BIM 2 1 2003-06-09T11:22:00Z 2003-06-09T11:22:00Z 20 14339 81734 TBMM 681 163 100375 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 15       YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

84 üncü Birleşim

23 . 5 . 2003 Cuma

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.-Bolu Milletvekili Yüksel Coşkunyürek'in, Akşemseddin Hazretlerini Anma Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

2.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in, Türkiye'de jeortermal enerji kaynaklarının önemine ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

3.- Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan'ın, Zonguldak İlinin sosyal ve güncel sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

IV.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/2)

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Diyarbakır Milletvekili Mesut Değer'in, OHAL Bölgesindeki faili meçhul cinayetler ile gözaltında ölüm ve kayıp vakalarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in cevabı (7/366)

2.- Ankara Milletvekili Ensönmez Yarbay'ın, kadrosu Ankara'nın ilçelerinde olup geçici görevle başka yerlerde çalışan personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/429)

3.- Adana Milletvekili Atillâ Başoğlu'nun, Acil Eylem Planında yer alan ihracatla ilgili hususlarda yapılan çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/456)


I.– GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak dört oturum yaptı.

Erzurum Milletvekili Mustafa Nuri Akbulut'un, SSK ve Bağ-Kur’a birikmiş prim borcu bulunan vatandaşlarımıza ödeme kolaylığı sağlanması konusundaki gündemdışı konuşmasına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu,

Kars Milletvekili Selami Yiğit'in, Kars Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesinin akademik ve idarî personel sorunu ile inşaatı devam eden Kars Devlet Hastanesine ilişkin gündemdışı konuşmasına, Sağlık Bakanı Recep Akdağ,

Cevap verdi.

Adana Milletvekili Recep Garip, büyük düşünce adamı ve şair Necip Fazıl Kısakürek'in ölümünün 20 nci, doğumunun 100 üncü yıldönümü münasebetiyle gündemdışı bir konuşma yaptı.

Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz ve 31 milletvekilinin, Erzurum İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla (10/87),

Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül ve 19 milletvekilinin, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması konusunda (10/88),

Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül ve 19 milletvekilinin, kamu yönetiminde bilgi teknolojilerinin kullanılması ve e-devlet konusunda (10/89),

Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Portekiz'in Lizbon Şehrinde yapılacak olan Nüfus ve Gelişme Üzerine Avrupa Parlamentolararası Forumuna ismen davet edilen TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Bingöl Milletvekili Mahfuz Güler ile Komisyon Üyesi Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur'un katılmalarına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmekte bulunan 73 ve 73'e 1 inci ek sıra sayılı İş Kanunu Tasarısının, daha önce görüşülerek kabul edilen 2, 4, 7, 11 ve 107 nci maddelerinin, talepte belirtilen gerekçeyle yeniden görüşülmesine dair Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu isteminin, İçtüzüğün 89 uncu maddesi uyarınca uygun görüldüğüne ilişkin Danışma Kurulu önerisi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

21.5.2003 tarihli Gelen Kâğıtlar listesinde yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 134 sıra sayılı, Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 33 milletvekili ile Kırklareli Milletvekili Ahmet Gökhan Sarıçam ve 24 milletvekilinin, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi konusundaki (10/2, 6) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporunun, Genel Kurulun 27.5.2003 Salı günkü birleşiminde, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci sırasında yer almasına; 20.5.2003 tarihli Gelen Kâğıtlar listesinde yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan, 109 sıra sayılı, Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin tasvibe sunulan 1997 yılı hesap ve işlemlerine ait Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu raporu ve bu rapora yapılan itiraz ile Komisyonun görüşünün aynı kısmın 2 nci sırasında yer almasına; 110 sıra sayılı, Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğünün tasvibe sunulan 1998 ve 1999 yılları hesap ve işlemlerine ait Kamu İktisadi Teşebbüsleri Komisyonu raporu ve bu rapora yapılan itiraz ile Komisyonun görüşünün ise bu kısmın 3 üncü sırasında yer almasına ve görüşmelerinin aynı birleşimde yapılmasına, ayrıca bu birleşimde sözlü sorular ile diğer denetim konularının görüşülmemesine ve çalışma süresinin bu işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar uzatılmasına; 15.4.2003 tarihli ve 4847 sayılı Kanun ile kurulması öngörülen Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun, 18 üyeden kurulmasına ve komisyon üyeliklerinin siyasî parti gruplarına dağılımının ilişik listedeki şekilde olmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, İş Kanunu Tasarısının (1/534) (S. Sayısı: 73 ve 73'e 1 inci Ek) önceki birleşimlerde başlanılan görüşmeleri tamamlandı; yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

İzmir Milletvekili Enver Öktem, Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi'nin,

Çorum Milletvekili Agâh Kafkas, Kocaeli Milletvekili İzzet Çetin'in,

Şahıslarına sataşmada bulunmaları nedeniyle birer açıklama yaptılar.

2 nci sırasında bulunan, 190 Sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerin Sağlık Bakanlığına Ait Bölümünde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/554) (S. Sayısı: 133) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

3 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Bosna-Hersek Bakanlar Kurulu Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu ve İşleyişi Hakkında Protokolun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/140) (S. Sayısı: 119),

4 üncü sırasında bulunan, Atlantik Ton Balıklarının Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Nihai Senet, Atlantik Ton Balıkçılık İşletmeleri İstatistiklerinin Toplanmasına Dair Karar, Usul Kuralları ve Malî Düzenlemelere Katılmamızın Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısının (1/516) (S. Sayısı: 120),

Görüşmelerini müteakip yapılan açıkoylamalardan sonra, kabul edilip kanunlaştıkları açıklandı.

Alınan karar gereğince, 23 Mayıs 2003 Cuma günü saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 23.30'da son verildi.

 

 

Nevzat Pakdil

 

 

 

Başkanvekili

 

 

Yaşar Tüzün

 

Enver Yılmaz

 

Bilecik

 

Ordu

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 


     No.: 116

II.– GELEN KÂĞITLAR

23.5.2003 CUMA

Tasarılar

1.- Türkiye Cumhuriyeti ile Yunanistan Cumhuriyeti Arasında Türkiye-Yunanistan Gaz Bağlantısının Gerçekleştirilmesi ve Türkiye Cumhuriyetinden Yunanistan Cumhuriyetine Doğal Gaz Arzına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/601) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.5.2003)

2.- Çeşitli Kanunlarda ve Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/602) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve İçişleri ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve Tarım, Orman ve Köyişleri ve Çevre ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.5.2003)

3.- Türkiye Cumhuriyeti ile Peru Cumhuriyeti Arasında Yasa Dışı Yollardan Ticareti Yapılan, İhraç Edilen veya El Değiştiren Kültürel, Arkeolojik, Sanatsal ve Tarihi Varlıkların Korunması Konservasyonu, Ele Geçirilmesi ve İadesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/603) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.5.2003)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Gaziantep Milletvekili Abdülkadir Ateş'in, zorunlu tasarrufların kullanımı ve denetimine ilişkin Devlet Bakanından (Ali Babacan) yazılı soru önergesi (7/638) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)

2.-Tekirdağ Milletvekili Enis Tütüncü'nün, Tekirdağ-Hayrabolu’daki tarihi köprüye ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/639) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)

3.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/640) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)

4.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, kültürel etkinliklerine ayrılan ödeneğe ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/641) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)

5.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, geçici işçilerin göreve başlatılma zamanına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/642) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)

6.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, bir kan bağışı kampanyasının sonuçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/643) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)

7.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, orman yangınlarına karşı alınan tedbirlerin zamanlamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/644) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)

8.- İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, Ege bölgesindeki orman yangınlarına ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/645) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)

9.- Konya Milletvekili Atilla Kart'ın, Ankara'da Bir Mayıs mitingine katılan bazı öğrencilerin sorgulandığı iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/646) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2003)

10.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, Koç Üniversitesine tahsis edilen orman arazisine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/647) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.5.2003)

11.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, İş Doğan'ın POAŞ'la birleşmesinde SPK'nın uygulamalarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Abdüllatif Şener) yazılı soru önergesi (7/648) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.5.2003)

12.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, İş-Doğan'ın, POAŞ'la birleşmesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/649) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.5.2003)

13.- İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in, ABD ile yapılan bazı anlaşmalara ve İncirlik Üssünün konumuna ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/650) (Başkanlığa geliş tarihi: 15.5.2003)

 

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati:14.00

23 Mayıs 2003 Cuma

BAŞKAN: Başkanvekili Sadık YAKUT

KÂTİP ÜYELER: Enver YILMAZ (Ordu), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Akşemseddin Hazretlerini Anma Günü nedeniyle söz isteyen, Bolu Milletvekili Yüksel Coşkunyürek'e aittir.

Buyurun Sayın Coşkunyürek. (AK Parti sıralarından alkışlar)

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.-Bolu Milletvekili Yüksel Coşkunyürek'in, Akşemseddin Hazretlerini Anma Gününe ilişkin gündemdışı konuşması

YÜKSEL COŞKUNYÜREK (Bolu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her yıl mayıs ayının son pazar günü, geleneksel olarak Bolumuzun Göynük İlçesinde yapılan Fatih'in hocası ve İstanbul'un manevî fatihlerinden, büyük âlim, üstat hekim ve tasavvuf şairi, Anadolu Türklüğünün abidevî şahsiyeti Akşemseddin Hazretlerini Anma Günü, onbinlerce insanımızın katılımıyla, kadirşinas Göynüklülerce, ona layık bir şekilde yapılmaktadır. Bu vesileyle, gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Anadolu, bin yıldan beri Türk vatanıdır. Sultan Alparslan'dan Ulu Önder Atatürk'e uzanan büyük askerler, büyük kahramanlar, büyük devlet adamları, bu mübarek toprakları, ebedî Türk yurdu yapmışlardır. Fetih ordularından önce birçok yüce insan, İlayi kelimetullah uğruna Anadolu'ya gelmişler, güzel Anadolu coğrafyasının manevî iklimini oluşturarak, Türkün ruhunda kutsal vatan sevgisinin yerleşmesini sağlamışlardır. Anadolu'nun her yerinde bu ulu kişilerin menkıbeleri söylenmekte ve milletimize kazandırdıkları güzel hasletler devam ettirilmektedir.

Yurdumuzun manevî mimarları olan bu gönül erlerini anmak ve gelecek nesillere tanıtmak, hepimizin görevidir. İşte, yaşadığı 15 inci Asrın en büyük din bilgini, şairi ve tabibi olan, bu bağlamda, değerli eserler veren, orta çağı kapayıp yeni çağı açan Fatih Sultan Mehmed'in hocası, bütün ömrünü insanların hizmetine ve aydınlanmasına vakfeden gönül sultanı Akşemseddin Hazretlerini, halkımıza ve gelecek nesillerimize aktararak, kültürel değerlerimize sahip çıkmak zorundayız.

5 dakika gibi kısa bir sürede anlatamayacağım bu büyük şahsiyeti, sizlerin huzurunda, gelecek nesillerimize tanıtmak istiyorum. 1389-1459 yılları arasında yaşayan Akşemseddin Hazretleri, onun hocası Hacı Bayram Veli Hazretleri, o dönemin padişahı Sultan Fatih ve babası II. Murad arasındaki ilişkiler, Türk-İslam tarihinin en şerefli örneklerini oluşturmaktadır. 7 yaşında tahsiline başlayan Akşemseddin, dinî ilimlerin birçoğunu okuyarak, tıp dahil birçok ilimleri tamamlayıp, Fatih Sultan Mehmed'i yetiştirmek, yönlendirmek, fethi hazırlamak ve bizzat katılmak açısından "İstanbul'un Manevî Fatihi" unvanını almaya hak kazanmıştır; ruhu şad olsun.

Üstün zekâsı ve yeteneğiyle dinî ve pozitif ilimlerde yüksek bir düzeye ulaşan, yüksek ahlak sahibi Akşemseddin, tasavvuf konusunda gönlünü dolduracak birini arar ve zor imtihanlardan geçerek, Hacı Bayram Veli'nin talebesi olur. Akşemseddin, tıp ilminde de kendini yetiştirmiş, teşhisini koyduğu hastaların ilaçlarını bizzat kendisi hazırlamıştır. Mikrobun tarifini de ilk o yapmıştır. Hacı Bayram Veli'nin tüm tasavvuf felsefesini, bir yaşam biçimi olarak Akşemseddin'in hayatında görmekteyiz. Bunu özetlemek gerekirse, insan sevgisi, hayatın bir parçası olan çalışmak, çalışmanın sonucu elde edilenle yine insana hizmet... Bu hayat felsefesinin temeli "yaratılanı sev, Yaradan'dan ötürü" düsturudur; halk içinde birlik, beraberlik ve halka hizmet gayesini gütmektir. Halka hizmet de insan sevgisine dayanmaktadır. Bu sevgiyi gönlünde yaşatabilen kişi, akıl ve ruh dengesini kuran er kişidir.

Her yönüyle mükemmel bir insan olan Akşemseddin Hazretleri, asıl rolünü İstanbul'un fethinde yerine getirdi. Fatih, henüz 21 yaşındadır. Fatih'in gayesi bellidir; Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in müjdesine mazhar olmaktır. Fatih, gençliğinin, cesaretinin, azminin buna yeteceğine inanır ve hocası Akşemseddin'in verdiği işaretle hazırlıklara başlar. Neticede, İstanbul, Hacı Bayram Veli'nin işareti, Akşemseddin'in manevî kılavuzluğu, Fatih Sultan Mehmed'in kararlılığı ve azmi, Müslüman Türk ordusunun çabası, Peygamberimizin mucizesi ve Allah'ın yardımıyla fetholundu.

Değerli milletvekilleri, Akşemseddin, ezel-ebet boyutlu mesajın yansımalarını bir büyük vizyonla insanımıza taşımıştır. Hedefinde, insanımızı bir şahsiyet modeli, bir kimlik abidesi yapma gayreti vardır. ""İki günü eşit olan ziyandadır" düsturunu hayatının bütün safhalarına taşımış, böylece, sürekli gelişme, büyüme, sürdürülebilir olma kavramlarının temelini yüzyıllar önce atmıştır. Fatih'in İstanbul'u fethetmesindeki büyük enerjinin kaynağı bu değerlerdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Coşkunyürek.

YÜKSEL COŞKUNYÜREK (Devamla) - Böylece, Fatih, imkânsızı mümkün yapma çizgisini yakalamış, bir çağı kapayıp yeni bir çağı açma iradesini dünyanın önüne koymuştur. Günümüzde, her kurumun bu değerlerden ibret alması gereken çizgiler vardır; ticaretten sosyal hayata, ekonomiden siyasete, insanımızı odak noktasına koyarak onlara en yüksek ve en güzel hizmeti taşımak, boş laflarla, kısır çekişmelerle değil, çözüm üreten, proje ortaya koyan, zamanını dolu dolu geçiren, yani, kısaca, "iki günü eşit olan ziyandadır" prensibini anlamak ve yaşamak vardır. Deha, imkânsız zannedilende mümkünü görebilmektir. Gemilerin karadan yürüyebileceğini sezmek, Mehmetlerden birisini Fatih yapar. İşte, Akşemseddin, Fatih'e bu yüksek sezme gücünü veren nadir şahsiyettir, onun hocasıdır.

Fatih, İstanbul'un fethi sırasında, sevinç halinin açıklanması lüzumunu duyarak "bende gördüğünüz bu sevinç hali, İstanbul kalesinin fethinden değildir, Akşemseddin gibi bir azizin, benim zamanımda, benimle beraber olduğu içindir..."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Coşkunyürek.

YÜKSEL COŞKUNYÜREK (Devamla) - Son cümlemi söyleyip bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Biliyorsunuz, zaten özel gündemle toplandık...

YÜKSEL COŞKUNYÜREK (Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Bize Akşemseddin'in kitabını hediye ederseniz, hepimiz öğreniriz. Bunu anlatmanıza gerek yok.

BAŞKAN - Gündemdışı ikinci söz, Balıkesir ve Türkiye jeotermal enerji kaynaklarıyla ilgili söz isteyen, Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'e aittir.

Buyurun Sayın Pekel.

2.- Balıkesir Milletvekili Sedat Pekel'in, Türkiye'de jeortermal enerji kaynaklarının önemine ilişkin gündemdışı konuşması ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı

SEDAT PEKEL (Balıkesir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz ve bölgemiz için önemli bir konu olan jeotermal enerjiyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, devletlerin dünyadaki mevcut enerji kaynaklarını kontrol etme güdüsü günümüzde yaşandığı gibi, devletler arasındaki ilişki ve bağlantıları yeniden şekillendirebilmektedir. Bu bağlamda, devletler için enerji kaynakları son derece önemliyken, ülkemizde yıllardır kullanılagelen jeotermal enerji kaynaklarımızla ilgili halen herhangi bir yasanın çıkarılamamış olması oldukça üzüntü verici ve düşündürücüdür.

Ülkemizin yüzde 95'inde jeotermal enerji kaynakları mevcuttur. Bu kaynaklar, kaplıca işletmeleri ve turizm kapsamında bazen özel idareler ve bazen de valilikler kanalıyla belediyeler ve özel sektöre kiralanmış, bir daha da bunların takibi hiçbir şekilde yapılamamıştır.

Dünya enerji üretim maliyetlerinin yüksekliği ve enerji üretimi sırasında gelişen çevre kirliliğinin fazlalığı nedeniyle, ülkeler, jeotermal enerji alanına yönelmişlerdir. Jeotermal enerji üretiminin çevre üzerindeki olumsuz etkisi yüzde sıfır dolayında olup, maliyeti de çok düşüktür. Ucuz ve böylesine çevre dostu olan jeotermal enerji kaynaklarımıza gereken önemi vermemiz, uluslararası enerji ticaretimize milyarlarca dolarlık tasarruf sağlayacaktır; aynı zamanda, dışa bağımlılığımızı da kısmen azaltacaktır.

Böylesine önem arz eden jeotermal enerji kaynaklarımızın bilimsel bir anlayışla aranması, bulunması ve işletilmesi durumlarını da kapsayacak şekilde bir yasaya kavuşturulması, kargaşadan doğan zarar ve kayıplarımızı engelleyecek ve dolayısıyla, parasal getiri sağlayacaktır. Örneğin, jeotermal kaynaklardan bilinçsiz ve hesapsız bir şekilde fazla su çekilmesi, bir müddet sonra o kaynağı yetersiz kılmakta ve yatırımlarını da atıl yapmaktadır. Bu sonuçları hangi birimiz isteyebiliriz ki...

Değerli milletvekilleri, Balıkesir'in Gönen İlçesinde, Türkiye'de ilk defa olacak şekilde, 1987 yılında, jeotermal enerjiyle merkezî ısıtma sistemi oluşturulmuştur. Jeotermal enerji yasası olmadığı için, bu sistemin nasıl suiistimal edildiğini bizzat biliyorum. Bu konuda, milletvekili olarak, bizlere binlerce kişi başvurmaktadır. Velhasıl, jeotermal enerji kullanan ya da kullanacak olan Balıkesir'in 9 ilçesinde şu anda bir kaos yaşanmaktadır. Jeotermal enerji kaynakları kullanıma sunuldukça, aynı zamanda, istihdam yönünden de önemli katkılar sağlayacaktır. Bu, hangi alanlarda mı olacak; kaplıca turizminde, kent ısıtmacılığında, seracılıkta, kültür balıkçılığında, karbon gazından kuru buz imal etme sektörlerinde olacak. Bu konularda jeotermal enerji kullanımına başlanmıştır; ancak, sektörün başlıbaşına bir yasası olmadığı için, sektör mensuplarının çektiği sıkıntıların neler olduğu, ancak yakından ilgilenenler tarafından bilinmektedir.

Bakınız, kentlerdeki hava kirliliğine çözüm getirmek amacıyla, dışa bağımlı doğalgaz ısınma sistemine yapılan 9 katrilyonluk harcamanın 3 katrilyonu jeotermal enerjiden istifade etmeye harcansaydı, 18 kentin konut ısıtmacılığı ile yukarıdaki diğer dört konunun sorunları büyük ölçüde çözülmüş olacaktı. Yine, iddia ediyorum ki, yapılacak 3 katrilyonluk yatırım, altı yıl içinde 25 katrilyon olarak geriye dönecekti.

Değerli milletvekilleri, kaynaklarımızın akıllı kullanılması halinde bunların bize neler kazandıracağını iyi düşünmeliyiz, dışa bağımlılığımızı ancak bu yaklaşımla aşabiliriz. Bunun içindir ki, jeotermal enerji yasasını, maden yasasından, turizm yasasından ve diğerlerinin içerisinden çıkararak, başlıbaşına bir yasa olarak ele almalıyız.

Konuyla ilgili bir yasanın olmayışından dolayı var olan boşluklar, sektördeki fırsatçılara imkân yaratmış ve bunların önemli ölçüde haksız kazanç ve çıkar sağlamalarına neden olmuştur. Jeotermal enerji alanında bu olumsuzlukların ortadan kalkmasını sağlayacak yasa, aynı zamanda, seracılıkta ürün maliyetinin azalması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Pekel.

SEDAT PEKEL (Devamla) - Teşekkür ederim.

...oniki ay boyunca üretim sağlanması gibi nedenlerden dolayı, inanılmaz derecede istihdam ve kazanç oluşturacaktır.

Tarım sektöründe mazotun pahalı olması ve ziraî donatımın yetersiz kalması olumsuzluklarına karşın, jeotermal enerji, çiftçi kardeşlerimizin umudu durumundadır.

Yine, jeotermal enerjiden yararlanılarak kültür balıkçılığı yapılabilir.

İyi tanıtımı yapılamadığı halde, kaplıcalar turizminin başarı trendi yükselen bir şekilde devam etmektedir; ancak, bu konuda, dünya çapında bir turizm etkinliğini beklemek için, önce ilgili yasanın çıkarılması, sonra da gerekli organizasyonların yapılması söz konusudur.

Sonuç olarak, ülkemizde jeotermal enerjinin bilinçsiz kullanımının engellenmesi, merkezî ısıtma sistemlerindeki suiistimallerin yok edilmesi, yasal boşluklar nedeniyle sektör mensuplarının yaşadığı kaosun kaldırılması, fırsatçıların yollarının engellenmesi, kaplıca turizmi trendinin uluslararası ölçüde gelişmesinin sağlanması ve daha nice diğer gerekçelerden ötürü, jeotermal enerji yasası bir an önce çıkarılmalıdır. Bu anlamda, bizlere düşen görev, gerçekleştirilecek yasanın, getirileriyle götürüleriyle değerlendirilerek bir an önce çıkarılmasını sağlamaktır.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Pekel.

Konuşmaya, hükümet adına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Mehmet Hilmi Güler cevap verecektir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET HİLMİ GÜLER (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Sedat Pekel'e, bu konuyu gündeme getirmesi nedeniyle, özellikle teşekkür ediyorum; çünkü, hükümetimiz, yenilenebilir enerjilerden jeotermal enerjiye büyük önem vermektedir. Bu noktada, ulusal kaynaklarımızdan olan ve oldukça da gelecek ifade eden bu sahada önemli çalışmalarımız var. Ondan önce, Türkiye'nin, jeotermal enerji bakımından konumunu size sunmak istiyorum.

Türkiye, ısı potansiyeli açısından 31 500 megavatlık bir potansiyele sahip olup, jeotermal enerji bakımından Avrupa'da ilk, dünyada ise yedinci ülke konumundadır. Bunun büyük de avantajı var; çünkü, çevre kirliliği bakımından problem arz etmeyen, çevre dostu bir enerji türüdür; gerek NOx konusunda gerek SOX konusunda problem oluşturmayan bir yakıt türüdür ve bunun için de, bu enerji türünden mutlaka faydalanmamız lazım.

Bununla ilgili üç ana kategori var: Birincisi, ılıca olarak kullanılması, turistik alanlarda bundan yararlanılması. İkincisi, bunu, seracılıkta ve şehir ısıtmalarında kullanmak ki, herhangi bir dönüşüme -çevrime- ihtiyaç göstermiyor, doğrudan doğruya bir borunun içerisinden geçirerek kullanabiliyorsunuz. Üçüncüsü de, elektrik üretmekte kullanabiliriz.

Bu bakımdan, jeotermal enerji, son derece faydalı; ancak, bunu, çok iyi kategorize etmek lazım. Elektrik üretilecek veyahut da doğrudan ısıtmada kullanılacak bir suyun, doğrudan doğruya turistik amaçla kullanılmasının hesabının iyi yapılması lazım. Aksi takdirde, deterjan ve sabun kullanımıyla aynı zamanda kirletilebilecek bir suyun tekrar temizlenmesi lazım. Halbuki, biz, Bakanlık olarak, bunun, daha çok, tekrar kullanılabilir halde olmasını arzu ediyoruz; soğuyan suyun veya buharın tekrar tabiî olarak ısıtılması için, rejenere edilmesini arzu ediyoruz, böyle bir politikayı destekliyoruz; ama, bu arada da, turizm konusunda da kullanılması, tabiî ki, bir hesap kitap meselesi olarak da uygun olabilir; bunu da, ayrıca, destekliyoruz.

Şimdi, bunun dışında, ülkemizde kullanılması için, daha evvelki 927 sayılı Kanun, maalesef -biraz önce Sedat Beyin de bahsettiği gibi- yetersiz, eski bir kanun. Bunun, mutlaka yenilenmesi lazım. Bunun için, Maden Yasamızda -jeotermal enerjiye önem veriyoruz- bunun, mutlaka, günümüzün şartlarına uygun bir şekilde kullanılmasını arzu ediyoruz.

Elektrik üretiminde kullanılıyor. Şu anda ülkemizde bununla ilgili çalışmalar var. Bu arada, Kızıldere sahası var. Burada, MTA'nın yaptığı çalışmayla, TEAŞ tarafından 20 megavatlık bir kurulu güce sahip Denizli-Kızıldere hattında 12 megavat güce sahip elektrik üretilmektedir. Onun dışında, Aydın-Germencik'te 232 derecelik bir sıcaklığa sahip bir kaynağımız var, burada da 100 megavatlık bir güç düşünülmektedir. Çanakkale-Tuzla, Manisa-Salihli-Caferbey, yine jeotermal enerji bakımından zengin olan bir bölgedir. Zaten, batı bölgesi, genellikle jeotermal enerji bakımından zengin; ama, bu arada, doğuda da kaynaklar bulunmakta, bununla ilgili çalışmalarımız sürmektedir.

Jeotermal enerjiyle, Balıkesir-Gönen'de 3 600, Simav'da 3 200, Kızılcaham'da 2 500, Narlıdere- Balçova'da 14 500, Sandıklı'da 2 000, Kırşehir'de 1 800, Afyon'da 4 500, Kozaklı'da 1 000, Manisa-Salihli'de 1 500, Diyadin'de de 400 konut eşdeğeri ısıtma yapılmaktadır ve toplam olarak da, bu sera ısıtmalarıyla beraber 58 258 konut eşdeğeri ısıtma yapılmaktadır. Bu, oldukça önemli bir rakamdır; ama, biz, bunu yeterli görmüyoruz, bunun üzerinde yoğun bir şekilde çalışmalarımız sürüyor, özellikle MTA bakımından.

Aramalar sonucunda 170 adet saha bulunmuştur, tespit edilmiştir. Bu 170 sahanın 105'inde kuyu açılmıştır, diğerlerini de açmayı düşünüyoruz. Bununla ilgili yoğun bir çalışma içindeyiz. Biraz önce dediğim gibi, 927 sayılı Kanunun mutlaka değişmesi lazım.

Balıkesir İline bağlı olarak da özel olarak vereceğim birkaç bilgiyi bu arada sunmak istiyorum. Balıkesir İlinde açılan sondajlardan elde edilen potansiyel 59,33 megavat civarında. Burada, Manyas-Kızık jeotermal alanı, Balya-Ilıca, Susurluk-Yıldız, Sındırgı-Hisaralan, Susurluk-Kepekler, Edremit-Güre, Gönen jeotermal alanlarıyla birlikte, Edremit-Derman-Pamukçu jeotermal alanı ve Bigadiç-Hisarköy jeotermal alanları önem arz etmektedir. Buralardaki sıcaklık dereceleri, yaklaşık olarak 56-60 derece civarında ve debileri de 2,5-3 ile 10 arasında değişmektedir. Bunların hepsi şu anda etüt halindedir. Dediğim gibi, gerek turizm sahasında gerek ısıtma amaçlı olarak gerekse elektrik üretiminde önemli potansiyel arz etmektedir. Jeotermal enerji, güneş enerjisi ve rüzgâr enerjisiyle birlikte, bizim, üzerinde son derece önem verdiğimiz konudur ve yaklaşık olarak da, enerji türü olarak, elektrik enerjisi üretme açısından yüzde 15 olarak hedeflediğimiz bir rakamı ifade etmektedir ve bununla ilgili olarak da, önümüzdeki günlerde, özellikle dışa bağımlılığımızı azaltmak amacıyla, enerji politikamızda yaptığımız yeni düzenlemelerle jeotermal enerjiye de gereken önemi vereceğiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Gündemdışı üçüncü söz, Zonguldak İlinin sosyal ve güncel sorunları ile Türkiye Taş Kömürü ve karayollarıyla ilgili söz isteyen Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan'a aittir.

Buyurun Sayın Erdoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

3.- Zonguldak Milletvekili Fazlı Erdoğan'ın, Zonguldak İlinin sosyal ve güncel sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

FAZLI ERDOĞAN (Zonguldak)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemdışı söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, hepinizi en kalbi duygularımla saygıyla selamlıyorum.

Hepimizin bildiği gibi, hepimizin önceliği Türkiye'dir. Türkiye'nin ekonomik sorunları, Türkiye'nin geçmişten gelen birikmiş sorunları, hepimiz için iller bazında da geçerlidir. Türkiye'yi ayağa kaldırırsak, bütünümüzün bulunduğu il olarak, yöresel olarak, bulunduğumuz yöreler de kalkınacaktır. Bu nedenle, temel hedefimiz, Türkiye'nin bütününün pastasını büyütmektir. Bu pasta büyüdüğü zaman, Zonguldak da, diğer iller de bu pastadan yeterli derecede payını alacaktır.

Türkiyemizin temelindeki ekonomik sorunları, işsizlik sorunları, borç yoğunluğu ve 2003 yılı bütçesinin derleme toplama bir bütçeyle 65 katrilyonluk faizi, 46 katrilyona yakın açığını bir araya getirdiğimiz zaman, yüzde 8'lik bir yatırım payı; yani, 7-8 katrilyonluk yatırımı, sadece faizini giderdiğimiz zaman, belki, 70 katrilyonluk yatırıma dönüştüğü zaman... İnanıyorum ki, Türkiye'nin bir gerçeği olan SSK, ne kadar Türkiye'nin gündeminde sorun ise, onun belki yüzde 1 parçası boyutunda olan TTK da, yani Türkiye Taşkömürü Kurumu da bir sorundur; ama, bu sorunlar vardır. Bu sorunlara bütün olarak bakıp, bütün olarak çözmeye geldik. Hükümetimizin ve bakanlarımızın ve Başbakanımızın temel hedefi de, önce, Türkiye'yi, sonra, Türkiye'nin kurumlarını ve bölgesel olarak kurtuluşu sağlamak ve TTK'yı kurtarmaktır. O nedenle, düne baktığımız zaman, Zonguldak, Türkiyemizin enerji lokomotifi olmuş, Türkiyemizin o günkü şartlarında bütün yatırımlarını, bütün fabrikalarını besleyen ve enerji olarak, o gün doğalgaz olmadığı için, taşkömürünün ve en iyi koklaşabilir taşkömürü Zonguldak'tadır, 1 milyar ton civarında şu andaki rezervimizin olması ve gelecekte de... Geçmiş hükümetlerin doğalgaza çok fazla yer verip, orantısız enerji kaynaklarına yönelmesinden dolayı, sanki taşkömürü devredışı kalmış gibi bir hava sergilenmektedir; bunun olumlu olmadığını düşünüyoruz. Yeniden, orantılı bir şekilde, gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi, gerek Enerji Bakanımızın gerek diğerlerinin bu konuda duyarlı olduğunu görüyoruz, çalışmalarınızı da yakından takip ediyoruz.

Zonguldak, dünü itibariyle, nüfus yoğunluğunu Türkiye'nin her yerinden göç alarak sağlamış. Geçmişe baktığımız zaman, Zonguldak'ın bünyesinden iki tane vilayet doğmuş; ona rağmen, Zonguldak, şu anda 5 milletvekiliyle Türkiye Büyük Millet Meclisinde durmaktadır.

Bakıldığı zaman, iki tane vilayet, o gün 9-10 tane milletvekili ve konumu itibariyle, ulaşımı itibariyle taşkömürünün ve demir-çelik sektörünün var oluşuyla Türkiye'ye geçmişten bugüne, bugünden de yarına damgasını vuran bir ilimizdir.

Bu ilimize baktığımız zaman, yoğun emeklisi olan bir ildir. Yani, 146 000 çalışanı -sigorta, Bağ-Kur vesaire yerlerde- var iken, 126 000'e yakın emeklisi vardır. Hükümetimize teşekkür ediyorum, 75 000 000 - 100 000 000 ikramiye ve desteklemelerle emekli kenti olan Zonguldak'a takviyede bulunmuştur, destekte bulunmuştur. Bu noktalardan bakıldığı zaman -Zonguldak'ın dünü itibariyle- Kardemir gibi, Erdemir gibi demir-çelik devlerinin ilkleri taşkömürü sayesinde Zonguldak'ın bünyesinde var olmuştur.

Türkiye Cumhuriyetinin temelinde... Yüce Atatürk'ün söylediği güzel bir sözü hatırlatmak istiyorum. "Taşkömürü Türkiyemiz için, madenler Türkiyemiz için ne kadar önemliyse, Zonguldak da vilayetler arasında o kadar önem arz etmektedir" demiştir Aziz Atatürk. O gün için, 67 plaka sayısı rakam olarak belki en sonda idi; ama, enerjinin de merkezine oturmuş idi. Yani, Türkiye'nin kalkınmış illeri arasında 7 nci sırayı alan Zonguldak, bugünlerde 50 nci sıralara düşmüşse, bunun sorumlusu, geçmişten bugüne, bu meseleyle ilgili yöneticilerimizin, idarecilerimizin buraya bakış tarzıdır. Geçmişten bugüne kadar başbakanlar, bakanlar çıkarmıştır; fakat, yoluyla, suyuyla, şimdi kıyaslama yaptığımız zaman, Türkiye'nin çok gerisinde kalmıştır. Mesela, baktığımız zaman, özet olarak, örnek olarak vurgulamak gerekirse, Türkiye'nin tarım sektöründeki sulama arazisi yüzde 36'dır; ama, Zonguldak, her ne kadar tarımsal sektöre yakın olmasa bile arazi şekli itibariyle, yüzde 18'lerde kalmıştır sulama arazisinin durumuna göre.

Türkiye'nin su sorununa baktığımız zaman, Zonguldak, Türkiye'de, 80 inci sırada, içilebilir suyu olan bir il konumundadır.

Yine, yol sorununa baktığımız zaman, kazmayla, kürekle otuz kırk sene önce yapılan yollarımız, bugünkü teknolojiye göre... Maalesef, ilçe bağlantılarında, hâlâ, iki araba yanyana gidememektedir; buyurun, Devrek-Ereğli karayoluna bakın. Orada yaşarsanız, bunu görürsünüz.

Köy yollarımızın yüzde 56'sı şu anda asfaltlanmış gibi görünse de, delik deşiktir, yüzde 44'ü ise stabilize yoldur. Vilayet ve ilçeler bağlantısına çok yakın olmaları nedeniyle duble yol kapsamına alındı. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız ve Bayındırlık ve İskân Bakanımız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Erdoğan.

FAZLI ERDOĞAN (Devamla) - Bitirmek istiyorum Sayın Başkanım; kusura bakmayın, yoğun bir konu, dört aydan beri söz istemiştik, bugüne nasip oldu; yoksa, ben, bugün gündemin yoğunluğunu biliyorum, kısa kesmek istiyorum.

Özet olarak, bunların her birini tek tek ele aldığımız zaman, Zonguldak 1992'de üniversite kenti olmuş, öğrenci sayısı 16 000'de kalmış; ama, o yıllarda üniversite kentleri 30 000-40 000'e ulaşmış; ne üniversite kenti olmuş ne sanayi kenti olmuş.

Zonguldak'ın beyninden çıkan 5 milletvekili, özellikle iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımızın hepsiyle birlikte, Değerli Genel Başkanımızın katılımıyla, pazar günü -Zonguldak mitingi diyeceğim- sendikamızın davetiyle, maden şehitleri anıtını açma töreni olacaktır. Ereğlimizde bir gemi tersanesinin temel atma töreni vardır. Bu tersaneden sonra, duble yol programımız netleşmiştir. Zonguldak'a ve Zonguldak'ta bulunan bütün halkımıza, sendikamıza, Başbakanımızı en iyi şekilde ağırlamalarını...

Zonguldak'ın, geçmişten bugüne, bugünden yarına duruşunu, var oluşunu ve emek kentinin temennisini burada arz ediyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Erdoğan.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, 44 yıldır, Avrupa Birliğine onurlu ve eşit statüde üye olma çabasını kararlılıkla sürdürmektedir. Avrupa Birliğinin, önyargılarından ve bazı tarihsel yanlışlarından vazgeçerek, Türkiye'nin bu kararlı çabasını daha fazla desteklemesi ve kısa sürede Avrupa Birliği ailesi içerisinde hak ettiği yeri almasını sağlaması ortak temennidir.

Başkanlığımız, böylesine önemli ve tarihsel bir konuda yapılacak genel görüşmede, değerli üyelerin konuşmalarının sınırlanmaması yönünde takdir ortaya koymuştur; Genel Kurulun, bu kararı, anlayışla karşılayacağını umuyorum.

Genel Kurulun 21.5.2003 tarihli 82 nci Birleşiminde alınan karar gereğince, gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyor ve bu kısmın 63 üncü sırasında yer alan, Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesinin öngörüşmelerine başlıyoruz.

IV.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1.- Hükümet adına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/2)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp açılmaması konusunda, sırasıyla, hükümete, gruplara ve önerge sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi için 10 dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül konuşacaklar.

Gruplar adına; AK Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili İbrahim Reyhan Özal.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili İnal Batu konuşacaklar.

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Hatay Milletvekili İnal Batu konuşacaklardır.

İlk söz, Hükümet adına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah Gül'e aittir.

Buyurun Sayın Gül. (AK Parti sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce, Hükümetimiz adına, hepinize, saygılar sunuyorum.

Bugün, önemli bir gündemle toplanmış vaziyetteyiz. Hükümetimiz, Avrupa Birliğiyle ilgili Türkiye'nin geldiği bu kritik durumu göz önüne alarak, bir genel görüşme talebinde bulunmuştur. Bu genel görüşme, gerçekten, kritik bir dönemece gelmiştir. İnancımız odur ki, Türkiye, eğer, üstüne düşenleri en iyi şekilde yaparsa, siyasî irade kararını ortaya koyarsa, ki, koymuştur, iktidar, muhalefet, sivil toplum örgütleri hep beraber, el ele hareket edersek, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle müzakereleri önümüzdeki yılın sonunda başlayacaktır.

Bu düşüncelerle, bu konunun, böyle önemli bir konunun, Türkiye Cumhuriyetinin en büyük projesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde tartışılmasını hükümet olarak arzu ettik ve onun için huzurlarınızdayız; hepinize, tekrar, saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, uzun bir geçmişe dayanan Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, her zaman tam üyelik hedefine yönelik olmuştur. Türkiye, Avrupa Ekonomik Topluluğunun kuruluşundan hemen sonra, tam üye olmak için buraya müracaat etmiştir ve 1963 yılında, Ankara'da, Ankara Anlaşması yapılmıştır. Daha sonra, önemli bir gelişme, yıllar geçtikten sonra, 1987 yılında olmuştur ve o zamanki hükümet, Türkiye'nin tam üyeliği için Avrupa Birliğine başvurmuştur. Daha sonra geçen yıllar şunu göstermiştir ki, Türkiye ısrarlı olursa, Avrupa Birliğinde yol alabilir. Türkiye, 1995 yılında, Avrupa Birliğine önemli bir adım atmıştır, Avrupa Birliğinin gümrük birliğine girmiştir; dolayısıyla, Türkiye, Avrupa Birliğiyle şu anda gümrük birliği içerisindedir. Daha sonra ise en önemli adım 1999 yılında Helsinki'de atılmıştır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğuna üyelik için başvurusu üzerinden 44 yıl geçmiş, Ankara Anlaşmasının üzerinden ise 40 yıl geçmiştir. Bütün bu dönemler içerisinde inişler çıkışlar olmuştur; Türkiye içerisinde farklı farklı bakışlar olmuştur, Avrupa Birliğinden de Türkiye'ye karşı farklı farklı bakışlar olmuştur; ama, Türkiye, bütün bu dönemler içerisinde, Avrupa Birliği yolunda hızlı, bazen de yavaş ilerlemeye devam etmiştir. Bu, bir devlet projesi haline gelmiştir ve bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla, dönüşü olmayan bir yoldayız; 40 yıl, yarım asır... Bundan dolayı, şimdi, ben, burada, Avrupa Birliği Türkiye'nin lehine midir, aleyhine midir, girelim mi, girmeyelim mi tartışmalarının içerisine girmeyeceğim; çünkü, o zaman, şimdiye kadar yapılan konuşmaların, tartışmaların anlamı olmayacak.

Bizim, bugün, burada, bir genel görüşme istememizin altındaki sebep, çok kritik bir döneme gelmiş olmamızdır, hükümet olarak bunun farkına varmamızdır. Hükümet olarak, önümüzdeki ayların ve önümüzdeki birbuçuk senenin çok önemli olduğunu gördüğümüzden dolayı, iktidar-muhalefet, siyasî irade söz konusu olduğuna göre, bütün Türkiye'de geniş bir uzlaşma söz konusu olduğuna göre, bu fırsatı kaçırmamaya dönüktür.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, 1999 Helsinki Zirvesinde Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylığı tescil edilmiştir. Helsinki Zirvesiyle birlikte, gerek Türkiye gerek Avrupa Birliği birbirlerine daha da yakınlaşmışlar ve bu süre içerisinde, Türkiye, Avrupa Birliğinin bütün toplantılarına aday ülke olarak katılmıştır; zirve toplantılarına katılmıştır, dışişleri bakanları toplantılarına katılmıştır ve katılan başbakanlarımız, bakanlarımız aktif bir şekilde katkıda bulunmuşlardır.

3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Türkiye'de yeni bir dönem başlamıştır. 2002 yılının aralık ayında, bildiğiniz gibi, Kopenhag'da önemli bir zirve toplantısı yapılmıştır. Bu zirve toplantısının bilinci içerisinde, hükümetimiz büyük bir gayret içerisinde olmuştur. Seçimlerden yeni çıkan Türkiye'de, daha hükümet kurma çalışmaları sürerken, iktidar partisi olarak, Genel Başkanımız bütün Avrupa Birliği başkentlerini ziyaret etmiştir. Belki de, Türkiye'de ilk defa, bir siyasetçi, Avrupa Birliği başkentlerini böyle kısa bir süre içerisinde ziyaret eden tek kişi olmuştur. Genel başkanımız bütün Avrupa Birliği başkentlerini ziyaret ederken, biz de, Türkiye'de hükümeti kurup, hükümet olarak 2002 Aralık ayındaki zirve toplantısına hazırlandık ve geçirilmesi gereken reform paketlerini büyük bir kararlılıkla, iktidar-muhalefet elbirliği içerisinde geçirdik.

Kopenhag toplantısında Türkiye'yle ilgili önemli bir karar çıkmıştır. Bu karar nedir; bu karar, Türkiye, üzerine düşenleri yaptığında, 2004 yılının sonunda, vakit geçirmeden -ki, bu ibare önemlidir; bu, Avrupa Birliğinin kararlılığını göstermiştir- müzakerelere başlayacaktır.

Türkiye üzerine düşenleri yaparsa dedim. Bu, her ülke için geçerli olmuştur; Avrupa Birliğine, hiçbir ülke, otomatik olarak girmemiştir. Kopenhag siyasî kriterlerini gerçekleştirmek, Avrupa Birliğiyle müzakereler için şarttır. Bu da, Avrupa Birliği komisyonlarının hazırladığı ilerleme raporlarıyla ortaya çıkmaktadır. O bakımdan, hükümetimiz, bunun bilincindedir ve biraz sonra detaylı olarak değineceğim 2003 ve 2004 yılı ilerleme raporlarını en iyi şekilde çıkarmak için üzerine düşen her şeyi yapacaktır.

Kopenhag Zirvesinde, ayrıca, Türkiye'nin katılım ortaklığının gözden geçirilmesi, Avrupa Birliği mevzuatının analitik inceleme sürecinin güçlendirilmesi, gümrük birliğinin geliştirilip derinleştirilmesi, Türkiye'ye verilen katılım öncesi malî yardımların önemli ölçüde artırılması ve katılım bütçe kalemine alınması da kararlaştırılmıştır.

Kopenhag Zirvesinden bu yana geçen dönemde, Avrupa Birliğiyle üst düzeydeki temaslarımızda, son derece olumlu yaklaşımlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Çeşitli faktörlerin etkisiyle, Avrupa Birliği çevrelerinde, Türkiye lehine, iyi bir konjonktür oluşmuştur. Irak savaşının akabinde, Birleşmiş Milletler ve NATO yanında, Avrupa Birliğinin de uluslararası alandaki siyasî ağırlığının yetersizliği daha fazla ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin siyasî, ekonomik, askerî ve kültürel potansiyeliyle, Avrupa'nın stratejik ağırlığının giderek artacağı, transatlantik ilişkilerinin güçlenmesine Türkiye'nin hayatî katkıda bulunacağı görülmüştür.

Değerli arkadaşlar, son günlerde, son aylarda, gerçekten, yaptığımız bütün gezilerde, bulunduğumuz bütün toplantılarda, bu, açıkça ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliği-Türkiye arasında yeni bir konjonktür vardır. Irak savaşı da bunu göstermiştir. Avrupa Birliği, Türkiye gibi önemli bir ülkeyle birlikte, Avrupa'da ve dünya olaylarında önemli rol alabileceğini göstermiştir. Ayrıca, Türkiye, Avrupa Birliğine girince, sadece, Türkiye'nin kazançlı çıkmayacağı, Avrupa Birliğinin de bundan kazançlı çıkacağı ortaya çıkmıştır; dolayısıyla, iki taraflı bir kazanç söz konusu olmuştur ve ayrıca, şu da çok önemlidir ki, Türkiye, Avrupa Birliğine ayrı bir zenginlik katacaktır.

Son yıllardaki medeniyetler çatışması fikrinin bazı çevreler tarafından çok desteklendiğini veyahut da çok büyük bir ilgiyle takip edildiğini dikkate alırsanız, medeniyetlerin çatışması değil, medeniyetlerin harmonizasyonu, medeniyetlerin beraber olabileceğini gösterme açısından da, Türkiye, Avrupa Birliğine çok büyük bir şey katacaktır, dünya barışına da çok önemli katkıda bulunacaktır. Bunu, sadece, biz değil, Avrupa'nın siyasî liderlerinin, Avrupa Birliği ülkelerinin başkanlarının, başbakanlarının ve Avrupa Birliğinin önemli simalarının hepsi açıkça zikretmektedirler.

Lehimize olan tutumun güçlendiğini, geçtiğimiz günlerde katıldığım çeşitli Avrupa Birliği zirvelerinde ve konferanslarda bizzat gözleme imkânı buldum. Bu ayın başında Meis ve Rodos'ta yaptığımız toplantıda -ki, ilk defa Avrupa Birliği kendi sınırları dışında bir toplantı yapmıştır- 28 Avrupa Birliği ülkesi dışişleri bakanlarının bir araya geldiği toplantılarda da, bu hava açıkça ortaya çıkmıştır ve ilk defa, belki, uzun yıllardan sonra, Avrupa Birliğinin önemli simaları Türkiye lehinde, hiç de alışık olunmayan demeçler vermeye başlamışlardır ki, bunların hiçbiri tesadüfî değildir.

Geçen dönemde Türkiye'nin Avrupa'daki yerini tartışmaya açan bazı Avrupalı şahsiyetlerin de, aslında, bize katkısı olmuştur. Türkiye'nin ve Müslümanlığın, Avrupa Birliği içerisinde yeri olmadığını söyleyen bazı liderlerin de, aslında, Avrupa Birliğinin Türkiye'ye yakınlaşmasına ayrı bir katkısı olmuştur.

Değerli arkadaşlar, bunları da normal karşılıyoruz; çünkü, çoğulcu bir toplumda, her türlü siyasî akımın, düşüncenin bulunduğu bir ortamda, tabiî ki, birçok ülkeyle birlikte, Türkiye'nin de Avrupa Birliğine katılmasını arzu etmeyenler olabilir; ama, önemli olan, esas yol, esas hareket, esas siyasî akımların nasıl düşündüğüdür ki, bunlar da -demin söylediğim gibi- Türkiye lehinde bir tavır almaya başlamışlardır.

Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş bir Türkiye'nin Avrupa Birliği tarafından reddedilmesinin felaket olacağı, artık, komisyon yetkililerince de dile getirilmektedir. Eskiden Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olup olamayacağı tartışılırken, şimdi ne zaman olacağı tartışılmaya başlanmıştır. Türkiye'nin hangi tarihte Avrupa Birliğine tam üye olacağını şu anda söylemek mümkün değildir; ancak, lehimize olan bu tutumun ve söylemin devam etmesi, bu tavırların giderek güçlenmesi için Türkiye olarak bizim de üstümüze düşen bazı sorumluluklar vardır. Bu anlayışla, Aralık 2004'te yapılacak zirveye kadar üye ülkelerle üst düzeyde temaslarımızı kesintisiz sürdürmeye devam edeceğiz.

Değerli arkadaşlar, kendi içimizde de, siyasî kriterlere uyum açısından ilave yasal değişikliklerin tamamlanması, uygulamaya yönelik eksikliklerimizin giderilmesi, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve işkenceyle mücadeleye yönelik çabalarımızın sonuçlandırılması da gerekmektedir. Kopenhag Zirvesi sonrasında, esasen, hükümet olarak Avrupa Birliğine uyum sürecindeki çalışmalarımızı sürdüreceğimizi de açıklamıştık ve bu taahhüdümüzü yerine getirme konusunda da kararlılığımızı her zaman ortaya koymaktayız.

Kopenhag Zirvesi kararlarını hayata geçirmek için önümüzde yaklaşık 15 aylık bir süre vardır. Siyasî kriterlerin bu yıl içinde tamamlanması, bunun 2003 ilerleme raporuna olumlu bir şekilde yansıması, gelecek yıl da uygulamaların değerlendirilmesi ve 2004 ilerleme raporundaki nihaî değerlendirme sonucunda 2004 yılı aralık ayında Avrupa Birliği zirvesinde üyelik müzakerelerinin başlaması kararı alınabilecektir. Dolayısıyla, önce 2003 yılının ilerleme raporlarını en iyi şekilde çıkarmak, siyasî kriterleri yerine getirdiğimizi bütün dünyaya göstermek, 2004 yılında da bunların en iyi şekilde Türkiye'de uygulandığını göstermek, 2004 yılı sonunda yapılacak zirve toplantısında Türkiye'yi hazır hale getirecektir.

Bunun için değerli arkadaşlar, sadece kanunları çıkarmak yetmemektedir. Hepimizin sorunudur; kanunları çıkarmak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevidir; ama, çıkarılan kanunların tam olarak uygulanması da, yine, yürütmenin, hükümetin ve hepimizin sorumluluğudur.

Bu konuda birçok tenkitleri görüyoruz ki, bunların bir kısmı, maalesef, haklıdır. Hepimiz bunu izlemek durumundayız.

Türkiye Büyük Millet Meclisine de çok görev düşmektedir; İnsan Hakları Komisyonuna da çok görev düşmektedir. Dolayısıyla, elbirliği içerisinde, bir taraftan kanunları çıkarırken, bir taraftan da çıkan kanunların en iyi şekilde uygulanması için kararlılığımızı göstermek durumundayız.

Kopenhag Zirvesinden bu yana Avrupa Birliğiyle yaptığımız temaslarda, önümüzdeki dönemle ilgili çalışma faaliyetlerinin ana hatlarını tespit etmiş bulunuyoruz. 13 Mart 2003 günü, Brüksel'de toplanan Ortaklık Komitesi, 2003 yılı için bir çalışma programı benimsemiştir. Bu çalışma programı aşağıdaki unsurları içermektedir:

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki siyasî ve ekonomik diyalogun daha da derinleştirilmesi.

Ülkemizin Avrupa Birliği müktesebatına uyum durumunun ele alındığı ayrıntılı inceleme sürecinin güçlendirilmesi.

Gümrük Birliği kapsamındaki teknik sorunların çözüme yönelik bir anlayışla ele alınması; ki, gümrük birliğiyle ilgili -biraz sonra değineceğim- bazı sorunlar vardır.

Avrupa kamuoyunda, ülkemizin üyeliği aleyhindeki önyargıların azaltılması ve Avrupa kamuoyunda, Türkiye'nin üyeliği lehinde bir ortamın oluşturulması. Burada memnuniyetle ifade etmek isterim ki, son üç dört ay içerisinde, bütün Avrupa kamuoyunda Türkiye'ye karşı çok olumlu bir hava vardır. Bu, yapılan anketlerde, yapılan araştırmalarda açıkça kendisini belirtmeye başlamıştır.

Değerli arkadaşlar, Ortaklık Komitesinde ele alınan bu hususlar, 15 Nisan 2003'te Lüksemburg'ta benim Başkanlığımda toplanan Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklık Konseyinde bu kez en üst seviyede, siyasî düzeyde ele alınmış ve teyit edilmiştir.

Ülkemize ilişkin gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi, 14 Nisan 2003 tarihinde onaylandı. Belgede siyasî kriterler bakımından kısa-orta vade ayırımı yapılmadan bütün siyasî önceliklerin 2003 ve 2004 yılları içerisinde bitirilmesi öngörüldü. Ekonomik kriterlere ilişkin unsurlar ise bir öncekinin hemen hemen aynısı şeklinde kalmıştır. Dolayısıyla, Türkiye'yle ilgili yeni unsurlar, yeni arzular kesinlikle söz konusu değildir. Daha önce ne kararlaştırıldıysa, bütün bunlar geçerlidir.

Gözden geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi ışığında yeni bir ulusal program hazırlanması çalışmaları, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin eşgüdümünde başlatıldı. Yeni ulusal programın, hükümetimizce haziran ayının ortalarında kabul edilmesi öngörülmektedir. Yapmamız gereken, kendi Ulusal Programımızda Katılım Ortaklığı Belgesine paralel öncelikleri tespit etmektir. Bu öncelikler kapsamındaki uyum çalışmalarının bir takvim içinde verilmesi, Avrupa Birliği tarafından da talep edilmektedir. Siyasî kriterler dışındaki konularda kısa vadede yapılacak çalışmaların, 2003-2004 yılları içinde, orta vadede gerçekleştirilecek olanların ise 2005 yılı sonuna kadar yerine getirilecek şekilde planlanması önem arz etmektedir. Bu uyum çalışmaları için gerekli kurumsal yapılanma ve finansman ihtiyacı da planlanmış ve düşünülmüştür.

Değerli arkadaşlar, 2004 yılı sonunda ülkemizle müzakerelerin başlatılmasına ilişkin karar, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanacak 2003 ve 2004 ilerleme raporlarına göre alınacaktır. Bunun için, söz konusu raporların, mümkün mertebe objektif değerlendirme içermesini sağlamakta kararlıyız.

Avrupa Komisyonunun, Kopenhag Siyasî Kriterlerine uyum durumumuzu değerlendirecek olan 2003 yılı ilerleme raporu yaz aylarında kaleme alınacaktır ve eylül ayında büyük ölçüde nihaî şeklini almış olacaktır. Yani, 2003 yılı raporu bu yaz hazırlanacaktır. Bu bağlamda, yazımı ekim ayında tamamlanacak 2003 yılı ilerleme raporunda, Kopenhag Siyasî Kriterleri bağlamındaki mevzuat uyum çalışmalarımızı tamamladığımız yolunda bir komisyon görüşünün yer alması son derece ödemlidir. 2004 yılı ilerleme raporu çalışmaları için de, 2003 yılı sonundan itibaren fiilen 8 ay gibi kısa bir dönem kalmıştır.

Aslında bütün bunlarla söylemek istediğim şey şudur: Biz, her ne kadar, önümüzde 15 ay var diyorsak da, önümüzde aslında 2-3 ay vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bu yaz tatile girmeden önce, birçok reform paketini çıkarmak zorundayız. Hükümetimiz bu konuda kararlıdır; bakanlıklarımız gayet ciddî bir şekilde çalışmaktadır; ilgili reform teklifleri hazırlanmakta, ilgili bakanlıklara gönderilmekte; devletin bütün kurumlarının, diğer bakanlıkların herkesin görüşü toplanmakta ve buna göre Türkiye Büyük Millet Meclisinde huzurunuza getirilecektir; ama, bu 2-3 ay hepimiz için önemlidir; çünkü, müzakerelere kapı açacak olan raporlar, 2003 yılının raporları olacaktır.

Bunları dikkate alarak mevzuat çalışmalarımızın, Yüce Meclisimizin tatile girmesinden önce tamamlanması gereğini bir kez daha önemle vurgulamak isterim.

58 inci hükümet döneminde siyasî kriterlere uyum yolunda daha önceki hükümetler döneminde gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri, yeni Medenî Kanun ve 3 reform paketine ilaveten 2 kanun paketi yasalaştırıldı.

Burada bizden önceki hükümetin bu yolda attığı adımları da hatırlamamız gerekir. Gerçekten, bizden önce 3 reform paketi geçirilmiştir, bizim hükümetimiz 2 reform paketi geçirmiştir, üçüncüsü de, yani altıncısı da önümüzdeki günlerde huzurunuza getirilecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Gül.

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, burada hep beraber, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak yaptığımız kanun değişiklikleriyle, işkencenin önlenmesi; adil yargılanma ve muhakemenin yenilenmesi, yani yeniden yargılanma; basın özgürlüğünün genişletilmesi; Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarının iyileştirilmesi; dilekçe hakkının güçlendirilmesi; derneklerin faaliyetlerinin kolaylaştırılması; vakıfların mal edinmelerinin sağlanması amacıyla hep beraber düzenlemeler yapıldı, şimdi, bunların uygulamalarını takip ediyoruz.

Halen yeni bir uyum paketi taslağının hazırlıkları içerisindeyiz. Bu, demin söylediğim gibi, altıncı paket olacaktır. Bu paket, Terörle Mücadele Kanununun ifade özgürlüğünü kısıtlayan 8 inci maddesinin kaldırılması; özel radyo ve televizyonların farklı dil ve lehçelerde yayın yapabilmeleri; seçimlerin uluslararası gözlemciler tarafından izlenebilmesi ve seçimlerde yayın yasağı süresinin daraltılması; İmar Kanununda yapılacak bir değişiklikle farklı din ve inançlara sahip bireylerin ibadet özgürlüklerinin genişletilmesi; Nüfus Kanunumuzun isim konulması hususunda sınırlayıcı yorumlarının önlenmesi; sinema, video ve müzik eserlerine ilişkin kısıtlamaların azaltılması; töre cinayetlerinin faillerine verilecek ceza miktarının artırılması; cemaat vakıflarının gayrimenkullerinin tesciline ilişkin sürenin uzatılması; RTÜK'ün ve Sinema, Video ve Müzik Eserleri Denetleme Kurulunun yeniden modern normlara göre yapılandırılması gibi değişiklikler içermektedir.

Bütün bunlar buraya geldiğinde burada hep beraber tartışacağız. Bunlarla ilgili kamuoyunda çeşitli şeyler söylenmektedir. Eminim ki, bunların büyük bir kısmı bilgi noksanlığından olmaktadır. Aslında, bunların büyük bir kısmı bütün dünyada uygulanmaktadır. Mesela, seçimlere gözlemci gelmesi. Biz AGİT'e imza atmış bir ülkeyiz İstanbul Zirvesinde. Bütün ülkelere, İngiltere'ye de, Almanya'ya da, Fransa'ya da, başka ülkelerin seçimlerine de gözlemciler giderler ve görürler, bakarlar. Dolayısıyla, Türkiye'deki seçimlere... Ki, 1946'dan sonra yapılan seçimlerin hepsi açık seçik ve düzgün seçimler olmuş, bizim sakınacak hiçbir tarafımız yoktur. Bunun gibi diğer maddelerle ilgili çeşitli kaygılar olabilir. Bu kaygıları saygıyla karşılamamız gerekir; ama, oturup konuştuğumuzda bunlarla ilgili kaygıları giderecek tedbirlerin alındığını da hep beraber göreceğiz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, siyasî kriterlere uyumun sadece mevzuat düzenlemelerinden ibaret olmadığını bir kere daha vurgulamak istiyorum. Mevzuatın etkin ve yeknesak biçimde uygulanması, üzerinde hassasiyetle durmamız gereken bir konudur. Uygulamanın iyileştirilmesi hepimize düşen bir sorumluluktur. Yüce Meclisimizin bünyesindeki İnsan Hakları Komisyonu başta olmak üzere, hepimizin, bu alandaki yapıcı katkı ve desteğinize ihtiyacımız vardır.

Öte yandan, siyasî alan dışında olan teknik anlamdaki AB'ye uyum çalışmaları, kısa bir süre önce Bakanlığıma bağlanan, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin koordinasyonunda, 58 kamu kurum ve kuruluşu tarafından yoğun bir şekilde sürdürülmektedir; açıldığında üyelik müzakerelerinin temelini bu çalışmalar oluşturacaktır.

Uyum çalışmaları bağlamında, Avrupa Birliği müktesebatının analitik incelemesini gerçekleştirmek için, 2000 yılında Ortaklık Konseyi kararıyla 8 alt komite kurulmuştur. Bugüne kadar üç tur toplantı yapılmıştır. Kopenhag Zirvesinde alınan karar ışığında, önümüzdeki dönemde değişik sektörlerdeki Türk mevzuatının, taslak, yasa ve yönetmeliklerin teknik düzeyde daha da ayrıntılı bir incelemeye tabi tutularak, topluluk müktesebatıyla uyum açısından farklılıkların tespiti amaçlanmaktadır.

Değerli arkadaşlar, aslında, yapılacak o kadar çok büyük iş vardır ki... Avrupa Birliği normlarına bizim normlarımızın uyması, tarımdan ormancılığa kadar, çevreden sağlığa kadar, sanayie kadar bütün kanunların, mevzuatın, bütün bunların AB normlarına uyması için binlerce, yüzbinlerce sayfa tercümeler yapılmaktadır, çalışmalar yapılmaktadır, düzenlemeler yapılmaktadır. Bunun için dönüşü olmayan bir yol içerisindeyiz dedik. İş, geri dönülmez bir noktadadır. Gerçekten çok ileri adımlar atılmıştır; ne Türkiye ne Avrupa Birliği açısından dönüşü olmayan bir yol içerisindeyiz. Onun için, bu süreyi kısaltmak için ne gerekirse yapmak gerektiğine inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, sizlerin de yakından takip ettiğiniz üzere, malî işbirliği, ilişkilerimizin eksik kalan yönlerinden birini oluşturuyor. Aralık 1999 Helsinki Zirvesinden bu yana gelişme kaydedilmesine rağmen, hâlâ, istenen düzeye erişilememiştir. Diğer üye olan ülkelerin ne büyük malî imkânlar elde ettiklerini düşünürseniz, bu konuda çok geciktiğimiz ortaya çıkacaktır.

Ülkemize, yılda ortalama, 127 000 000 Euroluk meblağ aktarılmaktaydı. Bunun artırılması yönünde sürekli girişimlerde bulunulmuştur. Kopenhag Zirvesi sonrasında, komisyon, ülkemize verilecek hibe yardımlarının 2004 yılında 250 000 000 Euro, 2005 yılında 300 000 000 Euro, 2006 yılında ise 500 000 000 Euroya yükseltilmesini üye ülkeler ve Avrupa Parlamentosuna önermiştir. Bu artış önerisini memnuniyetle karşıladığımızı; fakat bunun yeterli olmadığını, bunun daha da çok artırılması yönünde çaba gösterdiğimizi burada ifade etmek isterim.

Adaylık süresi içinde ülkemize sağlanacak malî yardımların, münhasıran, Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Programda yer alan önceliklere yönlendirilmesi de gerekmektedir. Bu amaçla, diğer aday ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de "merkezî olmayan yapılanma" adıyla yeni bir yapılanma oluşturulmuştur. Yeni sistemin idarî kapasitesinin ve malî özerkliğinin AB tarafından tescilini müteakip, bu yılın ortalarına kadar tüm unsurlarıyla işlerlik kazanmasını öngörmekteyiz; yani, bu hibelerin en iyi şekilde kullanılabilmesi için.

Halen, Avrupa Birliğiyle en önemli kurumsal bağımızı oluşturan gümrük birliğinin işleyişinde, hem AB'den hem de bizden kaynaklanan sorunların yaşandığı bir gerçektir. Bu sorunların giderilmesi için gerek Ortaklık Konseyi toplantılarında olsun gerek diğer toplantılarda olsun, bunlar karşılıklı olarak dile getirilmiştir ve bunları düzeltme yönünde karşılıklı gayretler vardır. Yalnız, son yıllarda Türkiye olarak içinden geçtiğimiz ekonomik krizi de dikkate alırsak, bütün suçlamaları gümrük birliğine yüklemenin de doğru olmadığı kanaatindeyiz.

Değerli arkadaşlar, 15 Nisandaki Ortaklık Konseyinde, gümrük birliği kapsamındaki çeşitli sorunların çözümüne ve işbirliğinin geliştirilmesine yönelik görüş alışverişlerinde bulunduk. Bu amaçla, gerçekleştirilebilecek çeşitli faaliyetleri içeren bir eylem planı taslağı hazırlayarak Ortaklık Konseyine sunduk. Şimdi, Avrupa Birliği tarafının taslağa dair görüş ve önerilerini bekliyoruz ve inanıyorum ki, bunlar kısa süre içerisinde çözümlenecektir; ama, bütün bu problemlerin tam çözümü, Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliğinden geçecektir.

Değerli milletvekilleri, bu noktada, Kıbrıs'la ilgili de bazı şeyler söylemek istiyorum. Ülkemizin Avrupa Birliği üyeliğiyle doğrudan bağlantısı olmamasına karşın, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliğine katılımına da kısaca değinmekte fayda var. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin de dahil bulunduğu 10 yeni ülke, bildiğiniz gibi, Katılım Anlaşmasını, 16 Nisan 2003 tarihinde Atina'da imzalamışlardır. Bunlardan birisi de Güney Kıbrıs Rum Yönetimidir. Diğer 9 ülke ise, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya, Malta, Polonya, Slovak Cumhuriyeti ve Slovenya'dır. Dolayısıyla, Avrupa Birliğinin 15 ülkesine yeni ilave 10 ülke daha gelmiştir ve Avrupa Birliği 25 ülkeye çıkmak üzeredir. Bundan ayrı olarak, 3 tane de aday ülke vardır; Romanya, Bulgaristan ve Türkiye. Dolayısıyla, şu anda, 28 ülke başbakanları ve dışişleri bakanları, Avrupa Birliği toplantılarında sürekli bir araya gelmektedirler.

Değerli arkadaşlar, her ne kadar 16 Nisan 2003 tarihinde bu 9 ülke ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Avrupa Birliğine giriş adımını atmışlarsa da, şu anda, toplantılara katılmaktadırlar, fakat, oy kullanmamaktadırlar. Bir sene sonra, 1 Mayıs 2004 tarihinde tam üye olacaklar ve oy kullanmaya da başlayacaklar. Dolayısıyla, biz, 15 ülkeyle değil, 25 ülkeyle muhatap olmaya başlayacağız. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin üyeliğine tepkimiz, Bakanlığım tarafından aynı gün yapılan açıklamayla, net bir biçimde ortaya konmuştur. Açıklamada, yalnızca Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliğine üyeliğinin söz konusu olduğu söylenmiştir ve bu anlaşmayla, Türkiye'nin garantörlük haklarının gitmediği ve yeni bir hukukun ortaya çıkmadığı da, açık bir şekilde, bütün zabıtlara geçirilmiştir. Bakanlık olarak, bu yönde bütün girişimler yapılmıştır; ama, bugün, bir realiteyle karşı karşıyayız, bunu görmemiz gerekir; Kıbrıs bütün olarak değil, Kıbrıs bölünmüş olarak, Rum kesimi, Avrupa Birliğine adım atmıştır.

Bu meyanda vurgulamam gerekir ki, Kıbrıs sorununun çözümü, ülkemizin Avrupa Birliğine katılımına dair siyasî kriterler arasında bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bizi bağlayan siyasî kriterler, Kopenhag siyasî kriterleridir. Kıbrıs meselesi, bu kriterlerin içerisinde değildir; ama, Rum kesiminin ve Yunanistan'ın Avrupa Birliğine tam üyeliğini düşünürseniz, ayrıca, bütün Avrupa ülkelerindeki havaya da bakarsanız, böyle bir direkt ilişki olmamasına rağmen, bunun da bir faktör olarak ele alınması ve dikkatle takip edilmesi gerekmektedir; çünkü, bu konuda gözümüzü de kapalı tutamayız.

Aslında, böyle bir sorun olmasa bile, biz, Kıbrıs'ta bir çözümün, kalıcı bir çözümün gerçekleşmesi için uğraşıyoruz. Hükümetimiz, işbaşına geldikten sonra, çözümsüzlüğü çözüm olarak görmediğini açıkça ilan etmiştir. Kıbrıs'ta bir çözüm olsun diye, gerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gerekse Türkiye elinden gelenleri yapmaktadır. Bu bağlamda, son günlerde atılan adımlar, bütün dünyanın dikkatini çekmiştir. Yıllardır masa üzerinde yapılan konuşmalarla, müzakerelerle bir yere varılamamış; ama, sahada önemli adımlar atılmıştır. Birkaç gün öncesi itibariyle, 250 000 Rum kuzey kesimini ziyaret etmiş, 80 000'in üzerinde Kuzey Kıbrıslı Türk de Rum kesimini ziyaret etmişlerdir. Ayrıca, dünden itibaren başlattığımız bir uygulamayla, Türkiye olarak biz de, kırk seneden sonra ilk defa, Güney Kıbrıs Rum kesimindeki Rumların Türkiye'ye rahatlıkla gelip gidebileceklerini bütün dünyaya duyurduk ve memnuniyetle ifade etmek isterim ki, çok büyük sayıda rakamlarla, Rum kesimi Türkiye'yi ziyaret etmeye başlamıştır. Bütün bunlar şunu göstermiştir ki, karşılıklı güven oluşturmak gerekir. Sadece masa başında değil, sahada da birçok işler yapılacaktır. Bütün bu atılan adımların, Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan tarafından en iyi şekilde değerlendirileceğine inanıyoruz ve bunun neticesindedir ki, Avrupa Birliğinin Kıbrıs'a uyguladığı ambargoyu kaldırmaya yönelik çalışmalar da başlatılmıştır.

Değerli arkadaşlar, bütün bunlar yapılırken, hepimizin yapması gereken başka bir şey daha vardır. Bu da, Avrupa kamuoyunu hazırlamaktır. Kopenhag'da biz bunun sıkıntısını gördük. Almanya ve Fransa'daki kamuoyunun hazır olmaması, Almanya ve Fransa liderlerinin daha cesur adım atmalarını engellemiştir; ama, demin ifade ettiğimi bir kez daha ifade etmek istiyorum ki, bu geçen süre içerisinde her iki ülkenin kamuoyunda da Türkiye'ye müzahir olumlu gelişmeler söz konusudur. Bunlar, ölçülebilecek nitelikte olumlu gelişmelerdir. Ayrıca, bütün bu ülkelerin liderleri, Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili şimdiye kadar yapmadıkları olumlu açıklamaları yapmaya başlamışlardır. Bunların hiçbiri de tesadüfi değildir.

Bu bağlamda, kamuoyunu hazırlamak için gerek Bakanlığım, bakanlık olarak gerek hükümet olarak gerekse birçok sivil toplum örgütleri olarak birçok çalışmalar yapmaktayız ve ilişkileri, sadece hükümetlerden hükümetlere değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Avrupa Parlamentosu arasında, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki dostluk grupları ile Avrupa Birliğine üye ülkelerin dostluk grupları arasında da geliştirmek zorundayız. Dolayısıyla, sadece hükümetlerden hükümetlere değil, milletvekillerinden milletvekillerine dönük çalışmaları da başlatmak zorundayız. Bu bakımdan, Türkiye Büyük Millet Meclisine de çok büyük görev düşmektedir.

Ayrıca, sivil toplum örgütlerine de çok büyük görev düşmektedir. Her şey, bir kez daha tekrar ediyorum, resmî kanallardan gitmemelidir. Sivil toplum örgütlerinin giderek artan rolünü ihmal etmememiz gerekir. Bazen, bizim sözlerimizden çok, onların sözleri güven oluşturmaktadır. O açıdan bütün sivil toplum örgütlerini de göreve çağırıyoruz. Onların büyük bir kısmıyla bu geçen süre içerisinde yaptığımız toplantılarda, onları da bu çalışmalara davet ettik.

Değerli arkadaşlarım, size, son olarak, Avrupa Konvansiyonuyla ilgili de biraz bilgi vermek istiyorum. Aralık 2001 tarihli Laeken Zirvesinde, Avrupa Birliğinin genişleme perspektifi çerçevesinde, birliğin geleceğini konuşmak, değerlendirmek, Avrupa Birliği gelecekte nasıl olacak, nasıl bir anayasası olacak, nasıl bir çalışma şekli olacak diye bir konferans kurulmuştur. Bu konferansa her ülkeden 3 kişi katılmıştır. Türkiye de, hükümetin yanında, iktidar ve muhalefetten birer milletvekili arkadaşımız katılmaktadırlar ve buralarda, Türkiye'yi temsil eden arkadaşlarımız, çok aktif şekilde, konvansiyona katkıda bulunmaktadırlar. Önümüzdeki aylar içerisinde, hükümetlerarası konferans yapılacaktır. Ümit ediyoruz ki, bu konferansta da, Türkiye, yerini alacaktır.

Değerli milletvekilleri, başından beri anlattığım süreç, kırk yıllık bir süreçtir, yarım asırlık bir süreçtir. Kırk yıllık bir sürecin sonunu iyi bitirmemiz gerekir.

Birçok demirperde ülkesi, on sene önce demirperde ülkesi diye gördüğümüz ülkeler Avrupa Birliğine girmişlerdir veya çok daha ileri mesafeler almışlardır. Şöyle düşünmeyelim: Nasıl olur da, onları bizden önce alır? Onlarda büyük değişiklikler olmuştur, onlarda ihtilaller olmuştur, devrimler olmuştur ve mevcut yapı tamamen silinmiştir, yok edilmiştir, onun üzerine yeni yapılar kurulduğu için girişleri kolay olmuştur; ama, bizim ise, büyük bir geleneğimiz var. Biz, bir demirperde süreci yaşamadığımız için, 1950'den beri çoğulcu bir demokrasinin içinde olduğumuz için, bizim işimiz biraz daha zor olmuştur. Ta Osmanlıdan gelen gelenekleri olan bir devletiz, ülkeyiz. O bakımdan, alışkanlıklarımızı gidermek biraz daha zor olmaktadır; ama, geldiğimiz nokta kritik bir noktadır. Şu birbuçuk sene içerisinde ve hatta şu üç dört ay içerisinde Avrupa Birliğine müzakere kapısını açabiliriz veyahut da bunu tamamen kapatabiliriz.

O bakımdan, hükümetimiz bunun bilinci içerisindedir. Tekrar ediyorum; bunun bilinci içerisinde olduğumuz için, seçimlerden hemen sonra, daha hükümet çalışmalarını başlatmadan, parti olarak da bu atağa geçtik. Aslında, propagandalar ve bazı yanlış algılamalardan dolayı, bizden, AK Parti Hükümetinden böyle bir tavır beklenmiyordu. Belki de bunun şaşkınlığıdır ki, Avrupa Birliğini bugün çok daha değişik bir noktaya getirmiştir ve hükümetin siyasî iradesini ve kararlılığını açık açık ifade etmeye başlamışlardır.

Burada memnuniyet verici olan bir şey, bu konuya, iktidar- muhalefet beraber sahip çıkmamızdır. Burada çıkan reform paketlerinin hepsini beraber çıkardığımızı, her ortamda açıkça söylüyorum. O bakımdan, inanıyorum ki, önümüzdeki bu fırsatı da iyi bir şekilde değerlendireceğiz.

Hükümet olarak, biz, bu yolda kararlı bir şekilde devam ediyoruz. Bakanlar Kurulunda bu konuyla ilgili olağanüstü toplantı yaptık. Bu yolda yeni bir seferberlik başlatacağız ve bunu, sadece hükümet olarak değil; Meclis içindeki partilerimiz, Meclis dışındaki partilerimiz, sivil toplum örgütleri, basın, aydınlar, entelektüeller; herkesi katarak götürmek amacındayız.

Bu dileklerle, hepinize saygılar sunuyorum ve genel görüşmenin açılması yönünde oy vermenizi hepinizden rica ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gül.

AK Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili İbrahim Reyhan Özal; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 20 dakikadır.

AK PARTİ GRUBU ADINA İBRAHİM REYHAN ÖZAL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konusunda bir genel görüşme açılması için, Grubumuz adına görüş bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım; hepinizi, saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ve dünya, çok kritik bir dönemden geçiyor. Global ve bölgesel planda dünya haritasını değiştirebilecek yeni oluşumlar ortaya çıkıyor. Bu dönemde atılacak adımlar, alınacak kararlar, geleceğimizin yol haritasını çizecek. Bu itibarla, bu sıralarda oturan bizler, Türkiye'nin geleceği adına en büyük sorumluluğu taşıyan kişiler arasındayız. Karşımızda, hızla değişen, önceden tahmini mümkün olmayan unsurlarla dolu bir dünya var. Bu durumda yapılacak tek şey, kendimizi iyi tanımak, avantaj ve dezavantajlarımızı ortaya koymak, önceliklerimizi belirlemek, modernleşmeye ve bilgiye önem vermek olacaktır. Bu bağlamda, Türkiye'nin odak noktası olarak beliren Avrupa Birliği hedefimizin, milletimiz ve gelecek nesiller için önemi daha iyi bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Milletvekili olarak bu sıralara yollanmış olan bizlerin yapması gereken, halkımızla birlikte, geleceğimizi elinde tutan bu ipi cesaretle göğüsleyerek, milletimizin cumhuriyetten sonraki en büyük kazanımı olan Avrupa Birliği yolunda gerekli olan adımları atmaktır.

Değerli milletvekilleri, tüm dünyada, kalkınmış ülkeler ve bu gruba dahil olmada iddialı olanlar, yeni stratejiler oluşturma peşindedir. Dünyadaki gelişmeleri takip ederken, doğal olarak, her ülkenin önceliği kendisi için en önemli ülkelerin içerisine girdikleri evrim olmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye açısından odak noktası Avrupa Birliğidir. Tarihî ve kültürel bağlarımız, derin ekonomik bağlarımız, işlemekte olan adaylık sürecimiz ve ulaşacağımız standartlar bunu gerekli kılmaktadır.

Türkiye'nin AB üyeliği süreci, kurumsal boyutta, öngörüldüğü gibi işlemektedir. Bundan tam kırk yıl önce imzalanan Ankara Anlaşmasıyla tesis edilen ortaklık rejimi, Türkiye'yi, bugün, AB'yle müzakerelerin başlaması için son aşamaya getirmiştir. Tabiî, arada kaybolan yıllar, atılan yanlış adımlar da söz konusu. Bu kaybolan yılların ülkemizden neler götürdüğünü, en açık şekilde, bir karşılaştırma yaparak görebiliriz.

Hepimizin bildiği gibi, 1957 yılında imzalanan Roma Anlaşmasıyla Avrupa Birliğinin 6 çekirdek ülkesi yola çıktılar. Ülkemiz, 1963 yılında -o zamanki adıyla- Avrupa Topluluğuyla Ankara Anlaşmasını; 1970 yılında ise, gümrük birliği ve tam üyeliği hedefleyen Katma Protokolü imzaladı. Bu yıllarda, Yunanistan, Albaylar Cuntası tarafından, Portekiz, Salazar tarafından ve İspanya da Franco tarafından yönetilmekteydi. Bugün, geriye dönüp baktığımız zaman, Yunanistan 1981'de, İspanya ve Portekiz 1986'da Avrupa Topluluğuna üye oldular. Şu an, komşumuz Yunanistan'ın ortalama yıllık geliri 15 000 dolarken, biz, hâlâ 3 000 dolar seviyesinin altındayız. Maalesef, 14 ilimizin ortalaması ise, 1 000 dolardan daha düşük seviyededir. Eğer, iyi değerlendirilebilirse, bu tablo ve bu rakamlar binlerce kelimeden çok daha fazla şey ifade etmektedir. Eğer, Avrupa Birliğini Türkiye'nin önüne öncelikli hedef olarak koyduysak, bu otuz küsur yıllık zaman aralığı iyi okunmalıdır.

Avrupa Birliği üyeliğimiz, cumhuriyet tarihinin en kapsamlı siyasî projesidir. Bu süreç, çok önemli bir ekonomik ve toplumsal dönüşümü de beraberinde getirmektedir. Bu süreç içerisinde, yalnızca dışticaret mevzuatımız veya ceza hukukumuz değişmemekte; ayrıca, günlük yaşamda vatandaşlarımızı ilgilendiren her konuda önemli değişiklikler olmaktadır. Bu hususların Türk kamuoyuna iyi anlatılmasını, AB meselesinin günlük yaşamımızda hepimizi ilgilendiren boyutlarıyla kavranmasını sağlamak zorundayız. AB üyeliği süreci, vatandaşlarımıza, insan haklarının daha iyi korunduğu, harcadığı paranın daha istikrarlı, tükettiği malların daha kaliteli, soluduğu havanın daha temiz, katettiği yolların daha güvenli, oturduğu evlerin daha sağlam ve pasaportunun daha saygın olduğu bir yakın gelecek için çok etkili bir araçtır. Bu sürecin ülkemize bir katalizör görevi gördüğü, inkâr edilemez bir gerçektir.

Adaylık sürecimizdeki önemli ayrıntılardan bir tanesi, sürdürülen çalışmaların, Başbakanlıktan Cumhurbaşkanlığına, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinden Dışişlerine, Hazineden Millî Güvenlik Kuruluna, bütün devlet kurumlarının çalışmalarında güçlü bir sinerji yaratacak olan karşılıklı iletişim ve etkileşim içerisinde olması gereğidir.

Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, 12-13 Aralık 2002 tarihlerinde, Avrupa Birliği, bir sonraki genişlemesine ilişkin karar alarak, 10 aday ülkenin Mayıs 2004 itibariyle Avrupa Birliği üyesi olacaklarını ilan etmiştir.

Zirvede, Türkiye'yle ilgili olarak, Avrupa Birliği, 2004 Aralık ayında, komisyonun hazırlayacağı rapor ve önerileri doğrultusunda, Türkiye'nin Kopenhag siyasî kriterlerini yerine getirdiğine kanaat getirdiği takdirde, gecikmesiz olarak üyelik müzakerelerinin açılmasını taahhüt etmiştir.

Önümüzdeki dönemde, tam üyelik hedefimiz doğrultusunda, siyasî reformların başarıyla uygulanması, ayrıca müktesebata uyum çalışmalarının sürdürülmesi gerekli görülmektedir.

Türkiye, önümüzdeki haftalarda, yeni Katılım Ortaklığı Belgesi çerçevesinde, Ulusal Programının gözden geçirilmiş metnini sonuçlandıracak ve AB Komisyonuna iletecektir. Bu yöndeki hazırlık ve çalışmalar, Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin eşgüdümünde sürdürülmektedir. Eğer, Avrupa Birliği Türkiye'nin hedefiyse, gözden geçirilmiş Ulusal Program ile Katılım Ortaklığı Belgesi arasındaki açı farkı muhakkak kapatılmalıdır.

Nisan ayında sunulmuş olan Katılım Ortaklığı Belgesi, Türkiye'nin üyeliği açısından son dönemeç olacak bir süreci kapsamaktadır. Aralık 2004'te, Avrupa Konseyinin, Türkiye'nin Kopenhag siyasî kriterlerini karşıladığına karar vermesi halinde, AB'nin, gecikmeden Türkiye'yle katılım müzakerelerine başlayacağı kararı dikkate alındığında, Katılım Ortaklığı Belgesinde işaret edilen kısa vadeli hedeflerin önemi daha net biçimde ortaya çıkmaktadır.

Bu arada, her ne kadar Kıbrıs sorununun çözümü, Kopenhag Siyasî Kriterleri arasında yer almasa da -fakat, Katılım Ortaklığı Belgesinde daha kapsamlı bir şekilde mevcuttur- dolaylı olarak, Türkiye'nin müzakere tarihini elde etmesini engelleyebilecek önemli hususlardan biri olarak karşımıza çıkma ihtimali mevcuttur.

Türkiye'de AB üyeliğine karşı çekimser tutum içerisinde olanlar ve aynı şekilde, Avrupa Birliğinde Türkiye'nin üyeliğine sıcak bakmayanlar için Kıbrıs konusu, kurtarıcı ve koruyucu bir kalkan işlevi görmektedir. Kıbrıs konusundaki çözümsüzlük uzadıkça, Türkiye'nin gerçekleştirmesi beklenen diğer reform atılımlarının da yaratılan kalın duvarın arkasında tutulabileceği ümidi güçlenmektedir.

İçte ve dışta bu oyalamalar devam ederken, biz farkında olsak da olmasak da, Avrupa Birliği treni hızla ilerlemektedir. Bu sürecin, beklemeye ve bekletilmeye tahammülünün kalmadığı, her geçen gün daha fazla ortaya çıkmaktadır.

Ülke olarak, bu süreci dondurmak gibi bir lüksümüz yok. Bunun bilincinde olan ve en başından beri AB konusundaki kararlı, istekli ve yapıcı tutumundan vazgeçmeyen hükümetimiz, bildiğiniz gibi, Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunmak için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetindeki sınırların açılmasının ardından tarihî bir adım daha atarak, 22 Mayısta sınırlarımızı Kıbrıs Rumlarına açtığı müjdesini vermiştir. Atılan bu adımlar, kuşkusuz, bu süreç içerisinde çözüme fayda sağlayacaktır; ama, şu da bir gerçek ki, istikrarlı ve kalıcı bir çözüm için daha somut adımlar atılması zorunluluğu da vardır. Bunların da atılacağına ve Kıbrıs'ta sonunda çözüme ulaşacağımıza inancım tamdır.

Türkiye açısından, Kopenhag'da öngörülen 2004 yılı sonu hedefine çok fazla bir zaman kalmadı. Üstelik, ondan önce, 2003 yılı İlerleme Raporu çok önemli. Zaten, Katılım Ortaklığı Belgesinin siyasî kıstasları temelinde reformları başaramamış bir Türkiye, hâlâ demokratik saygınlığa kavuşamamış bir ülke olacaktır.

Türkiye'nin ebedî adaylık statükosunun bozulmamasını isteyenlerin karşısında, bundan daha güçlü bir demokrasi ve insan hakları ittifakı kurulması gerekmektedir. Ülkemizin "ayrıcalıklı dost çevre ülke" statüsünden "tam üyelik" statüsüne geçmesi, şu kısa sürede göstereceğimiz performansla direkt olarak alakalıdır.

Değişim ve dönüşüm kaçınılmazdır. Mesele, bu değişimi, ağır aksak, kör topal bir şekilde mi, yoksa, sağlıklı ve bilinçli bir şekilde mi gerçekleştireceğimizdir. Şunu iyi anlamalıyız ki, Türkiye'nin nihaî üyeliği, esas olarak kendi elinde durmaktadır.

Katılım perspektifi hem Türkiye'nin hem de Avrupa Birliğinin yararına, bu reform sürecini hızlandırıcı bir işlevi yerine getirmekte, bir katalizör görevi görmektedir. Ülkemizin millî çıkarları, küresel dünyada güçlü bir ekonomi olma zorunluluğu, Avrupa'nın yeniden şekillenen savunma yapısına dahil olma zorunluluğu, bizim bu birlik içindeki hak ettiğimiz yeri almamızın önemini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Vatanseverlik, Avrupa Birliği standartlarıyla elde edeceğimiz çağdaş dünyayı yakalamış, çocuklarının geleceğini garanti altına almış, kendine güvenen, üretken Türkiye'yi savunmayı gerektirmektedir.

Değerli milletvekilleri, Irak krizi, bir defa daha, Türkiye'nin, dünyanın bu bölgesindeki stratejik rolünün altını çizmiştir ve güçlendirilmiş bir ortak dış ve güvenlik politikasına sahip bir Avrupa Birliğinin bir üyesi olarak Türkiye'nin, Avrupa Birliğinin dünyadaki stratejik rolüne çok önemli bir katkı yapabileceğini, başta Avrupa Birliği üyesi ülkeler olmak üzere, herkese göstermiştir. Daha 18 Martta, AB'nin komşuları stratejisini tartışmaya açan ve Avrupa'nın sonsuza kadar genişleyemeyeceğini söyleyen AB Komisyon Başkanı, bu açıklamadan tam bir ay sonra, Türkiye'yi müstakbel tam üyeler arasında saymıştır. Bu bir tesadüf değildir. Sadece, büyük ve birleşmiş bir Avrupa'nın, ABD'nin gücü karşısında denge oluşturabileceği ve bu denge arayışının Türkiye olmadan her halükârda eksik kalacağı anlaşılmıştır. Aynı şekilde, daha evvelden tarih belirtmekten şiddetle kaçınan Avrupa Birliğinin genişlemeden sorumlu Komiseri Gunther Verheugen'in de, ilk olarak Türkiye Avrupa Birliği Ortaklık Konseyinin toplantısında olmak üzere, müteaddit defalar tam üyelik tarihinden söz etmesi önemli bir işarettir. Unutulmamalıdır ki, Sayın Verheugen'in açıklamaları, kişisel bir değerlendirme değildir ve Brüksel'in görüşünü yansıtmaktadır.

Aralık ayındaki Kopehnag Zirvesinde Türkiye'nin ısrarına rağmen tarih vermeyen Brüksel, tarihinde ilk kez, ülkemizin tam üyeliği hususunda tarih telaffuz etmiştir. Bunu bir garanti olarak düşünmek tabiî ki söz konusu değildir; fakat, bir niyet beyanı olarak bu açıklamalar muhakkak ki çok önemlidir. Ülke olarak yakaladığımız bu olumlu konjonktürden azamî olarak istifade etmemiz gerekmektedir.

Avrupa Birliğinin 2000 yılı Lizbon Avrupa Konseyinde temellerini attığı ve on yıllık bir sürede Avrupa Birliğini dünyanın en dinamik ve yarışmacı ekonomisi haline getirmeyi hedefleyen Lizbon Stratejisiyle, Avrupa Birliğinin ekonomik yapısı da köklü ve hızlı bir değişime girmiştir. Euroya geçişi başarılı bir şekilde gerçekleştiren Avrupa Birliği, ekonomik düzenin eksik ve aksayan yönlerini yapısal bir değişiklikten geçirme çalışmalarına başlamıştır. Avrupa Birliği, çıtasını çok yükseğe koyarak, 2010 yılına kadar küresel rekabet gücünde bir numaralı ekonomi olmayı amaçlamıştır ve bu amaç istikametindeki siyasî kararlılık da son bir yılda pekişmiştir. Bu tabloya baktığımızda, çıkarabileceğimiz tek sonuç, yeni bir yüzyılda yeni stratejilerle ilerleyen Avrupa Birliği treninde hak ettiğimiz yeri almak için önümüzdeki kısa zaman aralığını en iyi şekilde değerlendirmektir ve Avrupa Birliğiyle aramızda oluşan açı farkını sıfıra indirmektir.

Öte yandan, Kopenhag Zirvesinde ülkemiz, için katılım öncesi yardımların önemli ölçüde artırılması kararlaştırılmıştır. Sayın Bakanımızın da değindiği gibi, bu kararın hayata geçirilmesi amacıyla, Avrupa Birliği Komisyonu Katılım Ortaklığı Belgesiyle birlikte, ülkemize 2004 yılında 250 000 000 euro, 2005 yılında 300 000 000 euro ve 2006 yılında 500 000 000 euro olmak üzere toplam 1 050 000 000 euro hibe yardımı yapılmasını önermektedir. Komisyonun önerisi, bu durumun iyileştirilmesi yönünde atılmış olumlu bir adım olarak görülmektedir.

Meclisimiz çatısı altında yapılan diğer bir gelişme, AB mevzuatına uyumla görevli olacak bir AB Uyum Komisyonu kurulmuş olmasıdır. Bahse konu komisyon, Türkiye Büyük Millet Meclisinin AB üyeliği yolundaki katkısını artıracak, Meclisiçi koordinasyonu artıracak ve karşı tarafla daha da etkin bir işbirliğini sağlayacaktır. Önümüzdeki dönemde mevzuat uyum çalışmalarının hız kazanacağı düşünüldüğünde, komisyonun kurulmuş olması daha da önem kazanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, onbeş aydır devam eden ve Avrupa'nın gelecekte hangi kurumlarla nasıl yönetileceği, karar mekanizmasının nasıl işleyeceği konularına açıklık getirmek üzere toplanmış bulunan Avrupa Konvansiyonundaki çalışmalarımız da son aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Fransa eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing başkanlığında, üye ve aday ülkelerin hükümet ve parlamento temsilcilerinin katılımıyla çalışmalarını sürdüren Konvansiyon, 2003 Haziran ayında görüş ve önerilerini "Avrupa Anayasası Taslağı" adı altında AB hükümet ve devlet başkanlarına sunacaktır. 28 üyeye ulaşmış bulunan ve genişlemesi devam eden, kabına sığmayan Avrupa Birliğine yeniden biçim verme çabasında olan konvansiyonda tartışma temel olarak federasyonu, yani, sıkı ve derin bir birliği isteyenler ile hükümetlerarası konferans tanımı altında daha gevşek bir Avrupa'yı savunanlar arasında cereyan etmiştir. Bu temel başlık altında, AB organları arasındaki güç dağılımının nasıl şekilleneceği, ulusal parlamentoların yetki sınırlarının ne şekilde belirleneceği, AB Konseyinde veto uygulamasına ne şekilde tahdit koyulacağı, uzun süreli bir AB Başkanlığı kurulup kurulmayacağı, ortak dışpolitika ve savunmanın ne şekilde oluşturulabileceği ve benzeri konular tartışılarak AB'nin işleyiş ve rolü yeniden tarif edilmeye çalışılmaktadır.

Türkiye, Birliğin içine girdiği bu tarihî süreçte ve Avrupa'nın geleceğine yönelik yoğun tartışmaların sürdüğü bu dönemde, stratejik konumunun kendisine yüklediği sorumlulukların bilinciyle, konvansiyona katkıda bulunmaktadır ve Avrupa Birliğinin temsil ettiği evrensel değerlerin yayılmasına yardımcı olma kararlılığında olduğunu ortaya koymuştur.

Kuruluşundan bu yana AB, dinamik, pragmatik ve esnek bir biçimde gelişmiştir. Son 50 yıla bakıldığında, kayda değer bir başarı görülmektedir. Bununla birlikte, Türkiye, Birliğin uluslararası plandaki rolü göz önüne alındığında, ekonomik ve ticarî bir güç olmayı başaran Avrupa Birliğinin, henüz uluslararası alanda kendisinden beklenen yapıcı ve kararlı rolü üstlenebilecek siyasî bir birlik olma yönündeki gelişimini tamamlayamadığı kanaatindedir.

Mevcut uluslararası durum ve beklentiler, Avrupa Birliğinin sahip olduğu değerler ışığında, global güç olmasını zorunlu kılmaktadır; ancak, Birlik, bunu başarabilmek için, daha aktif, daha uyumlu ve daha belirgin bir dışpolitika izlemelidir. Türkiye'nin Birliğe katılması halinde, bu katılımın Avrupa Birliğine yapacağı ekonomik, stratejik, kültürel ve politik katkıların değerlendirilmesinin doğru yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Konvansiyon çalışmalarında Avrupa Birliğinin özgürlük, demokrasi, temel haklar ve insan hakları ile hukuk devleti ilkelerine dayalı bir birlik oluşturma amacını desteklemekte olan Türkiye, Birliğin özgün yapısı dikkate alınarak mevcut anlaşmaların daha anlaşılabilir hale getirilmesi ve Birliğin vatandaşlara ve vatandaşların da Birliğe daha kolay ulaşmasının mümkün kılınması gereği üzerinde durmaktadır.

Birlik için, meşru temellere dayalı bir ortak dış ve güvenlik politikası geliştirmek ve bu politikanın Birlik içinde daha geniş bir halk desteğine sahip olması zorunludur. Ortak dış ve güvenlik politikası, ancak şeffaf ve kapsayıcı olduğu ve ayırımcılık gözetmeme ilkesine dayandığı sürece başarılı olabilecektir. Bu bağlamda, Avrupa politikalarının, mevcut uluslararası ve bölgesel mekanizmaları tekrar eden tarzda değil, bu kazanımları tamamlayan bir içeriğe sahip olması ve transatlantik diyalogun sürdürülmesinin önem arz ettiği unutulmamalıdır.

Netice itibariyle ve özetle ifade etmek isterim ki, altı aydır yoğun bir şekilde, Meclisimizi temsilen, Avrupa Birliği Konvansiyonunda yaptığımız çalışmalarda ve temaslarda, çok açık ve net bir şekilde, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin en üst düzeyde olduğu bir dönem yaşandığını görüyoruz. Son zamanlarda, Avrupa'nın muhafazakârlarıyla bile yaptığımız görüşmelerde, Türkiye'nin Avrupa Birliği için öneminin idrak edildiğini görüyoruz. Artık, yaşanılan bu süreçte, Türkiye'nin müzakerelere başlamasının ve tam üyeliğinin geri dönülemez bir yolda olduğunu herkes kabul etmektedir. Yalnız, burada kabul etmek gerekir ki, yolumuzu tayin edecek olan da bizleriz. Biz verdiğimiz taahhütleri yerine getirdiğimiz sürece, yani, yasal değişiklikleri gerçekleştirip tam manasıyla uyguladığımız takdirde önümüzde hiçbir engel bulunmamaktadır.

Biliyorsunuz, önümüzdeki günlerde, Meclisimize sunulacak olan oldukça kapsamlı bir altıncı uyum paketi söz konusudur. Sayın Bakanımız da kısaca maddelere değindi. Bunu da, hayırlısıyla, eksiksiz, problemsiz bir şekilde geçirdikten sonra işimiz daha da kolaylaşacaktır.

Neticede, inanıyorum ki, Türkiye daha geniş bir vizyon için Avrupa'ya, Avrupa da dünya sorunlarının çözümünde daha aktif ve dinamik bir rol üstlenmek için Türkiye'ye ihtiyaç duymaktadır.

Sözlerimi tamamlamadan önce, ufak bir temennimi de burada ifade etmek isterim. Biliyorsunuz, konuşmamın başında, 1963'teki Ankara Anlaşmasından ve 1970'deki Katma Protokolden bahsetmiştim; ama, esas tam üyelik başvurusunun, Sayın Bakanımızın da değindiği gibi, 1987 yılında, zamanın Başbakanı rahmetli Turgut Özal tarafından yapıldığını biliyoruz. Kendisi, o zaman, bunun ince uzun bir yol olacağını belirtmişti. Gerçekten de öyle oldu; ama, yolun önemli bir durağına oldukça yaklaştık.

Temennim şudur ki, inşallah kısmet olur da, bizim de içinde bulunduğumuz Yüce Meclisin bu döneminde Avrupa Birliğiyle müzakerelere başlarız ve hayırlısıyla, hep beraber, Avrupa Birliğine tam üyelik girişimizi de görürüz.

Bu düşünceler ve temenniyle, hepinizi tekrar sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özal.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Hatay Milletvekili Sayın İnal Batu; buyurun. (Alkışlar)

Konuşma süreniz 20 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA İNAL BATU (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliği konusundaki genel görüşme önergesinin öngörüşmesi vesilesiyle Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak amacıyla huzurunuzdayım; hepinizi saygılarla selamlıyorum.

Hiç kuşkusuz, Avrupa Birliği, çağımızın en önemli ekonomik, sosyal, siyasî ve askerî entegrasyon girişimlerinden biridir. Uzun yıllar dünya siyasetinin en önemli merkezlerinden biri olan bir coğrafyada var olan, tüm çekişmelerin, kavgaların aşıldığı yolunda önemli sonuçlar veren bir büyük vizyondur Avrupa Birliği.

Bildiğiniz gibi, bu girişimlerden ekonomik ve sosyal bütünleşme alanlarındakilerde önemli başarılar sağlandı ve bu yeni katılımlardan sonra, Avrupa Birliği, dünyanın bir numaralı ekonomik gücü haline gelecektir. Siyasî ve askerî entegrasyon alanlarında ise henüz beklenen başarıların gerçekleştirilemediğini, bildiğiniz gibi, işte, son Irak savaşında bütün açıklığıyla gördük. Bu Avrupa ordusu fikri de, daha ileri aşamalara ulaştırılamadı.

Ülkemizin, Avrupa Birliğiyle yarım asra yaklaşan bir ilişkisi var; fakat, bu ilişki başlamadan önce dahi Batı'yla yaşanan büyük gerginliklerin, savaşların sonunda ortaya çıkmış olan cumhuriyetimizin, hiçbir baskı altında kalmadan, kendi bağımsız iradesiyle, Batı hukuk sistemini ve birçok Batı değerlerini benimseyerek çok köklü ve tarihsel bir dönüşümü gerçekleştirmiş olduğunu gözden hiç kaçırmamalıyız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avrupa Birliğiyle ilk ilişkilerimizi kurduğumuz 1959 yılından bu yana geldiğimiz nokta, tabiatıyla memnunluk verici bir nokta değildir. 1990'lı yılların başına kadar sosyalist ekonomiyi benimsemiş olan birçok ülkenin tam üyeliği elde etmeleri, diğer bazılarının üyeliğin eşiğine kadar gelmiş olmaları -Romanya ve Bulgaristan'ı kastediyorum- ve garantör devlet Türkiye'nin izni olmadan Avrupa Birliğine girmemesi gerektiği bir uluslararası hukuk emri olan Kıbrıs Rum Yönetiminin de yeni üyeler arasında yer alması, gerçekten düşündürücüdür.

Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz inişli çıkışlı ve ağır işleyen bir süreç olmuştur. 1970'li yılların sonunda, o zamanki çok elverişli uluslararası koşullar gereği, Avrupa Birliği üyeliği ayağımıza kadar gelmiş iken, bu tarihî fırsatı kaçıran Türkiye, Avrupa Birliğine tam üyelik başvurusunu, ancak 1987 yılında yapabilmiştir. O günden bugüne Türkiye'nin Avrupa standartlarına göre yoksul, enflasyonu yüksek, işsizi fazla, çok nüfuslu bir devlet olmasının Avrupa'da yarattığı tereddütler, din ve kültür farklılıklarının Avrupa'daki kimi etkili çevrelerde yarattığı önyargılar, Kıbrıs sorununun haksız yere üyeliğimizin yoluna bir engel olarak çıkarılması ve Türk-Yunan gerginliklerinin sonucu olan Yunan vetoları -yirmi yıl devam etti bu- nedenleriyle, Avrupa Birliğiyle ilişkilerde hak ettiğimiz yahut özlediğimiz noktanın çok gerilerinde kalmış bulunuyoruz.

1999 Helsinki doruk toplantısında, nihayet, adaylık statüsünü alabildik; ancak, Türkiye, bütün adaylar arasında tam üyelik müzakerelerine başlayamayan tek ülke olma niteliğini de maalesef bugüne kadar korumuştur.

Yine Helsinki doruk toplantısında, Kıbrıs Rum Yönetimine, siyasal çözüm olmadan üyelik garantisi verilmesi de, işimizi bir hayli zorlaştırmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde çok kritik bir dönüm noktasına gelmiş bulunuyoruz. Türkiye'de 2002 yaz aylarında Kopenhag Kriterlerini karşılamak alanında çok önemli adımlar atılmasına rağmen, Türkiye'ye tam üyelik müzakeresi için başlangıç tarihi verilmek şöyle dursun, bu konuda yapılacak değerlendirme toplantısı 2004 yılı aralık ayına atılmıştır. 2004 yılının Türkiye'nin tam üyelik müzakerelerinin başlaması bağlamında arz ettiği önemli güçlükler -ve hatta tuzaklar da denilebilir bunlara- dikkate alındığında, bu durumdan üzüntü ve hayal kırıklığı duyulmaması mümkün değildir. Gerçekten, önümüzdeki yıl, yani 2004 yılında tam üyelik süreçleri tamamlanacak olan 10 yeni ülkenin Türkiye için onaylarının alınması gerekmektedir ki, bu yeni üyelerden birinin meşru Kıbrıs Cumhuriyeti unvanıyla haklı olarak tanımadığımız Kıbrıs Rum Yönetimi olmasının yaratacağı güçlükler kolayca anlaşılabilir; bu konuda çeşitli yorumlar şimdiden yapılıyor.

Yine 2004 yılında Avrupa Birliğinde önemli yapısal değişiklikler olacaktır; Avrupa Komisyonunun yapısı değişecek ve Avrupa Parlamentosunun ağırlığı artacaktır. O Avrupa Parlamentosu ki, Türkiye'ye bakış açısında sicili, bildiğiniz gibi, hiç de temiz değildir.

Nihayet, yine 2004 yılında, Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunlara çözüm bulunamaz ise, bu sorunların Uluslararası Adalet Divanına götürülmesi, Katılım Ortaklığı Belgesi gereği olarak, bize dayatılabilecektir.

Bu olumsuzluklara mukabil, 1 Mart 2003 tarihli Irak oylamasında Türkiye Büyük Millet Meclisinin sergilediği onurlu ve kişilikli tavrın, Avrupa Birliği üyesi devletlerde, memleketimizin saygınlık ve ağırlığını artırmış olması, kuşkusuz, olumlu bir gelişmedir.

İkinci bir olumlu gelişme de, Kıbrıs sorununun, bugün, Avrupa Birliğiyle ilişkiler açısından, umut verici bir noktaya ulaşmış olmasıdır. Türkiye'nin Annan Planına koşulsuz evet demenin dışında hiçbir seçeneği olmadığını, bu planın reddinin Türkiye'ye Avrupa Birliği kapılarını tamamen kapatacağını savunan görüşlerin aksine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ve Türkiye'nin yaptığı açılımlar sonucunda gelinen nokta, Kıbrıs'ta Ada gerçeklerine uygun, kalıcı ve adil bir siyasal çözüme ulaşılması yolundaki umutları yeşertmiş bulunmaktadır. Bugün, Kıbrıs'ta siyasal bir çözüme nasıl ulaşılabileceğinin tüm dünyada daha iyi anlaşıldığı bir tablo oluşmuştur. Kıbrıs'ta oluşan bu tablo, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde daha ileri, daha yapıcı bir noktaya ulaşılmasında kuşkusuz etkili olmuştur ve olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kıbrıs konusunda ulaşılan bu evrede, Avrupa Birliğinin, Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rum Yönetiminin de olumlu karşı adımlar atmalarını beklemek, herhalde hakkımızdır. Kuzey Kıbrıs'ı, askerî işgal altında, duvarlar yıkıldığında boşalacak bir arazi parçası gibi görenler, herhalde bugün mahcubiyet içindedirler. Atılması gereken ilk adım, Avrupa Birliğinin, yıllardır sürdürülen, insan haklarını hiçe sayan ambargoları süratle kaldırmasıdır. Bu bağlamda, genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Verhaugen'in yakında Kıbrıs'a yapacağı ziyareti ilgiyle izleyeceğiz.

Kıbrıslı Rumlar, Kuzey Kıbrıs'a ve Türkiye'ye seyahat hakkını kazanmışken, bırakınız Kıbrıslı Türkleri, pasaportunda Kuzey Kıbrıs giriş damgası bulunan Türk vatandaşlarının dahi Yunan vizesi alamamaları garabeti artık sona erdirilmelidir. Kıbrıs Rum Yönetiminin, Türkiye kökenli KKTC vatandaşlarına kapıları kapalı tutması da çağdışı bir yaklaşımdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi, Avrupa Birliği tam üyeliği hedefine ulaşılması yolunda daima öncü bir rol oynamıştır. Daha Kopenhag kriterleri ortada yokken, partimizin bu kriterlerin, bu ilkelerin Türkiye'de kabulü için yıllar öncesinden başlattığı mücadele herkesin malumudur. Bugün ulaşılan yeni ve kritik aşamada, son Kopenhag doruk toplantısı öncesinde hükümete verdiğimiz etkili destek hatırlanacaktır. Partimizin, Avrupa Birliği ufkuna erişmek yolundaki yoğun çabaları aralıksız devam etmektedir. Başta, Genel Başkanımız Sayın Baykal olmak üzere, partimizin yetkilileri, Türkiye içinde ve Avrupa ülkelerinde, tam üyelik için destek girişimlerini, neredeyse her gün sürdürmektedirler. Bu girişimleri, özellikle, üyesi bulunduğumuz Sosyalist Enternasyonal ve Avrupa Sosyalist Ülkeler Birliğinde yoğunlaştırmış bulunuyoruz. Şu anda dahi, Genel Başkanımız, Berlin'de, aynı yönde, önemli temaslar yapmaktadır.

Avrupa Birliğiyle ilişkilerde bugün ulaşılan aşamada, Türkiye'nin yeni tereddütler ve yalpalamalar içine girmesi, tarihî bir hata olacaktır. Tam üyelik sürecini tamamlamak zorundayız. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, tabiatıyla, üzerimize düşen görevi yapmalıyız ve yapacağız. Sorunları, doğru değerlendirerek mutlaka aşacağız. Yeni uyum paketi Yüce Meclisten geçtikten sonra ve esasında Avrupa Birliğiyle aramıza girmemesi gereken Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunlarında kaydedilen olumlu gelişmeler de dikkate alındığında, Avrupa Birliğinin bizi bir kez daha hayal kırıklığına uğratmaması gerekmektedir. Avrupa Birliğinin her birkaç ayda bir Türkiye'ye yeni paketler dayatması da, herhalde, haklı bir davranış olmayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2003 ilerleme raporunun hazırlanmasına değin, hükümetimizin mevcut yasal eksiklikleri ve ayrıca uygulamada karşılaştığımız arızaları süratle gidermesini bekliyoruz. Bu "uygulamada karşılaşılan zorluklar" ibaresinin bilhassa altını çizmek istiyorum. O konuda hiçbir mazeretimiz yoktur.

Yunanistan'la anlayışlı ve yapıcı bir diyaloğun başlatılması için gerekli girişimlerin yapılmakta olduğunu umut ediyoruz. Aksi takdirde, 2004 yılı çabucak gelir ve bu defa da "hadi bakalım, Ege sorunlarını çözün, size öyle tarih verelim" gibi bir uyutma, oyalama taktiğiyle karşılaşabiliriz. Buna fırsat vermemek için, o tarih geldiğinde, hiç olmazsa, Yunanistan'la sorunları çözememiş olsak dahi, olumlu ve yapıcı bir görüşme süreci içinde olmamız çok önemlidir.

Ekonomik durumumuzun ve diğer alanlardaki tüm mevzuatımızın Avrupa Birliği standartlarına yakınlaştırılması için de yapacak çok şey vardır, bir dağ gibi önümüzde durmaktadır bu konudaki mükellefiyetlerimiz. Nihayet, Türkiye'nin hakkı olmasına rağmen, tam üyelik müzakere tarihi değerlendirmesinin 2004'ten bu yıl sonuna çekilmesi talebimizin halkımızda gerçekçi olmayan beklentiler yaratmamasına da -üslubumuzda- dikkat etmemiz gerekiyor. Bu, bizim hakkımız -görüşmemizin başında da söyledim- ama, sanki böyle bir gelişme olacak, 2003 yılı sonunda değerlendirme yapılacak, 2004 yılı başında da tam üyelik müzakereleri başlayacak gibi bir değerlendirmeyi halkımıza mal edersek, sonra zorluklara düşebiliriz.

Evet, tabiî, bu konuda Cumhuriyet Halk Partisinin ayrıntılı görüşleri, genel görüşme sırasında ve daha ileriki bir aşamada, altıncı uyum paketi önümüze geldiğinde Yüce Heyetin takdirine sunulacaktır.

Ben, burada, genel görüşme açılması için Cumhuriyet Halk Partisinin olumlu oy kullanacağını belirterek sözlerime son vermek istiyorum.

Hepinizi içten saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Batu.

Önerge sahibi olarak hükümetin 10 dakika konuşma hakkı vardır. Önerge hükümet adına verildiği için, hükümeti temsilen bir bakan konuşabilir.

Hükümet, İçtüzüğün verdiği bu hakkını kullanacak mıdır?

DIŞİŞLERİ BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, aynı şeyleri tekrarlamak istemiyorum; nasıl olsa, genel görüşme talebimiz var. Ben, önceki konuşmamda süremi de aşarak konuştum; dolayısıyla, yeni bir talebimiz söz konusu değil.

BAŞKAN - Genel görüşme önergesi üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Genel görüşme açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler...Genel görüşme açılması kabul edilmiştir.

İçtüzüğün 103 üncü maddesi gereğince, genel görüşmenin günü daha sonra Danışma Kurulunca tespit edilerek, onayınıza sunulacaktır.

Alınan karar gereğince, Ergene Nehrindeki kirliliğin ve çevreye etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu raporu ile Türkiye Halk Bankasının 1997 yılına ve Atatürk Orman Çiftliğinin 1998 ve 1999 yıllarına ait Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu raporlarını sırasıyla görüşmek için, 27 Mayıs 2003 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 15.50