DÖNEM
: 22 CİLT : 13 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
75 inci Birleşim
6 . 5 . 2003 Salı
İ
Ç İ N D E K İ L E R
Sayfa
I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. - Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan
Yerlikaya'nın, Tunceli İlinin sorunları ve alınması gereken tedbirlerle,
Bingöl'de meydana gelen deprem ve Tunceli İline yansımalarına ilişkin
gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı
2. - Adana Milletvekili Ayhan Zeynep
Tekin'in, Türkiye'de kalitesiz yapılaşmanın ve standartlara uymayan inşaat
malzemeleri kullanımının özellikle deprem riski taşıyan bölgelerde sebep olduğu
sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki
Ergezen'in cevabı
3. - Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp
Güney'in, pancar ekicilerinin sorunları ve alınması gereken tedbirlere ilişkin
gündemdışı konuşmasına ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan ve
44 milletvekilinin, özelleştirme uygulamaları konusunda Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/72)
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - Mersin Milletvekili Hüseyin Güler'in
(6/371) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/53)
2. - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
Sırbistan ve Karadağ'a yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen
milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/255)
3. - Bitlis Milletvekili Vahit Kiler'in,
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/83) doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin talebini geri çektiğine dair önergesi (4/52)
IV. -
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1. - Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti
Grubu önerisi
V. - SEÇİM
A)
KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ
1. - (10/29, 31) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu üyeliklerine seçim
VI. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. - İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/534) (S. Sayısı : 73 ve 73'e 1 inci
Ek)
VII. -
SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI
1. - Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın,
isteğe bağlı sigorta ve BAĞ-KUR primlerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun cevabı (7/356)
2. - Ankara Milletvekili Ersönmez
Yarbay'ın, elektrik kullanımında bölgesel tarife uygulamasına ne zaman
geçileceğine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi
Güler'in cevabı (7/386)
3. - Antalya Milletvekili Feridun Fikret
Baloğlu'nun, Bingöl-Yedisu Sağlık Ocağına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep
Akdağ'ın cevabı (7/388)
4. - İstanbul Milletvekili Kemal
Kılıçdaroğlu'nun, genel seçimler sonrası verilen açıktan atama izinlerine
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in
cevabı (7/392)
5. - Hatay Milletvekili Fuat Çay'ın,
müşterek kararname ile yapılan atamalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/400)
6. - İzmir Milletvekili Muharrem
Toprak'ın, SSK'da sözleşmeli olarak çalışan doktorların özlük haklarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun
cevabı (7/402)
7. - Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın,
Antalya'da kaldırılan bazı TEDAŞ tahsilat veznelerinin yeniden açılıp
açılmayacağına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi
Güler'in cevabı (7/405)
8. - Denizli Milletvekili Mustafa
Gazalcı'nın, Başbakanlıkta çalışan personele ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/411)
9. - İzmir Milletvekili Muharrem
Toprak'ın, granit taşı üretiminin artırılmasına ilişkin sorusu ve Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/421)
10. - Samsun Milletvekili Haluk Koç'un,
TRT Genel Müdürü adaylarının seçimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Beşir Atalay'ın cevabı (7/463)
I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak
iki oturum yaptı.
Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Yılmaz
Ateş, Bingöl İlinde meydana gelen deprem nedeniyle hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yaralılara ve yakınlarına geçmiş olsun
dileklerini belirten bir konuşma yaptı.
AK Parti Bursa Milletvekili Faruk Çelik,
CHP Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek,
Aynı konuda grupları adına görüşlerini
belirttiler.
Tokat Milletvekili Feramus Şahin,
Çorum Milletvekili Agah Kafkas,
1 Mayıs işçilerin birlik ve dayanışma günü
münasebetiyle;
Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından yapılacak frekans
ihalelerine ilişkin,
Gündemdışı birer konuşma yaptılar.
Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen ve
31 milletvekilinin, gemi kaynaklı deniz kirliliği ile atık toplama ve arıtma
hizmetleri konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/71)
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve
öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.
Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar'ın
(6/256), (6/292) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi
okundu, sözlü soruların geri verildiği bildirildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1 inci sırasında bulunan, İş Kanunu
Tasarısının (1/534) (S. Sayısı : 73) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.
2 nci sırasında bulunan, Çevre ve Orman
Bakanlığı Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının (1/546, 1/63, 1/142,
1/151, 1/180) (S. Sayısı : 127) görüşmeleri tamamlandı, elektronik cihazla
yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.
6 Mayıs 2003 Salı günü saat 15.00'te
toplanmak üzere, birleşime 23.43'te son verildi.
Yılmaz Ateş |
|
|
Başkanvekili |
|
|
|
Suat Kılıç |
Enver Yılmaz |
|
Samsun |
Ordu |
|
Kâtip
Üye |
Kâtip
Üye |
No. : 103
II. - GELEN KÂĞITLAR
2 . 5 . 2003 CUMA
Süresi İçinde
Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergesi
1. - Hatay Milletvekili Abdulaziz
Yazar’ın, muhtemel Irak operasyonu için biyolojik saldırılara karşı alınan
önlemlere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/287)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 15.00
6 Mayıs 2003 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili
İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER : Mevlüt
AKGÜN (Karaman), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 75 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere
başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, üç değerli
milletvekili arkadaşımız gündemdışı söz talebinde bulunmuştur; kendilerine
sırasıyla söz vereceğim.
Gündemdışı ilk söz, deprem ve Tunceli
İlinin sorunlarıyla ilgili söz isteyen Tunceli Milletvekili Sayın Sinan
Yerlikaya'ya aittir.
Buyurun Sayın Yerlikaya. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 5 dakikadır. Süreye riayet
etmenizi de rica ediyorum.
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. -
Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Tunceli İlinin sorunları ve
alınması gereken tedbirlerle, Bingöl'de meydana gelen deprem ve Tunceli İline
yansımalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki
Ergezen'in cevabı
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Tunceli) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; sözlerimin başında, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bingöl İlimizde 1 Mayıs günü vuku bulan
depremden ötürü, ölen vatandaşlarımıza, çocuklarımıza Allah'tan rahmet
diliyorum, yakınlarına başsağlığı dileklerimi iletiyorum, yaralı
vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. Bütün Türkiye'nin başı sağ olsun.
Yine, bugün, 31 yıl önce, suçları yalnızca
"kahrolsun ABD emperyalizmi ve yaşasın demokratik, laik ve bağımsız
Türkiye" demek olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın idam
edildiği gündür. "Ya vatan ya ölüm" diyen, bir damla kan akıtmayan,
dillerinden Atatürkçülüğü düşürmeyen bu devrimci gençlerimizin anıları önünde
saygıyla eğiliyorum. Tıpkı Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamı gibi, bu idam
da yanlış olmuştur, haksız olmuştur, maalesef içbarışımızı çok zedelemiştir
değerli arkadaşlarım. Bu vesileyle, vatanımız için, Türkiyemiz için ölen bütün
şehitlerimizin anıları önünde saygıyla tekrar eğiliyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye, depremler
kuşağı içerisinde, geçmişte olduğu gibi, yakın tarihimizde de sık sık depremler
yaşadı. 17 Ağustos 1999 tarihinden bugüne kadar, Kocaeli, Yalova, Gölcük, Bolu,
Avcılar ve sonrasında Pülümür, Bingöl depremleri; ama, arkadaşlar, görülen odur
ki, biz, bu depremlerden hiçbir ders çıkarmamışız. Sorun, her afetten sonra bütün
sıcaklığıyla gündeme gelmekte, bir süre sonra unutulmaktadır, ta ki yeni bir
deprem oluncaya kadar. Oysaki, Türkiye, depremlerle bir arada yaşamaya mecbur
bir ülkedir. Bu nedenle, bugünden tezi yok, bir ulusal deprem politikası
belirlemek durumundayız. Yerleşme ve yapılaşma konularında gerekli yasal
tedbirleri almalıyız. Depremde tuzla buz olan kamu binalarının müteahhitleriyle
beraber, bu binaların kabulünde rol oynayan müdürleri ve kontrol mühendislerini
de sorumlu tutarak, bunlar hakkında da cezaî takibata geçilmeli; mevcut ceza
oranı bir yasa değişikliğiyle artırılarak, bir trafik cezası suçundan
çıkarılmalı ve bu sorumlular hakkında gereken ceza verilmeli, tecziyeye
gidilmelidir; yoksa, cezanın caydırıcılık prensibi ortadan kalkmış olur.
Değerli arkadaşlar, Tunceli ve Bingöl'deki
depremlerden dolayı, dün, genel hayatı etkinlik onayının alındığını öğrendim.
Bu kararı saygıyla karşılıyorum ve bu kararda etkili olan Bayındırlık Bakanını
kutluyorum. Zaten, Sayın Bakan, her iki depremde de, olay günü hemen deprem
mıntıkasındaydı, çalışmaları izleyerek bilgiler aldı, sonradan buraya gelerek
gereken yardımlarda bulundu. Bu hakkı teslim etmeliyiz kendisine, Sayın Zeki
Ergezen'e teşekkürlerimi sunuyorum. Ancak, depremde zarar gören belediyelerimiz
de var. Belediyelerimizin altyapıları çok zarar görmüştür değerli arkadaşlar.
Bu nedenle, 4123 sayılı Yasa devreye sokularak her iki il afet bölgesi ilan
edilmeli, buradaki belediyelerimizin İller Bankasında olan payları kesilmemeli,
hatta, paylar artırılarak, belediyelerimizin vatandaşa hizmet olanağı
sağlanmalıdır. Bu nedenle, afet bölgesi ilan edilmesi de acilen önem arz
etmektedir.
Yine, bu yöremizde bulunan çiftçilerimiz,
esnafımız da, gayet tabiî olarak büyük zarar görmüşlerdir. Çiftçi ve
esnafımızın da bankaya olan borçları, kooperatife olan borçları belli bir süre
ertelenmeli ve bu kesime de büyük bir destek verilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, depremler, tabiî ki,
çok sorun yaratıyor; ama, geçmişte bu bölge büyük sorunlar yaşadı, yirmi yıl
olağanüstü halle idare edildi, köyler boşaldı, insanlarımız göçe zorlandı ve
nitekim, bölge tamamen hasarlı bir bölgedir. Tunceli de bu bölge içindedir.
Tunceli'nin büyük sıkıntıları var, büyük dertleri var değerli arkadaşlarım.
Bölgenin ortak dertlerinden biri olan ve Tunceli'de hüküm süren bu dertlerin
başında köye dönüş meselesi var. Ne yazık ki, bugüne kadar, hiçbir hükümet,
köye dönüş projesi konusunda adam gibi bir proje ortaya koymadı. Köy serbest
dediler...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Benim 5
dakikam bitti mi Sayın Başkan?
BAŞKAN - Bitti.
Sayın Yerlikaya, size 2 dakika eksüre
veriyorum, lütfen, tamamlayın.
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Köye
dönüş serbest, gidebilirsiniz dediler; ancak, ne yazık ki, vatandaşın köye
gidecek, tarlasını ekecek, evini yapacak parası yok. Hakikaten, devletin bu
konuya ciddî biçimde eğilip, acil bir köye dönüş projesi hazırlayarak,
vatandaşımızın derdine derman olması gerekiyor.
İlimizin çok sorunları var -daha baştayım-
sağlık sorunları var, eğitim sorunları var; ben, bu iki sorunu çok önemli
sayıyorum. Bugün, Tunceli'nin bütün köy okulları ve sağlık ocakları kapalı
bulunmaktadır. İlimizde mevcut bir tek hastane vardır, ilçelerde sağlık
merkezleri vardır; ama, Sağlık Bakanlığının, bu sağlık merkezlerini sağlık
ocağına dönüştürdüğünü görüyoruz; bu, çok yanlış bir karardır. Oranın iklim ve
coğrafî yapısı göz önüne alınırsa, vatandaş, sağlık ocaklarından yeterli
biçimde hizmet alamaz; çünkü, bu merkezler ortadan kaldırılırsa, günübirlik
sağlık tedavisiyle, vatandaşa gereken sağlık hizmetini veremeyiz, Sağlık
Bakanlığımız, bu karardan acilen vazgeçmeli; hatta ve hatta, bu sağlık
merkezlerini hasta yatabilecek standarda getirmelidir.
Yine, Tunceli İlinde, ne yazık ki uzman
hekim yok. Bu konuyu, bütçe görüşmelerinde de soru olarak dile getirdim; bu
sorunun da çözülmesi gerekiyor.
Yine, depremlerden dolayı yatılı bölge
okullarımız, okullarımız çok zarar gördü. Okullar, eğitim yönünden çok eksik
durumdadır. YİBO'lar yetersiz duruma gelmiştir. Bu nedenle, Mazgirt'te acilen
yeni bir yatılı ilköğretim bölge okuluna, Hozat'ta, Pertek'te ikinci bir yatılı
okula ihtiyaç vardır; çünkü, öğrenciler -kapasite itibariyle- bu okullara
sığmamaktadırlar. Yine, mevcut okullarımızın derslikleri çoğaltılmalı, hizmete
geçirilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, Tunceli'nin daha
birçok derdi var. Bunları geçerek, son olarak, kısaca şuna değinmek ve Sayın
Başkandan da bir ricada bulunmak istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Sayın
Başkan, 1 dakika eksüre rica ediyorum.
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN
(Bitlis) - Sayın Başkan, benim 2 dakikamı Sayın Yerlikaya'ya verin.
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Sağ
olun.
BAŞKAN - Sayın Bakan süresini verdi; ama,
programı ona göre ayarladık.
Sayın Yerlikaya, siz, konuşmanızı
toparlayın; işin önemi ortadadır.
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Değerli
arkadaşlarım, Tunceli, hayvancılık itibariyle cazip bir merkezdir. Orada
yaylalar vardır, Pertek ve Çemişkezek ilçelerimizde "göçerler"
dediğimiz Şavaklar vardır; bunlar, her yıl yaylalara gitmektedirler.
Hayvancılık, son zamanlarda çok zayıfladı. Hayvancılığın gelişmesi, bu
insanlara yapılacak yardımla mümkün olabilecektir. Bu insanlarımıza maddî ve
manevî destek vermeliyiz, yaylalara gidiş gelişlerinde, yayla bulmaları
konusunda kendilerine avantaj sağlamalıyız, mümkünse, kapalı yayla
bırakmamalıyız ki, bu insanlar, mümkün mertebe, yaylalarına gitmek durumunda
olsunlar.
Yine çok önemli bir konu -Türkiye için de
çok yararlı- Tunceli'nin turizmine şu ana kadar el atılmamış, Tunceli'nin
turizm master planı çıkarılmamıştır. Bu plan çıkarıldığı takdirde, Tunceli'nin
turizm bakımından çok zengin olduğu ortaya çıkacaktır ve dolayısıyla,
Türkiye'nin bütçesine de çok büyük katkı sağlayacaktır. Tunceli'nin turizm
master planının çıkarılmasına acilen gerek vardır.
Bugün, Köy Hizmetlerini aradığımda,
akaryakıtlarının olmadığını ve hiçbir araçlarının çalışmadığını söylediler.
Ayrıca, ilimizde Köy Hizmetlerinin araçları zaten çok eksiktir. İlimizdeki
araçların büyük bir miktarını Kovancılar-Bingöl karayoluna aktardıklarını
duydum. Oysaki, Tunceli de bir deprem mıntıkasıdır, orada da deprem vuku
bulmuştur. Bu ilimizdeki araçlar, mümkün mertebe yerinde kalsın, deprem
görmeyen civar illerdeki bazı araçlar -tabiî ki, önemlidir orası- oraya takviye
edilsin; o nedenle, bunu Sayın Bakandan da rica ediyorum.
Tunceli'nin, Karayollarına bağlı olan
yolları olsun, Köy Hizmetlerine bağlı olan yolları olsun, çok kötü bir durumdadır,
onarılmayacak bir durumdadır. Bunu, sayın bakanlarımıza...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum, sağ olun.
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Çok
teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Gündemdışı ikinci söz,
ülkemizdeki deprem ve bozuk yapılaşma konusunda, Adana Milletvekili Sayın Ayhan
Zeynep Tekin'e aittir.
Buyurun Sayın Tekin. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
2. - Adana
Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin'in, Türkiye'de kalitesiz yapılaşmanın ve
standartlara uymayan inşaat malzemeleri kullanımının özellikle deprem riski
taşıyan bölgelerde sebep olduğu sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı
AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Ben,
öncelikle, Bingöl'de hayatını kaybeden insanlara rahmet, ülkemize başsağlığı,
yaralılara şifa diliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizde son zamanlarda sık sık meydana gelen, sonuncusunu Bingöl'de
yaşadığımız depremle ilgili, inşaat mühendisi, bürokraside müteahhit-kontrol
ilişkilerini yaşamış bir bürokrat, her şeyden önce duyarlı bir insan olarak söz
almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisimizi, aynı zamanda
televizyonları başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı da saygıyla
selamlıyorum,
İnsan hayatı üzerine kurulan karşılıklı
çıkar ilişkilerini, yolsuzlukları, hırsızlıkları ortadan kaldırarak, kontrol ve
müteahhit ilişkilerinde rüşvet çarkının önlenmesi, daha doğrusu, ahlak
hırsızlığının önlenmesi, yine, hükümetimiz döneminde yapılacak çalışmalarla
gerçekleşecektir. Bunları söyledikten sonra, depremle ilgili teknik bilgiler
sunmak istiyorum.
Yapılarımıza, düşey doğrultuda etkiyen
yüklerin yanı sıra, en önemli yük, özellikle ülkemizde deprem yüklemesidir.
Dünyanın derinliklerinde "aktif fay" denilen bölgelerde relatif
hareketle biriken enerji, kırılma sonucu açığa çıkmaktadır. Bu noktaya, deprem
odağı (fokus) adı verilir. Deprem odağının tam üstüne tekabül eden yer kabuğu
üzerindeki noktaya ise deprem merkezî (epicenter) adı verilir.
Deprem odağında açığa çıkan muazzam
enerji, her yönde enerji dalgaları olarak yayılır, bu enerji dalgaları yeryüzü
kabuğuna ulaşırlar ve taban kayasında hareketler oluştururlar. Bu hareketler,
deprem ölçüm aletleri tarafından, genellikle deprem süresince, zamana bağlı
ivmeler olarak kaydedilir. En kuvvetli yer hareketleri deprem merkezinde ve
civarında olur; deprem merkezinden uzaklaştıkça bu hareketler süratle azalır.
Dünyanın derinliklerindeki mevcut ana fay
hatları bellidir ve Türkiye, Akdeniz'den Asya Kıtasının içlerine uzanan ana fay
hatlarından birinin üzerindedir. Bu durumda, Türkiye, ciddî deprem riskine
maruz bir ülke olarak görülmelidir.
Türkiye'de her bölgenin, ana fay hatlarına
yakınlık ve uzaklığına göre, bir deprem riski bulunmaktadır. Türkiye'deki her
bölgenin deprem riski, Türkiye Cumhuriyeti Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
tarafından yayımlanan deprem bölgeleri haritasına göre belirlenmiştir.
Türkiye'de yapılan tüm inşaat yapılarının, bu deprem bölgesi haritasına göre ve
1998 yılında uygulanması zorunlu hale getirilen Afet Bölgelerinde Yapılacak
Yapılar Hakkında Yönetmelik ve TS-500 Betonarme Yapıların Hesap ve Yapım
Kuralları ilkelerine göre yapılması gerekmektedir; fakat, ülkemizde görülen
odur ki, bu yönetmelik ve kurallar, nedense, yeterince uygulanmamaktadır.
Deprem bölgelerinde yapılan incelemelerde,
yapılarda meydana gelen hasarların, zemin sorunları yanında, çeşitli işçilik,
malzeme, statik sistem sorunları ve teknik kusurlardan kaynaklandığı
görülmektedir. İnşaatlarda kullanılacak malzeme ve yapılacak işçilik, Türk
Standartları Enstitüsü ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığı genel teknik
şartnamesi kurallarına uygun olmalıdır. İnşaatlarda çalışan demirci ve kalıpçı
ustalarının, genellikle meslekte çalışarak yetiştikleri, herhangi bir teknik
eğitim alarak belge sahibi olmadıkları görülmektedir.
Pratikten yetişen -burası çok önemli sayın
milletvekilleri- bu elemanlar, zaman zaman çeşitli konularda çok önemli olan
hususları pratikten öğrendikleri şekliyle yaparak yanlış ve hatalı uygulamalara
sebep olmakta veya çeşitli nedenlerle ihmalci davranmaktadırlar. İnşaatlarda
çalışması öngörülen ara eleman olarak yapı teknikerlerinin, sürveyanların
mutlaka iş başında olmaları ve bu konuda gerekli denetimleri yapmaları
gereklidir. İnşaatlarda çalışan ve yapının statik sistemini inşa eden demirci
ve kalıpçı ustalarının, mutlaka çeşitli meslekî bilgileri içeren kurslara tabi
tutulması, başarılı olanlara belge verilmesi ve inşaatlarda belgesiz usta ve
kalfa çalıştırılmaması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
pratikten yetişen mevcut usta ve kalfalar, belge almaları için teşvik
edilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun, lütfen tamamlayın.
AYHAN ZEYNEP TEKİN (Devamla) - İnşaatlarda
meydana gelen hasarların bir bölümü demirci ustası ve kalıpçı ustasının çeşitli
nedenlerle yaptığı işçilikten doğan hatalardan kaynaklanmaktadır.
Özel inşaat yapan mal sahipleri ve
müteahhitler, inşaatları genellikle usta ve kalfalara kaba inşaat olarak
metrekare birim fiyat üzerinden götürü usulde yaptırmaktadırlar. Burada, usta
ve kalfalarla pazarlık yapılması sonucunda, demirci ve kalıpçı ustaları, işsiz
kalmamak için -önemle üzerinde duruyorum, vurguluyorum- fiyat kırmaktadırlar.
Aşırı fiyat kıran usta ve kalfalar, doğal olarak, zarar etmemek için işçiliği
gereği gibi yapmamaktadır. Örneğin, kolonlarda etriye sıklaştırılmasını
yapmamakta, kiriş-kolon ve döşeme demirlerini yeteri kadar sıklıkta bağ teliyle
bağlamamakta, etriye uçlarını kolon ve kiriş içine doğru kıvırmamakta veya işi
zarar etmeden bitirebilmek için çeşitli hatalar yapmaktadırlar. Kalıpçı
ustaları, kalıp tahtalarını yeterince sıkıştırmadıkları için, beton dökülürken
beton şerbeti bu kalıp aralıklarından sızıp gitmektedir.
Böylece, beton mukavemeti düşmektedir.
Bunun için, kalıbın, beton şerbetini kaçırmayacak şekilde sıkı çakılması
gerekmektedir. İnşaatların taşıyıcı sistemini inşa eden usta ve kalfaların
yeterince denetlenmedikleri, ayrıca ücretlerinin tam olarak verilmemesi
yüzünden eksik iş yapmaları sonucu çeşitli hasarlar meydana geldiği müşahede
edilmiştir.
Proje onaylayarak veya ruhsat alınarak
yapılan inşaatlarda dahi, inşaat faaliyeti esnasında, teknik uygulama
sorumlusunun bilgisi dışında uygulama projelerinin değiştirildiği, ilaveler
yapılarak projenin büyütüldüğü, kat yüksekliklerinin artırıldığı tespit
edilmiştir. Esasen, birçok inşaatta teknik uygulama sorumlusunun bilgisi
dışında imalatlar ve proje değişiklikleri yapılmaktadır. Yapının projesine
uygun olarak imalatın yapılmasının sağlanması zorunludur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tekin, son sözleriniz için
mikrofonu açıyorum.
AYHAN ZEYNEP TEKİN (Devamla) - Efendim,
bu, çok önemli bir konu; arkadaşlarımın da müsaadesini alarak, teknik bilgi
vermek istiyorum, izin verirseniz.
BAŞKAN - Efendim, siz, bu işin mahareti
içerisinde özetleyin lütfen.
AYHAN ZEYNEP TEKİN (Devamla) - Teşekkür
ederim.
İnşaatlarda kullanılan malzemelerin Türk
standartlarına uygunluğu önşart olmalıdır. Oysa, bazı inşaatlarda yapılan incelemelerden
ve alınan malzeme örneklerinden, inşaatın belkemiğini oluşturan inşaat
demirinin, projesinde gösterilen mukavemet değerinin altında olduğu, betonarme
betonu sınıfının düşük kalitede olduğu tespit edilmektedir. Buradan çıkan
sonuç; yapılarda, genellikle düşük mukavemetli malzeme kullanıldığı ve
dolayısıyla, bu malzeme farklılığından dolayı parasal yönden yüklenici firmalar
kâr etmektedir.
Yapılarda meydana gelen hasarların en
önemli nedenlerinden biri, yapının statik sistemindeki aksaklıklardır. Statik
sistemi kuran mühendisin yeterince tecrübeli olması, gerekli mühendislik
formasyonunu haiz olması gereklidir; günümüzde, mevcut şartname ve
yönetmelikler çerçevesinde, statik projeyi yapabilmelidir.
Kontrol noktalarında çalışan mühendislerin
de, yeterince tecrübeli olmaları, malzeme ve projeyi okuma yetenekleri
bulunmalıdır.
Türkiyemizde, dört yıllık eğitimle
mühendis yetiştiriyor ve bu mühendislere geniş yetkiler veriyoruz. On yıllık,
yirmi yıllık mühendislerimizi, yeni mezun olanlarla bir tutuyoruz. Dünyanın
hiçbir yerinde, dört yılda, mühendislik mesleği tam olarak öğretilemez; ancak,
temel bilgi ve prensipler öğretilebilir.
Mühendislerimizin meslekî bilgi ve
birikimlerini geliştirmek için, okul sonrası açılacak meslekiçi eğitim
seminerleri ve kurslarıyla, dünyada ve ülkemizde, mühendislik alanlarındaki
yeni bilgileri vermek durumundayız. Depreme dayanıklı yapı üretimi, ancak
deprem mühendisliğindeki gelişmeleri yakından takip edebilen bilinçli mimar ve
mühendislerle sağlanabilir. Bu anlamda, meslekiçi eğitim konusuna ağırlık
verilmelidir. Üniversitelerin ve meslek odalarının, meslekiçi eğitim
programlarına ağırlık vermeleri sağlanmalıdır.
Ülkemizde meydana gelen her deprem sonrası
bir fay tartışması gündeme gelmektedir. Görsel medyada ve basında, bundan sonra
muhtemel deprem senaryoları düzenlemekte ve nerede, nasıl, kaç şiddetinde bir
deprem olacağı bol bol konuşulmaktadır. Artık, bu tartışmaları bir kenara
bırakıp, depremin, Türkiye'de ortaya koyduğu toplumsal ve siyasal gerçeği,
deprem riskine karşı hangi önlemlerin alınması gerektiği konularını, en kısa
zamanda görüşmeye açmalıyız.
Üniversitelerimizdeki inşaat
fakültelerinde bulunan hocalarımızın da en kısa zamanda devreye girerek, mevcut
kamu yapıları ve diğer inşaat yapılarıyla ilgili araştırma ve çalışma
yapmalarını ve alınacak önlemlerin bir an önce ortaya konulmasını sağlamalıyız.
Hepinizi, tekrar, en kalbî duygularımla,
saygılarımla selamlıyorum; ülkemizin, bir daha depremlere maruz kalmamasını,
insan kaybı olmamasını diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tekin.
Milletvekili arkadaşlarımızın, Tüzük
gereği verilen süreye riayet etmeleri Başkanlığın beklediği bir hassasiyettir;
arkadaşlarımız bu konuya riayet ederlerse, biz, işleri daha kolay götürürüz.
Şimdi, her iki konuşmacımız da deprem
konusu üzerinde düşüncelerini arz ettiler.
Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Zeki
Ergezen bu konuda söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN
(Bitlis) - Sayın Başkanım, sayın milletvekillerim; 1 Mayıs 2003 Perşembe
03.27'de Bingöl'de meydana gelen 6,4 şiddetindeki depremde, 177 kişi hayatını
kaybetmiş -bunlardan 85'i Çeltiksuyu Pansiyonundaki öğrencilerimiz- 520 kişi
yaralanmış -114'ü, yine, aynı pansiyondaki öğrencilerimiz- 312 ev yıkılmış, 2
400'ü oturulamaz hale gelmiştir. Bundan dolayı, önce Bingöllülere, yakınlarına,
ondan sonra halkımıza başınız sağ olsun diyoruz; ölenlerimize Allah'tan rahmet,
yaralılarımıza da şifa diliyoruz ve Cenabı Mevlam, halkımıza, Bingöllülere
sabırlar versin diyoruz.
Ayrıca, depremi, Sayın Sinan Yerlikaya'nın
sosyal boyutuyla, Sayın Zeynep Tekin'in de teknik boyutuyla Meclisin gündemine
getirmiş oldukları ve bundan dolayı da, bizim sizlere bilgi vermemize imkân
sağladıkları için, iki sayın milletvekilimize teşekkür etmek istiyorum.
Muhterem milletvekilleri, depremin gece
03.27'de olmasından hemen sonra, İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu, başta
Sayın Başbakanımız olmak üzere bizleri haberdar etti. Biz de, Bingöl milletvekillerini
arayarak, alelacele Bakanlığa intikal ettik. Bir koordinasyon sağlandı ve Sayın
Başbakanımız, ilgili bakanlar ve milletvekilleriyle beraber Böngöl'e hareket
ettik.
Deprem mahalline gittiğimizde, gerçekten,
herhalde geçmiş depremlerden kazanılan tecrübeyle de "bir musibet bin
nasihatten evladır" diyerek, Gölcük depreminden sivil savunmanın ders
aldığını, valilerimizin, örgütlü diğer insanlarımızın ders çıkardığını ve
gerekli tedbirleri aldıklarını gördük.
Başta sivil savunma arama-kurtarma ekiplerinin,
Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ekiplerinin, bir plan
dahilinde, bölgeye intikal ettiklerini gördük.
Çevre illerden kurtarma ekipleri, bölgeye
zamanında ulaştılar.
Kızalayın çadırları, biz, sabah
11.00-12.00 civarında orada olduğumuzda, yeterli olmasa da ulaşmıştı. Kızılayın
Başkanı da, bizimle beraber, Ata Uçağıyla Bingöl'e geldiler. Kızılayın Elazığ
ve diğer çevre illerdeki çadırları akşama kadar ile ulaştırılmaya çalışıldı.
Ankara'dan 167'nin üzerinde konteyner gönderildi.
Çevre illerin sağlık ekipleri ile
Gaziantep Sanko Hastanesinden 20 kişilik bir ekip, 25-30 civarında tam
donanımlı ambulans ve bu konuda hizmet görecek 1 adet helikopter de bölgedeydi.
Aynı gün, saat 07.30'da, çevre illerden 3 vali muavini Bingöl'e geldi, akşama
kadar sayı 7'ye ulaştı. Diyarbakır Valisi, Elazığ Valisi de bu bölgede hizmete
koşmuştu. 60'ın üzerinde çadır kurma uzmanı anında bölgeye intikal etti, 11
adet arama köpeği de bölgeye gönderildi. Ayrıca, Ulaştırma Bakanlığı da,
ücretsiz hizmet vermek üzere, ankesörlü uydu telefon makinelerini şehrin
muhtelif yerlerine yerleştirdi. Çeşitli kamu kuruluşlarına ait 128 makine,
Bingöl İline hizmet vermek üzere, akşama kadar bölgeye gönderildi. Yeterli
sayıda uzmandan oluşan 325 kişi, her ekibin elinde yeterli kesiciler,
kaldırıcılar, jeneratörler mevcuttu. Diyarbakır, Malatya, Kocaeli, Bursa,
Bandırma, Aydın ve İstanbul'dan da sivil örgütler Bingöl halkının hizmetine
koştular.
Tabiî, o gün çok güzel bir hava vardı;
bütün acılara rağmen çok olumlu bir çalışma vardı, güzel bir çalışma vardı.
Gerçekten, insanlarımız, o çalışmaya hayran kalıyordu. Halk, bütün acılarına
rağmen gayet mutluydu. O okulun altında kalan öğrencilerin aileleri dahi, o
çalışmalar karşısında diyecek hiçbir sözlerinin olmadığını defalarca ifade
ettiler. Ekipler yeterliydi, donanımlıydı ve gerçekten de, insanları kurtarmak
için ellerinden gelen her türlü gayreti sarf ediyorlardı. Başta Başbakanımız
olmak üzere, bizler de, gerçekten, Bingöl'den mutlu ayrıldık. Başbakanımız,
balkondan konuşurken şu talimatı verdi: Hemen 500 konutu Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliğine başlatıyoruz; çünkü, TOBB Başkanı oradaydı; beraber
görüştük. Araziyi, arsayı ben temin edeceğim, zemin etüt araştırmalarını
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olarak biz yapacağız; TOBB Başkanı da gerekli
finansı sağlayarak, ihalenin yapılmasını halka ilan ettiler. Kızılay Başkanına,
akşama kadar da çadırların 5 000'e ulaşmasının talimatını verdi. Bugün, çadır
sayısı 12 000'dir.
Bir gün sonra, ne hikmetse, bir olumsuz
hava yaşandı. Bu olumsuz havanın çadıra bağlanması yanlıştır; çünkü, çadırla
alakası olamaz. Çadırla alakası olsa, niçin arabalara, kamyonlara, araçlara
küreklerle saldırıldı?! Bunu tahrik edenler, niçin tahrik ettiklerini, niye
tahrik ettiklerini çok iyi biliyorlar; hepimiz de biliyoruz aslında. Bu yarayı
fazla kaşımanın faydası olduğuna da inanmıyorum.
Dolayısıyla, olay, bir çadır eksikliği
olayı değildir. Eğer, olay, bir çadır eksikliği olayı ise, orada, sadece o
yürüyen insanlar değil, kamunun tüm görevlileri, hem çalışıyorlardı hem de
sabaha kadar, eksi 1 derecede o görevlerini devam ettiriyorlardı. Eğer, bir
çadır eksikliği varsa, bunun karşılığı, kürekle, sopayla kamu binalarına, kamu
görevlilerine saldırmak değildir; vatandaşların araçlarına, taksilerine
saldırmak değildir. Bunu, çadır eksikliğiyle izah etmek de mümkün değildir.
Tabiî, tahriklerden medet umanlar vardır.
İster örgütler olsun ister siyasîler olsun, geçmiş tecrübelerimizde de gördük
ki, böylesi günlerde, tahrik edenler, kazanmamıştır, kaybetmiştir. Kamu bunu
benimsemiyor; Bingöl halkı da bu olayları benimsemedi.
Böylesi günlerde yaralayıcı davranışlardan
kaçınmak lazım. Bu davranışların iltifat görmediğini de görüyoruz; her
defasında bunu gördük. Yatıştırıcı, insanları yaklaştırıcı, yardımlaşmaya
çağırıcı, dayanışmayı önplana çıkaran bir üslup sergilenmesi gerekir.
Dolayısıyla, muhalefetten, belki o günkü
olaylardan dolayı "hükümet nerede" gibi sesler çıkmaya başladı.
Hükümet, böyle bir deprem anında, ilk defa, Başbakanı ve bakanlarıyla beraber
olay yerine intikal etmiştir; bütün çalışmaları yerinde görmüş, hiçbir eksiğin
olmadığını tespit ettikten sonra Ankara'ya dönmeye karar vermiştir.
Tabiî, üç dört gündür, televizyonlar, çok
değişik şeylerle kamuoyunun önüne çıkıyorlar. Bazıları "işte, görüyor
musunuz, imar affı" diyorlar. "İmar affı olursa, böyle olurmuş"
diye seslendirmeye çalışıyorlar.
Ben, buradan cevap veriyorum: Bingöl'de
imar affı mı vardı?! Pülümür'de imar affı mı vardı?! Onbeş gün önce İzmir'de
deprem meydana geldi; imar affı mı vardı?! Buranın projesi mi yoktu, imarı mı
yapılmamıştı, teknik elemanı mı yoktu, müteahhidi mi yoktu, teknisyeni mi
yoktu; her şeyi vardı. Peki, neden yıkıldı? Neden, böyle depremler olduğu
zaman, hep kamu binaları önplana çıkıyor?
Demek ki, Türkiye'de sıkıntı vardır. Kimi
yerde vicdanların zaafa uğradığını görüyoruz, kimi yerde ahlakın zaafa
uğradığını görüyoruz; kimi yerde bilgisizlik var, tecrübesizlik var,
vurdumduymazlık var, sorumsuzluk var, mesuliyetsizlik var; kimi yerde de
insanlar, gerçekten, dünya malına çok fazla tamah ediyorlar. Bunun sağcısı,
solcusu yoktur. Bunun sağı solu da olmaz.
Şimdi, bizim yerimizde Cumhuriyet Halk
Partili kardeşlerimiz, arkadaşlarımız olsaydı, ne yapacaklardı, farklı bir şey
mi yapacaklardı? Belki de, bizim kadar erken bile yerine ulaşamayacaklardı.
(CHP sıralarından gülüşmeler)
HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Felsefe
yapıyorsunuz Sayın Bakan.
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN
(Devamla) - Hatta ben şunu hatırlatmak istiyorum... Tabiî, sizi biraz güldürmek
de istiyorum, sıkmak da istemiyorum, arada böyle esprilerim olacak. Ben, sizin
yerinizde olsam, oraya, bizden önce koşardım. Ama, bundan sonra da, söylüyorum,
bizden önce yine oraya gidin. Niye gidin, biliyor musunuz... Ben, çok
muhalefette oturdum, orada çok oturdum; oradan da yola çıkarak, biraz da
dikkatli konuşuyorum. Şimdi, bizi, bölgede adım adım takip etmeniz lazım.
Nedir?
VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Tunceli) - Aynı
gün gittik Sayın Bakanım.
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN
(Devamla) - Mesela Sinan takip ediyor. Şu anda, Sinan'ın Pülümüründe 48 konut,
48 işletme binasının 8'inin temeli atıldı, 10-12'sinin de betonları döküldü,
adım adım takip ediyoruz. Demin yoldan bahsettin; ilk defa, Tunceli, Tunceli
olalı 5 trilyon lira para koyduk yola; yani, şimdi, biz, böyle, parti farkı
gözetmeden, problemlerin olduğu yerlere ulaşmaya çalışıyoruz, sıkıntıları
aşmaya çalışıyoruz.
Dolayısıyla, muhalefetin bizi tetiklemesi
lazım; yani, muhalefetin elinin ensemizde olması lazım -bunu, çok samimî
söylüyorum- ama, nasıl olması lazım, o çok önemli, gerçekten çok önemli; yani,
şöyle olmaması lazım: Yani, Demirel'in "tepedeki adam, 2 500 rakımındaki
adam" demesi gibi ensede olunmaz...
HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Orada 2 500 rakım
yok ki!..
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN
(Devamla) - Özal'la ilgili söylemişti Sayın Demirel. Bu, bir muhalefet üslubu.
Şöyle olması lazım: Siz, bu yıkılan
binaların yapımına başlamadınız, zamanında başlayamadınız, niye
başlayamadınız?.. Bizi bundan dolayı takip etmeniz lazım, bir. Bingöl'de,
Pülümür'de, İzmir'de vatandaşların bulunduğu yerlerdeki altyapıların zamanında
yapılıp yapılmadığını takip edip, Meclis kürsüsüne getirmeniz lazım. Getirmeniz
lazım. Ben, muhalefetin, cidden, samimî olarak, böyle bir görevi üstlenmesinin
çok doğru olduğu kanaatindeyim. Başından beri söylediğim bir şey var:
Muhalefet-iktidar, birbirini tamamlayan demektir, birbirini tamamlayan bir
bütündür. O anlayışla ben meseleye bakıyorum.
İkincisi; binalarımızın kaliteli yapılıp
yapılmayacağını takip edeceksiniz; binaların iyi yürüyüp yürümediğini takip
edeceksiniz; oradaki belediyelerin mağdur edilip edilmeyeceğini takip
edeceksiniz. Geçmişte çok şeyler oldu; deprem olan yere 1 katsayı konuldu,
deprem olmayan yere 3 katsayı konuldu. Bizim dönemimizde böyle bir yanlışlığın
olup olmadığını takip edeceksiniz ve bu kürsüye getireceksiniz ki, biz de
yanlışlarımızdan ders alalım, bu yanlışlar olmasın.
Şimdi ne yapmamız lazım. Yapılması
gerekenler var. Tabiî, burada Parlamentoya görev düşüyor, medyaya görev düşüyor,
bütün kamu kurum ve kuruluşlarına görev düşüyor, halkımıza görev düşüyor; ama,
Allah için görev düşüyor; birbirimizi incitmek, hırpalamak, siyasî rant peşinde
koşmak, böylesi günlerden yararlanarak devletin imkânlarını da bir yerlere
peşkeş çekmek gibi değil. Depremlerin sonucunda hep bir sürü rant sahibi
çıkıyor piyasaya. Depremin arkasından hemen köşeyi dönenler oluyor. Herkesin bu
konuyu çok dikkatle takip etmesi lazım.
Biz, deprem şûrasını oluşturuyoruz. İlk
defa Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bundan on gün önce Bakanlar Kuruluna
teklif ettik; deprem şûrasının yapılması... Millî eğitim şûrası vardır, bir de
deprem şûrası olsun. On gün önce... Bu depremden önceydi; çünkü, Bakan
olduğumuzdan beri bunu oluşturuyoruz üniversitelerle beraber.
Yapı denetim yasası 19 ili kapsıyordu,
biz, bütün illeri kapsasın diye yasanın alanını genişlettik; ama, vatandaşa
olan yükünü de hafifletici tedbirler getiriyoruz.
Ayrıca, bu Bingöl, Pülümür ve İzmir
depreminden dolayı dün Bakanlar Kurulunda birtakım kararlar alındı. Bunlardan
biri şudur: Bu bölgelerde, biliyorsunuz, zorunlu deprem sigortasından dolayı,
siz, beldeler dahil olmak üzere, vatandaşa ev yapamıyorsunuz, evini tamir
edemiyorsunuz, depreme dayanıklı hale getiremiyorsunuz. Bunun getirdiği
sıkıntıları orta yerden kaldırmak için yeni bir yasal düzenlemeyi bugün
Bakanlar Kurulunun imzasına açtık. Niye; vatandaşımıza buralarda ev yapmak,
işyeri imkânları hazırlamak, bazı binaları da depreme dayanıklı hale
getirebilmek için; çünkü, Bingöl'de 320 aile sigorta yaptırmış, toplanan para
15 milyar. İzmir gibi bir yerde bugüne kadar toplanan para 19 trilyon; İzmir
gibi bir ilde!.. Tunceli'de toplanan para -dün rakamlara baktım- herhalde 7-8
milyar. Yani, en kabadayı il, işte İzmir... Kültür seviyesi yüksek olan
illerimiz bunlar.
Sen 10-15 trilyonla ne yapabilirsin; yarım
bina yaparsın. 85 metrekare bir binanın bugünkü normal maliyeti 27-28
milyardır. Yani, bazı illerde toplanan para, bir binanın parası dahi değil.
Dolayısıyla, böyle bir yasal düzenlemeyle, bugün yarın karşınıza geleceğiz.
Bingöl'deki, İzmir'deki, Pülümür'deki, Erzincan'ın bazı köylerindeki
depremlerde ve bundan sonra muhtemel olabilecek depremlerde -Allah vermesin-
vatandaşların imdadına anında koşabilmek, binalarını yapabilmek için bu kanunî
düzenlemeye ihtiyaç vardır.
Ayrıca, dün kararlaştırılan, yardım
toplama olayıyla ilgili hesap numaraları var; vatandaşlar duysun diye
söylüyorum. Bu toplanan paralar, Ziraat Bankası Bilkent Plaza Şubesine
yatırılacak. Hesap numaraları şöyle: Türk Lirası yatırmak isteyenler için
83697, euro yatırmak isteyenler için 83713 ve dolar yatırmak isteyenler için de
83701. Vatandaşlarımız bu hesap numaralarına bu paraları yatırırlarsa, biz, bu
paralarla bu vatandaşların imdadına koşacağız kendi imkânlarımızla. Bu konuda
her türlü hazırlıklarımız tamamdır. İnşallah, onbeş güne kadar -çok fazla
iddialı olmamakla beraber- Bingöl'de bu işe başlayacağımızı ümit ediyoruz.
Şu anda Bingöl'de 2 400'ün üzerinde bina
yapılması gözüküyor; İzmir'de 200'ün üzerinde, Tunceli'de 48 -başladık-
Erzincan'ın köylerinde eleme metoduyla 51 adet ve daha yukarısı olabilir.
Bu bilgileri sizlere sunmayı uygun gördüm.
Tekrar, Cenabı Hak, depremlerden bizi korusun diyoruz, musibetlerden korusun
diyoruz.
Yine, buradan sesleniyoruz belediye
başkanlarımıza: Çok katlı bina yapmaktan vazgeçin lütfen diyoruz. Millî Eğitim
Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Bayındırlık ve tüm yatırımcı bakanlıklar,
projelerini gözden geçirmelidirler. Arşivlerden otuz yıllık projeleri çekip
uygulamaya koymasınlar. Ben inanıyorum ki projelerin çoğu gözden geçirilmiyor,
günün şartlarına göre ele alınmıyor. Hazırcıyız biz, çok hazırcıyız, projeleri
alırız, zemin etüdünü de yaptırtmadan, aynı yere, aynı projeleri uygularız.
Göreceksiniz, bu 1995 yılının birinci ayında yıkılan bu pansiyon projesi de
benzeri bir projedir. Ben o projenin çok ciddî olarak ele alındığına
inanmıyorum. 1995'in birinci ayında ihale edilmiş, 1998'in sonunda bitmiş, şu
anda müteahhitle ilgili biz bakanlık olarak müfettişlik görevimizi yapıyoruz,
müfettişlerimizi görevlendiririz, savcılar da görev başında. Tabiî ki bizim
yapacağımız belli, savcıların, hâkimlerin yapacakları belli. Yasalardaki eksiklerimizi
tamamlayacağız. Bunların yanına kâr kalmaması lazım, bu insanların toplu olarak
ölümlerine sebep olan insanların, mutlaka karşılığını görmesi lazım. Bunun
başka türlü önüne geçmek mümkün değil. Ama, bütün bunların yanında, herkesin
başına bir polis koyamazsınız. İnsanların yüreğine bir polis koymak lazım. Buna
artık vicdan mı deriz, ahlak mı deriz, Allah korkusu mu deriz, millî duygu mu
deriz; adını ne koyarsanız koyun. Herkes kendine göre bir şey koymalı ki, bu
işler bir daha olmasın.
Ben şunu izah edeyim ve sözümü keseyim:
Bir müteahhidin sözleşmesi var mı, var; sözleşmesinde mühendis bulunduracağını,
mimar bulunduracağını... Ben kamuoyu duysun diye söylüyorum. Sizler, kültürlü,
bilgili insanlarsınız, bunları size anlatmıyorum; sizin huzurunuzda halk duysun
diye söylüyorum; çünkü, geçen gün televizyonun birisi bana soruyor, diyor ki:
"Aradan bunca yıl geçtiği halde bu binayı niçin denetlemediniz?" Ben
de dedim ki: Üzerine sıvası çekilmiş bir binayı niye denetleyeceksin? Şimdi
halkın bilmesi lazım. Müteahhit işi alırken, bunun sözleşmesi var. O
sözleşmede, ne kadar teknik elemanı inşaatın başında bulunduracağını yazar.
İkincisi, bu işi kontrol eden sürveyan
var, betonun iyi dökülmesi için başında bulunur, ataşmanları tutmak için
teknisyeni vardır, bu işi her defasında kontrol eden mühendisi vardır, kontrol
amiri vardır, kontrol şefi vardır, bayındırlık müdürü vardır; eğer, bunu Sağlık
Bakanlığı yapıyorsa, aynı sistem orada var; Millî Eğitim yapıyorsa aynı sistem
orada var ve bu dökülen betonların, yapılan imalatların tekniğine,
şartnamesine, projesine uygun olup olmadığı görüldükten sonra ödemeler
yapılıyor. Bunca insanın denetiminden sonra bu binalar bu kadar çürük
yapılıyorsa, hatayı biraz da başka yerlerde aramak lazım diyorum.
SEDAT PEKEL (Balıkesir) - İmar aflarında
aramak lazım.
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN
(Devamla) - Bingöl'de imar affı yoktu, Pülümür'de imar affı yoktu, İzmir'de
imar affı yoktu; benim gördüğüm bir şey var, yine söyleyeyim yüreğimde
kalmasın: Ahlakî çöküntü var, vicdanî zafiyet var, sorumsuzluk var, ilkesizlik
var, adam kayırma var, ideolojik yaklaşımlar var, partizancılık var. Lütfen, bu
konularda ihale verirken, alırken, hak ediş ödenirken, imar planlarında
değişiklik yapılırken, insanımıza göre imar planı değişikliği yapmayalım;
insanımıza göre hak ediş ödemesi yapmayalım; insanımıza göre projelerde
düzenleme yapmayalım; insanımıza göre hafriyat derinliklerini ayarlamayalım;
insanımıza göre kullanılacak malzemeyi layüsel bir şekilde kullanmayalım.
Şuradaki dereden malzemeyi çekip getirirse, sen de buna teknik eleman olarak,
mühendis olarak, şu memleketin okullarından diploma alan insan olarak göz
yumarsan, bunu neyle izah edeceksiniz?!
Gördük, toprak gibi beton, içinden taşlar
çıkıyor, sanki bunları yakmışsın gibi rengi sapsarı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan, mikrofonu açıyorum
buyurun.
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN
(Devamla) - Sayın Başkan, özür diliyorum.
Bu konuda kamuoyunun dürüst, doğru
aydınlatılması lazım. Onun için, bu kadar nefes tüketme ihtiyacı hissediyorum.
Türkiye'de yanlışlar var. Dürüst
insanların hareket alanı daraltılıyor. Dürüst insanların müdahale alanı
daraltılıyor. Dürüst insanların sahibi çok az. Dürüst insanlara yan çıkan
insanlar çok az; ama, nedense, güçlüden, nedense, siyasî gücü olandan, para
gücü olandan, bilmem ne gücü olandan da insanlar çok çekiniyor, ne hikmeti
ilahiyse!.. Ben de diyorum ki, gelin, yanlış yapmaktan çekinelim, kötü şey
yapmaktan çekinelim. Türk kamuoyu, bu bilinçte olsun, bu şuurda olsun ki,
yanlışlarımız az olsun diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Bayındırlık Bakanımız Sayın Zeki
Ergezen'e teşekkür ediyoruz.
Gerek milletvekillerimizin gerekse Sayın
Bakanın, Bingöl depremi vesilesiyle yaptığı açıklamalara Başkanlık olarak
katılıyor; vefat edenlere Allah'tan rahmet ve yaralananlara da şifalar diliyoruz.
İnşallah, Cenabı Hak, bir daha böyle bir felaketi milletimize göstermez.
Üçüncü gündemdışı söz, pancar ekicilerinin
sorunlarıyla ilgili olmak üzere, Bayburt Milletvekili Sayın Ülkü Güney'e
aittir.
Buyurun Sayın Güney. (Alkışlar)
3. -
Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp Güney'in, pancar ekicilerinin sorunları ve
alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
1 Mayıs günü Bingöl'de hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza, çocuklarımıza Cenabı Allah'tan rahmet diliyorum. Milletimize
ve bütün Bingöllülere başsağlığı diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar
diliyorum.
Muhterem arkadaşlarım, bugün, benim,
gündemdışı buraya getirdiğim konu, zannediyorum, seçim bölgelerinde pancarla
iştigal edilen bu Genel Kuruldaki diğer milletvekili arkadaşlarımı da çok
yakından ilgilendiriyor; ama, belki, bazı arkadaşlarımızın, hele pancar ekimi
yapılmayan bölgelerdeki arkadaşlarımızın bilgilendirilmesi açısından birkaç
genel bilgiyi size sunduktan sonra, seçim bölgem Bayburt'un bu konuyla olan
ilgisini size kısaca arz etmeye çalışacağım.
Hepinizin bildiği gibi, IMF'nin isteği
üzerine, ülkemizde, her yıl 2 000 000 ton ekilen pancar, 1 300 000 ton, hatta 1
200 000 tona düşürüldü. Dolayısıyla, bu düşürülme sonucu, pancar ekilen
yerlerde kota uygulamasına geçilerek pancar ekilen bu sahalar daraltıldı.
Gerekçe olarak da, elimizde 500 000 tonun üzerinde şeker stoku olduğu, dış
piyasanın düşük olduğu, ihraç imkânlarının da güç olduğu, bu nedenle bu
daraltmaya gidildiği ifade edilerek, bu sene, bu uygulamaya geçildi.
Şimdi, Bayburt'ta, her yıl 59 000 ton
pancar ekiliyor; bu, Türkiye genelindeki 2 000 000 tonun herhalde çok cüzi, çok
az bir kısmını ifade ediyor. Biz, bugün, bizim yöremizdeki insanımıza diyoruz
ki: Takriben yüzde 27, yüzde 30 daraltın, ekmeyin.
Değerli arkadaşlarım, bizim yöremizde,
bizim memleketimizde pancar, herhangi bir şekilde alternatif ürünle yerini
değiştirebilecek bir ürün değildir; biz, mecburuz bunu ekmeye ve bizim
yöremizde başka herhangi bir sanayi ürünü veyahut da buna benzer başka bir ürün
de yoktur. Peki, bu kadar az miktarda ancak ekilebilen bir ürünü -imkânlar bu
kadar- bir de bunun üzerine, bu sene, yüzde 30 daha da azaltacağız dediğimiz
zaman, burada, bu konuyla ilgili olan insanımızın istihdamını ve bu çiftçinin
durumunu hepinizin ıttılaına sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, çok zor durumdayız.
Mecbur kalmasaydım, bunu, gündeme getirmeyecektim. Bakınız, batı bölgelerinde,
normalde, 1 dekardan 6-7 ton pancar elde ediliyor, bizim orada, 1 dekardan 3
ton pancar elde ediliyor; yani, biz, batı bölgelerindeki çiftçinin iki katı
emek sarf edeceğiz, iki katı gübre atacağız, iki katı çalışacağız. Üstelik, biz
bunu, diğer bölgelere oranla, pahalıya da mal ediyoruz; artı, bizim ekmiş
olduğumuz pancar küçük oluyor; ama, diğer bölgelere göre, şeker yüzdesi fazla
oluyor; bizde yüzde 17-18 şeker oranı, batı bölgelerinde yüzde 12-13; yani,
bizim özümüz de fazla.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) - Sayın
Başkan, çok teşekkür ediyorum.
Üçüncü önemli nokta -demin biraz arz
etmeye çalıştım- bizim, bir alternatif ürün ekme imkânımız yok; yani, ayçiçeği,
mısır, bunları ekmemiz mümkün değil. Bize, şimdi, yetkililer söylüyorlar ki:
"Alternatif ürün ekin." Bizde bu mümkün değil. Değerli milletvekili
arkadaşım Fetani Battal Beyle, bu konuyla ilgili, bütün uzmanlara, bakanlıklara
gittik, elimizden gelen her şeyi yaptık; fakat, bize "yok, merak etmeyin,
siz alternatif ürün ekin, işte, onun farkını biz ödeyeceğiz" dediler. Yok,
biz de böyle bir imkân da yok; ekemezsiniz, bitmez, yok böyle bir şey.
Bunun için, ben, Sayın Sanayi Bakanımızdan
rica ediyorum; bu konuyu bir daha gözden geçirin, bu kotalama sistemini
hakkaniyete uydurun; sadece şeklen bunu yapmayın. İşte, her tarafta şunu
yaptık, burada da bunu yaptık... Bayburt'la Eskişehir'i, Adapazarı'nı bir
tutmayın. Bunun mutlaka düzeltilmesi gerektiğine inanıyorum ve tüm
Bayburtluların, Bayburtlu pancar ekicilerinin bu beklentilerini sizlerle
paylaşma ihtiyacını duydum. Zannediyorum, bizim bu gerekçelerimizden sonra
değerli hükümetimiz bize yardımcı olacaktır. Henüz daha bizim orada ekim yeni
başlamıştır, zamanı kaybetmedik, bize lütfen yardım etsinler hiç olmazsa bir 20
000 ton, 30 000 ton daha ekelim. Zaten, imkânları kıt olan bir bölgeye, bu şekilde,
bu hükümetimiz, bu hizmeti götürsün diyorum.
Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.
(Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güney.
Şimdi, Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın
Sami Güçlü, bu konuda hükümet adına söz istemiştir.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ
(Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bayburt Milletvekilimiz Sayın Ülkü Güney,
özellikle kendi bölgesinde pancar üreticilerinin durumunu dile getirirken,
konuşmasının sonunda, Sayın Sanayi Bakanına yönelerek, bölgesinin pancar
üreticileriyle ilgili özel durumunun dikkate alınması ve bir çözüm getirilmesi
ricasında bulundu; ama Sayın Bakanımız burada değil, dolayısıyla ben, şekerin
hammaddesi olan şekerpancarının bir tarım ürünü olması dolayısıyla ve konuya
cevap verebilecek durumda olmam dolayısıyla söz aldım, müsaadelerinizle kısaca
konuyu değerlendirmek istiyorum.
Efendim, ülkemizde 1990'lı yılların ikinci
yarısında Türkiye şeker ithal etmeye başlamıştır, 1995 ve 1996 yıllarında; her
iki yılın ortalaması olarak söylersek, yaklaşık 500 000 ton şeker ithal etmiştir.
Müteakip yıllarda ise, şeker fabrikalarımızın kapasitesinin artması ve
şekerpancarı üretimindeki artış dolayısıyla, bu defa üretim fazlalığı oluşmuş,
1999 yılında 500 000 ton, 2000 yılında yaklaşık 600 000 ton, 2001 yılında 894
000 ton şeker fazlası elde edilmiş ve bunlar ihraç edilmiştir; ancak, bu ihraç
edilen ürünlerin maliyeti ile ihraç fiyatları arasındaki farklar çok büyük bir
yük teşkil etmiş ve 2001 yılında, hepimizin bildiği Şeker Kanunu çıkarılmış ve
yeni bir rejim uygulamaya konulmuştur.
Bu yeni şeker rejiminin amacı, ülke şeker
ihtiyacının yurtiçi üretimle karşılanmasını sağlamak ve ihtiyaçtan fazla
üretimden doğan zararları önlemektir; yani, bir üretim planlaması yapmaktır ve
buna bağlı olarak, ülkemizde, Şeker Kanunuyla, hem şekerpancarı hem de nişasta
bazlı şeker üreten şirketler kota uygulamasına tabi tutulmuştur. Yeni kota
rejiminin uygulandığı ilk pazarlama yılı olan 2002-2003 dönemi uygulaması
geçmiş ve bu dönem içerisinde, şirketlere, 2 100 000 ton şeker kotası
verilmiştir. 2003-2004, yani, içinde bulunduğumuz dönem içerisinde de, şeker
üreten şirketlere, yine aynı miktar kota dağıtılmıştır; ancak, eğer, ülkede (A)
kotasında üretilen şekerde üretim fazlası olur ve ihraç edilemezse, bu,
müteakip yılın üretim miktarına ilave edildiği için, fiilen üretilmesi gereken
şeker miktarında bir azalma söz konusu olacaktır. Nitekim, 2003-2004 pazarlama
yılı için, Şeker Kurulu tarafından verilen kota 1 600 000 tona düşürülmüş,
bunun 328 000 tonunun, bir önceki yılın üretim fazlasından karşılanması
gerektiğinden dolayı, 1 300 000 ton şeker üretimi planlanmıştır. Dolayısıyla, 2
100 000 tondan 1 300 000 tona şeker üretiminin planlanması, toplam üretim
içerisinde yüzde 15'lik bir kısıtlamayı zorunlu kılmıştır. Bu, aşağı yukarı,
aynı oranda şekerpancarı üretiminde de bir daralma anlamına gelmektedir.
Tabiî, bu durum, ülkemizde, şekerpancarı
üreticilerini büyük ölçüde rahatsız etmiş ve bu kota uygulaması konusunda
düşüncelerini kamuoyuna intikal ettirmişler ve kotanın kaldırılması konusunda
gerekli desteği de çeşitli çevrelerden bulmuşlardır. Bu konuda şekerpancarı
üreticileri ile Türkiye'deki şeker fabrikalarının ürettiği şekerin üretimi ve
pazarlaması konusundaki farklılık, ister istemez, konunun, bir planlama
içerisinde hareket edilmesini zorunlu kılmaktadır. Yani, bizim, şekerpancarı
üreticilerimizin taleplerini karşıladığımız zaman, bundan elde edilecek şekerin
ne yapılacağı sorusuna cevap bulmamız gerekir. Eğer, biz, üretilen şekerleri
yurt içinde tüketemiyorsak, maliyetlerin yüksekliğinden dolayı da bunları
yurtdışına satamıyorsak, o zaman, bu problemi zamana bırakmak ve çözümünü
geleceği havale etmek doğru bir davranış değildir. Dolayısıyla burada bir
darboğazla karşı karşıyayız. Bu konuda, Bakanlığımız ile Sanayi Bakanlığı
arasında yapılan görüşmelerde, bugüne kadar, çiftçilerimizden hiçbir şikâyetin
gelmediği bir çözüm üretilmiştir, o da şudur: 2002 yılında ekilen ve kaldırılan
mahsul alanı kadar alanın pancar ekimi için kullanılabileceği, dolayısıyla pancar
üreticileri açısından bir sorun olmayacağı ifade edilmiştir; ancak, bu yüzde
15'lik daralmayı, şekerpancarı üretimi için kullanan çiftçilere, bu alanda
üretilen pancar için verilecek fiyatın, (A) kotası için verilecek miktardan
daha düşük olacağı, yüzde 40'ı kadar olacağı, eğer arzu ederlerse, toplam 10
300 000 ton şekerpancarı üretebilecekleri; ancak, bu fiyat farkı kendilerine
bir kâr getirmediği için cazip bulmazlarsa, biz de kendilerine -biraz önce,
yine, Ülkü Beyin belirttiği gibi- ilk defa, ayçiceği, mısır, soya ve yem
bitkileri üretebileceklerini söyledik ve bir alternatif ürün getirdik. Bu
şekilde bir çözümü benimserlerse, aradaki dekar başına gelir farkını da telafi
edeceğimizi söyledik. Bir misal vermek gerekirse, eğer, daha önce pancar
ekerken bu yıl mısır ekerse ve mevcut fiyatlar arasında fark olursa, dekar
başına kârlılık açısından yaptığımız hesaplara göre, 130 000 000'a kadar bir
fark ödeyebileceğimizi ilan ettik. Bu, tabiî, cari fiyatlara, önümüzdeki zaman
içerisinde şekerpancarı fiyatının, mısır fiyatının ne olacağına da bağlı; ama,
tahminî olarak böyle bir rakama ulaşılabileceğini ifade ettik ve dolayısıyla,
üreticilerimizin mağduriyetini önledik; hatta, alternatif ürün ekerlerse, daha
cazip olma imkânını tanıdık, tanımaya çalıştık.
Ülkü Beyin esas dikkat çektiği hususa
dönmek istiyorum. Bu dört ürün, özellikle şekerpancarı ekim alanlarında
üretilebilecek alternatif ürünler olarak ifade edildi. Yine, bildiğim
kadarıyla, şekerpancarı, zaten, bir münavebeli ekim yapılan üründür.
Dolayısıyla, Bayburt'ta da, kendi ifadelerine göre, yaklaşık 59 000 ton
şekerpancarı üretimi yapılmaktadır ve şekerpancarı, bu alanlara, münavebeli
olarak, dört yılda bir ekilmektedir. Dolayısıyla, şekerpancarı ekilmediği
dönemde, zaten, alternatif bir ürün ekilmektedir. Eğer, bu münavebe
dönemlerinde, bu ürünler ekiliyorsa, ekilebiliyorsa, verimliliği düşük bile
olsa, biz, o çiftçilerimize gelir farkını telafi etmeyi vaat ediyoruz; yani, bu
kararname, bu karar, bunu gerektiriyor. Ancak, eğer, burada, Bayburt'taki
çiftçilerimiz, bu ürünlerin dışında bir alternatif ürün ekiyorlarsa, onunla
ilgili konu görüşülebilir, konuşulabilir. Hatta, biz, bu konuda ek bir
sorumluluğu da şöyle alabiliriz: Bayburt'ta, bugüne kadar, bu ürünlerin
ekiminde bir yaygınlık kazanılmamışsa, biz, tarım teşkilatımızla, buradaki
çiftçilerimizin eğitimine de katkıda bulunabiliriz. Gelir farkını telafi
ettikten ve eğitim katkısında bulunduktan sonra, dar bir bölge, 59 000 ton,
toplam 10 300 000 tonluk üretim içerisinde, gerçekten, ihmal edilecek bir
üretim. Yani, Bayburt için, bunun çok fazla sorun olmaması gerektiğini
düşünüyorum. Dolayısıyla, eğer rakamlarda bir yanlışlık yoksa, bu meselenin çok
kolay çözülebileceğini tahmin ediyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakanımıza teşekkür
ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel
Kurula diğer sunuşları vardır.
Bir Meclis araştırması önergesi vardır,
okutup bilgilerinize sunacağım; ancak, okunacak metin bir hayli uzun olduğu
için, Sayın Kâtip Üyemizin oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. - Niğde
Milletvekili Orhan Eraslan ve 44 milletvekilinin, özelleştirme uygulamaları
konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/72)
2.5.2003
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Özelleştirme, başlangıçta, söz konusu
işletmeleri daha verimli hale getirmek, üretimi artırmak, istihdamı
genişletmek, sermayeyi tabana yaymak, piyasada rekabeti artırmak iddialarıyla
uygulamaya konulmuştu.
Bir yaklaşıma göre, özelleştirme,
ekonomiyi güçlendirecek bir araç olmanın ötesinde bir amaç haline getirilmiş;
yoğun bir propaganda dalgasıyla, âdeta sorunları çözecek sihirli değnek olarak
sunulmuştur. Bunun tersi anlayış ise, kamu mülkiyetini her koşulda ısrarla
savunmuş, artık hiçbir stratejik önemi kalmayan, devletçe yapılmasında yarar
bulunmayan, yöresel kalkınma bakımından önem taşımayan, teknolojik ömrü
tamamlanmış alan veya işletmelerde bile özelleştirmeye karşı çıkmıştır. Her iki
yaklaşım da, somut gerçekliklerden, toplumsal gerçekliklerden hareket etmemiş,
bu nedenle, özelleştirmelerin sağlıklı değerlendirilmesine katkıda
bulunmamıştır.
İhalelerin şeffaf yapılmaması,
özelleştirme mevzuatının yetersiz ve karışık olması, yöreler arası dengesizliğe
ve göç olgusuna dikkat edilmemesi, özel sektör tekelleşmesine yol açılması,
özelleştirilen işletmelerde işten çıkarmanın yaygın olması, Özelleştirme
İdaresi Başkanlığının elinde uzun süre bekletilen işletmelerin varlık kaybına
uğraması, işletme ve pazarlama sıkıntıları yaşanması, pek çok özelleştirme
kararının Danıştay tarafından iptal edilmesi, şimdiye kadar zarar eden bir
kuruluşun özelleştirilmiş olmaması, özelleştirme uygulamalarına yönelik başlıca
eleştirileri oluşturmuştur.
İlkesel bakımdan yapılan bu eleştirilerin
yanı sıra, uygulamada, özelleştirme mağdurlarından ve kamuoyundan tepki alan
kötü örnekler yaşanmıştır. Özelleştirmede, yandaşlar gözetilmiş, kuruluşlar
birtakım kişilere peşkeş çekilmiş ve kamuda yeni bir yolsuzluk alanı
yaratılmıştır. İşletmeleri alanların bazıları sözleşme koşullarına uymamış,
işçileri sokağa atmış, üretim yerine arsa rantı peşinde koşmuştur. Şimdi,
Türkiye'nin en büyük kamu kurumları olan PETKİM, TÜPRAŞ, TÜGSAŞ, Tekel ve Türk
Hava Yollarının özelleştirilmesi gündemdedir. Bu konuda, geçmişte yapılan
uygulamalardan ders çıkarmak, yaşanan özelleştirme sürecinin bir bilançosunu
çıkarmak yararlı olacaktır.
Geleceğe ışık tutması bakımından, şu
soruların cevabının bulunmasında yarar vardır:
Özelleştirilmeden önceki duruma ilişkin
olarak özelleştirilen kuruluşların:
Özelleştirilmeden önceki bilançoları nasıldır? İstihdam durumları nedir? Ulusal
ekonomiye olan katkıları ne kadardır? Özelleştirme sürecinde yatırım politikaları
nasıldır? Ne kadar yatırım yapılmıştır? Ne şekilde özelleştirilmişlerdir?
Gerçek değerleri ne kadardır; özelleştirme bedelleri ne kadardır?
Özelleştirilmeden sonraki duruma ilişkin
olarak özelleştirilen kuruluşların: Özelleştirmeden sonraki bilançoları
nasıldır? Çalışanların sayısı ne olmuştur? Çalışanların istihdam biçimi ne
olmuştur? Kaç işçi kadroludur; kaç işçi taşeron işçi statüsündedir? Kaç işletme
özelleştirildikten sonra kapanmıştır? Kapatılma nedenleri nelerdir? Kaç işletme
kapatıldıktan sonra gayrimenkulleriyle satılmıştır veya gayrimenkulleri rant
alanı olarak kullanılmıştır? Teknolojik yenilenme yapılmış mıdır? Kredi
almışlar mıdır? Aldıkları krediyi ödemişler midir? Özelleştirme bedelleri tam
olarak ödenmiş midir? Kaç firma özelleştirme taahhütlerini yerine
getirememiştir? Kaç firmaya özelleştirme taksitleri için özel ödeme imkânı
sağlanmıştır?
Bu hususların araştırılarak, gelecekte
yapılacak özelleştirme çalışmalarına yön verecek bir envanterin çıkarılmasında
yarar görülmektedir. Bu itibarla, Anayasanın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması
açılmasını arz ederiz.
1- Orhan Eraslan (Niğde)
2- Ali Kemal Kumkumoğlu (İstanbul)
3- Atilla Başoğlu (Adana)
4- Nevin Gaye Erbatur (Adana)
5- Atilla Kart (Konya)
6- Yüksel Çorbacıoğlu (Artvin)
7- Onur Öymen (İstanbul)
8- Kemal Sağ (Adana)
9- Ahmet Güryüz Ketenci (İstanbul)
10- Bülent Hasan Tanla (İstanbul)
11- Necati Uzdil (Osmaniye)
12- Şükrü Mustafa Elekdağ (İstanbul)
13- Algan Hacaloğlu (İstanbul)
14- Ahmet Yılmazkaya (Gaziantep)
15- Erdal Karademir (İzmir)
16- Sedat Pekel (Balıkesir)
17- Ali Kemal Deveciler (Balıkesir)
18- Hasan Fehmi Güneş (İstanbul)
19- Mustafa Özyurt (Bursa)
20- Osman Özcan (Antalya)
21- Halil Tiryaki (Kırıkkale)
22- Birgen Keleş (İstanbul)
23- Hakkı Ülkü (İzmir)
24- Orhan Ziya Diren (Tokat)
25- Nadir Saraç (Zonguldak)
26- Kazım Türkmen (Ordu)
27- Mehmet Küçükaşık (Bursa)
28- Rasim Çakır (Edirne)
29- Mustafa Gazalcı (Denizli)
30- Mehmet Semerci (Aydın)
31- Halil Ünlütepe (Afyon)
32- İsmail Değerli (Ankara)
33- Mehmet Ali Arıkan (Eskişehir)
34- Nail Kamacı (Antalya)
35- Ali Cumhur Yaka (Muğla)
36- Erol Tınastepe (Erzincan)
37- İzzet Çetin (Kocaeli)
38- Mehmet Ziya Yergök (Adana)
39- Erdoğan Kaplan (Tekirdağ)
40- Ahmet Ersin (İzmir)
41- Canan Arıtman (İzmir)
42- Nezir Büyükcengiz (Konya)
43- Muhsin Koçyiğit (Diyarbakır)
44- Hüseyin Özcan (Mersin)
45- Yılmaz Kaya (İzmir)
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis
araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde
yapılacaktır.
Sözlü soru önergesinin geri alınmasına
dair bir önerge vardır; okutuyorum:
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. - Mersin
Milletvekili Hüseyin Güler'in (6/371) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/53)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular"
kısmının 180 inci sırasında yer alan (6/371) esas numaralı sözlü soru önergemi
geri alıyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
Hüseyin Güler
Mersin
BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri
verilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Başbakanlığın
Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup,
oylarınıza sunacağım:
2. -
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Sırbistan ve Karadağ'a yaptığı resmî ziyarete
katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi
(3/255)
1.5.2003
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İşbirliği Süreci
Devlet/Hükümet Başkanları Zirve Toplantısına katılmak üzere, bir heyetle
birlikte 8-9 Nisan 2003 tarihlerinde Sırbistan ve Karadağ'a yaptığım resmî
ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun
görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte
gönderilmiştir.
Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini
arz ederim.
Recep Tayyip Erdoğan
Başbakan
LİSTE:
Ömer Çelik (Adana)
Egemen Bağış (İstanbul)
BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun
İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup,
oylarınıza sunacağım:
IV. -
ÖNERİLER
A) SİYASÎ
PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ
1. - Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 6 Mayıs 2003 Salı günü
saat 11.45'te yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından, aşağıdaki grup önerimizin Genel Kurulda okunarak oylanmasını
saygılarımla arz ederim.
Salih Kapusuz
AK Parti Grup Başkanvekili
Grup Önerisi:
Genel Kurulun 6.5.2003 Salı günkü (bugün)
birleşiminde sözlü soralar ile denetim konularının görüşülmemesi, daha önce
Gelen Kâğıtlar listesinde yayınlanan ve bastırılarak dağıtılan 133 sıra sayılı
kanun tasarısının, 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınması ve
bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülerek çalışma süresinin
15.00-20.00 saatleri arasında olması; 7.5.2003 Çarşamba günkü birleşiminde de
sözlü soruların görüşülmemesi ve çalışma süresinin 15.00-19.00, 20.00-24.00
saatleri arasında olması; 8.5.2003 Perşembe günkü birleşiminde ise gündemin 3
üncü sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma
süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması önerilmiştir.
BAŞKAN - Evet, öneri üzerinde söz
isteği?..
OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, söz
istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Oyan, aleyhte mi, lehte mi
efendim?
OĞUZ OYAN (İzmir) - Aleyhte efendim.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Oyan.
Süreniz 10 dakika.
OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün, yeniden, bir grup önerisi üzerine burada bulunuyoruz.
Buna karşı çıkmamızın birinci nedeni, salı
günlerinin Mecliste denetim günü olmasıdır; çünkü, Meclisin, milletvekillerinin
aslî iki fonksiyonundan bir tanesi, yürütmenin denetlenmesidir. Dolayısıyla,
bizim, bu hakkımızı haftanın bir günü kullanmamızın aracı olan bir denetim
gününü, böyle, giderek bir alışkanlık halinde, denetim dışı faaliyetler için,
yasama faaliyeti için açmamız durumunda, Meclisin ve milletvekillerinin bu en
önemli görevlerinden bir tanesinin yapılması zora düşecektir, giderek
imkânsızlaşacaktır. Dolayısıyla, salı günlerinin, gene bir eski Danışma Kurulu
kararı olarak denetime ayrılması uygulaması, doğru bir uygulamadır, geçmiş
Meclislerde de uygulanan bir usuldür. Dolayısıyla, bunun devamı şarttır.
Bizim, aslında, burada bir tedirginliğimiz
de, bunun, bundan sonra bir âdet haline getirilmesi konusundaki
kaygılarımızdır. O nedenle de,
öncelikle, bir kere, salı günü açısından, bu denetim işlevinin Meclisin mutlaka
yerine getirmesi gereken bir işlev olduğunun altını çizmek istiyoruz. Kuşkusuz,
bunun çok yararları var. Bu yararlardan bir tanesi, örneğin, bugün de burada
görüldü. Denetim işlevi arasında sözlü sorular var, denetim işlevi arasında
Meclis araştırmaları var, genel görüşme talepleri var. Biz, bunları ne zaman
görüşeceğiz, eğer bir salı günümüz de elimizden giderse?
Bunun dışında, tabiî, burada, gündemdışı
konuşmalar vesilesiyle, yürütmenin, her 5 dakikaya 20 dakika cevap vermek gibi
imkânları kullandığını biliyoruz. Biz, hangi imkânı kullanarak bunlara yanıt
verebileceğiz?
Bakınız, şimdi, bir Bingöl depremi
üzerine, Sayın Bakan çıktı buraya, iki konuşmacının toplamından daha fazla bir
konuşma yapabildi. Biz, bununla ilgili, ne zaman, neyi dile getireceğiz? Yani,
Türkiye'nin bir kaderi midir depremler meselesi? Bu, esas itibariyle, bir az
gelişmişlik sorunu değil midir? Bu, esas itibariyle, bir ahlakî düşkünlük
sorunu değil midir, Türkiye'nin içine düştüğü sorun? Gelişmiş ülkelerde çok
daha yüksek şiddetli depremlerde mal kaybı bile olmazken, Türkiye'de bu kadar
hafif depremlerde, orta şiddetli depremlerde bu kadar büyük, ağır can
kayıplarının olmasını Meclis denetlemeyecek de neyi denetleyecek?!
Biz -yakında buraya gelecektir, yarın,
öbürkü gün- bu Bingöl depremi üzerine bir Meclis araştırması önergesi
vereceğiz. Bunu ne zaman konuşacağız? Sıra çok büyüdü, 70 küsura geldi... Yani,
dolayısıyla, Meclis, bu denetim işlevini, bir şekilde, etkin olarak yapmalıdır;
yapmalıdır ki, biz, bunun arkasındaki sorumluları takip edebilelim.
Bu tür Meclis araştırmalarıyla, tabiî, bir
başka koşulu da yerine getirerek, Meclise kadar uzanan birtakım şeyler varsa,
sorumluluklar varsa, bunun hesabını soralım. Yani, bu tür depremlerde, her
seferinde, bakıyoruz -örneğin, Doğu Marmara depreminde olduğu gibi- hâlâ
yargılanmayan birtakım bakanlar vardır o dönemden kalan. Şimdi, başka
depremlerde ortaya çıkabiliyor.
Değerli arkadaşlar, dokunmazlıklar
kalkmadan, bu yolsuzluklar meselesini, bu şekilde, bizim, Mecliste tartışmamız
mümkün değil ve bu tür doğal afetler karşısında bu kadar büyük can kayıpları
olmasını önlememiz mümkün değil. Dolayısıyla, geliniz, bir kere, önce bunu bir
halledelim.
Bugünkü konuyla ilgili şunu söylemek
istiyorum: İş Yasası, Türkiye'nin iki önemli kesiminin, işçi ve işveren
kesiminin, belki on yıllarca ilişkilerini belirleyecek olan bir temel
düzenlemedir. Böyle bir yasanın, böyle bir düzenlemenin, daha önce 13 maddesini
görüştüğümüz bir düzenlemenin -daha önce burada örneğini gördük; bir uzlaşma
aranmamıştı, ama- şimdi, muhalefetle bir uzlaşma arayışından sonra buraya
getirilmesi daha doğru olmaz mıydı?
Biz, bu tür sosyal özlü yasaların,
öncelikle, ilgili taraflar arasında görüşülmesini; ama, ondan sonra da, iktidar
ve muhalefet arasında bir diyalog arayışının olmasını isterdik. Bakınız, şimdi,
ne işçi-işveren arasında bu diyalog sonuna kadar götürülmüştür -yani, tam
anlamıyla mutabakat sağlanarak buraya gelinmemiştir- ne de burada, bizimle
herhangi bir uzlaşma çabası iktidar tarafından ortaya konulmamıştır.
Şimdi, bundan, kuşkusuz, Türkiye açısından
kaygı duyuyoruz; çünkü, bu meseleleri, burada, belki bir günde, iki günde, üç
günde, beş günde -neyse- karara bağlarsınız; ama, ondan sonra, yıllar boyunca,
bu, Türkiye'de tarafların ilişkilerini düzenler ve bu düzenleme de, belki,
yargıyı, bugün, burada, daha düzgün bir düzenleme yapılmasına kıyasla defalarca
meşgul eden bir duruma gider ya da çok sayıda önemli huzursuzlukların toplumda
doğmasına neden olur.
Meclisin önemli görevlerinden bir tanesi
de, özellikle güçsüz sosyal tarafların korunması yönünde çaba göstermektir.
Oysa, bizim burada gördüğümüz, daha önceki tartışmalarda da gördüğümüz mesele
şuydu: Adalet ve Kalkınma Partisi bir kitle partisi olduğunu dahi unutarak;
yani, çeşitli kesimlere eşit mesafede olması gerektiği kaygısını da bir tarafa
bırakarak, esas itibariyle, işverenin etkisi altında bu düzenlemeleri
getirmektedir ve burada, birkaç madde üzerinde dahi, işverenin değil de, işçi
kesiminin sesine kulak vermek konusunda yeterli bir dikkat göstermemektedir.
Biz, bunu, burada daha önce söyledik;
bugün, yarın tekrar söylemeye devam edeceğiz; ama, gönül isterdi ki, Meclisin
denetim hakkını, hem 48 saat geçmeden yasaların buraya getirilmesi konusunda
hem de salı günlerinin denetime ayrılması konusunda çiğnemeyelim ve gerçekten,
milletvekilliğinin iki önemli fonksiyonundan bir tanesi -biri yasama fonksiyonu
diğeri denetim fonksiyonu- burada, hakkıyla yerine gelsin.
Biz, burada, bu konuda üzüntülerimizi
tekrar ifade etmek istiyoruz. Ne işe yarar, ne işe yarıyor bilmiyoruz; çünkü,
bunu her seferinde dile getiriyoruz; ama, belki, tekrarda yarar vardır. Biz,
bunları, sürekli, tekrarlamaya devam edeceğiz. Belki bazı arkadaşlarımız,
bundan, çok tekrar sonrasında etkilenebilirler; ama, açıkça şunu söyleyeyim:
Muhalefet sırasında olduğunuz dönemleri unutmamanız gerekir. Yani, burada,
tıpkı İçtüzük değişikliğinde de olduğu gibi "muhalefette olsa idik, acaba
biz ne yapardık" sorusunu ara sıra kendinize sorunuz ve lütfen, bu tür,
denetimi dışlayan birtakım girişimleri ondan sonra yapınız.
Ben, hepinize, ilgiyle dinlediğiniz için
teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Oyan.
Başka söz isteği?..
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan...
BAŞKAN - Sayın Özyürek, buyurun.
Süreniz 10 dakika.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; Sayın Oyan, Adalet ve Kalkınma Partisinin gündemle
ilgili önerisi hakkındaki görüşlerini açıkladı. Biraz sonra, bu öneri
doğrultusunda İş Kanunu Tasarısını görüşmeye başlayacağız. Geçenlerde, bunun 13
maddesini, Meclisimizde çok uzun tartışmalardan sonra kabul etmiştik. Şimdi,
geri kalan bölümüyle ilgili olarak uzun bir maraton başlıyor.
Ne yazık ki, konu çok önemli olmasına
rağmen, milletvekillerimizin büyük çoğunluğu bu konuya ilgi göstermiyorlar.
Aslında, bu konu, toplum hayatını, çalışma hayatını çok yakından ilgilendiren
bir konu. Biz isterdik ki, komisyon tarafından gündemden çekildikten sonra,
hükümet, bu konuyla ilgili olarak sosyal taraflar arasında bir uzlaşma arasın
ve varılan bu uzlaşmayı muhalefetle de görüşmek suretiyle Genel Kurulun işini
kolaylaştırsın; ama, ne yazık ki, bu, sağlanamamıştır. Sosyal taraflar arasında
bir arayış oldu mu bilemiyorum; ama, bir uzlaşma sağlanamadığı, her iki
taraftan, hem işveren tarafından hem işçi kesimi tarafından bize
ulaştırılmıştır. Sayın Bakan belki bu konuda ayrıntılı bilgi verebilir; ama,
yine, bizim bilgimize ve bize ulaşan bilgilere göre, gündemden çekilmesine
rağmen, uzlaşma için özel bir gayret gösterilmemiştir. Şimdi, konu, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin önüne, çekildiği noktada, yani komisyon tarafından geri
alındığı noktada önemli bir arayış, önemli bir uzlaşma sağlanmadan tekrar
getirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu konunun önemi,
çalışma hayatını, yani, hem işveren kesimini hem işçi kesimini çok yakından
ilgilendiriyor olmasıdır. Burada, elbette, namuslu, dürüst, vergisini ödeyen,
işçisini kayıtdışı değil, kayıtiçinde, yani, SSK primini, stopajını ödemek
suretiyle çalıştıran işverenlere, işadamlarına karşı Cumhuriyet Halk Partisinin
saygısı vardır; ama, toplumda esas korunması gereken kesim işçilerdir. Onlar
emekleriyle geçinmektedirler, onlar işveren karşısında korumasızdırlar. Onları
koruma görevi devlete verilmiştir. Devlet de, işte, İş Kanunu gibi, Sendikalar
Kanunu gibi, kıdem tazminatı kanunu gibi, yaptığı düzenlemelerle, bu korumasız
kesimi, yani işçileri himaye etmek, korumak durumundadır. O nedenle -biraz
sonra Cumhuriyet Halk Partisinin değerli sözcüleri de ifade edeceklerdir- biz,
bu korumasız kesimin haklarına sahip çıkmak ve özellikle, geçmişte kazandıkları
haklardan geriye gidilmesini önlemek için bir mücadele vermekteyiz. Daha önceki
onüç maddenin müzakeresinde de bu mücadeleyi verdik, bugünden itibaren de, aynı
mücadelemize devam edeceğiz.
Biz beklerdik ki, böylesine önemli bir
konuda, gerçekten, toplumun her kesiminden oy almak suretiyle iktidara gelmiş
olan Adalet ve Kalkınma Partisi, sadece işverenlerin sesini dinleyen bir
konumda olmasın, çalışanların da, işçilerin de sesine kulak veren, onların da
haklarını koruyan bir konumda olsun ve toplumda huzuru sağlayacak, toplumda
güveni sağlayacak, herkese güven verecek bir tasarıyı burada görüşelim, uzlaşma
içinde, kolay bir şekilde yasalaştıralım. ama, ne yazık ki, bu yapılmamıştır.
Doğrusu, gündemden çekildiği zaman, bizde bir umut doğmuştu; herhalde, hükümet,
buradaki gereksiz, uzun, zaman zaman da kırıcı tartışmaları ortadan kaldırmak
üzere, önce sosyal taraflarla bir uzlaşma sağlayacak, arkasından da, gelecek,
muhalefetle bu konuda bir uzlaşma arayışına girecek. Bizim beklentimiz buydu,
zannediyorum, kamuoyunun beklentisi de buydu; ama, bunca zaman geçtikten sonra,
aynı tasarı Meclisin önüne getirilmiştir. Peki, aynı tasarı, önemli değişiklik
olmadan Meclisin önüne tekrar gelecekse niçin gündemden çekilmiştir? Bunu,
Türkiye Büyük Millet Meclisine ve halkımıza açıklamak mecburiyeti var. Onca
tartışmanın hararetli bir aşamasında diyorsunuz ki "biz, bu tasarıyı geri
çekiyor" ve uzunca bir süre gündeme getirmiyorsunuz, bugün gündeme
getirmek istiyorsunuz. Ne değişti? Ne oldu? Hangi çabaları gösterdiniz?
Muhalefetle, hangi maddeler konusunda bir uzlaşma aradınız da bulamadınız? İşçi
kesimiyle, işveren kesimiyle hangi uzlaşmayı aradınız da bulamadınız? Hiçbir
şey yapılmamıştır.
Yapılmak istenilen şuydu değerli
arkadaşlarım: "Biz, İçtüzüğün 91 inci maddesini değiştireceğiz veya yeni
bir 91 inci madde oluşturacağız. Oluşturduğumuz bu madde doğrultusunda, İş Kanunu
Tasarısını temel yasa olarak görüşeceğiz; madde madde görüşmek yerine, bölüm
bölüm görüşmek suretiyle, kısa sürede yasalaştıracağız." Beklenti buydu;
ama, İçtüzük değişiklikleri sırasında da ifade ettiğimiz gibi, o İçtüzük
düzenlemesi Anayasaya aykırıydı, o İçtüzük düzenlemesi hukuka aykırıydı, o
İçtüzük düzenlemesi şu anda iktidarda olan partili arkadaşlarımızın karşı
çıktıkları bir düzenlemeydi. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, eski kararında ısrar
etmek suretiyle, oybirliğiyle, temel yasayla ilgili İçtüzük düzenlemesini iptal
etti.
Şimdi, beklediğini bulamayan Adalet ve
Kalkınma Partisi, bugün, karşımıza, geri çektiği tasarıyı aynen getirmiş
bulunuyor. Tabiî, umarım, toplumumuz için, ülkemiz için, Meclisimiz için
yararlı müzakerelerden sonra, belki -umudumuz yok ama- burada bizim vereceğimiz
önergeler doğrultusunda bazı iyileştirmeler de yapılarak, çalışanların hakkı
da, çalışanların güvencesi de sağlanacak şekilde bir düzenlemeyi burada
yaparız.
Bunlar yapılmazsa ne olur? Bunlar
yapılmazsa, değerli arkadaşlarım, toplumda huzursuzluk olur; bunlar yapılmazsa,
çalışma hayatı, işçi-işveren arasındaki ilişkiler kavgaya, huzursuzluğa
dönüşür. Biz, bunu istemiyoruz; biz, namuslu, dürüst işveren ile görevini yapan
işçinin huzur içinde çalışmasını istiyoruz. Cumhuriyet Halk Partisinin bu
konudaki temel yaklaşımı budur.
Biraz sonra konuşacak olan
arkadaşlarımızın getirecekleri eleştiriler, verecekleri önergelerle...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özyürek, mikrofonunuzu
açıyorum efendim; buyurun.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Sayın Başkan,
izin verirseniz, toparlıyorum.
...Türkiye'de kalıcı huzuru sağlayacak bir
tasarının yasalaşması için katkı getireceğiz, çaba göstereceğiz.
Bunun, toplumumuz tarafından böyle
algılanacağından hiç kuşkum yok; özellikle iktidar partisinin de, bunca emekle
hazırlanmış öneriler, önergeler ve eleştirilerden yararlanmasını diliyorum. Bu,
hepimiz için gerekli, Türkiye için gerekli ve unutmayalım ki, partiler, zaman
zaman iktidar olurlar, zaman zaman muhalefete düşebilirler, hatta, zaman zaman
parlamento dışı kalabilirler; ama, önemli olan, toplumun isteklerini yerine
getirmektir.Biz, burada, bütün toplum kesimlerini, işçiyi de, işvereni de, Odalar
Birliğini de, TİSK'i de, Türk-İş'i de, Hak-İş'i de, DİSK'i de temsil eden bir
camiayız ve hepsini mutlu edecek bir çözümü aramalıyız, bulmalıyız. Kim
güçlüyse, onun dediğini yapmak suretiyle, güçlüden yana tavır koymak suretiyle
bulacağımız çözümler, ne yazık ki, kalıcı olmaz. O nedenle istiyoruz ki,
diliyoruz ki, Cumhuriyet Halk Partisi olarak hazırladığımız önergelere, hükümet
ve Meclis çoğunluğu itibar etsin; daha kalıcı, daha adil, daha dengeli, topluma
huzur veren, işçi kesimini de mağdur etmeyen, işverenleri de huzursuz etmeyen
bir yasayı burada elbirliğiyle çıkaralım. Bizim çabamız bu, bizim katkımız bu;
inşallah, bu noktada bir uzlaşmayı, elbirliğiyle yakalarız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyürek.
Adalet ve Kalkınma Partisi Grup
Başkanvekili Sayın Salih Kapusuz; buyurun.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; Grup önerimizi izah etmek üzere söz almış
bulunuyorum; hepinizi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Elbette, değerli sözcülerimizin, tartışma
konusu olan İş Kanunu Tasarısıyla ilgili görüşlerini, tasarının 13 maddesinin
görüşmeleri sırasında dinledik, kamuoyu olarak milletimiz takip etti, bizler de
biliyoruz; bundan sonra da, yine, bu tartışmalar sırasında dinleyeceğiz; ama,
bizim Grup önerisi olarak getirdiğimiz bugünkü husus hakkında arkadaşlarımızın
bir kez daha bilgilenmelerine ihtiyaç olduğu kanaatini taşıyorum.
Biz, AK Parti olarak, hiçbir zaman
denetimden kaçmayız. Biz, seçim beyannamemizde, hükümet programımızda, sadece
hesap sormak değil, hesap vermekten yana olduğumuzu kamuoyuna deklare etmiş,
bunun da sonuna kadar arkasında bulunan bir siyasî partiyiz. Dolayısıyla,
bugüne kadar, denetim olarak bilinen, hükümetimize tevcih edilmiş olan yazılı
soruların yüzde 80'ini, arkadaşlarımız, zamanından önce cevaplandırdılar.
Hatırlarsanız, daha önce Cumhuriyet Halk
Partililerin vermiş oldukları ilk Meclis araştırması önergesi kabul edilmiştir.
MASTAFA GAZALCI (Denizli) - Kaç kere
söyleyeceksiniz; on kere söylediniz.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Bugüne kadar da,
verilmiş olan birçok Meclis araştırması önergesi, bu Meclis tarafından, denetim
adına kabul edilmiştir. Şu anda da, hakikaten, hiçbir dönemde, kısa bir zamanda
kabul edilmiş olan bu kadar Meclis araştırması önergesi de yoktur.
Bakınız, elinizdeki gündemde, Meclis
araştırması önerge sayısı -genel görüşme dahil- 55, sözlü soru önergesi 236,
tasarı 40 tanedir. Elbette, zaman zaman takdim ve tehire ihtiyaç var. Öyle olur
ki, biz, başka günlere de denetim konusu koymamız mümkün olur; bu mümkündür, bu
Meclisin iradesindedir; ama, zaman zaman da yasamaya ağırlık vermek gibi bir
sorumluluğumuz var. Biz, bu hafta itibariyle, 126 maddeden oluşan iş yasasıyla
ilgili çalışmaları ileriye doğru götürüp noktalamak istiyoruz, bazı
belirsizlikler son bulsun istiyoruz. Dolayısıyla, bu kadar çok maddeli
kanunlardan, 100, 200, 300, 500, hatta 1 000 maddelik kanunlardan
bahsedilmektedir; bunları çıkarabilmek, takdir edersiniz ki, Meclisin günlerini,
aylarını, hatta yılını alabilecek çalışmalardır. Bütün bunları yan yana
getirdiğinizde, demokrasilerde çözümsüzlük değil çözüm esas olmalıdır. Bizim
buradaki varlık sebebimiz de, milletimizin önündeki engelleri kaldırmak, yasama
olarak yapabileceğimiz her türlü düzenlemeyi yapmaya yönelik olmalıdır. Bizim
amacımız budur, bundan başka bir amacımız söz konusu değil.
Değerli arkadaşlar, bu iş yasasıyla ilgili
çok değerlendirmeler yapılıyor. Bildiğiniz gibi -bir kez daha hatırlatmakta
fayda var- bizden önceki dönem başlamış bulunan ve İş Yasası olarak bilinen
1475 sayılı Kanunun 12-14 maddesi iş güvencesi olarak tanzim edilmiş, diğer
kısmı da iş kanunu olarak düzenlenmiştir; ama, tamamı 1475 sayılı İş Kanunuyla
ilgili bir düzenlemedir; yani, ayrıca bir iş güvencesi yasası söz konusu
değildir; o, onun parçasıdır.
ENVER ÖKTEM (İzmir) - Olur mu öyle şey; bu
yasayla, iş güvencesini yok ediyorsunuz!
BAŞKAN - Sayın milletvekili, lütfen...
Lütfen, yerinizden konuşmayın; eğer bir ihtiyacınız varsa Başkanlığa müracaat
edin.
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, İş Güvencesi Yasası çıktı ve yürürlükte; dolayısıyla, bu yasa
yürürlüğe girmiştir. Şimdi, İş yasasında bu Meclis çalışmaya başladı, 13
maddesi bitti, 14 üncü maddesine geldik, inşallah bunu tamamlamaya gayret
edeceğiz. Bu yasayı kim hazırladı; bu yasayı, bildiğiniz gibi, Sayın Bakanımız
müteaddit defalar izah etti; hatta, bu geçen süre içerisinde bile, sosyal
taraflar olarak bilinen kesimlerle müteaddit görüşmeler yaptı. Amaç ne;
kendilerinin uzlaşıp anlaşmış oldukları -birkaç madde hariç- bilim kurulu
tarafından orta yere konulmuş olan bu tasarının bu Mecliste yasalaşması
noktasındaydı.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Taraflar
arasında bir anlaşma yok!
SALiH KAPUSUZ (Devamla) - Bu yasalaşma
noktasında, biz, AK Parti olarak ne yapmak istiyoruz; hakikaten, farklı düşünen
arkadaşlarım olabilir, farklı değerlendiren de bulunabilir; ama, biz, olayı,
fotoğrafı olduğu gibi orta yere koymak mecburiyetindeyiz. Hiç kimsenin, keser
gibi kendisinden yana veyahut da rende gibi başka yöne yöneltmeye hakkı yoktur.
Açık ve net, biz, AK Parti olarak, testere gibi, hem işçiden hem de işverenden
yanayız; bunda kimsenin bir tereddüdü söz konusu değil, olamaz da. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Biz, iş güvencesinin, iş hayatının barıştan geçtiğini,
barıştan yana tavırlarla devamdan yana olduğunu düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, varsayıma, korkuya,
ideolojik yaklaşıma mahal yok. Aslolan şey şu: Biz, iş hayatında bir boşluk
meydana getiren, tereddüt meydana getiren, bu konuda sıkıntı meydana getiren bu
dönemin son bulmasını ve bir yasal düzenlemenin acilen yapılmasını uygun
görmekteyiz. Onun için, bu hafta, bugün saat 20.00'ye kadar; yarın 15.00-19.00,
20.00-24.00'e kadar; perşembe günü de 15.00'ten bu yasa ve bir de Sağlık
Bakanlığını ilgilendiren kadro talebiyle ilgili bir maddelik kanun bitinceye
kadar Meclisimizin çalışmasını istiyoruz.
Zaten, millet bizi buraya çalışsın diye
gönderdi; dolayısıyla, çalışmaktan çekinmenin, çalışmaya katkı sağlamamanın
kimseye faydası olamaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ENVER ÖKTEM (İzmir) - Millet seni oraya
işçinin canına ot tıkayasın diye göndermedi!..
SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli
arkadaşlar, bakınız, bugün -rivayetler muhtelif ama- 10 000 000'a yakın
işsizimiz var; bunlar iş beklentisi içerisindedir. Evet, sendikalı iş sahibi
olan arkadaşlarımız da var, sendikasız olanlar da var. Belki gerçek anlamda
ancak 1 000 000'a yakın sendikalı bulunmaktadır; ama, şu kanun çıkarsa, 2 800
000 işçi sendikalı olmanın potansiyel adayı olacaktır. Dolayısıyla, hem
sendikadan yana olmak hem de sendikalı olmaya katkı sağlamanın anlamı, bu
yasalara katkıdan geçecektir.
Biz, bu anlamda, Parlamentomuzun layıkıyla
bu görevi yerine getireceğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyor, önerimize
destek bekliyoruz.
Teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kapusuz.
Efendim, lehte ve aleyhte konuşmaları
dinledik.
Şimdi, öneriyi tekrar okutacağım; onun
arkasından da oylamaya geçeceğim.
Öneri:
Genel Kurulun, 6.5.2003 Salı günkü (bugün)
birleşiminde sözlü sorular ile denetim konularının görüşülmemesi, daha önce
gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 133 sıra sayılı
kanun tasarısının, 48 saat geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınması ve
bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülerek, çalışma süresinin
15.00-20.00 saatleri arasında olması; 7.5.2003 Çarşamba günkü birleşiminde de
sözlü soruların görüşülmemesi ve çalışma süresinin 15.00-19.00, 20.00-24.00
saatleri arasında olması; 8.5.2003 Perşembe günkü birleşiminde ise, gündemin 3
üncü sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma
süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması önerilmiştir.
BAŞKAN - Efendim, öneriyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş
doğrudan gündeme alınma önergesinin geri alındığına dair bir önerge vardır;
okutuyorum:
III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
3. - Bitlis
Milletvekili Vahit Kiler'in, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve
190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifinin (2/83) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin talebini geri çektiğine
dair önergesi (4/52)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu
ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifimin (2/83); İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin önergemi geri çekiyorum. Gereğini arz ederim.
6.5.2003
Vahit Kiler
Bitlis
BAŞKAN - Efendim, önerge gündemden
çıkarılmış ve sahibine geri verilmiştir.
Sayın milletvekilleri, gündemin
"Seçim" kısmına geçiyoruz.
V. - SEÇİM
A)
KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ
1. -
(10/29, 31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine seçim
BAŞKAN - Samsun'da kurulma aşamasındaki
mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına
muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla, Genel Kurulun 18.3.2003 tarihli 49
uncu Birleşiminde kurulan (10/29, 31) esas numaralı Meclis araştırması
komisyonu üyeliklerine siyasî parti gruplarınca gösterilen adayların listesi
bastırılıp, sayın üyelere dağıtılmıştır.
Şimdi, listeyi okutup, oylarınıza
sunacağım:
Adı Soyadı Seçim Çevresi
AK PARTİ (8)
Murat Yılmazer Kırıkkale
Mehmet Çerçi Manisa
Cemal Yılmaz Demir Samsun
Mustafa Demir Samsun
Musa Uzunkaya Samsun
Öner Gülyeşil Siirt
Mustafa Öztürk Sinop
İbrahim Çakmak Tokat
CHP (4)
K. Kemal Anadol İzmir
Sedat Uzunbay İzmir
Haluk Koç Samsun
İlyas Sezai Önder Samsun
BAŞKAN - Şimdi, listeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın Milletvekilleri, Meclis Araştırması
Komisyonuna seçilmiş bulunan sayın üyelerin, 7.5.2003 Çarşamba günü saat
16.00'da Anabina 1 inci Kat PTT Karşısındaki Meclis Araştırması Komisyonları
Toplantı Salonunda toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini
yapmalarını rica ediyorum.
Komisyonun toplantı yer ve saati, ayrıca,
ilan tahtasına asılacaktır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince, sözlü sorular ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz.
Gündemin birinci sırasında yer alan, İş
Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun
müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
VI. - KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1. - İş
Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu
(1/534)
(S. Sayısı : 73 ve 73'e 1 inci Ek) (1)
(1) 73 S.
Sayılı Basmayazı 13.3.2003 tarihli 45 inci Birleşim Tutanağına eklidir; 73’e 1
inci ek S. Sayılı Basmayazı bu birleşim
tutanağına eklidir.
BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.
Hükümet?.. Yerinde.
Sayın milletvekilleri, tasarının 14 üncü
maddesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmış, ancak, önerge işlemi yapılamamıştı.
Tasarının 14 üncü maddesi ile diğer
maddeleri, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre Komisyonca geri alınmıştı.
Komisyon, bu maddeleri görüşmüş ve raporunu Başkanlığımıza vermiştir.
Komisyon raporu, 73'e 1 inci ek sıra
sayısıyla yeniden bastırılıp dağıtılmıştır.
Şimdi, 14 üncü maddeyi, yeni şekliyle
tekrar okutuyorum:
Çağrı üzerine çalışma
MADDE 14. - Yazılı sözleşme ile işçinin
yapmayı üstlendiği işle ilgili olarak kendisine ihtiyaç duyulması halinde iş
görme ediminin yerine getirileceğinin kararlaştırıldığı iş ilişkisi, çağrı
üzerine çalışmaya dayalı kısmi süreli bir iş sözleşmesidir.
Hafta, ay veya yıl gibi bir zaman dilimi
içinde işçinin ne kadar süreyle çalışacağını taraflar belirlemedikleri
takdirde, haftalık çalışma süresi on saat kararlaştırılmış sayılır. Çağrı
üzerine çalıştırılmak için belirlenen sürede işçi çalıştırılsın veya
çalıştırılmasın ücrete hak kazanır.
İşçiden iş görme borcunu yerine
getirmesini çağrı yoluyla talep hakkına sahip olan işveren, bu çağrıyı, aksi
kararlaştırılmadıkça, işçinin çalışacağı zamandan en az dört gün önce yapmak
zorundadır. Süreye uygun çağrı üzerine işçi iş görme edimini yerine getirmekle
yükümlüdür. Sözleşmede günlük çalışma süresi kararlaştırılmamış ise, işveren
her çağrıda işçiyi günde en az üç saat üst üste çalıştırmak zorundadır.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Cevdet Selvi; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA CEVDET SELVİ (Eskişehir) -
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ilkönce, hepinizi saygı ve sevgiyle
selamlıyorum.
İş Yasası Tasarısının 14 üncü maddesi
hakkında Grubumuz adına sözlerime geçmeden önce, Bingöl depreminde vefat
edenlere Allah'tan rahmet, yaralananlara acil şifa, sorumluların da bir an önce
bu yaraları lafın ötesinde sarmasını temenni ediyorum.
İş yasası, Türkiye'de, başlangıçta da
anlatmaya çalıştığımız gibi, en önemli yasalardan bir tanesi. Bir ülkenin
ekonomik, sosyal, siyasal durumunu, demokrasiye yaklaşımını, hatta Avrupa
Birliğine girip girmeyeceğinin ölçüsünü ortaya koyan, köklü, önemli, dinamik
bir yasa; ama, ne yazık ki, Türkiye'de, son derece olumsuz bir ortamda gündeme
geldi ve yanılgılar içerisinde, maalesef, üzerinde ciddî bir biçimde durulmadan
ikinci kez Meclisimize getirildi.
Ülke yanlış yönetiliyordu, üretmekten
vazgeçilmişti, krizler birbirini kovalıyordu; işveren işyerini ayakta
tutabilmenin mücadelesini veriyor, işçiler de yokluk, yoksulluk içerisinde
kıvranıyordu; ileriye dönük umut da yoktu. Öyle oldu ki, iktidarlar,
hükümetler, siyasetçiler Avrupa Birliğine girmekten, özgürlükten ve
demokrasiden bahsederken, bazı işverenler, bunu fırsat bilerek, birdenbire,
zorunlu olarak işten çıkarmanın ötesinde, işçiyi, örgütlü olmaktan, sendikalı
olmaktan çıkarmaya gayret gösterdiler ve gündeme bu şekilde geldi. Yoksa,
içinde bulunduğumuz dönemde, endüstriyel ilişkileri düzenleyecek bir yasanın
hazırlığı, elbette böyle olmazdı.
Sendikalı olmak, örgütlenmek, işveren
için, nasıl, Anayasada yerini almış, yasalarda ayrıntılı bir biçimde
düzenlenmiş bir haksa, işçinin de, en doğal, en tabiî hakkıdır; fakat, işçiyi,
anayasal hakkı olan sendikalaşmaktan uzak tutmak için çeşitli baskılar yapıldı.
Acaba, sendikalar bu konuda ne yaptı: Kriz
nedeniyle 2 500 000 işçi ve aile aç kaldı, hiç kimse sesini çıkarmadı; ama,
kasıtlı olarak, bu fırsat bilinerek, sendikasızlaştırma mücadelesi hızla devam
ettirildi. Elbette, günümüzün şartlarında, çağımızın gereği olarak, çaresiz işçilerin
tek güvencesi olan sendikaların, buna seyirci kalması mümkün değildi. Sadece
sendikalı olduğu için işten atılan işçilerin iş güvencesini gündeme getirdiler,
anlatmaya çalıştılar, özveride bulundular, imzaladıkları toplusözleşmeden geri
gittiler, iflas eden işverenle beraber kredi aradılar, sorumluluklarını yerine
getirdiler; ama, hiç kimse, bazı işverenler, olumlu yaklaşarak, bu sendikaların
üyelerini veya işçileri sendikalı olmaktan, özgürce örgütlenmekten
alıkoymayalım deme iyi niyetine sahip olmadı. İşte o zaman olay saptırıldı.
Bakanlık, olayı bir sendikal güvence, bir örgütlenme güvencesi yerine, iş
güvencesi diye, en kritik dönemde, işçinin de, sendikaların da, işverenin de
kritik döneminde, 4773 sayılı Yasayı çıkardı; bunu zorladı. Ne kabinesiyle
görüştü ne de taraflarla görüştü, kişisel olarak bunu çıkardı. Tabiî, ne yazık
ki, bu yasa gündeme gelemedi ve 8 ay önceden yasalaştı, uygulama tarihi
arkasından geldi. Bunu hazmedemeyen, hiçbir güvence getirmeyen... Geçen gün bir
işçi konfederasyonumuz gönderdiği yazıda -bütün milletvekillerine gönderdi-
4773 sayılı Yasanın 72 ayrı nedenle iş güvencesi olmadığını, işçi çıkarmanın
gayet rahat olduğunu... İşverenler kitap yazdı. Konfederasyon da bunu biliyor.
Ama, bunu bir fırsat bilerek, içinde bulunduğumuz koşulları daha iyi
değerlendireceğini zanneden işveren ve bazı kuruluşlar, derhal tehditlere
başladılar. Binlerce işçiyi işinden atacağını söyledi TİSK'in Genel Başkanı ve
bir tepki yasası olarak, Türkiye için, geleceği için çok önemli olan, üretimi
için, iş huzuru, barışı için çok önemi olan 1475 sayılı Yasayı değişik bir
biçimde ortaya koydular. İşte burada bu çelişkileri, 58 inci ve 59 uncu
hükümetlerin mutlak yeniden ele alarak değerlendirmesi gerekiyordu. Her şeyde
olduğu gibi "bunu da kucağımızda bulduk" diye, Türkiye Büyük Millet
Meclisine getirdiler. Bu doğru değildi. Geçmişin seçim öncesi, geçmişin
iktidarlarının yanlış yaptığını "bu, bu noktaya gelmiş" diye çıkıp
buraya getirmek, sorumlu bir iktidara, sorumlu bir hükümete yakışacak bir olay
değildi. Taraflar birbirine girmiş... İşveren bunu fırsat biliyor, tehdit
havası içerisinde "mademki, siz, iş güvencesi istediniz, sizi, kökünden,
güvencesiz bırakacağız, işçilerin
sendikalı olma imkânını ellerinden alacağız" anlayışıyla bu tasarı
getirildi. İşte, bu, Türkiye'nin talihsizliğidir.
Onun için, bu tasarı ilk geldiğinde, biz,
Cumhuriyet Halk Partisinin sözcüleri ve milletvekilleri, alelacele komisyondan
geçirilip, incelenmediği için, alelacele, 48 saat bile bekletilip
milletvekillerine bunu inceleme imkânı sağlanmadığı için, biz, iyi niyetle
buraya çıktık, bunun olmaması gerektiğini, bunun mutlaka mutabakata varılarak,
uzlaşmaya varılarak çıkarılmasının, endüstriyel ilişkilere, sosyal yaşamımıza
yararı olur diye anlatmaya çalıştık; ama, bir inat da burada oldu, bir baskı...
Bazı işveren çevrelerinin veya kurumlarının, inceliğine dahi bakmadan, her
konuda işçi atamayacağız diye endişelenmelerinin sonucu, hükümet, baskı altında
kaldı. Biz, milletvekilleri olarak, bunun teknik olarak, inat değil, uzlaşmayla,
Türkiye için mutlaka gerekli olduğunu anlatmaya çalıştık. Anlaşılmadı,
kızdılar. Üslubumuzu değiştirdik, belki daha çok bağırırsak, anlarlar, anlar
arkadaşlarımız, bu iktidar-muhalefet meselesi değil, Türkiye'nin huzuru
meselesi, Türkiye'nin geleceği, üretimi meselesi, verimi meselesi ve kalite
meselesi, insan haklarına saygı meselesi diye anlatmaya çalıştık; ama,
başaramadık ve bu istismar edildi. Öyle oldu ki, bu anlattıklarımızı, elini
vicdanına koyarak, ne istiyor bunlar, bu çağda, 19 uncu Asırda bile
başarılamamış bu olay buraya neden getiriliyor, getirilmek isteniyor diye hiç
kimse incelemedi. Hükümet, İçtüzükte alelacele bir değişiklik yapmak suretiyle,
karınca kaderince, sorumluluğunu Türkiye adına, emekçiler adına, çalışan,
üreten insanlar adına yerine getirmek isteyen milletvekillerinin, Cumhuriyet
Halk Partili milletvekillerinin görüş ve düşüncesini dahi söylettirmeyecek bir
içtüzük değişikliğine gitti. Bu, haksızlıkların en büyüğüydü. 365
milletvekiliyle iktidar partisi, istediğini yaptırma imkânına sahip olmasına
rağmen, eleştirileri, yanlıştan dönmenin gerektiğini anlatanları dinleme
ihtiyacı bile duymadı. İşte, o nedenle, bir temel yasa kapsamına alınarak,
alelacele gözden geçirilmeye çalışıldı.
Önemli olan, maddeler değildir, inançtır,
felsefedir, insanı insan olarak kabul edeceğini söyleyenler, yeniden, verdiği
sözlere bir dönüp bakmalıdır. Şu yasaya baktığınızda, işçi insan değil -dikkat
edin, bilerek söylüyorum- işçi bir aile babası değil, işçinin normal bir
hayatının olması gerektiğini düşünen bir anlayış değil, işçi ödünç verilecek
bir meta gibi buraya getirildi. Halbuki çağımızda, insanlık, özgürlük,
demokrasi, verimin artması için, kalitenin yükselmesi için, işçinin o işyerine
sahipmiş gibi iyi niyetle sarılmasını gerektiren yöntemler kullanması
gerekirken, şimdi işçiye, emanet, yoldan geçerken, çalışır diye...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Selvi, bir dakika...
CEVDET SELVİ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın
Başkan.
14 üncü madde, son derece sakıncalı. Neden
iş arıyor insanlar; geçimlerini sağlamak için. Bu 14 üncü madde, dört gün
önceden işçiye telefon edilecek "gel çalış" denilecek... Haftada on
saat, ayda kırk saat... Eğer konuşulmamışsa, üç saat... Bu işçi, işyerine bağlı
kalacak; bu işçi, hayatını düzenleyemeyecek; bu işçi, üç saat çalışmak için 3
000 000 lira yol parası verecek, yemek yemeyecek, içmeyecek, geri gidecek,
çağrıldığında gelecek ve çocuk bakacak, çocuklarını okutacak, ev kirası
verecek. Bu, istihdamı artırmak değil, açlığı yaygınlaştırmaktır. Olay bu
değil; diğer ülkelerde bu ve benzeri uygulanıyor; bu, şimdiye kadar geçtiğimiz
maddeler ve gelecekler diğer ülkelerde hiç de böyle uygulanmıyor. Bir ülkeyi
örnek alırken genel durumuna dikkat ederek bir bütünlük içinde ele almak lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
CEVDET SELVİ (Devamla) - Sosyal güvencesi
sağlam, aldığı ücret geçimini sağlayacak, öğrenci ve emekli olanların, ikinci
iş arayanların çalışabileceği bir yöntemdir onlar.
BAŞKAN - Efendim, lütfen, tamamlayın!..
CEVDET SELVİ (Devamla) - Sağlıksız,
belirsiz bir iş yasasını hazırlamak, Türkiye'nin çalışma hayatına ve sosyal
hayatına verilebilecek en büyük zararlardan bir tanesidir.
Ben diliyorum, bu, incelenerek, işvereni
de işçiyi de ve önlemeye çalıştığınız sendikaları da dikkate alarak, Türkiye'ye
huzur getirecek, adalet getirecek, emeğin değerini bilerek teşvik edecek bir
anlayışa birlikte geliriz. Çünkü, Türkiye hepimizin. Hepimizin ihtiyacı var
işçiye, emeğe.
Teşekkür ederim efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Selvi.
Şimdi, şahsı adına, Manisa Milletvekili
Sayın İsmail Bilen.
Sayın Bilen, süreniz 5 dakika; lütfen,
sürelere riayet edelim.
Buyurun.
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Muhterem Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi hürmetle, saygıyla selamlıyorum.
İşçi ve işveren kesimini barıştıracak bu
yasa tasarısını olumlu buluyorum.
Hepinize teşekkür ediyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gülüşmeler, alkışlar [!])
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bilen.
İkinci söz, İzmir Milletvekili Sayın Enver
Öktem'e ait.
Buyurun Sayın Öktem.
ENVER ÖKTEM (İzmir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekili arkadaşlarım; 14 üncü maddeyle ilgili olarak şahsım adına
söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, gerçekten,
kaldığımız yerden yeniden devam edeceğiz, öyle gözüküyor. Sayın AKP Grup
Başkanvekilinin yaptığı konuşmadan da anlaşılacağı üzere...
BAŞKAN - Efendim, AK Parti...
ENVER ÖKTEM (Devamla) - ...gerçekten, AKP
iktidarımızın acelesi var, bir an önce bu tasarıyı yasalaştırmak gibi bir
telaşın içerisinde gözüküyor.
Değerli arkadaşlarım, bu madde, tipik bir
esnek çalışma düzenlemesi içermektedir. Gerçekten, bu madde yürürlüğe girdiği
takdirde, Türkiye'de bugüne kadar yerleşmiş olan bütün düzenlemeler altüst
olacaktır. Bilesiniz ki, bugün, ülkemizde, sendikal örgütlülükten, bugünkü
yasalara rağmen bahsetmek oldukça güçtür. Bugün Türkiye'de, 3 tane
konfederasyona bağlı sendikaların örgütlülük oranına baktığınız zaman, yüzde
5'lerde seyretmektedir. Eğer, bu düzenleme gerçekleşecek olursa, bu kez, bu
yüzde 5'leri bile yakalamak mümkün olmayacaktır. O zaman, Türkiye'de
demokrasinin temel taşlarından birisi olan sendikal örgütlülüğün altını da,
AKP, getirdiği bu yasal düzenlemeyle dinamitlemiş olacaktır. O nedenle, bu
düzenlemeyi, yeni baştan gözönüne almanızı, yeniden değerlendirmenizi talep
ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bilesiniz ki, bu
düzenlemede, siz, 10 saatlik haftalık çalışma süresi getirmektesiniz.
Bilmiyorum, siz, bu düzenlemeyi gerçekten okudunuz mu; bilerek mi bu
düzenlemeyi savunuyorsunuz; merak etmeye başladım.
Haftalık çalışma süresi 45 saattir; siz,
bunu, 10 saate çekmeye çalışıyorsunuz. Bu, şu demektir değerli arkadaşlarım:
Asgarî ücretle çalışan bir işçi, bundan sonra, haftada 10 saat çalıştığı
takdirde, haftada 40 000 000 lira bir ücret alacak demektir. Yani, siz, bu
düzenlemeyle, işçinin mevcut ekmeğine de göz dikmiş oluyorsunuz; siz, bu
düzenlemeyle, işçinin mevcut toplu iş sözleşmesi düzenine de göz dikmiş oluyorsunuz;
siz, bu düzenlemeyle, kayıtdışı ekonomiyi körüklemeye başlayacaksınız ve siz,
bu düzenlemeyle, bilesiniz ki, toplumun sağlık düzeniyle de oynamaya
başlayacaksınız. Anlaşılıyor ki, siz, işçiyi, bir makine olarak değerlendirmek
istiyorsunuz; yani, işçi, evinde oturacak; patron, canı istediği zaman onu
çağıracak, canı istemediği zaman çağırmayacak; işçi, ne zaman işe
çağırılacağını bilmeyecek, ne zaman işbaşı yapacağını bilmeyecek ve ay sonu
geldiğinde kaç lira ücret alacağını bilmeyecek; ama, öte taraftan, işçinin,
aybaşı geldiğinde ödeyeceği kira belli olacak, fırından aldığı ekmeğin parası
belli olacak, manavdan alacağı sebzenin fiyatı belli olacak. Siz, bu
düzenlemeyle, bilesiniz ki, işçinin, halen elde ettiği asgarî ücrette
kazanımlarını da dörtte 1'e indireceksiniz.
Peki, siz, seçim meydanlarında, işçilere
bu sözü mü vermiştiniz, emekçilere bu sözü mü vermiştiniz; biz, iktidara
geldiğimiz zaman asgarî ücretinizi dörtte 1'e kadar indireceğiz mi dediniz?! Ya
orada verdiğiniz sözler doğru değildi ya da burada yaptığınız uygulamalar doğru
değil. Bizden önce konuşan sayın hatip "biz, hem işvereni hem de işçiyi
kolluyoruz" diye geldi; hayır, gerçek bununla ilgili değildir, alakalı
değildir; tam tersinedir. Siz, işçinin ve sendikaların canına ot tıkamakla
kendinizi görevli sayıyorsunuz. Öyle sanıyorum ki, işverenler, işçinin bütün
haklarını bir çuvala paketlemiş ve size göndermişler ve siz de, AKP iktidarı
olarak, gözüken odur ki, bir kargo şirketi gibi, kargo şirketi olarak
vazifenizi yapıp, postalama işlemini yerine getirmeye çalışıyorsunuz. Bu
düşünceyi savunduğunuz sürece, bilesiniz ki, 3 Kasım seçimlerinden önce işçiye
verdiğiniz sözlere ihanet etmiş olacaksınız. Gözüken odur ki, size oy veren işçisi,
köylüsü, emekçisi, esnafı, bir noktadan sonra "elim kırılsaydı da AKP
iktidarına bu oylarım nasip olmasaydı" diyecektir. Umut ediyorum ki,
AKP'li yetkililer, bir kez daha, bu yasayı okumadan değil, bu kez okuyarak bu
salonlara gelirler ve işçinin haklarının gasp edilmesine izin vermezler.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öktem;
süreye de riayet ettiğiniz için, tekrar teşekkür ediyorum.
Madde üzerindeki konuşmalar tamamlandı.
14 üncü madde üzerinde önergeler var.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN - Hükümetin de madde üzerinde bir
söz isteği var.
Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar)
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; ben de
sözlerimin başında, Bingöl'de yaşanan depremde hayatını kaybeden
yurttaşlarımıza, çocuklarımıza Tanrı'dan rahmet, yaralılara da acil şifalar
diliyorum. Ulus olarak, başımız sağ olsun. Bu tür acıların bir daha ülkemizde
yaşanmamasını temenni ediyorum.
Evet, bugün, Yüce Mecliste, çalışma
hayatımızı yakından ilgilendiren bir temel yasayı birlikte görüşüyoruz. Bu
görüşmeleri yaparken, tabiî, bütün taşları yerine oturtmak, bu süreci çok iyi
irdelemek gerektiğinin farkındayız ve kanaatindeyiz. Değerli arkadaşlarım, yeni
iş yasası yapılması gerekliliği, çok uzun yıllardır ülkemizde tartışılan bir
konudur. 2001 yılında, sosyal taraflarla birlikte, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının başlattığı bir prosedürle, yapılan bir protokolle, yeni bir iş
yasasının hazırlanması, bununla birlikte, 2821 ve 2822 sayılı Yasaların da
yeniden hazırlanarak çalışma hayatımıza kazandırılması amaçlanmış ve bu
doğrultuda bir protokol imzalanmıştır. Zaman zaman, çok acele, alelacele,
alelacele diye tenkit ediliyor. Değerli arkadaşlarım, bu yeni İş Yasası
Tasarısı, 2001 yılından beri, çalışma hayatımızın gündemindedir, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündemindedir, komisyonların gündemindedir; ilgili herkesin
bu konuyu yakından takip ettiğini biliyorum. Bu sebeple, bu şekilde, alelacele
bu tasarı geçiriliyor iddialarına katılmak mümkün değildir.
Biz, hükümet olarak, bu sürecin ortasında
kendimizi bulduk; geçen konuşmalarda da bunu ifade ettim. 9 kişiden oluşan
bilim kurulunun hazırladığı bir tasarıdır bu. Biz, hükümet olarak bu tasarının
mutfak çalışmasında maalesef bulunamadık; ama, bütün bunlara rağmen ve
hocalarımızın oybirliğiyle hazırladığı bu teklifin olduğu gibi kabul edileceği
yolundaki beyanlara rağmen, biz, tarafların içine tamamen sinmesi için, bunu
tartışmaya açtık, defalarca sosyal taraflarla toplandık geceli gündüzlü, burada
arkadaşlarımız bu toplantılara şahit oldular ve olabildiğince bir uzlaşmaya,
bir yakınlaşmaya doğru bu hadiseyi getirdik.
Yeni İş Kanunu Tasarısının içerisinde yer
alan 50 ayrı madde 1475 sayılı Yasadan aynen alınmış maddedir; yani 1475'te yer
alan 50 madde bu yeni İş Yasası Tasarısında da yer almıştır. Aşağı yukarı 35'e
yakın maddede, tarafların uzlaşmasıyla ya madde metni değiştirilmiş veyahut da
taslak metinden tamamen çıkarılmıştır. Burada sosyal taraflarımızın uzlaşmaya
varamadığı madde sayısı 3 veya 4'ü geçmez değerli arkadaşlarım. O sebeple,
tarafların arasında genel bir uzlaşma iradesi söz konusudur.
Sonra, bu konu, Türkiye'nin gündemine yeni
gelmiş bir konu değildir. Altıncı, Yedinci ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planlarında, standartdışı çalışma biçimlerini öngören yeni bir iş yasasının
hazırlanması öngörülmüştür ve bu planların hepsi, sizlerin de bildiği gibi,
Yüce Meclisin onayından geçmiştir. Yine, Ulusal Programda, yeni bir iş
yasasının hazırlanması taahhüdü söz konusudur ve en son, bizim de, hükümet
olarak, Acil Eylem Planımızda, altı aylık bir vadede, yeni bir iş yasasının
çıkarılması taahhüdümüz bulunmaktadır.
Dolayısıyla, bu konu, birdenbire, kendiliğinden
gündeme gelmiş bir konu değildir, temel referansları vardır, bir geçmişi, bir
mutfak çalışması vardır.
Değerli arkadaşlarım, tabiî, bu mesele,
sadece bizde tartışılmıyor. Esnek çalışma biçimlerinin hayata girmeye çalıştığı
her ülkede, her çalışma hayatında bu konu tartışılmıştır, Avrupa'nın birçok
ülkesinde tartışılmıştır; yani, koruyuculuk ile esnek çalışmayı uyumlaştırma
konusundaki tartışmalar hâlâ devam etmektedir.
Değerli arkadaşlarım, meseleye sadece bir
açıdan bakmak, işin en kolaycılığıdır. Biz de, sadece sendikal örgütlenme adına
bu meseleye bakabilseydik, bizim de işimiz kolaydı. Bunu derken, ülkede
sendikal örgütlenme konusunda bir itirazınız mı var; hayır. Biz de, işçi
önderlerimizin, sendikalarımızın çekincelerini, itirazlarını saygıyla
karşılıyoruz ve sendikal örgütlenme konusunda, onların önündeki yasal
engellerin, olabildiğince açılması taraftarıyız. Hükümet olarak, sivil
inisiyatife, sosyal diyaloga önem veren bir parti olarak, işçi sendikalarımızın
da, çalışma hayatımızda, olabildiğince örgütlenmesinden yanayız; ama, hükümet
olarak, biz, fotoğrafın bütün parçalarını görmek zorundayız. Evet, ülkede,
çalışma hayatında örgütlenmiş bir sendikal kesim vardır. Bunun dışında,
işyerlerimizde çalışan, ama, bir sendikal güvencesi olmayan işçilerimiz de
vardır. Bunlardan da öteye, bugün, milyonlarca vatandaşımız, bir iş, bir ekmek
bulmak umuduyla, her gün, iş bulma kurumlarında, özel sektör kapılarında,
umutla, umutlarını tüketmemek için sabırla direnmektedirler. Bizim sırtımızdaki
sorumluluk, hükümet olarak, fotoğrafın bütün parçalarını görmek ve çalışma hayatımızda,
buna göre bir denge kurmak mecburiyetinden kaynaklanmaktadır. Yoksa, sosyal
taraflardan birine yaslanıp, popülizme kaçarak, reklam yapmak, o kesimin
çıkarlarıyla uyuşan söylemler geliştirmek çok kolay; bu, geçmişte olmuştur;
ama, biz, sadece ülkenin bugününü değil, çalışma hayatımızın geleceğini de
düşünen bir hükümet olarak, bu konuda çalışma hayatımızdaki dengeleri
olabildiğince gözetmenin gayreti içerisinde olduk. Tasarı, Genel Kuruldan
komisyona çekildikten sonra da, taraflarla birkaç kez daha görüştük; ama, bütün
uğraşılarımıza, bütün iyiniyetli çabalarımıza rağmen, tarafların anlaşamadığı
üç veya dört madde konusunda, onların uzlaşmaları için yeterli imkân
sağlanamadı; daha doğrusu olmadı. Tabiî, bu iki noktadaki çıkarları,
menfaatları, uzlaştırmak çok kolay bir hadise olmadığı için olmadı; ama,
tarafların, yeni iş yasasının çıkması konusunda genel bir iradelerinin olduğunu
söylemek mümkündür.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu yeni
iş yasası ne getiriyor; yeni iş yasası, her şeyden önce, iş güvencesi
hükümlerini, bu bütün içerisine, bu kapsam içerisine alıyor. Yani, geçmişte
olduğu gibi, artık, iş güvencesiyle ilgili yasayı çıkarıp, yürürlüğünü bir
sene, altı ay sonraya atmak diye bir şey yok. Biz, hükümet olarak, bu iş
yasasıyla birlikte, iş güvencesi hükümlerinin de kurumsal bir şekilde iş yasası
içerisinde yer almasını kabul ederek, bu şekilde bir bütünlük içerisinde bir
paket hazırlamış bulunmaktayız.
Sayın Başkanvekilim de ifade ettiler, yeni
iş güvencesiyle ilgili -ki şu anda bu yasa yürürlüktedir- yasanın güvencesinde
olan 2 800 000 civarında işçimiz vardır. Gönül arzu eder ki, çalışma
hayatındaki bütün işçilerimizin -zaman içerisinde bu bireysel işletmelerde
çalışan işçilerimizin de- iş güvencesi hükümlerinden yararlanmasıdır. Dilerim,
endüstriyel ilişkilerimiz, istihdamdaki gelişmeler, ülkeyi böyle bir noktaya
getirir.
Değerli arkadaşlarım, bunun dışında, İş
Yasasında herhangi bir değişiklik yapılması için, iş organizasyonlarında,
çalışma şekillerinde bir değişiklik yapılabilmesi için, işçinin rızasının ve
yazılı muvafakatının alınmasını öngören birçok madde vardır. Yani, bu yasa,
işçimiz, emekçimiz arzu etmediği takdirde, iş organizasyonlarındaki
değişikliklere, çalışma biçimindeki değişikliklere katılmama iradesini
kendisine tanımaktadır.
Yine, bu tasarıyla birlikte birtakım yeni
kurumlar ve kavramlar çalışma hayatımıza girmiştir. Örneğin, analığın
korunması, işçinin bilgilendirilmesi, Ücret Garanti Fonu gibi birtakım yeni
müesseseler de bu tasarı içerisine girmiş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, uygulama alanı bulmayan
birtakım hükümler de bu yasadan temizlenmiştir. Örneğin, zarar karşılığı
işçilerimizden kesilen kesinti tutarı, bu yeni tasarıda gündem dışında
bırakılmıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, özetle, bu yasa, her kesim için,
sosyal taraflarımız için neler getirmektedir; birkaç cümleyle, onu size ifade
etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, hepimiz de biliyoruz
ki, dünyada acımasız bir rekabet var. Türkiye, duvarlarını kapatmış, tek başına
yaşayan bir ülke değil; dolayısıyla, dünyadaki gelişmelerden etkilenmemesi de
mümkün değil.
Bizim, Parlamento olarak ve hükümet olarak
şuna karar vermemiz lazım: Değerli arkadaşlarımın tenkit ettiği çalışma
biçimleri, çağrı üzerine çalışma, esnek çalışma biçimleri; değerli
arkadaşlarım, bunların hepsi, şu anda, bizim çalışma hayatımızda var; taşeron
uygulaması var, geçici iş sözleşmesi var, çağrı üzerine çalışma var ve diğer
çalışma biçimlerinin yüzde 90'ı, şu anda, bizim çalışma hayatımızda var. Biz,
bu yasayı hiç gündeme getirmemek suretiyle bu kuralsız, kaidesiz, hukuksuz
uygulamanın devamına imkân mı sağlayacağız; yoksa, Parlamento ve hükümet, bu
şekilde kuralsız, kaidesiz, hukuksuz uygulamaya izin vermez diyerek, bunu bir
yasal baza mı oturtacağız; burada önemli olan tercih meselesidir. Biz de
hükümet olarak ve Parlamento olarak diyoruz ki, bu şekilde kuralsız kaidesiz
uygulamaların devamı hukuk devletine yakışmaz; dolayısıyla, bu şekilde yapılan
çalışmaları bir hukuk disiplini içerisine almak durumundayız.
İkinci husus, işletmelerimizin rekabetine
imkân verecek, uluslararası pazarlardaki değişmelere anında tepki verebilecek
bir esnekliği de işletmelerimize kazandıracak yeni hükümleri içermesidir.
Diğer taraftan, işçimizin kendisine,
ailesine, sosyal hayatına daha çok zaman ayırabilecek bir esneklik
getirmektedir. İşçimizin birden fazla işlerde çalışmasına imkân tanıyan
düzenlemeler getirmektedir.
Öte yandan, en önemli husus, diğer Avrupa
ülkelerinde olduğu gibi, işsizliğin önlenmesi konusunda, devlete önemli bir
imkân getirmektedir. Bunu, Avrupa'da başarıyla uygulamış ve işsizlik oranlarını
büyük ölçüde indirmiş ülkeler var.
Değerli arkadaşlarım, işsizlik deyince,
işsizlik, maalesef, bütün dramatik sonuçlarıyla ülkemizde devam etmektedir.
Türkiye, üç dört yıl yüzde 4 nispetinde büyüse dahi, işsizlik oranını yüzde 17
civarından aşağıya düşürmek mümkün değildir. Ekonomimiz, ancak yüzde 6-7
büyüdüğü takdirde, işsizlik oranımızı yüzde 10'ların altına düşürmek gibi bir
durumla karşı karşıya geleceğiz.
Bu sebeple, yeni yasa, ülkemizde yoğun bir
şekilde yaşanan işsizliği önleme konusunda da önemli bir anahtar olacaktır.
Tabiî, arkadaşlarımızın -ki, kendileri
sendika kökenli arkadaşlarımız- sendikacılıktan geldikleri için, sendikal
örgütlenme konusundaki hassasiyetlerini mutlaka saygıyla karşılıyorum, belki,
Parlamentomuzun bir zenginliği olarak da görüyorum; ama, değerli arkadaşlarım,
şunu, en az benim kadar sizler de biliyorsunuz; işgücü piyasasındaki
daralmalar, dünyadaki endüstriyel ilişkiler, sendikal örgütlenme konusunda, bu
çalışma hayatlarına büyük zorluklar getirmiştir, bunu kabul ediyorum. Sizlerle
birlikte, işçi konfederasyonlarımızın bu endişesini yürekten paylaşıyorum; ama,
buna çözüm olarak, bu esnek çalışma biçimlerine karşı çıkmak suretiyle, bu yeni
iş yasasını geriye ötelemek suretiyle sendikal örgütlenmeyi artıracağımıza
inanıyorsanız, samimiyetle söylüyorum, burada yanılıyorsunuz; çünkü, demin de
ifade ettiğim gibi, şu yasa çıkmasa bile, şu anda, bizim çalışma hayatımızda
esnek çalışma usulleri var ve sendikal örgütlenmeyi, o şekilde, kuralsız ve
kaidesiz şekilde engelliyor; yani, bu yasa hiç olmasa bile, şu anda, çalışma
hayatımızda, sendikal örgütlenmeye fayda sağlayacak bir konu yok.
Eğer, ülkede sendikal örgütlenmenin önünün
açılmasını, sendikalarımızın, daha yaygın şekilde, bütün sektörlerde temsil
edilmesini, yer almasını istiyorsak şunu yapacağız: Bu rüzgâra karşı durmak
mümkün değil. Bu rüzgâra karşı Avrupa sendikaları duramadılar; sosyal
demokratları da duramadı, sosyalistleri de duramadı, hiç biri duramadı ve
onlar, bu gelişen trende karşı, kendi kültürlerini, kendi yaklaşımlarını
değiştirerek, sendikal kültürlerini değiştirdiler ve bu çalışmaya uyum
sağlamaya gayret gösterdiler.
Biz, bulunduğumuz noktada, bulunduğumuz
pozisyonda, bulunduğumuz siperde kalırsak, Türkiye'de sendikacılığı
ilerletemeyiz. Evet, şimdi 2821 sayılı Yasa gelecek, 2822 sayılı Yasa gelecek;
gelin, orada, bu birikiminizi, bu tecrübenizi bu yasalara aktarın ve Türkiye'de
sendikal hareketi daha fazla nasıl geliştirebiliriz, sivil toplum hayatımıza,
ekonomimize katkısı nasıl olur; bunun çalışmasını birlikte yapalım, bunun
gayretini birlikte gösterelim.
Tekrar tekrar söylüyorum; şu yasaya karşı
durmanın, şu anda, ülkemizde, çalışma hayatında var olan kuralsız, esnek
çalışma usulleri devam ettiği sürece, sendikal harekete hiçbir faydası
olmayacaktır.
Bu yasanın, çalışma hayatımıza, çalışma
hayatımızda işçi - işveren barışına, istihdamın artırılmasına katkı sağlaması
dileğiyle, Yüce Meclisi ve Sayın Başkanı, şahsım ve hükümetimiz adına saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın
Başkanım, Sayın Bakanım sendikalardan çok bahsetti, değişimden bahsetti.
Müsaade ederseniz, değiştik mi, değişmedik mi izah etmeye çalışacağım.
BAŞKAN - Sayın Meral, beni dinler misiniz.
Sayın Meral, eğer bir söz talebiniz varsa,
bunu değerlendiririm; ama, İçtüzüğümüze ve -benim bildiğim- Parlamento
teamüllerine göre yerinden konuşma usulü yok.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Söz istiyorum
efendim.
BAŞKAN - Söz istiyorsanız, buyurun, size
söz veriyorum. Son söz milletvekilinin; hakkınızdır.
Süreniz 5 dakikadır.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Çok teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın
Bakanımız, sendikal gelişmelerde, yapılaşmada bir değişiklik olmadığını
söyledi. Şunu özellikle ifade etmek istiyorum ki; işyeri olacak, işveren olacak
ki, işçi olsun. Bunda, bir defa, en ufak bir sorunumuz yok. Elbette ki, bazen
işyerlerinde kriz söz konusu olur. Kendisi de biraz önce söyledi "bir sürü
hukuksuzluk var" dedi. "Bu hukuksuzlukları hukukî hale çeviriyoruz;
yani, taşeron mafyası dediklerimizi, kaçak işçilik dediklerimizi, kayıtdışı
dediklerimizi, kısacası, bir sürü olumsuzluğu meşrulaştırıyoruz" dedi
Sayın Bakanım.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Hiç öyle bir
şey demedi. Nasıl anladınız?!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Efendim,
müsaade eder misiniz... Öyle dedi.
Şimdi, şunu özellikle ifade etmek
istiyorum: Bakınız, sayın milletvekilleri, lütfen dinleyin. İş güvencesi yasa
tasarısı çıkalı -martın 15'inde çıktı- hangi işyeri kapandı, hangi işyerinde
bir sorun var?! Burada birbirimizi yıprattık. Var mı bir sorun; yok. Hiçbir
yerde bir şey olmadı.
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Ne alakası
var!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Burada ne
söyledik; oturduk, size, dostça dedik ki, yanlışlık yapmayın. Tasarrufu Teşvik
Fonundaki paralar, bu şekilde yaparsanız, çarçur olur ve yüzüne gözüne bulaşır
dedik ve aynısı oldu. Konut Edindirme Fonundan bahsettik değerli arkadaşlarım;
ortada yok. Emeklilerin, TÜFE konusunda kaybı söz konusu dedik. 70 000 000 lira
para verdiniz. Hakikaten kayıpları oldu. Kuyruklar, ekmek kuyrukları daha da
arttı; bunları izlemiyor musunuz? Sizin bir avantajınız var; çoğunuzu
seçmeniniz tanımıyor. Sıkıntınızın bu kadar az olduğu oradan geliyor. Biz,
milletin karşısına çıktığımız zaman, sizin adınıza bizim de yakamızı
destekliyorlar.
Sayın milletvekilleri, sorunumuz ortak.
Oturup düşünelim; sorun yaratmayın.
Efendim, şimdi, bu tasarıyla ne
getiriliyor; bu tasarıyla ne getiriliyor biliyor musunuz; bu tasarıyla,
işyerlerinin bir bölümünün devri, geçici iş ilişkisi, iş sözleşmesinin devri,
ödünç iş ilişkisi, sürekli ve süreksiz işlerin iş sözleşmesi, belirli ve
belirsiz süreli iş sözleşmesi, belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesinin
ayırım sınırı, kısmî süreli ve tam süreli iş sözleşmesi, çağrı üzerine çalışma,
deneme süreli iş sözleşmesi, takım sözleşmesi. Zaten iş güvencesini bunlar
ortadan kaldırdı. İş güvencesi diye bir şey yok; bunu bilin değerli
arkadaşlarım; bunu kaldırdı. Bu, daha ne yaptı; kısa süreli çalışan işçilerin
kıdem tazminatını ortadan kaldırdı, ihbar önellerini ortadan kaldırdı, emeklilik
hakkını ortadan kaldırdı. Canını mı alacaktınız işçinin; ne yapacaktınız
fazla?! İşte, geçmişte, yine bu kürsüde, bu meydanlarda "işçiler, emekliler
üç yıl daha yaşasın, yeter" diyenlerin gördük halini, hareketini. Yanlış
yapmayın diyoruz, sizin için söylüyoruz. Ne siz işçinin düşmanısınız ne biz
işçinin düşmanıyız; ne siz işverenin düşmanısınız ne biz işverenin düşmanıyız.
Neden oturup ortaklaşa bir sorun çözmüyoruz. Nerede sizin işçi kökenli
milletvekilleriniz?! Söz verdiniz "bazı maddeler üzerinde tekriri müzakere
yapıp geri alacağız, düzelteceğiz" dediniz. Söz verdiniz; sözünüzde
durmadınız. O arkadaşlarım da bugün burada yok. Yapmayın bunu sayın milletvekilleri,
bunları yapmayın!.. Yanlış yapıyorsunuz!.. Yarın, üzüleceksiniz. Yarın, o işçi,
120 gün primini doldurmayan işçi, senin işçin; senin kapına gelip çocuğunun
hasta olduğunu, doktora götüremediğini söylerse, vicdan azabı çekeceksiniz;
ama, bunları yapıyorsunuz bugün burada. Bunları yapmayın diyorsak, yanlış mı
söylüyoruz size?!
HASAN ANĞI (Konya) - Ne alakası var?!.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Yapıyorsunuz
bunları. Kısa süreli çalışan... Biraz önce Sayın Cevdet Selvi burada söyledi.
Çağrı üzerine çalışma; nedir çağrı üzerine?.. 120 gün primi yılda doldurmayan
bir işçi sağlık sorunundan yararlanabilecek mi? Kıdem tazminatı gitti, ihbar
öneli gitti; ondan sonra, burada, kalkıyoruz, haktan, hukuktan bahsediyoruz
değerli arkadaşlarım.
Sayın Bakanım, bir konuyu daha bilginize
arz etmek istiyorum müsaade ederseniz. Bir protokolden bahsediyorsunuz. 9 bilim
adamının getirdiği birçok maddeyi değiştirdiniz. 9 bilim adamına verdik, ne
dedik; bir yasa tasarısı hazırlayın. Kime güveneceksin? Ben, şunu çok samimî ifade etmek istiyorum
ki -Sayın Refik Baydur'a ne kadar kızarsak kızalım- eğer bu yasa tasarısını,
baştan, Sayın Baydur'a getir deseydik, bu kadar zalimce maddeler getirmezdi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Meral, buyurun.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Şimdi,
burada, öyle bir taslak gelmiş ki, iş güvencesi dedik tutturduk; bitti!..
Sayın Bakanım, biz, bilim adamlarının
hazırladığı taslağı dinledik, kabul etmediğimizi kendilerine ifade ettik.
Dönemin bakanının huzurunda dedik ki, bizim kendi kurullarımızdan bu yasa
taslağı geçmeden, kabul edilmeden, bizim kabul etme şansımız yok; çünkü, bizim
yönetimlerimiz var, denetimlerimiz var. Sayın Müsteşarımız da, burada, bunun
canlı şahididir; ama, protokol var, protokol var!.. Protokol varsa, yazdım,
okumuyorum; yani, işime gelmiyorsa, protokol yaptım diye... Doksandokuz tane
protokol yapıyorsunuz; uyguluyor musunuz? Aldık protokolü...
HASAN ANĞI (Konya) - Sözü veren
kendileri...
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Otur oturduğun
yerde Allah'ını seversen; bilerek konuşuyorsun, bilmeden konuşuyorsun.
HASAN ANĞI (Konya) - Sözlerini
tutmadılar...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, hatibi
dinleyelim; müdahale etmeyelim.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Benim burada
söylediklerimde bir tane eksik bir şey var mı?!. Senin için konuşuyorum, senin
için... Anlamadan konuşma orada; gel, burada, kürsüde konuş.
BAŞKAN - Sayın Meral, siz Genel Kurula
hitap edin lütfen.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Şunu söylemek
istiyorum Sayın Başkanım: Sıkıntıları -her konuda, ne getiriyorsa- çalışanların
sırtına yüklüyorsunuz; böyle bir iş yapmayın.
Bakınız, yarın, çalışanı, çalıştıranın
servetine düşman edersiniz. Sinsi birikimler insanlarda patlama yaratır.
Görüyoruz işte, üzülüyoruz; daha dün bir okulda, gençlerimizin ne hale
geldiğini gördük. Bunların hepsinin içerisinde yokluk vardır, yoksulluk vardır,
belki de bizim yaptığımız yanlışlıklar vardır. Lütfen, oturalım -vatandaş bizi
buraya gönderdi- vatandaşın sorunlarını çözelim, sıkıntılarını çözelim ve
vatandaş mutlu, huzurlu olsun.
Bir tek çivi çakılmıyor. Binlerce insan
kapımızın önünde karargâh kurmuş. Sizin yanınıza gelen yok mu, Allah rızası
için?! Bunlar için ne çare düşünüyorsunuz? Bir çivi çakın, çivi... Bu memlekete
bir çivi çakın, işsize iş bulun! Meydanlarda "işsize iş, aşsıza aş"
diye bağırdınız; biz de bağırdık. Hangi programla bu kadar insana iş
bulacaksınız?! Mühendis asgarî ücretle iş arıyor; bu, sizin ayıbınız! (AK Parti
sıralarından gürültüler)
RESUL TOSUN (Tokat) - Sizin ayıbınız,
sizin...
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Ayıp...
Ayıp...
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Meydanlarda
söz verdiniz; kurtarın!.. İktidar oldunuz, iktidar!.. Söz verdiniz... (AK Parti
sıralarından gürültüler)
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Yeter artık,
konuşma!..
MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - Bayram
Ağasınız, Bayram Ağa...
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Ülkeyi bu hale
Sayın Ecevit'le beraber getirdiniz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale
etmeyelim...
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - İktidarın
mazereti olmaz! İktidarın mazereti olmaz! Kendinize güvenmiyorsanız, iktidar
olmasaydınız...
BAŞKAN - Sayın Meral...
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - İktidar
olduysanız, yerine getirin verdiğiniz sözleri.
BAŞKAN - Sayın Meral, siz, Genel Kurula
hitap edin.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Halka söz
verdiniz, söz... Yerine getirin...
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Yalan
söyleme...
MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - Bayram
Ağasınız... Siz sınıf atladınız, işverensiniz artık.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Benim babam
da ağaydı, senin gibi çok adamı ağırlardı; kusura bakma... Ağalık benim
soyumdan geliyor; ayıp bir şey de değil.
MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - İşçi değil,
işveren temsilcisisiniz...
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Eğer,
patronun uşaklığını yapıyorsam, o ayıptır!
MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Sendika
ağası...
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Benim için,
patronun uşaklığını yapmak ayıptır!
Ben, burada, temsil ettiğim toplumun
hakkını savunuyorum; sizin gibi, patronun yazıp eline verdiği yasa metinlerini
oylayıp kabul etmiyorum.
BAŞKAN - Sayın Meral, siz, Genel Kurula
hitap edin.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Hepinize
teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Meral, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, kürsüde hatip
konuşurken, lütfen, müdahale etmeyelim.
Sayın milletvekilleri, 14 üncü madde
üzerinde 3 adet önerge vardır; önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım,
sonra aykırılık derecesine göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının ikinci
fıkrasındaki "on saat" ibaresinin "yirmi saat", üçüncü
fıkrasının son cümlesindeki "en az üç saat" ibaresinin "en az
dört saat" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih Kapusuz Alim Tunç Ünal Kacır
Ankara Uşak
İstanbul
Medeni Yılmaz İrfan
Riza Yazıcıoğlu İlyas Arslan
Muş Diyarbakır Yozgat
BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının
"Çağrı Üzerine Çalışma" başlıklı 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında
yer alan "taraflar belirlemedikleri takdirde" ibaresi ile üçüncü
paragrafında yer alan "aksi kararlaştırılmadıkça" ibaresinin tasarı
metninden çıkarılması ve üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere, aşağıdaki
fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Oğuz Oyan Enver Öktem İzzet Çetin
İzmir İzmir Kocaeli
Cevdet Selvi Mehmet Küçükaşık Bayram Meral
Eskişehir Bursa Ankara
Feridun Baloğlu Muharrem
Kılıç M. Nuri Saygun
Antalya Malatya Tekirdağ
Mehmet Ziya Yergök
Adana
"İşçinin, bir aylık
toplam ücreti asgarî ücretin altında olamaz."
BAŞKAN - Şimdi, son ve en
aykırı önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun
tasarısının "Çağrı üzerine Çalışma" başlıklı 14 üncü maddesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Oğuz Oyan İzzet Çetin Enver Öktem
İzmir Kocaeli İzmir
Muhsin Koçyiğit Muharrem
Doğan Hüseyin Özcan
Diyarbakır Mardin Mersin
Çağrı Üzerine Çalışma
Madde 14.- Yazılı sözleşmeyle işçinin
üstlendiği işin çıkması halinde iş görme ediminin yerine getirileceğinin
kararlaştırıldığı iş ilişkisi, çağrı üzerine çalışmaya dayalı kısmî süreli bir
iş sözleşmesidir.
Hafta, ay veya yıl gibi bir zaman dilimi
içinde işçinin ne kadar süreyle çalışacağını taraflar belirlemedikleri
takdirde, haftalık çalışma süresi 25 saat kararlaştırılmış sayılır. Çağrı
üzerine çalıştırılmak için belirlenen sürede işçi çalıştırılsın veya
çalıştırılmasın ücrete hak kazanır.
İşçiden iş görme borcunu yerine
getirmesini çağrı yoluyla talep hakkına sahip olan işveren, bu çağrıyı, aksi
kararlaştırılmadıkça, işçinin çalışacağı zamandan en az dört gün önce yapmak
zorundadır. Süreye uygun çağrı üzerine işçi, iş görme edimini yerine getirmekle
yükümlüdür. Sözleşmede günlük çalışma süresi kararlaştırılmamış ise, işveren
her çağrıda işçiyi günde en az üç saat üst üste çalıştırmak zorundadır.
Bu tür çalışmada; işçinin, bir aylık
ücreti, asgarî ücretin altında olamaz.
BAŞKAN - Son ve en aykırı önergeyi
dinledik.
Komisyon bu önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılamıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümetin katılmadığı
önergenin imza sahipleri, konuşmak istiyor musunuz efendim; yoksa, gerekçeyi mi
okutalım?
OĞUZ OYAN (İzmir) - Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum.
Gerekçe:
Madde metninin ikinci fıkrasındaki
"10 saat" ibaresi "25 saat" olarak değiştirilmiştir. Çağrı
üzerine çalışma, iş yaşamımıza yeni girmektedir. Çalışma ilişkileri içinde,
istismara en açık çalışma biçimlerinden birisidir. Bu nedenle, işçiye bir ücret
garantisinin sağlanmasına, iş hukukunun temel felsefesini oluşturan
"işçiyi koruma" ilkesi açısından ihtiyaç vardır.
İşçi, ne kadar çalışacağını ve ne kadar
ücret alacağını bilmelidir ve bu ücret, asgarî ücretin altında olmamalıdır.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun
ve Hükümetin katılmadığı, biraz önce de gerekçesini okuduğumuz önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının
"Çağrı Üzerine Çalışma" başlıklı 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında
yer alan "taraflar belirlemedikleri takdirde" ibaresi ile üçüncü
paragrafında yer alan "aksi kararlaştırılmadıkça" ibaresinin tasarı
metninden çıkarılması ve üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere, aşağıdaki
fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Oğuz Oyan
(İzmir)
ve arkadaşları
"İşçinin, bir aylık toplam ücreti
asgarî ücretin altında olamaz."
BAŞKAN - Önergeye Komisyon katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Sayın Hükümet?..
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı önergenin sahipleri, konuşmak istiyor musunuz?
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - Önerge sahiplerinden Sayın İzzet
Çetin; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Komisyon
Başkanvekili yok mu; merak ettim.
BAŞKAN - Efendim, Komisyonun temsili
İçtüzüğe uygun; sözcü var.
Buyurun Sayın Çetin.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yeni İş Kanunu Tasarısının 14 üncü
maddesine ilişkin vermiş olduğumuz önergelerin amacı, gerçekten, çalışma
yaşamımıza yeni giren, bu tip, çağrı üzerine çalışma biçiminde var olan
aksaklıkları gidermeye yöneliktir.
Bakınız, deminden beri yapılan
konuşmalarda, çağrı üzerine çalışmanın işyerlerinde nasıl bir ilişki
geliştireceğini, bu kadar büyük çapta işsizimizin olduğu bir dönemde, çalışma
ilişkilerinin iyice dejenere olduğu bir dönemde... Sayın Bakan biraz evvel
" bütün bu esnek üretim ilişkileri çalışma yaşamımıza girmiş, zaten var;
biz, bunları, yeniden çalışma yaşamına adapte ediyoruz, yeni getirmiyoruz, var
olanı kural haline getiriyoruz" dediler.
Değerli arkadaşlarım, yasa yapma görevi
elbette Türkiye Büyük Millet Meclisine ait; ama, bunu uygulama görevi de
yürütme organına, Bakanlığa aittir. Eğer, işyerlerinde yasalara aykırı çalışma
var ise, bunu birinci derecede kontrol etme, müfettişleriyle teftiş ettirme,
eğer gücü yetiyorsa ceza yazıp o yanlış uygulamayı durdurma görevi Sayın Bakana
aittir, Bakanlığa aittir. Yürütmenin kendi aksaklığını, eksikliğini,
beceriksizliğini gizlemek için kural koyup, onu gizlemeye çalışmasının bir
mantığı olamaz.
Burada, biz, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, elbette azınlığız, elbette sayınız bu iş yasasını çıkarmaya yetecek,
onu biliyoruz; o nedenle, yapmış olduğumuz öneriler... Bakınız, tasarı
üzerindeki 6 önergemizi geri çektik. Niçin geri çektik; yapıcı olsun, hiç
olmazsa, çalışma yaşamına girecek bu hükümler işyerlerinde uygulanabilir olsun,
işçi istismar edilmesin, işyerlerinde huzur bozulmasın, huzursuzluk giderek
ülkeye yansımasın. Amacımız üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. İşyerleri de
bizim, işçiler de bizim, bu ülke de bizim. Ülkemizde yeteri kadar huzursuzluk
var, yeteri kadar kriz var; yeni krizler geliştirecek tohumları atmayalım,
ekmeyelim.
O nedenle, diyoruz ki biz, işçi
istismarını hiç olmazsa birazcık önleyelim. Bakınız, biraz sonra, tekrar
kürsüye çıktığımda size anlatacaklarım var, onun için, çok kısaca söylüyorum;
çağrı üzerine haftada dört saat çalışarak, on saat çalışarak, yirmi saat
çalışarak ev geçindirilemez. Hiç olmazsa, asgarî ücreti de dejenere edecek,
belki asgarî ücretin çok çok altında, belki ayda bugünkü değerle toplam 100 000
000 lira alamadan çalışacak insanlara bir ücret garantisi getirelim diyoruz.
Onun için de, hiç olmazsa, işçiye çağrı üzerine çalışma varsa, işçinin bir ay
içerisinde alacağı ücret asgarî ücretin altında olamasın, bir asgarî ücret
garantisi getirelim diyoruz. Asgarî ücret ne kadar; 225 000 000 lira. 225 000
000 lirayla, beş arkadaş, gittiğiniz bir lokantadan doğru dürüst çıkabiliyor
musunuz? O insanlar bir ay ev geçindirecek. Biraz insaflı, biraz
vicdanlıysanız, işçinin de insan olduğunu hatırlamanızı istiyorum ve burada,
sadece asgarî ücret garantisi içeren bu önergemizin kabul edilmesini, bu
doğrultuda oy kullanmanızı rica ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.
Sayın milletvekilleri, açıklamasını Sayın
Çetin'den dinlediğimiz, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
Üçüncü önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının ikinci
fıkrasındaki "on saat" ibaresinin "yirmi saat", üçüncü
fıkrasının son cümlesindeki "en az üç saat" ibaresinin "en az
dört saat" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih Kapusuz
(Ankara)
ve arkadaşları
BAŞKAN - Önergeye Komisyon katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Çoğunluğumuz olmadığı için
katılamıyoruz.
BAŞKAN - Evet, çoğunluğunuz yok.
Hükümet?..
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor, Komisyon bir
fikir beyan edemiyor.
Önergenin gerekçesini mi okutalım efendim?
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Gerekçe okunsun
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Çalışma hayatına daha faydalı olacağı
kanaatindeyiz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri,
gerekçesini dinlediğiniz, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, 14 üncü maddeyi...
OYA ARASLI (Ankara) - Karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - 14 üncü maddeyi oylarınıza
sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.
14 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler...
İki Kâtip Üye arasında mutabakata
varılamadı, yeni gelenler oldu.
Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyelerimizin
de görüşü doğrultusunda elektronik cihazla oylama yapacağım.
14 üncü maddeyi, kabul edilen önerge
doğrultusunda oylarınıza sunacağım.
Oylama için 4 dakika süre vereceğim.
Sisteme giremeyenler görevlilerden yardım
isteyebilirler ya da pusula gönderebilirler.
Oylama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar
yetersayısı vardır, 14 üncü madde kabul edilmiştir.
Şimdi, 15 inci maddeyi okutuyorum:
Deneme süreli iş sözleşmesi
MADDE 15. - Taraflarca iş sözleşmesine bir
deneme kaydı konulduğunda, bunun süresi en çok iki ay olabilir. Ancak deneme
süresi toplu iş sözleşmeleriyle dört aya kadar uzatılabilir.
Deneme süresi içinde taraflar iş
sözleşmesini bildirim süresine gerek olmaksızın ve tazminatsız feshedebilir.
İşçinin çalıştığı günler için ücret ve diğer hakları saklıdır.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 15 inci
madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın
İzzet Çetin; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN (Kocaeli) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, 13-14 Mart
günlerinde görüştüğümüz ve daha sonra geri çekilen İş Kanunu Tasarısı, aradan
geçen neredeyse iki aylık süreden bu yana Meclisin gündeminde uzun süre birinci
sırada tutulduktan sonra bugün yeniden görüşülmeye başlandı. Gerçekten, bu yeni
İş Kanunu Tasarısına ilişkin olarak az önce Sayın Bakanımı dinlerken üzüntüye
kapıldım; çünkü, Sayın Bakanın, bu tasarıyı savunurken ne kadar inançlı, ne
kadar içten savunduğunu ilk kez görüyorum; tasarıdan rahatsız olduğunu tahmin
ediyordum. Örneğin, Sayın Bakan, ücret garanti fonunu gündeme getirdiğinde,
zannedersiniz ki, işçi ücretleri garanti altına alınıyor. Oysa, birilerine
"siz ücretleri ödemeyin, nasıl olsa bir fon kuruluyor, o fondan gereği
yapılır" mesajı veriliyor. Sayın Bakan "bu yasa, işsizliği önleme
konusunda önemli katkılar yapacak" diyor. Sayın Bakanla birlikte, Allah
ömür verirse, hepimiz göreceğiz. Yine, Sayın Bakan "zarar karşılığı
kesintiyi kaldıran bir düzenleme içeriyor" diyor.
Değerli arkadaşlarım, buna benzer, işçinin
rızası alınmadan iş organizasyonunda görev almayacağını söylüyor Sayın Bakan.
Sayın Bakan, bir kere, 10 000 000 dolayında açık işsizin olduğu bir ülkede,
işsizlikten kapı kapı dolaşan, hepimizin kapılarını çalan 25-30 yaşında, hatta
35-40 yaşına gelmiş insanların, bir ekmek için bile yüksekokul mezunlarının
inşaatlarda, lokantalarda çalışmaya hazır olduğu bir ortamda, elbette iş
organizasyonunda yer almak isteyecek ve onun için de, ne yazık ki "ben,
rıza göstermiyorum" deme iradesini gösteremeyecek. Herhalde Sayın Bakanım
Türkiye'de yaşamıyor, Kastamonu'da doğmamış, herhalde Parlamentoya ilk defa
geliyor, herhalde kapısını çalan hiç işçi ya da yurttaşımız yok!..
Sayın Bakan, bakınız, bu yeni yasa
tasarısında, bizim 1475 sayılı meri olan İş Kanunumuzdan farklı olarak, pek çok
çağrı biçimi, çalışma biçimi tasarıya girdi: Kısmî süreli ve tam süreli
çalışma; çağrı üzerine çalışma; adına geçici iş ilişkisi dediğiniz, kiralık
işçi, ödünç iş ilişkisiyle çalışma; telafi çalışması; belirli süreli çalışma,
altişverende, yani, taşeronda çalışma, kısa çalışma; takım sözleşmesine tabi
çalışma; şimdi görüşülmekte olan maddede olduğu gibi deneme süreli çalışma...
Değerli arkadaşlarım, bu kadar çok çalışma
ilişkisi içerisinde, iş arayan, aş arayan, kapı kapı dolaşan insanların önüne
bir akit koyduğunuzda, acaba, size saydığım on maddeden, on tip çalışmadan
hangisi önüne konuldu, ne bilecek garip?! Sayın Bakan "bunların hepsi
fiilen uygulamada" diyor; az önce de söyledim. Bir kere, hepsinin var
olduğunu düşünsek bile, deneme süreli çalışma diye bir çalışmanın İş Yasasında
olmasına ya da dünyada örneğinin bulunmasına imkân ve ihtimal yoktur. Nedir
deneme süreli çalışma?
Değerli arkadaşlar, insanoğluyuz; hepimiz,
doğuyoruz, büyüyoruz, belli bir yaşa geldiğimiz zaman, bir izdivaca karar
verdiğimizde, karşımıza beğendiğimiz bir kız çıktığında -kızsak, karşımıza
erkek, delikanlı çıktığında- bir nişanlılık devresi geçiriyoruz; yeni
tanışıldığı için, mutlu bir evliliğe giden yolda, taraflar birbirini tanısın
diye. Kız, erkeği beğenmeyebilir; erkek, kızı beğenmeyebilir, mutlu bir evlilik
olmayabilir. Deneme süresi de, deneme süreli çalışma olmayıp, işçinin,
kendisine sunulan işi beğenip beğenmemesi, işyerini beğenip beğenmemesi,
çalışma ortamını beğenip beğenmemesi; işverenin, işçiyi beğenip beğenmemesi,
işçiden istenilen yetenekleri, nitelikleri bulup bulmaması ya da işçinin işe
girerken birtakım özelliklerini abartılı anlatması durumunda, öyle olmadığını
anlaması hallerinde, bu iş ilişkisinin ileride verimli olmayacağını taraflardan
birinin görmesi halinde, bu ilişki ortadan kalksın deyip, hiçbir taahhüdü
tazammum etmeden, yani, taraflara bir tazminat yükümlülüğü olmadan, tarafların,
serbestçe, iş akdini tek taraflı feshedebilmesine olanak veren bir süredir.
Biz, eğer, böyle bir çalışma ilişkisini, deneme süresini, yani, nişanlılık
devresini, birdenbire, deneme süreli iş sözleşmesiyle çalışma biçimi olarak
kabul eder, yasanın içine koyarsak, neler olacaktır?
Değerli arkadaşlarım, bir kere, bundan
önceki uygulamada, 1475 sayılı İş Yasası hükümlerine göre, işçilerin,
fabrikalara, işyerlerine giriş çıkış süreleri onbir ayda bir oluyordu. Oniki
ayda olursa, işçi, kıdem tazminatına hak kazanır; oniki ayda olursa, ilişki,
süresi belirsiz sürekli hizmet aktine dönüşür diye, işçi onbir ay sonra
çıkarılır, bir ay sonra geri alınırdı.
Şimdi getirilen düzenlemeyle, iki aylık
süre dört aya çıkarılsın isteniyor. Bazı işverenlerimiz, TİSK'in temsilcisi
geçtiğimiz günlerde buralarda dolaştı, onlar da, deneme süreli sözleşme altı ay
olsun diyor.
Ne olacaktır altı ay olunca, dört ay
olunca ya da deneme süresi yerine deneme süreli iş sözleşmesi yapılınca;
işçiler, geçtiğimiz yıllarda onbir ay çalışırken, iki ay ya da dört ay
çalıştırılıp kapının önüne konulacak, yerine yeni işçi alınacaktır. Akit süresi
dört ay. Yani, bunu, hiç koymanıza gerek yok; nasıl olsa belirli süreli çalışma
koyuyorsunuz; işçiyle akit yaparken süresini üç ay koyarsınız, üç ay sonra da
kapının önüne koyarsınız.
Deneme süreli çalışma derseniz, bu da, bir
aldatmacadan öte bir yere varmaz.
Biz, eğer, yasa yapıyorsak; eğer, bu yasa,
ülkemizde çalışma yaşamındaki ilişkileri, kuralları yirmi yıl, otuz yıl
belirleyen bir muhteva içerecekse, böyle bir düzenlemeye gerek yok.
Sayın Başkan, deneme süreli iş sözleşmesi
olmaz, deneme süresi olur; deneme süresidir. Bu, bir nişanlılık devresi
gibidir; işi, işçiyi beğenip beğenmeme konuları da tarafların özgür iradesine
bırakılır.
Değerli arkadaşlarım, iş hukukunun temel
felsefesi ve temel özelliği, işçinin hukuku olmasıdır. Eğer, İş Yasasında,
çalışma yaşamında bir değişiklik yapılacaksa, yapılması gereken değişikliğin,
çalışanın lehine olması gerekir.
Bize üniversitede iş hukukunu öğreten
bilim adamları, bunun üç önemli kuralını söylemişlerdi. Bunlardan biri, iş
hukukunun temel özelliklerinden, felsefesinden biri işçiyi koruma ve yardım
ilkesidir. Yani, eğer, taraflar, böylesi bir çalışma yaşamında eşit kabul
edilmiyor, işçi, her zaman, işveren karşısında güçsüz, muhtaç ya da her zaman
zayıf konumdaysa, yasa koyucu, yasa düzenlerken bir hüküm koyacaksa, onun, çalışanı
koruması asıldır.
İkincisi, nispî kuralları içermesi; yani,
bir değişiklik yapılacaksa, sadece çalışanın yararına değişiklik yapılmasıdır.
Üçüncüsü de, eğer, bu yasalarda bir boşluk
varsa, işçi lehine yorum ilkesidir.
Biz, bütün bunları yok sayıyoruz. Bütün
hukuk kurallarını altüst edercesine madde metni koyup, işçiyi zapturapt altına
alarak, iyi niyetli olmayan, gerçekten işçiyi istismar eden, çalışma sürelerini
istismar eden, ücret ödemekten kaçınan, ülkede vergi vermekten kaçınan,
kazandığını yurtdışına kaçıran, işverenleri özendirici, kayıtdışı ekonomiyi
yeniden güçlendirici birtakım düzenlemelere doğru yol alıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, birbirimizi
engellemek, birbirimizi yıpratmak gibi bir düşüncenin içerisinde olmadan,
çalışma yaşamına barış ve huzur getirebilecek bir düzenleme yapacaksak -ki,
görevimiz o- o zaman "deneme süreli iş sözleşmesi" diye bir kavramın
bu yasanın içerisinde olması, bu Meclisin, ilerideki dönemlerde ayıplı bir
hukuk kuralı koyduğunu ortaya koyacak ve hepimiz mahcup olacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
İZZET ÇETİN (Devamla) - Geliniz
"deneme süreli iş sözleşmesi" maddesini, 1475 sayılı Yasada var
olduğu biçimiyle "deneme süresi" olarak düzeltelim. Bu konuda bizim
önergemiz var. Bu "deneme süresi" olsun ve taraflar da birbirinden
hoşnut değilse, iki aylık sözleşmeyi de üç aya çıkarabilen bir süre içerisinde,
tazminatsız olarak akitlerini feshedebilsinler.
Oturmuş bir madde. Ülkemizde yerleşmiş,
toplusözleşmelerle işçiler tarafından iyice kavranılmış, işverenlerimiz
açısından hiçbir sıkıntı yaşatmayan, sendikalarımız açısından da bir sorun
olmayan, sorunsuz bir maddeyi sorunlu hale getirmemize hiç gerek yok diyorum.
Hepinize teşekkür ediyor, saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çetin.
Madde üzerinde, şahısları adına söz
istekleri var.
Antalya Milletvekili Sayın Feridun
Baloğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; 1 Mayısın üzerinden bir hafta geçmeden, İş
Kanunuyla ilgili yeni bir düzenlemeyi tartışıyoruz; sabrınıza ve zamanlamanıza
hayranım.
Bu tasarının geliş biçimi ve şu anda Genel
Kurulda yaşanan ilgisizlik, bu madde üzerinde konuşma isteğimi yok etmiştir.
Gün olur, konuşmanın yararı kalmaz ve konuşmamak, dinlenilmeyen bir konuşmadan
daha doğru olur. Sizi, emeğe olan saygınızla ve vicdanınızla baş başa
bırakıyorum!
Saygılar sunarım. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Baloğlu.
Denizli Milletvekili Sayın Haşim Oral;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; benden önce konuşan arkadaşımın da söylediği gibi,
dünyanın hiçbir yerinde böyle bir maddenin olmadığını ben de iddiayla
söyleyebilirim; çünkü, deneme süresi, hem işverenler için hem işçiler için
gerekli bir süre olup, bunu, ayrıca, çalışma yaşamının içinde ayrı bir yasa
maddesi gibi sunmak, çok açıkça söyleyeyim, şu anda tatlı ve en rahat şekilde
çalışan bir maddeyi sulandırmaktan öteye geçemez.
Bir işveren bir işçiye kapısını açtığı
zaman der ki: "Ben, seni iki ay deneyeceğim, üç ay deneyeceğim; ancak, bu
sürenin sonunda, sen, benim istediğim kalitede iş üretemezsen, o zaman, biz,
seninle iş aktimizi askıya alırız." Ancak, böyle bir yasa gündeme geldiği
zaman ne olur biliyor musunuz; özellikle bizim gibi bir ülkede -Sayın Bakanım,
dikkatinizi çekiyorum- iş tariflerinin yapılmadığı, sosyal güvencenin olmadığı
ülkelerde, siz, eğer böyle, çalışanları ve çalıştıranları, dünyanın hiçbir
yerinde olmayan, ILO standartlarına uymayan bir sistemin içinde karmaya, hamur
etmeye kalkışırsanız, buradan çıkacak sonuçlar, istihdamı önlemek için değil
-altını çizerek söylüyorum- bir işyerinde çalışan insan sirkülasyonunu
artırmaktan öteye geçmez. İstihdam, işyerlerinin sayısını sınırlı tutarak
artırılmaz, işyerlerinin sayısını artırarak yaratılır. Eğer, siz, deneme
süresiyle, çağrıyla, insanlara iş sunma konusunda işverenlerimizi ve iş tarifi
yapılmayan işyerlerimizi bu şekilde, yasal olmadığını söylediğimiz, daha
doğrusu, daha önce yasalarımızda yer almayan birtakım maddelerle muhatap
ederseniz, sizin bu çağrınız da, sizin bu deneme süreniz de, bir süre sonra, şu
anda bulunduğu konumlardan daha sıkıntıya girer; çünkü, siz, işverenin ve
işçinin diğer haklarına da tecavüz etmiş oluyorsunuz yasayı bu şekilde
sulandırarak. Dolayısıyla, bu konudaki duyarlılığımızın, Sayın Bakanımız, Sayın
Komisyonumuz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından değerlendirilmesini
istiyoruz.
Deneme süresi diye bir kavram vardır. Bu
kavram, işverenle işçi arasındadır. İşveren, işçisini alırken, zaten, işyerine
yakın olanı öncelikle tercih eder, işyerinde üretime katkı koyacak olanı tercih
eder, ondan sonra onu dener. Örneğin -çok açık bir şey söyleyeyim- Denizli'de
tekstil sektörü çok gelişmiştir. Burada, siz, bir işçiye, bir ayda paketlemeyi
ve kalite kontrolü öğretirsiniz. Şimdi, düşünebiliyor musunuz; siz, Denizli'de
çalışan bütün kalite kontrolcüleri, paketleme servisinde çalışan işçileri dört
ayda bir değiştirme hakkını veriyorsunuz işverene. Peki, bunun çağdaşlık
neresinde, ILO standartlarına uygunluk neresinde, bunun sendikalara vereceği
katkı neresinde?!
Çok açıkça söylüyorum; bu maddeler, ne
işverenimize ne işçimize ne de o esen rüzgârın önünde dikilmeye çalıştığı iddia
edilen sendikalarımıza hiçbir katkı koymayacaktır.
Bizim, ülkemizi, emeğimizi, işverenimizi,
sermayemizi korurken, önce yurt dışındakilere değil de yurt içindeki
aksaklıklara, yurt dışında olan uygulamalara değil de şartlarımıza,
kurumlarımıza, daha doğrusu, bizim iş yaşantımıza uyan konulara özen
göstermemiz lazım. Bu nedenle, bu konulardaki duyarlılığımızın, gerçekten,
sizler tarafından da sahiplenilmesini istiyoruz.
Bir parantezi özellikle sunmak istiyorum.
Sakın ha sakın, ne olur, burada, bu takım yasaları savunurken, sendikaların
güçlenmesinden bahsetmeyelim. Sendikaların güçlenmesi için, sendikaların
rahatlıkla işyerlerine girebilmesi lazım; sendikaların, işyerlerinin
yönetiminde söz sahibi olması lazım; sendikaların, 12 Eylülden sonra olduğu
gibi, damarlarının tıkanmaması lazım.
Onun için, bu konulardaki duyarlılığımızın
birtakım farklı kılıflarla bize anlatılmaya çalışılması, daha doğrusu, 70
milyona anlatılmaya çalışılması...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Oral, mikrofonunuzu
açıyorum; lütfen, toparlayın.
V. HAŞİM ORAL (Devamla) - Teşekkür
ediyorum Sayın Başkan.
Bunun 70 milyon tarafından iyi
anlaşılmasından yanayız.
Bu sebeple, Sayın Başkanın da hoşgörüsüne
sığınarak ve teşekkür ederek, sizlere ve 70 milyona haykırıyorum; bu yasaların,
bizim çalışma yaşamımıza, emeğimize, işverenimize hiçbir katkısı olmayacaktır;
aksine, yarınlarımızı daha da sıkıntılı duruma sokacaktır diyorum; hepinize
sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Oral'a teşekkür ediyoruz.
Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Madde üzerinde bir önerge vardır;
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının
"Deneme Süreli İş Sözleşmesi" başlıklı 15 inci maddesinin madde
başlığının ve madde metninin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif
ederiz.
|
Oğuz Oyan |
İzzet Çetin |
Enver Öktem |
|
İzmir |
Kocaeli |
İzmir |
|
Muhsin Koçyiğit |
Muharrem Doğan |
Hüseyin Özcan |
|
Diyarbakır |
Mardin |
Mersin |
Deneme süresi
Madde 15. - Sürekli hizmet akitlerinde
deneme süresi en az bir, en çok iki aydır.
Bu süre, toplu iş sözleşmeleriyle üç aya
kadar çıkarılabilir.
Bu süre içinde taraflar, iş sözleşmelerini, bildirim süresine gerek olmaksızın ve teminatsız feshedebilirler. Ancak, işçinin çalıştığı günler için ücret ve diğer haklar saklıdır.
BAŞKAN - Okunan önergeye Komisyon
katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı önergenin sahipleri, acaba gerekçeyi mi okutalım, konuşmak mı
istersiniz?
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Gerekçe okunsun.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Deneme süresi, işçi ve işveren açısından
bir tanışma süresidir. Bu sürede işçi işe, işyerine veya işverene
alışamayabilir veya işveren işçinin uyumundan, verimliliğinden, işe
sadakatinden memnun kalmayabilir. Deneme süresi, işçinin tazminatını alarak tek
taraflı işten ayrılması veya işten çıkarılması süresini ifade eder.
Deneme süreli iş sözleşmesi diye bir
kavram olmaz. Bu tür akit de olmaz. Şayet, böyle bir sistem kurulacak olursa,
periyodik olarak her deneme süresi sonunda işçilerin, işten çıkarılıp, yeni
işçilerin işe alınmaları gündeme gelebilir.
Bu düzenleme, örgütlenme özgürlüğünü de
sekteye uğratacaktır.
BAŞKAN - Gerekçesini okuttuğum, Komisyonun
ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
15 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 15 inci madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika
ara veriyorum.
Kapanma
Saati : 18.16
İKİNCİ
OTURUM
Açılma Saati :18.30
BAŞKAN : Başkanvekili
İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER : Mevlüt
AKGÜN (Karaman), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 75 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
73'e 1 ek sıra sayılı Kanun Tasarısının
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
VI. - KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. - İş
Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu
(1/534)
(S. Sayısı : 73 ve 73'e 1 inci Ek) (Devam)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) -Sayın Başkan,
yetersayı yok.
BAŞKAN - Şimdi 16 ncı maddeyi okutuyorum:
Takım sözleşmesi ile oluşturulan iş
sözleşmeleri
MADDE 16. - Birden çok işçinin meydana
getirdiği bir takımı temsilen bu işçilerden birinin, takım kılavuzu sıfatıyla
işverenle yaptığı sözleşmeye takım sözleşmesi denir.
Takım sözleşmesinin, oluşturulacak iş
sözleşmeleri için hangi süre kararlaştırılmış olursa olsun, yazılı yapılması
gerekir. Sözleşmede her işçinin kimliği ve alacağı ücret ayrı ayrı gösterilir.
Takım sözleşmesinde isimleri yazılı
işçilerden her birinin işe başlamasıyla, o işçi ile işveren arasında takım
sözleşmesinde belirlenen şartlarla bir iş sözleşmesi yapılmış sayılır. Ancak,
takım sözleşmesi hakkında Borçlar Kanununun 110 uncu maddesi hükmü de
uygulanır.
İşe başlamasıyla iş sözleşmesi kurulan
işçilere ücretlerini işveren veya işveren vekili her birine ayrı ayrı ödemek
zorundadır. Takım kılavuzu için, takıma dahil işçilerin ücretlerinden işe
aracılık veya benzeri bir nedenle kesinti yapılamaz.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Bayram Meral; buyurun.
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA BAYRAM ALİ MERAL (Ankara)
- Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; tabiî ki, aslında, hiç
sinirlenmememiz gereken, temsil ettiğimiz halkımız için, çalışanımız için,
işverenimiz için bir yasa tasarısı görüşüyoruz. Daha iyisini nasıl yaparız,
bunu düşünmemiz gerekirken, maalesef, istemeyerek bazı serzenişler söz konusu
oluyor.
Sayın milletvekilleri, ne derseniz
deyiniz, ben, otuz yıldır bu işin içerisindeyim. 3008 sayılı İş Yasası, 931
sayılı İş Yasası, 1475 sayılı İş Yasası; bunların içerisinde yoğruldum. 12
Eylül geldi, gerek 931 sayılı Yasada gerekse 932 sayılı Yasada gerekse İş
Yasasında büyük tahribat yaptı ya da daha doğrusunu söylemek isterseniz,
işveren kesimi, o zaman -belki biliyorsunuz, yenilememe gerek yok- işçiler
gülüyordu, şimdi de biz gülelim... Bunu hep birlikte izledik.
Burada -yalnız kıdem tazminatı hariç-
hangi maddelerde talep ve teklif yapmışsa işveren kesimi, bunlar harfiyen
yerine getirildi; isterseniz, eski mevzuatları açın, karşılaştırın, noktasına
virgülüne kadar aşağı yukarı birbirini tutuyor. Şimdi, bugün de, işveren
kesimlerimizin bir bölümünün istekleri doğrultusunda... Ki, ben, özellikle şunu
da söylemek istiyorum: Burada ne yazarsanız yazın, bazı işverenlerimiz var ki,
çalıştırdığı işçisini, çalıştırdığı memurunu, çalıştırdığı müdürünü bu yasalara
rağmen korur ve gözetir. Burada her şeyi yazmakla, birçok işveren çalıştırdığı
insanları kapısının dışına bırakacak diye, asla, böyle bir düşüncemiz yok; ama,
kayıtdışı ekonomi kapsamında olanlar, elbette ki, bazı sorunları, bazı
sıkıntıları çalışanlara yaşatıyor.
Değerli milletvekilleri, bu takım
sözleşmesi, şu anda elimde bulunan 1475 sayılı İş Yasasında da var, şu ana
kadar pek uygulanmadı; ama, bundan sonra, yani, İş Yasasının kapsamına öyle
maddeler girdi ki, bunların bir bölümü çalışanların hakkını, hukukunu ortadan
kaldırmaya yönelik, bir bölümü sendikal hareketi ortadan kaldırmaya yönelik.
Yani, sendika ve sendikacılar, çalışanlara bazı menfaatlar temin edemiyorsa,
işçilerin sendikalarda örgütlenmesinin bir anlamı yoktur.
Peki, biz, Avrupa Birliğine katılacaksak,
Avrupa Birliğinde, her vesileyle, işçisi, işvereni, hükümeti, ülkesinin
sorununu, işverenin sorununu, çalışanın sorununu ortaklaşa çözdüğü bir ortamda,
biz, bir bölümü yok etmeye veya istemeyerek, bilemeyerek, düşünemeyerek yok
etmeye çalışıyorsak, hangi güçle, hangi haklılığımızla Avrupa Birliğine
katılacağız?!
1475 sayılı Yasada "takım
sözleşmesi"ydi; fakat, burada başlık değiştirilmiş "Takım sözleşmesi
ile oluşturulan iş sözleşmeleri" ne dönüştürülmüş. Şimdi, her şeyde kasıt
aramıyoruz; bu tasarının 16 ncı maddesinin bir paragrafını okumak istiyorum:
"Birden çok işçinin meydana getirdiği bir takımı temsilen bu işçilerden
birinin, takım kılavuzu sıfatıyla işverenle yaptığı sözleşmeye takım sözleşmesi
denir."
Bu nedir değerli milletvekili
arkadaşlarım? Geçmişte, belki, bu, hayata geçmedi; ama, bu maddeler geldikten
sonra, bu maddenin de hayata geçeceğinden ciddî endişemiz var. Bu nedir; bir
yerde işçiye ihtiyaç olur, bir zat, 30-40 kişiyi etrafında toplar, o değerli
işverene gider, o işverenle, bu işçiler adına takım sözleşmesi yapar. Ne olur
burada?.. Bir toplu sözleşme yapmak için üye yapacaksınız, çoğunluğu elde
edeceksiniz, Çalışma Bakanlığına müracaatta bulunacaksınız. Çalışma Bakanlığı
size yetki verecek, Çalışma Bakanlığından sonra işverene çağrıda
bulunacaksınız, toplusözleşme masasına oturacaksınız. Bu, bu seyri ortadan
kaldırır; bugüne kadar yapılmadı; ama, kaldırır. Bu maddenin son fıkrasında bir
hüküm daha var; orada deniliyor ki, bu kılavuza herhangi bir ücret, vesair ve
buna benzerleri ödenmez.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bu, büyük bir
anlamda sendikal hareketi kıran, zayıflatan veya sendikalar karşısında bunu
kullanan bir madde haline getirildi. Bu, geçmişte uygulanmadı, tutmadı; ama,
bugün, bu maddeleri sıralayacak olursak, bizim karşı çıktığımız ve sizin de
içinizden karşı çıktığınız ama bir şey yapamadığınız bu maddelerin bir
seyridir, akışıdır. Yarın, bu maddelerin yürürlüğe girmesiyle -ki, bu maddeleri
her vesileyle okuyoruz- işyerinin bir bölümünün devri; bir işyeri var ve bir
bölümünü devrediyorsun, gitti; ne olacak, düzeni ne olacak?! Geçici iş
ilişkisi, iş sözleşmesinin devri; sözleşme yapıyorsun...
Değerli arkadaşlarım, kusura bakmayın, bu,
düpedüz işçiyi bir başkasına pazarlamaktır; yanlış anlamayın, söylüyoruz
alınıyorsunuz; adı, bu. Yani, şimdi, ben, bir işverenim, işçiyi çalıştırıyorum;
biri geldi dedi ki, benim şurada kısa süreli bir işim var, şu işçileri bana
devret. Peki, bunun adı köle satışı değil de nedir; bu, kölelik değil de nedir
değerli arkadaşlarım?! Bunu, birine veriyorsunuz; satıyoruz daha doğrusu,
kusura bakmayın. Nedir bunun adı? Eğer, daha değişik bir adı varsa, bunun adını
koyun. Ben, eskiden siyasetçileri izlemeye çok meraklıydım; bakınız, bir gün
bir siyasetçiyi izliyorum, siyasetçi "zenginden alıp fakire vermenin adına
komünizm diyorsunuz; fakirden alıp zengine vermenin adı ne?" dedi. Şimdi,
biz, buna "köle devri" diyoruz; eğer, sizin bildiğiniz bir modern ad
varsa, bunu söyleyin, kabul edelim. Var mı bunun başka türlü adı? Yani, işçiyi
birine pazarlamanın başka adı var mı değerli milletvekilleri?
HALİL AYDOĞAN (Afyon) - İşine son verse
daha mı iyi?!
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bakınız,
Sayın Genel Müdürüm, işine son verilmesi, verilmemesi ayrı bir konu. Biz, işine
son verilmemesi sistemini düşünüyoruz, işsizliğin ortadan kaldırılmasını
düşünüyoruz, yoksulluğun ortadan kaldırılmasını düşünüyoruz, insanların
birbirinin servetine hor bakmasının ortadan kalkmasını düşünüyoruz; bunun için
buraya geldik, bunlara çözüm bulacağız diye buraya geldik, halka bunun sözünü
verdik. Eğer, ekmek kuyruğunu seyredeceksek, onları gördüğümüz zaman, bizi
tanımasın diye, yüzümüzü bir tarafa çevireceksek, eğer, kapımıza gelen,
ağlayan, iş isteyen, o yüksek tahsillileri gördüğümüz zaman bir başka yerlere
gideceksek, o zaman oturalım, burada, ona bir çözüm bulalım, onun yollarını
arayalım; ama, biz, bunu yapmıyoruz. Biz diyoruz ki, sendikalar demokrasinin
vazgeçilmez unsurlarıdır. Bugün, Avrupa Birliğinde, sendikalar söz sahibidir.
Bugün, Avrupa Sendikalar Birliğinin (ETUC) -ben, oranın onbir yıl yönetim kurulu
üyeliğini yaptım- bazı sendikaları
Avrupa Parlamentosunda üyedir.
Şimdi, siz, burada, sendikaları yok etmek
için, işçilerin kazanılmış haklarını kısmak için yasa tasarısına elinizi
kaldırıyorsunuz. Yahu, allahaşkına, bugüne kadar, bizim söylediğimiz,
Cumhuriyet Halk Partisinin ortaya koyduğu, söylediği hiç doğru bir şey yok mu;
yani, hepsi yanlış mı bunun?! Şurada, bir sürü doğrular söylüyoruz; bir
tanesine elinizi kaldıramaz mısınız?! Birisine, deseniz ya, kardeşim doğrudur,
ey bizim yöneticiler, yapmayın, bu Meclisin çatısı altında bir uyum sağlayalım,
ülkenin ciddî sorunları var, her gün sorunlar üzerimize geliyor, içte sorunumuz
var, dışta sorunumuz var. Bunları ortadan nasıl kaldırırız? Birbirimizi
uğraşmakla değil, çalışanların sırtına yük yüklemekle değil. Her insanın geliri
oranında bir ortam yaratırsak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Meral, tamamlayın.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Hemen
tamamlıyorum.
Söylüyoruz, alınıyorsunuz. Vergi barışı
çıkardık, işçinin, çalışanın bundan kaç kuruş yararı oldu? Geçenlerde bir
gazetede okudum değerli arkadaşlarım, 20 katrilyon alamadığımız vergi,
topladığımız 6 katrilyon, seviniyoruz; peki, gerisi nerede kaldı; 14'ü nerede
kaldı; gitti. Peki, buradan emeklinin bir kârı var mı, memurun kârı var mı,
işçinin kârı var mı? Kimin birikimlerini kime affettik? Şimdi, bunu
söylediğimiz zaman elbetteki birileri rahatsız olur; ama, siz niye rahatsız
oluyorsunuz? Siz bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için buraya gelmediniz mi?
Değerli arkadaşlarım, şimdi benim sizden
ricam, bakınız bize gelen bilgiyi söylüyorum, yanlış anlamayın, burada iki
sendikacı arkadaşım yok. Onlardan birisi geldi bana dedi ki, biz oturduk, yöneticilerimizle,
hükümetimizle anlaştık, geçen üç madde üzerinde tekriri müzakere verilecek,
düzeltilecek, bu, tansiyonu düşürecek. Şimdi komisyondaki arkadaşlarım benim
arkadaşlarım kusura bakmasın, ne oluyor biliyor musun; kendileri önerge
veriyorlar, önerge komisyon başkanına gidiyor, okuyorlar, bu sefer tersine
ellerini kaldırıyorlar; böyle bir şey de olmaz arkadaşlar... Kendi verdikleri
önerge. Şimdi kendi önergesini kabul etmeyen, bizim önergeyi elbetteki -bir
noktada düşünüyorum teskin oluyorum- hiç kabul etmez.
Değerli arkadaşlarım, onun için şunu bir
kez daha ifade etmek istiyorum: Bakınız, burada kamuoyu bizi izliyor.
BAŞKAN - Sayın Meral, tamamlar mısınız.
BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Hemen
bitiriyorum Başkanım, hemen iki kelime.
Geliniz, ne işverenimizi üzelim, ne
işçimizi üzelim; burada barışı kuran, üretimi artıran, güveni artıran, verimi
artıran bir sistemi ortaya koyalım ve her iki taraf da, çıktığımız zaman
elimizi sıksın. Bunu istiyorum değerli arkadaşlarım.
Hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Meral.
Madde üzerinde şahısları adına söz isteği
var. İlk söz isteği İzmir Milletvekili Sayın Enver Öktem'in.
Sayın Öktem?..
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Onun yerine ben
konuşacağım efendim.
BAŞKAN - Efendim, Kocaeli Milletvekili
Sayın İzzet Çetin, konuşacak.
Buyurun Sayın Çetin. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 5 dakika.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; takım sözleşmesine ilişkin madde üzerinde söz almış bulunuyorum;
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu, 1475 sayılı İş
Yasasında da var olan bir düzenleme. Tabiî, burada, şimdiye kadar konuştuğumuz
konulardan biraz farklı bir durum var. Gerçekten, işletmelerimizin,
işyerlerimizin daha verimli çalışması, rekabet edebilir bir düzeye taşınması
için, hem iyi bir organizasyonun hem de iyi bir çalışma ortamının olması
kaçınılmaz.
Bu maddenin, İş Yasamızın içinde olmakla
birlikte, sanayimizle ilgili, küçük, orta ölçekli işletmelerimizle ilgili, çok
fazla bir bağı yok, daha çok, bir nevî, Orta Çağın çalışma koşularının 1475
sayılı Yasada var olduğunu, korunması gerektiğini düşünen bir mantık o yasaya
yerleştirmişti. Şimdi, daha da geriye giden bir düzenlemeyle, yeni iş yasasının
da içinde yer alıyor. Oysa, adına, takım sözleşmesinden çok, işçi simsarlığı da
diyebileceğimiz çalışma ilişkilerini ortadan kaldırmak varken, geriye götüren
bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.
Değerli arkadaşlarım, bununla, hangi
durumlarda, nerelerde karşılaşırız: Ülkemizin güneyinde, güneydoğusunda,
batıda, pamuk tarlalarında, korumasız, güvencesiz çalışan ırgatlar, işçiler
vardır. Bunların ne kıdem tazminatı hakları vardır ne izin dertleri vardır,
yani, yıllık izin isteme gibi bir alışkanlıkları, gelenekleri, kuralları vardır
ne de güvenceli bir çalışma ortamının peşindedirler ne sigortaları vardır ne
sosyal güvenceleri vardır; sadece, günlük yevmiye usulü çalışırlar; ama, ne
yazık ki, yevmiyelerini de kendileri saptamazlar. Onların başında
"elci" diye bir çeribaşı vardır, elci, gider, onlar adına, pamuk
tarlasının sahibiyle pazarlık yapar ve onlar da, ne ücret verilirse onu alırlar.
Gerçi, düzenlemenin içinde, 1475'te de "aktin yazılı yapılması
gerekir" deniliyor; ama, böyle bir yazılı akitle karşılaşmak da mümkün
değildir. Gerçekten, bu insanları, biz, bir bakıma, devletin koruması altına,
sosyal güvenlik şemsiyesi altına almamız gerekirken, onların sağlık
sorunlarını, ücret sorunlarını, yaşam sorunlarını devlet olarak, bakanlık
olarak korumamız gerekirken, bir kişinin insafına terk eden bir düzenlemeyi
tartışıyoruz.
Başka nerelerde gözüküyor bu; yine, güncel
yaşamımızda sanatçıların, sporcuların ne sendikaları var ne sosyal güvenceleri
var; ancak, onlar adına birisi akit yapıyor, sözleşme yapıyor. Hatta, çok yakın
zamanda bile tanık olduğumuz şekilde, bir sporcu yıldızı parladığında, eh
transferi konuşuluyorsa "menajerim bilir" diyor. Biz, burada, biraz
da kendimizi aldatmak, herhalde, Meclisteki arkadaşlarımıza, bakın, böyle bir
takımın başında adam olsa bile, o bunu gönüllü yapıyor deyip, kendimizi
kandırmak için bir düzenleme getirmişiz, bir hüküm koymuşuz: "Takım
kılavuzu için, takıma dahil işçilerin ücretlerinden işe aracılık veya benzeri
bir nedenle kesinti yapılamaz" diye. Yani, o, bedava yapmaz bu işi; o, bir
bakıma işçi simsarıdır, sanatçı simsarıdır, sporcu simsarıdır. Ne yapar; onun
sırtından, onu pazarlayarak geçimini sağlar. Hem de, belki, o ırgattan, o pamuk
tarlasında pamuk toplayan, fındık tarlasında fındık toplayan işçinin yevmiyesinden
çok daha fazla, hepsinden 1 000 000'ar, 2 000 000'ar lira almış olsa, bir günde
belki 30-40 kişinin, 50 kişinin, 100 kişinin aldığından daha fazlasını alır.
Biz, burada, maddenin içeriğine baktığımız
zaman, acaba, sanayide böyle bir çalışma ilişkisi var mı diye düşünüyoruz.
Yine, maddenin içeriğine baktığınızda, Borçlar Kanununun 110 uncu maddesine
atıf yapılıyor; bu, eski kanunda da vardı.
Değerli arkadaşlarım, biz yasa koyucuyuz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, gerçekten, toplumumuzun bütün kesimlerini
gözeten, adil, eşit yasal düzenlemeler yapmak durumunda. Şimdi, biz, takım
sözleşmesini, İş Kanunu Tasarısının içerisinden çıkararak, o tarz çalışan
insanlarımızı da bu yasanın koruması altına almamız gerekirken, bir kişinin
insafına terk ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çetin, lütfen sözlerinizi
tamamlayın.
İZZET ÇETİN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın
Başkan.
Bu, sosyal devlet anlayışına sığmaz,
eşitlik anlayışına sığmaz. Özgürce işini seçebilme olanağı olmayan, bir iş
bulduğunda, kim bulursa bulsun, yevmiyesinin yarısını ona vermeye gönüllü olan
bir insanı, bir başkasına kul yapmayınız. Kulluk, çalışma ilişkilerinde
olmamalı.
Onun için, bu metnin yasadan
arındırılması, çıkarılması gerekir diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çetin.
Efendim, ikinci söz isteği, İstanbul
Milletvekili Sayın Nusret Bayraktar'ın.
Buyurun.
Süreniz 5 dakika.
NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz yasa tasarısının, aslında,
Türkiye'de bekleyen birçok sorunların önünü açmak için, süratle çalışması
gereken Meclisimizin, süratle, barış içerisinde, işçilerimizin,
işverenlerimizin geleceğe dönük daha yeni hizmetleri ve faaliyetleri için
kapıların açılmasına yönelik olacağı açısından, hızla burada görüşülüp
tamamlanması gerektiği için -sözün detayına girmeden, bir de önceden bahsedilen
konuların aynısını tekrarlamamak için, uzatmak istemiyorum- faydalı olacağı
kanaatiyle oylanarak kabulünü talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın
Bayraktar.
Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki
konuşmalar tamamlanmıştır.
16 ncı madde üzerinde 1 adet önerge
vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan yasa tasarısının
"Takım sözleşmeleri ile oluşturulan iş sözleşmeleri" başlıklı 16 ncı
maddesinin tümüyle tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Oğuz Oyan |
Enver Öktem |
İzzet Çetin |
|
İzmir |
İzmir |
Kocaeli |
|
Cevdet Selvi |
Bayram Ali Meral |
Muharrem Kılıç |
|
Eskişehir |
Ankara |
Malatya |
|
Feridun Fikret Baloğlu |
Mehmet Küçükaşık |
Feramus Şahin |
|
Antalya |
Bursa |
Tokat |
|
Mehmet Nuri Saygun |
|
Mehmet Ziya Yergök |
|
Tekirdağ |
|
Adana |
BAŞKAN - Efendim, önergeye Komisyon
katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Sayın Hükümet?..
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (İstanbul)- Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Hükümetin ve Komisyonun
katılmadığı önergenin sayın sahipleri, konuşmak ister misiniz; yoksa, gerekçeyi
mi okutalım?
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Gerekçeyi okutun
Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Takım kılavuzu, uygulamada, özel istihdam
bürosu gibi çalışmaya elverişlidir.
BAŞKAN - Gerekçesini dinlediğiniz önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
16 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.
17 nci maddeyi okutuyorum:
Süreli fesih
MADDE 17.- Belirsiz süreli iş
sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir.
İş sözleşmeleri;
a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi
için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,
b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar
sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört
hafta sonra,
c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar
sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı
hafta sonra,
d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için,
bildirim yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra,
Feshedilmiş sayılır.
Bu süreler asgari olup sözleşmeler ile
artırılabilir.
Bildirim şartına uymayan taraf, bildirim
süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır.
İşveren bildirim süresine ait ücreti peşin
vermek suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir.
İşverenin bildirim şartına uymaması veya
bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek sözleşmeyi feshetmesi, bu Kanunun
18, 19, 20 ve 21 inci maddesi hükümlerinin uygulanmasına engel olmaz.
18 inci maddenin birinci fıkrası uyarınca
bu Kanunun 18, 19, 20 ve 21 inci maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan
işçilerin iş sözleşmesinin, fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği
durumlarda işçiye bildirim süresinin üç katı tutarında tazminat ödenir. Fesih
için bildirim şartına da uyulmaması
ayrıca dördüncü fıkra uyarınca tazminat ödenmesini gerektirir.
Bu maddeye göre ödenecek tazminatlar ile
bildirim sürelerine ait peşin ödenecek ücretin hesabında 32 nci maddenin
birinci fıkrasında yazılan ücrete ek
olarak işçiye sağlanmış para veya para ile ölçülmesi mümkün sözleşme ve Kanundan doğan menfaatler de göz önünde
tutulur.
BAŞKAN - Madde üzerinde ilk söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart'ın.
Buyurun Sayın Kart. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) -
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben de, konuşmama başlamadan evvel, diğer
konuşmacı arkadaşlarım gibi, Bingöl depremi dolayısıyla, tüm ulusumuza
başsağlığı, ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Bunun dışında,
depremin yaralarının ağırlaşmasına yol açan tüm sorumluların sorgulandığı bir
yapılanmanın, artık, bir an evvel gerçekleştirilmesi dileğimi de özellikle
ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, görüşülmekte olan
tasarının 17 nci maddesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Bu maddeyle ilgili değerlendirmeme geçmeden evvel, bu
tasarının 13 üncü maddesine kadar olan görüşmeleri esnasında, Başkanlık
Divanının 7 nci maddenin görüşülmesi esnasında yapmış olduğu bir İçtüzük
hatasını, bir usul hatasını kayıtlara geçirme gereğini duyuyorum; çünkü, fahiş
anlamdaki, fahiş sonuçlara yol açan bu ağır usul hatası, o zaman için kayıtlara
geçmemişti. Başkanlık Divanı, 7 nci maddenin görüşülmesi esnasında şu hatayı
yaptı değerli arkadaşlarım: Tasarının 7 nci maddesinin görüşülmesi esnasında,
komisyon ve hükümet değişiklik önergesine katıldığı halde, Genel Kurul
oylamasında, komisyon üyelerinden Çorum Milletvekili Sayın Agah Kafkas ve bazı
üyeler ret yolunda oy kullandılar. Başkanlık makamının kullanılan oya müdahale
etmesi herhalde düşünülemez; ancak, Başkanlık makamının, oylamanın sıhhatini
etkileyen bazı fiilî durumları mutlaka ve resen tutanağa geçirmesi gerekirdi.
Bu kapsamda, usul ve İçtüzüğe fahiş ölçüde aykırı olan ve oylamanın sıhhatini
etkileyen, doğrudan etkileyen bu fiilî durumun Cumhuriyet Halk Partisi Grup
Başkanvekili tarafından yapılan uyarılara rağmen tutanağa geçirilmemiş
olmasının hukukla ve İçtüzükle bağdaşır bir yönü olamaz. Bu durum, aynı
zamanda, üzülerek ifade ediyoruz, güven zafiyetine de yol açmıştır. Bu fahiş yanlışlığın
bundan böyle tekrarlanmaması ve bu beyanımızın tutanaklara geçmesi bakımından,
öncelikle, işbu açıklamanın yapılmasında yarar gördüğümü ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
görüşülmekte olan tasarının 17 nci
maddesi "Süreli fesih" başlığını taşımakta olup, mevcut yasanın,
şimdiye kadarki 1475 sayılı temel yasanın -ama, hangi anlamda temel yasa;
Anayasada kastedilen anlamda bir temel yasa değil, iş hukuku anlamında bir
temel yasadan söz ediyorum- 13 üncü maddesinde düzenlemesi yapılan "Akdin
feshinde bildirim" başlığını taşıyan maddeye isabet etmektedir. Uygulamada
"ihbar ve kötü niyet tazminatı" olarak bilinen bu maddenin
düzenlenmesinde, esas itibariyle, işçi lehine mevcut olan birtakım haklar
korunmuştur. Bu tasarıyla da, bu teklifle de, bu düzenlemeyle de bu haklar
büyük ölçüde korunmuştur.
Bunun yanında, getirilen bu düzenlemede,
maddenin altı ve yedinci fıkralarında yeni birtakım haklar da getirilmiştir. Bu
düzenlemelerle, tasarının 18, 19, 20 ve 21 inci maddeleriyle getirilen haklar
korunmak istenilmiştir; ancak, fesih usulüne itiraz, feshin haklı sebeplere
dayanması gibi başlık taşıyan bu maddelere ilişkin olarak, yine, şunu ifade
etmek istiyorum: ILO sözleşmelerinde düzenlemesi yapılan teknik unsurların
tamamı bu maddelerde yer almamıştır. Buna rağmen, getirilen düzenlemeyle, yargı
yoluyla da olsa, işçinin işe iadesi sağlanmış olmakla, bunu, çağdaş ve olumlu
bir değişiklik olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum. Aynı zamanda, bu
düzenlemeyle, 657 sayılı Yasaya da bir uyum ve paralellik sağlanmış olmakla,
yine, kamusal anlamda olumlu bir düzenleme yapılmış olmaktadır.
Yapılan düzenlemelerle, feshin geçerli ve
haklı sebebe dayanması, ispat külfetinin işverene yükletilmesi, yargılamanın
iki ay içinde bitirilmesi gibi birtakım zorunluluklar getirilmiştir. Bu
değişikliklerin olumlu ve çağdaş düzenlemeler olduğu açıktır; ancak, mevcut
yargılama usullerimizde yargılamanın iki ay içinde bitirilebileceğine inanmak
mümkün değildir; gerçekçi olmamız gerekiyor. Ümit ediyorum ki, uygulamada,
yasanın bu amir düzenlemesinin yerine getirilmesinde gerekli hassasiyet
gösterilir; fakat, tekrar ifade ediyorum: Mevcut usul hükümleri ve duruşmaların
iki üç ay sonrasına ertelendiği bir ortamda, yargılamanın iki ay içinde
bitirilmesi yolundaki bir düzenleme, bir temenni olmaktan öteye gidemeyecektir.
Bu düzenlemenin, mevcut yasal düzenleme içinde, yargının genel anlamdaki
sorunları giderilmeden, hukuk ve ceza usulündeki düzenlemeler yapılmadan pratik
bir anlamının olamayacağı görüşündeyiz.
Bütün bu hususların dışında, özellikle,,,
mevcut tasarıda bulunan bir temel eksikliği dile getirmek istiyorum. Mevcut
yasanın, şu anda uygulanmakta olan yasanın son
fıkrasında, tarafların ayrıca tazminat isteme haklarının saklı olduğu
düzenlemesi mevcuttur. Bu madde, uygulamada, daha çok, haksız fesih
uygulamalarında, işçinin kişilik haklarının ihlali durumunda, işçinin işverene
karşı dava hakkını kullanması şeklinde tezahür etmektedir. Yeni getirilen
tasarıda ise, bu düzenleme tamamen ortadan kaldırılmış olmaktadır. Oysa, mevcut
düzenlemedeki temel amaç, işverenin fesih hakkını kötüye kullanması ve işçinin
kişilik haklarının Medenî Kanun ve Borçlar Kanununda düzenlendiği şekilde ihlal
edilmesi halinde, işçinin manevî tazminat talep etme hakkını koruma amacına
yöneliktir. Yeni tasarı ise, işçinin bu temel hakkını ortadan kaldırmaktadır.
Kazanılmış hakları ortadan kaldıran bu düzenleme, ancak, olaya işveren açısından
bakış kavramıyla açıklanabilir. Oysa, hep ifade ettiğimiz üzere, bilindiği
üzere, iş hukukunun temel amacı, daha güçsüz durumda olan işçiyi korumaktır. Bu
sebeple, tutarlı olmak ve samimî olmak adına ifade ediyoruz; bu maddeyle ilgili
olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna mensup arkadaşlarımız tarafından
verilen değişiklik önergeleriyle birlikte maddenin kabulü sağlandığı takdirde,
amaca ve hakkaniyete uygun düzenleme yapılmış olacağı düşüncesindeyiz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; iş
güvencesini sağlamanın temel yolu, çalışma mevzuatımızın, bütün olarak, bütün
unsurlarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da onaylanmış olan 158
sayılı ILO Sözleşmesiyle uyumlu hale getirilmesinden geçer. Daha sonraki adım
ise, Avrupa Birliği ülkelerinde geçerli olan sözleşmelerin, ülkemiz mevzuatına
taşınması yolundan geçer. Getirilen düzenlemenin bu esasları içermediği
görüşündeyiz. Bu düzenlemeler yapılırken, elbette, işyeri güvenliği ve
güvencesi kadar iş güvencesi şartlarının da sağlanması gerekir. Zira, yoğun iş
güvencesi sisteminin olmadığı bir hukuk düzeninde, tüm iş hukuku kâğıt üzerinde
kalmış demektir.
Getirilmiş olan mevcut yasa tasarısında,
yasanın getiriliş yöntemi, içeriğindeki temel yanlışlıklar, sosyal taraflar
arasında uzlaşma olmaması ve işçinin akdî özgürlüğünün ve serbest iradesinin
kısıtlanmış olması sebebiyle, yasanın genelini olumsuz olarak
değerlendiriyoruz. Buna rağmen, işbu maddede, yukarıda ve değişiklik
önergelerinde sözü edilen önerilerimiz doğrultusunda düzenleme yapılması
halinde, bu maddeye ilişkin olarak hukuka uygun bir düzenleme yapılmış
olacağını beyan ediyor; şahsım ve Grubum adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kart.
Şimdi, madde üzerinde şahısları adına söz
isteği var.
İlk söz isteği, Denizli Milletvekili Sayın
Haşim Oral'a ait.
Sayın Oral, buyurun
Süreniz 5 dakika.
V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; benden önce
konuşan sayın konuşmacının söylediği gibi, bu maddeler veya benzer maddeler,
bizim iş yaşamımızı, işveren ve işçi arasındaki iş barışımızı dumura uğratacak
maddelerdir.
Buradan yola çıkarak, maddede "İş
sözleşmeleri;
a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi
için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,
b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar
sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört
hafta sonra,
c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar
sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı
hafta sonra" gibi birtakım öngörüler var.
Şimdi, burada aslolan eğer süreli fesih
ise, burada söz konusu olan hem işçinin hem işverenin bundan sonraki
yaşamlarında birbirlerine karşı hasmane tutum içinde olmamaları ve iş barışının
Türkiye'de özellikle bu yasalarla bozulmaması, bütün ülke için, bütün üretim
için çok önemlidir.
Şimdi, bakıyorsunuz, biz, özellikle
istihdam sağlamaya çalışırken, fesihleri ve benzer yasaları, benzer kurumları
âdeta birbirine karıştırıyoruz ve daha da ileri giderek, işverenin tavrının
daha katılaşması için, daha netleşmesi için, işçinin hukukî temellerinin
elinden alınması için, âdeta, işverenlerimize diyoruz ki: "Bakın, siz
şimdiye kadar güzel yapıyordunuz, doğru yapıyordunuz; ama, bundan sonra böyle
yapmayın. Biz, size kolaylık sağlayacağız. Siz, istihdam yaratmak adına değil;
ama, işçiyi istediğiniz gibi değiştirmek adına emeği kullanabilirsiniz."
Bunların, Türkiye'de Türk emeğine, Türk sermayesine hiçbir katkısı yoktur.
Dolayısıyla, 17 nci maddeyle ilgili, benden önceki konuşmacı arkadaşımın hukukî
temeller üzerine kurduğu eleştirilerin özellikle dikkate alınmasını diliyorum,
bu konuyla ilgili daha önce yaptığım öneriyi, öngörüyü bir kez daha dikkatlere
sunuyorum.
Öncelikle, işyerinin iş güvenliği ve
işçinin iş güvenliği gerekir. İstihdam için, işyerinde işçi sirkülasyonunu
değil, işyeri sayısını artırmak gerekir; daha da ileri giderek, işyerinin, işin
tarifi gerekir; ondan sonra oluşabilecek hak aramalarında da ILO
standartlarının -altını çizerek söylüyorum- özellikle, hukuk kurallarının
egemen olması gerekir; çünkü, hepimizin gözden kaçırdığı, Sayın Bakanlığımızın
da özellikle görmek istemediği bir konu var: ILO standartlarında, artık,
çalışma yaşamının standartları değil, sosyal güvence, yani, o ülkedeki emeğin
sosyal güvencesi de, âdeta, masa üzerine yatırılmıştır. Dolayısıyla, hem
standartları hem hukuku temsil eden, özellikle, Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığının bu konuda daha dikkatli olması ve bu konularda
sadece işvereni değil, sendikaları da, demokratik kitle örgütlerini de
dinlemeleri gerektiğini söylüyorum. Şu kadarını söyleyeyim: Bu konuda uzmanlaşmış
kişilerin hiç birisi -iddiayla söylüyorum- Türkiye'de, bugün, barolardan,
sendikalardan veya çalışma odalarından daha ileri değildir. Onların sesine
kulak verilmesini diliyorum, emeğin ve sermayenin barış içinde yaşamasını
diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Oral, teşekkür ediyorum.
Şahsı adına ikinci konuşma isteği, Konya
Milletvekili Sayın Atilla Kart'ın.
Sayın Kart?.. Yok.
Üçüncü söz isteği, Erzurum Milletvekili
Sayın Mustafa Nuri Akbulut'un.
Sayın Akbulut?.. Yok.
Niğde Milletvekili Sayın Orhan Eraslan?..
Yok.
Manisa Milletvekili Sayın İsmail Bilen?..
İSMAİL BİLEN (Manisa) - Konuşmayacağım.
BAŞKAN - Evet, teşekkür ediyorum.
Madde üzerindeki konuşmalar
tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, 17 nci madde
üzerinde 2 adet önerge vardır. Bu önergeleri, önce geliş sırasına göre
okutacağım, sonra aykırılık derecelerine göre işleme alacağım.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının
"Süreli Fesih" başlıklı 17 nci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Oğuz Oyan |
İzzet Çetin |
Enver Öktem |
|
İzmir |
Kocaeli |
İzmir |
|
Hüseyin Özcan |
Muhsin Koçyiğit |
Muharrem Doğan |
|
Mersin |
Diyarbakır |
Mardin |
Süreli fesih
MADDE 17. - Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin
feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir.
İş sözleşmeleri;
a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi
için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,
b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar
sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört
hafta sonra,
c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar
sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı
hafta sonra,
d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için,
bildirimin yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra,
feshedilmiş sayılır.
Bu süreler asgarî olup sözleşmeler ile
artırılabilir.
Bildirim şartına uymayan işveren, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır.
İşveren bildirim süresine ait ücreti peşin
vermek suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir.
İşverenin bildirim şartına uymaması veya
bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek sözleşmeyi feshetmesi, bu Kanunun
19, 20, 21 ve 22 nci maddesi hükümlerinin uygulanmasına engel olmaz.
19 uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca
bu Kanunun 19, 20, 21 ve 22 nci
maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan işçilerin iş sözleşmesinin, fesih
hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işçiye bildirim
süresinin üç katı tutarında tazminat ödenir. Fesih için bildirim şartına da
uyulmaması ayrıca dördüncü fıkra uyarınca tazminat ödenmesini gerektirir.
Bu maddeye göre ödenecek tazminatlar ile
bildirim sürelerine ait peşin ödenecek ücretin hesabında 33 üncü maddenin
birinci fıkrasında yazılan ücrete ek olarak işçiye sağlanmış para veya para ile
ölçülmesi mümkün sözleşme ve Kanundan doğan menfaatlar da göz önünde tutulur.
BAŞKAN - İkinci olarak okutacağım bu
önerge, aynı zamanda en aykırı önergedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan tasarının "Süreli
fesih" başlıklı 17 nci maddesine aşağıdaki değişikliğin son fıkra olarak
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
İzzet
Çetin |
Atilla
Kart |
Oğuz
Oyan |
|
Kocaeli |
Konya |
İzmir |
|
Cevdet
Selvi |
|
Enver
Öktem |
|
Eskişehir |
|
İzmir |
"İşçinin, genel hükümlere göre
tazminat davası açma hakkı saklıdır."
BAŞKAN - Efendim, okunan bu son önergeye
Komisyon katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın önerge sahipleri, gerekçeyi
mi okutalım?
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Gerekçe okunsun
Sayın Başkan.
BAŞKAN- Hükümetin ve Komisyonun
katılmadığı önergenin gerekçesini okutuyorum:
Gerekçe: 1475 sayılı Yasanın 13/son
maddesinde "tarafların ayrıca tazminat isteme hakları saklıdır"
düzenlemesi mevcuttur. Bu madde, uygulamada daha çok, işverenin fesih hakkını
kötüye kullanması ve işçinin kişilik haklarının ihlal edilmesi halinde, işçi
tarafından kullanılmak suretiyle uygulama görmektedir. Ayrıca, mevcut bir yasal
hakkın ortadan kaldırılmasını sağlayan ve bunun yanında diğer yasalardan doğan
hakların kullanılmayacağı izlenimi ve bağlı olarak yargı aşamasında
istikrarsızlık yaratacak düzenlemeler hukuka uygun düzenlemeler olarak kabul
edilemez.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, biraz önce
gerekçesini okuttuğum, Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.
İkinci önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının
"Süreli Fesih" başlıklı 17 nci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
İzzet Çetin
(Kocaeli)
ve arkadaşları
Süreli fesih
MADDE 17. - Belirsiz süreli iş
sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir.
İş sözleşmeleri;
a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi
için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,
b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar
sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört
hafta sonra,
c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar
sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı
hafta sonra,
d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için,
bildirimin yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra,
feshedilmiş sayılır.
Bu süreler asgarî olup sözleşmeler ile
artırılabilir.
Bildirim şartına uymayan işveren, bildirim
süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır.
İşveren bildirim süresine ait ücreti peşin
vermek suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir.
İşverenin bildirim şartına uymaması veya
bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek sözleşmeyi feshetmesi, bu Kanunun
19, 20, 21 ve 22 nci maddesi hükümlerinin uygulanmasına engel olmaz.
19 uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca
bu Kanunun 19, 20, 21 ve 22 nci
maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan işçilerin iş sözleşmesinin, fesih
hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işçiye bildirim
süresinin üç katı tutarında tazminat ödenir. Fesih için bildirim şartına da
uyulmaması ayrıca dördüncü fıkra uyarınca tazminat ödenmesini gerektirir.
Bu maddeye göre ödenecek tazminatlar ile
bildirim sürelerine ait peşin ödenecek ücretin hesabında 33 üncü maddenin
birinci fıkrasında yazılan ücrete ek olarak işçiye sağlanmış para veya para ile
ölçülmesi mümkün sözleşme ve Kanundan doğan menfaatlar da göz önünde tutulur.
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT
BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Önerge sahipleri?..
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Konuşacağım Sayın
Başkan.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Çetin.
Süreniz 5 dakikadır.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, 1475 sayılı Yasanın
13 üncü, yeni İş Yasasının 17 nci maddesi süreli feshe ilişkin; yani, ihbar
süreleri olarak bildiğimiz ve uygulamada kıdem tazminatından sonra en çok
tartışılan maddelerden birisi; ama, burada tartışma konusu, tabiî ki, biraz
evvel anlattığım şekilde, İş Yasasının esas ruhu, çalışanı, işçiyi koruma
özelliği taşımasıdır; onun hukukudur, onun lehine değişiklik yapılması gerekir.
Asgarî ücretimiz 225 000 000 lira ve bu
ücretle çalışan 5 000 000'a yakın insanımız var. Sizler diyebilirsiniz ki
"bunu da bulamayanlar var." Doğrudur; bir o kadar da, kayıt dışında,
sigortasız, sendikasız, güvencesiz çalışan var; ama, bu sorun, hepimizin
sorunu, ülkemizin sorunu. İşyerlerinde bir günü tam olarak geçirdikten sonra,
225 000 000 milyon lira aylık ücretle bir ay ev geçindirebilmek, çocuk
okutabilmek, varsa yaşlı anasına babasına bakabilmek, herhalde, pek kolay bir
iş değil; pek kolay değil, imkânsız bir şey. Tabiî, toplumumuzda, böylesi
birtakım olumsuz ücret koşulları nedeniyle, hiç istenmeyen olaylar, istenmeyen
davranışlara da tanık oluyoruz.
Bir işçi, 225 000 000 liraya çalıştığı
işyerinden çok daha iyi koşullarda bir iş bulduğunda oraya giderse, kendisinden
ihbar tazminatı istenmekte. Buradaki "taraflar" ibaresiyle, hem
işverenin hem de işçinin bu tazminatları ödemesi öngörülüyor. İşveren
açısından, ihbar tazminatının pek fazla önemi yok; çünkü, işletmesinin maddî
olanakları, durumu, buna uygun olabilir; ama, bir işçi, bir fabrikadan başka
bir fabrikaya gittiğinde ya da kamu kuruluşunda, bir işte çalışıyorsa, oradan
ayrılıp özel sektörde çok daha iyi imkânlarla bir iş bulmuşsa, arkasından,
işveren, yargıya başvurma yoluyla tazminat istemektedir ve işçi, yeni işyerinde
işe başladıktan sonra, burada yazılı süreler kadar ücretini tazminat olarak
ödemekte, yeni bir yaşam, yeni bir geçim güçlüğüyle karşı karşıya kalmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, burada, sadece
"taraflar" kelimesinin çıkarılarak, bildirim şartına uymayan, yani,
haksız yere, işçiyi işten çıkaran işverenin tazminat ödemesi öngörülmüştür. Çok
açık söylüyorum. Yani, eğer, ortada bir haksızlık varsa, işveren, ihbar
tazminatını ve diğer yasal haklarını ödüyor; eğer, bir haksızlık yoksa, zaten,
böyle bir durum söz konusu değil. O nedenle "taraflar" kelimesi
yerine "işveren" kelimesinin yazılarak, İş Yasasında çalışma yaşamının
özüne uygun, felsefesine uygun, işçiyi, çalışanı, ücretliyi koruma amacına
yönelik bir düzenleme yapılarak, madde, günümüz koşullarına daha uygun hale
getirilmek istenmiştir. Dikkatlice bakarsanız -ki, bu pek gözükmüyor- sayın
milletvekillerimizin, çalışma yaşamına ilgi göstermesi ve de buradaki
tartışmalara katılıp, bu yasaya katkı yapmaları gerekirken, kulislerde
oturmaları ya da burada, en ön sıralarda bile, konuşmacıyı rahatsız edecek
şekilde sohbete koyulmuş olmaları, AKP'nin, çalışma yaşamına ve çalışma
hayatına da bir bakışını gösteriyor.
Sizlerden rica ediyorum. Bu, özüne uygun
bir düzenleme. Katkı yapacağınız umuduyla sizleri saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.
Sayın milletvekilleri, gerekçeyi, sayın
önerge sahibinden dinledik.
Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı,
gerekçesini dinlediğimiz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmemiştir.
Sayın milletvekilleri, 17 nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 17 nci madde kabul
edilmiştir.
18 inci maddeyi okutuyorum:
Feshin geçerli sebebe dayandırılması
MADDE 18. - On veya daha fazla işçi
çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin
yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin
gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.
Altı aylık kıdem hesabında bu Kanunun 66
ncı maddesindeki süreler dikkate alınır.
Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için
geçerli bir sebep oluşturmaz:
a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri
dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere
katılmak,
b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak,
c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan
haklarını takip için işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya
bu hususta başlatılmış sürece katılmak,
d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile
yükümlülükleri, hamilelik, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler,
e) 74 üncü maddede öngörülen ve kadın
işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek,
f) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci
maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe
geçici devamsızlık.
İşçinin altı aylık kıdemi, aynı işverenin
bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir.
İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde
çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir.
İşletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile
işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma
yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında
bu madde, 19 ve 21 inci maddeler ile 25 inci maddenin son
fıkrası uygulanmaz.
BAŞKAN - Madde üzerinde ilk söz,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı'ya
aittir.
Buyurun Sayın Araslı. (CHP sıralarından
alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum. Bingöl
depremi dolayısıyla ulusumuza geçmiş olsun diyor, yaşamını kaybeden
vatandaşlarımıza rahmet, kederli ailelerine başsağlığı ve yaralananlara acil
şifalar diliyorum.
Görüşülen tasarı, çok önemli bir tasarı;
çünkü, çalışma yaşamımızı düzenliyor. Çalışma yaşamımız, herkesin bildiği gibi,
cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak, yasalarla düzenlenmiş. Bu, ulusumuzun ve
Türkiye Cumhuriyetinin emeğe ve çalışmaya saygısının bir simgesi, emeği ve
çalışmayı cumhuriyetin temel değerleri olarak görmesinin bir gereği.
İş kanunları, kuşkusuz, toplumlardaki
ekonomik, sosyal, siyasal gelişmelerden etkileniyorlar ve zaman zaman, bu
gelişmelerin arkasında olduğu için, bu yasalarımızda birtakım değişiklikler
veya çalışma yaşamımızla ilgili birtakım yeni düzenlemeler yapılması gerekiyor.
Üzerinde çalıştığımız tasarı da böyle bir düzenlemeyi yapmaya yönelmiş olan bir
tasarı.
Kuşkusuz, çalışma yaşamı yasalarla
düzenlenirken, işçi ve işveren ilişkileri ortaya konulurken, bunlar arasındaki
bir uzlaşmanın gerçekleştirilmesine çalışılması gerekiyor; bir çalışma yaşamını
düzenleyen yasanın, emeği, çalışanın hakkını koruması gerekiyor, işçi ve
işverenin barış içerisinde olduğu bir çalışma düzeni kurması gerekiyor. Bunun
yolu da, yasa koyucunun işveren ve işçi arasında bir uzlaşma arayışına girmesi,
bu uzlaşmayı kurabilmesi ve bu uzlaşma üzerine yasayı şekillendirmesi. Acaba,
görüşmekte olduğumuz tasarı böyle bir uzlaşmanın ürünü mü? Buna ben, kolaylıkla
"evet" yanıtını veremiyorum; çünkü, bir uzlaşmanın olmadığı,
tasarının görüşülmesi sırasında, çeşitli aşamalarda, sendikalardan,
toplumumuzdaki işçi kesiminden, muhalefet kesiminden yükselen tepkilerle ortaya
konulmuş durumda; bir uzlaşma yeteri kadar sağlanabilmiş değil. Bilim
adamlarının getirilen düzenleme üzerinde bir uzlaşmaya varmış olmaları da,
böyle bir konsensüsün varlığının kanıtı olarak kabul edilebilecek bir husus
değil; çünkü, bilim adamları ayrı bazlarda bir uzlaşmaya varıyorlar, toplumun,
çalışan kesimin, işveren kesiminin beklentisi ise ayrı bir alanda cereyan ediyor.
Onun için, bilim adamlarının getirilen düzenleme üzerinde uzlaşmaya varmış
olmaları, bir konsensüsün varlığı konusunda tek başına bir kanıt niteliği
taşımıyor. Nitekim, uzlaşmaya dayanmayan bu tasarının görüşülmesi süresinde
öyle bir an geldi ki, hükümet şu sıralarda yerini almadı, komisyon şu sıralarda
yerini almadı ve tasarının görüşülmesi çalışmaları belli bir süre durduruldu.
Daha sonra, yapılan hazırlık, o güne kadar görüşülmüş olan maddeler komisyona
geri verildi ve esas komisyon da, hükümet de yeni bir düzenleme arayışı
içerisine girdi. Bu da, yola çıkılırken ne kadar hazırlıksız işe başlandığının
bir göstergesi.
Değerli arkadaşlar, devlet yönetmek ciddî
bir iş, yasa yapmak çok ciddî bir iş "göç yolda düzelir" anlayışıyla
yasa yapmak, devlet yönetmek mümkün değil, kamunun yararı yok bu tür
davranışlarda. Geçmişi bir hatırlayınız, bu anlayışla yola çıkıldığı zaman,
yeteri kadar hazırlık yapılmadan tasarılar Yüce Meclisin önüne konulduğu zaman
başarılı olunamıyor. Biz, muhalefet partisi olarak yanlışları ikaz ediyoruz
ama, iktidar partisi grubu yapılan uyarılar doğrultusunda hareket etmediği
zaman, çıkarılan yasalar Cumhurbaşkanına gidiyor, Meclise iade ediliyor, tekrar
görüşülüyor, eğer Anayasaya aykırılık konusunda uyarılara bu aşamada da kulak
asılmamışsa Anayasa Mahkemesine gidiliyor. Anayasa Mahkemesi iptal kararı
verecek olursa, bu yasalar tekrar burada görüşülecek. Yani, dikkat ediniz, biz,
bir yasa için, çoğu kez, aynı şeyleri iki kere görüşmek durumunda kalıyoruz;
Anayasa Mahkemesi iptali araya girecek olursa, bunu üçe çıkarmamız gerekiyor.
Bu, verimli bir çalışma düzeni değil; bu, akılcı bir çalışma düzeni değil; bu,
Türkiye'yi selamete çıkaracak bir yasa çalışması, düzeni değil. Ben, bu yasa
için de gereği kadar hazırlık yapılmamış olması gerçeğinden yola çıkarak, bu
konudaki uyarılarımızı, rahatsızlıklarımızı bir kere daha dile getirmekte yarar
gördüm.
Bakınız, biz, çok kısa bir zaman önce, İş
Güvencesi Yasasının uygulama tarihini durdurduk; halbuki, yürürlüğe girmişti,
belirlenen tarihe göre uygulamaya da sokulmuştu. Böyle bir şeyi hukuken yapmak
mümkün değildir; ama, böyle bir düzenlemenin yapılmış olmasıyla, hukuk alanında
ciddî tereddütler ortaya çıkmıştır; Cumhurbaşkanı, yaptığımız işlemi, ikinci
kere görüşülmek üzere, iade etmiştir. Bu tür zaman sarfından, nafile yere emek
sarfından kaçınmalıyız. Bu konudaki uyarılarımı yaptıktan sonra, 18 inci
maddeyle ilgili değerlendirmelerimize geliyorum.
Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin işveren
tarafından feshedilmesi halinde, işverenin geçerli fesih nedenleri göstermesi
yükümlülüğü altına sokulması, kuşkusuz, uluslararası çalışma yaşamına ilişkin
normlara da uygun bir tutumdur ve bizim iş yaşamımızın da gereksinim duyduğu
bir olaydır. Bunu memnuniyetle karşılıyoruz; ancak, bu düzenleme yapılırken,
çalışan kesime yeterli bir güvence sağlanamamıştır. Bu düzenlemeye dikkat
ettiğiniz zaman, belirsiz süreli iş sözleşmelerinde işveren feshe giderken,
geçerli fesih sebebi gösterme yükümlülüğü, sadece 10 veya daha fazla işçi
çalıştıran işyerlerinde çalışan işçiler için söz konusudur ve 6 aydan daha
fazla kıdemi olan işçiler için söz konusudur; böyle bir ayırım yapılmıştır. 6
aydan az kıdemi olan işçiler veya 10'dan daha az işçi çalıştıran işyerlerinde
çalışan işçiler, 18 inci maddenin fesih sebebi açısından getirdiği güvenceden
yoksun bırakılmıştır. Böyle bir ayırımın herhangi bir makul, akla uygun
sebebini görebilmek mümkün değildir; gerekçede de bu açıklama yapılmamıştır.
Böyle bir ayırımın yapılmış olması, bu düzenlemeyi, Anayasanın eşitlik
ilkesine, kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı bir görünüme sokmaktadır ve
çalışanlarımızı yeteri kadar kapsayıcı bir güvenceden yoksun bırakmaktadır.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, getirilen güvenceyi yetersiz görüyoruz. Bu
konuda verilmiş olan önergemiz vardır; getirilen düzenleme o önerge doğrultusunda
düzeltilmediği takdirde de, bu düzenlemeye muhalif olacağımızı, şimdiden, ben,
Grubum adına ifade etmek istiyorum.
Diğer taraftan, geçerli fesih sebepleri
düzenlenmiştir; ama, bunlar yeteri kadar açık değildir. Esnek, her anlama
çekilebilecek birtakım ibarelerle, nelerin fesih sebebi sayılmayacağı
gösterilmeye çalışılmıştır veya fesih sebebinin nasıl olması, hangi nedenlere
dayanması gerektiği anlatılmaya çalışılmıştır; bunlara da belirlilik
kazandırılması, çalışanlara yeterli bir güvence sağlamak bakımından gereklidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Efendim, mikrofonunuzu açıyorum.
Buyurun.
OYA ARASLI (Devamla) - Bir başka hususa
değinmek istiyorum. Fesih sebebi olamayacak haller arasına hamilelik
alınmıştır; ama, doğum alınmamıştır. Bu, kadın çalışanlar bakımından çok önemli
bir husustur. Doğum, doğanın kadına verdiği bir görevdir, bir özelliktir,
bundan dolayı, bu nedene dayanarak, doğum yapmış olmasına dayanarak bir kadın
işçinin sözleşmesine son verilmesini önlemek amacıyla yine bir önerimiz vardır,
fesih sebebi sayılamayacak haller arasında hamileliğin yanı sıra doğumun da
sayılması konusunda.
Bu önerilerin kabulünün, çalışanlarımıza
daha fazla güvence sağlamak bakımından yararlı olacağını yineliyorum ve sizleri
saygıyla selamlayarak sözlerime son veriyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Araslı.
Madde üzerinde şahısları adına söz
istekleri vardır.
Tekirdağ Milletvekili Sayın Tevfik
Ziyaeddin Akbulut?.. Yok.
Eskişehir Milletvekili Sayın Cevdet
Selvi?.. Burada.
Buyurun Sayın Selvi. (CHP sıralarından
alkışlar)
CEVDET SELVİ (Eskişehir) - Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; gerçekten, Türkiye'de, ne kadar anlatsak, âdeta, o
çalışma yaşamının içerisinde bulunan insanların tahmin edemeyeceği kadar
sakıncalar getiren, açıkça ifade edeyim ki, işverene de, işçiye de yarar
getirmeyen bir dayatma, bir tepki yasasının maddeleri üzerinde konuşuyoruz.
Her şeyden önce bu ülkede sorumluluğumuz
var; o nedenle, görevimizi bir kere daha yerine getirme gayretiyle, bunu,
huzurunuzda dile getirme ihtiyacı hissediyoruz.
Çalışma Yasası, 1475 sayılı Yasa öyle
karmaşık hale getirilmiştir ki, olaya sadece işçi açısından değil, çalışan
açısından değil, işveren açısından da baktığımız zaman, işini gücünü bırakıp,
hangi işçiyi ne gün çağıracak, hangi işçiyi nasıl çıkaracak, hangi işçiyi hangi
süre içerisinde nasıl tanzim edecek, size açıkça söyleyeyim, öyle bir kaos
yaratılacak ki, işveren dahi içerisinden çıkamayacak.
Allah Çalışma Bakanlığına kolaylık versin,
bu sorumluluğu aldığı halde, denetleme, yönlendirme görevini nasıl yapacak;
bunu anlamak mümkün değildir. Çalışma yaşamına huzuruyla, verimiyle, kalitesiyle
ciddî bir olumsuzluk taşımaya karar verildiğini üzülerek görüyoruz.
Üzerinde konuştuğumuz maddeye baktığımız
zaman, 10 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, en az altı aylık kıdemi
olduğu takdirde, işveren işçiyi neden çıkardığının gerekçesini söylemek
durumunda kalır deniliyor. Bu, en büyük haksızlık. Daha önce de karşılaştık biz
ve şimdi gelen önergeye göre, 25 veya 30 kişiden daha fazla işçi çalıştıran
işyerlerinde altı aylık kıdemi olanlar için bu iş güvencesi geçerli anlamına
geliyor.
Değerli arkadaşlarım, daha önce, 10 veya
daha fazla işçi veya memur çalıştıran işyerleri 3417 sayılı Yasayla zorunlu
tasarruf sorumluluğu altına sokuldu. Belirli yasalarla, belirli sayıda
kişilere, zaman zaman bazı güvenceler getirildi. İşverenlerin bir bölümü, 10
değil, 9'ar kişiye böldü, parçaladı, işyeri numarası aldı. Şimdi, 30 sayısı
çıkarsa, aynı şekilde, 29'ar kişilik işyerleri varmış gibi, sicil numarası
alınacak, işyeri numarası alınacak, paramparça edilecek; ne ahenk kalacak ne
huzur kalacak; işçi, belirsizlik içerisinde güç durumda kalacak. Bunu
söylerken, açıkça söyleyeyim; hep, emeğiyle geçinen dar ve sabit gelirlilere
yüklenildiği, bunun da ona ilave olarak geldiği açıkça ortada.
Zorunlu tasarruf 1988 yılında çıktı ve
hükümetimiz, seçimlerden önce, zorunlu tasarrufu defaten ödeyeceğini söyledi.
Bu yetmedi, iktidara geldiğinden kısa bir süre sonra, zorunlu tasarrufun
ana-para ve nemalarını en kısa süre içerisinde ödeyeceğini, açık seçik yetkili
bakanları söyledi ve nihayet, o zorunlu tasarrufu şimdi hangi ay, son numarası
ne olan diye alacaklıların tek tek açıklaması yapıldı. Binlerce işçi ve memur,
1988'den bu yana kendi çoluk çocuğunun nafakasından keserek yatırdığı parayı
alamaz duruma geldi.
Dikkati şuraya çekmek istiyorum: Çalışma
yaşamını ne kadar çok karıştırırsanız, ne kadar çok anlaşılmaz hale
getirirseniz, sadece işçiler değil, işverenler de bundan mağdur olacak, güç
durumda olacaklardır. Şimdi, bu hükümet, nemaları vereceğini söyledi; mademki,
vereceğini seçimden önce ve seçimden sonra söyledi, neden bankanın önüne
gidenler parasını alamadan geri gidiyor? Şimdi, bankaların önünde huzursuzluk
var, Ziraat Bankasının önünde huzursuzluk var, 300 000 000 lira alacağı olan,
500 000 000 lira alacağı olan işçi ve memur hayal kırıklığı içerisinde 50 000
000 milyon lira, 60 000 000 lira alıyor ve ta haziran ayına kadar kalacak;
yani, verdiğiniz söz yerine gelmedi. Söz verirken, bunun hayata geçmesi için
gereken altyapı oluşturulmadı. Bu,sizin birdenbire karşınıza çıkan bir olay
değil, aylardır bunu vereceğinizi söylüyorsunuz; ama, hiç kimse alamayacak
duruma geldi. Onun için, bunları ne kadar çok karıştırırsanız, o kadar çok
içinden çıkılmaz ve mağdur olan insanların sayısı daha da fazla olur.
Burada eşitliğe aykırı 10 kişi veya 29
kişi çalışan...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Selvi, sözlerinizi
toparlayınız.
CEVDET SELVİ (Devamla) - Hemen sözlerimi
bitireyim...
YAHYA BAŞ (İstanbul) - Bizle ilgisi
olmayan şeyleri bize söylüyorsun.
CEVDET SELVİ (Devamla) - Siz, hükümet
değil misiniz?! Sözü siz vermediniz mi?!
YAHYA BAŞ (İstanbul) - Biz vermedik.
CEVDET SELVİ (Devamla) - Ne münasebet...
Televizyonlarda...
BAŞKAN - Sayın Selvi, siz Genel Kurula
hitap ediniz.
CEVDET SELVİ (Devamla) - Ben Genel Kurula
hitap ediyorum, başlangıçtan beri bu şekilde laf atıyor.
BAŞKAN -Lütfen arkadaşlar, hatibe laf
atmayalım.
CEVDET SELVİ (Devamla) - Siz, verdiğiniz
sözü unutuyorsanız, siz kendi sorumluluğunuzun farkında değilseniz, farkında olmak mecburiyetinde olduğunuzu bir
düşünün. Kim söyleyecek; hükümet olarak siz Türkiye'yi idare etmeye gelmediniz mi;
bu sözleri vermediniz mi?.!
BAŞKAN - Sayın Selvi, siz Genel Kurula
hitap edin.
CEVDET SELVİ (Devamla) - Gidin bankaların
önüne, kimse alamıyor. Burada da, 72 nedenle işten atılma durumundaki insanlar
var. 29 kişi çalışırsa, onun bu güvencesi yok, 31 kişi olursa güvencesi var.
Böyle adalet olmaz, böyle eşitlik olmaz, böyle Türkiye idare edilmez. Hele, son
derece hassas olan çalışma hayatı düzenlenemez.
YAHYA BAŞ (İstanbul)- Bizimle ilgisi
olmayan şeyleri bizimle alakalıymış gibi göstermeyin.
CEVDET SELVİ (Devamla)- Sizinle hiçbir
şeyin alakası yok o zaman! O zaman niye iktidar oldunuz?! Bilmiyor muydunuz
bunu! Onun için, insanlar bulunduğu yerin hakkını vermeli, görevinin ve
sorumluluğunun ne olduğunu bilmeli. Eğer altı aydır sorunlar Türkiye'de daha
daha çoğalmış ve derinleşmişse, işte böyle düşündüğünüz içindir. Siz,
söylediğiniz sözü bile yerine getirmiyorsunuz.
YAHYA BAŞ (İstanbul)- Senin dediğin gibi
değil.
CEVDET SELVİ (Devamla)- Ziraat Bankasının
önüne gidin. Söz veriyorsanız yerine getirin. Yapamayacağınız sözü vermeyin.
YAHYA BAŞ (İstanbul)- Bizim vermediğimiz
sözü biz vermişiz gibi gösterme!
CEVDET SELVİ (Devamla)- Seçimden önce
verdiniz, seçimden sonra da verdiniz. Bakanlarınız burada, gidin konuşun.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa)- Biz vermedik.
CEVDET SELVİ (Devamla)- Öyle, anlamadan,
bilmeden, oturduğunuz yerde "biz sorumlu değiliz, biz sorumlu değiliz, biz
kucağımızda bulduk, biz kucağımızda bulduk" diyerek, bu Türkiye'yi yönetme
hakkına sahip olamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Bilerek geldiniz. Aydan
gelmediniz, Türkiye'den geldiniz. Söylediğiniz söze sahip çıkacaksınız.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa)- Ne diyorsunuz!
BAŞKAN- Sayın Selvi, lütfen toparlayınız.
YAHYA BAŞ (İstanbul)- Ne ilgisi var bizim
söylediğimiz sözlerle?!
CEVDET SELVİ (Devamla)- Öyle, oturduğunuz
yerden laf atmakla olmaz. İktidar olmak, muktedir olmaktır; iktidar olmak,
verdiğin sözü tutmak, sorunları çözmektir. Sorun yaratıyorsunuz. Baskılara dayanamıyorsunuz,
ona buna yaranmak için, Türkiye'yi karıştıracak yeni sorunlar yaratıyorsunuz.
Dönün arkanıza da bir bakın; ne gibi sorunlarla bu Türkiye bu hale geldi. Onun
için, oturduğun yerden öyle bilmeden konuşursan, çok daha yanlış yaparsın.
BAŞKAN- Sayın Selvi, tamamlayın lütfen.
CEVDET SELVİ (Devamla)- İyi akşamlar. (CHP
sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)
YAHYA BAŞ (İstanbul)- Ne güzel
konuşuyorsun be! Ne ilgisi var söylediğimiz sözlerle?!
CEVDET SELVİ (Eskişehir)- Gidip Ziraat
Bankasına baksana!
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri...
MEHMET ÇERÇİ (Manisa)- Millet sana yetkiyi
niye vermedi o zaman?!
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri...
CEVDET SELVİ (Eskişehir)- Kibar olalım
dedikçe saldırıyorsunuz.
BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, bakınız,
hatibe söz attınız iktidar grubu olarak. Burada bir an önce iş görmek
istiyoruz. Bu kadar zaman gitti.
MEHMET ÇERÇİ (Manisa)- Yalan söylüyor.
BAŞKAN- Hayır, laf atmayın efendim. Genel
Kurula hitap etsin. O, her şeyi kendine göre konuşur. Söz istersiniz, biz de
size söz veririz. (CHP sıralarından alkışlar)
Efendim, şimdi, şahsı adına söz isteyen,
İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan; buyurun efendim. (CHP sıralarından
alkışlar)
Sayın Oyan, süreniz 5 dakika. Lütfen,
sataşmaya meydan vermeyecek şekilde zamanımızı kullanalım.
OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, bu
uyarıya gerek yoktu. Ben, bir cevap hakkı için gelmedim; burada, şahsım adına,
madde üzerinde konuşmaya geldim.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, biz, bu
maddeyle ilgili birtakım düzeltmeler yapmaya çalışıyoruz -tabiî, bütünü
üzerinde de; bu madde üzerine konuştuğumuz için maddeyi kastediyorum- ama,
bunların hiçbirini dikkate almıyorsunuz. Biz, burada altı aydır bir yapıcı
muhalefet örneği sergilemeye çalışıyoruz, yani şunu yapıyoruz... (AK Parti
sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri, eğer dikkat
ederseniz, dikkatle dinlerseniz, size, nasıl bir yapıcı muhalefet olduğunu
anlatmaya çalışacağım. Bu yapıcı muhalefet, birinci anayasa değişikliğinde
sizinle birlikte oy kullandı; sizin Genel Başkanınıza Başbakanlık yolunu açmak
için sizinle birlikte oy kullandı. Bu muhalefet, birçok yasada, sırf muhalefet
olsun diye negatif oy kullanmadı, olumlu oy kullandı; bazı yasaların birçok
maddesinde olumlu oy kullandı. Bizim yapıcı muhalefet anlayışımız budur; ama,
uzlaşma tek taraflı olmaz.
Bana şimdi söyleyiniz; altı aydır bizim
kaç tane önergemize evet oyu kullandınız, bunu bana bir söyleyiniz. Kaç tane
maddede bizim itirazlarımızı kabul ettiniz -hatta, sizin de o itirazları haklı
bulduğunuz birçok durum oldu- ve o konudaki hükümet teklifini eleştirip, evet,
yasama olarak biz, burada muhalefetle birlikte düşünüyoruz dediniz ya da
hükümet, kaç kere muhalefetle bu konuda bir uzlaşma arayışı içerisine girdi,
kaç maddede girdi, bunu bana bir söyler misiniz?!
Tek taraflı olmaz değerli arkadaşlarım;
yapıcı muhalefet, siz de yapıcı iktidar olacaksınız, başka türlü olmaz. Tek
taraflı yapıcılık, tek taraflı uzlaşma çabası olabilir mi?! Bakınız, bu iş
yasası tasarısı daha ilk kez komisyonda görüşüldüğünde de biz şunu yapmıştık;
bunun birçok maddesine evet oyu kullanabiliriz; ama, bunun 10 küsur maddesi var
ki, bunlarda sorunlar sürüyor. Bu sorunları işçi-işveren kesimi de halletmiş
değildir. Siz, adaleti temsil ediyorsanız, adaletin kılıcı bir tarafa sapmaz,
terazinin kılıcı bir tarafa sapmaz, sizin teraziniz sermaye tarafına sapıyor.
Eğer, bizi biraz dinleseniz, biz bu terazinin kılıcını tekrar ortaya, yani,
adaletli noktaya getirmenize yardımcı olacağız. Siz diyorsunuz ki "biz
yardım istemeyiz, biz taraflıyız." Ee, arkadaşlar o zaman konuşacak bir
şey kalmıyor.
Bakın, şimdi bu maddenin kendisinden daha
önemli bir önerge veriyorsunuz, bu maddeyi silip atan, hatta, İş Güvencesi
Yasasını çöp sepetine atan bir önergeniz var, elimize şimdi geldi. Buradaki
"10 veya daha fazla işçi çalıştıran" diye başlayan cümleyi "30
veya daha fazla işçi çalıştıran" diyerek, İş Güvencesi Yasasını çöpe
atıyorsunuz. Bu kimin talebi sevgili arkadaşlar?!
1 Mayısta Türkiye İşveren Sendikaları
Başkanı, bir heyetle ziyaretimize geldi, AKP Grubunu da ziyaret ettiler;
talepleri buydu. Peki, siz kulağınızı sadece işverene mi, sadece sermayeye mi
açıyorsunuz, siz sadece sermayenin oyuyla mı iktidar oldunuz?! Siz, esas
itibariyle, çalışanların oyuyla iktidar olmadınız mı; ne çabuk unuttunuz. Bu,
iktidar olma sorumluluğuna sığıyor mu! Siz, adaleti böyle mi anlıyorsunuz?! İş
Güvencesi Yasası, 15 Mart öncesinde işverenin aldığı önlemlerle, zaten, burada
belirtilen biçiminden çıkarılmıştır. Yani, belirsiz süreli iş akitleri, belirli
süreli iş akitlerine dönüştürülerek, zaten, çalışanlar, en azından bunu yapan,
buna tevessül eden işverenlerin olduğu işyerlerinde, bu İş Güvencesi Yasasından
doğan haklarından bir bölümü açısından mağdur edilmiştir. Şimdi, siz, bunu 30
kişiye çıkararak şunu yapıyorsunuz, bilmiyorsanız şunu hatırlatayım: Türkiye'de
bütün işletmelerin yüzde 95'i, 30 kişinin altında işçi çalıştıran yerlerdir.
Yani, siz şimdi ne diyorsunuz burada bu 10'u 30 yaparak, çok basit gibi gözüken
mekanizmayla; İş Güvencesi Yasasının Türkiye'de sadece yüzde 5'lik bir
işletmede geçerli olmasını kural haline, yasa haline getiriyorsunuz. Bunun ne
kadar farkındasınız ya da eğer farkındaysanız, bunu ne kadar savunuyorsunuz
veya savunuyorsanız, bu ne kadar sizin adalet anlayışınıza, vicdanınıza
sığıyor; bunu merak ediyoruz, size soruyoruz, Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları
adına soruyoruz, Türk Ulusu adına soruyoruz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından
kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Oyan.
OĞUZ OYAN (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın
Başkan.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bunu
Türkiye İşveren Sendikaları "gelin, 10'u 30'a çıkaralım" diyor.
Aslına bakarsanız, TİSK'e bağlı işveren sendikalarının büyük bölümü, zaten
30'un, 50'nin, 100'ün üzerinde işçi çalıştıran büyük işverenlerdir. Peki, bunu
niye bu kadar çok isterler; çünkü, bir
kere, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin böyle bir talebi var; bir, daha
küçük işyerleri açısından; iki, ama, daha önemlisi şudur: Türkiye'de büyük
işverenler de, genellikle, tedarikçi firmalardan daha düşük fiyatla, maliyetle
mal tedarik etmek için onların kayıtdışında olması ya da onlardaki iş
güvencesinin çok iğreti olması gibi birtakım özellikleri talep eder
durumdadırlar; yani, Türkiye'de orta ve büyük işveren sıfatını taşıyanlar dahi,
bu kayıtdışı mekanizmadan beslenirler, tedarikçi firmaların bu iğreti statüye
girmesi onların da işine gelir; ama, değerli arkadaşlarım, Türkiye acaba bu
koşullarla dünyayla rekabet edebilir bir ülke olabilir mi?! Bakınız, artık,
bizim en çok mal sattığımız gelişmiş ülkeler, bizim gibi ülkelerde işçi
haklarının, iş güvencesinin ne kadar uygulandığının takipçisi olmaya
başladılar, bunu bir rekabet zedeleyici olay olarak algılıyorlar. Dolayısıyla,
acaba, böyle bir şeyi size IMF ya da başka bir güç, kafanıza vura vura telkin
ettiği zaman mı ancak düzelteceksiniz?! Bu, yanlış bir yoldur. Türkiye, bundan
sonraki dış rekabet gücünü kazanmak için mutlaka kayıtiçi bir ekonomiye
geçmelidir, vasıflı, yüksek nitelikli ve yüksek ücretli bir işgücü üzerinden
dünya pazarlarında bir rekabet avantajı elde etmelidir. Aksi takdirde,
Türkiye'nin önü hiçbir zaman açık olmayacaktır. Yüzde 50'si zaten kayıtdışında
olan bir ekonomide siz, bunu daha da teşvik eden birbiri peşi sıra yasalar
getirdikçe, ne yazık ki, bu ülkeyi ileriye değil geriye götürürsünüz. Buna
seyirci kalmayacağımızı bir kez daha belirtmek isterim.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Oyan.
Sayın milletvekilleri, 18 inci madde
üzerinde 5 adet önerge vardır.
Çalışma saatimizin sonuna yaklaştık; ama,
Başkanlık olarak biz bu maddeyi bitirmeyi düşünüyoruz, önergeleri okumak
istiyoruz.
Bu konuda sürenin uzatılması ancak Genel
Kurulun iradesine ve kararına bağlıdır.
Bu maddenin bitimine kadar sürenin
uzatılmasını oylarınıza sunuyorum...
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan,
oylamadan önce müsaade eder misiniz?..
BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler...
Buyurun Sayın Meral.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Bu önemli bir
madde, müsaade ederseniz, sayın hükümete ve değerli milletvekillerine bir zaman
tanıyın. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Efendim, önümüz açık, zaman
tanıdık. (AK Parti sıralarından "oyladınız" sesleri, gürültüler)
Oylamadım.
MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan,
bu madde işin özü. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Efendim, bu madde bitinceye kadar
süreyi uzatmış olduk.
Önergeleri geliş sırasına göre okutuyorum:
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Kusura
bakmayın, ne kadar tahammülsüz adamlarsınız. (AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın Meral, lütfen, oturun.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) -
Anlamıyorsunuz, el kaldırmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Ayıp... Ayıp...
(AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...
Sayın Meral, lütfen, oturun.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının 18
inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin
"otuz" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Salih Kapusuz |
Alim Tunç |
Akif Gülle |
|
Ankara |
Uşak |
Amasya |
|
Tevfik Akbak |
İsmail Bilen |
Hasan Kara |
|
Çankırı |
Manisa |
Kilis |
BAŞKAN - Diğer önergeyi
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan İş
Kanunu Tasarısının 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (d) bendine
"hamilelik" sözcüğünden sonra gelmek üzere "doğum"
sözcüğünün eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
Oya Araslı |
Birgen Keleş |
Cevdet Selvi |
|
Ankara |
İstanbul |
Eskişehir |
|
İzzet Çetin |
Bayram Ali Meral |
V. Haşim Oral |
|
Kocaeli |
Ankara |
Denizli |
|
Ali Arslan |
|
Feridun Fikret Baloğlu |
|
Muğla |
|
Antalya |
BAŞKAN - Bir diğer
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun
tasarısının 18 inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on"
ibaresinin "beş" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
İzzet Çetin |
Haşim Oral |
Hasan Aydın |
|
Kocaeli |
Denizli |
İstanbul |
|
Oğuz Oyan |
|
Mustafa Gazalcı |
|
İzmir |
|
Denizli |
BAŞKAN - Dördüncü
önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun
tasarısının 18 inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on"
ibaresinin "dört" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Mustafa Özyürek |
Ahmet Ersin |
Enver Öktem |
|
Mersin |
İzmir |
İzmir |
|
Zekeriya Akıncı |
|
Halil Akyüz |
|
Ankara |
|
İstanbul |
BAŞKAN - Beşinci ve
sonuncu önergeyi okutuyorum.
Bu önerge en aykırı
önergedir; okuttuktan sonra işleme alacağım.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının "Feshin Geçerli Sebebe Dayandırılması" başlıklı 18 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Oğuz Oyan |
İzzet Çetin |
Enver Öktem |
|
İzmir |
Kocaeli |
İzmir |
|
Muhsin Koçyiğit |
Muharrem Doğan |
Hüseyin Özcan |
|
Diyarbakır |
Mardin |
Mersin |
Feshin Geçerli Sebebe Dayandırılması
Madde 18. - İşçinin belirsiz süreli iş
sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya
da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe
dayanmak zorundadır.
Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için
geçerli bir sebep oluşturmaz:
a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri
dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere
katılmak,
b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak,
c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip için işveren aleyhine idarî ve adlî makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak,
d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile
yükümlülükleri, hamilelik, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler,
e) 74 üncü maddede öngörülen ve kadın
işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek,
f) Hastalık veya kaza nedeniyle 26 ncı
maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe
geçici devamsızlık.
İşçinin kıdemi, aynı işverenin bir veya
değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir. İşverenin aynı
işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi
sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir.
İşletmenin bütününü sevk ve idare eden
işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve
işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında bu
madde, 20 ve 22 nci maddeler ile 26 ncı maddenin son fıkrası uygulanmaz.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, beşinci ve
sonuncu önergeyi dinledik; bu, en aykırı önergeydi.
Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU
(Isparta) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin
katılmadığı önergenin gerekçesini mi okuyalım?
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Konuşmak
istiyoruz.
BAŞKAN - Buyurun.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; gerçekten, ülkemizde, çalışma yaşamı, ta cumhuriyetin
kurulduğundan bugüne kadar geçen süre içerisinde, ne yazık ki, istenilen
ölçekte yaşama geçirilebilmiş değil. Geçtiğimiz yıl ağustos ayında, Avrupa
Birliğine uyum sürecinde, zorunlu olarak hazırlanan ve iş güvencesi olmaktan
çok, sadece bir sendikal güvenceyi içeren iş güvencesinin, sanki, işletmeleri
kapatacak, verimliliği düşürecek, işletmelerde işçiler fabrikalara el
koyacakmış gibi, bir kaşık suda fırtınalar kopartıldı. Sizlerin, yani, AKP'nin
sayın milletvekillerinin oylarıyla da, yürürlük tarihi, 15 Marttan 30 Hazirana
kaydırılmak istenmişti; ama, ne yazık ki, Anayasaya aykırı olan bu uygulama,
geri gelmiş ve yeniden görüşülmesi de bugüne kadar sağlanabilmiş değildi, iş
güvencesi yeniden Meclis gündemine gelebilmiş değildi. Gelmeyişinin bir nedeni
de, bu yasanın içerisinde, yeni iş yasası olarak tabir edilen, gerçekten, bir
nevi kölelik yasası olarak, AKP'nin, çalışma yaşamına armağan ettiği bu yasanın
içine yerleştirilmişti. Dünyanın pek çok ülkesinde iş güvencesi var; iş
güvencesi olan, örneğin, Almanya'da, işçinin, feshe karşı korunması kanunu var.
Eğer, işçi, herhangi bir kasta tabi olmadan işyerinden çıkarılmışsa ve ortadaki
haksız fesih ise, yargı kararıyla işine dönebiliyor, boşta geçen sürelerinin
ücretini alabiliyor. Bizim iş güvencemiz, sendikacılarımızın alkışladığı,
işçilerimizin umut olarak baktığı; ama, özünde hiçbir şey ifade etmediğini
söyleyegeldiğimiz iş güvencesi, on ve daha fazla işçi çalıştıran işletmeleri
kapsayacak, altı aydan fazla kıdemi olan işçileri kapsayacak, belirsiz süreli
hizmet akdiyle çalışan işçileri kapsayacak şekilde, kısıtlı bir düzenlemeyi
içermekteydi. Şimdi görüyorum ki, AKP'nin vermiş olduğu önergeyle, bu sayı,
ondan otuza çıkarılıyor.
Değerli arkadaşlarım, böyle bir iş
güvencesi yasasının yok edilmesi, ancak, size yakışır; başka hiçbir parti,
hiçbir anlayış, işletmelerin yüzde 96'sının otuzdan az işçi çalıştırdığı bir
düzende, işçilerimizi, işverenlerin insafına terk ettiğini zannetmesin.
Gerçekten şunu biliyorum ve söylüyorum; gerçek iş güvencesi, güçlü
sendikacılıkla yaratılır, yasal düzenlemeyle olmaz; ama, öyle umut ediyorum,
şuna inanıyorum ki, o çalışanlar, sizin bu düzenlemenize rağmen, işyerlerinde
güçlerini birleştirecekler, emeklerini birleştirecekler, işverenlere karşı
örgütlenerek yeniden gerçek iş güvencesi için size karşı da mücadele edecekler.
Gerçekten yazık; otuza çıkarılıyor!..
Bu, şu demektir; AKP, 3 Kasımdan önce
halka verdiği, işçiye verdiği, çalışana verdiği, yoksula verdiği, köylüye
verdiği, dar ve sabit gelirliye verdiği sözün arkasında duramadı; paranın
gücüne teslim oldu! Evet, paranın gücüne teslim olduğunuzun açık ifadesidir. Bu
ülke, sadece para babalarının, işçiyi sömüren vahşi kapitalizm dönemindeki
çalışma koşullarını Türkiye'ye taşımak isteyenlerin değil, yoksul insanların da
ülkesi, Bingöl'de yaşamını yitirenlerin de ülkesi, açlıktan sokakta, bankta
yatanların da ülkesi; bu ülke, bizim ülkemiz. Vicdanınız sızlamıyor hiç, nasıl
yüreğiniz var; işçilere, insanlara, nasıl acımasız davranabiliyorsunuz, nasıl
böyle gözle bakabiliyorsunuz?! Yazıklar olsun!
Saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar, AK Parti sıralarından [!] alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan,
söz istiyorum.
BAŞKAN - Öyle bir usul yok.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Çok olumlu
konuşacağım efendim.
BAŞKAN - Önerge sahibi konuştu, önergeyi
dinledik, gerekçesini dinledik.
Komisyonun ve hükümetin katılmadığı
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge
kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan İş Kanunu Tasarısının 18
inci maddesinin üçüncü fıkrasının (d) bendinde "hamilelik"
sözcüğünden sonra gelmek üzere "doğum" sözcüğünün eklenmesini arz ve
teklif ederiz.
Oya Araslı
(Ankara)
ve arkadaşları
BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu efendim?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU
(Isparta) - Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Çoğunluğunuz yok; ama, bir
temayüldür; Komisyon takdire bırakmış olsun.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Evet, çoğunluğumuz yok; takdire
bırakıyoruz.
BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı,
Hükümetin katıldığı önergenin gerekçesini okutuyorum:
Gerekçe: Hamileliğin yanı sıra doğumun da
iş sözleşmesinin feshi için geçerli bir sebep olmaktan çıkarılmasını sağlamak
amacıyla söz konusu öneride bulunulmuştur.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. (AK Parti ve CHP
sıralarından alkışlar)
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının 18
inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin
"otuz" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Salih Kapusuz
(Ankara)
ve arkadaşları
BAŞKAN - Önergeye Komisyon katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.
BAŞKAN - Hükümet?..
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU
(Isparta) - Katılmıyoruz. Affedersiniz Başkanım, özür diliyorum; katılıyoruz
Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar [!])
BAŞKAN - Efendim, dil sürçmesi olabilir;
şimdi ben yeniden sormuş oldum.
Hükümet katılmıyor, Komisyon takdire...
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU
(Isparta) - Sayın Kapusuz'un imzasıyla verilen önergeden söz ettiğimizi
zannediyorum, Hükümet katılıyor Sayın Başkan.
BAŞKAN - Tamam.
Komisyon katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Komisyon takdire bırakıyor.
BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, Salih
Kapusuz ve arkadaşlarının verdiği teklif, görüşülmekte olan kanun tasarısının
18 inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin
"otuz" olarak değiştirilmesi teklifidir. Şimdi sordum, zabıtlara
geçmesi bakımından yeniden teyit ediyorum; Komisyon takdire bırakıyor, Hükümet
katılıyor.
Gerekçeyi okutuyorum:
"Gerekçe:
İşçi sayısı kriteri artırılmıştır"
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.
Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan kanun tasarısının 18
inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin
"beş" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
İzzet Çetin
(Kocaeli)
ve arkadaşları.
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE
ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.
KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU
(Isparta) - Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN - Efendim, Komisyonun takdire
bıraktığı, Hükümetin katılmadığı önerge...
ENVER ÖKTEM (İzmir) - Komisyonun çoğunluğu
yok "katılmıyoruz" diyemez.
BAŞKAN - Efendim, ben, onu, ona göre
değerlendiriyorum.
Önerge sahibi, gerekçeyi mi okutalım,
konuşacak mısınız efendim?
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Ben
konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Meral, sizin önergede
imzanız yok.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Söz hakkımı Sayın
Meral'e devrediyorum Sayın Başkan.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Öyle bir uygulama
yok Sayın Başkan.
BAŞKAN - Olmaz efendim, İçtüzüğümüze göre
böyle bir imkân yok; imza atsaydınız olurdu.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Bir imza
atarım efendim. (Alkışlar!)
Sayın Bakan şaşırınca sözünü geri alıyor
da, benim imzam yok diye neden söz vermiyorsunuz?
BAŞKAN - Efendim, şu anda imza
attıramayız, okuduk, işleme koyduk.
Sayın Başkanım, Sayın Meral, size söz
vermeyi, gerçekten çok arzu ederim; ama, takdir edersiniz ki, İçtüzüğe
uyacağız.
İlk okuduğumuz sırada imzalasaydınız ve
"önergeye katılıyorum" deseydiniz, size söz vermekten mutluluk
duyardım.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan,
Sayın Bakanım da yanlış yaptı...
BAŞKAN - Başka bir zaman inşallah.
Önerge sahibi, İzzet Bey, gerekçeyi mi
okutalım?
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum....
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, bir
şey izah edebilir miyim?
BAŞKAN - Buyurun.
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Efendim, bunu
işleme koymak dahi bir eksidir; çünkü, kabul edilen bir önceki önerge, bunun
zıddı olarak kabul edilmiştir; Genel Kurulun onayı ortaya çıkmıştır.
BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Bunun adı
yetim hakkı yemektir. Şu yaptığınızın hesabını Allah sorar size!
SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan,
ben, burada, doğru yöntemi uygulamanız için bir ikazda bulunuyorum.
ENVER ÖKTEM (İzmir) - Sayın Kapusuz, öbür
dünyada işin çok zor!
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, hepimiz
insanız. Görüyorsunuz, insan bir hata yapabiliyor; bunu bir mesele yapmanın
doğru olacağını da düşünmüyorum. İçtüzüğe göre hareket ediyoruz. Yanılabiliriz.
Şimdi, iki önergeyi yeniden değerlendiriyorum.
Önergeleri bir kez okuduk. Dördüncü
önerge, Salih Kapusuz ve arkadaşlarının teklif ettiği ve biraz önce Genel Kurul
iradesiyle kabul edilen önergeyi değiştiren "on" ibaresini
"beş" yapan ve ondan sonraki önerge de yine "on" ibaresini
"dört" yapmayı teklif eden 2 önerge.
Takdir buyurursunuz ki, İçtüzüğümüz gayet
açık. Bu tip, birbiriyle tenakuza düşen önergelerden birisi kabul edildiği
takdirde, diğeri işleme konulmuyor. Bu noktada, önergeler çok hızlı ve acele
geldiği için, burada, bazen de ufak tefek yanıltı olabiliyor. Ben, bu 2
önergeyi de İçtüzük gereği işleme koyamıyorum.
Sayın milletvekilleri, Sayın Çetin'in soru
talebi var.
İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız burada değil; eğer Sayın Bakanımız cevap
verebilecekse, sözlü soru hakkımı kullanmak istiyorum.
BAŞKAN - Sayın Çetin, yine İçtüzük
karşımızda. Biliyorsunuz, sorular önergelerden önce; tabiî, bunlar, bize geç
geliyor, burada yoğunlaşıyoruz; ama, sizin sorularınızı Sayın Bakan yazılı
olarak da cevaplandırabilir.
Şimdi, 18 inci maddeyi, kabul edilen 2
önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 18
inci madde kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, alınan karar
gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek üzere, 7 Mayıs 2003
Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati : 20.15