DÖNEM : 22 CİLT : 15 YASAMA
YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK
DERGİSİ
84 üncü
Birleşim
23 . 5 . 2003 Cuma
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.-Bolu Milletvekili Yüksel Coşkunyürek'in, Akşemseddin Hazretlerini
Anma Gününe ilişkin gündemdışı konuşması
2.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in, Türkiye'de jeortermal enerji
kaynaklarının önemine ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı
3.- Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan'ın, Zonguldak İlinin sosyal ve
güncel sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
IV.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye ve Avrupa
Birliği arasındaki ilişkiler konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin
önergesi (8/2)
V.- SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Diyarbakır Milletvekili Mesut Değer'in, OHAL Bölgesindeki faili
meçhul cinayetler ile gözaltında ölüm ve kayıp vakalarına ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/366)
2.- Ankara Milletvekili Ensönmez Yarbay'ın, kadrosu Ankara'nın
ilçelerinde olup geçici görevle başka yerlerde çalışan personele ilişkin sorusu
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/429)
3.- Adana Milletvekili Atillâ Başoğlu'nun, Acil Eylem Planında yer alan
ihracatla ilgili hususlarda yapılan çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/456)
I.– GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.
Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut'un, SSK ve Bağ-Kur’a birikmiş
prim borcu bulunan vatandaşlarımıza ödeme kolaylığı sağlanması konusundaki
gündemdışı konuşmasına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu,
Kars Milletvekili Selami Yiğit'in, Kars Kafkas Üniversitesi Tıp
Fakültesinin akademik ve idarî personel sorunu ile inşaatı devam eden Kars
Devlet Hastanesine ilişkin gündemdışı konuşmasına, Sağlık Bakanı Recep Akdağ,
Cevap verdi.
Adana Milletvekili Recep Garip, büyük düşünce adamı ve şair Necip Fazıl
Kısakürek'in ölümünün 20 nci, doğumunun 100 üncü yıldönümü münasebetiyle
gündemdışı bir konuşma yaptı.
Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz ve 31 milletvekilinin, Erzurum İlinin
ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla (10/87),
Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül ve 19 milletvekilinin, kamu
yönetiminin yeniden yapılandırılması konusunda (10/88),
Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül ve 19 milletvekilinin, kamu
yönetiminde bilgi teknolojilerinin kullanılması ve e-devlet konusunda (10/89),
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine
sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası
geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Portekiz'in Lizbon Şehrinde yapılacak olan Nüfus ve Gelişme Üzerine
Avrupa Parlamentolararası Forumuna ismen davet edilen TBMM Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Bingöl Milletvekili Mahfuz Güler ile
Komisyon Üyesi Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un katılmalarına ilişkin
Başkanlık tezkeresi kabul edildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmekte bulunan 73 ve
73'e 1 inci ek sıra sayılı İş Kanunu Tasarısının, daha önce görüşülerek kabul
edilen 2, 4, 7, 11 ve 107 nci maddelerinin, talepte belirtilen gerekçeyle
yeniden görüşülmesine dair Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu
isteminin, İçtüzüğün 89 uncu maddesi uyarınca uygun görüldüğüne ilişkin Danışma
Kurulu önerisi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
21.5.2003 tarihli Gelen Kâğıtlar listesinde yayımlanan ve aynı tarihte
dağıtılan 134 sıra sayılı, Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 milletvekili
ile Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 milletvekilinin, Ergene
Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi konusundaki (10/2, 6) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu raporunun, Genel Kurulun 27.5.2003 Salı günkü birleşiminde, gündemin
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci sırasında yer
almasına; 20.5.2003 tarihli Gelen Kâğıtlar listesinde yayımlanan ve aynı
tarihte dağıtılan, 109 sıra sayılı, Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin tasvibe
sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine ait Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu
raporu ve bu rapora yapılan itiraz ile Komisyonun görüşünün aynı kısmın 2 nci
sırasında yer almasına; 110 sıra sayılı, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün
tasvibe sunulan 1998 ve 1999 yılları hesap ve işlemlerine ait Kamu İktisadi
Teşebbüsleri Komisyonu raporu ve bu rapora yapılan itiraz ile Komisyonun
görüşünün ise bu kısmın 3 üncü sırasında yer almasına ve görüşmelerinin aynı
birleşimde yapılmasına, ayrıca bu birleşimde sözlü sorular ile diğer denetim
konularının görüşülmemesine ve çalışma süresinin bu işlerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar uzatılmasına; 15.4.2003 tarihli ve 4847 sayılı Kanun ile
kurulması öngörülen Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun, 18 üyeden kurulmasına ve
komisyon üyeliklerinin siyasî parti gruplarına dağılımının ilişik listedeki
şekilde olmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, İş Kanunu Tasarısının (1/534) (S. Sayısı: 73
ve 73'e 1 inci Ek) önceki birleşimlerde başlanılan görüşmeleri tamamlandı;
yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
İzmir Milletvekili Enver Öktem, Manisa Milletvekili Hüseyin
Tanrıverdi'nin,
Çorum Milletvekili Agâh Kafkas, Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin'in,
Şahıslarına sataşmada bulunmaları nedeniyle birer açıklama yaptılar.
2 nci sırasında bulunan, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Sağlık Bakanlığına Ait Bölümünde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/554) (S. Sayısı: 133)
görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,
ertelendi.
3 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bosna-Hersek
Bakanlar Kurulu Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu ve İşleyişi Hakkında
Protokolun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/140) (S.
Sayısı: 119),
4 üncü sırasında bulunan, Atlantik Ton Balıklarının Korunmasına İlişkin
Uluslararası Sözleşme ile Nihai Senet, Atlantik Ton Balıkçılık İşletmeleri
İstatistiklerinin Toplanmasına Dair Karar, Usul Kuralları ve Malî Düzenlemelere
Katılmamızın Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısının (1/516) (S. Sayısı:
120),
Görüşmelerini müteakip yapılan açıkoylamalardan sonra, kabul edilip
kanunlaştıkları açıklandı.
Alınan karar gereğince, 23 Mayıs 2003 Cuma günü saat 14.00'te toplanmak
üzere, birleşime 23.30'da son verildi.
|
|
Nevzat Pakdil |
|
|
|
Başkanvekili |
|
|
Yaşar Tüzün |
|
Enver Yılmaz |
|
Bilecik |
|
Ordu |
|
Kâtip
Üye |
|
Kâtip
Üye |
No.: 116
II.– GELEN KÂĞITLAR
23.5.2003 CUMA
Tasarılar
1.- Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Arasında
Türkiye-Yunanistan Gaz Bağlantısının Gerçekleştirilmesi ve Türkiye
Cumhuriyetinden Yunanistan Cumhuriyetine Doğal Gaz Arzına İlişkin Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/601) (Sanayi, Ticaret,
Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.5.2003)
2.- Çeşitli Kanunlarda ve Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı (1/602) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
ve İçişleri ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Tarım, Orman ve
Köyişleri ve Çevre ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
16.5.2003)
3.- Türkiye Cumhuriyeti ile Peru Cumhuriyeti Arasında Yasa Dışı
Yollardan Ticareti Yapılan, İhraç Edilen veya El Değiştiren Kültürel,
Arkeolojik, Sanatsal ve Tarihi Varlıkların Korunması Konservasyonu, Ele
Geçirilmesi ve İadesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/603) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.5.2003)
Yazılı Soru Önergeleri
1.- Gaziantep Milletvekili Abdülkadir Ateş'in, zorunlu tasarrufların
kullanımı ve denetimine ilişkin Devlet Bakanından (Ali Babacan) yazılı soru
önergesi (7/638) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)
2.-Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü'nün, Tekirdağ-Hayrabolu’daki
tarihi köprüye ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/639)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)
3.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, okul öncesi eğitimin
yaygınlaştırılmasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/640) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)
4.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, kültürel etkinliklerine
ayrılan ödeneğe ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/641) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21.5.2003)
5.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, geçici işçilerin göreve
başlatılma zamanına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/642)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)
6.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, bir kan bağışı kampanyasının
sonuçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/643) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21.5.2003)
7.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, orman yangınlarına karşı
alınan tedbirlerin zamanlamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/644) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)
8.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, Ege bölgesindeki orman
yangınlarına ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/645) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21.5.2003)
9.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Ankara'da Bir Mayıs mitingine
katılan bazı öğrencilerin sorgulandığı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/646) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)
10.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Koç Üniversitesine tahsis
edilen orman arazisine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/647)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15.5.2003)
11.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, İş Doğan'ın POAŞ'la
birleşmesinde SPK'nın uygulamalarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/648) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15.5.2003)
12.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, İş-Doğan'ın, POAŞ'la
birleşmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/649) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15.5.2003)
13.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, ABD ile yapılan bazı
anlaşmalara ve İncirlik Üssünün konumuna ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/650) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.5.2003)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati:14.00
23 Mayıs 2003 Cuma
BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT
KÂTİP ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Yaşar
TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84 üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce üç arkadaşıma gündemdışı
söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, Akşemseddin Hazretlerini Anma Günü nedeniyle söz
isteyen, Bolu Milletvekili Yüksel Coşkunyürek'e aittir.
Buyurun Sayın Coşkunyürek. (AK Parti sıralarından alkışlar)
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1.-Bolu Milletvekili Yüksel Coşkunyürek'in,
Akşemseddin Hazretlerini Anma Gününe ilişkin gündemdışı konuşması
YÜKSEL COŞKUNYÜREK (Bolu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her
yıl mayıs ayının son pazar günü, geleneksel olarak Bolumuzun Göynük İlçesinde
yapılan Fatih'in hocası ve İstanbul'un manevî fatihlerinden, büyük âlim, üstat
hekim ve tasavvuf şairi, Anadolu Türklüğünün abidevî şahsiyeti Akşemseddin
Hazretlerini Anma Günü, onbinlerce insanımızın katılımıyla, kadirşinas
Göynüklülerce, ona layık bir şekilde yapılmaktadır. Bu vesileyle, gündemdışı
söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Anadolu, bin yıldan beri Türk vatanıdır. Sultan Alparslan'dan Ulu Önder
Atatürk'e uzanan büyük askerler, büyük kahramanlar, büyük devlet adamları, bu
mübarek toprakları, ebedî Türk yurdu yapmışlardır. Fetih ordularından önce
birçok yüce insan, İlayi kelimetullah uğruna Anadolu'ya gelmişler, güzel
Anadolu coğrafyasının manevî iklimini oluşturarak, Türkün ruhunda kutsal vatan
sevgisinin yerleşmesini sağlamışlardır. Anadolu'nun her yerinde bu ulu
kişilerin menkıbeleri söylenmekte ve milletimize kazandırdıkları güzel
hasletler devam ettirilmektedir.
Yurdumuzun manevî mimarları olan bu gönül erlerini anmak ve gelecek
nesillere tanıtmak, hepimizin görevidir. İşte, yaşadığı 15 inci Asrın en büyük
din bilgini, şairi ve tabibi olan, bu bağlamda, değerli eserler veren, orta
çağı kapayıp yeni çağı açan Fatih Sultan Mehmed'in hocası, bütün ömrünü
insanların hizmetine ve aydınlanmasına vakfeden gönül sultanı Akşemseddin
Hazretlerini, halkımıza ve gelecek nesillerimize aktararak, kültürel
değerlerimize sahip çıkmak zorundayız.
5 dakika gibi kısa bir sürede anlatamayacağım bu büyük şahsiyeti,
sizlerin huzurunda, gelecek nesillerimize tanıtmak istiyorum. 1389-1459 yılları
arasında yaşayan Akşemseddin Hazretleri, onun hocası Hacı Bayram Veli
Hazretleri, o dönemin padişahı Sultan Fatih ve babası II. Murad arasındaki
ilişkiler, Türk-İslam tarihinin en şerefli örneklerini oluşturmaktadır. 7
yaşında tahsiline başlayan Akşemseddin, dinî ilimlerin birçoğunu okuyarak, tıp
dahil birçok ilimleri tamamlayıp, Fatih Sultan Mehmed'i yetiştirmek,
yönlendirmek, fethi hazırlamak ve bizzat katılmak açısından "İstanbul'un
Manevî Fatihi" unvanını almaya hak kazanmıştır; ruhu şad olsun.
Üstün zekâsı ve yeteneğiyle dinî ve pozitif ilimlerde yüksek bir düzeye
ulaşan, yüksek ahlak sahibi Akşemseddin, tasavvuf konusunda gönlünü dolduracak
birini arar ve zor imtihanlardan geçerek, Hacı Bayram Veli'nin talebesi olur.
Akşemseddin, tıp ilminde de kendini yetiştirmiş, teşhisini koyduğu hastaların
ilaçlarını bizzat kendisi hazırlamıştır. Mikrobun tarifini de ilk o yapmıştır.
Hacı Bayram Veli'nin tüm tasavvuf felsefesini, bir yaşam biçimi olarak Akşemseddin'in
hayatında görmekteyiz. Bunu özetlemek gerekirse, insan sevgisi, hayatın bir
parçası olan çalışmak, çalışmanın sonucu elde edilenle yine insana hizmet... Bu
hayat felsefesinin temeli "yaratılanı sev, Yaradan'dan ötürü"
düsturudur; halk içinde birlik, beraberlik ve halka hizmet gayesini gütmektir.
Halka hizmet de insan sevgisine dayanmaktadır. Bu sevgiyi gönlünde yaşatabilen
kişi, akıl ve ruh dengesini kuran er kişidir.
Her yönüyle mükemmel bir insan olan Akşemseddin Hazretleri, asıl rolünü
İstanbul'un fethinde yerine getirdi. Fatih, henüz 21 yaşındadır. Fatih'in
gayesi bellidir; Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in müjdesine mazhar olmaktır.
Fatih, gençliğinin, cesaretinin, azminin buna yeteceğine inanır ve hocası
Akşemseddin'in verdiği işaretle hazırlıklara başlar. Neticede, İstanbul, Hacı
Bayram Veli'nin işareti, Akşemseddin'in manevî kılavuzluğu, Fatih Sultan
Mehmed'in kararlılığı ve azmi, Müslüman Türk ordusunun çabası, Peygamberimizin
mucizesi ve Allah'ın yardımıyla fetholundu.
Değerli milletvekilleri, Akşemseddin, ezel-ebet boyutlu mesajın
yansımalarını bir büyük vizyonla insanımıza taşımıştır. Hedefinde, insanımızı
bir şahsiyet modeli, bir kimlik abidesi yapma gayreti vardır. ""İki
günü eşit olan ziyandadır" düsturunu hayatının bütün safhalarına taşımış,
böylece, sürekli gelişme, büyüme, sürdürülebilir olma kavramlarının temelini
yüzyıllar önce atmıştır. Fatih'in İstanbul'u fethetmesindeki büyük enerjinin
kaynağı bu değerlerdi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Coşkunyürek.
YÜKSEL COŞKUNYÜREK (Devamla) - Böylece, Fatih, imkânsızı mümkün yapma
çizgisini yakalamış, bir çağı kapayıp yeni bir çağı açma iradesini dünyanın
önüne koymuştur. Günümüzde, her kurumun bu değerlerden ibret alması gereken
çizgiler vardır; ticaretten sosyal hayata, ekonomiden siyasete, insanımızı odak
noktasına koyarak onlara en yüksek ve en güzel hizmeti taşımak, boş laflarla,
kısır çekişmelerle değil, çözüm üreten, proje ortaya koyan, zamanını dolu dolu
geçiren, yani, kısaca, "iki günü eşit olan ziyandadır" prensibini
anlamak ve yaşamak vardır. Deha, imkânsız zannedilende mümkünü görebilmektir.
Gemilerin karadan yürüyebileceğini sezmek, Mehmetlerden birisini Fatih yapar.
İşte, Akşemseddin, Fatih'e bu yüksek sezme gücünü veren nadir şahsiyettir, onun
hocasıdır.
Fatih, İstanbul'un fethi sırasında, sevinç halinin açıklanması lüzumunu
duyarak "bende gördüğünüz bu sevinç hali, İstanbul kalesinin fethinden
değildir, Akşemseddin gibi bir azizin, benim zamanımda, benimle beraber olduğu
içindir..."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Coşkunyürek.
YÜKSEL COŞKUNYÜREK (Devamla) - Son cümlemi söyleyip bitiriyorum Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Biliyorsunuz, zaten özel gündemle toplandık...
YÜKSEL COŞKUNYÜREK (Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Bize Akşemseddin'in kitabını hediye
ederseniz, hepimiz öğreniriz. Bunu anlatmanıza gerek yok.
BAŞKAN - Gündemdışı ikinci söz, Balıkesir ve Türkiye jeotermal enerji
kaynaklarıyla ilgili söz isteyen, Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'e aittir.
Buyurun Sayın Pekel.
2.- Balıkesir Milletvekili Sedat
Pekel'in, Türkiye'de jeortermal enerji kaynaklarının önemine ilişkin gündemdışı
konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı
SEDAT PEKEL (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz
ve bölgemiz için önemli bir konu olan jeotermal enerjiyle ilgili olarak şahsım
adına söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, devletlerin dünyadaki mevcut enerji kaynaklarını
kontrol etme güdüsü günümüzde yaşandığı gibi, devletler arasındaki ilişki ve
bağlantıları yeniden şekillendirebilmektedir. Bu bağlamda, devletler için enerji
kaynakları son derece önemliyken, ülkemizde yıllardır kullanılagelen jeotermal
enerji kaynaklarımızla ilgili halen herhangi bir yasanın çıkarılamamış olması
oldukça üzüntü verici ve düşündürücüdür.
Ülkemizin yüzde 95'inde jeotermal enerji kaynakları mevcuttur. Bu
kaynaklar, kaplıca işletmeleri ve turizm kapsamında bazen özel idareler ve
bazen de valilikler kanalıyla belediyeler ve özel sektöre kiralanmış, bir daha
da bunların takibi hiçbir şekilde yapılamamıştır.
Dünya enerji üretim maliyetlerinin yüksekliği ve enerji üretimi
sırasında gelişen çevre kirliliğinin fazlalığı nedeniyle, ülkeler, jeotermal
enerji alanına yönelmişlerdir. Jeotermal enerji üretiminin çevre üzerindeki
olumsuz etkisi yüzde sıfır dolayında olup, maliyeti de çok düşüktür. Ucuz ve
böylesine çevre dostu olan jeotermal enerji kaynaklarımıza gereken önemi
vermemiz, uluslararası enerji ticaretimize milyarlarca dolarlık tasarruf
sağlayacaktır; aynı zamanda, dışa bağımlılığımızı da kısmen azaltacaktır.
Böylesine önem arz eden jeotermal enerji kaynaklarımızın bilimsel bir
anlayışla aranması, bulunması ve işletilmesi durumlarını da kapsayacak şekilde
bir yasaya kavuşturulması, kargaşadan doğan zarar ve kayıplarımızı engelleyecek
ve dolayısıyla, parasal getiri sağlayacaktır. Örneğin, jeotermal kaynaklardan
bilinçsiz ve hesapsız bir şekilde fazla su çekilmesi, bir müddet sonra o
kaynağı yetersiz kılmakta ve yatırımlarını da atıl yapmaktadır. Bu sonuçları
hangi birimiz isteyebiliriz ki...
Değerli milletvekilleri, Balıkesir'in Gönen İlçesinde, Türkiye'de ilk
defa olacak şekilde, 1987 yılında, jeotermal enerjiyle merkezî ısıtma sistemi
oluşturulmuştur. Jeotermal enerji yasası olmadığı için, bu sistemin nasıl
suiistimal edildiğini bizzat biliyorum. Bu konuda, milletvekili olarak, bizlere
binlerce kişi başvurmaktadır. Velhasıl, jeotermal enerji kullanan ya da
kullanacak olan Balıkesir'in 9 ilçesinde şu anda bir kaos yaşanmaktadır.
Jeotermal enerji kaynakları kullanıma sunuldukça, aynı zamanda, istihdam
yönünden de önemli katkılar sağlayacaktır. Bu, hangi alanlarda mı olacak;
kaplıca turizminde, kent ısıtmacılığında, seracılıkta, kültür balıkçılığında,
karbon gazından kuru buz imal etme sektörlerinde olacak. Bu konularda jeotermal
enerji kullanımına başlanmıştır; ancak, sektörün başlıbaşına bir yasası
olmadığı için, sektör mensuplarının çektiği sıkıntıların neler olduğu, ancak
yakından ilgilenenler tarafından bilinmektedir.
Bakınız, kentlerdeki hava kirliliğine çözüm getirmek amacıyla, dışa
bağımlı doğalgaz ısınma sistemine yapılan 9 katrilyonluk harcamanın 3
katrilyonu jeotermal enerjiden istifade etmeye harcansaydı, 18 kentin konut
ısıtmacılığı ile yukarıdaki diğer dört konunun sorunları büyük ölçüde çözülmüş
olacaktı. Yine, iddia ediyorum ki, yapılacak 3 katrilyonluk yatırım, altı yıl
içinde 25 katrilyon olarak geriye dönecekti.
Değerli milletvekilleri, kaynaklarımızın akıllı kullanılması halinde
bunların bize neler kazandıracağını iyi düşünmeliyiz, dışa bağımlılığımızı
ancak bu yaklaşımla aşabiliriz. Bunun içindir ki, jeotermal enerji yasasını,
maden yasasından, turizm yasasından ve diğerlerinin içerisinden çıkararak,
başlıbaşına bir yasa olarak ele almalıyız.
Konuyla ilgili bir yasanın olmayışından dolayı var olan boşluklar,
sektördeki fırsatçılara imkân yaratmış ve bunların önemli ölçüde haksız kazanç
ve çıkar sağlamalarına neden olmuştur. Jeotermal enerji alanında bu
olumsuzlukların ortadan kalkmasını sağlayacak yasa, aynı zamanda, seracılıkta
ürün maliyetinin azalması...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Pekel.
SEDAT PEKEL (Devamla) - Teşekkür ederim.
...oniki ay boyunca üretim sağlanması gibi nedenlerden dolayı, inanılmaz
derecede istihdam ve kazanç oluşturacaktır.
Tarım sektöründe mazotun pahalı olması ve ziraî donatımın yetersiz
kalması olumsuzluklarına karşın, jeotermal enerji, çiftçi kardeşlerimizin umudu
durumundadır.
Yine, jeotermal enerjiden yararlanılarak kültür balıkçılığı yapılabilir.
İyi tanıtımı yapılamadığı halde, kaplıcalar turizminin başarı trendi
yükselen bir şekilde devam etmektedir; ancak, bu konuda, dünya çapında bir
turizm etkinliğini beklemek için, önce ilgili yasanın çıkarılması, sonra da
gerekli organizasyonların yapılması söz konusudur.
Sonuç olarak, ülkemizde jeotermal enerjinin bilinçsiz kullanımının
engellenmesi, merkezî ısıtma sistemlerindeki suiistimallerin yok edilmesi,
yasal boşluklar nedeniyle sektör mensuplarının yaşadığı kaosun kaldırılması,
fırsatçıların yollarının engellenmesi, kaplıca turizmi trendinin uluslararası
ölçüde gelişmesinin sağlanması ve daha nice diğer gerekçelerden ötürü,
jeotermal enerji yasası bir an önce çıkarılmalıdır. Bu anlamda, bizlere düşen
görev, gerçekleştirilecek yasanın, getirileriyle götürüleriyle
değerlendirilerek bir an önce çıkarılmasını sağlamaktır.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Pekel.
Konuşmaya, hükümet adına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Mehmet
Hilmi Güler cevap verecektir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Sedat Pekel'e, bu konuyu gündeme getirmesi nedeniyle, özellikle
teşekkür ediyorum; çünkü, hükümetimiz, yenilenebilir enerjilerden jeotermal
enerjiye büyük önem vermektedir. Bu noktada, ulusal kaynaklarımızdan olan ve
oldukça da gelecek ifade eden bu sahada önemli çalışmalarımız var. Ondan önce,
Türkiye'nin, jeotermal enerji bakımından konumunu size sunmak istiyorum.
Türkiye, ısı potansiyeli açısından 31 500 megavatlık bir potansiyele
sahip olup, jeotermal enerji bakımından Avrupa'da ilk, dünyada ise yedinci ülke
konumundadır. Bunun büyük de avantajı var; çünkü, çevre kirliliği bakımından
problem arz etmeyen, çevre dostu bir enerji türüdür; gerek NOx konusunda gerek
SOX konusunda problem oluşturmayan bir yakıt türüdür ve bunun için de, bu
enerji türünden mutlaka faydalanmamız lazım.
Bununla ilgili üç ana kategori var: Birincisi, ılıca olarak
kullanılması, turistik alanlarda bundan yararlanılması. İkincisi, bunu,
seracılıkta ve şehir ısıtmalarında kullanmak ki, herhangi bir dönüşüme
-çevrime- ihtiyaç göstermiyor, doğrudan doğruya bir borunun içerisinden
geçirerek kullanabiliyorsunuz. Üçüncüsü de, elektrik üretmekte kullanabiliriz.
Bu bakımdan, jeotermal enerji, son derece faydalı; ancak, bunu, çok iyi
kategorize etmek lazım. Elektrik üretilecek veyahut da doğrudan ısıtmada
kullanılacak bir suyun, doğrudan doğruya turistik amaçla kullanılmasının
hesabının iyi yapılması lazım. Aksi takdirde, deterjan ve sabun kullanımıyla
aynı zamanda kirletilebilecek bir suyun tekrar temizlenmesi lazım. Halbuki,
biz, Bakanlık olarak, bunun, daha çok, tekrar kullanılabilir halde olmasını
arzu ediyoruz; soğuyan suyun veya buharın tekrar tabiî olarak ısıtılması için,
rejenere edilmesini arzu ediyoruz, böyle bir politikayı destekliyoruz; ama, bu
arada da, turizm konusunda da kullanılması, tabiî ki, bir hesap kitap meselesi
olarak da uygun olabilir; bunu da, ayrıca, destekliyoruz.
Şimdi, bunun dışında, ülkemizde kullanılması için, daha evvelki 927
sayılı Kanun, maalesef -biraz önce Sedat Beyin de bahsettiği gibi- yetersiz,
eski bir kanun. Bunun, mutlaka yenilenmesi lazım. Bunun için, Maden Yasamızda
-jeotermal enerjiye önem veriyoruz- bunun, mutlaka, günümüzün şartlarına uygun
bir şekilde kullanılmasını arzu ediyoruz.
Elektrik üretiminde kullanılıyor. Şu anda ülkemizde bununla ilgili
çalışmalar var. Bu arada, Kızıldere sahası var. Burada, MTA'nın yaptığı
çalışmayla, TEAŞ tarafından 20 megavatlık bir kurulu güce sahip
Denizli-Kızıldere hattında 12 megavat güce sahip elektrik üretilmektedir. Onun
dışında, Aydın-Germencik'te 232 derecelik bir sıcaklığa sahip bir kaynağımız
var, burada da 100 megavatlık bir güç düşünülmektedir. Çanakkale-Tuzla,
Manisa-Salihli-Caferbey, yine jeotermal enerji bakımından zengin olan bir
bölgedir. Zaten, batı bölgesi, genellikle jeotermal enerji bakımından zengin; ama,
bu arada, doğuda da kaynaklar bulunmakta, bununla ilgili çalışmalarımız
sürmektedir.
Jeotermal enerjiyle, Balıkesir-Gönen'de 3 600, Simav'da 3 200,
Kızılcaham'da 2 500, Narlıdere- Balçova'da 14 500, Sandıklı'da 2 000,
Kırşehir'de 1 800, Afyon'da 4 500, Kozaklı'da 1 000, Manisa-Salihli'de 1 500,
Diyadin'de de 400 konut eşdeğeri ısıtma yapılmaktadır ve toplam olarak da, bu
sera ısıtmalarıyla beraber 58 258 konut eşdeğeri ısıtma yapılmaktadır. Bu,
oldukça önemli bir rakamdır; ama, biz, bunu yeterli görmüyoruz, bunun üzerinde
yoğun bir şekilde çalışmalarımız sürüyor, özellikle MTA bakımından.
Aramalar sonucunda 170 adet saha bulunmuştur, tespit edilmiştir. Bu 170
sahanın 105'inde kuyu açılmıştır, diğerlerini de açmayı düşünüyoruz. Bununla
ilgili yoğun bir çalışma içindeyiz. Biraz önce dediğim gibi, 927 sayılı Kanunun
mutlaka değişmesi lazım.
Balıkesir İline bağlı olarak da özel olarak vereceğim birkaç bilgiyi bu
arada sunmak istiyorum. Balıkesir İlinde açılan sondajlardan elde edilen
potansiyel 59,33 megavat civarında. Burada, Manyas-Kızık jeotermal alanı,
Balya-Ilıca, Susurluk-Yıldız, Sındırgı-Hisaralan, Susurluk-Kepekler,
Edremit-Güre, Gönen jeotermal alanlarıyla birlikte, Edremit-Derman-Pamukçu
jeotermal alanı ve Bigadiç-Hisarköy jeotermal alanları önem arz etmektedir.
Buralardaki sıcaklık dereceleri, yaklaşık olarak 56-60 derece civarında ve
debileri de 2,5-3 ile 10 arasında değişmektedir. Bunların hepsi şu anda etüt
halindedir. Dediğim gibi, gerek turizm sahasında gerek ısıtma amaçlı olarak
gerekse elektrik üretiminde önemli potansiyel arz etmektedir. Jeotermal enerji,
güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisiyle birlikte, bizim, üzerinde son derece önem
verdiğimiz konudur ve yaklaşık olarak da, enerji türü olarak, elektrik enerjisi
üretme açısından yüzde 15 olarak hedeflediğimiz bir rakamı ifade etmektedir ve
bununla ilgili olarak da, önümüzdeki günlerde, özellikle dışa bağımlılığımızı
azaltmak amacıyla, enerji politikamızda yaptığımız yeni düzenlemelerle
jeotermal enerjiye de gereken önemi vereceğiz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Gündemdışı üçüncü söz, Zonguldak İlinin sosyal ve güncel sorunları ile
Türkiye Taş Kömürü ve karayollarıyla ilgili söz isteyen Zonguldak Milletvekili
Fazlı Erdoğan'a aittir.
Buyurun Sayın Erdoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
3.- Zonguldak Milletvekili Fazlı
Erdoğan'ın, Zonguldak İlinin sosyal ve güncel sorunlarına ilişkin gündemdışı
konuşması
FAZLI ERDOĞAN (Zonguldak)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gündemdışı söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, hepinizi en kalbi
duygularımla saygıyla selamlıyorum.
Hepimizin bildiği gibi, hepimizin önceliği Türkiye'dir. Türkiye'nin
ekonomik sorunları, Türkiye'nin geçmişten gelen birikmiş sorunları, hepimiz için
iller bazında da geçerlidir. Türkiye'yi ayağa kaldırırsak, bütünümüzün
bulunduğu il olarak, yöresel olarak, bulunduğumuz yöreler de kalkınacaktır. Bu
nedenle, temel hedefimiz, Türkiye'nin bütününün pastasını büyütmektir. Bu pasta
büyüdüğü zaman, Zonguldak da, diğer iller de bu pastadan yeterli derecede
payını alacaktır.
Türkiyemizin temelindeki ekonomik sorunları, işsizlik sorunları, borç
yoğunluğu ve 2003 yılı bütçesinin derleme toplama bir bütçeyle 65 katrilyonluk
faizi, 46 katrilyona yakın açığını bir araya getirdiğimiz zaman, yüzde 8'lik
bir yatırım payı; yani, 7-8 katrilyonluk yatırımı, sadece faizini giderdiğimiz
zaman, belki, 70 katrilyonluk yatırıma dönüştüğü zaman... İnanıyorum ki,
Türkiye'nin bir gerçeği olan SSK, ne kadar Türkiye'nin gündeminde sorun ise,
onun belki yüzde 1 parçası boyutunda olan TTK da, yani Türkiye Taşkömürü Kurumu
da bir sorundur; ama, bu sorunlar vardır. Bu sorunlara bütün olarak bakıp,
bütün olarak çözmeye geldik. Hükümetimizin ve bakanlarımızın ve Başbakanımızın
temel hedefi de, önce, Türkiye'yi, sonra, Türkiye'nin kurumlarını ve bölgesel
olarak kurtuluşu sağlamak ve TTK'yı kurtarmaktır. O nedenle, düne baktığımız
zaman, Zonguldak, Türkiyemizin enerji lokomotifi olmuş, Türkiyemizin o günkü
şartlarında bütün yatırımlarını, bütün fabrikalarını besleyen ve enerji olarak,
o gün doğalgaz olmadığı için, taşkömürünün ve en iyi koklaşabilir taşkömürü
Zonguldak'tadır, 1 milyar ton civarında şu andaki rezervimizin olması ve
gelecekte de... Geçmiş hükümetlerin doğalgaza çok fazla yer verip, orantısız
enerji kaynaklarına yönelmesinden dolayı, sanki taşkömürü devredışı kalmış gibi
bir hava sergilenmektedir; bunun olumlu olmadığını düşünüyoruz. Yeniden,
orantılı bir şekilde, gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi, gerek Enerji Bakanımızın
gerek diğerlerinin bu konuda duyarlı olduğunu görüyoruz, çalışmalarınızı da
yakından takip ediyoruz.
Zonguldak, dünü itibariyle, nüfus yoğunluğunu Türkiye'nin her yerinden
göç alarak sağlamış. Geçmişe baktığımız zaman, Zonguldak'ın bünyesinden iki
tane vilayet doğmuş; ona rağmen, Zonguldak, şu anda 5 milletvekiliyle Türkiye
Büyük Millet Meclisinde durmaktadır.
Bakıldığı zaman, iki tane vilayet, o gün 9-10 tane milletvekili ve
konumu itibariyle, ulaşımı itibariyle taşkömürünün ve demir-çelik sektörünün
var oluşuyla Türkiye'ye geçmişten bugüne, bugünden de yarına damgasını vuran
bir ilimizdir.
Bu ilimize baktığımız zaman, yoğun emeklisi olan bir ildir. Yani, 146
000 çalışanı -sigorta, Bağ-Kur vesaire yerlerde- var iken, 126 000'e yakın
emeklisi vardır. Hükümetimize teşekkür ediyorum, 75 000 000 - 100 000 000
ikramiye ve desteklemelerle emekli kenti olan Zonguldak'a takviyede
bulunmuştur, destekte bulunmuştur. Bu noktalardan bakıldığı zaman -Zonguldak'ın
dünü itibariyle- Kardemir gibi, Erdemir gibi demir-çelik devlerinin ilkleri
taşkömürü sayesinde Zonguldak'ın bünyesinde var olmuştur.
Türkiye Cumhuriyetinin temelinde... Yüce Atatürk'ün söylediği güzel bir
sözü hatırlatmak istiyorum. "Taşkömürü Türkiyemiz için, madenler
Türkiyemiz için ne kadar önemliyse, Zonguldak da vilayetler arasında o kadar
önem arz etmektedir" demiştir Aziz Atatürk. O gün için, 67 plaka sayısı
rakam olarak belki en sonda idi; ama, enerjinin de merkezine oturmuş idi. Yani,
Türkiye'nin kalkınmış illeri arasında 7 nci sırayı alan Zonguldak, bugünlerde
50 nci sıralara düşmüşse, bunun sorumlusu, geçmişten bugüne, bu meseleyle
ilgili yöneticilerimizin, idarecilerimizin buraya bakış tarzıdır. Geçmişten
bugüne kadar başbakanlar, bakanlar çıkarmıştır; fakat, yoluyla, suyuyla, şimdi
kıyaslama yaptığımız zaman, Türkiye'nin çok gerisinde kalmıştır. Mesela,
baktığımız zaman, özet olarak, örnek olarak vurgulamak gerekirse, Türkiye'nin
tarım sektöründeki sulama arazisi yüzde 36'dır; ama, Zonguldak, her ne kadar
tarımsal sektöre yakın olmasa bile arazi şekli itibariyle, yüzde 18'lerde
kalmıştır sulama arazisinin durumuna göre.
Türkiye'nin su sorununa baktığımız zaman, Zonguldak, Türkiye'de, 80 inci
sırada, içilebilir suyu olan bir il konumundadır.
Yine, yol sorununa baktığımız zaman, kazmayla, kürekle otuz kırk sene
önce yapılan yollarımız, bugünkü teknolojiye göre... Maalesef, ilçe
bağlantılarında, hâlâ, iki araba yanyana gidememektedir; buyurun, Devrek-Ereğli
karayoluna bakın. Orada yaşarsanız, bunu görürsünüz.
Köy yollarımızın yüzde 56'sı şu anda asfaltlanmış gibi görünse de, delik
deşiktir, yüzde 44'ü ise stabilize yoldur. Vilayet ve ilçeler bağlantısına çok
yakın olmaları nedeniyle duble yol kapsamına alındı. Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanımız ve Bayındırlık ve İskân Bakanımız...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Erdoğan.
FAZLI ERDOĞAN (Devamla) - Bitirmek istiyorum Sayın Başkanım; kusura
bakmayın, yoğun bir konu, dört aydan beri söz istemiştik, bugüne nasip oldu;
yoksa, ben, bugün gündemin yoğunluğunu biliyorum, kısa kesmek istiyorum.
Özet olarak, bunların her birini tek tek ele aldığımız zaman, Zonguldak
1992'de üniversite kenti olmuş, öğrenci sayısı 16 000'de kalmış; ama, o
yıllarda üniversite kentleri 30 000-40 000'e ulaşmış; ne üniversite kenti olmuş
ne sanayi kenti olmuş.
Zonguldak'ın beyninden çıkan 5 milletvekili, özellikle iktidar partisi
milletvekili arkadaşlarımızın hepsiyle birlikte, Değerli Genel Başkanımızın
katılımıyla, pazar günü -Zonguldak mitingi diyeceğim- sendikamızın davetiyle,
maden şehitleri anıtını açma töreni olacaktır. Ereğlimizde bir gemi
tersanesinin temel atma töreni vardır. Bu tersaneden sonra, duble yol
programımız netleşmiştir. Zonguldak'a ve Zonguldak'ta bulunan bütün halkımıza,
sendikamıza, Başbakanımızı en iyi şekilde ağırlamalarını...
Zonguldak'ın, geçmişten bugüne, bugünden yarına duruşunu, var oluşunu ve
emek kentinin temennisini burada arz ediyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.
Sayın milletvekilleri, Türkiye, 44 yıldır, Avrupa Birliğine onurlu ve
eşit statüde üye olma çabasını kararlılıkla sürdürmektedir. Avrupa Birliğinin,
önyargılarından ve bazı tarihsel yanlışlarından vazgeçerek, Türkiye'nin bu
kararlı çabasını daha fazla desteklemesi ve kısa sürede Avrupa Birliği ailesi
içerisinde hak ettiği yeri almasını sağlaması ortak temennidir.
Başkanlığımız, böylesine önemli ve tarihsel bir konuda yapılacak genel
görüşmede, değerli üyelerin konuşmalarının sınırlanmaması yönünde takdir ortaya
koymuştur; Genel Kurulun, bu kararı, anlayışla karşılayacağını umuyorum.
Genel Kurulun 21.5.2003 tarihli 82 nci Birleşiminde alınan karar
gereğince, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair
Öngörüşmeler" kısmına geçiyor ve bu kısmın 63 üncü sırasında yer alan,
Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye ve Avrupa Birliği
arasındaki ilişkiler konusunda, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü
maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesinin
öngörüşmelerine başlıyoruz.
IV.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI
A) ÖNGÖRÜŞMELER
1.- Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda genel
görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/2)
BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.
İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp açılmaması konusunda, sırasıyla,
hükümete, gruplara ve önerge sahibine söz verilecektir.
Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi
için 10 dakikadır.
Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Hükümet adına,
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül konuşacaklar.
Gruplar adına; AK Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili İbrahim
Reyhan Özal.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Hatay
Milletvekili İnal Batu konuşacaklar.
BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili İnal
Batu konuşacaklardır.
İlk söz, Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın
Abdullah Gül'e aittir.
Buyurun Sayın Gül. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce,
Hükümetimiz adına, hepinize, saygılar sunuyorum.
Bugün, önemli bir gündemle toplanmış vaziyetteyiz. Hükümetimiz, Avrupa
Birliğiyle ilgili Türkiye'nin geldiği bu kritik durumu göz önüne alarak, bir
genel görüşme talebinde bulunmuştur. Bu genel görüşme, gerçekten, kritik bir
dönemece gelmiştir. İnancımız odur ki, Türkiye, eğer, üstüne düşenleri en iyi
şekilde yaparsa, siyasî irade kararını ortaya koyarsa, ki, koymuştur, iktidar,
muhalefet, sivil toplum örgütleri hep beraber, el ele hareket edersek,
Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle müzakereleri önümüzdeki yılın sonunda
başlayacaktır.
Bu düşüncelerle, bu konunun, böyle önemli bir konunun, Türkiye
Cumhuriyetinin en büyük projesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde
tartışılmasını hükümet olarak arzu ettik ve onun için huzurlarınızdayız;
hepinize, tekrar, saygılar sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, uzun bir geçmişe dayanan Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkileri, her zaman tam üyelik hedefine yönelik olmuştur. Türkiye, Avrupa
Ekonomik Topluluğunun kuruluşundan hemen sonra, tam üye olmak için buraya
müracaat etmiştir ve 1963 yılında, Ankara'da, Ankara Anlaşması yapılmıştır.
Daha sonra, önemli bir gelişme, yıllar geçtikten sonra, 1987 yılında olmuştur
ve o zamanki hükümet, Türkiye'nin tam üyeliği için Avrupa Birliğine
başvurmuştur. Daha sonra geçen yıllar şunu göstermiştir ki, Türkiye ısrarlı
olursa, Avrupa Birliğinde yol alabilir. Türkiye, 1995 yılında, Avrupa Birliğine
önemli bir adım atmıştır, Avrupa Birliğinin gümrük birliğine girmiştir;
dolayısıyla, Türkiye, Avrupa Birliğiyle şu anda gümrük birliği içerisindedir.
Daha sonra ise en önemli adım 1999 yılında Helsinki'de atılmıştır.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğuna üyelik için
başvurusu üzerinden 44 yıl geçmiş, Ankara Anlaşmasının üzerinden ise 40 yıl
geçmiştir. Bütün bu dönemler içerisinde inişler çıkışlar olmuştur; Türkiye
içerisinde farklı farklı bakışlar olmuştur, Avrupa Birliğinden de Türkiye'ye
karşı farklı farklı bakışlar olmuştur; ama, Türkiye, bütün bu dönemler
içerisinde, Avrupa Birliği yolunda hızlı, bazen de yavaş ilerlemeye devam
etmiştir. Bu, bir devlet projesi haline gelmiştir ve bir devlet politikasıdır.
Dolayısıyla, dönüşü olmayan bir yoldayız; 40 yıl, yarım asır... Bundan dolayı,
şimdi, ben, burada, Avrupa Birliği Türkiye'nin lehine midir, aleyhine midir,
girelim mi, girmeyelim mi tartışmalarının içerisine girmeyeceğim; çünkü, o
zaman, şimdiye kadar yapılan konuşmaların, tartışmaların anlamı olmayacak.
Bizim, bugün, burada, bir genel görüşme istememizin altındaki sebep, çok
kritik bir döneme gelmiş olmamızdır, hükümet olarak bunun farkına varmamızdır.
Hükümet olarak, önümüzdeki ayların ve önümüzdeki birbuçuk senenin çok önemli
olduğunu gördüğümüzden dolayı, iktidar-muhalefet, siyasî irade söz konusu
olduğuna göre, bütün Türkiye'de geniş bir uzlaşma söz konusu olduğuna göre, bu
fırsatı kaçırmamaya dönüktür.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, 1999 Helsinki Zirvesinde
Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylığı tescil edilmiştir. Helsinki Zirvesiyle
birlikte, gerek Türkiye gerek Avrupa Birliği birbirlerine daha da
yakınlaşmışlar ve bu süre içerisinde, Türkiye, Avrupa Birliğinin bütün
toplantılarına aday ülke olarak katılmıştır; zirve toplantılarına katılmıştır,
dışişleri bakanları toplantılarına katılmıştır ve katılan başbakanlarımız,
bakanlarımız aktif bir şekilde katkıda bulunmuşlardır.
3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Türkiye'de yeni bir dönem başlamıştır.
2002 yılının aralık ayında, bildiğiniz gibi, Kopenhag'da önemli bir zirve
toplantısı yapılmıştır. Bu zirve toplantısının bilinci içerisinde, hükümetimiz
büyük bir gayret içerisinde olmuştur. Seçimlerden yeni çıkan Türkiye'de, daha
hükümet kurma çalışmaları sürerken, iktidar partisi olarak, Genel Başkanımız
bütün Avrupa Birliği başkentlerini ziyaret etmiştir. Belki de, Türkiye'de ilk
defa, bir siyasetçi, Avrupa Birliği başkentlerini böyle kısa bir süre
içerisinde ziyaret eden tek kişi olmuştur. Genel başkanımız bütün Avrupa
Birliği başkentlerini ziyaret ederken, biz de, Türkiye'de hükümeti kurup,
hükümet olarak 2002 Aralık ayındaki zirve toplantısına hazırlandık ve
geçirilmesi gereken reform paketlerini büyük bir kararlılıkla,
iktidar-muhalefet elbirliği içerisinde geçirdik.
Kopenhag toplantısında Türkiye'yle ilgili önemli bir karar çıkmıştır. Bu
karar nedir; bu karar, Türkiye, üzerine düşenleri yaptığında, 2004 yılının
sonunda, vakit geçirmeden -ki, bu ibare önemlidir; bu, Avrupa Birliğinin
kararlılığını göstermiştir- müzakerelere başlayacaktır.
Türkiye üzerine düşenleri yaparsa dedim. Bu, her ülke için geçerli
olmuştur; Avrupa Birliğine, hiçbir ülke, otomatik olarak girmemiştir. Kopenhag
siyasî kriterlerini gerçekleştirmek, Avrupa Birliğiyle müzakereler için
şarttır. Bu da, Avrupa Birliği komisyonlarının hazırladığı ilerleme
raporlarıyla ortaya çıkmaktadır. O bakımdan, hükümetimiz, bunun bilincindedir
ve biraz sonra detaylı olarak değineceğim 2003 ve 2004 yılı ilerleme
raporlarını en iyi şekilde çıkarmak için üzerine düşen her şeyi yapacaktır.
Kopenhag Zirvesinde, ayrıca, Türkiye'nin katılım ortaklığının gözden
geçirilmesi, Avrupa Birliği mevzuatının analitik inceleme sürecinin
güçlendirilmesi, gümrük birliğinin geliştirilip derinleştirilmesi, Türkiye'ye
verilen katılım öncesi malî yardımların önemli ölçüde artırılması ve katılım
bütçe kalemine alınması da kararlaştırılmıştır.
Kopenhag Zirvesinden bu yana geçen dönemde, Avrupa Birliğiyle üst
düzeydeki temaslarımızda, son derece olumlu yaklaşımlar ortaya çıkmaya
başlamıştır. Çeşitli faktörlerin etkisiyle, Avrupa Birliği çevrelerinde,
Türkiye lehine, iyi bir konjonktür oluşmuştur. Irak savaşının akabinde,
Birleşmiş Milletler ve NATO yanında, Avrupa Birliğinin de uluslararası alandaki
siyasî ağırlığının yetersizliği daha fazla ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin
siyasî, ekonomik, askerî ve kültürel potansiyeliyle, Avrupa'nın stratejik
ağırlığının giderek artacağı, transatlantik ilişkilerinin güçlenmesine
Türkiye'nin hayatî katkıda bulunacağı görülmüştür.
Değerli arkadaşlar, son günlerde, son aylarda, gerçekten, yaptığımız
bütün gezilerde, bulunduğumuz bütün toplantılarda, bu, açıkça ortaya çıkmıştır.
Avrupa Birliği-Türkiye arasında yeni bir konjonktür vardır. Irak savaşı da bunu
göstermiştir. Avrupa Birliği, Türkiye gibi önemli bir ülkeyle birlikte,
Avrupa'da ve dünya olaylarında önemli rol alabileceğini göstermiştir. Ayrıca,
Türkiye, Avrupa Birliğine girince, sadece, Türkiye'nin kazançlı çıkmayacağı,
Avrupa Birliğinin de bundan kazançlı çıkacağı ortaya çıkmıştır; dolayısıyla,
iki taraflı bir kazanç söz konusu olmuştur ve ayrıca, şu da çok önemlidir ki,
Türkiye, Avrupa Birliğine ayrı bir zenginlik katacaktır.
Son yıllardaki medeniyetler çatışması fikrinin bazı çevreler tarafından
çok desteklendiğini veyahut da çok büyük bir ilgiyle takip edildiğini dikkate
alırsanız, medeniyetlerin çatışması değil, medeniyetlerin harmonizasyonu,
medeniyetlerin beraber olabileceğini gösterme açısından da, Türkiye, Avrupa
Birliğine çok büyük bir şey katacaktır, dünya barışına da çok önemli katkıda
bulunacaktır. Bunu, sadece, biz değil, Avrupa'nın siyasî liderlerinin, Avrupa
Birliği ülkelerinin başkanlarının, başbakanlarının ve Avrupa Birliğinin önemli
simalarının hepsi açıkça zikretmektedirler.
Lehimize olan tutumun güçlendiğini, geçtiğimiz günlerde katıldığım
çeşitli Avrupa Birliği zirvelerinde ve konferanslarda bizzat gözleme imkânı
buldum. Bu ayın başında Meis ve Rodos'ta yaptığımız toplantıda -ki, ilk defa
Avrupa Birliği kendi sınırları dışında bir toplantı yapmıştır- 28 Avrupa
Birliği ülkesi dışişleri bakanlarının bir araya geldiği toplantılarda da, bu
hava açıkça ortaya çıkmıştır ve ilk defa, belki, uzun yıllardan sonra, Avrupa
Birliğinin önemli simaları Türkiye lehinde, hiç de alışık olunmayan demeçler
vermeye başlamışlardır ki, bunların hiçbiri tesadüfî değildir.
Geçen dönemde Türkiye'nin Avrupa'daki yerini tartışmaya açan bazı
Avrupalı şahsiyetlerin de, aslında, bize katkısı olmuştur. Türkiye'nin ve
Müslümanlığın, Avrupa Birliği içerisinde yeri olmadığını söyleyen bazı
liderlerin de, aslında, Avrupa Birliğinin Türkiye'ye yakınlaşmasına ayrı bir
katkısı olmuştur.
Değerli arkadaşlar, bunları da normal karşılıyoruz; çünkü, çoğulcu bir
toplumda, her türlü siyasî akımın, düşüncenin bulunduğu bir ortamda, tabiî ki,
birçok ülkeyle birlikte, Türkiye'nin de Avrupa Birliğine katılmasını arzu etmeyenler
olabilir; ama, önemli olan, esas yol, esas hareket, esas siyasî akımların nasıl
düşündüğüdür ki, bunlar da -demin söylediğim gibi- Türkiye lehinde bir tavır
almaya başlamışlardır.
Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş bir Türkiye'nin Avrupa Birliği
tarafından reddedilmesinin felaket olacağı, artık, komisyon yetkililerince de
dile getirilmektedir. Eskiden Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olup olamayacağı
tartışılırken, şimdi ne zaman olacağı tartışılmaya başlanmıştır. Türkiye'nin
hangi tarihte Avrupa Birliğine tam üye olacağını şu anda söylemek mümkün
değildir; ancak, lehimize olan bu tutumun ve söylemin devam etmesi, bu
tavırların giderek güçlenmesi için Türkiye olarak bizim de üstümüze düşen bazı
sorumluluklar vardır. Bu anlayışla, Aralık 2004'te yapılacak zirveye kadar üye
ülkelerle üst düzeyde temaslarımızı kesintisiz sürdürmeye devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar, kendi içimizde de, siyasî kriterlere uyum açısından
ilave yasal değişikliklerin tamamlanması, uygulamaya yönelik eksikliklerimizin
giderilmesi, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve işkenceyle mücadeleye
yönelik çabalarımızın sonuçlandırılması da gerekmektedir. Kopenhag Zirvesi
sonrasında, esasen, hükümet olarak Avrupa Birliğine uyum sürecindeki
çalışmalarımızı sürdüreceğimizi de açıklamıştık ve bu taahhüdümüzü yerine
getirme konusunda da kararlılığımızı her zaman ortaya koymaktayız.
Kopenhag Zirvesi kararlarını hayata geçirmek için önümüzde yaklaşık 15
aylık bir süre vardır. Siyasî kriterlerin bu yıl içinde tamamlanması, bunun
2003 ilerleme raporuna olumlu bir şekilde yansıması, gelecek yıl da
uygulamaların değerlendirilmesi ve 2004 ilerleme raporundaki nihaî
değerlendirme sonucunda 2004 yılı aralık ayında Avrupa Birliği zirvesinde
üyelik müzakerelerinin başlaması kararı alınabilecektir. Dolayısıyla, önce 2003
yılının ilerleme raporlarını en iyi şekilde çıkarmak, siyasî kriterleri yerine
getirdiğimizi bütün dünyaya göstermek, 2004 yılında da bunların en iyi şekilde
Türkiye'de uygulandığını göstermek, 2004 yılı sonunda yapılacak zirve
toplantısında Türkiye'yi hazır hale getirecektir.
Bunun için değerli arkadaşlar, sadece kanunları çıkarmak yetmemektedir.
Hepimizin sorunudur; kanunları çıkarmak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
görevidir; ama, çıkarılan kanunların tam olarak uygulanması da, yine,
yürütmenin, hükümetin ve hepimizin sorumluluğudur.
Bu konuda birçok tenkitleri görüyoruz ki, bunların bir kısmı, maalesef,
haklıdır. Hepimiz bunu izlemek durumundayız.
Türkiye Büyük Millet Meclisine de çok görev düşmektedir; İnsan Hakları
Komisyonuna da çok görev düşmektedir. Dolayısıyla, elbirliği içerisinde, bir
taraftan kanunları çıkarırken, bir taraftan da çıkan kanunların en iyi şekilde
uygulanması için kararlılığımızı göstermek durumundayız.
Kopenhag Zirvesinden bu yana Avrupa Birliğiyle yaptığımız temaslarda,
önümüzdeki dönemle ilgili çalışma faaliyetlerinin ana hatlarını tespit etmiş
bulunuyoruz. 13 Mart 2003 günü, Brüksel'de toplanan Ortaklık Komitesi, 2003
yılı için bir çalışma programı benimsemiştir. Bu çalışma programı aşağıdaki
unsurları içermektedir:
Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki siyasî ve ekonomik diyalogun daha
da derinleştirilmesi.
Ülkemizin Avrupa Birliği müktesebatına uyum durumunun ele alındığı
ayrıntılı inceleme sürecinin güçlendirilmesi.
Gümrük Birliği kapsamındaki teknik sorunların çözüme yönelik bir
anlayışla ele alınması; ki, gümrük birliğiyle ilgili -biraz sonra değineceğim-
bazı sorunlar vardır.
Avrupa kamuoyunda, ülkemizin üyeliği aleyhindeki önyargıların
azaltılması ve Avrupa kamuoyunda, Türkiye'nin üyeliği lehinde bir ortamın
oluşturulması. Burada memnuniyetle ifade etmek isterim ki, son üç dört ay
içerisinde, bütün Avrupa kamuoyunda Türkiye'ye karşı çok olumlu bir hava
vardır. Bu, yapılan anketlerde, yapılan araştırmalarda açıkça kendisini
belirtmeye başlamıştır.
Değerli arkadaşlar, Ortaklık Komitesinde ele alınan bu hususlar, 15
Nisan 2003'te Lüksemburg'ta benim Başkanlığımda toplanan Türkiye-Avrupa Birliği
Ortaklık Konseyinde bu kez en üst seviyede, siyasî düzeyde ele alınmış ve teyit
edilmiştir.
Ülkemize ilişkin gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi, 14 Nisan
2003 tarihinde onaylandı. Belgede siyasî kriterler bakımından kısa-orta vade
ayırımı yapılmadan bütün siyasî önceliklerin 2003 ve 2004 yılları içerisinde
bitirilmesi öngörüldü. Ekonomik kriterlere ilişkin unsurlar ise bir öncekinin
hemen hemen aynısı şeklinde kalmıştır. Dolayısıyla, Türkiye'yle ilgili yeni
unsurlar, yeni arzular kesinlikle söz konusu değildir. Daha önce ne
kararlaştırıldıysa, bütün bunlar geçerlidir.
Gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi ışığında yeni bir ulusal
program hazırlanması çalışmaları, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin
eşgüdümünde başlatıldı. Yeni ulusal programın, hükümetimizce haziran ayının
ortalarında kabul edilmesi öngörülmektedir. Yapmamız gereken, kendi Ulusal
Programımızda Katılım Ortaklığı Belgesine paralel öncelikleri tespit etmektir.
Bu öncelikler kapsamındaki uyum çalışmalarının bir takvim içinde verilmesi,
Avrupa Birliği tarafından da talep edilmektedir. Siyasî kriterler dışındaki
konularda kısa vadede yapılacak çalışmaların, 2003-2004 yılları içinde, orta
vadede gerçekleştirilecek olanların ise 2005 yılı sonuna kadar yerine
getirilecek şekilde planlanması önem arz etmektedir. Bu uyum çalışmaları için
gerekli kurumsal yapılanma ve finansman ihtiyacı da planlanmış ve
düşünülmüştür.
Değerli arkadaşlar, 2004 yılı sonunda ülkemizle müzakerelerin
başlatılmasına ilişkin karar, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanacak
2003 ve 2004 ilerleme raporlarına göre alınacaktır. Bunun için, söz konusu
raporların, mümkün mertebe objektif değerlendirme içermesini sağlamakta
kararlıyız.
Avrupa Komisyonunun, Kopenhag Siyasî Kriterlerine uyum durumumuzu
değerlendirecek olan 2003 yılı ilerleme raporu yaz aylarında kaleme alınacaktır
ve eylül ayında büyük ölçüde nihaî şeklini almış olacaktır. Yani, 2003 yılı
raporu bu yaz hazırlanacaktır. Bu bağlamda, yazımı ekim ayında tamamlanacak
2003 yılı ilerleme raporunda, Kopenhag Siyasî Kriterleri bağlamındaki mevzuat
uyum çalışmalarımızı tamamladığımız yolunda bir komisyon görüşünün yer alması
son derece ödemlidir. 2004 yılı ilerleme raporu çalışmaları için de, 2003 yılı
sonundan itibaren fiilen 8 ay gibi kısa bir dönem kalmıştır.
Aslında bütün bunlarla söylemek istediğim şey şudur: Biz, her ne kadar,
önümüzde 15 ay var diyorsak da, önümüzde aslında 2-3 ay vardır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi olarak bu yaz tatile girmeden önce, birçok reform paketini
çıkarmak zorundayız. Hükümetimiz bu konuda kararlıdır; bakanlıklarımız gayet
ciddî bir şekilde çalışmaktadır; ilgili reform teklifleri hazırlanmakta, ilgili
bakanlıklara gönderilmekte; devletin bütün kurumlarının, diğer bakanlıkların
herkesin görüşü toplanmakta ve buna göre Türkiye Büyük Millet Meclisinde
huzurunuza getirilecektir; ama, bu 2-3 ay hepimiz için önemlidir; çünkü,
müzakerelere kapı açacak olan raporlar, 2003 yılının raporları olacaktır.
Bunları dikkate alarak mevzuat çalışmalarımızın, Yüce Meclisimizin
tatile girmesinden önce tamamlanması gereğini bir kez daha önemle vurgulamak
isterim.
58 inci hükümet döneminde siyasî kriterlere uyum yolunda daha önceki
hükümetler döneminde gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri, yeni Medenî Kanun
ve 3 reform paketine ilaveten 2 kanun paketi yasalaştırıldı.
Burada bizden önceki hükümetin bu yolda attığı adımları da hatırlamamız
gerekir. Gerçekten, bizden önce 3 reform paketi geçirilmiştir, bizim
hükümetimiz 2 reform paketi geçirmiştir, üçüncüsü de, yani altıncısı da
önümüzdeki günlerde huzurunuza getirilecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Gül.
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, burada hep beraber, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak yaptığımız
kanun değişiklikleriyle, işkencenin önlenmesi; adil yargılanma ve muhakemenin yenilenmesi,
yani yeniden yargılanma; basın özgürlüğünün genişletilmesi; Siyasî Partiler ve
Seçim Kanunlarının iyileştirilmesi; dilekçe hakkının güçlendirilmesi;
derneklerin faaliyetlerinin kolaylaştırılması; vakıfların mal edinmelerinin
sağlanması amacıyla hep beraber düzenlemeler yapıldı, şimdi, bunların
uygulamalarını takip ediyoruz.
Halen yeni bir uyum paketi taslağının hazırlıkları içerisindeyiz. Bu,
demin söylediğim gibi, altıncı paket olacaktır. Bu paket, Terörle Mücadele
Kanununun ifade özgürlüğünü kısıtlayan 8 inci maddesinin kaldırılması; özel
radyo ve televizyonların farklı dil ve lehçelerde yayın yapabilmeleri;
seçimlerin uluslararası gözlemciler tarafından izlenebilmesi ve seçimlerde
yayın yasağı süresinin daraltılması; İmar Kanununda yapılacak bir değişiklikle
farklı din ve inançlara sahip bireylerin ibadet özgürlüklerinin genişletilmesi;
Nüfus Kanunumuzun isim konulması hususunda sınırlayıcı yorumlarının önlenmesi;
sinema, video ve müzik eserlerine ilişkin kısıtlamaların azaltılması; töre
cinayetlerinin faillerine verilecek ceza miktarının artırılması; cemaat
vakıflarının gayrimenkullerinin tesciline ilişkin sürenin uzatılması; RTÜK'ün
ve Sinema, Video ve Müzik Eserleri Denetleme Kurulunun yeniden modern normlara
göre yapılandırılması gibi değişiklikler içermektedir.
Bütün bunlar buraya geldiğinde burada hep beraber tartışacağız. Bunlarla
ilgili kamuoyunda çeşitli şeyler söylenmektedir. Eminim ki, bunların büyük bir
kısmı bilgi noksanlığından olmaktadır. Aslında, bunların büyük bir kısmı bütün
dünyada uygulanmaktadır. Mesela, seçimlere gözlemci gelmesi. Biz AGİT'e imza
atmış bir ülkeyiz İstanbul Zirvesinde. Bütün ülkelere, İngiltere'ye de,
Almanya'ya da, Fransa'ya da, başka ülkelerin seçimlerine de gözlemciler giderler
ve görürler, bakarlar. Dolayısıyla, Türkiye'deki seçimlere... Ki, 1946'dan
sonra yapılan seçimlerin hepsi açık seçik ve düzgün seçimler olmuş, bizim
sakınacak hiçbir tarafımız yoktur. Bunun gibi diğer maddelerle ilgili çeşitli
kaygılar olabilir. Bu kaygıları saygıyla karşılamamız gerekir; ama, oturup
konuştuğumuzda bunlarla ilgili kaygıları giderecek tedbirlerin alındığını da
hep beraber göreceğiz.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, siyasî kriterlere uyumun sadece
mevzuat düzenlemelerinden ibaret olmadığını bir kere daha vurgulamak istiyorum.
Mevzuatın etkin ve yeknesak biçimde uygulanması, üzerinde hassasiyetle durmamız
gereken bir konudur. Uygulamanın iyileştirilmesi hepimize düşen bir
sorumluluktur. Yüce Meclisimizin bünyesindeki İnsan Hakları Komisyonu başta
olmak üzere, hepimizin, bu alandaki yapıcı katkı ve desteğinize ihtiyacımız
vardır.
Öte yandan, siyasî alan dışında olan teknik anlamdaki AB'ye uyum çalışmaları,
kısa bir süre önce Bakanlığıma bağlanan, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin
koordinasyonunda, 58 kamu kurum ve kuruluşu tarafından yoğun bir şekilde sürdürülmektedir;
açıldığında üyelik müzakerelerinin temelini bu çalışmalar oluşturacaktır.
Uyum çalışmaları bağlamında, Avrupa Birliği müktesebatının analitik
incelemesini gerçekleştirmek için, 2000 yılında Ortaklık Konseyi kararıyla 8
alt komite kurulmuştur. Bugüne kadar üç tur toplantı yapılmıştır. Kopenhag
Zirvesinde alınan karar ışığında, önümüzdeki dönemde değişik sektörlerdeki Türk
mevzuatının, taslak, yasa ve yönetmeliklerin teknik düzeyde daha da ayrıntılı
bir incelemeye tabi tutularak, topluluk müktesebatıyla uyum açısından
farklılıkların tespiti amaçlanmaktadır.
Değerli arkadaşlar, aslında, yapılacak o kadar çok büyük iş vardır ki...
Avrupa Birliği normlarına bizim normlarımızın uyması, tarımdan ormancılığa
kadar, çevreden sağlığa kadar, sanayie kadar bütün kanunların, mevzuatın, bütün
bunların AB normlarına uyması için binlerce, yüzbinlerce sayfa tercümeler
yapılmaktadır, çalışmalar yapılmaktadır, düzenlemeler yapılmaktadır. Bunun için
dönüşü olmayan bir yol içerisindeyiz dedik. İş, geri dönülmez bir noktadadır.
Gerçekten çok ileri adımlar atılmıştır; ne Türkiye ne Avrupa Birliği açısından
dönüşü olmayan bir yol içerisindeyiz. Onun için, bu süreyi kısaltmak için ne
gerekirse yapmak gerektiğine inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri, sizlerin de yakından takip ettiğiniz üzere,
malî işbirliği, ilişkilerimizin eksik kalan yönlerinden birini oluşturuyor.
Aralık 1999 Helsinki Zirvesinden bu yana gelişme kaydedilmesine rağmen, hâlâ,
istenen düzeye erişilememiştir. Diğer üye olan ülkelerin ne büyük malî imkânlar
elde ettiklerini düşünürseniz, bu konuda çok geciktiğimiz ortaya çıkacaktır.
Ülkemize, yılda ortalama, 127 000 000 Euroluk meblağ aktarılmaktaydı.
Bunun artırılması yönünde sürekli girişimlerde bulunulmuştur. Kopenhag Zirvesi
sonrasında, komisyon, ülkemize verilecek hibe yardımlarının 2004 yılında 250
000 000 Euro, 2005 yılında 300 000 000 Euro, 2006 yılında ise 500 000 000
Euroya yükseltilmesini üye ülkeler ve Avrupa Parlamentosuna önermiştir. Bu
artış önerisini memnuniyetle karşıladığımızı; fakat bunun yeterli olmadığını,
bunun daha da çok artırılması yönünde çaba gösterdiğimizi burada ifade etmek
isterim.
Adaylık süresi içinde ülkemize sağlanacak malî yardımların, münhasıran,
Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Programda yer alan önceliklere
yönlendirilmesi de gerekmektedir. Bu amaçla, diğer aday ülkelerde olduğu gibi,
ülkemizde de "merkezî olmayan yapılanma" adıyla yeni bir yapılanma
oluşturulmuştur. Yeni sistemin idarî kapasitesinin ve malî özerkliğinin AB
tarafından tescilini müteakip, bu yılın ortalarına kadar tüm unsurlarıyla
işlerlik kazanmasını öngörmekteyiz; yani, bu hibelerin en iyi şekilde
kullanılabilmesi için.
Halen, Avrupa Birliğiyle en önemli kurumsal bağımızı oluşturan gümrük
birliğinin işleyişinde, hem AB'den hem de bizden kaynaklanan sorunların
yaşandığı bir gerçektir. Bu sorunların giderilmesi için gerek Ortaklık Konseyi
toplantılarında olsun gerek diğer toplantılarda olsun, bunlar karşılıklı olarak
dile getirilmiştir ve bunları düzeltme yönünde karşılıklı gayretler vardır.
Yalnız, son yıllarda Türkiye olarak içinden geçtiğimiz ekonomik krizi de
dikkate alırsak, bütün suçlamaları gümrük birliğine yüklemenin de doğru
olmadığı kanaatindeyiz.
Değerli arkadaşlar, 15 Nisandaki Ortaklık Konseyinde, gümrük birliği
kapsamındaki çeşitli sorunların çözümüne ve işbirliğinin geliştirilmesine
yönelik görüş alışverişlerinde bulunduk. Bu amaçla, gerçekleştirilebilecek
çeşitli faaliyetleri içeren bir eylem planı taslağı hazırlayarak Ortaklık
Konseyine sunduk. Şimdi, Avrupa Birliği tarafının taslağa dair görüş ve
önerilerini bekliyoruz ve inanıyorum ki, bunlar kısa süre içerisinde
çözümlenecektir; ama, bütün bu problemlerin tam çözümü, Türkiye'nin Avrupa
Birliğine tam üyeliğinden geçecektir.
Değerli milletvekilleri, bu noktada, Kıbrıs'la ilgili de bazı şeyler
söylemek istiyorum. Ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğiyle doğrudan bağlantısı olmamasına
karşın, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliğine katılımına da kısaca değinmekte
fayda var. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin de dahil bulunduğu 10 yeni ülke,
bildiğiniz gibi, Katılım Anlaşmasını, 16 Nisan 2003 tarihinde Atina'da
imzalamışlardır. Bunlardan birisi de Güney Kıbrıs Rum Yönetimidir. Diğer 9 ülke
ise, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya,
Slovak Cumhuriyeti ve Slovenya'dır. Dolayısıyla, Avrupa Birliğinin 15 ülkesine
yeni ilave 10 ülke daha gelmiştir ve Avrupa Birliği 25 ülkeye çıkmak üzeredir.
Bundan ayrı olarak, 3 tane de aday ülke vardır; Romanya, Bulgaristan ve
Türkiye. Dolayısıyla, şu anda, 28 ülke başbakanları ve dışişleri bakanları,
Avrupa Birliği toplantılarında sürekli bir araya gelmektedirler.
Değerli arkadaşlar, her ne kadar 16 Nisan 2003 tarihinde bu 9 ülke ve
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Avrupa Birliğine giriş adımını atmışlarsa da, şu
anda, toplantılara katılmaktadırlar, fakat, oy kullanmamaktadırlar. Bir sene
sonra, 1 Mayıs 2004 tarihinde tam üye olacaklar ve oy kullanmaya da
başlayacaklar. Dolayısıyla, biz, 15 ülkeyle değil, 25 ülkeyle muhatap olmaya
başlayacağız. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin üyeliğine tepkimiz, Bakanlığım
tarafından aynı gün yapılan açıklamayla, net bir biçimde ortaya konmuştur.
Açıklamada, yalnızca Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliğine üyeliğinin
söz konusu olduğu söylenmiştir ve bu anlaşmayla, Türkiye'nin garantörlük
haklarının gitmediği ve yeni bir hukukun ortaya çıkmadığı da, açık bir şekilde,
bütün zabıtlara geçirilmiştir. Bakanlık olarak, bu yönde bütün girişimler
yapılmıştır; ama, bugün, bir realiteyle karşı karşıyayız, bunu görmemiz
gerekir; Kıbrıs bütün olarak değil, Kıbrıs bölünmüş olarak, Rum kesimi, Avrupa
Birliğine adım atmıştır.
Bu meyanda vurgulamam gerekir ki, Kıbrıs sorununun çözümü, ülkemizin
Avrupa Birliğine katılımına dair siyasî kriterler arasında bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, bizi bağlayan siyasî kriterler, Kopenhag siyasî kriterleridir.
Kıbrıs meselesi, bu kriterlerin içerisinde değildir; ama, Rum kesiminin ve
Yunanistan'ın Avrupa Birliğine tam üyeliğini düşünürseniz, ayrıca, bütün Avrupa
ülkelerindeki havaya da bakarsanız, böyle bir direkt ilişki olmamasına rağmen,
bunun da bir faktör olarak ele alınması ve dikkatle takip edilmesi
gerekmektedir; çünkü, bu konuda gözümüzü de kapalı tutamayız.
Aslında, böyle bir sorun olmasa bile, biz, Kıbrıs'ta bir çözümün, kalıcı
bir çözümün gerçekleşmesi için uğraşıyoruz. Hükümetimiz, işbaşına geldikten
sonra, çözümsüzlüğü çözüm olarak görmediğini açıkça ilan etmiştir. Kıbrıs'ta
bir çözüm olsun diye, gerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gerekse Türkiye
elinden gelenleri yapmaktadır. Bu bağlamda, son günlerde atılan adımlar, bütün
dünyanın dikkatini çekmiştir. Yıllardır masa üzerinde yapılan konuşmalarla,
müzakerelerle bir yere varılamamış; ama, sahada önemli adımlar atılmıştır.
Birkaç gün öncesi itibariyle, 250 000 Rum kuzey kesimini ziyaret etmiş, 80
000'in üzerinde Kuzey Kıbrıslı Türk de Rum kesimini ziyaret etmişlerdir.
Ayrıca, dünden itibaren başlattığımız bir uygulamayla, Türkiye olarak biz de,
kırk seneden sonra ilk defa, Güney Kıbrıs Rum kesimindeki Rumların Türkiye'ye
rahatlıkla gelip gidebileceklerini bütün dünyaya duyurduk ve memnuniyetle ifade
etmek isterim ki, çok büyük sayıda rakamlarla, Rum kesimi Türkiye'yi ziyaret
etmeye başlamıştır. Bütün bunlar şunu göstermiştir ki, karşılıklı güven
oluşturmak gerekir. Sadece masa başında değil, sahada da birçok işler
yapılacaktır. Bütün bu atılan adımların, Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum
kesimi ve Yunanistan tarafından en iyi şekilde değerlendirileceğine inanıyoruz
ve bunun neticesindedir ki, Avrupa Birliğinin Kıbrıs'a uyguladığı ambargoyu
kaldırmaya yönelik çalışmalar da başlatılmıştır.
Değerli arkadaşlar, bütün bunlar yapılırken, hepimizin yapması gereken
başka bir şey daha vardır. Bu da, Avrupa kamuoyunu hazırlamaktır. Kopenhag'da
biz bunun sıkıntısını gördük. Almanya ve Fransa'daki kamuoyunun hazır olmaması,
Almanya ve Fransa liderlerinin daha cesur adım atmalarını engellemiştir; ama,
demin ifade ettiğimi bir kez daha ifade etmek istiyorum ki, bu geçen süre
içerisinde her iki ülkenin kamuoyunda da Türkiye'ye müzahir olumlu gelişmeler
söz konusudur. Bunlar, ölçülebilecek nitelikte olumlu gelişmelerdir. Ayrıca,
bütün bu ülkelerin liderleri, Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili şimdiye kadar
yapmadıkları olumlu açıklamaları yapmaya başlamışlardır. Bunların hiçbiri de
tesadüfi değildir.
Bu bağlamda, kamuoyunu hazırlamak için gerek Bakanlığım, bakanlık olarak
gerek hükümet olarak gerekse birçok sivil toplum örgütleri olarak birçok
çalışmalar yapmaktayız ve ilişkileri, sadece hükümetlerden hükümetlere değil,
Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Avrupa Parlamentosu arasında, Türkiye Büyük
Millet Meclisindeki dostluk grupları ile Avrupa Birliğine üye ülkelerin dostluk
grupları arasında da geliştirmek zorundayız. Dolayısıyla, sadece hükümetlerden
hükümetlere değil, milletvekillerinden milletvekillerine dönük çalışmaları da
başlatmak zorundayız. Bu bakımdan, Türkiye Büyük Millet Meclisine de çok büyük
görev düşmektedir.
Ayrıca, sivil toplum örgütlerine de çok büyük görev düşmektedir. Her
şey, bir kez daha tekrar ediyorum, resmî kanallardan gitmemelidir. Sivil toplum
örgütlerinin giderek artan rolünü ihmal etmememiz gerekir. Bazen, bizim
sözlerimizden çok, onların sözleri güven oluşturmaktadır. O açıdan bütün sivil
toplum örgütlerini de göreve çağırıyoruz. Onların büyük bir kısmıyla bu geçen
süre içerisinde yaptığımız toplantılarda, onları da bu çalışmalara davet ettik.
Değerli arkadaşlarım, size, son olarak, Avrupa Konvansiyonuyla ilgili de
biraz bilgi vermek istiyorum. Aralık 2001 tarihli Laeken Zirvesinde, Avrupa
Birliğinin genişleme perspektifi çerçevesinde, birliğin geleceğini konuşmak,
değerlendirmek, Avrupa Birliği gelecekte nasıl olacak, nasıl bir anayasası
olacak, nasıl bir çalışma şekli olacak diye bir konferans kurulmuştur. Bu
konferansa her ülkeden 3 kişi katılmıştır. Türkiye de, hükümetin yanında,
iktidar ve muhalefetten birer milletvekili arkadaşımız katılmaktadırlar ve
buralarda, Türkiye'yi temsil eden arkadaşlarımız, çok aktif şekilde,
konvansiyona katkıda bulunmaktadırlar. Önümüzdeki aylar içerisinde,
hükümetlerarası konferans yapılacaktır. Ümit ediyoruz ki, bu konferansta da,
Türkiye, yerini alacaktır.
Değerli milletvekilleri, başından beri anlattığım süreç, kırk yıllık bir
süreçtir, yarım asırlık bir süreçtir. Kırk yıllık bir sürecin sonunu iyi
bitirmemiz gerekir.
Birçok demirperde ülkesi, on sene önce demirperde ülkesi diye gördüğümüz
ülkeler Avrupa Birliğine girmişlerdir veya çok daha ileri mesafeler almışlardır.
Şöyle düşünmeyelim: Nasıl olur da, onları bizden önce alır? Onlarda büyük değişiklikler
olmuştur, onlarda ihtilaller olmuştur, devrimler olmuştur ve mevcut yapı
tamamen silinmiştir, yok edilmiştir, onun üzerine yeni yapılar kurulduğu için
girişleri kolay olmuştur; ama, bizim ise, büyük bir geleneğimiz var. Biz, bir
demirperde süreci yaşamadığımız için, 1950'den beri çoğulcu bir demokrasinin
içinde olduğumuz için, bizim işimiz biraz daha zor olmuştur. Ta Osmanlıdan
gelen gelenekleri olan bir devletiz, ülkeyiz. O bakımdan, alışkanlıklarımızı
gidermek biraz daha zor olmaktadır; ama, geldiğimiz nokta kritik bir noktadır.
Şu birbuçuk sene içerisinde ve hatta şu üç dört ay içerisinde Avrupa Birliğine
müzakere kapısını açabiliriz veyahut da bunu tamamen kapatabiliriz.
O bakımdan, hükümetimiz bunun bilinci içerisindedir. Tekrar ediyorum;
bunun bilinci içerisinde olduğumuz için, seçimlerden hemen sonra, daha hükümet
çalışmalarını başlatmadan, parti olarak da bu atağa geçtik. Aslında,
propagandalar ve bazı yanlış algılamalardan dolayı, bizden, AK Parti
Hükümetinden böyle bir tavır beklenmiyordu. Belki de bunun şaşkınlığıdır ki,
Avrupa Birliğini bugün çok daha değişik bir noktaya getirmiştir ve hükümetin
siyasî iradesini ve kararlılığını açık açık ifade etmeye başlamışlardır.
Burada memnuniyet verici olan bir şey, bu konuya, iktidar- muhalefet
beraber sahip çıkmamızdır. Burada çıkan reform paketlerinin hepsini beraber
çıkardığımızı, her ortamda açıkça söylüyorum. O bakımdan, inanıyorum ki,
önümüzdeki bu fırsatı da iyi bir şekilde değerlendireceğiz.
Hükümet olarak, biz, bu yolda kararlı bir şekilde devam ediyoruz.
Bakanlar Kurulunda bu konuyla ilgili olağanüstü toplantı yaptık. Bu yolda yeni
bir seferberlik başlatacağız ve bunu, sadece hükümet olarak değil; Meclis
içindeki partilerimiz, Meclis dışındaki partilerimiz, sivil toplum örgütleri,
basın, aydınlar, entelektüeller; herkesi katarak götürmek amacındayız.
Bu dileklerle, hepinize saygılar sunuyorum ve genel görüşmenin açılması
yönünde oy vermenizi hepinizden rica ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gül.
AK Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili İbrahim Reyhan Özal;
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 20 dakikadır.
AK PARTİ GRUBU ADINA İBRAHİM REYHAN ÖZAL (İstanbul) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler
konusunda bir genel görüşme açılması için, Grubumuz adına görüş bildirmek üzere
söz almış bulunmaktayım; hepinizi, saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye ve dünya, çok kritik bir dönemden
geçiyor. Global ve bölgesel planda dünya haritasını değiştirebilecek yeni
oluşumlar ortaya çıkıyor. Bu dönemde atılacak adımlar, alınacak kararlar,
geleceğimizin yol haritasını çizecek. Bu itibarla, bu sıralarda oturan bizler,
Türkiye'nin geleceği adına en büyük sorumluluğu taşıyan kişiler arasındayız.
Karşımızda, hızla değişen, önceden tahmini mümkün olmayan unsurlarla dolu bir
dünya var. Bu durumda yapılacak tek şey, kendimizi iyi tanımak, avantaj ve
dezavantajlarımızı ortaya koymak, önceliklerimizi belirlemek, modernleşmeye ve
bilgiye önem vermek olacaktır. Bu bağlamda, Türkiye'nin odak noktası olarak
beliren Avrupa Birliği hedefimizin, milletimiz ve gelecek nesiller için önemi
daha iyi bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Milletvekili olarak bu sıralara yollanmış olan bizlerin yapması gereken,
halkımızla birlikte, geleceğimizi elinde tutan bu ipi cesaretle göğüsleyerek,
milletimizin cumhuriyetten sonraki en büyük kazanımı olan Avrupa Birliği yolunda
gerekli olan adımları atmaktır.
Değerli milletvekilleri, tüm dünyada, kalkınmış ülkeler ve bu gruba
dahil olmada iddialı olanlar, yeni stratejiler oluşturma peşindedir. Dünyadaki
gelişmeleri takip ederken, doğal olarak, her ülkenin önceliği kendisi için en
önemli ülkelerin içerisine girdikleri evrim olmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye
açısından odak noktası Avrupa Birliğidir. Tarihî ve kültürel bağlarımız, derin
ekonomik bağlarımız, işlemekte olan adaylık sürecimiz ve ulaşacağımız
standartlar bunu gerekli kılmaktadır.
Türkiye'nin AB üyeliği süreci, kurumsal boyutta, öngörüldüğü gibi
işlemektedir. Bundan tam kırk yıl önce imzalanan Ankara Anlaşmasıyla tesis
edilen ortaklık rejimi, Türkiye'yi, bugün, AB'yle müzakerelerin başlaması için
son aşamaya getirmiştir. Tabiî, arada kaybolan yıllar, atılan yanlış adımlar da
söz konusu. Bu kaybolan yılların ülkemizden neler götürdüğünü, en açık şekilde,
bir karşılaştırma yaparak görebiliriz.
Hepimizin bildiği gibi, 1957 yılında imzalanan Roma Anlaşmasıyla Avrupa Birliğinin
6 çekirdek ülkesi yola çıktılar. Ülkemiz, 1963 yılında -o zamanki adıyla-
Avrupa Topluluğuyla Ankara Anlaşmasını; 1970 yılında ise, gümrük birliği ve tam
üyeliği hedefleyen Katma Protokolü imzaladı. Bu yıllarda, Yunanistan, Albaylar
Cuntası tarafından, Portekiz, Salazar tarafından ve İspanya da Franco
tarafından yönetilmekteydi. Bugün, geriye dönüp baktığımız zaman, Yunanistan 1981'de,
İspanya ve Portekiz 1986'da Avrupa Topluluğuna üye oldular. Şu an, komşumuz
Yunanistan'ın ortalama yıllık geliri 15 000 dolarken, biz, hâlâ 3 000 dolar
seviyesinin altındayız. Maalesef, 14 ilimizin ortalaması ise, 1 000 dolardan daha
düşük seviyededir. Eğer, iyi değerlendirilebilirse, bu tablo ve bu rakamlar
binlerce kelimeden çok daha fazla şey ifade etmektedir. Eğer, Avrupa Birliğini
Türkiye'nin önüne öncelikli hedef olarak koyduysak, bu otuz küsur yıllık zaman
aralığı iyi okunmalıdır.
Avrupa Birliği üyeliğimiz, cumhuriyet tarihinin en kapsamlı siyasî
projesidir. Bu süreç, çok önemli bir ekonomik ve toplumsal dönüşümü de
beraberinde getirmektedir. Bu süreç içerisinde, yalnızca dışticaret mevzuatımız
veya ceza hukukumuz değişmemekte; ayrıca, günlük yaşamda vatandaşlarımızı
ilgilendiren her konuda önemli değişiklikler olmaktadır. Bu hususların Türk
kamuoyuna iyi anlatılmasını, AB meselesinin günlük yaşamımızda hepimizi
ilgilendiren boyutlarıyla kavranmasını sağlamak zorundayız. AB üyeliği süreci,
vatandaşlarımıza, insan haklarının daha iyi korunduğu, harcadığı paranın daha
istikrarlı, tükettiği malların daha kaliteli, soluduğu havanın daha temiz,
katettiği yolların daha güvenli, oturduğu evlerin daha sağlam ve pasaportunun
daha saygın olduğu bir yakın gelecek için çok etkili bir araçtır. Bu sürecin
ülkemize bir katalizör görevi gördüğü, inkâr edilemez bir gerçektir.
Adaylık sürecimizdeki önemli ayrıntılardan bir tanesi, sürdürülen
çalışmaların, Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığına, Avrupa Birliği Genel
Sekreterliğinden Dışişlerine, Hazineden Millî Güvenlik Kuruluna, bütün devlet
kurumlarının çalışmalarında güçlü bir sinerji yaratacak olan karşılıklı
iletişim ve etkileşim içerisinde olması gereğidir.
Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, 12-13 Aralık 2002
tarihlerinde, Avrupa Birliği, bir sonraki genişlemesine ilişkin karar alarak,
10 aday ülkenin Mayıs 2004 itibariyle Avrupa Birliği üyesi olacaklarını ilan
etmiştir.
Zirvede, Türkiye'yle ilgili olarak, Avrupa Birliği, 2004 Aralık ayında,
komisyonun hazırlayacağı rapor ve önerileri doğrultusunda, Türkiye'nin Kopenhag
siyasî kriterlerini yerine getirdiğine kanaat getirdiği takdirde, gecikmesiz
olarak üyelik müzakerelerinin açılmasını taahhüt etmiştir.
Önümüzdeki dönemde, tam üyelik hedefimiz doğrultusunda, siyasî
reformların başarıyla uygulanması, ayrıca müktesebata uyum çalışmalarının
sürdürülmesi gerekli görülmektedir.
Türkiye, önümüzdeki haftalarda, yeni Katılım Ortaklığı Belgesi
çerçevesinde, Ulusal Programının gözden geçirilmiş metnini sonuçlandıracak ve
AB Komisyonuna iletecektir. Bu yöndeki hazırlık ve çalışmalar, Avrupa Birliği
Genel Sekreterliğinin eşgüdümünde sürdürülmektedir. Eğer, Avrupa Birliği
Türkiye'nin hedefiyse, gözden geçirilmiş Ulusal Program ile Katılım Ortaklığı
Belgesi arasındaki açı farkı muhakkak kapatılmalıdır.
Nisan ayında sunulmuş olan Katılım Ortaklığı Belgesi, Türkiye'nin
üyeliği açısından son dönemeç olacak bir süreci kapsamaktadır. Aralık 2004'te,
Avrupa Konseyinin, Türkiye'nin Kopenhag siyasî kriterlerini karşıladığına karar
vermesi halinde, AB'nin, gecikmeden Türkiye'yle katılım müzakerelerine
başlayacağı kararı dikkate alındığında, Katılım Ortaklığı Belgesinde işaret
edilen kısa vadeli hedeflerin önemi daha net biçimde ortaya çıkmaktadır.
Bu arada, her ne kadar Kıbrıs sorununun çözümü, Kopenhag Siyasî
Kriterleri arasında yer almasa da -fakat, Katılım Ortaklığı Belgesinde daha
kapsamlı bir şekilde mevcuttur- dolaylı olarak, Türkiye'nin müzakere tarihini
elde etmesini engelleyebilecek önemli hususlardan biri olarak karşımıza çıkma
ihtimali mevcuttur.
Türkiye'de AB üyeliğine karşı çekimser tutum içerisinde olanlar ve aynı
şekilde, Avrupa Birliğinde Türkiye'nin üyeliğine sıcak bakmayanlar için Kıbrıs
konusu, kurtarıcı ve koruyucu bir kalkan işlevi görmektedir. Kıbrıs konusundaki
çözümsüzlük uzadıkça, Türkiye'nin gerçekleştirmesi beklenen diğer reform
atılımlarının da yaratılan kalın duvarın arkasında tutulabileceği ümidi
güçlenmektedir.
İçte ve dışta bu oyalamalar devam ederken, biz farkında olsak da olmasak
da, Avrupa Birliği treni hızla ilerlemektedir. Bu sürecin, beklemeye ve
bekletilmeye tahammülünün kalmadığı, her geçen gün daha fazla ortaya
çıkmaktadır.
Ülke olarak, bu süreci dondurmak gibi bir lüksümüz yok. Bunun bilincinde
olan ve en başından beri AB konusundaki kararlı, istekli ve yapıcı tutumundan
vazgeçmeyen hükümetimiz, bildiğiniz gibi, Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda
bulunmak için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki sınırların açılmasının
ardından tarihî bir adım daha atarak, 22 Mayısta sınırlarımızı Kıbrıs Rumlarına
açtığı müjdesini vermiştir. Atılan bu adımlar, kuşkusuz, bu süreç içerisinde
çözüme fayda sağlayacaktır; ama, şu da bir gerçek ki, istikrarlı ve kalıcı bir
çözüm için daha somut adımlar atılması zorunluluğu da vardır. Bunların da
atılacağına ve Kıbrıs'ta sonunda çözüme ulaşacağımıza inancım tamdır.
Türkiye açısından, Kopenhag'da öngörülen 2004 yılı sonu hedefine çok
fazla bir zaman kalmadı. Üstelik, ondan önce, 2003 yılı İlerleme Raporu çok
önemli. Zaten, Katılım Ortaklığı Belgesinin siyasî kıstasları temelinde
reformları başaramamış bir Türkiye, hâlâ demokratik saygınlığa kavuşamamış bir
ülke olacaktır.
Türkiye'nin ebedî adaylık statükosunun bozulmamasını isteyenlerin
karşısında, bundan daha güçlü bir demokrasi ve insan hakları ittifakı kurulması
gerekmektedir. Ülkemizin "ayrıcalıklı dost çevre ülke" statüsünden
"tam üyelik" statüsüne geçmesi, şu kısa sürede göstereceğimiz
performansla direkt olarak alakalıdır.
Değişim ve dönüşüm kaçınılmazdır. Mesele, bu değişimi, ağır aksak, kör
topal bir şekilde mi, yoksa, sağlıklı ve bilinçli bir şekilde mi
gerçekleştireceğimizdir. Şunu iyi anlamalıyız ki, Türkiye'nin nihaî üyeliği,
esas olarak kendi elinde durmaktadır.
Katılım perspektifi hem Türkiye'nin hem de Avrupa Birliğinin yararına,
bu reform sürecini hızlandırıcı bir işlevi yerine getirmekte, bir katalizör
görevi görmektedir. Ülkemizin millî çıkarları, küresel dünyada güçlü bir
ekonomi olma zorunluluğu, Avrupa'nın yeniden şekillenen savunma yapısına dahil
olma zorunluluğu, bizim bu birlik içindeki hak ettiğimiz yeri almamızın önemini
bir kez daha gözler önüne sermektedir. Vatanseverlik, Avrupa Birliği standartlarıyla
elde edeceğimiz çağdaş dünyayı yakalamış, çocuklarının geleceğini garanti
altına almış, kendine güvenen, üretken Türkiye'yi savunmayı gerektirmektedir.
Değerli milletvekilleri, Irak krizi, bir defa daha, Türkiye'nin,
dünyanın bu bölgesindeki stratejik rolünün altını çizmiştir ve güçlendirilmiş
bir ortak dış ve güvenlik politikasına sahip bir Avrupa Birliğinin bir üyesi
olarak Türkiye'nin, Avrupa Birliğinin dünyadaki stratejik rolüne çok önemli bir
katkı yapabileceğini, başta Avrupa Birliği üyesi ülkeler olmak üzere, herkese
göstermiştir. Daha 18 Martta, AB'nin komşuları stratejisini tartışmaya açan ve
Avrupa'nın sonsuza kadar genişleyemeyeceğini söyleyen AB Komisyon Başkanı, bu
açıklamadan tam bir ay sonra, Türkiye'yi müstakbel tam üyeler arasında
saymıştır. Bu bir tesadüf değildir. Sadece, büyük ve birleşmiş bir Avrupa'nın,
ABD'nin gücü karşısında denge oluşturabileceği ve bu denge arayışının Türkiye
olmadan her halükârda eksik kalacağı anlaşılmıştır. Aynı şekilde, daha evvelden
tarih belirtmekten şiddetle kaçınan Avrupa Birliğinin genişlemeden sorumlu
Komiseri Gunther Verheugen'in de, ilk olarak Türkiye Avrupa Birliği Ortaklık
Konseyinin toplantısında olmak üzere, müteaddit defalar tam üyelik tarihinden
söz etmesi önemli bir işarettir. Unutulmamalıdır ki, Sayın Verheugen'in
açıklamaları, kişisel bir değerlendirme değildir ve Brüksel'in görüşünü
yansıtmaktadır.
Aralık ayındaki Kopehnag Zirvesinde Türkiye'nin ısrarına rağmen tarih
vermeyen Brüksel, tarihinde ilk kez, ülkemizin tam üyeliği hususunda tarih
telaffuz etmiştir. Bunu bir garanti olarak düşünmek tabiî ki söz konusu
değildir; fakat, bir niyet beyanı olarak bu açıklamalar muhakkak ki çok
önemlidir. Ülke olarak yakaladığımız bu olumlu konjonktürden azamî olarak
istifade etmemiz gerekmektedir.
Avrupa Birliğinin 2000 yılı Lizbon Avrupa Konseyinde temellerini attığı
ve on yıllık bir sürede Avrupa Birliğini dünyanın en dinamik ve yarışmacı
ekonomisi haline getirmeyi hedefleyen Lizbon Stratejisiyle, Avrupa Birliğinin
ekonomik yapısı da köklü ve hızlı bir değişime girmiştir. Euroya geçişi
başarılı bir şekilde gerçekleştiren Avrupa Birliği, ekonomik düzenin eksik ve
aksayan yönlerini yapısal bir değişiklikten geçirme çalışmalarına başlamıştır.
Avrupa Birliği, çıtasını çok yükseğe koyarak, 2010 yılına kadar küresel rekabet
gücünde bir numaralı ekonomi olmayı amaçlamıştır ve bu amaç istikametindeki
siyasî kararlılık da son bir yılda pekişmiştir. Bu tabloya baktığımızda,
çıkarabileceğimiz tek sonuç, yeni bir yüzyılda yeni stratejilerle ilerleyen
Avrupa Birliği treninde hak ettiğimiz yeri almak için önümüzdeki kısa zaman
aralığını en iyi şekilde değerlendirmektir ve Avrupa Birliğiyle aramızda oluşan
açı farkını sıfıra indirmektir.
Öte yandan, Kopenhag Zirvesinde ülkemiz, için katılım öncesi yardımların
önemli ölçüde artırılması kararlaştırılmıştır. Sayın Bakanımızın da değindiği
gibi, bu kararın hayata geçirilmesi amacıyla, Avrupa Birliği Komisyonu Katılım
Ortaklığı Belgesiyle birlikte, ülkemize 2004 yılında 250 000 000 euro, 2005
yılında 300 000 000 euro ve 2006 yılında 500 000 000 euro olmak üzere toplam 1
050 000 000 euro hibe yardımı yapılmasını önermektedir. Komisyonun önerisi, bu
durumun iyileştirilmesi yönünde atılmış olumlu bir adım olarak görülmektedir.
Meclisimiz çatısı altında yapılan diğer bir gelişme, AB mevzuatına
uyumla görevli olacak bir AB Uyum Komisyonu kurulmuş olmasıdır. Bahse konu
komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisinin AB üyeliği yolundaki katkısını
artıracak, Meclisiçi koordinasyonu artıracak ve karşı tarafla daha da etkin bir
işbirliğini sağlayacaktır. Önümüzdeki dönemde mevzuat uyum çalışmalarının hız
kazanacağı düşünüldüğünde, komisyonun kurulmuş olması daha da önem
kazanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, onbeş aydır devam eden ve Avrupa'nın gelecekte
hangi kurumlarla nasıl yönetileceği, karar mekanizmasının nasıl işleyeceği
konularına açıklık getirmek üzere toplanmış bulunan Avrupa Konvansiyonundaki
çalışmalarımız da son aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Fransa eski Cumhurbaşkanı
Valery Giscard d'Estaing başkanlığında, üye ve aday ülkelerin hükümet ve
parlamento temsilcilerinin katılımıyla çalışmalarını sürdüren Konvansiyon, 2003
Haziran ayında görüş ve önerilerini "Avrupa Anayasası Taslağı" adı
altında AB hükümet ve devlet başkanlarına sunacaktır. 28 üyeye ulaşmış bulunan
ve genişlemesi devam eden, kabına sığmayan Avrupa Birliğine yeniden biçim verme
çabasında olan konvansiyonda tartışma temel olarak federasyonu, yani, sıkı ve
derin bir birliği isteyenler ile hükümetlerarası konferans tanımı altında daha
gevşek bir Avrupa'yı savunanlar arasında cereyan etmiştir. Bu temel başlık
altında, AB organları arasındaki güç dağılımının nasıl şekilleneceği, ulusal
parlamentoların yetki sınırlarının ne şekilde belirleneceği, AB Konseyinde veto
uygulamasına ne şekilde tahdit koyulacağı, uzun süreli bir AB Başkanlığı
kurulup kurulmayacağı, ortak dışpolitika ve savunmanın ne şekilde
oluşturulabileceği ve benzeri konular tartışılarak AB'nin işleyiş ve rolü
yeniden tarif edilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye, Birliğin içine girdiği bu tarihî süreçte ve Avrupa'nın
geleceğine yönelik yoğun tartışmaların sürdüğü bu dönemde, stratejik konumunun
kendisine yüklediği sorumlulukların bilinciyle, konvansiyona katkıda
bulunmaktadır ve Avrupa Birliğinin temsil ettiği evrensel değerlerin
yayılmasına yardımcı olma kararlılığında olduğunu ortaya koymuştur.
Kuruluşundan bu yana AB, dinamik, pragmatik ve esnek bir biçimde
gelişmiştir. Son 50 yıla bakıldığında, kayda değer bir başarı görülmektedir.
Bununla birlikte, Türkiye, Birliğin uluslararası plandaki rolü göz önüne
alındığında, ekonomik ve ticarî bir güç olmayı başaran Avrupa Birliğinin, henüz
uluslararası alanda kendisinden beklenen yapıcı ve kararlı rolü üstlenebilecek
siyasî bir birlik olma yönündeki gelişimini tamamlayamadığı kanaatindedir.
Mevcut uluslararası durum ve beklentiler, Avrupa Birliğinin sahip olduğu
değerler ışığında, global güç olmasını zorunlu kılmaktadır; ancak, Birlik, bunu
başarabilmek için, daha aktif, daha uyumlu ve daha belirgin bir dışpolitika
izlemelidir. Türkiye'nin Birliğe katılması halinde, bu katılımın Avrupa
Birliğine yapacağı ekonomik, stratejik, kültürel ve politik katkıların
değerlendirilmesinin doğru yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Konvansiyon çalışmalarında Avrupa Birliğinin özgürlük, demokrasi, temel
haklar ve insan hakları ile hukuk devleti ilkelerine dayalı bir birlik
oluşturma amacını desteklemekte olan Türkiye, Birliğin özgün yapısı dikkate
alınarak mevcut anlaşmaların daha anlaşılabilir hale getirilmesi ve Birliğin
vatandaşlara ve vatandaşların da Birliğe daha kolay ulaşmasının mümkün
kılınması gereği üzerinde durmaktadır.
Birlik için, meşru temellere dayalı bir ortak dış ve güvenlik politikası
geliştirmek ve bu politikanın Birlik içinde daha geniş bir halk desteğine sahip
olması zorunludur. Ortak dış ve güvenlik politikası, ancak şeffaf ve kapsayıcı
olduğu ve ayırımcılık gözetmeme ilkesine dayandığı sürece başarılı
olabilecektir. Bu bağlamda, Avrupa politikalarının, mevcut uluslararası ve
bölgesel mekanizmaları tekrar eden tarzda değil, bu kazanımları tamamlayan bir
içeriğe sahip olması ve transatlantik diyalogun sürdürülmesinin önem arz ettiği
unutulmamalıdır.
Netice itibariyle ve özetle ifade etmek isterim ki, altı aydır yoğun bir
şekilde, Meclisimizi temsilen, Avrupa Birliği Konvansiyonunda yaptığımız
çalışmalarda ve temaslarda, çok açık ve net bir şekilde, Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkilerinin en üst düzeyde olduğu bir dönem yaşandığını görüyoruz. Son
zamanlarda, Avrupa'nın muhafazakârlarıyla bile yaptığımız görüşmelerde,
Türkiye'nin Avrupa Birliği için öneminin idrak edildiğini görüyoruz. Artık,
yaşanılan bu süreçte, Türkiye'nin müzakerelere başlamasının ve tam üyeliğinin
geri dönülemez bir yolda olduğunu herkes kabul etmektedir. Yalnız, burada kabul
etmek gerekir ki, yolumuzu tayin edecek olan da bizleriz. Biz verdiğimiz
taahhütleri yerine getirdiğimiz sürece, yani, yasal değişiklikleri
gerçekleştirip tam manasıyla uyguladığımız takdirde önümüzde hiçbir engel
bulunmamaktadır.
Biliyorsunuz, önümüzdeki günlerde, Meclisimize sunulacak olan oldukça
kapsamlı bir altıncı uyum paketi söz konusudur. Sayın Bakanımız da kısaca
maddelere değindi. Bunu da, hayırlısıyla, eksiksiz, problemsiz bir şekilde
geçirdikten sonra işimiz daha da kolaylaşacaktır.
Neticede, inanıyorum ki, Türkiye daha geniş bir vizyon için Avrupa'ya,
Avrupa da dünya sorunlarının çözümünde daha aktif ve dinamik bir rol üstlenmek
için Türkiye'ye ihtiyaç duymaktadır.
Sözlerimi tamamlamadan önce, ufak bir temennimi de burada ifade etmek
isterim. Biliyorsunuz, konuşmamın başında, 1963'teki Ankara Anlaşmasından ve
1970'deki Katma Protokolden bahsetmiştim; ama, esas tam üyelik başvurusunun,
Sayın Bakanımızın da değindiği gibi, 1987 yılında, zamanın Başbakanı rahmetli
Turgut Özal tarafından yapıldığını biliyoruz. Kendisi, o zaman, bunun ince uzun
bir yol olacağını belirtmişti. Gerçekten de öyle oldu; ama, yolun önemli bir
durağına oldukça yaklaştık.
Temennim şudur ki, inşallah kısmet olur da, bizim de içinde bulunduğumuz
Yüce Meclisin bu döneminde Avrupa Birliğiyle müzakerelere başlarız ve
hayırlısıyla, hep beraber, Avrupa Birliğine tam üyelik girişimizi de görürüz.
Bu düşünceler ve temenniyle, hepinizi tekrar sevgi ve saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hatay Milletvekili Sayın
İnal Batu; buyurun. (Alkışlar)
Konuşma süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA İNAL BATU (Hatay) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Avrupa Birliği konusundaki genel görüşme önergesinin
öngörüşmesi vesilesiyle Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak
amacıyla huzurunuzdayım; hepinizi saygılarla selamlıyorum.
Hiç kuşkusuz, Avrupa Birliği, çağımızın en önemli ekonomik, sosyal,
siyasî ve askerî entegrasyon girişimlerinden biridir. Uzun yıllar dünya
siyasetinin en önemli merkezlerinden biri olan bir coğrafyada var olan, tüm
çekişmelerin, kavgaların aşıldığı yolunda önemli sonuçlar veren bir büyük
vizyondur Avrupa Birliği.
Bildiğiniz gibi, bu girişimlerden ekonomik ve sosyal bütünleşme
alanlarındakilerde önemli başarılar sağlandı ve bu yeni katılımlardan sonra,
Avrupa Birliği, dünyanın bir numaralı ekonomik gücü haline gelecektir. Siyasî
ve askerî entegrasyon alanlarında ise henüz beklenen başarıların
gerçekleştirilemediğini, bildiğiniz gibi, işte, son Irak savaşında bütün
açıklığıyla gördük. Bu Avrupa ordusu fikri de, daha ileri aşamalara
ulaştırılamadı.
Ülkemizin, Avrupa Birliğiyle yarım asra yaklaşan bir ilişkisi var;
fakat, bu ilişki başlamadan önce dahi Batı'yla yaşanan büyük gerginliklerin,
savaşların sonunda ortaya çıkmış olan cumhuriyetimizin, hiçbir baskı altında
kalmadan, kendi bağımsız iradesiyle, Batı hukuk sistemini ve birçok Batı
değerlerini benimseyerek çok köklü ve tarihsel bir dönüşümü gerçekleştirmiş
olduğunu gözden hiç kaçırmamalıyız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğiyle ilk
ilişkilerimizi kurduğumuz 1959 yılından bu yana geldiğimiz nokta, tabiatıyla
memnunluk verici bir nokta değildir. 1990'lı yılların başına kadar sosyalist
ekonomiyi benimsemiş olan birçok ülkenin tam üyeliği elde etmeleri, diğer
bazılarının üyeliğin eşiğine kadar gelmiş olmaları -Romanya ve Bulgaristan'ı
kastediyorum- ve garantör devlet Türkiye'nin izni olmadan Avrupa Birliğine
girmemesi gerektiği bir uluslararası hukuk emri olan Kıbrıs Rum Yönetiminin de
yeni üyeler arasında yer alması, gerçekten düşündürücüdür.
Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz inişli çıkışlı ve ağır işleyen bir süreç
olmuştur. 1970'li yılların sonunda, o zamanki çok elverişli uluslararası
koşullar gereği, Avrupa Birliği üyeliği ayağımıza kadar gelmiş iken, bu tarihî
fırsatı kaçıran Türkiye, Avrupa Birliğine tam üyelik başvurusunu, ancak 1987
yılında yapabilmiştir. O günden bugüne Türkiye'nin Avrupa standartlarına göre
yoksul, enflasyonu yüksek, işsizi fazla, çok nüfuslu bir devlet olmasının
Avrupa'da yarattığı tereddütler, din ve kültür farklılıklarının Avrupa'daki
kimi etkili çevrelerde yarattığı önyargılar, Kıbrıs sorununun haksız yere
üyeliğimizin yoluna bir engel olarak çıkarılması ve Türk-Yunan gerginliklerinin
sonucu olan Yunan vetoları -yirmi yıl devam etti bu- nedenleriyle, Avrupa
Birliğiyle ilişkilerde hak ettiğimiz yahut özlediğimiz noktanın çok gerilerinde
kalmış bulunuyoruz.
1999 Helsinki doruk toplantısında, nihayet, adaylık statüsünü alabildik;
ancak, Türkiye, bütün adaylar arasında tam üyelik müzakerelerine başlayamayan
tek ülke olma niteliğini de maalesef bugüne kadar korumuştur.
Yine Helsinki doruk toplantısında, Kıbrıs Rum Yönetimine, siyasal çözüm
olmadan üyelik garantisi verilmesi de, işimizi bir hayli zorlaştırmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimizde çok kritik bir dönüm noktasına gelmiş bulunuyoruz. Türkiye'de
2002 yaz aylarında Kopenhag Kriterlerini karşılamak alanında çok önemli adımlar
atılmasına rağmen, Türkiye'ye tam üyelik müzakeresi için başlangıç tarihi
verilmek şöyle dursun, bu konuda yapılacak değerlendirme toplantısı 2004 yılı
aralık ayına atılmıştır. 2004 yılının Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerinin
başlaması bağlamında arz ettiği önemli güçlükler -ve hatta tuzaklar da denilebilir
bunlara- dikkate alındığında, bu durumdan üzüntü ve hayal kırıklığı duyulmaması
mümkün değildir. Gerçekten, önümüzdeki yıl, yani 2004 yılında tam üyelik
süreçleri tamamlanacak olan 10 yeni ülkenin Türkiye için onaylarının alınması
gerekmektedir ki, bu yeni üyelerden birinin meşru Kıbrıs Cumhuriyeti unvanıyla
haklı olarak tanımadığımız Kıbrıs Rum Yönetimi olmasının yaratacağı güçlükler
kolayca anlaşılabilir; bu konuda çeşitli yorumlar şimdiden yapılıyor.
Yine 2004 yılında Avrupa Birliğinde önemli yapısal değişiklikler
olacaktır; Avrupa Komisyonunun yapısı değişecek ve Avrupa Parlamentosunun
ağırlığı artacaktır. O Avrupa Parlamentosu ki, Türkiye'ye bakış açısında
sicili, bildiğiniz gibi, hiç de temiz değildir.
Nihayet, yine 2004 yılında, Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunlara
çözüm bulunamaz ise, bu sorunların Uluslararası Adalet Divanına götürülmesi,
Katılım Ortaklığı Belgesi gereği olarak, bize dayatılabilecektir.
Bu olumsuzluklara mukabil, 1 Mart 2003 tarihli Irak oylamasında Türkiye
Büyük Millet Meclisinin sergilediği onurlu ve kişilikli tavrın, Avrupa Birliği
üyesi devletlerde, memleketimizin saygınlık ve ağırlığını artırmış olması, kuşkusuz,
olumlu bir gelişmedir.
İkinci bir olumlu gelişme de, Kıbrıs sorununun, bugün, Avrupa Birliğiyle
ilişkiler açısından, umut verici bir noktaya ulaşmış olmasıdır. Türkiye'nin
Annan Planına koşulsuz evet demenin dışında hiçbir seçeneği olmadığını, bu
planın reddinin Türkiye'ye Avrupa Birliği kapılarını tamamen kapatacağını
savunan görüşlerin aksine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ve Türkiye'nin
yaptığı açılımlar sonucunda gelinen nokta, Kıbrıs'ta Ada gerçeklerine uygun,
kalıcı ve adil bir siyasal çözüme ulaşılması yolundaki umutları yeşertmiş
bulunmaktadır. Bugün, Kıbrıs'ta siyasal bir çözüme nasıl ulaşılabileceğinin tüm
dünyada daha iyi anlaşıldığı bir tablo oluşmuştur. Kıbrıs'ta oluşan bu tablo,
Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde daha ileri, daha yapıcı bir noktaya
ulaşılmasında kuşkusuz etkili olmuştur ve olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kıbrıs konusunda ulaşılan bu
evrede, Avrupa Birliğinin, Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rum Yönetiminin de olumlu
karşı adımlar atmalarını beklemek, herhalde hakkımızdır. Kuzey Kıbrıs'ı, askerî
işgal altında, duvarlar yıkıldığında boşalacak bir arazi parçası gibi görenler,
herhalde bugün mahcubiyet içindedirler. Atılması gereken ilk adım, Avrupa
Birliğinin, yıllardır sürdürülen, insan haklarını hiçe sayan ambargoları
süratle kaldırmasıdır. Bu bağlamda, genişlemeden sorumlu komisyon üyesi
Verhaugen'in yakında Kıbrıs'a yapacağı ziyareti ilgiyle izleyeceğiz.
Kıbrıslı Rumlar, Kuzey Kıbrıs'a ve Türkiye'ye seyahat hakkını
kazanmışken, bırakınız Kıbrıslı Türkleri, pasaportunda Kuzey Kıbrıs giriş
damgası bulunan Türk vatandaşlarının dahi Yunan vizesi alamamaları garabeti
artık sona erdirilmelidir. Kıbrıs Rum Yönetiminin, Türkiye kökenli KKTC
vatandaşlarına kapıları kapalı tutması da çağdışı bir yaklaşımdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi, Avrupa
Birliği tam üyeliği hedefine ulaşılması yolunda daima öncü bir rol oynamıştır.
Daha Kopenhag kriterleri ortada yokken, partimizin bu kriterlerin, bu ilkelerin
Türkiye'de kabulü için yıllar öncesinden başlattığı mücadele herkesin
malumudur. Bugün ulaşılan yeni ve kritik aşamada, son Kopenhag doruk toplantısı
öncesinde hükümete verdiğimiz etkili destek hatırlanacaktır. Partimizin, Avrupa
Birliği ufkuna erişmek yolundaki yoğun çabaları aralıksız devam etmektedir.
Başta, Genel Başkanımız Sayın Baykal olmak üzere, partimizin yetkilileri,
Türkiye içinde ve Avrupa ülkelerinde, tam üyelik için destek girişimlerini,
neredeyse her gün sürdürmektedirler. Bu girişimleri, özellikle, üyesi
bulunduğumuz Sosyalist Enternasyonal ve Avrupa Sosyalist Ülkeler Birliğinde
yoğunlaştırmış bulunuyoruz. Şu anda dahi, Genel Başkanımız, Berlin'de, aynı
yönde, önemli temaslar yapmaktadır.
Avrupa Birliğiyle ilişkilerde bugün ulaşılan aşamada, Türkiye'nin yeni
tereddütler ve yalpalamalar içine girmesi, tarihî bir hata olacaktır. Tam
üyelik sürecini tamamlamak zorundayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak,
tabiatıyla, üzerimize düşen görevi yapmalıyız ve yapacağız. Sorunları, doğru
değerlendirerek mutlaka aşacağız. Yeni uyum paketi Yüce Meclisten geçtikten
sonra ve esasında Avrupa Birliğiyle aramıza girmemesi gereken Kıbrıs ve
Türk-Yunan sorunlarında kaydedilen olumlu gelişmeler de dikkate alındığında,
Avrupa Birliğinin bizi bir kez daha hayal kırıklığına uğratmaması
gerekmektedir. Avrupa Birliğinin her birkaç ayda bir Türkiye'ye yeni paketler
dayatması da, herhalde, haklı bir davranış olmayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 ilerleme raporunun
hazırlanmasına değin, hükümetimizin mevcut yasal eksiklikleri ve ayrıca
uygulamada karşılaştığımız arızaları süratle gidermesini bekliyoruz. Bu
"uygulamada karşılaşılan zorluklar" ibaresinin bilhassa altını çizmek
istiyorum. O konuda hiçbir mazeretimiz yoktur.
Yunanistan'la anlayışlı ve yapıcı bir diyaloğun başlatılması için
gerekli girişimlerin yapılmakta olduğunu umut ediyoruz. Aksi takdirde, 2004
yılı çabucak gelir ve bu defa da "hadi bakalım, Ege sorunlarını çözün,
size öyle tarih verelim" gibi bir uyutma, oyalama taktiğiyle
karşılaşabiliriz. Buna fırsat vermemek için, o tarih geldiğinde, hiç olmazsa,
Yunanistan'la sorunları çözememiş olsak dahi, olumlu ve yapıcı bir görüşme
süreci içinde olmamız çok önemlidir.
Ekonomik durumumuzun ve diğer alanlardaki tüm mevzuatımızın Avrupa
Birliği standartlarına yakınlaştırılması için de yapacak çok şey vardır, bir
dağ gibi önümüzde durmaktadır bu konudaki mükellefiyetlerimiz. Nihayet,
Türkiye'nin hakkı olmasına rağmen, tam üyelik müzakere tarihi
değerlendirmesinin 2004'ten bu yıl sonuna çekilmesi talebimizin halkımızda
gerçekçi olmayan beklentiler yaratmamasına da -üslubumuzda- dikkat etmemiz
gerekiyor. Bu, bizim hakkımız -görüşmemizin başında da söyledim- ama, sanki
böyle bir gelişme olacak, 2003 yılı sonunda değerlendirme yapılacak, 2004 yılı
başında da tam üyelik müzakereleri başlayacak gibi bir değerlendirmeyi
halkımıza mal edersek, sonra zorluklara düşebiliriz.
Evet, tabiî, bu konuda Cumhuriyet Halk Partisinin ayrıntılı görüşleri,
genel görüşme sırasında ve daha ileriki bir aşamada, altıncı uyum paketi
önümüze geldiğinde Yüce Heyetin takdirine sunulacaktır.
Ben, burada, genel görüşme açılması için Cumhuriyet Halk Partisinin
olumlu oy kullanacağını belirterek sözlerime son vermek istiyorum.
Hepinizi içten saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Batu.
Önerge sahibi olarak hükümetin 10 dakika konuşma hakkı vardır. Önerge
hükümet adına verildiği için, hükümeti temsilen bir bakan konuşabilir.
Hükümet, İçtüzüğün verdiği bu hakkını kullanacak mıdır?
DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın
Başkan, aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum; nasıl olsa, genel görüşme
talebimiz var. Ben, önceki konuşmamda süremi de aşarak konuştum; dolayısıyla,
yeni bir talebimiz söz konusu değil.
BAŞKAN - Genel görüşme önergesi üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım:
Genel görüşme açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler...Genel görüşme
açılması kabul edilmiştir.
İçtüzüğün 103 üncü maddesi gereğince, genel görüşmenin günü daha sonra
Danışma Kurulunca tespit edilerek, onayınıza sunulacaktır.
Alınan karar gereğince, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye
etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
kurulan Meclis Araştırması Komisyonu raporu ile Türkiye Halk Bankasının 1997
yılına ve Atatürk Orman Çiftliğinin 1998 ve 1999 yıllarına ait Kamu İktisadî
Teşebbüsleri Komisyonu raporlarını sırasıyla görüşmek için, 27 Mayıs 2003 Salı
günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati: 15.50