kiralamaların büyük bir
bölümü, maalesef, arazilerin Bağış Mektubundaki amaç doğrultusunda kullanımıyla
bağdaşmayan kiralamalardır.
Arkadaşlar,
vakıflara, bu tür büyüklerimizin bağışlarına, bağış mektuplarına bakmazsak,
dünyaya vakıf medeniyeti olarak nam salmış bir ülkenin çocukları olarak,
gelecekte, zannediyorum, çok üzülürüz.
Ayrıca, araziler
üzerinde kiracılar tarafından yapılan sabit tesisler nedeniyle, araziler,
sadece gasp edilmekle kalmayıp, arazi niteliğini de kaybetmişlerdir.
Kiracıların kullanımına verilen arazilerin büyük bir bölümü -arkadaşlar, sıkı durun, Atatürk'ün arazisi
gasp ediliyor ve üzerinde kurulan tesisleri incelediğinizde- diskotekler,
hipodromlar, lokantalar, büfeler, benzinlik tesisleri, spor tesisleri,
garajlar, sosyal tesisler, asfalt depo tesisleri, çevre yolu, kömür deposu,
enerji nakil hatları, bowling salonları, fabrikalar, kil istihraç sahaları,
kanalizasyon atık ve su kolektör tesisleri sahası haline getirilmiş, bağış
amaçları dışında kullanımları için kiralanmıştır.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) - Moloz dökme sahası...
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - İşte, atık dedik
ya.
Öte yandan,
Müdürlüğün, Bakanlar Kurulunun 11 Mayıs 1998 tarih ve 98/11395 sayılı kararıyla
kabul edilen Satın Alma ve Kiraya Verme Yönetmeliğinin 4 maddesinin iptali ve
yürütmenin durdurulması için -izninizle, şükranlarımı arz etmek istiyorum- şu
andaki mevcut Sayın Meclis Başkanımız Yılmaz Ateş Bey tarafından Danıştaya
açılan dava sonucunda, Danıştay 10. Dairesinin kararıyla, Müdürlüğe ait
taşınmaz malların, artık, geçmişteki gibi yanlış uygulamalarına dur denilecek
ve taşınmaz malların trampa edilmemesi ve bunlar üzerinde mülkiyetin gayri aynî
hak tesis edilmemesi, devlet kurum ve kuruluşlarına beş yılı aşan kiralama
yapılamaması, gerçek ve tüzelkişilere kiralanacak taşınmazların münferit ve
küçük parçalarla sınırlı tutulmaması ve yine, beş yılı aşan kiralama
yapılmaması konusunda verilen hüküm ile bu hususlara aykırı olan yönetmelikteki
kanunsuzluklar düzeltilmiştir. Bu manada, Sayın Ateş'e şükranlarımı arz
ediyorum. (Alkışlar)
Marifet iltifata
tabidir. Türkiye'de, birçok görevlinin yattığı bir dönemde, bir insan, bunu,
kendine görev ittihaz etmiş, dava açmış ve bu davayı sonuçlandırarak bir
yanlışı önlemişse, buna şükran duymaktan başka hiçbir şey söylenemez.
Değerli arkadaşlar,
şimdi bu girizgâhtan sonra, gelelim, bugün, tarihte bir ilki yaşatan
itirazımıza. Nedir bu ilk dediğinizde; bugüne kadar şartlı ibrayı -biraz evvel
anlatmıştım- artık, yok ettik. Bundan böyle, bir daha, bu Mecliste, şartlı
ibrayı nasıl şartlı ibra edersiniz, ibra etmeyin diye huzurunuza gelemeyeceğiz;
ama, bu, büyük bir mesafedir; inşallah, bir daha böyle bir yanlış yapılmaz.
Şimdi, sizlere, Orman
Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999 yılları faaliyetlerinin neden ibra
edilmemesi gerektiği konusundaki itirazlarımın sebeplerini izah etmeye
çalışacağım.
Değerli arkadaşlar,
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun, yine, titiz çalışmaları... Bir şeyin
hep altını çizmeye çalışıyorum yıllardır; yani, gerek Millî Savunma Komisyonu
üyeliği yaptığım zamanlarda gerekse KİT Komisyonu üyeliği yaptığım zamanlarda,
çok büyük bir mutlulukla tespit ederek, hep hakkı teslim etmeye çalıştığım bir
konu vardır; o da, Türkiye'de, hâlâ, dersini çalışarak gelen bazı müesseseler
vardır, bunlar ayaktadır ve bunların moral değerleriyle gidiyoruz. Bunlardan
biri asker, biri de Yüksek Denetleme Kurulu üyeleriyse, bunlara da burada
şükranlarımı arz ediyorum. Onların yaptığı titiz çalışmalar sonucunda, Orman
Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999 yılları faaliyetlerine ilişkin olarak
hazırladığı, hepinizin bildiği o temennilerden oluşan çalışmalarda üç konuya
itiraz etmiştim. Onlar -aynı konular iki yılda da, yani, 1998 ve 1999'da da
paylaşıldığı için, şu anda burada hep birlikte konuşuyoruz- nedir;
1- Orman Çiftliği
arazisi üzerinde Marmara Oteli diye bir otel var. Otelin kiralanmaları
sözleşmelerinin gereklerinin yerine getirilmemesiyle ilgili tespitlerin
yapıldığı temenniler.
2- Kira bedellerinin,
emsal ve rayiç bedellerine uygun hale getirilmemesinin talepleriyle ilgili
temenniler.
3- Toprak dökümü
alanına ilişkin... İhaleyi kazanan firmanın... Çok enteresan bir şekilde,
yetkisiz bir insana, telefon selamıyla yer teslimi yapılarak, bu memleketi, 8
milyar lira civarında... Çok enteresan yani... Adamcağız ihaleyi almış,
birisini göndermiş, telefonla da "bu adama yer teslim edin, paraları da
buna verin" demiş. Orman Çiftliği yöneticileri "öyle mi, hoş
geldiniz, buyurun, burası sizin alanınızdır, tepe tepe kullanın" demiş.
Adam paraları yatırmamış, yatırmadıktan sonra fark etmişler ve "yahu
buranın sahibi sen değil misin" deyince "benimle ne alakası var
kardeşim, bana yer teslim yaptınız mı, zabıt var mı, evrak var mı?"
"Yok." "Benden niye hesap soruyorsunuz" demiş ve
dolayısıyla, muhatap bulunmayınca, orada da paralar gitmiş. Son olarak
itirazlarımızdan birisi de buydu.
Şimdi, ayrıca, bu
itirazların dışında, konuşmamın başında arz ettiğim, arazi işgal ve kayıpları
ile arazilerin amaç dışı kullanımları da itirazımızın başlıca diğer
gerekçeleridir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; şimdi, bu konularda, Yüce Heyetinize bilgi arz edeceğim.
Mülkiyeti Orman Çiftliği Müdürlüğüne ait arazi üzerinde bulunan meşhur Marmara
Oteli davası... Meşhur diyoruz; çünkü, ben, artık, bu Marmara Otelinin,
yıllardır yılan hikâyesi olan, mahkemede bitmeyen davalarına da iştirak
ediyorum, gidiyorum; orada da, inşallah, bu yılan hikâyesi bitirilecek ve en
kısa zamanda olay sonuçlandırılacaktır diye ümit ediyorum. Sıkıntı yumağı anlatmakla
bitmiyor. Hep kısa anlatıyorum diyorum ya, burada anlatsak haftalar sürer.
Arkadaşlar, bakın,
Atatürk Orman Çiftliği arazisinde uzun yıllardır kullanılan, o zaman meşhur
olan bir Marmara Oteli vardı. Bu, Emekli Sandığının tasarrufu altındaydı,
sonra, Emekli Sandığı buradan ayrılınca, mevcut, o zamanki yönetim, 1984
yılında "burası kaldıkça metruk bir hale geliyor, bunu bir restore
ettirelim, ihaleye verelim, yap-işlet-devret modeline benzer bir modelle de
değerlendirelim" diyor ve ihaleye çıkıyor. İhaleye çıkınca, müracaat eden
firmalardan birisinin teklifi uygun görülüyor. Bu, Orman Çiftliğinin içinde iki
katlı bir bina; yani, Ankara'nın şınorkeli olan, hava bacası olan, akciğeri
olan bir Orman Çiftliği düşünün, bilinmeyen bir izinle onun ortasında yapılmış
bir otel var -de facto durum- çalışıyor ve burayı kullanılır hale getirmeye
çalışıyorlar. İhaleye çıkarıyorlar, ihaleye çıkan firmaya diyorlar ki:
"Sen, iki katlı bu binayı restore et." "Nasıl?" "Siz,
restore ettikten sonra, burayı, yıllık 25 000 000 lira kirayla 10 sene işletin,
daha sonra bize devredin." "Devredelim" diyor müteahhit firma,
Kayalar İnşaat diye bir firma. Bu teklif kabul görüyor ve Kayalar İnşaata
"iki katlı bina restore edilerek, ilk altı ayda restorasyonu tamamlansın,
ikinci altı ayda da rekreasyon alanları, gezinti alanları tamamlansın ve
hizmete açılsın, 10 yıl sonunda da burayı bize geri devredin" diye yapılan
anlaşmadan kısa bir müddet geçtikten sonra, sözde bu ihaleyi alan Kayalar
İnşaat, bir hesap kitap yapıyor -yahu, ben, meşhur bir inşaat firmasıyım,
burayı niye iki kata yapalım- birdenbire, diyor ki, 4 yıldızlı bir oteli iki
katlı halde tutacağımıza, şuna bir iki kat daha ilave edelim ve 5 yıldızlı bir
otel olsun, 10 yılda geri vereceğimize 20 yılda geri verelim, kirasını da yılda
52 000 000 lira verelim diyor; yani, pintilik etmeyelim, yılda 25 000 000 lira
vereceğimize 52 000 000 lira verelim diyor.
Bu zekice teklifini
hemen yönetime götürüyor. Yönetim de, bakıyor, hakikaten olabilir, niye olmasın
diyor ve adamlara, yeni bir ihale yapılması gereken şartlar oluştuğu halde,
sadece... Niye; çünkü, daha önceki iki ihalede ortaya çıkan diğer firmalar,
eğer, burayı 5 yıldızlı otel, 20 yıllığına kullanabilme imkânı olduğunu
bilseler ona göre teklif sürerlerdi. Sen, şimdi, 4 yıldızlı otel yapacağım diye
10 yıllığına alıyorsun; ama, sonra müracaat ederek, 20 yıllığına çıkarıyorsun
ve 1 yıldız farkıyla... KİT Komisyonunda da söylemiştim, öyle mübarek bir
yıldız ki, adama tam 10 sene orayı tepe tepe kullanma imkânı veriyor!
Yetti mi; yetmedi.
Şimdi, aradan biraz zaman geçiyor. Bu kadar meşhur bir inşaat firması olmasına
rağmen, daha önce yaptığı zemin etütlerinin bir daha gözden geçirilmesi
ihtiyacını hissediyor ve bir zemin etüdü yapıyor. Profesyonel inşaat firması
yani!.. Önce yaptığı zemin etütlerinin doğru olmadığını fark edince, koşa koşa,
tekrar, doğru yönetime gidiyor. Diyor ki: "Ey yönetim, yahu, ben sizden
burayı aldım; ama, bunun zemin etütleri tutmuyor. Vallahi, 4 katlı binayı çekmez.
Allah korusun, başımıza iş çıkar. Onun için, gelin, biz, bu işi burada
durduralım. Siz, bana, bu otelin yan tarafında yeni bir yer verin. Bu
verdiğiniz yeni yerde, ben, size 14 katlı bina yapayım, yap-işlet-devret
modeliyle size geri iade edeyim." Bunun üzerine karşı tarafın evet veya
hayır demesi lazım değil mi normal olarak; ne evet ne hayır... Karşı taraftan
hiç ses yok; yani, Orman Çiftliği yöneticilerinden hiçbir ses yok. Adamcağız
"sükût ikrardan gelir" diyerek, gidiyor, yapmak için ihalesini aldığı
binayı burada bırakıyor, yan tarafa geçiyor, yan tarafta bina inşaatına
başlıyor. Başka bir arazide bina yapmaya başlıyor; izin yok, ruhsat yok, kâğıt
yok, mukavele yok; hiçbir şey yok yani. Koca bina yükseliyor.
FİKRET BADAZLI
(Antalya) - Yönetim onu durdurur!
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - "Yönetim onu durdurur" diyor. Vallahi, hâlâ
durduramamış yani, 1984'ten 2003 yılına kadar aradan tam ondokuzbuçuk sene
geçmiş.
Şimdi, bakın, bu bina
yükseliyor. Ee, yeter artık değil mi yani, adamcağızın, artık, bu
müktesebatıyla, kifafı nefs etmesi lazım. Hayır, etmiyor. Ne diyor; diyor ki:
"Bu iş böyle olmaz. Ben bu inşaata başladım, ama, her ne kadar, sen, sükût
ettin de öyle ikrar ettiysen, kabul ettiysen, vallahi, yaptığım hesaplara göre
ben zarar edeceğim herhalde." "Ee, ne yapalım?" "O zaman,
burayı bana 49 yıllığına verin" diyor. Adamcağıza, o zaman, sözle
"yok, bu da olmaz artık" diyorlar. Sözle "yok, olmaz"
deyince, Kayalar İnşaat Firması, hemen, haklılığını ispat edebilmek için,
kendisine yapılan zulmü izale ettirebilmek için doğru mahkemeye koşuyor ve
mahkemeye bir dava açıyor. Diyor ki: "Yahu, kardeşim, ben, geldim, bu
adamların arazisinde, bütün iyiniyetimle, hiçbir izin ve ruhsat almadığım
halde, koca bir bina yapıyorum; ama, bu pahalı, yetmiyor, yetiştiremiyorum; 20
yılda finanse edemem; öyleyse, 49 yıllığına bana izin verin ki, ben, bu işin
altından kalkayım" diyor. Bunun üzerine, mahkeme heyeti düşünüyor
taşınıyor uzun zaman, en sonunda karar
veriyor; 3 kişilik heyette, mahkeme başkanı "hayır, olmaz böyle bir
şey" diyor; ama, 2 tane mahkeme üyesi "olur, bal gibi olur"
diyor ve öyle bir karar çıkıyor ki, ihalesiz, ruhsatsız, izinsiz, mukavelesiz
başlattıkları inşaat, 49 yıllığına, adamların inhisarına geçiyor ve o gün
bugündür, bu muvazaa, bu problem devam edip gidiyor; sene 1984, sene 2003...
Geldiğimiz noktada,
mevcut yöneticiler, çok yoğun mesai sarf ediyorlar bu usulsüzlüklerle ilgili,
bu hukuksuzluklarla ilgili. Arkadaşlar, altını çizerek söylüyorum; ta yıllar
gerisine gittim, 1984 yılına kadar gittim, bütün hesapları inceledim, 1993,
1994 yılına kadar, Orman Çiftliğinin Marmara Otelini bu adamlara nasıl
verirsiniz diye, ne Orman Çiftliği yönetimden birisi hareketlenmiş ne onları
performans denetimine tabi tutan Yüksek Denetleme Kurulu hareketlenmiş ne de
ondan sonra... Adamcağız 1984 yılında inşaata başlamış; ama, tabiî,
bitirebilmesi için, Turizm Bakanlığından, DPT'den ve Hazineden teşvik alması
lazım; o müracaatları da yapmış.
Ondokuz senedir, adamcağız, oradan oraya, mekik dokur gibi, gidiyor, yalım
yalım yalvarıyor "yahu, bana niye kredi vermiyorsunuz; teşviklerimi
aldım" diyor. Adamcağız bir de kredi alamıyor ya, kredi vermeyen Turizm
Bakanlığı da, Hazine de bu konuda mesul... Yani, bu, mizahî bir edayla anlattığım
olayda, Orman çiftliği yöneticileri mesul, müteahhit firma mesul, bu müteahhit
firmanın, yapılan bu sıkıntılı tasarrufları performans denetimiyle tespite
memur ve mecbur olan Yüksek Denetleme Kurulu üyeleri sorumlu; bakanlıklar, yani,
Hazine, DPT ve Turizm Bakanlığı sorumlu. Son tahlilde, biraz evvel anlattığım,
mahkemede 2'ye karşı 1 dedim ya, adamın tapulu arazisi değil, izni yok, bilmem
ne yok; ama, 49 yıllığına vermiş mahkemenin sorumluluğunu tartışmak durumundayız
diye düşünüyorum ve bütün bunların ışığında geldiğimiz noktada, 1984 yılından
1999 yılına kadar ve geldiğimiz tarihe kadar uyuyan yönetimlerden başka...
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun
Sayın Dağcıoğlu.
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
... alt komisyonlarda
ve üst komisyonlarda bu olayı fark etmeden veya fark etse de görmezlikten
gelmek suretiyle, KİT komisyonları ayağıyla siyaset de suçlu. Dolayısıyla,
fesimizi önümüze koyup, ciddî bir tespit yapmalıyız. Yani, Türkiye, bu dönemde,
artık, kirlerinden temizlenmeli, aklanması gereken bir dönem olarak tarihe
geçmeliyse, hep beraber -hepinize şükran duygularımı arz ediyorum- az önce,
nasıl ki Halk Bankasında, bir tane bile fire vermeden Yüce Meclis kabul
etmişse, Orman Çiftliği konusunda da, bu yapılan sıkıntıları, bu yapılan
zulümleri, bu yapılan yolsuzlukları, bu yapılan haksız iktisapları önlemenin
yolu olarak, yine aynı şekilde ortak karar vermeliyiz diye düşünüyorum; yani,
altı yedi müessese, hepsi birden, kendisini hesaba çekmeli ve bütün bu
hesaplaşmalardan sonra, 2000'li yıllarda geleceğe omuz omuza, umutla gitmeliyiz
diye düşünüyorum.
Onun için, Orman
Çiftliğinde, bu Marmara Otelini, temizliklerin başlayacağı bir milat olarak
kabul etmenizi rica ediyorum. Neden; çünkü, Türkiye'nin kurucusu ve birçok
insanın da, arkasına kocaman resimlerini koymak suretiyle, cambaza bak
edasıyla, yolsuzluklarına kılıf olarak değerlendirmeye çalıştığı, Aziz
Atatürk'ün tapulu arazisine, onun anısına ve onun müktesebatına hiç değilse,
saygı göstermeyi beceremezsek, biz bu memlekette hiçbir pisliği düzeltemeyiz,
hiçbir pisliği temizleyemeyiz diye düşünüyorum.
ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul)- Malî miladı gömdünüz; malî milat olamaz!
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla)- Sayın Bakan, yani, burada, bu kadar, hepimizin hassasiyet
gösterdiği bir konuda konuyu başka tarafa taşırsanız, bence, olayın füsunu
gider diye düşünüyorum ve ben bunu sizin fark edeceğinizi düşünüyorum.
Arkadaşlar, Orman
Çiftliğinin Marmara Oteli davası böyle sıkıntılı.
Bunlardan başka, kira
davalarına gelelim. Sanki, Marmara Otelini, Atatürk Orman Çiftliği değil de
babalarının çiftliği gibi düşünmeye ve kullanmaya alışmış olan insanlar, bu
arada, orada bir sürü araziyi de kiraladıklarında, küçücük rakamlarla, bu
memleketi, Orman Çiftliği ayakta kalsın diye direnen yöneticileri de sıkıntıya
sokmuşlar ve ekonomik sıkıntılarla, arzu edilen rekreasyon alanlarının bile
gerçekleştirilmesi doğrultusunda hareketlenememişler. Yeni gelen yönetim -iki
üç sene oldu zannediyorum- işte, yine Yüksek Denetlemeyle senkronize olmak suretiyle
öyle bir çalışma başlatmış ki, ilk defa göğüs göğüse bir mücadeleyle -buradan
şükranlarımı ve tebriklerimi iletiyorum mevcut yönetime- ne yapmış; ayda 38
milyon lira olan kirayı 200 milyar liraya çıkarmışlar. Aylık geliri, 199 küsur
milyar liraya... Nasıl yapmışlar bunu; göğüs göğüse bir mücadeleyle. 3 liraya,
5 liraya peşkeş çekilircesine verilen kira bedellerini güncelleştirmişler, 5
milyara, 10 milyara, 40 milyara, 50 milyara çıkarmışlar ve dolayısıyla, aylık
geliri 200 milyar liraya tırmandırmışlar. Şimdi, zannediyorum, bu yıl, artık
rakamlar çok daha katlayacak ve belki de üzerimizden birtakım yükleri
kaldıracak.
FARUK ANBARCIOĞLU
(Bursa)- Sayın Dağcıoğlu, şu miktarı bir daha tekrarlar mısınız; 38 milyondan
200 milyara mı çıkmış?
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla)- 38 milyardan 200 milyara... 199 küsur milyar...
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya)- Ama, aylık değil, yıllık bu rakam.
MEHMET ERGÜN
DAĞCIOĞLU (Devamla)- Aylık söylüyorum; Yüksek Denetleme Kurulu raporlarında
aylık yazıyor.
Şimdi arkadaşlar,
burada rakamlar şuradan önemli; yani, tam 7 misli artmış; 38 milyar nere, 200
milyar nere!.. Peki, neredeydi o ana kadarki yöneticiler; o ana kadarki
yöneticilerden -birçok KİT Komisyonu üyesi arkadaşımızın da bildiği gibi-
birisi ölmüş, birisi de emekliliğin tadını çıkarıyor şu anda; ama, Yüksek
Heyetinizin izniyle, zannediyorum, verilecek kararla, bizi destekleyerek
vereceğiniz kararla, ümit ediyorum, ilk defa, burada, bunlar da adaletin eline
teslim edileceklerdir ve gereği yapılacaktır diye düşünüyorum.
Arkadaşlar, burada,
Sayın Başkanımızın sabrını zorlamak istemiyorum; söylenecek o kadar çok şey var
ki; ancak, şu anda, artık, kira tespit davalarının bile Türkiye'de bir ilke
imza atar şekilde yılan hikâyesi gibi olduğu, 1995 yılında açılmış bir kira
davasının 2003 yılına kadar hâlâ bitirilmediğinin gündeme getirildiği bir
günde, 52 000 dönümden 19 000 küsur dönümüne el konulmak suretiyle, çeşitli
yollarla gasp edilmek suretiyle 33 000 dönüme düşürülmüş olan araziye, bundan
böyle hep birlikte sahip çıkacağımızı ümit ediyor, desteklerinizi bekliyor,
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Dağcıoğlu.
Sayın
milletvekilleri, Sayın Dağcıoğlu'na teşekkür ediyorum; adım da geçtiği için
kısaca bir konuyu arz etmek istiyorum.
1998'in ağustosunda,
Sayın Dağcıoğlu'nun sözünü ettiği bu yönetmelikte Bakanlar Kurulu kararıyla bir
değişiklik oldu. Trampa denilen yöntem şu: Örneğin, sizin, Ağrı'nın kuş uçmaz,
kervan geçmez bir dağında bir araziniz var. "Ben 50 dönümünü devlete veriyorum,
devlet de bana Atatürk Orman Çiftliğinden 50 dönüm versin" mekanizması
getiriliyordu. Bunun üzerine, ben, yürütmenin durdurulması için Danıştaya dava
açtım; fakat, söz konusu daire, bu talebimi reddetti. Bunun üzerine, Danıştay
Dava Daireleri Genel Kuruluna gittim. Arkadaşlar, o süre içerisinde Sayın
Dağcıoğlu'nun sözünü ettiği bowling salonu yapıldı. Danıştay Dava Daireleri
Genel Kurulu, talebimi reddeden o dairenin de temsilcisinin oyuyla, yürütmeyi
durdurma talebimi oybirliğiyle yerinde buldu ve yürütmeyi durdurdu. Fakat, o
arada da, bu bowling salonu oraya kuruldu.
Basın toplantısı
yaptık. Sağ olsunlar, bütün sivil toplum örgütleri, siyasî partiler geldiler,
Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal da geldi, Atatürk
Orman Çiftliğinin etrafında insanlardan çit ördük.
Bu dava iki yıl
sürdü; davayı da esastan, yine, oybirliğiyle kazandık.
Bir basın
toplantısında gazeteciler sordular, dediler ki "bu yönetmeliği değiştiren
bakan, kendisine 'otel ayısıyım' diyerek caka satıyor; peki, burada da ayılar
var, bunların hali ne olacak?" Ben de espriyle bir yanıt verdim; sevgili
arkadaşlar, bir de o davadan yargılandım. O zamanın parasıyla, masraflarıyla
beraber 1,5 milyar lira, ilgili bakana tazminat ödedim. Mahkemenin gerekçesi
"bir kişi kendisine ayı diyebilir; ama, bir başkası ona ayı derse suç
işlemiş olur." Sayın milletvekilleri, ben bu gerekçeyle, ilgili kişiye o
zamanın parasıyla 1,5 milyar lira tazminat ödedim.
Ancak, Atatürk Orman
Çiftliğini de kurtardık da, fakat, ne kadarını kurtardık; Sayın Dağcıoğlu
söyledi, 104 000 hektardan şu anda 33 000 hektar kalmış; yani, üçte 1'i ve bu
da -halen yürürlükte olan 1950 yılının mayıs ayında çıkmış özel yasa var- yani,
şu ana kadar yapılan işgallerin hepsi, bu yasaya rağmen yapılmış işgaller. Yasa
var, yasaya göre, kiraya verilebilmesi veya satılabilmesi için özel kanun
çıkarılması lazım; ama, yasa çıkarılmadan o işgal etmiş, bu işgal etmiş, siyasî
iktidar da kollamış ve bu noktaya gelinmiş.
Sayın Dağcıoğlu'na ve
imzası olan bütün arkadaşlarımıza ve sizlere teşekkür ediyorum, bu konuyu
gündeme tekrar getirdikleri için.
Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Orhan Sür; buyurun.
(Alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ORHAN
SÜR (Balıkesir) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
Atatürk Orman Çiftliğiyle ilgili KİT Komisyonu raporu üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşlerini ifade etmek için Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım,
sanırım, bu dönem, Meclis, çok önemli ve çok güzel çalışmalar sergileyecek.
Bizler KİT Komisyonunda -ben aynı zamanda KİT Komisyonunun bir üyesiyim- Adalet
ve Kalkınma Partili arkadaşlarımızla beraber, gerçekten, çok güzel, çok verimli
ve ülkemiz için ileriye dönük olabileceğini düşündüğüm çalışmalar yapıyoruz ve
bu çalışmaların sonucunda da, işte biraz önce konuştuğumuz ve oyladığımız Halk
Bankası gibi ve şimdi konuşmaya devam ettiğimiz Atatürk Orman Çiftliği gibi
konular Meclisimizin huzuruna geliyor.
Değerli arkadaşlarım,
insanlar doğru bildikleri, dürüstçe inandıkları konuda her zaman bedel ödemeyi
göze almalılar. Bu konudan önce görüştüğümüz Halk Bankası konusu ve bankalar
konusu bunlardan birisi. Hepiniz hatırlarsınız; 1999 senesinde, Cumhuriyet Halk
Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, Türk
Ticaret Bankası olayı gündeme geldiğinde bedel ödemeyi göze alarak bu yanlışın,
bu hırsızlığın, bu yolsuzluğun meydana çıkması için bir tavır sergiledi. O
dönemde bize bedel ödetenler, Cumhuriyet Halk Partisini Meclisin dışında
bırakanlar, aradan üç ay geçmeden Cumhuriyet Halk Partisinin ne denli doğru
şeyler söylediğini, nelerin bu ülkeden alınıp götürüldüğünü, nelere mal
olduğunu elbette öğrendiler ve sonunda Cumhuriyet Halk Partisine de, Sayın
Deniz Baykal'a da gereken desteği verdiler.
Değerli arkadaşlarım,
biraz önce konuşan Sevgili Dağcıoğlu, Atatürk Orman Çiftliğiyle ilgili belki de
söylenebilecek hemen hemen her şeyi söyledi. Bizler, kendileriyle beraber KİT
Komisyonunda yaptığımız çalışmada, bu konunun, buraya, bu şekilde gelmesi
konusunda, zaten, oybirliğiyle bir karar almıştık.
Değerli arkadaşlarım,
biraz önce Sayın Dağcıoğlu'nun ifade ettiği gibi, 1925 yılında Gazi Mustafa
Kemal "örnek bir çiftlik istiyorum" demişti ve bunun için de, o günün
ziraatçılarına yer bulmaları talimatını vermişti. O günkü ziraatçılar, Ankara
civarında örnek bir çiftlik yapılabilecek bir arazinin olmadığını ifade
ettiler. Mustafa Kemal, bugünkü çiftliğin olduğu bölgeyi gösterip "peki,
burası?.." dedi; söylenen "orası olmaz, bataklık ve çorak bir yer
efendim" yanıtıydı. "Burasını biz yapamazsak, kim yapacak" dedi,
kolları sıvadı ve Mayıs 1925'te, o zamanki adıyla "Gazi Orman
Çiftliği" yaşama geçti.
Onüç yıl, bu
çiftlikte, gerçekten, çok örnek çalışmalar sergilendi ve 11 Haziran 1937'de, bu
konudaki görüşünü, bu çiftliği Türk halkına hibe ederken, Gazi Mustafa Kemal o
hibe yazısında ifade ettiği gibi, gerçekten, örnek bir çalışma sergilenmişti;
burada hem tarım çok ileri bir noktaya getirilmişti hem de o zamanın en modern
tarım araçları Türk toplumunun önünde görücüye çıkmıştı ve Türk toplumu modern
tarımla tanışma olanağı bulmuştu. Hepimizin tarih kitaplarında, belki,
ilkokulda duvarlarda o gördüğümüz, Mustafa Kemal'in demir tekerlekli bir
traktörün üzerine bindiği ve fotoğrafının çekildiği yer aslında bu çiftlik. Bu
gibi çiftlikler sayesinde Türk tarımı bugünkü noktaya geldi; ama, arkadaşlar,
bugün geriye dönüp baktığımızda, Mustafa Kemal'in, o gün, bu çiftliği, sadece
Türk köylüsüne, Türk tarımına bir hizmet amacıyla değil, düşlediği Ankara'nın
yıllar sonra bir gereksinimi olduğunu da gördüğünü saptıyoruz. 1937 yılında bu
yeri devrederken, bu çiftliklerden de bahsederken, çiftliklerin, aslında,
yerine göre araziyi ıslah ettiğini, tanzim ettiğini, ayrıca, halka gezecek,
eğlenecek, dinlenecek çağdaş yerler temin ettiğini ve bunun yanında, elbette,
Ankara halkına ve bu çiftliklerin civarındaki insanlara hilesiz, katkısız,
nefis ürünlerin de bu çiftliklerden temin edileceğini açık açık ifade ediyordu.
İşte, Atatürk Orman
Çiftliği, Ankaramıza hâlâ bu hizmeti sunmaya çalışan bir çiftlik; ama, bu
çiftlik, gerçekten, yöneticilerimiz tarafından Atatürk Orman Çiftliği olarak
görülmemiş, babalarının çiftliği olarak görülmüş ve birilerine maalesef, peşkeş
çekilmiş değerli arkadaşlarım. (Alkışlar)
Bundan 65 yıl önce,
bu günleri görüp, o çiftliği ve o çiftlik gibi yerleri bu ülkenin insanına
emanet eden Mustafa Kemal'in görüşüne bakın, ondan sonra gelen yöneticilerin
bizleri nelerle uğraşmak zorunda bıraktıklarına bakın! Aramızdaki görüş
farkını, o dönemden bu döneme gelen yöneticilerimizin nitelik ve nicelik
farklarını, elbette buradan görebiliyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
biraz önce ifade ettiğim gibi, değerli arkadaşım çok güzel sözcüklerle Atatürk
Orman Çiftliğinde nasıl peşkeşler çekildiğini size anlattı. Elbette, Marmara
Oteli tam bir rezalet; ama, maalesef -biraz önce kendisinin de ifade ettiği
gibi- yerine de, arazisine de sahip çıkamamışız.
Atatürk, ilk bu
çiftliği kurmaya ve burada arazi aramaya
başladığında, 20 000 dönümlük ilk parça
araziyi, Abidin Paşa'nın eşinin arazisini, 20 000 dönümlük araziyi ondan satın
aldı, hem de büyük paralarla satın aldı, gerçek değerinin üzerinde bir parayla
satın aldı. Mustafa Kemal'in bu yeri gerçek değerinin üzerinde aldığını gören o
civardaki diğer mülk sahipleri, kendi mülklerini Mustafa Kemal'e satmak için
yarıştılar ve 52 000 dönümlük bir çiftlik oluştu. Bugün, o çiftlik, maalesef,
33 000 dönüm. Yani, biraz önce sevgili arkadaşımın ifade ettiği o işgallerden
bahsetmiyorum; yaklaşık 19 500 dönümü, zaten elden çıkmış, gelmemek üzere
gitmiş; ama, artı, biraz önce bahsedilen işgaller var bu bölgede. İşte, bizim
sahip çıkmamız gereken, bu bölgeler; bizim sahip çıkmamız gereken ve Mustafa
Kemal'in düşünü gelecek kuşaklara yansıtmamız gereken çalışma da, elde kalan bu
33 000 dönümlük arazi üzerinde olacak elbette. Gerçekten çok büyük peşkeşler
çekilmiş.
Değerli arkadaşım
biraz önce ifade etti, bu arazi üzerinde olmayan yok; berber var, köfteci var,
büyük lokantalar var, bowling salonları var, otobüs firmaları var, fabrikalar
var, her şey var bu arazinin üzerinde. Biz, KİT Komisyonunda çalışırken, KİT
Komisyonundaki arkadaşlarımla beraber buranın müdürüne "buraların kiraları
nedir; bize, karşılaştırmalı kira örnekleri verir misiniz" dedik. Bize,
yaklaşık 51 tane kuruluşu gösteren bir tabloyu, hemen o aşamada sundular. Yani,
arkadaşlarım, buradan, size nesini göstereyim!.. Düşünün, burada, bir çimento
fabrikasının depolama alanı var; bu depolama alanının 1999 yılındaki kirası,
inanamayacaksınız ama, 7 000 000 lira civarında bir rakam; 1999'da! Yani,
gerçekten, bir kişinin, Ankara'da bir lokantaya gidip de yiyeceği bir yemek
parasından bile az bir rakam.
Tabiî, değerli
arkadaşlarım, aynı çimento fabrikası, çimentoyu imal edebilmek için, kili de
Atatürk Orman Çiftliğinin topraklarından temin ediyor; geliyor, kili, Atatürk
Orman Çiftliğinden alıyor ve o kili, götürüp çimento haline getiriyor. Peki, bu
kadar büyük bir rakamla büyük paralar kazandığı bu kile karşılık, Atatürk Orman
Çiftliğine, 1999 yılında ne ödedi biliyor musunuz; yaklaşık olarak 522 000 000
lira.
AYHAN ZEYNEP TEKİN
(Adana) - Aylık mı, yıllık mı?
ORHAN SÜR (Devamla) -
Yıllık efendim, bu dediğim rakamlar yıllık rakamlar; üzülerek söylüyorum,
yıllık rakamlar.
Değerli arkadaşlarım,
1999'dan sonra gelen yönetim, gerçekten, elinden geleni yapmaya çalışmış. Ha,
belki yeterli olmayabilir, belki, bugün bile, Türkiye koşullarında, Ankara
koşullarında, oradaki rakamlar çok çok düşük rakamlar olabilir; ama, bir şeyler
yapılmaya çalışılmış. Biraz önce örnek verdiğim o yıllık 7 000 000 liralık
rakam, 7 000 dolara çıkarılmış; çok büyük bir artış; yani, 7 000 000 liradan 7
000 dolara çıkarılmış; 522 000 000 liralık kil alma rakamı 41 milyara
çıkarılmış; yani, bir artış sağlanmış; ama, bu, bize, şunu unutturmuyor:
Burada, bir peşkeş var; burada, birileri, bugüne kadar, hep Atatürk Orman
Çiftliğini böyle sömürmüş, kanını emmiş. İşte, burada, artık, Meclisimiz
yapması gereken görev, bu dönemde hepimize düşüyor. Değerli arkadaşlarım, bu
olayın üzerine gitmek zorundayız. Biraz
önce, Halk Bankasında yaptığımız gibi, hep birlikte, Atatürk Orman Çiftliğinin
bu dönemlerinin araştırılması, bu dönemlerinin soruşturulması yönünde karar
alarak ve bu işte sorumluluğu olanlardan, bugüne kadar bu sorumlulukların
hesabını vermeyenlerden hesap sormalıyız.
Değerli arkadaşımın
ifade ettiği Marmara Oteli, gerçekten -biraz önce ifade ettiğim gibi- tam bir
rezalet. Şimdi, bazı arkadaşlarımız, eğer, bugüne kadar Atatürk Orman
Çiftliğine gitmedilerse, o oteli bitti falan zannedebilirler. Şu anda, oraya
giderlerse şunu görürler: Karkası çıkmış bir betonarme. 1984-2003; ondokuz sene
geçmiş, hâlâ, ortaklıkta hiçbir şey yok. Eski otel de devredışı; yani, iki
katlı, daha önce, o çalışan, Ankaralıya hizmet veren eski otel de, yenisi
yapılacak diye, ötekinin şantiye binası haline getirilmiş, o da devredışı
kalmış ve bundan hep zarar gören Atatürk Orman Çiftliği olmuş.
Değerli arkadaşlarım,
yazıktır günahtır, yazıktır günahtır... Bu ülkede bu kadar pervasızca soygun
yapılmamalıdır ve yapanlardan bizler elbette hesap sormalıyız.
Ben, bu saatte, çok
fazla konuşarak sizi, burada alıkoymak istemiyorum; ama bizim de görüşümüz,
bizim de düşüncemiz, bunu yapanların bedelini ödemesi yönünde tavır alınması,
bu konuda oybirliğiyle buradan karar çıkması.
Düşümüz, elbette,
Mustafa Kemal'in, Atatürk Orman Çiftliğini kurarken ve Türk Halkına emanet
ederken düşlediklerinin yaşama geçmesidir. Bizden sonra gelecek kuşaklar,
gerçekten pırıl pırıl bir Atatürk Orman Çiftliğinde, Ankara'ya, ülkenin
başkentine yakışır ve Mustafa Kemal'in emaneti bir orman çiftliğinde bunları
konuşmadan, bunları hatırlamadan yaşarlar.
Hepinize saygılar
sunuyorum.
Teşekkür ediyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Sür.
Şahsı adına, Malatya
Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu; buyurun.
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; KİT Komisyonunda,
Atatürk Orman Çiftliği görüşülürken, Sayın KİT Komisyonu Başkanım belki
hatırlayacaklar, kendisinden izin aldım ve rahatsızım dedim, çıktım.
Ben, tabiî, böyle bir
şey görmedim, yaşamımda görmedim. Eğer bu ülkede... Hayretler içinde kaldım,
rahatsızlandım, mide krampı geçirdim ve çıktım.
Vaktinizi
almayacağım, çok kısa konuşacağım. Bu benim içimde bir yara olduğu için; çok
rahatsızlandım, iki gün uyku uyuyamadım. Böyle bir şey görmedim. Ama, tenzih
ediyorum, şu andaki Genel Müdürü ve arkadaşlarını tenzih ediyorum. Bu kardeşimiz,
hakikaten, saygıdeğer konuşmacıların, gerek Orhan Sür Beyin, gerekse Ergün
Dağcıoğlu Beyin söylediği gibi, 600 000 000 olan aylık kirayı, aylık 8 milyara,
9 milyara çıkarmışlar. Yani, onun için, şu andaki yönetimi tenzih ediyorum;
ama, hakikaten, böyle bir şey görmedim.
Bir kere, bir ülke
ki, eğer, bu Meclis... Ben, eğer bugün Meclisin dışında olsaydım, bunları
görmeseydim, bir vatandaş olarak, acaba, bu ülkeye, bu ülkeyi yöneten insanlara
nasıl güvenebilirim, bir vatandaşın nasıl güveni olabilir?.. Hiçbir inancım ve
güvencim yoktur; yani, bir vatandaş, bugün bizi buraya gönderen insanlar,
acaba, bize nasıl güvenecekler?.. Önce, Meclisin bu saygınlığını getirmemiz
lazım.
Atatürk Orman
Çiftliğinin hikâyesini, belki, bugüne kadar kimse dinlemedi; ama, bugün bunu
dinleyen insanlar, acaba, bu ülkeyi yöneten insanlar için ne der?..
Bir kere, ben, KİT
Komisyonu Başkanı ve üyelerine ve Sayın Dağcıoğlu'na ve Sayın Yılmaz Ateş'e
hassaten teşekkür ediyorum; yani, bu Meclisin onuru kurtuluyor. Yine
söylüyorum, eğer bir vatandaş olsaydım, isyan ederdim, beni yönetenler neler
yapıyor diye.
Şimdi, iki türlü
hırsız vardır; biri şerefli hırsız, biri şerefsiz hırsız derim ben her zaman.
("O nasıl oluyor?" sesleri) Hırsızın şereflisi olur mu; evet. Şimdi,
bir tanesi çekti çekmeceni, çekmecende 50 000 000 vardı, 100 000 000 vardı, 500
000 000 vardı, aldı gitti; bu, güzel hırsız, iyi hırsız, sana verdiği zarar 50
000 000, 100 000 000; ama, öbür adam, yine aynı 50 000 000 veya 100 000 000'u
cebine atıyor; ama, senin bir malını satıyor, belki 5 milyarlık, 10 milyarlık
bir malını satıyor, birilerine peşkeş çekiyor, yine aldığı para 50 000 000. Bu
ülke bu hale geldiyse, bu yüzden gelmiştir. Onun için, hepimiz söz verdik,
hepimizin insanlarımıza karşı bir borcumuz var.
Ben sözlerimi çok
uzatmayacağım. Bir kurum düşünün, Ankara'nın göbeğinde, Meclisin gözünün
önünde, eğer, bu devlet, gözünün önündeki bir yere sahip çıkamıyorsa, benim
diğer illerimdeki yerlerime nasıl sahip çıkacak?! Ben böyle düşünürüm.
Şimdi, bir devleti
düşünün, elindeki arazisini birileri alıp götürüyor, devlet baba ortada yok! Devlet
babanın arazisi 52 000 dekardan 35 000 dekara düşecek, devlet baba malına sahip
çıkamayacak! Eğer, devlet baba kendi malına sahip çıkamıyorsa, vatandaşın
malına nasıl sahip çıkacak?!
MEHMET EMİN TUTAN
(Bursa) - Babanın evlatları malını alıyor!
FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) - Haa!
Yine, tapu
işlemlerine gidiliyor, güncelleştirilmek isteniyor, tapu kayıtlarının bugüne
gelmesi için çaba gösteriliyor ve bugüne kadar, bu ülkenin Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğü, Atatürk Orman Çiftliğinin tapusunu çıkaramıyor; yok! Kaç yıldır;
yirmibeş yıldır! Veya bir ülke düşünün ki, o ülkede adalet -adalet, bizim her
şeyimiz- onsekiz yılda karar veremiyor. İzalei şuyu davaları açılıyor, idare
müdahale etmediği için tüm davalar kaybediliyor. Maalesef, tüm davalar,
zamanında müdahale edilmediği için, zamanında itiraz edilmediği için -sadece
tek maddeye dayanılarak- süresi geçtiği için davalar kaybediliyor.
Düşünün, Yüce
Atatürk'ün bize emaneti, moloz bahçesi oluyor. Sayın Dağcıoğlu söyledi,
Ankara'nın tüm atıkları buraya dökülüyor. Bir emanet düşünün; burası, Yüce
Atatürk'ün bize emaneti, Ankara'nın tüm atıkları buraya geliyor ve ne kadar
bedelle biliyor musunuz; senede 8 milyar lira gibi bir rakama. Tabiî, Yüce
Atatürk, o gün, bunu emanet ederken, birilerine örnek olsun, çiftçimize örnek
olsun, hep bir örnek... Bir şey üretelim, bu ülke yaratır. Yüce Atatürk'ün
yaratıcılığını birilerine göstermek için o günlerden...
Bakıyoruz, devletimiz
veya Atatürk Orman Çiftliği, hâlâ, arpa, buğday, pastörize yoğurt, ayran,
dondurma, şarap, meyve suyu imal ediyor. Artık, burası, Ankaralının; burası
Ankaralının. Tamam, o günün Türkiye gerçeği; o gün, belki, o insanlarımıza bu
çiftlik örnek olarak gösterilebilirdi; çiftçiye, üreticiye bir yol gösterirdi;
ama, artık, bugünün koşullarında rantabl değil. Artık, burası, Ankara ve
Türkiye'ye bir emanet oldu. Devlet baba, hepimiz buraya sahip çıkmalıyız.
Tabiî, bir başka
olay, orman çiftliği. Tüm orman alanı 3
600 dönüm. Bu her ne kadar, 6 500 dönüm deniyorsa da, hayır, 3 600 dönüm.
Birtakım kamu kurumlarımıza arazi tahsisi yapılmış; ama, maalesef, burada da
orman dikim işi yeterli ölçüde dikkate alınmadığı için burası da böyle kalmış.
Biz -başta Sayın
Başkan olmak üzere, KİT Komisyonundaki tüm arkadaşlarımıza teşekkür
ediyorum- bir örnek olsun diye, Sayın
Meclis Başkanımızın öncülüğünde, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT
Komisyonu olarak, bir KİT Komisyonu Ormanının adımını attık. Sayın Başkana
teşekkür ediyorum.
Arkadaşlar, sonuçta,
bir vatandaş olarak, benim güvenim yok. Eğer, bu Meclisin gözünün önündeki,
Ankara'nın göbeğindeki birtakım şeyler işgal altındaysa, birtakım şagıllar
varsa ve devlet baba ve Ankara, eğer, kendi ekmeğine sahip çıkamıyorsa, benim
Van'daki arkadaşımın ekmeğine nasıl sahip çıkar?! Hepinizin bilgilerine
sunuyorum, teşekkür ediyorum.
Saygılar sunarım.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Aslanoğlu.
Şahsı adına ikinci
söz, Yozgat Milletvekili Sayın Mehmet Yaşar Öztürk'ün.
Buyurun Sayın Öztürk.
(AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET YAŞAR ÖZTÜRK
(Yozgat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk Orman Çiftliği
Müdürlüğünün Tasvibe Sunulan 1998 ve 1999 Yılları Hesap ve İşlemlerine Ait,
3346 Sayılı Kanunun 8 inci Maddesi Uyarınca Hazırlanan, Kamu İktisadî
Teşebbüsleri Komisyonu Raporu ve Bu Rapora Yapılan İtiraz ile Komisyonun Görüşü
hakkında, şahsım adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli
milletvekilleri, konuya girmeden önce, bilgilerinizi tazelemek ve komisyon
raporundaki tespitlerin önemini vurgulamak amacıyla, kısaca Atatürk Orman
Çiftliğinin kuruluş amacına ve Çiftliğin kuruluşunda rol oynayan önemli etkenlere
değinmek istiyorum.
Hepimiz çok iyi
biliyoruz ki, cumhuriyetin kuruluşunda, hızlı bir iktisadî kalkınmayı
sağlayacak sermaye birikimi ve yüksek teknoloji mevcut değildi. Aziz
milletimizin refah seviyesini yükseltmenin yolu, Anadolu topraklarındaki tarım
potansiyelinin harekete geçirilmesinden ve de halkımızın tarımsal alandaki
deneyimlerinin iyileştirilmesinden geçiyordu.
Ayrıca, insanca
yaşamanın olmazsa olmaz şartlarından birisinin de yeşil alanlara duyulan
ihtiyaç ve özlem olduğu, günümüzde de, imarla ilgili hukukî düzenlemelerde
yeşil alanların korunması ve geliştirilmesine verilen önemle tezahür ettiği bir
gerçektir.
Cumhuriyetimizin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, ekonomik kalkınmanın lokomotifi olmasını
öngördüğü tarım sektörünün önemini vurgulayıcı "millî ekonominin temeli
tarımdır. Bunun içindir ki tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz" ve
"...köylülerin gözleriyle görebilecekleri, çalışmaları için örnek
tutacakları, verimli, modern, uygulamalı tarım merkezleri kurmak
gereklidir" sözleriyle, yeşile verdiği önemi de "yeşili görmeyen
gözler, renk zevkinden mahrumdur" sözlerindeki düşüncelerle, bozkır
ortasına kurulmuş Başkent Ankara halkının rahatlıkla gezebileceği, nefes
alacağı, yaz kış yeşil kalacak bir doğa güzelliği yaratmak arzusu ve özlemi,
Atatürk Orman Çiftliğinin kuruluşundaki temel itici güç olmuştur. Çiftliğin
kurulmasıyla, hem modern tarım teknik ve usullerinin ilk örnekleri Türk
tarımına hediye edilmiş hem de Ankara halkına müstesna bir mesire yeri
kazandırılmıştır.
Atatürk Orman
Çiftliği, biraz önce belirttiğim etkenlerle ve amaçlarla, 25 Mayıs 1925
tarihinde, Atatürk'ün kişisel mülkü olarak kurulmuştur. Kuruluşundan 12 yıl
sonra, 11 Haziran 1937 tarihinde, Atatürk tarafından Hazineye, yani Türk Milletine
bağışlanan çiftlik, 13 Ocak 1938 tarihinde 3308 sayılı Kanunla kurulan Devlet
Ziraat İşletmeleri Kurumuna devredilmiştir. 28 Şubat 1950 tarihine kadar kurum
tarafından işletilen çiftliğin çalışma alanları daha da genişletilmiştir.
Çiftlik, 1 Mart 1950 tarihinde Devlet Üretme Çiftlikleri bünyesine alınmışsa
da, kısa bir süre sonra, 24 Mart 1950 tarih ve 5659 sayılı Kanunla yeni bir
statüye kavuşturulmuş ve Atatürk Orman Çiftliği adı altında, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığına bağlı, tüzelkişiliği haiz bir kuruluş haline getirilmiştir.
Kuruluş, çalışmalarını, halen bu statüde sürdürmektedir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Çiftlik arazisinin muhafaza edilmesi, boş alanların
ağaçlandırılması ve Çiftliğin ismiyle özdeşleşen ürünlerin üretiminin devamı
için, komisyon raporlarında da belirtildiği gibi, kira gelirleri çok önemli bir
kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Kurum yöneticilerinin özel firmalara
kiraya verdikleri taşınmazlarla ilgili gerekli hassasiyeti göstermeleri,
Çiftliğin geleceği açısından hayatî önem arz etmektedir.
Şu anda görüştüğümüz,
Atatürk Orman Çiftliğinin 1998 ve 1999 yıllarına ait hesap ve işlemleri, KİT
Komisyonunun 13 Haziran 2001 tarihli toplantısında, dönemin kurum
yöneticilerinin ihmalleri nedeniyle, şartlı olarak ibra edilmiştir. Bunun
üzerine, Tokat Milletvekili Ergün Dağcıoğlu ve arkadaşları tarafından, 1998 ve
1999 yıllarına ait komisyon raporlarına 21.3.2003 tarihinde itiraz edilmiş,
raporların içeriklerinde detaylı olarak belirtilen konularda idarenin kusurlu
davrandığının açıkça anlaşıldığı, bu nedenle, adı geçen kuruluşun ibra
edilmemesi gerektiği bildirilmiştir.
KİT Komisyonu ve
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu raporları, dönemin kurum yöneticilerinin,
yetki ve sorumlulukları içerisinde bulunan hususlarda ne kadar sorumsuz,
ilgisiz ve ihmalkâr olduklarını göstermektedir. Bu konuları, kısaca
bilgilerinize sunmak istiyorum.
Biraz önce sayın
milletvekili arkadaşlarımın belirttiği gibi, mülkiyeti kurum müdürlüğüne ait
Marmara Oteli, 25 Haziran 1984 tarihinde yapılan ihale sonucunda, özel bir
firmaya, aylık 4,3 milyon TL kira karşılığında 10 yıllığına kiraya verilmiştir.
Bu firma, Marmara Otelini beş yıldızlı otel haline getirmek için gerekli
tadilat ve onarımları yapmayı ve süresi boyunca işletmeyi, süresi sonunda da
tesisi kuruma devretmeyi, 24 Ağustos 1984 tarihli sözleşmeyle üstlenmiştir;
ancak, daha sonra sözleşme şartları değiştirilmiş, kira süresi, kiracının
açtığı dava sonucu 49 yıla çıkarılmış, gerekli kira artışı yapılamamış ve -1999
yılı itibariyle söylüyorum- sözleşmenin aktinden 15 yıl, çekilen ihtarname
üzerinden 6 yıl, ihtarnameyle verilen süre üzerinden de 4,5 yıl geçmesine rağmen,
otel işletmeye açılamamıştır. Taşınmazdan, şu anda işgal tazminatı olarak
sadece 1 678 000 000 TL alınmaktadır ve otel, halen işletmeye açılamamıştır.
Dönemin kurum
yöneticileri, gerekli yasal takibatı yapmamış, davayı titizlikle takip etmemiş
ve gayri ciddî tutumlarına devam etmişler; tapu kayıtlarında 103 990 metrekare
olan bahse konu taşınmazı, dönemin yöneticileri, mahkemelerle yapılan
yazışmalarda, bazen 50 000 metrekare, bazen 500 000 metrekare olarak
belirtmişlerdir. Kiracı yükümlülüklerini yerine getirmediği halde, aktin feshi
ve taşınmazın tahliyesi yönünde, dönemin kurum yöneticileri herhangi bir
girişimde bulunmamışlardır. Bu husus, müdürlüğün büyük zarara uğramasına neden
olmuştur ve olası zararların boyutu da her geçen gün artmaktadır.
1999 yılı içinde
toprak döküm alanına ilişkin ihaleyi kazanan firma, sözleşme yapmaya
yanaşmadığı halde, hukuken şirketin temsilcisi olmayan bir şahsa yer teslimi
yapılarak işin yetkisiz bir kişi tarafından yapılmasına müsaade edilmiş ve
müdürlüğün 7,9 milyar Türk Lirası zarara uğratılmasına sebep olmuştur.
İncelenen dönemde, kuruma ait taşınmazlar ada parsel bazında belirlenememiş ve
mevcut tecavüzler tespit edilerek önlenmemiş, tapu kayıtları güncelleştirilerek
tapu senetleri alınmamış, bu nedenle, kuruma ait taşınmazlar işgal edilmiş ve
kurum yine zarara uğratılmıştır. 2001 yılı itibariyle, kurumun toplam 945 dekar
taşınmazı işgal edilmiş durumdadır. Kurum taşınmazlarının kiraya verilmesi ve
kiraların artırılması hususunda gerekli hassasiyet gösterilmemiş, bazı
kiracılara yüksek oranlarda, bazılarına da çok düşük oranlarda yıllık artış
oranları uygulanmış olup, kurumun 748 milyar lira zarara uğratıldığı, müfettiş
raporlarında belirtilmiştir. Bu konuda yöneticiler aleyhine açılan dava henüz
sonuçlanmamıştır.
Atatürk Orman
Çiftliği arazisinin birinci derece doğal SİT ve tarihî SİT alanı olarak tescil
edilmiş olmasına karşılık, SİT alanı içerisindeki kiracıların izinsiz
yapılaşmalarına idare göz yummuş ve bu konuda herhangi bir işlem yapılmamıştır.
Kiralanan
taşınmazların mevcut durumunun tespit edilerek kiracılara tutanakla teslim
edilmemesinden dolayı, kiracıların kendi menfaatları doğrultusunda yaptıkları
yapılaşmaları belirlemek imkânsız hale gelmiştir. Kira süresi uzatılması
yerine, yeniden ihaleye çıkmayı mümkün kılacak biçimde sözleşmeler yapılmamış,
kira bedellerini süresinde ödemeyen kiracılar hakkında gerekli yasal işlemler
için süresi içinde girişimde bulunulmamıştır.
KİT Komisyonu, 20
Şubat 2003 tarihinde itiraz müzekkeresini görüşerek 3346 sayılı Kanunun 8 inci
maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen ilkeler çerçevesinde kurumun durumunu
incelemiş, 1998 ve 1999 yılları hesaplarıyla ilgili Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu raporunda yer alan hususların da kararın gerekçeleri arasında
rapora eklenmesini kararlaştırmıştır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun
Sayın Öztürk.
MEHMET YAŞAR ÖZTÜRK
(Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Komisyon, yukarıda
belirtilen hususların, en azından görev ihmallerine işaret ettiği, yıllardan
beri süren ihmallerin olduğu ve dönemin yöneticilerinin kurumu iyi
yönetmedikleri, dolayısıyla, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün, 1998 ve 1999
yıllarına ait hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesine karar vermiştir.
Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Atatürk Orman Çiftliği, Atatürk'ün doğa sevgisinin, ekonomik
kalkınmaya ve Türk çiftçisine verdiği önemin bir simgesidir. Bu çiftlik, birçok
tarım uzmanının "tarım yapılamaz, ağaçlandırma için elverişsizdir"
şeklinde rapor verdiği bir alanda kurulduğundan, zoru başarmanın da bir
simgesidir. Böylesine simgesel özelliklere sahip bu güzide kuruluş, Atatürk'ün
bizlere bıraktığı önemli miraslardan biridir. Bu mirasa sahip çıkmak ve korumak
hepimizin görevidir.
Bu nedenledir ki,
çiftliğin işletilmesinde ve korunmasında yasalarla getirilen usul ve esaslara
uyma noktasında gösterilecek hassasiyetin en üst seviyede olması gerektiğine
inanıyorum. Bu kuruluşun hak ve menfaatlarının korunmasında ihmal veya
suiistimalleri olanların yargı önünde hesap vermeleri gerektiğini düşünüyorum.
Böylece, bu önemli tarihsel mirasa sahip çıkılmadığı yönünde kamu vicdanında
açılan yara da sarılmış olacaktır; aksi halde, bu yara kanamaya devam
edecektir. Gelin, bu güzide kuruluşa hep beraber sahip çıkalım.
Bu duygu ve
düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Öztürk.
Şimdi, komisyon
adına, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu Başkanı Sayın İsmail Özgün; buyurun
efendim.
KAMU İKTİSADÎ
TEŞEBBÜSLERİ KOMİSYONU BAŞKANI İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında,
KİT Komisyonunun değerli üyelerine, hem AK Partili hem CHP'li üyelere teşekkür
ediyorum; çünkü, KİT Komisyonu olarak, bir ilki beraber gerçekleştirdik ve
Atatürk Orman Çiftliğinin 30 dönümlük bir arazisinde fidan dikimi, ağaçlandırma
çalışmasını yaptık. Bu bakımdan, değerli üyelerimize teşekkür ediyorum. Bu
çalışmayı da, üyelerimizin kendi katkılarıyla, verdikleri maddî destekle
gerçekleştirdik. Bu bakımdan çok mutluyuz.
Geçen dönemki
çalışmalara baktığımızda, hep, Atatürk Orman Çiftliği ağaçlandırılmalıdır diye
temenni olarak geçmiş. Biz, bu dönem, 22 nci Dönem KİT Komisyonu olarak, bunu
raporlarda bırakmayalım, fiiliyata geçirelim ve bu ağaçlandırmayı başlatalım
dedik ve böyle bir çalışmayı yaptık.
Değerli arkadaşlar,
komisyon raporu hakkında, ben, çok uzun boylu konuşmayacağım. Geçen dönemin
şartlı ibrasına karşılık, yani 1998 ve 1999 yılları hesaplarına, Sayın Ergün
Dağcıoğlu ve 20 arkadaşı, komisyonumuza itiraz ettiler. Ben, tabiî, böyle bir
konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine, komisyonumuzun gündemine
taşıdıkları için, Sayın Ergün Dağcıoğlu ve 20 arkadaşına da teşekkür ediyorum.
Komisyonumuz, itirazı
değerlendirmiş, gerekli toplantıları yapmak suretiyle, 1998 ve 1999 yıllarına
ait hesap ve işlemlerin ibra edilmemesine karar vermiştir. Görüşmeler,
komisyonda üç ana konuda odaklanmıştır. Bunların birincisi, meşhur Marmara
Oteli olayı; diğeri, arazi tespitleri ve kira davaları ve üçüncü olarak da, bir
yüklenici firmanın serme ve tesviye işlemleriyle ilgili yapmış olduğu konular.
Üç konu üzerinde odaklanmış ve bu konular uzun uzun tartışılmıştır. Yapılan
itiraz, Komisyonumuzca, yerinde bulunmuştur ve kabul edilmiştir.
Değerli arkadaşlar,
bu konu, tabiî, nihaî olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisince karar verilecek
ve burada sonuçlandırılacaktır. Bu bakımdan, yaptığımız işlemleri ve
tespitlerimizi burada bilgilerinize sunduk, takdirlerinize arz ediyoruz. Bu
1998 ve 1999 yıllarına ait hesap ve işlemlerin ibra edilmemesini Yüce Meclisten
talep ediyoruz.
Hepinizi saygıyla,
hürmetle selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın
milletvekilleri, görüşmeler tamamlanmıştır.
Kamu İktisadî
Teşebbüsleri Komisyonunun, itiraz üzerine, görüşünü bildirdiği rapor, Atatürk
Orman Çiftliği Müdürlüğünün tasvibe sunulan 1998 ve 1999 yılları hesap ve
işlemlerinin ibra edilmemesine dairdir.
Şimdi, komisyonun bu
raporunu, 3346 sayılı Kamu İktisadî Teşebbüsleri ile Fonların Türkiye Büyük
Millet Meclisince Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 8 inci
maddesine göre oylarınıza sunacağım.
Komisyon raporu kabul
edildiği takdirde, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999 yıllarına
ait hesap ve işlemleri onaylanmamış ve dolayısıyla, yönetim kurulları ibra
edilmemiş olacaktır.
Komisyon raporu kabul
edilmediği takdirde ise, ilgili kuruluşun hesap ve işlemleri ve dolayısıyla,
yönetim kurulları ibra edilmiş olacaktır.
Komisyon raporunu
oylarınıza sunuyorum: Komisyon raporunu kabul edenler... Teşekkür ederim. Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. (AK Parti ve CHP sıralarından
"oybirliğiyle" sesleri)
Sayın
milletvekilleri, komisyonun, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün 1998 ve 1999
yıllarına ait hesap ve işlemlerinin ibra edilmemesine ilişkin raporu Genel
Kurulca da kabul edilmiş ve yönetim kurulları ibra edilmemiştir; hayırlı olmasını
diliyorum. (Alkışlar)
Siz sayın üyelerimize
saygılarımızı sunuyoruz.
Sayın
milletvekilleri, sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için, 28 Mayıs 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum; hepinize iyi akşamlar diliyorum.
Kapanma Saati : 21.20