TBMM 2 5 2003-05-29T07:42:00Z 2003-05-29T07:42:00Z 51 33527 191104 TBMM 1592 382 234689 9.3821 0 6 nk 6 nk 0

DÖNEM : 22        CİLT : 13       YASAMA YILI : 1

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

75 inci Birleşim

6 . 5 . 2003 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

 

 

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Tunceli İlinin sorunları ve alınması gereken tedbirlerle, Bingöl'de meydana gelen deprem ve Tunceli İline yansımalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı

2. - Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin'in, Türkiye'de kalitesiz yapılaşmanın ve standartlara uymayan inşaat malzemeleri kullanımının özellikle deprem riski taşıyan bölgelerde sebep olduğu sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı

3. - Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp Güney'in, pancar ekicilerinin sorunları ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşmasına ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı

 

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan ve 44 milletvekilinin, özelleştirme uygulamaları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/72)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Mersin Milletvekili Hüseyin Güler'in (6/371) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/53)

2. - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Sırbistan ve Karadağ'a yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/255)

3. - Bitlis Milletvekili Vahit Kiler'in, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/83) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin talebini geri çektiğine dair önergesi (4/52)

IV. - ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. - Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

V. - SEÇİM

A) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ

1. - (10/29, 31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine seçim

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/534) (S. Sayısı : 73 ve 73'e 1 inci Ek)

VII. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın, isteğe bağlı sigorta ve BAĞ-KUR primlerine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun cevabı (7/356)

2. - Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay'ın, elektrik kullanımında bölgesel tarife uygulamasına ne zaman geçileceğine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/386)

3. - Antalya Milletvekili Feridun Fikret Baloğlu'nun, Bingöl-Yedisu Sağlık Ocağına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın cevabı (7/388)

4. - İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu'nun, genel seçimler sonrası verilen açıktan atama izinlerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/392)

5. - Hatay Milletvekili Fuat Çay'ın, müşterek kararname ile yapılan atamalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/400)

6. - İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, SSK'da sözleşmeli olarak çalışan doktorların özlük haklarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu'nun cevabı (7/402)

7. - Antalya Milletvekili Nail Kamacı'nın, Antalya'da kaldırılan bazı TEDAŞ tahsilat veznelerinin yeniden açılıp açılmayacağına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/405)

8. - Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı'nın, Başbakanlıkta çalışan personele ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in cevabı (7/411)

9. - İzmir Milletvekili Muharrem Toprak'ın, granit taşı üretiminin artırılmasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in cevabı (7/421)

10. - Samsun Milletvekili Haluk Koç'un, TRT Genel Müdürü adaylarının seçimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın cevabı (7/463)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Oturum Başkanı TBMM Başkanvekili Yılmaz Ateş, Bingöl İlinde meydana gelen deprem nedeniyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yaralılara ve yakınlarına geçmiş olsun dileklerini belirten bir konuşma yaptı.

AK Parti Bursa Milletvekili Faruk Çelik,

CHP Mersin Milletvekili Mustafa Özyürek,

Aynı konuda grupları adına görüşlerini belirttiler.

Tokat Milletvekili Feramus Şahin,

Çorum Milletvekili Agah Kafkas,

1 Mayıs işçilerin birlik ve dayanışma günü münasebetiyle;

Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından yapılacak frekans ihalelerine ilişkin,

Gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Kocaeli Milletvekili Mehmet Sefa Sirmen ve 31 milletvekilinin, gemi kaynaklı deniz kirliliği ile atık toplama ve arıtma hizmetleri konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/71) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Denizli Milletvekili Mehmet Uğur Neşşar'ın (6/256), (6/292) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi okundu, sözlü soruların geri verildiği bildirildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:

1 inci sırasında bulunan, İş Kanunu Tasarısının (1/534) (S. Sayısı : 73) görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

2 nci sırasında bulunan, Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısının (1/546, 1/63, 1/142, 1/151, 1/180) (S. Sayısı : 127) görüşmeleri tamamlandı, elektronik cihazla yapılan açıkoylamadan sonra, kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

6 Mayıs 2003 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 23.43'te son verildi.

Yılmaz Ateş

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Suat Kılıç

Enver Yılmaz

 

Samsun

Ordu

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

     No. : 103

II. - GELEN KÂĞITLAR

2 . 5 . 2003 CUMA

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergesi

 

1. - Hatay Milletvekili Abdulaziz Yazar’ın, muhtemel Irak operasyonu için biyolojik saldırılara karşı alınan önlemlere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/287)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

6 Mayıs 2003 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Sayın milletvekilleri, üç değerli milletvekili arkadaşımız gündemdışı söz talebinde bulunmuştur; kendilerine sırasıyla söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, deprem ve Tunceli İlinin sorunlarıyla ilgili söz isteyen Tunceli Milletvekili Sayın Sinan Yerlikaya'ya aittir.

Buyurun Sayın Yerlikaya. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır. Süreye riayet etmenizi de rica ediyorum.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Tunceli Milletvekili Vahdet Sinan Yerlikaya'nın, Tunceli İlinin sorunları ve alınması gereken tedbirlerle, Bingöl'de meydana gelen deprem ve Tunceli İline yansımalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sözlerimin başında, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bingöl İlimizde 1 Mayıs günü vuku bulan depremden ötürü, ölen vatandaşlarımıza, çocuklarımıza Allah'tan rahmet diliyorum, yakınlarına başsağlığı dileklerimi iletiyorum, yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyorum. Bütün Türkiye'nin başı sağ olsun.

Yine, bugün, 31 yıl önce, suçları yalnızca "kahrolsun ABD emperyalizmi ve yaşasın demokratik, laik ve bağımsız Türkiye" demek olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın idam edildiği gündür. "Ya vatan ya ölüm" diyen, bir damla kan akıtmayan, dillerinden Atatürkçülüğü düşürmeyen bu devrimci gençlerimizin anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Tıpkı Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamı gibi, bu idam da yanlış olmuştur, haksız olmuştur, maalesef içbarışımızı çok zedelemiştir değerli arkadaşlarım. Bu vesileyle, vatanımız için, Türkiyemiz için ölen bütün şehitlerimizin anıları önünde saygıyla tekrar eğiliyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, depremler kuşağı içerisinde, geçmişte olduğu gibi, yakın tarihimizde de sık sık depremler yaşadı. 17 Ağustos 1999 tarihinden bugüne kadar, Kocaeli, Yalova, Gölcük, Bolu, Avcılar ve sonrasında Pülümür, Bingöl depremleri; ama, arkadaşlar, görülen odur ki, biz, bu depremlerden hiçbir ders çıkarmamışız. Sorun, her afetten sonra bütün sıcaklığıyla gündeme gelmekte, bir süre sonra unutulmaktadır, ta ki yeni bir deprem oluncaya kadar. Oysaki, Türkiye, depremlerle bir arada yaşamaya mecbur bir ülkedir. Bu nedenle, bugünden tezi yok, bir ulusal deprem politikası belirlemek durumundayız. Yerleşme ve yapılaşma konularında gerekli yasal tedbirleri almalıyız. Depremde tuzla buz olan kamu binalarının müteahhitleriyle beraber, bu binaların kabulünde rol oynayan müdürleri ve kontrol mühendislerini de sorumlu tutarak, bunlar hakkında da cezaî takibata geçilmeli; mevcut ceza oranı bir yasa değişikliğiyle artırılarak, bir trafik cezası suçundan çıkarılmalı ve bu sorumlular hakkında gereken ceza verilmeli, tecziyeye gidilmelidir; yoksa, cezanın caydırıcılık prensibi ortadan kalkmış olur.

Değerli arkadaşlar, Tunceli ve Bingöl'deki depremlerden dolayı, dün, genel hayatı etkinlik onayının alındığını öğrendim. Bu kararı saygıyla karşılıyorum ve bu kararda etkili olan Bayındırlık Bakanını kutluyorum. Zaten, Sayın Bakan, her iki depremde de, olay günü hemen deprem mıntıkasındaydı, çalışmaları izleyerek bilgiler aldı, sonradan buraya gelerek gereken yardımlarda bulundu. Bu hakkı teslim etmeliyiz kendisine, Sayın Zeki Ergezen'e teşekkürlerimi sunuyorum. Ancak, depremde zarar gören belediyelerimiz de var. Belediyelerimizin altyapıları çok zarar görmüştür değerli arkadaşlar. Bu nedenle, 4123 sayılı Yasa devreye sokularak her iki il afet bölgesi ilan edilmeli, buradaki belediyelerimizin İller Bankasında olan payları kesilmemeli, hatta, paylar artırılarak, belediyelerimizin vatandaşa hizmet olanağı sağlanmalıdır. Bu nedenle, afet bölgesi ilan edilmesi de acilen önem arz etmektedir.

Yine, bu yöremizde bulunan çiftçilerimiz, esnafımız da, gayet tabiî olarak büyük zarar görmüşlerdir. Çiftçi ve esnafımızın da bankaya olan borçları, kooperatife olan borçları belli bir süre ertelenmeli ve bu kesime de büyük bir destek verilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, depremler, tabiî ki, çok sorun yaratıyor; ama, geçmişte bu bölge büyük sorunlar yaşadı, yirmi yıl olağanüstü halle idare edildi, köyler boşaldı, insanlarımız göçe zorlandı ve nitekim, bölge tamamen hasarlı bir bölgedir. Tunceli de bu bölge içindedir. Tunceli'nin büyük sıkıntıları var, büyük dertleri var değerli arkadaşlarım. Bölgenin ortak dertlerinden biri olan ve Tunceli'de hüküm süren bu dertlerin başında köye dönüş meselesi var. Ne yazık ki, bugüne kadar, hiçbir hükümet, köye dönüş projesi konusunda adam gibi bir proje ortaya koymadı. Köy serbest dediler...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Benim 5 dakikam bitti mi Sayın Başkan?

BAŞKAN - Bitti.

Sayın Yerlikaya, size 2 dakika eksüre veriyorum, lütfen, tamamlayın.

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Köye dönüş serbest, gidebilirsiniz dediler; ancak, ne yazık ki, vatandaşın köye gidecek, tarlasını ekecek, evini yapacak parası yok. Hakikaten, devletin bu konuya ciddî biçimde eğilip, acil bir köye dönüş projesi hazırlayarak, vatandaşımızın derdine derman olması gerekiyor.

İlimizin çok sorunları var -daha baştayım- sağlık sorunları var, eğitim sorunları var; ben, bu iki sorunu çok önemli sayıyorum. Bugün, Tunceli'nin bütün köy okulları ve sağlık ocakları kapalı bulunmaktadır. İlimizde mevcut bir tek hastane vardır, ilçelerde sağlık merkezleri vardır; ama, Sağlık Bakanlığının, bu sağlık merkezlerini sağlık ocağına dönüştürdüğünü görüyoruz; bu, çok yanlış bir karardır. Oranın iklim ve coğrafî yapısı göz önüne alınırsa, vatandaş, sağlık ocaklarından yeterli biçimde hizmet alamaz; çünkü, bu merkezler ortadan kaldırılırsa, günübirlik sağlık tedavisiyle, vatandaşa gereken sağlık hizmetini veremeyiz, Sağlık Bakanlığımız, bu karardan acilen vazgeçmeli; hatta ve hatta, bu sağlık merkezlerini hasta yatabilecek standarda getirmelidir.

Yine, Tunceli İlinde, ne yazık ki uzman hekim yok. Bu konuyu, bütçe görüşmelerinde de soru olarak dile getirdim; bu sorunun da çözülmesi gerekiyor.

Yine, depremlerden dolayı yatılı bölge okullarımız, okullarımız çok zarar gördü. Okullar, eğitim yönünden çok eksik durumdadır. YİBO'lar yetersiz duruma gelmiştir. Bu nedenle, Mazgirt'te acilen yeni bir yatılı ilköğretim bölge okuluna, Hozat'ta, Pertek'te ikinci bir yatılı okula ihtiyaç vardır; çünkü, öğrenciler -kapasite itibariyle- bu okullara sığmamaktadırlar. Yine, mevcut okullarımızın derslikleri çoğaltılmalı, hizmete geçirilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, Tunceli'nin daha birçok derdi var. Bunları geçerek, son olarak, kısaca şuna değinmek ve Sayın Başkandan da bir ricada bulunmak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika eksüre rica ediyorum.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Sayın Başkan, benim 2 dakikamı Sayın Yerlikaya'ya verin.

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Sağ olun.

BAŞKAN - Sayın Bakan süresini verdi; ama, programı ona göre ayarladık.

Sayın Yerlikaya, siz, konuşmanızı toparlayın; işin önemi ortadadır.

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Tunceli, hayvancılık itibariyle cazip bir merkezdir. Orada yaylalar vardır, Pertek ve Çemişkezek ilçelerimizde "göçerler" dediğimiz Şavaklar vardır; bunlar, her yıl yaylalara gitmektedirler. Hayvancılık, son zamanlarda çok zayıfladı. Hayvancılığın gelişmesi, bu insanlara yapılacak yardımla mümkün olabilecektir. Bu insanlarımıza maddî ve manevî destek vermeliyiz, yaylalara gidiş gelişlerinde, yayla bulmaları konusunda kendilerine avantaj sağlamalıyız, mümkünse, kapalı yayla bırakmamalıyız ki, bu insanlar, mümkün mertebe, yaylalarına gitmek durumunda olsunlar.

Yine çok önemli bir konu -Türkiye için de çok yararlı- Tunceli'nin turizmine şu ana kadar el atılmamış, Tunceli'nin turizm master planı çıkarılmamıştır. Bu plan çıkarıldığı takdirde, Tunceli'nin turizm bakımından çok zengin olduğu ortaya çıkacaktır ve dolayısıyla, Türkiye'nin bütçesine de çok büyük katkı sağlayacaktır. Tunceli'nin turizm master planının çıkarılmasına acilen gerek vardır.

Bugün, Köy Hizmetlerini aradığımda, akaryakıtlarının olmadığını ve hiçbir araçlarının çalışmadığını söylediler. Ayrıca, ilimizde Köy Hizmetlerinin araçları zaten çok eksiktir. İlimizdeki araçların büyük bir miktarını Kovancılar-Bingöl karayoluna aktardıklarını duydum. Oysaki, Tunceli de bir deprem mıntıkasıdır, orada da deprem vuku bulmuştur. Bu ilimizdeki araçlar, mümkün mertebe yerinde kalsın, deprem görmeyen civar illerdeki bazı araçlar -tabiî ki, önemlidir orası- oraya takviye edilsin; o nedenle, bunu Sayın Bakandan da rica ediyorum.

Tunceli'nin, Karayollarına bağlı olan yolları olsun, Köy Hizmetlerine bağlı olan yolları olsun, çok kötü bir durumdadır, onarılmayacak bir durumdadır. Bunu, sayın bakanlarımıza...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum, sağ olun.

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Devamla) - Çok teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Gündemdışı ikinci söz, ülkemizdeki deprem ve bozuk yapılaşma konusunda, Adana Milletvekili Sayın Ayhan Zeynep Tekin'e aittir.

Buyurun Sayın Tekin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

2. - Adana Milletvekili Ayhan Zeynep Tekin'in, Türkiye'de kalitesiz yapılaşmanın ve standartlara uymayan inşaat malzemeleri kullanımının özellikle deprem riski taşıyan bölgelerde sebep olduğu sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Zeki Ergezen'in cevabı

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Adana) - Ben, öncelikle, Bingöl'de hayatını kaybeden insanlara rahmet, ülkemize başsağlığı, yaralılara şifa diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde son zamanlarda sık sık meydana gelen, sonuncusunu Bingöl'de yaşadığımız depremle ilgili, inşaat mühendisi, bürokraside müteahhit-kontrol ilişkilerini yaşamış bir bürokrat, her şeyden önce duyarlı bir insan olarak söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Meclisimizi, aynı zamanda televizyonları başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı da saygıyla selamlıyorum,

İnsan hayatı üzerine kurulan karşılıklı çıkar ilişkilerini, yolsuzlukları, hırsızlıkları ortadan kaldırarak, kontrol ve müteahhit ilişkilerinde rüşvet çarkının önlenmesi, daha doğrusu, ahlak hırsızlığının önlenmesi, yine, hükümetimiz döneminde yapılacak çalışmalarla gerçekleşecektir. Bunları söyledikten sonra, depremle ilgili teknik bilgiler sunmak istiyorum.

Yapılarımıza, düşey doğrultuda etkiyen yüklerin yanı sıra, en önemli yük, özellikle ülkemizde deprem yüklemesidir. Dünyanın derinliklerinde "aktif fay" denilen bölgelerde relatif hareketle biriken enerji, kırılma sonucu açığa çıkmaktadır. Bu noktaya, deprem odağı (fokus) adı verilir. Deprem odağının tam üstüne tekabül eden yer kabuğu üzerindeki noktaya ise deprem merkezî (epicenter) adı verilir.

Deprem odağında açığa çıkan muazzam enerji, her yönde enerji dalgaları olarak yayılır, bu enerji dalgaları yeryüzü kabuğuna ulaşırlar ve taban kayasında hareketler oluştururlar. Bu hareketler, deprem ölçüm aletleri tarafından, genellikle deprem süresince, zamana bağlı ivmeler olarak kaydedilir. En kuvvetli yer hareketleri deprem merkezinde ve civarında olur; deprem merkezinden uzaklaştıkça bu hareketler süratle azalır.

Dünyanın derinliklerindeki mevcut ana fay hatları bellidir ve Türkiye, Akdeniz'den Asya Kıtasının içlerine uzanan ana fay hatlarından birinin üzerindedir. Bu durumda, Türkiye, ciddî deprem riskine maruz bir ülke olarak görülmelidir.

Türkiye'de her bölgenin, ana fay hatlarına yakınlık ve uzaklığına göre, bir deprem riski bulunmaktadır. Türkiye'deki her bölgenin deprem riski, Türkiye Cumhuriyeti Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından yayımlanan deprem bölgeleri haritasına göre belirlenmiştir. Türkiye'de yapılan tüm inşaat yapılarının, bu deprem bölgesi haritasına göre ve 1998 yılında uygulanması zorunlu hale getirilen Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik ve TS-500 Betonarme Yapıların Hesap ve Yapım Kuralları ilkelerine göre yapılması gerekmektedir; fakat, ülkemizde görülen odur ki, bu yönetmelik ve kurallar, nedense, yeterince uygulanmamaktadır.

Deprem bölgelerinde yapılan incelemelerde, yapılarda meydana gelen hasarların, zemin sorunları yanında, çeşitli işçilik, malzeme, statik sistem sorunları ve teknik kusurlardan kaynaklandığı görülmektedir. İnşaatlarda kullanılacak malzeme ve yapılacak işçilik, Türk Standartları Enstitüsü ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığı genel teknik şartnamesi kurallarına uygun olmalıdır. İnşaatlarda çalışan demirci ve kalıpçı ustalarının, genellikle meslekte çalışarak yetiştikleri, herhangi bir teknik eğitim alarak belge sahibi olmadıkları görülmektedir.

Pratikten yetişen -burası çok önemli sayın milletvekilleri- bu elemanlar, zaman zaman çeşitli konularda çok önemli olan hususları pratikten öğrendikleri şekliyle yaparak yanlış ve hatalı uygulamalara sebep olmakta veya çeşitli nedenlerle ihmalci davranmaktadırlar. İnşaatlarda çalışması öngörülen ara eleman olarak yapı teknikerlerinin, sürveyanların mutlaka iş başında olmaları ve bu konuda gerekli denetimleri yapmaları gereklidir. İnşaatlarda çalışan ve yapının statik sistemini inşa eden demirci ve kalıpçı ustalarının, mutlaka çeşitli meslekî bilgileri içeren kurslara tabi tutulması, başarılı olanlara belge verilmesi ve inşaatlarda belgesiz usta ve kalfa çalıştırılmaması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; pratikten yetişen mevcut usta ve kalfalar, belge almaları için teşvik edilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, lütfen tamamlayın.

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Devamla) - İnşaatlarda meydana gelen hasarların bir bölümü demirci ustası ve kalıpçı ustasının çeşitli nedenlerle yaptığı işçilikten doğan hatalardan kaynaklanmaktadır.

Özel inşaat yapan mal sahipleri ve müteahhitler, inşaatları genellikle usta ve kalfalara kaba inşaat olarak metrekare birim fiyat üzerinden götürü usulde yaptırmaktadırlar. Burada, usta ve kalfalarla pazarlık yapılması sonucunda, demirci ve kalıpçı ustaları, işsiz kalmamak için -önemle üzerinde duruyorum, vurguluyorum- fiyat kırmaktadırlar. Aşırı fiyat kıran usta ve kalfalar, doğal olarak, zarar etmemek için işçiliği gereği gibi yapmamaktadır. Örneğin, kolonlarda etriye sıklaştırılmasını yapmamakta, kiriş-kolon ve döşeme demirlerini yeteri kadar sıklıkta bağ teliyle bağlamamakta, etriye uçlarını kolon ve kiriş içine doğru kıvırmamakta veya işi zarar etmeden bitirebilmek için çeşitli hatalar yapmaktadırlar. Kalıpçı ustaları, kalıp tahtalarını yeterince sıkıştırmadıkları için, beton dökülürken beton şerbeti bu kalıp aralıklarından sızıp gitmektedir.

Böylece, beton mukavemeti düşmektedir. Bunun için, kalıbın, beton şerbetini kaçırmayacak şekilde sıkı çakılması gerekmektedir. İnşaatların taşıyıcı sistemini inşa eden usta ve kalfaların yeterince denetlenmedikleri, ayrıca ücretlerinin tam olarak verilmemesi yüzünden eksik iş yapmaları sonucu çeşitli hasarlar meydana geldiği müşahede edilmiştir.

Proje onaylayarak veya ruhsat alınarak yapılan inşaatlarda dahi, inşaat faaliyeti esnasında, teknik uygulama sorumlusunun bilgisi dışında uygulama projelerinin değiştirildiği, ilaveler yapılarak projenin büyütüldüğü, kat yüksekliklerinin artırıldığı tespit edilmiştir. Esasen, birçok inşaatta teknik uygulama sorumlusunun bilgisi dışında imalatlar ve proje değişiklikleri yapılmaktadır. Yapının projesine uygun olarak imalatın yapılmasının sağlanması zorunludur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Tekin, son sözleriniz için mikrofonu açıyorum.

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Devamla) - Efendim, bu, çok önemli bir konu; arkadaşlarımın da müsaadesini alarak, teknik bilgi vermek istiyorum, izin verirseniz.

BAŞKAN - Efendim, siz, bu işin mahareti içerisinde özetleyin lütfen.

AYHAN ZEYNEP TEKİN (Devamla) - Teşekkür ederim.

İnşaatlarda kullanılan malzemelerin Türk standartlarına uygunluğu önşart olmalıdır. Oysa, bazı inşaatlarda yapılan incelemelerden ve alınan malzeme örneklerinden, inşaatın belkemiğini oluşturan inşaat demirinin, projesinde gösterilen mukavemet değerinin altında olduğu, betonarme betonu sınıfının düşük kalitede olduğu tespit edilmektedir. Buradan çıkan sonuç; yapılarda, genellikle düşük mukavemetli malzeme kullanıldığı ve dolayısıyla, bu malzeme farklılığından dolayı parasal yönden yüklenici firmalar kâr etmektedir.

Yapılarda meydana gelen hasarların en önemli nedenlerinden biri, yapının statik sistemindeki aksaklıklardır. Statik sistemi kuran mühendisin yeterince tecrübeli olması, gerekli mühendislik formasyonunu haiz olması gereklidir; günümüzde, mevcut şartname ve yönetmelikler çerçevesinde, statik projeyi yapabilmelidir.

Kontrol noktalarında çalışan mühendislerin de, yeterince tecrübeli olmaları, malzeme ve projeyi okuma yetenekleri bulunmalıdır.

Türkiyemizde, dört yıllık eğitimle mühendis yetiştiriyor ve bu mühendislere geniş yetkiler veriyoruz. On yıllık, yirmi yıllık mühendislerimizi, yeni mezun olanlarla bir tutuyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde, dört yılda, mühendislik mesleği tam olarak öğretilemez; ancak, temel bilgi ve prensipler öğretilebilir.

Mühendislerimizin meslekî bilgi ve birikimlerini geliştirmek için, okul sonrası açılacak meslekiçi eğitim seminerleri ve kurslarıyla, dünyada ve ülkemizde, mühendislik alanlarındaki yeni bilgileri vermek durumundayız. Depreme dayanıklı yapı üretimi, ancak deprem mühendisliğindeki gelişmeleri yakından takip edebilen bilinçli mimar ve mühendislerle sağlanabilir. Bu anlamda, meslekiçi eğitim konusuna ağırlık verilmelidir. Üniversitelerin ve meslek odalarının, meslekiçi eğitim programlarına ağırlık vermeleri sağlanmalıdır.

Ülkemizde meydana gelen her deprem sonrası bir fay tartışması gündeme gelmektedir. Görsel medyada ve basında, bundan sonra muhtemel deprem senaryoları düzenlemekte ve nerede, nasıl, kaç şiddetinde bir deprem olacağı bol bol konuşulmaktadır. Artık, bu tartışmaları bir kenara bırakıp, depremin, Türkiye'de ortaya koyduğu toplumsal ve siyasal gerçeği, deprem riskine karşı hangi önlemlerin alınması gerektiği konularını, en kısa zamanda görüşmeye açmalıyız.

Üniversitelerimizdeki inşaat fakültelerinde bulunan hocalarımızın da en kısa zamanda devreye girerek, mevcut kamu yapıları ve diğer inşaat yapılarıyla ilgili araştırma ve çalışma yapmalarını ve alınacak önlemlerin bir an önce ortaya konulmasını sağlamalıyız.

Hepinizi, tekrar, en kalbî duygularımla, saygılarımla selamlıyorum; ülkemizin, bir daha depremlere maruz kalmamasını, insan kaybı olmamasını diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tekin.

Milletvekili arkadaşlarımızın, Tüzük gereği verilen süreye riayet etmeleri Başkanlığın beklediği bir hassasiyettir; arkadaşlarımız bu konuya riayet ederlerse, biz, işleri daha kolay götürürüz.

Şimdi, her iki konuşmacımız da deprem konusu üzerinde düşüncelerini arz ettiler.

Bayındırlık ve İskân Bakanımız Sayın Zeki Ergezen bu konuda söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Sayın Başkanım, sayın milletvekillerim; 1 Mayıs 2003 Perşembe 03.27'de Bingöl'de meydana gelen 6,4 şiddetindeki depremde, 177 kişi hayatını kaybetmiş -bunlardan 85'i Çeltiksuyu Pansiyonundaki öğrencilerimiz- 520 kişi yaralanmış -114'ü, yine, aynı pansiyondaki öğrencilerimiz- 312 ev yıkılmış, 2 400'ü oturulamaz hale gelmiştir. Bundan dolayı, önce Bingöllülere, yakınlarına, ondan sonra halkımıza başınız sağ olsun diyoruz; ölenlerimize Allah'tan rahmet, yaralılarımıza da şifa diliyoruz ve Cenabı Mevlam, halkımıza, Bingöllülere sabırlar versin diyoruz.

Ayrıca, depremi, Sayın Sinan Yerlikaya'nın sosyal boyutuyla, Sayın Zeynep Tekin'in de teknik boyutuyla Meclisin gündemine getirmiş oldukları ve bundan dolayı da, bizim sizlere bilgi vermemize imkân sağladıkları için, iki sayın milletvekilimize teşekkür etmek istiyorum.

Muhterem milletvekilleri, depremin gece 03.27'de olmasından hemen sonra, İçişleri Bakanı Sayın Abdülkadir Aksu, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere bizleri haberdar etti. Biz de, Bingöl milletvekillerini arayarak, alelacele Bakanlığa intikal ettik. Bir koordinasyon sağlandı ve Sayın Başbakanımız, ilgili bakanlar ve milletvekilleriyle beraber Böngöl'e hareket ettik.

Deprem mahalline gittiğimizde, gerçekten, herhalde geçmiş depremlerden kazanılan tecrübeyle de "bir musibet bin nasihatten evladır" diyerek, Gölcük depreminden sivil savunmanın ders aldığını, valilerimizin, örgütlü diğer insanlarımızın ders çıkardığını ve gerekli tedbirleri aldıklarını gördük.

Başta sivil savunma arama-kurtarma ekiplerinin, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ekiplerinin, bir plan dahilinde, bölgeye intikal ettiklerini gördük.

Çevre illerden kurtarma ekipleri, bölgeye zamanında ulaştılar.

Kızalayın çadırları, biz, sabah 11.00-12.00 civarında orada olduğumuzda, yeterli olmasa da ulaşmıştı. Kızılayın Başkanı da, bizimle beraber, Ata Uçağıyla Bingöl'e geldiler. Kızılayın Elazığ ve diğer çevre illerdeki çadırları akşama kadar ile ulaştırılmaya çalışıldı. Ankara'dan 167'nin üzerinde konteyner gönderildi.

Çevre illerin sağlık ekipleri ile Gaziantep Sanko Hastanesinden 20 kişilik bir ekip, 25-30 civarında tam donanımlı ambulans ve bu konuda hizmet görecek 1 adet helikopter de bölgedeydi. Aynı gün, saat 07.30'da, çevre illerden 3 vali muavini Bingöl'e geldi, akşama kadar sayı 7'ye ulaştı. Diyarbakır Valisi, Elazığ Valisi de bu bölgede hizmete koşmuştu. 60'ın üzerinde çadır kurma uzmanı anında bölgeye intikal etti, 11 adet arama köpeği de bölgeye gönderildi. Ayrıca, Ulaştırma Bakanlığı da, ücretsiz hizmet vermek üzere, ankesörlü uydu telefon makinelerini şehrin muhtelif yerlerine yerleştirdi. Çeşitli kamu kuruluşlarına ait 128 makine, Bingöl İline hizmet vermek üzere, akşama kadar bölgeye gönderildi. Yeterli sayıda uzmandan oluşan 325 kişi, her ekibin elinde yeterli kesiciler, kaldırıcılar, jeneratörler mevcuttu. Diyarbakır, Malatya, Kocaeli, Bursa, Bandırma, Aydın ve İstanbul'dan da sivil örgütler Bingöl halkının hizmetine koştular.

Tabiî, o gün çok güzel bir hava vardı; bütün acılara rağmen çok olumlu bir çalışma vardı, güzel bir çalışma vardı. Gerçekten, insanlarımız, o çalışmaya hayran kalıyordu. Halk, bütün acılarına rağmen gayet mutluydu. O okulun altında kalan öğrencilerin aileleri dahi, o çalışmalar karşısında diyecek hiçbir sözlerinin olmadığını defalarca ifade ettiler. Ekipler yeterliydi, donanımlıydı ve gerçekten de, insanları kurtarmak için ellerinden gelen her türlü gayreti sarf ediyorlardı. Başta Başbakanımız olmak üzere, bizler de, gerçekten, Bingöl'den mutlu ayrıldık. Başbakanımız, balkondan konuşurken şu talimatı verdi: Hemen 500 konutu Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine başlatıyoruz; çünkü, TOBB Başkanı oradaydı; beraber görüştük. Araziyi, arsayı ben temin edeceğim, zemin etüt araştırmalarını Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olarak biz yapacağız; TOBB Başkanı da gerekli finansı sağlayarak, ihalenin yapılmasını halka ilan ettiler. Kızılay Başkanına, akşama kadar da çadırların 5 000'e ulaşmasının talimatını verdi. Bugün, çadır sayısı 12 000'dir.

Bir gün sonra, ne hikmetse, bir olumsuz hava yaşandı. Bu olumsuz havanın çadıra bağlanması yanlıştır; çünkü, çadırla alakası olamaz. Çadırla alakası olsa, niçin arabalara, kamyonlara, araçlara küreklerle saldırıldı?! Bunu tahrik edenler, niçin tahrik ettiklerini, niye tahrik ettiklerini çok iyi biliyorlar; hepimiz de biliyoruz aslında. Bu yarayı fazla kaşımanın faydası olduğuna da inanmıyorum.

Dolayısıyla, olay, bir çadır eksikliği olayı değildir. Eğer, olay, bir çadır eksikliği olayı ise, orada, sadece o yürüyen insanlar değil, kamunun tüm görevlileri, hem çalışıyorlardı hem de sabaha kadar, eksi 1 derecede o görevlerini devam ettiriyorlardı. Eğer, bir çadır eksikliği varsa, bunun karşılığı, kürekle, sopayla kamu binalarına, kamu görevlilerine saldırmak değildir; vatandaşların araçlarına, taksilerine saldırmak değildir. Bunu, çadır eksikliğiyle izah etmek de mümkün değildir.

Tabiî, tahriklerden medet umanlar vardır. İster örgütler olsun ister siyasîler olsun, geçmiş tecrübelerimizde de gördük ki, böylesi günlerde, tahrik edenler, kazanmamıştır, kaybetmiştir. Kamu bunu benimsemiyor; Bingöl halkı da bu olayları benimsemedi.

Böylesi günlerde yaralayıcı davranışlardan kaçınmak lazım. Bu davranışların iltifat görmediğini de görüyoruz; her defasında bunu gördük. Yatıştırıcı, insanları yaklaştırıcı, yardımlaşmaya çağırıcı, dayanışmayı önplana çıkaran bir üslup sergilenmesi gerekir.

Dolayısıyla, muhalefetten, belki o günkü olaylardan dolayı "hükümet nerede" gibi sesler çıkmaya başladı. Hükümet, böyle bir deprem anında, ilk defa, Başbakanı ve bakanlarıyla beraber olay yerine intikal etmiştir; bütün çalışmaları yerinde görmüş, hiçbir eksiğin olmadığını tespit ettikten sonra Ankara'ya dönmeye karar vermiştir.

Tabiî, üç dört gündür, televizyonlar, çok değişik şeylerle kamuoyunun önüne çıkıyorlar. Bazıları "işte, görüyor musunuz, imar affı" diyorlar. "İmar affı olursa, böyle olurmuş" diye seslendirmeye çalışıyorlar.

Ben, buradan cevap veriyorum: Bingöl'de imar affı mı vardı?! Pülümür'de imar affı mı vardı?! Onbeş gün önce İzmir'de deprem meydana geldi; imar affı mı vardı?! Buranın projesi mi yoktu, imarı mı yapılmamıştı, teknik elemanı mı yoktu, müteahhidi mi yoktu, teknisyeni mi yoktu; her şeyi vardı. Peki, neden yıkıldı? Neden, böyle depremler olduğu zaman, hep kamu binaları önplana çıkıyor?

Demek ki, Türkiye'de sıkıntı vardır. Kimi yerde vicdanların zaafa uğradığını görüyoruz, kimi yerde ahlakın zaafa uğradığını görüyoruz; kimi yerde bilgisizlik var, tecrübesizlik var, vurdumduymazlık var, sorumsuzluk var, mesuliyetsizlik var; kimi yerde de insanlar, gerçekten, dünya malına çok fazla tamah ediyorlar. Bunun sağcısı, solcusu yoktur. Bunun sağı solu da olmaz.

Şimdi, bizim yerimizde Cumhuriyet Halk Partili kardeşlerimiz, arkadaşlarımız olsaydı, ne yapacaklardı, farklı bir şey mi yapacaklardı? Belki de, bizim kadar erken bile yerine ulaşamayacaklardı. (CHP sıralarından gülüşmeler)

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Felsefe yapıyorsunuz Sayın Bakan.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Hatta ben şunu hatırlatmak istiyorum... Tabiî, sizi biraz güldürmek de istiyorum, sıkmak da istemiyorum, arada böyle esprilerim olacak. Ben, sizin yerinizde olsam, oraya, bizden önce koşardım. Ama, bundan sonra da, söylüyorum, bizden önce yine oraya gidin. Niye gidin, biliyor musunuz... Ben, çok muhalefette oturdum, orada çok oturdum; oradan da yola çıkarak, biraz da dikkatli konuşuyorum. Şimdi, bizi, bölgede adım adım takip etmeniz lazım. Nedir?

VAHDET SİNAN YERLİKAYA (Tunceli) - Aynı gün gittik Sayın Bakanım.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Mesela Sinan takip ediyor. Şu anda, Sinan'ın Pülümüründe 48 konut, 48 işletme binasının 8'inin temeli atıldı, 10-12'sinin de betonları döküldü, adım adım takip ediyoruz. Demin yoldan bahsettin; ilk defa, Tunceli, Tunceli olalı 5 trilyon lira para koyduk yola; yani, şimdi, biz, böyle, parti farkı gözetmeden, problemlerin olduğu yerlere ulaşmaya çalışıyoruz, sıkıntıları aşmaya çalışıyoruz.

Dolayısıyla, muhalefetin bizi tetiklemesi lazım; yani, muhalefetin elinin ensemizde olması lazım -bunu, çok samimî söylüyorum- ama, nasıl olması lazım, o çok önemli, gerçekten çok önemli; yani, şöyle olmaması lazım: Yani, Demirel'in "tepedeki adam, 2 500 rakımındaki adam" demesi gibi ensede olunmaz...

HALİL AKYÜZ (İstanbul) - Orada 2 500 rakım yok ki!..

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Özal'la ilgili söylemişti Sayın Demirel. Bu, bir muhalefet üslubu.

Şöyle olması lazım: Siz, bu yıkılan binaların yapımına başlamadınız, zamanında başlayamadınız, niye başlayamadınız?.. Bizi bundan dolayı takip etmeniz lazım, bir. Bingöl'de, Pülümür'de, İzmir'de vatandaşların bulunduğu yerlerdeki altyapıların zamanında yapılıp yapılmadığını takip edip, Meclis kürsüsüne getirmeniz lazım. Getirmeniz lazım. Ben, muhalefetin, cidden, samimî olarak, böyle bir görevi üstlenmesinin çok doğru olduğu kanaatindeyim. Başından beri söylediğim bir şey var: Muhalefet-iktidar, birbirini tamamlayan demektir, birbirini tamamlayan bir bütündür. O anlayışla ben meseleye bakıyorum.

İkincisi; binalarımızın kaliteli yapılıp yapılmayacağını takip edeceksiniz; binaların iyi yürüyüp yürümediğini takip edeceksiniz; oradaki belediyelerin mağdur edilip edilmeyeceğini takip edeceksiniz. Geçmişte çok şeyler oldu; deprem olan yere 1 katsayı konuldu, deprem olmayan yere 3 katsayı konuldu. Bizim dönemimizde böyle bir yanlışlığın olup olmadığını takip edeceksiniz ve bu kürsüye getireceksiniz ki, biz de yanlışlarımızdan ders alalım, bu yanlışlar olmasın.

Şimdi ne yapmamız lazım. Yapılması gerekenler var. Tabiî, burada Parlamentoya görev düşüyor, medyaya görev düşüyor, bütün kamu kurum ve kuruluşlarına görev düşüyor, halkımıza görev düşüyor; ama, Allah için görev düşüyor; birbirimizi incitmek, hırpalamak, siyasî rant peşinde koşmak, böylesi günlerden yararlanarak devletin imkânlarını da bir yerlere peşkeş çekmek gibi değil. Depremlerin sonucunda hep bir sürü rant sahibi çıkıyor piyasaya. Depremin arkasından hemen köşeyi dönenler oluyor. Herkesin bu konuyu çok dikkatle takip etmesi lazım.

Biz, deprem şûrasını oluşturuyoruz. İlk defa Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bundan on gün önce Bakanlar Kuruluna teklif ettik; deprem şûrasının yapılması... Millî eğitim şûrası vardır, bir de deprem şûrası olsun. On gün önce... Bu depremden önceydi; çünkü, Bakan olduğumuzdan beri bunu oluşturuyoruz üniversitelerle beraber.

Yapı denetim yasası 19 ili kapsıyordu, biz, bütün illeri kapsasın diye yasanın alanını genişlettik; ama, vatandaşa olan yükünü de hafifletici tedbirler getiriyoruz.

Ayrıca, bu Bingöl, Pülümür ve İzmir depreminden dolayı dün Bakanlar Kurulunda birtakım kararlar alındı. Bunlardan biri şudur: Bu bölgelerde, biliyorsunuz, zorunlu deprem sigortasından dolayı, siz, beldeler dahil olmak üzere, vatandaşa ev yapamıyorsunuz, evini tamir edemiyorsunuz, depreme dayanıklı hale getiremiyorsunuz. Bunun getirdiği sıkıntıları orta yerden kaldırmak için yeni bir yasal düzenlemeyi bugün Bakanlar Kurulunun imzasına açtık. Niye; vatandaşımıza buralarda ev yapmak, işyeri imkânları hazırlamak, bazı binaları da depreme dayanıklı hale getirebilmek için; çünkü, Bingöl'de 320 aile sigorta yaptırmış, toplanan para 15 milyar. İzmir gibi bir yerde bugüne kadar toplanan para 19 trilyon; İzmir gibi bir ilde!.. Tunceli'de toplanan para -dün rakamlara baktım- herhalde 7-8 milyar. Yani, en kabadayı il, işte İzmir... Kültür seviyesi yüksek olan illerimiz bunlar.

Sen 10-15 trilyonla ne yapabilirsin; yarım bina yaparsın. 85 metrekare bir binanın bugünkü normal maliyeti 27-28 milyardır. Yani, bazı illerde toplanan para, bir binanın parası dahi değil. Dolayısıyla, böyle bir yasal düzenlemeyle, bugün yarın karşınıza geleceğiz. Bingöl'deki, İzmir'deki, Pülümür'deki, Erzincan'ın bazı köylerindeki depremlerde ve bundan sonra muhtemel olabilecek depremlerde -Allah vermesin- vatandaşların imdadına anında koşabilmek, binalarını yapabilmek için bu kanunî düzenlemeye ihtiyaç vardır.

Ayrıca, dün kararlaştırılan, yardım toplama olayıyla ilgili hesap numaraları var; vatandaşlar duysun diye söylüyorum. Bu toplanan paralar, Ziraat Bankası Bilkent Plaza Şubesine yatırılacak. Hesap numaraları şöyle: Türk Lirası yatırmak isteyenler için 83697, euro yatırmak isteyenler için 83713 ve dolar yatırmak isteyenler için de 83701. Vatandaşlarımız bu hesap numaralarına bu paraları yatırırlarsa, biz, bu paralarla bu vatandaşların imdadına koşacağız kendi imkânlarımızla. Bu konuda her türlü hazırlıklarımız tamamdır. İnşallah, onbeş güne kadar -çok fazla iddialı olmamakla beraber- Bingöl'de bu işe başlayacağımızı ümit ediyoruz.

Şu anda Bingöl'de 2 400'ün üzerinde bina yapılması gözüküyor; İzmir'de 200'ün üzerinde, Tunceli'de 48 -başladık- Erzincan'ın köylerinde eleme metoduyla 51 adet ve daha yukarısı olabilir.

Bu bilgileri sizlere sunmayı uygun gördüm. Tekrar, Cenabı Hak, depremlerden bizi korusun diyoruz, musibetlerden korusun diyoruz.

Yine, buradan sesleniyoruz belediye başkanlarımıza: Çok katlı bina yapmaktan vazgeçin lütfen diyoruz. Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Bayındırlık ve tüm yatırımcı bakanlıklar, projelerini gözden geçirmelidirler. Arşivlerden otuz yıllık projeleri çekip uygulamaya koymasınlar. Ben inanıyorum ki projelerin çoğu gözden geçirilmiyor, günün şartlarına göre ele alınmıyor. Hazırcıyız biz, çok hazırcıyız, projeleri alırız, zemin etüdünü de yaptırtmadan, aynı yere, aynı projeleri uygularız. Göreceksiniz, bu 1995 yılının birinci ayında yıkılan bu pansiyon projesi de benzeri bir projedir. Ben o projenin çok ciddî olarak ele alındığına inanmıyorum. 1995'in birinci ayında ihale edilmiş, 1998'in sonunda bitmiş, şu anda müteahhitle ilgili biz bakanlık olarak müfettişlik görevimizi yapıyoruz, müfettişlerimizi görevlendiririz, savcılar da görev başında. Tabiî ki bizim yapacağımız belli, savcıların, hâkimlerin yapacakları belli. Yasalardaki eksiklerimizi tamamlayacağız. Bunların yanına kâr kalmaması lazım, bu insanların toplu olarak ölümlerine sebep olan insanların, mutlaka karşılığını görmesi lazım. Bunun başka türlü önüne geçmek mümkün değil. Ama, bütün bunların yanında, herkesin başına bir polis koyamazsınız. İnsanların yüreğine bir polis koymak lazım. Buna artık vicdan mı deriz, ahlak mı deriz, Allah korkusu mu deriz, millî duygu mu deriz; adını ne koyarsanız koyun. Herkes kendine göre bir şey koymalı ki, bu işler bir daha olmasın.

Ben şunu izah edeyim ve sözümü keseyim: Bir müteahhidin sözleşmesi var mı, var; sözleşmesinde mühendis bulunduracağını, mimar bulunduracağını... Ben kamuoyu duysun diye söylüyorum. Sizler, kültürlü, bilgili insanlarsınız, bunları size anlatmıyorum; sizin huzurunuzda halk duysun diye söylüyorum; çünkü, geçen gün televizyonun birisi bana soruyor, diyor ki: "Aradan bunca yıl geçtiği halde bu binayı niçin denetlemediniz?" Ben de dedim ki: Üzerine sıvası çekilmiş bir binayı niye denetleyeceksin? Şimdi halkın bilmesi lazım. Müteahhit işi alırken, bunun sözleşmesi var. O sözleşmede, ne kadar teknik elemanı inşaatın başında bulunduracağını yazar.

İkincisi, bu işi kontrol eden sürveyan var, betonun iyi dökülmesi için başında bulunur, ataşmanları tutmak için teknisyeni vardır, bu işi her defasında kontrol eden mühendisi vardır, kontrol amiri vardır, kontrol şefi vardır, bayındırlık müdürü vardır; eğer, bunu Sağlık Bakanlığı yapıyorsa, aynı sistem orada var; Millî Eğitim yapıyorsa aynı sistem orada var ve bu dökülen betonların, yapılan imalatların tekniğine, şartnamesine, projesine uygun olup olmadığı görüldükten sonra ödemeler yapılıyor. Bunca insanın denetiminden sonra bu binalar bu kadar çürük yapılıyorsa, hatayı biraz da başka yerlerde aramak lazım diyorum.

SEDAT PEKEL (Balıkesir) - İmar aflarında aramak lazım.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Bingöl'de imar affı yoktu, Pülümür'de imar affı yoktu, İzmir'de imar affı yoktu; benim gördüğüm bir şey var, yine söyleyeyim yüreğimde kalmasın: Ahlakî çöküntü var, vicdanî zafiyet var, sorumsuzluk var, ilkesizlik var, adam kayırma var, ideolojik yaklaşımlar var, partizancılık var. Lütfen, bu konularda ihale verirken, alırken, hak ediş ödenirken, imar planlarında değişiklik yapılırken, insanımıza göre imar planı değişikliği yapmayalım; insanımıza göre hak ediş ödemesi yapmayalım; insanımıza göre projelerde düzenleme yapmayalım; insanımıza göre hafriyat derinliklerini ayarlamayalım; insanımıza göre kullanılacak malzemeyi layüsel bir şekilde kullanmayalım. Şuradaki dereden malzemeyi çekip getirirse, sen de buna teknik eleman olarak, mühendis olarak, şu memleketin okullarından diploma alan insan olarak göz yumarsan, bunu neyle izah edeceksiniz?!

Gördük, toprak gibi beton, içinden taşlar çıkıyor, sanki bunları yakmışsın gibi rengi sapsarı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, mikrofonu açıyorum buyurun.

BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Sayın Başkan, özür diliyorum.

Bu konuda kamuoyunun dürüst, doğru aydınlatılması lazım. Onun için, bu kadar nefes tüketme ihtiyacı hissediyorum.

Türkiye'de yanlışlar var. Dürüst insanların hareket alanı daraltılıyor. Dürüst insanların müdahale alanı daraltılıyor. Dürüst insanların sahibi çok az. Dürüst insanlara yan çıkan insanlar çok az; ama, nedense, güçlüden, nedense, siyasî gücü olandan, para gücü olandan, bilmem ne gücü olandan da insanlar çok çekiniyor, ne hikmeti ilahiyse!.. Ben de diyorum ki, gelin, yanlış yapmaktan çekinelim, kötü şey yapmaktan çekinelim. Türk kamuoyu, bu bilinçte olsun, bu şuurda olsun ki, yanlışlarımız az olsun diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Bayındırlık Bakanımız Sayın Zeki Ergezen'e teşekkür ediyoruz.

Gerek milletvekillerimizin gerekse Sayın Bakanın, Bingöl depremi vesilesiyle yaptığı açıklamalara Başkanlık olarak katılıyor; vefat edenlere Allah'tan rahmet ve yaralananlara da şifalar diliyoruz. İnşallah, Cenabı Hak, bir daha böyle bir felaketi milletimize göstermez.

Üçüncü gündemdışı söz, pancar ekicilerinin sorunlarıyla ilgili olmak üzere, Bayburt Milletvekili Sayın Ülkü Güney'e aittir.

Buyurun Sayın Güney. (Alkışlar)

3. - Bayburt Milletvekili Ülkü Gökalp Güney'in, pancar ekicilerinin sorunları ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Sami Güçlü'nün cevabı

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

1 Mayıs günü Bingöl'de hayatını kaybeden vatandaşlarımıza, çocuklarımıza Cenabı Allah'tan rahmet diliyorum. Milletimize ve bütün Bingöllülere başsağlığı diliyorum. Yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.

Muhterem arkadaşlarım, bugün, benim, gündemdışı buraya getirdiğim konu, zannediyorum, seçim bölgelerinde pancarla iştigal edilen bu Genel Kuruldaki diğer milletvekili arkadaşlarımı da çok yakından ilgilendiriyor; ama, belki, bazı arkadaşlarımızın, hele pancar ekimi yapılmayan bölgelerdeki arkadaşlarımızın bilgilendirilmesi açısından birkaç genel bilgiyi size sunduktan sonra, seçim bölgem Bayburt'un bu konuyla olan ilgisini size kısaca arz etmeye çalışacağım.

Hepinizin bildiği gibi, IMF'nin isteği üzerine, ülkemizde, her yıl 2 000 000 ton ekilen pancar, 1 300 000 ton, hatta 1 200 000 tona düşürüldü. Dolayısıyla, bu düşürülme sonucu, pancar ekilen yerlerde kota uygulamasına geçilerek pancar ekilen bu sahalar daraltıldı. Gerekçe olarak da, elimizde 500 000 tonun üzerinde şeker stoku olduğu, dış piyasanın düşük olduğu, ihraç imkânlarının da güç olduğu, bu nedenle bu daraltmaya gidildiği ifade edilerek, bu sene, bu uygulamaya geçildi.

Şimdi, Bayburt'ta, her yıl 59 000 ton pancar ekiliyor; bu, Türkiye genelindeki 2 000 000 tonun herhalde çok cüzi, çok az bir kısmını ifade ediyor. Biz, bugün, bizim yöremizdeki insanımıza diyoruz ki: Takriben yüzde 27, yüzde 30 daraltın, ekmeyin.

Değerli arkadaşlarım, bizim yöremizde, bizim memleketimizde pancar, herhangi bir şekilde alternatif ürünle yerini değiştirebilecek bir ürün değildir; biz, mecburuz bunu ekmeye ve bizim yöremizde başka herhangi bir sanayi ürünü veyahut da buna benzer başka bir ürün de yoktur. Peki, bu kadar az miktarda ancak ekilebilen bir ürünü -imkânlar bu kadar- bir de bunun üzerine, bu sene, yüzde 30 daha da azaltacağız dediğimiz zaman, burada, bu konuyla ilgili olan insanımızın istihdamını ve bu çiftçinin durumunu hepinizin ıttılaına sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, çok zor durumdayız. Mecbur kalmasaydım, bunu, gündeme getirmeyecektim. Bakınız, batı bölgelerinde, normalde, 1 dekardan 6-7 ton pancar elde ediliyor, bizim orada, 1 dekardan 3 ton pancar elde ediliyor; yani, biz, batı bölgelerindeki çiftçinin iki katı emek sarf edeceğiz, iki katı gübre atacağız, iki katı çalışacağız. Üstelik, biz bunu, diğer bölgelere oranla, pahalıya da mal ediyoruz; artı, bizim ekmiş olduğumuz pancar küçük oluyor; ama, diğer bölgelere göre, şeker yüzdesi fazla oluyor; bizde yüzde 17-18 şeker oranı, batı bölgelerinde yüzde 12-13; yani, bizim özümüz de fazla.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Devamla) - Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Üçüncü önemli nokta -demin biraz arz etmeye çalıştım- bizim, bir alternatif ürün ekme imkânımız yok; yani, ayçiçeği, mısır, bunları ekmemiz mümkün değil. Bize, şimdi, yetkililer söylüyorlar ki: "Alternatif ürün ekin." Bizde bu mümkün değil. Değerli milletvekili arkadaşım Fetani Battal Beyle, bu konuyla ilgili, bütün uzmanlara, bakanlıklara gittik, elimizden gelen her şeyi yaptık; fakat, bize "yok, merak etmeyin, siz alternatif ürün ekin, işte, onun farkını biz ödeyeceğiz" dediler. Yok, biz de böyle bir imkân da yok; ekemezsiniz, bitmez, yok böyle bir şey.

Bunun için, ben, Sayın Sanayi Bakanımızdan rica ediyorum; bu konuyu bir daha gözden geçirin, bu kotalama sistemini hakkaniyete uydurun; sadece şeklen bunu yapmayın. İşte, her tarafta şunu yaptık, burada da bunu yaptık... Bayburt'la Eskişehir'i, Adapazarı'nı bir tutmayın. Bunun mutlaka düzeltilmesi gerektiğine inanıyorum ve tüm Bayburtluların, Bayburtlu pancar ekicilerinin bu beklentilerini sizlerle paylaşma ihtiyacını duydum. Zannediyorum, bizim bu gerekçelerimizden sonra değerli hükümetimiz bize yardımcı olacaktır. Henüz daha bizim orada ekim yeni başlamıştır, zamanı kaybetmedik, bize lütfen yardım etsinler hiç olmazsa bir 20 000 ton, 30 000 ton daha ekelim. Zaten, imkânları kıt olan bir bölgeye, bu şekilde, bu hükümetimiz, bu hizmeti götürsün diyorum.

Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güney.

Şimdi, Tarım ve Köyişleri Bakanımız Sayın Sami Güçlü, bu konuda hükümet adına söz istemiştir.

Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI SAMİ GÜÇLÜ (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bayburt Milletvekilimiz Sayın Ülkü Güney, özellikle kendi bölgesinde pancar üreticilerinin durumunu dile getirirken, konuşmasının sonunda, Sayın Sanayi Bakanına yönelerek, bölgesinin pancar üreticileriyle ilgili özel durumunun dikkate alınması ve bir çözüm getirilmesi ricasında bulundu; ama Sayın Bakanımız burada değil, dolayısıyla ben, şekerin hammaddesi olan şekerpancarının bir tarım ürünü olması dolayısıyla ve konuya cevap verebilecek durumda olmam dolayısıyla söz aldım, müsaadelerinizle kısaca konuyu değerlendirmek istiyorum.

Efendim, ülkemizde 1990'lı yılların ikinci yarısında Türkiye şeker ithal etmeye başlamıştır, 1995 ve 1996 yıllarında; her iki yılın ortalaması olarak söylersek, yaklaşık 500 000 ton şeker ithal etmiştir. Müteakip yıllarda ise, şeker fabrikalarımızın kapasitesinin artması ve şekerpancarı üretimindeki artış dolayısıyla, bu defa üretim fazlalığı oluşmuş, 1999 yılında 500 000 ton, 2000 yılında yaklaşık 600 000 ton, 2001 yılında 894 000 ton şeker fazlası elde edilmiş ve bunlar ihraç edilmiştir; ancak, bu ihraç edilen ürünlerin maliyeti ile ihraç fiyatları arasındaki farklar çok büyük bir yük teşkil etmiş ve 2001 yılında, hepimizin bildiği Şeker Kanunu çıkarılmış ve yeni bir rejim uygulamaya konulmuştur.

Bu yeni şeker rejiminin amacı, ülke şeker ihtiyacının yurtiçi üretimle karşılanmasını sağlamak ve ihtiyaçtan fazla üretimden doğan zararları önlemektir; yani, bir üretim planlaması yapmaktır ve buna bağlı olarak, ülkemizde, Şeker Kanunuyla, hem şekerpancarı hem de nişasta bazlı şeker üreten şirketler kota uygulamasına tabi tutulmuştur. Yeni kota rejiminin uygulandığı ilk pazarlama yılı olan 2002-2003 dönemi uygulaması geçmiş ve bu dönem içerisinde, şirketlere, 2 100 000 ton şeker kotası verilmiştir. 2003-2004, yani, içinde bulunduğumuz dönem içerisinde de, şeker üreten şirketlere, yine aynı miktar kota dağıtılmıştır; ancak, eğer, ülkede (A) kotasında üretilen şekerde üretim fazlası olur ve ihraç edilemezse, bu, müteakip yılın üretim miktarına ilave edildiği için, fiilen üretilmesi gereken şeker miktarında bir azalma söz konusu olacaktır. Nitekim, 2003-2004 pazarlama yılı için, Şeker Kurulu tarafından verilen kota 1 600 000 tona düşürülmüş, bunun 328 000 tonunun, bir önceki yılın üretim fazlasından karşılanması gerektiğinden dolayı, 1 300 000 ton şeker üretimi planlanmıştır. Dolayısıyla, 2 100 000 tondan 1 300 000 tona şeker üretiminin planlanması, toplam üretim içerisinde yüzde 15'lik bir kısıtlamayı zorunlu kılmıştır. Bu, aşağı yukarı, aynı oranda şekerpancarı üretiminde de bir daralma anlamına gelmektedir.

Tabiî, bu durum, ülkemizde, şekerpancarı üreticilerini büyük ölçüde rahatsız etmiş ve bu kota uygulaması konusunda düşüncelerini kamuoyuna intikal ettirmişler ve kotanın kaldırılması konusunda gerekli desteği de çeşitli çevrelerden bulmuşlardır. Bu konuda şekerpancarı üreticileri ile Türkiye'deki şeker fabrikalarının ürettiği şekerin üretimi ve pazarlaması konusundaki farklılık, ister istemez, konunun, bir planlama içerisinde hareket edilmesini zorunlu kılmaktadır. Yani, bizim, şekerpancarı üreticilerimizin taleplerini karşıladığımız zaman, bundan elde edilecek şekerin ne yapılacağı sorusuna cevap bulmamız gerekir. Eğer, biz, üretilen şekerleri yurt içinde tüketemiyorsak, maliyetlerin yüksekliğinden dolayı da bunları yurtdışına satamıyorsak, o zaman, bu problemi zamana bırakmak ve çözümünü geleceği havale etmek doğru bir davranış değildir. Dolayısıyla burada bir darboğazla karşı karşıyayız. Bu konuda, Bakanlığımız ile Sanayi Bakanlığı arasında yapılan görüşmelerde, bugüne kadar, çiftçilerimizden hiçbir şikâyetin gelmediği bir çözüm üretilmiştir, o da şudur: 2002 yılında ekilen ve kaldırılan mahsul alanı kadar alanın pancar ekimi için kullanılabileceği, dolayısıyla pancar üreticileri açısından bir sorun olmayacağı ifade edilmiştir; ancak, bu yüzde 15'lik daralmayı, şekerpancarı üretimi için kullanan çiftçilere, bu alanda üretilen pancar için verilecek fiyatın, (A) kotası için verilecek miktardan daha düşük olacağı, yüzde 40'ı kadar olacağı, eğer arzu ederlerse, toplam 10 300 000 ton şekerpancarı üretebilecekleri; ancak, bu fiyat farkı kendilerine bir kâr getirmediği için cazip bulmazlarsa, biz de kendilerine -biraz önce, yine, Ülkü Beyin belirttiği gibi- ilk defa, ayçiceği, mısır, soya ve yem bitkileri üretebileceklerini söyledik ve bir alternatif ürün getirdik. Bu şekilde bir çözümü benimserlerse, aradaki dekar başına gelir farkını da telafi edeceğimizi söyledik. Bir misal vermek gerekirse, eğer, daha önce pancar ekerken bu yıl mısır ekerse ve mevcut fiyatlar arasında fark olursa, dekar başına kârlılık açısından yaptığımız hesaplara göre, 130 000 000'a kadar bir fark ödeyebileceğimizi ilan ettik. Bu, tabiî, cari fiyatlara, önümüzdeki zaman içerisinde şekerpancarı fiyatının, mısır fiyatının ne olacağına da bağlı; ama, tahminî olarak böyle bir rakama ulaşılabileceğini ifade ettik ve dolayısıyla, üreticilerimizin mağduriyetini önledik; hatta, alternatif ürün ekerlerse, daha cazip olma imkânını tanıdık, tanımaya çalıştık.

Ülkü Beyin esas dikkat çektiği hususa dönmek istiyorum. Bu dört ürün, özellikle şekerpancarı ekim alanlarında üretilebilecek alternatif ürünler olarak ifade edildi. Yine, bildiğim kadarıyla, şekerpancarı, zaten, bir münavebeli ekim yapılan üründür. Dolayısıyla, Bayburt'ta da, kendi ifadelerine göre, yaklaşık 59 000 ton şekerpancarı üretimi yapılmaktadır ve şekerpancarı, bu alanlara, münavebeli olarak, dört yılda bir ekilmektedir. Dolayısıyla, şekerpancarı ekilmediği dönemde, zaten, alternatif bir ürün ekilmektedir. Eğer, bu münavebe dönemlerinde, bu ürünler ekiliyorsa, ekilebiliyorsa, verimliliği düşük bile olsa, biz, o çiftçilerimize gelir farkını telafi etmeyi vaat ediyoruz; yani, bu kararname, bu karar, bunu gerektiriyor. Ancak, eğer, burada, Bayburt'taki çiftçilerimiz, bu ürünlerin dışında bir alternatif ürün ekiyorlarsa, onunla ilgili konu görüşülebilir, konuşulabilir. Hatta, biz, bu konuda ek bir sorumluluğu da şöyle alabiliriz: Bayburt'ta, bugüne kadar, bu ürünlerin ekiminde bir yaygınlık kazanılmamışsa, biz, tarım teşkilatımızla, buradaki çiftçilerimizin eğitimine de katkıda bulunabiliriz. Gelir farkını telafi ettikten ve eğitim katkısında bulunduktan sonra, dar bir bölge, 59 000 ton, toplam 10 300 000 tonluk üretim içerisinde, gerçekten, ihmal edilecek bir üretim. Yani, Bayburt için, bunun çok fazla sorun olmaması gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla, eğer rakamlarda bir yanlışlık yoksa, bu meselenin çok kolay çözülebileceğini tahmin ediyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakanımıza teşekkür ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım; ancak, okunacak metin bir hayli uzun olduğu için, Sayın Kâtip Üyemizin oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - Niğde Milletvekili Orhan Eraslan ve 44 milletvekilinin, özelleştirme uygulamaları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/72)

     2.5.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Özelleştirme, başlangıçta, söz konusu işletmeleri daha verimli hale getirmek, üretimi artırmak, istihdamı genişletmek, sermayeyi tabana yaymak, piyasada rekabeti artırmak iddialarıyla uygulamaya konulmuştu.

Bir yaklaşıma göre, özelleştirme, ekonomiyi güçlendirecek bir araç olmanın ötesinde bir amaç haline getirilmiş; yoğun bir propaganda dalgasıyla, âdeta sorunları çözecek sihirli değnek olarak sunulmuştur. Bunun tersi anlayış ise, kamu mülkiyetini her koşulda ısrarla savunmuş, artık hiçbir stratejik önemi kalmayan, devletçe yapılmasında yarar bulunmayan, yöresel kalkınma bakımından önem taşımayan, teknolojik ömrü tamamlanmış alan veya işletmelerde bile özelleştirmeye karşı çıkmıştır. Her iki yaklaşım da, somut gerçekliklerden, toplumsal gerçekliklerden hareket etmemiş, bu nedenle, özelleştirmelerin sağlıklı değerlendirilmesine katkıda bulunmamıştır.

İhalelerin şeffaf yapılmaması, özelleştirme mevzuatının yetersiz ve karışık olması, yöreler arası dengesizliğe ve göç olgusuna dikkat edilmemesi, özel sektör tekelleşmesine yol açılması, özelleştirilen işletmelerde işten çıkarmanın yaygın olması, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının elinde uzun süre bekletilen işletmelerin varlık kaybına uğraması, işletme ve pazarlama sıkıntıları yaşanması, pek çok özelleştirme kararının Danıştay tarafından iptal edilmesi, şimdiye kadar zarar eden bir kuruluşun özelleştirilmiş olmaması, özelleştirme uygulamalarına yönelik başlıca eleştirileri oluşturmuştur.

İlkesel bakımdan yapılan bu eleştirilerin yanı sıra, uygulamada, özelleştirme mağdurlarından ve kamuoyundan tepki alan kötü örnekler yaşanmıştır. Özelleştirmede, yandaşlar gözetilmiş, kuruluşlar birtakım kişilere peşkeş çekilmiş ve kamuda yeni bir yolsuzluk alanı yaratılmıştır. İşletmeleri alanların bazıları sözleşme koşullarına uymamış, işçileri sokağa atmış, üretim yerine arsa rantı peşinde koşmuştur. Şimdi, Türkiye'nin en büyük kamu kurumları olan PETKİM, TÜPRAŞ, TÜGSAŞ, Tekel ve Türk Hava Yollarının özelleştirilmesi gündemdedir. Bu konuda, geçmişte yapılan uygulamalardan ders çıkarmak, yaşanan özelleştirme sürecinin bir bilançosunu çıkarmak yararlı olacaktır.

Geleceğe ışık tutması bakımından, şu soruların cevabının bulunmasında yarar vardır:

Özelleştirilmeden önceki duruma ilişkin olarak  özelleştirilen kuruluşların: Özelleştirilmeden önceki bilançoları nasıldır? İstihdam durumları nedir? Ulusal ekonomiye olan katkıları ne kadardır? Özelleştirme sürecinde yatırım politikaları nasıldır? Ne kadar yatırım yapılmıştır? Ne şekilde özelleştirilmişlerdir? Gerçek değerleri ne kadardır; özelleştirme bedelleri ne kadardır?

Özelleştirilmeden sonraki duruma ilişkin olarak özelleştirilen kuruluşların: Özelleştirmeden sonraki bilançoları nasıldır? Çalışanların sayısı ne olmuştur? Çalışanların istihdam biçimi ne olmuştur? Kaç işçi kadroludur; kaç işçi taşeron işçi statüsündedir? Kaç işletme özelleştirildikten sonra kapanmıştır? Kapatılma nedenleri nelerdir? Kaç işletme kapatıldıktan sonra gayrimenkulleriyle satılmıştır veya gayrimenkulleri rant alanı olarak kullanılmıştır? Teknolojik yenilenme yapılmış mıdır? Kredi almışlar mıdır? Aldıkları krediyi ödemişler midir? Özelleştirme bedelleri tam olarak ödenmiş midir? Kaç firma özelleştirme taahhütlerini yerine getirememiştir? Kaç firmaya özelleştirme taksitleri için özel ödeme imkânı sağlanmıştır?

Bu hususların araştırılarak, gelecekte yapılacak özelleştirme çalışmalarına yön verecek bir envanterin çıkarılmasında yarar görülmektedir. Bu itibarla, Anayasanın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1- Orhan Eraslan                                (Niğde)

2- Ali Kemal Kumkumoğlu                                (İstanbul)

3- Atilla Başoğlu                                (Adana)

4- Nevin Gaye Erbatur                                (Adana)

5- Atilla Kart                                (Konya)

6- Yüksel Çorbacıoğlu                                (Artvin)

7- Onur Öymen                                (İstanbul)

8- Kemal Sağ                                (Adana)

9- Ahmet Güryüz Ketenci                                (İstanbul)

10- Bülent Hasan Tanla                                (İstanbul)

11- Necati Uzdil                                (Osmaniye)

12- Şükrü Mustafa Elekdağ                                (İstanbul)

13- Algan Hacaloğlu                                (İstanbul)

14- Ahmet Yılmazkaya                                (Gaziantep)

15- Erdal Karademir                                (İzmir)

16- Sedat Pekel                                (Balıkesir)

17- Ali Kemal Deveciler                                (Balıkesir)

18- Hasan Fehmi Güneş                                (İstanbul)

19- Mustafa Özyurt                                (Bursa)

20- Osman Özcan                                (Antalya)

21- Halil Tiryaki                                (Kırıkkale)

22- Birgen Keleş                                (İstanbul)

23- Hakkı Ülkü                                (İzmir)

24- Orhan Ziya Diren                                (Tokat)

25- Nadir Saraç                                (Zonguldak)

26- Kazım Türkmen                                (Ordu)

27- Mehmet Küçükaşık                                (Bursa)

28- Rasim Çakır                                (Edirne)

29- Mustafa Gazalcı                                (Denizli)

30- Mehmet Semerci                                (Aydın)

31- Halil Ünlütepe                                (Afyon)

32- İsmail Değerli                                (Ankara)

33- Mehmet Ali Arıkan                                (Eskişehir)

34- Nail Kamacı                                (Antalya)

35- Ali Cumhur Yaka                                (Muğla)

36- Erol Tınastepe                                (Erzincan)

37- İzzet Çetin                                (Kocaeli)

38- Mehmet Ziya Yergök                                (Adana)

39- Erdoğan Kaplan                                (Tekirdağ)

40- Ahmet Ersin                                (İzmir)

41- Canan Arıtman                                 (İzmir)

42- Nezir Büyükcengiz                                (Konya)

43- Muhsin Koçyiğit                                (Diyarbakır)

44- Hüseyin Özcan                                (Mersin)

45- Yılmaz Kaya                                (İzmir)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Mersin Milletvekili Hüseyin Güler'in (6/371) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/53)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 180 inci sırasında yer alan (6/371) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

Hüseyin Güler

             Mersin

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlığın Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

2. - Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Sırbistan ve Karadağ'a yaptığı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/255)

     1.5.2003

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İşbirliği Süreci Devlet/Hükümet Başkanları Zirve Toplantısına katılmak üzere, bir heyetle birlikte 8-9 Nisan 2003 tarihlerinde Sırbistan ve Karadağ'a yaptığım resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasanın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

Recep Tayyip Erdoğan

         Başbakan

LİSTE:

Ömer Çelik                                (Adana)

Egemen Bağış                                (İstanbul)

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

IV. - ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. - Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 6 Mayıs 2003 Salı günü saat 11.45'te yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, aşağıdaki grup önerimizin Genel Kurulda okunarak oylanmasını saygılarımla arz ederim.

         Salih Kapusuz

AK Parti Grup Başkanvekili

Grup Önerisi:

Genel Kurulun 6.5.2003 Salı günkü (bugün) birleşiminde sözlü soralar ile denetim konularının görüşülmemesi, daha önce Gelen Kâğıtlar listesinde yayınlanan ve bastırılarak dağıtılan 133 sıra sayılı kanun tasarısının, 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınması ve bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülerek çalışma süresinin 15.00-20.00 saatleri arasında olması; 7.5.2003 Çarşamba günkü birleşiminde de sözlü soruların görüşülmemesi ve çalışma süresinin 15.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında olması; 8.5.2003 Perşembe günkü birleşiminde ise gündemin 3 üncü sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması önerilmiştir.

BAŞKAN - Evet, öneri üzerinde söz isteği?..

OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Oyan, aleyhte mi, lehte mi efendim?

OĞUZ OYAN (İzmir) - Aleyhte efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Oyan.

Süreniz 10 dakika.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, yeniden, bir grup önerisi üzerine burada bulunuyoruz.

Buna karşı çıkmamızın birinci nedeni, salı günlerinin Mecliste denetim günü olmasıdır; çünkü, Meclisin, milletvekillerinin aslî iki fonksiyonundan bir tanesi, yürütmenin denetlenmesidir. Dolayısıyla, bizim, bu hakkımızı haftanın bir günü kullanmamızın aracı olan bir denetim gününü, böyle, giderek bir alışkanlık halinde, denetim dışı faaliyetler için, yasama faaliyeti için açmamız durumunda, Meclisin ve milletvekillerinin bu en önemli görevlerinden bir tanesinin yapılması zora düşecektir, giderek imkânsızlaşacaktır. Dolayısıyla, salı günlerinin, gene bir eski Danışma Kurulu kararı olarak denetime ayrılması uygulaması, doğru bir uygulamadır, geçmiş Meclislerde de uygulanan bir usuldür. Dolayısıyla, bunun devamı şarttır.

Bizim, aslında, burada bir tedirginliğimiz de, bunun, bundan sonra bir âdet haline getirilmesi konusundaki kaygılarımızdır. O nedenle  de, öncelikle, bir kere, salı günü açısından, bu denetim işlevinin Meclisin mutlaka yerine getirmesi gereken bir işlev olduğunun altını çizmek istiyoruz. Kuşkusuz, bunun çok yararları var. Bu yararlardan bir tanesi, örneğin, bugün de burada görüldü. Denetim işlevi arasında sözlü sorular var, denetim işlevi arasında Meclis araştırmaları var, genel görüşme talepleri var. Biz, bunları ne zaman görüşeceğiz, eğer bir salı günümüz de elimizden giderse?

Bunun dışında, tabiî, burada, gündemdışı konuşmalar vesilesiyle, yürütmenin, her 5 dakikaya 20 dakika cevap vermek gibi imkânları kullandığını biliyoruz. Biz, hangi imkânı kullanarak bunlara yanıt verebileceğiz?

Bakınız, şimdi, bir Bingöl depremi üzerine, Sayın Bakan çıktı buraya, iki konuşmacının toplamından daha fazla bir konuşma yapabildi. Biz, bununla ilgili, ne zaman, neyi dile getireceğiz? Yani, Türkiye'nin bir kaderi midir depremler meselesi? Bu, esas itibariyle, bir az gelişmişlik sorunu değil midir? Bu, esas itibariyle, bir ahlakî düşkünlük sorunu değil midir, Türkiye'nin içine düştüğü sorun? Gelişmiş ülkelerde çok daha yüksek şiddetli depremlerde mal kaybı bile olmazken, Türkiye'de bu kadar hafif depremlerde, orta şiddetli depremlerde bu kadar büyük, ağır can kayıplarının olmasını Meclis denetlemeyecek de neyi denetleyecek?!

Biz -yakında buraya gelecektir, yarın, öbürkü gün- bu Bingöl depremi üzerine bir Meclis araştırması önergesi vereceğiz. Bunu ne zaman konuşacağız? Sıra çok büyüdü, 70 küsura geldi... Yani, dolayısıyla, Meclis, bu denetim işlevini, bir şekilde, etkin olarak yapmalıdır; yapmalıdır ki, biz, bunun arkasındaki sorumluları takip edebilelim.

Bu tür Meclis araştırmalarıyla, tabiî, bir başka koşulu da yerine getirerek, Meclise kadar uzanan birtakım şeyler varsa, sorumluluklar varsa, bunun hesabını soralım. Yani, bu tür depremlerde, her seferinde, bakıyoruz -örneğin, Doğu Marmara depreminde olduğu gibi- hâlâ yargılanmayan birtakım bakanlar vardır o dönemden kalan. Şimdi, başka depremlerde ortaya çıkabiliyor.

Değerli arkadaşlar, dokunmazlıklar kalkmadan, bu yolsuzluklar meselesini, bu şekilde, bizim, Mecliste tartışmamız mümkün değil ve bu tür doğal afetler karşısında bu kadar büyük can kayıpları olmasını önlememiz mümkün değil. Dolayısıyla, geliniz, bir kere, önce bunu bir halledelim.

Bugünkü konuyla ilgili şunu söylemek istiyorum: İş Yasası, Türkiye'nin iki önemli kesiminin, işçi ve işveren kesiminin, belki on yıllarca ilişkilerini belirleyecek olan bir temel düzenlemedir. Böyle bir yasanın, böyle bir düzenlemenin, daha önce 13 maddesini görüştüğümüz bir düzenlemenin -daha önce burada örneğini gördük; bir uzlaşma aranmamıştı, ama- şimdi, muhalefetle bir uzlaşma arayışından sonra buraya getirilmesi daha doğru olmaz mıydı?

Biz, bu tür sosyal özlü yasaların, öncelikle, ilgili taraflar arasında görüşülmesini; ama, ondan sonra da, iktidar ve muhalefet arasında bir diyalog arayışının olmasını isterdik. Bakınız, şimdi, ne işçi-işveren arasında bu diyalog sonuna kadar götürülmüştür -yani, tam anlamıyla mutabakat sağlanarak buraya gelinmemiştir- ne de burada, bizimle herhangi bir uzlaşma çabası iktidar tarafından ortaya konulmamıştır.

Şimdi, bundan, kuşkusuz, Türkiye açısından kaygı duyuyoruz; çünkü, bu meseleleri, burada, belki bir günde, iki günde, üç günde, beş günde -neyse- karara bağlarsınız; ama, ondan sonra, yıllar boyunca, bu, Türkiye'de tarafların ilişkilerini düzenler ve bu düzenleme de, belki, yargıyı, bugün, burada, daha düzgün bir düzenleme yapılmasına kıyasla defalarca meşgul eden bir duruma gider ya da çok sayıda önemli huzursuzlukların toplumda doğmasına neden olur.

Meclisin önemli görevlerinden bir tanesi de, özellikle güçsüz sosyal tarafların korunması yönünde çaba göstermektir. Oysa, bizim burada gördüğümüz, daha önceki tartışmalarda da gördüğümüz mesele şuydu: Adalet ve Kalkınma Partisi bir kitle partisi olduğunu dahi unutarak; yani, çeşitli kesimlere eşit mesafede olması gerektiği kaygısını da bir tarafa bırakarak, esas itibariyle, işverenin etkisi altında bu düzenlemeleri getirmektedir ve burada, birkaç madde üzerinde dahi, işverenin değil de, işçi kesiminin sesine kulak vermek konusunda yeterli bir dikkat göstermemektedir.

Biz, bunu, burada daha önce söyledik; bugün, yarın tekrar söylemeye devam edeceğiz; ama, gönül isterdi ki, Meclisin denetim hakkını, hem 48 saat geçmeden yasaların buraya getirilmesi konusunda hem de salı günlerinin denetime ayrılması konusunda çiğnemeyelim ve gerçekten, milletvekilliğinin iki önemli fonksiyonundan bir tanesi -biri yasama fonksiyonu diğeri denetim fonksiyonu- burada, hakkıyla yerine gelsin.

Biz, burada, bu konuda üzüntülerimizi tekrar ifade etmek istiyoruz. Ne işe yarar, ne işe yarıyor bilmiyoruz; çünkü, bunu her seferinde dile getiriyoruz; ama, belki, tekrarda yarar vardır. Biz, bunları, sürekli, tekrarlamaya devam edeceğiz. Belki bazı arkadaşlarımız, bundan, çok tekrar sonrasında etkilenebilirler; ama, açıkça şunu söyleyeyim: Muhalefet sırasında olduğunuz dönemleri unutmamanız gerekir. Yani, burada, tıpkı İçtüzük değişikliğinde de olduğu gibi "muhalefette olsa idik, acaba biz ne yapardık" sorusunu ara sıra kendinize sorunuz ve lütfen, bu tür, denetimi dışlayan birtakım girişimleri ondan sonra yapınız.

Ben, hepinize, ilgiyle dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Oyan.

Başka söz isteği?..

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Özyürek, buyurun.

Süreniz 10 dakika.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Sayın Oyan, Adalet ve Kalkınma Partisinin gündemle ilgili önerisi hakkındaki görüşlerini açıkladı. Biraz sonra, bu öneri doğrultusunda İş Kanunu Tasarısını görüşmeye başlayacağız. Geçenlerde, bunun 13 maddesini, Meclisimizde çok uzun tartışmalardan sonra kabul etmiştik. Şimdi, geri kalan bölümüyle ilgili olarak uzun bir maraton başlıyor.

Ne yazık ki, konu çok önemli olmasına rağmen, milletvekillerimizin büyük çoğunluğu bu konuya ilgi göstermiyorlar. Aslında, bu konu, toplum hayatını, çalışma hayatını çok yakından ilgilendiren bir konu. Biz isterdik ki, komisyon tarafından gündemden çekildikten sonra, hükümet, bu konuyla ilgili olarak sosyal taraflar arasında bir uzlaşma arasın ve varılan bu uzlaşmayı muhalefetle de görüşmek suretiyle Genel Kurulun işini kolaylaştırsın; ama, ne yazık ki, bu, sağlanamamıştır. Sosyal taraflar arasında bir arayış oldu mu bilemiyorum; ama, bir uzlaşma sağlanamadığı, her iki taraftan, hem işveren tarafından hem işçi kesimi tarafından bize ulaştırılmıştır. Sayın Bakan belki bu konuda ayrıntılı bilgi verebilir; ama, yine, bizim bilgimize ve bize ulaşan bilgilere göre, gündemden çekilmesine rağmen, uzlaşma için özel bir gayret gösterilmemiştir. Şimdi, konu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne, çekildiği noktada, yani komisyon tarafından geri alındığı noktada önemli bir arayış, önemli bir uzlaşma sağlanmadan tekrar getirilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu konunun önemi, çalışma hayatını, yani, hem işveren kesimini hem işçi kesimini çok yakından ilgilendiriyor olmasıdır. Burada, elbette, namuslu, dürüst, vergisini ödeyen, işçisini kayıtdışı değil, kayıtiçinde, yani, SSK primini, stopajını ödemek suretiyle çalıştıran işverenlere, işadamlarına karşı Cumhuriyet Halk Partisinin saygısı vardır; ama, toplumda esas korunması gereken kesim işçilerdir. Onlar emekleriyle geçinmektedirler, onlar işveren karşısında korumasızdırlar. Onları koruma görevi devlete verilmiştir. Devlet de, işte, İş Kanunu gibi, Sendikalar Kanunu gibi, kıdem tazminatı kanunu gibi, yaptığı düzenlemelerle, bu korumasız kesimi, yani işçileri himaye etmek, korumak durumundadır. O nedenle -biraz sonra Cumhuriyet Halk Partisinin değerli sözcüleri de ifade edeceklerdir- biz, bu korumasız kesimin haklarına sahip çıkmak ve özellikle, geçmişte kazandıkları haklardan geriye gidilmesini önlemek için bir mücadele vermekteyiz. Daha önceki onüç maddenin müzakeresinde de bu mücadeleyi verdik, bugünden itibaren de, aynı mücadelemize devam edeceğiz.

Biz beklerdik ki, böylesine önemli bir konuda, gerçekten, toplumun her kesiminden oy almak suretiyle iktidara gelmiş olan Adalet ve Kalkınma Partisi, sadece işverenlerin sesini dinleyen bir konumda olmasın, çalışanların da, işçilerin de sesine kulak veren, onların da haklarını koruyan bir konumda olsun ve toplumda huzuru sağlayacak, toplumda güveni sağlayacak, herkese güven verecek bir tasarıyı burada görüşelim, uzlaşma içinde, kolay bir şekilde yasalaştıralım. ama, ne yazık ki, bu yapılmamıştır. Doğrusu, gündemden çekildiği zaman, bizde bir umut doğmuştu; herhalde, hükümet, buradaki gereksiz, uzun, zaman zaman da kırıcı tartışmaları ortadan kaldırmak üzere, önce sosyal taraflarla bir uzlaşma sağlayacak, arkasından da, gelecek, muhalefetle bu konuda bir uzlaşma arayışına girecek. Bizim beklentimiz buydu, zannediyorum, kamuoyunun beklentisi de buydu; ama, bunca zaman geçtikten sonra, aynı tasarı Meclisin önüne getirilmiştir. Peki, aynı tasarı, önemli değişiklik olmadan Meclisin önüne tekrar gelecekse niçin gündemden çekilmiştir? Bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve halkımıza açıklamak mecburiyeti var. Onca tartışmanın hararetli bir aşamasında diyorsunuz ki "biz, bu tasarıyı geri çekiyor" ve uzunca bir süre gündeme getirmiyorsunuz, bugün gündeme getirmek istiyorsunuz. Ne değişti? Ne oldu? Hangi çabaları gösterdiniz? Muhalefetle, hangi maddeler konusunda bir uzlaşma aradınız da bulamadınız? İşçi kesimiyle, işveren kesimiyle hangi uzlaşmayı aradınız da bulamadınız? Hiçbir şey yapılmamıştır.

Yapılmak istenilen şuydu değerli arkadaşlarım: "Biz, İçtüzüğün 91 inci maddesini değiştireceğiz veya yeni bir 91 inci madde oluşturacağız. Oluşturduğumuz bu madde doğrultusunda, İş Kanunu Tasarısını temel yasa olarak görüşeceğiz; madde madde görüşmek yerine, bölüm bölüm görüşmek suretiyle, kısa sürede yasalaştıracağız." Beklenti buydu; ama, İçtüzük değişiklikleri sırasında da ifade ettiğimiz gibi, o İçtüzük düzenlemesi Anayasaya aykırıydı, o İçtüzük düzenlemesi hukuka aykırıydı, o İçtüzük düzenlemesi şu anda iktidarda olan partili arkadaşlarımızın karşı çıktıkları bir düzenlemeydi. Nitekim, Anayasa Mahkemesi, eski kararında ısrar etmek suretiyle, oybirliğiyle, temel yasayla ilgili İçtüzük düzenlemesini iptal etti.

Şimdi, beklediğini bulamayan Adalet ve Kalkınma Partisi, bugün, karşımıza, geri çektiği tasarıyı aynen getirmiş bulunuyor. Tabiî, umarım, toplumumuz için, ülkemiz için, Meclisimiz için yararlı müzakerelerden sonra, belki -umudumuz yok ama- burada bizim vereceğimiz önergeler doğrultusunda bazı iyileştirmeler de yapılarak, çalışanların hakkı da, çalışanların güvencesi de sağlanacak şekilde bir düzenlemeyi burada yaparız.

Bunlar yapılmazsa ne olur? Bunlar yapılmazsa, değerli arkadaşlarım, toplumda huzursuzluk olur; bunlar yapılmazsa, çalışma hayatı, işçi-işveren arasındaki ilişkiler kavgaya, huzursuzluğa dönüşür. Biz, bunu istemiyoruz; biz, namuslu, dürüst işveren ile görevini yapan işçinin huzur içinde çalışmasını istiyoruz. Cumhuriyet Halk Partisinin bu konudaki temel yaklaşımı budur.

Biraz sonra konuşacak olan arkadaşlarımızın getirecekleri eleştiriler, verecekleri önergelerle...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özyürek, mikrofonunuzu açıyorum efendim; buyurun.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Devamla) - Sayın Başkan, izin verirseniz, toparlıyorum.

...Türkiye'de kalıcı huzuru sağlayacak bir tasarının yasalaşması için katkı getireceğiz, çaba göstereceğiz.

Bunun, toplumumuz tarafından böyle algılanacağından hiç kuşkum yok; özellikle iktidar partisinin de, bunca emekle hazırlanmış öneriler, önergeler ve eleştirilerden yararlanmasını diliyorum. Bu, hepimiz için gerekli, Türkiye için gerekli ve unutmayalım ki, partiler, zaman zaman iktidar olurlar, zaman zaman muhalefete düşebilirler, hatta, zaman zaman parlamento dışı kalabilirler; ama, önemli olan, toplumun isteklerini yerine getirmektir.Biz, burada, bütün toplum kesimlerini, işçiyi de, işvereni de, Odalar Birliğini de, TİSK'i de, Türk-İş'i de, Hak-İş'i de, DİSK'i de temsil eden bir camiayız ve hepsini mutlu edecek bir çözümü aramalıyız, bulmalıyız. Kim güçlüyse, onun dediğini yapmak suretiyle, güçlüden yana tavır koymak suretiyle bulacağımız çözümler, ne yazık ki, kalıcı olmaz. O nedenle istiyoruz ki, diliyoruz ki, Cumhuriyet Halk Partisi olarak hazırladığımız önergelere, hükümet ve Meclis çoğunluğu itibar etsin; daha kalıcı, daha adil, daha dengeli, topluma huzur veren, işçi kesimini de mağdur etmeyen, işverenleri de huzursuz etmeyen bir yasayı burada elbirliğiyle çıkaralım. Bizim çabamız bu, bizim katkımız bu; inşallah, bu noktada bir uzlaşmayı, elbirliğiyle yakalarız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özyürek.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Sayın Salih Kapusuz; buyurun.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Grup önerimizi izah etmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi en derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Elbette, değerli sözcülerimizin, tartışma konusu olan İş Kanunu Tasarısıyla ilgili görüşlerini, tasarının 13 maddesinin görüşmeleri sırasında dinledik, kamuoyu olarak milletimiz takip etti, bizler de biliyoruz; bundan sonra da, yine, bu tartışmalar sırasında dinleyeceğiz; ama, bizim Grup önerisi olarak getirdiğimiz bugünkü husus hakkında arkadaşlarımızın bir kez daha bilgilenmelerine ihtiyaç olduğu kanaatini taşıyorum.

Biz, AK Parti olarak, hiçbir zaman denetimden kaçmayız. Biz, seçim beyannamemizde, hükümet programımızda, sadece hesap sormak değil, hesap vermekten yana olduğumuzu kamuoyuna deklare etmiş, bunun da sonuna kadar arkasında bulunan bir siyasî partiyiz. Dolayısıyla, bugüne kadar, denetim olarak bilinen, hükümetimize tevcih edilmiş olan yazılı soruların yüzde 80'ini, arkadaşlarımız, zamanından önce cevaplandırdılar.

Hatırlarsanız, daha önce Cumhuriyet Halk Partililerin vermiş oldukları ilk Meclis araştırması önergesi kabul edilmiştir.

MASTAFA GAZALCI (Denizli) - Kaç kere söyleyeceksiniz; on kere söylediniz.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Bugüne kadar da, verilmiş olan birçok Meclis araştırması önergesi, bu Meclis tarafından, denetim adına kabul edilmiştir. Şu anda da, hakikaten, hiçbir dönemde, kısa bir zamanda kabul edilmiş olan bu kadar Meclis araştırması önergesi de yoktur.

Bakınız, elinizdeki gündemde, Meclis araştırması önerge sayısı -genel görüşme dahil- 55, sözlü soru önergesi 236, tasarı 40 tanedir. Elbette, zaman zaman takdim ve tehire ihtiyaç var. Öyle olur ki, biz, başka günlere de denetim konusu koymamız mümkün olur; bu mümkündür, bu Meclisin iradesindedir; ama, zaman zaman da yasamaya ağırlık vermek gibi bir sorumluluğumuz var. Biz, bu hafta itibariyle, 126 maddeden oluşan iş yasasıyla ilgili çalışmaları ileriye doğru götürüp noktalamak istiyoruz, bazı belirsizlikler son bulsun istiyoruz. Dolayısıyla, bu kadar çok maddeli kanunlardan, 100, 200, 300, 500, hatta 1 000 maddelik kanunlardan bahsedilmektedir; bunları çıkarabilmek, takdir edersiniz ki, Meclisin günlerini, aylarını, hatta yılını alabilecek çalışmalardır. Bütün bunları yan yana getirdiğinizde, demokrasilerde çözümsüzlük değil çözüm esas olmalıdır. Bizim buradaki varlık sebebimiz de, milletimizin önündeki engelleri kaldırmak, yasama olarak yapabileceğimiz her türlü düzenlemeyi yapmaya yönelik olmalıdır. Bizim amacımız budur, bundan başka bir amacımız söz konusu değil.

Değerli arkadaşlar, bu iş yasasıyla ilgili çok değerlendirmeler yapılıyor. Bildiğiniz gibi -bir kez daha hatırlatmakta fayda var- bizden önceki dönem başlamış bulunan ve İş Yasası olarak bilinen 1475 sayılı Kanunun 12-14 maddesi iş güvencesi olarak tanzim edilmiş, diğer kısmı da iş kanunu olarak düzenlenmiştir; ama, tamamı 1475 sayılı İş Kanunuyla ilgili bir düzenlemedir; yani, ayrıca bir iş güvencesi yasası söz konusu değildir; o, onun parçasıdır.

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Olur mu öyle şey; bu yasayla, iş güvencesini yok ediyorsunuz!

BAŞKAN - Sayın milletvekili, lütfen... Lütfen, yerinizden konuşmayın; eğer bir ihtiyacınız varsa Başkanlığa müracaat edin.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, İş Güvencesi Yasası çıktı ve yürürlükte; dolayısıyla, bu yasa yürürlüğe girmiştir. Şimdi, İş yasasında bu Meclis çalışmaya başladı, 13 maddesi bitti, 14 üncü maddesine geldik, inşallah bunu tamamlamaya gayret edeceğiz. Bu yasayı kim hazırladı; bu yasayı, bildiğiniz gibi, Sayın Bakanımız müteaddit defalar izah etti; hatta, bu geçen süre içerisinde bile, sosyal taraflar olarak bilinen kesimlerle müteaddit görüşmeler yaptı. Amaç ne; kendilerinin uzlaşıp anlaşmış oldukları -birkaç madde hariç- bilim kurulu tarafından orta yere konulmuş olan bu tasarının bu Mecliste yasalaşması noktasındaydı.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Taraflar arasında bir anlaşma yok!

SALiH KAPUSUZ (Devamla) - Bu yasalaşma noktasında, biz, AK Parti olarak ne yapmak istiyoruz; hakikaten, farklı düşünen arkadaşlarım olabilir, farklı değerlendiren de bulunabilir; ama, biz, olayı, fotoğrafı olduğu gibi orta yere koymak mecburiyetindeyiz. Hiç kimsenin, keser gibi kendisinden yana veyahut da rende gibi başka yöne yöneltmeye hakkı yoktur. Açık ve net, biz, AK Parti olarak, testere gibi, hem işçiden hem de işverenden yanayız; bunda kimsenin bir tereddüdü söz konusu değil, olamaz da. (AK Parti sıralarından alkışlar) Biz, iş güvencesinin, iş hayatının barıştan geçtiğini, barıştan yana tavırlarla devamdan yana olduğunu düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, varsayıma, korkuya, ideolojik yaklaşıma mahal yok. Aslolan şey şu: Biz, iş hayatında bir boşluk meydana getiren, tereddüt meydana getiren, bu konuda sıkıntı meydana getiren bu dönemin son bulmasını ve bir yasal düzenlemenin acilen yapılmasını uygun görmekteyiz. Onun için, bu hafta, bugün saat 20.00'ye kadar; yarın 15.00-19.00, 20.00-24.00'e kadar; perşembe günü de 15.00'ten bu yasa ve bir de Sağlık Bakanlığını ilgilendiren kadro talebiyle ilgili bir maddelik kanun bitinceye kadar Meclisimizin çalışmasını istiyoruz.

Zaten, millet bizi buraya çalışsın diye gönderdi; dolayısıyla, çalışmaktan çekinmenin, çalışmaya katkı sağlamamanın kimseye faydası olamaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Millet seni oraya işçinin canına ot tıkayasın diye göndermedi!..

SALİH KAPUSUZ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, bugün -rivayetler muhtelif ama- 10 000 000'a yakın işsizimiz var; bunlar iş beklentisi içerisindedir. Evet, sendikalı iş sahibi olan arkadaşlarımız da var, sendikasız olanlar da var. Belki gerçek anlamda ancak 1 000 000'a yakın sendikalı bulunmaktadır; ama, şu kanun çıkarsa, 2 800 000 işçi sendikalı olmanın potansiyel adayı olacaktır. Dolayısıyla, hem sendikadan yana olmak hem de sendikalı olmaya katkı sağlamanın anlamı, bu yasalara katkıdan geçecektir.

Biz, bu anlamda, Parlamentomuzun layıkıyla bu görevi yerine getireceğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyor, önerimize destek bekliyoruz.

Teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kapusuz.

Efendim, lehte ve aleyhte konuşmaları dinledik.

Şimdi, öneriyi tekrar okutacağım; onun arkasından da oylamaya geçeceğim.

Öneri:

Genel Kurulun, 6.5.2003 Salı günkü (bugün) birleşiminde sözlü sorular ile denetim konularının görüşülmemesi, daha önce gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 133 sıra sayılı kanun tasarısının, 48 saat geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınması ve bu birleşimde kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülerek, çalışma süresinin 15.00-20.00 saatleri arasında olması; 7.5.2003 Çarşamba günkü birleşiminde de sözlü soruların görüşülmemesi ve çalışma süresinin 15.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında olması; 8.5.2003 Perşembe günkü birleşiminde ise, gündemin 3 üncü sırasına kadar olan işlerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması önerilmiştir.

BAŞKAN - Efendim, öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alınma önergesinin geri alındığına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

3. - Bitlis Milletvekili Vahit Kiler'in, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/83) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin talebini geri çektiğine dair önergesi (4/52)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile 78 ve 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifimin (2/83); İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergemi geri çekiyorum. Gereğini arz ederim.

          6.5.2003

       Vahit Kiler

                Bitlis

BAŞKAN - Efendim, önerge gündemden çıkarılmış ve sahibine geri verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

V. - SEÇİM

A) KOMİSYONLARA ÜYE SEÇİMİ

1. - (10/29, 31) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu üyeliklerine seçim

BAŞKAN - Samsun'da kurulma aşamasındaki mobil santralların ihale ve yer seçimi süreçleri ile çevre ve insan sağlığına muhtemel etkilerinin araştırılması amacıyla, Genel Kurulun 18.3.2003 tarihli 49 uncu Birleşiminde kurulan (10/29, 31) esas numaralı Meclis araştırması komisyonu üyeliklerine siyasî parti gruplarınca gösterilen adayların listesi bastırılıp, sayın üyelere dağıtılmıştır.

Şimdi, listeyi okutup, oylarınıza sunacağım:

Adı Soyadı                                Seçim Çevresi

                        AK PARTİ (8)

Murat Yılmazer                                Kırıkkale

Mehmet Çerçi                                Manisa

Cemal Yılmaz Demir                                Samsun

Mustafa Demir                                Samsun

Musa Uzunkaya                                Samsun

Öner Gülyeşil                                Siirt

Mustafa Öztürk                                Sinop

İbrahim Çakmak                                Tokat

                           CHP (4)

K. Kemal Anadol                                İzmir

Sedat Uzunbay                                İzmir

Haluk Koç                                Samsun

İlyas Sezai Önder                                Samsun

BAŞKAN - Şimdi, listeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Milletvekilleri, Meclis Araştırması Komisyonuna seçilmiş bulunan sayın üyelerin, 7.5.2003 Çarşamba günü saat 16.00'da Anabina 1 inci Kat PTT Karşısındaki Meclis Araştırması Komisyonları Toplantı Salonunda toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.

Komisyonun toplantı yer ve saati, ayrıca, ilan tahtasına asılacaktır.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü sorular ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Gündemin birinci sırasında yer alan, İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu raporunun müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/534)
(S. Sayısı : 73 ve 73'e 1 inci Ek) (1)

                                             

(1) 73 S. Sayılı Basmayazı 13.3.2003 tarihli 45 inci Birleşim Tutanağına eklidir; 73’e 1 inci ek  S. Sayılı Basmayazı bu birleşim tutanağına eklidir.

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Sayın milletvekilleri, tasarının 14 üncü maddesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmış, ancak, önerge işlemi yapılamamıştı.

Tasarının 14 üncü maddesi ile diğer maddeleri, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre Komisyonca geri alınmıştı. Komisyon, bu maddeleri görüşmüş ve raporunu Başkanlığımıza vermiştir.

Komisyon raporu, 73'e 1 inci ek sıra sayısıyla yeniden bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, 14 üncü maddeyi, yeni şekliyle tekrar okutuyorum:

Çağrı üzerine çalışma

MADDE 14. - Yazılı sözleşme ile işçinin yapmayı üstlendiği işle ilgili olarak kendisine ihtiyaç duyulması halinde iş görme ediminin yerine getirileceğinin kararlaştırıldığı iş ilişkisi, çağrı üzerine çalışmaya dayalı kısmi süreli bir iş sözleşmesidir.

Hafta, ay veya yıl gibi bir zaman dilimi içinde işçinin ne kadar süreyle çalışacağını taraflar belirlemedikleri takdirde, haftalık çalışma süresi on saat kararlaştırılmış sayılır. Çağrı üzerine çalıştırılmak için belirlenen sürede işçi çalıştırılsın veya çalıştırılmasın ücrete hak kazanır.

İşçiden iş görme borcunu yerine getirmesini çağrı yoluyla talep hakkına sahip olan işveren, bu çağrıyı, aksi kararlaştırılmadıkça, işçinin çalışacağı zamandan en az dört gün önce yapmak zorundadır. Süreye uygun çağrı üzerine işçi iş görme edimini yerine getirmekle yükümlüdür. Sözleşmede günlük çalışma süresi kararlaştırılmamış ise, işveren her çağrıda işçiyi günde en az üç saat üst üste çalıştırmak zorundadır.

BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Cevdet Selvi; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA CEVDET SELVİ (Eskişehir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ilkönce, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

İş Yasası Tasarısının 14 üncü maddesi hakkında Grubumuz adına sözlerime geçmeden önce, Bingöl depreminde vefat edenlere Allah'tan rahmet, yaralananlara acil şifa, sorumluların da bir an önce bu yaraları lafın ötesinde sarmasını temenni ediyorum.

İş yasası, Türkiye'de, başlangıçta da anlatmaya çalıştığımız gibi, en önemli yasalardan bir tanesi. Bir ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal durumunu, demokrasiye yaklaşımını, hatta Avrupa Birliğine girip girmeyeceğinin ölçüsünü ortaya koyan, köklü, önemli, dinamik bir yasa; ama, ne yazık ki, Türkiye'de, son derece olumsuz bir ortamda gündeme geldi ve yanılgılar içerisinde, maalesef, üzerinde ciddî bir biçimde durulmadan ikinci kez Meclisimize getirildi.

Ülke yanlış yönetiliyordu, üretmekten vazgeçilmişti, krizler birbirini kovalıyordu; işveren işyerini ayakta tutabilmenin mücadelesini veriyor, işçiler de yokluk, yoksulluk içerisinde kıvranıyordu; ileriye dönük umut da yoktu. Öyle oldu ki, iktidarlar, hükümetler, siyasetçiler Avrupa Birliğine girmekten, özgürlükten ve demokrasiden bahsederken, bazı işverenler, bunu fırsat bilerek, birdenbire, zorunlu olarak işten çıkarmanın ötesinde, işçiyi, örgütlü olmaktan, sendikalı olmaktan çıkarmaya gayret gösterdiler ve gündeme bu şekilde geldi. Yoksa, içinde bulunduğumuz dönemde, endüstriyel ilişkileri düzenleyecek bir yasanın hazırlığı, elbette böyle olmazdı.

Sendikalı olmak, örgütlenmek, işveren için, nasıl, Anayasada yerini almış, yasalarda ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiş bir haksa, işçinin de, en doğal, en tabiî hakkıdır; fakat, işçiyi, anayasal hakkı olan sendikalaşmaktan uzak tutmak için çeşitli baskılar yapıldı.

Acaba, sendikalar bu konuda ne yaptı: Kriz nedeniyle 2 500 000 işçi ve aile aç kaldı, hiç kimse sesini çıkarmadı; ama, kasıtlı olarak, bu fırsat bilinerek, sendikasızlaştırma mücadelesi hızla devam ettirildi. Elbette, günümüzün şartlarında, çağımızın gereği olarak, çaresiz işçilerin tek güvencesi olan sendikaların, buna seyirci kalması mümkün değildi. Sadece sendikalı olduğu için işten atılan işçilerin iş güvencesini gündeme getirdiler, anlatmaya çalıştılar, özveride bulundular, imzaladıkları toplusözleşmeden geri gittiler, iflas eden işverenle beraber kredi aradılar, sorumluluklarını yerine getirdiler; ama, hiç kimse, bazı işverenler, olumlu yaklaşarak, bu sendikaların üyelerini veya işçileri sendikalı olmaktan, özgürce örgütlenmekten alıkoymayalım deme iyi niyetine sahip olmadı. İşte o zaman olay saptırıldı. Bakanlık, olayı bir sendikal güvence, bir örgütlenme güvencesi yerine, iş güvencesi diye, en kritik dönemde, işçinin de, sendikaların da, işverenin de kritik döneminde, 4773 sayılı Yasayı çıkardı; bunu zorladı. Ne kabinesiyle görüştü ne de taraflarla görüştü, kişisel olarak bunu çıkardı. Tabiî, ne yazık ki, bu yasa gündeme gelemedi ve 8 ay önceden yasalaştı, uygulama tarihi arkasından geldi. Bunu hazmedemeyen, hiçbir güvence getirmeyen... Geçen gün bir işçi konfederasyonumuz gönderdiği yazıda -bütün milletvekillerine gönderdi- 4773 sayılı Yasanın 72 ayrı nedenle iş güvencesi olmadığını, işçi çıkarmanın gayet rahat olduğunu... İşverenler kitap yazdı. Konfederasyon da bunu biliyor. Ama, bunu bir fırsat bilerek, içinde bulunduğumuz koşulları daha iyi değerlendireceğini zanneden işveren ve bazı kuruluşlar, derhal tehditlere başladılar. Binlerce işçiyi işinden atacağını söyledi TİSK'in Genel Başkanı ve bir tepki yasası olarak, Türkiye için, geleceği için çok önemli olan, üretimi için, iş huzuru, barışı için çok önemi olan 1475 sayılı Yasayı değişik bir biçimde ortaya koydular. İşte burada bu çelişkileri, 58 inci ve 59 uncu hükümetlerin mutlak yeniden ele alarak değerlendirmesi gerekiyordu. Her şeyde olduğu gibi "bunu da kucağımızda bulduk" diye, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirdiler. Bu doğru değildi. Geçmişin seçim öncesi, geçmişin iktidarlarının yanlış yaptığını "bu, bu noktaya gelmiş" diye çıkıp buraya getirmek, sorumlu bir iktidara, sorumlu bir hükümete yakışacak bir olay değildi. Taraflar birbirine girmiş... İşveren bunu fırsat biliyor, tehdit havası içerisinde "mademki, siz, iş güvencesi istediniz, sizi, kökünden, güvencesiz  bırakacağız, işçilerin sendikalı olma imkânını ellerinden alacağız" anlayışıyla bu tasarı getirildi. İşte, bu, Türkiye'nin talihsizliğidir.

Onun için, bu tasarı ilk geldiğinde, biz, Cumhuriyet Halk Partisinin sözcüleri ve milletvekilleri, alelacele komisyondan geçirilip, incelenmediği için, alelacele, 48 saat bile bekletilip milletvekillerine bunu inceleme imkânı sağlanmadığı için, biz, iyi niyetle buraya çıktık, bunun olmaması gerektiğini, bunun mutlaka mutabakata varılarak, uzlaşmaya varılarak çıkarılmasının, endüstriyel ilişkilere, sosyal yaşamımıza yararı olur diye anlatmaya çalıştık; ama, bir inat da burada oldu, bir baskı... Bazı işveren çevrelerinin veya kurumlarının, inceliğine dahi bakmadan, her konuda işçi atamayacağız diye endişelenmelerinin sonucu, hükümet, baskı altında kaldı. Biz, milletvekilleri olarak, bunun teknik olarak, inat değil, uzlaşmayla, Türkiye için mutlaka gerekli olduğunu anlatmaya çalıştık. Anlaşılmadı, kızdılar. Üslubumuzu değiştirdik, belki daha çok bağırırsak, anlarlar, anlar arkadaşlarımız, bu iktidar-muhalefet meselesi değil, Türkiye'nin huzuru meselesi, Türkiye'nin geleceği, üretimi meselesi, verimi meselesi ve kalite meselesi, insan haklarına saygı meselesi diye anlatmaya çalıştık; ama, başaramadık ve bu istismar edildi. Öyle oldu ki, bu anlattıklarımızı, elini vicdanına koyarak, ne istiyor bunlar, bu çağda, 19 uncu Asırda bile başarılamamış bu olay buraya neden getiriliyor, getirilmek isteniyor diye hiç kimse incelemedi. Hükümet, İçtüzükte alelacele bir değişiklik yapmak suretiyle, karınca kaderince, sorumluluğunu Türkiye adına, emekçiler adına, çalışan, üreten insanlar adına yerine getirmek isteyen milletvekillerinin, Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin görüş ve düşüncesini dahi söylettirmeyecek bir içtüzük değişikliğine gitti. Bu, haksızlıkların en büyüğüydü. 365 milletvekiliyle iktidar partisi, istediğini yaptırma imkânına sahip olmasına rağmen, eleştirileri, yanlıştan dönmenin gerektiğini anlatanları dinleme ihtiyacı bile duymadı. İşte, o nedenle, bir temel yasa kapsamına alınarak, alelacele gözden geçirilmeye çalışıldı.

Önemli olan, maddeler değildir, inançtır, felsefedir, insanı insan olarak kabul edeceğini söyleyenler, yeniden, verdiği sözlere bir dönüp bakmalıdır. Şu yasaya baktığınızda, işçi insan değil -dikkat edin, bilerek söylüyorum- işçi bir aile babası değil, işçinin normal bir hayatının olması gerektiğini düşünen bir anlayış değil, işçi ödünç verilecek bir meta gibi buraya getirildi. Halbuki çağımızda, insanlık, özgürlük, demokrasi, verimin artması için, kalitenin yükselmesi için, işçinin o işyerine sahipmiş gibi iyi niyetle sarılmasını gerektiren yöntemler kullanması gerekirken, şimdi işçiye, emanet, yoldan geçerken, çalışır diye...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Selvi, bir dakika...

CEVDET SELVİ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

14 üncü madde, son derece sakıncalı. Neden iş arıyor insanlar; geçimlerini sağlamak için. Bu 14 üncü madde, dört gün önceden işçiye telefon edilecek "gel çalış" denilecek... Haftada on saat, ayda kırk saat... Eğer konuşulmamışsa, üç saat... Bu işçi, işyerine bağlı kalacak; bu işçi, hayatını düzenleyemeyecek; bu işçi, üç saat çalışmak için 3 000 000 lira yol parası verecek, yemek yemeyecek, içmeyecek, geri gidecek, çağrıldığında gelecek ve çocuk bakacak, çocuklarını okutacak, ev kirası verecek. Bu, istihdamı artırmak değil, açlığı yaygınlaştırmaktır. Olay bu değil; diğer ülkelerde bu ve benzeri uygulanıyor; bu, şimdiye kadar geçtiğimiz maddeler ve gelecekler diğer ülkelerde hiç de böyle uygulanmıyor. Bir ülkeyi örnek alırken genel durumuna dikkat ederek bir bütünlük içinde ele almak lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEVDET SELVİ (Devamla) - Sosyal güvencesi sağlam, aldığı ücret geçimini sağlayacak, öğrenci ve emekli olanların, ikinci iş arayanların çalışabileceği bir yöntemdir onlar.

BAŞKAN - Efendim, lütfen, tamamlayın!..

CEVDET SELVİ (Devamla) - Sağlıksız, belirsiz bir iş yasasını hazırlamak, Türkiye'nin çalışma hayatına ve sosyal hayatına verilebilecek en büyük zararlardan bir tanesidir.

Ben diliyorum, bu, incelenerek, işvereni de işçiyi de ve önlemeye çalıştığınız sendikaları da dikkate alarak, Türkiye'ye huzur getirecek, adalet getirecek, emeğin değerini bilerek teşvik edecek bir anlayışa birlikte geliriz. Çünkü, Türkiye hepimizin. Hepimizin ihtiyacı var işçiye, emeğe.

Teşekkür ederim efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Selvi.

Şimdi, şahsı adına, Manisa Milletvekili Sayın İsmail Bilen.

Sayın Bilen, süreniz 5 dakika; lütfen, sürelere riayet edelim.

Buyurun.

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi hürmetle, saygıyla selamlıyorum.

İşçi ve işveren kesimini barıştıracak bu yasa tasarısını olumlu buluyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gülüşmeler, alkışlar [!])

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bilen.

İkinci söz, İzmir Milletvekili Sayın Enver Öktem'e ait.

Buyurun Sayın Öktem.

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 14 üncü maddeyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, kaldığımız yerden yeniden devam edeceğiz, öyle gözüküyor. Sayın AKP Grup Başkanvekilinin yaptığı konuşmadan da anlaşılacağı üzere...

BAŞKAN - Efendim, AK Parti...

ENVER ÖKTEM (Devamla) - ...gerçekten, AKP iktidarımızın acelesi var, bir an önce bu tasarıyı yasalaştırmak gibi bir telaşın içerisinde gözüküyor.

Değerli arkadaşlarım, bu madde, tipik bir esnek çalışma düzenlemesi içermektedir. Gerçekten, bu madde yürürlüğe girdiği takdirde, Türkiye'de bugüne kadar yerleşmiş olan bütün düzenlemeler altüst olacaktır. Bilesiniz ki, bugün, ülkemizde, sendikal örgütlülükten, bugünkü yasalara rağmen bahsetmek oldukça güçtür. Bugün Türkiye'de, 3 tane konfederasyona bağlı sendikaların örgütlülük oranına baktığınız zaman, yüzde 5'lerde seyretmektedir. Eğer, bu düzenleme gerçekleşecek olursa, bu kez, bu yüzde 5'leri bile yakalamak mümkün olmayacaktır. O zaman, Türkiye'de demokrasinin temel taşlarından birisi olan sendikal örgütlülüğün altını da, AKP, getirdiği bu yasal düzenlemeyle dinamitlemiş olacaktır. O nedenle, bu düzenlemeyi, yeni baştan gözönüne almanızı, yeniden değerlendirmenizi talep ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bilesiniz ki, bu düzenlemede, siz, 10 saatlik haftalık çalışma süresi getirmektesiniz. Bilmiyorum, siz, bu düzenlemeyi gerçekten okudunuz mu; bilerek mi bu düzenlemeyi savunuyorsunuz; merak etmeye başladım.

Haftalık çalışma süresi 45 saattir; siz, bunu, 10 saate çekmeye çalışıyorsunuz. Bu, şu demektir değerli arkadaşlarım: Asgarî ücretle çalışan bir işçi, bundan sonra, haftada 10 saat çalıştığı takdirde, haftada 40 000 000 lira bir ücret alacak demektir. Yani, siz, bu düzenlemeyle, işçinin mevcut ekmeğine de göz dikmiş oluyorsunuz; siz, bu düzenlemeyle, işçinin mevcut toplu iş sözleşmesi düzenine de göz dikmiş oluyorsunuz; siz, bu düzenlemeyle, kayıtdışı ekonomiyi körüklemeye başlayacaksınız ve siz, bu düzenlemeyle, bilesiniz ki, toplumun sağlık düzeniyle de oynamaya başlayacaksınız. Anlaşılıyor ki, siz, işçiyi, bir makine olarak değerlendirmek istiyorsunuz; yani, işçi, evinde oturacak; patron, canı istediği zaman onu çağıracak, canı istemediği zaman çağırmayacak; işçi, ne zaman işe çağırılacağını bilmeyecek, ne zaman işbaşı yapacağını bilmeyecek ve ay sonu geldiğinde kaç lira ücret alacağını bilmeyecek; ama, öte taraftan, işçinin, aybaşı geldiğinde ödeyeceği kira belli olacak, fırından aldığı ekmeğin parası belli olacak, manavdan alacağı sebzenin fiyatı belli olacak. Siz, bu düzenlemeyle, bilesiniz ki, işçinin, halen elde ettiği asgarî ücrette kazanımlarını da dörtte 1'e indireceksiniz.

Peki, siz, seçim meydanlarında, işçilere bu sözü mü vermiştiniz, emekçilere bu sözü mü vermiştiniz; biz, iktidara geldiğimiz zaman asgarî ücretinizi dörtte 1'e kadar indireceğiz mi dediniz?! Ya orada verdiğiniz sözler doğru değildi ya da burada yaptığınız uygulamalar doğru değil. Bizden önce konuşan sayın hatip "biz, hem işvereni hem de işçiyi kolluyoruz" diye geldi; hayır, gerçek bununla ilgili değildir, alakalı değildir; tam tersinedir. Siz, işçinin ve sendikaların canına ot tıkamakla kendinizi görevli sayıyorsunuz. Öyle sanıyorum ki, işverenler, işçinin bütün haklarını bir çuvala paketlemiş ve size göndermişler ve siz de, AKP iktidarı olarak, gözüken odur ki, bir kargo şirketi gibi, kargo şirketi olarak vazifenizi yapıp, postalama işlemini yerine getirmeye çalışıyorsunuz. Bu düşünceyi savunduğunuz sürece, bilesiniz ki, 3 Kasım seçimlerinden önce işçiye verdiğiniz sözlere ihanet etmiş olacaksınız. Gözüken odur ki, size oy veren işçisi, köylüsü, emekçisi, esnafı, bir noktadan sonra "elim kırılsaydı da AKP iktidarına bu oylarım nasip olmasaydı" diyecektir. Umut ediyorum ki, AKP'li yetkililer, bir kez daha, bu yasayı okumadan değil, bu kez okuyarak bu salonlara gelirler ve işçinin haklarının gasp edilmesine izin vermezler.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öktem; süreye de riayet ettiğiniz için, tekrar teşekkür ediyorum.

Madde üzerindeki konuşmalar tamamlandı.

14 üncü madde üzerinde önergeler var.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Hükümetin de madde üzerinde bir söz isteği var.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; ben de sözlerimin başında, Bingöl'de yaşanan depremde hayatını kaybeden yurttaşlarımıza, çocuklarımıza Tanrı'dan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyorum. Ulus olarak, başımız sağ olsun. Bu tür acıların bir daha ülkemizde yaşanmamasını temenni ediyorum.

Evet, bugün, Yüce Mecliste, çalışma hayatımızı yakından ilgilendiren bir temel yasayı birlikte görüşüyoruz. Bu görüşmeleri yaparken, tabiî, bütün taşları yerine oturtmak, bu süreci çok iyi irdelemek gerektiğinin farkındayız ve kanaatindeyiz. Değerli arkadaşlarım, yeni iş yasası yapılması gerekliliği, çok uzun yıllardır ülkemizde tartışılan bir konudur. 2001 yılında, sosyal taraflarla birlikte, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının başlattığı bir prosedürle, yapılan bir protokolle, yeni bir iş yasasının hazırlanması, bununla birlikte, 2821 ve 2822 sayılı Yasaların da yeniden hazırlanarak çalışma hayatımıza kazandırılması amaçlanmış ve bu doğrultuda bir protokol imzalanmıştır. Zaman zaman, çok acele, alelacele, alelacele diye tenkit ediliyor. Değerli arkadaşlarım, bu yeni İş Yasası Tasarısı, 2001 yılından beri, çalışma hayatımızın gündemindedir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemindedir, komisyonların gündemindedir; ilgili herkesin bu konuyu yakından takip ettiğini biliyorum. Bu sebeple, bu şekilde, alelacele bu tasarı geçiriliyor iddialarına katılmak mümkün değildir.

Biz, hükümet olarak, bu sürecin ortasında kendimizi bulduk; geçen konuşmalarda da bunu ifade ettim. 9 kişiden oluşan bilim kurulunun hazırladığı bir tasarıdır bu. Biz, hükümet olarak bu tasarının mutfak çalışmasında maalesef bulunamadık; ama, bütün bunlara rağmen ve hocalarımızın oybirliğiyle hazırladığı bu teklifin olduğu gibi kabul edileceği yolundaki beyanlara rağmen, biz, tarafların içine tamamen sinmesi için, bunu tartışmaya açtık, defalarca sosyal taraflarla toplandık geceli gündüzlü, burada arkadaşlarımız bu toplantılara şahit oldular ve olabildiğince bir uzlaşmaya, bir yakınlaşmaya doğru bu hadiseyi getirdik.

Yeni İş Kanunu Tasarısının içerisinde yer alan 50 ayrı madde 1475 sayılı Yasadan aynen alınmış maddedir; yani 1475'te yer alan 50 madde bu yeni İş Yasası Tasarısında da yer almıştır. Aşağı yukarı 35'e yakın maddede, tarafların uzlaşmasıyla ya madde metni değiştirilmiş veyahut da taslak metinden tamamen çıkarılmıştır. Burada sosyal taraflarımızın uzlaşmaya varamadığı madde sayısı 3 veya 4'ü geçmez değerli arkadaşlarım. O sebeple, tarafların arasında genel bir uzlaşma iradesi söz konusudur.

Sonra, bu konu, Türkiye'nin gündemine yeni gelmiş bir konu değildir. Altıncı, Yedinci ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planlarında, standartdışı çalışma biçimlerini öngören yeni bir iş yasasının hazırlanması öngörülmüştür ve bu planların hepsi, sizlerin de bildiği gibi, Yüce Meclisin onayından geçmiştir. Yine, Ulusal Programda, yeni bir iş yasasının hazırlanması taahhüdü söz konusudur ve en son, bizim de, hükümet olarak, Acil Eylem Planımızda, altı aylık bir vadede, yeni bir iş yasasının çıkarılması taahhüdümüz bulunmaktadır.

Dolayısıyla, bu konu, birdenbire, kendiliğinden gündeme gelmiş bir konu değildir, temel referansları vardır, bir geçmişi, bir mutfak çalışması vardır.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, bu mesele, sadece bizde tartışılmıyor. Esnek çalışma biçimlerinin hayata girmeye çalıştığı her ülkede, her çalışma hayatında bu konu tartışılmıştır, Avrupa'nın birçok ülkesinde tartışılmıştır; yani, koruyuculuk ile esnek çalışmayı uyumlaştırma konusundaki tartışmalar hâlâ devam etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, meseleye sadece bir açıdan bakmak, işin en kolaycılığıdır. Biz de, sadece sendikal örgütlenme adına bu meseleye bakabilseydik, bizim de işimiz kolaydı. Bunu derken, ülkede sendikal örgütlenme konusunda bir itirazınız mı var; hayır. Biz de, işçi önderlerimizin, sendikalarımızın çekincelerini, itirazlarını saygıyla karşılıyoruz ve sendikal örgütlenme konusunda, onların önündeki yasal engellerin, olabildiğince açılması taraftarıyız. Hükümet olarak, sivil inisiyatife, sosyal diyaloga önem veren bir parti olarak, işçi sendikalarımızın da, çalışma hayatımızda, olabildiğince örgütlenmesinden yanayız; ama, hükümet olarak, biz, fotoğrafın bütün parçalarını görmek zorundayız. Evet, ülkede, çalışma hayatında örgütlenmiş bir sendikal kesim vardır. Bunun dışında, işyerlerimizde çalışan, ama, bir sendikal güvencesi olmayan işçilerimiz de vardır. Bunlardan da öteye, bugün, milyonlarca vatandaşımız, bir iş, bir ekmek bulmak umuduyla, her gün, iş bulma kurumlarında, özel sektör kapılarında, umutla, umutlarını tüketmemek için sabırla direnmektedirler. Bizim sırtımızdaki sorumluluk, hükümet olarak, fotoğrafın bütün parçalarını görmek ve çalışma hayatımızda, buna göre bir denge kurmak mecburiyetinden kaynaklanmaktadır. Yoksa, sosyal taraflardan birine yaslanıp, popülizme kaçarak, reklam yapmak, o kesimin çıkarlarıyla uyuşan söylemler geliştirmek çok kolay; bu, geçmişte olmuştur; ama, biz, sadece ülkenin bugününü değil, çalışma hayatımızın geleceğini de düşünen bir hükümet olarak, bu konuda çalışma hayatımızdaki dengeleri olabildiğince gözetmenin gayreti içerisinde olduk. Tasarı, Genel Kuruldan komisyona çekildikten sonra da, taraflarla birkaç kez daha görüştük; ama, bütün uğraşılarımıza, bütün iyiniyetli çabalarımıza rağmen, tarafların anlaşamadığı üç veya dört madde konusunda, onların uzlaşmaları için yeterli imkân sağlanamadı; daha doğrusu olmadı. Tabiî, bu iki noktadaki çıkarları, menfaatları, uzlaştırmak çok kolay bir hadise olmadığı için olmadı; ama, tarafların, yeni iş yasasının çıkması konusunda genel bir iradelerinin olduğunu söylemek mümkündür.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu yeni iş yasası ne getiriyor; yeni iş yasası, her şeyden önce, iş güvencesi hükümlerini, bu bütün içerisine, bu kapsam içerisine alıyor. Yani, geçmişte olduğu gibi, artık, iş güvencesiyle ilgili yasayı çıkarıp, yürürlüğünü bir sene, altı ay sonraya atmak diye bir şey yok. Biz, hükümet olarak, bu iş yasasıyla birlikte, iş güvencesi hükümlerinin de kurumsal bir şekilde iş yasası içerisinde yer almasını kabul ederek, bu şekilde bir bütünlük içerisinde bir paket hazırlamış bulunmaktayız.

Sayın Başkanvekilim de ifade ettiler, yeni iş güvencesiyle ilgili -ki şu anda bu yasa yürürlüktedir- yasanın güvencesinde olan 2 800 000 civarında işçimiz vardır. Gönül arzu eder ki, çalışma hayatındaki bütün işçilerimizin -zaman içerisinde bu bireysel işletmelerde çalışan işçilerimizin de- iş güvencesi hükümlerinden yararlanmasıdır. Dilerim, endüstriyel ilişkilerimiz, istihdamdaki gelişmeler, ülkeyi böyle bir noktaya getirir.

Değerli arkadaşlarım, bunun dışında, İş Yasasında herhangi bir değişiklik yapılması için, iş organizasyonlarında, çalışma şekillerinde bir değişiklik yapılabilmesi için, işçinin rızasının ve yazılı muvafakatının alınmasını öngören birçok madde vardır. Yani, bu yasa, işçimiz, emekçimiz arzu etmediği takdirde, iş organizasyonlarındaki değişikliklere, çalışma biçimindeki değişikliklere katılmama iradesini kendisine tanımaktadır.

Yine, bu tasarıyla birlikte birtakım yeni kurumlar ve kavramlar çalışma hayatımıza girmiştir. Örneğin, analığın korunması, işçinin bilgilendirilmesi, Ücret Garanti Fonu gibi birtakım yeni müesseseler de bu tasarı içerisine girmiş bulunmaktadır.

Diğer taraftan, uygulama alanı bulmayan birtakım hükümler de bu yasadan temizlenmiştir. Örneğin, zarar karşılığı işçilerimizden kesilen kesinti tutarı, bu yeni tasarıda gündem dışında bırakılmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, özetle, bu yasa, her kesim için, sosyal taraflarımız için neler getirmektedir; birkaç cümleyle, onu size ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, hepimiz de biliyoruz ki, dünyada acımasız bir rekabet var. Türkiye, duvarlarını kapatmış, tek başına yaşayan bir ülke değil; dolayısıyla, dünyadaki gelişmelerden etkilenmemesi de mümkün değil.

Bizim, Parlamento olarak ve hükümet olarak şuna karar vermemiz lazım: Değerli arkadaşlarımın tenkit ettiği çalışma biçimleri, çağrı üzerine çalışma, esnek çalışma biçimleri; değerli arkadaşlarım, bunların hepsi, şu anda, bizim çalışma hayatımızda var; taşeron uygulaması var, geçici iş sözleşmesi var, çağrı üzerine çalışma var ve diğer çalışma biçimlerinin yüzde 90'ı, şu anda, bizim çalışma hayatımızda var. Biz, bu yasayı hiç gündeme getirmemek suretiyle bu kuralsız, kaidesiz, hukuksuz uygulamanın devamına imkân mı sağlayacağız; yoksa, Parlamento ve hükümet, bu şekilde kuralsız, kaidesiz, hukuksuz uygulamaya izin vermez diyerek, bunu bir yasal baza mı oturtacağız; burada önemli olan tercih meselesidir. Biz de hükümet olarak ve Parlamento olarak diyoruz ki, bu şekilde kuralsız kaidesiz uygulamaların devamı hukuk devletine yakışmaz; dolayısıyla, bu şekilde yapılan çalışmaları bir hukuk disiplini içerisine almak durumundayız.

İkinci husus, işletmelerimizin rekabetine imkân verecek, uluslararası pazarlardaki değişmelere anında tepki verebilecek bir esnekliği de işletmelerimize kazandıracak yeni hükümleri içermesidir.

Diğer taraftan, işçimizin kendisine, ailesine, sosyal hayatına daha çok zaman ayırabilecek bir esneklik getirmektedir. İşçimizin birden fazla işlerde çalışmasına imkân tanıyan düzenlemeler getirmektedir.

Öte yandan, en önemli husus, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, işsizliğin önlenmesi konusunda, devlete önemli bir imkân getirmektedir. Bunu, Avrupa'da başarıyla uygulamış ve işsizlik oranlarını büyük ölçüde indirmiş ülkeler var.

Değerli arkadaşlarım, işsizlik deyince, işsizlik, maalesef, bütün dramatik sonuçlarıyla ülkemizde devam etmektedir. Türkiye, üç dört yıl yüzde 4 nispetinde büyüse dahi, işsizlik oranını yüzde 17 civarından aşağıya düşürmek mümkün değildir. Ekonomimiz, ancak yüzde 6-7 büyüdüğü takdirde, işsizlik oranımızı yüzde 10'ların altına düşürmek gibi bir durumla karşı karşıya geleceğiz.

Bu sebeple, yeni yasa, ülkemizde yoğun bir şekilde yaşanan işsizliği önleme konusunda da önemli bir anahtar olacaktır.

Tabiî, arkadaşlarımızın -ki, kendileri sendika kökenli arkadaşlarımız- sendikacılıktan geldikleri için, sendikal örgütlenme konusundaki hassasiyetlerini mutlaka saygıyla karşılıyorum, belki, Parlamentomuzun bir zenginliği olarak da görüyorum; ama, değerli arkadaşlarım, şunu, en az benim kadar sizler de biliyorsunuz; işgücü piyasasındaki daralmalar, dünyadaki endüstriyel ilişkiler, sendikal örgütlenme konusunda, bu çalışma hayatlarına büyük zorluklar getirmiştir, bunu kabul ediyorum. Sizlerle birlikte, işçi konfederasyonlarımızın bu endişesini yürekten paylaşıyorum; ama, buna çözüm olarak, bu esnek çalışma biçimlerine karşı çıkmak suretiyle, bu yeni iş yasasını geriye ötelemek suretiyle sendikal örgütlenmeyi artıracağımıza inanıyorsanız, samimiyetle söylüyorum, burada yanılıyorsunuz; çünkü, demin de ifade ettiğim gibi, şu yasa çıkmasa bile, şu anda, bizim çalışma hayatımızda esnek çalışma usulleri var ve sendikal örgütlenmeyi, o şekilde, kuralsız ve kaidesiz şekilde engelliyor; yani, bu yasa hiç olmasa bile, şu anda, çalışma hayatımızda, sendikal örgütlenmeye fayda sağlayacak bir konu yok.

Eğer, ülkede sendikal örgütlenmenin önünün açılmasını, sendikalarımızın, daha yaygın şekilde, bütün sektörlerde temsil edilmesini, yer almasını istiyorsak şunu yapacağız: Bu rüzgâra karşı durmak mümkün değil. Bu rüzgâra karşı Avrupa sendikaları duramadılar; sosyal demokratları da duramadı, sosyalistleri de duramadı, hiç biri duramadı ve onlar, bu gelişen trende karşı, kendi kültürlerini, kendi yaklaşımlarını değiştirerek, sendikal kültürlerini değiştirdiler ve bu çalışmaya uyum sağlamaya gayret gösterdiler.

Biz, bulunduğumuz noktada, bulunduğumuz pozisyonda, bulunduğumuz siperde kalırsak, Türkiye'de sendikacılığı ilerletemeyiz. Evet, şimdi 2821 sayılı Yasa gelecek, 2822 sayılı Yasa gelecek; gelin, orada, bu birikiminizi, bu tecrübenizi bu yasalara aktarın ve Türkiye'de sendikal hareketi daha fazla nasıl geliştirebiliriz, sivil toplum hayatımıza, ekonomimize katkısı nasıl olur; bunun çalışmasını birlikte yapalım, bunun gayretini birlikte gösterelim.

Tekrar tekrar söylüyorum; şu yasaya karşı durmanın, şu anda, ülkemizde, çalışma hayatında var olan kuralsız, esnek çalışma usulleri devam ettiği sürece, sendikal harekete hiçbir faydası olmayacaktır.

Bu yasanın, çalışma hayatımıza, çalışma hayatımızda işçi - işveren barışına, istihdamın artırılmasına katkı sağlaması dileğiyle, Yüce Meclisi ve Sayın Başkanı, şahsım ve hükümetimiz adına saygıyla selamlıyorum.  (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanım sendikalardan çok bahsetti, değişimden bahsetti. Müsaade ederseniz, değiştik mi, değişmedik mi izah etmeye çalışacağım.

BAŞKAN - Sayın Meral, beni dinler misiniz.

Sayın Meral, eğer bir söz talebiniz varsa, bunu değerlendiririm; ama, İçtüzüğümüze ve -benim bildiğim- Parlamento teamüllerine göre yerinden konuşma usulü yok.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Söz istiyorum efendim.

BAŞKAN - Söz istiyorsanız, buyurun, size söz veriyorum. Son söz milletvekilinin; hakkınızdır.

Süreniz 5 dakikadır.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Sayın Bakanımız, sendikal gelişmelerde, yapılaşmada bir değişiklik olmadığını söyledi. Şunu özellikle ifade etmek istiyorum ki; işyeri olacak, işveren olacak ki, işçi olsun. Bunda, bir defa, en ufak bir sorunumuz yok. Elbette ki, bazen işyerlerinde kriz söz konusu olur. Kendisi de biraz önce söyledi "bir sürü hukuksuzluk var" dedi. "Bu hukuksuzlukları hukukî hale çeviriyoruz; yani, taşeron mafyası dediklerimizi, kaçak işçilik dediklerimizi, kayıtdışı dediklerimizi, kısacası, bir sürü olumsuzluğu meşrulaştırıyoruz" dedi Sayın Bakanım.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Hiç öyle bir şey demedi. Nasıl anladınız?!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Efendim, müsaade eder misiniz... Öyle dedi.

Şimdi, şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Bakınız, sayın milletvekilleri, lütfen dinleyin. İş güvencesi yasa tasarısı çıkalı -martın 15'inde çıktı- hangi işyeri kapandı, hangi işyerinde bir sorun var?! Burada birbirimizi yıprattık. Var mı bir sorun; yok. Hiçbir yerde bir şey olmadı.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Ne alakası var!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Burada ne söyledik; oturduk, size, dostça dedik ki, yanlışlık yapmayın. Tasarrufu Teşvik Fonundaki paralar, bu şekilde yaparsanız, çarçur olur ve yüzüne gözüne bulaşır dedik ve aynısı oldu. Konut Edindirme Fonundan bahsettik değerli arkadaşlarım; ortada yok. Emeklilerin, TÜFE konusunda kaybı söz konusu dedik. 70 000 000 lira para verdiniz. Hakikaten kayıpları oldu. Kuyruklar, ekmek kuyrukları daha da arttı; bunları izlemiyor musunuz? Sizin bir avantajınız var; çoğunuzu seçmeniniz tanımıyor. Sıkıntınızın bu kadar az olduğu oradan geliyor. Biz, milletin karşısına çıktığımız zaman, sizin adınıza bizim de yakamızı destekliyorlar.

Sayın milletvekilleri, sorunumuz ortak. Oturup düşünelim; sorun yaratmayın.

Efendim, şimdi, bu tasarıyla ne getiriliyor; bu tasarıyla ne getiriliyor biliyor musunuz; bu tasarıyla, işyerlerinin bir bölümünün devri, geçici iş ilişkisi, iş sözleşmesinin devri, ödünç iş ilişkisi, sürekli ve süreksiz işlerin iş sözleşmesi, belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesi, belirli ve belirsiz süreli iş sözleşmesinin ayırım sınırı, kısmî süreli ve tam süreli iş sözleşmesi, çağrı üzerine çalışma, deneme süreli iş sözleşmesi, takım sözleşmesi. Zaten iş güvencesini bunlar ortadan kaldırdı. İş güvencesi diye bir şey yok; bunu bilin değerli arkadaşlarım; bunu kaldırdı. Bu, daha ne yaptı; kısa süreli çalışan işçilerin kıdem tazminatını ortadan kaldırdı, ihbar önellerini ortadan kaldırdı, emeklilik hakkını ortadan kaldırdı. Canını mı alacaktınız işçinin; ne yapacaktınız fazla?! İşte, geçmişte, yine bu kürsüde, bu meydanlarda "işçiler, emekliler üç yıl daha yaşasın, yeter" diyenlerin gördük halini, hareketini. Yanlış yapmayın diyoruz, sizin için söylüyoruz. Ne siz işçinin düşmanısınız ne biz işçinin düşmanıyız; ne siz işverenin düşmanısınız ne biz işverenin düşmanıyız. Neden oturup ortaklaşa bir sorun çözmüyoruz. Nerede sizin işçi kökenli milletvekilleriniz?! Söz verdiniz "bazı maddeler üzerinde tekriri müzakere yapıp geri alacağız, düzelteceğiz" dediniz. Söz verdiniz; sözünüzde durmadınız. O arkadaşlarım da bugün burada yok. Yapmayın bunu sayın milletvekilleri, bunları yapmayın!.. Yanlış yapıyorsunuz!.. Yarın, üzüleceksiniz. Yarın, o işçi, 120 gün primini doldurmayan işçi, senin işçin; senin kapına gelip çocuğunun hasta olduğunu, doktora götüremediğini söylerse, vicdan azabı çekeceksiniz; ama, bunları yapıyorsunuz bugün burada. Bunları yapmayın diyorsak, yanlış mı söylüyoruz size?!

HASAN ANĞI (Konya) - Ne alakası var?!.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Yapıyorsunuz bunları. Kısa süreli çalışan... Biraz önce Sayın Cevdet Selvi burada söyledi. Çağrı üzerine çalışma; nedir çağrı üzerine?.. 120 gün primi yılda doldurmayan bir işçi sağlık sorunundan yararlanabilecek mi? Kıdem tazminatı gitti, ihbar öneli gitti; ondan sonra, burada, kalkıyoruz, haktan, hukuktan bahsediyoruz değerli arkadaşlarım.

Sayın Bakanım, bir konuyu daha bilginize arz etmek istiyorum müsaade ederseniz. Bir protokolden bahsediyorsunuz. 9 bilim adamının getirdiği birçok maddeyi değiştirdiniz. 9 bilim adamına verdik, ne dedik; bir yasa tasarısı hazırlayın. Kime güveneceksin?  Ben, şunu çok samimî ifade etmek istiyorum ki -Sayın Refik Baydur'a ne kadar kızarsak kızalım- eğer bu yasa tasarısını, baştan, Sayın Baydur'a getir deseydik, bu kadar zalimce maddeler getirmezdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Meral, buyurun.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Şimdi, burada, öyle bir taslak gelmiş ki, iş güvencesi dedik tutturduk; bitti!..

Sayın Bakanım, biz, bilim adamlarının hazırladığı taslağı dinledik, kabul etmediğimizi kendilerine ifade ettik. Dönemin bakanının huzurunda dedik ki, bizim kendi kurullarımızdan bu yasa taslağı geçmeden, kabul edilmeden, bizim kabul etme şansımız yok; çünkü, bizim yönetimlerimiz var, denetimlerimiz var. Sayın Müsteşarımız da, burada, bunun canlı şahididir; ama, protokol var, protokol var!.. Protokol varsa, yazdım, okumuyorum; yani, işime gelmiyorsa, protokol yaptım diye... Doksandokuz tane protokol yapıyorsunuz; uyguluyor musunuz? Aldık protokolü...

HASAN ANĞI (Konya) - Sözü veren kendileri...

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Otur oturduğun yerde Allah'ını seversen; bilerek konuşuyorsun, bilmeden konuşuyorsun.

HASAN ANĞI (Konya) - Sözlerini tutmadılar...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, hatibi dinleyelim; müdahale etmeyelim. 

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Benim burada söylediklerimde bir tane eksik bir şey var mı?!. Senin için konuşuyorum, senin için... Anlamadan konuşma orada; gel, burada, kürsüde konuş.

BAŞKAN - Sayın Meral, siz Genel Kurula hitap edin lütfen.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Şunu söylemek istiyorum Sayın Başkanım: Sıkıntıları -her konuda, ne getiriyorsa- çalışanların sırtına yüklüyorsunuz; böyle bir iş yapmayın.

Bakınız, yarın, çalışanı, çalıştıranın servetine düşman edersiniz. Sinsi birikimler insanlarda patlama yaratır. Görüyoruz işte, üzülüyoruz; daha dün bir okulda, gençlerimizin ne hale geldiğini gördük. Bunların hepsinin içerisinde yokluk vardır, yoksulluk vardır, belki de bizim yaptığımız yanlışlıklar vardır. Lütfen, oturalım -vatandaş bizi buraya gönderdi- vatandaşın sorunlarını çözelim, sıkıntılarını çözelim ve vatandaş mutlu, huzurlu olsun.

Bir tek çivi çakılmıyor. Binlerce insan kapımızın önünde karargâh kurmuş. Sizin yanınıza gelen yok mu, Allah rızası için?! Bunlar için ne çare düşünüyorsunuz? Bir çivi çakın, çivi... Bu memlekete bir çivi çakın, işsize iş bulun! Meydanlarda "işsize iş, aşsıza aş" diye bağırdınız; biz de bağırdık. Hangi programla bu kadar insana iş bulacaksınız?! Mühendis asgarî ücretle iş arıyor; bu, sizin ayıbınız! (AK Parti sıralarından gürültüler)

RESUL TOSUN (Tokat) - Sizin ayıbınız, sizin...

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Ayıp... Ayıp...

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Meydanlarda söz verdiniz; kurtarın!.. İktidar oldunuz, iktidar!.. Söz verdiniz... (AK Parti sıralarından gürültüler)

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Yeter artık, konuşma!..

MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - Bayram Ağasınız, Bayram Ağa...

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Ülkeyi bu hale Sayın Ecevit'le beraber getirdiniz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, müdahale etmeyelim...

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - İktidarın mazereti olmaz! İktidarın mazereti olmaz! Kendinize güvenmiyorsanız, iktidar olmasaydınız...

BAŞKAN - Sayın Meral...

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - İktidar olduysanız, yerine getirin verdiğiniz sözleri.

BAŞKAN - Sayın Meral, siz, Genel Kurula hitap edin.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Halka söz verdiniz, söz... Yerine getirin...

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Yalan söyleme...

MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - Bayram Ağasınız... Siz sınıf atladınız, işverensiniz artık.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Benim babam da ağaydı, senin gibi çok adamı ağırlardı; kusura bakma... Ağalık benim soyumdan geliyor; ayıp bir şey de değil.

MAHMUT UĞUR ÇETİN (Niğde) - İşçi değil, işveren temsilcisisiniz...

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Eğer, patronun uşaklığını yapıyorsam, o ayıptır!

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) - Sendika ağası...

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Benim için, patronun uşaklığını yapmak ayıptır!

Ben, burada, temsil ettiğim toplumun hakkını savunuyorum; sizin gibi, patronun yazıp eline verdiği yasa metinlerini oylayıp kabul etmiyorum.

BAŞKAN - Sayın Meral, siz, Genel Kurula hitap edin.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Hepinize teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Meral, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, kürsüde hatip konuşurken, lütfen, müdahale etmeyelim.

Sayın milletvekilleri, 14 üncü madde üzerinde 3 adet önerge vardır; önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık derecesine göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının ikinci fıkrasındaki "on saat" ibaresinin "yirmi saat", üçüncü fıkrasının son cümlesindeki "en az üç saat" ibaresinin "en az dört saat" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Salih Kapusuz Alim Tunç               Ünal Kacır

             Ankara                        Uşak                    İstanbul

            Medeni Yılmaz İrfan Riza Yazıcıoğlu       İlyas Arslan

                 Muş               Diyarbakır                     Yozgat

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının "Çağrı Üzerine Çalışma" başlıklı 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "taraflar belirlemedikleri takdirde" ibaresi ile üçüncü paragrafında yer alan "aksi kararlaştırılmadıkça" ibaresinin tasarı metninden çıkarılması ve üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere, aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Oğuz Oyan Enver Öktem              İzzet Çetin

                İzmir                       İzmir                    Kocaeli

Cevdet Selvi Mehmet Küçükaşık         Bayram Meral

          Eskişehir                       Bursa                    Ankara

            Feridun Baloğlu   Muharrem Kılıç M. Nuri Saygun

           Antalya                  Malatya                  Tekirdağ

Mehmet Ziya Yergök

              Adana

"İşçinin, bir aylık toplam ücreti asgarî ücretin altında olamaz."

BAŞKAN - Şimdi, son ve en aykırı önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının "Çağrı üzerine Çalışma" başlıklı 14 üncü maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Oğuz Oyan İzzet Çetin            Enver Öktem

                İzmir                    Kocaeli                      İzmir

            Muhsin Koçyiğit Muharrem Doğan        Hüseyin Özcan

       Diyarbakır                    Mardin                    Mersin

Çağrı Üzerine Çalışma

Madde 14.- Yazılı sözleşmeyle işçinin üstlendiği işin çıkması halinde iş görme ediminin yerine getirileceğinin kararlaştırıldığı iş ilişkisi, çağrı üzerine çalışmaya dayalı kısmî süreli bir iş sözleşmesidir.

Hafta, ay veya yıl gibi bir zaman dilimi içinde işçinin ne kadar süreyle çalışacağını taraflar belirlemedikleri takdirde, haftalık çalışma süresi 25 saat kararlaştırılmış sayılır. Çağrı üzerine çalıştırılmak için belirlenen sürede işçi çalıştırılsın veya çalıştırılmasın ücrete hak kazanır.

İşçiden iş görme borcunu yerine getirmesini çağrı yoluyla talep hakkına sahip olan işveren, bu çağrıyı, aksi kararlaştırılmadıkça, işçinin çalışacağı zamandan en az dört gün önce yapmak zorundadır. Süreye uygun çağrı üzerine işçi, iş görme edimini yerine getirmekle yükümlüdür. Sözleşmede günlük çalışma süresi kararlaştırılmamış ise, işveren her çağrıda işçiyi günde en az üç saat üst üste çalıştırmak zorundadır.

Bu tür çalışmada; işçinin, bir aylık ücreti, asgarî ücretin altında olamaz.

BAŞKAN - Son ve en aykırı önergeyi dinledik.

Komisyon bu önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılamıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önergenin imza sahipleri, konuşmak istiyor musunuz efendim; yoksa, gerekçeyi mi okutalım?

OĞUZ OYAN (İzmir) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum.

Gerekçe:

Madde metninin ikinci fıkrasındaki "10 saat" ibaresi "25 saat" olarak değiştirilmiştir. Çağrı üzerine çalışma, iş yaşamımıza yeni girmektedir. Çalışma ilişkileri içinde, istismara en açık çalışma biçimlerinden birisidir. Bu nedenle, işçiye bir ücret garantisinin sağlanmasına, iş hukukunun temel felsefesini oluşturan "işçiyi koruma" ilkesi açısından ihtiyaç vardır.

İşçi, ne kadar çalışacağını ve ne kadar ücret alacağını bilmelidir ve bu ücret, asgarî ücretin altında olmamalıdır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı, biraz önce de gerekçesini okuduğumuz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının "Çağrı Üzerine Çalışma" başlıklı 14 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "taraflar belirlemedikleri takdirde" ibaresi ile üçüncü paragrafında yer alan "aksi kararlaştırılmadıkça" ibaresinin tasarı metninden çıkarılması ve üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere, aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

      Oğuz Oyan

             (İzmir)

   ve arkadaşları

"İşçinin, bir aylık toplam ücreti asgarî ücretin altında olamaz."

BAŞKAN - Önergeye Komisyon katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergenin sahipleri, konuşmak istiyor musunuz?

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Önerge sahiplerinden Sayın İzzet Çetin; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Komisyon Başkanvekili yok mu; merak ettim.

BAŞKAN - Efendim, Komisyonun temsili İçtüzüğe uygun; sözcü var.

Buyurun Sayın Çetin.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan yeni İş Kanunu Tasarısının 14 üncü maddesine ilişkin vermiş olduğumuz önergelerin amacı, gerçekten, çalışma yaşamımıza yeni giren, bu tip, çağrı üzerine çalışma biçiminde var olan aksaklıkları gidermeye yöneliktir.

Bakınız, deminden beri yapılan konuşmalarda, çağrı üzerine çalışmanın işyerlerinde nasıl bir ilişki geliştireceğini, bu kadar büyük çapta işsizimizin olduğu bir dönemde, çalışma ilişkilerinin iyice dejenere olduğu bir dönemde... Sayın Bakan biraz evvel " bütün bu esnek üretim ilişkileri çalışma yaşamımıza girmiş, zaten var; biz, bunları, yeniden çalışma yaşamına adapte ediyoruz, yeni getirmiyoruz, var olanı kural haline getiriyoruz" dediler.

Değerli arkadaşlarım, yasa yapma görevi elbette Türkiye Büyük Millet Meclisine ait; ama, bunu uygulama görevi de yürütme organına, Bakanlığa aittir. Eğer, işyerlerinde yasalara aykırı çalışma var ise, bunu birinci derecede kontrol etme, müfettişleriyle teftiş ettirme, eğer gücü yetiyorsa ceza yazıp o yanlış uygulamayı durdurma görevi Sayın Bakana aittir, Bakanlığa aittir. Yürütmenin kendi aksaklığını, eksikliğini, beceriksizliğini gizlemek için kural koyup, onu gizlemeye çalışmasının bir mantığı olamaz.

Burada, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, elbette azınlığız, elbette sayınız bu iş yasasını çıkarmaya yetecek, onu biliyoruz; o nedenle, yapmış olduğumuz öneriler... Bakınız, tasarı üzerindeki 6 önergemizi geri çektik. Niçin geri çektik; yapıcı olsun, hiç olmazsa, çalışma yaşamına girecek bu hükümler işyerlerinde uygulanabilir olsun, işçi istismar edilmesin, işyerlerinde huzur bozulmasın, huzursuzluk giderek ülkeye yansımasın. Amacımız üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. İşyerleri de bizim, işçiler de bizim, bu ülke de bizim. Ülkemizde yeteri kadar huzursuzluk var, yeteri kadar kriz var; yeni krizler geliştirecek tohumları atmayalım, ekmeyelim.

O nedenle, diyoruz ki biz, işçi istismarını hiç olmazsa birazcık önleyelim. Bakınız, biraz sonra, tekrar kürsüye çıktığımda size anlatacaklarım var, onun için, çok kısaca söylüyorum; çağrı üzerine haftada dört saat çalışarak, on saat çalışarak, yirmi saat çalışarak ev geçindirilemez. Hiç olmazsa, asgarî ücreti de dejenere edecek, belki asgarî ücretin çok çok altında, belki ayda bugünkü değerle toplam 100 000 000 lira alamadan çalışacak insanlara bir ücret garantisi getirelim diyoruz. Onun için de, hiç olmazsa, işçiye çağrı üzerine çalışma varsa, işçinin bir ay içerisinde alacağı ücret asgarî ücretin altında olamasın, bir asgarî ücret garantisi getirelim diyoruz. Asgarî ücret ne kadar; 225 000 000 lira. 225 000 000 lirayla, beş arkadaş, gittiğiniz bir lokantadan doğru dürüst çıkabiliyor musunuz? O insanlar bir ay ev geçindirecek. Biraz insaflı, biraz vicdanlıysanız, işçinin de insan olduğunu hatırlamanızı istiyorum ve burada, sadece asgarî ücret garantisi içeren bu önergemizin kabul edilmesini, bu doğrultuda oy kullanmanızı rica ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.

Sayın milletvekilleri, açıklamasını Sayın Çetin'den dinlediğimiz, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının ikinci fıkrasındaki "on saat" ibaresinin "yirmi saat", üçüncü fıkrasının son cümlesindeki "en az üç saat" ibaresinin "en az dört saat" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Salih Kapusuz

          (Ankara)

   ve arkadaşları

BAŞKAN - Önergeye Komisyon katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz.

BAŞKAN - Evet, çoğunluğunuz yok.

Hükümet?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor, Komisyon bir fikir beyan edemiyor.

Önergenin gerekçesini mi okutalım efendim?

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Çalışma hayatına daha faydalı olacağı kanaatindeyiz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gerekçesini dinlediğiniz, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, 14 üncü maddeyi...

OYA ARASLI (Ankara) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - 14 üncü maddeyi oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

14 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

İki Kâtip Üye arasında mutabakata varılamadı, yeni gelenler oldu.

Sayın milletvekilleri, Kâtip Üyelerimizin de görüşü doğrultusunda elektronik cihazla oylama yapacağım.

14 üncü maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunacağım.

Oylama için 4 dakika süre vereceğim.

Sisteme giremeyenler görevlilerden yardım isteyebilirler ya da pusula gönderebilirler.

Oylama işlemini  başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı vardır, 14 üncü madde kabul edilmiştir.

Şimdi, 15 inci maddeyi okutuyorum:

Deneme süreli iş sözleşmesi

MADDE 15. - Taraflarca iş sözleşmesine bir deneme kaydı konulduğunda, bunun süresi en çok iki ay olabilir. Ancak deneme süresi toplu iş sözleşmeleriyle dört aya kadar uzatılabilir.

Deneme süresi içinde taraflar iş sözleşmesini bildirim süresine gerek olmaksızın ve tazminatsız feshedebilir. İşçinin çalıştığı günler için ücret ve diğer hakları saklıdır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 15 inci madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın İzzet Çetin; buyurun.

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 13-14 Mart günlerinde görüştüğümüz ve daha sonra geri çekilen İş Kanunu Tasarısı, aradan geçen neredeyse iki aylık süreden bu yana Meclisin gündeminde uzun süre birinci sırada tutulduktan sonra bugün yeniden görüşülmeye başlandı. Gerçekten, bu yeni İş Kanunu Tasarısına ilişkin olarak az önce Sayın Bakanımı dinlerken üzüntüye kapıldım; çünkü, Sayın Bakanın, bu tasarıyı savunurken ne kadar inançlı, ne kadar içten savunduğunu ilk kez görüyorum; tasarıdan rahatsız olduğunu tahmin ediyordum. Örneğin, Sayın Bakan, ücret garanti fonunu gündeme getirdiğinde, zannedersiniz ki, işçi ücretleri garanti altına alınıyor. Oysa, birilerine "siz ücretleri ödemeyin, nasıl olsa bir fon kuruluyor, o fondan gereği yapılır" mesajı veriliyor. Sayın Bakan "bu yasa, işsizliği önleme konusunda önemli katkılar yapacak" diyor. Sayın Bakanla birlikte, Allah ömür verirse, hepimiz göreceğiz. Yine, Sayın Bakan "zarar karşılığı kesintiyi kaldıran bir düzenleme içeriyor" diyor.

Değerli arkadaşlarım, buna benzer, işçinin rızası alınmadan iş organizasyonunda görev almayacağını söylüyor Sayın Bakan. Sayın Bakan, bir kere, 10 000 000 dolayında açık işsizin olduğu bir ülkede, işsizlikten kapı kapı dolaşan, hepimizin kapılarını çalan 25-30 yaşında, hatta 35-40 yaşına gelmiş insanların, bir ekmek için bile yüksekokul mezunlarının inşaatlarda, lokantalarda çalışmaya hazır olduğu bir ortamda, elbette iş organizasyonunda yer almak isteyecek ve onun için de, ne yazık ki "ben, rıza göstermiyorum" deme iradesini gösteremeyecek. Herhalde Sayın Bakanım Türkiye'de yaşamıyor, Kastamonu'da doğmamış, herhalde Parlamentoya ilk defa geliyor, herhalde kapısını çalan hiç işçi ya da yurttaşımız yok!..

Sayın Bakan, bakınız, bu yeni yasa tasarısında, bizim 1475 sayılı meri olan İş Kanunumuzdan farklı olarak, pek çok çağrı biçimi, çalışma biçimi tasarıya girdi: Kısmî süreli ve tam süreli çalışma; çağrı üzerine çalışma; adına geçici iş ilişkisi dediğiniz, kiralık işçi, ödünç iş ilişkisiyle çalışma; telafi çalışması; belirli süreli çalışma, altişverende, yani, taşeronda çalışma, kısa çalışma; takım sözleşmesine tabi çalışma; şimdi görüşülmekte olan maddede olduğu gibi deneme süreli çalışma...

Değerli arkadaşlarım, bu kadar çok çalışma ilişkisi içerisinde, iş arayan, aş arayan, kapı kapı dolaşan insanların önüne bir akit koyduğunuzda, acaba, size saydığım on maddeden, on tip çalışmadan hangisi önüne konuldu, ne bilecek garip?! Sayın Bakan "bunların hepsi fiilen uygulamada" diyor; az önce de söyledim. Bir kere, hepsinin var olduğunu düşünsek bile, deneme süreli çalışma diye bir çalışmanın İş Yasasında olmasına ya da dünyada örneğinin bulunmasına imkân ve ihtimal yoktur. Nedir deneme süreli çalışma?

Değerli arkadaşlar, insanoğluyuz; hepimiz, doğuyoruz, büyüyoruz, belli bir yaşa geldiğimiz zaman, bir izdivaca karar verdiğimizde, karşımıza beğendiğimiz bir kız çıktığında -kızsak, karşımıza erkek, delikanlı çıktığında- bir nişanlılık devresi geçiriyoruz; yeni tanışıldığı için, mutlu bir evliliğe giden yolda, taraflar birbirini tanısın diye. Kız, erkeği beğenmeyebilir; erkek, kızı beğenmeyebilir, mutlu bir evlilik olmayabilir. Deneme süresi de, deneme süreli çalışma olmayıp, işçinin, kendisine sunulan işi beğenip beğenmemesi, işyerini beğenip beğenmemesi, çalışma ortamını beğenip beğenmemesi; işverenin, işçiyi beğenip beğenmemesi, işçiden istenilen yetenekleri, nitelikleri bulup bulmaması ya da işçinin işe girerken birtakım özelliklerini abartılı anlatması durumunda, öyle olmadığını anlaması hallerinde, bu iş ilişkisinin ileride verimli olmayacağını taraflardan birinin görmesi halinde, bu ilişki ortadan kalksın deyip, hiçbir taahhüdü tazammum etmeden, yani, taraflara bir tazminat yükümlülüğü olmadan, tarafların, serbestçe, iş akdini tek taraflı feshedebilmesine olanak veren bir süredir. Biz, eğer, böyle bir çalışma ilişkisini, deneme süresini, yani, nişanlılık devresini, birdenbire, deneme süreli iş sözleşmesiyle çalışma biçimi olarak kabul eder, yasanın içine koyarsak, neler olacaktır?

Değerli arkadaşlarım, bir kere, bundan önceki uygulamada, 1475 sayılı İş Yasası hükümlerine göre, işçilerin, fabrikalara, işyerlerine giriş çıkış süreleri onbir ayda bir oluyordu. Oniki ayda olursa, işçi, kıdem tazminatına hak kazanır; oniki ayda olursa, ilişki, süresi belirsiz sürekli hizmet aktine dönüşür diye, işçi onbir ay sonra çıkarılır, bir ay sonra geri alınırdı.

Şimdi getirilen düzenlemeyle, iki aylık süre dört aya çıkarılsın isteniyor. Bazı işverenlerimiz, TİSK'in temsilcisi geçtiğimiz günlerde buralarda dolaştı, onlar da, deneme süreli sözleşme altı ay olsun diyor.

Ne olacaktır altı ay olunca, dört ay olunca ya da deneme süresi yerine deneme süreli iş sözleşmesi yapılınca; işçiler, geçtiğimiz yıllarda onbir ay çalışırken, iki ay ya da dört ay çalıştırılıp kapının önüne konulacak, yerine yeni işçi alınacaktır. Akit süresi dört ay. Yani, bunu, hiç koymanıza gerek yok; nasıl olsa belirli süreli çalışma koyuyorsunuz; işçiyle akit yaparken süresini üç ay koyarsınız, üç ay sonra da kapının önüne koyarsınız.

Deneme süreli çalışma derseniz, bu da, bir aldatmacadan öte bir yere varmaz.

Biz, eğer, yasa yapıyorsak; eğer, bu yasa, ülkemizde çalışma yaşamındaki ilişkileri, kuralları yirmi yıl, otuz yıl belirleyen bir muhteva içerecekse, böyle bir düzenlemeye gerek yok.

Sayın Başkan, deneme süreli iş sözleşmesi olmaz, deneme süresi olur; deneme süresidir. Bu, bir nişanlılık devresi gibidir; işi, işçiyi beğenip beğenmeme konuları da tarafların özgür iradesine bırakılır.

Değerli arkadaşlarım, iş hukukunun temel felsefesi ve temel özelliği, işçinin hukuku olmasıdır. Eğer, İş Yasasında, çalışma yaşamında bir değişiklik yapılacaksa, yapılması gereken değişikliğin, çalışanın lehine olması gerekir.

Bize üniversitede iş hukukunu öğreten bilim adamları, bunun üç önemli kuralını söylemişlerdi. Bunlardan biri, iş hukukunun temel özelliklerinden, felsefesinden biri işçiyi koruma ve yardım ilkesidir. Yani, eğer, taraflar, böylesi bir çalışma yaşamında eşit kabul edilmiyor, işçi, her zaman, işveren karşısında güçsüz, muhtaç ya da her zaman zayıf konumdaysa, yasa koyucu, yasa düzenlerken bir hüküm koyacaksa, onun, çalışanı koruması asıldır.

İkincisi, nispî kuralları içermesi; yani, bir değişiklik yapılacaksa, sadece çalışanın yararına değişiklik yapılmasıdır.

Üçüncüsü de, eğer, bu yasalarda bir boşluk varsa, işçi lehine yorum ilkesidir.

Biz, bütün bunları yok sayıyoruz. Bütün hukuk kurallarını altüst edercesine madde metni koyup, işçiyi zapturapt altına alarak, iyi niyetli olmayan, gerçekten işçiyi istismar eden, çalışma sürelerini istismar eden, ücret ödemekten kaçınan, ülkede vergi vermekten kaçınan, kazandığını yurtdışına kaçıran, işverenleri özendirici, kayıtdışı ekonomiyi yeniden güçlendirici birtakım düzenlemelere doğru yol alıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, birbirimizi engellemek, birbirimizi yıpratmak gibi bir düşüncenin içerisinde olmadan, çalışma yaşamına barış ve huzur getirebilecek bir düzenleme yapacaksak -ki, görevimiz o- o zaman "deneme süreli iş sözleşmesi" diye bir kavramın bu yasanın içerisinde olması, bu Meclisin, ilerideki dönemlerde ayıplı bir hukuk kuralı koyduğunu ortaya koyacak ve hepimiz mahcup olacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

İZZET ÇETİN (Devamla) - Geliniz "deneme süreli iş sözleşmesi" maddesini, 1475 sayılı Yasada var olduğu biçimiyle "deneme süresi" olarak düzeltelim. Bu konuda bizim önergemiz var. Bu "deneme süresi" olsun ve taraflar da birbirinden hoşnut değilse, iki aylık sözleşmeyi de üç aya çıkarabilen bir süre içerisinde, tazminatsız olarak akitlerini feshedebilsinler.

Oturmuş bir madde. Ülkemizde yerleşmiş, toplusözleşmelerle işçiler tarafından iyice kavranılmış, işverenlerimiz açısından hiçbir sıkıntı yaşatmayan, sendikalarımız açısından da bir sorun olmayan, sorunsuz bir maddeyi sorunlu hale getirmemize hiç gerek yok diyorum.

Hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çetin.

Madde üzerinde, şahısları adına söz istekleri var.

Antalya Milletvekili Sayın Feridun Baloğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1 Mayısın üzerinden bir hafta geçmeden, İş Kanunuyla ilgili yeni bir düzenlemeyi tartışıyoruz; sabrınıza ve zamanlamanıza hayranım.

Bu tasarının geliş biçimi ve şu anda Genel Kurulda yaşanan ilgisizlik, bu madde üzerinde konuşma isteğimi yok etmiştir. Gün olur, konuşmanın yararı kalmaz ve konuşmamak, dinlenilmeyen bir konuşmadan daha doğru olur. Sizi, emeğe olan saygınızla ve vicdanınızla baş başa bırakıyorum!

Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Baloğlu.

Denizli Milletvekili Sayın Haşim Oral; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; benden önce konuşan arkadaşımın da söylediği gibi, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir maddenin olmadığını ben de iddiayla söyleyebilirim; çünkü, deneme süresi, hem işverenler için hem işçiler için gerekli bir süre olup, bunu, ayrıca, çalışma yaşamının içinde ayrı bir yasa maddesi gibi sunmak, çok açıkça söyleyeyim, şu anda tatlı ve en rahat şekilde çalışan bir maddeyi sulandırmaktan öteye geçemez.

Bir işveren bir işçiye kapısını açtığı zaman der ki: "Ben, seni iki ay deneyeceğim, üç ay deneyeceğim; ancak, bu sürenin sonunda, sen, benim istediğim kalitede iş üretemezsen, o zaman, biz, seninle iş aktimizi askıya alırız." Ancak, böyle bir yasa gündeme geldiği zaman ne olur biliyor musunuz; özellikle bizim gibi bir ülkede -Sayın Bakanım, dikkatinizi çekiyorum- iş tariflerinin yapılmadığı, sosyal güvencenin olmadığı ülkelerde, siz, eğer böyle, çalışanları ve çalıştıranları, dünyanın hiçbir yerinde olmayan, ILO standartlarına uymayan bir sistemin içinde karmaya, hamur etmeye kalkışırsanız, buradan çıkacak sonuçlar, istihdamı önlemek için değil -altını çizerek söylüyorum- bir işyerinde çalışan insan sirkülasyonunu artırmaktan öteye geçmez. İstihdam, işyerlerinin sayısını sınırlı tutarak artırılmaz, işyerlerinin sayısını artırarak yaratılır. Eğer, siz, deneme süresiyle, çağrıyla, insanlara iş sunma konusunda işverenlerimizi ve iş tarifi yapılmayan işyerlerimizi bu şekilde, yasal olmadığını söylediğimiz, daha doğrusu, daha önce yasalarımızda yer almayan birtakım maddelerle muhatap ederseniz, sizin bu çağrınız da, sizin bu deneme süreniz de, bir süre sonra, şu anda bulunduğu konumlardan daha sıkıntıya girer; çünkü, siz, işverenin ve işçinin diğer haklarına da tecavüz etmiş oluyorsunuz yasayı bu şekilde sulandırarak. Dolayısıyla, bu konudaki duyarlılığımızın, Sayın Bakanımız, Sayın Komisyonumuz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından değerlendirilmesini istiyoruz.

Deneme süresi diye bir kavram vardır. Bu kavram, işverenle işçi arasındadır. İşveren, işçisini alırken, zaten, işyerine yakın olanı öncelikle tercih eder, işyerinde üretime katkı koyacak olanı tercih eder, ondan sonra onu dener. Örneğin -çok açık bir şey söyleyeyim- Denizli'de tekstil sektörü çok gelişmiştir. Burada, siz, bir işçiye, bir ayda paketlemeyi ve kalite kontrolü öğretirsiniz. Şimdi, düşünebiliyor musunuz; siz, Denizli'de çalışan bütün kalite kontrolcüleri, paketleme servisinde çalışan işçileri dört ayda bir değiştirme hakkını veriyorsunuz işverene. Peki, bunun çağdaşlık neresinde, ILO standartlarına uygunluk neresinde, bunun sendikalara vereceği katkı neresinde?!

Çok açıkça söylüyorum; bu maddeler, ne işverenimize ne işçimize ne de o esen rüzgârın önünde dikilmeye çalıştığı iddia edilen sendikalarımıza hiçbir katkı koymayacaktır.

Bizim, ülkemizi, emeğimizi, işverenimizi, sermayemizi korurken, önce yurt dışındakilere değil de yurt içindeki aksaklıklara, yurt dışında olan uygulamalara değil de şartlarımıza, kurumlarımıza, daha doğrusu, bizim iş yaşantımıza uyan konulara özen göstermemiz lazım. Bu nedenle, bu konulardaki duyarlılığımızın, gerçekten, sizler tarafından da sahiplenilmesini istiyoruz.

Bir parantezi özellikle sunmak istiyorum. Sakın ha sakın, ne olur, burada, bu takım yasaları savunurken, sendikaların güçlenmesinden bahsetmeyelim. Sendikaların güçlenmesi için, sendikaların rahatlıkla işyerlerine girebilmesi lazım; sendikaların, işyerlerinin yönetiminde söz sahibi olması lazım; sendikaların, 12 Eylülden sonra olduğu gibi, damarlarının tıkanmaması lazım.

Onun için, bu konulardaki duyarlılığımızın birtakım farklı kılıflarla bize anlatılmaya çalışılması, daha doğrusu, 70 milyona anlatılmaya çalışılması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Oral, mikrofonunuzu açıyorum; lütfen, toparlayın.

V. HAŞİM ORAL (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bunun 70 milyon tarafından iyi anlaşılmasından yanayız.

Bu sebeple, Sayın Başkanın da hoşgörüsüne sığınarak ve teşekkür ederek, sizlere ve 70 milyona haykırıyorum; bu yasaların, bizim çalışma yaşamımıza, emeğimize, işverenimize hiçbir katkısı olmayacaktır; aksine, yarınlarımızı daha da sıkıntılı duruma sokacaktır diyorum; hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Oral'a teşekkür ediyoruz.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının "Deneme Süreli İş Sözleşmesi" başlıklı 15 inci maddesinin madde başlığının ve madde metninin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Oğuz Oyan

İzzet Çetin

Enver Öktem

 

İzmir

Kocaeli

İzmir

 

Muhsin Koçyiğit

Muharrem Doğan

Hüseyin Özcan

 

Diyarbakır

Mardin

Mersin

Deneme süresi

Madde 15. - Sürekli hizmet akitlerinde deneme süresi en az bir, en çok iki aydır.

Bu süre, toplu iş sözleşmeleriyle üç aya kadar çıkarılabilir.

Bu süre içinde taraflar, iş sözleşmelerini, bildirim süresine gerek olmaksızın ve teminatsız feshedebilirler. Ancak, işçinin çalıştığı günler için ücret ve diğer haklar saklıdır.

BAŞKAN - Okunan önergeye Komisyon katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergenin sahipleri, acaba gerekçeyi mi okutalım, konuşmak mı istersiniz?

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Gerekçe okunsun.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Deneme süresi, işçi ve işveren açısından bir tanışma süresidir. Bu sürede işçi işe, işyerine veya işverene alışamayabilir veya işveren işçinin uyumundan, verimliliğinden, işe sadakatinden memnun kalmayabilir. Deneme süresi, işçinin tazminatını alarak tek taraflı işten ayrılması veya işten çıkarılması süresini ifade eder.

Deneme süreli iş sözleşmesi diye bir kavram olmaz. Bu tür akit de olmaz. Şayet, böyle bir sistem kurulacak olursa, periyodik olarak her deneme süresi sonunda işçilerin, işten çıkarılıp, yeni işçilerin işe alınmaları gündeme gelebilir.

Bu düzenleme, örgütlenme özgürlüğünü de sekteye uğratacaktır.

BAŞKAN - Gerekçesini okuttuğum, Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

15 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 15 inci madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 18.16

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati :18.30

BAŞKAN : Başkanvekili İsmail ALPTEKİN

KÂTİP ÜYELER : Mevlüt AKGÜN (Karaman), Ahmet KÜÇÜK (Çanakkale)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 75 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

73'e 1 ek sıra sayılı Kanun Tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - İş Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/534)
(S. Sayısı : 73 ve 73'e 1 inci Ek) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) -Sayın Başkan, yetersayı yok.

BAŞKAN - Şimdi 16 ncı maddeyi okutuyorum:

Takım sözleşmesi ile oluşturulan iş sözleşmeleri

MADDE 16. - Birden çok işçinin meydana getirdiği bir takımı temsilen bu işçilerden birinin, takım kılavuzu sıfatıyla işverenle yaptığı sözleşmeye takım sözleşmesi denir.

Takım sözleşmesinin, oluşturulacak iş sözleşmeleri için hangi süre kararlaştırılmış olursa olsun, yazılı yapılması gerekir. Sözleşmede her işçinin kimliği ve alacağı ücret ayrı ayrı gösterilir.

Takım sözleşmesinde isimleri yazılı işçilerden her birinin işe başlamasıyla, o işçi ile işveren arasında takım sözleşmesinde belirlenen şartlarla bir iş sözleşmesi yapılmış sayılır. Ancak, takım sözleşmesi hakkında Borçlar Kanununun 110 uncu maddesi hükmü de uygulanır.

İşe başlamasıyla iş sözleşmesi kurulan işçilere ücretlerini işveren veya işveren vekili her birine ayrı ayrı ödemek zorundadır. Takım kılavuzu için, takıma dahil işçilerin ücretlerinden işe aracılık veya benzeri bir nedenle kesinti yapılamaz.

BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Bayram Meral; buyurun.

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; tabiî ki, aslında, hiç sinirlenmememiz gereken, temsil ettiğimiz halkımız için, çalışanımız için, işverenimiz için bir yasa tasarısı görüşüyoruz. Daha iyisini nasıl yaparız, bunu düşünmemiz gerekirken, maalesef, istemeyerek bazı serzenişler söz konusu oluyor.

Sayın milletvekilleri, ne derseniz deyiniz, ben, otuz yıldır bu işin içerisindeyim. 3008 sayılı İş Yasası, 931 sayılı İş Yasası, 1475 sayılı İş Yasası; bunların içerisinde yoğruldum. 12 Eylül geldi, gerek 931 sayılı Yasada gerekse 932 sayılı Yasada gerekse İş Yasasında büyük tahribat yaptı ya da daha doğrusunu söylemek isterseniz, işveren kesimi, o zaman -belki biliyorsunuz, yenilememe gerek yok- işçiler gülüyordu, şimdi de biz gülelim... Bunu hep birlikte izledik.

Burada -yalnız kıdem tazminatı hariç- hangi maddelerde talep ve teklif yapmışsa işveren kesimi, bunlar harfiyen yerine getirildi; isterseniz, eski mevzuatları açın, karşılaştırın, noktasına virgülüne kadar aşağı yukarı birbirini tutuyor. Şimdi, bugün de, işveren kesimlerimizin bir bölümünün istekleri doğrultusunda... Ki, ben, özellikle şunu da söylemek istiyorum: Burada ne yazarsanız yazın, bazı işverenlerimiz var ki, çalıştırdığı işçisini, çalıştırdığı memurunu, çalıştırdığı müdürünü bu yasalara rağmen korur ve gözetir. Burada her şeyi yazmakla, birçok işveren çalıştırdığı insanları kapısının dışına bırakacak diye, asla, böyle bir düşüncemiz yok; ama, kayıtdışı ekonomi kapsamında olanlar, elbette ki, bazı sorunları, bazı sıkıntıları çalışanlara yaşatıyor.

Değerli milletvekilleri, bu takım sözleşmesi, şu anda elimde bulunan 1475 sayılı İş Yasasında da var, şu ana kadar pek uygulanmadı; ama, bundan sonra, yani, İş Yasasının kapsamına öyle maddeler girdi ki, bunların bir bölümü çalışanların hakkını, hukukunu ortadan kaldırmaya yönelik, bir bölümü sendikal hareketi ortadan kaldırmaya yönelik. Yani, sendika ve sendikacılar, çalışanlara bazı menfaatlar temin edemiyorsa, işçilerin sendikalarda örgütlenmesinin bir anlamı yoktur.

Peki, biz, Avrupa Birliğine katılacaksak, Avrupa Birliğinde, her vesileyle, işçisi, işvereni, hükümeti, ülkesinin sorununu, işverenin sorununu, çalışanın sorununu ortaklaşa çözdüğü bir ortamda, biz, bir bölümü yok etmeye veya istemeyerek, bilemeyerek, düşünemeyerek yok etmeye çalışıyorsak, hangi güçle, hangi haklılığımızla Avrupa Birliğine katılacağız?!

1475 sayılı Yasada "takım sözleşmesi"ydi; fakat, burada başlık değiştirilmiş "Takım sözleşmesi ile oluşturulan iş sözleşmeleri" ne dönüştürülmüş. Şimdi, her şeyde kasıt aramıyoruz; bu tasarının 16 ncı maddesinin bir paragrafını okumak istiyorum: "Birden çok işçinin meydana getirdiği bir takımı temsilen bu işçilerden birinin, takım kılavuzu sıfatıyla işverenle yaptığı sözleşmeye takım sözleşmesi denir."

Bu nedir değerli milletvekili arkadaşlarım? Geçmişte, belki, bu, hayata geçmedi; ama, bu maddeler geldikten sonra, bu maddenin de hayata geçeceğinden ciddî endişemiz var. Bu nedir; bir yerde işçiye ihtiyaç olur, bir zat, 30-40 kişiyi etrafında toplar, o değerli işverene gider, o işverenle, bu işçiler adına takım sözleşmesi yapar. Ne olur burada?.. Bir toplu sözleşme yapmak için üye yapacaksınız, çoğunluğu elde edeceksiniz, Çalışma Bakanlığına müracaatta bulunacaksınız. Çalışma Bakanlığı size yetki verecek, Çalışma Bakanlığından sonra işverene çağrıda bulunacaksınız, toplusözleşme masasına oturacaksınız. Bu, bu seyri ortadan kaldırır; bugüne kadar yapılmadı; ama, kaldırır. Bu maddenin son fıkrasında bir hüküm daha var; orada deniliyor ki, bu kılavuza herhangi bir ücret, vesair ve buna benzerleri ödenmez.

Değerli arkadaşlar, şimdi, bu, büyük bir anlamda sendikal hareketi kıran, zayıflatan veya sendikalar karşısında bunu kullanan bir madde haline getirildi. Bu, geçmişte uygulanmadı, tutmadı; ama, bugün, bu maddeleri sıralayacak olursak, bizim karşı çıktığımız ve sizin de içinizden karşı çıktığınız ama bir şey yapamadığınız bu maddelerin bir seyridir, akışıdır. Yarın, bu maddelerin yürürlüğe girmesiyle -ki, bu maddeleri her vesileyle okuyoruz- işyerinin bir bölümünün devri; bir işyeri var ve bir bölümünü devrediyorsun, gitti; ne olacak, düzeni ne olacak?! Geçici iş ilişkisi, iş sözleşmesinin devri; sözleşme yapıyorsun...

Değerli arkadaşlarım, kusura bakmayın, bu, düpedüz işçiyi bir başkasına pazarlamaktır; yanlış anlamayın, söylüyoruz alınıyorsunuz; adı, bu. Yani, şimdi, ben, bir işverenim, işçiyi çalıştırıyorum; biri geldi dedi ki, benim şurada kısa süreli bir işim var, şu işçileri bana devret. Peki, bunun adı köle satışı değil de nedir; bu, kölelik değil de nedir değerli arkadaşlarım?! Bunu, birine veriyorsunuz; satıyoruz daha doğrusu, kusura bakmayın. Nedir bunun adı? Eğer, daha değişik bir adı varsa, bunun adını koyun. Ben, eskiden siyasetçileri izlemeye çok meraklıydım; bakınız, bir gün bir siyasetçiyi izliyorum, siyasetçi "zenginden alıp fakire vermenin adına komünizm diyorsunuz; fakirden alıp zengine vermenin adı ne?" dedi. Şimdi, biz, buna "köle devri" diyoruz; eğer, sizin bildiğiniz bir modern ad varsa, bunu söyleyin, kabul edelim. Var mı bunun başka türlü adı? Yani, işçiyi birine pazarlamanın başka adı var mı değerli milletvekilleri?

HALİL AYDOĞAN (Afyon) - İşine son verse daha mı iyi?!

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Bakınız, Sayın Genel Müdürüm, işine son verilmesi, verilmemesi ayrı bir konu. Biz, işine son verilmemesi sistemini düşünüyoruz, işsizliğin ortadan kaldırılmasını düşünüyoruz, yoksulluğun ortadan kaldırılmasını düşünüyoruz, insanların birbirinin servetine hor bakmasının ortadan kalkmasını düşünüyoruz; bunun için buraya geldik, bunlara çözüm bulacağız diye buraya geldik, halka bunun sözünü verdik. Eğer, ekmek kuyruğunu seyredeceksek, onları gördüğümüz zaman, bizi tanımasın diye, yüzümüzü bir tarafa çevireceksek, eğer, kapımıza gelen, ağlayan, iş isteyen, o yüksek tahsillileri gördüğümüz zaman bir başka yerlere gideceksek, o zaman oturalım, burada, ona bir çözüm bulalım, onun yollarını arayalım; ama, biz, bunu yapmıyoruz. Biz diyoruz ki, sendikalar demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bugün, Avrupa Birliğinde, sendikalar söz sahibidir. Bugün, Avrupa Sendikalar Birliğinin (ETUC) -ben, oranın onbir yıl yönetim kurulu üyeliğini yaptım-  bazı sendikaları Avrupa Parlamentosunda üyedir.

Şimdi, siz, burada, sendikaları yok etmek için, işçilerin kazanılmış haklarını kısmak için yasa tasarısına elinizi kaldırıyorsunuz. Yahu, allahaşkına, bugüne kadar, bizim söylediğimiz, Cumhuriyet Halk Partisinin ortaya koyduğu, söylediği hiç doğru bir şey yok mu; yani, hepsi yanlış mı bunun?! Şurada, bir sürü doğrular söylüyoruz; bir tanesine elinizi kaldıramaz mısınız?! Birisine, deseniz ya, kardeşim doğrudur, ey bizim yöneticiler, yapmayın, bu Meclisin çatısı altında bir uyum sağlayalım, ülkenin ciddî sorunları var, her gün sorunlar üzerimize geliyor, içte sorunumuz var, dışta sorunumuz var. Bunları ortadan nasıl kaldırırız? Birbirimizi uğraşmakla değil, çalışanların sırtına yük yüklemekle değil. Her insanın geliri oranında bir ortam yaratırsak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Meral, tamamlayın.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Hemen tamamlıyorum.

Söylüyoruz, alınıyorsunuz. Vergi barışı çıkardık, işçinin, çalışanın bundan kaç kuruş yararı oldu? Geçenlerde bir gazetede okudum değerli arkadaşlarım, 20 katrilyon alamadığımız vergi, topladığımız 6 katrilyon, seviniyoruz; peki, gerisi nerede kaldı; 14'ü nerede kaldı; gitti. Peki, buradan emeklinin bir kârı var mı, memurun kârı var mı, işçinin kârı var mı? Kimin birikimlerini kime affettik? Şimdi, bunu söylediğimiz zaman elbetteki birileri rahatsız olur; ama, siz niye rahatsız oluyorsunuz? Siz bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak için buraya gelmediniz mi?

Değerli arkadaşlarım, şimdi benim sizden ricam, bakınız bize gelen bilgiyi söylüyorum, yanlış anlamayın, burada iki sendikacı arkadaşım yok. Onlardan birisi geldi bana dedi ki,  biz oturduk, yöneticilerimizle, hükümetimizle anlaştık, geçen üç madde üzerinde tekriri müzakere verilecek, düzeltilecek, bu, tansiyonu düşürecek. Şimdi komisyondaki arkadaşlarım benim arkadaşlarım kusura bakmasın, ne oluyor biliyor musun; kendileri önerge veriyorlar, önerge komisyon başkanına gidiyor, okuyorlar, bu sefer tersine ellerini kaldırıyorlar; böyle bir şey de olmaz arkadaşlar... Kendi verdikleri önerge. Şimdi kendi önergesini kabul etmeyen, bizim önergeyi elbetteki -bir noktada düşünüyorum teskin oluyorum- hiç kabul etmez.

Değerli arkadaşlarım, onun için şunu bir kez daha ifade etmek istiyorum: Bakınız, burada kamuoyu bizi izliyor.

BAŞKAN - Sayın Meral, tamamlar mısınız.

BAYRAM ALİ MERAL (Devamla) - Hemen bitiriyorum Başkanım, hemen iki kelime.

Geliniz, ne işverenimizi üzelim, ne işçimizi üzelim; burada barışı kuran, üretimi artıran, güveni artıran, verimi artıran bir sistemi ortaya koyalım ve her iki taraf da, çıktığımız zaman elimizi sıksın. Bunu istiyorum değerli arkadaşlarım.

Hepinize teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Meral.

Madde üzerinde şahısları adına söz isteği var. İlk söz isteği İzmir Milletvekili Sayın Enver Öktem'in.

Sayın Öktem?..

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Onun yerine ben konuşacağım efendim.

BAŞKAN - Efendim, Kocaeli Milletvekili Sayın İzzet Çetin, konuşacak.

Buyurun Sayın Çetin. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; takım sözleşmesine ilişkin madde üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu, 1475 sayılı İş Yasasında da var olan bir düzenleme. Tabiî, burada, şimdiye kadar konuştuğumuz konulardan biraz farklı bir durum var. Gerçekten, işletmelerimizin, işyerlerimizin daha verimli çalışması, rekabet edebilir bir düzeye taşınması için, hem iyi bir organizasyonun hem de iyi bir çalışma ortamının olması kaçınılmaz.

Bu maddenin, İş Yasamızın içinde olmakla birlikte, sanayimizle ilgili, küçük, orta ölçekli işletmelerimizle ilgili, çok fazla bir bağı yok, daha çok, bir nevî, Orta Çağın çalışma koşularının 1475 sayılı Yasada var olduğunu, korunması gerektiğini düşünen bir mantık o yasaya yerleştirmişti. Şimdi, daha da geriye giden bir düzenlemeyle, yeni iş yasasının da içinde yer alıyor. Oysa, adına, takım sözleşmesinden çok, işçi simsarlığı da diyebileceğimiz çalışma ilişkilerini ortadan kaldırmak varken, geriye götüren bir düzenlemeyle karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlarım, bununla, hangi durumlarda, nerelerde karşılaşırız: Ülkemizin güneyinde, güneydoğusunda, batıda, pamuk tarlalarında, korumasız, güvencesiz çalışan ırgatlar, işçiler vardır. Bunların ne kıdem tazminatı hakları vardır ne izin dertleri vardır, yani, yıllık izin isteme gibi bir alışkanlıkları, gelenekleri, kuralları vardır ne de güvenceli bir çalışma ortamının peşindedirler ne sigortaları vardır ne sosyal güvenceleri vardır; sadece, günlük yevmiye usulü çalışırlar; ama, ne yazık ki, yevmiyelerini de kendileri saptamazlar. Onların başında "elci" diye bir çeribaşı vardır, elci, gider, onlar adına, pamuk tarlasının sahibiyle pazarlık yapar ve onlar da, ne ücret verilirse onu alırlar. Gerçi, düzenlemenin içinde, 1475'te de "aktin yazılı yapılması gerekir" deniliyor; ama, böyle bir yazılı akitle karşılaşmak da mümkün değildir. Gerçekten, bu insanları, biz, bir bakıma, devletin koruması altına, sosyal güvenlik şemsiyesi altına almamız gerekirken, onların sağlık sorunlarını, ücret sorunlarını, yaşam sorunlarını devlet olarak, bakanlık olarak korumamız gerekirken, bir kişinin insafına terk eden bir düzenlemeyi tartışıyoruz.

Başka nerelerde gözüküyor bu; yine, güncel yaşamımızda sanatçıların, sporcuların ne sendikaları var ne sosyal güvenceleri var; ancak, onlar adına birisi akit yapıyor, sözleşme yapıyor. Hatta, çok yakın zamanda bile tanık olduğumuz şekilde, bir sporcu yıldızı parladığında, eh transferi konuşuluyorsa "menajerim bilir" diyor. Biz, burada, biraz da kendimizi aldatmak, herhalde, Meclisteki arkadaşlarımıza, bakın, böyle bir takımın başında adam olsa bile, o bunu gönüllü yapıyor deyip, kendimizi kandırmak için bir düzenleme getirmişiz, bir hüküm koymuşuz: "Takım kılavuzu için, takıma dahil işçilerin ücretlerinden işe aracılık veya benzeri bir nedenle kesinti yapılamaz" diye. Yani, o, bedava yapmaz bu işi; o, bir bakıma işçi simsarıdır, sanatçı simsarıdır, sporcu simsarıdır. Ne yapar; onun sırtından, onu pazarlayarak geçimini sağlar. Hem de, belki, o ırgattan, o pamuk tarlasında pamuk toplayan, fındık tarlasında fındık toplayan işçinin yevmiyesinden çok daha fazla, hepsinden 1 000 000'ar, 2 000 000'ar lira almış olsa, bir günde belki 30-40 kişinin, 50 kişinin, 100 kişinin aldığından daha fazlasını alır.

Biz, burada, maddenin içeriğine baktığımız zaman, acaba, sanayide böyle bir çalışma ilişkisi var mı diye düşünüyoruz. Yine, maddenin içeriğine baktığınızda, Borçlar Kanununun 110 uncu maddesine atıf yapılıyor; bu, eski kanunda da vardı.

Değerli arkadaşlarım, biz yasa koyucuyuz. Türkiye Büyük Millet Meclisi, gerçekten, toplumumuzun bütün kesimlerini gözeten, adil, eşit yasal düzenlemeler yapmak durumunda. Şimdi, biz, takım sözleşmesini, İş Kanunu Tasarısının içerisinden çıkararak, o tarz çalışan insanlarımızı da bu yasanın koruması altına almamız gerekirken, bir kişinin insafına terk ediyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çetin, lütfen sözlerinizi tamamlayın.

İZZET ÇETİN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bu, sosyal devlet anlayışına sığmaz, eşitlik anlayışına sığmaz. Özgürce işini seçebilme olanağı olmayan, bir iş bulduğunda, kim bulursa bulsun, yevmiyesinin yarısını ona vermeye gönüllü olan bir insanı, bir başkasına kul yapmayınız. Kulluk, çalışma ilişkilerinde olmamalı.

Onun için, bu metnin yasadan arındırılması, çıkarılması gerekir diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çetin.

Efendim, ikinci söz isteği, İstanbul Milletvekili Sayın Nusret Bayraktar'ın.

Buyurun.

Süreniz 5 dakika.

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz yasa tasarısının, aslında, Türkiye'de bekleyen birçok sorunların önünü açmak için, süratle çalışması gereken Meclisimizin, süratle, barış içerisinde, işçilerimizin, işverenlerimizin geleceğe dönük daha yeni hizmetleri ve faaliyetleri için kapıların açılmasına yönelik olacağı açısından, hızla burada görüşülüp tamamlanması gerektiği için -sözün detayına girmeden, bir de önceden bahsedilen konuların aynısını tekrarlamamak için, uzatmak istemiyorum- faydalı olacağı kanaatiyle oylanarak kabulünü talep ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bayraktar.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

16 ncı madde üzerinde 1 adet önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan yasa tasarısının "Takım sözleşmeleri ile oluşturulan iş sözleşmeleri" başlıklı 16 ncı maddesinin tümüyle tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Oğuz Oyan

Enver Öktem

İzzet Çetin

 

İzmir

İzmir

Kocaeli

 

Cevdet Selvi

Bayram Ali Meral

Muharrem Kılıç

 

Eskişehir

Ankara

Malatya

 

Feridun Fikret Baloğlu

Mehmet Küçükaşık

Feramus Şahin

 

Antalya

Bursa

Tokat

 

Mehmet Nuri Saygun

 

Mehmet Ziya Yergök

 

Tekirdağ

 

Adana

BAŞKAN - Efendim, önergeye Komisyon katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul)- Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergenin sayın sahipleri, konuşmak ister misiniz; yoksa, gerekçeyi mi okutalım?

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Gerekçeyi okutun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Takım kılavuzu, uygulamada, özel istihdam bürosu gibi çalışmaya elverişlidir.

BAŞKAN - Gerekçesini dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

16 ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

17 nci maddeyi okutuyorum:

Süreli fesih

MADDE 17.- Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir.

İş sözleşmeleri;

a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,

b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra,

c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra,

d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için, bildirim yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra,

Feshedilmiş sayılır.

Bu süreler asgari olup sözleşmeler ile artırılabilir.

Bildirim şartına uymayan taraf, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır.

İşveren bildirim süresine ait ücreti peşin vermek suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir.

İşverenin bildirim şartına uymaması veya bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek sözleşmeyi feshetmesi, bu Kanunun 18, 19, 20 ve 21 inci maddesi hükümlerinin uygulanmasına engel olmaz.

18 inci maddenin birinci fıkrası uyarınca bu Kanunun 18, 19, 20 ve 21 inci maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan işçilerin iş sözleşmesinin, fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işçiye bildirim süresinin üç katı tutarında tazminat ödenir. Fesih için bildirim şartına da uyulmaması  ayrıca dördüncü fıkra uyarınca tazminat ödenmesini gerektirir.

Bu maddeye göre ödenecek tazminatlar ile bildirim sürelerine ait peşin ödenecek ücretin hesabında 32 nci maddenin birinci  fıkrasında yazılan ücrete ek olarak işçiye sağlanmış para veya para ile ölçülmesi mümkün sözleşme ve  Kanundan doğan menfaatler de göz önünde tutulur.

BAŞKAN - Madde üzerinde ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart'ın.

Buyurun Sayın Kart. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA ATİLLA KART (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben de, konuşmama başlamadan evvel, diğer konuşmacı arkadaşlarım gibi, Bingöl depremi dolayısıyla, tüm ulusumuza başsağlığı, ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Bunun dışında, depremin yaralarının ağırlaşmasına yol açan tüm sorumluların sorgulandığı bir yapılanmanın, artık, bir an evvel gerçekleştirilmesi dileğimi de özellikle ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, görüşülmekte olan tasarının 17 nci maddesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu maddeyle ilgili değerlendirmeme geçmeden evvel, bu tasarının 13 üncü maddesine kadar olan görüşmeleri esnasında, Başkanlık Divanının 7 nci maddenin görüşülmesi esnasında yapmış olduğu bir İçtüzük hatasını, bir usul hatasını kayıtlara geçirme gereğini duyuyorum; çünkü, fahiş anlamdaki, fahiş sonuçlara yol açan bu ağır usul hatası, o zaman için kayıtlara geçmemişti. Başkanlık Divanı, 7 nci maddenin görüşülmesi esnasında şu hatayı yaptı değerli arkadaşlarım: Tasarının 7 nci maddesinin görüşülmesi esnasında, komisyon ve hükümet değişiklik önergesine katıldığı halde, Genel Kurul oylamasında, komisyon üyelerinden Çorum Milletvekili Sayın Agah Kafkas ve bazı üyeler ret yolunda oy kullandılar. Başkanlık makamının kullanılan oya müdahale etmesi herhalde düşünülemez; ancak, Başkanlık makamının, oylamanın sıhhatini etkileyen bazı fiilî durumları mutlaka ve resen tutanağa geçirmesi gerekirdi. Bu kapsamda, usul ve İçtüzüğe fahiş ölçüde aykırı olan ve oylamanın sıhhatini etkileyen, doğrudan etkileyen bu fiilî durumun Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili tarafından yapılan uyarılara rağmen tutanağa geçirilmemiş olmasının hukukla ve İçtüzükle bağdaşır bir yönü olamaz. Bu durum, aynı zamanda, üzülerek ifade ediyoruz, güven zafiyetine de yol açmıştır. Bu fahiş yanlışlığın bundan böyle tekrarlanmaması ve bu beyanımızın tutanaklara geçmesi bakımından, öncelikle, işbu açıklamanın yapılmasında yarar gördüğümü ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının   17 nci maddesi "Süreli fesih" başlığını taşımakta olup, mevcut yasanın, şimdiye kadarki 1475 sayılı temel yasanın -ama, hangi anlamda temel yasa; Anayasada kastedilen anlamda bir temel yasa değil, iş hukuku anlamında bir temel yasadan söz ediyorum- 13 üncü maddesinde düzenlemesi yapılan "Akdin feshinde bildirim" başlığını taşıyan maddeye isabet etmektedir. Uygulamada "ihbar ve kötü niyet tazminatı" olarak bilinen bu maddenin düzenlenmesinde, esas itibariyle, işçi lehine mevcut olan birtakım haklar korunmuştur. Bu tasarıyla da, bu teklifle de, bu düzenlemeyle de bu haklar büyük ölçüde korunmuştur.

Bunun yanında, getirilen bu düzenlemede, maddenin altı ve yedinci fıkralarında yeni birtakım haklar da getirilmiştir. Bu düzenlemelerle, tasarının 18, 19, 20 ve 21 inci maddeleriyle getirilen haklar korunmak istenilmiştir; ancak, fesih usulüne itiraz, feshin haklı sebeplere dayanması gibi başlık taşıyan bu maddelere ilişkin olarak, yine, şunu ifade etmek istiyorum: ILO sözleşmelerinde düzenlemesi yapılan teknik unsurların tamamı bu maddelerde yer almamıştır. Buna rağmen, getirilen düzenlemeyle, yargı yoluyla da olsa, işçinin işe iadesi sağlanmış olmakla, bunu, çağdaş ve olumlu bir değişiklik olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum. Aynı zamanda, bu düzenlemeyle, 657 sayılı Yasaya da bir uyum ve paralellik sağlanmış olmakla, yine, kamusal anlamda olumlu bir düzenleme yapılmış olmaktadır.

Yapılan düzenlemelerle, feshin geçerli ve haklı sebebe dayanması, ispat külfetinin işverene yükletilmesi, yargılamanın iki ay içinde bitirilmesi gibi birtakım zorunluluklar getirilmiştir. Bu değişikliklerin olumlu ve çağdaş düzenlemeler olduğu açıktır; ancak, mevcut yargılama usullerimizde yargılamanın iki ay içinde bitirilebileceğine inanmak mümkün değildir; gerçekçi olmamız gerekiyor. Ümit ediyorum ki, uygulamada, yasanın bu amir düzenlemesinin yerine getirilmesinde gerekli hassasiyet gösterilir; fakat, tekrar ifade ediyorum: Mevcut usul hükümleri ve duruşmaların iki üç ay sonrasına ertelendiği bir ortamda, yargılamanın iki ay içinde bitirilmesi yolundaki bir düzenleme, bir temenni olmaktan öteye gidemeyecektir. Bu düzenlemenin, mevcut yasal düzenleme içinde, yargının genel anlamdaki sorunları giderilmeden, hukuk ve ceza usulündeki düzenlemeler yapılmadan pratik bir anlamının olamayacağı görüşündeyiz.

Bütün bu hususların dışında, özellikle,,, mevcut tasarıda bulunan bir temel eksikliği dile getirmek istiyorum. Mevcut yasanın, şu anda uygulanmakta olan yasanın son  fıkrasında, tarafların ayrıca tazminat isteme haklarının saklı olduğu düzenlemesi mevcuttur. Bu madde, uygulamada, daha çok, haksız fesih uygulamalarında, işçinin kişilik haklarının ihlali durumunda, işçinin işverene karşı dava hakkını kullanması şeklinde tezahür etmektedir. Yeni getirilen tasarıda ise, bu düzenleme tamamen ortadan kaldırılmış olmaktadır. Oysa, mevcut düzenlemedeki temel amaç, işverenin fesih hakkını kötüye kullanması ve işçinin kişilik haklarının Medenî Kanun ve Borçlar Kanununda düzenlendiği şekilde ihlal edilmesi halinde, işçinin manevî tazminat talep etme hakkını koruma amacına yöneliktir. Yeni tasarı ise, işçinin bu temel hakkını ortadan kaldırmaktadır. Kazanılmış hakları ortadan kaldıran bu düzenleme, ancak, olaya işveren açısından bakış kavramıyla açıklanabilir. Oysa, hep ifade ettiğimiz üzere, bilindiği üzere, iş hukukunun temel amacı, daha güçsüz durumda olan işçiyi korumaktır. Bu sebeple, tutarlı olmak ve samimî olmak adına ifade ediyoruz; bu maddeyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna mensup arkadaşlarımız tarafından verilen değişiklik önergeleriyle birlikte maddenin kabulü sağlandığı takdirde, amaca ve hakkaniyete uygun düzenleme yapılmış olacağı düşüncesindeyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; iş güvencesini sağlamanın temel yolu, çalışma mevzuatımızın, bütün olarak, bütün unsurlarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da onaylanmış olan 158 sayılı ILO Sözleşmesiyle uyumlu hale getirilmesinden geçer. Daha sonraki adım ise, Avrupa Birliği ülkelerinde geçerli olan sözleşmelerin, ülkemiz mevzuatına taşınması yolundan geçer. Getirilen düzenlemenin bu esasları içermediği görüşündeyiz. Bu düzenlemeler yapılırken, elbette, işyeri güvenliği ve güvencesi kadar iş güvencesi şartlarının da sağlanması gerekir. Zira, yoğun iş güvencesi sisteminin olmadığı bir hukuk düzeninde, tüm iş hukuku kâğıt üzerinde kalmış demektir.

Getirilmiş olan mevcut yasa tasarısında, yasanın getiriliş yöntemi, içeriğindeki temel yanlışlıklar, sosyal taraflar arasında uzlaşma olmaması ve işçinin akdî özgürlüğünün ve serbest iradesinin kısıtlanmış olması sebebiyle, yasanın genelini olumsuz olarak değerlendiriyoruz. Buna rağmen, işbu maddede, yukarıda ve değişiklik önergelerinde sözü edilen önerilerimiz doğrultusunda düzenleme yapılması halinde, bu maddeye ilişkin olarak hukuka uygun bir düzenleme yapılmış olacağını beyan ediyor; şahsım ve Grubum adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kart.

Şimdi, madde üzerinde şahısları adına söz isteği var.

İlk söz isteği, Denizli Milletvekili Sayın Haşim Oral'a ait.

Sayın Oral, buyurun

Süreniz 5 dakika.

V. HAŞİM ORAL (Denizli) - Sayın Başkan, sayın  milletvekilleri; benden önce konuşan sayın konuşmacının söylediği gibi, bu maddeler veya benzer maddeler, bizim iş yaşamımızı, işveren ve işçi arasındaki iş barışımızı dumura uğratacak maddelerdir.

Buradan yola çıkarak, maddede "İş sözleşmeleri;

a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,

b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra,

c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra" gibi birtakım öngörüler var.

Şimdi, burada aslolan eğer süreli fesih ise, burada söz konusu olan hem işçinin hem işverenin bundan sonraki yaşamlarında birbirlerine karşı hasmane tutum içinde olmamaları ve iş barışının Türkiye'de özellikle bu yasalarla bozulmaması, bütün ülke için, bütün üretim için çok önemlidir.

Şimdi, bakıyorsunuz, biz, özellikle istihdam sağlamaya çalışırken, fesihleri ve benzer yasaları, benzer kurumları âdeta birbirine karıştırıyoruz ve daha da ileri giderek, işverenin tavrının daha katılaşması için, daha netleşmesi için, işçinin hukukî temellerinin elinden alınması için, âdeta, işverenlerimize diyoruz ki: "Bakın, siz şimdiye kadar güzel yapıyordunuz, doğru yapıyordunuz; ama, bundan sonra böyle yapmayın. Biz, size kolaylık sağlayacağız. Siz, istihdam yaratmak adına değil; ama, işçiyi istediğiniz gibi değiştirmek adına emeği kullanabilirsiniz." Bunların, Türkiye'de Türk emeğine, Türk sermayesine hiçbir katkısı yoktur. Dolayısıyla, 17 nci maddeyle ilgili, benden önceki konuşmacı arkadaşımın hukukî temeller üzerine kurduğu eleştirilerin özellikle dikkate alınmasını diliyorum, bu konuyla ilgili daha önce yaptığım öneriyi, öngörüyü bir kez daha dikkatlere sunuyorum.

Öncelikle, işyerinin iş güvenliği ve işçinin iş güvenliği gerekir. İstihdam için, işyerinde işçi sirkülasyonunu değil, işyeri sayısını artırmak gerekir; daha da ileri giderek, işyerinin, işin tarifi gerekir; ondan sonra oluşabilecek hak aramalarında da ILO standartlarının -altını çizerek söylüyorum- özellikle, hukuk kurallarının egemen olması gerekir; çünkü, hepimizin gözden kaçırdığı, Sayın Bakanlığımızın da özellikle görmek istemediği bir konu var: ILO standartlarında, artık, çalışma yaşamının standartları değil, sosyal güvence, yani, o ülkedeki emeğin sosyal güvencesi de, âdeta, masa üzerine yatırılmıştır. Dolayısıyla, hem standartları hem hukuku temsil eden, özellikle, Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bu konuda daha dikkatli olması ve bu konularda sadece işvereni değil, sendikaları da, demokratik kitle örgütlerini de dinlemeleri gerektiğini söylüyorum. Şu kadarını söyleyeyim: Bu konuda uzmanlaşmış kişilerin hiç birisi -iddiayla söylüyorum- Türkiye'de, bugün, barolardan, sendikalardan veya çalışma odalarından daha ileri değildir. Onların sesine kulak verilmesini diliyorum, emeğin ve sermayenin barış içinde yaşamasını diliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Oral, teşekkür ediyorum.

Şahsı adına ikinci konuşma isteği, Konya Milletvekili Sayın Atilla Kart'ın.

Sayın Kart?.. Yok.

Üçüncü söz isteği, Erzurum Milletvekili Sayın Mustafa Nuri Akbulut'un.

Sayın Akbulut?.. Yok.

Niğde Milletvekili Sayın Orhan Eraslan?.. Yok.

Manisa Milletvekili Sayın İsmail Bilen?..

İSMAİL BİLEN (Manisa) - Konuşmayacağım.

BAŞKAN - Evet, teşekkür ediyorum.

Madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, 17 nci madde üzerinde 2 adet önerge vardır. Bu önergeleri, önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık derecelerine göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının "Süreli Fesih" başlıklı 17 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Oğuz Oyan

İzzet Çetin

Enver Öktem

 

İzmir

Kocaeli

İzmir

 

Hüseyin Özcan

Muhsin Koçyiğit

Muharrem Doğan

 

Mersin

Diyarbakır

Mardin

Süreli fesih

MADDE 17. - Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir.

İş sözleşmeleri;

a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,

b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra,

c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra,

d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için, bildirimin yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra,

feshedilmiş sayılır.

Bu süreler asgarî olup sözleşmeler ile artırılabilir.

Bildirim şartına uymayan işveren, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır.

İşveren bildirim süresine ait ücreti peşin vermek suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir.

İşverenin bildirim şartına uymaması veya bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek sözleşmeyi feshetmesi, bu Kanunun 19, 20, 21 ve 22 nci maddesi hükümlerinin uygulanmasına engel olmaz.

19 uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca bu Kanunun 19, 20, 21  ve 22 nci maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan işçilerin iş sözleşmesinin, fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işçiye bildirim süresinin üç katı tutarında tazminat ödenir. Fesih için bildirim şartına da uyulmaması ayrıca dördüncü fıkra uyarınca tazminat ödenmesini gerektirir.

Bu maddeye göre ödenecek tazminatlar ile bildirim sürelerine ait peşin ödenecek ücretin hesabında 33 üncü maddenin birinci fıkrasında yazılan ücrete ek olarak işçiye sağlanmış para veya para ile ölçülmesi mümkün sözleşme ve Kanundan doğan menfaatlar da göz önünde tutulur.

BAŞKAN - İkinci olarak okutacağım bu önerge, aynı zamanda en aykırı önergedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan tasarının "Süreli fesih" başlıklı 17 nci maddesine aşağıdaki değişikliğin son fıkra olarak eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

İzzet Çetin

Atilla Kart

Oğuz Oyan

 

Kocaeli

Konya

İzmir

 

Cevdet Selvi

 

Enver Öktem

 

Eskişehir

 

İzmir

"İşçinin, genel hükümlere göre tazminat davası açma hakkı saklıdır."

BAŞKAN - Efendim, okunan bu son önergeye Komisyon katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Sayın önerge sahipleri, gerekçeyi mi okutalım?

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Gerekçe okunsun Sayın Başkan.

BAŞKAN- Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergenin gerekçesini okutuyorum:

Gerekçe: 1475 sayılı Yasanın 13/son maddesinde "tarafların ayrıca tazminat isteme hakları saklıdır" düzenlemesi mevcuttur. Bu madde, uygulamada daha çok, işverenin fesih hakkını kötüye kullanması ve işçinin kişilik haklarının ihlal edilmesi halinde, işçi tarafından kullanılmak suretiyle uygulama görmektedir. Ayrıca, mevcut bir yasal hakkın ortadan kaldırılmasını sağlayan ve bunun yanında diğer yasalardan doğan hakların kullanılmayacağı izlenimi ve bağlı olarak yargı aşamasında istikrarsızlık yaratacak düzenlemeler hukuka uygun düzenlemeler olarak kabul edilemez.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, biraz önce gerekçesini okuttuğum, Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının "Süreli Fesih" başlıklı 17 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

      İzzet Çetin

          (Kocaeli)

   ve arkadaşları

Süreli fesih

MADDE 17. - Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa bildirilmesi gerekir.

İş sözleşmeleri;

a) İşi altı aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak iki hafta sonra,

b) İşi altı aydan birbuçuk yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak dört hafta sonra,

c) İşi birbuçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından başlayarak altı hafta sonra,

d) İşi üç yıldan fazla sürmüş işçi için, bildirimin yapılmasından başlayarak sekiz hafta sonra,

feshedilmiş sayılır.

Bu süreler asgarî olup sözleşmeler ile artırılabilir.

Bildirim şartına uymayan işveren, bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek zorundadır.

İşveren bildirim süresine ait ücreti peşin vermek suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir.

İşverenin bildirim şartına uymaması veya bildirim süresine ait ücreti peşin ödeyerek sözleşmeyi feshetmesi, bu Kanunun 19, 20, 21 ve 22 nci maddesi hükümlerinin uygulanmasına engel olmaz.

19 uncu maddenin birinci fıkrası uyarınca bu Kanunun 19, 20, 21  ve 22 nci maddelerinin uygulanma alanı dışında kalan işçilerin iş sözleşmesinin, fesih hakkının kötüye kullanılarak sona erdirildiği durumlarda işçiye bildirim süresinin üç katı tutarında tazminat ödenir. Fesih için bildirim şartına da uyulmaması ayrıca dördüncü fıkra uyarınca tazminat ödenmesini gerektirir.

Bu maddeye göre ödenecek tazminatlar ile bildirim sürelerine ait peşin ödenecek ücretin hesabında 33 üncü maddenin birinci fıkrasında yazılan ücrete ek olarak işçiye sağlanmış para veya para ile ölçülmesi mümkün sözleşme ve Kanundan doğan menfaatlar da göz önünde tutulur.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Önerge sahipleri?..

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Çetin.

Süreniz 5 dakikadır.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 1475 sayılı Yasanın 13 üncü, yeni İş Yasasının 17 nci maddesi süreli feshe ilişkin; yani, ihbar süreleri olarak bildiğimiz ve uygulamada kıdem tazminatından sonra en çok tartışılan maddelerden birisi; ama, burada tartışma konusu, tabiî ki, biraz evvel anlattığım şekilde, İş Yasasının esas ruhu, çalışanı, işçiyi koruma özelliği taşımasıdır; onun hukukudur, onun lehine değişiklik yapılması gerekir.

Asgarî ücretimiz 225 000 000 lira ve bu ücretle çalışan 5 000 000'a yakın insanımız var. Sizler diyebilirsiniz ki "bunu da bulamayanlar var." Doğrudur; bir o kadar da, kayıt dışında, sigortasız, sendikasız, güvencesiz çalışan var; ama, bu sorun, hepimizin sorunu, ülkemizin sorunu. İşyerlerinde bir günü tam olarak geçirdikten sonra, 225 000 000 milyon lira aylık ücretle bir ay ev geçindirebilmek, çocuk okutabilmek, varsa yaşlı anasına babasına bakabilmek, herhalde, pek kolay bir iş değil; pek kolay değil, imkânsız bir şey. Tabiî, toplumumuzda, böylesi birtakım olumsuz ücret koşulları nedeniyle, hiç istenmeyen olaylar, istenmeyen davranışlara da tanık oluyoruz.

Bir işçi, 225 000 000 liraya çalıştığı işyerinden çok daha iyi koşullarda bir iş bulduğunda oraya giderse, kendisinden ihbar tazminatı istenmekte. Buradaki "taraflar" ibaresiyle, hem işverenin hem de işçinin bu tazminatları ödemesi öngörülüyor. İşveren açısından, ihbar tazminatının pek fazla önemi yok; çünkü, işletmesinin maddî olanakları, durumu, buna uygun olabilir; ama, bir işçi, bir fabrikadan başka bir fabrikaya gittiğinde ya da kamu kuruluşunda, bir işte çalışıyorsa, oradan ayrılıp özel sektörde çok daha iyi imkânlarla bir iş bulmuşsa, arkasından, işveren, yargıya başvurma yoluyla tazminat istemektedir ve işçi, yeni işyerinde işe başladıktan sonra, burada yazılı süreler kadar ücretini tazminat olarak ödemekte, yeni bir yaşam, yeni bir geçim güçlüğüyle karşı karşıya kalmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, burada, sadece "taraflar" kelimesinin çıkarılarak, bildirim şartına uymayan, yani, haksız yere, işçiyi işten çıkaran işverenin tazminat ödemesi öngörülmüştür. Çok açık söylüyorum. Yani, eğer, ortada bir haksızlık varsa, işveren, ihbar tazminatını ve diğer yasal haklarını ödüyor; eğer, bir haksızlık yoksa, zaten, böyle bir durum söz konusu değil. O nedenle "taraflar" kelimesi yerine "işveren" kelimesinin yazılarak, İş Yasasında çalışma yaşamının özüne uygun, felsefesine uygun, işçiyi, çalışanı, ücretliyi koruma amacına yönelik bir düzenleme yapılarak, madde, günümüz koşullarına daha uygun hale getirilmek istenmiştir. Dikkatlice bakarsanız -ki, bu pek gözükmüyor- sayın milletvekillerimizin, çalışma yaşamına ilgi göstermesi ve de buradaki tartışmalara katılıp, bu yasaya katkı yapmaları gerekirken, kulislerde oturmaları ya da burada, en ön sıralarda bile, konuşmacıyı rahatsız edecek şekilde sohbete koyulmuş olmaları, AKP'nin, çalışma yaşamına ve çalışma hayatına da bir bakışını gösteriyor.

Sizlerden rica ediyorum. Bu, özüne uygun bir düzenleme. Katkı yapacağınız umuduyla sizleri saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.

Sayın milletvekilleri, gerekçeyi, sayın önerge sahibinden dinledik.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı, gerekçesini dinlediğimiz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, 17 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 17 nci madde kabul edilmiştir.

18 inci maddeyi okutuyorum:

Feshin geçerli sebebe dayandırılması

MADDE 18. - On veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan  işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.

Altı aylık kıdem hesabında bu Kanunun 66 ncı maddesindeki süreler dikkate alınır.

Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:

a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak,

b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak,

c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip için işveren aleyhine idari veya adli makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak,

d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler,

e) 74 üncü maddede öngörülen ve kadın işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek,

f) Hastalık veya kaza nedeniyle 25 inci maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık.

İşçinin altı aylık kıdemi, aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir.

İşletmenin  bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında  bu madde,  19 ve  21 inci maddeler ile 25 inci maddenin son fıkrası  uygulanmaz.

BAŞKAN - Madde üzerinde ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Oya Araslı'ya aittir. 

Buyurun Sayın Araslı. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

CHP GRUBU ADINA OYA ARASLI (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum. Bingöl depremi dolayısıyla ulusumuza geçmiş olsun diyor, yaşamını kaybeden vatandaşlarımıza rahmet, kederli ailelerine başsağlığı ve yaralananlara acil şifalar diliyorum.

Görüşülen tasarı, çok önemli bir tasarı; çünkü, çalışma yaşamımızı düzenliyor. Çalışma yaşamımız, herkesin bildiği gibi, cumhuriyetin kuruluşundan başlayarak, yasalarla düzenlenmiş. Bu, ulusumuzun ve Türkiye Cumhuriyetinin emeğe ve çalışmaya saygısının bir simgesi, emeği ve çalışmayı cumhuriyetin temel değerleri olarak görmesinin bir gereği.

İş kanunları, kuşkusuz, toplumlardaki ekonomik, sosyal, siyasal gelişmelerden etkileniyorlar ve zaman zaman, bu gelişmelerin arkasında olduğu için, bu yasalarımızda birtakım değişiklikler veya çalışma yaşamımızla ilgili birtakım yeni düzenlemeler yapılması gerekiyor. Üzerinde çalıştığımız tasarı da böyle bir düzenlemeyi yapmaya yönelmiş olan bir tasarı.

Kuşkusuz, çalışma yaşamı yasalarla düzenlenirken, işçi ve işveren ilişkileri ortaya konulurken, bunlar arasındaki bir uzlaşmanın gerçekleştirilmesine çalışılması gerekiyor; bir çalışma yaşamını düzenleyen yasanın, emeği, çalışanın hakkını koruması gerekiyor, işçi ve işverenin barış içerisinde olduğu bir çalışma düzeni kurması gerekiyor. Bunun yolu da, yasa koyucunun işveren ve işçi arasında bir uzlaşma arayışına girmesi, bu uzlaşmayı kurabilmesi ve bu uzlaşma üzerine yasayı şekillendirmesi. Acaba, görüşmekte olduğumuz tasarı böyle bir uzlaşmanın ürünü mü? Buna ben, kolaylıkla "evet" yanıtını veremiyorum; çünkü, bir uzlaşmanın olmadığı, tasarının görüşülmesi sırasında, çeşitli aşamalarda, sendikalardan, toplumumuzdaki işçi kesiminden, muhalefet kesiminden yükselen tepkilerle ortaya konulmuş durumda; bir uzlaşma yeteri kadar sağlanabilmiş değil. Bilim adamlarının getirilen düzenleme üzerinde bir uzlaşmaya varmış olmaları da, böyle bir konsensüsün varlığının kanıtı olarak kabul edilebilecek bir husus değil; çünkü, bilim adamları ayrı bazlarda bir uzlaşmaya varıyorlar, toplumun, çalışan kesimin, işveren kesiminin beklentisi ise ayrı bir alanda cereyan ediyor. Onun için, bilim adamlarının getirilen düzenleme üzerinde uzlaşmaya varmış olmaları, bir konsensüsün varlığı konusunda tek başına bir kanıt niteliği taşımıyor. Nitekim, uzlaşmaya dayanmayan bu tasarının görüşülmesi süresinde öyle bir an geldi ki, hükümet şu sıralarda yerini almadı, komisyon şu sıralarda yerini almadı ve tasarının görüşülmesi çalışmaları belli bir süre durduruldu. Daha sonra, yapılan hazırlık, o güne kadar görüşülmüş olan maddeler komisyona geri verildi ve esas komisyon da, hükümet de yeni bir düzenleme arayışı içerisine girdi. Bu da, yola çıkılırken ne kadar hazırlıksız işe başlandığının bir göstergesi.

Değerli arkadaşlar, devlet yönetmek ciddî bir iş, yasa yapmak çok ciddî bir iş "göç yolda düzelir" anlayışıyla yasa yapmak, devlet yönetmek mümkün değil, kamunun yararı yok bu tür davranışlarda. Geçmişi bir hatırlayınız, bu anlayışla yola çıkıldığı zaman, yeteri kadar hazırlık yapılmadan tasarılar Yüce Meclisin önüne konulduğu zaman başarılı olunamıyor. Biz, muhalefet partisi olarak yanlışları ikaz ediyoruz ama, iktidar partisi grubu yapılan uyarılar doğrultusunda hareket etmediği zaman, çıkarılan yasalar Cumhurbaşkanına gidiyor, Meclise iade ediliyor, tekrar görüşülüyor, eğer Anayasaya aykırılık konusunda uyarılara bu aşamada da kulak asılmamışsa Anayasa Mahkemesine gidiliyor. Anayasa Mahkemesi iptal kararı verecek olursa, bu yasalar tekrar burada görüşülecek. Yani, dikkat ediniz, biz, bir yasa için, çoğu kez, aynı şeyleri iki kere görüşmek durumunda kalıyoruz; Anayasa Mahkemesi iptali araya girecek olursa, bunu üçe çıkarmamız gerekiyor. Bu, verimli bir çalışma düzeni değil; bu, akılcı bir çalışma düzeni değil; bu, Türkiye'yi selamete çıkaracak bir yasa çalışması, düzeni değil. Ben, bu yasa için de gereği kadar hazırlık yapılmamış olması gerçeğinden yola çıkarak, bu konudaki uyarılarımızı, rahatsızlıklarımızı bir kere daha dile getirmekte yarar gördüm.

Bakınız, biz, çok kısa bir zaman önce, İş Güvencesi Yasasının uygulama tarihini durdurduk; halbuki, yürürlüğe girmişti, belirlenen tarihe göre uygulamaya da sokulmuştu. Böyle bir şeyi hukuken yapmak mümkün değildir; ama, böyle bir düzenlemenin yapılmış olmasıyla, hukuk alanında ciddî tereddütler ortaya çıkmıştır; Cumhurbaşkanı, yaptığımız işlemi, ikinci kere görüşülmek üzere, iade etmiştir. Bu tür zaman sarfından, nafile yere emek sarfından kaçınmalıyız. Bu konudaki uyarılarımı yaptıktan sonra, 18 inci maddeyle ilgili değerlendirmelerimize geliyorum.

Belirsiz süreli iş sözleşmelerinin işveren tarafından feshedilmesi halinde, işverenin geçerli fesih nedenleri göstermesi yükümlülüğü altına sokulması, kuşkusuz, uluslararası çalışma yaşamına ilişkin normlara da uygun bir tutumdur ve bizim iş yaşamımızın da gereksinim duyduğu bir olaydır. Bunu memnuniyetle karşılıyoruz; ancak, bu düzenleme yapılırken, çalışan kesime yeterli bir güvence sağlanamamıştır. Bu düzenlemeye dikkat ettiğiniz zaman, belirsiz süreli iş sözleşmelerinde işveren feshe giderken, geçerli fesih sebebi gösterme yükümlülüğü, sadece 10 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçiler için söz konusudur ve 6 aydan daha fazla kıdemi olan işçiler için söz konusudur; böyle bir ayırım yapılmıştır. 6 aydan az kıdemi olan işçiler veya 10'dan daha az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçiler, 18 inci maddenin fesih sebebi açısından getirdiği güvenceden yoksun bırakılmıştır. Böyle bir ayırımın herhangi bir makul, akla uygun sebebini görebilmek mümkün değildir; gerekçede de bu açıklama yapılmamıştır. Böyle bir ayırımın yapılmış olması, bu düzenlemeyi, Anayasanın eşitlik ilkesine, kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı bir görünüme sokmaktadır ve çalışanlarımızı yeteri kadar kapsayıcı bir güvenceden yoksun bırakmaktadır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, getirilen güvenceyi yetersiz görüyoruz. Bu konuda verilmiş olan önergemiz vardır; getirilen düzenleme o önerge doğrultusunda düzeltilmediği takdirde de, bu düzenlemeye muhalif olacağımızı, şimdiden, ben, Grubum adına ifade etmek istiyorum.

Diğer taraftan, geçerli fesih sebepleri düzenlenmiştir; ama, bunlar yeteri kadar açık değildir. Esnek, her anlama çekilebilecek birtakım ibarelerle, nelerin fesih sebebi sayılmayacağı gösterilmeye çalışılmıştır veya fesih sebebinin nasıl olması, hangi nedenlere dayanması gerektiği anlatılmaya çalışılmıştır; bunlara da belirlilik kazandırılması, çalışanlara yeterli bir güvence sağlamak bakımından gereklidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, mikrofonunuzu açıyorum.

Buyurun.

OYA ARASLI (Devamla) - Bir başka hususa değinmek istiyorum. Fesih sebebi olamayacak haller arasına hamilelik alınmıştır; ama, doğum alınmamıştır. Bu, kadın çalışanlar bakımından çok önemli bir husustur. Doğum, doğanın kadına verdiği bir görevdir, bir özelliktir, bundan dolayı, bu nedene dayanarak, doğum yapmış olmasına dayanarak bir kadın işçinin sözleşmesine son verilmesini önlemek amacıyla yine bir önerimiz vardır, fesih sebebi sayılamayacak haller arasında hamileliğin yanı sıra doğumun da sayılması konusunda.

Bu önerilerin kabulünün, çalışanlarımıza daha fazla güvence sağlamak bakımından yararlı olacağını yineliyorum ve sizleri saygıyla selamlayarak sözlerime son veriyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Araslı.

Madde üzerinde şahısları adına söz istekleri vardır.

Tekirdağ Milletvekili Sayın Tevfik Ziyaeddin Akbulut?.. Yok.

Eskişehir Milletvekili Sayın Cevdet Selvi?.. Burada.

Buyurun Sayın Selvi. (CHP sıralarından alkışlar)

CEVDET SELVİ (Eskişehir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; gerçekten, Türkiye'de, ne kadar anlatsak, âdeta, o çalışma yaşamının içerisinde bulunan insanların tahmin edemeyeceği kadar sakıncalar getiren, açıkça ifade edeyim ki, işverene de, işçiye de yarar getirmeyen bir dayatma, bir tepki yasasının maddeleri üzerinde konuşuyoruz.

Her şeyden önce bu ülkede sorumluluğumuz var; o nedenle, görevimizi bir kere daha yerine getirme gayretiyle, bunu, huzurunuzda dile getirme ihtiyacı hissediyoruz.

Çalışma Yasası, 1475 sayılı Yasa öyle karmaşık hale getirilmiştir ki, olaya sadece işçi açısından değil, çalışan açısından değil, işveren açısından da baktığımız zaman, işini gücünü bırakıp, hangi işçiyi ne gün çağıracak, hangi işçiyi nasıl çıkaracak, hangi işçiyi hangi süre içerisinde nasıl tanzim edecek, size açıkça söyleyeyim, öyle bir kaos yaratılacak ki, işveren dahi içerisinden çıkamayacak.

Allah Çalışma Bakanlığına kolaylık versin, bu sorumluluğu aldığı halde, denetleme, yönlendirme görevini nasıl yapacak; bunu anlamak mümkün değildir. Çalışma yaşamına huzuruyla, verimiyle, kalitesiyle ciddî bir olumsuzluk taşımaya karar verildiğini üzülerek görüyoruz.

Üzerinde konuştuğumuz maddeye baktığımız zaman, 10 veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, en az altı aylık kıdemi olduğu takdirde, işveren işçiyi neden çıkardığının gerekçesini söylemek durumunda kalır deniliyor. Bu, en büyük haksızlık. Daha önce de karşılaştık biz ve şimdi gelen önergeye göre, 25 veya 30 kişiden daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde altı aylık kıdemi olanlar için bu iş güvencesi geçerli anlamına geliyor.

Değerli arkadaşlarım, daha önce, 10 veya daha fazla işçi veya memur çalıştıran işyerleri 3417 sayılı Yasayla zorunlu tasarruf sorumluluğu altına sokuldu. Belirli yasalarla, belirli sayıda kişilere, zaman zaman bazı güvenceler getirildi. İşverenlerin bir bölümü, 10 değil, 9'ar kişiye böldü, parçaladı, işyeri numarası aldı. Şimdi, 30 sayısı çıkarsa, aynı şekilde, 29'ar kişilik işyerleri varmış gibi, sicil numarası alınacak, işyeri numarası alınacak, paramparça edilecek; ne ahenk kalacak ne huzur kalacak; işçi, belirsizlik içerisinde güç durumda kalacak. Bunu söylerken, açıkça söyleyeyim; hep, emeğiyle geçinen dar ve sabit gelirlilere yüklenildiği, bunun da ona ilave olarak geldiği açıkça ortada.

Zorunlu tasarruf 1988 yılında çıktı ve hükümetimiz, seçimlerden önce, zorunlu tasarrufu defaten ödeyeceğini söyledi. Bu yetmedi, iktidara geldiğinden kısa bir süre sonra, zorunlu tasarrufun ana-para ve nemalarını en kısa süre içerisinde ödeyeceğini, açık seçik yetkili bakanları söyledi ve nihayet, o zorunlu tasarrufu şimdi hangi ay, son numarası ne olan diye alacaklıların tek tek açıklaması yapıldı. Binlerce işçi ve memur, 1988'den bu yana kendi çoluk çocuğunun nafakasından keserek yatırdığı parayı alamaz duruma geldi.

Dikkati şuraya çekmek istiyorum: Çalışma yaşamını ne kadar çok karıştırırsanız, ne kadar çok anlaşılmaz hale getirirseniz, sadece işçiler değil, işverenler de bundan mağdur olacak, güç durumda olacaklardır. Şimdi, bu hükümet, nemaları vereceğini söyledi; mademki, vereceğini seçimden önce ve seçimden sonra söyledi, neden bankanın önüne gidenler parasını alamadan geri gidiyor? Şimdi, bankaların önünde huzursuzluk var, Ziraat Bankasının önünde huzursuzluk var, 300 000 000 lira alacağı olan, 500 000 000 lira alacağı olan işçi ve memur hayal kırıklığı içerisinde 50 000 000 milyon lira, 60 000 000 lira alıyor ve ta haziran ayına kadar kalacak; yani, verdiğiniz söz yerine gelmedi. Söz verirken, bunun hayata geçmesi için gereken altyapı oluşturulmadı. Bu,sizin birdenbire karşınıza çıkan bir olay değil, aylardır bunu vereceğinizi söylüyorsunuz; ama, hiç kimse alamayacak duruma geldi. Onun için, bunları ne kadar çok karıştırırsanız, o kadar çok içinden çıkılmaz ve mağdur olan insanların sayısı daha da fazla olur.

Burada eşitliğe aykırı 10 kişi veya 29 kişi çalışan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Selvi, sözlerinizi toparlayınız.

CEVDET SELVİ (Devamla) - Hemen sözlerimi bitireyim...

YAHYA BAŞ (İstanbul) - Bizle ilgisi olmayan şeyleri bize söylüyorsun.

CEVDET SELVİ (Devamla) - Siz, hükümet değil misiniz?! Sözü siz vermediniz mi?!

YAHYA BAŞ (İstanbul) - Biz vermedik.

CEVDET SELVİ (Devamla) - Ne münasebet... Televizyonlarda...

BAŞKAN - Sayın Selvi, siz Genel Kurula hitap ediniz.

CEVDET SELVİ (Devamla) - Ben Genel Kurula hitap ediyorum, başlangıçtan beri bu şekilde laf atıyor.

BAŞKAN -Lütfen arkadaşlar, hatibe laf atmayalım.

CEVDET SELVİ (Devamla) - Siz, verdiğiniz sözü unutuyorsanız, siz kendi sorumluluğunuzun farkında değilseniz,  farkında olmak mecburiyetinde olduğunuzu bir düşünün. Kim söyleyecek; hükümet olarak siz Türkiye'yi idare etmeye gelmediniz mi; bu sözleri vermediniz mi?.!

BAŞKAN - Sayın Selvi, siz Genel Kurula hitap edin.

CEVDET SELVİ (Devamla) - Gidin bankaların önüne, kimse alamıyor. Burada da, 72 nedenle işten atılma durumundaki insanlar var. 29 kişi çalışırsa, onun bu güvencesi yok, 31 kişi olursa güvencesi var. Böyle adalet olmaz, böyle eşitlik olmaz, böyle Türkiye idare edilmez. Hele, son derece hassas olan çalışma hayatı düzenlenemez.

YAHYA BAŞ (İstanbul)- Bizimle ilgisi olmayan şeyleri bizimle alakalıymış gibi göstermeyin.

CEVDET SELVİ (Devamla)- Sizinle hiçbir şeyin alakası yok o zaman! O zaman niye iktidar oldunuz?! Bilmiyor muydunuz bunu! Onun için, insanlar bulunduğu yerin hakkını vermeli, görevinin ve sorumluluğunun ne olduğunu bilmeli. Eğer altı aydır sorunlar Türkiye'de daha daha çoğalmış ve derinleşmişse, işte böyle düşündüğünüz içindir. Siz, söylediğiniz sözü bile yerine getirmiyorsunuz.

YAHYA BAŞ (İstanbul)- Senin dediğin gibi değil.

CEVDET SELVİ (Devamla)- Ziraat Bankasının önüne gidin. Söz veriyorsanız yerine getirin. Yapamayacağınız sözü vermeyin.

YAHYA BAŞ (İstanbul)- Bizim vermediğimiz sözü biz vermişiz gibi gösterme!

CEVDET SELVİ (Devamla)- Seçimden önce verdiniz, seçimden sonra da verdiniz. Bakanlarınız burada, gidin konuşun.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa)- Biz vermedik.

CEVDET SELVİ (Devamla)- Öyle, anlamadan, bilmeden, oturduğunuz yerde "biz sorumlu değiliz, biz sorumlu değiliz, biz kucağımızda bulduk, biz kucağımızda bulduk" diyerek, bu Türkiye'yi yönetme hakkına sahip olamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Bilerek geldiniz. Aydan gelmediniz, Türkiye'den geldiniz. Söylediğiniz söze sahip çıkacaksınız.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa)- Ne diyorsunuz!

BAŞKAN- Sayın Selvi, lütfen toparlayınız.

YAHYA BAŞ (İstanbul)- Ne ilgisi var bizim söylediğimiz sözlerle?!

CEVDET SELVİ (Devamla)- Öyle, oturduğunuz yerden laf atmakla olmaz. İktidar olmak, muktedir olmaktır; iktidar olmak, verdiğin sözü tutmak, sorunları çözmektir. Sorun yaratıyorsunuz. Baskılara dayanamıyorsunuz, ona buna yaranmak için, Türkiye'yi karıştıracak yeni sorunlar yaratıyorsunuz. Dönün arkanıza da bir bakın; ne gibi sorunlarla bu Türkiye bu hale geldi. Onun için, oturduğun yerden öyle bilmeden konuşursan, çok daha yanlış yaparsın.

BAŞKAN- Sayın Selvi, tamamlayın lütfen.

CEVDET SELVİ (Devamla)- İyi akşamlar. (CHP sıralarından alkışlar; AK Parti sıralarından gürültüler)

YAHYA BAŞ (İstanbul)- Ne güzel konuşuyorsun be! Ne ilgisi var söylediğimiz sözlerle?!

CEVDET SELVİ (Eskişehir)- Gidip Ziraat Bankasına baksana!

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri...

MEHMET ÇERÇİ (Manisa)- Millet sana yetkiyi niye vermedi o zaman?!

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri...

CEVDET SELVİ (Eskişehir)- Kibar olalım dedikçe saldırıyorsunuz.

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, bakınız, hatibe söz attınız iktidar grubu olarak. Burada bir an önce iş görmek istiyoruz. Bu kadar zaman gitti.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa)- Yalan söylüyor.

BAŞKAN- Hayır, laf atmayın efendim. Genel Kurula hitap etsin. O, her şeyi kendine göre konuşur. Söz istersiniz, biz de size söz veririz. (CHP sıralarından alkışlar)

Efendim, şimdi, şahsı adına söz isteyen, İzmir Milletvekili Sayın Oğuz Oyan; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Oyan, süreniz 5 dakika. Lütfen, sataşmaya meydan vermeyecek şekilde zamanımızı kullanalım.

OĞUZ OYAN (İzmir) - Sayın Başkan, bu uyarıya gerek yoktu. Ben, bir cevap hakkı için gelmedim; burada, şahsım adına, madde üzerinde konuşmaya geldim.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, biz, bu maddeyle ilgili birtakım düzeltmeler yapmaya çalışıyoruz -tabiî, bütünü üzerinde de; bu madde üzerine konuştuğumuz için maddeyi kastediyorum- ama, bunların hiçbirini dikkate almıyorsunuz. Biz, burada altı aydır bir yapıcı muhalefet örneği sergilemeye çalışıyoruz, yani şunu yapıyoruz... (AK Parti sıralarından gürültüler)

Sayın milletvekilleri, eğer dikkat ederseniz, dikkatle dinlerseniz, size, nasıl bir yapıcı muhalefet olduğunu anlatmaya çalışacağım. Bu yapıcı muhalefet, birinci anayasa değişikliğinde sizinle birlikte oy kullandı; sizin Genel Başkanınıza Başbakanlık yolunu açmak için sizinle birlikte oy kullandı. Bu muhalefet, birçok yasada, sırf muhalefet olsun diye negatif oy kullanmadı, olumlu oy kullandı; bazı yasaların birçok maddesinde olumlu oy kullandı. Bizim yapıcı muhalefet anlayışımız budur; ama, uzlaşma tek taraflı olmaz.

Bana şimdi söyleyiniz; altı aydır bizim kaç tane önergemize evet oyu kullandınız, bunu bana bir söyleyiniz. Kaç tane maddede bizim itirazlarımızı kabul ettiniz -hatta, sizin de o itirazları haklı bulduğunuz birçok durum oldu- ve o konudaki hükümet teklifini eleştirip, evet, yasama olarak biz, burada muhalefetle birlikte düşünüyoruz dediniz ya da hükümet, kaç kere muhalefetle bu konuda bir uzlaşma arayışı içerisine girdi, kaç maddede girdi, bunu bana bir söyler misiniz?!

Tek taraflı olmaz değerli arkadaşlarım; yapıcı muhalefet, siz de yapıcı iktidar olacaksınız, başka türlü olmaz. Tek taraflı yapıcılık, tek taraflı uzlaşma çabası olabilir mi?! Bakınız, bu iş yasası tasarısı daha ilk kez komisyonda görüşüldüğünde de biz şunu yapmıştık; bunun birçok maddesine evet oyu kullanabiliriz; ama, bunun 10 küsur maddesi var ki, bunlarda sorunlar sürüyor. Bu sorunları işçi-işveren kesimi de halletmiş değildir. Siz, adaleti temsil ediyorsanız, adaletin kılıcı bir tarafa sapmaz, terazinin kılıcı bir tarafa sapmaz, sizin teraziniz sermaye tarafına sapıyor. Eğer, bizi biraz dinleseniz, biz bu terazinin kılıcını tekrar ortaya, yani, adaletli noktaya getirmenize yardımcı olacağız. Siz diyorsunuz ki "biz yardım istemeyiz, biz taraflıyız." Ee, arkadaşlar o zaman konuşacak bir şey kalmıyor.

Bakın, şimdi bu maddenin kendisinden daha önemli bir önerge veriyorsunuz, bu maddeyi silip atan, hatta, İş Güvencesi Yasasını çöp sepetine atan bir önergeniz var, elimize şimdi geldi. Buradaki "10 veya daha fazla işçi çalıştıran" diye başlayan cümleyi "30 veya daha fazla işçi çalıştıran" diyerek, İş Güvencesi Yasasını çöpe atıyorsunuz. Bu kimin talebi sevgili arkadaşlar?!

1 Mayısta Türkiye İşveren Sendikaları Başkanı, bir heyetle ziyaretimize geldi, AKP Grubunu da ziyaret ettiler; talepleri buydu. Peki, siz kulağınızı sadece işverene mi, sadece sermayeye mi açıyorsunuz, siz sadece sermayenin oyuyla mı iktidar oldunuz?! Siz, esas itibariyle, çalışanların oyuyla iktidar olmadınız mı; ne çabuk unuttunuz. Bu, iktidar olma sorumluluğuna sığıyor mu! Siz, adaleti böyle mi anlıyorsunuz?! İş Güvencesi Yasası, 15 Mart öncesinde işverenin aldığı önlemlerle, zaten, burada belirtilen biçiminden çıkarılmıştır. Yani, belirsiz süreli iş akitleri, belirli süreli iş akitlerine dönüştürülerek, zaten, çalışanlar, en azından bunu yapan, buna tevessül eden işverenlerin olduğu işyerlerinde, bu İş Güvencesi Yasasından doğan haklarından bir bölümü açısından mağdur edilmiştir. Şimdi, siz, bunu 30 kişiye çıkararak şunu yapıyorsunuz, bilmiyorsanız şunu hatırlatayım: Türkiye'de bütün işletmelerin yüzde 95'i, 30 kişinin altında işçi çalıştıran yerlerdir. Yani, siz şimdi ne diyorsunuz burada bu 10'u 30 yaparak, çok basit gibi gözüken mekanizmayla; İş Güvencesi Yasasının Türkiye'de sadece yüzde 5'lik bir işletmede geçerli olmasını kural haline, yasa haline getiriyorsunuz. Bunun ne kadar farkındasınız ya da eğer farkındaysanız, bunu ne kadar savunuyorsunuz veya savunuyorsanız, bu ne kadar sizin adalet anlayışınıza, vicdanınıza sığıyor; bunu merak ediyoruz, size soruyoruz, Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları adına soruyoruz, Türk Ulusu adına soruyoruz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Oyan.

OĞUZ OYAN (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bunu Türkiye İşveren Sendikaları "gelin, 10'u 30'a çıkaralım" diyor. Aslına bakarsanız, TİSK'e bağlı işveren sendikalarının büyük bölümü, zaten 30'un, 50'nin, 100'ün üzerinde işçi çalıştıran büyük işverenlerdir. Peki, bunu niye bu kadar çok isterler;  çünkü, bir kere, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin böyle bir talebi var; bir, daha küçük işyerleri açısından; iki, ama, daha önemlisi şudur: Türkiye'de büyük işverenler de, genellikle, tedarikçi firmalardan daha düşük fiyatla, maliyetle mal tedarik etmek için onların kayıtdışında olması ya da onlardaki iş güvencesinin çok iğreti olması gibi birtakım özellikleri talep eder durumdadırlar; yani, Türkiye'de orta ve büyük işveren sıfatını taşıyanlar dahi, bu kayıtdışı mekanizmadan beslenirler, tedarikçi firmaların bu iğreti statüye girmesi onların da işine gelir; ama, değerli arkadaşlarım, Türkiye acaba bu koşullarla dünyayla rekabet edebilir bir ülke olabilir mi?! Bakınız, artık, bizim en çok mal sattığımız gelişmiş ülkeler, bizim gibi ülkelerde işçi haklarının, iş güvencesinin ne kadar uygulandığının takipçisi olmaya başladılar, bunu bir rekabet zedeleyici olay olarak algılıyorlar. Dolayısıyla, acaba, böyle bir şeyi size IMF ya da başka bir güç, kafanıza vura vura telkin ettiği zaman mı ancak düzelteceksiniz?! Bu, yanlış bir yoldur. Türkiye, bundan sonraki dış rekabet gücünü kazanmak için mutlaka kayıtiçi bir ekonomiye geçmelidir, vasıflı, yüksek nitelikli ve yüksek ücretli bir işgücü üzerinden dünya pazarlarında bir rekabet avantajı elde etmelidir. Aksi takdirde, Türkiye'nin önü hiçbir zaman açık olmayacaktır. Yüzde 50'si zaten kayıtdışında olan bir ekonomide siz, bunu daha da teşvik eden birbiri peşi sıra yasalar getirdikçe, ne yazık ki, bu ülkeyi ileriye değil geriye götürürsünüz. Buna seyirci kalmayacağımızı bir kez daha belirtmek isterim.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Oyan.

Sayın milletvekilleri, 18 inci madde üzerinde 5 adet önerge vardır.

Çalışma saatimizin sonuna yaklaştık; ama, Başkanlık olarak biz bu maddeyi bitirmeyi düşünüyoruz, önergeleri okumak istiyoruz.

Bu konuda sürenin uzatılması ancak Genel Kurulun iradesine ve kararına bağlıdır.

Bu maddenin bitimine kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum...

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, oylamadan  önce müsaade eder misiniz?..

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler...

Buyurun Sayın Meral.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Bu önemli bir madde, müsaade ederseniz, sayın hükümete ve değerli milletvekillerine bir zaman tanıyın. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, önümüz açık, zaman tanıdık. (AK Parti sıralarından "oyladınız" sesleri, gürültüler)

Oylamadım.

MUSTAFA ÖZYÜREK (Mersin) - Sayın Başkan, bu madde işin özü. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, bu madde bitinceye kadar süreyi uzatmış olduk.

Önergeleri geliş sırasına göre okutuyorum:

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Kusura bakmayın, ne kadar tahammülsüz adamlarsınız. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Meral, lütfen, oturun.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Anlamıyorsunuz, el kaldırmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz. Ayıp... Ayıp... (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

Sayın Meral, lütfen, oturun.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 18 inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin "otuz" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Salih Kapusuz

Alim Tunç

Akif Gülle

 

Ankara

Uşak

Amasya

 

Tevfik Akbak

İsmail Bilen

Hasan Kara

 

Çankırı

Manisa

Kilis

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu Tasarısının 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (d) bendine "hamilelik" sözcüğünden sonra gelmek üzere "doğum" sözcüğünün eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Oya Araslı

Birgen Keleş

Cevdet Selvi

 

Ankara

İstanbul

Eskişehir

 

İzzet Çetin

Bayram Ali Meral

V. Haşim Oral

 

Kocaeli

Ankara

Denizli

 

Ali Arslan

 

Feridun Fikret Baloğlu

 

Muğla

 

Antalya

BAŞKAN - Bir diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 18 inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin "beş" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.      

 

İzzet Çetin

Haşim Oral

Hasan Aydın

 

Kocaeli

Denizli

İstanbul

 

Oğuz Oyan

 

Mustafa Gazalcı

 

İzmir

 

Denizli

BAŞKAN - Dördüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 18 inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin "dört" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Mustafa Özyürek

Ahmet Ersin

Enver Öktem

 

Mersin

İzmir

İzmir

 

Zekeriya Akıncı

 

Halil Akyüz

 

Ankara

 

İstanbul

BAŞKAN - Beşinci ve sonuncu önergeyi okutuyorum.

Bu önerge en aykırı önergedir; okuttuktan sonra işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının "Feshin Geçerli Sebebe Dayandırılması" başlıklı 18 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Oğuz Oyan

İzzet Çetin

Enver Öktem

 

İzmir

Kocaeli

İzmir

 

Muhsin Koçyiğit

Muharrem Doğan

Hüseyin Özcan

 

Diyarbakır

Mardin

Mersin

Feshin Geçerli Sebebe Dayandırılması

Madde 18. - İşçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.

Özellikle aşağıdaki hususlar fesih için geçerli bir sebep oluşturmaz:

a) Sendika üyeliği veya çalışma saatleri dışında veya işverenin rızası ile çalışma saatleri içinde sendikal faaliyetlere katılmak,

b) İşyeri sendika temsilciliği yapmak,

c) Mevzuattan veya sözleşmeden doğan haklarını takip için işveren aleyhine idarî ve adlî makamlara başvurmak veya bu hususta başlatılmış sürece katılmak,

d) Irk, renk, cinsiyet, medeni hal, aile yükümlülükleri, hamilelik, din, siyasi görüş ve benzeri nedenler,

e) 74 üncü maddede öngörülen ve kadın işçilerin çalıştırılmasının yasak olduğu sürelerde işe gelmemek,

f) Hastalık veya kaza nedeniyle 26 ncı maddenin (I) numaralı bendinin (b) alt bendinde öngörülen bekleme süresinde işe geçici devamsızlık.

İşçinin kıdemi, aynı işverenin bir veya değişik işyerlerinde geçen süreler birleştirilerek hesap edilir. İşverenin aynı işkolunda birden fazla işyerinin bulunması halinde, işyerinde çalışan işçi sayısı, bu işyerlerinde çalışan toplam işçi sayısına göre belirlenir.

İşletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri hakkında bu madde, 20 ve 22 nci maddeler ile 26 ncı maddenin son fıkrası uygulanmaz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, beşinci ve sonuncu önergeyi dinledik; bu, en aykırı önergeydi.

Komisyon önergeye katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet önergeye katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU (Isparta) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergenin gerekçesini mi okuyalım?

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Konuşmak istiyoruz.

BAŞKAN - Buyurun.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten, ülkemizde, çalışma yaşamı, ta cumhuriyetin kurulduğundan bugüne kadar geçen süre içerisinde, ne yazık ki, istenilen ölçekte yaşama geçirilebilmiş değil. Geçtiğimiz yıl ağustos ayında, Avrupa Birliğine uyum sürecinde, zorunlu olarak hazırlanan ve iş güvencesi olmaktan çok, sadece bir sendikal güvenceyi içeren iş güvencesinin, sanki, işletmeleri kapatacak, verimliliği düşürecek, işletmelerde işçiler fabrikalara el koyacakmış gibi, bir kaşık suda fırtınalar kopartıldı. Sizlerin, yani, AKP'nin sayın milletvekillerinin oylarıyla da, yürürlük tarihi, 15 Marttan 30 Hazirana kaydırılmak istenmişti; ama, ne yazık ki, Anayasaya aykırı olan bu uygulama, geri gelmiş ve yeniden görüşülmesi de bugüne kadar sağlanabilmiş değildi, iş güvencesi yeniden Meclis gündemine gelebilmiş değildi. Gelmeyişinin bir nedeni de, bu yasanın içerisinde, yeni iş yasası olarak tabir edilen, gerçekten, bir nevi kölelik yasası olarak, AKP'nin, çalışma yaşamına armağan ettiği bu yasanın içine yerleştirilmişti. Dünyanın pek çok ülkesinde iş güvencesi var; iş güvencesi olan, örneğin, Almanya'da, işçinin, feshe karşı korunması kanunu var. Eğer, işçi, herhangi bir kasta tabi olmadan işyerinden çıkarılmışsa ve ortadaki haksız fesih ise, yargı kararıyla işine dönebiliyor, boşta geçen sürelerinin ücretini alabiliyor. Bizim iş güvencemiz, sendikacılarımızın alkışladığı, işçilerimizin umut olarak baktığı; ama, özünde hiçbir şey ifade etmediğini söyleyegeldiğimiz iş güvencesi, on ve daha fazla işçi çalıştıran işletmeleri kapsayacak, altı aydan fazla kıdemi olan işçileri kapsayacak, belirsiz süreli hizmet akdiyle çalışan işçileri kapsayacak şekilde, kısıtlı bir düzenlemeyi içermekteydi. Şimdi görüyorum ki, AKP'nin vermiş olduğu önergeyle, bu sayı, ondan otuza çıkarılıyor.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir iş güvencesi yasasının yok edilmesi, ancak, size yakışır; başka hiçbir parti, hiçbir anlayış, işletmelerin yüzde 96'sının otuzdan az işçi çalıştırdığı bir düzende, işçilerimizi, işverenlerin insafına terk ettiğini zannetmesin. Gerçekten şunu biliyorum ve söylüyorum; gerçek iş güvencesi, güçlü sendikacılıkla yaratılır, yasal düzenlemeyle olmaz; ama, öyle umut ediyorum, şuna inanıyorum ki, o çalışanlar, sizin bu düzenlemenize rağmen, işyerlerinde güçlerini birleştirecekler, emeklerini birleştirecekler, işverenlere karşı örgütlenerek yeniden gerçek iş güvencesi için size karşı da mücadele edecekler. Gerçekten yazık; otuza çıkarılıyor!..

Bu, şu demektir; AKP, 3 Kasımdan önce halka verdiği, işçiye verdiği, çalışana verdiği, yoksula verdiği, köylüye verdiği, dar ve sabit gelirliye verdiği sözün arkasında duramadı; paranın gücüne teslim oldu! Evet, paranın gücüne teslim olduğunuzun açık ifadesidir. Bu ülke, sadece para babalarının, işçiyi sömüren vahşi kapitalizm dönemindeki çalışma koşullarını Türkiye'ye taşımak isteyenlerin değil, yoksul insanların da ülkesi, Bingöl'de yaşamını yitirenlerin de ülkesi, açlıktan sokakta, bankta yatanların da ülkesi; bu ülke, bizim ülkemiz. Vicdanınız sızlamıyor hiç, nasıl yüreğiniz var; işçilere, insanlara, nasıl acımasız davranabiliyorsunuz, nasıl böyle gözle bakabiliyorsunuz?! Yazıklar olsun!

Saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından [!] alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çetin.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Öyle bir usul yok.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Çok olumlu konuşacağım efendim.

BAŞKAN - Önerge sahibi konuştu, önergeyi dinledik, gerekçesini dinledik.

Komisyonun ve hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan İş Kanunu Tasarısının 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (d) bendinde "hamilelik" sözcüğünden sonra gelmek üzere "doğum" sözcüğünün eklenmesini arz ve teklif ederiz.

       Oya Araslı

          (Ankara)

   ve arkadaşları

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu efendim?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU (Isparta) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Çoğunluğunuz yok; ama, bir temayüldür; Komisyon takdire bırakmış olsun.

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Evet, çoğunluğumuz yok; takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergenin gerekçesini okutuyorum:

Gerekçe: Hamileliğin yanı sıra doğumun da iş sözleşmesinin feshi için geçerli bir sebep olmaktan çıkarılmasını sağlamak amacıyla söz konusu öneride bulunulmuştur.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. (AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar)

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 18 inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin "otuz" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Salih Kapusuz

          (Ankara)

   ve arkadaşları

BAŞKAN - Önergeye Komisyon katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU (Isparta) - Katılmıyoruz. Affedersiniz Başkanım, özür diliyorum; katılıyoruz Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar [!])

BAŞKAN - Efendim, dil sürçmesi olabilir; şimdi ben yeniden sormuş oldum.

Hükümet katılmıyor, Komisyon takdire...

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU (Isparta) - Sayın Kapusuz'un imzasıyla verilen önergeden söz ettiğimizi zannediyorum, Hükümet katılıyor Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tamam.

Komisyon katılıyor mu?

SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Komisyon takdire bırakıyor.

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, Salih Kapusuz ve arkadaşlarının verdiği teklif, görüşülmekte olan kanun tasarısının 18 inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin "otuz" olarak değiştirilmesi teklifidir. Şimdi sordum, zabıtlara geçmesi bakımından yeniden teyit ediyorum; Komisyon takdire bırakıyor, Hükümet katılıyor.

Gerekçeyi okutuyorum:

"Gerekçe:

İşçi sayısı kriteri artırılmıştır"

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun tasarısının 18 inci maddesinin birinci fıkrasında öngörülen "on" ibaresinin "beş" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

      İzzet Çetin

          (Kocaeli)

  ve arkadaşları.

BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?

 SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU SÖZCÜSÜ REMZİYE ÖZTOPRAK (Ankara) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERKAN MUMCU (Isparta) - Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN - Efendim, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katılmadığı önerge...

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Komisyonun çoğunluğu yok "katılmıyoruz" diyemez.

BAŞKAN - Efendim, ben, onu, ona göre değerlendiriyorum.

Önerge sahibi, gerekçeyi mi okutalım, konuşacak mısınız efendim?

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Ben konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Meral, sizin önergede imzanız yok.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Söz hakkımı Sayın Meral'e devrediyorum Sayın Başkan.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Öyle bir uygulama yok Sayın Başkan.

BAŞKAN - Olmaz efendim, İçtüzüğümüze göre böyle bir imkân yok; imza atsaydınız olurdu.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Bir imza atarım efendim. (Alkışlar!)

Sayın Bakan şaşırınca sözünü geri alıyor da, benim imzam yok diye neden söz vermiyorsunuz?

BAŞKAN - Efendim, şu anda imza attıramayız, okuduk, işleme koyduk.

Sayın Başkanım, Sayın Meral, size söz vermeyi, gerçekten çok arzu ederim; ama, takdir edersiniz ki, İçtüzüğe uyacağız.

İlk okuduğumuz sırada imzalasaydınız ve "önergeye katılıyorum" deseydiniz, size söz vermekten mutluluk duyardım.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Sayın Başkan, Sayın Bakanım da yanlış yaptı...

BAŞKAN - Başka bir zaman inşallah.

Önerge sahibi, İzzet Bey, gerekçeyi mi okutalım?

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum....

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, bir şey izah edebilir miyim?

BAŞKAN - Buyurun.

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Efendim, bunu işleme koymak dahi bir eksidir; çünkü, kabul edilen bir önceki önerge, bunun zıddı olarak kabul edilmiştir; Genel Kurulun onayı ortaya çıkmıştır.

BAYRAM ALİ MERAL (Ankara) - Bunun adı yetim hakkı yemektir. Şu yaptığınızın hesabını Allah sorar size!

SALİH KAPUSUZ (Ankara) - Sayın Başkan, ben, burada, doğru yöntemi uygulamanız için bir ikazda bulunuyorum.

ENVER ÖKTEM (İzmir) - Sayın Kapusuz, öbür dünyada işin çok zor!

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, hepimiz insanız. Görüyorsunuz, insan bir hata yapabiliyor; bunu bir mesele yapmanın doğru olacağını da düşünmüyorum. İçtüzüğe göre hareket ediyoruz. Yanılabiliriz. Şimdi, iki önergeyi yeniden değerlendiriyorum.

Önergeleri bir kez okuduk. Dördüncü önerge, Salih Kapusuz ve arkadaşlarının teklif ettiği ve biraz önce Genel Kurul iradesiyle kabul edilen önergeyi değiştiren "on" ibaresini "beş" yapan ve ondan sonraki önerge de yine "on" ibaresini "dört" yapmayı teklif eden 2 önerge.

Takdir buyurursunuz ki, İçtüzüğümüz gayet açık. Bu tip, birbiriyle tenakuza düşen önergelerden birisi kabul edildiği takdirde, diğeri işleme konulmuyor. Bu noktada, önergeler çok hızlı ve acele geldiği için, burada, bazen de ufak tefek yanıltı olabiliyor. Ben, bu 2 önergeyi de İçtüzük gereği işleme koyamıyorum.

Sayın milletvekilleri, Sayın Çetin'in soru talebi var.

İZZET ÇETİN (Kocaeli) - Sayın Başkan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız burada değil; eğer Sayın Bakanımız cevap verebilecekse, sözlü soru hakkımı kullanmak istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Çetin, yine İçtüzük karşımızda. Biliyorsunuz, sorular önergelerden önce; tabiî, bunlar, bize geç geliyor, burada yoğunlaşıyoruz; ama, sizin sorularınızı Sayın Bakan yazılı olarak da cevaplandırabilir.

Şimdi, 18 inci maddeyi, kabul edilen 2 önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 18 inci madde kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek üzere, 7 Mayıs 2003 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 20.15